Osmanlı Minyatürlerinde Sürrealist Yaklaşımlar (XVI. – XVII. Yüzyıllar)

22
Turkish Studies International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 10/2 Winter 2015, p. 907-928 DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.7864 ISSN: 1308-2140, ANKARA-TURKEY OSMANLI MİNYATÜRLERİNDE SÜRREALİST YAKLAŞIMLAR (XVI. – XVII. YÜZYILLAR) * Ela TAŞ ** Gamze ÖZTÜRK ÖZET Minyatür, el yazması eserlerin içeriğini açıklamak amacıyla metne eklenen derinliği olmayan, hacimsiz, ışık ve gölge oyunlarından uzak resimdir. Yazılı metne bağlı olarak anlam kazanan minyatürler, yapıldıkları dönem hakkında bilgi vermeleri yönüyle tarihi belge niteliği taşımaktadırlar. Bunun yanı sıra ortaya konuldukları dönemin yaşam şeklini, hayata bakışını, beklentilerini, kaygılarını yansıtmaları açısından da önemlidirler. Türk resim sanatının en eski örnekleri, M.S. VIII. Yüzyılda, Maniheizm ve Budizm dinlerini benimseyen Uygurlar tarafından ortaya konmuştur. Dini değişimle birlikte resim sanatına yönelen Uygurlar, dinlerini yaymak amacıyla el yazması eserler üretmiş ve bunları resimlerle bezemişlerdir. Gandhara, Çin, Tibet, İskit, Sasani, Part, Greko – Budist ve Bizans etkilerinin görüldüğü Uygur resmi, IX. yüzyıldan itibaren kendi tarzını oluşturmuş, XI. – XII yüzyıllarda olgunluğa ulaşmıştır. Uygurların sanat anlayışlarının, Talas Savaşı ile birlikte batıya taşındığı bilinmektedir. İslam’ın erken devirlerinde de resim sanatının var olduğu, Emevi ve Abbasi devirlerinden kalan eserlerden anlaşılmaktadır. Bu dönemlerde dini yapıların geometrik ve bitkisel, sivil yapıların ise bunlara ek olarak figürlerle oluşturulmuş süslemelerle tezyin edildiği bilinmektedir. Eserlerde Doğululaşmanın yanı sıra Uygur etkisinin görülmesi, Orta Asya Türk resim üslubunun İslam Sanatında benimsendiğinin göstermektedir. Bu sebeple de Uygur resim üslubu, Abbasiler aracılığıyla, Fatimi ve Gazneli gibi İslam ülkelerine geçmiştir. Bu üslubun etkisi, duvar resimleriyle sınırlı kalmamış, kitap resimlerinde de uygulanmıştır. İslam’da, sistemli yazmacılık, IX. yüzyılda Halife Memun’un antik kitapları Arapçaya çevirtmesiyle başlasa da, ilk minyatürlü yazmalar XI. yüzyıl sonundan, Selçuklular zamanından kalmadır. Çünkü bu çağda, tercüme edilen eserlerin, resimleri de kopyalanmaya başlanmıştır. Selçuklular döneminde minyatüre önem verildiği, bu süreçten sonra ise Anadolu’ya hâkim olan Osmanlı Devleti zamanında da minyatür sanatının icra edildiği, günümüze ulaşan belgelerden anlaşılmakta ve minyatür sanatına katkısının büyük olduğu görülmektedir. Bu dönemde ileri bir seviyeye ulaşan minyatür sanatının, XV. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar * Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu tespit edilmiştir. ** Yrd. Doç. Dr. Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü, El -mek: [email protected]

Transcript of Osmanlı Minyatürlerinde Sürrealist Yaklaşımlar (XVI. – XVII. Yüzyıllar)

Turkish Studies International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015, p. 907-928

DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.7864

ISSN: 1308-2140, ANKARA-TURKEY

OSMANLI MİNYATÜRLERİNDE SÜRREALİST YAKLAŞIMLAR (XVI. – XVII. YÜZYILLAR)*

Ela TAŞ**

Gamze ÖZTÜRK

ÖZET

Minyatür, el yazması eserlerin içeriğini açıklamak amacıyla metne

eklenen derinliği olmayan, hacimsiz, ışık ve gölge oyunlarından uzak resimdir. Yazılı metne bağlı olarak anlam kazanan minyatürler,

yapıldıkları dönem hakkında bilgi vermeleri yönüyle tarihi belge niteliği

taşımaktadırlar. Bunun yanı sıra ortaya konuldukları dönemin yaşam

şeklini, hayata bakışını, beklentilerini, kaygılarını yansıtmaları

açısından da önemlidirler. Türk resim sanatının en eski örnekleri, M.S.

VIII. Yüzyılda, Maniheizm ve Budizm dinlerini benimseyen Uygurlar tarafından ortaya konmuştur. Dini değişimle birlikte resim sanatına

yönelen Uygurlar, dinlerini yaymak amacıyla el yazması eserler üretmiş

ve bunları resimlerle bezemişlerdir. Gandhara, Çin, Tibet, İskit, Sasani,

Part, Greko – Budist ve Bizans etkilerinin görüldüğü Uygur resmi, IX.

yüzyıldan itibaren kendi tarzını oluşturmuş, XI. – XII yüzyıllarda olgunluğa ulaşmıştır. Uygurların sanat anlayışlarının, Talas Savaşı ile

birlikte batıya taşındığı bilinmektedir. İslam’ın erken devirlerinde de

resim sanatının var olduğu, Emevi ve Abbasi devirlerinden kalan

eserlerden anlaşılmaktadır. Bu dönemlerde dini yapıların geometrik ve

bitkisel, sivil yapıların ise bunlara ek olarak figürlerle oluşturulmuş

süslemelerle tezyin edildiği bilinmektedir. Eserlerde Doğululaşmanın yanı sıra Uygur etkisinin görülmesi, Orta Asya Türk resim üslubunun

İslam Sanatında benimsendiğinin göstermektedir. Bu sebeple de Uygur

resim üslubu, Abbasiler aracılığıyla, Fatimi ve Gazneli gibi İslam

ülkelerine geçmiştir. Bu üslubun etkisi, duvar resimleriyle sınırlı

kalmamış, kitap resimlerinde de uygulanmıştır. İslam’da, sistemli yazmacılık, IX. yüzyılda Halife Memun’un antik kitapları Arapçaya

çevirtmesiyle başlasa da, ilk minyatürlü yazmalar XI. yüzyıl sonundan,

Selçuklular zamanından kalmadır. Çünkü bu çağda, tercüme edilen

eserlerin, resimleri de kopyalanmaya başlanmıştır. Selçuklular

döneminde minyatüre önem verildiği, bu süreçten sonra ise Anadolu’ya

hâkim olan Osmanlı Devleti zamanında da minyatür sanatının icra edildiği, günümüze ulaşan belgelerden anlaşılmakta ve minyatür

sanatına katkısının büyük olduğu görülmektedir. Bu dönemde ileri bir

seviyeye ulaşan minyatür sanatının, XV. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar

*Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu

tespit edilmiştir. ** Yrd. Doç. Dr. Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü, El-mek: [email protected]

908 Ela TAŞ - Gamze ÖZTÜRK

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015

etkin bir şekilde Enderun içinde yer alan ve Ehl-i Hiref teşkilatına bağlı olan nakkaşlar, müzehhipler, cetvelkeşler, hattatlar tarafından kolektif

çalışma ürünleri olarak ortaya konduğu bilinmektedir. Dini, hikâyeci,

bilimsel, edebi karakterlerden izler taşıyan Osmanlı minyatürleri,

gerçek konularının yanı sıra sürrealist yaklaşım sergileyen tasvirleriyle

dikkat çekmektedir. İlk defa, XX. yüzyılda Fransa’da Andre Breton

tarafından ortaya atılan Sürrealizm, insanın içindeki ruhsal bozuklukları bütün açıklığı ile ortaya koymayı amaçlamıştır. Bu akımla,

sanatçı doğadan koparak kendi içine yönelmiştir. Temelini Freud’un

psikanaliz düşüncesinden alan Sürrealizm, sanatın mantık, ahlak,

estetik yargılardan değil, doğrudan bilinçaltında bulunanlarla ortaya

çıkması gerektiğini savunmuştur. Bu yüzden bilinçaltı, sürrealizmin temel kaynağını oluşturmuştur. Sürrealistler bilinçaltının baskı altına

alınan duygu ve düşüncelerden dolayı geniş bir depo olduğunu

savunmuş, bu depodaki hazineyi irdelemek ve özgür kılmakla,

toplumun gelişeceğine inanmış ve iki farklı yöntem ileri sürmüşlerdir.

