Türkay, M. and T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan...

22
Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359. Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine Notlar Mehmet Türkay-Tolga Tören Giriş 2008 yılından bu yana kriz koşullarında Türkiye ve dünyada kapitalizmin seyri ve bu süreçte gerçekleşen dönüşümler yön ve nitelik açısından birbirini tamamlayan bir özelliğe sahip görünüyor. Esas itibarı ile söz konusu tamamlayıcılığı mümkün kılan, çeyrek yüzyılı aşan bir süredir yeni biçimiyle hegemonyasını kurmuş olan liberalizmin, geçerli koşullarda yeniden formülasyonu anlamına gelmek üzere neoliberalizmdir. Karl Marx ve Friedrich Engels’in Komünist Manifesto’da yer alan sermayenin kendi suretinde bir dünya yarattığına dair vurguları kapitalizme ilişkin diğer temel tespitleriyle beraber düşünüldüğünde, kapitalizmin çelişki, çatışma, kriz ve savaş gibi mekanizmalarla kendi suretinde bir dünya yarattığı daha görünür hale gelir. Diğer bir deyişle, kapitalist işleyişe içkin olan, sistemin kendisini yeniden üretebilmesinin dinamiğini oluşturan çelişki, çatışma, kriz ve savaş, kapitalizmin özel mülkiyet temelinde oluşan işleyişinin asli mekanizmalarını oluşturur. Dünya, öncesinde olduğu gibi çeyrek yüzyılı aşan bir zamandır neoliberal hegemonya altında da bu gerçeklikle yaşamıştır. Bu süreç, eşzamanlı olarak söz konusu mekanizmaların karşılıklı etkileşimleriyle bir yeniden yapılanma ve/veya dönüşüme işaret etmektedir. Bu çalışma, kapitalizmin, ortaya çıktığı dönemde ya da kapsamlı bir yeniden yapılanmaya tabii tutulduğu İkinci Dünya Savaşı sonrasında, meşruiyetini yeniden üretmek için “ilerleme”, “kalkınma”, “sanayileşme”, “özgürlük” gibi kimi “vaat”leri dile getirse de bu vaatler ile açığa çıkan gerçeklik arasında önemli bir uçurum olduğunu, bu durumun, neoliberal dönemde de devam ettiğini ve Türkiye’nin kapitalist gelişme sürecinin de bu hakikatten bağımsız olmadığını vurgulama amacı gütmektedir. Kapitalizmin Krizi ve Neoliberalizm Karl Marx, değişmeyen sermayenin değişen sermayeye oranının artmasının, bir diğer ifade ile emeğin üretkenliğinin artmasının, kâr oranlarının düşmesine hizmet edeceğini ve kapitalist sisteme içkin olan kriz olgusunu açığa çıkaracağını iddia eder. 1 Marx ile aynı pencereden bakarak 1970’lerin krizi sonrasında kapitalist sistemin uluslararası ölçekteki yeniden yapılanmasını ele alan David Harvey 2 ise 1970’lerin krizi ile birlikte sermayenin yeniden değer yitirme ile yeni kâr alanları açma seçenekleri arasında kaldığını vurgular. Kriz olgusunun açığa çıkması ve sermayenin krizden kurtuluş için yeni birikim alanları yaratma çabası ise kapitalist üretim ilişkilerinin kapsamlı bir yeniden yapılanması anlamına gelir. Harvey’in de vurguladığı üzere, 3 değersizleşme riski ile karşı karşıya kalan sermayenin bu riski bertaraf etmede başvurduğu en önemli yollardan birisi, yeni kâr alanları yaratılmasıdır. 1 Marx, K (2003b) Kapital Cilt III, Çeviren A. Bilgi, Ankara: Sol Yayınları. 2 Harvey, D. (2003) Postmodernliğin Durumu, Çeviren S. Savran, İstanbul: Metis Yayınları. 3 Harvey, a.g.e..

Transcript of Türkay, M. and T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan...

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359. Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine Notlar

Mehmet Türkay-Tolga Tören

Giriş

2008 yılından bu yana kriz koşullarında Türkiye ve dünyada kapitalizmin seyri ve bu süreçte gerçekleşen dönüşümler yön ve nitelik açısından birbirini tamamlayan bir özelliğe sahip görünüyor. Esas itibarı ile söz konusu tamamlayıcılığı mümkün kılan, çeyrek yüzyılı aşan bir süredir yeni biçimiyle hegemonyasını kurmuş olan liberalizmin, geçerli koşullarda yeniden formülasyonu anlamına gelmek üzere neoliberalizmdir. Karl Marx ve Friedrich Engels’in Komünist Manifesto’da yer alan sermayenin kendi suretinde bir dünya yarattığına dair vurguları kapitalizme ilişkin diğer temel tespitleriyle beraber düşünüldüğünde, kapitalizmin çelişki, çatışma, kriz ve savaş gibi mekanizmalarla kendi suretinde bir dünya yarattığı daha görünür hale gelir. Diğer bir deyişle, kapitalist işleyişe içkin olan, sistemin kendisini yeniden üretebilmesinin dinamiğini oluşturan çelişki, çatışma, kriz ve savaş, kapitalizmin özel mülkiyet temelinde oluşan işleyişinin asli mekanizmalarını oluşturur. Dünya, öncesinde olduğu gibi çeyrek yüzyılı aşan bir zamandır neoliberal hegemonya altında da bu gerçeklikle yaşamıştır. Bu süreç, eşzamanlı olarak söz konusu mekanizmaların karşılıklı etkileşimleriyle bir yeniden yapılanma ve/veya dönüşüme işaret etmektedir.

Bu çalışma, kapitalizmin, ortaya çıktığı dönemde ya da kapsamlı bir yeniden yapılanmaya tabii tutulduğu İkinci Dünya Savaşı sonrasında, meşruiyetini yeniden üretmek için “ilerleme”, “kalkınma”, “sanayileşme”, “özgürlük” gibi kimi “vaat”leri dile getirse de bu vaatler ile açığa çıkan gerçeklik arasında önemli bir uçurum olduğunu, bu durumun, neoliberal dönemde de devam ettiğini ve Türkiye’nin kapitalist gelişme sürecinin de bu hakikatten bağımsız olmadığını vurgulama amacı gütmektedir.

Kapitalizmin Krizi ve Neoliberalizm Karl Marx, değişmeyen sermayenin değişen sermayeye oranının artmasının, bir diğer ifade ile emeğin üretkenliğinin artmasının, kâr oranlarının düşmesine hizmet edeceğini ve kapitalist sisteme içkin olan kriz olgusunu açığa çıkaracağını iddia eder.1 Marx ile aynı pencereden bakarak 1970’lerin krizi sonrasında kapitalist sistemin uluslararası ölçekteki yeniden yapılanmasını ele alan David Harvey2 ise 1970’lerin krizi ile birlikte sermayenin yeniden değer yitirme ile yeni kâr alanları açma seçenekleri arasında kaldığını vurgular. Kriz olgusunun açığa çıkması ve sermayenin krizden kurtuluş için yeni birikim alanları yaratma çabası ise kapitalist üretim ilişkilerinin kapsamlı bir yeniden yapılanması anlamına gelir. Harvey’in de vurguladığı üzere,3 değersizleşme riski ile karşı karşıya kalan sermayenin bu riski bertaraf etmede başvurduğu en önemli yollardan birisi, yeni kâr alanları yaratılmasıdır.

1 Marx, K (2003b) Kapital Cilt III, Çeviren A. Bilgi, Ankara: Sol Yayınları. 2 Harvey, D. (2003) Postmodernliğin Durumu, Çeviren S. Savran, İstanbul: Metis Yayınları. 3 Harvey, a.g.e..

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359. Kamunun elinde olan üretim alanlarının özelleştirme-piyasalaşma-metalaşma süreçlerine dâhil edilmesi, su ve benzeri doğa kaynaklarının metalaştırılması sermayenin bu konudaki en önemli girişimleridir. Bu durum, aynı zamanda, genişlemiş yeniden üretim ile el koyarak birikim ya da mülksüzleştirme yoluyla birikim süreçlerinin iç içe geçmesinin de en önemli zeminini oluşturur.4

Bahsedilen sürecin bir başka önemli sonucu da artı değerin yaratıldığı alan olarak emek süreçlerinin ve üretim organizasyonunun yeniden yapılanmasıdır. Bu yeniden yapılanma dönemlerinde firmalar, kârlılık krizinin üstesinden gelebilmek amacıyla, üretim maliyetlerini düşürmek, yani sermayenin üretim aşamasında kalış sürecini kısaltmak, emek üretkenliğini arttırmak, yeni emek kontrol rejimleri geliştirmek, piyasaları genişletmek ve sermayenin döngü hızını arttırmak gibi çözümler üretmek zorunda kalırlar. Bu yöndeki çabalar, bir yandan zaman kullanımının yeniden tanımlanmasını diğer yandan da yeni teknolojilerin üretim sürecine dâhil edilmesini beraberinde getirir.5

Kapitalizmin yeniden yapılanmasını tanımlayan gerçekliklerden bir başkası da kâr oranını arttırmaya dönük uygulamaların tümü olarak tanımlanabilecek esnekleşme/kuralsızlaşma olgusu ile birlikte sistemin yeni mekân ve yaşam tarzlarını içine alacak şekilde genişlemesidir.6 Harvey7 bu durumu şu sözlerle ifade eder:

Eğer aşırı birikmiş sermaye kıpırdamaz ya da kıpırdayamazsa doğrudan değeri düşecektir. (…) Bu süreci özetleyen cümle şudur: sermaye sorunlu olarak belli bir noktada, daha ileri bir noktada yok etmek üzere kendisine benzer fiziksel bir alan yaratır; bu zamanla coğrafi yayılma ve zamansal yer değiştirmeyle düzenli olarak eğilimli olduğu aşırı birikim krizlerine çözüm olarak bulduğu şeydir.

Üretim ve emek süreçlerinde, zaman ve mekân arasındaki ilişkilerde görülen bu değişimler, hem çalışma koşullarında hem de işçi sınıfının yapısında önemli farklılaşmalara yol açar. Üretim mekânlarının farklılaşması, enformel istihdamın doğmasına yol açtığı ölçüde, işgücü piyasasında yeni aktörlerin, kadınların, çocukların artmasına ya da çalışan kesimlerin önemli ölçüde heterojenleşmesine yol açar.8 Hizmetler sektöründe görülen büyümeyle birlikte istihdam biçimleri de önemli derecede farklılaşır, yarı zamanlı çalışanların sayısı önemli düzeylerde artar, sanal işletme ağlarının sayısında önemli artışlar yaşanır.9 Nitekim özellikle Batı Avrupa ülkelerinde ve ABD’de sanayide istihdam edilen işgücünde önemli düşüşler

4 Harvey, D. (2004a) Yeni Emperyalizm, Çeviren Hür Güldü, İstanbul: Everest Yayınları, s. 147. 5 Ercan, F. (2006a) “Küreselleşme Sürecindeki Yerellikler: Homojenleşme ve Farklılaşma/Güç ve Eşitsizlik İlişkileri Üzerine”, D. Yılmaz, F. Ercan, F. Akyüz, K. R. Yılmaz, Ü. Akçay, T. Tören (Haz.) Kapitalizm Küreselleşme Azgelişmişlik, Ankara: Dipnot Yayınevi içinde, s. 19-85.. Marx’a göre, toplumsal emeğin üretkenliğindeki artış, bireysel kapitalistlerin, çalışma süresini ve emeğin sömürü yoğunluğunu arttırmaya, ücretlerin emek gücünün değerinin altına düşmesini sağlamaya dönük girişimleri, nispi aşırı nüfusun ortaya çıkması, dış ticaretin serbestleştirilmesi, hisse senetli sermayenin artışı ve nihayetinde sermayenin merkezileşme ve yoğunlaşma eğiliminin hızlanması bu yeniden yapılanma sürecinin temel dinamiklerini ifade eder; Marx, a.g.e., s. 188-236. Melda Yaman Öztürk ise, aynı süreci emek-sermaye ve sermaye-sermaye ilişkilerinin yeniden yapılanması, yeni üretim tekniklerinin kullanılmaya başlanması, sermayeler arasında paylaşım mücadelesinin açığa çıkması, sermayenin uluslararasılaşma sürecinin hızlanması, bilim ve teknolojinin sermayenin daha fazla denetimine girmesi, tekelleşme gibi olgularla birlikte ele alır; Öztürk, M. Y. (2006) “Kapitalizmde Krizler, Dünden Bugüne”, D. Yılmaz, F. Akyüz, F. Ercan, K. R.Yılmaz, Ü. Akçay, T. Tören (Haz.) Kapitalizmi Anlamak, Ankara: Dipnot Yayınevi içinde, s. 101-147. 6 Ercan, F. (2003) “Neoliberal Orman Yasalarından Kapitalizmin Küresel Kurumlaşma Sürecine Geçiş: Yapısal Reformlar – II”, İktisat, Sayı 437, s. 12-32.ve Ercan, “Küreselleşme Sürecindeki Yerellikler…”. 7 Harvey, D. (2004b) “Yeni Emperyalizm: Mülksüzleşme Yoluyla Birikim”, Çeviren E. M. Dinçer, Praksis, Sayı 11, s. 23-49, s. 27. 8 Ercan, a.g.m.. 9 Castells, M. (2005) Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür -Ağ Toplumunun Yükselişi, Çeviren E. Kılıç, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, s. 528.

