-ESRARENGİZ BİR KUR’AN KISSASI- “ ZÜLKARNEYN” VE YE’CÜC - ME’CÜC İSTİLASI
Transcript of -ESRARENGİZ BİR KUR’AN KISSASI- “ ZÜLKARNEYN” VE YE’CÜC - ME’CÜC İSTİLASI
-ESRARENGİZ BİR KUR’AN KISSASI-
“ ZÜLKARNEYN” VE YE’CÜC - ME’CÜC İSTİLASI
Bilal COŞKUN
ABSTRACT
Literally "the possessor of two horns is a figure
mentioned in the Quran, "Zu" (Arabic: و ."ḏū) means "owner ,ذ�
The word "qarn" means a horn, but can also mean a generation or
a century. Thus "dhul qarnain" literally means the "two-horned
one", or "the one who impacts upon two ages or generations".
The latter interpretation is more likely since the word "qarn"
was used in the Quran in the context of time and never as a
horn. Furthermore, the barrier he erected is set to crumple in
the Last Age (Quran 18:98). However, according to a classical
interpretation, the name is due to his having reached the two
'Horns' of the Sun, east and west, where it rises and where it
sets" during his journey
GİRİŞ
Kur’ an-ı Kerim’de Kehf Suresi’nde geçen en önemli ve
en karmaşık kıssalardan biri, Zülkarneyn kıssasıdır. Kıssanın
karmaşıklığı, Zülkarneyn olarak anılan şahsiyetin kimliğinin
tespitinde ortaya çıkmaktadır. Çünkü Kur’an, anılan şahsiyetin
ne adını, ne de vatanını zikretmiştir. Tefsir bilginleri ve
1
bunun yanında araştırma yapan pek çok aydın, onun hala kim
olduğunu belirlemeye çalışmaktadır.
Nitekim Zülkarneyn hakkında araştırma yapan veya
fikir yürüten pek çok müfessir ve yazar, tarihi şahsiyetler
içinden Zülkarneyn olabilecek kişilikte birkaç kişiyi
zikrettiklerini belirtmemiz gerekiyor. Ona Makedonyalı
İskender, Aferidun bin Asfiyan, Oğuz Kağan, Merziban bin
Merduye, Ebu Kerb Semiy bin Ubeyd El Efrikiş El Himyeri, Pers
Kralı Hüsrev ve Kiros1 diyenler olduğu gibi; I. Dara2 veya Hanok3 olabileceğini düşünenler de bulunmaktadır. Zülkarneyin’in
kişiliği ve şahsiyeti hakkında az bilgiye sahip olsak da,
Kur’an’ın belirttiği üzere O’nun çok salih ve itaatkar bir kul
olduğunu anlayabiliyoruz.
Zülkarneyn’e Kur’ an-ı Kerim’de belirtildiği üzere,
“sebeb” ismi adı altında bir takım “alet, vasıta veyahut lahuti
bir yardım” yapıldığı ve Zülkarneyn’in de bu yardım sebebiyle
üç ayrı seyahate çıkmış olduğu bildirilmektedir. O, bu
seferlerden ilkini Kur’ an’ın tabiriyle “güneşin battığı yere” (batıda
karaların bitip denizin başladığı yer) doğru gerçekleştirmiştir. Burada
gerçekleşen bir dizi diyalog ve hadiseden sonra ise yine Kur’
an’ ın ifadesiyle “güneşin doğduğu yere (doğuda bitki örtüsü fakir bir
mıntıka)” doğru ikinci seferini yapmıştır. Kur’an’da bundan sonra
Zülkarneyn’in “iki set arası” (Kuzeyaltı Asya’da bir Türk bölgesi ) diye
isimlendirdiği bir mevkiye doğru hareket ettiğini ve bu son
1Yıldırım Celal, Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları, İzmir,1987, VII , 36762 Azad Ebu’l-Kelam, Zülkarneyn Kimdir? (Çev. Muharrem Tan), İz Yayınları, İstanbul, 2000, s. 59.3 Ateş Süleyman, Kur’ an’ ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuk Neşriyat,İstanbul,1988, V/325
2
seferinin nihayetinde ise oldukça muhkem ve dayanıklı bir sed
inşa ettiğini kaydetmektedir.
Zülkarneyn hakkında yapılan araştırmalarda onun
peygamber mi,veli bir kul veya bir hükümdar mı olduğu konusunda
hiçbir sarahat bulunmamaktadır. Kur’ an-ı Kerim’den kimliği
hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz Zülkarneyn için El
Haleri: ”Bu konu hakkında maalesef zikredebileceğimiz tek bir sahih hadis dahi
bulunmamaktadır,” 4der.
Kim olduğu yönünde ayetlerden ve rivayetlerden
zahirde kesin bir bilgiye sahip olunamayan bu zatın kim
olacağına dair İslam’ın ta ilk devirlerinden bugüne kadar küçük
veya büyük çapta pek çok çalışma kaleme alınmış ve türlü türlü
görüşler ortaya atılmıştır.Çeşitli milletlere ait ilim
adamlarınca bu konuda yapılan araştırmaların neticesinde
“Zülkarneyn” adında yeni yeni eserler ortaya çıkarılmış ve
zamanımızda da hala devam etmektedir.
ZÜLKARNEYN KISSASI’NIN ANLATILDIĞI KEHF SURESİ
1.Kehf Suresinin Özellikleri ve Muhtevası Kehf Suresi, rivayetlere göre Gaşiye Suresi’nden
sonra Mekke’ de nazil olmuştur ve yüz on ayetten müteşekkildir.
28, 83 ve 101. ayetlerin Medine’de indiği yolunda rivayetler
varsa da muhteva ve üslubu bu rivayetlerin sıhhati konusunda
şüphe uyandırmaktadır. 5 Bu sure-i celile, hikmetleri hala
tartışılan ve bu hikmetlerin anlaşılması adına asırlar boyunca
ümmetin alimlerini meşgul etmiş ibretli birkaç kıssayı konu
4 El – Haleri, Salah Abdülfettah, Maa Kısasi’l – Sabikin fi’l-Kur’ an, Beyrut,1979,VI \ 246.5 TDV İslam Ansiklopedisi,TDV Yayınları, Ankara, 2002, XXV / 188
3
edinmektedir. Hiç şüphesiz bunlardan ilki ve en önemlilerinden
birisi, “Ashab-ı Kehf” kıssasıdır. “Kehf”, mağara anlamına
gelmektedir. “Ashab-ı Kehf” ise “Mağaraya Sığınanlar” veya “Mağara
Arkadaşları” anlamlarına gelmektedir. Sure-i celile, ismini de
buradan almaktadır. 6
Ashab-ı Kehf’ in kimler olduğu, niçin oraya girdikleri ve
orada ne kadar kaldıkları gibi hususlar, ayetlerde etraflıca
beyan edilmektedir. Daha sonra Hızır ile Musa (as)’ın bir
hatırasının geçtiği surenin son kısmında, konumuzu da teşkil
eden Zülkarneyn Kıssası anlatılmaktadır. Ayette :
“Ey Muhammed, sana Zülkarneyn’ den sorarlar. Onlara: “Size
onun hakkında bazı hatıralar anlatacağım” de. Biz ona yeryüzünde büyük bir güç
vermiştik. Biz, ona ulaşmak istediği her şeyi elde etmenin yolunu gösterdik.”7
Daha sonra Zülkarneyn’in batıya ve doğuya yaptığı
uzun seferler, oralarda yaptığı işler ve karşılaştığı olaylar,
Ye’ cüc ve Me’ cüc hadisesi ele alınmaktadır.
Peygamber Efendimizden de Kehf Suresi ile ilgili
bazı hadis-i şerifler varid olmuştur. Özellikle Kehf Suresi’nin
kıssaları hakkında bazı açıklayıcı bilgiler veren
Hz.Peygamberden (sav), surenin fazileti hakkında bir çok
hadis-i şerif zikrolunmuştur. Bunlardan birkaçını ifade
edersek:
Bera b. Azib şöyle der: Useyd b. Hudayr, Kehf Suresini okudu. O anda
evinde bir at bulunuyordu. At ürkmeye başladı. Useyd, namazdan selam verdi.
Birde ne görsün! Atı bir duman veya bulut kaplamış vaziyette. Useyd gelip bunu
6 Taberi, Muhammed b. Cerir , Tefsir-i Taberi,Hisar Yayınları , İstanbul, 1996, V \ 331; TDV İslam Ansiklopedisi, XXV,188 7 Kehf, 18\83-84.
4
Resulullah’ a anlattı. Resulullah (sav)’ de:” Oku ey Useyd, o gördüğün Kur’ an
okunurken inen huzur verici şey (sekine)dir” diye buyurdu.”8
Peygamberimiz (sav) diğer bir hadis-i şerifte de bu
surenin fazileti hakkında şöyle buyurmuştur:
“Kehf Suresi’nin başından kim on ayet ezberleyecek olursa, Deccal’ ın
şerrinden korunmuş olur. ”Diğer bir hadiste de: “Kim Kehf Suresinin sonundan on
ayet ezberlerse, Deccal’ ın şerrinden korunmuş olur” 9diye buyrulmaktadır.
Başka bir hadis-i şerifte ise “Kim Kehf Suresi’ nin başını ve
sonunu okuyacak olursa, bu sure o kişi için ayaklarından başına kadar nur olur.
Kim de tamamını okuyacak olursa bu sure o kişi için yerden göğe kadar
uzanacak bir nur olur” 10diye buyrulmaktadır.
Görülüyor ki, enteresan hadiselerden bahseden bu
sure, yine ilginç olay ve durumlara karşı bir kalkan
oluşturmakta ve okuyan kişiye oldukça üstün faziletler
kazandırmaktadır.
Bunun dışında Kehf Suresinin dini,tarihi ve ilmi yönünü
araştırmakla ilgili olarak müstakil eserler kaleme alınmış
olup bazıları şunlardır: ”Şemseddin Sivasi, Nakdü-l Hatır Fi Tefsiri Suretü-l
Kehf (Beyazıd Devlet Ktp.No 3676), Şehabeddin Sivasi,Sure-i Kehf Tefsiri (Süleymaniye
Ktp. Pertevniyal Sultan,No,85), Kemalpaşazade,Tefsiru Sureti-l Kehf(Süleymaniye
Ktp.Yenicami,No,1180),Saçaklızade Mehmed, Tefsiru Sureti-l Kehf (Adana İl Halk
Ktp.,No,138) Muhammed Adil Kalkayli,El hendesetü-l İlahiye fi Tefsiri Sureti-l Kehf
(Amman 1406/1986);Muhittin Akgül, Maturidi Tefsiri’nde Kehf Suresi’nin Tahkik ve
Tahlili(1991 Dokuz Eylül Ünv.,Sos. Bil. Enstitüsü) Muhammed Taylan, Kehf Suresi’nde
anlatılan Kıssaların Tarihi,Edebi,İlmi ve Dini Açıdan Tahlili(1999,Ankara
Sos.Bil.Enstitüsü)11
8 Buhari,Fedailu-l Kuran,11,Müslim,Musafirin 240,241;Tirmizi,Sevabu’l Kuran,6,2887.9 Tirmizi ,Fiten,59;Müslim,Fiten,110.10 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, III\439.11 TDV İslam Ansiklopedisi, XXV / 189
5
2. Kur’ an’da Kıssa Kavramı “Kıssa” kelimesinin çoğulu, “kısas”tır. Kelime, “kasasa”
kökünden gelip “bir çeşit iz takibi, birinin izinden gitmek “12
anlamına gelmektedir. Bunun dışında “bir adama haber veya sözü beyan
edip bildirmek, bir şeyi makasla kesmek veya kırkmak anlamını da taşır”.13 Yine
Araplar, bu kelimeyi “göğüs, sadr, göğsün başı veya göğüs kemiği gibi
manalarıyla bir şeyin önemli kısmı, belli bir bölümü, bir parçası” anlamlarında
da kullanmaktadırlar.14
Kur’ an-ı Kerim’de bu kelime, pek çok ayette
geçmektedir. Bunlardan bir kaçını örnek vermek gerekirse, Yusuf
Suresi 3. ayette geçmişteki kavimlerin hikayelerine atıf
yapılarak: “Resulüm, biz sana kıssaların(hikayelerin) en güzelini
anlatıyoruz”15 diye; Kehf suresi 13. ayette ise bu kıssaların aynı
zamanda bir haber ve rivayet değeri olduğuna işaret edilerek:
“Biz sana onların kıssalarını (haberlerini) hak ile gerçek olarak
anlatıyoruz.”16buyrulmakta ; Araf suresi 76. ayette ise bir ibret ve
tefekkür vesikası olarak “Sen onlara bu kıssayı (ibret verici hadiseyi)
anlat, belki üzerinde düşünürler.”17 diye vaaz edilmektedir. Gördüğümüz
gibi ayetlerde “kıssa” kelimesi, genel itibariyle geçmişte
“yaşanan olaylar, bir yerden bir yere haber aktarma,
bilgilendirme” anlamlarında kullanılmıştır.
Buradan hareketle etimolojik olarak “kıssa” ve
“kasas” , bir kimseye veya şeye ait olayları izlemek
anlamlarına geldiği gibi, anlatmak ve nakletmek anlamlarına da
12 İbn Manzur, Ebu’l- Kasım b. Manzur el- İfriki, Lisanu’l Arabi’l – Muhit, Beyrut, ts., III, 74; er- Ragıb, el- Huseynıı b. Muhammed el- Isfahani, el- Mufredat fi Garibi’l- Kuran, 404.13 İbn Manzur, a.g.e,III\101-102.14 İslam Ansiklopedisi, MEB Yayınları., İstanbul, 1994., VI\771.15 Yusuf, 12\3.16 Kehf, 18\13.17 Araf, 7\76.
6
gelmektedir. O halde Kur’ an kıssaları denince, “insanlık
tarihi boyunca tarihin derinliklerinde kaybolup gitmiş veya
kulaktan kulağa haberleri aktarılan ve yaşadıkları haberlerin
izleri devam eden insanların başlarından geçen olayların, daha
sonrakiler için ders ve ibret olmak üzere adeta canlandırılarak
anlatılması” olarak anlamamız mümkündür. Kur’an–ı Kerim
peygamberlerin, müminlerin ve kafirlerin kıssalarını değişik
vesilelerle zikretmiştir. Ayrıca Kur’ an bu kıssaları
anlatmada ki hedef ve amacını, onlardan alınabilecek dersleri
ve onlar üzerinde düşünme ve tefekkür yöntemini de
belirtmiştir. Kur’ an, kıssalar vasıtasıyla Hz. Adem (as)’ dan
Hz. Muhammed (sav)’ e kadar geçen süredeki insan tecrübesine
temas etmiştir. Bu gerçeği “tarihi yönlendirmek” olarak ifade
etmek pek tabiidir.18
Kur’ an üslubunda dikkat çeken bir diğer husus da,
kıssa manalarının muhtelif surelerde tekrar edilmesidir. Bu
tekrar, kıssanın tamamını değil, bazı kısımlarını içine
almaktadır.Öte yandan Kur’ an bu kıssaları naklederken gözetip
üzerinde durduğu en önemli husus, edebi ve fenni
incelikleridir. Bu manevi incelikler, bir tek hadiseyi muhtelif
şekillerde tasvir etmekte ve bu hadise, şartlara ve değişik
pozisyonlara göre değişik ibarelerle ifade edilmektedir. Burada
işaret etmek gerekir ki, tekrarın gerek fert, gerek cemaatler
üzerinde elle tutulur tesiri vardır. Bir şey tekrar edildiği
zaman, zihinlerde yerleşir ve kendisini kabul
18 Güneş, Abdulbaki, Kur’ an Kıssaları ve Medeniyetleri İnşası, Gündönümü Yayınları,İstanbul,2005 ,s.I8
7
ettirir.Tekrardaki bu tesir, herkes tarafından bilinen bir
hakikattir.19
3.Zülkarneyn Kıssası’nın Nüzul Sebebi Tefsir kitaplarında genel anlamda kıssanın nüzul
sebebi olarak, bazı insanların Hz. Peygamber (sav)’ e gelerek
Zülkarneyn hakkında soru sormalarına binaen indirildiği
rivayet edilir.20 Taberi, (öl.310\923) kıssanın inmesine sebep
olan soruyu soranların Yahudi veya Yahudi güdümünde hareket
eden bazı Mekkeli müşrikler olduğunu ileri sürer.21
Öte yandan Muhammed b. İshak bu surenin sebeb-i
nüzulü hakkında şöyle der: “Mısırlı bir ihtiyar bana anlattı. Bundan kırk küsur
sene önce gelmişti yanımıza, ona İkrime anlatmış, ona İbn Abbas nakletmiş ve şöyle
demiş: “Kureyşliler, Nadr b. Haris’i ve Muayt b.Ukbe’yi Medine’deki Yahudi Hahamlarına
gönderdiler ve dediler ki: “Onlara Muhammed’ in durumunu ve niteliklerini anlatın.