Birinci yöntem ruh çözümüne dayanan ve mutlak iradesizliği savunan,

bilinçaltındaki duyguları simgelerle ifade etmeyi dile getiren soyut gerçeküstücülük, ikincisi ise nesneleri, düş, kâbus ya da karabasanı

hatırlatan, bunları akıl dışı ortamlarda vermeyi savunan doğrucu

gerçeküstücülüktür. Sürrealistlerin büyük bir bölümü manevi bir

dünyanın göstergesi olarak, somut kanıtlar yerine olağanüstü

varlıklardan yararlanmayı tercih etmişlerdir. Sürrealizm her ne kadar XX. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkmış bir akım olsa da, Osmanlı Devleti

zamanında ortaya konan yazma eserlerde de, bu yaklaşımla yapılmış

betimlemelerin var olduğu bilinmektedir. Ancak Osmanlı

betimlemelerindeki yaklaşım tarzı, İslam’daki tasvir yasağından dolayı

gerçeklikten uzak bir yaklaşım sergilerken, batı resmi gerçeklik

taşımaktadır. Kısacası, Osmanlı’nın sürrealist yaklaşımlı minyatürleri inanç doğrultusunda yani Avrupa’da benimsenen doğrucu

gerçeküscücülük şeklinde ortaya konarken, Batı sürrealizmi eşyanın

yanılsaması yani soyut gerçeküstücülük olarak kendini göstermektedir. İmparatorluğun gücüne ve büyümesine paralel bir gelişme gösteren ve

dönem özelliklerini, düşünce yapısını yansıtan Osmanlı minyatürlerinin önemli bir grubunu XVI. – XVII. Yüzyıllar arasında uygulanan

çalışmalar kapsamaktadır. Bu yüzyıllar arasında ele alınan konular

çeşitlilik göstermekle birlikte bu çalışma, gerçeküstü yaklaşımlar

taşıyan minyatür örneklerinden bir kısmını kapsamaktadır. Sürrealist

bakış açısıyla ortaya konan bu tasvirlerde, aynı konuları, farklı bakış

açıları ve üsluplarla ele alan nakkaşlar; dünyanın yaratılması, kıyamet, ölümden sonraki yaşam, Dabbetü’l Arz, Deccal, cinler, şeytanlar,

melekler, cehennem gibi çeşitli soyut konularla ilgilenmişlerdir. Bu

konular hakkında minyatür uygulamaları yapan nakkaşlar, Kur’an-ı

Kerim ve hadislerde yer alan ifadelerden yola çıkarak, gözlem

yetenekleri ve hayal güçleriyle, bilinçaltında kurguladıkları biçimleri sürrealist bir ifadelerle işlemişlerdir. Nakkaşların soyut olayları

betimleme zorunlulukları, manevi bir dünyayı yansıtma çabaları,

bilinmeyeni bilinir hale getirme istekleri, onları, gözlem yeteneklerinin

yanı sıra bilinçaltlarından ve hayallerinden istifade etmeye zorladığı

izlenimini doğurmaktadır. Bu süreçte, İslam’daki tasvir yasağından

ötürü, gerçeklikten uzak betimlemelerle, Acaibü’l Mahlûkat, Fal – ı Kuran, Ahval-i Kıyamet, Falname, Metaliü’l Saade, Dav-etname gibi

sürrealist yaklaşımlı minyatürler barındıran yazma eserler ortaya koyan

Osmanlı Minyatürlerinde Sürrealist Yaklaşımlar (XVI. – XVII. Yüzyıllar) 909

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015

nakkaşlar, manevi dünyayı yansıtabilmek için hayali mekânlar kurgulamış ve bunları fantastik yaratıklarla desteklemişlerdir. Bu

şekilde içeriği gerçek, biçimi gerçeküstü (sürrealist) izler taşıyan

minyatürlerin ortaya çıkmasını sağlamışlardır. Soyutun somuta

çevrilmeye çalışıldığı bu minyatürlerde amaç, İslam dini tarafından

benimsenen konuları anlaşılır hale getirmek ve topluma, farklı bir

iletişim yöntemi olan minyatür ile betimleyip aktarmaktır. Sonuç olarak, temelini dinden alan bu eserler, Osmanlı nakkaşlarının

bilinçaltlarında yer alan düşüncelerini, sürrealist yaklaşım tarzıyla

yansıtan önemli görseller olmaları açısından önem taşımaktadır.

Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, el yazması, minyatür, din,

sürrealizm

SURREALISTIC APPROACHES IN OTTOMAN MINIATURES

(XVI – XVII CENTURIES)

STRUCTURED ABSTRACT

Miniature is the massless painting with no depth which is free

from chiaroscuro and added into the text to explain the contents of manuscripts. Miniatures which gain meaning according to the written

text have the characteristics of historical document by means of giving

information about their era. They are also important in terms of

reflecting the life style, worldview, expectations, and concerns of their

era. Earliest pieces of Turkish painting have been presented by Uighurs who adopted Manichaeism and Buddhism in A.D. VIII century. Uighurs

who have headed to the art of painting in conjunction with religious

change has produced manuscripts and decorated them with painting to

spread their religion. Uighur painting which has been affected by

Gandhara, China, Tibet, Scyth, Sasanian Empire, Part, Greco –

Buddhist and Byzantine has formed its style starting from IX century and grown into maturity in XI - XII centuries. It is well known that

Uighurs' sense of art has moved to west after Battle of Talas. Thanks to

the works of art from Umayyad and Abbasid eras, it appears that the

painting art exists in the early periods of Islam. It is known that

religious structures of these periods were geometrical and botanical, on the other hand civil structures were decorated with ornaments

generated by figures. Uighur effect as well as Orientalisation seen in

works of art proves that Islamic art has adopted Central Asian Turkish

painting style. Uighur painting style has therefore passed via Abbasids

to Islamic countries such as Fatimid and Ghaznavid. The effect of this

style has not been limited to mural paintings and also applied to book paintings. In Islam, although the systematic manuscripting has started

at IX century by Caliph Memnun to make ancient books translate into

Arabic, first manuscripts with miniatures are from Seljuk Empire at the

end of XI century. This is because the paintings of the translated works

of art have started to be duplicated. The fact that the miniature has been considered important in the era of Seljuks, and the art of

miniature has also been performed in the Ottoman Empire which has

ruled over Anatolia after that period of time is understood thanks to the

910 Ela TAŞ - Gamze ÖZTÜRK

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015

extant documents and made a big contribution to the art of miniature. It is well known that the art of miniature which has reached an

advanced level in that period has been presented as collective work

products by muralists, illuminators, masters named Cetvelkeş,

calligraphers affiliated with Craftsman organization and actively located

in Enderun from XV century to XVIII century. Ottoman miniatures

which bear traces of religious, storyteller, scientific, literary characters stand out with their real subjects as well as their depictions with

surrealistic approaches. Surrealism which is suggested first by Andre

Breton at France in XX century intends to reveal the mental disorders

of human totally. The artist gravitates to its own shell by disconnecting

from nature. Surrealism which is based on psychoanalysis idea of Freud argues that the art should rise not from logic, morals, aesthetical

judgments, but directly from what exists in subconscious.

