Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı: 1990’lardan 2000’lerin Başlarına Kadar...

24
KÖK Araştırmalar, X/1 (Bahar 2008), s. 9-32. Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı: 1990’lardan 2000’lerin Başlarına Kadar Balkanlar’da Yaşanan Kriz ve Çatışmalar Mehmet Akif Okur Mehmet Akif OKUR, “Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı: 1990’lardan 2000’lerin Başlarına Kadar Balkanlar’da Yaşanan Kriz ve Çatışmalar” KÖK Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt X, Sayı 1 (Bahar 2008), ss. 9-32. Balkanlardaki aktüel gelişmelerin anlamlandırılmasına katkı sağlayacağı düşüncesiyle bu çalışmada, bölgede 90’lı yıllardan 2000’lerin başlarına kadar geçen zaman diliminde yaşanan önemli kriz ve çatışmalar ele alınmaktadır. Söz konusu dönemde bölgesel sonuçlarının yanı sıra küresel ölçekli bir çok gelişmeye de doğrudan ya da dolaylı olarak etki eden belli başlı çatışmaları; Yugoslavya dağılırken çıkan savaşlar, Arnavutluk’ta 1997’de yaşanan kaos ile Kosova ve Makedonya krizleri oluşturmaktadır. Balkanlar’da 1990’larda meydana gelen kriz ve çatışmalara toplu olarak bakıldığında Soğuk Savaş’ın sona erişinin en ‘sıcak’ sonuçlarının bu bölgede hissedildiği görülmektedir. Avrupa’nın hemen yanı başında ard arda patlak veren krizlerin büyük bir kısmı, Yugoslavya’nın dağılmasıyla meydana gelen istikrarsızlık atmosferiyle ilişkilidir. Yaşanan çatışmaları sonlandıran anlaşmaların hemen hepsi ise birer ‘ateşkes’ mahiyetindedirler. Bu dönemde sorunlar çözülememiş ancak ertelenmişlerdir. Anahtar Kelimeler: Balkanlar, Bosna Savaşı, Kosova, Arnavutluk Krizi, Makedonya Krizi -------------------------------------------------------------------------------------------------------- Mehmet Akif OKUR, “Hard Ten Years of the Long Cease-Fires' Geography: Balkan Crises and Conflicts, from 1990s to the beginning of the 2000s”, KÖK Journal of Social and Strategic Researches, Vol. X, Num. 1, (Spring 2008), pp. 9-32. In this study, significant crises and conflicts which were occurred in the Balkan peninsula between 90’s and the beginnings of the 2000’s are analyzed. In this period main crises and conflicts that were influenced both the regional geopolitics and global agenda are those: Disintegration of Yugoslavia and the subsequent wars, the crisis of Albania, Kosovo and Macedonia. When it is looked at those crises and conflicts collectively, it can be said that the hottest results of the Cold War’s end were felt in this region. Most of the crises which were erupted so close to Europe were related to instability atmosphere that were created by the disintegration of Yugoslavia. And, agreements that were ended the conflicts in this period are only “cease fires” which were not solved the problems completely but only postponed them. Key Words: Balkans, Bosnian War, Kosovo, Crisis of Albania, Crisis of Macedonia

Transcript of Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı: 1990’lardan 2000’lerin Başlarına Kadar...

KÖK Araştırmalar, X/1 (Bahar 2008), s. 9-32.

Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı:

1990’lardan 2000’lerin Başlarına Kadar Balkanlar’da

Yaşanan Kriz ve Çatışmalar

Mehmet Akif Okur

Mehmet Akif OKUR, “Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı: 1990’lardan

2000’lerin Başlarına Kadar Balkanlar’da Yaşanan Kriz ve Çatışmalar” KÖK Sosyal ve

Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt X, Sayı 1 (Bahar 2008), ss. 9-32.

Balkanlardaki aktüel gelişmelerin anlamlandırılmasına katkı sağlayacağı düşüncesiyle

bu çalışmada, bölgede 90’lı yıllardan 2000’lerin başlarına kadar geçen zaman

diliminde yaşanan önemli kriz ve çatışmalar ele alınmaktadır. Söz konusu dönemde

bölgesel sonuçlarının yanı sıra küresel ölçekli bir çok gelişmeye de doğrudan ya da

dolaylı olarak etki eden belli başlı çatışmaları; Yugoslavya dağılırken çıkan savaşlar,

Arnavutluk’ta 1997’de yaşanan kaos ile Kosova ve Makedonya krizleri

oluşturmaktadır. Balkanlar’da 1990’larda meydana gelen kriz ve çatışmalara toplu

olarak bakıldığında Soğuk Savaş’ın sona erişinin en ‘sıcak’ sonuçlarının bu bölgede

hissedildiği görülmektedir. Avrupa’nın hemen yanı başında ard arda patlak veren

krizlerin büyük bir kısmı, Yugoslavya’nın dağılmasıyla meydana gelen istikrarsızlık

atmosferiyle ilişkilidir. Yaşanan çatışmaları sonlandıran anlaşmaların hemen hepsi ise

birer ‘ateşkes’ mahiyetindedirler. Bu dönemde sorunlar çözülememiş ancak

ertelenmişlerdir.

Anahtar Kelimeler: Balkanlar, Bosna Savaşı, Kosova, Arnavutluk Krizi, Makedonya

Krizi

--------------------------------------------------------------------------------------------------------

Mehmet Akif OKUR, “Hard Ten Years of the Long Cease-Fires' Geography: Balkan

Crises and Conflicts, from 1990s to the beginning of the 2000s”, KÖK Journal of

Social and Strategic Researches, Vol. X, Num. 1, (Spring 2008), pp. 9-32.

In this study, significant crises and conflicts which were occurred in the Balkan

peninsula between 90’s and the beginnings of the 2000’s are analyzed. In this period

main crises and conflicts that were influenced both the regional geopolitics and global

agenda are those: Disintegration of Yugoslavia and the subsequent wars, the crisis of

Albania, Kosovo and Macedonia. When it is looked at those crises and conflicts

collectively, it can be said that the hottest results of the Cold War’s end were felt in

this region. Most of the crises which were erupted so close to Europe were related to

instability atmosphere that were created by the disintegration of Yugoslavia. And,

agreements that were ended the conflicts in this period are only “cease fires” which

were not solved the problems completely but only postponed them.

Key Words: Balkans, Bosnian War, Kosovo, Crisis of Albania, Crisis of Macedonia

KÖK Araştırmalar

10

Giriş

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden itibaren dünya kamuoyunun dikkatlerini sahne

olduğu çatışma ve krizlerle üzerinde toplayan Balkanlar, günümüzde Kosova’nın

bağımsızlığıyla bağlantılı muhtemel gelişmeler sebebiyle tekrar ilgi odağı haline

gelmiştir. Geçmişte bir dünya savaşının fitilinin tutuştuğu mekan olarak hafızalarda

yer edinen Balkanlar’da özellikle Demir Perde’nin çöküşünün ardından yaşananlar,

bölgenin sıcak çatışmalar, krizler ve sorunlarla bezenmiş korkulu imajının

pekişmesinde ve güncel gelişmelerin daimi bir tedirginlik prizmasının ardından

izlenişinde önemli bir paya sahiptir. Nitekim uluslararası ilişkilerde bu imajdan

mülhem olan ‘Balkanizasyon’(Magaš: 1993, 346) (Leoussi: 2001, 15) (Vidojevic :

1997) terimi de ulus-devletlerin kuruluş, dağılma ya da genişleme süreçlerinde

patlak vererek, etnik ve dinî açıdan heterojen toplumsal yapılara sahip ülkelerin

parçalanmasına yol açan, bitmek tükenmek bilmeyen çatışmaları ifade etmektedir.

Terimin bir diğer anlamı da değişik batılı ya da batı dışı büyük güçler tarafından

nüfuz alanlarına ayrılmış devlet ve toplumlarla ilişkilidir. Nüfuz küreleri sadece

komşu ülkelerin farklı güçlerin etki alanları içerisinde kalmalarıyla çakışmamakta,

kimi zaman değişik güç merkezlerinin nüfuzundaki etnisiteler aynı devlet çatısı

altında bir arada bulunabilmektedirler. Bu yüzden ‘balkanizasyon’a maruz kalmış

coğrafyalarda çıkan çatışmalar, hem zamana yaygın derin toplumsal travmalara

sebep olmakta, hem de etkilerinin kriz alanlarının ötesine uzanma riskini daimi

surette bünyelerinde taşımaktadırlar.

Soğuk Savaş yıllarında bloklaşmalar ve nükleer silahların gölgesindeki dehşet

dengesi üzerine kurulan uluslararası sistem, Avrupa kıtasında sıcak bir çatışmanın

yaşanmasına imkan vermemiştir. Bir bakıma Soğuk Savaş, Avrupa için gerginlik ve

tedirginliklerle dolu olsa da uzun bir barış dönemi anlamına gelmektedir. Ancak

aynı zamanda nükleer bir savaşın getireceği telafîsi imkansız yıkımların yarattığı

korku, sıcak çatışmaların ‘periferik’ coğrafyalara transfer edilmelerinin ardında

yatan en önemli sebeplerden birini de teşkil etmektedir. Soğuk Savaş’ın nihayete

ermesiyle birlikte bloklaşmanın yarattığı mecburi dayanışmanın erozyonu, eski

müttefikler arasında örtülü bir nüfuz mücadelesinin kapılarını aralarken, bünyesinde

barındırdığı kriz potansiyeliyle Balkanlar, yeni uluslararası sistemin ilk sıcak

çatışmalarının sahnelendiği ‘periferik’ bölgelerden biri olarak karşımıza çıkmıştır.

Soğuk Savaş’ın bitişi jeopolitik ve jeokültürel alanları sunî şekilde birbirinden

ayıran demir perdenin ortadan kalkmasına, bir başka söyleyişle Balkanlar’da ‘tarihin

geri dönüşüne’ vesile olmuştur. Büyük devletlerin ilişkiye girdikleri Balkan ülkeleri

dikkate alındığında münasebetlerde tarihî arka planın izlerini hemen hissetmek

mümkündür. Yugoslavya’nın dağılmasıyla kendisini Balkanlar’ın değil Orta

Avrupa’nın bir parçası olarak gören Slovenya aradan sıyrılmış, benzeri bir iddiayı

sahiplenen Hırvatistan da Avusturya-Macaristan imparatorluğunun tarihî mirası ve

II. Dünya Savaşı’nda Almanlarla kurduğu yakınlığın da etkisiyle Almanya’nın

çekim alanına girmiştir. Sırplar, Yugoslavya’yı parçalayan savaşlar sırasında Slav-

Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı

11

Ortodoks kimliklerinin altını çizerek yüzlerini Rusya’ya dönmüşler; Boşnaklar,

Arnavutlar ve Türkiye arasında da bir yakınlaşma yaşanmıştır. Değişik kimliklerin,

medeniyet havzalarının iç içe geçtiği Balkan coğrafyası, bu dönemde yaşanan kanlı

mücadelelerin de etkisiyle Samuel P. Huntington’un çok tartışılan medeniyetler

çatışması tezini destekleyen örnekler arasında ‘medeniyetlerin kanlı sınır boyu’ ve

‘medeniyetler arası bir fay hattı’ olarak gösterilmiştir(Huntington: 1998, 254-259).

Balkanlardaki kriz ve savaşlar, Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası sistem

için öngörülen değer ve kriterlerin de sınandığı bir zemin oluşturmuşlardır. Körfez

Savaşı sırasında ABD tarafından ilan edilen ‘Yeni Dünya Düzeni’ ile ilgili ilkeler,

Bosna dramına müdahalenin gecikmesi sebebiyle önemli ölçüde inandırıcılık

kaybına uğramışlardır. Balkanlar’da yaşanan etnik çatışmalar, küreselleşme

tartışmalarına da yeni boyutlar eklemiş, insanî idealler çerçevesinde bölgesel ve

küresel birlikteliklerin arttığı bir dünya arzusunu dillendiren hakim söylemin

madalyonun yalnızca bir yüzü olduğu fark edilmeye başlanmıştır.

Ayrıca Balkanlardaki çatışmaların, Avrupa’nın içinden geçtiği entegrasyon

sürecine de önemli etkilerde bulundukları görülmektedir. Birleşen Almanya’nın

lokomotif görevi üstlendiği AB, Balkan krizleri karşısındaki başarısızlığı sebebiyle

dış politika ve askeri operasyonlar gerektiren kriz müdahale imkanlarıyla ilgili

zayıflıklarının ve ABD’ye bağımlılığının farkına vararak bunları telafî etme

yönünde attığı adımları hızlandırmıştır(Kale: 2001, 302).

