Üçüncü Cumhuriyet Fransası, ‘Aydınlanma’ ve Osmanlı’da Tarihyazıcılığı
-
Upload
independent -
Category
Documents
-
view
2 -
download
0
Transcript of Üçüncü Cumhuriyet Fransası, ‘Aydınlanma’ ve Osmanlı’da Tarihyazıcılığı
1
Zafer Toprak, “Üçüncü Cumhuriyet Fransası, ‘Aydınlanma’ ve
Osmanlı’da Tarihyazıcılığı,” Aydınlanma Sempozyumu, 11-12 Mayıs
2007, yayıma hazırlayan; Binnaz Toprak, Osmanlı Bankası Arşiv ve
Araştırma Merkezi, İstanbul, 2007, s. 79-87.
Üçüncü Cumhuriyet Fransası, “Aydınlanma”
ve
Osmanlı’da Tarihyazıcılığı
Türk devrimi Üçüncü Dünya’da çağdaşlaşan rejimlerinin
belki de ilkini başlattı; geleneğe karşı ilerlemeye ve
aydınlanmaya, “gelişmeye” ve liberal tartışma sürecini sorun
edinmeyen bir tür popülizme tutkuyla gönül vermiş olarak.
The Turkish Revolution inaugurated perhaps the first of the
contemporary Third World modernizing regimes:
passionately committed to progress and enlightenment
against tradition, ‘development’ and a sort of populism
untroubled by liberal debating.
E. J. Hobsbawn, The Age of Empire 1875-1914,
New York; Pantheon Books, 1987, p. 285.
19. yüzyıl pozitivizmi ve III. Cumhuriyet Fransız toplumsal düşüncesi,
başta Paris’e sığınık Jön Türkler olmak üzere, Osmanlı aydınını derinden
etkilemişti. Diğer bir deyişle Osmanlı Devleti’nin çağdaşlaşma modeli
büyük ölçüde Fransız örneğinden esinleniyordu. III. Cumhuriyet
Fransası’nın solidarist toplum anlayışı II. Meşrutiyet yıllarına damgasını
vuracaktı. Selanik’te Yeni Felsefe, ve Genç Kalemler bu çizgiyi gündeme
getiren yayın organlarıydı. M. Zekeriya [Sertel], Yeni Felsefe’de
Durkheim sosyolojisine öncülük edecekti. Aynı tarihlerde Genç Kalemler
diye bilenen aydın zümre benzer bir atılımda bulunuyor, dil üzerinden
yeni bir kimlik arayışına girişiyordu.
2
Selanik kenti, Gökalp’a yepyeni bir ufuk açtı. Osmanlı sosyoloji diye
bilenen bilim dalını büyük ölçüde bu kentte keşfetti. Gökalp, çevresinde
Ali Canip, Ismail Hakkı, Necmettin Sadık, Fuat Köprülü gibi ulusal
değerleri vurgulayan bir aydın kesimi topladı. Keza iktisatta III.
Cumhuriyet Fransası’nın ünlü iktisatçısı Charles Gide temel referans
noktası oldu. Eserleri Osmanlıca’ya çevrildi, üçüncü yol diye önerdiği
solidarist iktisadî düşünce İttihatçıların “millî iktisad”ına temel oluşturdu.
Türkiye’de 20. yüzyılın başından itibaren ulus devlete giden yolun Batı
kökenleri son kertede üç düşünüre dayandı. Bunlar Emile Durkheim,
Friedrich List ve Ferdinand Tönnies idi. Uluslaşma için gerekli dayanışma
anlayışının esin kaynağı Emile Dukheim’di. Ulusun maddi temelini
oluşturan iktisadî yapı Friedrich List’in “milli iktisad”ıydı. Kültürel
kimlik ve uluslararası değerler ise Ferdinand Tönnies’in bugün kültür ve
uygarlık dediğimiz, Ziya Gökalp’in “hars” ve “medeniyet” diye sunduğu
ikilemde yatıyordu. Toplumun bağrında yatan töreler ve alışkanlıklar
kültürü; uluslararası düzeyde akılcı, bilim, teknoloji ve bilgi sistemi ise
uygarlığı ifade ediyordu.
III. Cumhuriyet’in Radikal Partisi’nin önderi Léon Bourgeois’ın,
Solidarité, ya da “Dayanışma” adlı eseri, Fransa’da olduğu gibi
Türkiye’de de bir neslin düşünce yapısını kalın çizgilerle belirledi.
Osmanlı topraklarında solidarist toplum anlayışı yeşerdi. Jön Türkler’in
iktidara yönelişiyle birlikte Osmanlı topraklarında “solidarizm” giderek
ulus devlet inşa sürecinin omurgasını oluşturdu. Bu süreçte özellikle dört
çizgi hakim konum elde etti: Bunlar tarih, sosyoloji, iktisat ve hukuk
alanında izlenen görüşlerdi. Bu dört alanda Fransa’nın pozitivist ve
solidarist düşünürleri Osmanlı aydınlarınca kucaklandı. Tarihte, Charles
Seignobos, Ernest Lavisse ve Alfred Nicolas Rambaud ile ulusal tarih
yazıcılığın temelleri atıldı. Sosyolojide Emile Durkheim’in Les Règles de
la méthode sociologique ve De la division du travail social Osmanlı
toplumunu anlamak için kullanılan “mekanik dayanışma” ve “organik
dayanışma” kavramlarını pekiştirdi. Bu arada yöntem olarak “ferd”in
ötesinde, ondan tümüyle bağımsız bir “cemiyet” arayışına girişildi.
Mustafa Suphi, Célestin Bouglé’nin İlm-i İçtimaî Nedir ? Qu’est-ce que
la sociologie ? adlı eserini Türkçeye çevirdi. L’Année sociologique
dönemin aydınlarınca izlenen belli başlı sosyoloji dergisiydi.
