THOMAS SAMUEL KUHN’UN BİLİM ANLAYIŞI

16
THOMAS SAMUEL KUHN’UN BİLİM ANLAYIŞI Mustafa KARAHÖYÜK * ÖZET Post-modern bilim anlayışı, modernitenin pozitivist bilim anlayışına önemli eleştirilerde bulundu. Post modern düşünürlerden etkilenen Thomas Kuhn da pozitivist bilimin birikimli ilerleme ve nesnel olma ilkelerine eleştiriler yöneltti. Thomas Kuhn, bilim anlayışını ve pozitivist bilime yönelik olan eleştirilerini Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı kitabında yansıttı. Anahtar Kelimeler: Thomas Kuhn, Bilimsel Devrimler, Pozitivizm. ABSTRACT (Thomas Kuhn’s View of Science) Postmodernist view of science has made important criticisms about positivist view of science of modernity. Thomas Kuhn, who had been influenced by postmodern philosophers, also criticized the principles of cumulative progress and objectivity of positivist science. In his book titled “The Structure of Scientific Revolutions,” Thomas Kuhn set forth his view of science and criticisms about positivist science. Key Words: Thomas Kuhn, scientific revolutions, positivism * Abant İzzet Baysal Üniversitesi Kamu Yönetimi Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi

Transcript of THOMAS SAMUEL KUHN’UN BİLİM ANLAYIŞI

THOMAS SAMUEL KUHN’UN BİLİM ANLAYIŞI

Mustafa KARAHÖYÜK*

ÖZET

Post-modern bilim anlayışı, modernitenin pozitivist bilim anlayışına önemli

eleştirilerde bulundu. Post modern düşünürlerden etkilenen Thomas Kuhn da pozitivist

bilimin birikimli ilerleme ve nesnel olma ilkelerine eleştiriler yöneltti. Thomas Kuhn,

bilim anlayışını ve pozitivist bilime yönelik olan eleştirilerini Bilimsel Devrimlerin

Yapısı adlı kitabında yansıttı.

Anahtar Kelimeler: Thomas Kuhn, Bilimsel Devrimler, Pozitivizm.

ABSTRACT

(Thomas Kuhn’s View of Science)

Postmodernist view of science has made important criticisms about positivist

view of science of modernity. Thomas Kuhn, who had been influenced by postmodern

philosophers, also criticized the principles of cumulative progress and objectivity of

positivist science. In his book titled “The Structure of Scientific Revolutions,” Thomas

Kuhn set forth his view of science and criticisms about positivist science.

Key Words: Thomas Kuhn, scientific revolutions, positivism

* Abant İzzet Baysal Üniversitesi Kamu Yönetimi Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi

1. Giriş

Bu çalışmanın konusu, Thomas Kuhn’un (1922-1996) bilim tarihi üzerine

yaptığı analizin incelenmesidir. Bu konunun seçilme nedeni, Kuhn’un Stracture of

Scientific Revolutions (Bilimsel Devrimlerin Yapısı-1962) adlı eserinde iddia ettiği

üzere bilimin kümülatif ve düz ilerleyen bir bilgiler toplamı değil, paradigma

değişimlerine denk gelen bilimsel devrimlerin sonucu olduğunu ortaya atarak bilim

felsefesine yeni bir bakış açısı getirmesidir.

Çalışmanın sorunsalı Kuhn’un bilim anlayışı çerçevesinde bilimin birikimsel

ilerlemesidir. Çalışma, bilim tarihini ve bilim felsefesini içeren yazına dayanmaktadır.

Konuyla ilgili kitap, makale, tez ve bildiri gibi bilimsel yayınlar çalışmanın

malzemesini oluşturmaktadır.

Çalışmanın sonucunda, Kuhn’un iddia ettiği gibi bilimin devrimlerle ilerlediği,

ancak bu devrimlerin varlığının bilimin birikimselliğini tamamen ortadan kaldırmadığı

bulgusuna ulaşılmıştır.

Kuhn bilime olan yaklaşımı ile bilim felsefesine ve tarihine yeni bir bakış açısı

getirmiş, kendisinden sonra gelen bilim ekollerini etkilemiştir. Bu sebeple kendisi ve

ortaya attığı paradigma kavramı ile alakalı geniş bir literatür oluşmuştur:

Barnes’in 2008’de Paradigma yayınları tarafından basılan T.S. Kuhn ve Sosyal

Bilimler isimli kitabı, Kuhn’un genellikle doğa bilimleri için geliştirdiği kavramların

sosyal bilimler alanında da geçerli olup olamayacağını incelemiştir.

Öztürk, 2009’da Kaygı Dergisi’nin 19. sayısında 173-191. sayfalarında yer alan

Thomas Kuhn’un Paradigma Kavrayışı Üzerine Analitik Bir İrdeleme isimli

makalesinde Kuhn’un paradigma kavramını incelemiş, Kuhn’un paradigmaya yüklediği

farklı anlamlar üzerine odaklanmış ve onları açıklamaya çalışmıştır.

Daştan’ın Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim

Dalı’nda 2013’te yaptığı Bilimin Tarihsel Gelişim Sürecinde Thomas Samuel Kuhn’un

Bilim Felsefesinin Yeri isimli yayınlanmamış yüksek lisans tezinde Kuhn’a yöneltilen

bilimsel rölativistlik ithamı ve buna yönelik Kun’un eleştirilere cevabı konu edilmiştir.

2

Subaşı’nın 2006’da Muğla Üniversitesi Felsefe Sosyal Bilimler

Sempozyumu’nda sunduğu Sosyal Bilimsel İlgide Meşruiyet Sorunu; Normal Bilim ve

Hakikat Rejim(ler)i isimli bildirisinde bilimsel meşruiyet sorununu incelerken Kuhn’un

normal bilimde zaman içinde oluşan anomalilerin bilimsel devrimlere yol açtığı iddiası

üzerinden hareket edip bilimsel iddiaların meşruiyet kazanması için hakim paradigma

ile mücadele edip kendisini ispatlamasının gerekliliğine değinmektedir.

