Üçüncü Cumhuriyet Fransası, ‘Aydınlanma’ ve Osmanlı’da Tarihyazıcılığı

13
1 Zafer Toprak, “Üçüncü Cumhuriyet Fransası, ‘Aydınlanma’ ve Osmanlı’da Tarihyazıcılığı,” Aydınlanma Sempozyumu, 11-12 Mayıs 2007, yayıma hazırlayan; Binnaz Toprak, Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, İstanbul, 2007, s. 79-87. Üçüncü Cumhuriyet Fransası, “Aydınlanma” ve Osmanlı’da Tarihyazıcılığı Türk devrimi Üçüncü Dünya’da çağdaşlaşan rejimlerinin belki de ilkini başlattı; geleneğe karşı ilerlemeye ve aydınlanmaya, “gelişmeye” ve liberal tartışma sürecini sorun edinmeyen bir tür popülizme tutkuyla gönül vermiş olarak. The Turkish Revolution inaugurated perhaps the first of the contemporary Third World modernizing regimes: passionately committed to progress and enlightenment against tradition, ‘development’ and a sort of populism untroubled by liberal debating. E. J. Hobsbawn, The Age of Empire 1875-1914, New York; Pantheon Books, 1987, p. 285. 19. yüzyıl pozitivizmi ve III. Cumhuriyet Fransız toplumsal düşüncesi, başta Paris’e sığınık Jön Türkler olmak üzere, Osmanlı aydınını derinden etkilemişti. Diğer bir deyişle Osmanlı Devleti’nin çağdaşlaşma modeli büyük ölçüde Fransız örneğinden esinleniyordu. III. Cumhuriyet Fransası’nın solidarist toplum anlayışı II. Meşrutiyet yıllarına damgasını vuracaktı. Selanik’te Yeni Felsefe, ve Genç Kalemler bu çizgiyi gündeme getiren yayın organlarıydı. M. Zekeriya [Sertel], Yeni Felsefe’de Durkheim sosyolojisine öncülük edecekti. Aynı tarihlerde Genç Kalemler diye bilenen aydın zümre benzer bir atılımda bulunuyor, dil üzerinden yeni bir kimlik arayışına girişiyordu.

Transcript of Üçüncü Cumhuriyet Fransası, ‘Aydınlanma’ ve Osmanlı’da Tarihyazıcılığı

1

Zafer Toprak, “Üçüncü Cumhuriyet Fransası, ‘Aydınlanma’ ve

Osmanlı’da Tarihyazıcılığı,” Aydınlanma Sempozyumu, 11-12 Mayıs

2007, yayıma hazırlayan; Binnaz Toprak, Osmanlı Bankası Arşiv ve

Araştırma Merkezi, İstanbul, 2007, s. 79-87.

Üçüncü Cumhuriyet Fransası, “Aydınlanma”

ve

Osmanlı’da Tarihyazıcılığı

Türk devrimi Üçüncü Dünya’da çağdaşlaşan rejimlerinin

belki de ilkini başlattı; geleneğe karşı ilerlemeye ve

aydınlanmaya, “gelişmeye” ve liberal tartışma sürecini sorun

edinmeyen bir tür popülizme tutkuyla gönül vermiş olarak.

The Turkish Revolution inaugurated perhaps the first of the

contemporary Third World modernizing regimes:

passionately committed to progress and enlightenment

against tradition, ‘development’ and a sort of populism

untroubled by liberal debating.

E. J. Hobsbawn, The Age of Empire 1875-1914,

New York; Pantheon Books, 1987, p. 285.

19. yüzyıl pozitivizmi ve III. Cumhuriyet Fransız toplumsal düşüncesi,

başta Paris’e sığınık Jön Türkler olmak üzere, Osmanlı aydınını derinden

etkilemişti. Diğer bir deyişle Osmanlı Devleti’nin çağdaşlaşma modeli

büyük ölçüde Fransız örneğinden esinleniyordu. III. Cumhuriyet

Fransası’nın solidarist toplum anlayışı II. Meşrutiyet yıllarına damgasını

vuracaktı. Selanik’te Yeni Felsefe, ve Genç Kalemler bu çizgiyi gündeme

getiren yayın organlarıydı. M. Zekeriya [Sertel], Yeni Felsefe’de

Durkheim sosyolojisine öncülük edecekti. Aynı tarihlerde Genç Kalemler

diye bilenen aydın zümre benzer bir atılımda bulunuyor, dil üzerinden

yeni bir kimlik arayışına girişiyordu.

2

Selanik kenti, Gökalp’a yepyeni bir ufuk açtı. Osmanlı sosyoloji diye

bilenen bilim dalını büyük ölçüde bu kentte keşfetti. Gökalp, çevresinde

Ali Canip, Ismail Hakkı, Necmettin Sadık, Fuat Köprülü gibi ulusal

değerleri vurgulayan bir aydın kesimi topladı. Keza iktisatta III.

Cumhuriyet Fransası’nın ünlü iktisatçısı Charles Gide temel referans

noktası oldu. Eserleri Osmanlıca’ya çevrildi, üçüncü yol diye önerdiği

solidarist iktisadî düşünce İttihatçıların “millî iktisad”ına temel oluşturdu.

Türkiye’de 20. yüzyılın başından itibaren ulus devlete giden yolun Batı

kökenleri son kertede üç düşünüre dayandı. Bunlar Emile Durkheim,

Friedrich List ve Ferdinand Tönnies idi. Uluslaşma için gerekli dayanışma

anlayışının esin kaynağı Emile Dukheim’di. Ulusun maddi temelini

oluşturan iktisadî yapı Friedrich List’in “milli iktisad”ıydı. Kültürel

kimlik ve uluslararası değerler ise Ferdinand Tönnies’in bugün kültür ve

uygarlık dediğimiz, Ziya Gökalp’in “hars” ve “medeniyet” diye sunduğu

ikilemde yatıyordu. Toplumun bağrında yatan töreler ve alışkanlıklar

kültürü; uluslararası düzeyde akılcı, bilim, teknoloji ve bilgi sistemi ise

uygarlığı ifade ediyordu.