Türk milliyetçiliğinin geri planında yatan, “tesanütçülük” yani
dayanışmacılık fikri ile onun ürünü olan “halkçılık” anlayışı böylece
Durkheim’in İçtimaî Taksim-i Amel” / Toplumsal İş Bölümü başlıklı
kitabında yaptığı tasniften esinlendi. Bu tasnif ilk evrede Selanik’te, “Yeni
Hayat” hareketinin düşünce sisteminde yeşerdi. Durkheim’i Türkiye’ye
3
getiren Yeni Felsefe Mecmuası’nı çıkaran Yeni Hayat hareketinin
öncülerinden M. Zekeriya [Sertel] di. Ziya Gökalp’in İttihat ve Terakki
kongresi nedeniyle Selanik’te bulunuşu ve bu kentte Cemiyet’in üst
yönetimine girişi onun Yeni Hayat hareketiyle yakın bağ kurmasına neden
oldu. O sırada Ziya Gökalp, aynı paralelde Ömer Seyfettin ve Ali Canip
[Yöntem] ile birlikte Genç Kalemler’i çıkarıyor ve “Yeni Lisan”ı
savunuyordu. Ziya Gökalp’in Fransız sosyolojisi ile ilgisi büyük ölçüde
Yeni Felsefe’de gündeme gelen Durkheim’cı görüşlerden
kaynaklanıyordu.
İktisadi alanda İttihatçıların görüşlerini biçimleyen yazarlar ise yine büyük
ölçüde III. Cumhuriyet Fransası kökenliydi. Charles Gide ile Charles
Rist’in görüşleri özellikle etkindi. Osmanlı’da serbest piyasa anlayışına
karşı görüşler 19. yüzyılda gazete sütunlarında gözlemlenmişti. Bu tür
görüşlerin öncülüğünü Ahmed Midhat Efendi yapmıştı. Tefrika ettiği
yazılara daha sonra Ekonomi Politik ve Halü’l-Ukad adlı eserlerinde yer
vermişti. Ama yüzyılın dönümünde Musa Akyiğitzade bu görüşleri
kuramsal bir tabana oturtmakta gecikmedi. “Azade-i ticaret” ile “usul-i
himaye” diye dile getirdiği serbest ticaret ve korumacılık arasındaki
farkları yayınladığı iki eserinde ayrıntılarıyla ele aldı. “Milli iktisad”a
varacak bu görüşlerin geri planında ünlü Alman iktisatçısı Friedrich List
vardı. Jön Türkler’in dil birikimi Fransızca olduğu için List’in görüşlerini
Fransız İktisatçısı M. Cauwès’in Cours d’économie politique’inden
öğrendiler. Ancak M. Cauwès yanı sıra Wagner, Schmoller, Philippovich
gibi klasik doktrinin dışına çıkan yazarlar da İttihatçılar’ı etkilemişti. Bu
arada İstanbul’da bulunan Parvus Türk Yurdu’ndaki yazılarıyla
İttihatçılar’ı “milli iktisad”a yönlendiriyordu.
Hukuk alanında ise Jön Türklerin referans noktası Léon Duguit idi.
Sosyolojik pozitivizmin kurucusu Duguit Auguste Comte ve Emile
Durkheim’den esinlenmişti ve pozitivist bir hukuk anlayışı geliştirmişti.
Türkiye’de yeni bir hukuk anlayışı büyük ölçüde Léon Duguit’nin
görüşlerinden kaynaklanıyordu. Bunun tipik bir örneği 1917 tarihli
Hukuk-ı Aile Kararnamesi idi.
Ancak, toplumbilime oranla çok daha başat bir alan tarihti. Aydınlanmacı
ulusal bir tarih anlayışı Meşrutiyet yıllarında giderek güç kazandı.
Beşeri ve sosyal bilimler içerisinde etkileri bugüne kadar uzanan anlayış
tarih alanında gözlemlendi. Daha 19. yüzyıl son çeyreğinde tarih bilimini
“Ezmine-i Evveliyye”de yani ilk çağlarda “Hilkat-ı Adem Aleyhüsselam,
Tufan-ı Nuh, İntişar-ı Evlad-ı Nuh” [Ali Tevfik, Fezleke-i Tarih-i
Umumi, cild-i evvel, İstanbul; Karabet Matbaası, 1309.] gibi insanlığın
temellerini Nuh’un gemisine dayandıran konularla donatan Osmanlı
4
tarihçiliği 1908 ertesi Batı’nın, özellikle Fransız tarihçiliğinin etkisi altına
girdi. “Mekteb-i idadiyye tarih-i umumi ve Mekteb-i Mülkiye-i Şahane
coğrafya muallimi” Kaymakam Ali Tevfik tarihçiliği iki eksende
“mukaddes” ve “temeddün” başlıkları altında sınıflarken II. Meşrutiyet’le
birlikte “temeddün” ön plana çıktı. “Mukaddes” olan peygamberler
tarihine bırakıldı. III. Cumhuriyet Fransası’ndan ve “aydınlanmacı”
düşünceden esinlenen liberal-ulusal tarihçilik, geleneksel Osmanlı
vak’anüvisliğinden kopuşu simgeliyordu. Türk Derneği, Türk Yurdu, Türk
Ocağı bu kopuşun düşün ortamını yaratıyor, Tarih-i Osmanî Encümeni
sistematik yayınlarıyla yeni bir tarih arayışına giriyordu.
