Post on 28-Apr-2023
KÖK Araştırmalar, X/1 (Bahar 2008), s. 9-32.
Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı:
1990’lardan 2000’lerin Başlarına Kadar Balkanlar’da
Yaşanan Kriz ve Çatışmalar
Mehmet Akif Okur
Mehmet Akif OKUR, “Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı: 1990’lardan
2000’lerin Başlarına Kadar Balkanlar’da Yaşanan Kriz ve Çatışmalar” KÖK Sosyal ve
Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt X, Sayı 1 (Bahar 2008), ss. 9-32.
Balkanlardaki aktüel gelişmelerin anlamlandırılmasına katkı sağlayacağı düşüncesiyle
bu çalışmada, bölgede 90’lı yıllardan 2000’lerin başlarına kadar geçen zaman
diliminde yaşanan önemli kriz ve çatışmalar ele alınmaktadır. Söz konusu dönemde
bölgesel sonuçlarının yanı sıra küresel ölçekli bir çok gelişmeye de doğrudan ya da
dolaylı olarak etki eden belli başlı çatışmaları; Yugoslavya dağılırken çıkan savaşlar,
Arnavutluk’ta 1997’de yaşanan kaos ile Kosova ve Makedonya krizleri
oluşturmaktadır. Balkanlar’da 1990’larda meydana gelen kriz ve çatışmalara toplu
olarak bakıldığında Soğuk Savaş’ın sona erişinin en ‘sıcak’ sonuçlarının bu bölgede
hissedildiği görülmektedir. Avrupa’nın hemen yanı başında ard arda patlak veren
krizlerin büyük bir kısmı, Yugoslavya’nın dağılmasıyla meydana gelen istikrarsızlık
atmosferiyle ilişkilidir. Yaşanan çatışmaları sonlandıran anlaşmaların hemen hepsi ise
birer ‘ateşkes’ mahiyetindedirler. Bu dönemde sorunlar çözülememiş ancak
ertelenmişlerdir.
Anahtar Kelimeler: Balkanlar, Bosna Savaşı, Kosova, Arnavutluk Krizi, Makedonya
Krizi
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
Mehmet Akif OKUR, “Hard Ten Years of the Long Cease-Fires' Geography: Balkan
Crises and Conflicts, from 1990s to the beginning of the 2000s”, KÖK Journal of
Social and Strategic Researches, Vol. X, Num. 1, (Spring 2008), pp. 9-32.
In this study, significant crises and conflicts which were occurred in the Balkan
peninsula between 90’s and the beginnings of the 2000’s are analyzed. In this period
main crises and conflicts that were influenced both the regional geopolitics and global
agenda are those: Disintegration of Yugoslavia and the subsequent wars, the crisis of
Albania, Kosovo and Macedonia. When it is looked at those crises and conflicts
collectively, it can be said that the hottest results of the Cold War’s end were felt in
this region. Most of the crises which were erupted so close to Europe were related to
instability atmosphere that were created by the disintegration of Yugoslavia. And,
agreements that were ended the conflicts in this period are only “cease fires” which
were not solved the problems completely but only postponed them.
Key Words: Balkans, Bosnian War, Kosovo, Crisis of Albania, Crisis of Macedonia
KÖK Araştırmalar
10
Giriş
Soğuk Savaş’ın sona ermesinden itibaren dünya kamuoyunun dikkatlerini sahne
olduğu çatışma ve krizlerle üzerinde toplayan Balkanlar, günümüzde Kosova’nın
bağımsızlığıyla bağlantılı muhtemel gelişmeler sebebiyle tekrar ilgi odağı haline
gelmiştir. Geçmişte bir dünya savaşının fitilinin tutuştuğu mekan olarak hafızalarda
yer edinen Balkanlar’da özellikle Demir Perde’nin çöküşünün ardından yaşananlar,
bölgenin sıcak çatışmalar, krizler ve sorunlarla bezenmiş korkulu imajının
pekişmesinde ve güncel gelişmelerin daimi bir tedirginlik prizmasının ardından
izlenişinde önemli bir paya sahiptir. Nitekim uluslararası ilişkilerde bu imajdan
mülhem olan ‘Balkanizasyon’(Magaš: 1993, 346) (Leoussi: 2001, 15) (Vidojevic :
1997) terimi de ulus-devletlerin kuruluş, dağılma ya da genişleme süreçlerinde
patlak vererek, etnik ve dinî açıdan heterojen toplumsal yapılara sahip ülkelerin
parçalanmasına yol açan, bitmek tükenmek bilmeyen çatışmaları ifade etmektedir.
Terimin bir diğer anlamı da değişik batılı ya da batı dışı büyük güçler tarafından
nüfuz alanlarına ayrılmış devlet ve toplumlarla ilişkilidir. Nüfuz küreleri sadece
komşu ülkelerin farklı güçlerin etki alanları içerisinde kalmalarıyla çakışmamakta,
kimi zaman değişik güç merkezlerinin nüfuzundaki etnisiteler aynı devlet çatısı
altında bir arada bulunabilmektedirler. Bu yüzden ‘balkanizasyon’a maruz kalmış
coğrafyalarda çıkan çatışmalar, hem zamana yaygın derin toplumsal travmalara
sebep olmakta, hem de etkilerinin kriz alanlarının ötesine uzanma riskini daimi
surette bünyelerinde taşımaktadırlar.
Soğuk Savaş yıllarında bloklaşmalar ve nükleer silahların gölgesindeki dehşet
dengesi üzerine kurulan uluslararası sistem, Avrupa kıtasında sıcak bir çatışmanın
yaşanmasına imkan vermemiştir. Bir bakıma Soğuk Savaş, Avrupa için gerginlik ve
tedirginliklerle dolu olsa da uzun bir barış dönemi anlamına gelmektedir. Ancak
aynı zamanda nükleer bir savaşın getireceği telafîsi imkansız yıkımların yarattığı
korku, sıcak çatışmaların ‘periferik’ coğrafyalara transfer edilmelerinin ardında
yatan en önemli sebeplerden birini de teşkil etmektedir. Soğuk Savaş’ın nihayete
ermesiyle birlikte bloklaşmanın yarattığı mecburi dayanışmanın erozyonu, eski
müttefikler arasında örtülü bir nüfuz mücadelesinin kapılarını aralarken, bünyesinde
barındırdığı kriz potansiyeliyle Balkanlar, yeni uluslararası sistemin ilk sıcak
çatışmalarının sahnelendiği ‘periferik’ bölgelerden biri olarak karşımıza çıkmıştır.
Soğuk Savaş’ın bitişi jeopolitik ve jeokültürel alanları sunî şekilde birbirinden
ayıran demir perdenin ortadan kalkmasına, bir başka söyleyişle Balkanlar’da ‘tarihin
geri dönüşüne’ vesile olmuştur. Büyük devletlerin ilişkiye girdikleri Balkan ülkeleri
dikkate alındığında münasebetlerde tarihî arka planın izlerini hemen hissetmek
mümkündür. Yugoslavya’nın dağılmasıyla kendisini Balkanlar’ın değil Orta
Avrupa’nın bir parçası olarak gören Slovenya aradan sıyrılmış, benzeri bir iddiayı
sahiplenen Hırvatistan da Avusturya-Macaristan imparatorluğunun tarihî mirası ve
II. Dünya Savaşı’nda Almanlarla kurduğu yakınlığın da etkisiyle Almanya’nın
çekim alanına girmiştir. Sırplar, Yugoslavya’yı parçalayan savaşlar sırasında Slav-
Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı
11
Ortodoks kimliklerinin altını çizerek yüzlerini Rusya’ya dönmüşler; Boşnaklar,
Arnavutlar ve Türkiye arasında da bir yakınlaşma yaşanmıştır. Değişik kimliklerin,
medeniyet havzalarının iç içe geçtiği Balkan coğrafyası, bu dönemde yaşanan kanlı
mücadelelerin de etkisiyle Samuel P. Huntington’un çok tartışılan medeniyetler
çatışması tezini destekleyen örnekler arasında ‘medeniyetlerin kanlı sınır boyu’ ve
‘medeniyetler arası bir fay hattı’ olarak gösterilmiştir(Huntington: 1998, 254-259).
Balkanlardaki kriz ve savaşlar, Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası sistem
için öngörülen değer ve kriterlerin de sınandığı bir zemin oluşturmuşlardır. Körfez
Savaşı sırasında ABD tarafından ilan edilen ‘Yeni Dünya Düzeni’ ile ilgili ilkeler,
Bosna dramına müdahalenin gecikmesi sebebiyle önemli ölçüde inandırıcılık
kaybına uğramışlardır. Balkanlar’da yaşanan etnik çatışmalar, küreselleşme
tartışmalarına da yeni boyutlar eklemiş, insanî idealler çerçevesinde bölgesel ve
küresel birlikteliklerin arttığı bir dünya arzusunu dillendiren hakim söylemin
madalyonun yalnızca bir yüzü olduğu fark edilmeye başlanmıştır.
Ayrıca Balkanlardaki çatışmaların, Avrupa’nın içinden geçtiği entegrasyon
sürecine de önemli etkilerde bulundukları görülmektedir. Birleşen Almanya’nın
lokomotif görevi üstlendiği AB, Balkan krizleri karşısındaki başarısızlığı sebebiyle
dış politika ve askeri operasyonlar gerektiren kriz müdahale imkanlarıyla ilgili
zayıflıklarının ve ABD’ye bağımlılığının farkına vararak bunları telafî etme
yönünde attığı adımları hızlandırmıştır(Kale: 2001, 302).
Bu çalışmada Balkanlardaki aktüel gelişmelerin anlamlandırılmasına katkı
sağlayacağı düşüncesiyle bölgede, 90’lı yıllardan 2000’lerin başlarına kadar yaşanan
önemli kriz ve çatışmalar ele alınacaktır. Söz konusu dönemde bölgesel sonuçlarının
yanı sıra küresel ölçekli bir çok gelişmeye de doğrudan ya da dolaylı olarak etki
etmiş olan belli başlı kriz ve çatışmaları; Yugoslavya dağılırken patlak veren
savaşlar, Arnavutluk’ta 1997’de yaşanan kaos ile Kosova ve Makedonya krizleri
oluşturmaktadır.
I. Yugoslavya’nın Dağılması ve Beraberinde Yaşanan Çatışmalar
Soğuk Savaş yıllarında Moskova’dan bağımsız bir sosyalist çizgi izleyerek
Bağlantısızlar hareketinin önde gelen ülkelerinden biri haline gelen Yugoslavya, bu
konumunun beraberinde getirdiği avantajlardan yararlanmak suretiyle hem Doğu
Bloku ve Üçüncü Dünya ülkeleriyle ilişkilerini geliştirebilmiş, hem de Batı
tarafından desteklenmiştir(Zimmerman: 1996).
Ancak bu konjonktürel avantajlar değil de, Bosna-Hersek, Sırbistan, Hırvatistan,
Karadağ, Slovenya ve Makedonya’nın kurucu cumhuriyetler olarak yer aldıkları
Yugoslavya Federasyonu’nun oldukça hassas dengeler üzerine inşa edilmiş
olmasından kaynaklanan yapısal zaaflar, uluslararası sistemin dinamikleri
değiştiğinde ülkenin uzun vadeli kaderini belirleyen temel unsurlar olmuşlardır.