Subconscious is therefore the fundamental source of surrealism.

Surrealists have suggested that the subconscious is a large store due to

suppressed emotions and ideas, and have believed that the society

would develop through examination and liberalization of the treasure in this store and have presented two different methods. First method is the

abstract surrealism which is based on psychoanalysis, and stands up

for absolute weakness of will, and gives voice to expressing the emotions

in subconscious through symbols; second method is the truthful

surrealism which defends the fact that the objects are reminiscents of dream, nightmare or incubus and it is appropriate to present them in

irrational environments. The large parts of surrealists have preferred to

benefit from extraordinary beings as an indicator of spiritual world

rather than tangible proofs. In spite of the fact that the surrealism is a

movement emerged in Europe at XX century, it is known that the

manuscripts from Ottoman Empire era has descriptions made by this approach. But Ottoman description shows an approach which is devoid

of reality even if they hold a reality as substance. In short, Ottoman's

miniatures with surrealistic approach have been presented according to

faith, namely faithful surrealism which is adopted in Europe, but on the

other hand Western surrealism reveals itself as reflection of the object, namely abstract surrealism. The important part of Ottoman miniatures

which have developed in parallel with the power and growth of the

empire and have reflected characteristics, worldview of the era includes

the works applied between XVI and XVII centuries. The matters in hand

between those centuries vary and this study covers some miniature

examples with surrealistic approaches. Muralists who have dealt same matters by different perspectives and styles in those descriptions with

surrealistic perspectives have become concerned about various abstract

matters such as the creation of the world, doomsday, life after death,

Dabbetü’l Arz, Dajjal, jinns, demons, angels, hell. Muralists who have

performed miniatures about these matters have processed the shapes they imagined in their subconscious with surrealistic expressions

through their observational abilities and imaginations by starting out of

statements in Qur'an and hadiths. The fact that the obligation of

muralists is to portray the abstract events, to reflect a spiritual world,

to make the unknown known gives the impression that they have been

forced to exploit their subconscious and imaginations as well as observational abilities. In this process, muralists who have presented

manuscripts with portrayals devoid of reality due to the depiction ban of

Osmanlı Minyatürlerinde Sürrealist Yaklaşımlar (XVI. – XVII. Yüzyıllar) 911

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015

Islam, including miniatures with surrealist approaches such as Acaibü’l Mahlûkat, Fal–ı Kuran, Ahval-i Kıyamet, Falname, Metaliü’l Saade, Dav-

etname have built imaginary places to reflect the spiritual world and

have supported these places with fantastical creatures. They thus have

provided miniatures that have contents with reality traces and forms

with surrealist traces. The purpose of these miniatures where abstract

has been transformed to concrete is to make matters adopted by Islam religion more understandable and transfer to the society by portraying

through miniature which is a different communication method. In

conclusion, these works of art based on religion are important in terms

of being images that reflect the ideas of Ottoman muralist in their

subconsciouses through surrealistic approach.

Key Words: Ottoman Empire, manuscript, miniature, religion,

surrealism

Giriş

Sanat, yeryüzünde varlık bulmuş ya da varlıkları devam eden toplulukların yaşam

biçimleri, sosyo-kültürel anlayışları ve estetik ölçüleri temelinde, üretimini ortaya koyan sanatçının

duygu ve düşünceleriyle şekil bulan bir anlatım biçimi olarak tanımlanabilir. Bu ifade biçiminde

sanatçıların içerisinde yer aldığı çevrede yaşanan toplumsal olaylar, çevrelerinde yer alan nesneler,

tartışılan konular eserlerin şekillenmesinde önemli etkenler olarak öne çıkmaktadır.

Sanatçı eserini meydana getirirken içinde yaşadığı toplumun politik, ekonomik, kültürel

geleneklerinin etkilerinden kendini soyutlayamasa (Mülayim, 2008: 163) da, buna iç dünyasında

yeni bir boyut kazandırmakta ve bunu da eserine yansıtmaktadır. Bu yansıma, çevresinde gördüğü

nesneleri farklı formlarda ele alma biçiminin yanı sıra çeşitli inanış ve düşüncelerin

somutlaştırılarak esere aktarılması şeklinde de kendini göstermektedir (Mülayim, 2008: 100). Bu

somutlaştırma sonucunda bilinçaltında tasarlanan olaylar ya da varlıklar, kullanılan sembollerle

kimlik kazanmakta ve toplum hayatındaki yeri sağlamlaştırılmaktadır. Sembol, çoğu zaman duyu

organları ile algılanması mümkün olmayan olayları anlatmak amacıyla kullanılan her türlü şekil

(Eren ve bşk, 1988: 1278), bir şeyin alameti ya da bir manayı temsil etmek amacıyla yapılan biçim,

imge, remiz (Arseven, 1983: 1779) olarak tanımlanmaktadır. Bu sanat anlayışında betimlemenin

temeli sembollere dayanmaktadır. Semboller, dünyanın yaratılmasından günümüze kadar insanlar

tarafından kullanılmıştır. Alanlarına göre dini, sanatsal, siyasi, bilimsel, ezoterik, askeri

(http://tr.wikipedia.org/wiki/Sembolizm) olarak gruplandırılan sembollerin resim sanatında çok

sık kullanıldığı ve tasvir sanatıyla ilgilenen sanatçıların da anlatmak istediklerini, ortak anlamı olan

semboller aracılığıyla ifade ettikleri bilinmektedir.

Sanatçıların günlük yaşam, eğlence, savaş gibi somut olayların yanı sıra insanoğlunun

nereden geldiği, nereye gideceği, ruhun ölümsüzlüğü ve öteki dünya gibi soyut konularla da

ilgilendiği, bunları kavramaya ve ifade etmeye çalıştığı gözlenmektedir. Sanatçıların bunları

üretirken bilinçaltlarında yarattıkları tasvirlerden ve çevrelerinde gördükleri nesnelerden

esinlenerek oluşturdukları sembollerden yararlandıkları, soyut kavramları somuta çevirdikleri, bu

şekilde de net olarak açıklanamayan olaylara kimlik kazandırdıkları görülmektedir.

Hristiyanlık, Musevilik, Budizm gibi dinlere mensup sanatkârlar gibi İslamiyet’i

benimsemiş sanatkârların da düşünce ve inançlarını sembollerle şekillendirdiği, bu şekilde soyutu

somuta çevirdikleri ele geçen kaynaklarda görülebilmektedir. Düşüncelerin semboller yardımıyla

somutlaştırıldığı sanatlarının bir grubunu da minyatürler oluşturmaktadır.

912 Ela TAŞ - Gamze ÖZTÜRK

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015

El yazması eserlere, metni aydınlatmak amacıyla eklenen minyatür, Ortaçağ yazma

eserlerinde baş harfleri vurgulamak amacıyla kullanılan “kırmızı boya” anlamındaki “minium”

kelimesinden türemiş, farklı dillerde “mianiare, miniatura, miniature, minyatür” olarak

adlandırılmıştır. Osmanlıca da ise nakış ya da tasvir olarak isimlendirilmiş, ustasına da nakkaş ya

da musavvir denmiştir (Mahir, 2012: 15).

Türk resim sanatının en eski örnekleri, M.S. VIII. Yüzyılda, Maniheizm ve Budizm

dinlerini benimseyen Uygurlar tarafından ortaya konmuştur. Dini değişimle birlikte resim sanatına

yönelen Uygurlar, dinlerini yaymak amacıyla el yazması eserler üretmiş ve bunları resimlerle

bezemişlerdir. Gandhara, Çin, Tibet, İskit, Sasani, Part, Greko – Budist ve Bizans etkilerinin

görüldüğü Uygur resmi, IX. yüzyıldan itibaren kendi tarzını oluşturmuş, XI. – XII yüzyıllarda

olgunluğa ulaşmıştır. Uygurların sanat anlayışlarının, Talas Savaşı ile birlikte batıya taşındığı

bilinmektedir (İnal, 1995: 1-13).