Geleneksel Osmanlı tarihçiliğinden ulusal tarihçiliğe geçişte Meşrutiyet
yıllarında dört tarihçi ön plana çıkıyordu. Bunlar, Ali Reşad, Diran
Kelekyan, Ahmet Refik [Altınay] ve Fuat Köprülü idi. Pozitivist
tarihyazıcılığın Osmanlı’da ilk temsilcisi Ali Reşad idi. Charles
Seignobos’u, Ernest Lavisse’i, Alfred Rambaud’yu hatmetmiş; eserlerini
Türkçeye çevirmişti. Fransız tarihçiliğini bu denli yakından izleyen bir
tarihçinin pozitivist tarih anlayışını benimsemesi, o doğrultuda eserler
vermesi doğaldı.
Ali Reşad çalışkan bir yazardı. Batı’yı yakından izlemiş, Fransız tarihinin
ve tarihçiliğinin izdüşümünü Türkiye’ye yansıtmış bir müderristi. Tüm
dünyayı Fransa yörüngesine oturtan bir Osmanlı aydınıydı. 1877’de
bugün Bulgaristan topraklarında bulunan Lofça’da doğmuş; İstanbul
İdadisi’ni bitirdikten sonra Mülkiye’ye girmiş. 1897’de mezuniyeti ertesi
Maarif Nezareti Muhasebe Kalemi katipliğine tayini çıkmıştı.
Meşrutiyet’e kadar bu görevi yanı sıra Eğrikapı Merkez Rüşdiyesi,
Darülmuallimin-i İbtidaiyye, Vefa, Kabataş idadileriyle Galatasaray
sultanisinde tarih muallimliği yapmıştı.
Meşrutiyet’le birlikte Mercan İdadisi müdürlüğüne, ardından İstanbul
Leyli İdadisi müdürlüğüne atanmıştı. 31 Ekim 1909’da İstanbul Vilayeti
Maarif Müdürü olmuştu. 1912’de Darülmuallimin-i Aliye müdürü, bir yıl
sonra Maarif Nezareti Meclis-i Maarif azası ve Cihan Harbi ile birlikte
Darülfünun Edebiyat Fakültesi Kurun-ı Vusta ve Kurun-ı Cedide,
bugünkü dille Orta ve Yeni Çağlar tarih müderrisliğine getirilmişti. Bu
arada o sırada kurulan İnas (Kız) Darülfünunu ve Mülkiye Mektebi’nde de
tarih öğretmişti. 1929’da ölümüne kadar Edebiyat Fakültesi Tarih Zümresi
Orta Çağ tarih müderrisi olarak kalmıştı.
Ali Reşad eşine ender rastlanır velutlukta yazarlardan biriydi. Elli
dolayında telif ve tercüme eseri vardı. Bunlardan kimi iki cilt, hatta üç
ciltti. Çoğu ders kitabı olarak hazırlanmıştı. Ali Reşad aynı zamanda çok
5
yönlü bir yazardı. Tarih-i Umumi yazmış; Tarih-i Osmani’yi ve Tarih-i
İslam’ı kaleme almıştı. Tarih-i Kadim’e Akvam-ı Kadime-i Şarkiyye ve
Yunaniler’e ilgi duymuş; Kurun-ı Ula, Kurun-ı Vusta ve Kurun-ı
Cedide’ye girmiş; Asr-ı Hazır’ı ayrıntılarıyla işlemişti. İlk Mekteplere
Tarih Dersleri hazırlamış; rüşdiyelere (orta okul), idadilere ve sultanilere
(lise dengi okullar), ve nihayet Darülfünun’a Meşrutiyet ve Cumhuriyet
yıllarında ders kitapları derlemişti. Genel okuyucuya tarih sevgisini
aşılayan kitaplar yazmıştı. Dreyfus olayına ilgi duymuş, İsmail Hakkı ile
birlikte Dreyfus Meselesi ve Esbâb-ı Hafiyesi’ni basmıştı. Yine İsmail
Hakkı ile birlikte Bismark, Hayat-ı Hususi ve Siyasisi’ni kaleme almıştı.
İskender ile birlikte Kapitülasyonlar: Tarihi; Menşei; Asılları’nı çevirmiş;
Faşizm üzerine Türkiye’de ilk kitabı Faşizm başlığı altında 1923’de
yayınlamıştı.
Ali Reşad eserlerinde Avrupa tarihine ve özellikle Fransa tarihine geniş
yer verdi. Bu yöneliş, Cumhuriyet’i kuran kadroların nasıl bir tarih
formasyonunundan geçtiklerini kanıtlaması açısından önemliydi.
Hazırladığı ders kitaplarında Fransa tarihi egemen nitelikteydi. Fransız
Devrimi ise Fransa tarihinin ana eksenini oluşturuyordu. Kısaca,
Meşrutiyet’in ve Cumhuriyet’in inkılapçı nesli Fransız Devrimi’ni Ali
Reşad’tan öğrendiler. Meşrutiyet yıllarında idadi ve sultani mekteplerinin
son sınıflarında okutulan Asr-ı Hâzır Tarihi’ni (Dersaadet; Kanaat
Matbaası, 1330) Ali Reşad yazdı. Bu kitap Fransız Devrimi ile başlıyordu.
726 sayfalık kitabın 263 sayfası Fransa’ya, 250 sayfası diğer Avrupa
ülkelerine ve dünya tarihine, kalan 213 sayfada ise “Devlet-i Osmaniyye
tarihi”ne ayrılmıştı. Görüldüğü gibi Fransa’ya ayrılan sayfa sayısı
Osmanlı Devleti’ninkinden daha fazlaydı. Öte yandan Fransa’yı ele alan
bölümün 171 sayfası Viyana Kongresi’ne kadar Fransız İhtilali’ni
işliyordu. Diğer bir deyişle neredeyse kitabın dörtte biri Fransız
Devrimi’ne ayrılmıştı. “Beyanname-i Hukuk-ı Beşer” bu ders kitabında
ayrıntılarıyla yorumlanıyordu.