Söylediklerinizi bildirin ve nasıl hareket edeceğinizi sorun. Çünkü Yahudiler, ilk kitap
ehli bir kavimdir. Peygamberlerle ilgili bizim bilmediğimiz çoğu şeyi bilirler”. Daha sonra
bu iki kişi Medine’ ye gider ve Yahudi Hahamlarını bulup onlara Hz. Peygamber’ e ait bir
takım sözleri ve özelliklerini anlatırlar. Yahudi Hahamlar: “Ona söyleyeceğimiz şu üç
soruyu sorun, eğer bu sorulara cevap verirse gerçekte o hak peygamberdir, hemen tabii
olun. Yok eğer cevap veremezse, o yalancıdır, hemen kendisini terk edin” demişlerdi.
Bunun üzerine bu iki müşrik sormak üzere şu üç soruyu getirip Hz. Peygamber (sav)’ e
sormuşlardır:
_“O gençlerden ki, önce ki zamana gittiler, işleri ne idi? Çünkü bunların hikayesi tuhaftır.
_O dolaşan adamlardan ki,onlar dünyanın doğusuna ve batısına ermişlerdi, bunun
kıssası nedir?
_Ruhtan sorunuz. O nedir?22 “
19 Tabbara, Arif Abdulfettah, Kur’ an’ da Peygamberler ve Peygamberimiz, terc. Ali Rıza Temel – Yahya Akın, İstanbul, 1985, s. 30. 20 Sabuni, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefasir, Beyrut, 1981, II/20321 Taberi, a.g.e., V\378.22 Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ an Dili, Şura Yayınları, İstanbul, 1999, V\204; Alusi, Şihabuddin Mahmud el-Haseni el- Hüseyni el-
8
Hz. Peygamber (sav) bu sualleri duyunca, onları size yarın
cevaplayacağım dediği halde “inşallah” diye ilave etmediği için
rivayete göre tam on beş gece vahyin gelmesini
beklemiştir.Tabii bu durum Hz. Peygamber (sav)’ i oldukça
müşkül bir durumda bırakmış, müşriklerin kendisiyle dalga
geçmesine sebep olmuştur. Müşrikler: “Bize Muhammed yarın dedi, ama
on beş gün geçti, hala sorduğumuz soruların hiç birine cevap vermedi”
dediler.Hz. Peygamber (sav), bunu duyunca çok üzülüyordu. Daha
sonra Hz. Cebrail (as), ilk iki soruyu içine alan Kehf
Suresi’ni, bilahare 3. soruya cevap teşkil eden İsra
Suresi’nin 85. ayetini indirdi.23
ZÜLKARNEYN ‘E VERİLEN LAHUTİ GÜÇ (SEBEB) Kimliği, kişiliği ve makamı hakkında İslam alimlerinin
ihtilaf ettiği Zülkarneyn isminin, hadd-i zatında anılan zatın
ismi mi yoksa künyesi mi olduğu konusu da oldukça
tartışmalıdır. Çünkü bu salih zatın gerçekten isminin mi yoksa
lakabının mı Zülkarneyn olduğu tam olarak
bilinmemektedir.Bununla beraber cumhurun görüşüne göre
Zülkarneyn ismi kıssada anlatılan salih zatın künyesi
olabilirliği yönünde yoğunluk kazanmaktadır. Nitekim Elmalılı
M. Hamdi Yazır (öl. 1358\1942) “ Zülkarneyn ismi, tıpkı
Zülyedeyn, Zülkifl, Zülcenaheyn gibi bir lakaptır. Sözlüklerde
genişçe açıklandığı gibi “karn” birçok anlama gelmektedir.
“Boynuz, asır, aynı zamanda yaşamış olan topluluk anlamına
geldiği gibi, insanın başına özellikle başının yanlarına yani
şakaklarına ki, hayvanda boynuzun yeridir ve erkeklerinBağdadi, Ruhu’l-Meani, Beyrut,1987, XVI\29; Kutup, Seyyid, Fi Zilali’l Kur’ an, Merve Yayınları,ts., IX\460.23 İbn Kesir, Ebu’l-Fida, Tefsiru’ l Kur’ ani’ l-Azim, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1993, X\5062; el-Vahidi, Ebu’l-Hasan Ali b. Ahmed. Esbab-ı Nüzul, İhtar Yayınları, Erzurum, 1994, s.325.
9
perçemine, kadınların zülüflerine, güneşin uzaktan düz görünen
yüzünün kenarına ve bir kavmin başında olan efendisi” gibi
anlamlara gelebilmektedir.” 24 Ayrıca perçem, tepe, zaman,
nesil25 gibi anlamları da ihtiva eden “karn” sözcüğü; sahip,
malik gibi manalara gelen “zu” sözcüğünün başına gelmesi ve
“karn” sözcüğünün tesniyesi olan “karneyn” sözcüğüyle
birleşmesinden dolayı “karn”’ın mana türevlerine göre
anlamlandırılmaktadır.26 Bütün bunların yanında Kur’an-ı
Kerim’de ki kullanılışı dikkate alınırsa vaktiyle arzın
doğusuna ve batısına hakim olmuş “cihangir” anlamına geldiği
görülür. Diğer kaynaklarda ise “başının iki yanına vurularak
öldürüldüğü için”27 ona bu ismin verildiği öne sürülür.
Ayrıca Ehl-i Kitabın “Zülkarneyn’ in Bizans ve İran’ı ele
geçirdiği için”28 bu adı aldığı görüşünde olduğu
nakledilmektedir. Öte yandan “saçının örgülü olması yanında
ışıkla karanlığın emrine verilmesinden dolayı” 29 da bu ismi
almış olacağı rivayet edilmiştir.
Kur’ an’da geçen Zülkifl “pay sahibi” anlamına,
Zünnun ise “balık sahibi” anlamına gelmektedir. Zünnun sözcüğü,
Kur’ an’ da Hz. Yunus için kullanıldığına göre, Zülkarneyn
sözcüğü de aynı tarzda bu salih zatın künyesi olarak
kullanılmış olabilir. Zaten tefsircilerin çoğunluğu da bu
görüşü benimsemektedir.30
24 Elmalılı, a.g.e., V\205.25 Firuzabadi, Mecduddin Muhammed b. Yakub, el-Kamusu’ l-Muhit, Kahire, 1332,IV\257.26 Firuzabadi,a.g.e,1332,IV27 İbn Kesir, a.g.e., X\506228 Eşşevkani Muhammed,Fethu-l Kadir,Kahire, h.1250,III,30829 Razi, Fahrettin, Tefsiru’l-Kebir, Akçağ Yayınları, Ankara, 1993, XV\247;.Şevkani,a.g.e.III,30830 Yazır, a.g.e., V\205
10
“Zülkarneyn” sözcüğünün bu salih zatın künyesi
olduğunu düşünmenin daha uygun olacağını açıkladıktan sonra
şimdi tarihi şahsiyetler içerisinde Zülkarneyn olma ihtimali
olan kişileri başlıklar halinde inceleyelim.
ZÜLKARNEYN’E ATFEDİLEN TARİHİ KİŞİLİKLER
1- Makedonya Kralı Büyük İskender: Çoğu İslam kaynaklarında Zülkarneyn ismi yerine
Makedonyalı İskender ismi geçer. Öyle ki bunu söylemek çok
doğal karşılanmıştır.Tarihte III. Aleksandros (Doğum:M.Ö. 356
Pella-Makedonya // Ölüm: M.Ö. 323 Babil ) olarak bilinen
Makedonya Kralı ve Makedonya’nın tarihteki en büyük
imparatorudur. Türk tarih literatüründe Büyük
İskender, İskender Rumî, İskender Yunanî ve Makedonyalı
İskender olarak da bilinir.31 İslam Tarihinde daha çok efsanevi
şahsiyetiyle tanınan Makedonya Kralı Büyük İskender, M.Ö. 356
yılında Makedonya’ da ki Pella kasabasında doğmuştur. Asıl adı
Alexandros’ tur. Makedonyalı II. Philip ile Olimpiasin oğludur.
Özel hocalar tarafından yetiştirilmiştir. Bu arada Aristo’dan
üç sene süreyle ders almıştır.
Babasının M. Ö. 336 yılında suikast sonucu öldürülmesi ile
tahta geçti. İskender ülkesinin kuzeyini güvence altına almak
için kuzeyde Trakya kavimlerinin üzerine yürüdü. Yunan
devletlerini boyunduruğu altına aldı. Şüphesiz doğuda tehdit
oluşturan Pers İmparatorluğu ile hesaplaşma planları
yapmaktaydı. Bu hususta gerekli hazırlıkları tamamladıktan
sonra M.Ö. 334 yılının ilk baharında Asya seferine çıktı.
Grenikos’ta meydana gelen karşılaşmada İskender üstün geldi ve
31 http://tr.wikipedia.org/wiki/III._Aleksandros
11
Pers İmparatorluğu’nu kendisine bağladı. Daha sonra Anadolu’ya
yönelen İskender, oraları da topraklarına kattı. M.Ö. 332
yılından beri Perslerin elinde bulunan Mısır’ı istila
etti. Oradan da Babillileri etkisiz hale getirdi ve muazzam bir
imparatorluk kurdu.32
Taberi, Razi (öl. 606/1209) ve İbn Kesir (öl.
774/1373) gibi müfessirler, tefsirlerinde Zülkarneyn yerine
İskender ismini kullanır ve Kur’ an’ da adı geçen bu şahsiyetin
Makedonyalı İskender olduğunu savunurlar.33 Onları bu görüşe
götüren temel özellik, tarihteki büyük şahsiyetler arasında
Zülkarneyn için uygun buldukları en iyi ismin Büyük İskender
olmasından kaynaklanmaktadır.34
Allah’ ın birliğine inanan bir hükümdar olduğu iddia
edilen ve olağanüstü fetihleriyle dünyada özel bir tarih açmış
olduğu bilinen İskender’ in Zülkarneynlerden birisi olduğunu
inkar etmeye yer yoksa da; Kur’ an’da zikredilen büyük zatlar,
peygamberlik makamına da sahip bulunduğu için İskender’ in bu
derece yükseltilmesi kabul edilebilir görülmemiştir. Ayrıca
İskender’ in bir sed yaptığı bile tarihi olarak belli
olamamıştır. Birde İskender başka bir tarihte meşhur olduğu
bilindiğinden dolayı bunu peygambere sormak soru soranların
maksadına uygun olmazdı.35
Tarihçilerin aktardığı şekilde İskender’ i ele
aldığımız zaman, Büyük İskender’ in ırk ayrımı gütmesi,
binlerce kişiyi hunharca katletmesi, Mısır’ a girdiğinde
kendisini Tanrı Ammon’ un oğlu olarak göstermesi, içki içmesi,32 Ersöz , İsmet, “Ashab-ı kehf”, DİA, İstanbul, 2000, III\465; Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi, İhlas Yayınları, İstanbul , II\103.33 Eşşevkani,,a,g,e,III,30734 Elmalılı, a.g.e., V/20535 Elmalılı, a.g.e., V/205-206.
12
girdiği şehirleri yakıp yıkması gibi cürümleri Makedonyalı
İskender ismini Zülkarneyn için kullanan müfessirlerin
tezlerini çürütmektedir. Çünkü İskender’ in Allah’ a inanan bir
şahsiyet olduğu meçhuldür, hatta putperest olduğu güçlü bir
ihtimaldir. Öyle ki İskender’ e ait bir sed ne tarihi
kaynaklarda ne de arkeolojik bulgularda saptanmamıştır. Ayrıca
Zülkarneyn’ in dünyanın doğusunu ve batısını savaşarak ele
geçirdiğine dair Kur’ an’ dan bir delil yoktur; dolayısıyla
cihangir bir savaşçı olduğu kesin değildir. Oysa İskender
hayatı boyunca savaşmıştır.36
Makedonyalı İskender’e bu denli büyük ruhani kişilik
atfedilmesi ve Zülkarneynle özdeşleştirilmesinin elbette
birkaç nedeni vardır. Bilhassa “İskendername” adı verilen
edebi türlerde neredeyse Büyük İskender tamamen Zülkarneyn
kimliğine büründürülmüştür.Bu durum İskender’in geniş
coğrafyaya yayılmış olması, bir çok devleti on iki yıl gibi
kısa bir sürede ortadan kaldırarak çok büyük bir imparatorluk
kurması, gittiği her ülkeyi mağlup etmesi ve gücünün çağdaş
bütün milletler tarafından kabul edilmesinin ancak manevi bir
güç ve ilahi bir destekle mümkün olabileceği düşüncesiyle
açıklanmıştır.37
İhtimal ve olabilirlik üzerinde güçlü bir şahsiyet olan
İskender’ in, Zülkarneyn olmayacağını tarihi vesikalar ve
arkeolojik bulgulardan destek alarak pek ihtimal vermiyoruz.
36 Türe, İskender, Zülkarneyn, Karizma Yayınları,İstanbul,2001, s. 77-78.37 TDV İslam Ansiklopedisi, XLIV,565
13
Şekil-1: Büyük İskender’in ulaştığı sınırları gösteren harita
2-Himyer Devleti Krallarından Bir Kral (Merziban İbn
Merduye el-Himyeri) İbn İshak, Zülkarneyn’ in Merziban İbn Merduye
olduğunu söylemiştir. Bazıları Abdullah İbn Dehhak , bazıları
da Mus’ab bin Abdullah olduğunu iddia etmişlerdir. Ebu Reyhan
el-Biruni (öl. 430 h.) “Asaru’l-Bakiye An Kur’an’il-Haliye”isimli
eserinde “Zülkarneyn” için O “Ebu Kerb Semiyy İbn Ubeyr İbn
Efrikiş Himyeri’dir”,der. Onun ülkesi dünyanın doğularına ve
batılarına erişmişti. Himyer şairlerinden birisinin şiirlerinde
onunla iftihar ettiği yazılıdır. Hatta devamla İbn Efrikiş,
“Zulmenar” ünvanıyla tanınmış Himyer hükümdarlarındandır.
Tanca’ ya kadar ulaştığı, Afrikiyye şehrini kurduğu,
Berberileri Filistin ve Mısır’dan batıya naklettiği rivayet
edilmektedir.38 Biruni: ”Bu söz hakikate en yakın bir söze benzer. Çünkü
“zi” veya “zu” takılarını isimlerinin başına takanların çoğu Yemenlidir. Onların
isimleri “zi” takısından hali değildir. Mesela Zin’nad, Zinevaz, Zünnun, Ziyezen,
Zigeden hep onların kullandığı lakaplardır” 39 der.
38 Elmalılı, a.g.e., V/206-207.39 Arslan Ali,Hulasatu-t Tefasir,Arslan Yayınları,İstanbul,ts.,X,580
14
Zülkarneyn’in Himyer Devleti krallarından bir kral
olduğu, çoğu kaynakta da yer almaktadır. Fakat bunu unutmamak
gerekiyor ki, tarihte Himyerlilerden doğuları ve batıları
fethetmiş büyük bir kral çıkmamıştır. Aynı şekilde
Himyerlilerin tarihte iz bırakan bir devlet olmadıkları,
onların krallarından hiçbirinin Zülkarneyn Seddi ’ ne benzer
bir sed yapmadıkları savunulmuştur. Eğer bu görüş, sadece
Himyerlilerle ilgilendirilmeyip eski çağlarda Yemen’ de
yaşamış bir şahıstır,şeklinde ifade edilecek olursa dahi
delillendirilemeyeceği gibi itirazı da mümkün değildir.40
3- Türk Hükümdarı Oğuz Kağan:Nuh (as)’ın oğlu Yafes’in Türk ismindeki torunundan
türeyen Kara Han’ın oğlu olup, ilk Türk devletinin kurucusu
olarak kabul edilir. Bütün hayatı boyunca Allah’ın varlığı ve
birliğine inanmıştır.41 Bütün yaşamı boyunca Gökbörü
(Börteçine)42 kendisine kılavuzluk etmiştir. Daha çok mitoloji
ve edebiyatla anılan yaşamı, daha doğumundan başlayarak
olağanüstülü olaylarla doludur. Gücü simgeleyen boynuzlu bir
tacı vardır. Pek çok boya adını o verir. (Uygur, Kanglı,
Kıpçak, Kalaç, Karluk) İki eşinden toplam altı tane oğlu olmuş
ve bunların çocuklarından da Oğuz Boyları meydana gelmiştir.