Bu çalışma, bilim dünyasında yaygın olarak kabul gören Dewey’in bilimsel

yöntemi çerçevesinde şekillendirilmiştir. Bu bağlamda çalışmada 5 kısım

bulunmaktadır. İlk kısım çalışmanın konusu, yöntemi, materyali, sorunsalı ve

sınırlarının belirtildiği giriş bölümü, ikinci kısım bilime, bilim felsefesine ve bilim

tarihine ilişkin kuramsal bölümdür. Üçüncü kısım çalışmanın hipotezini içeren

bölümdür. Dördüncü kısımda çalışmanın konusu olan Kuhn’un bilim anlayışı

irdelenmiştir. Beşinci kısım ise çalışmadan elde edilen bulguların açıklandığı sonuç

bölümüdür.

2. Bilim ve Bilim Felsefesi: Kavramlar, Kuramlar, Tartışmalar

Çalışmanın odaklandığı temel konu Thomas Kuhn’un bilim anlayışı olduğuna

göre her şeyden önce bilimin ve bilime ilişkin çeşitli kavramların tartışılması ve

tanımlanması gerekmektedir. Bu kavramlar da bilim felsefesini üzerinde durduğu ve

açıklamaya çalıştığı kavramlardır. Bilim felsefesi, bilimin ne olduğunu, bilimsel

kuramların özgül yapısını, bilimsel bilginin epistemolojik statüsünü, bilimsel yöntemin

(ya da yöntemlerin) anlamını, bilim alanı ve bilimsel bilginin nesnesini, bilimin

gelişiminin anlamını, özet olarak bir bütün bilimin konumu, gelişimi ve iç-yapısını

değerlendiren, bunu kuramsal düzlemde ortaya koymaya çalışan felsefe bölümüdür.

Bilim tarihinden farklı olarak bilim felsefesi bu söz konusu tarihin kuramsal düzlemde

açıklanmasını ve değerlendirilmesini üstlenir. Bunun yanı sıra ilim felsefesi düşünce

süreçlerini inceler.

Bilim felsefesinin en tartışmalı alanlarından birisini metafizik ve diyalektik

düşünme biçimleri oluşturur. Metafizik düşünce biçimi Kant’ın ifadesi ile bir zamanlar

bilimlerin kraliçesi olmuşken şimdi ona küçümseme ile bakılmaktadır (Uslu, 2011, s. 7).

Metafizik harekete karşı durağanlığı, değişime karşı sabitliği benimser. Metafizik

3

düşünceye göre her şey aynı kalmalıdır. Diyalektik düşünce ise bunun tersini iddia

ederek her şeyin değişim içinde ve hareket halinde olduğunu savunur. Diyalektik her

şeyin zıddının kendi içerisinde bulunduğunu söyler. Metafizik ve diyalektik düşüncenin

bilim anlayışları incelendiğinde metafizik bilimi ve bilgisizliği birbirinden ayırır ve

ikisinin bir arada bulunamayacağını savunurken; diyalektik, bilimin bilgisizlikten

bilgiye giden bir süreç olduğunu, bu süreçte yanlışın, yani bilgisizliğin giderek daha da

azalmasının söz konusu olduğunu belirtir. Yani diyalektiğin bilim anlayışında bilgi ve

bilgisizlik birlikte bulunur. Kuhn’un bilim anlayışının inceleneceği kısımda Kuhn’un

üzerindeki diyalektik düşüncenin izleri görülebilecektir.

Bilim felsefesinin en önemli uğraşlarından birisi de bilimin tanımlanmasıdır.

Bilimi tanımlamak kolay değildir. Zira bilim donmuş ya da statik bir konu değil, sürekli

olarak hızı artarak gelişen bir etkinliktir. Öte yandan, inceleme konusu ve yöntemi

yönünden kapsamı ya da sınırları kesinlikle belirli olmayan bir etkinliktir (Yıldırım,

2007). Buna karşın çeşitli bilim insanları bilimi tanımlama çabasına girmişlerdir.

Yıldırım bilimi “denetimli gözlem ve gözlem sonuçlarına dayalı› mantıksal

düşünme yolundan giderek olguları açıklama gücü taşıyan denenceler bulma ve bunlar›

doğrulama yöntemi” olarak açıklamaktadır (Yıldırım, 2007, s. 19).

Erkuş bilimi, “bilimsel bilgi üretme yolu, etkinliği” olarak tanımlamıştır (Erkuş,

2011, s. 29). Bunun yanı sıra bilimi bir bilgi edinim etkinliği olarak görmeyip, onun

eylem yönünü vurgulayanlar da mevcuttur (Şenel, 2013, s. 13). Bilimi metaforlarla

tanımlayan bir başka görüşe göre “bilim, bizim korku, umut ve bazen de dehşetten

oluşan karma duygularla bakışımızı yönelttiğimiz bir Pandora’nın Kutusu’na benziyor”

(Mayor & Forti, 2008, s. 1).

İnsanlık tarihinin tümünde gerek doğayı tanıyabilmek gerekse anlık ihtiyaçlarını

karşılayabilmek için araştırma faaliyetleri yapıldığı bilinmektedir. Ancak bu

araştırmalar bilim olarak nitelendirilmemektedirler. Bir araştırma sürecinin bilim

olabilmesi için sistemli bir çaba olması ve bir metodolojisinin bulunması gerekmektedir.

Bu bağlamda bilim kazanılan bilgi ve yürütülen sistemli bir bilgi üretme etkinliğidir.

