-ESRARENGİZ BİR KUR’AN KISSASI- “ ZÜLKARNEYN” VE YE’CÜC - ME’CÜC İSTİLASI

63
-ESRARENGİZ BİR KUR’AN KISSASI- “ ZÜLKARNEYN” VE YE’CÜC - ME’CÜC İSTİLASI Bilal COŞKUN ABSTRACT Literally "the possessor of two horns is a figure mentioned in the Quran, "Zu" (Arabic: و ذ, ḏū ) means "owner". The word "qarn" means a horn, but can also mean a generation or a century. Thus "dhul qarnain" literally means the "two-horned one", or "the one who impacts upon two ages or generations". The latter interpretation is more likely since the word "qarn" was used in the Quran in the context of time and never as a horn. Furthermore, the barrier he erected is set to crumple in the Last Age (Quran 18:98). However, according to a classical interpretation, the name is due to his having reached the two 'Horns' of the Sun, east and west, where it rises and where it sets" during his journey GİRİŞ Kur’ an-ı Kerim’de Kehf Suresi’nde geçen en önemli ve en karmaşık kıssalardan biri, Zülkarneyn kıssasıdır. Kıssanın karmaşıklığı, Zülkarneyn olarak anılan şahsiyetin kimliğinin tespitinde ortaya çıkmaktadır. Çünkü Kur’an, anılan şahsiyetin ne adını, ne de vatanını zikretmiştir. Tefsir bilginleri ve 1

Transcript of -ESRARENGİZ BİR KUR’AN KISSASI- “ ZÜLKARNEYN” VE YE’CÜC - ME’CÜC İSTİLASI

-ESRARENGİZ BİR KUR’AN KISSASI-

“ ZÜLKARNEYN” VE YE’CÜC - ME’CÜC İSTİLASI

Bilal COŞKUN

ABSTRACT

Literally "the possessor of two horns is a figure

mentioned in the Quran, "Zu" (Arabic: و ."ḏū) means "owner ,ذ�

The word "qarn" means a horn, but can also mean a generation or

a century. Thus "dhul qarnain" literally means the "two-horned

one", or "the one who impacts upon two ages or generations".

The latter interpretation is more likely since the word "qarn"

was used in the Quran in the context of time and never as a

horn. Furthermore, the barrier he erected is set to crumple in

the Last Age (Quran 18:98). However, according to a classical

interpretation, the name is due to his having reached the two

'Horns' of the Sun, east and west, where it rises and where it

sets" during his journey

GİRİŞ

Kur’ an-ı Kerim’de Kehf Suresi’nde geçen en önemli ve

en karmaşık kıssalardan biri, Zülkarneyn kıssasıdır. Kıssanın

karmaşıklığı, Zülkarneyn olarak anılan şahsiyetin kimliğinin

tespitinde ortaya çıkmaktadır. Çünkü Kur’an, anılan şahsiyetin

ne adını, ne de vatanını zikretmiştir. Tefsir bilginleri ve

1

bunun yanında araştırma yapan pek çok aydın, onun hala kim

olduğunu belirlemeye çalışmaktadır.

Nitekim Zülkarneyn hakkında araştırma yapan veya

fikir yürüten pek çok müfessir ve yazar, tarihi şahsiyetler

içinden Zülkarneyn olabilecek kişilikte birkaç kişiyi

zikrettiklerini belirtmemiz gerekiyor. Ona Makedonyalı

İskender, Aferidun bin Asfiyan, Oğuz Kağan, Merziban bin

Merduye, Ebu Kerb Semiy bin Ubeyd El Efrikiş El Himyeri, Pers

Kralı Hüsrev ve Kiros1 diyenler olduğu gibi; I. Dara2 veya Hanok3 olabileceğini düşünenler de bulunmaktadır. Zülkarneyin’in

kişiliği ve şahsiyeti hakkında az bilgiye sahip olsak da,

Kur’an’ın belirttiği üzere O’nun çok salih ve itaatkar bir kul

olduğunu anlayabiliyoruz.

Zülkarneyn’e Kur’ an-ı Kerim’de belirtildiği üzere,

“sebeb” ismi adı altında bir takım “alet, vasıta veyahut lahuti

bir yardım” yapıldığı ve Zülkarneyn’in de bu yardım sebebiyle

üç ayrı seyahate çıkmış olduğu bildirilmektedir. O, bu

seferlerden ilkini Kur’ an’ın tabiriyle “güneşin battığı yere” (batıda

karaların bitip denizin başladığı yer) doğru gerçekleştirmiştir. Burada

gerçekleşen bir dizi diyalog ve hadiseden sonra ise yine Kur’

an’ ın ifadesiyle “güneşin doğduğu yere (doğuda bitki örtüsü fakir bir

mıntıka)” doğru ikinci seferini yapmıştır. Kur’an’da bundan sonra

Zülkarneyn’in “iki set arası” (Kuzeyaltı Asya’da bir Türk bölgesi ) diye

isimlendirdiği bir mevkiye doğru hareket ettiğini ve bu son

1Yıldırım Celal, Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları, İzmir,1987, VII , 36762 Azad Ebu’l-Kelam, Zülkarneyn Kimdir? (Çev. Muharrem Tan), İz Yayınları, İstanbul, 2000, s. 59.3 Ateş Süleyman, Kur’ an’ ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuk Neşriyat,İstanbul,1988, V/325

2

seferinin nihayetinde ise oldukça muhkem ve dayanıklı bir sed

inşa ettiğini kaydetmektedir.

Zülkarneyn hakkında yapılan araştırmalarda onun

peygamber mi,veli bir kul veya bir hükümdar mı olduğu konusunda

hiçbir sarahat bulunmamaktadır. Kur’ an-ı Kerim’den kimliği

hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz Zülkarneyn için El

Haleri: ”Bu konu hakkında maalesef zikredebileceğimiz tek bir sahih hadis dahi

bulunmamaktadır,” 4der.

Kim olduğu yönünde ayetlerden ve rivayetlerden

zahirde kesin bir bilgiye sahip olunamayan bu zatın kim

olacağına dair İslam’ın ta ilk devirlerinden bugüne kadar küçük

veya büyük çapta pek çok çalışma kaleme alınmış ve türlü türlü

görüşler ortaya atılmıştır.Çeşitli milletlere ait ilim

adamlarınca bu konuda yapılan araştırmaların neticesinde

“Zülkarneyn” adında yeni yeni eserler ortaya çıkarılmış ve

zamanımızda da hala devam etmektedir.

ZÜLKARNEYN KISSASI’NIN ANLATILDIĞI KEHF SURESİ

1.Kehf Suresinin Özellikleri ve Muhtevası Kehf Suresi, rivayetlere göre Gaşiye Suresi’nden

sonra Mekke’ de nazil olmuştur ve yüz on ayetten müteşekkildir.

28, 83 ve 101. ayetlerin Medine’de indiği yolunda rivayetler

varsa da muhteva ve üslubu bu rivayetlerin sıhhati konusunda

şüphe uyandırmaktadır. 5 Bu sure-i celile, hikmetleri hala

tartışılan ve bu hikmetlerin anlaşılması adına asırlar boyunca

ümmetin alimlerini meşgul etmiş ibretli birkaç kıssayı konu

4 El – Haleri, Salah Abdülfettah, Maa Kısasi’l – Sabikin fi’l-Kur’ an, Beyrut,1979,VI \ 246.5 TDV İslam Ansiklopedisi,TDV Yayınları, Ankara, 2002, XXV / 188

3

edinmektedir. Hiç şüphesiz bunlardan ilki ve en önemlilerinden

birisi, “Ashab-ı Kehf” kıssasıdır. “Kehf”, mağara anlamına

gelmektedir. “Ashab-ı Kehf” ise “Mağaraya Sığınanlar” veya “Mağara

Arkadaşları” anlamlarına gelmektedir. Sure-i celile, ismini de

buradan almaktadır. 6

Ashab-ı Kehf’ in kimler olduğu, niçin oraya girdikleri ve

orada ne kadar kaldıkları gibi hususlar, ayetlerde etraflıca

beyan edilmektedir. Daha sonra Hızır ile Musa (as)’ın bir

hatırasının geçtiği surenin son kısmında, konumuzu da teşkil

eden Zülkarneyn Kıssası anlatılmaktadır. Ayette :

“Ey Muhammed, sana Zülkarneyn’ den sorarlar. Onlara: “Size

onun hakkında bazı hatıralar anlatacağım” de. Biz ona yeryüzünde büyük bir güç

vermiştik. Biz, ona ulaşmak istediği her şeyi elde etmenin yolunu gösterdik.”7

Daha sonra Zülkarneyn’in batıya ve doğuya yaptığı

uzun seferler, oralarda yaptığı işler ve karşılaştığı olaylar,

Ye’ cüc ve Me’ cüc hadisesi ele alınmaktadır.

Peygamber Efendimizden de Kehf Suresi ile ilgili

bazı hadis-i şerifler varid olmuştur. Özellikle Kehf Suresi’nin

kıssaları hakkında bazı açıklayıcı bilgiler veren

Hz.Peygamberden (sav), surenin fazileti hakkında bir çok

hadis-i şerif zikrolunmuştur. Bunlardan birkaçını ifade

edersek:

Bera b. Azib şöyle der: Useyd b. Hudayr, Kehf Suresini okudu. O anda

evinde bir at bulunuyordu. At ürkmeye başladı. Useyd, namazdan selam verdi.

Birde ne görsün! Atı bir duman veya bulut kaplamış vaziyette. Useyd gelip bunu

6 Taberi, Muhammed b. Cerir , Tefsir-i Taberi,Hisar Yayınları , İstanbul, 1996, V \ 331; TDV İslam Ansiklopedisi, XXV,188 7 Kehf, 18\83-84.

4

Resulullah’ a anlattı. Resulullah (sav)’ de:” Oku ey Useyd, o gördüğün Kur’ an

okunurken inen huzur verici şey (sekine)dir” diye buyurdu.”8

Peygamberimiz (sav) diğer bir hadis-i şerifte de bu

surenin fazileti hakkında şöyle buyurmuştur:

“Kehf Suresi’nin başından kim on ayet ezberleyecek olursa, Deccal’ ın

şerrinden korunmuş olur. ”Diğer bir hadiste de: “Kim Kehf Suresinin sonundan on

ayet ezberlerse, Deccal’ ın şerrinden korunmuş olur” 9diye buyrulmaktadır.

Başka bir hadis-i şerifte ise “Kim Kehf Suresi’ nin başını ve

sonunu okuyacak olursa, bu sure o kişi için ayaklarından başına kadar nur olur.

Kim de tamamını okuyacak olursa bu sure o kişi için yerden göğe kadar

uzanacak bir nur olur” 10diye buyrulmaktadır.

Görülüyor ki, enteresan hadiselerden bahseden bu

sure, yine ilginç olay ve durumlara karşı bir kalkan

oluşturmakta ve okuyan kişiye oldukça üstün faziletler

kazandırmaktadır.

Bunun dışında Kehf Suresinin dini,tarihi ve ilmi yönünü

araştırmakla ilgili olarak müstakil eserler kaleme alınmış

olup bazıları şunlardır: ”Şemseddin Sivasi, Nakdü-l Hatır Fi Tefsiri Suretü-l

Kehf (Beyazıd Devlet Ktp.No 3676), Şehabeddin Sivasi,Sure-i Kehf Tefsiri (Süleymaniye

Ktp. Pertevniyal Sultan,No,85), Kemalpaşazade,Tefsiru Sureti-l Kehf(Süleymaniye

Ktp.Yenicami,No,1180),Saçaklızade Mehmed, Tefsiru Sureti-l Kehf (Adana İl Halk

Ktp.,No,138) Muhammed Adil Kalkayli,El hendesetü-l İlahiye fi Tefsiri Sureti-l Kehf

(Amman 1406/1986);Muhittin Akgül, Maturidi Tefsiri’nde Kehf Suresi’nin Tahkik ve

Tahlili(1991 Dokuz Eylül Ünv.,Sos. Bil. Enstitüsü) Muhammed Taylan, Kehf Suresi’nde

anlatılan Kıssaların Tarihi,Edebi,İlmi ve Dini Açıdan Tahlili(1999,Ankara

Sos.Bil.Enstitüsü)11

8 Buhari,Fedailu-l Kuran,11,Müslim,Musafirin 240,241;Tirmizi,Sevabu’l Kuran,6,2887.9 Tirmizi ,Fiten,59;Müslim,Fiten,110.10 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, III\439.11 TDV İslam Ansiklopedisi, XXV / 189

5

2. Kur’ an’da Kıssa Kavramı “Kıssa” kelimesinin çoğulu, “kısas”tır. Kelime, “kasasa”

kökünden gelip “bir çeşit iz takibi, birinin izinden gitmek “12

anlamına gelmektedir. Bunun dışında “bir adama haber veya sözü beyan

edip bildirmek, bir şeyi makasla kesmek veya kırkmak anlamını da taşır”.13 Yine

Araplar, bu kelimeyi “göğüs, sadr, göğsün başı veya göğüs kemiği gibi

manalarıyla bir şeyin önemli kısmı, belli bir bölümü, bir parçası” anlamlarında

da kullanmaktadırlar.14

Kur’ an-ı Kerim’de bu kelime, pek çok ayette

geçmektedir. Bunlardan bir kaçını örnek vermek gerekirse, Yusuf

Suresi 3. ayette geçmişteki kavimlerin hikayelerine atıf

yapılarak: “Resulüm, biz sana kıssaların(hikayelerin) en güzelini

anlatıyoruz”15 diye; Kehf suresi 13. ayette ise bu kıssaların aynı

zamanda bir haber ve rivayet değeri olduğuna işaret edilerek:

“Biz sana onların kıssalarını (haberlerini) hak ile gerçek olarak

anlatıyoruz.”16buyrulmakta ; Araf suresi 76. ayette ise bir ibret ve

tefekkür vesikası olarak “Sen onlara bu kıssayı (ibret verici hadiseyi)

anlat, belki üzerinde düşünürler.”17 diye vaaz edilmektedir. Gördüğümüz

gibi ayetlerde “kıssa” kelimesi, genel itibariyle geçmişte

“yaşanan olaylar, bir yerden bir yere haber aktarma,

bilgilendirme” anlamlarında kullanılmıştır.

Buradan hareketle etimolojik olarak “kıssa” ve

“kasas” , bir kimseye veya şeye ait olayları izlemek

anlamlarına geldiği gibi, anlatmak ve nakletmek anlamlarına da

12 İbn Manzur, Ebu’l- Kasım b. Manzur el- İfriki, Lisanu’l Arabi’l – Muhit, Beyrut, ts., III, 74; er- Ragıb, el- Huseynıı b. Muhammed el- Isfahani, el- Mufredat fi Garibi’l- Kuran, 404.13 İbn Manzur, a.g.e,III\101-102.14 İslam Ansiklopedisi, MEB Yayınları., İstanbul, 1994., VI\771.15 Yusuf, 12\3.16 Kehf, 18\13.17 Araf, 7\76.

6

gelmektedir. O halde Kur’ an kıssaları denince, “insanlık

tarihi boyunca tarihin derinliklerinde kaybolup gitmiş veya

kulaktan kulağa haberleri aktarılan ve yaşadıkları haberlerin

izleri devam eden insanların başlarından geçen olayların, daha

sonrakiler için ders ve ibret olmak üzere adeta canlandırılarak

anlatılması” olarak anlamamız mümkündür. Kur’an–ı Kerim

peygamberlerin, müminlerin ve kafirlerin kıssalarını değişik

vesilelerle zikretmiştir. Ayrıca Kur’ an bu kıssaları

anlatmada ki hedef ve amacını, onlardan alınabilecek dersleri

ve onlar üzerinde düşünme ve tefekkür yöntemini de

belirtmiştir. Kur’ an, kıssalar vasıtasıyla Hz. Adem (as)’ dan

Hz. Muhammed (sav)’ e kadar geçen süredeki insan tecrübesine

temas etmiştir. Bu gerçeği “tarihi yönlendirmek” olarak ifade

etmek pek tabiidir.18

Kur’ an üslubunda dikkat çeken bir diğer husus da,

kıssa manalarının muhtelif surelerde tekrar edilmesidir. Bu

tekrar, kıssanın tamamını değil, bazı kısımlarını içine

almaktadır.Öte yandan Kur’ an bu kıssaları naklederken gözetip

üzerinde durduğu en önemli husus, edebi ve fenni

incelikleridir. Bu manevi incelikler, bir tek hadiseyi muhtelif

şekillerde tasvir etmekte ve bu hadise, şartlara ve değişik

pozisyonlara göre değişik ibarelerle ifade edilmektedir. Burada

işaret etmek gerekir ki, tekrarın gerek fert, gerek cemaatler

üzerinde elle tutulur tesiri vardır. Bir şey tekrar edildiği

zaman, zihinlerde yerleşir ve kendisini kabul

18 Güneş, Abdulbaki, Kur’ an Kıssaları ve Medeniyetleri İnşası, Gündönümü Yayınları,İstanbul,2005 ,s.I8

7

ettirir.Tekrardaki bu tesir, herkes tarafından bilinen bir

hakikattir.19

3.Zülkarneyn Kıssası’nın Nüzul Sebebi Tefsir kitaplarında genel anlamda kıssanın nüzul

sebebi olarak, bazı insanların Hz. Peygamber (sav)’ e gelerek

Zülkarneyn hakkında soru sormalarına binaen indirildiği

rivayet edilir.20 Taberi, (öl.310\923) kıssanın inmesine sebep

olan soruyu soranların Yahudi veya Yahudi güdümünde hareket

eden bazı Mekkeli müşrikler olduğunu ileri sürer.21

Öte yandan Muhammed b. İshak bu surenin sebeb-i

nüzulü hakkında şöyle der: “Mısırlı bir ihtiyar bana anlattı. Bundan kırk küsur

sene önce gelmişti yanımıza, ona İkrime anlatmış, ona İbn Abbas nakletmiş ve şöyle

demiş: “Kureyşliler, Nadr b. Haris’i ve Muayt b.Ukbe’yi Medine’deki Yahudi Hahamlarına

gönderdiler ve dediler ki: “Onlara Muhammed’ in durumunu ve niteliklerini anlatın.