II. Dünya Savaşı yıllarında Hırvatlar (Ustaşalar) ve Sırplar’ın (Çetnikler)
gerçekleştirdikleri karşılıklı kıyımların bıraktığı mirasın yanı sıra, Yugoslavya’yı
KÖK Araştırmalar
12
oluşturan etnik unsurlar arasındaki çok daha öncelere dayanan tarihî düşmanlıkları
da hafızalardan silerek bir ‘Yugoslav’ kimliği inşa etmek çok zor bir hedef olsa da
Yugoslavya’nın karizmatik lideri Tito ve izlemiş olduğu politikalar, en azından
kendisi hayattayken federasyonun bir arada tutulabilmesini sağlamıştır. II. Dünya
Savaşı yıllarında Almanlara karşı mücadele eden partizan çetelerinin Hırvat lideri
Tito, Yugoslavya’yı dizayn ederken etnik dengeleri dikkate alan bir politika izlemiş
ve en kalabalık nüfusa sahip gurup olan Sırpların federasyona hakim olmalarını
engelleyecek mekanizmalar yaratmıştır. Yugoslavya’nın etnik çatışmaların uzağında
ayakta kalabilmesi, Sırplar’ın dengelenmesi ve etnik guruplara özerk yönetim
yapıları sağlanması suretiyle başarılmıştır. Kendisinden sonra da Yugoslavya’nın,
kurucu cumhuriyetlerin sırayla yürüttükleri dönüşümlü bir liderlik sistemiyle idare
edilmesini öngören Tito’nun bu yaklaşımı, bölgesel yapıların federatif sistem
içerisindeki ağırlıklarını göstermektedir. Ancak, sistemin umulan şekilde devamı
gerçekleşmeyecek, Tito’nun 1980’de ölmesiyle birlikte Yugoslavya için çanlar
çalmaya başlayacaktır(Sowards: 1995).
1989’da Balkanlardaki Doğu Bloku ülkeleri birbirini takip eden sistem
değişikliklerine sahne olurken, komünist rejimlerin devrilmeleriyle yeni arayışların
ortaya çıkışı etkilerini Yugoslavya’da da göstermiştir. Öncelikle 1990 Şubatında
Yugoslav komünist partisi etnik unsurlara göre bölünerek bütünleştirici bir ulusal
yapı olma özelliğini yitirmiştir. Aynı ay içerisinde Kosova’daki kanlı
ayaklanmalarda düzinelerce insan hayatını kaybetmiş, Sırpların kontrolündeki
Yugoslav ordusu bölgeye müdahale etmiştir. Bu bastırma operasyonu, diğer
cumhuriyetlerde hissedilen Federal ordunun aslında Sırp çıkarlarının bir aracı
olduğu yönündeki kaygıları güçlendirmiştir(Sowards: 1995).
Nisan 1990’daki Slovenya seçimlerini bir merkez sağ koalisyon kazanarak
bölgenin Yugoslavya’dan ayrılması için gerekli yasal hazırlıklara girişirken,
Hırvatistan seçimlerinden de Tudjman’ın milliyetçi muhafazakar Hırvat Demokratik
Birliği zaferle çıkıp parlamentoda çoğunluğu sağlamıştır. Haziran 1990’daki
Sırbistan referandumundan ise Kosova ve Voyvodina’nın özerkliklerinin
kaldırılması ile tek partiye dayalı devlet sisteminin korunması yönünde bir karar
çıkmış, bu durum Hırvatistan ve Slovenya’nın Yugoslavya’dan ayrılma eğilimlerini
güçlendirmiştir(Malcolm: 1998, 402).
1990 Ağustosu ile 1991 Mayısı arasında geçen dönemde ülke içindeki gerginlik,
sıcak çatışmalara dönüşmüştür. 1990 Ağustosunda Hırvatistan’ın Bosna sınırındaki
Karayina bölgesinde çoğunluğu teşkil eden Sırplar, Hırvatistan Yugoslavya’yı terk
ettiği takdirde kendilerinin de Hırvatistan’dan ayrılacaklarını ilan ederek otonomi
talebiyle harekete geçmişler, bölgeyi Hırvatistan’dan izole etmek için yolları
kapatmışlar ve eğitimli silahlı birlikler oluşturmuşlardır. Bu sırada Miloseviç de
Sırbistan’da, eğer Yugoslavya dağılırsa bütün etnik Sırpların tek bir siyasî çatı
altında birleşmesini sağlayacak sınır değişikliklerinin yapılmasının zorunlu
olduğunu ilan ediyordu. Bütün bu adımlar Hırvat ve Slovenleri alarma geçirmiş ve
Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı
13
bağımsızlıklarını ilan etmeye sevketmiştir. Bu iki cumhuriyet süratle askeri kuvvet
toplamaya ve polis güçlerini silahlandırmaya başlamışlardır(Sowards: 1995).
1991 Mart’ında Karayina’daki Sırplar otonomilerini ilan etmişler, bu tavırları da
Miloseviç tarafından desteklenmiştir. Bölgedeki polis merkezlerinin kontrolü için
yaşanan çatışmalarla, Kosova’da daha önce meydana gelen olaylar hariç tutulursa
Yugoslavya’da ilk defa kan dökülmeye başlanmıştır(Komisyon: 1998, 67).
1991 Mayıs’ında dönüşümlü sistemin kurallarına göre bir Hırvat’ın Yugoslavya
devlet başkanı olması gerekiyordu. Ancak Sırplar görev değişimini reddetmişlerdir.
Bu hareket, Yugoslavya’da yaşanan sorunların federal devlet yapısı içerisinde
çözülebileceğine dair son umutları da ortadan kaldırmış, 1991 Haziran’ında da
Slovenya ve Hırvatistan bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Bunun üzerine Yugoslav
Federal Ordusu Slovenya’ya müdahale etmiş, ancak bölgede çok fazla Sırp’ın
bulunmaması çatışmaların kısa sürmesinde ve Yugoslav ordusunun Slovenya’dan
çekilmesinde etkili olmuştur (Komisyon: 1998, 68).
Aynı dönemde, Karayina bölgesindeki yerel Sırp güçleri, Yugoslav ordusunun
bölgedeki unsurları ve yeni oluşturulan Hırvat ordusu arasında Hırvatistan’da
cereyan eden çatışmalar ise hızlanmıştır. 1991 Ağustosunda düzenli Sırp birlikleri
stratejik önemi haiz iki bölge olan Vukovar ve Dubrovnik’i kontrol altına almak için
harekete geçmişlerdir. Bosna’nın batı kısımlarındaki Sırp bölgeleri ve Karayina için
önemli bir geçiş alanı olan Vukovar’ın ağır silahlarla dövülmesi, Hırvat nüfusun
şehri boşaltmasına yol açmıştır. Sırpların savaş boyunca uygulayacakları ‘etnik
temizlik’ politikasının ilk örnekleri de burada görülmüştür. Sırpların, Dalmaçya
sahilindeki diğer önemli hedefleri olan Dubrovnik’e yaptıkları taarruz ise
başarısızlıkla sonuçlanmıştır (Komisyon: 1998, 68-69).
Aynı dönemde Almanya’nın aktif tavrı sayesinde AET, Slovenya ve
Hırvatistan’ın bağımsızlığını tanımıştır. Balkanlardaki gelişmeler BM gündemine
taşınmış ve Yugoslavya’ya yönelik daha sonra çok tartışılacak olan silah
ambargosuyla birlikte bölgeye 14.000 kişilik bir barış gücü gönderme kararı
alınmıştır(Sowards: 1995).
Bu gelişmeler yaşanırken yapılan referandum neticesinde Bosna-Hersek
hükümeti bağımsızlık kararı almıştır. Boşnak ve Hırvatların bağımsızlık yönünde oy
kullandıkları referandumun sonuçlarını Bosnalı Sırplar reddetmişlerdir. Silahlanan
Sırplar, bir Sırp parlamentosu oluşturmuşlar, ardından da yolları keserek belli başlı
Bosna şehirlerinin kırsal bölgelerle irtibatını koparmışlardır(Malcolm: 1994, 234).
1992 Nisanından itibaren Bosna’daki Sırplar sistematik bir şekilde özellikle Doğu
Bosna’da mümkün olduğu kadar çok toprağı kontrolleri altına almaya çalışmışlardır.
Daha sonra Sırbistan’la birleşmek için uygulanan bu stratejinin bir parçası olan etnik
temizlik kampanyaları, insanlığın yüz karası vahşet manzaraları eşliğinde hayata
geçirilmiştir. Yugoslav Federal Ordusu’nun unsurları tarafından da desteklenen Sırp
çeteleri, terörist metotlarla Boşnak köylerinin boşalmasını ve Boşnak mültecilerin
şehirlere yığılmasını sağlamışlardır. Ardından gelen ikinci aşamada da şehirler
KÖK Araştırmalar
14
kuşatılmış, ağır silahlar ve uzun menzilli tüfeklerle sivillerin katledilmesine devam
edilmiştir. Zepa, Serebzenika, Tuzla ve Saraybosna Sırplar tarafından kuşatılan ve
savaş boyunca dehşet görüntülerinin televizyon ekranlarına yansıdığı yerler olarak
insanlığın hafızasına kazınmışlardır. Etnik temizlik uygulamalarının düzenli ve
genel bir karakter arz ettiği bu dönemde, Boşnakların katliamlara maruz kaldıkları
toplama kampları oluşturulmuş, sistematik tecavüz kampanyaları yürütülmüştür(Ali
ve Lifschultz: 1993, XXXIV).
Dünya kamuoyuna yansıyan bu kıyım manzaraları, bölgeye bir NATO
müdahalesi için çağrıların artmasına sebep olmuştur. Ancak özellikle Fransa-
İngiltere ile ABD arasındaki yaklaşım farkı, bu müdahaleyi geciktirecektir. 1992
yazının sonuna doğru Sırplar, Bosna topraklarının üçte ikisini ve Karayina’yı bu
topraklara bağlayan bir koridoru ellerine geçirmiş bulunuyorlardı. Aynı dönemde
Boşnaklara karşı Hırvat saldırıları da başlayacak ve Boşnaklar birkaç büyük şehre
sıkışacaklardır(Sowards: 1995).
1992 yılının sonlarına doğru Bosna’da Sırplar oldukça büyük bir avantaj elde
etmişler, savaşın ilerleyen safhalarında da Hırvat ve Boşnaklar ile BM muhalefeti
karşısında bu üstünlüklerini korumak için gayret sarfetmişlerdir. 1993 yılı boyunca
taraflar bir yandan mücadeleyi sürdürürken diğer yandan da müzakereler yoluyla
kendileri için uzun vadede en kazançlı olacak pozisyonu yakalamaya çalışmışlardır.
Bu sırada Cenevre’de başlayan Anglo-Amerikan Once-Owen planıyla ilgili
görüşmeler büyük tartışmalara sebep olacaktır. Bosna’nın etnik guruplara göre
paylaştırılmasını öngören plan, Sırp saldırganlığını ödüllendirir bir nitelikte olduğu
için Boşnaklar tarafından reddedilmiştir. Once-Owen planı Sırpları cesaretlendirmiş,
etnik kıyım yaparak elde ettikleri avantajların hukukî olarak meşrulaştırılabileceğini
göstermiştir. Ancak 1993 yılı başında göreve gelen Bill Clinton, planın arkasından
Amerikan desteğini çekecektir(Komisyon: 1998, 79).
Bosna nüfusunun % 30’dan biraz fazlasını temsil eden Sırplar, Bosna’nın %
70’ini kontrol etmekteydiler. Müzakereler sırasında Bosnalı Sırpların lideri
Karadzic, Miloseviç’in de desteğiyle, Sırp Parlamentosu’nu %50-52 oranında bir
toprak parçasının kontrolüyle yetinilmesi için ikna etmiştir. Zira, Sırp kuvvetleri
Bosna’da üstünlük sağlamış olsalar da devam eden savaş ve uygulanan ambargo
Sırbistan’ı vurmuş, ülke yüzde milyonlarla ifade edilen hiper enflasyon yaşamaya
başlamıştı. Ancak küresel medyaya yansıyan görüntülerin dünya kamuoyu
nezdindeki haklı konumunu pekiştirdiği Bosna hükümeti, Sırp teklifine
yanaşmamıştır(Sowards: 1995). Bu ortamda BM, Saraybosna, Bihaç, Tuzla,
Serebzenika ve Grozde’yi ‘güvenli bölgeler’ olarak ilan etmiş, ancak bu adım da
Sırp saldırılarının önüne geçememiştir. Boşnakların bütün taraflara karşı uygulanan
silah ambargosuna karşı itirazları ise İngiliz ve Fransızların tavrı yüzünden hiç bir
sonuç doğurmamıştır(Ali ve Lifschultz: 1993, XXIX).