İdadi ve sultani mekteplerinin son sınıflarına yönelik, diğer bir deyişle lise
son sınıfları için düzenlenmiş bu kitapta yer alan Fransa ve Fransız
devrimi, bir önceki sınıflar için de geçerliydi. Sultani mektepleri “fünun”
ve edebiyat şubeleri on birinci sınıfı için hazırladığı 18. yüzyıl ağırlıklı
Kurun-ı Cedid Tarihi’nin (İstanbul; Matbaa-i Amire, 1333) önemli bir
bölümünde de Fransız Devrimi işleniyordu. 647 sayfalık kitabın 389
sayfası Avrupa’ya ayrılmıştı; bunun 137 sayfası Fransız Devrimi’ni
kapsıyordu. “Hukuk-ı Beşer Beyannamesi” bu ders kitabında, bu kez on
yedi maddesi şerhlenmiş şekliyle yer alıyordu. Cihan Harbi yıllarında,
insanlığı ateş ve barutun bürüdüğü bir evrede Osmanlı öğrencileri İnsan
Hakları Beyannamesi’nin on yedi maddesinden sorumlu tutuluyorlardı.
6
Ali Reşad’ın Fransa ve Fransız Devrimi’ne tutkusu ilk kitabı Dreyfus
Meselesi ve Esbab-ı Hafiyyesi, (İstanbul; A. Asaduryan Matbaası, 1315)
ile başlamıştı. Bu kitapta ilk kez “anti-semitizm” “museviyyet
düşmanlığı” adı altında işlenmiş ve Fransa’daki anti-semit düşünce
eleştirilmişti. Alfred Dreyfus, avukatı Mösyö Labori, ünlü yazar Victor
Hugo Ali Reşad ve kitabın diğer yazarı İsmail Hakkı’ya gönderdikleri kart
ve mektuplarda “hakikat ve adalete hizmet maksadiyle” yazdıkları kitap
nedeniyle her ikisini de kutlamışlardı. Victor Hugo’nun mektubu ünlü
deyişiyle son bulmuştu: “Hakikat ilerlemektedir. Hiçbir şey onu tevkif
edemez.” (La vérité est en marche et rien ne l’arrêtera.)
Ali Reşad, ders kitaplarında yer alan ayrıntılı Fransız Devrimi anlatımı
yanı sıra devrim üzerine iki eser vermişti. İlki Fransız İhtilâl-i Kebiri,
(İstanbul; Artin Asaduryan Matbaası, 1327.) adı ile yayınlanmıştı. Bu
kitap 184 sayfa tutmuştu. İkincisi ise bu güne kadar Fransız Devrimi
üzerine Türkiye’de yayınlanan en kapsamlı kitaptı. 919 sayfalık Mufassal
Musavver Fransız İhtilâl-i Kebiri (Dersaadet; Kanaat Matbaası, 1331)
başlıklı kitap 1915 yılında basılmıştı. Bu kitapta 1914 tarihli Diran
Kelekyan çevirisinden bir yıl sonra İnsan Hakları Beyannamesi’nin
“Beyanname-i Hukuk-ı Adem ve Ehl-i Vatan” adı altında tam metin yeni
bir çevirisi yer almıştı.
Ali Reşad, II. Meşrutiyet’e damgası vuran, Cumhuriyet’e açılan yolu
aydınlatan, Cumhuriyet fikirlerini besleyen, Türk Devrimi’nin ortamını
tarih bağlamında hazırlayan yazarlardan biriydi. Devrimi yapan nesil
geçmişi ondan öğrenmiş, Fransız Devrimi’ni onun kaleminden algılamıştı.
Türk Devrimi ile Fransız Devrimi’nin köprüleri onun sayesinde atılmıştı.
Pozitivist tarih anlayışı onla bu topraklarda yer etmişti. Ulusal tarih onun
çizdiği yolda temellenmişti. Ali Reşad’ın eserlerinin büyük çoğunluğu
Segnobos’tan esinlenmişti ve belki de bugün “intihal” diye
niteliyebileceğimiz türdendi. Ancak, Türkiye’de tarihçilik bu çevirilerle
dünya tarihiyle eklemlenebilmiş; bu çeviriler sayesinde içbüyek bir tarih
anlayışı dışbükey bir boyut kazanmıştı.
II. Meşrutiyet tarihçiliğine damgasını vuran diğer bir ünlü şahsiyet Diran
Kelekyan idi. II. Abdülhamit dönemi Jön Türk’lerinden Diran Kelekyan
1904’te Londra’ya kaçmış. İngiliz gazetelerinde yazarlık yapmış. 1908’de
“İlân-ı Hürriyet” üzerine İstanbul’a dönmüştü. Sabah gazetesinde siyasi
konularda köşe yazarı olmuştu. 30 Ekim 1909’da Mekteb-i Mülkiye
Tarih-i Siyasi dersi müderrisliğine atanmış, 1915 ertesi İstanbul dışında
herhangi bir kentte ailesi ile birlikte yaşamasına izin verilmiş. Önce
7
Çankırı’ya, ardından Sivas’a gitmiş. Sivas’ta sürgünde iken 1918’de
eceliyle ölmüştü. 1
Meşrutiyet döneminde Sultani öğrencileri Fransız Devrimi’ni Ali
Reşad’dan öğrenirken Mülkiye öğrencileri Diran Kelekyan’ı okumuşlardı.