Söylediklerinizi bildirin ve nasıl hareket edeceğinizi sorun. Çünkü Yahudiler, ilk kitap

ehli bir kavimdir. Peygamberlerle ilgili bizim bilmediğimiz çoğu şeyi bilirler”. Daha sonra

bu iki kişi Medine’ ye gider ve Yahudi Hahamlarını bulup onlara Hz. Peygamber’ e ait bir

takım sözleri ve özelliklerini anlatırlar. Yahudi Hahamlar: “Ona söyleyeceğimiz şu üç

soruyu sorun, eğer bu sorulara cevap verirse gerçekte o hak peygamberdir, hemen tabii

olun. Yok eğer cevap veremezse, o yalancıdır, hemen kendisini terk edin” demişlerdi.

Bunun üzerine bu iki müşrik sormak üzere şu üç soruyu getirip Hz. Peygamber (sav)’ e

sormuşlardır:

_“O gençlerden ki, önce ki zamana gittiler, işleri ne idi? Çünkü bunların hikayesi tuhaftır.

_O dolaşan adamlardan ki,onlar dünyanın doğusuna ve batısına ermişlerdi, bunun

kıssası nedir?

_Ruhtan sorunuz. O nedir?22 “

19 Tabbara, Arif Abdulfettah, Kur’ an’ da Peygamberler ve Peygamberimiz, terc. Ali Rıza Temel – Yahya Akın, İstanbul, 1985, s. 30. 20 Sabuni, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefasir, Beyrut, 1981, II/20321 Taberi, a.g.e., V\378.22 Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ an Dili, Şura Yayınları, İstanbul, 1999, V\204; Alusi, Şihabuddin Mahmud el-Haseni el- Hüseyni el-

8

Hz. Peygamber (sav) bu sualleri duyunca, onları size yarın

cevaplayacağım dediği halde “inşallah” diye ilave etmediği için

rivayete göre tam on beş gece vahyin gelmesini

beklemiştir.Tabii bu durum Hz. Peygamber (sav)’ i oldukça

müşkül bir durumda bırakmış, müşriklerin kendisiyle dalga

geçmesine sebep olmuştur. Müşrikler: “Bize Muhammed yarın dedi, ama

on beş gün geçti, hala sorduğumuz soruların hiç birine cevap vermedi”

dediler.Hz. Peygamber (sav), bunu duyunca çok üzülüyordu. Daha

sonra Hz. Cebrail (as), ilk iki soruyu içine alan Kehf

Suresi’ni, bilahare 3. soruya cevap teşkil eden İsra

Suresi’nin 85. ayetini indirdi.23

ZÜLKARNEYN ‘E VERİLEN LAHUTİ GÜÇ (SEBEB) Kimliği, kişiliği ve makamı hakkında İslam alimlerinin

ihtilaf ettiği Zülkarneyn isminin, hadd-i zatında anılan zatın

ismi mi yoksa künyesi mi olduğu konusu da oldukça

tartışmalıdır. Çünkü bu salih zatın gerçekten isminin mi yoksa

lakabının mı Zülkarneyn olduğu tam olarak

bilinmemektedir.Bununla beraber cumhurun görüşüne göre

Zülkarneyn ismi kıssada anlatılan salih zatın künyesi

olabilirliği yönünde yoğunluk kazanmaktadır. Nitekim Elmalılı

M. Hamdi Yazır (öl. 1358\1942) “ Zülkarneyn ismi, tıpkı

Zülyedeyn, Zülkifl, Zülcenaheyn gibi bir lakaptır. Sözlüklerde

genişçe açıklandığı gibi “karn” birçok anlama gelmektedir.

“Boynuz, asır, aynı zamanda yaşamış olan topluluk anlamına

geldiği gibi, insanın başına özellikle başının yanlarına yani

şakaklarına ki, hayvanda boynuzun yeridir ve erkeklerinBağdadi, Ruhu’l-Meani, Beyrut,1987, XVI\29; Kutup, Seyyid, Fi Zilali’l Kur’ an, Merve Yayınları,ts., IX\460.23 İbn Kesir, Ebu’l-Fida, Tefsiru’ l Kur’ ani’ l-Azim, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1993, X\5062; el-Vahidi, Ebu’l-Hasan Ali b. Ahmed. Esbab-ı Nüzul, İhtar Yayınları, Erzurum, 1994, s.325.

9

perçemine, kadınların zülüflerine, güneşin uzaktan düz görünen

yüzünün kenarına ve bir kavmin başında olan efendisi” gibi

anlamlara gelebilmektedir.” 24 Ayrıca perçem, tepe, zaman,

nesil25 gibi anlamları da ihtiva eden “karn” sözcüğü; sahip,

malik gibi manalara gelen “zu” sözcüğünün başına gelmesi ve

“karn” sözcüğünün tesniyesi olan “karneyn” sözcüğüyle

birleşmesinden dolayı “karn”’ın mana türevlerine göre

anlamlandırılmaktadır.26 Bütün bunların yanında Kur’an-ı

Kerim’de ki kullanılışı dikkate alınırsa vaktiyle arzın

doğusuna ve batısına hakim olmuş “cihangir” anlamına geldiği

görülür. Diğer kaynaklarda ise “başının iki yanına vurularak

öldürüldüğü için”27 ona bu ismin verildiği öne sürülür.

Ayrıca Ehl-i Kitabın “Zülkarneyn’ in Bizans ve İran’ı ele

geçirdiği için”28 bu adı aldığı görüşünde olduğu

nakledilmektedir. Öte yandan “saçının örgülü olması yanında

ışıkla karanlığın emrine verilmesinden dolayı” 29 da bu ismi

almış olacağı rivayet edilmiştir.

Kur’ an’da geçen Zülkifl “pay sahibi” anlamına,

Zünnun ise “balık sahibi” anlamına gelmektedir. Zünnun sözcüğü,

Kur’ an’ da Hz. Yunus için kullanıldığına göre, Zülkarneyn

sözcüğü de aynı tarzda bu salih zatın künyesi olarak

kullanılmış olabilir. Zaten tefsircilerin çoğunluğu da bu

görüşü benimsemektedir.30

24 Elmalılı, a.g.e., V\205.25 Firuzabadi, Mecduddin Muhammed b. Yakub, el-Kamusu’ l-Muhit, Kahire, 1332,IV\257.26 Firuzabadi,a.g.e,1332,IV27 İbn Kesir, a.g.e., X\506228 Eşşevkani Muhammed,Fethu-l Kadir,Kahire, h.1250,III,30829 Razi, Fahrettin, Tefsiru’l-Kebir, Akçağ Yayınları, Ankara, 1993, XV\247;.Şevkani,a.g.e.III,30830 Yazır, a.g.e., V\205

10

“Zülkarneyn” sözcüğünün bu salih zatın künyesi

olduğunu düşünmenin daha uygun olacağını açıkladıktan sonra

şimdi tarihi şahsiyetler içerisinde Zülkarneyn olma ihtimali

olan kişileri başlıklar halinde inceleyelim.

ZÜLKARNEYN’E ATFEDİLEN TARİHİ KİŞİLİKLER

1- Makedonya Kralı Büyük İskender: Çoğu İslam kaynaklarında Zülkarneyn ismi yerine

Makedonyalı İskender ismi geçer. Öyle ki bunu söylemek çok

doğal karşılanmıştır.Tarihte III. Aleksandros (Doğum:M.Ö. 356

Pella-Makedonya // Ölüm: M.Ö. 323 Babil )  olarak bilinen

Makedonya Kralı ve Makedonya’nın tarihteki en büyük

imparatorudur. Türk tarih literatüründe  Büyük

İskender, İskender Rumî, İskender Yunanî  ve Makedonyalı

İskender olarak da bilinir.31 İslam Tarihinde daha çok efsanevi

şahsiyetiyle tanınan Makedonya Kralı Büyük İskender, M.Ö. 356

yılında Makedonya’ da ki Pella kasabasında doğmuştur. Asıl adı

Alexandros’ tur. Makedonyalı II. Philip ile Olimpiasin oğludur.

Özel hocalar tarafından yetiştirilmiştir. Bu arada Aristo’dan

üç sene süreyle ders almıştır.

Babasının M. Ö. 336 yılında suikast sonucu öldürülmesi ile

tahta geçti. İskender ülkesinin kuzeyini güvence altına almak

için kuzeyde Trakya kavimlerinin üzerine yürüdü. Yunan

devletlerini boyunduruğu altına aldı. Şüphesiz doğuda tehdit

oluşturan Pers İmparatorluğu ile hesaplaşma planları

yapmaktaydı. Bu hususta gerekli hazırlıkları tamamladıktan

sonra M.Ö. 334 yılının ilk baharında Asya seferine çıktı.

Grenikos’ta meydana gelen karşılaşmada İskender üstün geldi ve

31 http://tr.wikipedia.org/wiki/III._Aleksandros

11

Pers İmparatorluğu’nu kendisine bağladı. Daha sonra Anadolu’ya

yönelen İskender, oraları da topraklarına kattı. M.Ö. 332

yılından beri Perslerin elinde bulunan Mısır’ı istila

etti. Oradan da Babillileri etkisiz hale getirdi ve muazzam bir

imparatorluk kurdu.32

Taberi, Razi (öl. 606/1209) ve İbn Kesir (öl.

774/1373) gibi müfessirler, tefsirlerinde Zülkarneyn yerine

İskender ismini kullanır ve Kur’ an’ da adı geçen bu şahsiyetin

Makedonyalı İskender olduğunu savunurlar.33 Onları bu görüşe

götüren temel özellik, tarihteki büyük şahsiyetler arasında

Zülkarneyn için uygun buldukları en iyi ismin Büyük İskender

olmasından kaynaklanmaktadır.34

Allah’ ın birliğine inanan bir hükümdar olduğu iddia

edilen ve olağanüstü fetihleriyle dünyada özel bir tarih açmış

olduğu bilinen İskender’ in Zülkarneynlerden birisi olduğunu

inkar etmeye yer yoksa da; Kur’ an’da zikredilen büyük zatlar,

peygamberlik makamına da sahip bulunduğu için İskender’ in bu

derece yükseltilmesi kabul edilebilir görülmemiştir. Ayrıca

İskender’ in bir sed yaptığı bile tarihi olarak belli

olamamıştır. Birde İskender başka bir tarihte meşhur olduğu

bilindiğinden dolayı bunu peygambere sormak soru soranların

maksadına uygun olmazdı.35

Tarihçilerin aktardığı şekilde İskender’ i ele

aldığımız zaman, Büyük İskender’ in ırk ayrımı gütmesi,

binlerce kişiyi hunharca katletmesi, Mısır’ a girdiğinde

kendisini Tanrı Ammon’ un oğlu olarak göstermesi, içki içmesi,32 Ersöz , İsmet, “Ashab-ı kehf”, DİA, İstanbul, 2000, III\465; Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi, İhlas Yayınları, İstanbul , II\103.33 Eşşevkani,,a,g,e,III,30734 Elmalılı, a.g.e., V/20535 Elmalılı, a.g.e., V/205-206.

12

girdiği şehirleri yakıp yıkması gibi cürümleri Makedonyalı

İskender ismini Zülkarneyn için kullanan müfessirlerin

tezlerini çürütmektedir. Çünkü İskender’ in Allah’ a inanan bir

şahsiyet olduğu meçhuldür, hatta putperest olduğu güçlü bir

ihtimaldir. Öyle ki İskender’ e ait bir sed ne tarihi

kaynaklarda ne de arkeolojik bulgularda saptanmamıştır. Ayrıca

Zülkarneyn’ in dünyanın doğusunu ve batısını savaşarak ele

geçirdiğine dair Kur’ an’ dan bir delil yoktur; dolayısıyla

cihangir bir savaşçı olduğu kesin değildir. Oysa İskender

hayatı boyunca savaşmıştır.36

Makedonyalı İskender’e bu denli büyük ruhani kişilik

atfedilmesi ve Zülkarneynle özdeşleştirilmesinin elbette

birkaç nedeni vardır. Bilhassa “İskendername” adı verilen

edebi türlerde neredeyse Büyük İskender tamamen Zülkarneyn

kimliğine büründürülmüştür.Bu durum İskender’in geniş

coğrafyaya yayılmış olması, bir çok devleti on iki yıl gibi

kısa bir sürede ortadan kaldırarak çok büyük bir imparatorluk

kurması, gittiği her ülkeyi mağlup etmesi ve gücünün çağdaş

bütün milletler tarafından kabul edilmesinin ancak manevi bir

güç ve ilahi bir destekle mümkün olabileceği düşüncesiyle

açıklanmıştır.37

İhtimal ve olabilirlik üzerinde güçlü bir şahsiyet olan

İskender’ in, Zülkarneyn olmayacağını tarihi vesikalar ve

arkeolojik bulgulardan destek alarak pek ihtimal vermiyoruz.

36 Türe, İskender, Zülkarneyn, Karizma Yayınları,İstanbul,2001, s. 77-78.37 TDV İslam Ansiklopedisi, XLIV,565

13

Şekil-1: Büyük İskender’in ulaştığı sınırları gösteren harita

2-Himyer Devleti Krallarından Bir Kral (Merziban İbn

Merduye el-Himyeri) İbn İshak, Zülkarneyn’ in Merziban İbn Merduye

olduğunu söylemiştir. Bazıları Abdullah İbn Dehhak , bazıları

da Mus’ab bin Abdullah olduğunu iddia etmişlerdir. Ebu Reyhan

el-Biruni (öl. 430 h.) “Asaru’l-Bakiye An Kur’an’il-Haliye”isimli

eserinde “Zülkarneyn” için O “Ebu Kerb Semiyy İbn Ubeyr İbn

Efrikiş Himyeri’dir”,der. Onun ülkesi dünyanın doğularına ve

batılarına erişmişti. Himyer şairlerinden birisinin şiirlerinde

onunla iftihar ettiği yazılıdır. Hatta devamla İbn Efrikiş,

“Zulmenar” ünvanıyla tanınmış Himyer hükümdarlarındandır.

Tanca’ ya kadar ulaştığı, Afrikiyye şehrini kurduğu,

Berberileri Filistin ve Mısır’dan batıya naklettiği rivayet

edilmektedir.38 Biruni: ”Bu söz hakikate en yakın bir söze benzer. Çünkü

“zi” veya “zu” takılarını isimlerinin başına takanların çoğu Yemenlidir. Onların

isimleri “zi” takısından hali değildir. Mesela Zin’nad, Zinevaz, Zünnun, Ziyezen,

Zigeden hep onların kullandığı lakaplardır” 39 der.

38 Elmalılı, a.g.e., V/206-207.39 Arslan Ali,Hulasatu-t Tefasir,Arslan Yayınları,İstanbul,ts.,X,580

14

Zülkarneyn’in Himyer Devleti krallarından bir kral

olduğu, çoğu kaynakta da yer almaktadır. Fakat bunu unutmamak

gerekiyor ki, tarihte Himyerlilerden doğuları ve batıları

fethetmiş büyük bir kral çıkmamıştır. Aynı şekilde

Himyerlilerin tarihte iz bırakan bir devlet olmadıkları,

onların krallarından hiçbirinin Zülkarneyn Seddi ’ ne benzer

bir sed yapmadıkları savunulmuştur. Eğer bu görüş, sadece

Himyerlilerle ilgilendirilmeyip eski çağlarda Yemen’ de

yaşamış bir şahıstır,şeklinde ifade edilecek olursa dahi

delillendirilemeyeceği gibi itirazı da mümkün değildir.40

3- Türk Hükümdarı Oğuz Kağan:Nuh (as)’ın oğlu Yafes’in Türk ismindeki torunundan

türeyen Kara Han’ın oğlu olup, ilk Türk devletinin kurucusu

olarak kabul edilir. Bütün hayatı boyunca Allah’ın varlığı ve

birliğine inanmıştır.41 Bütün yaşamı boyunca Gökbörü

(Börteçine)42 kendisine kılavuzluk etmiştir. Daha çok mitoloji

ve edebiyatla anılan yaşamı, daha doğumundan başlayarak

olağanüstülü olaylarla doludur. Gücü simgeleyen boynuzlu bir

tacı vardır. Pek çok boya adını o verir. (Uygur, Kanglı,

Kıpçak, Kalaç, Karluk) İki eşinden toplam altı tane oğlu olmuş

ve bunların çocuklarından da Oğuz Boyları meydana gelmiştir.