III. Cumhuriyet’in Radikal Partisi’nin önderi Léon Bourgeois’ın,

Solidarité, ya da “Dayanışma” adlı eseri, Fransa’da olduğu gibi

Türkiye’de de bir neslin düşünce yapısını kalın çizgilerle belirledi.

Osmanlı topraklarında solidarist toplum anlayışı yeşerdi. Jön Türkler’in

iktidara yönelişiyle birlikte Osmanlı topraklarında “solidarizm” giderek

ulus devlet inşa sürecinin omurgasını oluşturdu. Bu süreçte özellikle dört

çizgi hakim konum elde etti: Bunlar tarih, sosyoloji, iktisat ve hukuk

alanında izlenen görüşlerdi. Bu dört alanda Fransa’nın pozitivist ve

solidarist düşünürleri Osmanlı aydınlarınca kucaklandı. Tarihte, Charles

Seignobos, Ernest Lavisse ve Alfred Nicolas Rambaud ile ulusal tarih

yazıcılığın temelleri atıldı. Sosyolojide Emile Durkheim’in Les Règles de

la méthode sociologique ve De la division du travail social Osmanlı

toplumunu anlamak için kullanılan “mekanik dayanışma” ve “organik

dayanışma” kavramlarını pekiştirdi. Bu arada yöntem olarak “ferd”in

ötesinde, ondan tümüyle bağımsız bir “cemiyet” arayışına girişildi.

Mustafa Suphi, Célestin Bouglé’nin İlm-i İçtimaî Nedir ? Qu’est-ce que

la sociologie ? adlı eserini Türkçeye çevirdi. L’Année sociologique

dönemin aydınlarınca izlenen belli başlı sosyoloji dergisiydi.

Türk milliyetçiliğinin geri planında yatan, “tesanütçülük” yani

dayanışmacılık fikri ile onun ürünü olan “halkçılık” anlayışı böylece

Durkheim’in İçtimaî Taksim-i Amel” / Toplumsal İş Bölümü başlıklı

kitabında yaptığı tasniften esinlendi. Bu tasnif ilk evrede Selanik’te, “Yeni

Hayat” hareketinin düşünce sisteminde yeşerdi. Durkheim’i Türkiye’ye

3

getiren Yeni Felsefe Mecmuası’nı çıkaran Yeni Hayat hareketinin

öncülerinden M. Zekeriya [Sertel] di. Ziya Gökalp’in İttihat ve Terakki

kongresi nedeniyle Selanik’te bulunuşu ve bu kentte Cemiyet’in üst

yönetimine girişi onun Yeni Hayat hareketiyle yakın bağ kurmasına neden

oldu. O sırada Ziya Gökalp, aynı paralelde Ömer Seyfettin ve Ali Canip

[Yöntem] ile birlikte Genç Kalemler’i çıkarıyor ve “Yeni Lisan”ı

savunuyordu. Ziya Gökalp’in Fransız sosyolojisi ile ilgisi büyük ölçüde

Yeni Felsefe’de gündeme gelen Durkheim’cı görüşlerden

kaynaklanıyordu.

İktisadi alanda İttihatçıların görüşlerini biçimleyen yazarlar ise yine büyük

ölçüde III. Cumhuriyet Fransası kökenliydi. Charles Gide ile Charles

Rist’in görüşleri özellikle etkindi. Osmanlı’da serbest piyasa anlayışına

karşı görüşler 19. yüzyılda gazete sütunlarında gözlemlenmişti. Bu tür

görüşlerin öncülüğünü Ahmed Midhat Efendi yapmıştı. Tefrika ettiği

yazılara daha sonra Ekonomi Politik ve Halü’l-Ukad adlı eserlerinde yer

vermişti. Ama yüzyılın dönümünde Musa Akyiğitzade bu görüşleri

kuramsal bir tabana oturtmakta gecikmedi. “Azade-i ticaret” ile “usul-i

himaye” diye dile getirdiği serbest ticaret ve korumacılık arasındaki

farkları yayınladığı iki eserinde ayrıntılarıyla ele aldı. “Milli iktisad”a

varacak bu görüşlerin geri planında ünlü Alman iktisatçısı Friedrich List

vardı. Jön Türkler’in dil birikimi Fransızca olduğu için List’in görüşlerini

Fransız İktisatçısı M. Cauwès’in Cours d’économie politique’inden

öğrendiler. Ancak M. Cauwès yanı sıra Wagner, Schmoller, Philippovich

gibi klasik doktrinin dışına çıkan yazarlar da İttihatçılar’ı etkilemişti. Bu

arada İstanbul’da bulunan Parvus Türk Yurdu’ndaki yazılarıyla

İttihatçılar’ı “milli iktisad”a yönlendiriyordu.

Hukuk alanında ise Jön Türklerin referans noktası Léon Duguit idi.

Sosyolojik pozitivizmin kurucusu Duguit Auguste Comte ve Emile

Durkheim’den esinlenmişti ve pozitivist bir hukuk anlayışı geliştirmişti.

Türkiye’de yeni bir hukuk anlayışı büyük ölçüde Léon Duguit’nin

görüşlerinden kaynaklanıyordu. Bunun tipik bir örneği 1917 tarihli

Hukuk-ı Aile Kararnamesi idi.

Ancak, toplumbilime oranla çok daha başat bir alan tarihti. Aydınlanmacı

ulusal bir tarih anlayışı Meşrutiyet yıllarında giderek güç kazandı.