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359. yaşanmıştır. Örneğin 1970 yılında Batı Avrupa ülkelerinde sanayi çalışanlarının toplam istihdam içindeki payı % 28 iken, 1994 yılında bu oran % 18’e düşmüştür. Aynı oran ABD’de 1970 ile 1993 yılları arasında % 27’den % 16’ya, İngiltere’de % 37’den % 20’ye gerilemiştir. 1970 ile 1993 yılları arasında hizmetler sektöründe çalışanların oranı ABD’de % 66’dan % 78’e, İngiltere’de ise % 50’den % 73’e yükselmiştir.10

Günümüzün Gerçekliği: Mülksüzleşme, Esnekleşme/Güvencesizleşme Yukarıda bahsedilen süreç günümüzde de hızlanarak devam ediyor. Emeğin yaratılan zenginlikten aldığı payın düşmesinin ve giderek daha fazla işsizliğin boyunduruğuna hapsolmasının dışında yaşanan bir başka olumsuzluk da üretim süreçlerinde görülen parçalanmaya bağlı olarak ortaya çıkan esnekleşme ve güvencesizleşme11 olgusu. Dahası, yukarıda da ifade edildiği üzere kapitalizmin 1970’lerde içine girdiği krize paralel olarak ortaya çıkan güvencesizleşme/esnekleşme olgusu, neredeyse norm haline geliyor. 1970’lerin ortasında Avrupa ülkelerinde ücretli çalışanların yaklaşık % 80’inin süresiz iş sözleşmeleriyle çalışıyor olmalarına karşılık günümüzde iş sözleşmelerinin üçte ikiden fazlasının süreli ve geçici olması ya da Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 2004 yılında 90 ülkede gerçekleştirdiği bir çalışmada elde ettiği verilere göre, işçilerin yaklaşık % 73’ünün güvencesiz çalışması bu konudaki önemli göstergelerdir.12 Sadece ABD’de 2012 Mart ve Eylül ayları arasında yarı zamanlı (part-time) çalışan işçilerin sayısında bir milyona yakın artış gerçekleşmesi, ki söz konusu rakam ilgili dönemde yaratılan istihdam olanaklarının % 87’sine denk geliyor, bu konudaki bir başka göstergedir.13

Yukarıda aktarılanlar paralelinde sermaye giderek daha çok birikirken ücretli çalışanların kazanımları önemli ölçüde budanıyor. Bu durumun göstergelerinden ilki, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Japonya ve diğer “gelişmiş” ülkelerde emek gelirlerinin azalır vaziyette olmasıdır. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerinin ortaya koyduğu üzere, kapitalizmin krizinin patlak verdiği 1970’lerin ortalarından 2010 yılına kadar emeğin yaratılan gelirden aldığı pay, küçük çaplı konjonktürel farklılaşmalar haricinde, düzenli olarak azalıyor. Örneğin 1970’li yılların ortasından 2010 yılına kadar olan zaman diliminde emeğin yaratılan gelirden aldığı pay Japonya’da % 80’den %65’e; ABD’de % 70’ten % 63’e; Almanya’da ise % 73’ten % 64’e14 geriliyor.15

10 Ersoy, M. (2001) “Sanayisizleşme Süreci ve Kentler”, Praksis, Sayı 2, s. 32-53. 11 Şebnem Oğuz güvencesizleşme ve esneklik kavramları arasındaki farkı ve ilişkiyi şu şekilde ifade ediyor: “Esneklik kavramı, sermayenin işçileri istediği zaman, istediği kadar ve istediği biçimde istihdam etme serbestisine sahip olmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla esneklik somut ifadesini, işgücü piyasasının kuralsızlaştırılması ve parçalanması yoluyla kısa süreli, yarı-zamanlı, geçici, sözleşmeli, mevsimlik, düzensiz çalışma gibi farklı istihdam biçimlerinin yaygınlaştırılmasında bulur. Güvencesizlik ise, temelde iş güvencesinden ve sosyal haklardan yoksun olma ve bu nedenle sürekli olarak gelecek kaygısıyla yaşama anlamına gelir. Bu anlamda, sadece çalışma koşullarındaki değil, bir bütün olarak yaşama koşullarındaki belirsizlikle tanımlanır”; Oğuz, Ş. (2012) “Sınıf Mücadelesinde Özne Sorunu: Proletarya mı, Prekarya mı?”, Ö. Göztepe (Der.) Güvencesizleştirme: Süreç, Yanılgı, Olanak, Ankara: Nota Bene Yayınları içinde, s. 229-250, s. 229. 12 Bora, T. ve N. Erdoğan (2011) “Cüppenin, Kılıcın ve Kalemin Mahcup Yoksulları: Yeni Kapitalizm, Yeni İşsizlik ve Beyaz Yakalılar”, T. Bora, A. Bora, N. Erdoğan, İ. Üstün (der.) “Boşuna mı Okuduk?” Türkiye’de Beyaz Yakalı İşsizliği, İstanbul: İletişim Yayınları içinde. s. 22-23; Oğuz, ibid.. 13 International Labour Organization (ILO) (2013a) Global Employment Trends: Recovering From a Second Jobs Dip, Geneva: International Labour Office, s. 36. 14 Rakamlar, yaklaşık değerlerdir. 15 International Labour Organization (ILO) (2013b) Global Wage Report: Wages and Equitable Growth, Geneva: International Labour Office, s. 43.

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359.

Emeğin yaratılan gelirden aldığı payın gerilemesi, sadece kapitalistleşme sürecine erken eklemlenen ülkelerde değil, geç eklemlenen ülkelerde de görülen bir durum. Nitekim, emek gelirlerinin yaratılan toplam gelir içindeki payı, “gelişmekte olan” ya da “yükselen” ekonomiler olarak tanımlanan ülkelerde, kapitalizmin krizinin başlangıcı olarak kabul edilen 1970’lerin ortalarında yaklaşık % 70 iken 2006’ya gelindiğinde yaklaşık % 53’e geriliyor. Bir başka ifadeyle, 1970’lerin ortalarında başlayan süreç, Marx’ın yukarıda aktardığımız ifadeleri ile tutarlı bir gelişme gösteriyor.16

Sermayenin 1970’lerin krizi sonrasında emeğin kazanılmış haklarına el koyması süreci genel bölüşüm göstergelerinin dışındaki kimi parametrelere bakılarak da incelenebilir. Bunlardan ilki, saat başına verimlilik ile reel ücretler arasındaki fark. Gene ILO verilerine başvurulduğunda, saat başına verimlilik ve reel ücret ilişkisinin, ABD’de kapitalizmin altın çağı olarak tanımlanan 1940’ların başı ile 1970’lerin başı arasındaki süre zarfında başabaş giderken, 1970’lerin krizi ile birlikte belirgin bir şekilde işçi sınıfı aleyhine değiştiği görülüyor. Bir başka ifadeyle, kapitalizmin 1970’lerdeki krizinden bu yana, ABD’de işçi sınıfı bir yandan giderek daha ucuza çalışıyor, diğer yandan da her saat başına daha fazla üretim gerçekleştiriyor. ABD’de 1980 – 2010 yılları arasında, tarım dışı işletmelerde saatlik emek üretkenliğindeki artışın % 85 olarak gerçekleşmesine karşın, saatlik reel ücretlerdeki artışın % 35’te kalması bu konudaki önemli göstergelerden birisi.17

Söz konusu eğilim de, yani emekçilerin saat başına elde ettikleri kazancın düşmesine karşılık, üretkenliklerinin artıyor oluşu da sadece kapitalist sistem içerisinde İkinci Dünya Savaşı sonrasında tartışmasız bir üstünlük elde eden ABD için geçerli değil. Tersine, özellikle son yıllarda, “gelişmiş ülke” olarak tanımlanan ekonomilerin hepsine sirayet etmiş durumda. Nitekim, 1999 yılından bu yana bahsi geçen ülkelerde, emek üretkenliğindeki artış ücretlerdeki artışın iki katından daha fazla.18 Öte yandan, bu durum aynı zamanda, bir zamanlar vahşi kapitalizm olarak etiketlenen Anglo-Sakson kapitalizmi ile güler yüzlü kapitalizm olarak sunulan Avrupa kapitalizmi arasındaki biçimsel farkın, birincisi lehine ortadan kalktığının önemli kanıtlarından birisini oluşturuyor.

Marx Kapital’de aşırı nüfus artışının, emeğin üretkenliğindeki gelişmeden bağımsız ele alınamayacağını, tersine bu gelişme ile hızlandırılacağını belirtir ve ekler: “Bir ülkede kapitalist üretim tarzı ne denli gelişmiş ise, nispi aşırı-nüfus da o denli gözle görülür hale gelir”.19 Sermayenin birikiminin, aynı zamanda ölü emeğin birikimi olduğunu da ortaya koyan bu süreç, bir yandan yaşamımızın her alanının sermaye birikiminin nesnesi haline gelmesine yol açarken, diğer yandan da küçük üreticilerin/meslek sahiplerinin mülksüzleşerek emek gücünü satmak zorunda kalan emekçiler ya da bunu da her koşulda gerçekleştirme imkânı bulamayan işsizler haline gelmesine yol açar.20 2007 yılında ABD’de konut piyasası krizi olarak tanımlansa da kapitalizmin yapısal dinamiklerinden bağımsız ele alınamayacak olan krizin başlangıcından bugüne,21 dünyada işsiz sayısının, bir başka ifadeyle yedek emek 16 ILO, Global Wage Report, s. 44. 17 ILO, a.g.m., s. 46. 18 ILO, a.g.m., s. 46 - 48. 19 Marx, a.g.e., s. 210. 20 Bahçe, S. ve A. H. Köse (2010) “Krizin Teğet Geçtiği Ülkeden Krize Bakış: Teorinin Naifliği, Gerçekliğin Kabalığı”, Praksis, Sayı 22, s. 9-42, s. 21. 21 Gaye Yılmaz (2010: 128) söz konusu krizi, genel olarak metaların satılamayıp istiflenmesinden çok, sermayenin yeniden üretim sürecindeki tıkanıklıktan kaynaklanan para-sermayenin aşırı birikimi üzerinden açıklar ve ekler: “Paranın temel kaynağının meta üretimi olduğu hatırlandığında bütün dünyada hızla düşen faiz oranlarının yanısıra ABD’deki para arzının 2008’in ilk 12 ayında ikiye katlanmış, yani yüzde 100 artmış olması da aşırı birikimin somut görüngüleri arasındadır. Para arzının ulaştığı bu büyüklük, ülkede 1910 ile 2007 yılları arasındaki 100 yıllık dönem[in] para arzı artışları toplamına neredeyse eşittir”; Yılmaz, G. (2010) “Para-Meta-Finans Bulmacasında 2008 Krizini Anlamak”, Praksis, Sayı 22, s. 109-129, s. 128.

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359. ordusuna katılan insan sayısının, 27 milyon artması ve bu süreçte dünyadaki işsiz sayısının yaklaşık 200 milyona ulaşması bu durumun önemli bir göstergesidir.22 Uluslararası kuruluşların da kabul ettiği üzere dünyada yapısal işsizlikte daha fazla artış bekleniyor oluşu ya da yedek emek ordusuna eklenenlerin işsiz geçirdikleri sürenin günden güne daha da artıyor oluşu bu konudaki başka göstergelerdir.23

Marx ve Engels Manifesto’da, burjuvazinin iktidarı aldığı her yerde feodal, pederşahi, duygusal ilişki olarak ne varsa hepsine son verdiğini belirttikten sonra ekler:

İnsanı ‘doğal efendileri’ne esir eden karmaşık feodal bağları hiç acımadan kopardı ve insanla insan arasında soğuk menfaat ve ‘peşin ödemeden’ başka bir bağ bırakmadı. Burjuvazi, dini inancın ateşli ve kutsal heyecanını, şövalyelik ruhunu, duygusallığı, bencil hesabın buzlu sularında boğdu. Burjuvazi, kişisel değeri bir mübadele değeri haline getirdi ve bin bir güçlükle elde edilmiş sayısız özgürlüklerin yerine o biricik ve insafsız özgür ticareti koydu. Bir kelimeyle dini ve politik aldatmaların maskelediği sömürü yerine zorba utanmaz, doğrudan doğruya çıplak sömürüyü koydu. Burjuvazi, o zamana kadar itibar gören ve kutsal bir saygıyla karşılanan mesleklerin nişanelerini koparıp attı. Hekimi, hukukçuyu, papazı, ozanı, bilim adamını, hepsini, kendisinin ücretli hizmetlileri haline getirdi.24

Manifesto’da çizilen bu tablo günümüzde neredeyse tamamen gerçekleşmiş durumda. Sermayenin kendisine yeni kâr alanları yaratması sürecinde, geçmişte kamunun elinde olan birçok üretim alanının sermaye tarafından ele geçirilmiş olmasına ya da sermayenin merkezileşme ve yoğunlaşma eğilimine bağlı olarak, eğitimden sağlığa birçok alanda önemli bir işçileşme dalgası yaşanıyor, küçük çiftçilerden avukatlara, hekimlere kadar çok sayıda meslek grubu işçileşme süreci ile karşı karşıya kalıyor. Dahası, milyarlarca insan, bugün “lüzumsuz nüfus” kategorisine alınarak gözden çıkarılıyor.25 Nitekim Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın açıkladığı üzere, üretilen gıdaların neredeyse yarısının çöpe gittiği günümüz dünyasında, yaklaşık 1 milyar insan açlıkla mücadele ediyor26, yaklaşık 2,5 milyar insan günde 2 dolardan az bir gelirle yaşamını sürdürmeye çalışıyor, 850 milyonun üzerinde bir nüfus kronik besin yetersizliğinden muzdarip ve her saat 180 çocuk açlıktan 1200 çocuk da önlenebilir hastalıklardan dolayı hayatını kaybediyor.27

Tarihin Değil Ama Sermayenin (İnsanlığa) Vaatlerinin Sonu Bu noktada bütün bunların, en geniş manada, yani kapitalizmin insanlığa sundukları bağlamında, ne anlama geldiğinin sorunsallaştırılması önemli. Böyle bir sorunsallaştırmada vurgulanması gereken noktalardan ilki, gerek ortaya çıktığı süreçlerde gerekse kökten yeniden yapılanma dönemlerinde kapitalizmin insanlığa vaat ettikleri ile açığa çıkan gerçeklik arasındaki açının genişliği.