Meşrutiyet yıllarında kurulan ve Osmanlı diplomasisine meslek memuru
yetiştirmeyi amaçlayan “Siyasiyyat Şubesi” diplomatik tarihi Diran
Kelekyan’dan öğrenmişlerdi. Siyasal tarih ile toplumsal olaylar arasındaki
bağı Mülkiye şakirdanı Kelekyan’ın ders notlarından izlemişti. Diran
Kelekyan, genel nitelikte iki kısımlık Tarih-i Siyasi-i Umumi (İstanbul;
Cıhan Matbaası, 1329) yazmıştı. Bu eserin birinci kısmında 18. yüzyıl
Avrupası’nı vurgulamıştı. İkinci kısımda 19. yüzyılı ele almıştı. Ancak
Fransız devrimini Ondokuzuncu Asırda İçtimai ve Siyasi Avrupa
(Dersaadet; Sabah Matbaası, 1330) adlı eserinde ayrıntılandırmıştı. Bu
eser Ali Reşid’in Mufassal, Musavver Fransa İhtilal-ı Kebiri Tarihi’nden
(Dersaadet; Kanaat Matbaası, 1331) bir yıl önce yayınlanmıştı. O güne
değin Fransız Devrimi üzerine en ayrıntılı eser olarak yazınımıza
geçmişti.
Ondokuzuncu Asırda İçtimai ve Siyasi Avrupa üç kesimden oluşuyordu:
Fransa İhtilâl-i Kebiri, Napoleon, ve Viyana Kongresi. 656 sayfalık bu
dev eser Osmanlı’ya Batı’nın birçok düşünürünü ve fikir hareketlerini
tanıtıyordu. Kelekyan’a göre 20. yüzyılın kaderi 18. yüzyıl sonu - 19.
yüzyıl başında çizilmişti: “Avrupa’nın içtimai ve siyasi hâl-ı hâzırının
mukaddemâtı milâdın on sekizinci asrının sonlarında ve on dokuzuncu
asrının evailinde tezahür etmişti...” Ona göre, Fransız Devrimi yepyeni bir
çağ açmıştı. Siyasi ve içtimai hürriyet fikirleri ve milliyet anlayışı Fransız
Devrimi’nin yeni doğan ulus-devletlere ortam hazırlamıştı: “Bu yeni
vakıa-i mühimme-i siyasiyye milletlerin hayat-ı içtimaiyyesinde hürriyet-i
siyasiyye (liberté politique) ve hürriyet-i içtimaiyye (liberté sociale) ve
memâlikin teşkilat-ı siyasiyyesinde `milliyet’ (nationalité) esası namına
vuku’ bulan mücahedatın bais ve amilidir” diyordu eserinde.
Cumhuriyet’i hazırlayan fikir dağarcığı için Diran Kelekyan’ın eserleri
ayrı bir önem taşıyordu. Hürriyet ve milliyet fikirleri 19. yüzyıl
Avrupası’nın yörüngesini çizmişti. Kelekyan’ın deyişiyle “On dokuzuncu
asırda Avrupa’nın içtimai ve siyasi tarihi hürriyet ve milliyet fikirlerini
hayat-ı umumiyyede tecelli ettirmek maksadiyle vuku’ bulan mücahedât
ve teşebbüsâtın tezahürâtından ve bunların husule getirdiği netâicten
müteşekkil”di.
Diran Kelekyan kitabında Aydınlanma Çağı düşünürlerine ve eserlerine
geniş yer vermişti. Birçoğu belki de ilk kez bu kitapta Osmanlı
aydınlarıyla tanışıyordu. Montesquieu’nün Ruh-ı Kavânin’i (Esprit des
8
Lois), Romalıların Esbâb-ı Şevket ve İnhitâtı, (Considerations sur la
grandeur des Romains et de leur décadence), Voltaire’in Mekâtibe-i
Felsefiyye’si (Lettres philosophiques), Diderot’nun Amâlar Hakkında
Mektuplar’ı (Lettres sur les aveugles), Meziyet ve Fazilet Hakkında
Tecrübe-i Kalemiyye’si (Essai sur le mérite et la vertu), Tefekkürât-ı
Felsefiyye’si (Pensées philosophiques), Rousseau’nun Emile’i, İnsanlar
Arasında Adem-i Musavatın Menşe’i ve Esasları (Discours sur l’origine et
les fondements de l’inégalité), Muahede-i İctimaiyye’si (Contrat social)
Fransız Devrimi’ni hazırlayan fikir ortamı olarak işlenmişti. Batı’nın
birçok düşünür ve yazarını Osmanlı okuru bu kitap sayesinde tanımıştı.
Batı’da bile uzun yıllar önemsenmeyen A. de Tocqueville bu kitapta yer
almıştı. Hatta kitap Tocqueville’den bir alıntıyla başlıyordu: “Mesail-i
ictimaiyye ile de iştigal etmiş olan bir Fransız siyasisi ihtillallerin suret-i
zuhurundan bahsettiği sırada diyor ki: “İhtilaller ilcaat-ı umumiyyeden
tevellüd ve esbab-ı sathiyye tesiriyle zuhur eder. Binaenaleyh onları bütün
bütün ilcaat-ı umumiyyeye atf etmek haiz olamıyacağı gibi, esbab-ı
sathiyyenin husul-i yeganesi addetmek de doğru olmaz’. Bu sözlerin kaili
Müttehide-i Amerika’da Hükûmet-i İbad (La démocratie en Amerique) ve
İdare-i Sabıka ve İhtilâl (L’Ancien Régime et la Révolution) ünvanlı
eserleri ve diğer bazı müellifât-ı müfidesiyle müştehir olan ve Encümen-i
Daniş azalığı, hariciye nazırlığı gibi mühim memuriyetler ifa etmiş
bulunan Mösyö A. de Tocqueville’dir. (tevellüd 1805; vefat 1859).”