40 Türe, a.g.e, s.70,71.41 Yeni Rehber Ansiklopedisi,İhlas Yayınları,İstanbul,1994,XV,30242 Börteçin veya Börteçine, eski tarihçilere göre demirden dağı eriterek Türkleri, Ergenekon'dan çıkaran demircinin adıdır. (TDK Sözlüğü)Yine bazı tarihçilere göre Börteçin/Börteçine, söz konusu demirden dağı eritip delen demircinin değil, bilakis Türklere Ergenekon'dan çıkmalarıiçin yol gösteren dişi kurdu (Asena) takip eden komutanın adıdır.Kaynak:(http://tr.wikipedia.org/wiki/Börtecin)
15
Tarihçi Rüstem Paşa’ya göre Kur’an'da adı geçen Zülkarneyn adlı
kutlu kişi Oğuz Han’dır. Çünkü çift boynuzlu tacı ile
tanınmıştır. Lak (Ilak), Rak (Irak), Zak (Izak) gibi efsanevi
ülkelerin kağanlarını yenerek buraları fetheder.43 Türk devlet
geleneğinin temel taşlarını koyan, Türk Hakanının vaazettiği
kanunlar, Oğuz (Türk) Töresi olarak ün yapmış ve 16 Büyük Türk
İmparatorluğunun da güç kaynağı olmuştur. Ona atfedilen bir
şiirde çıktığı seferler ve savaşlardan önce halkına şöyle
seslenmiştir:Emir verdi Oğuz Han, kendinin iç iline,
Toplandı halk, sözleşti, koştu onun eline,
Oğuz kırk masa ile, sıra dizdirmiş idi,
Türlü şaraplar ile, aşlar pişirtmiş idi.
Halk oturdu sofraya, ne kımızlar içtiler,
Ne şaraplar içildi, ne tatlılar yediler.
Toy bitince Oğuz Han, verdi şu buyruğunu:
Ey benim beğlerimle, ilimin ey budunu!
Sizlerin başınıza, ben oldum artık kağan.
Elimizden düşmesin, ne yayımız ne kalkan!
Damgamız olsun bize, yol gösteren bir buyan.
Alpler olun savaşta, Bozkurt gibi uluyan! [...]
Yurdumuz ırmaklarla denizler ile dolsun.
Gökteki güneş ise, yurdun bayrağı olsun!
İlimizin çadırı, yukarıdaki gök olsun,
Dünya devletim olsun, halkımız da çok olsun!
24 Oğuz Boyunun atası olan Oğuz Kağan, Türk Töresini;
“Disiplin , Adalet, Ahlak ve Millete Hizmet” esası
üzerine inşa etmiştir. İlk teşkilatlı orduyu kuran Oğuz Han,
Onlar-Yüzler-Binler-On binler diye tasnif yapıp, kumandanlarına43 ÖGEL, Prof.Dr. Bahaeddin, Türk Mitolojisi, TTK Yayınları,Ankara.2003; I,399
16
da, Onbaşı, Yüzbaşı, Binbaşı, Tümenbaşı diye de ünvanlar
vermiştir. Orduda itaati esas kılmış, itaat etmeyenlerin
boynunu vurdurmuştur. Dünyanın dört bir yanına “yarlık”
(ferman) yazmış, elçilere verip göndermiştir. Bu fermanlarda
şöyle yazıyordu: "Ben Türklerin Kağanıyım. Dünyanın dört
bucağına hakim olmam gerekir. Sizlerden itaatinizi istiyorum.
Kim benim buyruğuma baş eğerse, hediyelerini kabul eder dost
sayarım. Her kimde baş eğmez ise, ona gazab eder, üzerine ordu
çekip, baskın yapar yok ederim. " Çin Kağanı, itaatini ve
dostluğunu bildirdi. Urum Kağanı itaatini bildirmedi. Bunun
üzerine Oğuz Kağan ordusuyla onun üzerine yürüdü ve onları
yenip kendine bağladı. Daha sonra Oğuz Kağan devletin
sınırlarını güneyde Hindistan, kuzeyde Sibirya’ya, doğuda Hind
Denizi, batıda Akdeniz ve Mısır´a kadar genişletti. Buralarda
yaşayan milletleri ve devletleri kendine bağladı. Daha sonra
büyük ganimetlerle ülkesine döndü. Daha sonra Oğuz Kağan
devleti oğulları arasında pay eder. Ömrünün 75 yılını
savaşlarla geçiren Oğuz Kağan, 116 yıllık hükümdarlığının
sonunda hayata gözlerini yumar. 44
Hakkında kahramanlık destanları yazılan bu büyük Türk
Hakanının ayette anlatıldığı şekliyle cihangir bir devlet adamı
olduğu, devletinin sınırlarını doğu ve batıda dünyanın bilinen
karalarının en uç noktalarına kadar taşıdığı, hangi milletin
üzerine yürüdüyse hakimiyeti altına aldığı tezi onu büyük bir
hakan, büyük bir komutan yapmaya yetmektedir. Bununla beraber
onun Zülkarneyn olacağı konusunda elimizde yeteri kadar delil
ve kaynak bulunmamaktadır. Ayrıca kendisinin Kur’an'da
44 Gnş. bilgi için: ÖGEL, Prof Dr. Bahaeddin, “Türk Mitolojisi”, TTK Yayınları, Ankara, 2003; I,115.
17
belirtildiği şekliyle bir sed inşa ettiği bilinmemekte, bilakis
Ergenekon Destanı’nda belirtildiği üzere demirden bir dağı
eriterek hapsedildiği yerden çıktıklarına inanılmaktadır.
Resim:2 Büyük Hun İmparatorluğu ve o günün dünyasında ulaştığı
sınırlar
4-Aferidun bin Esfiyan bin Cemşid (Feridun) Aferidun, diğer adıyla Feridun, M.Ö. VIII. yy.’da
yaşamış olan efsanevi İran hükümdarı olup padişah hanedanının
beşinci sultanı ve Cemşid adlı zatın torunu olarak bilinir.45
Zulmü ile tanınan hükümdar Dahhâk, saltanatı için tehlikeli
gördüğü Ferîdun’u öldürmeye karar verir. Önce babası Atbin’i
öldürtür, beynini de omuzlarında yaşayan yılanlara yedirir.
Durumu öğrenen Ferîdun’un annesi, bakıcısına giderek Ferîdun’u
beslemesi ve büyütmesi için onun yanına bırakır. Üç yıl sonra
Dahhâk bunu haber alınca, annesi oğlunun öldürülebileceğinden
korkarak çocuğunu geri alır ve Elbruz Dağı’na götürür, orada
dindar bir kişiye teslim eder.
Ferîdun 16 yaşına girince annesinden, Dahhâk’ın
babasını öldürdüğünü öğrenir ve intikam için kendini
hazırlamaya başlar. Bu sırada Kâve, Dahhâk’a karşı ayaklanır ve
Ferîdun’un yanına gelip onu padişah olarak ilan eder. Kâve ile45 Büyük Larousse Ansiklopedisi, Milliyet Yayınları,ts,VII/4045
18
birlikte Dahhâk’ın üzerine yürüyen Feridun askerini Dicle
Nehri’nden gemilerle geçirmek ister, ancak kendisine gemi
verilmez. O da atını suya sürer, askerler de kendini takip
eder. Sonunda Dahhâk’ın yaşadığı Gengdej Buht Kalesi’ne gelen
Ferîdun onun köşküne girer ve Cemşid’in kız kardeşleri olan
Şehnaz ve Ernevaz adlı hanımlarını kurtararak onlarla evlenir.
Bu sırada Hindistan’da bulunan Dahhâk durumu öğrenince gelip
gizlice kaledeki köşküne girer ve Feridun’u Şahnaz’la birlikte
öldürmek ister. Ancak Feridun kafasına vurarak onu yere yıkar
ve Denâvend Dağı’nda bir mağarada zincire vurur.46
Aferidun b. Esfiyan b. Cemşid’in Zülkarneyn olma
ihtimali genelde eski kaynaklardan da aktarıldığı üzere çok
adil ve Allah’ a itimat eden bir hükümdar olmasından ileri
gelmektedir. Ebu Zeyd el-Belhi “Suveru’l-Ekalim” adlı eserinde onun
vahiyle desteklendiğini de rivayet etmektedir.47
Aferidun b. Esfiyan b. Cemşid’ in Hz. İbrahim
zamanında yaşadığı ileri sürülse de bu görüşün pek doğru
olduğunu söyleyemeyiz. Nitekim Aferidun’ un M.Ö. VIII. yy.’ da
yaşamış olması, M.Ö. XX. yy.’ da yaşadığı varsayılan Hz.
İbrahim ile beraber hayat sürdüğü görüşünü çürütmektedir.48
Tarih, bu söylenenlerin çoğunu teyit etmemektedir. Âlûsi,
Aferidun’un şark ve garba sefer yapmadığını, ancak bütün
memleketleri kendi hükmüne sokan kişinin Kâvah el-Isfahânî el-
Haddâd adlı kimse olduğunu ve ed-Dahhâk’ın saltanatına onun
son verdiğini ve ölümüne kadar ordunun başında kaldığını
söylemiştir..49
46 TDV İslâm Ansiklopedisi, IX,39647 Alusi, a.g.e., XVI/25. 48 Türe, a.g.e., s.79.49 Alusi, a.g.e., XVI/25.
19
EHLİ KİTAP KAYNAKLARINA GÖRE ZÜLKARNEYN
1-Hanok ( Hz.İdris ) Tevrat’ ta geçen Hanok adlı şahsiyetin kabul gören
görüşe göre Hz. İdris olduğu rivayet edilmektedir.50 Tevrat’ ta
Hanok kıssası şöyle anlatılmaktadır:
“Ve Hanok altmış beş yaşında Metuşelah’ ın babası
oldu ve Hanok yüzyıl Allah ile yürüdü ve oğullar ve kızlar
babası oldu ve Hanok’ un bütün günleri üçyüzaltmışbeş yıl oldu
ve Hanok Allah ile yürüdü ve gözden kayboldu. Çünkü onu Allah
aldı.”51
Süleyman Ateş,ilgili ayetin tefsiri sırasında Hz.
İdris konusunda: “Hz. İdris ile Tevrat’ ta Allah ‘ ın kaldırıp
aldığı anlatılan Hanok arasında bir uygunluk vardır. Bu ikisi
aynı zamanda aynı kişi olabilir.”52 der.
Zülkarneyn’ in Hz. İdris olabileceği ihtimalini
akla getiren hususlar kısaca şunlar olabilir:
Hz.Peygamber (sav)’ e Zülkarneyn hakkında soru soranlar
soruyu Tevrat’ ta bir yerde geçen kişi hakkında sordukları
dikkate alınırsa, Hz. İdris’in Hanok olarak Tevrat’ ta bir
yerde geçtiği görülmektedir. Kur’ an kaynaklı bir lakap olan
Zülkarneyn’ in kim olduğu sorusu yine Kur’an’da cevabını bulmuş
olmaktadır. Ayette Hz. Yunus için “Zünnun”(balık sahibi)
kullanıldığı gibi Hz. İdris için de Zülkarneyn denmesi ihtimal
dahilindedir. 53 denmiştir.
50 Ateş, Süleyman, Kur’ an’ ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuk Neşriyat,İstanbul,1988, V/325.51 Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, 5/21-24.52 Ateş, a.g.e., V/388.53 Türe, a.g.e., s. 102-103.
20
2-Kral I. Dara (Darius) Tevrat’ ta iki boynuzlu koç ile simgelenen İran
krallarından biri olan I.Dara, Kral Kiros’ tan sekiz sene sonra
Kiyaniyan Acemleri İmparatorluğu’ nun tahtına geçmiş büyük bir
fatihtir. “İki Boynuzlu Koç” ile anılması, onun Zülkarneyn olma
ihtimalini gündeme getirir. I. Dara, Babil, Medya,
Ermenistan, Hindistan ve Mısır’ ı ele geçirmiş; batıda
Makedonya’ya kadar ilerlemiş, cihangir bir komutan ve devlet
adamı olduğu söylenir. Bunun yanında bazı rivayetlerde halka
yaptığı, sınır tanımayan işkencelerle tarihçi Herodot’ u bile
dehşet içinde bıraktığı ifade edilir.54
Kendinden önceki hükümdar olan Kiros Asya'da
gidebileceği en uç noktaya dek gitmiş ve orada ölmüştü.
Kambises de Afrika'da en uç noktaya erişmiş ve ölmüştü. I. Dara
(Darius) imparatorluğu Avrupa yönünde genişletmeye karar verdi.
Batı Anadolu'da İyonların isyanı, Perslerin dikkatini bu yöne
çekti. İsyanı Yunan kentlerinin desteklediği anlaşılınca Darius
Ege'nin karşı yakasına sefer kararı aldı. Ancak Yunanistan
beklenenden daha zorlu bir düşman çıktı, savaşçı kentlerin
direnişi ve coğrafi engeller yüzünden yıpranan Pers ordusu,
Marathon'da bozguna uğradı. Trakya ve Makedonya'yı istila eden
Darius, kuzey bozkırlarındaki İskit savaşçılarının üzerine
yürüdüyse de önemli bir sonuç elde edemedi. Darius döneminde
imparatorluk en geniş sınırlarına ulaştı. Büyük Kiros'un
yapımını başlattığı ticaret yolları tamamlanarak ulaşım
kolaylaştırıldı. Sınırlar içindeki barış ve istikrar sayesinde
ekonomik faaliyetler gelişti ve Akdeniz'in batısına dek uzanan
ticaret hatları kuruldu. Darius'un hükmü altına giren farklı54 Azad, a.g.e, s. 59.
21
milletler arasında kısmen huzur temin edilmişti. Yahudilere
dini serbestlik tanındı. Mısır'da bir tapınak inşa edildi.
Yunan kahinlerine önem verildi. Darius dönemindeki en büyük
bayındırlık faaliyeti ise Persepolis adlı yeni başkentin inşa
edilmesi oldu.55
I.Dara’ nın Zülkarneyn olabileceği görüşünü çağdaş Hint
bilginlerinden Şibli en-Numani’ nin savunduğu söylenir.
Şibli’nin vardığı görüşe göre, “Zülkarneyn, M.Ö. V. yy.’ da
yaşamış olan Fars Kralı Dara’ dır. Ye’ cüc ve Me’ cüc ise
Kafkas Dağları’ nın doğusunda yaşayan Tatar İskitleridir.
Yaptığı sed ise Hazar Denizi’ nin batısında bulunan Derbent
kenti yakınındaki Derbent Seddi’ dir” demektedir.56
3-Pers Kralı Büyük Kiros (Kuruş) Kiyaniyan Hanedanı’ndan olan İran Pers İmparatoru
Kiros, rivayete göre M.Ö. 558 tarihinde Sus tahtına çıkmıştır.57
Kısa zamanda o günün dünyasının bakışları bu insana
yönelmiştir. Bu konuda oldukça hacimli bir çalışma yapan Ebu’
l-Kelam Azad, Kiros diye bilinen bu İran Hanedanı’ nın
Zülkarneyn olabileceği ihtimali üzerinde durur. Ona göre,
“Kur’ an’ da adı geçen Zülkarneyn “Kiros”’tur. Yunanlılar, ona
“Sairis”, Araplar ise “Koruş, Khayarşa ve Keyhüsrev”
diyorlardı. Kiros, çok kısa sürede Med topraklarını ele
geçirmiştir. Böylece iki kısma ayrılmış bulunan İran toprakları
tek bir krallık adı altında buluşturulmuş oluyordu.58
55 http://tr.wikipedia.org/wiki/I._Darius56 Ateş, a.g.e., V/325.57 Büyük Larousse, VIII/6670.58 Azad, a.g.e, s. 59.
22
Kiros tahta çıktıktan sonra ilk seferini Lidya
üzerine düzenlemiştir. Lidya’ yı fetheden Kiros, daha sonra
doğuya yönelmiş ve Mekran, Belucistan, Baktria ile Belh Çölü
civarında ayaklanan barbar kavimleri boyunduruğu altına
almıştır. Ayrıca o dönemde sarsılmaz denen kaleleriyle meşhur
Babil Krallığı’ nı da fethederek sınırlarını oldukça
genişletmiştir.59
Kiros, batıda gidilebilecek en son noktaya kadar gitti.
Bazıları Libya ve Cezayir kıyılarına kadar ulaştı derler.