Bu çalışmada Balkanlardaki aktüel gelişmelerin anlamlandırılmasına katkı

sağlayacağı düşüncesiyle bölgede, 90’lı yıllardan 2000’lerin başlarına kadar yaşanan

önemli kriz ve çatışmalar ele alınacaktır. Söz konusu dönemde bölgesel sonuçlarının

yanı sıra küresel ölçekli bir çok gelişmeye de doğrudan ya da dolaylı olarak etki

etmiş olan belli başlı kriz ve çatışmaları; Yugoslavya dağılırken patlak veren

savaşlar, Arnavutluk’ta 1997’de yaşanan kaos ile Kosova ve Makedonya krizleri

oluşturmaktadır.

I. Yugoslavya’nın Dağılması ve Beraberinde Yaşanan Çatışmalar

Soğuk Savaş yıllarında Moskova’dan bağımsız bir sosyalist çizgi izleyerek

Bağlantısızlar hareketinin önde gelen ülkelerinden biri haline gelen Yugoslavya, bu

konumunun beraberinde getirdiği avantajlardan yararlanmak suretiyle hem Doğu

Bloku ve Üçüncü Dünya ülkeleriyle ilişkilerini geliştirebilmiş, hem de Batı

tarafından desteklenmiştir(Zimmerman: 1996).

Ancak bu konjonktürel avantajlar değil de, Bosna-Hersek, Sırbistan, Hırvatistan,

Karadağ, Slovenya ve Makedonya’nın kurucu cumhuriyetler olarak yer aldıkları

Yugoslavya Federasyonu’nun oldukça hassas dengeler üzerine inşa edilmiş

olmasından kaynaklanan yapısal zaaflar, uluslararası sistemin dinamikleri

değiştiğinde ülkenin uzun vadeli kaderini belirleyen temel unsurlar olmuşlardır.

II. Dünya Savaşı yıllarında Hırvatlar (Ustaşalar) ve Sırplar’ın (Çetnikler)

gerçekleştirdikleri karşılıklı kıyımların bıraktığı mirasın yanı sıra, Yugoslavya’yı

KÖK Araştırmalar

12

oluşturan etnik unsurlar arasındaki çok daha öncelere dayanan tarihî düşmanlıkları

da hafızalardan silerek bir ‘Yugoslav’ kimliği inşa etmek çok zor bir hedef olsa da

Yugoslavya’nın karizmatik lideri Tito ve izlemiş olduğu politikalar, en azından

kendisi hayattayken federasyonun bir arada tutulabilmesini sağlamıştır. II. Dünya

Savaşı yıllarında Almanlara karşı mücadele eden partizan çetelerinin Hırvat lideri

Tito, Yugoslavya’yı dizayn ederken etnik dengeleri dikkate alan bir politika izlemiş

ve en kalabalık nüfusa sahip gurup olan Sırpların federasyona hakim olmalarını

engelleyecek mekanizmalar yaratmıştır. Yugoslavya’nın etnik çatışmaların uzağında

ayakta kalabilmesi, Sırplar’ın dengelenmesi ve etnik guruplara özerk yönetim

yapıları sağlanması suretiyle başarılmıştır. Kendisinden sonra da Yugoslavya’nın,

kurucu cumhuriyetlerin sırayla yürüttükleri dönüşümlü bir liderlik sistemiyle idare

edilmesini öngören Tito’nun bu yaklaşımı, bölgesel yapıların federatif sistem

içerisindeki ağırlıklarını göstermektedir. Ancak, sistemin umulan şekilde devamı

gerçekleşmeyecek, Tito’nun 1980’de ölmesiyle birlikte Yugoslavya için çanlar

çalmaya başlayacaktır(Sowards: 1995).

1989’da Balkanlardaki Doğu Bloku ülkeleri birbirini takip eden sistem

değişikliklerine sahne olurken, komünist rejimlerin devrilmeleriyle yeni arayışların

ortaya çıkışı etkilerini Yugoslavya’da da göstermiştir. Öncelikle 1990 Şubatında

Yugoslav komünist partisi etnik unsurlara göre bölünerek bütünleştirici bir ulusal

yapı olma özelliğini yitirmiştir. Aynı ay içerisinde Kosova’daki kanlı

ayaklanmalarda düzinelerce insan hayatını kaybetmiş, Sırpların kontrolündeki

Yugoslav ordusu bölgeye müdahale etmiştir. Bu bastırma operasyonu, diğer

cumhuriyetlerde hissedilen Federal ordunun aslında Sırp çıkarlarının bir aracı

olduğu yönündeki kaygıları güçlendirmiştir(Sowards: 1995).

Nisan 1990’daki Slovenya seçimlerini bir merkez sağ koalisyon kazanarak

bölgenin Yugoslavya’dan ayrılması için gerekli yasal hazırlıklara girişirken,

Hırvatistan seçimlerinden de Tudjman’ın milliyetçi muhafazakar Hırvat Demokratik

Birliği zaferle çıkıp parlamentoda çoğunluğu sağlamıştır. Haziran 1990’daki

Sırbistan referandumundan ise Kosova ve Voyvodina’nın özerkliklerinin

kaldırılması ile tek partiye dayalı devlet sisteminin korunması yönünde bir karar

çıkmış, bu durum Hırvatistan ve Slovenya’nın Yugoslavya’dan ayrılma eğilimlerini

güçlendirmiştir(Malcolm: 1998, 402).

1990 Ağustosu ile 1991 Mayısı arasında geçen dönemde ülke içindeki gerginlik,

sıcak çatışmalara dönüşmüştür. 1990 Ağustosunda Hırvatistan’ın Bosna sınırındaki

Karayina bölgesinde çoğunluğu teşkil eden Sırplar, Hırvatistan Yugoslavya’yı terk

ettiği takdirde kendilerinin de Hırvatistan’dan ayrılacaklarını ilan ederek otonomi

talebiyle harekete geçmişler, bölgeyi Hırvatistan’dan izole etmek için yolları

kapatmışlar ve eğitimli silahlı birlikler oluşturmuşlardır. Bu sırada Miloseviç de

Sırbistan’da, eğer Yugoslavya dağılırsa bütün etnik Sırpların tek bir siyasî çatı

altında birleşmesini sağlayacak sınır değişikliklerinin yapılmasının zorunlu

olduğunu ilan ediyordu. Bütün bu adımlar Hırvat ve Slovenleri alarma geçirmiş ve

Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı

13

bağımsızlıklarını ilan etmeye sevketmiştir. Bu iki cumhuriyet süratle askeri kuvvet

toplamaya ve polis güçlerini silahlandırmaya başlamışlardır(Sowards: 1995).

1991 Mart’ında Karayina’daki Sırplar otonomilerini ilan etmişler, bu tavırları da

Miloseviç tarafından desteklenmiştir. Bölgedeki polis merkezlerinin kontrolü için

yaşanan çatışmalarla, Kosova’da daha önce meydana gelen olaylar hariç tutulursa

Yugoslavya’da ilk defa kan dökülmeye başlanmıştır(Komisyon: 1998, 67).

1991 Mayıs’ında dönüşümlü sistemin kurallarına göre bir Hırvat’ın Yugoslavya

devlet başkanı olması gerekiyordu. Ancak Sırplar görev değişimini reddetmişlerdir.

Bu hareket, Yugoslavya’da yaşanan sorunların federal devlet yapısı içerisinde

çözülebileceğine dair son umutları da ortadan kaldırmış, 1991 Haziran’ında da

Slovenya ve Hırvatistan bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Bunun üzerine Yugoslav

Federal Ordusu Slovenya’ya müdahale etmiş, ancak bölgede çok fazla Sırp’ın

bulunmaması çatışmaların kısa sürmesinde ve Yugoslav ordusunun Slovenya’dan

çekilmesinde etkili olmuştur (Komisyon: 1998, 68).

Aynı dönemde, Karayina bölgesindeki yerel Sırp güçleri, Yugoslav ordusunun

bölgedeki unsurları ve yeni oluşturulan Hırvat ordusu arasında Hırvatistan’da

cereyan eden çatışmalar ise hızlanmıştır. 1991 Ağustosunda düzenli Sırp birlikleri

stratejik önemi haiz iki bölge olan Vukovar ve Dubrovnik’i kontrol altına almak için

harekete geçmişlerdir. Bosna’nın batı kısımlarındaki Sırp bölgeleri ve Karayina için

önemli bir geçiş alanı olan Vukovar’ın ağır silahlarla dövülmesi, Hırvat nüfusun

şehri boşaltmasına yol açmıştır. Sırpların savaş boyunca uygulayacakları ‘etnik

temizlik’ politikasının ilk örnekleri de burada görülmüştür. Sırpların, Dalmaçya

sahilindeki diğer önemli hedefleri olan Dubrovnik’e yaptıkları taarruz ise

başarısızlıkla sonuçlanmıştır (Komisyon: 1998, 68-69).

Aynı dönemde Almanya’nın aktif tavrı sayesinde AET, Slovenya ve

Hırvatistan’ın bağımsızlığını tanımıştır. Balkanlardaki gelişmeler BM gündemine

taşınmış ve Yugoslavya’ya yönelik daha sonra çok tartışılacak olan silah

ambargosuyla birlikte bölgeye 14.000 kişilik bir barış gücü gönderme kararı

alınmıştır(Sowards: 1995).

Bu gelişmeler yaşanırken yapılan referandum neticesinde Bosna-Hersek

hükümeti bağımsızlık kararı almıştır. Boşnak ve Hırvatların bağımsızlık yönünde oy

kullandıkları referandumun sonuçlarını Bosnalı Sırplar reddetmişlerdir. Silahlanan

Sırplar, bir Sırp parlamentosu oluşturmuşlar, ardından da yolları keserek belli başlı

Bosna şehirlerinin kırsal bölgelerle irtibatını koparmışlardır(Malcolm: 1994, 234).

1992 Nisanından itibaren Bosna’daki Sırplar sistematik bir şekilde özellikle Doğu

Bosna’da mümkün olduğu kadar çok toprağı kontrolleri altına almaya çalışmışlardır.

Daha sonra Sırbistan’la birleşmek için uygulanan bu stratejinin bir parçası olan etnik

temizlik kampanyaları, insanlığın yüz karası vahşet manzaraları eşliğinde hayata

geçirilmiştir. Yugoslav Federal Ordusu’nun unsurları tarafından da desteklenen Sırp

çeteleri, terörist metotlarla Boşnak köylerinin boşalmasını ve Boşnak mültecilerin

şehirlere yığılmasını sağlamışlardır. Ardından gelen ikinci aşamada da şehirler

KÖK Araştırmalar

14

kuşatılmış, ağır silahlar ve uzun menzilli tüfeklerle sivillerin katledilmesine devam

edilmiştir. Zepa, Serebzenika, Tuzla ve Saraybosna Sırplar tarafından kuşatılan ve

savaş boyunca dehşet görüntülerinin televizyon ekranlarına yansıdığı yerler olarak

insanlığın hafızasına kazınmışlardır. Etnik temizlik uygulamalarının düzenli ve

genel bir karakter arz ettiği bu dönemde, Boşnakların katliamlara maruz kaldıkları

toplama kampları oluşturulmuş, sistematik tecavüz kampanyaları yürütülmüştür(Ali

ve Lifschultz: 1993, XXXIV).

Dünya kamuoyuna yansıyan bu kıyım manzaraları, bölgeye bir NATO

müdahalesi için çağrıların artmasına sebep olmuştur. Ancak özellikle Fransa-

İngiltere ile ABD arasındaki yaklaşım farkı, bu müdahaleyi geciktirecektir. 1992

yazının sonuna doğru Sırplar, Bosna topraklarının üçte ikisini ve Karayina’yı bu

topraklara bağlayan bir koridoru ellerine geçirmiş bulunuyorlardı. Aynı dönemde

Boşnaklara karşı Hırvat saldırıları da başlayacak ve Boşnaklar birkaç büyük şehre

sıkışacaklardır(Sowards: 1995).

1992 yılının sonlarına doğru Bosna’da Sırplar oldukça büyük bir avantaj elde

etmişler, savaşın ilerleyen safhalarında da Hırvat ve Boşnaklar ile BM muhalefeti

karşısında bu üstünlüklerini korumak için gayret sarfetmişlerdir. 1993 yılı boyunca

taraflar bir yandan mücadeleyi sürdürürken diğer yandan da müzakereler yoluyla

kendileri için uzun vadede en kazançlı olacak pozisyonu yakalamaya çalışmışlardır.