1994 Martında Hırvat ve Boşnaklar bir federasyonun ana hatları üzerinde
mutabakata varmışlardır. Bu anlaşma daha sonra Hırvat ve Boşnakların Bosnalı
Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı
15
Sırplara karşı düzenleyecekleri ortak operasyonların da zeminini hazırlamıştır. 1994
Şubat’ında Saraybosna’nın Pazar yerinde Sırp bombardımanı sonucunda 68 kişinin
ölmesi dünya kamuoyu nezdinde Boşnakların haklılık ve mağduriyetlerini bir kez
daha gözler önüne sermiştir. Katliam üzerine NATO, Sırpları ağır silahlarını
Saraybosna’nın çevresinden çekmedikleri takdirde hava operasyonu başlatmakla
tehdit etmiştir. Bu tehdit, Saraybosna’da etkisini göstermişse de diğer ‘güvenli
bölgelerde’ Sırp saldırıları devam etmiştir(Komisyon: 1998, 71).
Aktif müdahale konusunda Fransa ile ABD arasındaki anlaşmazlık müdahaleyi
geciktirmiştir. Bosna’daki barış gücünde görev yapan askerlerinin saldırılara maruz
kalacağını düşünen Fransa, müdahaleyi dizginlemeye çalışmıştır. 1994 Mayısındaki
hava operasyonlarına ise Sırplar, bazı barış gücü askerlerini rehin alarak cevap
vermişlerdir. Bu dönemde yaşananlar, BM’nin saygınlık ve etkinliğini oldukça
zayıflatmıştır. Daha güçlü yöntemlere duyulan ihtiyaç, NATO’nun devreye
girmesini gerektirecektir(Sowards: 1995).
1995 Temmuzunda Sırpların BM tarafından güvenli bölge olarak ilan edilen
Serebzenika ve Zepa’ya girmeleri, BM’nin bölgedeki bütün otoritesini ortadan
kaldırmıştır. Her iki şehirde de Bosna Sırplarının komutanı Mladiç’in komutasında
sistemli bir şekilde gerçekleştirilen katliamlarda yaklaşık olarak sekiz bin kişi
hayatını kaybetmiştir. 1994 yılında Bosna’da yapılması gerekenlere ilişkin olarak
uluslararası toplumda yaşanan kararsızlık, Sırpları etkin bir Batı müdahalesiyle
karşılaşmayacakları inancına sevkederek yeni katliamların zeminini hazırlamıştır.
Ancak olaylar Sırpların umdukları gibi gelişmemiş, bir BM mahkemesi Mladic ve
Karadzic’i savaş suçluları olarak mahkum ederken Fransa, İngiltere ve ABD de
güvenli bölgelere yapılacak yeni saldırılara karşı askerî müdahalede bulunmak için
hazırlıklara girişmişlerdir(Komisyon: 1998, 71).
Sırp güçleri Bosna ve Karayina üzerinden bir başka ‘güvenli bölge’ olan Bihaç’a
saldırdıklarında bu kez karşılarında Bosna ve Hırvat güçlerini bulmuşlar, kısa süre
içerisinde bütün Karayina’yı ve Batı Bosna’nın önemli bir kısmını kaybetmişlerdir.
Bu yenilginin öcünü almak için Saraybosna’ya saldıran Sırplar, 37 kişinin ölümüne
sebep olunca NATO’nun hiç beklemedikleri yoğun hava saldırılarıyla karşı karşıya
kalmışlardır(Komisyon: 1998, 71-72). Hırvat ve Boşnaklar, Bosna’nın yarısının
kontrolünü ellerine geçirdiklerinde, Miloseviç duruma müdahale etmekten kaçınmış,
Bosnalı Sırplar ilk kez kendilerini yalnız ve saldırılara açık hissetmişlerdir. Bu
atmosfer tarafları masaya oturmaya ve barış yapmaya daha gönüllü bir hale
getirmiştir. 250.000 insanın öldüğü 4 milyonluk nüfusunun yaklaşık yarısının
mülteci durumuna düştüğü Bosna’ya barış, Kasım 1995’teki Dayton Anlaşması’yla
ülkeye konuşlanacak 60.000 NATO askerinin silahlarının gölgesinde
gelmiştir(Sowards: 1995).
KÖK Araştırmalar
16
II. Dayton Antlaşması ve Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nin Kuruluşu
A. Dayton Antlaşması’na Göre Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nin Siyasi Yapısı
Dayton Anlaşması çok etnisiteli bir siyasi yapının çerçevesini çizme gayretlerinin
ürünüdür. Oldukça ayrıntılı bir döküman olan Dayton Anlaşması, 10 madde, 11 ek
ve 102 adet haritadan müteşekkildir. Anlaşmanın amacı, Bosna-Hersek Devleti’nin
savaş öncesi sınırları içerisinde üç tarafın da benimseyeceği, ayrıca uluslararası
topluluk tarafından da kabul edilebilecek bir çatı oluşturabilmekti. Bu özelliğiyle
anlaşma, uluslararası hukukun sınırların kuvvet kullanılarak değiştirilemeyeceği
ilkesine uygun bir çözüme ulaşma çabasının sonucu olarak da görülebilir.
Anlaşmaya göre, Bosna–Hersek Cumhuriyeti’ni, Sırp Cumhuriyeti ve Boşnak-
Hırvat Federasyonu olmak üzere iki ayrı yapı (entite) oluşturmaktadır. Boşnak-
Hırvat Federasyonu, Bosna-Hersek topraklarının % 51’ini kapsamaktadır. Yeni
devlet kendisine mahsus özellikler taşıyan iç içe geçmiş yapılar üzerinde
yükselmektedir. Parlamento, değişimli başkanlık kurumu ve anayasa mahkemesi
etrafında oluşturulan merkezî hükümet; dış işleri, dış ticaret, göç ve mülteciler,
gümrük politikaları, uluslararası zorunluluklardan doğan kurumların finansmanı,
uluslararası iletişim, yapılar arasındaki ulaşım, hava trafiği ve para politikalarından
sorumludur. Anlaşmada, Alman markıyla ilişkilendirilmiş tek bir para birimi
kullanılması öngörülmüştür. Bu alanların dışında kalan hususlarda, Bosna devletini
oluşturan yapılar yetkilidir. Her yapı Bosna Hersek Devleti’nin toprak bütünlüğü ve
egemenliğine halel getirmediği müddetçe komşu devletlerle özel ilişkiler
geliştirebilecektir. Ayrıca her yapı, parlamentonun onayını almak kaydıyla başka
devletlerle ve uluslararası organizasyonlarla anlaşmalar yapabilme hakkına da
sahiptir(Karatay: 2000, 30).
Dayton Anlaşması’nın eki olarak hazırlanan Bosna-Hersek anayasasında ikili bir
meclis sistemi kabul edilmiştir. Buna göre, 15 üyesi bulunan senatonun 1/3’ü Sırp
Cumhuriyeti’nden, 2/3’ü de Boşnak-Hırvat Federasyon’undan (5’i Hırvat 5’i
Boşnak olmak üzere) seçilmektedir. Sırp üyeler, Sırp ulusal meclisi tarafından,
Hırvat ve Boşnak delegeler de federasyon tarafından belirlenmektedir. Karar
alınabilmesi için 9 üyenin oyu gerekmektedir. Bu üyelerin 3’ü Sırp, 3’ü Boşnak, 3’ü
de Hırvat olmalıdır(The Text of The Dayton Peace Accords: 1995, Article IV/1).
Temsilciler Meclisi, 42 üyeden oluşmaktadır. Bunların da 1/3’ü Sırp
Cumhuriyeti’nden, 2/3’ü de Boşnak-Hırvat Federasyonu’ndan seçilmektedir.
Temsilciler Meclisi üyeleri ise Parlamento tarafından hazırlanan kanuna göre
doğrudan halk tarafından seçilmektedir. Karar yeter sayısı üye tam sayısının
çoğunluğudur(The Text of The Dayton Peace Accords: 1995, Article IV/2).
Yasamanın gerçekleşebilmesi için kanunların her iki mecliste de kabul edilmeleri
gerekmektedir. Oylamada çoğunluk sağlandığında, oylar üyelerin seçildikleri etnik
unsurların temsilci sayılarının 1/3’ünü içermiyorsa 3 gün içinde çoğunluğu sağlamak
için bir komisyon kurulmaktadır. Uzlaşma gerçekleştirilemediği takdirde ise kararlar
Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı
17
mevcut çoğunlukla alınmaktadır(The Text of The Dayton Peace Accords: 1995,
Article IV/3).
Parlamentonun aldığı kararlardan birinin Boşnak, Hırvat ya da Sırpların hayatî
çıkarlarına aykırı olduğu, bu toplumları temsil eden üyelerin çoğunluğu tarafından
ilan edilirse söz konusu kararın geçerli olabilmesi için senatoda Sırp, Boşnak ve
Hırvat temsilcilerin çoğunluğu tarafından kabul edilmesi gerekmektedir. Eğer bu
duruma da Boşnak, Hırvat ya da Sırp temsilcilerin çoğunluğu tarafından itiraz
edilirse, Boşnak, Hırvat ve Sırpların temsil edildiği üç kişilik bir komisyon kurulup
sorun çözülmeye çalışılmaktadır. Beş gün içerisinde netice alınamadığında ise
mesele anayasa mahkemesine havale edilmektedir(The Text of The Dayton Peace
Accords: 1995, Article IV/3 f,g).
Parlamento, anayasayla kendisine verilen sorumlukları yerine getirmek ve
Başkanlığın kararlarını uygulamak için gerekli olan kanunları yapmaktadır. Bütçeyi
onaylamakta, anlaşmaları kabul ya da reddetmektedir. Bunlar dışındaki alanlarda da
yapılar aralarında bir anlaşmaya varırlarsa yetki sahibi olmaktadır(The Text of The
Dayton Peace Accords: 1995, Article IV/4).
Başkanlık, her biri kendi bölgesinden doğrudan halk tarafından seçilen bir
Boşnak, bir Sırp ve bir Hırvat olmak üzere 3 üyeden müteşekkildir. Kararlar
konsensüsle alınmaktadır. Ancak bazı konularda mutabakat sağlanamazsa iki üyenin
oyuyla karar alınabilmektedir. Üyelerden birinin alınan bir kararı kendi toplumunun
hayatî çıkarlarına aykırı bulması durumunda uygulanmak üzere yasama faaliyeti
sırasında yaşanan sürece benzer bir prosedür mevcuttur. Başkanlık dış politikayı
yürütmek, Bosna-Hersek Devleti’ni uluslararası kurumlarda temsil etmek,
anlaşmalarla ilgili müzakerelerde bulunmak, parlamentonun aldığı kararları
uygulamak, bakanlar konseyinin tavsiyesi üzerine bütçeyi parlamentoya sunmaktan
sorumludur(The Text of The Dayton Peace Accords: 1995, Article V/2-3).
Başkanlık, Bakanlar Konseyi başkanını teklif etmektedir. Konsey Başkanı,
Temsilciler Meclisi tarafından onaylanırsa göreve başlamaktadır. O da Dışişleri
Bakanı, Dış Ticaret Bakanı ve gerekli olan diğer bakanları Temsilciler Meclisi’ne
teklif etmekte ve bunlar da kabul gördükleri takdirde göreve başlamaktadırlar.
Bakanların 2/3’ünden fazlası Boşnak-Hırvat Federasyonu’ndan olamamaktadır.
Ayrıca beraber çalışacakları bakanlardan farklı bir etnik kökenden gelmeleri gereken
bakan yardımcıları da Temsilciler Meclisi’nin onayına sunulmaktadır(The Text of
The Dayton Peace Accords: 1995, Article V/3).
Anayasa mahkemesi 9 üyeden müteşekkildir. Bunların dört tanesi Boşnak-Hırvat
Federasyonu, 2 tanesi Sırp Ulusal Meclisi tarafından seçilmekte, 3 tanesi ise
başkanlıkla danışıldıktan sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başkanı tarafından
Bosna-Hersek Cumhuriyeti ya da komşularının vatandaşlarından olmamak kaydıyla
atanmaktadır(The Text of The Dayton Peace Accords: 1995, Article VI/1). Bunların
dışında üyelerinin önemli bir kısmı ve başkanları uluslararası organlar tarafından
atanan İnsan Hakları Komisyonu ve İnsan Hakları Konseyi gibi kurullar da, Bosna-
KÖK Araştırmalar
18
Hersek Cumhuriyeti anayasal sistemi içerisinde yer almaktadırlar.