İslam’ın erken devirlerinde de resim sanatının var olduğu, Emevi ve Abbasi devirlerinden

kalan eserlerden anlaşılmaktadır. Bu dönemlerde dini yapıların geometrik ve bitkisel, sivil yapıların

ise bunlara ek olarak figürlerle oluşturulmuş süslemelerle tezyin edildiği bilinmektedir. Eserlerde

Doğululaşmanın yanı sıra Uygur etkisinin görülmesi, Orta Asya Türk resim üslubunun İslam

Sanatında benimsendiğinin göstermektedir. Bu sebeple de Uygur resim üslubu, Abbasiler

aracılığıyla, Fatimi ve Gazneli gibi İslam ülkelerine geçmiştir. Türk resim üslubun etkisi yalnızca

duvar resimleriyle sınırlı kalmamış, kitap resimlerinde de uygulanmıştır. İslam’da, sistemli

yazmacılık, IX. yüzyılda Halife Memun’un antik kitapları Arapçaya çevirtmesiyle başlasa da, ilk

minyatürlü yazmalar XI. yüzyıl sonundan, Selçuklular zamanından kalmadır. Çünkü bu çağda,

tercüme edilen eserlerin, resimleri de kopyalanmaya başlanmıştır. Selçuklular döneminde

minyatüre önem verildiği, bu süreçten sonra ise Anadolu’ya hâkim olan Osmanlı Devleti

zamanında da minyatür sanatının icra edildiği bilinmektedir (Mahir, 2012: 16-32).

Osmanlılar zamanında ileri bir seviyeye ulaşan minyatür sanatının, XV. yüzyıldan XVIII.

yüzyıla kadar etkin bir şekilde Enderun içinde yer alan ve Ehl-i Hiref teşkilatına bağlı olan

nakkaşlar, müzehhipler, cetvelkeşler, hattatlar (Tanındı, 1986: 144) tarafından kolektif çalışma

ürünleri olarak ortaya konduğu belgelerden anlaşılmaktadır. Bu kolektif grupta görev alan ve

merkezi otoritenin kadrosunda yer alan sanatkârların; porteleri, aşkları, dinleri, topografyayı,

kozmolojiyi, mekaniği, astrolojiyi ve tarihi olayları konu olarak işledikleri çeşitli yazma eserlerde

görülmektedir.

Derinliğe, gölgeye ve hacme yer verilmeyen (Yetkin, 1953: 33-34) minyatürlerde işlenen

konular; gerçeklerin, hayallerin ya da inançların yan yana gelmesiyle vücut bulmuştur. Bunlar

yaşanılan andaki toplum yapısını, yaşamını ve düşünce biçimini sergilemiştir. Bununla birlikte

nakkaşın, esere kendi üslubunu yansıtmaktan kaçınmadığı ancak toplumun kültürel geleneklerinden

ya da dininden soyutlanamadığı görülmektedir. Bunun başlıca sebebi minyatürün saray sanatı

olması, sipariş üzerine ya da takdim edilmek suretiyle yapılmasıdır. Bu yüzden de sanatsal

üretimde devleti yöneten kimselerin istekleri de göze alınmak zorundadır.

Osmanlı Devleti zamanında minyatür sanatının gelişme süreci, Fatih Sultan Mehmed’in

İstanbul Sarayburnu’nda yaptırdığı Sarayı’na yerleştikten sonra Gentile Bellini, Mastori Pavli,

Matteo de Pasti ve Costanzo da Ferrara gibi sanatçıları İstanbul’a davet ederek (Konak, 2013: 427)

kendi portresini yapmalarını istemesiyle başlamıştır. Bunu, II. Beyazıd’ın dindar kişiliği sebebiyle

Bursalı Uzun Firdevsi’ye Süleyman Peygamber’in mucizevi olaylarını anlattıran ve bunları

minyatürlerle destekleyen Süleymanname adlı eseri, Kanuni Sultan Süleyman’ın çıkmış olduğu

seferlerde görülen şehirleri kayıt altına aldırmak için Nasuh bin Karagöz ya da bilinen adıyla

Matrakçı Nasuh’a çizdirmesi, III. Murad’ın oğlu Mehmet için düzenlediği sünnet düğünü şenlikleri

için Nakkaş Osman’a Surname’yi yaptırması izlemiştir. Bu istekler doğrultusunda ortaya konan

Osmanlı Minyatürlerinde Sürrealist Yaklaşımlar (XVI. – XVII. Yüzyıllar) 913

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015

eserler, devlet yönetimindeki kişilerin minyatür sanatı üzerindeki etkisinin en açık göstergeleri

olarak ele alınmalıdır. Bunların yanı sıra padişahların dini konulara sahip minyatürlü yazmalar

yaptırdıkları görülmektedir (And, 1998: 51-54). Kuşkusuz bunda, Osmanlı’nın İslam devleti

olmasının etkisi büyüktür ve devletin dini, toplumu her anlamda (sanat, edebiyat, yaşama biçimi)

şekillendiren önemli faktörlerdendir. Minyatürlerde dini konuların işlenme sebebi, halkın bunları

özümsemesini sağlamak ve ahiret inancıyla ilgili bilinçlendirilmek istenmesidir. Bunlar, nakkaşlar

tarafından özenle işlenen konular arasındadır.

Türk – İslam efsane ve inanışlarında ruh, şeytan, cin gibi zoomorfik (hayvansal nitelikli)

özellikler taşıyan imgelerle her türlü eser üzerinde (Çoruhlu, 408: 2009) olduğu gibi minyatürlerde

de karşılaşılmaktadır. Bunlarda görülen remizler arasında, kıyamet alametlerinden sayılan Deccal,

Dabbet’ül Arz, Yecuc - Mecuc, şeytan, cin gibi betimlemeleri saymak mümkündür. Bunların yanı

sıra dünyanın yaratılması, yeniden dirilme, ölümden sonraki yaşam, mahşer, cennet – cehennem,

melek gibi soyut kavram betimlemeleriyle de karşılaşmak da mümkündür (And, 1998: 228-305).

Bu konuları işleyen nakkaşların, benzetme kaygısı gütmediği, yalnızca anlatmak istedikleri

konuya yoğunlaştıkları ve bunu yaparken de renklerin birbiriyle uyumlu olmasına önem verdikleri

görülmektedir. Bunların yanı sıra gözlerini dış gerçeğe kapadıkları, şekil vermek istedikleri ifadeyi,

iç gerçekleriyle bağdaştırdıkları ve bunu İslami inanç doğrultusunda ortaya koydukları

gözlenmektedir. Bu da kişisel bir sanat anlayışının ifadesi olarak kabul edilebilir.

Kıyamet ve sonrası ile ilgili betimlemelerde, dini metinlerdeki ifadelerden yola çıkılarak

yapılmış minyatürlerin, hayal gücüyle, gerçeklikten uzak bir şekilde ortaya konduğu, bunun için de

nakkaşların gözlem gücünden ve bilinçaltlarından yararlandıkları görülmektedir. İlk dönem

Osmanlı minyatürlerinin çoğunun dış gözleme dayalı yapılmasına karşın, ilerleyen süreçte veba

salgını, yangınlar, ayaklanmalar gibi olayların etkisiyle, kıyametin kopacağı fikri (Kaplan, 2011:

180) minyatürlerde, ölüm ve sonrası ile ilgili konuların işlenmesine zemin hazırlamıştır. Kıyamet

öncesi ve sonrasında olacak olayları içeren tasvirler, nakkaşın, kutsal kitaptan yola çıkarak yaptığı

ve bunları sürrealist bir yaklaşımla kompoze ettiği betimlemelerdir.