Başkenti Sardis olan Lidya’yı topraklarına kattı. Denize
ulaşıp da karaların bittiğini görünce ayette belirtildiği üzere
“tağribu fi aynin hamietin” yani orada bataklığa benzer bir
karanın üzerinde güneşi batıyor gördü, şüphesiz bu onun göz
yanılgısına teşbih edilerek söylenmiştir.60
Bundan sonra büyük doğu seferine çıktı. Bu seferde Nikran,
Belh denilen ülkelere kadar gitti.Vahşi hayat yaşayan bütün
kabileler ona baş eğdiler. Babil’in başkentine yöneldi ve Beni
İsrail’i Buhtu-n Nasr’ın zulüm ve esaretinden kurtardı. Böylece
Yahudilerin kurtarıcısı oldu. Yahudiler onu zikrettiler,
övdüler ve daima ondan sual sordular. İşte Tevrat’ta geçen Beni
İsrailin kurtarıcısı bu zattır. Sonra üçüncü seferini kuzey
tarafına gerçekleştirdi.Hazar Denizi’ni sağına alarak Kafkas
Dağına kadar gitti. Orada büyük bir dereye rastladı. O dereye
Ye’cuc ve Me’cuc giriyor ve o topraklarda yaşıyordu.61
Kiros (Kuruş) M.Ö. 529 da vefat etmiştir.1838’de Astahar
harabelerinde tunçtan bir heykeli bulunmuştur. Başında koçların
59 Azad, a.g.e. s. 60-61.60 ARSLAN Ali, Hulasatu-t Tefasir , Aslan Yayınları, İstanbul,X,58361 Arslan,a.g.e.,X,583, (https://www.nkfu.com/pers-krali-kurus-buyuk-kiros-hayati/)
23
boynuzlarına benzer iki boynuz vardır. Boynuzlardan biri Lidya
diğeri Fars memleketlerini temsil ediyordu. Bu iki büyük
memleketleri birleştiren Kiros’tur .İşte bundan dolayı
Zülkarneyn ismini almıştır. Tarihçiler Kiros’un kerem sahibi,
adaletli, şahsiyetli ve faziletli bir kişi olduğuna şahitlik
ederler.62
Resim 3: Büyük Kiros Heykeli.
Nasıl ki, ilk dönem müfessirlerinden bazıları,
Zülkarneyn’ in Büyük İskender olduğu fikrini ileri sürmüşse,
son dönem müfessirlerinin bir kısmı da Zülkarneyn’ in İran
(Pers) İmparatoru Kiros olabileceğini savunmuşlardır. Azad’ a
göre, önceki alimler Zülkarneyn’ in kimliği konusunda beyan
ettikleri fikirlerde Tevrat’a bakmamaları dolayısıyla isabet
kaydedememişlerdir. Bu sebeple Azad’ ın Tevrat’ ta Zülkarneyn
(iki boynuzlu) tanımına uyan bir şahsiyet aradığı görülür. Ona
göre bu tanıma Daniel Peygamberin rüyada gördüğü “iki boynuzlu
koç” uymaktadır. Azad, Yahudilerin veya Kureyşlilerin, Tevrat’
ta adı geçen bu zat hakkında soru sormalarını, Himyerli bir
kral veyahut Makedonyalı İskender hakkında soru sormalarına
binaen daha mantıklı bulur ve Kiros’ un Yahudilerce çok iyi
tanındığını, Mesih olarak bekledikleri kimse olduğunu söyler.
62 Arslan,a.g.e,X,584
24
Ayrıca Arapça Zülkarneyn’ in İbranice “Lükranayim” şeklinde
telaffuz edildiğini belirten Azad, “Karn” kelimesinin her iki
dilde de ortak kullanıldığına işaret eder. Bu nedenle
Zülkarneyn’ e tarihi şahsiyetler içerisinde uygun olabilecek en
iyi kişinin Kiros olacağını ifade etmektedir.63
Resim 4: Kiros (Cyrus)’ un ülkesinin ulaştığı sınırları gösteren
bir harita.
Kiros Silindiri: Pers İmparatoru Kiros zamanından kalma bir tarihi eserdir.Üzerinde Babil çivi yazısı ile yazılmış bir bildiri bulunan, kilden yapılmış
fıçı şeklindeki yapıttır. Bildiri Babil'i fethetmesi üzerine, imparator
Büyük Kiros tarafından yayınlamıştır. Büyük Kiros (Kuruş) kazandığı
savaşların kayıtları ile bağışlayıcı kanunlarının yanı sıra, kendi kraliyet
soyuyla ilgili belgeleri de silindirin üstüne kazıtmıştır. Kiros
Silindiri 1879' da,Asur bilgini Hormuzd Rassam tarafından Babil'deki Marduk
Tapınağı'nda bulunmuştur.Silindir günümüzde Londra'daki Britanya Müzesi'nde
sergilenmektedir Büyük Kuruş 'un bildirisi, temel olarak Babilli kölelerin
serbest ve özgür olması gerektiğinden bahsetti için , bazen "ilk insan
hakları bildirgesi" (Kiros’a ait bu buluntunun içeriği Zülkarneyn’in, Kuran’da karşılaştığı
kavimlere karşı adalet ve hakkaniyetle muamele etmesi açısından benzerlik oluşturmaktadır.)
olarak da kabul edilmektedir. Kölelik, Pers toplumunun ayrılmaz parçası
olarak kalmaya devam eden, bir kurum olmasına rağmen. Gerçekte bildiri çok
eski Mezopotamya geleneklerini etkilemiştir. Öyle ki, hükümdarlar tahta
geçiş törenlerinde reform bildirgeleri yayımlamıştır. Birleşmiş
63 Türe, a.g.e., s. 90-91 (Azad’dan rivayet etmiştir).
25
Milletler'in New York'taki karargahında, Kuruş Silindiri'nin orijinal bir
kopyası bulunmaktadır.64
Resim 5: Kiros (Kuruş)
Silindiri
ZÜLKARNEYN’E VERİLEN “SEBEB”
“Sebep” Kelimesine Verilen Anlamlar: Kur’ an’ da çoğu yerde geçen “sebeb” kelimesi,
sözlükte ” ip (tırmanmaya yarayan ip) halat, yol, çare,
dostluk, başka bir şeye ulaşmaya yarayan şey” 65 gibi manalara
gelmektedir. Genel manada başarıya veya amaca ulaşmak için
gerekli bütün vasıtalar anlamına gelen bu kavram; bir Kur’an
terimi olarak çoğu kıssada kendini göstermektedir. Öyle ki
sünnetullah dairesi içinde istenilen işlerin yerine
getirilebilmesi için madden ve manen esbabın takip edilmesine
dair bir çağrı niteliği taşıdığı görülür.
Kehf Suresi’nde geçen “Biz onu yeryüzünde büyük bir kudret sahibi
yaptık ve ona her şeyden bir sebep verdik.”66ayetinde ki “sebep” kelimesi
müfessirlerce farklı şekilde algılanmıştır. Konumuz olan
ayetlerde geçen “sebep” kelimesine İbn Abbas, Mücahid, Katade,
64 http//türkçebilgi.com/Kiros silindiri65El Müntehib fi Tefsiru-l Kur’ani’l Kerim, Mısır Vizaratu-l Evkaf Neşr.,20. b,Kahire,h.1423,506; Eş Şevkani, a.g.e,III,308, Abdurrahman Bin Nasr es Sa’di,Teysiru-l Kerimi-r Rahman fi Tefsiri-l Kelami-l Mennan, Beyrut, h. 1421, s.48566 Kehf, 18/84.
26
İbn Zeyd, İbn Cüreyc, Dehhak, Sa’d İbn Cübeyr, İkrime ve Süddi
“ilim” demişlerdir.67
Bunun dışında müfessirlerden Alusi (öl.
1270/1854), “sebep” kelimesinin “yol” anlamı yanında “kudret ve
aletlerin bütünü”68 olarak ele almıştır. Elmalılı, “sebeb”i
“vasıta” olarak değerlendirip, onu “maksada ulaştıracak şey”
manasında tefsir etmiştir. Razi (öl. 606/1209), “ilim,kudret ve
onu maksada ulaştırıcı yol” manasında, Taberi ise, “coğrafi
durumdan haberdar olma, dünyayı fethedecek yol” anlamında ele
almıştır. Muhammed Esed (öl.1992) ise “sebep” kelimesinin
“amaca ulaşmada kullanılan araçların tümüne verilen adı temsil
ettiğini” ifade eder.69
Görüldüğü gibi müfessirler, “sebeb” kelimesinin
manasının üzerinde ihtilaf etmiş, ayrı ayrı görüşler
serdetmişlerdir. Fakat her birinin görüşü de gayet makbul ve
tercihe şayandır. Burada son olarak belirtmeliyiz ki, ayette
“Biz ona her şeyden bir sebep verdik”70 diye buyrulmaktadır. Kıssanın
tümünü ele aldığımız zaman “sebep” kelimesinin kanaatimizce
“amaca ulaşmak için gerekli olan her türlü “ilim”, “alet” ve
“güç” ” olarak tercüme edilmesi, kapsam ve nitelik bakımından
daha anlamlı ve anlaşılır görünmektedir.
ZÜLKARNEYN’İN YAPTIĞI SEFERLER
67 İbn Kesir, a.g.e., X/5063; Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı, İşaret Yayınları, İstanbul, 1999, II/604.68 Alusi, a.g.e., XVI/30.69 Taberi, a.g.e., V/379; Razi, a.g.e., XV/249; Alusi, a.g.e., XVI/31; Elmalılı, a.g.e., V/210; Esed, a.g.e., II/604.70 Kehf, 18/84.
27
1.Zülkarneyn’ in Batı Seferi (Güneşin Battığı Yere) “Derken bir sebep takip etti. Ta gün batıya vardığı vakit, onu
balçıklı bir gözede batıyor buldu. Bir de bunun yanında bir kavim buldu. Dedik ki:
“Ey Zülkarneyn! Bunları ya cezalandırırsın veya haklarında bir güzellik
düşünürsün.”71
Ayette geçen güneşin battığı yer konusu genel olarak
“batı istikametinin sonu” olarak algılanmıştır. Bu konuda
Taberi: “Zülkarneyn’ in batı yönünde bir deniz kenarında
güneşin battığını görmesiyle alakalı bir tasvirden” bahseder.72
Müfessirler genel olarak bu mıntıkanın, “o günün
dünyasında batı yönündeki son nokta olduğunu” 73 “Zülkarneyn’
in batıda varılabilecek en son noktaya vardığını ve orada
güneşin batışına şahit olduğunu” 74 düşünmektedirler.” Ayrıca
bazı müfessirler bu mıntıkayı: “Uzak batı ve Atlas Okyanusu’
nun batı kenarı”75, “bakanların güneşi ufukların ötesinde
kaybolduğunu gördükleri yer” 76 ve “karanın bitip okyanusun
başladığı yer” 77 gibi farklı şekillerde de yorumlamışlardır.
Bu konuda Süleyman Ateş, “deniz kıyısında durmuş
deniz ufkunda kara bulutlar arasında batan güneş Zülkarneyn ’ e
kara balçıklı bir su kaynağına gömülür gibi görünmüştür” der.78
İbn Kesir, “o su, güneşin batış anında güneşin
sıcaklığı yaklaştığı için ısınmış olabilir. Zira o zaman
güneşin ışınları engelsiz olarak suya vurur” demektedir.79 71 Kehf, 18/85-86.72 Taberi, a.g.e., V/379.73 Alusi, a.g.e., XVI/31.74 İbn Kesir, a.g.e., X/5071.75 Elmalılı, a.g.e., V/210.76 Kutup, a.g.e., IX/464.77 Mevdudi, Ebu’l-Ala, Tefhimu’l Kur’ an, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996. III/195.78 Ateş, a.g.e., V/319-320.79 İbn Kesir, a.g.e., X/5072.
28
Bu konuda Said Nursi , Zülkarneyn’ in “güneşin
batısını ya sıcak çamurlu bir satıhda veya çamurlu bir çeşme
gibi görünen Atlas Okyanusu’ nda veya volkanlı, alevli ve
dumanlı görünen dağın kraterinde seyrettiğini görmesi olarak”
açıklamaktadır.80
Görüldüğü gibi müfessirler güneşin battığı yer
konusunda , ” batının son bulduğu nokta, Atlas Okyanusu’ nun
batı kısmı, bataklık kenarında veya volkanik bir dağın yanında
bulunduğu halde güneşin batışını seyretmesi” olarak
düşünmüşlerdir. Ayette “kara balçıklı bir gözede batıyor buldu.”81
ibaresi zahiri bir mana ifade etmeyip sanatlı bir anlatım ifade
etmektedir. Bunun için Zülkarneyn’ in, güneşi kara balçıklı bir
gözede batıyor görmesi, onun tamamen zannına dayalı, sanatlı
bir anlatımdır. Kısacası burada illüzyonik bir algıdan yani bir
göz yanılgısından bahsediyoruz.82
“Sonra orada bir kavme rastladı. Biz Zülkarneyn’e : “Ey Zülkarneyn, ya
onları cezalandırırsın veya onlar hakkında iyi davranırsın” dedik. Zülkarneyn
şöyle dedi: “Biz zulmedeni yakında cezalandıracağız. Sonra da O Rabbinin
huzuruna çıkarılacak Rabbi de onu görülmemiş bir azaba uğratacaktır. İman
edip salih amel işleyene ise en güzel mükafat vardır. Biz, ona emrimizden kolay
olanı söyleriz.”83
Müfessirlerin çoğunluğu Zülkarneyn’ in batı
seferinde karşılaştığı bu kavmin Allah’ a inanmayan bir kavim
olduğunu savunur.84 Delilleri ise ayette geçen “ya onları
80 Nursi, Said, Lem’ alar, 16. Lema, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1990.81 Kehf, 18/86.82 Türe, a.g.e., s. 148-149.83 Kehf, 18/86-88.84 Razi, a.g.e., XV/252.
29
cezalandırırsın veya onlar hakkında iyi davranırsın”85 ibaresinden
kaynaklandığı görülmektedir.
İbn Kesir, bu ayetlerin tefsirinde: “ Allah’ u
Teala, Zülkarneyn‘i onlara karşı galip getirdi. Üzerlerine
hakim kıldı, muzaffer etti ve kendisini serbest bıraktı. İster
onları öldürüp esir alabilir, isterse fidye alıp serbest
bırakabilirdi.”86
Taberi ise: “Zülkarneyn’ in rastladığı kavim iman
etmemiş bir kavimdi ve Zülkarneyn’ den imanı kabul etmemeleri
halinde onları cezalandırması; iman etmeleri halinde ise güzel
bir yol tutması istenmiştir. Bu iman etmeyen kavim, “Nasik”
kavmi diye bilinmektedir”87 der.
Razi’ ye göre ise bu ayetlerden kast edilen mana,
“bu iman etmeyen kavme ya azap eder öldürürsün veya güzellik
tarafını tutar, onları sağ bırakırsın” şeklindedir.88
Seyyid Kutup, “bu kavmin zalim ve mütecaviz bir
kavim olduğunu ve bu kavim hakkındaki insiyatifin Zülkarneyn’
in eline verildiğini, isterse onları azaba çekeceği, isterse
serbest bırakıp idareyi ellerine vereceği şeklinde muhayyer
kılındığını”89 söyler.
Ayrıca Mevdudi : “Zülkarneyn’ in bu ülkeyi
fethederek ele geçirdiğini ve ele geçirilen ülkelerin
halklarının tamamen onun merhametine kaldığını”90 ifade
etmektedir.
85 Kehf, 18/86.86 İbn Kesir, a.g.e., X/5072.87 Taberi, a.g.e., V/379.88 Razi, a.g.e., XV/252.89 Kutup, a.g.e., IX/465.90 Mevdudi , a.g.e., III/95.
30
Elmalı’ nın açıklaması ise şöyledir: “Demek ki,
Zülkarneyn cezalandırma veya bağışlama konusunda dilediğini
yapmakta serbest bırakıldığı halde yine sebepsiz hareket
etmedi. Cezayı zulmedenlere, ihsan ve mükafatı da iman edip
salih amel işleyenlere verdi. Kudretini ve seçme özgürlüğünü
kötü yönde kullanmaya kalkışmadı. Zira kendisinin de sonunda
Rabbine döndürüleceğini biliyordu.”91
Muhammed Esed ise: “Bu kavme verilecek menfi ve
müspet reyin Zülkarneyn’ e bırakılmasını Allah (c.c.) ın
insanın iradesine verdiği önemi göstermesi yönünden önemlidir”92
der.
Çağdaş alimlerden Ebu’l-Kelam Azad (öl. 1958)’ a
göre ise batı seferinin yapıldığı bu yer, Lidya Seferi’dir ve
bu sefer sonucunda Zülkarneyn kuvvetleri ile Lidya kuvvetleri
karşı karşıya gelmiş, bunun sonucunda Zülkarneyn, onun
deyimiyle Kuruş, galip gelmiş ve ayetlerde buyrulduğu gibi
inisiyatifine göre hareket etmekte serbest bırakılmıştır.93
Burada değinmemiz gereken ikinci nokta, Zülkarneyn’
e “Ya Zülkarneyn” diye hitap edilmesinin onun peygamberliğine bir
delil olup olmayacağıdır. Onun böyle bir hitapla muhatap olması
ve Allah’la konuşmasını Elmalılı, Alusi ve Razi ,
peygamberliğine yormuş ve hepsi de “dedik ki:” ibaresinin ancak
peygamberlere münhasır bir ibare olduğunda ittifak
etmişleridir.94
Diğer müfessirler bu kadar kesin bir ifade
kullanmamış, bu ibarenin sadece bir ilhamdan ibaret olduğunu ve
91 Elmalılı, a.g.e., V/211.92 Esed, a.g.e., II/604.93 Azad, a.g.e., 73-74.94 Razi, a.g.e ,XV/248; Alusi, a.g.e., XVI/34; Elmalılı, a.g.e., V/210.