40 Türe, a.g.e, s.70,71.41 Yeni Rehber Ansiklopedisi,İhlas Yayınları,İstanbul,1994,XV,30242 Börteçin veya Börteçine, eski tarihçilere göre demirden dağı eriterek Türkleri, Ergenekon'dan çıkaran demircinin adıdır. (TDK Sözlüğü)Yine bazı tarihçilere göre Börteçin/Börteçine, söz konusu demirden dağı eritip delen demircinin değil, bilakis Türklere Ergenekon'dan çıkmalarıiçin yol gösteren dişi kurdu (Asena) takip eden komutanın adıdır.Kaynak:(http://tr.wikipedia.org/wiki/Börtecin)

15

Tarihçi Rüstem Paşa’ya göre Kur’an'da adı geçen Zülkarneyn adlı

kutlu kişi Oğuz Han’dır. Çünkü çift boynuzlu tacı ile

tanınmıştır. Lak (Ilak), Rak (Irak), Zak (Izak) gibi efsanevi

ülkelerin kağanlarını yenerek buraları fetheder.43 Türk devlet

geleneğinin temel taşlarını koyan, Türk Hakanının vaazettiği

kanunlar, Oğuz (Türk) Töresi olarak ün yapmış ve 16 Büyük Türk

İmparatorluğunun da güç kaynağı olmuştur. Ona atfedilen bir

şiirde çıktığı seferler ve savaşlardan önce halkına şöyle

seslenmiştir:Emir verdi Oğuz Han, kendinin iç iline,

Toplandı halk, sözleşti, koştu onun eline,

Oğuz kırk masa ile, sıra dizdirmiş idi,

Türlü şaraplar ile, aşlar pişirtmiş idi.

Halk oturdu sofraya, ne kımızlar içtiler,

Ne şaraplar içildi, ne tatlılar yediler.

Toy bitince Oğuz Han, verdi şu buyruğunu:

Ey benim beğlerimle, ilimin ey budunu!

Sizlerin başınıza, ben oldum artık kağan.

Elimizden düşmesin, ne yayımız ne kalkan!

Damgamız olsun bize, yol gösteren bir buyan.

Alpler olun savaşta, Bozkurt gibi uluyan! [...]

Yurdumuz ırmaklarla denizler ile dolsun.

Gökteki güneş ise, yurdun bayrağı olsun!

İlimizin çadırı, yukarıdaki gök olsun,

Dünya devletim olsun, halkımız da çok olsun!

24 Oğuz Boyunun atası olan Oğuz Kağan, Türk Töresini;

“Disiplin , Adalet, Ahlak ve Millete Hizmet” esası

üzerine inşa etmiştir. İlk teşkilatlı orduyu kuran Oğuz Han,

Onlar-Yüzler-Binler-On binler diye tasnif yapıp, kumandanlarına43 ÖGEL, Prof.Dr. Bahaeddin, Türk Mitolojisi, TTK Yayınları,Ankara.2003; I,399

16

da, Onbaşı, Yüzbaşı, Binbaşı, Tümenbaşı diye de ünvanlar

vermiştir. Orduda itaati esas kılmış, itaat etmeyenlerin

boynunu vurdurmuştur.  Dünyanın dört bir yanına “yarlık”

(ferman) yazmış, elçilere verip göndermiştir. Bu fermanlarda

şöyle yazıyordu: "Ben Türklerin Kağanıyım. Dünyanın dört

bucağına hakim olmam gerekir. Sizlerden itaatinizi istiyorum.

Kim benim buyruğuma baş eğerse, hediyelerini kabul eder dost

sayarım. Her kimde baş eğmez ise, ona gazab eder, üzerine ordu

çekip, baskın yapar yok ederim. " Çin Kağanı, itaatini ve

dostluğunu bildirdi. Urum Kağanı itaatini bildirmedi. Bunun

üzerine Oğuz Kağan ordusuyla onun üzerine yürüdü ve onları

yenip kendine bağladı. Daha sonra Oğuz Kağan devletin

sınırlarını güneyde Hindistan, kuzeyde Sibirya’ya, doğuda Hind

Denizi, batıda Akdeniz ve Mısır´a kadar genişletti. Buralarda

yaşayan milletleri ve devletleri kendine bağladı. Daha sonra

büyük ganimetlerle ülkesine döndü. Daha sonra Oğuz Kağan

devleti oğulları arasında pay eder. Ömrünün 75 yılını

savaşlarla geçiren Oğuz Kağan, 116 yıllık hükümdarlığının

sonunda hayata gözlerini yumar. 44

Hakkında kahramanlık destanları yazılan bu büyük Türk

Hakanının ayette anlatıldığı şekliyle cihangir bir devlet adamı

olduğu, devletinin sınırlarını doğu ve batıda dünyanın bilinen

karalarının en uç noktalarına kadar taşıdığı, hangi milletin

üzerine yürüdüyse hakimiyeti altına aldığı tezi onu büyük bir

hakan, büyük bir komutan yapmaya yetmektedir. Bununla beraber

onun Zülkarneyn olacağı konusunda elimizde yeteri kadar delil

ve kaynak bulunmamaktadır. Ayrıca kendisinin Kur’an'da

44 Gnş. bilgi için: ÖGEL, Prof Dr. Bahaeddin, “Türk Mitolojisi”, TTK Yayınları, Ankara, 2003; I,115.

17

belirtildiği şekliyle bir sed inşa ettiği bilinmemekte, bilakis

Ergenekon Destanı’nda belirtildiği üzere demirden bir dağı

eriterek hapsedildiği yerden çıktıklarına inanılmaktadır.

Resim:2 Büyük Hun İmparatorluğu ve o günün dünyasında ulaştığı

sınırlar

4-Aferidun bin Esfiyan bin Cemşid (Feridun) Aferidun, diğer adıyla Feridun, M.Ö. VIII. yy.’da

yaşamış olan efsanevi İran hükümdarı olup padişah hanedanının

beşinci sultanı ve Cemşid adlı zatın torunu olarak bilinir.45

Zulmü ile tanınan hükümdar Dahhâk, saltanatı için tehlikeli

gördüğü Ferîdun’u öldürmeye karar verir. Önce babası Atbin’i

öldürtür, beynini de omuzlarında yaşayan yılanlara yedirir.

Durumu öğrenen Ferîdun’un annesi, bakıcısına giderek Ferîdun’u

beslemesi ve büyütmesi için onun yanına bırakır. Üç yıl sonra

Dahhâk bunu haber alınca, annesi oğlunun öldürülebileceğinden

korkarak çocuğunu geri alır ve Elbruz Dağı’na götürür, orada

dindar bir kişiye teslim eder.

     Ferîdun 16 yaşına girince annesinden, Dahhâk’ın

babasını öldürdüğünü öğrenir ve intikam için kendini

hazırlamaya başlar. Bu sırada Kâve, Dahhâk’a karşı ayaklanır ve

Ferîdun’un yanına gelip onu padişah olarak ilan eder. Kâve ile45 Büyük Larousse Ansiklopedisi, Milliyet Yayınları,ts,VII/4045

18

birlikte Dahhâk’ın üzerine yürüyen Feridun askerini Dicle

Nehri’nden gemilerle geçirmek ister, ancak kendisine gemi

verilmez. O da atını suya sürer, askerler de kendini takip

eder. Sonunda Dahhâk’ın yaşadığı Gengdej Buht Kalesi’ne gelen

Ferîdun onun köşküne girer ve Cemşid’in kız kardeşleri olan

Şehnaz ve Ernevaz adlı hanımlarını kurtararak onlarla evlenir.

Bu sırada Hindistan’da bulunan Dahhâk durumu öğrenince gelip

gizlice kaledeki köşküne girer ve Feridun’u Şahnaz’la birlikte

öldürmek ister. Ancak Feridun kafasına vurarak onu yere yıkar

ve Denâvend Dağı’nda bir mağarada zincire vurur.46

Aferidun b. Esfiyan b. Cemşid’in Zülkarneyn olma

ihtimali genelde eski kaynaklardan da aktarıldığı üzere çok

adil ve Allah’ a itimat eden bir hükümdar olmasından ileri

gelmektedir. Ebu Zeyd el-Belhi “Suveru’l-Ekalim” adlı eserinde onun

vahiyle desteklendiğini de rivayet etmektedir.47

Aferidun b. Esfiyan b. Cemşid’ in Hz. İbrahim

zamanında yaşadığı ileri sürülse de bu görüşün pek doğru

olduğunu söyleyemeyiz. Nitekim Aferidun’ un M.Ö. VIII. yy.’ da

yaşamış olması, M.Ö. XX. yy.’ da yaşadığı varsayılan Hz.

İbrahim ile beraber hayat sürdüğü görüşünü çürütmektedir.48

Tarih, bu söylenenlerin çoğunu teyit etmemektedir. Âlûsi,

Aferidun’un şark ve garba sefer yapmadığını, ancak bütün

memleketleri kendi hükmüne sokan kişinin Kâvah el-Isfahânî el-

Haddâd adlı kimse olduğunu ve  ed-Dahhâk’ın saltanatına onun

son verdiğini ve ölümüne kadar ordunun başında kaldığını

söylemiştir..49

46 TDV İslâm Ansiklopedisi, IX,39647 Alusi, a.g.e., XVI/25. 48 Türe, a.g.e., s.79.49 Alusi, a.g.e., XVI/25.

19

EHLİ KİTAP KAYNAKLARINA GÖRE ZÜLKARNEYN

1-Hanok ( Hz.İdris ) Tevrat’ ta geçen Hanok adlı şahsiyetin kabul gören

görüşe göre Hz. İdris olduğu rivayet edilmektedir.50 Tevrat’ ta

Hanok kıssası şöyle anlatılmaktadır:

“Ve Hanok altmış beş yaşında Metuşelah’ ın babası

oldu ve Hanok yüzyıl Allah ile yürüdü ve oğullar ve kızlar

babası oldu ve Hanok’ un bütün günleri üçyüzaltmışbeş yıl oldu

ve Hanok Allah ile yürüdü ve gözden kayboldu. Çünkü onu Allah

aldı.”51

Süleyman Ateş,ilgili ayetin tefsiri sırasında Hz.

İdris konusunda: “Hz. İdris ile Tevrat’ ta Allah ‘ ın kaldırıp

aldığı anlatılan Hanok arasında bir uygunluk vardır. Bu ikisi

aynı zamanda aynı kişi olabilir.”52 der.

Zülkarneyn’ in Hz. İdris olabileceği ihtimalini

akla getiren hususlar kısaca şunlar olabilir:

Hz.Peygamber (sav)’ e Zülkarneyn hakkında soru soranlar

soruyu Tevrat’ ta bir yerde geçen kişi hakkında sordukları

dikkate alınırsa, Hz. İdris’in Hanok olarak Tevrat’ ta bir

yerde geçtiği görülmektedir. Kur’ an kaynaklı bir lakap olan

Zülkarneyn’ in kim olduğu sorusu yine Kur’an’da cevabını bulmuş

olmaktadır. Ayette Hz. Yunus için “Zünnun”(balık sahibi)

kullanıldığı gibi Hz. İdris için de Zülkarneyn denmesi ihtimal

dahilindedir. 53 denmiştir.

50 Ateş, Süleyman, Kur’ an’ ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuk Neşriyat,İstanbul,1988, V/325.51 Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, 5/21-24.52 Ateş, a.g.e., V/388.53 Türe, a.g.e., s. 102-103.

20

2-Kral I. Dara (Darius) Tevrat’ ta iki boynuzlu koç ile simgelenen İran

krallarından biri olan I.Dara, Kral Kiros’ tan sekiz sene sonra

Kiyaniyan Acemleri İmparatorluğu’ nun tahtına geçmiş büyük bir

fatihtir. “İki Boynuzlu Koç” ile anılması, onun Zülkarneyn olma

ihtimalini gündeme getirir. I. Dara, Babil, Medya,

Ermenistan, Hindistan ve Mısır’ ı ele geçirmiş; batıda

Makedonya’ya kadar ilerlemiş, cihangir bir komutan ve devlet

adamı olduğu söylenir. Bunun yanında bazı rivayetlerde halka

yaptığı, sınır tanımayan işkencelerle tarihçi Herodot’ u bile

dehşet içinde bıraktığı ifade edilir.54

Kendinden önceki hükümdar olan Kiros Asya'da

gidebileceği en uç noktaya dek gitmiş ve orada ölmüştü.

Kambises de Afrika'da en uç noktaya erişmiş ve ölmüştü. I. Dara

(Darius) imparatorluğu Avrupa yönünde genişletmeye karar verdi.

Batı Anadolu'da İyonların isyanı, Perslerin dikkatini bu yöne

çekti. İsyanı Yunan kentlerinin desteklediği anlaşılınca Darius

Ege'nin karşı yakasına sefer kararı aldı. Ancak Yunanistan

beklenenden daha zorlu bir düşman çıktı, savaşçı kentlerin

direnişi ve coğrafi engeller yüzünden yıpranan Pers ordusu,

Marathon'da bozguna uğradı. Trakya ve Makedonya'yı istila eden

Darius, kuzey bozkırlarındaki İskit savaşçılarının üzerine

yürüdüyse de önemli bir sonuç elde edemedi. Darius döneminde

imparatorluk en geniş sınırlarına ulaştı. Büyük Kiros'un

yapımını başlattığı ticaret yolları tamamlanarak ulaşım

kolaylaştırıldı. Sınırlar içindeki barış ve istikrar sayesinde

ekonomik faaliyetler gelişti ve Akdeniz'in batısına dek uzanan

ticaret hatları kuruldu. Darius'un hükmü altına giren farklı54 Azad, a.g.e, s. 59.

21

milletler arasında kısmen huzur temin edilmişti. Yahudilere

dini serbestlik tanındı. Mısır'da bir tapınak inşa edildi.

Yunan kahinlerine önem verildi. Darius dönemindeki en büyük

bayındırlık faaliyeti ise Persepolis adlı yeni başkentin inşa

edilmesi oldu.55

I.Dara’ nın Zülkarneyn olabileceği görüşünü çağdaş Hint

bilginlerinden Şibli en-Numani’ nin savunduğu söylenir.

Şibli’nin vardığı görüşe göre, “Zülkarneyn, M.Ö. V. yy.’ da

yaşamış olan Fars Kralı Dara’ dır. Ye’ cüc ve Me’ cüc ise

Kafkas Dağları’ nın doğusunda yaşayan Tatar İskitleridir.

Yaptığı sed ise Hazar Denizi’ nin batısında bulunan Derbent

kenti yakınındaki Derbent Seddi’ dir” demektedir.56

3-Pers Kralı Büyük Kiros (Kuruş) Kiyaniyan Hanedanı’ndan olan İran Pers İmparatoru

Kiros, rivayete göre M.Ö. 558 tarihinde Sus tahtına çıkmıştır.57

Kısa zamanda o günün dünyasının bakışları bu insana

yönelmiştir. Bu konuda oldukça hacimli bir çalışma yapan Ebu’

l-Kelam Azad, Kiros diye bilinen bu İran Hanedanı’ nın

Zülkarneyn olabileceği ihtimali üzerinde durur. Ona göre,

“Kur’ an’ da adı geçen Zülkarneyn “Kiros”’tur. Yunanlılar, ona

“Sairis”, Araplar ise “Koruş, Khayarşa ve Keyhüsrev”

diyorlardı. Kiros, çok kısa sürede Med topraklarını ele

geçirmiştir. Böylece iki kısma ayrılmış bulunan İran toprakları

tek bir krallık adı altında buluşturulmuş oluyordu.58

55 http://tr.wikipedia.org/wiki/I._Darius56 Ateş, a.g.e., V/325.57 Büyük Larousse, VIII/6670.58 Azad, a.g.e, s. 59.

22

Kiros tahta çıktıktan sonra ilk seferini Lidya

üzerine düzenlemiştir. Lidya’ yı fetheden Kiros, daha sonra

doğuya yönelmiş ve Mekran, Belucistan, Baktria ile Belh Çölü

civarında ayaklanan barbar kavimleri boyunduruğu altına

almıştır. Ayrıca o dönemde sarsılmaz denen kaleleriyle meşhur

Babil Krallığı’ nı da fethederek sınırlarını oldukça

genişletmiştir.59

Kiros, batıda gidilebilecek en son noktaya kadar gitti.