Bu sırada Cenevre’de başlayan Anglo-Amerikan Once-Owen planıyla ilgili

görüşmeler büyük tartışmalara sebep olacaktır. Bosna’nın etnik guruplara göre

paylaştırılmasını öngören plan, Sırp saldırganlığını ödüllendirir bir nitelikte olduğu

için Boşnaklar tarafından reddedilmiştir. Once-Owen planı Sırpları cesaretlendirmiş,

etnik kıyım yaparak elde ettikleri avantajların hukukî olarak meşrulaştırılabileceğini

göstermiştir. Ancak 1993 yılı başında göreve gelen Bill Clinton, planın arkasından

Amerikan desteğini çekecektir(Komisyon: 1998, 79).

Bosna nüfusunun % 30’dan biraz fazlasını temsil eden Sırplar, Bosna’nın %

70’ini kontrol etmekteydiler. Müzakereler sırasında Bosnalı Sırpların lideri

Karadzic, Miloseviç’in de desteğiyle, Sırp Parlamentosu’nu %50-52 oranında bir

toprak parçasının kontrolüyle yetinilmesi için ikna etmiştir. Zira, Sırp kuvvetleri

Bosna’da üstünlük sağlamış olsalar da devam eden savaş ve uygulanan ambargo

Sırbistan’ı vurmuş, ülke yüzde milyonlarla ifade edilen hiper enflasyon yaşamaya

başlamıştı. Ancak küresel medyaya yansıyan görüntülerin dünya kamuoyu

nezdindeki haklı konumunu pekiştirdiği Bosna hükümeti, Sırp teklifine

yanaşmamıştır(Sowards: 1995). Bu ortamda BM, Saraybosna, Bihaç, Tuzla,

Serebzenika ve Grozde’yi ‘güvenli bölgeler’ olarak ilan etmiş, ancak bu adım da

Sırp saldırılarının önüne geçememiştir. Boşnakların bütün taraflara karşı uygulanan

silah ambargosuna karşı itirazları ise İngiliz ve Fransızların tavrı yüzünden hiç bir

sonuç doğurmamıştır(Ali ve Lifschultz: 1993, XXIX).

1994 Martında Hırvat ve Boşnaklar bir federasyonun ana hatları üzerinde

mutabakata varmışlardır. Bu anlaşma daha sonra Hırvat ve Boşnakların Bosnalı

Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı

15

Sırplara karşı düzenleyecekleri ortak operasyonların da zeminini hazırlamıştır. 1994

Şubat’ında Saraybosna’nın Pazar yerinde Sırp bombardımanı sonucunda 68 kişinin

ölmesi dünya kamuoyu nezdinde Boşnakların haklılık ve mağduriyetlerini bir kez

daha gözler önüne sermiştir. Katliam üzerine NATO, Sırpları ağır silahlarını

Saraybosna’nın çevresinden çekmedikleri takdirde hava operasyonu başlatmakla

tehdit etmiştir. Bu tehdit, Saraybosna’da etkisini göstermişse de diğer ‘güvenli

bölgelerde’ Sırp saldırıları devam etmiştir(Komisyon: 1998, 71).

Aktif müdahale konusunda Fransa ile ABD arasındaki anlaşmazlık müdahaleyi

geciktirmiştir. Bosna’daki barış gücünde görev yapan askerlerinin saldırılara maruz

kalacağını düşünen Fransa, müdahaleyi dizginlemeye çalışmıştır. 1994 Mayısındaki

hava operasyonlarına ise Sırplar, bazı barış gücü askerlerini rehin alarak cevap

vermişlerdir. Bu dönemde yaşananlar, BM’nin saygınlık ve etkinliğini oldukça

zayıflatmıştır. Daha güçlü yöntemlere duyulan ihtiyaç, NATO’nun devreye

girmesini gerektirecektir(Sowards: 1995).

1995 Temmuzunda Sırpların BM tarafından güvenli bölge olarak ilan edilen

Serebzenika ve Zepa’ya girmeleri, BM’nin bölgedeki bütün otoritesini ortadan

kaldırmıştır. Her iki şehirde de Bosna Sırplarının komutanı Mladiç’in komutasında

sistemli bir şekilde gerçekleştirilen katliamlarda yaklaşık olarak sekiz bin kişi

hayatını kaybetmiştir. 1994 yılında Bosna’da yapılması gerekenlere ilişkin olarak

uluslararası toplumda yaşanan kararsızlık, Sırpları etkin bir Batı müdahalesiyle

karşılaşmayacakları inancına sevkederek yeni katliamların zeminini hazırlamıştır.

Ancak olaylar Sırpların umdukları gibi gelişmemiş, bir BM mahkemesi Mladic ve

Karadzic’i savaş suçluları olarak mahkum ederken Fransa, İngiltere ve ABD de

güvenli bölgelere yapılacak yeni saldırılara karşı askerî müdahalede bulunmak için

hazırlıklara girişmişlerdir(Komisyon: 1998, 71).

Sırp güçleri Bosna ve Karayina üzerinden bir başka ‘güvenli bölge’ olan Bihaç’a

saldırdıklarında bu kez karşılarında Bosna ve Hırvat güçlerini bulmuşlar, kısa süre

içerisinde bütün Karayina’yı ve Batı Bosna’nın önemli bir kısmını kaybetmişlerdir.

Bu yenilginin öcünü almak için Saraybosna’ya saldıran Sırplar, 37 kişinin ölümüne

sebep olunca NATO’nun hiç beklemedikleri yoğun hava saldırılarıyla karşı karşıya

kalmışlardır(Komisyon: 1998, 71-72). Hırvat ve Boşnaklar, Bosna’nın yarısının

kontrolünü ellerine geçirdiklerinde, Miloseviç duruma müdahale etmekten kaçınmış,

Bosnalı Sırplar ilk kez kendilerini yalnız ve saldırılara açık hissetmişlerdir. Bu

atmosfer tarafları masaya oturmaya ve barış yapmaya daha gönüllü bir hale

getirmiştir. 250.000 insanın öldüğü 4 milyonluk nüfusunun yaklaşık yarısının

mülteci durumuna düştüğü Bosna’ya barış, Kasım 1995’teki Dayton Anlaşması’yla

ülkeye konuşlanacak 60.000 NATO askerinin silahlarının gölgesinde

gelmiştir(Sowards: 1995).

KÖK Araştırmalar

16

II. Dayton Antlaşması ve Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nin Kuruluşu

A. Dayton Antlaşması’na Göre Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nin Siyasi Yapısı

Dayton Anlaşması çok etnisiteli bir siyasi yapının çerçevesini çizme gayretlerinin

ürünüdür. Oldukça ayrıntılı bir döküman olan Dayton Anlaşması, 10 madde, 11 ek

ve 102 adet haritadan müteşekkildir. Anlaşmanın amacı, Bosna-Hersek Devleti’nin

savaş öncesi sınırları içerisinde üç tarafın da benimseyeceği, ayrıca uluslararası

topluluk tarafından da kabul edilebilecek bir çatı oluşturabilmekti. Bu özelliğiyle

anlaşma, uluslararası hukukun sınırların kuvvet kullanılarak değiştirilemeyeceği

ilkesine uygun bir çözüme ulaşma çabasının sonucu olarak da görülebilir.

Anlaşmaya göre, Bosna–Hersek Cumhuriyeti’ni, Sırp Cumhuriyeti ve Boşnak-

Hırvat Federasyonu olmak üzere iki ayrı yapı (entite) oluşturmaktadır. Boşnak-

Hırvat Federasyonu, Bosna-Hersek topraklarının % 51’ini kapsamaktadır. Yeni

devlet kendisine mahsus özellikler taşıyan iç içe geçmiş yapılar üzerinde

yükselmektedir. Parlamento, değişimli başkanlık kurumu ve anayasa mahkemesi

etrafında oluşturulan merkezî hükümet; dış işleri, dış ticaret, göç ve mülteciler,

gümrük politikaları, uluslararası zorunluluklardan doğan kurumların finansmanı,

uluslararası iletişim, yapılar arasındaki ulaşım, hava trafiği ve para politikalarından

sorumludur. Anlaşmada, Alman markıyla ilişkilendirilmiş tek bir para birimi

kullanılması öngörülmüştür. Bu alanların dışında kalan hususlarda, Bosna devletini

oluşturan yapılar yetkilidir. Her yapı Bosna Hersek Devleti’nin toprak bütünlüğü ve

egemenliğine halel getirmediği müddetçe komşu devletlerle özel ilişkiler

geliştirebilecektir. Ayrıca her yapı, parlamentonun onayını almak kaydıyla başka

devletlerle ve uluslararası organizasyonlarla anlaşmalar yapabilme hakkına da

sahiptir(Karatay: 2000, 30).

Dayton Anlaşması’nın eki olarak hazırlanan Bosna-Hersek anayasasında ikili bir

meclis sistemi kabul edilmiştir. Buna göre, 15 üyesi bulunan senatonun 1/3’ü Sırp

Cumhuriyeti’nden, 2/3’ü de Boşnak-Hırvat Federasyon’undan (5’i Hırvat 5’i

Boşnak olmak üzere) seçilmektedir. Sırp üyeler, Sırp ulusal meclisi tarafından,

Hırvat ve Boşnak delegeler de federasyon tarafından belirlenmektedir. Karar

alınabilmesi için 9 üyenin oyu gerekmektedir. Bu üyelerin 3’ü Sırp, 3’ü Boşnak, 3’ü

de Hırvat olmalıdır(The Text of The Dayton Peace Accords: 1995, Article IV/1).

Temsilciler Meclisi, 42 üyeden oluşmaktadır. Bunların da 1/3’ü Sırp

Cumhuriyeti’nden, 2/3’ü de Boşnak-Hırvat Federasyonu’ndan seçilmektedir.

Temsilciler Meclisi üyeleri ise Parlamento tarafından hazırlanan kanuna göre

doğrudan halk tarafından seçilmektedir. Karar yeter sayısı üye tam sayısının

çoğunluğudur(The Text of The Dayton Peace Accords: 1995, Article IV/2).

Yasamanın gerçekleşebilmesi için kanunların her iki mecliste de kabul edilmeleri

gerekmektedir. Oylamada çoğunluk sağlandığında, oylar üyelerin seçildikleri etnik

unsurların temsilci sayılarının 1/3’ünü içermiyorsa 3 gün içinde çoğunluğu sağlamak

için bir komisyon kurulmaktadır. Uzlaşma gerçekleştirilemediği takdirde ise kararlar

Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı

17

mevcut çoğunlukla alınmaktadır(The Text of The Dayton Peace Accords: 1995,

Article IV/3).

Parlamentonun aldığı kararlardan birinin Boşnak, Hırvat ya da Sırpların hayatî

çıkarlarına aykırı olduğu, bu toplumları temsil eden üyelerin çoğunluğu tarafından

ilan edilirse söz konusu kararın geçerli olabilmesi için senatoda Sırp, Boşnak ve

Hırvat temsilcilerin çoğunluğu tarafından kabul edilmesi gerekmektedir. Eğer bu

duruma da Boşnak, Hırvat ya da Sırp temsilcilerin çoğunluğu tarafından itiraz

edilirse, Boşnak, Hırvat ve Sırpların temsil edildiği üç kişilik bir komisyon kurulup

sorun çözülmeye çalışılmaktadır. Beş gün içerisinde netice alınamadığında ise

mesele anayasa mahkemesine havale edilmektedir(The Text of The Dayton Peace

Accords: 1995, Article IV/3 f,g).

Parlamento, anayasayla kendisine verilen sorumlukları yerine getirmek ve

Başkanlığın kararlarını uygulamak için gerekli olan kanunları yapmaktadır. Bütçeyi

onaylamakta, anlaşmaları kabul ya da reddetmektedir. Bunlar dışındaki alanlarda da

yapılar aralarında bir anlaşmaya varırlarsa yetki sahibi olmaktadır(The Text of The

Dayton Peace Accords: 1995, Article IV/4).

Başkanlık, her biri kendi bölgesinden doğrudan halk tarafından seçilen bir

Boşnak, bir Sırp ve bir Hırvat olmak üzere 3 üyeden müteşekkildir. Kararlar

konsensüsle alınmaktadır. Ancak bazı konularda mutabakat sağlanamazsa iki üyenin

oyuyla karar alınabilmektedir. Üyelerden birinin alınan bir kararı kendi toplumunun

hayatî çıkarlarına aykırı bulması durumunda uygulanmak üzere yasama faaliyeti

sırasında yaşanan sürece benzer bir prosedür mevcuttur. Başkanlık dış politikayı

yürütmek, Bosna-Hersek Devleti’ni uluslararası kurumlarda temsil etmek,

anlaşmalarla ilgili müzakerelerde bulunmak, parlamentonun aldığı kararları

uygulamak, bakanlar konseyinin tavsiyesi üzerine bütçeyi parlamentoya sunmaktan

sorumludur(The Text of The Dayton Peace Accords: 1995, Article V/2-3).