22 ILO, Global Wage Report… s. 3. 23 ILO, Global Employment Trends…, s. 16, 33-35. 24 Marx, K. ve F. Engels (1995) Komünist Manifesto, Yay. Haz. E. Dilli, İstanbul: Ulusal Kültür, s. 33. 25 Bora ve Erdoğan, a.g.m., s. 29. 26Angus, I. (2009) “Ecosocialism: For a Society of Good Ancestors!”, http://climateandcapitalism.com/2009/04/21/capitalism-ecosocialism-and-the-fight-for-a-society-of-good-ancestors/, [Erişim Tarihi, Ağustos 2013]. 27 Angus, I. (2012) “The Spectre of 21st Century Barbarism”, http://climateandcapitalism.com/2012/08/20/the-spectre-of-21st-century-barbarism/, [Erişim Tarihi, Ağustos 2013].

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359.

Sermayenin Yarattığı İlk Hüsran: “İlerleme” Fikri Malum, pusulacılık, haritacılık, okyanus geçebilen gemilerin inşası, ateşli silahların gelişimi ve benzeri gelişmelerin akabinde yaşanan coğrafi keşiflerin en önemli etkisi, düşünsel hayatta bilinebilir/tanınabilir bir dünyaya olan inancın artması olur. “Aydınlanma” kavramı ile sonuçlanan bu döneminin en önemli etkisi ise, dinin ve kilisenin sosyal hayattaki belirleyiciliğinin azalmasıyla beraber rasyonel akıl kavramının ön plana çıkışıdır. Toplumsal ilişkilerin açıklanmasında doğa kanunlarının geçerli olacağı anlayışına yaslanan pozitivizmin ön plana çıkmaya başladığı bu dönemde yaşanan önemli gelişmelerden birisi de, doğa kavramının yerleştirildiği üst konumun da etkisiyle, müdahale edilmemesi gereken bir doğal düzen anlayışının gelişimi olur.28

Aydınlanma süreci ile birlikte yaşanan bütün bu düşünsel gelişmeler, kapitalizmin bir toplumsal ilişki olarak sorgulanmamasının ve yayılmacı pratiğinin meşruiyetinin en önemli zeminini oluşturur. Tam da bu bağlamda, yani kapitalist üretim ilişkilerinin aşağıda kısaca değinilecek olan tahribatının yarattığı etkinin sorgulanmamasında, “ilerleme” kavramı oldukça önemli bir rol üstlenir. Dönemin neredeyse bütün entelektüel birikiminin kapitalizmin evrenselliğine ve tüm toplumların aynı yönde evrildiği fikrine dayanıyor olması da bu konudaki bir başka olgudur.29 Bu durum, klasik iktisatçıların, ama özellikle de Adam Smith’in çalışmalarında oldukça net bir şekilde görülür. Nitekim Smith’in yaklaşımında, kendi döneminde sömürge olan toplumların karşı karşıya kaldığı yoksulluk, gelişmemişlik, sanayi üretimi konusundaki gerilik gibi koşullar, bu toplumların yeterli sermaye birikimine sahip olmayışları, geniş bir pazara sahip olmayışları, yeterince rasyonel olmayışları gibi içsel dinamikliklerle açıklanır. Gelişmeyi önleyen söz konusu içsel kısıtların ortadan kaldırılmasının en önemli koşulunun ise, bu toplumların modern dünya ile girecekleri serbest ticaret ilişkisi olduğu vurgulanır ki Smith’e göre böyle bir ilişkiden her iki taraf da kazançlı çıkacaktır.30 Oysa Başkaya’nın31 da belirttiği üzere

“[g]elişmiş-gelişmemiş” kutuplaşmasının ilk ortaya çıkışı, sanayi devrimi öncesinde, Kristof Kolomb’un macerasıyla başlayan, merkantilist kapitalist yayılma dönemi XVI-XVIII. yüzyıllar arasına rastlıyor. Bu, Avrupa’da, ulus-devletlerin ortaya çıktığı dönemdir. Esas itibariyle Prensle [Hükümdar] Tacir [Marchand] sınıfı iktidarına dayanan bu yeni egemenlik sistemine, birbirine bağlı ve birbirini tamamlayan iki süreç eşlik edecekti: Avrupa dışı dünyanın Avrupa’ya bağımlı [tâbî] hâle gelmesi ve sömürgecilik sisteminin sonucu olan ticaret üçgeni [commerce triangulaire] çerçevesinde eşit olmayan bir uluslararası işbölümünün dayatılması.

En önemli çalışmasına uygun gördüğü başlığın Ulusların Zenginliği olmasının da işaret ettiği üzere, (toplumsal) zenginliğin kaynağını araştıran Adam Smith,32 sorusunun yanıtlarını,

28 Gulbenkian Komisyonu (1998) Sosyal Bilimleri Açın, Çeviren Şirin Tekeli, İstanbul: Metis Yayınları, s. 11- 36; Harvey, Postmodernliğin Durumu, s. 270-290, Kazgan, G. (1974) İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, İstanbul: Bilgi Yayınevi, s. 45 - 60. 29 Türkay, M. (2002) “Üçüncü Dünya” Var mıydı? Ulusal Kalkınma Mümkün mü?, http://www.antimai.org/eko/mturkay1.htm, [Erişim Tarihi, Ağustos 2013].. 30 Türkay, M. (1994) Gelişme İktisadı: Ekonomik Büyüme Merkezli Yaklaşımın Yükseliş ve Gerilemesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi SBE. 31 Başkaya, F. (2011) Yeni Paradigmayı Oluşturmak: Kapitalizmden Çıkmanın Gerekliliği ve Aciliyeti Üzerine Bir Deneme, Ankara: Özgür Üniversite, s. 76. 32 Smith çalışmasının başlangıcında amacını: “Büyük halk kitlesinin gelirini oluşturan şeylerin neler olduğunu ya da farklı çağlarda ulusların yıllık tüketimini karşılayan kaynakların niteliğinin ne olduğunu açıklamak” sözleri ile

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359. sermaye birikimi, işbölümü, emek değer kuramı, mübadele gibi kavramlardan hareketle bulmaya çalışır.33 Smith’in düşüncesinde, toplumsal ürünün artışının kaynağı olan kâr oranlarının artmasını sağlayacak yasal ve kurumsal düzenlemelerin hayata geçirilmesi yaşamsal bir gerekliliği oluşturur. Smith’in bu çerçevede önerdiği politikalar, toplumsal ilişkileri herkesin refahının maksimum olacağı bir dengeye doğru yönlendiren görünmez elden doğal düzene uzanan bir dizi metafora yaslanır.34

Oysa sonuç başta Smith olmak üzere, dönemin entelektüellerinin resmettiğinden çok daha farklı olur. Üretim sürecinde makine kullanımının artışı, kas gücünün vazgeçilmezliğini ortadan kaldırırken, çocuk istihdamı önemli ölçüde artar; giderek, yaş ve cinsiyet farkı gözetmeden işçi ailelerinin tüm üyeleri sermayenin egemenliği altına girer.35 Süreç, işçi sınıfının yalnızca bileşiminde değil çalışma koşullarında da önemli farklılaşmalar yaratır. Nispi artı değerin artması, emek gücünün yeniden üretimi için gerekli metaların fiyatlarının, dolayısıyla, emek gücünün değerinin düşmesi, işgününün alabildiğine uzaması ve emek sürecinin daha da yoğunlaşması bunlardan ilkidir.36 Tarımda yaşanan modernizasyonun toprağın verimliliğini arttırması sonucunda nüfusun büyük şehirlerde toplanmaya başlaması,37 kırda bağımsız küçük çiftçilerin yerini kiracı çiftçilerin alması, ortak toprakların yağmalanması sonucunda sermaye çiftliklerinin ortaya çıkması ve kırsal nüfusun sanayi proletaryasına dönüşmesi ikinci gelişmedir.38 Bu süreçte açığa çıkan üçüncü olgu ise, eski toplumsal dokunun dağılmasına paralel olarak, topraklarından zorla koparılan çok sayıda insanın proleterleşmenin de ötesine geçerek dilencileşmesi ya da “serseriler” haline gelmesidir.39

Tam da yukarıda aktarılanlar nedeniyle, Tembellik Hakkı’nda, sermaye sözcülerinin tahayyül ettiği “ilerleme” fikrinin yalnızca ama yalnızca sermayenin daha fazla birikmesi bağlamında bir ilerlemeye tekabül ettiğini vurgulamak için “Ey burjuvazinin devrimci ilkelerinin acınası başarısızlığı! Ey ilerleme Tanrısı’nın iç karartıcı armağanı!” diye haykırdıktan sonra, ekler P. Lafargue: “(…) Bir köyün orta yerinde fabrika kurmaktansa, oraya veba tohumları saçmak, su kaynaklarını zehirlemek daha iyidir. Fabrika işçiliğini başlatın ne neşe kalır ortada, ne sağlık ne özgürlük (…)”40

Sermayenin Yarattığı İkinci Hüsran: “Sanayileşme”, “Kalkınma”, “Büyüme”

Kuşkusuz, benzeri argümanlar, kapitalizmin bir başka kritik dönemi olmakla birlikte, meşruiyetinin bu defa “kalkınma”, “sanayileşme” ve benzeri kavramlarla sağlanmaya çalışıldığı İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemi için de dile getirilebilir. Birleşik Krallık’ın hegemonyasını yitirmeye başladığı, kapitalistleşme sürecine görece geç eklemlenen Almanya, Japonya ve ABD gibi ülkelerin sistem içerisindeki hegemonyayı ele geçirme arayışı koşullarında yaşanan I. Dünya Savaşı ve bu sürecin mantıki sonuçlarının görünür olduğu II. Dünya Savaşı sonrasının atmosferinde ABD, yeni hegemonik güç olarak ortaya çıkar. ifade eder; bkz Smith, A. (2001) Ulusların Zenginliği, Çevirenler A. Yunus ve M. Bakırcı, İstanbul: Alan Yayınları, s. 15. 33 Savran, S. (1979) “Siyasal İktisadın Eleştirisi”, Birikim, Sayı 49, s. 1-30, s. 30. 34 Türkay, a.g.e., s. 10-11; Çaklı, S. (1998) İktisat Politikası Düşüncesinin Evrimi, Ankara: Gazi Kitabevi, s. 10-49. 35 Marx, K. (2004) Kapital Cilt I, Çeviren A. Bilgi, Ankara: Sol Yayınları, s. 380. 36 Marx, a.g.e., s. 393; Marx, Kapital Cilt III, s. 390. 37 Marx, Kapital Cilt I, 481–482. 38 Marx, a.g.e., s. 689. 39 Marx, Kapital Cilt III, s. 544–546; Engels, F. (1997) İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, Çeviren Y. Fincancı, Ankara: Sol Yayınları, s. 340-342. 40 Lafargue, P. (1996) Tembellik Hakkı, Çeviren V. Günyol, İstanbul: Telos Yayıncılık, s. 29.

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359.