Bazıları Libya ve Cezayir kıyılarına kadar ulaştı derler.

Başkenti Sardis olan Lidya’yı topraklarına kattı. Denize

ulaşıp da karaların bittiğini görünce ayette belirtildiği üzere

“tağribu fi aynin hamietin” yani orada bataklığa benzer bir

karanın üzerinde güneşi batıyor gördü, şüphesiz bu onun göz

yanılgısına teşbih edilerek söylenmiştir.60

Bundan sonra büyük doğu seferine çıktı. Bu seferde Nikran,

Belh denilen ülkelere kadar gitti.Vahşi hayat yaşayan bütün

kabileler ona baş eğdiler. Babil’in başkentine yöneldi ve Beni

İsrail’i Buhtu-n Nasr’ın zulüm ve esaretinden kurtardı. Böylece

Yahudilerin kurtarıcısı oldu. Yahudiler onu zikrettiler,

övdüler ve daima ondan sual sordular. İşte Tevrat’ta geçen Beni

İsrailin kurtarıcısı bu zattır. Sonra üçüncü seferini kuzey

tarafına gerçekleştirdi.Hazar Denizi’ni sağına alarak Kafkas

Dağına kadar gitti. Orada büyük bir dereye rastladı. O dereye

Ye’cuc ve Me’cuc giriyor ve o topraklarda yaşıyordu.61

Kiros (Kuruş) M.Ö. 529 da vefat etmiştir.1838’de Astahar

harabelerinde tunçtan bir heykeli bulunmuştur. Başında koçların

59 Azad, a.g.e. s. 60-61.60 ARSLAN Ali, Hulasatu-t Tefasir , Aslan Yayınları, İstanbul,X,58361 Arslan,a.g.e.,X,583, (https://www.nkfu.com/pers-krali-kurus-buyuk-kiros-hayati/)

23

boynuzlarına benzer iki boynuz vardır. Boynuzlardan biri Lidya

diğeri Fars memleketlerini temsil ediyordu. Bu iki büyük

memleketleri birleştiren Kiros’tur .İşte bundan dolayı

Zülkarneyn ismini almıştır. Tarihçiler Kiros’un kerem sahibi,

adaletli, şahsiyetli ve faziletli bir kişi olduğuna şahitlik

ederler.62

Resim 3: Büyük Kiros Heykeli.

Nasıl ki, ilk dönem müfessirlerinden bazıları,

Zülkarneyn’ in Büyük İskender olduğu fikrini ileri sürmüşse,

son dönem müfessirlerinin bir kısmı da Zülkarneyn’ in İran

(Pers) İmparatoru Kiros olabileceğini savunmuşlardır. Azad’ a

göre, önceki alimler Zülkarneyn’ in kimliği konusunda beyan

ettikleri fikirlerde Tevrat’a bakmamaları dolayısıyla isabet

kaydedememişlerdir. Bu sebeple Azad’ ın Tevrat’ ta Zülkarneyn

(iki boynuzlu) tanımına uyan bir şahsiyet aradığı görülür. Ona

göre bu tanıma Daniel Peygamberin rüyada gördüğü “iki boynuzlu

koç” uymaktadır. Azad, Yahudilerin veya Kureyşlilerin, Tevrat’

ta adı geçen bu zat hakkında soru sormalarını, Himyerli bir

kral veyahut Makedonyalı İskender hakkında soru sormalarına

binaen daha mantıklı bulur ve Kiros’ un Yahudilerce çok iyi

tanındığını, Mesih olarak bekledikleri kimse olduğunu söyler.

62 Arslan,a.g.e,X,584

24

Ayrıca Arapça Zülkarneyn’ in İbranice “Lükranayim” şeklinde

telaffuz edildiğini belirten Azad, “Karn” kelimesinin her iki

dilde de ortak kullanıldığına işaret eder. Bu nedenle

Zülkarneyn’ e tarihi şahsiyetler içerisinde uygun olabilecek en

iyi kişinin Kiros olacağını ifade etmektedir.63

Resim 4: Kiros (Cyrus)’ un ülkesinin ulaştığı sınırları gösteren

bir harita.

Kiros Silindiri: Pers İmparatoru Kiros zamanından kalma bir tarihi eserdir.Üzerinde Babil çivi yazısı ile yazılmış bir bildiri bulunan, kilden yapılmış

fıçı şeklindeki yapıttır. Bildiri Babil'i fethetmesi üzerine, imparator

Büyük Kiros tarafından yayınlamıştır. Büyük Kiros (Kuruş) kazandığı

savaşların kayıtları ile bağışlayıcı kanunlarının yanı sıra, kendi kraliyet

soyuyla ilgili belgeleri de silindirin üstüne kazıtmıştır. Kiros

Silindiri 1879' da,Asur bilgini Hormuzd Rassam tarafından Babil'deki  Marduk

Tapınağı'nda bulunmuştur.Silindir günümüzde Londra'daki Britanya Müzesi'nde

sergilenmektedir Büyük Kuruş 'un bildirisi, temel olarak Babilli kölelerin

serbest ve özgür olması gerektiğinden bahsetti için , bazen "ilk insan

hakları bildirgesi" (Kiros’a ait bu buluntunun içeriği Zülkarneyn’in, Kuran’da karşılaştığı

kavimlere karşı adalet ve hakkaniyetle muamele etmesi açısından benzerlik oluşturmaktadır.)

olarak da kabul edilmektedir. Kölelik, Pers toplumunun ayrılmaz parçası

olarak kalmaya devam eden, bir kurum olmasına rağmen. Gerçekte bildiri çok

eski  Mezopotamya  geleneklerini etkilemiştir. Öyle ki, hükümdarlar tahta

geçiş törenlerinde reform bildirgeleri yayımlamıştır.  Birleşmiş

63 Türe, a.g.e., s. 90-91 (Azad’dan rivayet etmiştir).

25

Milletler'in  New York'taki karargahında, Kuruş Silindiri'nin orijinal bir

kopyası bulunmaktadır.64

Resim 5: Kiros (Kuruş)

Silindiri

ZÜLKARNEYN’E VERİLEN “SEBEB”

“Sebep” Kelimesine Verilen Anlamlar: Kur’ an’ da çoğu yerde geçen “sebeb” kelimesi,

sözlükte ” ip (tırmanmaya yarayan ip) halat, yol, çare,

dostluk, başka bir şeye ulaşmaya yarayan şey” 65 gibi manalara

gelmektedir. Genel manada başarıya veya amaca ulaşmak için

gerekli bütün vasıtalar anlamına gelen bu kavram; bir Kur’an

terimi olarak çoğu kıssada kendini göstermektedir. Öyle ki

sünnetullah dairesi içinde istenilen işlerin yerine

getirilebilmesi için madden ve manen esbabın takip edilmesine

dair bir çağrı niteliği taşıdığı görülür.

Kehf Suresi’nde geçen “Biz onu yeryüzünde büyük bir kudret sahibi

yaptık ve ona her şeyden bir sebep verdik.”66ayetinde ki “sebep” kelimesi

müfessirlerce farklı şekilde algılanmıştır. Konumuz olan

ayetlerde geçen “sebep” kelimesine İbn Abbas, Mücahid, Katade,

64 http//türkçebilgi.com/Kiros silindiri65El Müntehib fi Tefsiru-l Kur’ani’l Kerim, Mısır Vizaratu-l Evkaf Neşr.,20. b,Kahire,h.1423,506; Eş Şevkani, a.g.e,III,308, Abdurrahman Bin Nasr es Sa’di,Teysiru-l Kerimi-r Rahman fi Tefsiri-l Kelami-l Mennan, Beyrut, h. 1421, s.48566 Kehf, 18/84.

26

İbn Zeyd, İbn Cüreyc, Dehhak, Sa’d İbn Cübeyr, İkrime ve Süddi

“ilim” demişlerdir.67

Bunun dışında müfessirlerden Alusi (öl.

1270/1854), “sebep” kelimesinin “yol” anlamı yanında “kudret ve

aletlerin bütünü”68 olarak ele almıştır. Elmalılı, “sebeb”i

“vasıta” olarak değerlendirip, onu “maksada ulaştıracak şey”

manasında tefsir etmiştir. Razi (öl. 606/1209), “ilim,kudret ve

onu maksada ulaştırıcı yol” manasında, Taberi ise, “coğrafi

durumdan haberdar olma, dünyayı fethedecek yol” anlamında ele

almıştır. Muhammed Esed (öl.1992) ise “sebep” kelimesinin

“amaca ulaşmada kullanılan araçların tümüne verilen adı temsil

ettiğini” ifade eder.69

Görüldüğü gibi müfessirler, “sebeb” kelimesinin

manasının üzerinde ihtilaf etmiş, ayrı ayrı görüşler

serdetmişlerdir. Fakat her birinin görüşü de gayet makbul ve

tercihe şayandır. Burada son olarak belirtmeliyiz ki, ayette

“Biz ona her şeyden bir sebep verdik”70 diye buyrulmaktadır. Kıssanın

tümünü ele aldığımız zaman “sebep” kelimesinin kanaatimizce

“amaca ulaşmak için gerekli olan her türlü “ilim”, “alet” ve

“güç” ” olarak tercüme edilmesi, kapsam ve nitelik bakımından

daha anlamlı ve anlaşılır görünmektedir.

ZÜLKARNEYN’İN YAPTIĞI SEFERLER

67 İbn Kesir, a.g.e., X/5063; Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı, İşaret Yayınları, İstanbul, 1999, II/604.68 Alusi, a.g.e., XVI/30.69 Taberi, a.g.e., V/379; Razi, a.g.e., XV/249; Alusi, a.g.e., XVI/31; Elmalılı, a.g.e., V/210; Esed, a.g.e., II/604.70 Kehf, 18/84.

27

1.Zülkarneyn’ in Batı Seferi (Güneşin Battığı Yere) “Derken bir sebep takip etti. Ta gün batıya vardığı vakit, onu

balçıklı bir gözede batıyor buldu. Bir de bunun yanında bir kavim buldu. Dedik ki:

“Ey Zülkarneyn! Bunları ya cezalandırırsın veya haklarında bir güzellik

düşünürsün.”71

Ayette geçen güneşin battığı yer konusu genel olarak

“batı istikametinin sonu” olarak algılanmıştır. Bu konuda

Taberi: “Zülkarneyn’ in batı yönünde bir deniz kenarında

güneşin battığını görmesiyle alakalı bir tasvirden” bahseder.72

Müfessirler genel olarak bu mıntıkanın, “o günün

dünyasında batı yönündeki son nokta olduğunu” 73 “Zülkarneyn’

in batıda varılabilecek en son noktaya vardığını ve orada

güneşin batışına şahit olduğunu” 74 düşünmektedirler.” Ayrıca

bazı müfessirler bu mıntıkayı: “Uzak batı ve Atlas Okyanusu’

nun batı kenarı”75, “bakanların güneşi ufukların ötesinde

kaybolduğunu gördükleri yer” 76 ve “karanın bitip okyanusun

başladığı yer” 77 gibi farklı şekillerde de yorumlamışlardır.

Bu konuda Süleyman Ateş, “deniz kıyısında durmuş

deniz ufkunda kara bulutlar arasında batan güneş Zülkarneyn ’ e

kara balçıklı bir su kaynağına gömülür gibi görünmüştür” der.78

İbn Kesir, “o su, güneşin batış anında güneşin

sıcaklığı yaklaştığı için ısınmış olabilir. Zira o zaman

güneşin ışınları engelsiz olarak suya vurur” demektedir.79 71 Kehf, 18/85-86.72 Taberi, a.g.e., V/379.73 Alusi, a.g.e., XVI/31.74 İbn Kesir, a.g.e., X/5071.75 Elmalılı, a.g.e., V/210.76 Kutup, a.g.e., IX/464.77 Mevdudi, Ebu’l-Ala, Tefhimu’l Kur’ an, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996. III/195.78 Ateş, a.g.e., V/319-320.79 İbn Kesir, a.g.e., X/5072.

28

Bu konuda Said Nursi , Zülkarneyn’ in “güneşin

batısını ya sıcak çamurlu bir satıhda veya çamurlu bir çeşme

gibi görünen Atlas Okyanusu’ nda veya volkanlı, alevli ve

dumanlı görünen dağın kraterinde seyrettiğini görmesi olarak”

açıklamaktadır.80

Görüldüğü gibi müfessirler güneşin battığı yer

konusunda , ” batının son bulduğu nokta, Atlas Okyanusu’ nun

batı kısmı, bataklık kenarında veya volkanik bir dağın yanında

bulunduğu halde güneşin batışını seyretmesi” olarak

düşünmüşlerdir. Ayette “kara balçıklı bir gözede batıyor buldu.”81

ibaresi zahiri bir mana ifade etmeyip sanatlı bir anlatım ifade

etmektedir. Bunun için Zülkarneyn’ in, güneşi kara balçıklı bir

gözede batıyor görmesi, onun tamamen zannına dayalı, sanatlı

bir anlatımdır. Kısacası burada illüzyonik bir algıdan yani bir

göz yanılgısından bahsediyoruz.82

“Sonra orada bir kavme rastladı. Biz Zülkarneyn’e : “Ey Zülkarneyn, ya

onları cezalandırırsın veya onlar hakkında iyi davranırsın” dedik. Zülkarneyn

şöyle dedi: “Biz zulmedeni yakında cezalandıracağız. Sonra da O Rabbinin

huzuruna çıkarılacak Rabbi de onu görülmemiş bir azaba uğratacaktır. İman

edip salih amel işleyene ise en güzel mükafat vardır. Biz, ona emrimizden kolay

olanı söyleriz.”83

Müfessirlerin çoğunluğu Zülkarneyn’ in batı

seferinde karşılaştığı bu kavmin Allah’ a inanmayan bir kavim

olduğunu savunur.84 Delilleri ise ayette geçen “ya onları

80 Nursi, Said, Lem’ alar, 16. Lema, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1990.81 Kehf, 18/86.82 Türe, a.g.e., s. 148-149.83 Kehf, 18/86-88.84 Razi, a.g.e., XV/252.

29

cezalandırırsın veya onlar hakkında iyi davranırsın”85 ibaresinden

kaynaklandığı görülmektedir.

İbn Kesir, bu ayetlerin tefsirinde: “ Allah’ u

Teala, Zülkarneyn‘i onlara karşı galip getirdi. Üzerlerine

hakim kıldı, muzaffer etti ve kendisini serbest bıraktı. İster

onları öldürüp esir alabilir, isterse fidye alıp serbest

bırakabilirdi.”86

Taberi ise: “Zülkarneyn’ in rastladığı kavim iman

etmemiş bir kavimdi ve Zülkarneyn’ den imanı kabul etmemeleri

halinde onları cezalandırması; iman etmeleri halinde ise güzel

bir yol tutması istenmiştir. Bu iman etmeyen kavim, “Nasik”

kavmi diye bilinmektedir”87 der.

Razi’ ye göre ise bu ayetlerden kast edilen mana,

“bu iman etmeyen kavme ya azap eder öldürürsün veya güzellik

tarafını tutar, onları sağ bırakırsın” şeklindedir.88

Seyyid Kutup, “bu kavmin zalim ve mütecaviz bir

kavim olduğunu ve bu kavim hakkındaki insiyatifin Zülkarneyn’

in eline verildiğini, isterse onları azaba çekeceği, isterse

serbest bırakıp idareyi ellerine vereceği şeklinde muhayyer

kılındığını”89 söyler.

Ayrıca Mevdudi : “Zülkarneyn’ in bu ülkeyi

fethederek ele geçirdiğini ve ele geçirilen ülkelerin

halklarının tamamen onun merhametine kaldığını”90 ifade

etmektedir.

85 Kehf, 18/86.86 İbn Kesir, a.g.e., X/5072.87 Taberi, a.g.e., V/379.88 Razi, a.g.e., XV/252.89 Kutup, a.g.e., IX/465.90 Mevdudi , a.g.e., III/95.

30

Elmalı’ nın açıklaması ise şöyledir: “Demek ki,

Zülkarneyn cezalandırma veya bağışlama konusunda dilediğini

yapmakta serbest bırakıldığı halde yine sebepsiz hareket

etmedi. Cezayı zulmedenlere, ihsan ve mükafatı da iman edip

salih amel işleyenlere verdi. Kudretini ve seçme özgürlüğünü

kötü yönde kullanmaya kalkışmadı. Zira kendisinin de sonunda

Rabbine döndürüleceğini biliyordu.”91

Muhammed Esed ise: “Bu kavme verilecek menfi ve

müspet reyin Zülkarneyn’ e bırakılmasını Allah (c.c.) ın

insanın iradesine verdiği önemi göstermesi yönünden önemlidir”92

der.