31
peygamberlik için bir delil olmayacağını iddia etmişlerdir.
Onlara göre “dedik ki” ibaresi, normal insan için de
kullanılabilir ve Allah (cc) her kuluna istediği gibi yüksek
saltanatlıklar verebilir.95
2. Zülkarneyn’ in Doğu Seferi (Güneşin Doğduğu Yere
Seyahati) “Sonra O, bir yol tuttu.Nihayet güneşin doğduğu yere ulaştığında, onun
güneşe karşı hiçbir siper yapmadığımız, bir kavmin üzerine doğduğunu gördü.
İşte bunun gibi onun yaptıklarının hepsini baştan başa biliyorduk.”96
Müfessirlerin çoğunluğu “güneşin doğduğu yer”
tabirini genel olarak, “doğunun başlangıcı, doğuda bir ülke
veya güneşin ilk doğuş yeri”97 olarak algılamışlardır.
Zülkarneyn’ in bu ikinci seferi yaptığı doğu
mıntıkası ve orada yaşayan insanlar hakkında çeşitli rivayetler
vardır. Bu rivayetler iki görüş etrafında toplanmıştır:
Birinci görüş: “Orada güneşin ışığının üzerlerine
düşmesine mani olacak ne bir ağaç, ne bir dağ, ne de bir yapı
vardı. İşte bundan dolayı güneş doğduğunda onlar ya yerin içine
kazılmış tünellere giriyorlardı yahut suya dalıyorlardı.
Böylece de güneş doğunca geçimlerini sağlamak için çalışıp
çabalayamıyorlardı. Diğer insanların durumunun aksine, onlar
geçimlerini güneş battığı zaman sağlamakla uğraşıyorlardı.”
İkinci görüşe göre: “Onların elbiseleri yoktu ve
hayvanlar gibi çıplak idiler. Coğrafya kitaplarında ileri
sürüldüğüne göre, ekseri zencilerin ve ekvatora yakın bölgede
ki insanların durumu böyledir.”98
95 Sabuni, a.g.e, II/205.96 Kehf, 18/89, 90-91.97 Kutup, a.g.e., IX/466; Alusi, a.g.e., XVI/95.98 Türe, a.g.e., s. 173.
32
Katade şöyle der: “Bunlar üzerine bina kurulmayan
bir yerde bulunuyorlardı. Güneş doğduğu zaman dehlizlere
giriyorlar, güneş üzerlerinden uzaklaşınca da çıkıp rızıklarını
tedarik ediyorlardı. Ayet-i kerimede Zülkarneyn’ in güneşin
doğduğu yere ulaştığı zikredilmektedir. Bundan anlaşılması
gereken mana Zülkarneyn’ in güneşi doğarken görmesini tasvir
etmek içindir. Yoksa güneşin girdiği herhangi bir yerden
çıkarak görünmesi söz konusu değildir.” Ayet-i kerimede
zikredilen kavim hakkında Sa’d b. Cübeyr şöyle demiştir:
“Bunlar Kızılderili, kısa boylu olan, mağaralarda yaşayan,
umumiyetle balık yiyen bir kavimdi. Katade, bunların elbisesiz
yaşayan zenciler olduklarını söylemektedir. Hasan-ı Basri de
bunların dehlizlerde, bataklıklarda ve sularda yaşayan,
yaşadıkları yerde ev yapma imkanı bulamayan bir kavim
olduklarını ifade etmektedir.99
Razi, ayette geçen kavmin “ekvatora yakın bir yerde
yaşayan zenciler olduğunu”100kaydetmektedir.
Seyyid Kutub’ a göre, “bu yer, uzak doğuda bir
mıntıkadır. O’na göre Zülkarneyn açık bir araziye varmıştı. Ne
yüksek tepeler ne de ağaçlar güneşe engel oluyordu. Engel
olmadığı için de güneş doğrudan doğruya o kavmin üzerinde
doğuyordu. Bu nitelik, geniş ovaların ve çöllerin yer aldığı
araziye uyar. Belki de Doğu Afrika kıyılarında bir yerdir. Ve
buranın sakinleri, elbisesiz ve çıplak olduğu içindir ki,
ayette “güneşe karşı hiçbir siper yapmadığımız bir kavim” diye
buyrulmuştur”101
99 Taberi, a.g.e., V/381; İbn Kesir, a.g.e., X/5078.100 Razi, a.g.e., XVI/255.101 Kutup, a.g.e., IX/466-467.
33
Elmalılı’ ya göre ise “ayette anlatılmak istenen
mevki, Doğu Afrika veya Doğu Asya’ da bulunan bir yerdir ki,
burada yaşayan kavmin elbiseleri yoktu ve güneşin altında
yanmaktaydılar. Nitekim çağımızda Sudan’dan Avustralya’ya kadar
hala böyle çıplaklar bulunmaktadır. Bununla birlikte
kastedilen mana, eskiden beri herkesin bildiği üzere önemli bir
örtü ve siper ise, çadırlar bile iyi bir siper olamayacağından
anlam çoğunlukla çölde yaşayanlarla ilgilidir.”102
Aynı konuda Muhammed Esed, “öyle görünüyor ki,
ayet kendilerini güneşten korumaya ihtiyaç duymayan, doğal
şartlarda yaşayan, ilkel bir toplumun insanlarından söz etmekte
ve Zülkarneyn’ in onların bu yaşama tarzlarını altüst edip,
kendilerini elem ve ıstıraba sürüklemeden akıllıca davranarak
onları, kendi hallerine bırakma yolunu tuttuğunu ifade
etmektedir.” 103
Ebu’l Kelam Azad ise: “Zülkarneyn’in doğu yönünde
insan hayatının rastlandığı son noktaya ulaştığında güneşin
üzerlerine doğduğu bir kavme rastladığını, güneşten herhangi
bir korunağı olmayan insanların bulunduğu bu bölgede insanların
evsiz ve göçebe bir hayat sürüyor olduklarını gördüğünü” ifade
eder. Ona göre bu bölge, Belh bölgesi olup bugünkü Mekran ve
Belucistan olarak bilinen bölgenin ta kendisidir.”104
Yukarıda olabilirlik ihtimali olan bu görüşlerin
dışında ayetin “o kavmin gecesi olmadığına delalet ettiğini”
düşünenler de olmuştur. Bu görüşe göre, ilk ayette geçen kavim,
102 Elmalılı, a.g.e., V/211-212.103 Esed, a.g.e., II/604.104 Azad, a.g.e., s. 75-6.
34
kutuplarda veya kutuplara yakın mıntıkada yaşayan bir kavim
olabilir. 105
3. Zülkarneyn’ in Kuzey Seferi (İki Sed
Arasına Seyahati) “Sonra Zülkarneyn yine sebeplere sarılarak yoluna devam etti . Git gide,
set yaptığı iki dağın arasına varınca söyleneni hemen hemen hiç anlamayan bir
kavme rastladı.”106
Zülkarneyn, doğu seyahatinden sonra, iki set arası
diye tanımlanan mevkiye gelmiştir. Bu mevkiye varınca orada son
derece ibtidai ve ilkel bir kavme rastlamıştır. Öyle ki bu
kavim Kur’an’da değinildiği gibi söylenen hiçbir şeyi
anlamıyorlardı. Müfessirlerin çoğunluğu ibtidai ve ilkel olarak
tanımladıkları bu kavmin böyle adlandırılmasının sebebi olarak,
Zülkarneyn’ le aralarında yaşanan lisan probleminden ve
kendilerine saldıran kavim karşısında aciz kalarak Zülkarneyn ’
den yardım istemelerinden kaynaklandığını ileri
sürmektedirler.107
Bazı müfessirler bu insanların ya hiç konuşma
kabiliyetine sahip olmadığını ya da kendi lisanlarından başka
lisanı anlayamadıklarını öne sürmektedirler. Bundan ötürü,
onların konuşmaktan aciz olup işaret yoluyla anlaştıklarını
düşünmektedirler.108 Bazıları ise, “onların eğitimden yoksun,dil
bilmez bir kavim olduğunu” söylemektedir.109
105 Türe, a.g.e., s.175-176.106 Kehf, 18/92-93.107 Alusi, a.g.e., XVI/37108 Razi, a.g.e., XVI/256.109 Azad, a.g.e., s.76.
35
Bu ilkel ve ibtidai kavmin hangi ırka mensup olduğu
konusunda pek çok rivayet bulunmaktadır. Bu konuda görüş
belirten müfessirlerin çoğunluğu,bahsi geçen kavmin Türkler
olabileceğini düşünmüşlerdir.Muhakkak ki bu kanaat, Zülkarneyn’
in en son seferini kuzeye doğru yapmış olmasından ileri
gelmektedir. Nitekim onlara göre, kadim zamanlardan beri o
civarda Türkler yaşamaktaydı.110
Müfessirler Zülkarneyn’ in bu kavme rastladığı
mevki hakkında pek çok nazariyeler ortaya atmışlardır. Bunun
için “seddeyn” kelimesini “cebeleyn/ iki dağ” diye
yorumlayanlar olmuştur.111 Ancak bu iki dağı belirlemek için
elimizde yeteri kadar ipucu bulunmamaktadır. Velhasıl bu
konudaki rivayetler dört görüşe kaynaklık etmektedir.
1) Bu iki dağ kuzeyde doğuya çıkan yönden Türk
ülkesinin bittiği yerdedir, denilmiştir. Zamahşeri ve Ebu’ s
Su’ud, bu görüşe katılmışlardır. Türk ülkesinden amaç,
Maveraünnehir denilen küçük Türkistan ise bu söz Çin Seddi
mevkiine işarettir.
2) Ermenistan ile Azerbaycan’ a çıkan yönden
Türkistan’ ın bittiği yerdedir, denilmiştir. Kadı Beydavi, bunu
benimsemektedir. Bu söze göre, bu dağlar Kafkas Dağları ve İki
seddin arası ise Demirkapı mevkii olmaktadır.
3) Kuzey Kutbunda iki yüksek dağdır. Hezekiel (as)
kitabında “Ahiru’l-Cibriya” denilmiştir. Bu Cibriya ismi,
Sibirya ismini andırıyor. Öyle ki, bu mıntıkada bulunan
İstanoy Dağları’yla Ural Dağları’ nın arası demek olan
110 Elmalılı, a.g.e., V/213; Alusi, a.g.e., XVI/38.111 Taberi, a.g.e. ,V/383.
36
Sibirya’ nın kendisi midir? Yoksa Ural Dağlarıyla Kafkas
Dağları arasında mıdır? Belirlemek pek mümkün görünmemektedir.112
4) Azad’ın iddia ettiği gibi “seddeyn” acaba Hazar Denizi
ile Karadeniz gibi doğal iki set olabilir mi? Zira bu iki büyük
deniz ve arasında yalçın kayalıklarıyla yol vermeyen Kafkas
Dağları bu görüşü destekler bir mahiyet arz etmektedir.113
Sonuç olarak ayette söz edilen yerin Kafkaslar olduğu
yaygın bir kabul görmüştür. Bununla birlikte, bu seddin
yapıldığı yerleşim bölgesi ve burada yaşayan kavim hakkında
Kur’an-ı Kerim ve sahih hadis kaynaklarında herhangi bir
açıklayıcı bilgi bulunmamaktadır. 114
3.1. Zülkarneyn’in Yaptırdığı Sed “Zülkarneyn, bana demir kütleleri toplayıp getirin, dedi. İki dağın arası
eşit olunca “körükleyin” dedi. Onu ateş haline koyunca da, getirin bana, üzerine
erimiş bakır dökeyim, diye seslendi.”115
Zülkarneyn kendisinden yardım isteyen kavimden
“zübere-l hadid” i getirmelerini istemektedir. “Hadid”
kelimesi, lugatta “demir” anlamına gelmektedir. “Züber”
kelimesi ise “zübre”nin çoğuludur.”Zübre” , “büyük demir
parçası” demek olup, sözlükte “örs”116 anlamında da geçmektedir.
Yani demir alet ve edevatıyla “demir kütleleri, demir
zümreleri” getiriniz, dedi. Müfessirlerin çoğunluğu da bu
görüşü benimseyip, Zülkarneyn’ in bu seddi örmüş olacağını
düşündüklerinden, “zübere’l-hadid” tamlamasına “demir
kütleleri” şeklinde mana vermişlerdir.117
112 Elmalılı, a.g.e., V/212-213.113 Azad , a.g.e., s. 76-77114 Esed, a.g.e., II/604.115 Kehf, 18/96.116 İbn Kesir, a.g.e., X/5080117 Elmalılı, a.g.e., V/214.
37
Daha sonra Zülkarneyn, iki dağ veya sedef arasını
denkleştirince “körükleyin” dedi. Ne zaman ki, körüklettiği
demiri bir ateş haline getirdi, kavimden erimiş bakır
getirmelerini istedi. Bunu bazılarının dediği gibi demir
kinetli, bakır perçinli kayalardan oluşan bir bina gibi anlamak
mümkündür. Ancak ifadenin zahiri, bundan çok yüksek bir sanata
ve işe vakıf olan demir tuğlalı, bakır sıvalı öyle bir bina
tasvir etmektedir ki, zamanımızın çok ilerlemiş olan bilim ve
sanat araçlarıyla bile yapılmasını tasarlamak zordur.118
Eski çağlarda böyle bir yapının inşa edilmesi, bu
seddin yapımının bir mucize olduğunu da düşündürmüştür. Bu
konuda Fahreddin Razi: “Bil ki bu kesin bir mucizedir. Çünkü
böyle çok olan demir parçaları körüklenip ateş gibi olunca,
hiçbir canlı ona yaklaşamaz. Halbuki onu körüklemek, ancak ona
yakın olmakla mümkündür. Binaenaleyh, sanki Allah-u Teala bu
büyük sıcaklığın tesirini o demirleri körükleyen insanların
bedenlerinden uzaklaştırmıştır.”119
3.2. Zülkarneyn’ e İsnat Edilen Sedler Zülkarneyn Seddi ’ nin nerede olduğu konusunda çok
çeşitli rivayetler ve görüşler bulunmaktadır. Bu konuda belli
başlı birkaç görüş olduğunu söyleyebiliriz. Kaynaklarda
Zülkarneyn Seddi konusunda bazı hadis ve rivayetlere rastlansa
da, bu rivayetlerin hiç birisi muteber hadis kitaplarında yer
almamaktadır. Mesela İbn Kesir, Katade’ den şu rivayeti
nakletmektedir: “Bir adam Hz. Peygamber’ e: “Ey Allah’ ın Rasulü: Ben, Ye’ cüc
ve Me’ cüc ‘ ün seddini gördüm” dedi. Hz. Peygamber(as): “Onu bize anlat”
118 Elmalılı, a.g.e., V/215.119 Razi, a.g.e., XV/259.
38
deyince “mürekkeplenmiş elbise gibi siyah yol, bir kızıl yol” demiş. Hz.
Peygamber ise “sen onu görmüşsün” buyurmuştur.”120
Mürsel hadis olan yukarıda ki rivayet, pek sarih
bir biçimde seddin tarifini vermemekte, neyin kastedildiğini
açıkça ortaya koymamaktadır. Şimdi biz bu konuda rivayet edilen
ve Zülkarneyn Seddi olma ihtimali olan bazı belli başlı
sedleri ele alacağız. Bu konuda ilk olarak ele alacağımız sed,
Derbent Seddi’dir.
Kafkasya’ da Dağıstan Bölgesi’nde bulunan Debent Seddi,
Tiflis’ in 296 km doğusunda ki Derbent kenti yakınında bulunan
taştan bir duvardır. Türklerin, bu kapıya “Demirkapı”,
Arapların ise “Babu’l-Ebvab” dedikleri rivayet edilir. Asya’ yı
Avrupa’ya bağlayan kervan yolunu korumak üzere bir kale kent
olarak kurulduğu da rivayetle gelen haberler arasındadır.121
Mevdudi (öl. 1400/1979) konuyla ilgili şu
açıklamaları yapmaktadır: “Bu duvar, Dağıstan Bölgesi’nde
Karadenizle Hazar Denizi arasında yer alan Kafkasya’ da iki
şehir olan Derbent ve Daryal arasında inşa edilmiştir.
Karadeniz ve Daryal arasında, aralarını büyük bir ordunun
geçemeyeceği derin vadilerin ayırdığı yüksek dağlar vardır.