(Kaptan, 1998, s. 7). Bu tanımdan hareketle bilimin pratiğe dönük olan ve teoriye dönük

olan iki yönü olduğu görülebilir.

4

Bu tanımlardan da görülebileceği üzere bilime ilişkin bütün açıklamalar bilgiye

işaret etmektedir. Bilgi, Şenel tarafından “bir gerçeklik hakkında insanın kafasında

kurulan simgesel model” olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımdan hareketle gerçekliğin

de ne olduğunun açıklanması gerekmektedir. Gerçeklik, bilgisi edinilecek nesnenin

özneden bağımsız olan durumudur (Şenel, 2013, s. 24). Bilimsel bilgi ise bilimsel

yöntemler kullanılarak elde edilen bilgi türü olarak tanımlanabilir.

Buraya kadar tartışılan kavramları özetlemek gerekirse, bilim bir üründür. Bu

ürünü elde etmek için izlenen yol ise bilimsel yöntemdir. Bilimsel bilgi ise, nasıl

üretildiği bilinen, doğru, geçerli ve güvenilir olup olmadığı irdelenebilen,

doğrulanabildiği kadar yanlışlanabilir bilgidir. Bilimsel bilginin diğer bilgi türlerinden

farkı, belli bir yöntem ile incelediği konuda elverişli veri toplama teknikleri

kullanmasıdır (Tabancalı, 2004, s. 226).

Bu anlayış çerçevesinde bilimsel bilgi üretme yolları da değişmektedir. Bilimsel

yöntemlerle, akla, deneye ve gözleme dayanan bilgi anlamına gelen bilimsel bilgi

üretme yöntemleri temelde 2 tanedir: Tümdengelim ve tümevarım. Ancak bu

yöntemlerin birleşmesi ve gelişmesi ile iki farklı yöntem daha ortaya çıkmıştır:

Tümdengelim-Tümevarım Yaklaşımı ve Sistem Yaklaşımı. Sonuç olarak dört adet

bilimsel bilgi üretme yöntemimiz vardır. Bunlardan en eskisi olan tümdengelim yöntemi

Aristoteles tarafından Antik Çağ’da sistemleştirilip yaygın olarak kullanılmaya

başlanmış, ardından gelen Ortaçağ’da kilisenin skolastik felsefesine uyumlulaştırılıp

uygarlık tarihinin önemli bir bölümünde hakim bilgi üretme yöntemi olmuştur. Ancak

tümdengelimin semboller ve kelimeler üzerinden inşa edilmesi, bir kavram üzerinde

herkesin hemfikir olmasının imkansızlığı, var olanın dışında bir bilgi üretimine izin

vermemesi gibi eksik yönleri (Kaptan, 1998, s. 35-36) ve kilisenin güç kaybetmesi ile

onun bilgi üretme yönteminin de rafa kaldırılması ihtiyacı doğmuştur. Deneye dayanan

yeni Tümevarım yöntemi 17. yy’dan itibaren araştırmaların temel yöntemi olmuştur.

Pozitivizmin temel yöntemi olan tümevarımın kullanıldığı dönemde doğa bilimlerinde

önemli ilerlemelerin olduğu görülmüştür. Bacon’un kullanıma soktuğu tümevarım

yöntemini geliştiren bilim adamları aklı deney ve gözlemle birleştirmeyi uygun bularak

tümevarım ile tümdengelimi birlikte kullanan yeni bir yöntem geliştirmişlerdir. Galileo,

Newton, Darwin gibi bilim adamları bu birleşik kullanımın öncüsüdürler. Günümüzde

5

ise Dewey’in geliştirdiği ancak Einstein, Leibniz, Mill gibi bilimi insanlarının da önemli

katkılar yaptığı bilimsel yöntem bilgi üretme yöntemi olarak bilim çevrelerinde yaygın

olarak kullanılmaktadır. Bu yöntem bilime bir süreç olarak bakmaktadır. Modernitenin

ve pozitivizmin ürünü olan bu yönteme 20. yy’da Karl Popper yanlışlamacılığı

yerleştirmeyi başarmıştır. Kuhn ise bu sürecin birikimsel bir süreç olmadığı hususunda

önemli iddialar öne sürmüştür. (Lecourt, 2013, s. 98) Bu nedenle son yıllarda

modernitenin pozitivist bilim anlayışı yerine post modernitenin deterministik olmayan

bilim anlayışı yerleştirilmeye çalışılmaktadır.

Pozitivist bilim anlayışına göre ve Bacon’un ifadesi ile asıl iş, doğaya egemen

olmaktır ve bunun içinde doğayı tanımak gerekir ki önyargılardan kurtulmak, idollerden

kurtulmak temel şarttır (Yıldız & Hira, 2010, s. 138).

Modernitenin bilim anlayışına göre bilimsel ilerleme birikimlidir. Bilimsel bilgi

tek ve meşru bilgidir. Verilerin derlenmesi ve değerlendirilmesinde, kuram

oluşturulmasında normatif bakış açılarına, değer yargılarına, kanılara yer yoktur. Meşru

bilgiye ancak mantık, istatistik ve matematik kullanılarak, ulaşılabilir. Bilimin amacı

neden-sonuç ilişkilerini koymaktır.