Çağdaş alimlerden Ebu’l-Kelam Azad (öl. 1958)’ a

göre ise batı seferinin yapıldığı bu yer, Lidya Seferi’dir ve

bu sefer sonucunda Zülkarneyn kuvvetleri ile Lidya kuvvetleri

karşı karşıya gelmiş, bunun sonucunda Zülkarneyn, onun

deyimiyle Kuruş, galip gelmiş ve ayetlerde buyrulduğu gibi

inisiyatifine göre hareket etmekte serbest bırakılmıştır.93

Burada değinmemiz gereken ikinci nokta, Zülkarneyn’

e “Ya Zülkarneyn” diye hitap edilmesinin onun peygamberliğine bir

delil olup olmayacağıdır. Onun böyle bir hitapla muhatap olması

ve Allah’la konuşmasını Elmalılı, Alusi ve Razi ,

peygamberliğine yormuş ve hepsi de “dedik ki:” ibaresinin ancak

peygamberlere münhasır bir ibare olduğunda ittifak

etmişleridir.94

Diğer müfessirler bu kadar kesin bir ifade

kullanmamış, bu ibarenin sadece bir ilhamdan ibaret olduğunu ve

91 Elmalılı, a.g.e., V/211.92 Esed, a.g.e., II/604.93 Azad, a.g.e., 73-74.94 Razi, a.g.e ,XV/248; Alusi, a.g.e., XVI/34; Elmalılı, a.g.e., V/210.

31

peygamberlik için bir delil olmayacağını iddia etmişlerdir.

Onlara göre “dedik ki” ibaresi, normal insan için de

kullanılabilir ve Allah (cc) her kuluna istediği gibi yüksek

saltanatlıklar verebilir.95

2. Zülkarneyn’ in Doğu Seferi (Güneşin Doğduğu Yere

Seyahati) “Sonra O, bir yol tuttu.Nihayet güneşin doğduğu yere ulaştığında, onun

güneşe karşı hiçbir siper yapmadığımız, bir kavmin üzerine doğduğunu gördü.

İşte bunun gibi onun yaptıklarının hepsini baştan başa biliyorduk.”96

Müfessirlerin çoğunluğu “güneşin doğduğu yer”

tabirini genel olarak, “doğunun başlangıcı, doğuda bir ülke

veya güneşin ilk doğuş yeri”97 olarak algılamışlardır.

Zülkarneyn’ in bu ikinci seferi yaptığı doğu

mıntıkası ve orada yaşayan insanlar hakkında çeşitli rivayetler

vardır. Bu rivayetler iki görüş etrafında toplanmıştır:

Birinci görüş: “Orada güneşin ışığının üzerlerine

düşmesine mani olacak ne bir ağaç, ne bir dağ, ne de bir yapı

vardı. İşte bundan dolayı güneş doğduğunda onlar ya yerin içine

kazılmış tünellere giriyorlardı yahut suya dalıyorlardı.

Böylece de güneş doğunca geçimlerini sağlamak için çalışıp

çabalayamıyorlardı. Diğer insanların durumunun aksine, onlar

geçimlerini güneş battığı zaman sağlamakla uğraşıyorlardı.”

İkinci görüşe göre: “Onların elbiseleri yoktu ve

hayvanlar gibi çıplak idiler. Coğrafya kitaplarında ileri

sürüldüğüne göre, ekseri zencilerin ve ekvatora yakın bölgede

ki insanların durumu böyledir.”98

95 Sabuni, a.g.e, II/205.96 Kehf, 18/89, 90-91.97 Kutup, a.g.e., IX/466; Alusi, a.g.e., XVI/95.98 Türe, a.g.e., s. 173.

32

Katade şöyle der: “Bunlar üzerine bina kurulmayan

bir yerde bulunuyorlardı. Güneş doğduğu zaman dehlizlere

giriyorlar, güneş üzerlerinden uzaklaşınca da çıkıp rızıklarını

tedarik ediyorlardı. Ayet-i kerimede Zülkarneyn’ in güneşin

doğduğu yere ulaştığı zikredilmektedir. Bundan anlaşılması

gereken mana Zülkarneyn’ in güneşi doğarken görmesini tasvir

etmek içindir. Yoksa güneşin girdiği herhangi bir yerden

çıkarak görünmesi söz konusu değildir.” Ayet-i kerimede

zikredilen kavim hakkında Sa’d b. Cübeyr şöyle demiştir:

“Bunlar Kızılderili, kısa boylu olan, mağaralarda yaşayan,

umumiyetle balık yiyen bir kavimdi. Katade, bunların elbisesiz

yaşayan zenciler olduklarını söylemektedir. Hasan-ı Basri de

bunların dehlizlerde, bataklıklarda ve sularda yaşayan,

yaşadıkları yerde ev yapma imkanı bulamayan bir kavim

olduklarını ifade etmektedir.99

Razi, ayette geçen kavmin “ekvatora yakın bir yerde

yaşayan zenciler olduğunu”100kaydetmektedir.

Seyyid Kutub’ a göre, “bu yer, uzak doğuda bir

mıntıkadır. O’na göre Zülkarneyn açık bir araziye varmıştı. Ne

yüksek tepeler ne de ağaçlar güneşe engel oluyordu. Engel

olmadığı için de güneş doğrudan doğruya o kavmin üzerinde

doğuyordu. Bu nitelik, geniş ovaların ve çöllerin yer aldığı

araziye uyar. Belki de Doğu Afrika kıyılarında bir yerdir. Ve

buranın sakinleri, elbisesiz ve çıplak olduğu içindir ki,

ayette “güneşe karşı hiçbir siper yapmadığımız bir kavim” diye

buyrulmuştur”101

99 Taberi, a.g.e., V/381; İbn Kesir, a.g.e., X/5078.100 Razi, a.g.e., XVI/255.101 Kutup, a.g.e., IX/466-467.

33

Elmalılı’ ya göre ise “ayette anlatılmak istenen

mevki, Doğu Afrika veya Doğu Asya’ da bulunan bir yerdir ki,

burada yaşayan kavmin elbiseleri yoktu ve güneşin altında

yanmaktaydılar. Nitekim çağımızda Sudan’dan Avustralya’ya kadar

hala böyle çıplaklar bulunmaktadır. Bununla birlikte

kastedilen mana, eskiden beri herkesin bildiği üzere önemli bir

örtü ve siper ise, çadırlar bile iyi bir siper olamayacağından

anlam çoğunlukla çölde yaşayanlarla ilgilidir.”102

Aynı konuda Muhammed Esed, “öyle görünüyor ki,

ayet kendilerini güneşten korumaya ihtiyaç duymayan, doğal

şartlarda yaşayan, ilkel bir toplumun insanlarından söz etmekte

ve Zülkarneyn’ in onların bu yaşama tarzlarını altüst edip,

kendilerini elem ve ıstıraba sürüklemeden akıllıca davranarak

onları, kendi hallerine bırakma yolunu tuttuğunu ifade

etmektedir.” 103

Ebu’l Kelam Azad ise: “Zülkarneyn’in doğu yönünde

insan hayatının rastlandığı son noktaya ulaştığında güneşin

üzerlerine doğduğu bir kavme rastladığını, güneşten herhangi

bir korunağı olmayan insanların bulunduğu bu bölgede insanların

evsiz ve göçebe bir hayat sürüyor olduklarını gördüğünü” ifade

eder. Ona göre bu bölge, Belh bölgesi olup bugünkü Mekran ve

Belucistan olarak bilinen bölgenin ta kendisidir.”104

Yukarıda olabilirlik ihtimali olan bu görüşlerin

dışında ayetin “o kavmin gecesi olmadığına delalet ettiğini”

düşünenler de olmuştur. Bu görüşe göre, ilk ayette geçen kavim,

102 Elmalılı, a.g.e., V/211-212.103 Esed, a.g.e., II/604.104 Azad, a.g.e., s. 75-6.

34

kutuplarda veya kutuplara yakın mıntıkada yaşayan bir kavim

olabilir. 105

3. Zülkarneyn’ in Kuzey Seferi (İki Sed

Arasına Seyahati) “Sonra Zülkarneyn yine sebeplere sarılarak yoluna devam etti . Git gide,

set yaptığı iki dağın arasına varınca söyleneni hemen hemen hiç anlamayan bir

kavme rastladı.”106

Zülkarneyn, doğu seyahatinden sonra, iki set arası

diye tanımlanan mevkiye gelmiştir. Bu mevkiye varınca orada son

derece ibtidai ve ilkel bir kavme rastlamıştır. Öyle ki bu

kavim Kur’an’da değinildiği gibi söylenen hiçbir şeyi

anlamıyorlardı. Müfessirlerin çoğunluğu ibtidai ve ilkel olarak

tanımladıkları bu kavmin böyle adlandırılmasının sebebi olarak,

Zülkarneyn’ le aralarında yaşanan lisan probleminden ve

kendilerine saldıran kavim karşısında aciz kalarak Zülkarneyn ’

den yardım istemelerinden kaynaklandığını ileri

sürmektedirler.107

Bazı müfessirler bu insanların ya hiç konuşma

kabiliyetine sahip olmadığını ya da kendi lisanlarından başka

lisanı anlayamadıklarını öne sürmektedirler. Bundan ötürü,

onların konuşmaktan aciz olup işaret yoluyla anlaştıklarını

düşünmektedirler.108 Bazıları ise, “onların eğitimden yoksun,dil

bilmez bir kavim olduğunu” söylemektedir.109

105 Türe, a.g.e., s.175-176.106 Kehf, 18/92-93.107 Alusi, a.g.e., XVI/37108 Razi, a.g.e., XVI/256.109 Azad, a.g.e., s.76.

35

Bu ilkel ve ibtidai kavmin hangi ırka mensup olduğu

konusunda pek çok rivayet bulunmaktadır. Bu konuda görüş

belirten müfessirlerin çoğunluğu,bahsi geçen kavmin Türkler

olabileceğini düşünmüşlerdir.Muhakkak ki bu kanaat, Zülkarneyn’

in en son seferini kuzeye doğru yapmış olmasından ileri

gelmektedir. Nitekim onlara göre, kadim zamanlardan beri o

civarda Türkler yaşamaktaydı.110

Müfessirler Zülkarneyn’ in bu kavme rastladığı

mevki hakkında pek çok nazariyeler ortaya atmışlardır. Bunun

için “seddeyn” kelimesini “cebeleyn/ iki dağ” diye

yorumlayanlar olmuştur.111 Ancak bu iki dağı belirlemek için

elimizde yeteri kadar ipucu bulunmamaktadır. Velhasıl bu

konudaki rivayetler dört görüşe kaynaklık etmektedir.

1) Bu iki dağ kuzeyde doğuya çıkan yönden Türk

ülkesinin bittiği yerdedir, denilmiştir. Zamahşeri ve Ebu’ s

Su’ud, bu görüşe katılmışlardır. Türk ülkesinden amaç,

Maveraünnehir denilen küçük Türkistan ise bu söz Çin Seddi

mevkiine işarettir.

2) Ermenistan ile Azerbaycan’ a çıkan yönden

Türkistan’ ın bittiği yerdedir, denilmiştir. Kadı Beydavi, bunu

benimsemektedir. Bu söze göre, bu dağlar Kafkas Dağları ve İki

seddin arası ise Demirkapı mevkii olmaktadır.

3) Kuzey Kutbunda iki yüksek dağdır. Hezekiel (as)

kitabında “Ahiru’l-Cibriya” denilmiştir. Bu Cibriya ismi,

Sibirya ismini andırıyor. Öyle ki, bu mıntıkada bulunan

İstanoy Dağları’yla Ural Dağları’ nın arası demek olan

110 Elmalılı, a.g.e., V/213; Alusi, a.g.e., XVI/38.111 Taberi, a.g.e. ,V/383.

36

Sibirya’ nın kendisi midir? Yoksa Ural Dağlarıyla Kafkas

Dağları arasında mıdır? Belirlemek pek mümkün görünmemektedir.112

4) Azad’ın iddia ettiği gibi “seddeyn” acaba Hazar Denizi

ile Karadeniz gibi doğal iki set olabilir mi? Zira bu iki büyük

deniz ve arasında yalçın kayalıklarıyla yol vermeyen Kafkas

Dağları bu görüşü destekler bir mahiyet arz etmektedir.113

Sonuç olarak ayette söz edilen yerin Kafkaslar olduğu

yaygın bir kabul görmüştür. Bununla birlikte, bu seddin

yapıldığı yerleşim bölgesi ve burada yaşayan kavim hakkında

Kur’an-ı Kerim ve sahih hadis kaynaklarında herhangi bir

açıklayıcı bilgi bulunmamaktadır. 114

3.1. Zülkarneyn’in Yaptırdığı Sed “Zülkarneyn, bana demir kütleleri toplayıp getirin, dedi. İki dağın arası

eşit olunca “körükleyin” dedi. Onu ateş haline koyunca da, getirin bana, üzerine

erimiş bakır dökeyim, diye seslendi.”115

Zülkarneyn kendisinden yardım isteyen kavimden

“zübere-l hadid” i getirmelerini istemektedir. “Hadid”

kelimesi, lugatta “demir” anlamına gelmektedir. “Züber”

kelimesi ise “zübre”nin çoğuludur.”Zübre” , “büyük demir

parçası” demek olup, sözlükte “örs”116 anlamında da geçmektedir.

Yani demir alet ve edevatıyla “demir kütleleri, demir

zümreleri” getiriniz, dedi. Müfessirlerin çoğunluğu da bu

görüşü benimseyip, Zülkarneyn’ in bu seddi örmüş olacağını

düşündüklerinden, “zübere’l-hadid” tamlamasına “demir

kütleleri” şeklinde mana vermişlerdir.117

112 Elmalılı, a.g.e., V/212-213.113 Azad , a.g.e., s. 76-77114 Esed, a.g.e., II/604.115 Kehf, 18/96.116 İbn Kesir, a.g.e., X/5080117 Elmalılı, a.g.e., V/214.

37

Daha sonra Zülkarneyn, iki dağ veya sedef arasını

denkleştirince “körükleyin” dedi. Ne zaman ki, körüklettiği

demiri bir ateş haline getirdi, kavimden erimiş bakır

getirmelerini istedi. Bunu bazılarının dediği gibi demir

kinetli, bakır perçinli kayalardan oluşan bir bina gibi anlamak

mümkündür. Ancak ifadenin zahiri, bundan çok yüksek bir sanata

ve işe vakıf olan demir tuğlalı, bakır sıvalı öyle bir bina

tasvir etmektedir ki, zamanımızın çok ilerlemiş olan bilim ve

sanat araçlarıyla bile yapılmasını tasarlamak zordur.118

Eski çağlarda böyle bir yapının inşa edilmesi, bu

seddin yapımının bir mucize olduğunu da düşündürmüştür. Bu

konuda Fahreddin Razi: “Bil ki bu kesin bir mucizedir. Çünkü

böyle çok olan demir parçaları körüklenip ateş gibi olunca,

hiçbir canlı ona yaklaşamaz. Halbuki onu körüklemek, ancak ona

yakın olmakla mümkündür. Binaenaleyh, sanki Allah-u Teala bu

büyük sıcaklığın tesirini o demirleri körükleyen insanların

bedenlerinden uzaklaştırmıştır.”119

3.2. Zülkarneyn’ e İsnat Edilen Sedler Zülkarneyn Seddi ’ nin nerede olduğu konusunda çok

çeşitli rivayetler ve görüşler bulunmaktadır. Bu konuda belli

başlı birkaç görüş olduğunu söyleyebiliriz. Kaynaklarda

Zülkarneyn Seddi konusunda bazı hadis ve rivayetlere rastlansa

da, bu rivayetlerin hiç birisi muteber hadis kitaplarında yer

almamaktadır. Mesela İbn Kesir, Katade’ den şu rivayeti

nakletmektedir: “Bir adam Hz. Peygamber’ e: “Ey Allah’ ın Rasulü: Ben, Ye’ cüc

ve Me’ cüc ‘ ün seddini gördüm” dedi. Hz. Peygamber(as): “Onu bize anlat”

118 Elmalılı, a.g.e., V/215.119 Razi, a.g.e., XV/259.

38

deyince “mürekkeplenmiş elbise gibi siyah yol, bir kızıl yol” demiş. Hz.

Peygamber ise “sen onu görmüşsün” buyurmuştur.”120

Mürsel hadis olan yukarıda ki rivayet, pek sarih

bir biçimde seddin tarifini vermemekte, neyin kastedildiğini

açıkça ortaya koymamaktadır. Şimdi biz bu konuda rivayet edilen

ve Zülkarneyn Seddi olma ihtimali olan bazı belli başlı

sedleri ele alacağız. Bu konuda ilk olarak ele alacağımız sed,

Derbent Seddi’dir.

Kafkasya’ da Dağıstan Bölgesi’nde bulunan Debent Seddi,

Tiflis’ in 296 km doğusunda ki Derbent kenti yakınında bulunan

taştan bir duvardır. Türklerin, bu kapıya “Demirkapı”,

Arapların ise “Babu’l-Ebvab” dedikleri rivayet edilir. Asya’ yı

Avrupa’ya bağlayan kervan yolunu korumak üzere bir kale kent

olarak kurulduğu da rivayetle gelen haberler arasındadır.121

Mevdudi (öl. 1400/1979) konuyla ilgili şu

açıklamaları yapmaktadır: “Bu duvar, Dağıstan Bölgesi’nde

Karadenizle Hazar Denizi arasında yer alan Kafkasya’ da iki

şehir olan Derbent ve Daryal arasında inşa edilmiştir.