Kapitalizmin durgunluk ve kriziyle birlikte açığa çıkan hegemonya sorununun çözülemediği bu süreçte, yine bu soruna bağlı olarak ileri sürülen “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” kavramının sömürgeciliğin tasfiyesini gündeme getirdiği bir atmosferde, Soğuk Savaş’ın eski sömürgeler üzerinden ortaya çıkardığı rekabete bağlı olarak kapitalist bloğun kullanıma soktuğu “gelişme”, “sanayileşme” ve “ekonomik büyüme” kavramları, iktisadi ve politik atmosferin şekillenmesinde önemli rol oynar.41 Ancak, buraya kadar aktarılanların da gösterdiği üzere, söz konusu kavramların operasyonel kılınmasının ardından yaşananlar, kapitalist sistemin uluslararası ölçekteki yapılanmasına da denk düşen bu önerilere rağmen kapitalizmin erken dönemlerinde yaşananlardan faklı değildir.42 Başkaya’nın43 da belirttiği üzere

[e]sasen ikinci savaş sonrası dönem, kapitalizmin tarihinde bir parantezdi. İlk defa emekçi sınıflar, mütevazı toplum kesimleri, ezilen halklar lehine görece olumlu bir ‘güç dengesi durumu’ ortaya çıkmıştı. Böyle bir dengenin oluşmasında; faşizmin yenilmesi, Sovyet sisteminin bir çekim merkezi haline gelmesi, sömürge halklarının sömürgeciliğin ‘klasik’ biçimine başkaldırmış olmaları başlıca açıklayıcı faktörlerdi. Böylesi bir güç dengesi durumu özellikle dönemin tartışmasız hegemonik gücü olan ABD’yi “çevreleme veya kuşatma liberalizmi” denilen bir strateji benimsemeye ‘zorlamıştı’. Talep yönlü kamu müdahalelerinin de etkisiyle kapitalizm tarihinin en uzun ve ‘sorunsuz’, istikrarlı büyüme dönemini savaş sonrası 30 yılda yaşadı… Bu, ‘herkesin Keynesçi olduğu’ bir otuz yıldı. Kapitalizm genişlemesini sürdürdükçe hem refah devleti modeli geçerli olmaya, hem de (ve kısmen) hegemonik güç olan ABD’nin sözünü ettiğimiz ‘komünizmi kuşatma’ stratejisinin de bir sonucu olarak, Üçüncü Dünya da denilen, dünya kapitalizminin periferisinde yer alan ülkelerde ‘ulusal kalkınmacı büyüme modeli’ geçerli olmaya devam edecekti. Ne ki, burjuva iktisatçılarının ve politikacılarının ‘krizlerin geride kaldığına’ dair kuruntuları uzun sürmeyecekti. Kapitalizmin krizinin 1974-1975’ten itibaren yeniden genelleşmesi ve tüm emperyalist ülkeleri etkisi altına almasıyla, artık ‘balayı dönemi’ son buluyordu. Dolayısıyla savaş sonrası genişleme döneminin sona ermesi, ekonomiye ve ekonomi yönetimine dair kabullerin, ya da paradigmanın sonu demekti… Bir önceki dönemde hastalığı tedavi maksadıyla verilen ilaç artık hastalığın nedeni olarak ilan edilebilirdi… Ve yeni slogan “daha az devlet daha çok özel teşebbüs”tü. Bu ana sloganı ikinci derece dört slogan izleyecekti: Liberalizasyon, deregülasyon, privatizasyon, sermayeden alınan vergilerin düşürülmesi.

Bir başka ifadeyle, kalkınma, modernleşme, sanayileşme gibi kavramlarla kendi meşruiyet zeminini kurmaya çalışsa da sermaye, kendi suretinde bir dünyayı yaratmaya devam eder, etmektedir ve F. Fukuyama’nın “tek tek toplumlar ve küresel topluluk için, devletin güçten düşmesi bir ütopyanın değil felaketin başlangıcıdır”44 sözlerinin de gösterdiği üzere, yaygın söylemin aksine, bu süreçte devlete de önemli bir rol biçilir.

Liberalizmin Sınırları Çalışmanın başında, dünyanın son çeyrek yüz yılı aşan bir zamandır –liberalizmin geçerli koşullarda yeniden formülasyonu anlamında kullanılan- neoliberalizmin hegemonyası altında yaşadığı vurgulanmıştı. Günümüzde sermaye temsilcileri, “başka bir alternatif yok” vurgusuyla, neoliberalizmi bir nevi “doğal düzen” mertebesine yükseltirken, kimileri de 41 Türkay, “Üçüncü Dünya” Var mıydı…”. 42 Türkay, a.g.m.. 43 Başkaya, F. (2000) Küreselleşmenin Karanlık Bilançosu, Ankara: Özgür Üniversite, s. 98-101. 44 Fukuyama, F. (2004) Devlet İnşası: 21. Yüzyılda Dünya Düzeni ve Yönetişim, İstanbul: Remzi Kitabevi, s. 141.

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359. neoliberalizmi liberalizmden, liberalizmi ise tarihsel bağlamından kopararak, sivil toplumun gelişmesini ya da özgürlükleri odağa alarak siyasal liberalizm-iktisadi liberalizm ayrımından hareket ediyor.

Siyasi liberalizm-iktisadi liberalizm ayrımının anlam kazandığı/bulduğu tarihsellik İngiliz Devrimi’dir. Bu dönüşümün kendine has özelliklerinin süreç içinde kapitalizmin yayılmasıyla “evrensel” bir durum olarak ileri sürülmüş olması, bu durumun anlaşılmasında kritik bir öneme sahiptir. Burada bir netlik sağlamak gerekirse üzerinde durmamız gereken husus burjuvazinin “özgürlük” talebinin eşzamanlı olarak iki farklı pozisyona yönelik olarak değerlendirilmesinin/yorumlanmasının önemidir. Burjuvazinin siyasi özgürlük talebi, aristokrasinin tanrısal bir hak olarak kullandığı “egemenlik hakkı”na karşı bir varoluş talebidir ve kendi tarihsel bağlamında değerlendirilmelidir. Bu hakkın tesis edildiği aşama ki bu bir anlamda sembolik meşruiyetin sağlanmasını mümkün kılan bir eşiktir ve burjuvazinin bağlı bütün diğer taleplerinin niteliğini de değiştirerek geleceğe yönelmesi, diğer bir deyişle taleplerin geleceğe dönük formüle edilmeleri anlamına gelir. Bu durum burjuva rasyonalitesi içinde anlam kazanıp, bu rasyonalite çerçevesinde operasyonel hale gelecektir. Dolayısıyla bu çerçeveden bakıldığında siyasi liberalizm-iktisadi liberalizm gibi bir ayrımdan kaynaklanan farklılıkların bu halleriyle ilk kez telaffuz edildiklerinde denk düştükleri gerçeklik, zaman içinde kapitalizmin rasyonalitesinin gerekliliklerine göre birleşmiş, uyumlu hale gelmiştir. Siyasi liberalizm, yönetme ve/veya egemenlik ilişkisi tanrısal bir hak olmaktan çıkartıp ‘insanlar’ arası bir sözleşmeye bağlayarak eş zamanlı olarak üretim araçlarının özel mülkiyeti özgürlüğünü de kapsayan bir duruşa sahip olmuştur. Bu ilişki, esas olarak siyasi ve iktisadi liberalizmi bir diğerine uyumlu hale getirerek, liberalizmin kapitalizmin kurucu ideolojisi haline gelmesini mümkün kılmıştır. Bu aşamada önemli olan, oluşan bu birlikteliği bütünsel bir analiz çerçevesinde ele almak ve analizin sonraki aşamalarında izlenebilir kılmaktır. Bütünsel analizin kritik noktası karşılıklılığı göz önünde bulundurarak siyasi olanla iktisadi olanın bağlam ve sınırlarını görünür kılmaktır. Dolayısı ile buradaki karşılıklılık bir tarafı diğerinden bağımsız düşünemeyeceğimiz anlamındadır.

Siyasi liberalizm ile iktisadi liberalizmin ortaya çıkmaları arasındaki zaman farkının bugün yapılan bir değerlendirme açısından nasıl bir anlamı olabilir? Zaman, hiçbir şeyi kaybetmez, kaydeder. Bunu yaparken de bir diğeri ile olanlar arasındaki bağı, kullanılan yönteme göre kurar ve görünür hale getirir. Elbette zaman kendi başına işleyen bir süreç değildir. Zamana anlamını veren söz konusu süreçte geçerli olan güç ilişkileridir. Bu çerçevede yukarıdaki analizin dayandığı yöntemsel kabuller güç ilişkilerinden bağımsız düşünülemez. Böyle bir noktada, operasyonel hale gelen felsefi ve buradan türeyen siyasi dil yöntemsel kabullerine göre taraf olacaktır.45

Buraya kadar yazılanların kısıtlı çerçevesi akılda tutulduğunda kritik bir soru ile karşılaşırız: Liberalizmin yüzleri bir diğerinden hangi tarihsellikte ayrışır, hangi tarihsellikte bir diğerini tamamlar ve eski olan ile bağlarını koparır? Liberalizmin her bir durumunun kendi tarihselliği içinde değerlendirilmesi asgari müşterekleri ortadan kaldıran bir durum ya da anlayış olarak değerlendirilmemelidir. Çünkü her durumda liberalizmin olmazsa olmaz kabul edilen ilkeleri, operasyonel hale geldikleri toplumsal ve tarihsel ilişki seti olarak kapitalizmin yapısal ilişki ve özelliklerine tekabül ederler. Tarihsellikler kendi başlarına farklı “zaman”lar üzerinden okunacağı için, yukarıda vurgulanan yapısal özellikler, kendi başlarına değil o zaman ve mekâna ait özellikler ya da özgünlüklerle etkileşerek anlam ve nitelik

45 Amerikan liberalizmi ve liberalizmin hayatın farklı alanlarına müdahale ve etkisinin bir anlamda içerden okumaları için bkz. Kahn, P. W. (2005) Putting Liberalism In Its Place, Princeton ve Oxford: Princeton University ile Berten, A., P. Silveria ve H. Pourtois (2006) Liberaller ve Cemaatçiler, Çevirenler B. Demir, M. Develioğlu, E. Ergezene, S. Koç, E. Özkaya, Ç. Tanyar, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359. kazanacaklardır. Burada önemli olan tam da yapısal ve özgün olan durum ve ilişkilerin arasındaki karşılıklılığı görüp, birbiri ile ilişkilendirerek anlamaya çalışmaktır. Böyle bir ilişkilendirme bize ne sağlar? Siyasi liberalizmin esas olarak kendi tarihselliğinden kaynaklanan “geriye” ve/veya geçmişe dönük reddini ve yeni olana dair meşruiyet talebini kendi tarihsel pozisyonlarına oturtmamızı sağlayacaktır. Elbette buradan günümüze dair bir dizi soru çıkartmak mümkün ve gereklidir. Bu durumda “idealist” liberalizmi kalkan yapmayan, operasyonel liberallerle karşı karşıya kalırız ki bu durum kendi başına yaşadığımız günün gerçekliğine tekabül eder. Diğer yandan Türkiye’de kendisine liberal diyenlerin bu sıfatı hak edip etmediğinin de en azından liberallerin kendi aralarında tartışma konusu olması gerekir. Ancak, görüldüğü kadarıyla liberallerin kendi aralarında böyle bir sorun ya da uzlaşma görülmemektedir. Bu durum da şaşırtıcı değil çünkü duruma göre kendi pozisyonlarını kollamak liberallerin doğal refleksi haline gelmiştir. Liberaller arasında olan bitenin sınırları bu “oportünist ve/veya pragmatist” tarzla koşullanmıştır.46 Tam da bu noktada, ultra-liberal Friedrich Hayek’in 12 Nisan 1981’de Şili hakkında verdiği röportajındaki şu ifadelerin daha fazla sözü gereksiz kıldığını söylemek mümkün:

Bir diktatörün ülkesini liberal bir biçimde yönetmesi mümkündür. Demokratik bir yönetimin liberalizme en ufak bir hayat hakkı tanımaması da mümkündür. Benim tercihim, liberalizme hiç yer vermeyen bir demokratik hükümetten değil, liberal bir diktatörden yanadır.47

Durum biraz paradoksal görünse de siyasi önermeler arasında kurulan ilişki ortaya doğal bir sonuç çıkarmaktadır: Liberallerin piri Hayek, buyurur ki demokrasi eğer liberalizme yer vermiyorsa tercih edilmemelidir zira önemli olan liberalizmin ilkeleridir. Bu durumda liberalizmin demokrasi yerine diktatörlüklerce hayata geçirilmesi tercih sebebidir. Zaten söyleşide vurgulanan da “liberal diktatörlüktür”. Burada kritik olan bu önerilerin asli muhatabının, en azından ilk aşamada, “azgelişmiş” olarak tanımlanan geç kapitalistleşen ülkelerin olmasıdır. Bu tür bir değerlendirmeyi sadece günümüzün neoliberallerine atfetmek haksızlık olur. Liberallerin atalarından sayılan John Stuart Mill Özgürlük Üzerine48 başlıklı kitabında, kendileri için talep ettikleri “eşitlik-özgürlük-adalet” haklarının, “Batı” dışı toplumlar için fazla olduğunu, bu toplumların olgunlaşana kadar bir vasiye ve otoriter yönetimlere ihtiyaçları olduğunu açıkça yazmıştır. Mill’den Hayek’e, M. Friedman’a dek pek değişmeyen bu söylem kapitalizmin kurucu ideolojisi olan liberalizmin farklı tarihselliklerinin gereğine göre kendi hegemonyalarını kurma yönünde kullandıkları yeni bir dil oluşturma refleksleridir.49

Bu çerçeveden bakıldığında neoliberalizmin pratiği olarak siyasi liberalizmin, sermaye birikiminin gerektirdiği yönde hareket edebilmesinin koşulları dün olduğu gibi bugün de ancak muhafazakâr bir zeminde mümkün olmuştur. Burada tarihsel olarak muhafazakârlık, asli haliyle ‘yeni’ olanı korumak ve sürekliliğini sağlayacak yapıları oluşturup, muhafaza etmektir. Bu elbette tesadüfi bir durum değildir. Keza, Harvey’in50 de vurguladığı üzere, kapitalizmin eski suretlerde farklılıklar yaratması, dolayısıyla kapitalizm öncesine ait önyargıları, kültürleri ve kurumları yok etmekten çok sermaye birikiminin sürekliliğinin

46 Bu konuda bir tartışma için bkz. Wood, E. M. (2006) Sınıftan Kaçış, Çeviren Şükrü Alpagut, İstanbul: Yordam Yayınları, s. 191-225. 47 Bowles, S. ve H. Gintis (1996) Demokrasi ve Kapitalizm, Çeviren Osman Akınhay, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 43. 48 Mill, J. S. (1985) Özürlük Üstüne, Çeviren A. Ertan, İstanbul: Belge Yayınları, s. 21-22. 49 Neoliberalizme dair bu bağlamda yapılan tartışmalar için bkz. Clarke, S. (2005) “The Neoliberal Theory of Society”, Filho, A. S. ve D. Johnson (ed.) Neoliberaism: A Critical Reader, London: Pluto içinde, s. 50-59 ve Harvey, D. (2005) A Brief History of Neoliberalizm, Oxford: Oxford University. 50 Harvey, D. (2008) Sermayenin Sınırları, Çeviren U. Balaban, Ankara: Tan Yayınları, s. 500.