Başkanlık, Bakanlar Konseyi başkanını teklif etmektedir. Konsey Başkanı,

Temsilciler Meclisi tarafından onaylanırsa göreve başlamaktadır. O da Dışişleri

Bakanı, Dış Ticaret Bakanı ve gerekli olan diğer bakanları Temsilciler Meclisi’ne

teklif etmekte ve bunlar da kabul gördükleri takdirde göreve başlamaktadırlar.

Bakanların 2/3’ünden fazlası Boşnak-Hırvat Federasyonu’ndan olamamaktadır.

Ayrıca beraber çalışacakları bakanlardan farklı bir etnik kökenden gelmeleri gereken

bakan yardımcıları da Temsilciler Meclisi’nin onayına sunulmaktadır(The Text of

The Dayton Peace Accords: 1995, Article V/3).

Anayasa mahkemesi 9 üyeden müteşekkildir. Bunların dört tanesi Boşnak-Hırvat

Federasyonu, 2 tanesi Sırp Ulusal Meclisi tarafından seçilmekte, 3 tanesi ise

başkanlıkla danışıldıktan sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başkanı tarafından

Bosna-Hersek Cumhuriyeti ya da komşularının vatandaşlarından olmamak kaydıyla

atanmaktadır(The Text of The Dayton Peace Accords: 1995, Article VI/1). Bunların

dışında üyelerinin önemli bir kısmı ve başkanları uluslararası organlar tarafından

atanan İnsan Hakları Komisyonu ve İnsan Hakları Konseyi gibi kurullar da, Bosna-

KÖK Araştırmalar

18

Hersek Cumhuriyeti anayasal sistemi içerisinde yer almaktadırlar.

Bosna-Hersek Cumhuriyeti’ni oluşturan her yapının ayrı ayrı silahlı kuvvetleri

bulunmaktadır. Yapıları birbirinden ayıran sınırlara kontrol noktaları ve gümrükler

kurulması yasaklanmıştır. Her yapının kendi içinde ve Bosna-Hersek Devleti’nin de

ayrıca vatandaşlık mekanizmaları vardır. Yapılardan herhangi birinin mensubu

olanlar otomatikman Bosna-Hersek vatandaşlığına hak kazanmaktadırlar. Bosna-

Hersek vatandaşları yurt dışında tek bir pasaport taşımaktadırlar(The Text of The

Dayton Peace Accords: 1995, Article I/7).

B. Dayton Antlaşması’nın Uygulanma Süreci

Eylül 1996’da AGİT gözlemcilerinin nezaretinde Dayton Anlaşması’nda öngörülen

seçimler yapılmıştır. Seçimlerde 1991 sayımları esas alınmıştır. Birleşmiş Milletler

Mülteciler Yüksek Komiserliği mültecilerin evlerine geri dönmelerine nezaret

etmiştir. Bosna-Hersek’in altyapı sorunlarının giderilmesi için gerekli olan fon (5

milyar dolar) üç yıllık bir süre içerisinde Dünya Bankası tarafından sağlanmıştır.

Dayton Anlaşması’nın uygulanması için Amerikalı amiral Leighton Smith’in

komutasında 60.000 kişilik bir NATO gücü görevlendirilmiştir (IFOR). Bu güç

Haziran 1996’da BM koruma gücüyle (UNFOR) yer değiştirmiştir(U.S. Department

of State: 1997). IFOR’da 20.000 ABD askeri görev yapmıştır. Amerikan kuvvetleri

bölgenin kuzeyine, İngiliz kuvvetleri güneybatısına, Fransız kuvvetleri ise

güneydoğusuna konuşlanmışlardır. Ayrıca NATO üyesi olan ve olmayan diğer

ülkelerin kuvvetleri de IFOR içerisinde yer almışlardır. Örneğin Rusya IFOR’a 2500

askerle katılmıştır. Bu misyon, Avrupa’da II. Dünya Savaşı’ndan bu yana

gerçekleştirilenlerin en kapsamlısı olma özelliğini de taşımaktadır. IFOR’un temel

görevi ateşkesi korumak, Boşnak-Hırvat ve Sırp bölgeleri arasındaki anlaşmayla

öngörülen toprak değiş-tokuşlarına nezaret etmekti(NATO Basic Fact Sheet: 1996).

Bu hedefler büyük ölçüde gerçekleştirilmişti ama 1997’de Sırplar kuzeydeki Broko

kasabasına Boşnakların yeniden yerleşmelerine, Hırvatlar da Mostar’ın kuzeyindeki

mahallelerde Boşnak nüfusla bütünleşmeye hâlâ izin vermemekteydi. Buna rağmen

1700 kişilik bir BM polis gücünün eşlik ettiği BM Yüksek Komiseri Carl Bildt’in

nezaretinde mültecilerin yerleştirilmesine devam edilmiştir(Office of the High

Representative: 2000). ABD, Boşnak-Hırvat Federasyonu’nun ordusunun eğitilmesi

ve güçlendirilmesi için 1997’de 400 milyon dolarlık kaynak sağlamıştır(USA

Department of State: 2001).

1996 Haziranında savaş suçlusu Radovan Karadziç, Sırp Cumhuriyeti

cumhurbaşkanlığından istifa etmek zorunda kalmıştır. Bundan dört ay sonra da bir

diğer savaş suçlusu Ratko Mladiç, Bosna Sırplarının yeni devlet başkanı Biljana

Plavsiç tarafından görevden alınmıştır. 1996 yılı Ağustos’unda da Bosna’daki

Hırvatların oluşturduğu Hersek-Bosna isimli yapılanma kendisini feshetmiştir. 1996

Eylül’ündeki seçimler, Dayton Anlaşması’nın öngördüğü birçok husus hayata

geçirilemeden yapılmıştır. Seyahat ve ifade özgürlüğü bunlar arasında yer

Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı

19

almaktadır. Seçim sonuçları da Bosna’nın etnik bölünmüşlüğünü yansıtan bir tablo

ortaya çıkarmıştır. Bosna Sırplarının çekingenliği yüzünden 1996 yılı sonuna kadar

parlamento toplanamamıştır. Bosnalı Sırplar ve Hırvatlar nüfus açısından baskın

oldukları bölgelerde fiilî bağımsızlıklarını devam ettirmişlerdir. Kasım 1996’da

seçimleri tekrar kazanan Bill Clinton, Haziran 1998’e kadar bölgedeki Amerikan

askerlerinin sayısının 8500’e ineceğini ilan etmiştir. Bu askerler söz konusu tarihten

itibaren IFOR’un görevini devralacak olan 35000 kişilik SFOR’un çekirdeğini

oluşturacaklardı(NATO SFOR: 2007). Daha sonra göreve gelen Bush yönetimi

Bosna’daki ABD kuvvetlerinin sayısını 3.300’e indirmiştir. 2001 yılı itibariyle

Bosna’da bulunan NATO kuvveti ise 20.000 kişi civarındaydı(Evans: 2001).

Mayıs 1997’de Hague’deki BM Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesi ilk

mahkumiyet kararını Bosnalı bir Sırp için vermiştir. Bu süreç daha sonra da devam

edecek ve Kosova operasyonu sonrasında yapılan seçimleri kaybeden Miloseviç’in

yargılanmasına kadar varacaktır(Hague Appeal for Peace: 2005). Haziran 1997’de

Bosna parlamentosu ortak bir para birimi ve gümrük birliği oluşturmak için

ekonomik bir yeniden yapılanma programı hazırlamıştır. Eylül 1997’de yerel

seçimler sorunsuz bir şekilde yapılmıştır. Aralık 1997’de ise Başkanlık Konseyi

ortak pasaport ve vatandaşlık hukuku konusunda mutabakat sağlamıştır. Aynı ay

içerisinde Yüksek Temsilciliğin (O dönemde Carlos Westendorp Yüksek Temsilci

idi) yetkileri arttırılmıştır(Office of the High Representative: 2000). 1998’de

yaşanan gelişmeler, Bosnalı Sırpların eski lideri Radovan Karadziç’in iyice

marjinalleşmesine yol açmıştır. 1998 Haziran’ında Sırp Cumhuriyeti’nde yapılan

seçimleri bölgedeki müslümanların da desteğiyle ılımlı bir isim, Milorad Dodik

kazanarak başbakan olmuştur. Dodik’in başbakan olmasıyla birlikte mültecilerin

geri dönmesi gibi birçok konuda ilerleme sağlanmıştır(Gelbard: 1998).1

Dayton Anlaşması uygulamaya geçtikten sonra da anlaşmayla hedeflenen bir

arada yaşama arzusunu pekiştirecek yakınlaşmalar sağlanamamıştır. Taraflar,

özellikle mültecilerin geri dönmesiyle ilgili olarak ‘etnik temizlik’ sonucu ortaya

çıkan homojen bölgeler oluşturma niyetlerinde direnmişler ve türlü güçlükler

çıkarmışlardır. Dayton Anlaşması’nın uygulanmasında en çok sıkıntı çekilen

maddeleri, serbest dolaşım ve yerleşme imkanını öngören hükümleri olmuştur. 2000

yılı Temmuz ayında Bosna-Hersek Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bir

karar, Bosna-Hersek’in geleceğine ilişkin önemli bir adım olarak görülmüştür.

Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda açıklanan üye kompozisyonu çerçevesinde

uluslararası kuruluşlar tarafından atanan isimlerle Hırvat, Sırp ya da Boşnak üyeler

beraberce karar alma imkanına sahiptirler. Boşnaklar ve uluslararası toplumun

temsilcilerinin oylarıyla alınan söz konusu kararda Sırpların Boşnak-Hırvat

Federasyonu’nun kurucu unsuru; Boşnak ve Hırvatların da Sırp Cumhuriyeti’nin

kurucu unsurları olarak kabul edilmeleri öngörülmüştür. Böylece yerleşme ve

1 Amerikan Başkanı ve Dışişleri Bakanının Dayton Anlaşması’nın uygulanmasıyla ilgili özel temsilcisi büyükelçi Robert S. Gelbard tarafından 25 Eylül 1998’de ABD Dışişleri bakanlığında Bosna seçimleri

üzerine yapılan değerlendirme için bkz., http://www.mtholyoke.edu/acad/intrel/gelbard.htm

KÖK Araştırmalar

20

seyahat özgürlükleriyle ilgili sıkıntılar önemli ölçüde hafiflerken, Hırvat ve Sırpların

hakim oldukları bölgelerde nüfusu homojenleştirerek komşuları olan Sırbistan yahut

Hırvatistan’la uygun bir fırsatta bütünleşmeye gitme umutları da ortadan kalkmıştır.

Bu karara hem Sırplar hem de Hırvatlar karşı çıkmışlardır(Karatay: 2000, 31-32).

Aynı dönemde yaşanan bir diğer önemli gelişme de NATO’nun Bosna-

Hersek’teki ayrı ayrı çatılar altında yer alan silahlı kuvvetleri tek bir yapı etrafında

birleştirme çabasıdır. Bosna-Hersek’in Barış İçin Ortaklık projesine dahil olabilmesi

için bu husus bir ön şart olarak ileri sürülmüştür. Orduların birleştirilmesi, Bosna-

Hersek’in üniter bir yapı olarak devamı açısından büyük bir önem arz

etmektedir(Karatay: 2000, 33-34).

Bosna-Hersek’te Dayton sonrası dikkatleri çeken bir diğer önemli gelişme de

ülkede uluslararası toplumun temsilcisi olarak bulunan ve görevi Dayton

Anlaşması’nın uygulanmasına nezaret etmek olan Yüksek Temsilciliğin

(Organization of High Reperesentative) yetkilerini gittikçe genişletmesi ve

yürütmeye doğrudan müdahale eden bir organ haline dönüşmesidir. Yüksek

Temsilci Wolfgang Petritsch, 2000 yılının Temmuz ayı içerisinde Federal Tarım

Bakanı’nı, Federal Vergi Dairesi Başkanı’nı, Mayıs ayında da, kanton seviyesinde

bazı Hırvat yöneticileri görevlerinden almıştır. Yüksek Temsilcilik daha önce de

Bosna Başkanlık Kurulu’nun Sırp üyesi Nikola Poplasen’i, Dayton’a muhalif

davrandığı gerekçesiyle yerinden etmiştir(Karatay: 2000, 33).