Bosna-Hersek Cumhuriyeti’ni oluşturan her yapının ayrı ayrı silahlı kuvvetleri
bulunmaktadır. Yapıları birbirinden ayıran sınırlara kontrol noktaları ve gümrükler
kurulması yasaklanmıştır. Her yapının kendi içinde ve Bosna-Hersek Devleti’nin de
ayrıca vatandaşlık mekanizmaları vardır. Yapılardan herhangi birinin mensubu
olanlar otomatikman Bosna-Hersek vatandaşlığına hak kazanmaktadırlar. Bosna-
Hersek vatandaşları yurt dışında tek bir pasaport taşımaktadırlar(The Text of The
Dayton Peace Accords: 1995, Article I/7).
B. Dayton Antlaşması’nın Uygulanma Süreci
Eylül 1996’da AGİT gözlemcilerinin nezaretinde Dayton Anlaşması’nda öngörülen
seçimler yapılmıştır. Seçimlerde 1991 sayımları esas alınmıştır. Birleşmiş Milletler
Mülteciler Yüksek Komiserliği mültecilerin evlerine geri dönmelerine nezaret
etmiştir. Bosna-Hersek’in altyapı sorunlarının giderilmesi için gerekli olan fon (5
milyar dolar) üç yıllık bir süre içerisinde Dünya Bankası tarafından sağlanmıştır.
Dayton Anlaşması’nın uygulanması için Amerikalı amiral Leighton Smith’in
komutasında 60.000 kişilik bir NATO gücü görevlendirilmiştir (IFOR). Bu güç
Haziran 1996’da BM koruma gücüyle (UNFOR) yer değiştirmiştir(U.S. Department
of State: 1997). IFOR’da 20.000 ABD askeri görev yapmıştır. Amerikan kuvvetleri
bölgenin kuzeyine, İngiliz kuvvetleri güneybatısına, Fransız kuvvetleri ise
güneydoğusuna konuşlanmışlardır. Ayrıca NATO üyesi olan ve olmayan diğer
ülkelerin kuvvetleri de IFOR içerisinde yer almışlardır. Örneğin Rusya IFOR’a 2500
askerle katılmıştır. Bu misyon, Avrupa’da II. Dünya Savaşı’ndan bu yana
gerçekleştirilenlerin en kapsamlısı olma özelliğini de taşımaktadır. IFOR’un temel
görevi ateşkesi korumak, Boşnak-Hırvat ve Sırp bölgeleri arasındaki anlaşmayla
öngörülen toprak değiş-tokuşlarına nezaret etmekti(NATO Basic Fact Sheet: 1996).
Bu hedefler büyük ölçüde gerçekleştirilmişti ama 1997’de Sırplar kuzeydeki Broko
kasabasına Boşnakların yeniden yerleşmelerine, Hırvatlar da Mostar’ın kuzeyindeki
mahallelerde Boşnak nüfusla bütünleşmeye hâlâ izin vermemekteydi. Buna rağmen
1700 kişilik bir BM polis gücünün eşlik ettiği BM Yüksek Komiseri Carl Bildt’in
nezaretinde mültecilerin yerleştirilmesine devam edilmiştir(Office of the High
Representative: 2000). ABD, Boşnak-Hırvat Federasyonu’nun ordusunun eğitilmesi
ve güçlendirilmesi için 1997’de 400 milyon dolarlık kaynak sağlamıştır(USA
Department of State: 2001).
1996 Haziranında savaş suçlusu Radovan Karadziç, Sırp Cumhuriyeti
cumhurbaşkanlığından istifa etmek zorunda kalmıştır. Bundan dört ay sonra da bir
diğer savaş suçlusu Ratko Mladiç, Bosna Sırplarının yeni devlet başkanı Biljana
Plavsiç tarafından görevden alınmıştır. 1996 yılı Ağustos’unda da Bosna’daki
Hırvatların oluşturduğu Hersek-Bosna isimli yapılanma kendisini feshetmiştir. 1996
Eylül’ündeki seçimler, Dayton Anlaşması’nın öngördüğü birçok husus hayata
geçirilemeden yapılmıştır. Seyahat ve ifade özgürlüğü bunlar arasında yer
Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı
19
almaktadır. Seçim sonuçları da Bosna’nın etnik bölünmüşlüğünü yansıtan bir tablo
ortaya çıkarmıştır. Bosna Sırplarının çekingenliği yüzünden 1996 yılı sonuna kadar
parlamento toplanamamıştır. Bosnalı Sırplar ve Hırvatlar nüfus açısından baskın
oldukları bölgelerde fiilî bağımsızlıklarını devam ettirmişlerdir. Kasım 1996’da
seçimleri tekrar kazanan Bill Clinton, Haziran 1998’e kadar bölgedeki Amerikan
askerlerinin sayısının 8500’e ineceğini ilan etmiştir. Bu askerler söz konusu tarihten
itibaren IFOR’un görevini devralacak olan 35000 kişilik SFOR’un çekirdeğini
oluşturacaklardı(NATO SFOR: 2007). Daha sonra göreve gelen Bush yönetimi
Bosna’daki ABD kuvvetlerinin sayısını 3.300’e indirmiştir. 2001 yılı itibariyle
Bosna’da bulunan NATO kuvveti ise 20.000 kişi civarındaydı(Evans: 2001).
Mayıs 1997’de Hague’deki BM Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesi ilk
mahkumiyet kararını Bosnalı bir Sırp için vermiştir. Bu süreç daha sonra da devam
edecek ve Kosova operasyonu sonrasında yapılan seçimleri kaybeden Miloseviç’in
yargılanmasına kadar varacaktır(Hague Appeal for Peace: 2005). Haziran 1997’de
Bosna parlamentosu ortak bir para birimi ve gümrük birliği oluşturmak için
ekonomik bir yeniden yapılanma programı hazırlamıştır. Eylül 1997’de yerel
seçimler sorunsuz bir şekilde yapılmıştır. Aralık 1997’de ise Başkanlık Konseyi
ortak pasaport ve vatandaşlık hukuku konusunda mutabakat sağlamıştır. Aynı ay
içerisinde Yüksek Temsilciliğin (O dönemde Carlos Westendorp Yüksek Temsilci
idi) yetkileri arttırılmıştır(Office of the High Representative: 2000). 1998’de
yaşanan gelişmeler, Bosnalı Sırpların eski lideri Radovan Karadziç’in iyice
marjinalleşmesine yol açmıştır. 1998 Haziran’ında Sırp Cumhuriyeti’nde yapılan
seçimleri bölgedeki müslümanların da desteğiyle ılımlı bir isim, Milorad Dodik
kazanarak başbakan olmuştur. Dodik’in başbakan olmasıyla birlikte mültecilerin
geri dönmesi gibi birçok konuda ilerleme sağlanmıştır(Gelbard: 1998).1
Dayton Anlaşması uygulamaya geçtikten sonra da anlaşmayla hedeflenen bir
arada yaşama arzusunu pekiştirecek yakınlaşmalar sağlanamamıştır. Taraflar,
özellikle mültecilerin geri dönmesiyle ilgili olarak ‘etnik temizlik’ sonucu ortaya
çıkan homojen bölgeler oluşturma niyetlerinde direnmişler ve türlü güçlükler
çıkarmışlardır. Dayton Anlaşması’nın uygulanmasında en çok sıkıntı çekilen
maddeleri, serbest dolaşım ve yerleşme imkanını öngören hükümleri olmuştur. 2000
yılı Temmuz ayında Bosna-Hersek Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bir
karar, Bosna-Hersek’in geleceğine ilişkin önemli bir adım olarak görülmüştür.
Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda açıklanan üye kompozisyonu çerçevesinde
uluslararası kuruluşlar tarafından atanan isimlerle Hırvat, Sırp ya da Boşnak üyeler
beraberce karar alma imkanına sahiptirler. Boşnaklar ve uluslararası toplumun
temsilcilerinin oylarıyla alınan söz konusu kararda Sırpların Boşnak-Hırvat
Federasyonu’nun kurucu unsuru; Boşnak ve Hırvatların da Sırp Cumhuriyeti’nin
kurucu unsurları olarak kabul edilmeleri öngörülmüştür. Böylece yerleşme ve
1 Amerikan Başkanı ve Dışişleri Bakanının Dayton Anlaşması’nın uygulanmasıyla ilgili özel temsilcisi büyükelçi Robert S. Gelbard tarafından 25 Eylül 1998’de ABD Dışişleri bakanlığında Bosna seçimleri
üzerine yapılan değerlendirme için bkz., http://www.mtholyoke.edu/acad/intrel/gelbard.htm
KÖK Araştırmalar
20
seyahat özgürlükleriyle ilgili sıkıntılar önemli ölçüde hafiflerken, Hırvat ve Sırpların
hakim oldukları bölgelerde nüfusu homojenleştirerek komşuları olan Sırbistan yahut
Hırvatistan’la uygun bir fırsatta bütünleşmeye gitme umutları da ortadan kalkmıştır.
Bu karara hem Sırplar hem de Hırvatlar karşı çıkmışlardır(Karatay: 2000, 31-32).
Aynı dönemde yaşanan bir diğer önemli gelişme de NATO’nun Bosna-
Hersek’teki ayrı ayrı çatılar altında yer alan silahlı kuvvetleri tek bir yapı etrafında
birleştirme çabasıdır. Bosna-Hersek’in Barış İçin Ortaklık projesine dahil olabilmesi
için bu husus bir ön şart olarak ileri sürülmüştür. Orduların birleştirilmesi, Bosna-
Hersek’in üniter bir yapı olarak devamı açısından büyük bir önem arz
etmektedir(Karatay: 2000, 33-34).
Bosna-Hersek’te Dayton sonrası dikkatleri çeken bir diğer önemli gelişme de
ülkede uluslararası toplumun temsilcisi olarak bulunan ve görevi Dayton
Anlaşması’nın uygulanmasına nezaret etmek olan Yüksek Temsilciliğin
(Organization of High Reperesentative) yetkilerini gittikçe genişletmesi ve
yürütmeye doğrudan müdahale eden bir organ haline dönüşmesidir. Yüksek
Temsilci Wolfgang Petritsch, 2000 yılının Temmuz ayı içerisinde Federal Tarım
Bakanı’nı, Federal Vergi Dairesi Başkanı’nı, Mayıs ayında da, kanton seviyesinde
bazı Hırvat yöneticileri görevlerinden almıştır. Yüksek Temsilcilik daha önce de
Bosna Başkanlık Kurulu’nun Sırp üyesi Nikola Poplasen’i, Dayton’a muhalif
davrandığı gerekçesiyle yerinden etmiştir(Karatay: 2000, 33).
III. Arnavutluğun İstikrarsızlaşması
Soğuk Savaş yıllarını Enver Hoca’nın yönetiminde dünyadan yalıtılmış bir şekilde
geçiren Arnavutluk, 1997’de ülkeyi büyük bir kaosa sürükleyen Banker iflaslarıyla
sarsılmıştır. Devlet düzeninin nerdeyse yok olması, silah depolarının yağmalanması,
insanî yardım malzemelerinin dahi dağıtılamaması yüzünden Arnavutluk hükümeti
uluslararası toplumdan yardım istemiştir. Bu çöküşte Arnavutluğun etnik, ekonomik
ve tarihî yapısının önemli bir rol oynadığı görülmektedir. On yıllardır devam eden
kötü yönetimi, siyasî yolsuzlukları ve otoriter devlet sisteminin böyle bir çöküşün
yapısal zeminini hazırlayan unsurlar olarak değerlendirmek mümkündür(Coşkun:
2001, 67).
1989’da Balkanlar’da esmeye başlayan rüzgarlar, Arnavutluğu da etkilemiş,
bölgede çöken komünist rejimlere paralel olarak Arnavutluk yönetimi de yumuşama
sürecine girmiştir. Rejimin yumuşamasıyla birlikte bir çok kişi ülke dışına çıkmaya
başlarken, ekonomik sebeplerin ağır bastığı göç dalgasının yöneldiği ülkeler
arasında İtalya ilk sırada yer almaktaydı. Gemilerle Adriyatik denizini geçip
İtalya’ya ulaşmaya çalışan insanların fotoğrafları uzun bir süre dünya basınını
sütunlarını süslemiştir(Kubicek, 1998, 118).