Pozitivist paradigma, doğa bilimlerinden sosyal bilimlere uyarlanmış, ancak söz

konusu paradigma sosyal bilimlerde egemen bir paradigma durumuna geldiği sıralarda

doğa bilimlerindeki geçerliliği sorgulanmaya ve tartışılmaya başlanmıştır. Daha sonra

bu tartışmalar sosyal bilimlere de yansımış, giderek ona alternatif paradigma ve

araştırma yöntemlerine olan ilgi artmaya başlamıştır. (Şişman, 1998) Pozitivist bilim

anlayışı ile birlikte gelen, bilimi ‘insanın doğaya egemen olma çabası’nı temel alarak

tanımlayan bilim anlayışının yanında günümüzde post modernitenin getirdiği doğa ile

uyum içinde yaşama, insan-doğa-toplum-evren dörtlüsünün birbirinin rakibi olmadığını

kabul eden anlayış da yerleşmeye başlamıştır (Çüçen, 2013). Postmodernitenin bilim

anlayışı birey odaklı, özneli yorumlayan, makro değil mikro kavramlara yönelen, büyük

söylemleri kullanmayan ve istatistik gibi metodları kullanmayan bir yapıya sahiptir.

3. Çalışmanın Hipotezi

Kuhn’un, (1922-1996) bilim çevrelerinde modernitenin yoğun biçimde

eleştirildiği dönemde geçmiştir. Post-modern düşünceye sahip çevreler modernitenin

6

evrensellik, rasyonellik ve nesnellik iddialarına karşı çıkmaktadırlar. Pek çok

postmoderne göre bilimin ve tarihin ne bir amacı ne de yöneldiği ve ilerlediği bir

doğrultu vardır (Hollinger, 2005, s. 93). Postmodern anlayış pozitivist bilime önemli

eleştiriler getirse de yeni ve özgün bir bir anlayış önermediği için pozitivist bilim henüz

alternatifsizdir. Ancak post-modern eleştiriler bazı noktalarda pozitivist bilimin

kendisini düzeltmesini sağlamaktadır. Karl Popper’ın yanlışlamacılığının literatüre

girmesi ve ya sosyal bilimlerde nitel araştırma yöntemlerinin kullanılmaya başlanması

buna örnek gösterilebilir. Kuhn bir post modern olmasa da yaşadığı dönem itibariyle

post modernizmden etkilenmiş ve katışıksız gözlemin olmayacağı, bilimin gerçeğe

ulaşma da dâhil olmak üzere bir amacının olamayacağı (Kuhn, 2014) gibi iddialarıyla

pozitivizist bilim anlayışının bazı kabullerine önemli eleştiriler yöneltmiştir. Bu

saptamalardan hareketle çalışmanın hipotezi şudur:

H: Kuhn’un bilimin devrimlerle ilerlediği iddiası pozitivist paradigmada değişimler

meydana getirmiş ve bilime önemli katkıda bulunmuştur.

4. Kuhn’un Bilim Anlayışı Ve Pozitivist Bilime Yönelik

Eleştirileri

Thomas Kuhn en önemli eseri olan Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı eserini

1962’de, post modern eleştirilerin yoğun miktarda moderniteye karşı yöneltildiği bir

dönemde yazmıştır. Bu nedenle eserinde post modern akımın izleri takip edilebilir.

Kendisinin bir fizikçi olmasına ve master-doktora çalışmalarını fizik üzerine yapmasına

karşın doktora döneminde verdiği bir kurs neticesinde fizik biliminden tarih ve felsefeye

kayması onun bilim tarihine yönlenmesine ve bu etkiler altında Bilimsel Devrimlerin

Yapısı adlı eserini ortaya koymasına neden olmuştur. Bu nedenle mevzu bahis eserinde

doğa bilimlerinin yanı sıra sosyolojik ve tarihsel analizlere de yer vermiştir.

Thomas Kuhn’un eserinin yazıldığı mekânsal şartların incelenmesinin ardından

öncelikle kendisinin bilim kavramından ne anladığı konusu üzerinde durulmalıdır. Kuhn

bilimi, “sonu ilerlemeyle biten entelektüel bir uğraş” (Topdemir, 2002, s. 46) olarak

görür. Buradan hareketle Kuhn’un ilerleme kavramı ile kastettiği olgu pozitivitenin

anlayışından farklılık göstermektedir. Kuhn’un bilim anlayışını onun üç önemli tespiti

ve iddiası üzerine kurabiliriz. Bunlar:

7

1- Bilim birikimli olarak değil önemli kırılmalarla ve devrimlerle ilerler.

2- Bilim nesnel ve katışıksız değildir.

Öncelikle Kuhn’un ilk iddiası ele alınmalıdır. Kuhn ilk iddiasını ele alırken

bilim tarihinden örneklere sıkça başvurmaktadır. Kuhn tarihe başvurarak pozitivizmin

ampirist bilimsel ilerleme modeline başkaldırmaktadır. Bilimin bir ilerleme olduğu

anlayışı ve özellikle birikimsel bir ilerleme olduğu tezi Kuhn tarafından ciddi biçimde

sorgulanmaktadır. (Turan, 2010, s. 58) Bu bağlam tarihsel bilim ekollerine işaret eden

ve Kuhn’un sıkça kullandığı paradigma kavramı bir bilim çevresine belli bir süre için

model sağlayan, yani örnek sorular ve çözümler temin eden, evrensel olarak kabul

edilmiş bilimsel başarılar anlamına gelmektedir (Kuhn, 2014, s. 42). Kuhn paradigma

kavramı ile bilim tarihini bütünsel olarak ele almak yerine kategorize etmeyi tercih

etmiştir. Kendisi de bunu şu sözlerle ifade etmektedir:

“… bu denemede bilimleri birikimci olmayan ama gelişimci olan

bir sürecin parçaları olarak kabul ediyoruz ve bizce en önemli

özellikleri de eski bir paradigmanın, onunla bağdaşmayan bir

yenisinin tamamıyla ya da kısmen almasıdır.” (Kuhn, 2014, s. 181)

Kuhn’a göre artık eski bilim dalının bugüne yaptığı katkıları incelemektense o

bilimin kendi tarihsel çerçevesinde kendi dönemindeki durumuna odaklanmak

gerekmektedir (Topdemir, 2002, s. 47). Her bir paradigmadan bir diğer paradigmaya

aynı sosyal ve siyasal olaylardaki olduğu gibi devrimlerle geçilir (Kuhn, 2014, s. 182-

183). Bu devrimler öncesi olağan bilimde yaşanan anomaliler ve devrimin gerçekleşme

süreci Ptoleme’nin evren kuramından Kopernik’inkine geçene kadar asırlarca da

sürebilir, Newton fiziğinden Einstein fiziğine geçiş gibi ani de olabilir (Kuhn, 2014).