Fakat Derbent ile Daryal arasında bu tür dağlar yoktur,
geçitler geniştir ve geçit veren cinstendir. Eski çağlardan
beri kuzeyden gelen vahşi ve göçebe kabileler güneyde ki
toprakları bu geçitten yararlanarak istila ederlerdi. Bu
akınlardan tedirgin olan Pers kralları, korunmak için 50 mil
uzunluğu, 29 fit yüksekliği, 10 fit genişliği olan bir duvar
yapmak zorunda kaldılar. Bu duvarın kalıntıları bugün bile120 İbn Kesir, a.g.e., X/5081.121 Sami, Şemsettin, Kamusu’l-A’ lam, İst., 1308, III/3188; Ana Britanica Ansiklopedisi, Ana Yayıncılık, İstanbul , 1990, VIII/159.
39
görülebilir. Bu duvarı ilk önce kimin yaptırdığı tarihi olarak
tespit edilememiştir. Fakat Müslüman tarihçiler ve
coğrafyacılar bu duvarı, Zülkarneyn ’ e isnat ederler. Çünkü
bu duvarın kalıntıları Kur’ an’ da anlatılanlara
benzemektedir.122
Özellikle Zülkarneyn ‘in I. Dara olduğunu düşünen
tarihçi ve tefsircilerin, Derbent Seddi’ni, Zülkarneyn Seddi
olarak eserlerine aldıkları görülmektedir. Hind bilginlerinden
Şibli en-Numan’ı, bu görüşü savunanlardan biri olarak
sayabiliriz. Çünkü O’na göre Zülkarneyn, I. Dara olup, Derbent
Seddi’ni yaptıran kişi de aynı zamanda O’ dur.123
Bu konuda en kapsamlı çalışmalardan birini yapan
Ebu’l-Kelam Azad ise, bu seddin Zülkarneyn Seddi olmasına
şiddetle karşı çıkmıştır. Azad’ a göre iki setten kastedilen
Kafkas Dağları’ ndan oluşan bir boğazdır. Kafkas dağ şeridinin
sağında bulunan Hazar Denizi doğu yönünde ki hareketi
engelleyici bir set niteliğindedir. Sol tarafında bulunan
Karadeniz ise batı yönünde ki hareketi engelleyici bir set
niteliğindedir. Her iki seddin ortasında bulunan tek geçit ise
Kafkas dağ silsilesidir. Bu dağlar da doğal bir duvar
niteliğindedir. Kuzeyden gelenler için bu dağlık bölgede tek
bir geçit bulunmaktaydı. Bir takım barbar topluluklar, bu
geçitten sızarak aşağıda kalan beldelere saldırıyorlardı.
Zülkarneyn, onun deyimiyle Kiros, işte bu geçidin üstüne demir
bir set inşa etmiş ve saldırganların yolunu tıkamıştır. Bu set
sayesinde sadece Kafkas vadilerinde yaşayan toplumlar değil,
Batı Asya’ da yaşayan bütün topluluklar da huzur ve güvene
122 Mevdudi, a.g.e., III/197.123 Ateş, a.g.e., V/325.
40
kavuşmuşlardır. Bu set sayesinde hem Batı Asya, hem de Mısır
güvene girmiştir.Haritaya baktığımızda seddin altında Batı
Asya’ yı, üstünde ise Hazar Denizi’ ni görürüz. Karadeniz ise
seddin sağ tarafındadır. Kafkas Dağları ise iki deniz arasında
doğal bir set konumundadır. Bu iki deniz ve Kafkas dağ zinciri,
yüzlerce mile ulaşan doğal bir set oluşturmaktadır. Anılan
geçit dışında kuzeyden gelen saldırganların sızabilecekleri
hiçbir boşluk yoktu. Zülkarneyn işte bu geçide yönelmiş ve
orada demirden bir sed inşa etmiştir. Bu sed hem delinmesi hem
de tırmanılması mümkün olmayan bir sed idi. Seddi bir anlamda
Kuzey toprakları ile Batı Asya arasında sıkıca kapanmış bir
kapı olarak da görebiliriz.”124
Azad’ ın set anlayışına baktığımız da, onun tamamen
doğal olana yöneldiğini, genel kanaatin dışında yeryüzü
şekillerinden deliller getirdiği ortaya çıkmaktadır.Ayrıca
Derbent Seddi’ nin Zülkarneyn Seddi olamayacağını düşünenler
buna gerekçe olarak, bu seddin harap ve bitap olması ve Kur’
an’ da tasvir edilen sedde uymamasını delil olarak
getirmektedirler.125
Zülkarneyn Seddi’nin Derbent veya doğal bir sed
olduğunu düşünenlerin yanısıra Çin Seddi olabileceğini
savunanlar da vardır. Bu konu hakkında görüşleri belirtmeden
önce Çin Seddi’ nin kısaca bir tanımını yapmak yerinde
olacaktır.
Çince’ de “Çang Çeng” yani “uzun duvar” olarak
bilinen Asya’ nın en eski ve en büyük anıtsal yapılardan
biridir. M.Ö. III. Yy.’ da Çe Huangi tarafından bozkır
124 Azad , a.g.e. , s. 76-77.125 Elmalılı, a.g.e. , V/216.
41
kabilelerinin saldırısına karşı korunmak amacıyla yaptırıldığı
rivayet edilmektedir. Bunun yanında birbirini izleyen Çin
sülaleri tarafından sürekli olarak onarıldığı ve
sağlamlaştırıldığı da bildirilmektedir. Çin seddi, 2500-3000
km aralığında bir uzunluğa sahiptir. Başlangıçta kısmen taştan
örülmüş, kısmen de topraktan yapılmıştır. Doğu bölümünün iç
yüzeyi ise tuğlayla kaplı olduğu yönündedir. Sonradan özellikle
15. ve 16. yy.’ da önemli ölçüde yenilenmiştir. Ana duvar, çoğu
yerde 9 km; kuleler ise 12 metre yükseklikte bulunmaktadır.126
Çin Seddi hakkında Elmalılı: “Bunlardan başka
doğuda Çin Seddi, batıda Babü’ l-Ebvab meşhur olduğuna göre iki
sedden maksat, bunların olması daha açıktır, denilebilir. Her
ne kadar Zülkarneyn zamanında bunlar henüz bulunmuyorsa da,
Kur’an’ ın iniş sırasında bulunmaları ve meşhur olmaları
tanımlama için yeterli olabilir. Bu şekilde bu iki sed
arasından maksat, Türkistan olması gerekir, bu da bundan
sonraki kavim hakkında zikredilecek rivayete uygun oluyor.”127
Elmalılı, bu konuda ki görüşün esasını şöyle takdim
eder: “Çin Seddi’ nin, hicretten dokuz asır kadar önce dördüncü
Çin sülalesi devrinde kuzeyden Moğol ve Tatarların
saldırılarına karşı yapılmış olduğu tarihi bir bilgi olarak
naklediliyor ve büyük eserlerin en büyüklerinden sayılıyorsa da
yapılmasında fazla bir zaman geçmeden aşılmış olan bu seddin
sağlamlığının ve yapılış şeklinin, Kur’ an’ da zikredilen
vasıflara uygun olmadığı anlaşılmıştır”.128
Alusi de, İbn Said’in yeryüzünde bir yer tarif
ettiğini, bu yerin de Çin’ de bulunduğunu (Çin Seddi olduğunu)126 Ana Britannica, VI/471.127 Elmalılı, a.g.e., V/216.128 Elmalılı, a.g.e., V/216.
42
söyler. Ancak bu seddin iki dağ arasında bulunmaması,
Zülkarneyn tarafından inşa edilmemiş olması ve Kur’ an’ da
anlatılan vasıflara uymaması sebebiyle Zülkarneyn’ in inşa
ettiği sed olamayacağını belirtir.129
Müfessirlerin anlayışları doğrultusunda ifade
edecek olursak, Zülkarneyn Seddi, demir tuğlalı, bakır sıvalı,
metrelerce yükseklikte, kilometrelerce uzunlukta bir sed
olmalıdır. Böyle bir seddin varlığı ise ne duyulmuştur ne de
görülmüştür. “Doğrusu Kur’ an’ daki vasıflar, şu an var olan bu
iki sedden birine (Çin Seddi ve Derbent Seddi) uygun olmadığı
gibi, diğer yerlerde bilinen sedlerin de hiç birine
uymamaktadır .” 130
YE’ CÜC VE ME’ CÜC “Dediler: Ey Zülkarneyn! Ye’ cüc ve Me’ cüc bu yerde bozgunculuk
yapıyor. Onlarla bizim aramıza bir set yapman şartıyla sana vergi verelim mi ?”131
Arapçada “e-c-c” kök fiili “alevlenmek” anlamına, bu
kökten türeyen el-Ecic kelimesi “ateşin alevlenmesi”, el-cac
ve el-Ücac ise “tadında acılık ve tuzluluk olan su” anlamlarına
gelmektedir.132
Tevrat’ ta “Gog ve Mogog” şeklinde geçen Ye’ cüc ve Me’
cüc ismi, Arapça’da “teecce’n-nar” deyiminden gelip, söz konusu
kavmin çok hızlı hareket etmesi sebebiyle, veyahut denizin
dalgası anlamına gelen “mevcü’ l-bahr” tabirinden geldiği için
bu adın verildiği rivayet edilir.133
129 Alusi, a.g.e., XVI/37.130 Elmalılı, a.g.e., V/216.131 Kehf, 18/94.132 İbn Manzur, a,g,e, II/ 206–207.133 Razi , a.g.e., XVI/257.
43
“Ye’ cüc ve Me’ cüc isminin aslen Arapça olup,Arap
dilinden türeyen kelimeler olduğunu savunanların yanında; bu
kelimelerin yabancı dilden Arapça’ ya geçtiğini iddia edenler
de vardır. Bu kelimeleri İmamı Asım hemze ile “Ye’ cücü-
Me’cücü” diye okurken, diğer bir kısım ulema “Yacoc - Macoc”
şeklinde okumuştur. Acoc ve Me’cuc şeklinde okuyanlarda vardır”
.134
Ye’ cüc ve Me’ cüc denilen ve orada terör estiren
bu kavim hakkında tefsir ve hadis kitaplarında oldukça çok
rivayet ve görüş vardır. Bunun yanında Ye’ cüc ve Me’cüc
kavramlarının ilk rastlandığı yazılı kaynağın Tevrat olduğunu
görmekteyiz. Tevrat’ ta Hezekiel bölümünde şöyle denmektedir:
“Bundan dolayı, Sen, Ademoğlu peygamberlik et ve Gog’a de: Rab Yahova
şöyle diyor: Kavmim İsrail emniyette oturunca, sen o gün öğrenmeyecek misin?
Ve sen ve seninle beraber birçok kavimler, hepsi atlara binmiş, büyük bir cumhur
ve kuvvetli bir ordu olarak, şimalin sonlarından, kendi yerinden geleceksin ve
diyarı örtmek için bir bulut gibi kavmim İsrail’e karsı çıkacaksın. Son günlerde
vaki olacak ki, milletlerin gözü önünde sende takdis olunacağım zaman, ey Gog,
onlar beni tanısınlar diye, seni kendi diyarıma karsı getireceğim.”135
“Rab, bana şöyle seslendi: İnsanoğlu, yüzünü Magog
ülkesinden Roş’ un, Meşek’ in Tuval’ ın önderi Gog’ a çevir, ona karşı
peygamberlik et. “De ki: Egemen Rab şöyle diyor: “Ey Roş’ un , Meşek’ in Tuval’ ın
önderi Gog sana karşıyım. Seni geldiğin yoldan geri çevireceğim. Seni ve bütün
ordularını, atlarını, tam donanmış atlıları, küçük büyük kalkanlı, hepsi kılıç
kullanan büyük kalabalığı dışarıya sürükleyeceğim.”136
134 Ateş, a.g.e., III/1598.135 Kutsal Kitap, Hezekiel, 38/14–16, Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul , 2001136 Hezekiel, 39/1–6.,
44
“Şimalin sonlarından seni çıkaracağım ve sol elinden yayını ve sağ elinden
okları vurup düşüreceğim. Sen, bütün ordularınla ve yanında olan kavimlerle,
İsrail dağları üzerine düşeceksin, yesinler diye her çeşit yırtıcı kuşa ve kırın
canavarlarına seni vereceğim. Açık kırda düşeceksin, çünkü ben söyledim, Rab
Yahovanın sözü ve Magog üzerine ve adalarda emniyette oturanlar üzerine ateş
göndereceğim ve bilecekler ki, ben Rabb’ım.”137
“ve o gün vaki olacak ki, İsrail’de denizin şarkında Geçiciler Deresi’nde
Gog’a kabir yeri vereceğim ve oradan geçenleri o durduracak. Ve orada Gog’u ve
bütün cumhurunu gömecekler ve oraya Hamon-Gog deresi denilecek. Ve
memleketi temizlesinler diye İsrail evi yedi ay onları gömmekte devam
edecek.”138
Öte yandan Ye’cüc ve Me’cüc fitnesi hakkında İncil’de
şöyle bir ayet geçmektedir:
“ve bin yıl tamam olunca, şeytan zindanından çözülecektir. Ve yerin dört
kösesinde olan (Gog Magog) milletleri saptırmak ve onları cenk için bir araya
toplamak üzere çıkacaktır. Onların sayısı denizin kumu gibidir.”139
Görüleceği gibi, Tevrat ile İncil’in Yuhanna’nın Vahyi
kısımlarında Ye'cüc ve Me'cüc fitne ve tehlikesi etraflıca
anlatılmaktadır. Ayetlerde Ye’cüc ve Me’cüc ismi yerel dil ve
kültür farkından dolayı “Gog ve Magog” olarak
geçmektedir.Özellikle Tevrat’tan alıntı yaptığımız aşağıdaki
ayetin iç kısımlarında Ye'cüc ve Me'cüc veya Gog Magog
kelimeleri geçmese de, Ye'cüc ve Me'cüc kavminin söz
anlamayan,vahşi bir topluluk olduğundan bahseden Kur'ân ayeti
ile benzerlik içermesi ayrıca ilgi çekicidir. Tevrat’ın
Tesniye bölümünde geçen ayetler şöyle der:
137 Hezekiel, 39/1–6.138 Hezekiel, 39/11–12.139 Yuhannanın Vahyi, 20/7–8.
45
“Rab uzaktan dünyanın ucundan bir milleti, dilini anlayamayacağı bir
milleti, kartal uçar gibi senin üzerine getirecek, kocamış olanın şahsına itibar
etmeyen ve çocuklara acımayan sert yüzlü bir millettir. Seni helak edinceye
kadar, hayvanların semeresini yiyecek ve seni bitirinceye kadar sana buğday,
yeni şarap ve yağ, hayvanların yavrularını ve koyunların yavrularını
bırakmayacaktır…”140
“İşte, Ey İsrail evi, uzaktan üzerinize bir millet getireceğim, Rab diyor, o
zorlu bir millet, eski bir millettir, bir millet ki, sen onun dilini bilmez ve ne
dediklerini anlamazsın.”141
Tevrat ve İncil’e baktığımızda da Ye’cüc ve Me’cüc ‘ün
büyük bir fitne ve yaklaşmakta olan tehlikeli bir topluluk
olduğu bildirilmektedir. Bu ilkel ve gayet vahşi topluluğun
insana ait bütün medeni hayatı, sahip olunan su, tarım ve
hayvancılık adına ne varsa sonunu getirip tüketeceği
belirtilmektedir.Öyle bir millet ki laftan anlamaz,barışa
yanaşmaz, tek dertleri anarşizm ve terörizm olan, canlı ve
cansız önüne ne çıkarsa yıkıp dökmekte, harap etmektedir.İşin
hazin tarafı da şu ki, insanoğlu bu kavim ya da mahlukat
karşısında çaresizce dağlara ve kalelere sığınmak zorunda
kalacaktır.142
Kur’ an’da geçen bu kavim veya kavimler, Tevrat ve
İncil’de de değinildiği gibi kıyamete yakın bir vakitte dünyayı
felakete sürükleyecek bir topluluk olarak bildirilmektedir.
Avrupalılar bu kavimleri, Batı Roma’ yı istila etmeleri
sebebiyle Hunlar olarak düşünmüşlerdir. Öte yandan bu
kavimlerin Moğol ve Tatarlar olduğunu savunanların yanı sıra
140 Tesniye, 28/49–51.141 Yeremya, 5/15.142 Alusi, a.g.e., XVI/39; Razi, a.g.e., XVI/12.
46
Ruslar ve Türkler olacağını düşünenler de vardır.143 İki ayrı
millet olduğunu savunanlardan bir kısmı, Ye’ cüc kavminin
Türkler, Me’ cüc kavminin ise Ceyl ve Deylan kabilelerinden
olduğunu ileri sürmüşlerdir.144
Öte yandan bir rivayette şöyle denilir: “Onlar,
Türkmen soyundan bir kavimdir. İçlerinden bir kısmı ayrılıp ava
gittiği sırada Zülkarneyn iki dağ arasına bir sed yapmıştır.