III. Arnavutluğun İstikrarsızlaşması

Soğuk Savaş yıllarını Enver Hoca’nın yönetiminde dünyadan yalıtılmış bir şekilde

geçiren Arnavutluk, 1997’de ülkeyi büyük bir kaosa sürükleyen Banker iflaslarıyla

sarsılmıştır. Devlet düzeninin nerdeyse yok olması, silah depolarının yağmalanması,

insanî yardım malzemelerinin dahi dağıtılamaması yüzünden Arnavutluk hükümeti

uluslararası toplumdan yardım istemiştir. Bu çöküşte Arnavutluğun etnik, ekonomik

ve tarihî yapısının önemli bir rol oynadığı görülmektedir. On yıllardır devam eden

kötü yönetimi, siyasî yolsuzlukları ve otoriter devlet sisteminin böyle bir çöküşün

yapısal zeminini hazırlayan unsurlar olarak değerlendirmek mümkündür(Coşkun:

2001, 67).

1989’da Balkanlar’da esmeye başlayan rüzgarlar, Arnavutluğu da etkilemiş,

bölgede çöken komünist rejimlere paralel olarak Arnavutluk yönetimi de yumuşama

sürecine girmiştir. Rejimin yumuşamasıyla birlikte bir çok kişi ülke dışına çıkmaya

başlarken, ekonomik sebeplerin ağır bastığı göç dalgasının yöneldiği ülkeler

arasında İtalya ilk sırada yer almaktaydı. Gemilerle Adriyatik denizini geçip

İtalya’ya ulaşmaya çalışan insanların fotoğrafları uzun bir süre dünya basınını

sütunlarını süslemiştir(Kubicek, 1998, 118).

1991 Martında ülkede ilk defa seçimler yapılmıştır. Ancak eski komünistler

gerek organizasyon konusundaki avantajları gerekse medyaya olan hakimiyetleri

sayesinde sandıktan zaferle çıkmayı başarmışlardır. Seçimi kazanan sosyalist

Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı

21

başbakan Fatos Nano, serbest piyasa düzenine geçmeyi hedefleyen açılımlar

yapmıştır. Ancak eşzamanlı olarak ülkede açlık hüküm sürmeye başlarken, yiyecek

yardımlarını sağlıklı bir şekilde dağıtmak bile mümkün olmamış, yer yer isyanlar

patlak vermiştir. Zor durumda kalan Nano, 1991 yılının sonlarında yiyecek

yardımlarının dağıtılmasına nezaret etmeleri için İtalyan birliklerini ülkeye davet

etmiştir(Coşkun: 2001, 95).

Nano, 1991 yılının sonlarında istifa etmek zorunda kalmış, ardından da çok

partili bir koalisyon hükümeti kurulmuştur. Ancak anti-komünist Sali Berişa’nın

DP’sinin güçlenmeye başlaması ve yaptığı sert muhalefet yüzünden koalisyon fazla

dayanamayarak çökmüştür. 1992 Martında yeni seçimlere gidilmiş ve ekonomik

reformlar ile özelleştirme politikalarına ağırlık verecek olan Berişa başbakanlık

koltuğuna oturmuştur. Berişa’nın ekonomik reformlarına uluslararası finans

kuruluşları da destek vermişler, böylece Arnavutluk, Doğu Avrupa’da kişi başına en

yüksek yardımı alan ülke konumuna gelmiştir. Ülke 1993’te % 11.1, 1994’te ise %

7.4 büyümüştür(World Bank Development Report: 1996, 173). Berişa’nın,

Kosova’da alevlenmeye başlayan Arnavut milliyetçiliğini desteklememesi, Batıyla

yakınlaşmasını sağlayan en önemli sebeplerden bir tanesi olarak

görülmektedir(Kubicek, 1998, 119).

Arnavutluğun kuzeyi ve güneyi arasında etnik farklılıklar bulunmaktadır.

Komünist dönemde devlet ve idare mekanizmalarına güneyliler (Tosklar) hakim

olmuştur. Kuzeyli olan Berişa, bölgede yaşayan Geglere dayanarak yavaş yavaş bir

baskı rejimi oluşturmaya başlamıştır. Bu noktada ülke dışındaki Arnavutların önemli

bir çoğunluğunun da kuzeylilere daha yakın olduğunu belirtmekte fayda vardır.

Balkanlardaki Arnavutların toplam nüfusu 6 milyon civarındadır. Bunun 3.3

milyonu Arnavutluk’ta yaşamaktadır. Nüfusunun % 90’ı Arnavutlardan oluşan

Kosova’daki Arnavut sayısı yaklaşık iki milyondur. Makedonya’da nüfusun

yaklaşık % 25-30’unu oluşturan Arnavutların sayısı da 500.000 civarındadır.

Karadağ’da yaklaşık 41.000 Arnavut yaşamaktadır. Yunanistan’da da sayıları çok

fazla olmamakla birlikte Arnavut nüfus mevcuttur. Arnavutluk’ta da nüfusun %1-

2’si civarında Yunan azınlık bulunmaktadır. Ancak Yunanistan, Arnavutluk’taki

bütün Ortodoksları Yunan azınlığı olarak kabul ettiğinden bu oranın % 10-12

civarında olduğunu iddia etmektedir(Coşkun: 2001, 67-68).

Enver Hoca döneminden itibaren Arnavutluk, ülke dışındaki Arnavutların

ayrılıkçı hareketlerine karşı hep mesafeli davranmış, bu tavrı yüzünden de ciddi

eleştirilere maruz kalmıştır. Arnavutluğun bu yaklaşımında, kendisini ülke dışındaki

Arnavutları memnun edecek bir siyaset izlediği takdirde meydana gelebilecek

olaylar zincirini göğüsleyebilecek kudrette hissetmemesinin yanı sıra zaten sıkıntılı

olan ekonomik şartlar sebebiyle muhtemel mülteci akınlarından duyduğu endişe de

önemli bir rol oynamıştır. Arnavutluk hükümeti, gerek Kosova gerekse

Makedonya’da yaşanan gelişmeleri geriden takip etmiş, ancak konjonktür

oluştuktan, olaylar uluslararası boyuta taşındıktan sonra sesini yükseltmiştir. Fakat

KÖK Araştırmalar

22

bu politikalar, Arnavutluk hükümetinin yurt dışındaki Arnavutlarla hiç ilişkisi

olmadığı anlamına gelmemektedir. Örneğin Arnavutluk Makedonya’daki milliyetçi

partilerin lider kadrolarının oluşumuna el altından müdahalede bulunmuş, bu yüzden

de Üsküp tarafından protesto edilmiştir(Biberaj: 1999, 240). Görüldüğü gibi Arnavut

nüfusun Balkanlardaki dağılımı bir anda birçok devleti ilgilendiren çok yönlü bir

çatışmayı alevlendirebilecek bir mahiyettedir. Bütün bu hususlar göz önüne

alındığında Tiran yönetiminin temkinli tavrı ve uluslararası toplumun bölgeye olan

ilgisi daha anlaşılır hale gelmektedir.

Berişa, Arnavutluk’taki siyasî atmosferin gerginleşmesine aldırmadan 1996

Mayısında yapılan seçimlere hile karıştırmış, Batılı ülkelerin seçimlerin yenilenmesi

yönündeki baskılarına rağmen yalnızca 17 bölgede tekrar sandığa gidilmiştir. Fakat

Berişa bu siciline rağmen Batı dünyası ile mevcut yakın ilişkilerini korumayı da

başarmıştır(Kubicek, 1998, 120).

Arnavutluğu büyük bir kaosa sürükleyecek gerçek kriz, 1997 yılının Ocak ayında

kapıyı çalmıştır. Ülkedeki bankerlerin oluşturdukları saadet zinciri benzeri

yapılanmalar bir anda çökmüşlerdir. Dayton Anlaşması’nın yürürlüğe girmesi ve

Yugoslavya’ya uygulanan BM ambargosunun kalkmasıyla birlikte Arnavutluk’taki

söz konusu sistemi besleyen fonlarda ciddî bir azalma yaşanmış, ayda % 150’ye

ulaşan faizler verilmeye başlanmıştır. Kesinlikle çevrimi sağlanamayacak saadet

zinciri çökerken, en fazla zararı ise güneylilere vermiştir. Bu manzara, yönetime

karşı güneylilerin zaten besledikleri kinle birleşince karışıklıkların önü alınamaz

hale gelmiş, Berişa ülke üzerindeki denetimini tamamen kaybetmiştir. Orduya ait

silah depoları yağmalanmış ve bol miktarda askeri malzeme isyancıların ellerine

geçmiştir(Kubicek, 1998, 120). Yağmalanan silahların önemli bir kısmı Kosova’ya

ulaştırılacak ve daha sonra UÇK tarafından kullanılacaktır(Judah: 2000).

Ülkedeki bu kaotik durum üzerine 28 Mart 1997’de 6000 kişilik bir BM barış

gücü Arnavutluğa gelmiştir(UN Security Council: 1997). İtalyan ve Yunan

askerlerinin çoğunluğunu teşkil ettiği barış gücüne Türkiye de asker göndermiştir.

29 Haziran 1997’de yapılan seçimlerde sosyalistlerin büyük zaferi, Fatos

Nano’yu yeniden başbakanlık koltuğuna taşımıştır. Ancak ülke, karışıklıklardan

uzun müddet kurtulamamış, silahlı gurupların varlığı kanunsuzluğu arttırmaya ve

devlet otoritesini zayıflatmaya devam etmiştir. Ülke ekonomisini rayına

oturtabilmek için IMF, Dünya Bankası ve diğer bazı devletler tarafından

Arnavutluğa 640 milyon dolar civarında yardım yapılmıştır. Ancak ülkede yine de

düzenin sağlanamaması üzerine sınırları korumak ve Arnavut Ordusu’na yardım

etmek üzere Yunanistan ve İtalyan birlikleri davet edilmiştir(Kubicek, 1998, 130).

Arnavutluk, 1990’ların başlarından itibaren Türkiye’yle yakın ilişkiler

geliştirmiştir. Yunanistan’daki Arnavut azınlık ve izinsiz olarak çalışan Arnavut

nüfus sebebiyle bu dönemde Arnavutluk-Yunanistan ilişkilerinin ise pek sıcak

olduğu söylenemez. Ancak Berişa’nın iş başından uzaklaşmasından itibaren iki ülke

arasındaki ilişkilerde hissedilir bir iyileşme yaşanmış, 90’ların başında Arnavutluk

Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı

23

üzerinde Türkiye’nin sahip olduğu nüfuza Yunanistan erişmiştir. Örneğin,

Arnavutluk ordusunun subaylarının Türkiye yerine Yunan askeri akademilerinde

eğitilmesine başlanmıştır(Coşkun: 2001, 87-89).

Kosova müdahalesinin ertesinde Arnavutluğa verilen 150 milyon dolar

civarındaki krediye rağmen, ülkedeki ekonomik durumda çok ciddi iyileşmelerin

yaşanmadığı görülmektedir. Ekonomik sıkıntılar özellikle güneydeki kırsal

bölgelerde hissedilmeye devam etmiştir(Vaknin: 2001).

IV.Kosova Krizi ve NATO Müdahalesi

İki milyonluk nüfusunun yaklaşık % 90’ını Arnavutların oluşturduğu Kosova

bölgesinde NATO müdahalesiyle sonuçlanan çatışmaların kökenleri güncel

jeopolitik konjonktürün ötesine geçerek tarihin derinliklerine uzanmaktadır.

Örneğin, mitlerle bezeli Sırp milliyetçiliğini besleyen en önemli unsurlardan bir

tanesi, 1389’daki Kosova hezimetidir. Milliyetçi Sırplar, Kosova Meydan

Muharebesi’ni tarihi ezilmişliklerinin bir sembolü olarak yüceltmiş ve Sırp

milliyetçiliğinin en önemli mitlerinden biri haline getirmişlerdir(Malcolm: 1998,

87).

Sırpların Yugoslavya içerisinde Tito tarafından sürekli olarak ikinci plana

itildiklerine, bu yüzden de hak ettikleri güç ve imkanlara kavuşamadıklarına dair

inançlarını, bu ezilmişlik duygusunun modern zamanlardaki yansıması olarak

görmek mümkündür.