1991 Martında ülkede ilk defa seçimler yapılmıştır. Ancak eski komünistler
gerek organizasyon konusundaki avantajları gerekse medyaya olan hakimiyetleri
sayesinde sandıktan zaferle çıkmayı başarmışlardır. Seçimi kazanan sosyalist
Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı
21
başbakan Fatos Nano, serbest piyasa düzenine geçmeyi hedefleyen açılımlar
yapmıştır. Ancak eşzamanlı olarak ülkede açlık hüküm sürmeye başlarken, yiyecek
yardımlarını sağlıklı bir şekilde dağıtmak bile mümkün olmamış, yer yer isyanlar
patlak vermiştir. Zor durumda kalan Nano, 1991 yılının sonlarında yiyecek
yardımlarının dağıtılmasına nezaret etmeleri için İtalyan birliklerini ülkeye davet
etmiştir(Coşkun: 2001, 95).
Nano, 1991 yılının sonlarında istifa etmek zorunda kalmış, ardından da çok
partili bir koalisyon hükümeti kurulmuştur. Ancak anti-komünist Sali Berişa’nın
DP’sinin güçlenmeye başlaması ve yaptığı sert muhalefet yüzünden koalisyon fazla
dayanamayarak çökmüştür. 1992 Martında yeni seçimlere gidilmiş ve ekonomik
reformlar ile özelleştirme politikalarına ağırlık verecek olan Berişa başbakanlık
koltuğuna oturmuştur. Berişa’nın ekonomik reformlarına uluslararası finans
kuruluşları da destek vermişler, böylece Arnavutluk, Doğu Avrupa’da kişi başına en
yüksek yardımı alan ülke konumuna gelmiştir. Ülke 1993’te % 11.1, 1994’te ise %
7.4 büyümüştür(World Bank Development Report: 1996, 173). Berişa’nın,
Kosova’da alevlenmeye başlayan Arnavut milliyetçiliğini desteklememesi, Batıyla
yakınlaşmasını sağlayan en önemli sebeplerden bir tanesi olarak
görülmektedir(Kubicek, 1998, 119).
Arnavutluğun kuzeyi ve güneyi arasında etnik farklılıklar bulunmaktadır.
Komünist dönemde devlet ve idare mekanizmalarına güneyliler (Tosklar) hakim
olmuştur. Kuzeyli olan Berişa, bölgede yaşayan Geglere dayanarak yavaş yavaş bir
baskı rejimi oluşturmaya başlamıştır. Bu noktada ülke dışındaki Arnavutların önemli
bir çoğunluğunun da kuzeylilere daha yakın olduğunu belirtmekte fayda vardır.
Balkanlardaki Arnavutların toplam nüfusu 6 milyon civarındadır. Bunun 3.3
milyonu Arnavutluk’ta yaşamaktadır. Nüfusunun % 90’ı Arnavutlardan oluşan
Kosova’daki Arnavut sayısı yaklaşık iki milyondur. Makedonya’da nüfusun
yaklaşık % 25-30’unu oluşturan Arnavutların sayısı da 500.000 civarındadır.
Karadağ’da yaklaşık 41.000 Arnavut yaşamaktadır. Yunanistan’da da sayıları çok
fazla olmamakla birlikte Arnavut nüfus mevcuttur. Arnavutluk’ta da nüfusun %1-
2’si civarında Yunan azınlık bulunmaktadır. Ancak Yunanistan, Arnavutluk’taki
bütün Ortodoksları Yunan azınlığı olarak kabul ettiğinden bu oranın % 10-12
civarında olduğunu iddia etmektedir(Coşkun: 2001, 67-68).
Enver Hoca döneminden itibaren Arnavutluk, ülke dışındaki Arnavutların
ayrılıkçı hareketlerine karşı hep mesafeli davranmış, bu tavrı yüzünden de ciddi
eleştirilere maruz kalmıştır. Arnavutluğun bu yaklaşımında, kendisini ülke dışındaki
Arnavutları memnun edecek bir siyaset izlediği takdirde meydana gelebilecek
olaylar zincirini göğüsleyebilecek kudrette hissetmemesinin yanı sıra zaten sıkıntılı
olan ekonomik şartlar sebebiyle muhtemel mülteci akınlarından duyduğu endişe de
önemli bir rol oynamıştır. Arnavutluk hükümeti, gerek Kosova gerekse
Makedonya’da yaşanan gelişmeleri geriden takip etmiş, ancak konjonktür
oluştuktan, olaylar uluslararası boyuta taşındıktan sonra sesini yükseltmiştir. Fakat
KÖK Araştırmalar
22
bu politikalar, Arnavutluk hükümetinin yurt dışındaki Arnavutlarla hiç ilişkisi
olmadığı anlamına gelmemektedir. Örneğin Arnavutluk Makedonya’daki milliyetçi
partilerin lider kadrolarının oluşumuna el altından müdahalede bulunmuş, bu yüzden
de Üsküp tarafından protesto edilmiştir(Biberaj: 1999, 240). Görüldüğü gibi Arnavut
nüfusun Balkanlardaki dağılımı bir anda birçok devleti ilgilendiren çok yönlü bir
çatışmayı alevlendirebilecek bir mahiyettedir. Bütün bu hususlar göz önüne
alındığında Tiran yönetiminin temkinli tavrı ve uluslararası toplumun bölgeye olan
ilgisi daha anlaşılır hale gelmektedir.
Berişa, Arnavutluk’taki siyasî atmosferin gerginleşmesine aldırmadan 1996
Mayısında yapılan seçimlere hile karıştırmış, Batılı ülkelerin seçimlerin yenilenmesi
yönündeki baskılarına rağmen yalnızca 17 bölgede tekrar sandığa gidilmiştir. Fakat
Berişa bu siciline rağmen Batı dünyası ile mevcut yakın ilişkilerini korumayı da
başarmıştır(Kubicek, 1998, 120).
Arnavutluğu büyük bir kaosa sürükleyecek gerçek kriz, 1997 yılının Ocak ayında
kapıyı çalmıştır. Ülkedeki bankerlerin oluşturdukları saadet zinciri benzeri
yapılanmalar bir anda çökmüşlerdir. Dayton Anlaşması’nın yürürlüğe girmesi ve
Yugoslavya’ya uygulanan BM ambargosunun kalkmasıyla birlikte Arnavutluk’taki
söz konusu sistemi besleyen fonlarda ciddî bir azalma yaşanmış, ayda % 150’ye
ulaşan faizler verilmeye başlanmıştır. Kesinlikle çevrimi sağlanamayacak saadet
zinciri çökerken, en fazla zararı ise güneylilere vermiştir. Bu manzara, yönetime
karşı güneylilerin zaten besledikleri kinle birleşince karışıklıkların önü alınamaz
hale gelmiş, Berişa ülke üzerindeki denetimini tamamen kaybetmiştir. Orduya ait
silah depoları yağmalanmış ve bol miktarda askeri malzeme isyancıların ellerine
geçmiştir(Kubicek, 1998, 120). Yağmalanan silahların önemli bir kısmı Kosova’ya
ulaştırılacak ve daha sonra UÇK tarafından kullanılacaktır(Judah: 2000).
Ülkedeki bu kaotik durum üzerine 28 Mart 1997’de 6000 kişilik bir BM barış
gücü Arnavutluğa gelmiştir(UN Security Council: 1997). İtalyan ve Yunan
askerlerinin çoğunluğunu teşkil ettiği barış gücüne Türkiye de asker göndermiştir.
29 Haziran 1997’de yapılan seçimlerde sosyalistlerin büyük zaferi, Fatos
Nano’yu yeniden başbakanlık koltuğuna taşımıştır. Ancak ülke, karışıklıklardan
uzun müddet kurtulamamış, silahlı gurupların varlığı kanunsuzluğu arttırmaya ve
devlet otoritesini zayıflatmaya devam etmiştir. Ülke ekonomisini rayına
oturtabilmek için IMF, Dünya Bankası ve diğer bazı devletler tarafından
Arnavutluğa 640 milyon dolar civarında yardım yapılmıştır. Ancak ülkede yine de
düzenin sağlanamaması üzerine sınırları korumak ve Arnavut Ordusu’na yardım
etmek üzere Yunanistan ve İtalyan birlikleri davet edilmiştir(Kubicek, 1998, 130).
Arnavutluk, 1990’ların başlarından itibaren Türkiye’yle yakın ilişkiler
geliştirmiştir. Yunanistan’daki Arnavut azınlık ve izinsiz olarak çalışan Arnavut
nüfus sebebiyle bu dönemde Arnavutluk-Yunanistan ilişkilerinin ise pek sıcak
olduğu söylenemez. Ancak Berişa’nın iş başından uzaklaşmasından itibaren iki ülke
arasındaki ilişkilerde hissedilir bir iyileşme yaşanmış, 90’ların başında Arnavutluk
Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı
23
üzerinde Türkiye’nin sahip olduğu nüfuza Yunanistan erişmiştir. Örneğin,
Arnavutluk ordusunun subaylarının Türkiye yerine Yunan askeri akademilerinde
eğitilmesine başlanmıştır(Coşkun: 2001, 87-89).
Kosova müdahalesinin ertesinde Arnavutluğa verilen 150 milyon dolar
civarındaki krediye rağmen, ülkedeki ekonomik durumda çok ciddi iyileşmelerin
yaşanmadığı görülmektedir. Ekonomik sıkıntılar özellikle güneydeki kırsal
bölgelerde hissedilmeye devam etmiştir(Vaknin: 2001).
IV.Kosova Krizi ve NATO Müdahalesi
İki milyonluk nüfusunun yaklaşık % 90’ını Arnavutların oluşturduğu Kosova
bölgesinde NATO müdahalesiyle sonuçlanan çatışmaların kökenleri güncel
jeopolitik konjonktürün ötesine geçerek tarihin derinliklerine uzanmaktadır.
Örneğin, mitlerle bezeli Sırp milliyetçiliğini besleyen en önemli unsurlardan bir
tanesi, 1389’daki Kosova hezimetidir. Milliyetçi Sırplar, Kosova Meydan
Muharebesi’ni tarihi ezilmişliklerinin bir sembolü olarak yüceltmiş ve Sırp
milliyetçiliğinin en önemli mitlerinden biri haline getirmişlerdir(Malcolm: 1998,
87).
Sırpların Yugoslavya içerisinde Tito tarafından sürekli olarak ikinci plana
itildiklerine, bu yüzden de hak ettikleri güç ve imkanlara kavuşamadıklarına dair
inançlarını, bu ezilmişlik duygusunun modern zamanlardaki yansıması olarak
görmek mümkündür.
Yugoslavya’da özerk bölge statüsüne sahip olan Voyvodina ve Kosova Sırbistan
sınırları içerisinde yer almaktaydılar. Yugoslavya Federasyonu’nun diğer
bölgelerine kurucu cumhuriyet statüsü verilirken bunun Kosova’dan esirgenmesinin
ardında yatan endişenin, bölgenin Arnavutluk’la birleşme ihtimali olduğu ileri
sürülmektedir(Malcolm: 1998, 387). Ancak Yugoslavya’nın ekonomik açıdan en
geri kalmış bölgesi olan Kosova, 1974 anayasasıyla birlikte neredeyse diğer
cumhuriyetlerle eşit haklar kazanmıştır. Bu gelişmelerin arkasında Sovyetlerin
1968’de Çekoslavakya’yı işgal etmesiyle ortaya çıkan konjonktür yatmaktadır.