Ava gidenler seddin diğer tarafında kaldığı için kendilerine
terk edilenler manasında Türk adı verilmiştir.”145
Elmalılı bu konuda şöyle demektedir: “Ye’ cüc ve
Me’ cüc vaktiyle bir veya iki kavmin özel ismi olsa da, doğrusu
İslam dilinde herkesçe bilinen anlamı şudur: “Aslı ve soyu
belirsiz, din ve millet tanımaz bir insan karışımı, bunların
çıkışları kıyamet alametlerindendir ve yeryüzünü ifsat
edeceklerdir.”146
Konu hakkında Said Nursi: “Ye’ cüc ve Me’ cüc
kavmini bazı müfessirler “Veled-i Yasef’ ten iki kabile ve bazı
diğer Moğol ve Mençur ve bazı dahi “Akvam-ı Şarkiye-i Şimaliye”
ve bazıları “Beni Ademden bir cemiyet-i azime, dünya ve
medeniyeti herc-ü merc eden bir taife ve bazı tefsirlerde,
“mahluk-i ilahi’ den yerin zahirinden veyahut batnından Ademi
veya Gayr-ı Ademi bir mahluktur ki, kıyamete yakın böyle nev-i
beşerin herc ü mercine sebep olacaktır. Ye’ cüc ve Me’ cüc
ehli garet ve fesat ve ehli hadarete ve medeniyete karşı iki
taife-i mahlukullahtır”147 demektedir.
143 Elmalılı, a.g.e., V/216.144 Razi , a.g.e., XVI/257.145 Alusi, a.g.e., XVI/58.146 Elmalılı, a.g.e., V/214.147 Nursi, Said, Muhakemat, 1. makale 4. mesele.
47
Ye’ cüc ve Me’ cüc hakkında dini kaynaklara
eğildiğimiz zaman hemen hemen hepsi de, İsrailiyat menşeli
birbirini tutmayan rivayetlerle karşılaşırız. Ebu Hayan,
“bunların adet ve eşkali hakkındaki sözlerin hiç biri için
haber-i sahih değildir” demiştir.148
Öte yandan Ebu Hureyre’ den rivayet edilen bir hadiste
peygamberimiz (sav), Zülkarneyn’ in inşa ettiği sed hakkında şöyle buyurdular: “Ye’
cüc ve Me’ cüc, onu her gün oyuyorlar. Tam delecekleri sırada başlarında
bulunan reis: “ Bırakın artık, delme işini yarın yaparsınız” der. Onlar bırakıp
gidince Allah (cc), seddi daha sağlam olacak şekilde eski haline iade eder.
Böylece günler geçer. Kendilerine takdir edilen müddet dolar ve onların
insanlara musallat olmalarını Allah’ ın arzu ettiği vakit gelir. O zaman
başlarında ki reis, “Haydi dönün, yarın inşallah bunu deleceksiniz” der ve ilk defa
İnşallah tabirini kullanır , Rasulullah (sav) devamla der ki : “Dönüp giderler.
Ertesi güm geldikleri vakit seddi ne halde bırakmışlarsa öyle bulurlar ve o günkü
çalışma sonunda delerler. Açılan delikten insanların üzerine boşalırlar. Önlerine
çıkan suları içip kuruturlar. İnsanlar onlardan korkup kaçar. Daha sonra Ye’ cüc
ve Me’ cüc göğe bir ok atar. Bu ok kana bulanmış şekilde kendilerine geri döner.
Şöyle derler: “Arzda olanları ezim ezim ezdik , sema da olanları da alçaltıp alt
ettik.” Allah onları enselerinden yakalayacak bir kurt gönderir. Bu kurt onları
toptan helak edip her birini parçalanmış halde yere serer. Muhammed’ in nefsini
elinde tutan zata yemin ederim ki, yeryüzünde bütün hayvanlar, onların etinden
yiyerek canlanır, sütlenir ve semirir.149 Zeyneb bt. Ebî Seleme Ümmü Habîbe bt.
Ebî Süfyan ,Zeyneb bt. Cahs tariki ile rivayet edilen bir hadiste: Nebi (s.a.v.) bir kere
telaşla Zeynep’in yanına gelerek:
148 Kütüb-i Sitte, (haz. İbrahim Canan ), Akçağ Yayınları,İstanbul,1995 II/508.149 Tirmizi, Tefsir, Kehf ; İbnu Mace, Fiten 33
48
—“La ilahe illallah, yaklaşan bir şerden dolayı vay Arabın haline. Bugün Ye’cüc ve
Me’cüc’ün seddinden şunun gibi bir delik açıldı” buyurarak başparmağı ile
şehadet parmağını halkaladı. Bunun üzerine Cahş kızı Zeynep:
—Ya Resulellah, içimizde bu kadar salih kimseler varken biz helak olur muyuz?
Diye sordu. Resulüllah:
—Evet, çirkinlik çoğaldığı zaman, diye cevap verdi.150
Hadislerde buyrulduğu gibi Ben-i Yafes’ten bir ırk
olan Ye’ cüc ve Me’ cüc kavmi, sonunda Zülkarneyn’ in seddini
delecek ve kıyamete yakın bir zamanda dünyaya büyük bir korku
salacaktır. _ “Öte yandan Peygamberimizden sonra geriye kalan
bütün vakitler için Kıyamete yakın vakitler yani “ahir zaman”
deyimini kullanmamız garip kaçmaz. Zira kendisinin benim
gelişim kıyamet alametidir buyurması bu konuda uzaklık ve
yakınlığın izafi olduğunu göstermektedir. ” _151 İşte bu yönüyle
Ye’ cüc ve Me’ cüc kıyametin habercisi, erken veya geç ne
zaman çıkarsa çıksın bir ahir zaman olayı ve kıyamet
alametidir.
Ye’ cüc ve Me’ cüc’ ün fesadının ve bozgunculuğunun ne
manaya geldiği konusunda çeşitli rivayetler vardır. Bazıları
onların insanları öldürdüklerini, bazıları memleketlerini
tahrip ettiklerini, bazıları insanları yediklerini, bazıları da
bahar günlerinde çıkıp insanların yeşilliklerini, ekin ve
sebzelerini yediklerini söylemişlerdir.152
Ye’cüc ve Me’cüc Moğollar Olabilir mi?150 Buhari, Enbiya 7, Menakıb 20, Fiten 4, 28; Müslim, Fiten 1; Tirmizi, Fiten 23.151 Buhârî, Rikak 39 - Müslim: 2950,( Sehl bin Sa’d -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şehadet parmağı ile orta parmağını yanyana göstererek” Ben kıyamete şöyle yakın olduğum halde gönderildim”.İki parmağıyla işaret ederek.)152 Nişaburi,Garaibu’l Kuran ve Regaibu’l Furkan,Kahire,VII,,366;Alusi, a.g.e., XVI/39; Razi, a.g.e., XVI/12.
49
Konuya dayanak olacak birkaç hadisi şerifle başlamak
yerinde olacaktır.Zira yakın zamanda Arap’ın başına gelecek bu
büyük belayı peygamberimiz az bir zaman önce haber vermektedir:
Nitekim hadis-i şerifte: Peygamberimiz (s.a.v.) bir kere telaşla Zeynep’in
yanına gelerek:
—“La ilahe illallah, yaklaşan bir şerden dolayı vay Arabın haline. Bugün Ye’cüc ve
Me’cüc’ün seddinden şunun gibi bir delik açıldı” buyurarak başparmağı ile
şahadet parmağını halkaladı. Bunun üzerine Cahş kızı Zeynep: Ya Resulallah,
içimizde bu kadar salih kimseler varken biz helak olur muyuz? Diye sordu.
Resulüllah: Evet, çirkinlik çoğaldığı zaman, diye cevap verdi”.153
Peygamberimiz rüyasında gördüğü bu durum Ye'cüc ve
Me'cüc'ün önündeki engellerin yavaş yavaş kaldırıldığına
işaret etmektedir. Şöyle ki rüyada görülen “Ye'cüc ve Me'cüc'ün
seddinden şöyle bir gedik açıldı” ifadesi gerçek bir gedik ve
toprak taş parçası değildir. Allah yavaş yavaş , zamanla
onların büyümesine izin verdiğine , bu kavimleri ekonomik
olarak veya sayıca büyüyeceğine ve dünyaya farklı beldelere
yayılmanın ilk başlangıcını yapmış olduklarına işaret
etmektedir. Bunun üzerine Cahş, “içimizde sâlih kimseler olduğu halde
toptan helâk mı olacağız?" “Yani hepimiz ölecek miyiz” diye sorar.
Peygamberimiz "Evet, fenalıklar artarsa öyle olur,der.
Fenalıklar artarsa ifadesi çok önemlidir. İbni Harmele
rivayetiyle diğer bir hadis-i şerifte: Rasullulah’ı akrep ısırdığı için
parmağını sarmış olarak bize hutbe irad etti ve hutbesinde şöyle buyurdu : ”Siz
düşmanınız bulunmadığını söylüyorsunuz.Oysa siz geniş yüzlü, küçük gözlü,
kumral saçlı, yüzleri deri üstüne deri kaplanmış kalkanları andıran ve her
dereden , tepeden boşalıp gelecek olan Ye’cuc ve Me’cuc ortaya çıkış zamanına
153 Buhari, Enbiya 7, Menakıb 20, Fiten 4, 28; Müslim, Fiten 1; Tirmizi, Fiten 23.
50
kadar düşmanla savaşmaya devam edeceksiniz.”154 Hadisin dikkat çektiği
ayrıntılara bakıldığında, adı geçen özelliklere bire bir uyan
Moğol Kavimlerinin suret-i hilkatini hatıra getirmekte ve
bilhassa Kafkas altı İslam medeniyetine ve Müslüman nüfusa
yaptıkları mezalime ışık tutmaktadır.
Moğollar ve Dünyayı Sarsan
İstilası:
Batı dillerinde Mongole, Mongoles ve Mongols diye
anılırlar. Doğu Asya kavimlerinden olup yurtları Moğolistan
Bölgesi’dir. Bugün Moğollar sadece Çin ile Rusya arasındaki
Moğolistan’da yaşarlar. Doğu Asya’daki sarı ırkın mongaloit
tipindendirler. Dilleri Moğolcadır. Moğollar hakkında ilk
bilgilere komşuları Çinlilerin tarihinde rastlanmaktadır.
Verilen bilgilere göre bu cahil ve vahşi kavim küçük kabileler
halinde ve göçebe şeklinde Gobi Çölü’nde yaşarlardı ve güneşe
taparlardı. Avcılık ve yağmacılıkla geçinirler, kan dökmeyi,
kötülük yapmayı severlerdi. Baskınlarda ok kullanırlardı.
Kadınları da harp ederdi. Her kötülüğü işlerler ve yasak
tanımazlardı. Şehirleri yakar yıkarlardı. Çoluk çocuk, kadın-
ihtiyar demeden kendilerinden olmayan diğer insanları
öldürürlerdi. Yiyeceklerini hayvani gıdalar teşkil ederdi.
İnsan eti yiyenler de vardı. Koyun, at, sığır, deve, katır,
domuz yetiştirirlerdi. Nikah ve aile bağı olmayıp bir kadına
sayısız erkek sahip olabilirdi. Dağınık, teşkilatsız ve başsız
olan bu vahşi Moğol kabileleri 13. asrın başına kadar bu halde
kaldı.155
154 İbni Hanbel,,a.g.e,V,271155 Yeni Rehber Ansiklopedisi,İhlas yay,İstanbul,1994,XIV,201-202
51
“13. yy’da başlayan Moğol istilası; Moğolların Cengiz Han
'ın bayrağı altında Orta Asya, Doğu Avrupa, Çin ve Sibirya
Ovaları'nı istila etmesiyle güç kazandı. Moğol kabilelerini
birleştiren Cengiz Han dünyanın en büyük imparatorluğun kurdu.
Ardından yaptığı fetihlerle ününe ün katan Cengiz Han ele
geçirdiği kalelerdeki herkesi katletmekle tanınır oldu. Doğudan
gelen bu haberler Avrupalıları oldukça korkuttu. Kısa sürede
birçok savaşlar gerçekleşti ve bunun sonucunda 30 milyon ile 60
milyon arasında insanın ölümüne neden olan savaşlar meydana
geldi. Moğol İstilası sırasında Moğollar birçok kenti
yağmalamış, birçok katliam yapmış ve Orta Asya'da yaptığı
saldırılar yüzünden birçok Türkî halkın Anadolu'ya göç etmesine
neden olmuştur. Yaşanılan yağma, göç, savaş gibi unsurlar
yerleşik hayattaki bir çok devleti etkilerken göçebe olan
halklar fazla etkilenmemiştir. Dünya tarihi açısından mühim bir
olay olan Moğol İstilası tabii ki dünyanın her tarafında önemli
sonuçlar doğurmuştur. 156
Moğol İstilası, 16. yy'da Hindistan'ın istilasına
varıncaya kadar devam etmesine rağmen Timur İmparatorluğu'nun
yıkılmasıyla Anadolu üzerindeki etkisi son bulmuştur. Moğollar
bu süreçte birçok devlet kurmuş, Çin'e hükmetmiş ve Japonya'ya
çıkartma yaparak bir ilke imza atmıştır. Avrupa'nın siyasi
güçlerini değiştirmiş ve dünyaya dehşet salmıştır. Ancak
Moğolların kurmuş olduğu devletler sürekli taht kavgaları ve
dış güçler yüzünden yıpranıp zamanla yıkılması Moğol
istilasının sonu olmuştur. 157”
156 http://lostislamichistory.com/mongols/157 Denis Sinor,The Mongols in the West, Journal of Asian History ,XXXIII, n.1 ,1999
52
Resim 6:Tarihi Kaynaklarda Ye’cüc ve Me’cüc’ün ülkesi
Ye’cüc ve Me’cüc İsmi Bir Künye mi?Her ne kadar bazı rivayetlerde ve bazı müfessirlerce bir
yaratık veya canavar gibi resmedilen Ye’cüc ve Me’cüc ; vahşet
ve barbarlıkta sınır tanımayan, çoklukları ve hızlı bir şekilde
hareket etmeleri nedeniyle158 mukavemet edilemeyen ve ellerine
düşenleri ihtiyar - çocuk demeyip acımadan katleden zalim ve
mütecaviz birer kavimler topluluğu olduğu bilinmektedir. Ancak
bu ismin özelde Moğol kabilelerini genelde de bu özellikteki
diğer insan kabilelerini tarif eden şemsiye birer kavram
olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Peygamberimizin hadiste de
buyurduğu gibi yakın zamanda özellikle Arapları ve o zamanda
yaşayan neredeyse bütün devlet ve halklarını perişan eden bu
gelişme, insanlık tarihine ve kökenine verdiği zararın yanı
sıra bilim, kültür ve medeniyete de büyük darbeler vurmuştur.
Camiler, kütüphaneler ve medreseler yakılıp yıkılmış; şehirler
ve ülkeler darmadağın edilmiştir.159
158 Ateş, a.g.e., III/1598159 Geniş bilgi için: (Abraham Constantin d'Ohsson,Moğol Tarihi,Nesnel Yayınları,İstanbul,2008)
53
-Ünlü tarihçi İbnü'l-Esîr, Moğol İstilâsını yazmamak için
bir hayli direndiğini belirttikten sonra, düşmanla bizzat
karşılaşmamışsa da kendisine anlatılan, aktarılan ve çeşitli
yollarla ulaşan bilgilerden hareketle olan biteni anlamaya ve
anlamlandırmaya çalışır. Tahammülü güç hadiselerin yaşandığını,
feryatların gökleri tuttuğunu ve yaşananları yazmanın bir
insan, hele hele bir Müslüman için hiç de kolay olmadığını
ifade eden tarihçi, topladığı bilgiler karşısında şaşkınlığını
dile getirmekten aciz kalır. Hattâ bunları duymaktansa hiç
dünyaya gelmemiş olmayı, unutulup gitmeyi temenni eder. Ona
göre bir kimse dünya yaratıldı yaratılalı, insanlık Hz.