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359. garanti altına alınması için bunlara yeni işlevler ve anlamlar yükleyerek dönüştürmesi, onun doğasına aykırı bir durum teşkil etmemektedir. Bu bağlamda, günümüzde, muhafazakârlığın içinde barındırdığı şiddet unsurunun mevcut sistemin muhafazası için seferber edildiğini söylemek fazlasıyla mümkün. Bu seferberliğin farklı toplumlarda farklı biçimlerde ancak aynı yönde benzer muhafazakâr eğilimlerle açığa çıkması kadim ikilem olan modern-geleneksel ayrımını flulaştırmıştır. Ancak, süreç kendi kapitalist rasyoneline göre işlemeye devam etmekte ve bu türden ikilemlerin olup biteni anlamayı zorlaştırıcı, karşılığı olmayan kabuller olduğunu kendiliğinden ortaya çıkartmaktadır. Türkiye’nin yaşadığı süreç de bu çerçevede anlam kazanmaktadır.

Türkiye’de Kapitalist Gelişme Süreci İçin Bir Çerçeve Önerisi Türkiye’de kapitalizmin gelişme süreci ve bu sürece hükmeden dinamiklerin anlaşılması dün olduğu gibi bugün de Türkiye’deki muhalif/eleştirel yazının üzerinde çok konuştuğu, her perspektifin bugüne dair “tespitlerini” üzerine inşa edecek kadar önemli gördüğü, ancak buna rağmen yeterince hesaplaşmadığı bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Türkiye’de genel olarak muhalif, eleştirel kesimin önemli bir kısmının eksik ve yetersiz bir ezber üzerinden anlamaya çalıştığı kapitalistleşme sürecine dair değerlendirmeler, büyük ölçüde tarihsiz, kısa dönemli amaçlara hizmet etmek üzere kurulmuştur ve kurulmaktadır. Elbette bu durumun birbirinden bağımsız olmayan, ancak, farklı bağlamlarda yer alan bir dizi nedeni vardır. Bugün muhalif, eleştirel kesim, sembolik olarak 12 Eylül 1980 darbesiyle başlayan yenilgi ve gerileme sürecini ağır bir biçimde yaşarken –ki bu durumun daha da kötüleşmemesinin hiçbir garantisi yok- kendi gündemini belirleyememenin neden olduğu bu zafiyet durumu daha da derinleştirebilir görünüyor.

Türkiye’nin kapitalistleşme sürecine dair yapılan değerlendirme ve tespitlerde bugün hala tartışılan ve “sorun” haline gelen/getirilen temalardan başlıcaları, 1920’li yılların sınıf kompozisyonu, gerçekleştirilen mücadelenin antiemperyalist olup olmadığı, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin bir süreklilik mi yoksa bir kopuş mu olduğu ve bu süreçte devletin işlevinin ve pozisyonunun ne olduğu gibi birbirleriyle içsel bağlantıları olan sorular/sorunlar olarak belirmektedir. Bu yazının sorun alanının dışında olmakla birlikte kısa bir değinmede bulunmak gerekirse, en kaba haliyle bakıldığında üç ana tartışma aksı karşımıza çıkmaktadır. İlki ilgili alanlara sadece resmi ideolojiden hareketle yaklaşan analizler. İkincisi ilgili alanlara sadece kapitalizmin egemen ideolojisi üzerinden yaklaşan analizler. Üçüncüsü ise her durumda resmi ideolojinin sınırlarının egemen ideoloji tarafından belirlendiği kabulünden hareket eden tarihsel-bütünsel analizler.51

İlk iki yaklaşımın sakıncalarının anlaşılmasına ve aşılmasına olanak sağlayacak olan zemin, tarihi “tarihselliği” içinde okuyan bütünsel bir yaklaşımdır. Diğer bir ifadeyle, “tarihsiciliğe” düşmeden, zaman ve mekân boyutunu akılda tutarak, kapitalizmin yapı ve

51 Söz konusu tartışmalar için bkz. Türkay, M. (1998) “Türkiye’de Egemen İdeoloji-Resmi İdeoloji İlişkisine Bir Yaklaşım”, Birikim, Sayı 105/106, s. 50-56, Türkay, M. (2003) “Türkiye’de Kapitalizmin Gelişme Dinamikleri”, Z. K. Özatalay (Yay. Haz.) İktisat’ın Dama Taşları III: Ekoller, Kavramlar, İz Bırakanlar, İstanbul: İFMC içinde, s. 7-39 ve Türkay, M. (2009) “Türkiye’de Kapitalist Sermaye Birikiminin Uğrakları: Kapitalist Gelişmenin Dönemlendirilmesi Üzerine”, S. Kurt (Yay. Haz.) Sermaye Birikimi, Kalkınma, Azgelişmişlik: Türkiye ve Dünya Üzerine Notlar, İstanbul: SAV içinde, s. 194-208. Ayrıca, Türkiye’de “Güçlü Devlet Geleneği” yaklaşımının kapsamlı bir değerlendirme ve eleştirisi için bkz. Dinler, D. (2003) “Türkiye’de Güçlü Devlet Geleneği Tezinin Eleştirisi”, Praksis, Sayı 9, s. 17-54.

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359. mekanizmalarının, süreklilik arz eden ve farklılaşan yanlarının eşzamanlı değerlendirilmesi, Türkiye’nin kapitalistleşme sürecinin anlaşılması açısından kritik bir hareket noktasıdır.52

Türkiye’de eleştirel yaklaşımın bugün içinde bulunduğu güçsüz ve dağınık durumun karmaşık nedenleri içinde, yukarıda vurgulanan “tarihselliğin” kapitalizmin yapı ve mekanizmaları üzerine oturtulamamasının öne çıkması, bu sorunun görünür kılınmasını gerektirmektedir. Sorunun görünür kılınması, yukarıda vurgulanan alanlarda söz konusu ilişkisizliği ortadan kaldıracak bir perspektifle süreci yeniden okumakla mümkündür. Anlamak tek başına bir anlam ifade etmeyecektir doğal olarak. Söz konusu zafiyete neden olan ve besleyen bir diğer durum ise, eleştirel düşüncenin, eksik ya da fazla, anladığının bir toplumsal gerçekliğe tekabül ediyor olmasına rağmen bu gerçekliği geniş kitlelere ulaştıracak bir dili kuramamasıdır.

Bu noktada önemli olan Türkiye’ye dair analizlerde ya da analizler çerçevesinde yapılan tespitlerde kullanılan sermaye, emek, burjuvazi, devlet vb. gibi tüm kavramların içkin tarihselliğini doğru okumak ve dolayısıyla bunları kendi bağlamlarından koparmadan kullanabilmektir. Kendi bağlamlarına yerleştirildiğinde tüm kavramlarının bir diğeriyle olan bağlantısını kurmak ve bütünsel işleyişin, yapısal (süreklilik arz eden) ve konjonktürel (farklılaşan), ilişkilerini görmek mümkün hale gelecektir. Esas olarak eleştirel perspektifteki genel geçer değerlendirmeler ve tespitleri de yerli yerine oturtabilmek için böyle bir önerme önemli açılımlara yol açabilecek bir zemin hazırlayacaktır.

Türkiye’nin kapitalist gelişmesine dair anlama sürecinde farkında olunması gereken, “yanlış sorulara doğru cevaplar” vermenin mümkün olmadığıdır. En genel çerçevesiyle böyle bir perspektiften bakarak sorun alanlarını yeniden gözden geçirmek ve yeni sorularla analizi genişletmek bugüne dair yeni açılımları da beraberinde getirme olanağını verecektir. Çünkü bugüne dair yapılan birçok değerlendirmenin görünür ya da görünmez referansı yaşanmış sürece dair değerlendirmelerden türeyerek karşımıza çıkmaktadır. Nihai olarak şu söylenebilir: Kapitalist sermaye birikiminin asli mekanizmalarının tarihsel işleyişi, yine bu tarihsellik içinde anlam kazanan birikimin eşitsiz ve bileşik gelişme mekanizması bu coğrafyada yaşanan kapitalist gelişme için de geçerlidir. Sürecin bu çerçevede biçimlendiği bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Burada önemli olan sermaye birikiminin, hayatın tüm alanlarını kapsayan, bu ilişki sisteminde biçimlenen ve biçimlendiren, karşılıklı etkileşime dayalı, tarihsel/toplumsal bir süreç olarak okunabilmesidir.

Türkiye’nin Bugünkü Dönüşümü

Yukarıda ifade edilen çerçeveden bakıldığında, Türkiye’de kapitalizmin olağan çatışma ve çelişkilerine yeni taraflar ve dolayısı ile biçimler ekleyerek kendini yeniden üretmenin yollarını bulduğu görülür. Dün sorun gibi görünenler artık farklı bağlamlarda bir dizi ittifak üzerinden “normalleşmiş” durumda. Birikim sürecine esas olarak 1980’li yıllarda giren grupların bir kısmı kendilerini ummadıkları kadar donattılar, uluslararası bir hareket alanına sahip duruma geldiler. Şimdi bu donanımla baş etmeye çalışıyorlar. Bir taraftan toplumsal meşruiyet gerektirdiği için kendi donanımlarını söylem düzeyinde karşıt oldukları “kurucu”

52 Bu konudaki tartışmalar için bkz. Türkay, “Üçüncü Dünya” Var mıydı…” ve Türkay “Türkiye’de Kapitalizmin Gelişme Dinamikleri”. Ayrıca, Türkiye’nin kapitalist gelişme sürecinin sermaye birikimi kavramını merkeze alan bir değerlendirmesi için bkz. Yılmaz, K. (2005) “Türkiye’de Kapitalizmin Gelişim Evreleri: Sermaye Birikimi/Sınıf Merkezli Bir Çerçeve”, F. Ercan ve Y. Akkaya (Haz.) Kapitalizm ve Türkiye I Ankara: Dipnot Yayınevi içinde, s. 211-239.

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359. sermayenin gündelik hayata dair özelliklerine uydurmaya, benzetmeye çalışmışlar,53 diğer taraftan da toplumsal meşruiyetin “taraf” kitlelerin anlayışına nasıl tahvil edileceği sorununu çözmek üzere kendi iletişim kanallarını önemli ölçüde kurmuşlardır.

AKP iktidarını kuruluş sürecinden bu yana izlediğimizde insanlara öbür dünyanın nimetlerinin yetmez olduğu gerçeğinin belirgin hale geldiğini fark ederiz. ‘Bu dünyada kim ne ister’ sorusu gündeme geliyor doğal olarak. En büyüğünden en küçüğüne rant elde etme ve dağıtma, yeni sermaye ve iktidar açısından ‘yeni’ olanın kuruculuğu işlevini yükleniyor. Bu sorun, önümüze geldiği aşamada, görünümü ne olursa olsun, kapitalist bir ilişki içinde olmazsa olmaz, kadim “sınıf” meselesi gündeme geliyor. Bu sorunla kim, hangi taraf, nasıl baş eder? Sermaye, bu konuyu sübjektif ama “evrensel olarak kabul gördürülmüş” şartlarda gündemine almaz, çünkü her şey ona tabidir zaten. Elbette bu “objektif” şartlara rağmen bir gelişmedir ancak “gerçeklik”, uzun süre alsa da manipülasyona dayanıklıdır. Diyalektik, geniş zamanlar ister ama bize öngörebilmemizin yollarını da açar. Sermayenin kendi içinde yaşadığı dönüşümle ortaya çıkan kompozisyon, sahip olduğu gerilimlerle beraber bir uyum sürecine yönelmiş görünüyor. Bu haliyle baktığımızda, bu coğrafyada kapitalizm kabuk değiştiriyor, demek mümkün ve gerekli. Bu değişim genel olarak sermayenin hem bileşiminde hem niteliğinde ortaya çıkan faklılaşmalarda ifadesini bulmaktadır.54 Kapitalist birikim sürecinin bu topraklarda almaya başladığı yeni biçim “modern” parantezinin farklılaşmasıyla yeni bir sürece girecek gibi görünmektedir.

Kürt Meselesinde Yeni İttifaklar, Sermayenin “Çözüm”ü ve AKP Yaşanan dönüşüm içinde esas olarak geleneksel muhafazakârlığın yönlendirmeye başladığı yeni ‘modernizm’ kendine has yeni ittifaklar sistemini de yaratacaktır. Bu durum sermaye bloğu açısından “Türk” ve “Kürt” sermayesinin ve her iki sermayeyi bir diğer ağda kesiştiren yeni İslami sermayenin kendi asgari müştereklerini bulmalarıyla da ek anlamlar kazanacaktır. Kürt meselesinin çözümüne dönük adımların atıldığı bu süreçte kategorik olarak sermayenin kendi içinde yaşayacağı konsolidasyon, sürecin Türkiye’nin sınırlarını aşan yanı da göz önüne alındığında önemli bir eşik olarak durmaktadır.