Ona göre birikim yoluyla beklenmedik sonuçlar elde edilmesine yönelik bir bilimsel

süreç daima bir kural değil bir istisna olmuştur. Her yeni kuram ve her yeni anlayış bir

öncekini tamamen yok etmiştir. (Kuhn, 2014, s. 186) Kuhn’un “bilimadamının

dünyasında “önceden ördek sayılan nesnelerin devrimden sonra tavşan sayılması”

(Kuhn, 2014, s. 204-205) örneği gibi iki paradigmanın arasında büyük farklar bulunur

ve birbirlerine benzemezler.

8

Resim 1: Kuhn’un Örnek Gösterdiği Ördek-Tavşan İllüzyonu

Bu bağlamda Kuhn’un tasarladığı devrimler yoluyla ilerleyen bilimsel süreç

tasarımı üç aşamalıdır:

Pre-Paradigma Evresi: Kuhn’un paradigma öncesi dediği ilk evrede, bilimsel

çalışmalar sürmektedir. Ancak bilim çevrelerinin üzerinde uzlaşma sağladığı belirli bir

kuram bulunmamaktadır. Her paradigma, bir alanda yığılmış belli bir sorunlar demetine

yanıt olarak ortaya atılır. (Şimşek, 1994) Bu evrenin tipik özelliği, çok farklı

birbirileriyle uyum sağlamayan ve tamamlanmamış teorilerin bir arada var olmasıdır.

Bütün bu kuramlar aynı derecede bilimsel sayılır, aralarında üstünlük kurulamaz.

(Topdemir, 2002, s. 48) Kuhn bunu eşölçülemezlik kavramı ile açıklar. Eğer farklı

bilimsel çevrelerde yer alan bilim insanları giderek bu kavramsal çerçevelerden birisine

yönelir ve bilimsel yöntemler, terminoloji, deney türleri üzerinde geniş mutabakat

sağlanırsa, üzerinde mutabakat sağlanan bu kuram olağan bilim olarak kabul edilmiş

olur. Bu kuram artık hakim paradigma olarak varlığını sürdürür.

Olağan Bilim Evresi: Olağan bilim terimi geçmişte kazanılmış bir ya da daha fazla

bilimsel başarı üzerine sağlam olarak oturtulmuş araştırma anlamına gelmektedir. Bu

bilimsel ilerlemeler bilim çevrelerinde belirli bir dönem boyunca temel olarak kabul

edilir. Kuhn, olağan bilim olarak kabul gören paradigmaların iki özelliği olduğunu

belirtir: Her birinin gerçekleştirdiği başarı, rekabet içinde olduğu diğer kuramlara bağlı

olanları kendisine çekecek kadar benzersiz ve önemli olmalı ve bir çok sorunun

çözümünü ilerideki çabalara bırakabilecek kadar açık uçlu olmalıdır (Kuhn, 2014, s. 79-

80). Bilim insanı bu evrede hakim paradigma kapsamında bulmaca çözmektedir.

Zamanla, olağan bilim sürecinde anomaliler, hakim paradigma bağlamında açıklanması

zor olgular belirebilir. Bu anomaliler birikerek olağan bilimi zorlaştıran ve

paradigmanın güçsüzlüklerini sergileyen bir noktaya varabilir. Ama, Kuhn'un

9

gözlemlerine göre, anomaliler ne denli çok sayıda ve büyük olursa olsun, güvenilir bir

seçenek ortaya çıkana kadar, uygulamadaki bilim insanlarının çoğunluğu mevcut

paradigmaya sadık kalır ve normal bilimi sürdürürler, çünkü sorunların çözüleceğine

inançsızlık bilim insanı olmayı bırakmak anlamına gelir.

Olağan bilimin amacı doğadan yeni görüngüler toplamak değil tersine

paradigmaya uymayanları dışarda bırakmaktır. “Kutuya” uymayanlar dikkate

alınmazlar. Bilim insanlarının asli amacı yeni kuramlar icat etmek değildir. Onlar hakim

olağan bilim bağlamında paradigmanın en baştan sağladığı kuramlarla ilgilenmeye

yönelmişlerdir. Olağan bilim dönemindeki bilim insanları yeni kuram icat edenlere iyi

gözle bakmazlar (Kuhn, 2014, s. 96-97).

Yukarıda belirtildiği gibi bilim insanı yeni bir şey icat etmektense paradigma

tarafından en baştan belirlenmiş sonuçlara ulaşmaya çabalar. Ancak bu çabada çok

çeşitli anomalilerle karşılaşabilir ve deneyden istediği sonuçları elde edemeyebilir. Yani

alınan sonuç paradigmanın dar kapsamına uymuyorsa cevap nettir: Araştırma

başarısızdır. Yani kusur doğada değil araştırmada ya da araştırmacıda aranır. (Kuhn,