Muhtemel bir Sovyet saldırısından çekinen Tito, Balkanlar’da daha güçlü hale
gelebilmek için diğer bölge ülkeleriyle ilişkilerini güçlendirmeye çalışmış,
Arnavutluk’la yakınlaşma çabalarının bir parçası olarak da Kosovalı Arnavutlara
geniş haklar vermeye başlamıştır. Bu çerçevede Tito, 1969’dan itibaren Kosova
Arnavutlarının kendi ulusal sembolleri olarak Arnavut bayrağını göndere
çekmelerine izin vermiş, Prizren’de Arnavutça eğitim de yapan bir üniversitenin
kurulmasını sağlamıştır. 1974’teki yeni Yugoslavya Federasyonu Anayasası’yla da
Arnavutlar ayrılma hakkı hariç, cumhuriyetlere tanınan hemen hemen bütün haklara
sahip olmuşlardır. Yeni anayasayla Yugoslav Federal organlarına temsilci
gönderebilmişler, ekonomik karar alma mekanizmalarının birçoğunda, hatta dış
politika alanında cumhuriyetlerle eşitlenmişlerdir. Nitekim artık Yugoslavya
Anayasası’nın ek 36. maddesi, Yugoslavya devlet başkanlığını cumhuriyetlerden
KÖK Araştırmalar
24
ikişer, özerk bölgelerden de birer temsilcinin katılımıyla oluşan kolektif bir organ
olarak tarif etmekteydi(Malcolm: 1998, 384-386).
Tito’nun ölümünün ardından bütün Yugoslavya’da hissedilecek olan Sırp
milliyetçiliğinin tesirleri, ilk etkilerini Kosova’da göstermiştir. Daha sonra BM
Savaş Suçları Mahkemesi’nde yargılanırken ölen Sırbistan eski devlet başkanı
Miloseviç’in siyasî kariyerinde Kosova önemli bir yer tutmaktadır.
Kosova’da 1981 yılının Mart ayında üniversitede çıkan yemekleri protesto etmek
için başlayan öğrenci gösterileri, kısa sürede kitle eylemlerine dönüşmüştür.
Madencilerin, öğrencilerin ve halkın katıldığı bu gösterilerde yer yer Tiran yanlısı
sloganlar duyulmuşsa da, asıl hedefin daha iyi bir yönetim ve ekonomik imkanların
iyileştirilmesi olduğu görülmektedir. Gösteriler sert bir şekilde dağıtılırken 2000’e
yakın kişi gözaltına alınmıştır. Bunlardan 479’una çeşitli hapis cezaları verilmiştir.
Sonbaharda yeni bir soruşturma dalgası başlamış, yaklaşık 4,200 kişi muhtelif
cezalara çarptırılmışlardır. Olaylar gerekçe gösterilerek Kosova’daki komünist
partisinde de önemli tasfiyeler yaşanmıştır(Malcolm: 1998, 393-396).
Bu tarihten itibaren Sırpların Kosova’ya yönelik olarak sistematik bir kampanya
başlattıkları gözlerden kaçmamaktadır. Kosova’da Arnavutlarla Sırplar arasında
yaşanan küçük adlî olaylar bile Sırp basınında abartılarak işlenmiş, Arnavutlara
karşı güçlü bir propaganda mekanizması harekete geçirilmiştir.
Örneğin, 1986 yılında Sırbistan Bilimler Akademisi’nin yayınladığı bir
muhtırada 1974 anayasası eleştirilerek Yugoslavya Federasyonu içerisinde Sırpların
maruz kaldıkları haksız muamelelerden şikayet edilmekte ve Kosova’da
Arnavutların Sırplara karşı yürüttükleri sistematik kampanyalardan
bahsedilmekteydi. Bilimsel geçerliliği tartışmalı istatistiksel verilere ve anketlere
dayanılarak Kosova Arnavutlarının bölgedeki Sırpları sistematik bir biçimde göçe
zorladıklarının altı çizilmekteydi. Halbuki Kosova’da göç olgusu en az Sırplar kadar
Arnavutlar arasında da yaygındı ve bunun çok bilinen bir sebebi vardı: ekonomik
sıkıntılar(Malcolm: 1998, 398).
Söz konusu propaganda kampanyasının zirve noktasını şüphesiz 1987 yılında
Miloseviç’in Kosova ziyareti sırasında yaşanan olaylar teşkil etmektedir. Miloseviç,
Kosovalı Sırpların dertlerini dinlerken önceden planlanmış bir şekilde Kosova
polisinin topluluğun üzerine yürümesi sağlanmış, meydana gelen arbede üzerine
Miloseviç bütün televizyon kameralarının önünde kalabalığın arasına girip ‘Hiç
kimse Sırpları dövemez!’ diye haykırarak tezahüratların odağı haline gelmiştir. Bu
görüntüler defalarca devlet televizyonunda gösterilmiş, Kosova’daki performansı
sayesinde Miloseviç iktidara ulaşan basamakları hızla tırmanmaya başlamıştır. Aynı
yılın sonlarına doğru muhaliflerini bertaraf ederek Sırbistan Komünistler Birliği’nin
başına geçmesi de bu olayın bir neticesidir(Loza: 1998, 24).
1988 yılında Miloseviç ileride gerçekleştireceği değişikliklere uygun bir zemin
hazırlamak maksadıyla, Kosova’daki yerel yöneticileri değiştirerek kendisine
muhalefet etmeyecek isimleri atamıştır. 1989’da ise Kosova’nın özerkliğini kaldıran
Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı
25
bir karar almış, tankların gölgesinde toplanan Kosova parlamentosu da bu kararı
onaylamak durumunda kalmıştır. Miloseviç’in bu uygulamaları Kosova’da büyük
bir tepkiyle karşılanmıştır. Bölgede kitlesel protesto gösterileri yapılırken, taşlı-
sopalı guruplarla polis arasında çatışmalar yaşanmıştır. Ocak 1990’daki çatışmalarda
onlarca insan hayatını kaybetmiştir(Loza: 1998, 26). Bunun üzerine Kosova’da
olağanüstü önlemler alınmış, bölgeye ek polis birlikleri ve askeri kuvvetler
gönderilmiştir. Kosova’daki çatışmalar ve ortaya çıkan kanlı manzaraların, diğer
cumhuriyetleri bağımsızlık ve Yugoslavya’dan ayrılma doğrultusunda teşvik ettiği
bilinmektedir.
2 Temmuz 1990’da kapısı kilitli olan Kosova parlamentosunun önünde,
parlamentodaki 123 Arnavut üyeden 114 tanesi bir araya gelerek Kosova’yı
Yugoslavya Federasyonu içerisinde diğer cumhuriyetlerle eşit bir cumhuriyet olarak
ilan eden bir karar almışlardır. Sırbistan yönetimi buna sert bir şekilde cevap vermiş,
hem parlamentoyu hem de hükümeti feshetmiştir. Daha sonra uygulamaya konulan
sıkı tedbirlerle 80-100.000 civarında Arnavut işten atılmış, Arnavutlarla Sırpların
aynı okullarda okuması engellenmiş, Arnavutça eğitimin önüne geçilmiştir.
Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlıklarını ilan etmelerinin ardından Kosovalılar
1991 yılı Eylül ayında kendilerinin organize ettikleri bir bağımsızlık referandumu
yapmışlardır. Katılım oranının % 87 civarında gerçekleştiği referandumda, halkın %
99’unun bağımsızlık yönünde oy kullandığı ilan edilmiştir(Malcolm: 1998, 403-
404).
Kosova’daki Arnavut muhalefetinin örgütlü odağının ‘Kosova Yazarlar Birliği’
olduğu görülmektedir. Bu birlik, 1989 yılında siyasi bir hareket haline dönüşmüş ve
(LDK) ‘Kosova Demokratik Birliği’ ismini almıştır. Birliğin başkanlığını
müdahaleden sonra Kosova’da yapılan seçimlerin de galibi olan İbrahim Rugova
yürütmekteydi. Kurulduğundan itibaren LDK’nın belli başlı üç politikayı bir arada
yürüttüğü görülmektedir:
a)Kosova’da şiddet içeren bir ayaklanmanın önüne geçmek.
b) Sorunu uluslararası hale getirerek BM, NATO, AGİT, AB gibi uluslararası
örgütlerin ve büyük devletlerin bölgeye müdahil olmalarını sağlamak.
c)Seçimler ve sayımlar gibi uygulamaları sürekli boykot etmek suretiyle bir
yandan kendi kurdukları ‘Kosova Cumhuriyeti’ devlet aygıtını ana hatlarıyla
oluştururken diğer yandan da Sırp yönetiminin bölgedeki meşruiyetini sistemli bir
şekilde reddetmek(Malcolm: 1998, 405).
Bu ilkeler etrafında hareket eden LDK, sivil itaatsizliğe başvurduğu için
Kosova’da bir çatışma atmosferi ortaya çıkmıyordu. Bu yüzden de batılıların önemli
bir kısmı Kosova’da yaşananlara siyasî bir mesele ya da bir toprak meselesi
olmaktan ziyade bir insan hakları sorunu şeklinde bakmak eğilimindeydiler. Bu
sorunun da Kosova’nın demokratikleşen bir Sırbistan’a entegre olmasıyla ortadan
kalkacağına inanıyorlardı. Ancak daha sonraki gelişmeler bu bakış açısını
doğrulamamıştır.
KÖK Araştırmalar
26
Kosova’da Sırp baskısı artmış, keyfî tutuklamalar ve polisin güç kullanması
normal hale gelmiştir. Arnavutça eğitime izin verilmemesi yüzünden Arnavutlar,
eğitim ve sağlık hizmetlerini içine alan paralel bir yapı oluşturmuşlardır. Yaklaşık
40.000 civarında Arnavut öğrenci evlerde eğitim görmeye başlamıştır. Benzer bir
şekilde Rugova’nın başında bulunduğu LDK, sağlık hizmetlerinin verildiği klinikler
açmıştır. Burada çalışanların maaşları ve bu kurumların giderleri, yurtdışındaki
Arnavutlardan gönüllü olarak toplanan, gelirlerinin % 3’ü oranındaki vergilerle
karşılanmıştır. Kosova’nın dışarıya, özellikle Avrupa ülkelerine çok göç veren bir
bölge olduğu, örneğin 1989-1998 yılları arasında 350.000 kişinin ekonomik ve
sosyal marjinalleşme yüzünden bölgeden göç ettiği hatırlandığında, finansman için
başvurulan yolun gerekçeleri daha iyi anlaşılmaktadır(Loza: 1998, 19-20).
Kosova’da paralel kurumların inşasına imkan veren unsurlardan bir tanesi de
bölgede Bosna’da olduğu gibi bir arada yaşama geleneğinin bulunmamasıdır.
Arnavutlarla Sırplar arasında Boşnaklarla Sırplar örneğindeki gibi evliliklerden
bahsetmek mümkün değildir. Nitekim istatistiklere göre 1961 ile 1981 arasında
Kosova’daki 1445 yerleşim biriminin 1154’ü bir etnik gurubun hakimiyeti
altındaydı. Yerleşim birimlerinin çoğunda etnik homojenlik düzeyi ise % 100’e
ulaşmaktadır. Homojenleşme eğilimi bu tarihten sonra da artarak devam
etmiştir(Loza: 1998, 20).
Kosova’da sıcak çatışmaları tetikleyen ve İbrahim Rugova’nın pozisyonunu
sarsan süreç, 1995 yılında Dayton Anlaşması’nın imzalanmasının ardından
hızlanmıştır. Dayton Anlaşması’nda beklenenin aksine Kosova’nın durumuyla ilgili
ciddi tedbirlere yer verilmemesi Kosova Arnavutları arasında şiddete başvurmadan
yalnızca sivil itaatsizlik yoluyla herhangi bir mesafe alınamayacağına dair mevcut
kanaati güçlendirmiştir(Judah: 2000). Sırp saldırganlığını meşrulaştırdığı düşünülen
Dayton kararlarının, Bosna’daki ABD kuvvetlerine saldırmaması karşılığında
Miloseviç’in elini Kosova’da serbest bıraktığı yorumları yapılmıştır. Bu kanaat,
silahlı bir örgüt olan UÇK’nın (Kosova Kurtuluş Ordusu) doğuşunu hazırlayan en
önemli unsurlardan birisini teşkil etmektedir. Yurtdışından, özellikle Almanya ve
İsviçre’deki Arnavutlar’dan toplanan paralarla finanse edilen UÇK, 1997’de
Arnavutluk’ta yaşanan kriz sırasında Arnavut ordusunun depolarından çalınan
silahların bir kısmını da eline geçirmiştir. 1993’te kurulan UÇK, 1996 yılında silahlı
eylemlerine başlamış, Ocak 1997’de Sırp hükümeti tarafından 61 UÇK’lı
tutuklanmıştır. Eylül 1997’de faaliyetlerini hızlandırmaya başlayan UÇK, Eylül ve
Kasım ayları arasında 40 tane eyleme imza atmıştır. Kosova’nın Drenica
kasabasında meydana gelen çatışmalar sonucunda Sırp güvenlik güçleri bölgeden
çekilmek zorunda kalmış, Drenica adeta UÇK’nın kurtarılmış bölgesi haline
gelmiştir(Loza: 1998, 33).