Beşeri ve sosyal bilimler içerisinde etkileri bugüne kadar uzanan anlayış

tarih alanında gözlemlendi. Daha 19. yüzyıl son çeyreğinde tarih bilimini

“Ezmine-i Evveliyye”de yani ilk çağlarda “Hilkat-ı Adem Aleyhüsselam,

Tufan-ı Nuh, İntişar-ı Evlad-ı Nuh” [Ali Tevfik, Fezleke-i Tarih-i

Umumi, cild-i evvel, İstanbul; Karabet Matbaası, 1309.] gibi insanlığın

temellerini Nuh’un gemisine dayandıran konularla donatan Osmanlı

4

tarihçiliği 1908 ertesi Batı’nın, özellikle Fransız tarihçiliğinin etkisi altına

girdi. “Mekteb-i idadiyye tarih-i umumi ve Mekteb-i Mülkiye-i Şahane

coğrafya muallimi” Kaymakam Ali Tevfik tarihçiliği iki eksende

“mukaddes” ve “temeddün” başlıkları altında sınıflarken II. Meşrutiyet’le

birlikte “temeddün” ön plana çıktı. “Mukaddes” olan peygamberler

tarihine bırakıldı. III. Cumhuriyet Fransası’ndan ve “aydınlanmacı”

düşünceden esinlenen liberal-ulusal tarihçilik, geleneksel Osmanlı

vak’anüvisliğinden kopuşu simgeliyordu. Türk Derneği, Türk Yurdu, Türk

Ocağı bu kopuşun düşün ortamını yaratıyor, Tarih-i Osmanî Encümeni

sistematik yayınlarıyla yeni bir tarih arayışına giriyordu.

Geleneksel Osmanlı tarihçiliğinden ulusal tarihçiliğe geçişte Meşrutiyet

yıllarında dört tarihçi ön plana çıkıyordu. Bunlar, Ali Reşad, Diran

Kelekyan, Ahmet Refik [Altınay] ve Fuat Köprülü idi. Pozitivist

tarihyazıcılığın Osmanlı’da ilk temsilcisi Ali Reşad idi. Charles

Seignobos’u, Ernest Lavisse’i, Alfred Rambaud’yu hatmetmiş; eserlerini

Türkçeye çevirmişti. Fransız tarihçiliğini bu denli yakından izleyen bir

tarihçinin pozitivist tarih anlayışını benimsemesi, o doğrultuda eserler

vermesi doğaldı.

Ali Reşad çalışkan bir yazardı. Batı’yı yakından izlemiş, Fransız tarihinin

ve tarihçiliğinin izdüşümünü Türkiye’ye yansıtmış bir müderristi. Tüm

dünyayı Fransa yörüngesine oturtan bir Osmanlı aydınıydı. 1877’de

bugün Bulgaristan topraklarında bulunan Lofça’da doğmuş; İstanbul

İdadisi’ni bitirdikten sonra Mülkiye’ye girmiş. 1897’de mezuniyeti ertesi

Maarif Nezareti Muhasebe Kalemi katipliğine tayini çıkmıştı.

Meşrutiyet’e kadar bu görevi yanı sıra Eğrikapı Merkez Rüşdiyesi,

Darülmuallimin-i İbtidaiyye, Vefa, Kabataş idadileriyle Galatasaray

sultanisinde tarih muallimliği yapmıştı.

Meşrutiyet’le birlikte Mercan İdadisi müdürlüğüne, ardından İstanbul

Leyli İdadisi müdürlüğüne atanmıştı. 31 Ekim 1909’da İstanbul Vilayeti

Maarif Müdürü olmuştu. 1912’de Darülmuallimin-i Aliye müdürü, bir yıl

sonra Maarif Nezareti Meclis-i Maarif azası ve Cihan Harbi ile birlikte

Darülfünun Edebiyat Fakültesi Kurun-ı Vusta ve Kurun-ı Cedide,

bugünkü dille Orta ve Yeni Çağlar tarih müderrisliğine getirilmişti. Bu

arada o sırada kurulan İnas (Kız) Darülfünunu ve Mülkiye Mektebi’nde de

tarih öğretmişti. 1929’da ölümüne kadar Edebiyat Fakültesi Tarih Zümresi

Orta Çağ tarih müderrisi olarak kalmıştı.

Ali Reşad eşine ender rastlanır velutlukta yazarlardan biriydi. Elli

dolayında telif ve tercüme eseri vardı. Bunlardan kimi iki cilt, hatta üç

ciltti. Çoğu ders kitabı olarak hazırlanmıştı. Ali Reşad aynı zamanda çok

5

yönlü bir yazardı. Tarih-i Umumi yazmış; Tarih-i Osmani’yi ve Tarih-i

İslam’ı kaleme almıştı. Tarih-i Kadim’e Akvam-ı Kadime-i Şarkiyye ve

Yunaniler’e ilgi duymuş; Kurun-ı Ula, Kurun-ı Vusta ve Kurun-ı

Cedide’ye girmiş; Asr-ı Hazır’ı ayrıntılarıyla işlemişti. İlk Mekteplere

Tarih Dersleri hazırlamış; rüşdiyelere (orta okul), idadilere ve sultanilere

(lise dengi okullar), ve nihayet Darülfünun’a Meşrutiyet ve Cumhuriyet

yıllarında ders kitapları derlemişti. Genel okuyucuya tarih sevgisini

aşılayan kitaplar yazmıştı. Dreyfus olayına ilgi duymuş, İsmail Hakkı ile

birlikte Dreyfus Meselesi ve Esbâb-ı Hafiyesi’ni basmıştı. Yine İsmail

Hakkı ile birlikte Bismark, Hayat-ı Hususi ve Siyasisi’ni kaleme almıştı.

İskender ile birlikte Kapitülasyonlar: Tarihi; Menşei; Asılları’nı çevirmiş;

Faşizm üzerine Türkiye’de ilk kitabı Faşizm başlığı altında 1923’de

yayınlamıştı.

Ali Reşad eserlerinde Avrupa tarihine ve özellikle Fransa tarihine geniş

yer verdi. Bu yöneliş, Cumhuriyet’i kuran kadroların nasıl bir tarih

formasyonunundan geçtiklerini kanıtlaması açısından önemliydi.