Yugoslavya’da özerk bölge statüsüne sahip olan Voyvodina ve Kosova Sırbistan

sınırları içerisinde yer almaktaydılar. Yugoslavya Federasyonu’nun diğer

bölgelerine kurucu cumhuriyet statüsü verilirken bunun Kosova’dan esirgenmesinin

ardında yatan endişenin, bölgenin Arnavutluk’la birleşme ihtimali olduğu ileri

sürülmektedir(Malcolm: 1998, 387). Ancak Yugoslavya’nın ekonomik açıdan en

geri kalmış bölgesi olan Kosova, 1974 anayasasıyla birlikte neredeyse diğer

cumhuriyetlerle eşit haklar kazanmıştır. Bu gelişmelerin arkasında Sovyetlerin

1968’de Çekoslavakya’yı işgal etmesiyle ortaya çıkan konjonktür yatmaktadır.

Muhtemel bir Sovyet saldırısından çekinen Tito, Balkanlar’da daha güçlü hale

gelebilmek için diğer bölge ülkeleriyle ilişkilerini güçlendirmeye çalışmış,

Arnavutluk’la yakınlaşma çabalarının bir parçası olarak da Kosovalı Arnavutlara

geniş haklar vermeye başlamıştır. Bu çerçevede Tito, 1969’dan itibaren Kosova

Arnavutlarının kendi ulusal sembolleri olarak Arnavut bayrağını göndere

çekmelerine izin vermiş, Prizren’de Arnavutça eğitim de yapan bir üniversitenin

kurulmasını sağlamıştır. 1974’teki yeni Yugoslavya Federasyonu Anayasası’yla da

Arnavutlar ayrılma hakkı hariç, cumhuriyetlere tanınan hemen hemen bütün haklara

sahip olmuşlardır. Yeni anayasayla Yugoslav Federal organlarına temsilci

gönderebilmişler, ekonomik karar alma mekanizmalarının birçoğunda, hatta dış

politika alanında cumhuriyetlerle eşitlenmişlerdir. Nitekim artık Yugoslavya

Anayasası’nın ek 36. maddesi, Yugoslavya devlet başkanlığını cumhuriyetlerden

KÖK Araştırmalar

24

ikişer, özerk bölgelerden de birer temsilcinin katılımıyla oluşan kolektif bir organ

olarak tarif etmekteydi(Malcolm: 1998, 384-386).

Tito’nun ölümünün ardından bütün Yugoslavya’da hissedilecek olan Sırp

milliyetçiliğinin tesirleri, ilk etkilerini Kosova’da göstermiştir. Daha sonra BM

Savaş Suçları Mahkemesi’nde yargılanırken ölen Sırbistan eski devlet başkanı

Miloseviç’in siyasî kariyerinde Kosova önemli bir yer tutmaktadır.

Kosova’da 1981 yılının Mart ayında üniversitede çıkan yemekleri protesto etmek

için başlayan öğrenci gösterileri, kısa sürede kitle eylemlerine dönüşmüştür.

Madencilerin, öğrencilerin ve halkın katıldığı bu gösterilerde yer yer Tiran yanlısı

sloganlar duyulmuşsa da, asıl hedefin daha iyi bir yönetim ve ekonomik imkanların

iyileştirilmesi olduğu görülmektedir. Gösteriler sert bir şekilde dağıtılırken 2000’e

yakın kişi gözaltına alınmıştır. Bunlardan 479’una çeşitli hapis cezaları verilmiştir.

Sonbaharda yeni bir soruşturma dalgası başlamış, yaklaşık 4,200 kişi muhtelif

cezalara çarptırılmışlardır. Olaylar gerekçe gösterilerek Kosova’daki komünist

partisinde de önemli tasfiyeler yaşanmıştır(Malcolm: 1998, 393-396).

Bu tarihten itibaren Sırpların Kosova’ya yönelik olarak sistematik bir kampanya

başlattıkları gözlerden kaçmamaktadır. Kosova’da Arnavutlarla Sırplar arasında

yaşanan küçük adlî olaylar bile Sırp basınında abartılarak işlenmiş, Arnavutlara

karşı güçlü bir propaganda mekanizması harekete geçirilmiştir.

Örneğin, 1986 yılında Sırbistan Bilimler Akademisi’nin yayınladığı bir

muhtırada 1974 anayasası eleştirilerek Yugoslavya Federasyonu içerisinde Sırpların

maruz kaldıkları haksız muamelelerden şikayet edilmekte ve Kosova’da

Arnavutların Sırplara karşı yürüttükleri sistematik kampanyalardan

bahsedilmekteydi. Bilimsel geçerliliği tartışmalı istatistiksel verilere ve anketlere

dayanılarak Kosova Arnavutlarının bölgedeki Sırpları sistematik bir biçimde göçe

zorladıklarının altı çizilmekteydi. Halbuki Kosova’da göç olgusu en az Sırplar kadar

Arnavutlar arasında da yaygındı ve bunun çok bilinen bir sebebi vardı: ekonomik

sıkıntılar(Malcolm: 1998, 398).

Söz konusu propaganda kampanyasının zirve noktasını şüphesiz 1987 yılında

Miloseviç’in Kosova ziyareti sırasında yaşanan olaylar teşkil etmektedir. Miloseviç,

Kosovalı Sırpların dertlerini dinlerken önceden planlanmış bir şekilde Kosova

polisinin topluluğun üzerine yürümesi sağlanmış, meydana gelen arbede üzerine

Miloseviç bütün televizyon kameralarının önünde kalabalığın arasına girip ‘Hiç

kimse Sırpları dövemez!’ diye haykırarak tezahüratların odağı haline gelmiştir. Bu

görüntüler defalarca devlet televizyonunda gösterilmiş, Kosova’daki performansı

sayesinde Miloseviç iktidara ulaşan basamakları hızla tırmanmaya başlamıştır. Aynı

yılın sonlarına doğru muhaliflerini bertaraf ederek Sırbistan Komünistler Birliği’nin

başına geçmesi de bu olayın bir neticesidir(Loza: 1998, 24).

1988 yılında Miloseviç ileride gerçekleştireceği değişikliklere uygun bir zemin

hazırlamak maksadıyla, Kosova’daki yerel yöneticileri değiştirerek kendisine

muhalefet etmeyecek isimleri atamıştır. 1989’da ise Kosova’nın özerkliğini kaldıran

Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı

25

bir karar almış, tankların gölgesinde toplanan Kosova parlamentosu da bu kararı

onaylamak durumunda kalmıştır. Miloseviç’in bu uygulamaları Kosova’da büyük

bir tepkiyle karşılanmıştır. Bölgede kitlesel protesto gösterileri yapılırken, taşlı-

sopalı guruplarla polis arasında çatışmalar yaşanmıştır. Ocak 1990’daki çatışmalarda

onlarca insan hayatını kaybetmiştir(Loza: 1998, 26). Bunun üzerine Kosova’da

olağanüstü önlemler alınmış, bölgeye ek polis birlikleri ve askeri kuvvetler

gönderilmiştir. Kosova’daki çatışmalar ve ortaya çıkan kanlı manzaraların, diğer

cumhuriyetleri bağımsızlık ve Yugoslavya’dan ayrılma doğrultusunda teşvik ettiği

bilinmektedir.

2 Temmuz 1990’da kapısı kilitli olan Kosova parlamentosunun önünde,

parlamentodaki 123 Arnavut üyeden 114 tanesi bir araya gelerek Kosova’yı

Yugoslavya Federasyonu içerisinde diğer cumhuriyetlerle eşit bir cumhuriyet olarak

ilan eden bir karar almışlardır. Sırbistan yönetimi buna sert bir şekilde cevap vermiş,

hem parlamentoyu hem de hükümeti feshetmiştir. Daha sonra uygulamaya konulan

sıkı tedbirlerle 80-100.000 civarında Arnavut işten atılmış, Arnavutlarla Sırpların

aynı okullarda okuması engellenmiş, Arnavutça eğitimin önüne geçilmiştir.

Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlıklarını ilan etmelerinin ardından Kosovalılar

1991 yılı Eylül ayında kendilerinin organize ettikleri bir bağımsızlık referandumu

yapmışlardır. Katılım oranının % 87 civarında gerçekleştiği referandumda, halkın %

99’unun bağımsızlık yönünde oy kullandığı ilan edilmiştir(Malcolm: 1998, 403-

404).

Kosova’daki Arnavut muhalefetinin örgütlü odağının ‘Kosova Yazarlar Birliği’

olduğu görülmektedir. Bu birlik, 1989 yılında siyasi bir hareket haline dönüşmüş ve

(LDK) ‘Kosova Demokratik Birliği’ ismini almıştır. Birliğin başkanlığını

müdahaleden sonra Kosova’da yapılan seçimlerin de galibi olan İbrahim Rugova

yürütmekteydi. Kurulduğundan itibaren LDK’nın belli başlı üç politikayı bir arada

yürüttüğü görülmektedir:

a)Kosova’da şiddet içeren bir ayaklanmanın önüne geçmek.

b) Sorunu uluslararası hale getirerek BM, NATO, AGİT, AB gibi uluslararası

örgütlerin ve büyük devletlerin bölgeye müdahil olmalarını sağlamak.

c)Seçimler ve sayımlar gibi uygulamaları sürekli boykot etmek suretiyle bir

yandan kendi kurdukları ‘Kosova Cumhuriyeti’ devlet aygıtını ana hatlarıyla

oluştururken diğer yandan da Sırp yönetiminin bölgedeki meşruiyetini sistemli bir

şekilde reddetmek(Malcolm: 1998, 405).

Bu ilkeler etrafında hareket eden LDK, sivil itaatsizliğe başvurduğu için

Kosova’da bir çatışma atmosferi ortaya çıkmıyordu. Bu yüzden de batılıların önemli

bir kısmı Kosova’da yaşananlara siyasî bir mesele ya da bir toprak meselesi

olmaktan ziyade bir insan hakları sorunu şeklinde bakmak eğilimindeydiler. Bu

sorunun da Kosova’nın demokratikleşen bir Sırbistan’a entegre olmasıyla ortadan

kalkacağına inanıyorlardı. Ancak daha sonraki gelişmeler bu bakış açısını

doğrulamamıştır.

KÖK Araştırmalar

26

Kosova’da Sırp baskısı artmış, keyfî tutuklamalar ve polisin güç kullanması

normal hale gelmiştir. Arnavutça eğitime izin verilmemesi yüzünden Arnavutlar,

eğitim ve sağlık hizmetlerini içine alan paralel bir yapı oluşturmuşlardır. Yaklaşık

40.000 civarında Arnavut öğrenci evlerde eğitim görmeye başlamıştır. Benzer bir

şekilde Rugova’nın başında bulunduğu LDK, sağlık hizmetlerinin verildiği klinikler

açmıştır. Burada çalışanların maaşları ve bu kurumların giderleri, yurtdışındaki

Arnavutlardan gönüllü olarak toplanan, gelirlerinin % 3’ü oranındaki vergilerle

karşılanmıştır. Kosova’nın dışarıya, özellikle Avrupa ülkelerine çok göç veren bir

bölge olduğu, örneğin 1989-1998 yılları arasında 350.000 kişinin ekonomik ve

sosyal marjinalleşme yüzünden bölgeden göç ettiği hatırlandığında, finansman için

başvurulan yolun gerekçeleri daha iyi anlaşılmaktadır(Loza: 1998, 19-20).

Kosova’da paralel kurumların inşasına imkan veren unsurlardan bir tanesi de

bölgede Bosna’da olduğu gibi bir arada yaşama geleneğinin bulunmamasıdır.

Arnavutlarla Sırplar arasında Boşnaklarla Sırplar örneğindeki gibi evliliklerden

bahsetmek mümkün değildir. Nitekim istatistiklere göre 1961 ile 1981 arasında

Kosova’daki 1445 yerleşim biriminin 1154’ü bir etnik gurubun hakimiyeti

altındaydı. Yerleşim birimlerinin çoğunda etnik homojenlik düzeyi ise % 100’e

ulaşmaktadır. Homojenleşme eğilimi bu tarihten sonra da artarak devam

etmiştir(Loza: 1998, 20).