2014, s. 110) Buna verilebilecek en iyi örnek ışığı taşıyan ether adlı maddenin varlığını

ispat etmek için yapılan Michelson-Morley Deneyi’dir. Deneyin sonucu istedikleri

biçimde çıkmayan iki bilim adamı deneyi defalarca tekrarlayıp aynı sonucu elde edince

deneyin hatalı olduklarına karar vermişlerdir. Halbuki deneyin net sonucu ether adlı

maddenin yokluğudur. Ancak dönemin hakim paradigması bu sonuca izin vermeyeceği

için bu deneyin hatalı olduğunu düşünmüşlerdir. Hakim ether paradigmasını yıkmak

için Einstein’ın görelilik kuramlarını beklemek gerekmiştir. Olağan bilimin asli hedefi

esaslı yenilikler bulmak değilse bilim insanlarının sorulara cevap bulma gayretlerinin

nedenini Kuhn, bilim insanlarının hakim paradigmaya katkıda bulunma çabası olarak

açıklar (Kuhn, 2014, s. 111). Bu dönemde bilim insanlarının bu uğraşları Kuhn

tarafından bulmaca çözme olarak adlandırılır. Kuhn’a göre, ilkeler veya kuralların güçlü

bir şekilde olağan bilimsel uğraşta yer edinmesi, “kavramsal, deneysel ve yöntemsel”

olarak olağan bilim ile bulmaca çözme etkinliklerini bir arada düşünmenin temelidir.

(Öztürk, 2012, s. 183).

Bilimsel Devrim Evresi: Bilimsel çevrelerde çoğunluğa aykırı davranan, kriz

durumlarında yeni paradigmalara yönelen az sayıda cesur bilim insanı vardır. Bu bilim

10

insanları Kuhn'un devrimci bilim dediği işe girişirler ve böylece bilim üçüncü evreye

geçer. Bu evrede, eski paradigmaya güven sarsılır ve zamanla yeni bir paradigma itibar

kazanır. Her iki paradigmanın da yan yana yaşadığı ve yeni paradigmanın başlangıçtaki

eksiklerinin zamanla kapatıldığı bir dönem sonunda yeni paradigma hakim duruma

geldiğinde, bilim insanları yeni paradigma çerçevesinde bulmacayla uğraştıkları normal

bilime dönerler (Daştan, 2013, s. 121-123).

Bu dönemde var olan kuralların sürekli başarısız olması bilim insanlarının hakim

paradigma hakkında kuşkuya düşmelerine ve yeni bir anlayışa geçmeye çalışmalarına

yola açar (Kuhn, 2014, s. 150). Bilim insanı bu dönemde yeni arayışlara yönelse ve

inancını kaybetmeye başlasa da paradigmasını terk etmez (Kuhn, 2014, s. 163). Mevcut

çelişkileri hayati düzeyde görmez. Yeni bulguların karşı-örnekler olduğunu varsayarak

ileriki çalışmalar için bir kenara koyar (Kuhn, 2014, s. 169). Ptoleme astronomisinin

sürekli hatalar sonuçlar üretmesi ve ya Michelson-Morley deneyinin ether’in varlığını

kanıtlayamaması gibi olağan bilim sıradan bulmacalarından daha ciddi sorunlarla

karşılaştığında zaman olağanüstü bilime geçiliyor demektir. Bu dönemde direnç

gösteren soruna paradigma içerisinden müdahaleler yapılır. Ancak bu müdahaleler

yetersiz kaldıkça daha önceden bulunmuş çözümlere bile kuşkuyla bakılmaya başlanır

(Kuhn, 2014, s. 170-171).

Bilimsel devrim evresinde bir karmaşa vardır. Yeni paradigmalar ortaya

çıkmaktadır ancak hiçbiri üstün gelememektedir. Kopernik bu dönemi; “….Her parça

mükemmel çizildiği halde tek bir beden oluşturamamakta ve parçalar birbirleriyle

uyuşmadığı için elde edilen sonuç da bir insan değil ancak bir canavar olabilir”

(Kuhn, 2014, s. 171) şeklinde açıklar.

Kuhn’un bilim tarihinde örnek verdiği devrimler; oksijenin yanmasının keşfi,

fizikte atomculuğa geçiş, Aristoteles fiziğinden klasik mekaniğe, oradan da Einstein

mekaniğine geçiş, Ptoleme astronomisinin yerine Kopernik astronomisinin kabulü ve

bunların yanında X ışınları ve Uranüs’ün keşfi gibi küçük devrimlerdir. (Barnes, 2008,

s. 89-90)

Sonuçta üçlü evreye göre Kuhn’un bilimsel devrimlerin yapısına ilişkin şeması

şu şekildedir (Subaşı, 2005):

11

Bilim Öncesi DönemOlağan BilimBunalımlarBilimsel DevrimYeni Olağan

BilimYeni Bunalımlar

Bu yöntem incelendiğinde Kuhn’un diyalektik düşünce tarzına sahip bir bilim

insanı olduğu söylenebilir. Kuhn’un paradigma anlayışında diyalektik sürtüşme önemli

yer tutmaktadır. Bilimin devrimler sonucu değiştiği, ilerlediği, aynı kalmadığına dair

iddiaları, Kuhn’da diyalektik düşüncenin önemli bir iz bıraktığını göstermektedir.

Bunun yanı sıra, bir paradigmanın hakim olduğu dönemde o paradigmanın fikirleri ile

ona zıt olan ve onu yıkmaya çalışan fikirlerin varlığına dair fikirleri diyalektiğin zıtların

birliği ilkesi ile uyumludur. Diyalektiğin, her şeyin özünde, onu yıkacak tohum da

bulunur fikriyle Kuhn’un olağan bilim döneminde ortaya çıkan anomaliler iddiası

uyuşmaktadır.