Hazırladığı ders kitaplarında Fransa tarihi egemen nitelikteydi. Fransız

Devrimi ise Fransa tarihinin ana eksenini oluşturuyordu. Kısaca,

Meşrutiyet’in ve Cumhuriyet’in inkılapçı nesli Fransız Devrimi’ni Ali

Reşad’tan öğrendiler. Meşrutiyet yıllarında idadi ve sultani mekteplerinin

son sınıflarında okutulan Asr-ı Hâzır Tarihi’ni (Dersaadet; Kanaat

Matbaası, 1330) Ali Reşad yazdı. Bu kitap Fransız Devrimi ile başlıyordu.

726 sayfalık kitabın 263 sayfası Fransa’ya, 250 sayfası diğer Avrupa

ülkelerine ve dünya tarihine, kalan 213 sayfada ise “Devlet-i Osmaniyye

tarihi”ne ayrılmıştı. Görüldüğü gibi Fransa’ya ayrılan sayfa sayısı

Osmanlı Devleti’ninkinden daha fazlaydı. Öte yandan Fransa’yı ele alan

bölümün 171 sayfası Viyana Kongresi’ne kadar Fransız İhtilali’ni

işliyordu. Diğer bir deyişle neredeyse kitabın dörtte biri Fransız

Devrimi’ne ayrılmıştı. “Beyanname-i Hukuk-ı Beşer” bu ders kitabında

ayrıntılarıyla yorumlanıyordu.

İdadi ve sultani mekteplerinin son sınıflarına yönelik, diğer bir deyişle lise

son sınıfları için düzenlenmiş bu kitapta yer alan Fransa ve Fransız

devrimi, bir önceki sınıflar için de geçerliydi. Sultani mektepleri “fünun”

ve edebiyat şubeleri on birinci sınıfı için hazırladığı 18. yüzyıl ağırlıklı

Kurun-ı Cedid Tarihi’nin (İstanbul; Matbaa-i Amire, 1333) önemli bir

bölümünde de Fransız Devrimi işleniyordu. 647 sayfalık kitabın 389

sayfası Avrupa’ya ayrılmıştı; bunun 137 sayfası Fransız Devrimi’ni

kapsıyordu. “Hukuk-ı Beşer Beyannamesi” bu ders kitabında, bu kez on

yedi maddesi şerhlenmiş şekliyle yer alıyordu. Cihan Harbi yıllarında,

insanlığı ateş ve barutun bürüdüğü bir evrede Osmanlı öğrencileri İnsan

Hakları Beyannamesi’nin on yedi maddesinden sorumlu tutuluyorlardı.

6

Ali Reşad’ın Fransa ve Fransız Devrimi’ne tutkusu ilk kitabı Dreyfus

Meselesi ve Esbab-ı Hafiyyesi, (İstanbul; A. Asaduryan Matbaası, 1315)

ile başlamıştı. Bu kitapta ilk kez “anti-semitizm” “museviyyet

düşmanlığı” adı altında işlenmiş ve Fransa’daki anti-semit düşünce

eleştirilmişti. Alfred Dreyfus, avukatı Mösyö Labori, ünlü yazar Victor

Hugo Ali Reşad ve kitabın diğer yazarı İsmail Hakkı’ya gönderdikleri kart

ve mektuplarda “hakikat ve adalete hizmet maksadiyle” yazdıkları kitap

nedeniyle her ikisini de kutlamışlardı. Victor Hugo’nun mektubu ünlü

deyişiyle son bulmuştu: “Hakikat ilerlemektedir. Hiçbir şey onu tevkif

edemez.” (La vérité est en marche et rien ne l’arrêtera.)

Ali Reşad, ders kitaplarında yer alan ayrıntılı Fransız Devrimi anlatımı

yanı sıra devrim üzerine iki eser vermişti. İlki Fransız İhtilâl-i Kebiri,

(İstanbul; Artin Asaduryan Matbaası, 1327.) adı ile yayınlanmıştı. Bu

kitap 184 sayfa tutmuştu. İkincisi ise bu güne kadar Fransız Devrimi

üzerine Türkiye’de yayınlanan en kapsamlı kitaptı. 919 sayfalık Mufassal

Musavver Fransız İhtilâl-i Kebiri (Dersaadet; Kanaat Matbaası, 1331)

başlıklı kitap 1915 yılında basılmıştı. Bu kitapta 1914 tarihli Diran

Kelekyan çevirisinden bir yıl sonra İnsan Hakları Beyannamesi’nin

“Beyanname-i Hukuk-ı Adem ve Ehl-i Vatan” adı altında tam metin yeni

bir çevirisi yer almıştı.

Ali Reşad, II. Meşrutiyet’e damgası vuran, Cumhuriyet’e açılan yolu

aydınlatan, Cumhuriyet fikirlerini besleyen, Türk Devrimi’nin ortamını

tarih bağlamında hazırlayan yazarlardan biriydi. Devrimi yapan nesil

geçmişi ondan öğrenmiş, Fransız Devrimi’ni onun kaleminden algılamıştı.

Türk Devrimi ile Fransız Devrimi’nin köprüleri onun sayesinde atılmıştı.

Pozitivist tarih anlayışı onla bu topraklarda yer etmişti. Ulusal tarih onun

çizdiği yolda temellenmişti. Ali Reşad’ın eserlerinin büyük çoğunluğu

Segnobos’tan esinlenmişti ve belki de bugün “intihal” diye

niteliyebileceğimiz türdendi. Ancak, Türkiye’de tarihçilik bu çevirilerle

dünya tarihiyle eklemlenebilmiş; bu çeviriler sayesinde içbüyek bir tarih

anlayışı dışbükey bir boyut kazanmıştı.