Nitekim kapitalist sistemin uluslararası ölçekte yaşadığı dönüşüm ve Türkiye sermayesinin birikim dinamikleri bağlamında AKP’nin Kürt meselesini, dolayısıyla Kürt siyasetini, Türkiye sermayesinin yayılma dinamiklerine zemin hazırlayacak ve kendi hegemonyasını güçlendirecek bir şekle kavuşturma çabaları karşımızda bir gerçeklik olarak durmaktadır.55 Bu bağlamda, yatırım ve hayırseverlik faaliyetlerine ek olarak din silahının kullanılması, ulusal meseleyi sınıfsal bağlamından koparıp salt kimlik olgusuna indirgeyerek kimi adımların atılması ve nihayetinde Kürt siyasetinin ilerici kanadını tasfiye ederek, muhafazakâr, ABD ve sermaye yanlısı Kürt siyasetlerinin öne çıkarılması yönündeki

53 Bu konuda iç mimar Şafak Çak ile gerçekleştirilen ve Vatan gazetesinde yayınlanan “İslami Burjuvanın Ev Hali” başlıklı röportaj dikkat çekici veriler sunuyor; bkz. Vahapoğlu, E. (2008) “Şafak Çak ile Görüşme: ‘İslami Burjuvazinin Ev Hali’”, Gazete Vatan, http://haber.gazetevatan.com/Islami_Burjuvanin_ev_hali_207493_1/207493/1/gundem, [Erişim Tarihi, Ağustos 2013]. 54 Bu konuda bir değerlendirme için bkz. Ercan, F., D. Gültekin-Karakaş ve K. Tanyılmaz (2008) “Türkiye’de Sermaye Birikimi, Sanayileşme Politikaları ve Sektörel Değişimler”, G. E. Arslan (der.) Çeşitli Yönleriyle Cumhuriyetin 85’inci Yılında Türkiye Ekonomisi, Ankara: Gazi Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Merkezi içinde, s. 213-252. 55 Saraçoğlu, C. (2011) “İslami-Muhafazakâr Milliyetçiliğin Millet Tasarımı: AKP Döneminde Kürt Politikası”, Praksis, Sayı 26, s. 31-54, s. 47.

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359. politikalar dikkat çekmektedir.56 Askeri, diplomatik, siyasi ya da ideolojik araçların itibarsızlaştırmadan polisiye tedbirlere uzanan yeni biçimlerde kullanımına dayalı uygulamalar bu politikaların önemli bileşenlerini oluşturmaktadır. Kürt siyasetinin “sivil Cuma” eylemlerinden, “ezilenler koalisyonu” olarak da tanımlanabilecek olan Halkların Demokratik Kongresi’nin (HDK) oluşumundaki rolüne kadar, Antonio Gramsci’nin “mevzi savaşı” kavramının da önemli bir örneğini vermek suretiyle57 geliştirdiği bir dizi araçla Kürt siyasetini şekillendirme çabalarına yanıt üretmeyi becerebilmesi, AKP’nin bu yöndeki politik hamlelerinin sona ereceği anlamına gelmiyor.

Yukarıda ifade edilenler, ulaştığı birikim düzeyi itibarı ile daha geniş bir coğrafyaya yayılma ihtiyacı içerisinde olan Türkiye sermayesinin bölgeye ilişkin planları ile örtüşür niteliktedir. Bir başka ifadeyle, Türkiye kökenli sermayenin bölgeye dönük iddiaları kapitalist rasyonele uygun ve bu anlamda gerçekçi olmaktadır ve olacaktır da. TESEV’in birkaç yıl önce Kürt sorununun çözümünde dile getirdiği öneriler tam da böylesi bir bağlama oturmaktadır. 2008 yılında hazırladığı raporda, Kürt sorununun temelde ekonomik bir sorun olmadığını ancak çözümü için ekonomik ve ticari boyutun da kritik olduğunu belirten TESEV’e göre, sorunun çözümünde bölgedeki atıl kaynakların değerlendirilmesi, sınır ticaretinin önündeki engellerin kaldırılması ve nihayetinde bölgedeki özelleştirmelere yerel sermayenin katılımının sağlanması gibi politikalar kritik rol oynayacaktır.58 Bölgeye yönelik özel bir teşvik sisteminin yanında, yatırım indirimi, gelir ve kurumlar vergisi muafiyeti, enerji desteği, Suriye, İran, Irak ve Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Diyarbakır’da konsolosluk ve temsilcilikler açmalarının teşviki, sermaye dolaşımının önünün açılması da sorunun çözümü bağlamında TESEV’in önerdiği diğer ekonomik politikaları oluşturmaktadır.59

Kuşkusuz, TESEV ve benzeri sermaye çevrelerinin bu yöndeki önerileri karşılıksız değil. 2013-2015 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Plan’da yer alan bölgesel rekabet gücünün geliştirilmesi, yerel işgücü piyasası özelliklerinin dikkate alınması, yerel düzeyde ekonomik dönüşümü destekleyen bölgesel girişim sermayesi, kredi garanti fonu, girişimcilik finansmanı gibi politikalara yapılan vurgu bu konudaki göstergelerden ilki.60 Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın katılımı ile ve yukarıda ifade edilenlerle tutarlı bir biçimde, Diyarbakır’da gerçekleştirilen yatırım teşviklerinin birinci yıl değerlendirme toplantısında açıklandığı üzere, Ağrı, Ardahan, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Hakkâri, Iğdır, Kars, Mardin, Muş, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak ve Van illerini kapsayan 6. Bölge’de teşvik belgesi alan yatırım sayısının % 79’luk artışla 321’den 575’e çıkması, sabit yatırım tutarının ise % 269 artışla 2.237 milyondan 8.262 milyona çıkması da yukarıda yazılanlar bağlamında bir başka göstergeyi oluşturmaktadır.61

Kürt meselesinin AKP tarafından yukarıda bahsedildiği gibi şekillendirilmesi bağlamında önem taşıyan bir başka nokta da birikim olanakları güçlendirilmeye çalışılan Kürt sermayesinin, yeni coğrafyalara açılma ihtiyacı duyan Türkiye sermayesi ile eklemlenmesinde

56 AKP’nin Kürt sorununa ilişkin politikaları üzerine kapsamlı bir değerlendirme için bkz. Saraçoğlu, a.g.e. ve Kürt siyasetinin Türkiye ve Irak’ta geçirdiği evrim üzerine kapsamlı bir çalışma için bkz. Saraçoğlu, C. (2006) “Türkiye ve Irak’ta Kürt Hareketinin Evrimi Üzerine Tarihsel Karşılaştırmalı Bir Çerçeve Denemesi”, Praksis, Sayı 14, s. 237-264. 57 Alış, A. (2012) “Yokuş Yolda Kürtler ve AKP”, İktisat, Sayı: 520, s. 27-37, s. 35. 58 Kurban, D. ve S. Yolaçan (2008) “Kürt Sorununun Çözümüne Dair Bir Yol Haritası: Bölgeden Hükümete Öneriler”, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı (TESEV), s. 20. 59 Kurban ve Yolaçan, a.g.e., s. 22- 24. 60 Türkiye Cumhuriyeti Kalkınma Bakanlığı (2012) Orta Vadeli Program (2013 - 2015), Ankara: Kalkınma Bakanlığı, http://www.dpt.gov.tr/DocObjects/View/14564/OVP2013-2015(Baski).pdf, [Erişim Tarihi, Ağustos 2013], s. 60-61. 61 Türkiye İhracatçılar Meclisi (2013) “Türkiye’nin Teşviği”, TİM Report, Sayı 102, s. 24-33, s. 27.

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359. önem taşıyan Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde (KBY) yaşanan gelişmeler. Bölge, Kürt meselesinin biçimlendirilmesinde, hem süreçte rol oynayan aktörler hem de inşa edilmeye çalışılan sermaye çözümü noktasında AKP için oldukça önemli bir coğrafya olarak karşımıza çıkmaktadır. Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri Mesut Barzani’nin AKP’nin 4. Olağan Kongresi’nde sarf ettiği “Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Türkiye arasında böylesi pozitif ilişkiler görmekten dolayı çok mutluyuz”62 sözlerinin de gösterdiği üzere, AKP’nin Kürt sorunu bağlamında izlediği politikalar Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde de önemli bir karşılık bulmaktadır.

AKP’nin Kürt sorununda izlediği politikaların, Kürt siyasetinin neoliberal muhafazakâr unsurlarından birisini oluşturan KDP yönetimindeki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde karşılık bulduğunun daha da önemli göstergesi ise Türkiye sermayesinin bölgedeki yatırımlarıdır. Nitekim Irak pazarı, 2010 yılında gerçekleştirilen 6 milyar doların üzerindeki ihracatla Türkiye’nin en önemli dördüncü pazarı haline gelmiş durumdadır ve bu ihracatın büyük bir bölümü Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne yapılmaktadır.63 Resmi rakamlara göre 2010 sonu itibariyle Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, inşaattan demir-çeliğe eğitimden petrol üretimine kadar bir dizi alanda faaliyet yürüten Türkiye kökenli firma sayısı ise 740’a ulaşmış durumdadır ki 2010 sonu itibariyle petrol üretimi alanında verilen 40 lisansının 14’ünde, 4 farklı Türkiye kökenli şirket konsorsiyum lideri veya ortağı olarak yer almaktadır.64 Önümüzdeki dönemlerde, 9 milyar dolar tutarında 2472 adet kamu yatırım projesinin, çoğunluğu konut olmak üzere yaklaşık 13 milyar dolarlık özel sektör yatırımının hayata geçecek olmasının yanında, 2011-2014 döneminde Irak’ın toplam bütçe gelirlerinin 58 milyar dolardan 83 milyar dolara, bölge yönetiminin gelirlerinin de 10 milyar dolardan 14 milyar dolara çıkacak olması bölgenin Türkiye sermayesi açısından öneminin devam edeceğinin dikkate değer bir göstergesidir.65

Türkiye sermayesinin potansiyel olarak bölgeye duyacağı ilginin bir başka göstergesi de bölge yönetiminin 2006 yılında yasalaştırdığı ve Kürdistan Yatırım Kurulu tarafından “bölgenin en yatırımcı dostu” yasası olarak lanse edilmesine yol açan yatırım kanunu. Kanun, yabancı yatırımcılarla yerli yatırımcıların yasalar karşısında eşit muamele görmesi, yabancıların projelerin tamamına sahip olabilmesi, yabancıların yatırım amaçlı arazi alımının serbestleşmesi ve yabancıların KBY’deki tüm kazançlarını yurtdışına çıkarabilmelerinin garanti altına alınması gibi hükümlere sahip. Projesi beğenilen yatırımcılara ücretsiz arazi tahsisi ve üretime başlamalarını takiben 10 yıl vergi muafiyeti, yatırım malları ithalatına ve 10 yıl boyunca alacakları ara girdilere gümrük muafiyeti gibi hususlar ise ilgili yasanın getirdiği diğer yeniliklerdir.66

Ulusal Sorunda ve Sınıf Sorununda Madalyonun Diğer Yüzü

62 The Kurdish Globe (2012) “President Barzani’s Address at the Conference of Turkey’s Ruling Justice and Development Party (AKP)”, http://www.kurdishglobe.net/article/23ACA4DC4046F5AB4B5617917C600A3A/President-Barzani-s-address-at-the-conference-ofTurkey-s-ruling-Justice-and-evelopment-Party-AKP-.html, [Erişim Tarihi, Ağustos 2013].. 63 Kalkan, S. (2011) Türk Özel Sektörünün Irak Kürdistanı’ndaki Dönüştürücü Gücü Harekete Geçirilmelidir, İstanbul: Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırmaları Vakfı (TEPAV), http://www.tepav.org.tr/upload/files/1301467889-6.Turk_Ozel_Sektorunun_Irak_ Kurdistanindaki_Donusturucu_Gucu_Harekete_Gecirilmelidir.pdf, [Erişim Tarihi, Ağustos 2013]. 64 Kalkan, a.g.m., s. 2. 65 Kalkan, a.g.m., s. 4. 66 Kalkan, a.g.m., s. 6.

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359. Yaşanan süreç öngörüldüğü biçimiyle sonuçlandığında sadece sermaye değil Kürt işçi sınıfı açısından da yeni bir döneme işaret edecektir. Nitekim bu zamana kadar Türkiye ortalamasının üzerinde bir işsizliğe ve düşük istihdama67 sahip olmasına ek olarak, ekonomik ve politik araçlarla sürdürülen ciddi bir mülksüzleşme dalgası ile karşı karşıya olan bölge,68 yeni oluşan Kürt sermayesinin Türkiye sermayesi ile eklemlenmesinin zemini olarak kurgulanmaktadır.

Bu konjonktürde, tarihsel birçok örneğinde olduğu gibi Kürt Hareketi kendi mevzisini zaman içinde bir biçimde kimlik üzerine oturtmuştur. Bu, bütün uluslaşma hareketlerinin mantığına içkin bir durumdur. Sorun da bu noktadan sonra biçimlenecektir. Çünkü “sorun” çözüldüğünde asli sorun, sınıf sorunu, ister istemez bir yerlerden baş verecektir, aslında vermektedir de. Kürt hareketi sınıf meselesiyle yüz yüze kaldığında hafızasını mı tazeler yoksa yeni duruma uymayı mı tercih eder? Bu yüzleşme, eğer mümkün olursa ve Kürt/Türk, Türkiyeli sosyalistler kendi içlerinde ve kendi aralarında uyum göstermeye başlayıp, konsolide olurlarsa Türkiye’de hayat başka türlü akmaya başlayacaktır.