Karadeniz ve Daryal arasında, aralarını büyük bir ordunun

geçemeyeceği derin vadilerin ayırdığı yüksek dağlar vardır.

Fakat Derbent ile Daryal arasında bu tür dağlar yoktur,

geçitler geniştir ve geçit veren cinstendir. Eski çağlardan

beri kuzeyden gelen vahşi ve göçebe kabileler güneyde ki

toprakları bu geçitten yararlanarak istila ederlerdi. Bu

akınlardan tedirgin olan Pers kralları, korunmak için 50 mil

uzunluğu, 29 fit yüksekliği, 10 fit genişliği olan bir duvar

yapmak zorunda kaldılar. Bu duvarın kalıntıları bugün bile120 İbn Kesir, a.g.e., X/5081.121 Sami, Şemsettin, Kamusu’l-A’ lam, İst., 1308, III/3188; Ana Britanica Ansiklopedisi, Ana Yayıncılık, İstanbul , 1990, VIII/159.

39

görülebilir. Bu duvarı ilk önce kimin yaptırdığı tarihi olarak

tespit edilememiştir. Fakat Müslüman tarihçiler ve

coğrafyacılar bu duvarı, Zülkarneyn ’ e isnat ederler. Çünkü

bu duvarın kalıntıları Kur’ an’ da anlatılanlara

benzemektedir.122

Özellikle Zülkarneyn ‘in I. Dara olduğunu düşünen

tarihçi ve tefsircilerin, Derbent Seddi’ni, Zülkarneyn Seddi

olarak eserlerine aldıkları görülmektedir. Hind bilginlerinden

Şibli en-Numan’ı, bu görüşü savunanlardan biri olarak

sayabiliriz. Çünkü O’na göre Zülkarneyn, I. Dara olup, Derbent

Seddi’ni yaptıran kişi de aynı zamanda O’ dur.123

Bu konuda en kapsamlı çalışmalardan birini yapan

Ebu’l-Kelam Azad ise, bu seddin Zülkarneyn Seddi olmasına

şiddetle karşı çıkmıştır. Azad’ a göre iki setten kastedilen

Kafkas Dağları’ ndan oluşan bir boğazdır. Kafkas dağ şeridinin

sağında bulunan Hazar Denizi doğu yönünde ki hareketi

engelleyici bir set niteliğindedir. Sol tarafında bulunan

Karadeniz ise batı yönünde ki hareketi engelleyici bir set

niteliğindedir. Her iki seddin ortasında bulunan tek geçit ise

Kafkas dağ silsilesidir. Bu dağlar da doğal bir duvar

niteliğindedir. Kuzeyden gelenler için bu dağlık bölgede tek

bir geçit bulunmaktaydı. Bir takım barbar topluluklar, bu

geçitten sızarak aşağıda kalan beldelere saldırıyorlardı.

Zülkarneyn, onun deyimiyle Kiros, işte bu geçidin üstüne demir

bir set inşa etmiş ve saldırganların yolunu tıkamıştır. Bu set

sayesinde sadece Kafkas vadilerinde yaşayan toplumlar değil,

Batı Asya’ da yaşayan bütün topluluklar da huzur ve güvene

122 Mevdudi, a.g.e., III/197.123 Ateş, a.g.e., V/325.

40

kavuşmuşlardır. Bu set sayesinde hem Batı Asya, hem de Mısır

güvene girmiştir.Haritaya baktığımızda seddin altında Batı

Asya’ yı, üstünde ise Hazar Denizi’ ni görürüz. Karadeniz ise

seddin sağ tarafındadır. Kafkas Dağları ise iki deniz arasında

doğal bir set konumundadır. Bu iki deniz ve Kafkas dağ zinciri,

yüzlerce mile ulaşan doğal bir set oluşturmaktadır. Anılan

geçit dışında kuzeyden gelen saldırganların sızabilecekleri

hiçbir boşluk yoktu. Zülkarneyn işte bu geçide yönelmiş ve

orada demirden bir sed inşa etmiştir. Bu sed hem delinmesi hem

de tırmanılması mümkün olmayan bir sed idi. Seddi bir anlamda

Kuzey toprakları ile Batı Asya arasında sıkıca kapanmış bir

kapı olarak da görebiliriz.”124

Azad’ ın set anlayışına baktığımız da, onun tamamen

doğal olana yöneldiğini, genel kanaatin dışında yeryüzü

şekillerinden deliller getirdiği ortaya çıkmaktadır.Ayrıca

Derbent Seddi’ nin Zülkarneyn Seddi olamayacağını düşünenler

buna gerekçe olarak, bu seddin harap ve bitap olması ve Kur’

an’ da tasvir edilen sedde uymamasını delil olarak

getirmektedirler.125

Zülkarneyn Seddi’nin Derbent veya doğal bir sed

olduğunu düşünenlerin yanısıra Çin Seddi olabileceğini

savunanlar da vardır. Bu konu hakkında görüşleri belirtmeden

önce Çin Seddi’ nin kısaca bir tanımını yapmak yerinde

olacaktır.

Çince’ de “Çang Çeng” yani “uzun duvar” olarak

bilinen Asya’ nın en eski ve en büyük anıtsal yapılardan

biridir. M.Ö. III. Yy.’ da Çe Huangi tarafından bozkır

124 Azad , a.g.e. , s. 76-77.125 Elmalılı, a.g.e. , V/216.

41

kabilelerinin saldırısına karşı korunmak amacıyla yaptırıldığı

rivayet edilmektedir. Bunun yanında birbirini izleyen Çin

sülaleri tarafından sürekli olarak onarıldığı ve

sağlamlaştırıldığı da bildirilmektedir. Çin seddi, 2500-3000

km aralığında bir uzunluğa sahiptir. Başlangıçta kısmen taştan

örülmüş, kısmen de topraktan yapılmıştır. Doğu bölümünün iç

yüzeyi ise tuğlayla kaplı olduğu yönündedir. Sonradan özellikle

15. ve 16. yy.’ da önemli ölçüde yenilenmiştir. Ana duvar, çoğu

yerde 9 km; kuleler ise 12 metre yükseklikte bulunmaktadır.126

Çin Seddi hakkında Elmalılı: “Bunlardan başka

doğuda Çin Seddi, batıda Babü’ l-Ebvab meşhur olduğuna göre iki

sedden maksat, bunların olması daha açıktır, denilebilir. Her

ne kadar Zülkarneyn zamanında bunlar henüz bulunmuyorsa da,

Kur’an’ ın iniş sırasında bulunmaları ve meşhur olmaları

tanımlama için yeterli olabilir. Bu şekilde bu iki sed

arasından maksat, Türkistan olması gerekir, bu da bundan

sonraki kavim hakkında zikredilecek rivayete uygun oluyor.”127

Elmalılı, bu konuda ki görüşün esasını şöyle takdim

eder: “Çin Seddi’ nin, hicretten dokuz asır kadar önce dördüncü

Çin sülalesi devrinde kuzeyden Moğol ve Tatarların

saldırılarına karşı yapılmış olduğu tarihi bir bilgi olarak

naklediliyor ve büyük eserlerin en büyüklerinden sayılıyorsa da

yapılmasında fazla bir zaman geçmeden aşılmış olan bu seddin

sağlamlığının ve yapılış şeklinin, Kur’ an’ da zikredilen

vasıflara uygun olmadığı anlaşılmıştır”.128

Alusi de, İbn Said’in yeryüzünde bir yer tarif

ettiğini, bu yerin de Çin’ de bulunduğunu (Çin Seddi olduğunu)126 Ana Britannica, VI/471.127 Elmalılı, a.g.e., V/216.128 Elmalılı, a.g.e., V/216.

42

söyler. Ancak bu seddin iki dağ arasında bulunmaması,

Zülkarneyn tarafından inşa edilmemiş olması ve Kur’ an’ da

anlatılan vasıflara uymaması sebebiyle Zülkarneyn’ in inşa

ettiği sed olamayacağını belirtir.129

Müfessirlerin anlayışları doğrultusunda ifade

edecek olursak, Zülkarneyn Seddi, demir tuğlalı, bakır sıvalı,

metrelerce yükseklikte, kilometrelerce uzunlukta bir sed

olmalıdır. Böyle bir seddin varlığı ise ne duyulmuştur ne de

görülmüştür. “Doğrusu Kur’ an’ daki vasıflar, şu an var olan bu

iki sedden birine (Çin Seddi ve Derbent Seddi) uygun olmadığı

gibi, diğer yerlerde bilinen sedlerin de hiç birine

uymamaktadır .” 130

YE’ CÜC VE ME’ CÜC “Dediler: Ey Zülkarneyn! Ye’ cüc ve Me’ cüc bu yerde bozgunculuk

yapıyor. Onlarla bizim aramıza bir set yapman şartıyla sana vergi verelim mi ?”131

Arapçada “e-c-c” kök fiili “alevlenmek” anlamına, bu

kökten türeyen el-Ecic kelimesi “ateşin alevlenmesi”, el-cac

ve el-Ücac ise “tadında acılık ve tuzluluk olan su” anlamlarına

gelmektedir.132

Tevrat’ ta “Gog ve Mogog” şeklinde geçen Ye’ cüc ve Me’

cüc ismi, Arapça’da “teecce’n-nar” deyiminden gelip, söz konusu

kavmin çok hızlı hareket etmesi sebebiyle, veyahut denizin

dalgası anlamına gelen “mevcü’ l-bahr” tabirinden geldiği için

bu adın verildiği rivayet edilir.133

129 Alusi, a.g.e., XVI/37.130 Elmalılı, a.g.e., V/216.131 Kehf, 18/94.132 İbn Manzur, a,g,e, II/ 206–207.133 Razi , a.g.e., XVI/257.

43

“Ye’ cüc ve Me’ cüc isminin aslen Arapça olup,Arap

dilinden türeyen kelimeler olduğunu savunanların yanında; bu

kelimelerin yabancı dilden Arapça’ ya geçtiğini iddia edenler

de vardır. Bu kelimeleri İmamı Asım hemze ile “Ye’ cücü-

Me’cücü” diye okurken, diğer bir kısım ulema “Yacoc - Macoc”

şeklinde okumuştur. Acoc ve Me’cuc şeklinde okuyanlarda vardır”

.134

Ye’ cüc ve Me’ cüc denilen ve orada terör estiren

bu kavim hakkında tefsir ve hadis kitaplarında oldukça çok

rivayet ve görüş vardır. Bunun yanında Ye’ cüc ve Me’cüc

kavramlarının ilk rastlandığı yazılı kaynağın Tevrat olduğunu

görmekteyiz. Tevrat’ ta Hezekiel bölümünde şöyle denmektedir:

“Bundan dolayı, Sen, Ademoğlu peygamberlik et ve Gog’a de: Rab Yahova

şöyle diyor: Kavmim İsrail emniyette oturunca, sen o gün öğrenmeyecek misin?

Ve sen ve seninle beraber birçok kavimler, hepsi atlara binmiş, büyük bir cumhur

ve kuvvetli bir ordu olarak, şimalin sonlarından, kendi yerinden geleceksin ve

diyarı örtmek için bir bulut gibi kavmim İsrail’e karsı çıkacaksın. Son günlerde

vaki olacak ki, milletlerin gözü önünde sende takdis olunacağım zaman, ey Gog,

onlar beni tanısınlar diye, seni kendi diyarıma karsı getireceğim.”135

“Rab, bana şöyle seslendi: İnsanoğlu, yüzünü Magog

ülkesinden Roş’ un, Meşek’ in Tuval’ ın önderi Gog’ a çevir, ona karşı

peygamberlik et. “De ki: Egemen Rab şöyle diyor: “Ey Roş’ un , Meşek’ in Tuval’ ın

önderi Gog sana karşıyım. Seni geldiğin yoldan geri çevireceğim. Seni ve bütün

ordularını, atlarını, tam donanmış atlıları, küçük büyük kalkanlı, hepsi kılıç

kullanan büyük kalabalığı dışarıya sürükleyeceğim.”136

134 Ateş, a.g.e., III/1598.135 Kutsal Kitap, Hezekiel, 38/14–16, Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul , 2001136 Hezekiel, 39/1–6.,

44

“Şimalin sonlarından seni çıkaracağım ve sol elinden yayını ve sağ elinden

okları vurup düşüreceğim. Sen, bütün ordularınla ve yanında olan kavimlerle,

İsrail dağları üzerine düşeceksin, yesinler diye her çeşit yırtıcı kuşa ve kırın

canavarlarına seni vereceğim. Açık kırda düşeceksin, çünkü ben söyledim, Rab

Yahovanın sözü ve Magog üzerine ve adalarda emniyette oturanlar üzerine ateş

göndereceğim ve bilecekler ki, ben Rabb’ım.”137

“ve o gün vaki olacak ki, İsrail’de denizin şarkında Geçiciler Deresi’nde

Gog’a kabir yeri vereceğim ve oradan geçenleri o durduracak. Ve orada Gog’u ve

bütün cumhurunu gömecekler ve oraya Hamon-Gog deresi denilecek. Ve

memleketi temizlesinler diye İsrail evi yedi ay onları gömmekte devam

edecek.”138

Öte yandan Ye’cüc ve Me’cüc fitnesi hakkında İncil’de

şöyle bir ayet geçmektedir:

“ve bin yıl tamam olunca, şeytan zindanından çözülecektir. Ve yerin dört

kösesinde olan (Gog Magog) milletleri saptırmak ve onları cenk için bir araya

toplamak üzere çıkacaktır. Onların sayısı denizin kumu gibidir.”139

Görüleceği gibi, Tevrat ile İncil’in Yuhanna’nın Vahyi

kısımlarında Ye'cüc ve Me'cüc fitne ve tehlikesi etraflıca

anlatılmaktadır. Ayetlerde Ye’cüc ve Me’cüc ismi yerel dil ve

kültür farkından dolayı “Gog ve Magog” olarak

geçmektedir.Özellikle Tevrat’tan alıntı yaptığımız aşağıdaki

ayetin iç kısımlarında Ye'cüc ve Me'cüc veya Gog Magog

kelimeleri geçmese de, Ye'cüc ve Me'cüc kavminin söz

anlamayan,vahşi bir topluluk olduğundan bahseden Kur'ân ayeti

ile benzerlik içermesi ayrıca ilgi çekicidir. Tevrat’ın

Tesniye bölümünde geçen ayetler şöyle der:

137 Hezekiel, 39/1–6.138 Hezekiel, 39/11–12.139 Yuhannanın Vahyi, 20/7–8.

45

“Rab uzaktan dünyanın ucundan bir milleti, dilini anlayamayacağı bir

milleti, kartal uçar gibi senin üzerine getirecek, kocamış olanın şahsına itibar

etmeyen ve çocuklara acımayan sert yüzlü bir millettir. Seni helak edinceye

kadar, hayvanların semeresini yiyecek ve seni bitirinceye kadar sana buğday,

yeni şarap ve yağ, hayvanların yavrularını ve koyunların yavrularını

bırakmayacaktır…”140

“İşte, Ey İsrail evi, uzaktan üzerinize bir millet getireceğim, Rab diyor, o

zorlu bir millet, eski bir millettir, bir millet ki, sen onun dilini bilmez ve ne

dediklerini anlamazsın.”141

Tevrat ve İncil’e baktığımızda da Ye’cüc ve Me’cüc ‘ün

büyük bir fitne ve yaklaşmakta olan tehlikeli bir topluluk

olduğu bildirilmektedir. Bu ilkel ve gayet vahşi topluluğun

insana ait bütün medeni hayatı, sahip olunan su, tarım ve

hayvancılık adına ne varsa sonunu getirip tüketeceği

belirtilmektedir.Öyle bir millet ki laftan anlamaz,barışa

yanaşmaz, tek dertleri anarşizm ve terörizm olan, canlı ve

cansız önüne ne çıkarsa yıkıp dökmekte, harap etmektedir.İşin

hazin tarafı da şu ki, insanoğlu bu kavim ya da mahlukat

karşısında çaresizce dağlara ve kalelere sığınmak zorunda

kalacaktır.142

Kur’ an’da geçen bu kavim veya kavimler, Tevrat ve

İncil’de de değinildiği gibi kıyamete yakın bir vakitte dünyayı

felakete sürükleyecek bir topluluk olarak bildirilmektedir.