II. Meşrutiyet tarihçiliğine damgasını vuran diğer bir ünlü şahsiyet Diran

Kelekyan idi. II. Abdülhamit dönemi Jön Türk’lerinden Diran Kelekyan

1904’te Londra’ya kaçmış. İngiliz gazetelerinde yazarlık yapmış. 1908’de

“İlân-ı Hürriyet” üzerine İstanbul’a dönmüştü. Sabah gazetesinde siyasi

konularda köşe yazarı olmuştu. 30 Ekim 1909’da Mekteb-i Mülkiye

Tarih-i Siyasi dersi müderrisliğine atanmış, 1915 ertesi İstanbul dışında

herhangi bir kentte ailesi ile birlikte yaşamasına izin verilmiş. Önce

7

Çankırı’ya, ardından Sivas’a gitmiş. Sivas’ta sürgünde iken 1918’de

eceliyle ölmüştü. 1

Meşrutiyet döneminde Sultani öğrencileri Fransız Devrimi’ni Ali

Reşad’dan öğrenirken Mülkiye öğrencileri Diran Kelekyan’ı okumuşlardı.

Meşrutiyet yıllarında kurulan ve Osmanlı diplomasisine meslek memuru

yetiştirmeyi amaçlayan “Siyasiyyat Şubesi” diplomatik tarihi Diran

Kelekyan’dan öğrenmişlerdi. Siyasal tarih ile toplumsal olaylar arasındaki

bağı Mülkiye şakirdanı Kelekyan’ın ders notlarından izlemişti. Diran

Kelekyan, genel nitelikte iki kısımlık Tarih-i Siyasi-i Umumi (İstanbul;

Cıhan Matbaası, 1329) yazmıştı. Bu eserin birinci kısmında 18. yüzyıl

Avrupası’nı vurgulamıştı. İkinci kısımda 19. yüzyılı ele almıştı. Ancak

Fransız devrimini Ondokuzuncu Asırda İçtimai ve Siyasi Avrupa

(Dersaadet; Sabah Matbaası, 1330) adlı eserinde ayrıntılandırmıştı. Bu

eser Ali Reşid’in Mufassal, Musavver Fransa İhtilal-ı Kebiri Tarihi’nden

(Dersaadet; Kanaat Matbaası, 1331) bir yıl önce yayınlanmıştı. O güne

değin Fransız Devrimi üzerine en ayrıntılı eser olarak yazınımıza

geçmişti.

Ondokuzuncu Asırda İçtimai ve Siyasi Avrupa üç kesimden oluşuyordu:

Fransa İhtilâl-i Kebiri, Napoleon, ve Viyana Kongresi. 656 sayfalık bu

dev eser Osmanlı’ya Batı’nın birçok düşünürünü ve fikir hareketlerini

tanıtıyordu. Kelekyan’a göre 20. yüzyılın kaderi 18. yüzyıl sonu - 19.

yüzyıl başında çizilmişti: “Avrupa’nın içtimai ve siyasi hâl-ı hâzırının

mukaddemâtı milâdın on sekizinci asrının sonlarında ve on dokuzuncu

asrının evailinde tezahür etmişti...” Ona göre, Fransız Devrimi yepyeni bir

çağ açmıştı. Siyasi ve içtimai hürriyet fikirleri ve milliyet anlayışı Fransız

Devrimi’nin yeni doğan ulus-devletlere ortam hazırlamıştı: “Bu yeni

vakıa-i mühimme-i siyasiyye milletlerin hayat-ı içtimaiyyesinde hürriyet-i

siyasiyye (liberté politique) ve hürriyet-i içtimaiyye (liberté sociale) ve

memâlikin teşkilat-ı siyasiyyesinde `milliyet’ (nationalité) esası namına

vuku’ bulan mücahedatın bais ve amilidir” diyordu eserinde.

Cumhuriyet’i hazırlayan fikir dağarcığı için Diran Kelekyan’ın eserleri

ayrı bir önem taşıyordu. Hürriyet ve milliyet fikirleri 19. yüzyıl

Avrupası’nın yörüngesini çizmişti. Kelekyan’ın deyişiyle “On dokuzuncu

asırda Avrupa’nın içtimai ve siyasi tarihi hürriyet ve milliyet fikirlerini

hayat-ı umumiyyede tecelli ettirmek maksadiyle vuku’ bulan mücahedât

ve teşebbüsâtın tezahürâtından ve bunların husule getirdiği netâicten

müteşekkil”di.

Diran Kelekyan kitabında Aydınlanma Çağı düşünürlerine ve eserlerine

geniş yer vermişti. Birçoğu belki de ilk kez bu kitapta Osmanlı

aydınlarıyla tanışıyordu. Montesquieu’nün Ruh-ı Kavânin’i (Esprit des

8

Lois), Romalıların Esbâb-ı Şevket ve İnhitâtı, (Considerations sur la

grandeur des Romains et de leur décadence), Voltaire’in Mekâtibe-i

Felsefiyye’si (Lettres philosophiques), Diderot’nun Amâlar Hakkında

Mektuplar’ı (Lettres sur les aveugles), Meziyet ve Fazilet Hakkında

Tecrübe-i Kalemiyye’si (Essai sur le mérite et la vertu), Tefekkürât-ı

Felsefiyye’si (Pensées philosophiques), Rousseau’nun Emile’i, İnsanlar

Arasında Adem-i Musavatın Menşe’i ve Esasları (Discours sur l’origine et

les fondements de l’inégalité), Muahede-i İctimaiyye’si (Contrat social)

Fransız Devrimi’ni hazırlayan fikir ortamı olarak işlenmişti. Batı’nın

birçok düşünür ve yazarını Osmanlı okuru bu kitap sayesinde tanımıştı.