XX. yüzyılda ilk defa Fransa’da Andre Breton tarafından ortaya atılan Sürrealizm

(Gerçeküstücülük), insanın içindeki ruhsal bozuklukları bütün açıklığı ile ortaya koymayı

amaçlamıştır. Sürrealistler evrenin çözümlenmemiş yanının, çözümlenenler yanında ürkütücü bir

sonsuzluk gösterdiğini düşünmektedir. Bu düşünce bu dönem sanatçıları tarafından ilgi duyulan bir

alanın oluşmasını sağlamış ve bilinmeyeni bilinen hale getirme isteği öne çıkmıştır. Sanatçı

doğadan koparak kendi içine yönelmiştir (Little, 2006: 118). Temelini Freud’un psikanaliz

düşüncesinden alan Sürrealizm, sanatın mantık, ahlak, estetik yargılardan değil doğrudan

bilinçaltında bulunanlarla ortaya çıkması gerektiğini savunmuştur. Bu yüzden bilinçaltı,

sürrealizmin temel kaynağını oluşturmuştur. Sürrealistler bilinçaltının baskı altına alınan duygu ve

düşüncelerden dolayı geniş bir depo olduğunu savunmuş (Little, 2006: 118), bu depodaki hazineyi

irdelemek ve özgür kılmakla, toplumun gelişeceğine inanmış ve iki farklı yöntem ileri

sürmüşlerdir. Birinci yöntem ruh çözümüne dayanan ve mutlak iradesizliği savunan, bilinçaltındaki

duyguları simgelerle ifade etmeyi dile getiren soyut gerçeküstücülük, ikincisi ise nesneleri, düş,

kâbus ya da karabasanı hatırlatan, bunları akıl dışı ortamlarda vermeyi savunan doğrucu

gerçeküstücülüktür.

Sürrealistlerin büyük bir bölümü manevi bir dünyanın göstergesi olarak, somut kanıtlar

yerine olağanüstü varlıklardan yararlanmayı tercih etmişlerdir. Sürrealizmde alışılmışın dışında bir

gerçeklik vardır. Bu gerçeklik, insanın bilinçaltı karmaşasını görsel malzemeler aracılığıyla çekip

çıkarma gücüne sahiptir. Sürrealizm bilinç ve bilinç dışını birleştiren bir yol olarak da

tanımlanabilir (Rona: 1997: 670).

914 Ela TAŞ - Gamze ÖZTÜRK

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015

Sürrealizm her ne kadar XX. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkmış bir akım olsa da, Osmanlı

Devleti zamanında ortaya konan yazma eserlerde de, bu yaklaşımla yapılmış betimlemelerin var

olduğu bilinmektedir. Ancak Osmanlı betimlemelerindeki yaklaşım tarzı, İslam’daki tasvir

yasağından dolayı gerçeklikten uzak bir yaklaşım sergilerken, batı resmi gerçeklik taşımaktadır

(Göğebakan, 2014: 109). Kısacası, Osmanlı’nın sürrealist yaklaşımlı minyatürleri inanç

doğrultusunda ortaya konarken, Batı sürrealizmi eşyanın yanılsaması olarak kendini

göstermektedir.

Sürrealist unsurların kullanımı, Türk sanatında eski dönemlerden beri vardır. Örneğin

Anadolu Selçukluları zamanında yapılan mimari eserler üzerinde, çift başlı kartallar, saçları örgülü,

kanatlı melek figürleri ya da ejderler birer sürrealizm unsurlarıdır (Aslanapa, 2011: 312).

Bunların yanı sıra XIV. yüzyıl sonu ile XV. yüzyıl başında yaşamış olan Mehmet Siyah

Kalem de, sürrealist yaklaşımlı resimleriyle dikkat çekmektedir. Eserlerinde kökeni belli olmayan,

hangi canlıların birleşiminden oluştuğu anlaşılmayan canlılara yer veren bu sanatkâr, bilinçaltında

kurguladığı gerçeküstü biçimleri işleyerek, resim alanında yeni bir çığır açmıştır (Göğebakan,

2014: 111)

Bu süreçten sonra Osmanlı Devleti’nin XVI. ve XVII. yüzyıllarında meydana getirilen

minyatürlerinde bu akımla benzeşen betimlemelerin yer aldığını söylemek mümkündür. Çünkü

Osmanlı minyatürünün bu döneminde, kıyamet ve sonrası ile ilgili düşünceler yoğunlaşmış ve

nakkaşlar da kutsal kitapta yer alan ayetlerdeki bilgiler ışığında ölüm sonrası hayatla ilgili tasvirler

yapmaya başlamıştır. Bunları da kendi iç dünyalarında - bilinçaltlarında kurguladıkları gerçeküstü

varlıklar şeklinde ortaya koymuşlardır. Osmanlı minyatürlerinde gerçeklikten bahsedilse de bunun

biçime değil içeriğe bağlı, görece bir gerçekçilik olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır. Çünkü

Osmanlı minyatür sanatı, mistisizm ile şekillenen Doğu sanatı ile ideallerini realizmden alan Batı

sanatı arasında yer almakta ve dolayısıyla iki taraftan da beslenmektedir (İlden, 2011: 1271).

Osmanlı Devleti’nin XVI. – XVII. Yüzyıllarında, dünyanın yaratılışının, kıyamet ve

sonrasının ele alındığı yazmalar; Acaibû’l Mahlûkat, Fal-ı Kuran, Ahval-ı Kıyamet, Falname,

Metaliü’l Saade ve Dav-etname’dir. Bunlarda çok sayıda sürrealist yaklaşımlı tasvirlere

rastlanmaktadır. Farklı ellerden çıkan bu eserlerde aynı konuların, farklı bakış açılarıyla işlendiği

görülmektedir. Yazmalarda bulunan minyatürlerde, Kur’an’da adı geçen varlıklar, nakkaşın hayal

dünyasında kurguladığı şekilde ele alınmış olsa da, İslam’daki ahiret inancı anlayışından

kopulmadan yapılması bakımından dikkat çekmektedir. Bu da, Osmanlı minyatüründeki sürrealist

yaklaşım ile Avrupa sürrealizmi arasındaki en belirgin farktır. Adı geçen yazmalar, spesifik olarak

çeşitli makalelerde farklı yönleriyle ele alınmış olduğundan, çalışmamızda, bu yazmalardaki

sürrealist yaklaşım biçimi taşıyan örnekler, konularına göre seçilerek, açıklanmaya çalışılmıştır.

Söz konusu yazmalarda bulunan ve sürrealist izler taşıyan minyatürlerden bazıları

şunlardır:

Osmanlı Minyatürlerinde Sürrealist Yaklaşımlar (XVI. – XVII. Yüzyıllar) 915

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015

Resim 1: Dünya Neyin Üstünde Duruyor? (Metin And)

Topkapı Sarayı Müzesi arşivinde A3632 numarayla kayıtlı Acaibü’l Mahlukat isimli

yazmada “Dünya neyin üstünde duruyor?” (Res.1) konulu bu minyatür, nakkaşın dünyanın

yaradılışıyla ilgili düşüncelerinin somutlaştırılmış halidir. Zeminde bir balık, üzerinde öküz, onun

üstünde de kanatlı bir melek tasviri yer vardır. Üst üste dizilmiş bu varlıklar yeşil renkle

betimlenmiş sözde dünyayı taşımaktadır. Minyatürde Dünya tasviri yedi tane dağın arka arkaya

dizilmesiyle oluşturulmuştur.

Eski Türk topluluklarında, dünyanın öküz ya da boğanın boynuzları üzerinde durduğu

şeklinde inanışların var olduğu bilinmektedir. Dünyayı taşıyan boğa fikrinin Tatarlar Türkleri

aracılığıyla, İslami motifler içine girdiğini, Kırım Tatarlarının dünya okyanusunda büyük bir balık

bulunduğuna ve balığın üzerinde boynuzlarıyla dünyayı taşıyan bir boğanın yer aldığını

düşündüklerini belirtmektedir. Bunun yanı sıra Batı Sibirya – Volga arasında yaşayan Tatarların da

dünyanın bir boğa tarafından taşındığına inandıklarını da söylemektedir (Çoruhlu, 112: 2011).