1998 yılında da çarpışmalar tırmanarak devam etmiştir. Sırp polisinin Drenica
bölgesinde 28 Şubatta 26, 4 Martta da 58 sivili öldürmesi Kosova’da infial
uyandırmış, UÇK’nın süratli bir şekilde güçlenmesine ve çatışmaların artmasına
sebep olmuştur. Karadağ ve Sırp Cumhuriyeti’nde etkisi azalmaya başlayan
Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı
27
Miloseviç, Kosova’da demir yumruk politikası uygulayarak hem gözdağı vermek
hem de yeniden güç ve prestij kazanmak istemiştir. 1998 Temmuzuna kadar UÇK,
ülke genelinde ard arda kurtarılmış bölgeler ilan etmiş, yüzlerce insan UÇK’ya
katılarak silahlanmıştır. Temmuz 1998’de ise Miloseviç, Sırp kuvvetlerine harekete
geçme emri vermiş, ordu köyleri yakarak ilerlemeye başlamıştır(Judah: 2000).
Çatışmaların artmasıyla birlikte yüz binlerce kişi ülkeden kaçmak için yollara
dökülmüş, yaklaşık 850.000 kişi mülteci durumuna düşmüştür. Mülteciler
çoğunlukla Arnavutluk ve Makedonya’ya yönelmişlerdir. Özellikle Makedonya’ya
gelenler, ülkedeki dengeler açısından da nazik bir durum yaratmaktaydılar. Türkiye
de bu kriz sırasında bir miktar mülteciyi kabul etmiştir.
ABD’nin Makedonya büyükelçisi Chris Hill’in bütün çabalarına rağmen mutabık
kalınabilecek bir anlaşma zemini yakalanamayınca, aralarında Rusya’nın da
bulunduğu batılı devletlerden oluşan İletişim Gurubu’nun baskısıyla taraflar 6 Şubat
1999’da Paris yakınlarındaki Rambouillet şatosunda bir araya gelmişlerdir.
Toplantıda Arnavutları, sürgündeki Arnavut Hükümeti’nin lideri Plan Bukoshi,
UÇK’nın lideri Haşim Taci ve İbrahim Rugova temsil etmiştir. Taraflara üç yıllık
geçiş dönemi öngören bir düzenleme sunulmuştur. Arnavutlar teklifi kabul ederken
Miloseviç, Sırp topraklarına herhangi bir yabancı gücün ayak basmasına müsaade
etmeyeceğini söyleyerek reddetmiştir. Sırp tarafı hava saldırıları tehdidine rağmen
pozisyonunu değiştirmeyince 24 Mart 1999’da 78 gün devam edecek olan NATO
operasyonları başlamıştır. 9 Haziran 1999’da Makedonya’nın Kumanova şehrinde
NATO ve Sırbistan arasında ‘Askeri ve Teknik Anlaşma’ isimli bir metin
imzalanarak hava operasyonlarına son verilmiştir. Ertesi gün BM Güvenlik Konseyi,
NATO güçlerinin bölgeye girmesini, Yugoslav ordu ve polisinin Kosova’dan
çekilmesini öngören 1244 sayılı kararını almıştır(Judah: 2000).
12 Haziran’da KFOR (Kosova Gücü) ismi verilen NATO kuvvetleri bölgeye
ulaşmışlardır. Bu çerçevede görev alan yaklaşık bin kişilik bir Türk birliği de
Türklerin yoğun olarak yaşadıkları Prizren’de görev yapmaya başlamıştır(Official
Website of KFOR: 2001). 20 Ekim 1999’a kadar geçen zaman zarfında KFOR, hem
UÇK’nın önemli bir kısmını hem de savaş döneminde UÇK’nın örgütlediği paralel
yapıları önemli ölçüde tasfiye etmiştir. UÇK’nın kurmay kadroları acil durumlarda
ve doğal afetlerde kurtarma faaliyeti yürüteceği ifade edilen Kosova Koruma
Birlikleri’ni (KPC) oluşturmuşlardır. Ancak önemli miktarda silaha sahip bu
birliklere, daha ilk günlerinden itibaren gelecekteki Kosova Ordusu’nun çekirdeği
gözüyle bakılmıştır(Judah: 2000).
Kosova misyonunun sivil yönünden sorumlu olan UNMIK (United Nations
Mission in Kosovo) UÇK lideri Taci’ye yönetimde sorumluluk vererek geçiş
döneminin çok fazla sancı yaratmadan tamamlanması için gayret göstermiştir. Taci
ve diğer eski UÇK’lılar, Demokratik Kosova Partisi (PDK) adı altında bir parti
kurarak siyasi hayata devam etmişlerdir. Ancak eski UÇK komutanlarının savaştan
sonra gasp da dahil olmak üzere güçlerini kötüye kullandıkları eylemlerin içerisine
KÖK Araştırmalar
28
girmeleri itibarlarını azaltmıştır. Bu dönemde zaman zaman silahlı eylemlere devam
edilmesinin arkasında yatan sebeplerden birisinin de tamamen sivilleşen bir
UÇK’nın siyasî arenada iyice güçsüz kalacağı düşüncesi olduğu
bilinmektedir(Judah: 2000).
23 Haziran 2000’de ABD’de Kosova Arnavutları ve Kosovalı Sırplar, şiddete
son vereceklerine dair Airlie Deklarasyonu’nu imzalamışlardır. 2000 sonbaharında
yapılan yerel seçimleri olduğu gibi Kasım ayındaki genel seçimleri de pasif direniş
tezleri başarıya ulaşmamış olmasına rağmen İbrahim Rugova kazanmıştır.
Seçimlerin galibi İbrahim Rugova’nın bağımsızlık çağrısının gerçekleşmesi için
2008 yılı başını beklemek gerekecektir. Batı dünyasının 2000’lerin başında bu talebe
sıcak bakmamasının en önemli sebepleri arasında, bağımsızlığın o sıralarda zaten
kritik olan Makedonya’daki atmosferi daha da vahim hale getirerek çatışmalara
sebebiyet vereceği kaygısı yer almaktadır(NTVMSNBC: 2000).
Kosova müdahalesinin ardından Sırbistan’da da yönetim değişikliği yaşanmıştır.
Manidar bir şekilde, Batı’nın Dayton Anlaşması’nın mimarları arasında saydığı,
Kosova operasyonun ardından 5 Ekim 2000’deki halk ayaklanmasıyla koltuğunu
kaybeden Miloseviç’i BM Savaş Suçları Mahkemesi’ne götürecek olaylar zinciri,
tıpkı kendisini iktidara taşıyan süreç gibi Kosova’da başlamıştır.
Kosova’da yaşanan çatışmalar ve yoğun mülteci akını sebebiyle bölgedeki
sınırlar, özellikle Kosova-Arnavutluk ve Kosova-Makedonya sınırları geçirgen hale
gelmiştir. Bunun etkileri daha sonra patlayacak olan Makedonya krizi sırasında
hissedilecektir.
V. Makedonya Krizi
Yugoslavya’dan herhangi bir çatışma yaşanmaksızın ayrılan tek cumhuriyet olan
Makedonya’da Arnavut milisler ve hükümet kuvvetleri arasında 2001 yılında
hızlanarak artan ve uluslararası toplumun müdahil olmasına sebep olan gelişmeler,
Kosova müdahalesi sonrasında Balkanlar’da istikrara dair beklentileri de
gölgelemiştir.
Zira 19. yy’ın sonları ve 20. yüzyılın başlarındaki Balkan ihtilaflarının kilit
noktası olan Makedonya’nın konumu ve etnik yapısı bütün bölgesel güçlerin
müdahil olabileceği önemli bir çatışma riskini bünyesinde taşımaktaydı. Nitekim bu
özelliği dolayısıyla Bosna savaşı devam ederken, çatışmaların Makedonya’ya
sıçramasını engellemek amacıyla bölgeye ABD kuvvetleri
yerleştirilmişti(Hatipoğlu: 2001, 65-66,76).
Ülke nüfusunun yaklaşık olarak % 23’ünü oluşturan Arnavutlar, Makedonya
cumhuriyeti bağımsızlığını ilan ederken hazırlanan anayasanın Arnavutlara 1974
Yugoslavya Anayasası’nın verdiği hakları bile tanımadığını ifade ederek muhalefet
etmeye başlamışlardır.
Ancak aradaki ihtilafların kökenleri çok daha eskiye dayanmaktadır. Örneğin,
1981 yılında Kosova’da yaşanan huzursuzluklar Makedonya’yı da etkilediğinde,
Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı
29
Makedon yönetimi Arnavutlara yönelik baskıcı politikaları uygulamaya koymuştur.
Bu çerçevede Arnavutça eğitim yapan okullar kapatılmış, Arnavut öğretmenler ve
diğer memurlar işlerinden çıkarılmış, milliyetçi faaliyetlere karıştıkları iddia edilen
Arnavutlar hapse atılmıştır. 1989’da yapılan anayasa değişiklikleriyle de
Makedonya, Makedon ulusunun devleti olarak tanımlanmış, Arnavut ve Türklerin
1974 anayasasında kurucu millet olan statüleri azınlık konumuna
düşürülmüştür(Biberaj: 1999, 256).
1991 yılı Eylül ayında bağımsızlık kararı alan Makedonya’da Arnavutlar
bağımsızlık referandumunu ve aynı yıl yapılan nüfus sayımını boykot etmişlerdir.
Ancak daha sonraki seçimlere katılarak 120 üyeli parlamentoya 23 milletvekili
göndermişlerdir. Bu dönemde Arnavutlar arasında sistem içinde hak arayışı peşinde
olanlar bulunduğu gibi özerklik taraftarlarının da mevcut olduğu görülmektedir.
Nitekim 11 Aralık 1992’de Arnavutların yoğun olarak yaşadıkları batı bölgesinde
‘Ilirida’ adı altında bir özerk bölge kurulması için referandum yapılmıştır. Halkın
büyük çoğunluğunun olumlu oy kullandığı bu referandumu Makedon hükümeti
yasadışı ilan etmiştir(Coşkun ve Türkoğlu: 2001, 8).
Makedonya anayasası ilk-ortaokul ve lise seviyesinde azınlık dilleriyle eğitim
yapılmasına izin vermekte ancak üniversite eğitimine müsaade etmemektedir. 1994
yılında Arnavutlar, yoğun olarak yaşadıkları Kalkandelen’de Arnavutça eğitim
yapan bir üniversite kuracaklarını ilan etmişler, üniversitenin Şubat 1995’teki açılış
törenine polis müdahale etmiş ve yaşanan olaylarda bir Arnavut genci ölmüştür.
1997 yılında Gostivar ve Kalkandelen’in Arnavut belediye başkanlarının belediye
binalarına Arnavut bayrağı asmaları üzerine çıkan çatışmada da üç Arnavut genci
hayatını kaybetmiştir(Coşkun ve Türkoğlu: 2001, 9).
1998 seçimleri sonrasında ise Arnavut ve Makedon milliyetçi partileri
beklenmedik bir şekilde koalisyon ortakları olarak birlikte hükümet kurmuşlardır.