Batı’da bile uzun yıllar önemsenmeyen A. de Tocqueville bu kitapta yer

almıştı. Hatta kitap Tocqueville’den bir alıntıyla başlıyordu: “Mesail-i

ictimaiyye ile de iştigal etmiş olan bir Fransız siyasisi ihtillallerin suret-i

zuhurundan bahsettiği sırada diyor ki: “İhtilaller ilcaat-ı umumiyyeden

tevellüd ve esbab-ı sathiyye tesiriyle zuhur eder. Binaenaleyh onları bütün

bütün ilcaat-ı umumiyyeye atf etmek haiz olamıyacağı gibi, esbab-ı

sathiyyenin husul-i yeganesi addetmek de doğru olmaz’. Bu sözlerin kaili

Müttehide-i Amerika’da Hükûmet-i İbad (La démocratie en Amerique) ve

İdare-i Sabıka ve İhtilâl (L’Ancien Régime et la Révolution) ünvanlı

eserleri ve diğer bazı müellifât-ı müfidesiyle müştehir olan ve Encümen-i

Daniş azalığı, hariciye nazırlığı gibi mühim memuriyetler ifa etmiş

bulunan Mösyö A. de Tocqueville’dir. (tevellüd 1805; vefat 1859).”

Colbert’in liberal dünüşüncenin simgesi olan ünlü deyişi “Hazret ! Hiçbir

şeye mani olmayınız” (Monseigneur ! laisez faire, laissez passer);

Masonlar’ın kardeşlik simgesi “Cümlesi bir kişi için, ve bir kişi cümlesi

için” (Tous pour un, un pour tous) kaidesi; Fransız halkının oluşturduğu

ulusal muhafızların üç renkli bayraklarının üzerinde yazılı “Fransız

Ahalisi, Hürriyet yahut Ölüm” (Le peuple français, la liberté ou la mort”

cümlesi bu kitapta yer alıyordu. 1688’in “berat-ı hukuk”u (Bill of Rights),

“İnsanın ve Vatandaşın Hukuku” (Droits de l’Homme et du Citoyen);

Montesquieu’nün “tefrik-i kuvva” nazariyesi (séparation des pouvoirs),

Fransa’nın toplumsal katmanları; ruhban sınıfı (clergé), zâdegân sınıfı

(noblesse), avam ya da üçüncü sınıf (Tiers Etat), Kelekyan’ın kitabında

Türkçe karşılıklarını buluyordu.

1789 İnsan Hakları Beyannamesi Osmanlı yazınına Mehmed Murad’ın ya

da lâkâbıyla Mizancı Murad’ın altı ciltlik Tarih-i Umumi’siyle (Karabet-

Mahmadbey Matbaası, 1299-1307) tanıtılmıştı. Mekteb-i Mülkiyye-i

Şâhâne tarih-i Osmanî ve tarih-i siyasî müdderrisliğinde on yedi yıl kalan

Mehmed Murad 80’li yıllarda yayınladığı eserinin altıncı cildinde ilk kez

Fransız Devrimi’ni ayrıntılandırıyor ve “Hukuk-ı Beşer İlânı” adı altında

ünlü beyannameye yer veriyordu. Ancak beyannamenin tam metin olarak

9

ilk kez yayınlanışı Meşrutiyet yıllarında gerçekleşmişti.”Hukuk-ı Beşer

Beyannamesi” ya da “Beşer ve Vatandaşın Hukuku” (Les droits de

l’Homme et du Citoyen) dibace ve on yedi madde birlikte Diran

Kelekyan’ın adı geçen eseriyle Türkçe’ye kazandırılmıştı. Hemen ertesi

yıl başka bir çeviri Ali Reşad’ın yukarda adı geçen eserinde yer almıştı.

Diran Kelekyan’ın eserinin önemli bir boyutu siyasi-diplomatik tarihi dar

kapsamından çıkararak “tarih-i içtimaiyye” bugünkü karşılığıyla

“toplumsal tarih” ile bütünlemesiydi. Nitekim eserinin önsözünde

“siyasetin inkişafı diplomatların tertibâtına münhasır kalmayıp çok kere,

ahalî onlara doğrudan doğruya iştirak etmiştir” diyerek toplumsal

olayların dış politikadaki etkilerine dikkati çekiyordu. Mülkiye’de

diplomasi mesleğini seçecek olan Siyasiyyat Şubesi öğrencilerine

diplomatik tarih yanı sıra “tarih-i içtimai ve siyasi”yi (histoire politique et

sociale) de öğretmek gerektiğini vurgulayan Diran Kelekyan, tarihçilikte

son yıllarda iç ve dış politikanın bütünlüğünü vurgulayan görüşlerin ilk

habercisi olmuştu. Ona göre “ahvâl-i dahiliyye ile “münâsebât-ı

hariciyye” çok yakından bağlantılıydı:”Mekteb-i aliyyeye mahsus tarih-i

siyasi tedrisâtında ictimaiyyat, hayat-ı siyasiyye ve ahvâl-i diplomatikiyye

inkişâfâtı enzâr-ı talebeyne yekdiğerine merbuten takdim olunmalıdır.

Ancak bu suretle icra kılınan tedrisat gaye-i matlubeyi temin edebilir”

diyordu. Toplumbilimle iç ve dış politikalar arasındaki bağlantıyı ilk

kuran tarihçimiz Diran Kelekyan’dı. Bu nedenle Diran Kelekyan ders

kitabı olarak hazırladığı eserine “İçtimaî ve Siyasî Avrupa” başlığını

atmıştı. Türk ulusçuluğu dahil, Osmanlı topraklarındaki tüm ulusal

fikirlerin kaynağı Fransız Devrimi’ydi. Diran Kelekyan’ın Fransız

Devrimi’ne tutkusu onu kendi “millet”ine bağlaması da doğaldı.

Kimilerine göre O, “ermeni vatanperveri”. Ama, O aynı zamanda bir

Osmanlı’; meşrutiyetçi bir Jön Türk’tü. Tehcir sırasında Talat Paşa’dan

yakın ilgi görmüş, kendi isteğiyle ölünceye kadar ailesiyle Sivas’ta ikamet

etmişti.

III. Cumhuriyet tarih anlayışından esinlenen bir diğer tarihçi asker kökenli

Ahmet Refik [Altınay] idi. Ali Reşad ve Diran Kelekyan öğrencilere

seslenirken Ahmet Refik kitlelere yöneliyordu. Ahmet Refik aslında bir

köprü işlevi görüyordu. Anlatımcı [narrative] üslubuyla Osmanlı

tarihçiliğinin son halkası olabileceği gibi ulusal tarihçiliğin de kurucuları

arasında yer alıyordu. Eski bir piyade subayı ve İttihad ve Terakki üyesi

olan Ahmet Refik, Cemiyet’in bir anlamda resmî tarihçiliğini üstlenmişti.