Colbert’in liberal dünüşüncenin simgesi olan ünlü deyişi “Hazret ! Hiçbir
şeye mani olmayınız” (Monseigneur ! laisez faire, laissez passer);
Masonlar’ın kardeşlik simgesi “Cümlesi bir kişi için, ve bir kişi cümlesi
için” (Tous pour un, un pour tous) kaidesi; Fransız halkının oluşturduğu
ulusal muhafızların üç renkli bayraklarının üzerinde yazılı “Fransız
Ahalisi, Hürriyet yahut Ölüm” (Le peuple français, la liberté ou la mort”
cümlesi bu kitapta yer alıyordu. 1688’in “berat-ı hukuk”u (Bill of Rights),
“İnsanın ve Vatandaşın Hukuku” (Droits de l’Homme et du Citoyen);
Montesquieu’nün “tefrik-i kuvva” nazariyesi (séparation des pouvoirs),
Fransa’nın toplumsal katmanları; ruhban sınıfı (clergé), zâdegân sınıfı
(noblesse), avam ya da üçüncü sınıf (Tiers Etat), Kelekyan’ın kitabında
Türkçe karşılıklarını buluyordu.
1789 İnsan Hakları Beyannamesi Osmanlı yazınına Mehmed Murad’ın ya
da lâkâbıyla Mizancı Murad’ın altı ciltlik Tarih-i Umumi’siyle (Karabet-
Mahmadbey Matbaası, 1299-1307) tanıtılmıştı. Mekteb-i Mülkiyye-i
Şâhâne tarih-i Osmanî ve tarih-i siyasî müdderrisliğinde on yedi yıl kalan
Mehmed Murad 80’li yıllarda yayınladığı eserinin altıncı cildinde ilk kez
Fransız Devrimi’ni ayrıntılandırıyor ve “Hukuk-ı Beşer İlânı” adı altında
ünlü beyannameye yer veriyordu. Ancak beyannamenin tam metin olarak
9
ilk kez yayınlanışı Meşrutiyet yıllarında gerçekleşmişti.”Hukuk-ı Beşer
Beyannamesi” ya da “Beşer ve Vatandaşın Hukuku” (Les droits de
l’Homme et du Citoyen) dibace ve on yedi madde birlikte Diran
Kelekyan’ın adı geçen eseriyle Türkçe’ye kazandırılmıştı. Hemen ertesi
yıl başka bir çeviri Ali Reşad’ın yukarda adı geçen eserinde yer almıştı.
Diran Kelekyan’ın eserinin önemli bir boyutu siyasi-diplomatik tarihi dar
kapsamından çıkararak “tarih-i içtimaiyye” bugünkü karşılığıyla
“toplumsal tarih” ile bütünlemesiydi. Nitekim eserinin önsözünde
“siyasetin inkişafı diplomatların tertibâtına münhasır kalmayıp çok kere,
ahalî onlara doğrudan doğruya iştirak etmiştir” diyerek toplumsal
olayların dış politikadaki etkilerine dikkati çekiyordu. Mülkiye’de
diplomasi mesleğini seçecek olan Siyasiyyat Şubesi öğrencilerine
diplomatik tarih yanı sıra “tarih-i içtimai ve siyasi”yi (histoire politique et
sociale) de öğretmek gerektiğini vurgulayan Diran Kelekyan, tarihçilikte
son yıllarda iç ve dış politikanın bütünlüğünü vurgulayan görüşlerin ilk
habercisi olmuştu. Ona göre “ahvâl-i dahiliyye ile “münâsebât-ı
hariciyye” çok yakından bağlantılıydı:”Mekteb-i aliyyeye mahsus tarih-i
siyasi tedrisâtında ictimaiyyat, hayat-ı siyasiyye ve ahvâl-i diplomatikiyye
inkişâfâtı enzâr-ı talebeyne yekdiğerine merbuten takdim olunmalıdır.
Ancak bu suretle icra kılınan tedrisat gaye-i matlubeyi temin edebilir”
diyordu. Toplumbilimle iç ve dış politikalar arasındaki bağlantıyı ilk
kuran tarihçimiz Diran Kelekyan’dı. Bu nedenle Diran Kelekyan ders
kitabı olarak hazırladığı eserine “İçtimaî ve Siyasî Avrupa” başlığını
atmıştı. Türk ulusçuluğu dahil, Osmanlı topraklarındaki tüm ulusal
fikirlerin kaynağı Fransız Devrimi’ydi. Diran Kelekyan’ın Fransız
Devrimi’ne tutkusu onu kendi “millet”ine bağlaması da doğaldı.
Kimilerine göre O, “ermeni vatanperveri”. Ama, O aynı zamanda bir
Osmanlı’; meşrutiyetçi bir Jön Türk’tü. Tehcir sırasında Talat Paşa’dan
yakın ilgi görmüş, kendi isteğiyle ölünceye kadar ailesiyle Sivas’ta ikamet
etmişti.
III. Cumhuriyet tarih anlayışından esinlenen bir diğer tarihçi asker kökenli
Ahmet Refik [Altınay] idi. Ali Reşad ve Diran Kelekyan öğrencilere
seslenirken Ahmet Refik kitlelere yöneliyordu. Ahmet Refik aslında bir
köprü işlevi görüyordu. Anlatımcı [narrative] üslubuyla Osmanlı
tarihçiliğinin son halkası olabileceği gibi ulusal tarihçiliğin de kurucuları
arasında yer alıyordu. Eski bir piyade subayı ve İttihad ve Terakki üyesi
olan Ahmet Refik, Cemiyet’in bir anlamda resmî tarihçiliğini üstlenmişti.