Kuhn’un ikinci iddiası bilimlerin katışıksız ve nesnel olmadığıdır. Kuhn’un

bilim anlayışına göre bugün kullanılan bilim ders kitaplarında toplanmış olgu, kuram ve

yöntemlerden oluşan bir bütünden başka bir şey değildir (Işıklar, 1994, s. 90). Bilimler

bu verili bilgiye dayanarak araştırma yapmaya ve yeni bulgular edinmeye çalışmaktadır

(Subaşı, 2005). Bilimsel ders kitapları yazıldıkları dönemin bilim insanlarının bağlı

oldukları hakim paradigmaya sıkı sıkıya bağlanmış durumdadır. Bu kitapların amacı var

olan sözcük dağarcığını ve söz dizimini yeni kuşaklara iletmektir. Her paradigmanın

ortaya çıkış anında ders kitaplarına ve eşdeğer diğer metinlere bir bağlılık oluşur. Her

bilim ekolü, kendisinden önce gelen paradigmanın ders kitaplarını budayarak kendi

paradigmasını yerleştirmekle işe başlar. Bu kitaplarda tarih çok az bulunur ve eskiye

muğlak göndermeler yapılır. Böylece öğrenci hem eskiden gelen birikim ve süreklilik

hissine kapılır hem de yeni paradigmaya uyumlulaştırılmış olur. (Kuhn, 2014, s. 232-

234). Kuhn, modernitenin nesnel ve tarafsız bilgi üretiminin (Hollinger, 2005, s. 42)

aslında bir gerçeklik olmadığını, bilim insanlarının tarafsız olmadığını, hakim

paradigmanın tarafında ve onun çerçevelerinin dışına çıkmadan bilgi üretmeye

çalıştığını iddia etmektedir. Bu nedenle bilim objektif değil sübjektiftir ve hakim

paradigmanın değerlerine sımsıkı bağlıdır.

12

5. Sonuç

Thomas Kuhn post modern eleştirilerin moderniteye karşı sıkça yöneltildiği bir

dönemde yaşamasının verdiği etki ile modern bilim anlayışına eleştirel biçimde

yaklaşmıştır. Bilimin birikimsel ilerlemesine ve nesnel olmasını kabul etmemiştir.

Ancak bu Kuhn’u bir post modern düşünür yapmamaktadır. Kuhn bütün eleştirilerine

karşın pozitivist bir bilim insanıdır. Onun söylemleri moderniteye içeriden bir eleştiri

kapsamında değerlendirilmelidir. Kuhn’un bir pozitivist olduğunu işaret eden en önemli

gösterge, bilimin ilerlediğine duyduğu inançtır. O sadece Comte’un bilimin birikimli ve

doğrusal ilerlediği iddiasını reddetmekte, yeni gelen paradigmanın öncesini tamamen

ortadan kaldırdığını belirtmektedir. Bunun yanı sıra Kuhn post modernistlerin aksine

yöntemi kabul etmektedir. Onun paradigma adını verdiği şey aslında bir yöntemdir ve

bilimde paradigma değişiminin aslında yöntem değişimi olduğunu söylemektedir.

Yöntemin ya da paradigmanın değişmesi yöntemi reddetmek değil, yöntemlerin

değiştiğini kabul etmek demektir. Kuhn’un açısından bakıldığında pozitivist

tümevarımcı yöntem 18. yy. başlarında metafiziğin kullandığı tümdengelimci-skolastik

yönteme karşı geliştirilmiş ve başarıya ulaşmıştır. Yöntem, yerini bir başka yönteme

bırakmıştır.

Giriş’te belirtildiği gibi Kuhn’un iki temel iddiası bulunmaktadır: Bilimler

birikimsel ilerlemezler ve hakim paradigmaya bağlılık sebebi ile bilimler sübjektiftir.

Bilimlerin sübjektif olması hususunda Kuhn önemli argümanlar öne sürmektedir.

Kuhn’un yanı sıra Lyotard, Faucault gibi post modern düşünürler de önemli iddialarda

bulunmaktadır ve günümüzde özellikle sosyal bilimlerde objektivitenin konumu

sorgulanmaya başlanmıştır. Zira bilim insanının araştırma süreci objektif olsa bile

ortaya attığı araştırma sorusu bile sübjektif olmaktan kurtulamayabilmektedir.

Ancak Kuhn’un bilimlerin birikimsel değil devrimlerle ilerlemesine dair

düşüncesinde kuşkuya açık bazı noktalar bulunmaktadır. Kuhn eş ölçülemezlik

kavramını ortaya atarak rakip paradigmaların birbirlerini alt edecek argümanlara sahip

olamayacağını söyler. İki tarafın da objektif olarak tartışabileceği bir platform yoktur,

zira gözlem ve deneyler mutlaka bir teori ile desteklenmiştir. Böyle bir tartışmada bir

paradigmayı savunan bilim insanının argümanları diğer paradigmayı savunan bilim

insanı nazarında geçersiz olacaktır. Her iki bilim insanının da güçlü teorik temelleri

13

bulunur. Eğer Kuhn’un ifadesi ile bu iki paradigma da eş ölçülemez ise bir

paradigmadan diğerine kayma kararı rasyonel biçimde nasıl verilecektir? Kuhn bu

soruyu yanıtsız bırakmaktadır.

Kuhn bilimlerin devrimlerle ilerlediğini belirtirken yukarıda vurgulandığı üzere,

siyasal ve sosyal devrimler gibi bilimsel devrimlerin de olduğunu ve devrimin

kendisinden önceki paradigmayı ortadan kaldırdığını belirtmektedir. Ancak Kuhn

kitabında sık sık Ptoleme astronomisinin bugün bile bir mühendislik kolu olduğunu

vurgulamış, Newton dinamiğinin pek çok mühendis tarafından uygulandığını

belirtmiştir.

Newton döneminde Einstein’ın görelilik kuramına erişilmesi imkan dahilinde

bulunmamaktaydı. Newton ve Einstein arasında ışık hızının erişilebilecek en üst hız

olduğu, ışığı taşıyacak bir maddeye ihtiyaç olmayabileceği, keşfedilmiş ve bunlar

elektriğin icadı ve evreni gözlemleyecek yeni malzemelerin geliştirilmesi ile olmuştur.