Ömer Seyfettin’in dil ve edebiyattaki işlevini Ahmet Refik tarih alanında

yerine getiriyor, İttihad ve Terakki’nin direktifleri doğrultusunda tarih

yazıyordu.Ahmet Refik’i tarihyazıcılığımızda önemli kılan tarihi dar bir

okur çevresinin inhisarından kurtararak, geniş bir Osmanlı kitlesine

10

sevdirmesiydi. Genç yaşta şöhret yapmış, “müverrih” unvanıyla anılmaya

başlamıştı. Bilimsel çalışmaları yanı sıra halk için yazdığı kitaplarla II.

Meşrutiyet’in sürekli savaş ortamında tarihe kitlelere ulusal bilinç

götürücü bir işlev kazandırmıştı. Ahmet Refik’i geleneksel Osmanlı

tarihçiliğinden ayıran en önemli özelliklerden biri Batı tarihçilerini

yakından izlemesi ve 19. yüzyıl romantik Fransız ve Alman tarihçiliğinin

uluslaşmadaki işlevini Osmanlı gerçeğine uygulamasıydı. 1917’de Yeni

Mecmua’da yayınlanan “Michelet”, “Ranke”, ve “Treitschke” makaleleri,

1928’de Hayat Mecmuası’nda yer alan “Yunun müverrihleri” ve “Latin

müverrihleri” yazıları, 1932 yılında çıkan “Alman Müverrihleri: Ranke,

Mommsen, Treitchke” ve “Fransız Müverrihleri: Michelet, Lavisse,

Vandal” başlıklı eserleri, Ahmet Refik’in Batı’daki tarihyazıcılığını ne

denli yakından izlediğinin kanıtlarıydı.

Ahmet Refik’i geleneksel Osmanlı tarihyazıcılığından ayıran başka bir

özellik toplumsal tarihe olan eğilimiydi. II. Meşrutiyet’le birlikte Osmanlı

reayası “halk”a dönüşmüş, Türkçülük’le birlikte doğan Anadoluculuk

hareketiyle “halka doğru” gidilmişti. Bundan böyle vak’anüvis

geleneğinin saray yörüngeli tarihyazıcılığı aşılarak, günlük yaşam ya da

toplumun yapısına yönelik çalışmalar tarihin uğraş alanına girmişti.

İttihatçıların deyimleriyle tarihyazıcılığında “havas”dan “avam”a geçiş

izlenmişti. Hicri Onbirinci, Onikinci ve Onücüncü Asırda İstanbul Hayatı

başlıklı eserlerinde İstanbul’un sosyal, iktisadî yaşamıyla, evkaf, belediye,

iaşe ve gümrük işlerine dair Hazine-i Evrak’ın değerli belgelerini

sergileyen Ahmet Refik’in , ayrıca Tarih-i Osmanlî Encümeni Mecmuası,

Türk Tarih Encümeni Mecmuası yanı sıra birçok gazete ve dergide,

sosyal ve entellektüel tarih kapsamına giren sayısız yazısı yer almıştı.

Tarih-i Osmanî Encümeni başkanlığı yapmış, ve 1933 Üniversite

Reformu’na kadar Darülfünün Osmanlı Tarihi kürsüsü müderrisliğinde

bulunmuştu. Ahmet Refik de büyük ölçüde Charles Seignobos’tan

esinlenmişti. Tarih-i Medeniyet: Asr-ı Hazır adlı eseri “Paris Darülfünun

muallimlerinden Charles Seignobos'un en meşhur âsârından”dı. [İstanbul;

Kütüphane-i Askeriyye, 1328.] Cihan Harbi ertesi İttihatçılar’a karşı tavrı

ona pahalıya mal olmuş Üniversite reformuyla birlikte açığa alınmıştı.

Fuat Köprülü, yine II. Meşrutiyet döneminde yetişen ve tarihe farklı bir

perspektifle bakan çağdaş tarihçilerimizin dördüncüsüydü. Ahmet Refik,

vak’anüvis tarihçiliğinden çağdaş ulusal tarihçiliğe geçişi simgelerken

Fuat Köprülü, ulusal tarihçiliği yeni bir evreye taşıyacaktı. II. Meşrutiyet

döneminde yetişen ve tarihe farklı bir perspektifle bakan Köprülü Osmanlı

tarihçiliğinde III. Cumhuriyet solidarist tarih anlayışıyla yine III.

Cumhuriyet’te ilk belirtileri ortaya çıkan, tarihçiliğe yeni yöntem getiren,

bir anlamda tarihsel uğraşı kavramsallaştıran Lucien Febvre, Marc Bloch

11

ve Annales okulu ile bağlantı kuran kişi olmuştu. İlk evrelerde edebiyat

tarihine odaklanmışken Cumhuriyet’le birlikte tarihi daha bütünsel bir

bağlamda irdelemişti. Yayınladığı Türk Hukuk ve İktisat Tarihi

Mecmuası’nda Abdülbaki Gölpınarlı, Mustafa Akdağ, Halil İnalcık,

Osman Turan, Mehmet Altay Köymen, Faruk Sümer gibi birçok tarihçinin

kurumsal, sosyal ve iktisat tarihinde uzmanlaşmalarına ortam hazırlamıştı.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında ilk okullar dahil tarih ders kitapları yazan

Fuat Köprülü, her ne kadar formasyonunu II. Meşrutiyet yıllarında

tamamladıysa da eserlerinin büyük çoğunluğunu Cumhuriyet döneminde

vermişti. Ankara’da 30’lu yıllarda kurgulanan tarih tezlerine mesafeli

durmuş, ve Batı’da ses getiren ilk tarihçimiz olmuştu.