Kosova’da sıcak çatışmaları tetikleyen ve İbrahim Rugova’nın pozisyonunu

sarsan süreç, 1995 yılında Dayton Anlaşması’nın imzalanmasının ardından

hızlanmıştır. Dayton Anlaşması’nda beklenenin aksine Kosova’nın durumuyla ilgili

ciddi tedbirlere yer verilmemesi Kosova Arnavutları arasında şiddete başvurmadan

yalnızca sivil itaatsizlik yoluyla herhangi bir mesafe alınamayacağına dair mevcut

kanaati güçlendirmiştir(Judah: 2000). Sırp saldırganlığını meşrulaştırdığı düşünülen

Dayton kararlarının, Bosna’daki ABD kuvvetlerine saldırmaması karşılığında

Miloseviç’in elini Kosova’da serbest bıraktığı yorumları yapılmıştır. Bu kanaat,

silahlı bir örgüt olan UÇK’nın (Kosova Kurtuluş Ordusu) doğuşunu hazırlayan en

önemli unsurlardan birisini teşkil etmektedir. Yurtdışından, özellikle Almanya ve

İsviçre’deki Arnavutlar’dan toplanan paralarla finanse edilen UÇK, 1997’de

Arnavutluk’ta yaşanan kriz sırasında Arnavut ordusunun depolarından çalınan

silahların bir kısmını da eline geçirmiştir. 1993’te kurulan UÇK, 1996 yılında silahlı

eylemlerine başlamış, Ocak 1997’de Sırp hükümeti tarafından 61 UÇK’lı

tutuklanmıştır. Eylül 1997’de faaliyetlerini hızlandırmaya başlayan UÇK, Eylül ve

Kasım ayları arasında 40 tane eyleme imza atmıştır. Kosova’nın Drenica

kasabasında meydana gelen çatışmalar sonucunda Sırp güvenlik güçleri bölgeden

çekilmek zorunda kalmış, Drenica adeta UÇK’nın kurtarılmış bölgesi haline

gelmiştir(Loza: 1998, 33).

1998 yılında da çarpışmalar tırmanarak devam etmiştir. Sırp polisinin Drenica

bölgesinde 28 Şubatta 26, 4 Martta da 58 sivili öldürmesi Kosova’da infial

uyandırmış, UÇK’nın süratli bir şekilde güçlenmesine ve çatışmaların artmasına

sebep olmuştur. Karadağ ve Sırp Cumhuriyeti’nde etkisi azalmaya başlayan

Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı

27

Miloseviç, Kosova’da demir yumruk politikası uygulayarak hem gözdağı vermek

hem de yeniden güç ve prestij kazanmak istemiştir. 1998 Temmuzuna kadar UÇK,

ülke genelinde ard arda kurtarılmış bölgeler ilan etmiş, yüzlerce insan UÇK’ya

katılarak silahlanmıştır. Temmuz 1998’de ise Miloseviç, Sırp kuvvetlerine harekete

geçme emri vermiş, ordu köyleri yakarak ilerlemeye başlamıştır(Judah: 2000).

Çatışmaların artmasıyla birlikte yüz binlerce kişi ülkeden kaçmak için yollara

dökülmüş, yaklaşık 850.000 kişi mülteci durumuna düşmüştür. Mülteciler

çoğunlukla Arnavutluk ve Makedonya’ya yönelmişlerdir. Özellikle Makedonya’ya

gelenler, ülkedeki dengeler açısından da nazik bir durum yaratmaktaydılar. Türkiye

de bu kriz sırasında bir miktar mülteciyi kabul etmiştir.

ABD’nin Makedonya büyükelçisi Chris Hill’in bütün çabalarına rağmen mutabık

kalınabilecek bir anlaşma zemini yakalanamayınca, aralarında Rusya’nın da

bulunduğu batılı devletlerden oluşan İletişim Gurubu’nun baskısıyla taraflar 6 Şubat

1999’da Paris yakınlarındaki Rambouillet şatosunda bir araya gelmişlerdir.

Toplantıda Arnavutları, sürgündeki Arnavut Hükümeti’nin lideri Plan Bukoshi,

UÇK’nın lideri Haşim Taci ve İbrahim Rugova temsil etmiştir. Taraflara üç yıllık

geçiş dönemi öngören bir düzenleme sunulmuştur. Arnavutlar teklifi kabul ederken

Miloseviç, Sırp topraklarına herhangi bir yabancı gücün ayak basmasına müsaade

etmeyeceğini söyleyerek reddetmiştir. Sırp tarafı hava saldırıları tehdidine rağmen

pozisyonunu değiştirmeyince 24 Mart 1999’da 78 gün devam edecek olan NATO

operasyonları başlamıştır. 9 Haziran 1999’da Makedonya’nın Kumanova şehrinde

NATO ve Sırbistan arasında ‘Askeri ve Teknik Anlaşma’ isimli bir metin

imzalanarak hava operasyonlarına son verilmiştir. Ertesi gün BM Güvenlik Konseyi,

NATO güçlerinin bölgeye girmesini, Yugoslav ordu ve polisinin Kosova’dan

çekilmesini öngören 1244 sayılı kararını almıştır(Judah: 2000).

12 Haziran’da KFOR (Kosova Gücü) ismi verilen NATO kuvvetleri bölgeye

ulaşmışlardır. Bu çerçevede görev alan yaklaşık bin kişilik bir Türk birliği de

Türklerin yoğun olarak yaşadıkları Prizren’de görev yapmaya başlamıştır(Official

Website of KFOR: 2001). 20 Ekim 1999’a kadar geçen zaman zarfında KFOR, hem

UÇK’nın önemli bir kısmını hem de savaş döneminde UÇK’nın örgütlediği paralel

yapıları önemli ölçüde tasfiye etmiştir. UÇK’nın kurmay kadroları acil durumlarda

ve doğal afetlerde kurtarma faaliyeti yürüteceği ifade edilen Kosova Koruma

Birlikleri’ni (KPC) oluşturmuşlardır. Ancak önemli miktarda silaha sahip bu

birliklere, daha ilk günlerinden itibaren gelecekteki Kosova Ordusu’nun çekirdeği

gözüyle bakılmıştır(Judah: 2000).

Kosova misyonunun sivil yönünden sorumlu olan UNMIK (United Nations

Mission in Kosovo) UÇK lideri Taci’ye yönetimde sorumluluk vererek geçiş

döneminin çok fazla sancı yaratmadan tamamlanması için gayret göstermiştir. Taci

ve diğer eski UÇK’lılar, Demokratik Kosova Partisi (PDK) adı altında bir parti

kurarak siyasi hayata devam etmişlerdir. Ancak eski UÇK komutanlarının savaştan

sonra gasp da dahil olmak üzere güçlerini kötüye kullandıkları eylemlerin içerisine

KÖK Araştırmalar

28

girmeleri itibarlarını azaltmıştır. Bu dönemde zaman zaman silahlı eylemlere devam

edilmesinin arkasında yatan sebeplerden birisinin de tamamen sivilleşen bir

UÇK’nın siyasî arenada iyice güçsüz kalacağı düşüncesi olduğu

bilinmektedir(Judah: 2000).

23 Haziran 2000’de ABD’de Kosova Arnavutları ve Kosovalı Sırplar, şiddete

son vereceklerine dair Airlie Deklarasyonu’nu imzalamışlardır. 2000 sonbaharında

yapılan yerel seçimleri olduğu gibi Kasım ayındaki genel seçimleri de pasif direniş

tezleri başarıya ulaşmamış olmasına rağmen İbrahim Rugova kazanmıştır.

Seçimlerin galibi İbrahim Rugova’nın bağımsızlık çağrısının gerçekleşmesi için

2008 yılı başını beklemek gerekecektir. Batı dünyasının 2000’lerin başında bu talebe

sıcak bakmamasının en önemli sebepleri arasında, bağımsızlığın o sıralarda zaten

kritik olan Makedonya’daki atmosferi daha da vahim hale getirerek çatışmalara

sebebiyet vereceği kaygısı yer almaktadır(NTVMSNBC: 2000).

Kosova müdahalesinin ardından Sırbistan’da da yönetim değişikliği yaşanmıştır.

Manidar bir şekilde, Batı’nın Dayton Anlaşması’nın mimarları arasında saydığı,

Kosova operasyonun ardından 5 Ekim 2000’deki halk ayaklanmasıyla koltuğunu

kaybeden Miloseviç’i BM Savaş Suçları Mahkemesi’ne götürecek olaylar zinciri,

tıpkı kendisini iktidara taşıyan süreç gibi Kosova’da başlamıştır.

Kosova’da yaşanan çatışmalar ve yoğun mülteci akını sebebiyle bölgedeki

sınırlar, özellikle Kosova-Arnavutluk ve Kosova-Makedonya sınırları geçirgen hale

gelmiştir. Bunun etkileri daha sonra patlayacak olan Makedonya krizi sırasında

hissedilecektir.

V. Makedonya Krizi

Yugoslavya’dan herhangi bir çatışma yaşanmaksızın ayrılan tek cumhuriyet olan

Makedonya’da Arnavut milisler ve hükümet kuvvetleri arasında 2001 yılında

hızlanarak artan ve uluslararası toplumun müdahil olmasına sebep olan gelişmeler,

Kosova müdahalesi sonrasında Balkanlar’da istikrara dair beklentileri de

gölgelemiştir.

Zira 19. yy’ın sonları ve 20. yüzyılın başlarındaki Balkan ihtilaflarının kilit

noktası olan Makedonya’nın konumu ve etnik yapısı bütün bölgesel güçlerin

müdahil olabileceği önemli bir çatışma riskini bünyesinde taşımaktaydı. Nitekim bu

özelliği dolayısıyla Bosna savaşı devam ederken, çatışmaların Makedonya’ya

sıçramasını engellemek amacıyla bölgeye ABD kuvvetleri

yerleştirilmişti(Hatipoğlu: 2001, 65-66,76).

Ülke nüfusunun yaklaşık olarak % 23’ünü oluşturan Arnavutlar, Makedonya

cumhuriyeti bağımsızlığını ilan ederken hazırlanan anayasanın Arnavutlara 1974

Yugoslavya Anayasası’nın verdiği hakları bile tanımadığını ifade ederek muhalefet

etmeye başlamışlardır.

Ancak aradaki ihtilafların kökenleri çok daha eskiye dayanmaktadır. Örneğin,

1981 yılında Kosova’da yaşanan huzursuzluklar Makedonya’yı da etkilediğinde,

Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı

29

Makedon yönetimi Arnavutlara yönelik baskıcı politikaları uygulamaya koymuştur.

Bu çerçevede Arnavutça eğitim yapan okullar kapatılmış, Arnavut öğretmenler ve

diğer memurlar işlerinden çıkarılmış, milliyetçi faaliyetlere karıştıkları iddia edilen

Arnavutlar hapse atılmıştır. 1989’da yapılan anayasa değişiklikleriyle de

Makedonya, Makedon ulusunun devleti olarak tanımlanmış, Arnavut ve Türklerin

1974 anayasasında kurucu millet olan statüleri azınlık konumuna

düşürülmüştür(Biberaj: 1999, 256).

1991 yılı Eylül ayında bağımsızlık kararı alan Makedonya’da Arnavutlar

bağımsızlık referandumunu ve aynı yıl yapılan nüfus sayımını boykot etmişlerdir.

Ancak daha sonraki seçimlere katılarak 120 üyeli parlamentoya 23 milletvekili

göndermişlerdir. Bu dönemde Arnavutlar arasında sistem içinde hak arayışı peşinde

olanlar bulunduğu gibi özerklik taraftarlarının da mevcut olduğu görülmektedir.

Nitekim 11 Aralık 1992’de Arnavutların yoğun olarak yaşadıkları batı bölgesinde

‘Ilirida’ adı altında bir özerk bölge kurulması için referandum yapılmıştır. Halkın

büyük çoğunluğunun olumlu oy kullandığı bu referandumu Makedon hükümeti

yasadışı ilan etmiştir(Coşkun ve Türkoğlu: 2001, 8).

Makedonya anayasası ilk-ortaokul ve lise seviyesinde azınlık dilleriyle eğitim

yapılmasına izin vermekte ancak üniversite eğitimine müsaade etmemektedir. 1994

yılında Arnavutlar, yoğun olarak yaşadıkları Kalkandelen’de Arnavutça eğitim

yapan bir üniversite kuracaklarını ilan etmişler, üniversitenin Şubat 1995’teki açılış

törenine polis müdahale etmiş ve yaşanan olaylarda bir Arnavut genci ölmüştür.

1997 yılında Gostivar ve Kalkandelen’in Arnavut belediye başkanlarının belediye

binalarına Arnavut bayrağı asmaları üzerine çıkan çatışmada da üç Arnavut genci

hayatını kaybetmiştir(Coşkun ve Türkoğlu: 2001, 9).

1998 seçimleri sonrasında ise Arnavut ve Makedon milliyetçi partileri

beklenmedik bir şekilde koalisyon ortakları olarak birlikte hükümet kurmuşlardır.