Bu tarz efsanelere, Ortaçağ’da hüküm sürmüş Türk - İslam Devletleri’nde de

rastlanmaktadır. Söz konusu dönemde dünyayı taşıyan hayvanlar bir arada düşünülmüş, suyun

üzerinde balık, üstünde öküz ve boynuzları üstünde dünyaya yer verilmiştir. Ancak çoğu zaman

boynuz yerine öküz üzerinde yer alan bir meleğin dünyayı taşıdığı görülmektedir (Çoruhlu, 112:

2011). Yine aynı dönem inanışlarında, Allah’ın dünyayı yarattıktan sonra denge için dağları

oluşturduğu, dünyayı taşımak için bir melek gönderdiği, bunun, omuzlarına dünyayı aldığı ve bir

elini batıya diğerini doğuya gerdiği yer almaktadır. Bu meleğin ayaklarını koyması için Allah’ın

yakuttan bir kaya yarattığı, kayanın altına bir boğa yerleştirdiği, boğanın da bir balığın üstünde

olduğu inancı da hâkimdir (And, 77: 1998). Burada balığın, dünyanın dengesini sağlamak için

kullanıldığı, insanın yaradılışını, hayatın yenilenişini, üremeyi, bolluk ve bereketi ifade ettiği yine

kaynaklarda belirtilmektedir (Çoruhlu, 102: 1998)

Hadislerden bilindiği üzere; sahih olmamakla birlikte, Hz. Muhammed (sav)’e: Dünya

neyin üstünde duruyor? şeklinde bir soru yöneltildiği, O’nun da, “Dünya öküz ve balığın

916 Ela TAŞ - Gamze ÖZTÜRK

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015

üstündedir.” diye yanıt verdiği bilinmektedir. Ancak insanlar bunu yanlış yorumlamış, dünyanın

balık ve öküzün üstünde durdurduğu gibi garip bir inanca kapılmıştır. Hz. Muhammed’in (sav) bu

cevabının mecazi bir anlam taşıdığı açıktır. İslam Peygamberinin bu yanıtıyla yaşadığı dönemdeki

geçim kaynaklarını vurguladığı, öküzün çiftçiliği, balığı ise avcılığı ifade etmek için tercih ettiği

bilinmektedir (http://tr.wikipedia.org/wiki/Sembolizm).

Kur’an da Dünyanın yaradılışıyla ilgili olarak geçen ayetlerden biri şudur: “O yerin

üstünde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi, orada araştırıp soranlar için rızıkları

tam dört günde belli bir seviyede takdir edip düzene koydu. Sonra duman halinde bulunan göğe

yöneldi. Ona ve yerküreye: “İsteyerek ve istemeyerek buyruğuma gelin dedi. Her ikisi de:

“İsteyerek geldik dediler.” Böylece Allah onları iki günde yedi gök olmak üzere yerine koydu. Her

göğe kendi işini bildirdi. Biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve koruduk” (Fussilet Suresi: 10-

12). Bu ifadelerden hareketle söz konusu minyatürde yeşil renk ile betimlenmiş dağların, bu ayetle

uyuştuğunu söylemek mümkündür. Özetle bu minyatür, kullanılan göstergeleri açısından ele

alındığında; sıradağlarıyla Kur’an’daki gerçekliği yansıtması, balık, öküz ve melek figürleriyle

bilinçaltındaki düşüncelerin sürrealist bir yaklaşımla, somutlaştırıldığını göstermesi açısından

oldukça önemlidir.

Resim 2: Dabbetü’l Arz (Metin And)

Topkapı Sarayı Müzesi H1702 Numarayla kayıtlı Fal-ı Kur’an adlı eserde yer alan

Dabbet’ül Arz (Res. 2) konulu bu minyatürün odak noktasında, kanatlı ve iri yapılı, insan yüzlü ve

Osmanlı Minyatürlerinde Sürrealist Yaklaşımlar (XVI. – XVII. Yüzyıllar) 917

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015

vücudu çeşitli hayvanların uzuvlarıyla oluşturulmuş bir yaratık yer almaktadır. Yaratığın sol elinde

bir asa, sağ elinde ise yüzük benzeri bir cisim bulunmaktadır. Mahrem yerlerini kapatmak amacıyla

da etek benzeri bir giysi kullanılmıştır. Sağında ve solunda insan gövdeli hayvan başlı figürlerden

solda bulunanlar merkezdeki yaratığı işaret etmekte iken, sağ taraftaki figürlerde şaşkınlık ifadesi

görülmektedir.

Resim 3: Dabbetü’l Arz (Metin And)

Süleymaniye Kütüphanesi Hafid Efendi 139 numarayla kayıtlı Ahval-i Kıyamet (kıyamet

halleri, kıyamet durumları ) adlı eser kıyamet alametlerini ve sonrasını konu almaktadır (Yaman,

2007: 52). Kıyamet alametlerinden birinin Dabbetü’l Arz olduğu çeşitli kaynaklarda

belirtilmektedir (Yaman, 2012: 44). Bu minyatürde de önceki örnekte olduğu gibi aynı konu

işlenmiş olup figür farklı formlarda ele alındığı görülmektedir. Benzer olan nokta yaratığın insan

yüzlü olması ve vücudunun farklı hayvan uzuvlarıyla oluşturulmasıdır. Sahnenin merkezinde yer

alan yaratık bu sefer dört ayak üzerinde durmaktadır. Bu yaratığa insana has olan kollar eklenmiş

bir elinde bir asa bir elinde yüzük tasvirine yer verilmiştir. Arka planda tepelere ve bunların

arkasında da şaşkınlık ifadesi taşıyan bir grup insana yer verilmiştir (Res. 3).

Kur’an-ı Kerim’de “Söylenen başlarına geleceği vakit, bunlar için yerden bir Dabbe (canlı)

çıkarırız ki bu, insanların ayetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler (Neml Suresi:

82)” ayeti Dabbetü’l Arz’ın varlığını ispat etse de biz onun nasıl bir varlık olduğunu

bilmemekteyiz. Yer hayvanı anlamına gelen Dabbetü’l Arz (Yaman, 2012: 45) ayrı yazmalarda ve

farklı nakkaşlar tarafından betimlenmiştir. Bu tasvirler görüntü itibariyle büyük farklılıklar

taşımakta ancak aynı amaca hizmet etmektedir. Her ikisi de kıyamet kopmadan önce yeryüzüne

inecek ve ellerinde yer alan asayla Müslümanların yüzünü nurlandıracak, mühürle kâfirlerin

burnunu damgalayacaktır (And, 1998: 283). Dabbetü’l Arz figürlerinin farklılığı, hem konuların

canlandırılmasında, yer aldığı metindeki açıklamaların göz önüne alınmasıyla (Yaman, 2007: 233)

hem de nakkaşların olayı algılama ve yansıtmaları arasındaki bakış açısı farkını göz önüne

918 Ela TAŞ - Gamze ÖZTÜRK

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015

sermektedir. Fal – ı Kuran adlı yazmada hayvanların insan şekline sokulması ya da Dabbetü’l Arz

isimli yaratığın insan suretli ve çeşitli hayvan uzuvlarıyla ortaya konması, ikinci Dabbetü’l

Arz’daki tasvirin insana has kolları ve yüzü sürrealist yaklaşım biçimini yansıtmaları açısından

önemlidir.