Avrupalılar bu kavimleri, Batı Roma’ yı istila etmeleri

sebebiyle Hunlar olarak düşünmüşlerdir. Öte yandan bu

kavimlerin Moğol ve Tatarlar olduğunu savunanların yanı sıra

140 Tesniye, 28/49–51.141 Yeremya, 5/15.142 Alusi, a.g.e., XVI/39; Razi, a.g.e., XVI/12.

46

Ruslar ve Türkler olacağını düşünenler de vardır.143 İki ayrı

millet olduğunu savunanlardan bir kısmı, Ye’ cüc kavminin

Türkler, Me’ cüc kavminin ise Ceyl ve Deylan kabilelerinden

olduğunu ileri sürmüşlerdir.144

Öte yandan bir rivayette şöyle denilir: “Onlar,

Türkmen soyundan bir kavimdir. İçlerinden bir kısmı ayrılıp ava

gittiği sırada Zülkarneyn iki dağ arasına bir sed yapmıştır.

Ava gidenler seddin diğer tarafında kaldığı için kendilerine

terk edilenler manasında Türk adı verilmiştir.”145

Elmalılı bu konuda şöyle demektedir: “Ye’ cüc ve

Me’ cüc vaktiyle bir veya iki kavmin özel ismi olsa da, doğrusu

İslam dilinde herkesçe bilinen anlamı şudur: “Aslı ve soyu

belirsiz, din ve millet tanımaz bir insan karışımı, bunların

çıkışları kıyamet alametlerindendir ve yeryüzünü ifsat

edeceklerdir.”146

Konu hakkında Said Nursi: “Ye’ cüc ve Me’ cüc

kavmini bazı müfessirler “Veled-i Yasef’ ten iki kabile ve bazı

diğer Moğol ve Mençur ve bazı dahi “Akvam-ı Şarkiye-i Şimaliye”

ve bazıları “Beni Ademden bir cemiyet-i azime, dünya ve

medeniyeti herc-ü merc eden bir taife ve bazı tefsirlerde,

“mahluk-i ilahi’ den yerin zahirinden veyahut batnından Ademi

veya Gayr-ı Ademi bir mahluktur ki, kıyamete yakın böyle nev-i

beşerin herc ü mercine sebep olacaktır. Ye’ cüc ve Me’ cüc

ehli garet ve fesat ve ehli hadarete ve medeniyete karşı iki

taife-i mahlukullahtır”147 demektedir.

143 Elmalılı, a.g.e., V/216.144 Razi , a.g.e., XVI/257.145 Alusi, a.g.e., XVI/58.146 Elmalılı, a.g.e., V/214.147 Nursi, Said, Muhakemat, 1. makale 4. mesele.

47

Ye’ cüc ve Me’ cüc hakkında dini kaynaklara

eğildiğimiz zaman hemen hemen hepsi de, İsrailiyat menşeli

birbirini tutmayan rivayetlerle karşılaşırız. Ebu Hayan,

“bunların adet ve eşkali hakkındaki sözlerin hiç biri için

haber-i sahih değildir” demiştir.148

Öte yandan Ebu Hureyre’ den rivayet edilen bir hadiste

peygamberimiz (sav), Zülkarneyn’ in inşa ettiği sed hakkında şöyle buyurdular: “Ye’

cüc ve Me’ cüc, onu her gün oyuyorlar. Tam delecekleri sırada başlarında

bulunan reis: “ Bırakın artık, delme işini yarın yaparsınız” der. Onlar bırakıp

gidince Allah (cc), seddi daha sağlam olacak şekilde eski haline iade eder.

Böylece günler geçer. Kendilerine takdir edilen müddet dolar ve onların

insanlara musallat olmalarını Allah’ ın arzu ettiği vakit gelir. O zaman

başlarında ki reis, “Haydi dönün, yarın inşallah bunu deleceksiniz” der ve ilk defa

İnşallah tabirini kullanır , Rasulullah (sav) devamla der ki : “Dönüp giderler.

Ertesi güm geldikleri vakit seddi ne halde bırakmışlarsa öyle bulurlar ve o günkü

çalışma sonunda delerler. Açılan delikten insanların üzerine boşalırlar. Önlerine

çıkan suları içip kuruturlar. İnsanlar onlardan korkup kaçar. Daha sonra Ye’ cüc

ve Me’ cüc göğe bir ok atar. Bu ok kana bulanmış şekilde kendilerine geri döner.

Şöyle derler: “Arzda olanları ezim ezim ezdik , sema da olanları da alçaltıp alt

ettik.” Allah onları enselerinden yakalayacak bir kurt gönderir. Bu kurt onları

toptan helak edip her birini parçalanmış halde yere serer. Muhammed’ in nefsini

elinde tutan zata yemin ederim ki, yeryüzünde bütün hayvanlar, onların etinden

yiyerek canlanır, sütlenir ve semirir.149 Zeyneb bt. Ebî Seleme Ümmü Habîbe bt.

Ebî Süfyan ,Zeyneb bt. Cahs tariki ile rivayet edilen bir hadiste: Nebi (s.a.v.) bir kere

telaşla Zeynep’in yanına gelerek:

148 Kütüb-i Sitte, (haz. İbrahim Canan ), Akçağ Yayınları,İstanbul,1995 II/508.149 Tirmizi, Tefsir, Kehf ; İbnu Mace, Fiten 33

48

—“La ilahe illallah, yaklaşan bir şerden dolayı vay Arabın haline. Bugün Ye’cüc ve

Me’cüc’ün seddinden şunun gibi bir delik açıldı” buyurarak başparmağı ile

şehadet parmağını halkaladı. Bunun üzerine Cahş kızı Zeynep:

—Ya Resulellah, içimizde bu kadar salih kimseler varken biz helak olur muyuz?

Diye sordu. Resulüllah:

—Evet, çirkinlik çoğaldığı zaman, diye cevap verdi.150

Hadislerde buyrulduğu gibi Ben-i Yafes’ten bir ırk

olan Ye’ cüc ve Me’ cüc kavmi, sonunda Zülkarneyn’ in seddini

delecek ve kıyamete yakın bir zamanda dünyaya büyük bir korku

salacaktır. _ “Öte yandan Peygamberimizden sonra geriye kalan

bütün vakitler için Kıyamete yakın vakitler yani “ahir zaman”

deyimini kullanmamız garip kaçmaz. Zira kendisinin benim

gelişim kıyamet alametidir buyurması bu konuda uzaklık ve

yakınlığın izafi olduğunu göstermektedir. ” _151 İşte bu yönüyle

Ye’ cüc ve Me’ cüc kıyametin habercisi, erken veya geç ne

zaman çıkarsa çıksın bir ahir zaman olayı ve kıyamet

alametidir.

Ye’ cüc ve Me’ cüc’ ün fesadının ve bozgunculuğunun ne

manaya geldiği konusunda çeşitli rivayetler vardır. Bazıları

onların insanları öldürdüklerini, bazıları memleketlerini

tahrip ettiklerini, bazıları insanları yediklerini, bazıları da

bahar günlerinde çıkıp insanların yeşilliklerini, ekin ve

sebzelerini yediklerini söylemişlerdir.152

Ye’cüc ve Me’cüc Moğollar Olabilir mi?150 Buhari, Enbiya 7, Menakıb 20, Fiten 4, 28; Müslim, Fiten 1; Tirmizi, Fiten 23.151 Buhârî, Rikak 39 - Müslim: 2950,( Sehl bin Sa’d -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şehadet parmağı ile orta parmağını yanyana göstererek” Ben kıyamete şöyle yakın olduğum halde gönderildim”.İki parmağıyla işaret ederek.)152 Nişaburi,Garaibu’l Kuran ve Regaibu’l Furkan,Kahire,VII,,366;Alusi, a.g.e., XVI/39; Razi, a.g.e., XVI/12.

49

Konuya dayanak olacak birkaç hadisi şerifle başlamak

yerinde olacaktır.Zira yakın zamanda Arap’ın başına gelecek bu

büyük belayı peygamberimiz az bir zaman önce haber vermektedir:

Nitekim hadis-i şerifte: Peygamberimiz (s.a.v.) bir kere telaşla Zeynep’in

yanına gelerek:

—“La ilahe illallah, yaklaşan bir şerden dolayı vay Arabın haline. Bugün Ye’cüc ve

Me’cüc’ün seddinden şunun gibi bir delik açıldı” buyurarak başparmağı ile

şahadet parmağını halkaladı. Bunun üzerine Cahş kızı Zeynep: Ya Resulallah,

içimizde bu kadar salih kimseler varken biz helak olur muyuz? Diye sordu.

Resulüllah: Evet, çirkinlik çoğaldığı zaman, diye cevap verdi”.153

Peygamberimiz rüyasında gördüğü bu durum Ye'cüc ve

Me'cüc'ün önündeki engellerin yavaş yavaş kaldırıldığına

işaret etmektedir. Şöyle ki rüyada görülen “Ye'cüc ve Me'cüc'ün

seddinden şöyle bir gedik açıldı” ifadesi gerçek bir gedik ve

toprak taş parçası değildir. Allah yavaş yavaş , zamanla

onların büyümesine izin verdiğine , bu kavimleri ekonomik

olarak veya sayıca büyüyeceğine ve dünyaya farklı beldelere

yayılmanın ilk başlangıcını yapmış olduklarına işaret

etmektedir. Bunun üzerine Cahş, “içimizde sâlih kimseler olduğu halde

toptan helâk mı olacağız?" “Yani hepimiz ölecek miyiz” diye sorar.

Peygamberimiz "Evet, fenalıklar artarsa öyle olur,der.

Fenalıklar artarsa ifadesi çok önemlidir. İbni Harmele

rivayetiyle diğer bir hadis-i şerifte: Rasullulah’ı akrep ısırdığı için

parmağını sarmış olarak bize hutbe irad etti ve hutbesinde şöyle buyurdu : ”Siz

düşmanınız bulunmadığını söylüyorsunuz.Oysa siz geniş yüzlü, küçük gözlü,

kumral saçlı, yüzleri deri üstüne deri kaplanmış kalkanları andıran ve her

dereden , tepeden boşalıp gelecek olan Ye’cuc ve Me’cuc ortaya çıkış zamanına

153 Buhari, Enbiya 7, Menakıb 20, Fiten 4, 28; Müslim, Fiten 1; Tirmizi, Fiten 23.

50

kadar düşmanla savaşmaya devam edeceksiniz.”154 Hadisin dikkat çektiği

ayrıntılara bakıldığında, adı geçen özelliklere bire bir uyan

Moğol Kavimlerinin suret-i hilkatini hatıra getirmekte ve

bilhassa Kafkas altı İslam medeniyetine ve Müslüman nüfusa

yaptıkları mezalime ışık tutmaktadır.

Moğollar ve Dünyayı Sarsan

İstilası:

Batı dillerinde Mongole, Mongoles ve Mongols diye

anılırlar. Doğu Asya kavimlerinden olup yurtları Moğolistan

Bölgesi’dir. Bugün Moğollar sadece Çin ile Rusya arasındaki

Moğolistan’da yaşarlar. Doğu Asya’daki sarı ırkın mongaloit

tipindendirler. Dilleri Moğolcadır. Moğollar hakkında ilk

bilgilere komşuları Çinlilerin tarihinde rastlanmaktadır.

Verilen bilgilere göre bu cahil ve vahşi kavim küçük kabileler

halinde ve göçebe şeklinde Gobi Çölü’nde yaşarlardı ve güneşe

taparlardı. Avcılık ve yağmacılıkla geçinirler, kan dökmeyi,

kötülük yapmayı severlerdi. Baskınlarda ok kullanırlardı.

Kadınları da harp ederdi. Her kötülüğü işlerler ve yasak

tanımazlardı. Şehirleri yakar yıkarlardı. Çoluk çocuk, kadın-

ihtiyar demeden kendilerinden olmayan diğer insanları

öldürürlerdi. Yiyeceklerini hayvani gıdalar teşkil ederdi.

İnsan eti yiyenler de vardı. Koyun, at, sığır, deve, katır,

domuz yetiştirirlerdi. Nikah ve aile bağı olmayıp bir kadına

sayısız erkek sahip olabilirdi. Dağınık, teşkilatsız ve başsız

olan bu vahşi Moğol kabileleri 13. asrın başına kadar bu halde

kaldı.155

154 İbni Hanbel,,a.g.e,V,271155 Yeni Rehber Ansiklopedisi,İhlas yay,İstanbul,1994,XIV,201-202

51

“13. yy’da başlayan Moğol istilası; Moğolların Cengiz Han

'ın bayrağı altında Orta Asya, Doğu Avrupa, Çin ve Sibirya

Ovaları'nı istila etmesiyle güç kazandı. Moğol kabilelerini

birleştiren Cengiz Han dünyanın en büyük imparatorluğun kurdu.

Ardından yaptığı fetihlerle ününe ün katan Cengiz Han ele

geçirdiği kalelerdeki herkesi katletmekle tanınır oldu. Doğudan

gelen bu haberler Avrupalıları oldukça korkuttu. Kısa sürede

birçok savaşlar gerçekleşti ve bunun sonucunda 30 milyon ile 60

milyon arasında insanın ölümüne neden olan savaşlar meydana

geldi. Moğol İstilası sırasında Moğollar birçok kenti

yağmalamış, birçok katliam yapmış ve Orta Asya'da yaptığı

saldırılar yüzünden birçok Türkî halkın Anadolu'ya göç etmesine

neden olmuştur. Yaşanılan yağma, göç, savaş gibi unsurlar

yerleşik hayattaki bir çok devleti etkilerken göçebe olan

halklar fazla etkilenmemiştir. Dünya tarihi açısından mühim bir

olay olan Moğol İstilası tabii ki dünyanın her tarafında önemli

sonuçlar doğurmuştur. 156

Moğol İstilası, 16. yy'da Hindistan'ın istilasına

varıncaya kadar devam etmesine rağmen Timur İmparatorluğu'nun

yıkılmasıyla Anadolu üzerindeki etkisi son bulmuştur. Moğollar

bu süreçte birçok devlet kurmuş, Çin'e hükmetmiş ve  Japonya'ya

çıkartma yaparak bir ilke imza atmıştır. Avrupa'nın siyasi

güçlerini değiştirmiş ve dünyaya dehşet salmıştır. Ancak

Moğolların kurmuş olduğu devletler sürekli taht kavgaları ve

dış güçler yüzünden yıpranıp zamanla yıkılması Moğol

istilasının sonu olmuştur. 157”

156 http://lostislamichistory.com/mongols/157 Denis Sinor,The Mongols in the West, Journal of Asian History ,XXXIII, n.1 ,1999

52

Resim 6:Tarihi Kaynaklarda Ye’cüc ve Me’cüc’ün ülkesi

Ye’cüc ve Me’cüc İsmi Bir Künye mi?Her ne kadar bazı rivayetlerde ve bazı müfessirlerce bir

yaratık veya canavar gibi resmedilen Ye’cüc ve Me’cüc ; vahşet

ve barbarlıkta sınır tanımayan, çoklukları ve hızlı bir şekilde

hareket etmeleri nedeniyle158 mukavemet edilemeyen ve ellerine

düşenleri ihtiyar - çocuk demeyip acımadan katleden zalim ve

mütecaviz birer kavimler topluluğu olduğu bilinmektedir. Ancak

bu ismin özelde Moğol kabilelerini genelde de bu özellikteki

diğer insan kabilelerini tarif eden şemsiye birer kavram

olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Peygamberimizin hadiste de

buyurduğu gibi yakın zamanda özellikle Arapları ve o zamanda

yaşayan neredeyse bütün devlet ve halklarını perişan eden bu

gelişme, insanlık tarihine ve kökenine verdiği zararın yanı

sıra bilim, kültür ve medeniyete de büyük darbeler vurmuştur.

Camiler, kütüphaneler ve medreseler yakılıp yıkılmış; şehirler

ve ülkeler darmadağın edilmiştir.159

158 Ateş, a.g.e., III/1598159 Geniş bilgi için: (Abraham Constantin d'Ohsson,Moğol Tarihi,Nesnel Yayınları,İstanbul,2008)

53

-Ünlü tarihçi İbnü'l-Esîr, Moğol İstilâsını yazmamak için

bir hayli direndiğini belirttikten sonra, düşmanla bizzat

karşılaşmamışsa da kendisine anlatılan, aktarılan ve çeşitli

yollarla ulaşan bilgilerden hareketle olan biteni anlamaya ve

anlamlandırmaya çalışır. Tahammülü güç hadiselerin yaşandığını,

feryatların gökleri tuttuğunu ve yaşananları yazmanın bir

insan, hele hele bir Müslüman için hiç de kolay olmadığını

ifade eden tarihçi, topladığı bilgiler karşısında şaşkınlığını

dile getirmekten aciz kalır. Hattâ bunları duymaktansa hiç

dünyaya gelmemiş olmayı, unutulup gitmeyi temenni eder. Ona

göre bir kimse dünya yaratıldı yaratılalı, insanlık Hz.