Bu dönemde Kosova’da yaşanan kriz sebebiyle yaklaşık 360.000 Arnavut

Makedonya’ya gelmiştir. Mülteci akınının ülkeyi istikrarsızlaştıracağından

korkulmuş ancak böyle bir gelişme yaşanmamıştır. Kosova krizinin bölgeye olan

etkileri 2001 yılında başlayan çatışmalarla hissedilmiştir. Kriz sırasında ve

sonrasında Kosova ile Makedonya arasındaki sınırın geçirginleşmesi, bölgedeki

gurupların silahlanmalarını ve Kosova’da yaşanan sıcak çatışmanın tecrübelerinden

faydalanmalarını sağlamıştır. Kosova’daki mücadele sırasında UÇK saflarında

savaşan Makedonya Arnavutları, Makedonya’daki çatışmalarda da ön safta yer

almışlardır(Coşkun ve Türkoğlu: 2001, 11).

2001 yılı Ocak ayında başlayan çatışmalar Arnavut nüfusun kalabalık olduğu

batı bölgelerinde yoğunlaşmış, Makedonya UÇK’sı olarak isimlendirilen Ulusal

Kurtuluş Ordusu bu saldırılarda adını duyurmuştur. Ağustos ayına kadar devam

eden çatışmalar sonunda AB, NATO ve ABD’nin araya girmesiyle 13 Ağustos

2001’de Arnavut ve Makedon siyasî partiler Makedonya’nın Ohri kentinde bir

anlaşma imzalamışlardır. Anlaşmayla Makedonlar, Arnavutların haklarını

KÖK Araştırmalar

30

genişletecek anayasa değişikliklerini gerçekleştirmeyi kabul etmişlerdir. Yapılan

anlaşmayı UÇK da kabul etmiş, 14 Ağustos’ta silahsızlanma hususunda NATO’yla

mutabakata varmıştır. 15 Ağustos’ta da NATO, UÇK’nın silahsızlandırılmasıyla

ilgili olarak ‘Hasat Operasyonu’ adı verilen harekat çerçevesinde bölgeye 3.500

asker gönderme kararı almıştır(NATO: 2004).

NATO, Anlaşmaya uygun olarak silah toplama işlemini 26 Eylül 2001’de

tamamlamıştır(NATO: 2004). Ulusal Kurtuluş Ordusu Lideri Ali Ahmedi de

ordusunu feshettiğini açıklamıştır. Ancak Başbakan Georgievski’nin anayasa

değişikliklerini sürekli olarak geciktirerek konuyu referanduma taşımak isteyişi,

Makedon liderlerin anlaşmayı uluslararası toplumun baskıları yüzünden

imzaladıklarının iyi bir göstergesidir.

Krizin başında uluslararası toplumu arkasına alan Makedonya hükümeti, 2001

yılı sonlarında kendisine verilen desteği bu tavrı yüzünden kaybetmeye başlamıştır.

Anayasa değişikliklerinin gerçekleşmemesi sebebiyle, 15 Ekim 2001 tarihinde

Makedonya için Brüksel’de düzenlenmesi planlanan barış konferansı ertelenmiştir.

Bunun üzerine Makedonya devlet başkanı, uluslararası topluluğun Makedonya’ya

karşı tavrını yumuşatmak maksadıyla savaş suçlusu olmayan Arnavut militanlara

yönelik bir af ilan etmiştir. Ancak Makedonya bu afla da istediği desteği

alamamıştır. Makedon Hükümeti, 11 Eylül olaylarından faydalanarak değişiklikleri

ertelemeye devam etmeye çalışsa da, baskılara ancak Kasım ayının ortalarına kadar

direnebilmiştir. Anayasada yapılan reformlarla, merkezde toplanan yetkiler

dağıtılarak ülkedeki Arnavut azınlığa kamu kesiminde, özellikle de polis

teşkilatında, ülke nüfusu içinde sahip oldukları üçte birlik oranı yansıtacak şekilde

çalışma imkanı tanınmıştır(ASAM: 2001, 18).

Yapılan değişikliklerle ayrıca Arnavutça’nın sınırlı da olsa resmi dil olarak

kullanılmasına izin verilirken, anayasanın önsözündeki azınlıkların ikinci sınıf

statüde olduklarına işaret eden ibareler de kaldırılmıştır(ASAM: 2001, 18).

Sonuç

Balkanlar’da 1990’larda meydana gelen kriz ve çatışmalara toplu olarak

bakıldığında Soğuk Savaş’ın sona erişinin en ‘sıcak’ sonuçlarının bu bölgede

hissedildiğini söylemek mümkün gözükmektedir. Avrupa’nın hemen yanı başında

ard arda patlak veren krizlerin büyük bir kısmı, Yugoslavya’nın dağılmasıyla ortaya

çıkan istikrarsızlık atmosferiyle ilişkilidir. Yaşanan çatışmaları sonlandıran

anlaşmaların hemen hepsi ise birer ‘ateşkes’ mahiyetindedirler. Bu dönemde

sorunlar bütünüyle çözülememiş ancak ertelenmişlerdir.

Zira, kriz ve çatışma dalgasının ardından bölgede barış ve istikrarın

sağlanmasına yönelik olarak atılan adımlar, Balkanları “uzun ateşkesler coğrafyası”

şeklinde niteleyişimizin gerekçesini teşkil eden geçmişteki düzenlemelerle yapısal

benzerlikler taşımaktadırlar. 19. yüzyılda bölgedeki Osmanlı Barışı’nı sona erdiren

gelişmelerden itibaren Balkanların siyasi kaderi, bölge dışındaki güçlerin öncelikleri

Uzun Ateşkesler Coğrafyasının Zor On Yılı

31

gözeterek şekillendirilmiştir. Bu yüzden yarımadadaki istikrarın da söz konusu

güçler arasındaki dengeler ve dünya düzenindeki dalgalanmalar karşısında hayli

kırılgan bir nitelik taşıdığı görülmektedir. 1990’larda başlayarak 2000’li yıllara

kadar uzanan kriz ve çatışma dalgası da, ABD ve Avrupa’nın başını çektiği

uluslararası toplumun Balkanlardaki yeni dizaynlarıyla nihayete ermiştir. Bölgenin

siyasi coğrafyası yeniden çizilmiş, Bazı Balkan ülkelerinin AB ve NATO’ya

alınmalarıyla da sağlanan ateşkeslere kalıcılık kazandırılmaya çalışılmıştır.

Irak ve Afganistan’ın işgali ile birlikte Asya ve Ortadoğu küresel güç

mücadelelerinin odağına yerleşirken, Balkanlar’da gözlenen görece sükunet ve

istikrar havası kriz alanlarındaki ateşkeslerin kalıcı çözümlere dönüşebilmeleri

yönündeki umutları arttırmıştır. Ancak, Kosova’nın bağımsızlığıyla tekrar dünya

gündemine gelen Balkanlar’da önümüzdeki dönemde yaşanacak muhtemel

gelişmelerin seyri, bu makalede incelenmeye çalışılan kriz bölgelerinde 1990’lardan

2000’lerin başlarına kadar ulaşılan ara çözümlerin orta vadedeki etkileriyle küresel

sistemin yeni dinamiklerinin etkileşimi tarafından belirlenecektir.

Kaynaklar

ALİ, R. ve LIFSCHULTZ, L. (1993) In Plain View, Why Bosnia: Writings on the Balkan War

içinde, (Rabia ALİ, Lawrence LIFSCHULTZ, Stony CREEK, ed.), Connecticut: The

Pamphleteer’s Press

ASAM, (2001) Ekim Ayında Makedonya’daki Gelişmeler, Jeopolitik Gündem, Asam

Stratejik Araştırmalar Merkezi, 1,

BIBERAJ, E. (1999) Albania in Transition: The Rocky Road to Democracy, US: Westview

Press.

COŞKUN, B. D. (2001) Arnavutluk’un Dış Politikası ve Balkanlar’da Arnavut Sorunu,

Balkan Diplomasisi içinde, (Ömer E. LÜTEM-Birgül Demirtaş COŞKUN, ed.) Ankara:

Avrasya Bir Vakfı, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

COŞKUN, B. D. ve TÜRKOĞLU, E. (2001) Makedonya’da Tehlike Çanları: Balkanlar’ın

Eski ‘Model Ülkesi’, Yeni İstikrarsızlık Unsuru mu?, Stratejik Analiz, II,13

EVANS, G. (25 Mayıs 2001) Sorry, the Boys Should Darn Well Stay in Bosnia, International

Herald Tribune

HAGUE APPEAL FOR PEACE. (2005), http://www.haguepeace.org/

HATİPOĞLU, M. M. (2001) Kuruluşundan Günümüze Makedonya Cumhuriyeti’nin Dış

Politikası ve Balkan Ülkeleriyle İlişkileri (1991-2000), Balkan Diplomasisi, (Ömer E.

LÜTEM-Birgül Demirtaş COŞKUN, ed.) Ankara: Avrasya Bir Vakfı, Avrasya Stratejik

Araştırmalar Merkezi

HUNTINGTON, Samuel P. (1998) The Clash Of Civilizations and the Remaking Of World

Order, USA: Touchstone.

JUDAH, T. (2000) The Kosovo Liberation Army, Perceptions, V,3

KALE, B. (2001) Avrupa Birliği’nin Balkan Politikası: Çelişkiler İçinde Bir Yanılsama?,

Balkan Diplomasisi içinde, (Ömer E. Lütem-Birgül Demirtaş Coşkun, ed.) Ankara:

Avrasya Bir Vakfı, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

KARATAY, O. (2000) Tek ve Birleşik Bir Bosna’ya Doğru mu?, Stratejik Analiz, I, 5.

KOMİSYON. (1998) Barışa Çağrı, Uluslararası Komisyonun Balkanlar Hakkındaki Raporu,

çev. Özden Arıkan, İstanbul: Sabah Kitapçılık

KÖK Araştırmalar

32

KUBICEK, P. (1998) Albania’s Collapse and Reconstruction, Perceptions, III, 1

LEOUSSI, Athena S. (2001) Balkanization. Encyclopedia of Nationalism içinde, (Athena S.

Leoussı, ed.), New York: Transaction Publishers.

LOZA, T. (1998) Kosovo Albanians: Closing the Ranks, Transitions, 5,5

MAGAŠ, B. (1993) The Destruction of Yugoslavia: Tracking the Break-Up 1980-92, New

York: Verso.

MALCOLM, N. (1994) The Destruction of Bosnia, Bosnia: A Short History, London:

Macmillan Publishers

MALCOLM, N. (1998) Kosova Balkanları Anlamak İçin, çev. Özden Arıkan, İstanbul: Sabah

Kitapçılık

NATO (2004), http://www.nato.int/fyrom/home.htm

NATO Basic Fact Sheet. (1996), http://www.nato.int/ifor/

NATO SFOR. (2007), http://www.nato.int/sfor/index.htm

OFFICE OF THE HIGH REPRESENTATIVE. (2000), Official Website of the OHR:

http://www.ohr.int/

Official Website of KFOR, (2001) http://www.kforonline.com/

SOWARDS, Steven W. (1995) Twenty-Five Lectures on Modern Balkan History (The

Balkans in the Age of Nationalism), Lecture:25,

http://www.lib.msu.edu/sowards/balkan/lect25.htm

THE TEXT OF THE DAYTON PEACE ACCORDS. (1995) General Framework Agreement

for Peace in Bosnia and Herzegovina (full text and 11 Annexes, Paris, 14 Aralık 1995)

Annex 4, Constitution of Bosnia-Herzegovina

UN SECURITY COUNCIL. (1997) Resolution 1101

U.S. DEPARTMENT OF STATE. (1997) Fact Sheet: NATO Involvement in the Balkan

Crisis, http://www.state.gov/www/regions/eur/natobalk.html

USA DEPARTMENT OF STATE. (2001)

http://www.state.gov/www/regions/eur/bosnia/bosnia_hp.html

VAKNIN, S. (2001) The Second Coming in Albania,

http://www.balkanlands.com/article1132.html

VIDOJEVIC, Z. (1997) "Balkanization" and the World-Historical Context of Power,

http://www.hi.sanu.ac.yu/Conflict/Conflict21.htm

WORLD BANK. (1996) World Bank Development Report, New York: Oxford University

Press.

ZIMMERMAN, W. (1996) Yugoslavia:1989-1996, U.S. and Russian Policymaking With

Respect to the Use of Force içinde, (Jeremy R. Azrael ve Emil A. Payin, ed.), USA:

RAND, http://www.rand.org/publications/CF/CF129/CF-129.chapter11.html