Bu dönemde Kosova’da yaşanan kriz sebebiyle yaklaşık 360.000 Arnavut
Makedonya’ya gelmiştir. Mülteci akınının ülkeyi istikrarsızlaştıracağından
korkulmuş ancak böyle bir gelişme yaşanmamıştır. Kosova krizinin bölgeye olan
etkileri 2001 yılında başlayan çatışmalarla hissedilmiştir. Kriz sırasında ve
sonrasında Kosova ile Makedonya arasındaki sınırın geçirginleşmesi, bölgedeki
gurupların silahlanmalarını ve Kosova’da yaşanan sıcak çatışmanın tecrübelerinden
faydalanmalarını sağlamıştır. Kosova’daki mücadele sırasında UÇK saflarında
savaşan Makedonya Arnavutları, Makedonya’daki çatışmalarda da ön safta yer
almışlardır(Coşkun ve Türkoğlu: 2001, 11).
2001 yılı Ocak ayında başlayan çatışmalar Arnavut nüfusun kalabalık olduğu
batı bölgelerinde yoğunlaşmış, Makedonya UÇK’sı olarak isimlendirilen Ulusal
Kurtuluş Ordusu bu saldırılarda adını duyurmuştur. Ağustos ayına kadar devam
eden çatışmalar sonunda AB, NATO ve ABD’nin araya girmesiyle 13 Ağustos
2001’de Arnavut ve Makedon siyasî partiler Makedonya’nın Ohri kentinde bir
anlaşma imzalamışlardır. Anlaşmayla Makedonlar, Arnavutların haklarını
KÖK Araştırmalar
30
genişletecek anayasa değişikliklerini gerçekleştirmeyi kabul etmişlerdir. Yapılan
anlaşmayı UÇK da kabul etmiş, 14 Ağustos’ta silahsızlanma hususunda NATO’yla
mutabakata varmıştır. 15 Ağustos’ta da NATO, UÇK’nın silahsızlandırılmasıyla
ilgili olarak ‘Hasat Operasyonu’ adı verilen harekat çerçevesinde bölgeye 3.500
asker gönderme kararı almıştır(NATO: 2004).
NATO, Anlaşmaya uygun olarak silah toplama işlemini 26 Eylül 2001’de
tamamlamıştır(NATO: 2004). Ulusal Kurtuluş Ordusu Lideri Ali Ahmedi de
ordusunu feshettiğini açıklamıştır. Ancak Başbakan Georgievski’nin anayasa
değişikliklerini sürekli olarak geciktirerek konuyu referanduma taşımak isteyişi,
Makedon liderlerin anlaşmayı uluslararası toplumun baskıları yüzünden
imzaladıklarının iyi bir göstergesidir.
Krizin başında uluslararası toplumu arkasına alan Makedonya hükümeti, 2001
yılı sonlarında kendisine verilen desteği bu tavrı yüzünden kaybetmeye başlamıştır.
Anayasa değişikliklerinin gerçekleşmemesi sebebiyle, 15 Ekim 2001 tarihinde
Makedonya için Brüksel’de düzenlenmesi planlanan barış konferansı ertelenmiştir.
Bunun üzerine Makedonya devlet başkanı, uluslararası topluluğun Makedonya’ya
karşı tavrını yumuşatmak maksadıyla savaş suçlusu olmayan Arnavut militanlara
yönelik bir af ilan etmiştir. Ancak Makedonya bu afla da istediği desteği
alamamıştır. Makedon Hükümeti, 11 Eylül olaylarından faydalanarak değişiklikleri
ertelemeye devam etmeye çalışsa da, baskılara ancak Kasım ayının ortalarına kadar
direnebilmiştir. Anayasada yapılan reformlarla, merkezde toplanan yetkiler
dağıtılarak ülkedeki Arnavut azınlığa kamu kesiminde, özellikle de polis
teşkilatında, ülke nüfusu içinde sahip oldukları üçte birlik oranı yansıtacak şekilde
çalışma imkanı tanınmıştır(ASAM: 2001, 18).
Yapılan değişikliklerle ayrıca Arnavutça’nın sınırlı da olsa resmi dil olarak
kullanılmasına izin verilirken, anayasanın önsözündeki azınlıkların ikinci sınıf
statüde olduklarına işaret eden ibareler de kaldırılmıştır(ASAM: 2001, 18).
Sonuç
Balkanlar’da 1990’larda meydana gelen kriz ve çatışmalara toplu olarak
bakıldığında Soğuk Savaş’ın sona erişinin en ‘sıcak’ sonuçlarının bu bölgede
hissedildiğini söylemek mümkün gözükmektedir. Avrupa’nın hemen yanı başında
ard arda patlak veren krizlerin büyük bir kısmı, Yugoslavya’nın dağılmasıyla ortaya
çıkan istikrarsızlık atmosferiyle ilişkilidir. Yaşanan çatışmaları sonlandıran
anlaşmaların hemen hepsi ise birer ‘ateşkes’ mahiyetindedirler. Bu dönemde
sorunlar bütünüyle çözülememiş ancak ertelenmişlerdir.
Zira, kriz ve çatışma dalgasının ardından bölgede barış ve istikrarın
sağlanmasına yönelik olarak atılan adımlar, Balkanları “uzun ateşkesler coğrafyası”
şeklinde niteleyişimizin gerekçesini teşkil eden geçmişteki düzenlemelerle yapısal
benzerlikler taşımaktadırlar. 19. yüzyılda bölgedeki Osmanlı Barışı’nı sona erdiren
gelişmelerden itibaren Balkanların siyasi kaderi, bölge dışındaki güçlerin öncelikleri
Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı
31
gözeterek şekillendirilmiştir. Bu yüzden yarımadadaki istikrarın da söz konusu
güçler arasındaki dengeler ve dünya düzenindeki dalgalanmalar karşısında hayli
kırılgan bir nitelik taşıdığı görülmektedir. 1990’larda başlayarak 2000’li yıllara
kadar uzanan kriz ve çatışma dalgası da, ABD ve Avrupa’nın başını çektiği
uluslararası toplumun Balkanlardaki yeni dizaynlarıyla nihayete ermiştir. Bölgenin
siyasi coğrafyası yeniden çizilmiş, Bazı Balkan ülkelerinin AB ve NATO’ya
alınmalarıyla da sağlanan ateşkeslere kalıcılık kazandırılmaya çalışılmıştır.
Irak ve Afganistan’ın işgali ile birlikte Asya ve Ortadoğu küresel güç
mücadelelerinin odağına yerleşirken, Balkanlar’da gözlenen görece sükunet ve
istikrar havası kriz alanlarındaki ateşkeslerin kalıcı çözümlere dönüşebilmeleri
yönündeki umutları arttırmıştır. Ancak, Kosova’nın bağımsızlığıyla tekrar dünya
gündemine gelen Balkanlar’da önümüzdeki dönemde yaşanacak muhtemel
gelişmelerin seyri, bu makalede incelenmeye çalışılan kriz bölgelerinde 1990’lardan
2000’lerin başlarına kadar ulaşılan ara çözümlerin orta vadedeki etkileriyle küresel
sistemin yeni dinamiklerinin etkileşimi tarafından belirlenecektir.
Kaynaklar
ALİ, R. ve LIFSCHULTZ, L. (1993) In Plain View, Why Bosnia: Writings on the Balkan War
içinde, (Rabia ALİ, Lawrence LIFSCHULTZ, Stony CREEK, ed.), Connecticut: The
Pamphleteer’s Press
ASAM, (2001) Ekim Ayında Makedonya’daki Gelişmeler, Jeopolitik Gündem, Asam
Stratejik Araştırmalar Merkezi, 1,
BIBERAJ, E. (1999) Albania in Transition: The Rocky Road to Democracy, US: Westview
Press.
COŞKUN, B. D. (2001) Arnavutluk’un Dış Politikası ve Balkanlar’da Arnavut Sorunu,
Balkan Diplomasisi içinde, (Ömer E. LÜTEM-Birgül Demirtaş COŞKUN, ed.) Ankara:
Avrasya Bir Vakfı, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi
COŞKUN, B. D. ve TÜRKOĞLU, E. (2001) Makedonya’da Tehlike Çanları: Balkanlar’ın
Eski ‘Model Ülkesi’, Yeni İstikrarsızlık Unsuru mu?, Stratejik Analiz, II,13
EVANS, G. (25 Mayıs 2001) Sorry, the Boys Should Darn Well Stay in Bosnia, International
Herald Tribune
HAGUE APPEAL FOR PEACE. (2005), http://www.haguepeace.org/
HATİPOĞLU, M. M. (2001) Kuruluşundan Günümüze Makedonya Cumhuriyeti’nin Dış
Politikası ve Balkan Ülkeleriyle İlişkileri (1991-2000), Balkan Diplomasisi, (Ömer E.
LÜTEM-Birgül Demirtaş COŞKUN, ed.) Ankara: Avrasya Bir Vakfı, Avrasya Stratejik
Araştırmalar Merkezi
HUNTINGTON, Samuel P. (1998) The Clash Of Civilizations and the Remaking Of World
Order, USA: Touchstone.
JUDAH, T. (2000) The Kosovo Liberation Army, Perceptions, V,3
KALE, B. (2001) Avrupa Birliği’nin Balkan Politikası: Çelişkiler İçinde Bir Yanılsama?,
Balkan Diplomasisi içinde, (Ömer E. Lütem-Birgül Demirtaş Coşkun, ed.) Ankara:
Avrasya Bir Vakfı, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi
KARATAY, O. (2000) Tek ve Birleşik Bir Bosna’ya Doğru mu?, Stratejik Analiz, I, 5.
KOMİSYON. (1998) Barışa Çağrı, Uluslararası Komisyonun Balkanlar Hakkındaki Raporu,
çev. Özden Arıkan, İstanbul: Sabah Kitapçılık
KÖK Araştırmalar
32
KUBICEK, P. (1998) Albania’s Collapse and Reconstruction, Perceptions, III, 1
LEOUSSI, Athena S. (2001) Balkanization. Encyclopedia of Nationalism içinde, (Athena S.
Leoussı, ed.), New York: Transaction Publishers.
LOZA, T. (1998) Kosovo Albanians: Closing the Ranks, Transitions, 5,5
MAGAŠ, B. (1993) The Destruction of Yugoslavia: Tracking the Break-Up 1980-92, New
York: Verso.
MALCOLM, N. (1994) The Destruction of Bosnia, Bosnia: A Short History, London:
Macmillan Publishers
MALCOLM, N. (1998) Kosova Balkanları Anlamak İçin, çev. Özden Arıkan, İstanbul: Sabah
Kitapçılık
NATO (2004), http://www.nato.int/fyrom/home.htm
NATO Basic Fact Sheet. (1996), http://www.nato.int/ifor/
NATO SFOR. (2007), http://www.nato.int/sfor/index.htm
OFFICE OF THE HIGH REPRESENTATIVE. (2000), Official Website of the OHR:
http://www.ohr.int/
Official Website of KFOR, (2001) http://www.kforonline.com/
SOWARDS, Steven W. (1995) Twenty-Five Lectures on Modern Balkan History (The
Balkans in the Age of Nationalism), Lecture:25,
http://www.lib.msu.edu/sowards/balkan/lect25.htm
THE TEXT OF THE DAYTON PEACE ACCORDS. (1995) General Framework Agreement
for Peace in Bosnia and Herzegovina (full text and 11 Annexes, Paris, 14 Aralık 1995)
Annex 4, Constitution of Bosnia-Herzegovina
UN SECURITY COUNCIL. (1997) Resolution 1101
U.S. DEPARTMENT OF STATE. (1997) Fact Sheet: NATO Involvement in the Balkan
Crisis, http://www.state.gov/www/regions/eur/natobalk.html
USA DEPARTMENT OF STATE. (2001)
http://www.state.gov/www/regions/eur/bosnia/bosnia_hp.html
VAKNIN, S. (2001) The Second Coming in Albania,
http://www.balkanlands.com/article1132.html
VIDOJEVIC, Z. (1997) "Balkanization" and the World-Historical Context of Power,
http://www.hi.sanu.ac.yu/Conflict/Conflict21.htm
WORLD BANK. (1996) World Bank Development Report, New York: Oxford University
Press.
ZIMMERMAN, W. (1996) Yugoslavia:1989-1996, U.S. and Russian Policymaking With
Respect to the Use of Force içinde, (Jeremy R. Azrael ve Emil A. Payin, ed.), USA:
RAND, http://www.rand.org/publications/CF/CF129/CF-129.chapter11.html