Adem’den bu yana böylesi bir facia yaşamamıştır dese kesinlikle

doğru söylemiş olacaktır. Buhtunnasr’ın (Nebukadnezzar)

Yahudilere yaptığı zulüm ve katliam, Kudüs’ü ve Yahudi

kentlerini yerle bir etmesi Moğolların zulmü karşısında çok

hafif kalır. Cengiz ve askerlerinin sadece bir İslam şehrinde

katlettiği Müslüman sayısı, Buhtunnasr’ın katlettiği

Yahudilerin tamamından kat be kat fazladır. Moğol orduları

kendilerine tabi ve teslim olanla direnen arasında ayrım

gözetmemektedirler. Sadece eli kılıç tutan erkekleri değil

kadınları ve çocukları da öldürmekte, hamilelerin karnındaki

ceninlere bile merhamet etmemektedirler. Katliam işinde tek bir

kişinin dahi sağ kalmasına tahammül edemeyecek derecede ileri

gitmişlerdir. Girdikleri her İslam şehrinde Mushaf (Kur’an-ı

Kerim) dolaplarını yere boşaltarak atlarına yem teknesi

yapmışlar, çalgıcıları ve şarkıcıları mabede doldurmuşlar,

şarap içerek eğlenmişlerdi. Her şeyi tam bir teslimiyet ve

çaresizlik içinde seyreden halk ve ulema, eğlence bitip

Moğollar istirahata çekilirken olayı kendi aralarında Allah’ın

54

gazabının yansıması olarak değerlendirmişlerdi. Moğol güçleri,

Türk topraklarında ve İslam diyarlarında rüzgârın önüne katıp

sürüklediği hızla hareket eden bir bulut gibi oradan oraya

atılmışlardır.160

Resim 7: Moğol Hakanı Cengiz Han (Siz geniş yüzlü,

küçük gözlü, kumral saçlı, yüzleri deri üstüne deri kaplanmış kalkanları andıran ve her dereden ,

tepeden boşalıp gelecek olan Ye’cuc ve Me’cucle karşılaşmadan savaşınız bitmez. Ahmed b.

Hanbel,V,271)

SONUÇSonuç kısmını manevi ve zahiri bakımdan ikiye ayırarak ele

almak kıssanın meramı açısından daha isabetli olacaktır.

Kıssanın Manevi Sonucu:Zülkarneyn ve Kıssası:

1. Büyük ve kuvvetli imana sahip bir hükümdar ve cengaver olan

bu muhterem ve mükerrem zat, asla ve kat’a haksızlık, zulüm ve

haddi aşma gibi Allah’ın hoşlanmadığı sahalara girmemekle

kendinden sonra gelenlere örneklik teşkil etmiştir.

2.Zülkarneyn Kıssası, kişinin konumu ne olursa olsun gerçekte

bütün başarı, kuvvet ve kudretin onu var eden yaratıcının

elinde olduğunu öğretir. Bu başarı ve kuvvetin kişiyi asla

azdırıp şımartmamasına dair bir uyarının sonucunda bu kıssa,

Zülkarneyn’den hareketle insanlardan tevfik, inayet ve azametin160İbnü’l-Esîr, İzzeddin Ebü’l-Hasan b. Ali b. Muhammed, el-Kâmil fi’t-Târîh, nşr. Muhammed Yusuf ed-Dukâk, I-XI, Beyrut 1424/2003,X,399

55

Allah’a ait olduğuna kesin bir inanç ve itikatla iman etmeleri

istenir.

3. Adalet ve azameti sayesinde Allah’ın yeryüzündeki halifesi

ve mührü anlamına gelen bu cengaver kişilerin, Allah adına

zalimleri cezalandırması ve iyileri mükafatlandırması, Allah’ın

kuluna hem bir emr-i farizası hem de bir lütf-u ihsanıdır.

4.Bu kıssa genel anlamda yeryüzündeki fitne ve fesadın

yerilmesine dair bir işaret vaaz ederken, aynı zamanda bunun

önlenmesi ve bertaraf edilmesi noktasında yönetici ve tebaa

katında herkesin birbiriyle yardımlaşma ve dayanışma içersinde

olması gerektiğini öğütlemektedir.

5. Kıssanın muhatabı olan insan Allah’ın koyduğu hayat

kanunlarına ve insana ayırdığı şerefli yere bağlı

kalmalıdır.Allah’ın sözlerinin mutlaka gerçekleşeceğine

inandığı için hiçbir zaman umutsuzluğa düşmemeli ve paniğe

kapılmamalı,Allah’ın takdirine olan güvenini korumalıdır.

Kıssanın Zahiri Sonucu:Zülkarneynle ilgili ayetler hususunda tarihten günümüze

kadar yapılan bütün araştırmalar sonuç itibariyle şunu

göstermektedir ki, Zülkarneyn’ in kimliği, kendisine verilen

sebep ve yaptırdığı sed, var olan doğrular ışığında genelde

varsayımlar ve nazariyeler ortaya atılarak gerçeği bulmayı

amaçlamaktadır.

Bir kere şunu belirtmekte fayda vardır. Geçmişte ne

kadar cihangir, kahraman, devlet adamı veya komutan varsa sırf

bunların oldukça güçlü, azametli veya fatih olmasına bakılarak,

işte bu Kur’an’ın bahsettiği Zülkarneyn’ dir demek hiçbir zaman

doğru ve mesnetli bir davranış olmayacaktır.

56

Kanaatimizce gücü ve fütuhatı kıstas alırsak

tarihte bir Zülkaneyn yok bir çok Zülkarneyn vardır.Ama Allaha

inanmış, ihlas sahibi ve Ye’cüc ve Me’cüc diye anılan vahşi,

gayri medeni, insanlıktan nasibini almamış bu kavim için sed

inşa eden ve hayatı boyunca Allah için gerek savaşmış gerekse

adaletle hükmetmiş sadece bir kişi vardır. O da Kur’an’ın

bahsettiği kıssada adı geçen Zülkarneyn’dir. Peki tarihi

şahsiyetler içinde Zülkarneyn olma ihtimali en fazla olan zat

kim olabilir. Şimdi sırasıyla hareket edecek olursak:

1. Kur’an-ı Kerim kıssalarında geçen şahıs, yer ve zaman

öğeleri; genel anlamda verilmek istenen mesaj için bir

vesiledir. O münasebetle bu kıssada da Zülkarneyn’in kimliği,

nereleri ele geçirdiği, hangi kavimlerle karşılaştığı gibi

unsurlar ayrıntı olarak görülmüş olacak ki konuya dahil

edilmemiştir. Diğer kıssalarda olduğu gibi bu kıssanın da

amacı; kıssadan nasihat verilmek istenmesi ve her kesimden

insanın nefsini ilgilendiren dersler alması hedeflenmiştir.

2. Zülkarneyn ismi, araştırmalar ve ilm-i tespitler neticesinde

bu tarihi şahsiyetin lakabı olduğu, gerçek isminin bundan başka

olup, hadd-i zatında kahramanlığı, azameti ve hikayesine matuf

olarak bu künyenin verilmiş olabileceği düşünülebilir.

3. Allah’ın övgüsüne mazhar olan bu kişi, tarihi şahsiyetler

içersinde imanlı, adaletli, cengaver ve cihangir unvanlarına

layık birisi olarak ayrıca Beni İsrail’e olan menfaati ve

onları zulümden kurtarması açısından derin bir hatıra ve

özlemle anılıyor olması; İsrail Oğulları tarafından O’nun

hakkında soru sorulmasını kuvvetle ihtimal haline getirir.

Ebu’l Kelam Azad’ın da iddia ettiği gibi Zülkarneyn künyesinin

Ortadoğu ve Batı Asya bölgesinde hüküm süren bir imparatorluğun

57

hükümdarına ait olması tercihe şayandır. Zira kadim tarihten

bu yana dünyanın, ticaretin, siyasetin ve gücün merkezi hep bu

topraklar olmuştur ve hala popülaritesini devam ettirmektedir.

Bu yüzden Zülkarneyn’in, İbrahim (as) ile İsa (as) arasında o

topraklarda hüküm sürmüş, adalet ve azamet sahibi krallara

sahip olmuş olan Pers İmparatorluğunun kralları arasından

birisi olduğu ihtimali kuvvet kazanmaktadır.

4. Pers İmparatorluğu kralları arasında, tarihte gerek adaleti,

kişiliği,cengaverliği ve gerekse cihangirliği açısından Kral

Kiros (Kuruş) mümtaz bir yerde durmuştur. Tarihi vesikalarda

onun Afrika’nın batı kısımları olan Fas, Tunus, Cezayir ve

Libya’ya; Anadolu’da Ege sahillerine (Lidya), Balkanlarda da

Makedonya’ya kadar gittiği ve oraları topraklarına kattığı,

daha sonra doğu tarafına sefer yapıp doğu tarafında Nikran,

Belh ve Belucistan bölgelerindeki medeni ve vahşi insanları

hakimiyeti altına aldığı rivayet edilmektedir. Diğer bir

seferini de o zamanın Yahudilerine büyük eziyetleri dokunan

zalim kral Buhtu-n Nasr’ın üzerine yapmış ve hakimiyetine son

vermiştir. Bu bakımdan Yahudilerin övgüsünü ve sevgisini

kazanmış olması dikkatleri çeken diğer bir ayrıntı ve noktadır.

Bundan sonra üçüncü ve son seferini Kur’an’ın tabiriyle iki sed

arasına yani kuzeydeki Batı Asya veya Kafkasya Bölgesi’ne

doğrudur.Burada yaptırdığı set, büyük ihtimalle iki deniz

arasında (Hazar ve Karadeniz) ulaşımın ancak geçitler yoluyla

sağlanmasına müsaade eden; engin ve sarp kayalıklarıyla ünlü

Kafkas Dağlarının, iç bölgelerle bağlantıyı koparacak en önemli

geçidinin kapatılmasıyla gerçekleşmiştir.Kuran’ın tabiriyle o

vahşi halk bunu o zamanın teknolojisiyle uzun zaman delememiş

58

ve alt edememiştir. Böylece alt bölgelerdeki medeni ve kendi

halinde zararsız insanlara ilişmeleri engellenmiş olmaktadır.

5. Tarihi vesikalarda ve anlatılarda genel anlamda Kafkasya

Bölgesi’ nde gerek Derbent Geçidi gerekse Demirkapı gibi

geçitlerin varlığı bir hakikattir. Dolayısıyla Zülkarneyn’in

meşhur seddini buraya inşa ettiği kuvvetle ihtimaldir. Tarih

kitapları, Abbasi halifelerinden bazılarının buralara keşif

birlikleri göndererek Zülkarneyn Seddini arattığı ve bazı sedde

benzer şeyler gördüklerini rivayet eder. İşte adının çok önemli

olmadığı bu demir ve bakır karışımı mukavemetli seddin yıkılıp

geçilme zamanı geldiğinde o zaman için oldukça barbar ve vahşi

hayat süren Moğol kabileleri, hem büyük bir zafer coşkusu hem

de diğer millet ve medeniyetlere olan kin ve nefretleri

sebebiyle önlerine çıkan ne varsa yerle bir etmiş; insanlığın

kültür ve medeniyet birikimini deyim yerindeyse herc-ü merc

etmişlerdir. Burada son olarak Ye’cüc ve Me’cüc’ü insan ve

hayvan karışımı bir yaratık olarak düşünmenin pek sıhhatli

olmadığını; isabetli olanın bu iki kavramın vahşeti ve

barbarlığı kendine ilke edinen bütün toplumlar için şemsiye

veya künye birer kavram olarak düşünmenin daha doğru

olacağıdır. Dolayısıyla gerek hadis gerekse tarihi kaynaklarda

azgın ve barbar bir insan ırkı olan bu kavmin yaratık gibi

algılanması manen canavar fıtratında olmalarına yorulabilir.

Bununla beraber gerek yakın tarih gerekse gelecekte insanlıktan

nasibini almamış kimselerin bu canavarlaşma potansiyelini her

zaman harekete geçirebileceği de bir hakikattir. Kim bilir

büyük bir hızla ve baş döndürücü bir şekilde ilerleyen bilim

dünyası ve genetiğin kötü kişilerin elinde çeşitli şekillerde

kötüye kullanılarak insanlığın kökenine ve hayatına kastedecek

59

yeni bir “Ye’cüc ve Me’cücileşme” tehlikesini doğurabileceğini

de ihtimalden çıkarmamak gerekir.

Bununla beraber en doğrusunu Allah (c.c.) bilir.

KAYNAKÇA

Kur’an-ı Kerim

Kitab-ı Mukaddes

Abdulbaki Güneş, Kur’ an Kıssaları ve Medeniyetleri İnşası,

Gündönümü Yay.İstanbul,2005

Abdurrahman Bin Nasr es Sa’di,Teysiru-l Kerimi-r Rahman fi

Tefsiri-l Kelami-l Mennan,Beyrut,h.1421,

Abraham Constantin d'Ohsson,Moğol Tarihi,Nesnel

Yay,İstanbul,2008

Ahmed b. Hanbel, Müsned, Çağrı Yay., İstanbul,1992

Ali ARSLAN,Hulasatu-t Tefasir,Arslan Yay,tsz,İstanbul

Ana Britanica Ansiklopedisi, Ana Yayıncılık, İstanbul , 1990

60

Arif Abdulfettah Tabbara,Kur’ an’ da Peygamberler ve

Peygamberimiz, terc. Ali Rıza Temel – Yahya Akın, İst., 1985

Bahaeddin ÖGEL Prof.Dr., Türk Mitolojisi, TTK Yay,Ankara.2003

Büyük Larausse Ansiklopedisi,Milliyet Yay,tsz.

Celal YILDIRIM, Asrın Kur’an Tefsiri,Anadolu Yay., İzmir,1987

Denis Sinor,The Mongols in the West, Journal of Asian

History,1999

Ebu'1-Fadl Cemalüddin Muhammed b. Mükerrem İbn-i Manzur,

Lisanu'l-Arab, 3. Baskı, Daru'1-Fikr, Beyrut, 1994

Ebu’l-Fida İbn Kesir, Tefsiru’ l Kur’ ani’ l-Azim, Çağrı Yay.,

İst., 1993

Ebu’l-Hasan Ali b. Ahmed el-Vahidi,Esbab-ı Nüzul, İhtar Yay.,

Erzurum, 1994

Ebu’l-Kelam AZAD, Zülkarneyn Kimdir? (Çev. Muharrem Tan), İz

Yay., İstanbul, 2000

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ an Dili, Şura

Yay., İst.,1999

El Müntehib fi Tefsiru-l Kur’ani’l Kerim,Mısır Vizaratu-l Evkaf

Neşr.,20. b,Kahire,h.1423

Er- Ragıb el- Huseynıı b. Muhammed el- Isfahani, el- Mufredat

fi Garibi’l- Kuran,Beyrut,tsz.

Fahrettin Razi, Tefsiru’l-Kebir, Akçağ Yay., Ankara, 1993

61

İskender Türe, Zülkarneyn, Karizma Yay.,İstanbul,2001

İslam Ansiklopedisi, MEB. Yay., İstanbul,1994

İsmet Ersöz , “Ashab-ı kehf”, DİA, İstanbul, 2000

İzzeddin Ebü’l-Hasan b. Ali b. Muhammed İbnü’l-Esîr, el-Kâmil

fi’t-târîh, nşr. Muhammed Yusuf ed-Dukâk, I-XI, Beyrut

1424/2003

Kütüb-i Sitte, (haz. İbrahim Canan ), Akçağ Yay.İst,1995

Mecduddin Muhammed b. Yakub Firuzabadi, el-Kamusu’ l-Muhit,

Kahire, 1332

Mehmet Toptaş,Şifa Tefsiri,Cantaş Yay,İstanbul

Mevdudi, Ebu’l-Ala, Tefhimu’l Kur’ an, İnsan Yay., İst., 1996

Muhammed Eş-Şevkani,Fethu-l Kadir,h.1250

Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, İşaret Yay., İst., 1999

Muhammed b. Cerir et-Taberi, Tefsir-i Taberi,Hisar Yayınları ,

İstanbul, 1996

Nişaburi,Garaibu’l Kuran ve Regaibu’l Furkan,Kahire,tsz

Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi, İhlas Yay., İstanbul

Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi, İhlas Yay.,ts, İstanbul

Said Nursi, Lem’ alar, 16. Lema, Yeni Asya Yay., İst., 1990.

Salah Abdülfettah El – Haleri, Maa Kısasi’l – Sabikin fi’l-

Kur’ an, Beyrut,1979

Sabuni, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefasir, Beyrut, 1981

62

Seyyid Kutup, Fi Zilali’l Kur’ an, Merve Yay.ts,

Süleyman Ateş , Kur’ an’ ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuk

Neşriyat,İstanbul,1988

Sami, Şemsettin, Kamu’l-A’ lam, İst., 1308

Şihabuddin Mahmud el-Haseni el- Hüseyni el-Bağdadi Alusi,

Ruhu’l-Meani, Beyrut,1987

TDV İslam Ansiklopedisi,TDV Yay. Ankara, 2002

Yeni Rehber Ansiklopedisi,İhlas Yay,İstanbul,1994

Yeni Ansiklopedi,Timaş,Yay,İstanbul,1991

http:tr.//wikipedia.org/

63