Ömer Seyfettin’in dil ve edebiyattaki işlevini Ahmet Refik tarih alanında
yerine getiriyor, İttihad ve Terakki’nin direktifleri doğrultusunda tarih
yazıyordu.Ahmet Refik’i tarihyazıcılığımızda önemli kılan tarihi dar bir
okur çevresinin inhisarından kurtararak, geniş bir Osmanlı kitlesine
10
sevdirmesiydi. Genç yaşta şöhret yapmış, “müverrih” unvanıyla anılmaya
başlamıştı. Bilimsel çalışmaları yanı sıra halk için yazdığı kitaplarla II.
Meşrutiyet’in sürekli savaş ortamında tarihe kitlelere ulusal bilinç
götürücü bir işlev kazandırmıştı. Ahmet Refik’i geleneksel Osmanlı
tarihçiliğinden ayıran en önemli özelliklerden biri Batı tarihçilerini
yakından izlemesi ve 19. yüzyıl romantik Fransız ve Alman tarihçiliğinin
uluslaşmadaki işlevini Osmanlı gerçeğine uygulamasıydı. 1917’de Yeni
Mecmua’da yayınlanan “Michelet”, “Ranke”, ve “Treitschke” makaleleri,
1928’de Hayat Mecmuası’nda yer alan “Yunun müverrihleri” ve “Latin
müverrihleri” yazıları, 1932 yılında çıkan “Alman Müverrihleri: Ranke,
Mommsen, Treitchke” ve “Fransız Müverrihleri: Michelet, Lavisse,
Vandal” başlıklı eserleri, Ahmet Refik’in Batı’daki tarihyazıcılığını ne
denli yakından izlediğinin kanıtlarıydı.
Ahmet Refik’i geleneksel Osmanlı tarihyazıcılığından ayıran başka bir
özellik toplumsal tarihe olan eğilimiydi. II. Meşrutiyet’le birlikte Osmanlı
reayası “halk”a dönüşmüş, Türkçülük’le birlikte doğan Anadoluculuk
hareketiyle “halka doğru” gidilmişti. Bundan böyle vak’anüvis
geleneğinin saray yörüngeli tarihyazıcılığı aşılarak, günlük yaşam ya da
toplumun yapısına yönelik çalışmalar tarihin uğraş alanına girmişti.
İttihatçıların deyimleriyle tarihyazıcılığında “havas”dan “avam”a geçiş
izlenmişti. Hicri Onbirinci, Onikinci ve Onücüncü Asırda İstanbul Hayatı
başlıklı eserlerinde İstanbul’un sosyal, iktisadî yaşamıyla, evkaf, belediye,
iaşe ve gümrük işlerine dair Hazine-i Evrak’ın değerli belgelerini
sergileyen Ahmet Refik’in , ayrıca Tarih-i Osmanlî Encümeni Mecmuası,
Türk Tarih Encümeni Mecmuası yanı sıra birçok gazete ve dergide,
sosyal ve entellektüel tarih kapsamına giren sayısız yazısı yer almıştı.
Tarih-i Osmanî Encümeni başkanlığı yapmış, ve 1933 Üniversite
Reformu’na kadar Darülfünün Osmanlı Tarihi kürsüsü müderrisliğinde
bulunmuştu. Ahmet Refik de büyük ölçüde Charles Seignobos’tan
esinlenmişti. Tarih-i Medeniyet: Asr-ı Hazır adlı eseri “Paris Darülfünun
muallimlerinden Charles Seignobos'un en meşhur âsârından”dı. [İstanbul;
Kütüphane-i Askeriyye, 1328.] Cihan Harbi ertesi İttihatçılar’a karşı tavrı
ona pahalıya mal olmuş Üniversite reformuyla birlikte açığa alınmıştı.
Fuat Köprülü, yine II. Meşrutiyet döneminde yetişen ve tarihe farklı bir
perspektifle bakan çağdaş tarihçilerimizin dördüncüsüydü. Ahmet Refik,
vak’anüvis tarihçiliğinden çağdaş ulusal tarihçiliğe geçişi simgelerken
Fuat Köprülü, ulusal tarihçiliği yeni bir evreye taşıyacaktı. II. Meşrutiyet
döneminde yetişen ve tarihe farklı bir perspektifle bakan Köprülü Osmanlı
tarihçiliğinde III. Cumhuriyet solidarist tarih anlayışıyla yine III.
Cumhuriyet’te ilk belirtileri ortaya çıkan, tarihçiliğe yeni yöntem getiren,
bir anlamda tarihsel uğraşı kavramsallaştıran Lucien Febvre, Marc Bloch
11
ve Annales okulu ile bağlantı kuran kişi olmuştu. İlk evrelerde edebiyat
tarihine odaklanmışken Cumhuriyet’le birlikte tarihi daha bütünsel bir
bağlamda irdelemişti. Yayınladığı Türk Hukuk ve İktisat Tarihi
Mecmuası’nda Abdülbaki Gölpınarlı, Mustafa Akdağ, Halil İnalcık,
Osman Turan, Mehmet Altay Köymen, Faruk Sümer gibi birçok tarihçinin
kurumsal, sosyal ve iktisat tarihinde uzmanlaşmalarına ortam hazırlamıştı.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında ilk okullar dahil tarih ders kitapları yazan
Fuat Köprülü, her ne kadar formasyonunu II. Meşrutiyet yıllarında
tamamladıysa da eserlerinin büyük çoğunluğunu Cumhuriyet döneminde
vermişti. Ankara’da 30’lu yıllarda kurgulanan tarih tezlerine mesafeli
durmuş, ve Batı’da ses getiren ilk tarihçimiz olmuştu.