18. yy’da Newton kanunlarının astronomik evren için geçersiz olduğu anlaşılmaya

başlamıştır. Newton ile Einstein arasındaki dönem Newton’un zamanındaki şekliyle

sabit kalmayıp dönüşüm geçirmiştir. Kuhn’un belirttiği anomalilere işaret eden bu

dönüşümler devrimlere işaret edebilir. Ancak bilimin birikimsiz olarak ilerlediğini

göstermemektedir. Kuhn’un da örnek verdiği gibi sosyal ve siyasal devrimleri

hazırlayan süreçlerde büyük bir birikim oluşmakta ve ardından bu birikim ani bir

dönüşüme sebep olmaktadır. Dönüşümü sağlayan birikim göz ardı edilmemelidir.

Kuhn’un bilim felsefesine en önemli katkısı, bilimin doğrusal ilerlemediğini ve

önemli kırılmaların olabileceği fikrini kendisinden sonra gelen bilim insanlarının ve

bilim felsefesi ile uğraşanların hesaba katmasını sağlamak olmuştur.

Onun tarihle alakalı çalışmaları devrimle ilerleyen bilim iddiasını desteklemek

için sağlam dayanaklar bulmasını sağlamıştır. Kendisinden sonra gelen ve konu ile

alakadar olan bilim çevrelerinin de bilim tarihini hesaba katmalarını sağlamıştır.

Kuhn’nun sosyolojiyi dikkate alması bilim insanlarının, özellikle sosyal

bilimcilerin yalıtılmış varlıklar olmayabileceği fikrini yaygınlaştırdı. Bilim insanlarının

hiçbir şeyin olmasa bile dönemin hâkim paradigmasının kabulleri ile çalışma

yürüttükleri fikrininin yerleşmesini sağladı.

14

Kaynakça

Barnes, B. (2008). T.S. Kuhn ve Sosyal Bilimler. (Çev: H. Arslan,) İstanbul: Paradigma

Yayıncılık.

Çüçen, A. K. (2013). Bilim Felsefesine Giriş . Ankara: Sentez Yayıncılık .

Daştan, U. (2013). Bilimin Tarihsel Gelişim Sürecinde Thomas Samuel Kuhn’un Bilim

Felsefesinin Yeri. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum: Atatürk

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı.

Erkuş, A. (2011). Davranış Bilimleri İçin Bilimsel Araştırma Süreci. Ankara: Seçkin

Yayınları.

Hollinger, R. (2005). Postmodernizm ve Sosyal Bilimler: Tematik Bir Yaklaşım. (Çev:

A. Cevizci,) İstanbul: Paradigma Yayıncılık .

Işıklar, E. (1994). Bilimsel Teorilerin Yapısı ve Gelişimi. Yayınlanmamış Doktora Tezi,

İzmir: Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilimdalı.

Kaptan, S. (1998). Bilimsel Araştırmave İstatistik Teknikleri. Ankara: Bilim Yayıncılık.

Kuhn, T. S. (2014). Bilimsel Devrimlerin Yapısı. (Çev: N. Kuyaş,) İstanbul: Kırmızı

Yayınları.

Lecourt, D. (2013). Bilim Felsefesi. (Çev: I. Ergüden,) Ankara: Dost Yayınları.

Mayor, F., & Forti, A. (2008). Bilim ve İktidar. (Çev: M. Küçük,) Ankara: TÜBİTAK.

Öztürk, Ü. (2012). Thomas Kuhn’un Paradigma Kavrayışı Üzerine Analitik Bir

İrdeleme. Kaygı, 19, 173-191.

Subaşı, N. (2005). Sosyal Bilimsel İlgide Meşruiyet Sorunu; Normal Bilim ve Hakikat

Rejim(ler)i. Muğla Üniversitesi Felsefe Sosyal Bilimler Sempozyumu (s. 259-

267). Muğla: Vadi Yayınları.

Şenel, A. (2013). Bilim ve Bilimsel Yöntem. İstanbul: Bilim ve Gelecek Kitaplığı .

Şimşek, H. (1994). Pozitivism Ötesi Paradigmatik Dönüşüm ve Eğitim Yönetiminde

Kuram Ve Uygulamada Yeni Yaklaşimlar. II. Eğitim Bilimleri Kongresi.

Ankara.

Şişman, M. (1998). Eğitim Yönetiminde Kuram ve Araştırmada Alternatif Paradigma

ve Yaklaşımlar. VII. Ulusal Eğitim Bilimleri Kongresi.

15

Tabancalı, E. (2004). Bilim ve Yayın Etiği. Burdur Eğitim Fakültesi Dergisi, 5(8), 225-

237.

Topdemir, H. G. (2002). Kuhn ve Bilimsel Devrimlerin Yapısı Üzerine Bir

Değerlendirme. Felsefe Dünyası, 2(36), 45-62.

Turan, G. (2010). Karl R. Popper, Thomas S. Kuhn Ve Paul K. Feyerabend’in Bilgi

Kuramlarında Bilim Eleştirisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir:

Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilimdalı.

Uslu, F. (2011). Bilimselliği Kriteri ve Sınırları Problemi: Bilim, Bilim Olmayan ve

Sahte Bilim. Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 10(19), 5-35.

Yıldırım, C. (2007). Bilim Felsefesi. İstanbul: Remzi Kitabevi.

Yıldız, R., & Hira, İ. (2010). Sosyal Bilimlerde Yöntem Tartışmaları Bağlamında Kuhn

ve Rothacker. Akademik İncelemeler Dergisi, 5(2), 133-153.