* * *

Türkiye’de çağdaş bağlamda sosyal ve beşeri bilimler, Osmanlı düşün

geleneğinin, Tanzimat ertesi Batı ile etkileşimi ve Aydınlanma Çağı

Fransız düşüncesinin Osmanlı aydınını yönlendirişi sonucu gündeme

geldi. Genel olarak 19. yüzyıl pozitivizmi ve III. Cumhuriyet Fransız

toplumsal düşüncesi, başta Paris’e sığınık Jön Türkler olmak üzere,

Osmanlı aydınını etkilemekte gecikmedi . Diğer bir deyişle Osmanlı

Devleti’nin çağdaşlaşma modeli büyük ölçüde Fransız örneğinden

esinlendi. II. Meşrutiyet yıllarında sosyal ve beşeri bilimlerin yöntem

anlayışı ve kavramsal kurguları büyük ölçüde bu dönemde yapılan

çevirilerle oluştu. Ve o günün “tesanüt” sözcüğü Cumhuriyet yıllarında

“dayanışma”ya dönüştü. Dayanışmacılık ya da solidarizm 1940’ların

ikinci yarısına kadar iktidarların temel söylemini oluşturdu. III.

Cumhuriyet Fransası’nın solidarist toplum anlayışı II. Meşrutiyet yıllarına

damgasını vurdu. Selanik’te Yeni Felsefe, ve Genç Kalemler bu çizgiyi

gündeme getiren yayın organlarıydı. M. Zekeriya [Sertel], Yeni Felsefe’de

Durkheim sosyolojisine öncülük etti. Aynı tarihlerde Genç Kalemler,

benzer bir atılımda bulunuyorlar, dil üzerinden yeni bir kimlik arayışına

girişiyorlardı. İşte Selanik, Gökalp’a yepyeni bir ufuk açtı. Keza iktisatta

III. Cumhuriyet Fransası’nın ünlü iktisatçısı Charles Gide temel referans

noktası oldu.

III. Cumhuriyet Fransası’nın tarih alanındaki öncüsü Charles

Seignobos’tu. Osmanlı topraklarında II. Meşrutiyet tarihçiliği işte bu

Fransız tarihçisinin etkisinde yol kat’etti. “Aydınlanma” düşüncesi

Osmanlı tarih alanına Charles Seignobos kanalıyla girdi. Fransa eksenli

dünya tarihi ilk kez Mülkiye’de ders programlarına girmişti. Ancak, orta

12

öğrenimde liberal nitelik taşıyan bir tarih anlayışı için II. Meşrutiyet

yıllarını beklemek gerekecekti. Bu açılım 1930’ların başına kadar sürdü.

20’li yıllarda tarih kitapları büyük ölçüde II. Meşrutiyet’in çizdiği söylem

ışığında kaleme alındı.

Cumhuriyet Türkiyesi, ders müfredatı bağlamında başlangıçta II.

Meşrutiyet’in “aydınlanmacı” zihniyetini sürdürmüştü. İki dünya savaşı

arasının bu ilk yılları hâlâ Batı bir umut kaynağıydı. Otoriter ve totaliter

rejimlerin giderek güç kazanması, demokrasinin rafa kaldırılışı, ve 1929

buhranı Türkiye üzerinde de etkisini göstermekte gecikmedi. Savunmacı

bir kimlik arayışı liberal bir tarih anlayışını olanaksız kılıyordu. Öte

yandan III. Enternasyonal ve Türkiye’nin yaşamış olduğu “düvel-i

muazzama”ya karşı savaş pratiği daha köktenci bir tarih anlayışını

gündeme getiriyordu. Batı’da 19. yüzyılda yeşeren Ranke’vari tarih

anlayışı giderek sorgulanıyor, ve özellikle Marksist söylemin de etkisiyle

Batı-merkezci, ve bir boyutuyla sosyal-darvinist çizgide bir “oryantalist”

söylem olarak niteleniyordu. Bu bir anlamda tek-gerçekli “aydınlanmacı”

çizginin de sorgulanması anlamına geliyordu. “Aydınlanmacı rasyonel”in

yerini Bergsoncu bir romantisizm alıyordu. Tarih ile irade arasında

doğrudan bir bağ kuruluyor ve “millî mücadele” iradenin zaferi olarak

niteleniyordu. Türk Tarih tezi işte böyle bir ortamda yeşerdi.

“Aydınlanma” ile arasına mesafe koydu. Türk Tarih Tetkik Cemiyeti’nin,

Türk Tarih Kurumu’nun gündeminde II. Meşrutiyet’in “aydınlanmacı”,

liberal, ancak Batı-merkezci, bir boyutuyla sosyal-darvinist tarih

anlayışına başkaldırı yer alıyordu. İki dünya savaşı arası Batı’nın çöküşü,

Türkiye’ye de yansımıştı; tarihçilik dışbükey yapısını yitirerek içbükey

ben-merkezli bir yörüngeye yöneldi. Bu tarih anlayışı tortulaşarak kimi

çevrelerde günümüze değin sürgit devam etti.

_________________________

1 Wikipedia, the free encyclopedia - Retrieved from

"http://en.wikipedia.org/wiki/Armenian_notables_deported_from_the_Ottoman_

capital_in_1915" Categories: Articles lacking in-text citations | Armenians of

Turkey | Armenian Genocide | Armenia-related lists | Lists of people - Armenian

notables deported from the Ottoman capital in 1915 - list of Armenians deported

from the Ottoman capital (İstanbul) during the First World War, as made

available by the Ottoman archives and the rare Armenian sources with

precision. Diran Kelekian (Diran Kelekyan) b. 1862, Kayseri; SurvivorWriter, -

philologist, academician, freemason, author of a French-Turkish dictionary

which is still a reference; deported on the 24 April 1915 to Çankırı, then to

13

Sivas - Permitted to reside with his family anywhere outside the capital by

special order from Talat Pasha on 8 May 1915, chose Sivas, d. 1918 in that city.