* * *
Türkiye’de çağdaş bağlamda sosyal ve beşeri bilimler, Osmanlı düşün
geleneğinin, Tanzimat ertesi Batı ile etkileşimi ve Aydınlanma Çağı
Fransız düşüncesinin Osmanlı aydınını yönlendirişi sonucu gündeme
geldi. Genel olarak 19. yüzyıl pozitivizmi ve III. Cumhuriyet Fransız
toplumsal düşüncesi, başta Paris’e sığınık Jön Türkler olmak üzere,
Osmanlı aydınını etkilemekte gecikmedi . Diğer bir deyişle Osmanlı
Devleti’nin çağdaşlaşma modeli büyük ölçüde Fransız örneğinden
esinlendi. II. Meşrutiyet yıllarında sosyal ve beşeri bilimlerin yöntem
anlayışı ve kavramsal kurguları büyük ölçüde bu dönemde yapılan
çevirilerle oluştu. Ve o günün “tesanüt” sözcüğü Cumhuriyet yıllarında
“dayanışma”ya dönüştü. Dayanışmacılık ya da solidarizm 1940’ların
ikinci yarısına kadar iktidarların temel söylemini oluşturdu. III.
Cumhuriyet Fransası’nın solidarist toplum anlayışı II. Meşrutiyet yıllarına
damgasını vurdu. Selanik’te Yeni Felsefe, ve Genç Kalemler bu çizgiyi
gündeme getiren yayın organlarıydı. M. Zekeriya [Sertel], Yeni Felsefe’de
Durkheim sosyolojisine öncülük etti. Aynı tarihlerde Genç Kalemler,
benzer bir atılımda bulunuyorlar, dil üzerinden yeni bir kimlik arayışına
girişiyorlardı. İşte Selanik, Gökalp’a yepyeni bir ufuk açtı. Keza iktisatta
III. Cumhuriyet Fransası’nın ünlü iktisatçısı Charles Gide temel referans
noktası oldu.
III. Cumhuriyet Fransası’nın tarih alanındaki öncüsü Charles
Seignobos’tu. Osmanlı topraklarında II. Meşrutiyet tarihçiliği işte bu
Fransız tarihçisinin etkisinde yol kat’etti. “Aydınlanma” düşüncesi
Osmanlı tarih alanına Charles Seignobos kanalıyla girdi. Fransa eksenli
dünya tarihi ilk kez Mülkiye’de ders programlarına girmişti. Ancak, orta
12
öğrenimde liberal nitelik taşıyan bir tarih anlayışı için II. Meşrutiyet
yıllarını beklemek gerekecekti. Bu açılım 1930’ların başına kadar sürdü.
20’li yıllarda tarih kitapları büyük ölçüde II. Meşrutiyet’in çizdiği söylem
ışığında kaleme alındı.
Cumhuriyet Türkiyesi, ders müfredatı bağlamında başlangıçta II.
Meşrutiyet’in “aydınlanmacı” zihniyetini sürdürmüştü. İki dünya savaşı
arasının bu ilk yılları hâlâ Batı bir umut kaynağıydı. Otoriter ve totaliter
rejimlerin giderek güç kazanması, demokrasinin rafa kaldırılışı, ve 1929
buhranı Türkiye üzerinde de etkisini göstermekte gecikmedi. Savunmacı
bir kimlik arayışı liberal bir tarih anlayışını olanaksız kılıyordu. Öte
yandan III. Enternasyonal ve Türkiye’nin yaşamış olduğu “düvel-i
muazzama”ya karşı savaş pratiği daha köktenci bir tarih anlayışını
gündeme getiriyordu. Batı’da 19. yüzyılda yeşeren Ranke’vari tarih
anlayışı giderek sorgulanıyor, ve özellikle Marksist söylemin de etkisiyle
Batı-merkezci, ve bir boyutuyla sosyal-darvinist çizgide bir “oryantalist”
söylem olarak niteleniyordu. Bu bir anlamda tek-gerçekli “aydınlanmacı”
çizginin de sorgulanması anlamına geliyordu. “Aydınlanmacı rasyonel”in
yerini Bergsoncu bir romantisizm alıyordu. Tarih ile irade arasında
doğrudan bir bağ kuruluyor ve “millî mücadele” iradenin zaferi olarak
niteleniyordu. Türk Tarih tezi işte böyle bir ortamda yeşerdi.
“Aydınlanma” ile arasına mesafe koydu. Türk Tarih Tetkik Cemiyeti’nin,
Türk Tarih Kurumu’nun gündeminde II. Meşrutiyet’in “aydınlanmacı”,
liberal, ancak Batı-merkezci, bir boyutuyla sosyal-darvinist tarih
anlayışına başkaldırı yer alıyordu. İki dünya savaşı arası Batı’nın çöküşü,
Türkiye’ye de yansımıştı; tarihçilik dışbükey yapısını yitirerek içbükey
ben-merkezli bir yörüngeye yöneldi. Bu tarih anlayışı tortulaşarak kimi
çevrelerde günümüze değin sürgit devam etti.
_________________________
1 Wikipedia, the free encyclopedia - Retrieved from
"http://en.wikipedia.org/wiki/Armenian_notables_deported_from_the_Ottoman_
capital_in_1915" Categories: Articles lacking in-text citations | Armenians of
Turkey | Armenian Genocide | Armenia-related lists | Lists of people - Armenian
notables deported from the Ottoman capital in 1915 - list of Armenians deported
from the Ottoman capital (İstanbul) during the First World War, as made
available by the Ottoman archives and the rare Armenian sources with
precision. Diran Kelekian (Diran Kelekyan) b. 1862, Kayseri; SurvivorWriter, -
philologist, academician, freemason, author of a French-Turkish dictionary
which is still a reference; deported on the 24 April 1915 to Çankırı, then to
13
Sivas - Permitted to reside with his family anywhere outside the capital by
special order from Talat Pasha on 8 May 1915, chose Sivas, d. 1918 in that city.