Resim 4: İmam Rıza’nın Düşmanı Öldürmesi (Metin And)

Topkapı Sarayı Müzesi H1703 Numarayla kayıtlı Falname adlı eserde yer alan sekizinci

İmam Rıza’nın düşmanı öldürmesi (Res. 4) konulu bu minyatürün odak noktasında iki figür yer

almaktadır. Bunlardan biri at üzerindedir ve ulu bir kişi olmasından dolayı yüzü kapalı bir şekilde

betimlenmiştir. Ulu ve önemli bir kişilik olmasını başında yer alan ateş şeklindeki haleden de

anlaşılmaktadır. Atlı figürün karşısında ise yine garip bir şekilde tasvir edilmiş bir yaratık

bulunmaktadır. Bunun şeytan ya da cin olması muhtemeldir. Çünkü minyatürlerde sadece şeytan ya

da günahkârlar siyah renkle ( Çoruhlu, 2009: 408) ifade edilmektedir. Kötülüğü simgeleyen tasvir,

üzerinde benekleri olan siyah bir deriye sahiptir. Boynuna, kollarına, dizlerine, bileklerine çeşitli

takılar eklenmiştir. Üst kısmı çıplak bırakılan tasvirin bel altı kısmında cinsel uzuvlarının

kapatılması amacıyla bir giysiye yer verilmiştir ancak bunun işlevini yerine getiremediğini

görülmektedir. Kötülük tasvirinin kollarının arasında çıplak kadın figürleri yer almaktadır. Çıplak

kadın figürleri kompozisyonun alt ve üst kısımlarında da bulunmaktadır. Arka fon, tepeye benzer

formlarla kompoze edilmiştir. Üst tarafta ise iki melek figürü, ellerinde içlerinde alevler bulunan

tepsiler taşımakta ve çarpışma anını gözlemlemektedir. Minyatürün geri kalan kısmı çiçeklerle

bezenmiştir. Bu biçimlemeler ile sahneye bir canlılık kazandırılmıştır. Bu şekilde çatışma anının

Osmanlı Minyatürlerinde Sürrealist Yaklaşımlar (XVI. – XVII. Yüzyıllar) 919

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015

vahameti aza indirgenmiştir. Şeytan ya da cin olan tasvirin duruş itibariyle insan biçiminde

verilmesi yine gerçeküstü bir betimleme olarak değerlendirilebilir.

Resim 5: Şeytanlar, cinler, tılsımlar (Metin And)

Paris Biblioteque National’da SU PPL. Turc 242 numarayla kayıtlı Metaliü’l Saade isimli

yazma eserde Şeytanlar, Cinler ve Tılsımlar (Res. 5) adıyla yer alan bu minyatürde garip

biçimlerde tasarlanmış çeşitli yaratıklara yer verilmiştir. İnsan gövdeli olan bu yaratıkların başları

gerçeküstü yaklaşımlarla tasvir edilmiştir. Bir ya da daha fazla başlı, boynuzlu şekilde betimlenmiş

yaratıklardan, solda yer alanının elinde, bacaklarından tutarak aşağı sallandırdığı insana karşı iyi

niyetli bir görünüm sergilememesi bunların cin ya da şeytan tasvirleri olduğu düşüncesini

uyandırmaktadır.

Resim 6: Cehennem (Metin And)

Süleymaniye Kütüphanesi Hafid Efendi 139 numarayla kayıtlı Ahval-i Kıyamet adlı

yazmada görülen bu minyatür ise cehennemi anlatmaktadır (Res. 6). Mavi, kırmızı, kahverengi

renklerle, canavar şeklinde olan zebanilerden ikisi çıplak günahkârları cehenneme atarken bir diğeri

920 Ela TAŞ - Gamze ÖZTÜRK

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015

de elinde topuzla günahkârların başlarına vurmaktadır. Günahkârlar alevlerin içindedir ve

çevrelerini ejderha biçiminde betimlenen bir varlık çevrelemektedir.

Hz. Muhammed’in “Maişetten dank, kâfirin kabirde azap görmesidir. Nefsim yed-i

kudretinde olan Allahü Teâlâ’ya yemin ederim ki, kâfirin mezardaki azabı, doksan dokuz ejderha

iledir. Ejderhanın ne olduğunu bilir misiniz? Her birinin doksan dokuz başı olan, doksan dokuz

yılandır. Onu sokarlar, emerler ve üflerler. Kıyamete kadar böyle devam eder.”

(http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Âlimleri-Ansiklopedisi). Hayali bir yaratık olsa

da, olağanüstü bir varlık olarak kabul gören ejderha, eski Türk inanışlarında bir yandan hükümdara

Tanrı tarafından verilen gücün bir yandan da kötülüğün, karanlığın simgesi (Çoruhlu, 194: 2011)

olarak kabul görmekte iken, Ortaçağ Türk metinlerinde din, tasavvuf gibi konularda, dünyanın

insanı, yolundan saptıran tuzaklarını anlatmak amacıyla kullanıldığı görülmektedir (Çoruhlu, 155:

2011). Bu gibi ifadelerin, nakkaşın cehennemi bu şekilde tasvir etmesine sebep olduğunu ve varlığı

ispatlanmamış bir hayvan olan ejderhanın, nakkaş tarafından bu şekilde yansıtılması yine onun

bilinçaltının sürrealist bir yansıması olarak değerlendirilebilir.

Resim 7: Şehretü’nnar (Metin And)

Osmanlı Minyatürlerinde Sürrealist Yaklaşımlar (XVI. – XVII. Yüzyıllar) 921

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015

İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde T208 numara ile kayıtlı olan Dav-etname isimli

yazma eserde Şehretü’nnar (Res. 7) tasvir edilmiştir. Bu bir cin tasviridir ve cinlerin anası olduğu

ifade edilmektedir. Cin gibi efsanevi yaratıkların Türk - İslam dünyasında önemli bir yeri vardır.

Bunlara, Türk yazmalarının yanı sıra Arap ve İran el yazması eserlerinde de yer verildiği

bilinmektedir. Örneğin Firdevsi’nin Şehname adlı eserinde cin tasvirleri görülmektedir (Deveci,

2013: 797). Minyatürde ana merkezde bir insan şekli oluşturulmuştur. Ellerini havaya kaldırmış

dua eder pozisyonda betimlenmiştir. Başının çevresinde yuvarlak bir düzenin içine on adet insan

başı yerleştirilmiştir. Boyun ve gövde kısımlarına on sekiz, kollarına ise sekiz adet insan sureti

eklenmiştir. Kendi suretiyle birlikte toplamda otuz yedi insan sureti görülmektedir. Gerçekte gözle

görülmeyen bu yaratığın, bu şekilde betimlenmesi, nakkaşın bilinçaltındaki cin anlayışının

sürrealist yansıması olarak değerlendirilebilir.

Resim 8: Dua eden melekler (Metin And)

British Library ADD7894 numara ile kayıtlı Acaib’ül - Mahlûkat isimli yazma eserde

bulunan bu minyatürde dua eden melekler (Res. 8) tasvir edilmiştir. Her ne kadar Kur’an’da

meleklerin cinsiyetsiz olduğu belirtilse de burada kadın olarak tasvir edildiği görülmektedir.

Minyatürde elleri semaya kalmış, dua eder pozisyonda dört adet melek yan yana sıralanmıştır.

Bunlardan ikisi normal insan formundayken ikisi insan gövdeli hayvan başlı figürler olarak

betimlenmiştir. Bu figürlerin de gerçeküstü (sürrealist) görünümde olduğu açıkça gözlenmektedir.