Tablonun tamamlanması için Türkiye’de yaşanan dönüşüm sürecinde genel olarak işçi sınıfının durumuna bakmak önem kazanmaktadır. Meseleyi sınıf kategorisi üzerinden düşündüğümüzde homojen bir tipolojiyle karşılaşmıyoruz; bileşim ve nitelik açısından heterojen bir ilişki seti ile karşı karşıyayız. Göçler, taşeronlaşma, enformelleşme, esneklik gibi faktörler sosyolojik olarak işçi sınıfının çok katlı, karmaşık Kürt, Ermeni, Arap, Gürcü, Türk kökenli, rekabet halinde olan bir yapıya sahip olmasını beraberinde getirmiştir. Diğer taraftan bu durum, sınıf içi kompozisyonun farklılaşmasını mümkün kılan “değer” yaratma ve edinme süreci karşısındaki pozisyona göre de ayrıca belirlenmektedir. Ancak, bu kavramdan kimin ne anladığı kendi başına önemlidir.

Sınıf kavramına, onu sanal âlemin popüler yorumlarından temizleyerek bakmak durumuna geldiğimiz bu aşamada net cevaplara ihtiyacımız var. Sınıf kategorisi, kendi içinde özellikle tek başına yeni hiçbir duruma işaret etmez. Sadece toplumsal bir varoluş olarak izlenebilir. Karmaşık ve karşılıklı etkileşim içindeki bir ilişki ağı çerçevesinde bakma çabası, mevcut nesnel durumun söz konusu toplumsallıkta nasıl biçimlendiğini de göz önüne almak zorundadır. Dolayısıyla, farkında olalım ya da olmayalım, sınıf, üretim süreci içinde ya da karşısındaki pozisyona göre belirlenen nesnel bir durumdur. Bu durumdaki görünür çelişki, işçi sınıfı içindeki ikircikli konumların varlığı nedeniyle bir anlamda yanılsama olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yanılsamayı aşmanın yolu nesnel konumlar arasındaki karşılıklılığı (ya da karşıtlığı), öznel olanı içerecek biçimde anlamak ve ifade etmektir. Burada sorun soyut haliyle “değer” konusunda düğümleniyor.69

Bu durumda ilk akla gelen soru, “Değeri kim üretir, kim edinir, kim el koyar?” sorusudur. Bu soruyu kelimenin saf anlamıyla “teknik” bir göz ile cevaplamayacaksak, emek-gücünün yeniden üretimi konusunda bir cevap verme yükümlülüğü ile karşı karşıya kalırız. Değeri, üretim sürecinin dışında duran, ancak onun gerçekleşmesini mümkün kılan ilişkiler ağı içinde düşündüğümüzde, bu sorunun cevapları ortaya çıkar. Emek-gücünün üretim için fiilen kullanımına kadar geçen süreçte yer alan ilişki ve eylemler, değerin oluşumunu mümkün kılan bir niteliğe sahiptir. Değerin oluşumuna dolaylı ya da doğrudan katkı

67 Pelek, S. (2010) “Bölünmüş Vatanın Bölünmüş Ekonomisi: Kürt İllerinde Emek Piyasası”, Toplum ve Kuram, Sayı, 4, s. 189-202, s. 197. 68 Koç, F. (2012) “İşçileşme Sürecinin Kürt Segmenti veya Kürt İşçilik Sorunu”, Ö. Göztepe (Der.) Güvencesizleştirme: Süreç, Yanılgı, Olanak, Ankara: Nota Bene Yayınları içinde, s. 147-158, s. 149. 69 Ollman, B. (2006) Diyalektiğin Dansı: Marx’ın Yönteminde Adımlar, Çeviren C. Saraçoğlu, İstanbul: Yordam Yayınları.

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359. koyanlarla,70 üretilen değere el koyulmasına doğrudan ya da dolaylı katkı sağlayan operasyonel sınıf katmanları, burada yaşanan sürecin aktörleri olarak yer almaktadırlar. Farklılaşan sınıf içi ve sınıflar arası pozisyonlar genel geçer iktisat çerçevesinde “iktisat dışı” olarak tanımlanan faktörlerle beraber düşünülmelidir.71 Meseleyi bu haliyle ele almak görünenin arkasındaki gerçekliği görünür kılmayı mümkün hale getirecektir. Kapitalizmin tarihinde olmadığı kadar genişleyen bir işçi sınıfı oluşumunun siyasete tahvil olmasının koşulları da doğal olarak içinde var olduğu kapitalizmin yönelişleriyle oluşmaktadır.

Sonuç Yerine: Sermaye Nasıl Bir Dünya İstiyor

Bugün yaşanan sorunların asli kökeninin Soğuk Savaş’ın bitmesi ile ilgili olduğu açıktır. Soğuk Savaş’ın bitmesinin en önemli ve kritik sonucu, kapitalizmin bir sistem olarak tek başına kalmış olmasıdır ki bu da daha önce, iki farklı sistemin çelişkileri üzerinden yaşanan gerilimin sistem içinde öncelikli yaşanması anlamına gelmektedir. Bu süreç, eski tabirle “tali çelişkinin”, “asli çelişki” haline geldiği bir duruma işaret eder. Bu çerçeveden baktığımızda, II. Dünya Savaşı sonrasını izleyen ve Sovyet Bloğu’nun çözülmesine kadar geçen süre içinde var olan bütün ilişki ve kurumlar yeniden gözden geçirilmek durumundaydılar, gözden geçirildiler de. Yukarıda vurgulanan asli çelişkinin değişmiş olması, sermayeler arası rekabet ilişkisini ve bunu izleyen, bu anlamda da tamamlayan savaşları insanlık tarihinin önüne yeniden getirmiştir. Çelişkinin sistem içine taşınması, Soğuk _Savaş’ın bitimiyle kapitalizmin mekânsal ilişkisinin ilk aşamasının da coğrafi anlamda sonuna gelindiğine işaret eder. Gelinen bu durum bir yandan geriye dönük bir denetim mücadelesini ve dolayısı ile mekansal olarak denetlenebilir lokal savaşlarda anlamını bulmuştur. Bu da, yaşananların açık bir biçimde ortaya koyduğu gibi, emperyalizmin “sınıf “ karakterinin daha belirgin hale gelmesi anlamına gelmiştir. Kapitalizm çok taraflı çatışma ve mutabakatlara dayandığı için hangi tarihsellikte kimin kimle çatışacağı ya da mutabakat içinde davranacağı sürekli olarak değişen bir zeminde belirlenmektedir.

Yaşanan süreç, sermayenin iç çelişkilerinin çözümünün bir mekanizması olan rekabet ilişkisini zorladıkça kapitalizmin “vahşi” yüzü çeşitli biçimlerde tezahür etmektedir. Bu vahşet, merdiven altı atölyelerde güvencesiz çalışmaktan, tersanelerde ağırlık torbası olarak kullanılmaya, kotları beyazlatmak için silikozis olmaktan daha makro düzeylerde Amerikan ya da Fransız bombalarının, füzelerinin hedefi olmaya kadar uzanır. Kapitalizmde vahşet tasarlanmış, içkin bir durumdur, farklı tarihsel ve toplumsal koşullarda farklı biçimlerde ortaya çıkar ve sonuçları hiçbir zaman tesadüfi olarak yorumlanamaz çünkü vahşeti tasarlayanlar ve vahşetin nesnesi olarak seçilenler medya bombardımanları aracılığı ile önceden belirlenmiştir.

Bugün itibarıyla insanlık bir dizi vahşet projesinin muhatabı haline getirilip seçim yapmaya zorlanıyor. Fiili savaşlardan doğanın katliamına kadar uzanan bu tür projelerle amaçlanan, bütün bu vahşeti ve sonunda kendileri açısından ortaya çıkacak kazanımları haklı göstermektir. Dünyada farklı tarzda ve dozda yaşanan muhafazakârlıkların hüküm sürdüğü yaklaşık son otuz yıllık bu dönemde olanlara hala şaşırabiliyorsak bu önemlidir, en azından 70 Bu konuda bir tartışma için bkz. Mies, M. (2012) Ataerki ve Birikim, Çeviren Y. Temurtürkan, Ankara: Dipnot Yayınevi. 71 Ercan, F. (2006b) “Değer Teorisi: Kapitalizmde İçsel İlişkilerin Örgütleyicisi”, D. Yılmaz, F. Akyüz, F. Ercan, K. R. Yılmaz, Ü. Akçay, T. Tören (Haz.) Kapitalizmi Anlamak, Ankara: Dipnot Yayınevi içinde, s. 31-56 ve Bahçe ve Köse, a.g.m.

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359. geride biraz da olsa insani, direngen bir şeylerin kaldığına işaret eder. Elbette bu durumumuzu haklı çıkartacak, kabul görmüş referanslara da ihtiyacımız var.72

Baskı ve vahşetin farklı biçim ve yollarla onaylandığı liberalizmin yeni versiyonunun meşruiyet arayışlarının zeminini, bireyselliğinin üstünün çizilip bireyciliğinin altının çizildiği bir insan tipolojisinin yaygınlaştırılması sağladı. Daha çok ve daha hızla tüketmenin bütün sınıfların ortak paydası haline getirildiği bu ortam, sermaye ve devletin kendi tasarruflarına meşruiyet sağlamalarının koşullarını da yarattı. Bireycilik ve mümkün en hızlı tüketim ile biçimlenen yeni insan tipolojisi, kendi çıkar ve beklentileri bir biçimde karşılandığı koşullarda etrafında yaşanan her türlü, toplumsal, cinsiyetçi şiddet ve/veya vahşete, doğanın tahribatına kayıtsız durumda. Bu durum liberal hegemonyanın kendi dilini oluşturması anlamına da geliyor. Gündelik hayatın tüm alanlarının meta ilişkisi içine çekilip bu ilişkiye tabi kılınmasının koşulları da bu yolla sağlanmış oluyor. Sermayenin kendi suretinde görmek istediği insan böyle bir insandır.73

Kriz koşullarında sermayenin meşruiyet arayışlarının rekabetin şiddetiyle biçimlendirildiği bir diğer alan ise uluslararası sistemi yönlendirmeye dönük talepler alanıdır. Bilindiği gibi, neoliberalizmin ortaya çıktığı ve süreç içinde kurumsallaştığı son otuz yıllık süreci niteleyen en temel özellik, tarihin tek yanlı akmasıdır. Dünya genelinde işçi sınıfının gerilemesi, kendi adına müdahil olma yeteneğinin ve gücünün zayıflamasıyla süreç, sermayenin kendi iç çatışmalarının biçimlendirdiği bir tarihe tekabül etti/ediyor. Daha önce kapitalist sistemin mekânsal sınırlarına ulaşılmış olmasının bu son dönem yaşananlar için asli temeli oluşturduğu vurgulanmıştı. Bu aşamadan sonra söz konusu coğrafyalarda kapitalist ilişkilerin geliştirilmesi ve sürekliliklerinin sağlanması için kurumsal dönüşümlerin gerçekleştirilmesi süreci önem kazanacaktır.

Bu noktada ilk baştaki vurguyu hatırlarsak, şöyle bir tespit mümkün görünmektedir. Türkiye’de gelinen noktada kapitalizm kendini yeni kodlarla yeniden üretmektedir. Ancak bu sorunun Türkiye’yi aşan boyutu, son gelişmelerle Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da daha genel bir hal almaya başladı. Bu süreci sermayenin rasyoneli açısından değerlendirmek daha isabetli yorum yapılmasını sağlayacaktır. Yetmişli yıllarda başlayan ve bir süre yeniden yapılanma mantığı çerçevesinde yönetilmeye çalışılan iktisadi ve siyasi veçheleri ile liberalizmin krizi, Soğuk Savaş’ın bitmesiyle yeni bir aşamaya, doğal durumuna oturdu denilebilir. Bu süreçte liberallerin teşhis ve önerileri, süreci önemli toplumsal tahribatlarla yönlendirdi. En başa dönmek gerekirse, bugünün liberallerinin “ataları” göründüğü kadarıyla bildiğimiz kadim liberaller değildir. En mümkün “atalar” Ludwig von Mises, Friedrich Hayek ve Milton Friedman olarak görünmektedir. Bu çalışmada Türkiye gerekse dünya ölçeğinde yaşananlara dair, daha fazla açılmaya muhtaç tespit ve önerileri birbiri ile ilişkilendiren perspektif kapitalist sermaye birikiminin mantığına içkin mekanizma ve eğilimler çerçevesinde vurgulanmaya çalışıldı. Bu çerçevede liberalizmin ve/veya kapitalizmin krizi, salt ekonomik kriz olmayıp, içerik ve nitelik açısından hegemonya, modernite ve bağlı ilişkilerin krizi olarak anlaşıldığı oranda da analizin bütünsel bir işleyişi kavrayacak niteliklere haiz olması bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Bütünsel bir işleyişi parçalı bir perspektiften anlamaya çalışmanın gerçekliği kavrayamayacağı açıktır.