Adem’den bu yana böylesi bir facia yaşamamıştır dese kesinlikle
doğru söylemiş olacaktır. Buhtunnasr’ın (Nebukadnezzar)
Yahudilere yaptığı zulüm ve katliam, Kudüs’ü ve Yahudi
kentlerini yerle bir etmesi Moğolların zulmü karşısında çok
hafif kalır. Cengiz ve askerlerinin sadece bir İslam şehrinde
katlettiği Müslüman sayısı, Buhtunnasr’ın katlettiği
Yahudilerin tamamından kat be kat fazladır. Moğol orduları
kendilerine tabi ve teslim olanla direnen arasında ayrım
gözetmemektedirler. Sadece eli kılıç tutan erkekleri değil
kadınları ve çocukları da öldürmekte, hamilelerin karnındaki
ceninlere bile merhamet etmemektedirler. Katliam işinde tek bir
kişinin dahi sağ kalmasına tahammül edemeyecek derecede ileri
gitmişlerdir. Girdikleri her İslam şehrinde Mushaf (Kur’an-ı
Kerim) dolaplarını yere boşaltarak atlarına yem teknesi
yapmışlar, çalgıcıları ve şarkıcıları mabede doldurmuşlar,
şarap içerek eğlenmişlerdi. Her şeyi tam bir teslimiyet ve
çaresizlik içinde seyreden halk ve ulema, eğlence bitip
Moğollar istirahata çekilirken olayı kendi aralarında Allah’ın
54
gazabının yansıması olarak değerlendirmişlerdi. Moğol güçleri,
Türk topraklarında ve İslam diyarlarında rüzgârın önüne katıp
sürüklediği hızla hareket eden bir bulut gibi oradan oraya
atılmışlardır.160
Resim 7: Moğol Hakanı Cengiz Han (Siz geniş yüzlü,
küçük gözlü, kumral saçlı, yüzleri deri üstüne deri kaplanmış kalkanları andıran ve her dereden ,
tepeden boşalıp gelecek olan Ye’cuc ve Me’cucle karşılaşmadan savaşınız bitmez. Ahmed b.
Hanbel,V,271)
SONUÇSonuç kısmını manevi ve zahiri bakımdan ikiye ayırarak ele
almak kıssanın meramı açısından daha isabetli olacaktır.
Kıssanın Manevi Sonucu:Zülkarneyn ve Kıssası:
1. Büyük ve kuvvetli imana sahip bir hükümdar ve cengaver olan
bu muhterem ve mükerrem zat, asla ve kat’a haksızlık, zulüm ve
haddi aşma gibi Allah’ın hoşlanmadığı sahalara girmemekle
kendinden sonra gelenlere örneklik teşkil etmiştir.
2.Zülkarneyn Kıssası, kişinin konumu ne olursa olsun gerçekte
bütün başarı, kuvvet ve kudretin onu var eden yaratıcının
elinde olduğunu öğretir. Bu başarı ve kuvvetin kişiyi asla
azdırıp şımartmamasına dair bir uyarının sonucunda bu kıssa,
Zülkarneyn’den hareketle insanlardan tevfik, inayet ve azametin160İbnü’l-Esîr, İzzeddin Ebü’l-Hasan b. Ali b. Muhammed, el-Kâmil fi’t-Târîh, nşr. Muhammed Yusuf ed-Dukâk, I-XI, Beyrut 1424/2003,X,399
55
Allah’a ait olduğuna kesin bir inanç ve itikatla iman etmeleri
istenir.
3. Adalet ve azameti sayesinde Allah’ın yeryüzündeki halifesi
ve mührü anlamına gelen bu cengaver kişilerin, Allah adına
zalimleri cezalandırması ve iyileri mükafatlandırması, Allah’ın
kuluna hem bir emr-i farizası hem de bir lütf-u ihsanıdır.
4.Bu kıssa genel anlamda yeryüzündeki fitne ve fesadın
yerilmesine dair bir işaret vaaz ederken, aynı zamanda bunun
önlenmesi ve bertaraf edilmesi noktasında yönetici ve tebaa
katında herkesin birbiriyle yardımlaşma ve dayanışma içersinde
olması gerektiğini öğütlemektedir.
5. Kıssanın muhatabı olan insan Allah’ın koyduğu hayat
kanunlarına ve insana ayırdığı şerefli yere bağlı
kalmalıdır.Allah’ın sözlerinin mutlaka gerçekleşeceğine
inandığı için hiçbir zaman umutsuzluğa düşmemeli ve paniğe
kapılmamalı,Allah’ın takdirine olan güvenini korumalıdır.
Kıssanın Zahiri Sonucu:Zülkarneynle ilgili ayetler hususunda tarihten günümüze
kadar yapılan bütün araştırmalar sonuç itibariyle şunu
göstermektedir ki, Zülkarneyn’ in kimliği, kendisine verilen
sebep ve yaptırdığı sed, var olan doğrular ışığında genelde
varsayımlar ve nazariyeler ortaya atılarak gerçeği bulmayı
amaçlamaktadır.
Bir kere şunu belirtmekte fayda vardır. Geçmişte ne
kadar cihangir, kahraman, devlet adamı veya komutan varsa sırf
bunların oldukça güçlü, azametli veya fatih olmasına bakılarak,
işte bu Kur’an’ın bahsettiği Zülkarneyn’ dir demek hiçbir zaman
doğru ve mesnetli bir davranış olmayacaktır.
56
Kanaatimizce gücü ve fütuhatı kıstas alırsak
tarihte bir Zülkaneyn yok bir çok Zülkarneyn vardır.Ama Allaha
inanmış, ihlas sahibi ve Ye’cüc ve Me’cüc diye anılan vahşi,
gayri medeni, insanlıktan nasibini almamış bu kavim için sed
inşa eden ve hayatı boyunca Allah için gerek savaşmış gerekse
adaletle hükmetmiş sadece bir kişi vardır. O da Kur’an’ın
bahsettiği kıssada adı geçen Zülkarneyn’dir. Peki tarihi
şahsiyetler içinde Zülkarneyn olma ihtimali en fazla olan zat
kim olabilir. Şimdi sırasıyla hareket edecek olursak:
1. Kur’an-ı Kerim kıssalarında geçen şahıs, yer ve zaman
öğeleri; genel anlamda verilmek istenen mesaj için bir
vesiledir. O münasebetle bu kıssada da Zülkarneyn’in kimliği,
nereleri ele geçirdiği, hangi kavimlerle karşılaştığı gibi
unsurlar ayrıntı olarak görülmüş olacak ki konuya dahil
edilmemiştir. Diğer kıssalarda olduğu gibi bu kıssanın da
amacı; kıssadan nasihat verilmek istenmesi ve her kesimden
insanın nefsini ilgilendiren dersler alması hedeflenmiştir.
2. Zülkarneyn ismi, araştırmalar ve ilm-i tespitler neticesinde
bu tarihi şahsiyetin lakabı olduğu, gerçek isminin bundan başka
olup, hadd-i zatında kahramanlığı, azameti ve hikayesine matuf
olarak bu künyenin verilmiş olabileceği düşünülebilir.
3. Allah’ın övgüsüne mazhar olan bu kişi, tarihi şahsiyetler
içersinde imanlı, adaletli, cengaver ve cihangir unvanlarına
layık birisi olarak ayrıca Beni İsrail’e olan menfaati ve
onları zulümden kurtarması açısından derin bir hatıra ve
özlemle anılıyor olması; İsrail Oğulları tarafından O’nun
hakkında soru sorulmasını kuvvetle ihtimal haline getirir.
Ebu’l Kelam Azad’ın da iddia ettiği gibi Zülkarneyn künyesinin
Ortadoğu ve Batı Asya bölgesinde hüküm süren bir imparatorluğun
57
hükümdarına ait olması tercihe şayandır. Zira kadim tarihten
bu yana dünyanın, ticaretin, siyasetin ve gücün merkezi hep bu
topraklar olmuştur ve hala popülaritesini devam ettirmektedir.
Bu yüzden Zülkarneyn’in, İbrahim (as) ile İsa (as) arasında o
topraklarda hüküm sürmüş, adalet ve azamet sahibi krallara
sahip olmuş olan Pers İmparatorluğunun kralları arasından
birisi olduğu ihtimali kuvvet kazanmaktadır.
4. Pers İmparatorluğu kralları arasında, tarihte gerek adaleti,
kişiliği,cengaverliği ve gerekse cihangirliği açısından Kral
Kiros (Kuruş) mümtaz bir yerde durmuştur. Tarihi vesikalarda
onun Afrika’nın batı kısımları olan Fas, Tunus, Cezayir ve
Libya’ya; Anadolu’da Ege sahillerine (Lidya), Balkanlarda da
Makedonya’ya kadar gittiği ve oraları topraklarına kattığı,
daha sonra doğu tarafına sefer yapıp doğu tarafında Nikran,
Belh ve Belucistan bölgelerindeki medeni ve vahşi insanları
hakimiyeti altına aldığı rivayet edilmektedir. Diğer bir
seferini de o zamanın Yahudilerine büyük eziyetleri dokunan
zalim kral Buhtu-n Nasr’ın üzerine yapmış ve hakimiyetine son
vermiştir. Bu bakımdan Yahudilerin övgüsünü ve sevgisini
kazanmış olması dikkatleri çeken diğer bir ayrıntı ve noktadır.
Bundan sonra üçüncü ve son seferini Kur’an’ın tabiriyle iki sed
arasına yani kuzeydeki Batı Asya veya Kafkasya Bölgesi’ne
doğrudur.Burada yaptırdığı set, büyük ihtimalle iki deniz
arasında (Hazar ve Karadeniz) ulaşımın ancak geçitler yoluyla
sağlanmasına müsaade eden; engin ve sarp kayalıklarıyla ünlü
Kafkas Dağlarının, iç bölgelerle bağlantıyı koparacak en önemli
geçidinin kapatılmasıyla gerçekleşmiştir.Kuran’ın tabiriyle o
vahşi halk bunu o zamanın teknolojisiyle uzun zaman delememiş
58
ve alt edememiştir. Böylece alt bölgelerdeki medeni ve kendi
halinde zararsız insanlara ilişmeleri engellenmiş olmaktadır.
5. Tarihi vesikalarda ve anlatılarda genel anlamda Kafkasya
Bölgesi’ nde gerek Derbent Geçidi gerekse Demirkapı gibi
geçitlerin varlığı bir hakikattir. Dolayısıyla Zülkarneyn’in
meşhur seddini buraya inşa ettiği kuvvetle ihtimaldir. Tarih
kitapları, Abbasi halifelerinden bazılarının buralara keşif
birlikleri göndererek Zülkarneyn Seddini arattığı ve bazı sedde
benzer şeyler gördüklerini rivayet eder. İşte adının çok önemli
olmadığı bu demir ve bakır karışımı mukavemetli seddin yıkılıp
geçilme zamanı geldiğinde o zaman için oldukça barbar ve vahşi
hayat süren Moğol kabileleri, hem büyük bir zafer coşkusu hem
de diğer millet ve medeniyetlere olan kin ve nefretleri
sebebiyle önlerine çıkan ne varsa yerle bir etmiş; insanlığın
kültür ve medeniyet birikimini deyim yerindeyse herc-ü merc
etmişlerdir. Burada son olarak Ye’cüc ve Me’cüc’ü insan ve
hayvan karışımı bir yaratık olarak düşünmenin pek sıhhatli
olmadığını; isabetli olanın bu iki kavramın vahşeti ve
barbarlığı kendine ilke edinen bütün toplumlar için şemsiye
veya künye birer kavram olarak düşünmenin daha doğru
olacağıdır. Dolayısıyla gerek hadis gerekse tarihi kaynaklarda
azgın ve barbar bir insan ırkı olan bu kavmin yaratık gibi
algılanması manen canavar fıtratında olmalarına yorulabilir.
Bununla beraber gerek yakın tarih gerekse gelecekte insanlıktan
nasibini almamış kimselerin bu canavarlaşma potansiyelini her
zaman harekete geçirebileceği de bir hakikattir. Kim bilir
büyük bir hızla ve baş döndürücü bir şekilde ilerleyen bilim
dünyası ve genetiğin kötü kişilerin elinde çeşitli şekillerde
kötüye kullanılarak insanlığın kökenine ve hayatına kastedecek
59
yeni bir “Ye’cüc ve Me’cücileşme” tehlikesini doğurabileceğini
de ihtimalden çıkarmamak gerekir.
Bununla beraber en doğrusunu Allah (c.c.) bilir.
KAYNAKÇA
Kur’an-ı Kerim
Kitab-ı Mukaddes
Abdulbaki Güneş, Kur’ an Kıssaları ve Medeniyetleri İnşası,
Gündönümü Yay.İstanbul,2005
Abdurrahman Bin Nasr es Sa’di,Teysiru-l Kerimi-r Rahman fi
Tefsiri-l Kelami-l Mennan,Beyrut,h.1421,
Abraham Constantin d'Ohsson,Moğol Tarihi,Nesnel
Yay,İstanbul,2008
Ahmed b. Hanbel, Müsned, Çağrı Yay., İstanbul,1992
Ali ARSLAN,Hulasatu-t Tefasir,Arslan Yay,tsz,İstanbul
Ana Britanica Ansiklopedisi, Ana Yayıncılık, İstanbul , 1990
60
Arif Abdulfettah Tabbara,Kur’ an’ da Peygamberler ve
Peygamberimiz, terc. Ali Rıza Temel – Yahya Akın, İst., 1985
Bahaeddin ÖGEL Prof.Dr., Türk Mitolojisi, TTK Yay,Ankara.2003
Büyük Larausse Ansiklopedisi,Milliyet Yay,tsz.
Celal YILDIRIM, Asrın Kur’an Tefsiri,Anadolu Yay., İzmir,1987
Denis Sinor,The Mongols in the West, Journal of Asian
History,1999
Ebu'1-Fadl Cemalüddin Muhammed b. Mükerrem İbn-i Manzur,
Lisanu'l-Arab, 3. Baskı, Daru'1-Fikr, Beyrut, 1994
Ebu’l-Fida İbn Kesir, Tefsiru’ l Kur’ ani’ l-Azim, Çağrı Yay.,
İst., 1993
Ebu’l-Hasan Ali b. Ahmed el-Vahidi,Esbab-ı Nüzul, İhtar Yay.,
Erzurum, 1994
Ebu’l-Kelam AZAD, Zülkarneyn Kimdir? (Çev. Muharrem Tan), İz
Yay., İstanbul, 2000
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ an Dili, Şura
Yay., İst.,1999
El Müntehib fi Tefsiru-l Kur’ani’l Kerim,Mısır Vizaratu-l Evkaf
Neşr.,20. b,Kahire,h.1423
Er- Ragıb el- Huseynıı b. Muhammed el- Isfahani, el- Mufredat
fi Garibi’l- Kuran,Beyrut,tsz.
Fahrettin Razi, Tefsiru’l-Kebir, Akçağ Yay., Ankara, 1993
61
İskender Türe, Zülkarneyn, Karizma Yay.,İstanbul,2001
İslam Ansiklopedisi, MEB. Yay., İstanbul,1994
İsmet Ersöz , “Ashab-ı kehf”, DİA, İstanbul, 2000
İzzeddin Ebü’l-Hasan b. Ali b. Muhammed İbnü’l-Esîr, el-Kâmil
fi’t-târîh, nşr. Muhammed Yusuf ed-Dukâk, I-XI, Beyrut
1424/2003
Kütüb-i Sitte, (haz. İbrahim Canan ), Akçağ Yay.İst,1995
Mecduddin Muhammed b. Yakub Firuzabadi, el-Kamusu’ l-Muhit,
Kahire, 1332
Mehmet Toptaş,Şifa Tefsiri,Cantaş Yay,İstanbul
Mevdudi, Ebu’l-Ala, Tefhimu’l Kur’ an, İnsan Yay., İst., 1996
Muhammed Eş-Şevkani,Fethu-l Kadir,h.1250
Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, İşaret Yay., İst., 1999
Muhammed b. Cerir et-Taberi, Tefsir-i Taberi,Hisar Yayınları ,
İstanbul, 1996
Nişaburi,Garaibu’l Kuran ve Regaibu’l Furkan,Kahire,tsz
Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi, İhlas Yay., İstanbul
Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi, İhlas Yay.,ts, İstanbul
Said Nursi, Lem’ alar, 16. Lema, Yeni Asya Yay., İst., 1990.
Salah Abdülfettah El – Haleri, Maa Kısasi’l – Sabikin fi’l-
Kur’ an, Beyrut,1979
Sabuni, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefasir, Beyrut, 1981
62
Seyyid Kutup, Fi Zilali’l Kur’ an, Merve Yay.ts,
Süleyman Ateş , Kur’ an’ ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuk
Neşriyat,İstanbul,1988
Sami, Şemsettin, Kamu’l-A’ lam, İst., 1308
Şihabuddin Mahmud el-Haseni el- Hüseyni el-Bağdadi Alusi,
Ruhu’l-Meani, Beyrut,1987
TDV İslam Ansiklopedisi,TDV Yay. Ankara, 2002
Yeni Rehber Ansiklopedisi,İhlas Yay,İstanbul,1994
Yeni Ansiklopedi,Timaş,Yay,İstanbul,1991
http:tr.//wikipedia.org/
63