72 Bu makale, doğa ve kentler başta olmak üzere tüm “müşterekler”in sermayenin kâr hırsının nesnesi haline getirilme çabasına, bu anlamda, “mülksüzleştirme yoluyla birikim”e karşı, en yüksek noktasına, tarihin anlamlı bir tesadüfüyle 16 Haziran’da varan, bu vesileyle, sınıfın yapısı, bileşimi ya da direnme biçimleri üzerine düşünmemize de yardımcı olan Gezi Direnişi başlamadan önce yazılmaya başlandı. Öte yandan “Mare” Gezi geride kalan “direngen bir şeylerin” en önemli referansını oluşturdu. 73 Bu konuda önemli bir çalışma için bkz. Silier, Y. (2010) Oburluk Çağı: Felsefe ve Politik-Psikoloji Denemeleri, İstanbul: Yordam Yayınları.

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359.

Kaynakça Alış, A. (2012) “Yokuş Yolda Kürtler ve AKP”, İktisat, Sayı: 520, s. 27-37.

Angus, I. (2009) “Ecosocialism: For a Society of Good Ancestors!” , http://climateandcapitalism.com/2009/04/21/capitalism-ecosocialism-and-the-fight-for-a-

society-of-good-ancestors/, [Erişim Tarihi, Ağustos 2013]. Angus, I. (2012) “The Spectre of 21st Century Barbarism”,

http://climateandcapitalism.com/2012/08/20/the-spectre-of-21st-century-barbarism/, [Erişim Tarihi, Ağustos 2013].

Bahçe, S. ve A. H. Köse (2010) “Krizin Teğet Geçtiği Ülkeden Krize Bakış: Teorinin Naifliği, Gerçekliğin Kabalığı”, Praksis, Sayı 22, s. 9-42.

Başkaya, F. (2000) Küreselleşmenin Karanlık Bilançosu, Ankara: Özgür Üniversite. Başkaya, F. (2011) Yeni Paradigmayı Oluşturmak: Kapitalizmden Çıkmanın Gerekliliği ve

Aciliyeti Üzerine Bir Deneme, Ankara: Özgür Üniversite. Berten, A., P. Silveria ve H. Pourtois (2006) Liberaller ve Cemaatçiler, Çevirenler B. Demir,

M. Develioğlu, E. Ergezene, S. Koç, E. Özkaya, Ç. Tanyar, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.

Bora, T. ve N. Erdoğan (2011) “Cüppenin, Kılıcın ve Kalemin Mahcup Yoksulları: Yeni Kapitalizm, Yeni İşsizlik ve Beyaz Yakalılar”, T. Bora, A. Bora, N. Erdoğan, İ. Üstün (der.) “Boşuna mı Okuduk?” Türkiye’de Beyaz Yakalı İşsizliği içinde, İstanbul: İletişim Yayınları.

Bowles, S. ve H. Gintis (1996) Demokrasi ve Kapitalizm, Çeviren Osman Akınhay, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Castells, M. (2005) Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür -Ağ Toplumunun Yükselişi, Çeviren E. Kılıç, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Clarke, S. (2005) “The Neoliberal Theory of Society”, Filho, A. S. ve D. Johnson (ed.) Neoliberaism: A Critical Reader, London: Pluto içinde, s. 50-59.

Çaklı, S. (1998) İktisat Politikası Düşüncesinin Evrimi, Ankara: Gazi Kitabevi. Dinler, D. (2003) “Türkiye’de Güçlü Devlet Geleneği Tezinin Eleştirisi”, Praksis, Sayı 9, s.

17-54. Engels, F. (1997) İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, Çeviren Y. Fincancı, Ankara: Sol

Yayınları. Ercan, F. (2003) “Neoliberal Orman Yasalarından Kapitalizmin Küresel Kurumlaşma Sürecine

Geçiş: Yapısal Reformlar – II”, İktisat, Sayı 437, s. 12-32. Ercan, F. (2006a) “Küreselleşme Sürecindeki Yerellikler: Homojenleşme ve Farklılaşma/Güç

ve Eşitsizlik İlişkileri Üzerine”, D. Yılmaz, F. Ercan, F. Akyüz, K. R. Yılmaz, Ü. Akçay, T. Tören (Haz.) Kapitalizm Küreselleşme Azgelişmişlik, Ankara: Dipnot Yayınevi içinde, s. 19-85.

Ercan, F. (2006b) “Değer Teorisi: Kapitalizmde İçsel İlişkilerin Örgütleyicisi”, D. Yılmaz, F. Akyüz, F. Ercan, K. R. Yılmaz, Ü. Akçay, T. Tören (Haz.) Kapitalizmi Anlamak,

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359.

Ankara: Dipnot Yayınevi içinde, s. 31-56. Ercan, F., D. Gültekin-Karakaş ve K. Tanyılmaz (2008) “Türkiye’de Sermaye Birikimi,

Sanayileşme Politikaları ve Sektörel Değişimler”, G. E. Arslan (der.) Çeşitli Yönleriyle Cumhuriyetin 85’inci Yılında Türkiye Ekonomisi, Ankara: Gazi Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Merkezi içinde, s. 213-252.

Ersoy, M. (2001) “Sanayisizleşme Süreci ve Kentler”, Praksis, Sayı 2, s. 32-53.

Fukuyama, F. (2004) Devlet İnşası: 21. Yüzyılda Dünya Düzeni ve Yönetişim, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Gulbenkian Komisyonu (1998) Sosyal Bilimleri Açın, Çeviren Şirin Tekeli, İstanbul: Metis Yayınları.

Harvey, D. (2003) Postmodernliğin Durumu, Çeviren S. Savran, İstanbul: Metis Yayınları. Harvey, D. (2004a) Yeni Emperyalizm, Çeviren Hür Güldü, İstanbul: Everest Yayınları.

Harvey, D. (2004b) “Yeni Emperyalizm: Mülksüzleşme Yoluyla Birikim”, Çeviren E. M. Dinçer, Praksis, Sayı 11, s. 23-49.

Harvey, D. (2005) A Brief History of Neoliberalizm, Oxford: Oxford University. Harvey, D. (2008) Sermayenin Sınırları, Çeviren U. Balaban, Ankara: Tan Yayınları.

International Labour Organization (ILO) (2013a) Global Employment Trends: Recovering From a Second Jobs Dip, Geneva: International Labour Office.

International Labour Organization (ILO) (2013b) Global Wage Report: Wages and Equitable Growth, Geneva: International Labour Office.

Kahn, P. W. (2005) Putting Liberalism In Its Place, Princeton ve Oxford: Princeton University.

Kalkan, S. (2011) Türk Özel Sektörünün Irak Kürdistanı’ndaki Dönüştürücü Gücü Harekete Geçirilmelidir, İstanbul: Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırmaları Vakfı (TEPAV), http://www.tepav.org.tr/upload/files/1301467889-6.Turk_Ozel_Sektorunun_Irak_ Kurdistanindaki_Donusturucu_Gucu_Harekete_Gecirilmelidir.pdf, [Erişim Tarihi, Ağustos 2013].

Kazgan, G. (1974) İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, İstanbul: Bilgi Yayınevi.

Koç, F. (2012) “İşçileşme Sürecinin Kürt Segmenti veya Kürt İşçilik Sorunu”, Ö. Göztepe (Der.) Güvencesizleştirme: Süreç, Yanılgı, Olanak, Ankara: Nota Bene Yayınları içinde, s. 147-158.

Kurban, D. ve S. Yolaçan (2008) “Kürt Sorununun Çözümüne Dair Bir Yol Haritası: Bölgeden Hükümete Öneriler”, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı (TESEV).

Lafargue, P. (1996) Tembellik Hakkı, Çeviren V. Günyol, İstanbul: Telos Yayıncılık.

Marx, K. ve F. Engels (1995) Komünist Manifesto, Yay. Haz. E. Dilli, İstanbul: Ulusal Kültür. Marx, K. (2003a) Kapital Cilt II, Çeviren A. Bilgi, Ankara: Sol Yayınları.

Marx, K (2003b) Kapital Cilt III, Çeviren A. Bilgi, Ankara: Sol Yayınları. Marx, K. (2004) Kapital Cilt I, Çeviren A. Bilgi, Ankara: Sol Yayınları.

Mies, M. (2012) Ataerki ve Birikim, Çeviren Y. Temurtürkan, Ankara: Dipnot Yayınevi. Mill, J. S. (1985) Özürlük Üstüne, Çeviren A. Ertan, İstanbul: Belge Yayınları.

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359. Oğuz, Ş. (2012) “Sınıf Mücadelesinde Özne Sorunu: Proletarya mı, Prekarya mı?”, Ö.

Göztepe (Der.) Güvencesizleştirme: Süreç, Yanılgı, Olanak, Ankara: Nota Bene Yayınları içinde, s. 229-250.

Ollman, B. (2006) Diyalektiğin Dansı: Marx’ın Yönteminde Adımlar, Çeviren C. Saraçoğlu, İstanbul: Yordam Yayınları.

Öztürk, M. Y. (2006) “Kapitalizmde Krizler, Dünden Bugüne”, D. Yılmaz, F. Akyüz, F. Ercan, K. R.Yılmaz, Ü. Akçay, T. Tören (Haz.) Kapitalizmi Anlamak, Ankara: Dipnot Yayınevi içinde, s. 101-147.

Pelek, S. (2010) “Bölünmüş Vatanın Bölünmüş Ekonomisi: Kürt İllerinde Emek Piyasası”, Toplum ve Kuram, Sayı, 4, s. 189-202.

Saraçoğlu, C. (2006) “Türkiye ve Irak’ta Kürt Hareketinin Evrimi Üzerine Tarihsel Karşılaştırmalı Bir Çerçeve Denemesi”, Praksis, Sayı 14, s. 237-264.

Saraçoğlu, C. (2011) “İslami-Muhafazakâr Milliyetçiliğin Millet Tasarımı: AKP Döneminde Kürt Politikası”, Praksis, Sayı 26, s. 31-54.

Savran, S. (1979) “Siyasal İktisadın Eleştirisi”, Birikim, Sayı 49, s. 1-30. Silier, Y. (2010) Oburluk Çağı: Felsefe ve Politik-Psikoloji Denemeleri, İstanbul: Yordam

Yayınları. Smith, A. (2001) Ulusların Zenginliği, Çevirenler A. Yunus ve M. Bakırcı, İstanbul: Alan

Yayınları. The Kurdish Globe (2012) “President Barzani’s Address at the Conference of Turkey’s Ruling

Justice and Development Party (AKP)”, http://www.kurdishglobe.net/article/23ACA4DC4046F5AB4B5617917C600A3A/President-Barzani-s-address-at-the-conference-ofTurkey-s-ruling-Justice-and-evelopment-Party-AKP-.html, [Erişim Tarihi, Ağustos 2013].

Türkiye İhracatçılar Meclisi (2013) “Türkiye’nin Teşviği”, TİM Report, Sayı 102, s. 24-33. Türkay, M. (1998) “Türkiye’de Egemen İdeoloji-Resmi İdeoloji İlişkisine Bir Yaklaşım”,

Birikim, Sayı 105/106, s. 50-56. Türkay, M. (1994) Gelişme İktisadı: Ekonomik Büyüme Merkezli Yaklaşımın Yükseliş ve

Gerilemesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi SBE. Türkay, M. (2002) “Üçüncü Dünya” Var mıydı? Ulusal Kalkınma Mümkün mü?,

http://www.antimai.org/eko/mturkay1.htm, [Erişim Tarihi, Ağustos 2013]. Türkay, M. (2003) “Türkiye’de Kapitalizmin Gelişme Dinamikleri”, Z. K. Özatalay (Yay.

Haz.) İktisat’ın Dama Taşları III: Ekoller, Kavramlar, İz Bırakanlar, İstanbul: İFMC içinde, s. 7-39.

Türkay, M. (2009) “Türkiye’de Kapitalist Sermaye Birikiminin Uğrakları: Kapitalist Gelişmenin Dönemlendirilmesi Üzerine”, S. Kurt (Yay. Haz.) Sermaye Birikimi, Kalkınma, Azgelişmişlik: Türkiye ve Dünya Üzerine Notlar, İstanbul: SAV içinde, s. 194-208.

Türkiye Cumhuriyeti Kalkınma Bakanlığı (2012) Orta Vadeli Program (2013 - 2015), Ankara: Kalkınma Bakanlığı, http://www.dpt.gov.tr/DocObjects/View/14564/OVP2013-2015(Baski).pdf, [Erişim Tarihi, Ağustos 2013].

Türkay, M., T. Tören (2014) “Liberal Kriz Koşullarında Türkiye ve Dünyada Yaşanan Dönüşümün Seyri Üzerine”, Mertcan, H., A. Ördek (Ed.), Modern Zamanlar Bir Yokmuş Bir Varmış içinde, Ankara: NotaBene, 313 – 359. Vahapoğlu, E. (2008) “Şafak Çak ile Görüşme: ‘İslami Burjuvazinin Ev Hali’”, Gazete Vatan,

http://haber.gazetevatan.com/Islami_Burjuvanin_ev_hali_207493_1/207493/1/gundem, [Erişim Tarihi, Ağustos 2013].

Wood, E. M. (2006) Sınıftan Kaçış, Çeviren Şükrü Alpagut, İstanbul: Yordam Yayınları.

Yılmaz, G. (2010) “Para-Meta-Finans Bulmacasında 2008 Krizini Anlamak”, Praksis, Sayı 22, s. 109-129.

Yılmaz, K. (2005) “Türkiye’de Kapitalizmin Gelişim Evreleri: Sermaye Birikimi/Sınıf Merkezli Bir Çerçeve”, F. Ercan ve Y. Akkaya (Haz.) Kapitalizm ve Türkiye I Ankara: Dipnot Yayınevi içinde, s. 211-239.