Meleklere kıyafet giydirilmesi, bunların kemerlerle süslenmesi ve ellerine birer tespih verilmesi de

sürrealist yaklaşımların ayrı bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

922 Ela TAŞ - Gamze ÖZTÜRK

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015

Resim 9: Sırat Köprüsü (Metin And)

Ahval-ı Kıyamet BSB-Or. Oct.1596 numaralı, bir tür sırat köprüsünün konu alındığı bu

minyatür (Res. 9), iki bölümlüdür. Kompozisyonun sağ tarafı, ferahlık duygusu uyandıran mavi

fon üzerine işlenmiş ağaçlar ve çiçeklerden oluşturulmuştur. Yine bu kısımda kanatlı ve başlarında

tacı olan meleklere yer verilmiştir. Bitkisel formlar ve kullanılan renklerdeki canlılık buranın

cennet olduğu hissini uyandırmaktadır. Sol kısım ise ateşi andıran bir zemine sahiptir. Burada yer

alan zebani, akrep ve yılan tasvirleri, cehennem yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Cennet ve

cehennem arasında kalan kısımda insan figürlerine yer verilmiş ve sol taraftaki zebaniler ellerini bu

kişilere uzatarak, onları, cehenneme davet etmektedir. Cennet ve cehennemin varlığı ile ilgili

ayetler, Kur’an-ı Kerim; Hicr 45, Meryem 62, Yasin 55 – 57, Rahman 48-76 de görülmektedir.

Osmanlı Minyatürlerinde Sürrealist Yaklaşımlar (XVI. – XVII. Yüzyıllar) 923

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015

Resim 10: Gece ile gündüzü düzenleyen melek (Metin And)

Ahval-ı Kıyamet SK Hafid Efendi 139 numaralı bu minyatür, gece ile gündüzü düzenleyen

melek tasvirini içermektedir. Merkeze işlenmiş melek figürünün, bir elinde açık, bir elinde koyu

renkli birer cisim bulunmaktadır. Bunlardan açık olanı gündüzü anlatırken, siyah olanı geceyi

simgelemektedir. Betimlenen melek, yüzündeki ifade, küçük ağzı, başındaki başlık ve kıyafeti ile

Orta Asya prototipinde olup, Osmanlı minyatürlerinde görülen insan figürlerine benzemektedir.

Burada, meleğin, insan biçiminde tasarlanması ve elindeki örtülerin gece ve gündüzü ifade etmesi,

nakkaşın sürrealist yaklaşımın birer yansımasıdır.

924 Ela TAŞ - Gamze ÖZTÜRK

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015

Resim 11: Ye-cuc – Me-cuc (Metin And)

Ahval-ı Kıyamet BSB-Or. Oct.1596 Numaralı minyatürde Ye’cuc – Me’cuc konu

edinilmiştir (Res. 11). Kur’an-ı Kerim, Kehf Suresi 94. ayette, adı geçen bu varlıkların, yeryüzünde

bozgunculuk çıkaracak varlıklar arasında olduğu söylenmektedir. Bunun yanı sıra Enbiyâ Suresi

96. Ayette, “Nihayet Ye’cuc ve Me’cuc’un Seddi açıldığı zaman, ki onlar her dere ve tepeden akın

edip çıkarlar (http://www.kuranmeali.org/)” şeklindeki ifadeler de bu varlıkların mevcudiyetini

ispat etmektedir. Kompozisyonda, Ye’cuc ve Me’cuc, kadın ve erkek olarak iki farklı cins olarak

gösterilmiştir. Erkekler bıyıklı, kadınlar uzun saçlı ve dudakları boyalıdır. Bunlar, uzun kulaklı ve

kısa boylu olarak tasvir edilmiştir. İçlerinden ikisi giyinik iken, diğerleri çıplak vaziyettedir.

Yaratıkların üç tanesinin elinde, ok ve yay vardır. Belirttiğimiz ayetlerde geçen bu varlıkların

fiziksel özelliklerinin belirtilmemesine karşın, nakkaşın gözlem ve bilinçaltına dayanarak ortaya

koymuş olduğu bu betimlemeler, onun sürrealist yaklaşımını sergilemektedir, diyebiliriz.

Osmanlı Minyatürlerinde Sürrealist Yaklaşımlar (XVI. – XVII. Yüzyıllar) 925

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015

Resim 12: Deccal’in, Hz. Peygamber’in ardından Medine’ye gitmesi (Metin And)

Yine Ahval-ı Kıyamet’te BSB-Or. Oct.1596 numaralı, “Deccal’in, Hz. Peygamber’in

ardından Medine’ye gitmesi” konulu bir minyatür yer almaktadır (Res. 12). Bir şeyi boyayıp,

yaldızlamak anlamına gelen Deccal, insanları doğru yoldan saptırmaya çalışan, olağanüstü güçlere

sahip varlık olarak kabul edilmektedir. Bu yaratığın varlığından Kur’an-ı Kerim’de bahsedilmese

de çeşitli hadislerde var olduğu söylenmektedir (And, 1998: 232). Bu hadislerin uydurma olduğu,

Deccal inancının temelinde siyasal yalanların rolünün bulunduğu, bunun Brahmanizm, Budizm,

Hinduizm gibi dinlerden süregelen mitolojilerin devamı olduğu bazı kaynaklarda ( Fatiş, 2012:

182) belirtilse de, kıyamet alameti olarak kabul edilmesinden ötürü (Yaman, 2012: 44)

minyatürlerde ele alınan konular arasında yer aldığı görülmektedir. Söz konusu minyatürde, eşek

üstünde gösterilen Deccal’in, doğruluğu ispatlanmamış hadisler doğrultusunda tek gözlü, kara ve

çirkin bir şekilde tasarlandığı görülmektedir. Eşeğin ayaklarının arasında kalan alevler, onun kötü

bir varlık olduğunu destekler niteliktedir. Deccal’in çevresini saran insan sûretli kişilerde emrinde

olan askerlerdir. Sürrealist yaklaşım tarzıyla yapılmış bu betimlemelerin, gözleme ve bilinçaltına

dayanılarak ortaya konduğu söylenebilir.

926 Ela TAŞ - Gamze ÖZTÜRK

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015

Sonuç

Osmanlı Devleti’nin XVI. – XVII. yüzyıllarında yapılan minyatürlerinin konular açısından

çeşitlilik gösterdiği görülmektedir. Bunlar arasında, doğa tasvirleri, seferler, saray yaşamı, günlük

hayat gibi gerçeklik (realizm) taşıyan minyatürlerin yanı sıra, dünyanın yaratılışı, Deccal,

Dabbet’ül Arz, Ye’cuc – Me’cuc, şeytan, cin, melek, mahşer, cennet – cehennem gibi konuların

işlendiği gerçeküstü (sürrealist) yaklaşımla ele alınanlar da vardır. Minyatürlerin, devletin içinde

bulunduğu duruma ve toplumsal yapıya göre şekillendiği söylenebilir. Örneğin, Fatih Sultan

Mehmet’in İstanbul’u fethettikten sonra, Avrupa’dan sanatkârları davet ederek, kendi portresini

yaptırması, Osmanlı Devleti’nin kudretini sergilemek istemesiyle alakalı iken, III. Murad’ın vuku

bulan veba salgınları, yangınlar, ayaklanmalar sonucunda dünyanın sonunun yaklaşması ve

kıyamet ve sonrasıyla ilgili sürecin, topluma işlenmek istenmesiyle ilgilidir.

Çalışmamızda ele almış olduğumuz yüzyıllar, kıyametin kopacağı ve sonrasında insanların

yaşayacakları olaylar ile ilgili düşüncelerin hâkim olduğu dönemlerdir. Bu düşünceler, soyut

kavramların konu edinildiği minyatürlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu yüzden de ortaya konan

eserlerde, işlenen konuların önemli bir grubunu Kur’an ve hadislerde geçen kıyamet ve öteki dünya

ile ilgili ayetler oluşturmaktadır.

Nakkaşların soyut olayları betimleme zorunlulukları, manevi bir dünyayı yansıtma

çabaları, bilinmeyeni bilinir hale getirme istekleri, onları, gözlem yeteneklerinin yanı sıra

bilinçaltlarından ve hayallerinden istifade etmeye zorladığı izlenimini doğurmaktadır. Bu süreçte,

İslam’daki tasvir yasağından ötürü, biçimsel gerçeklikten uzak betimlemelerle, eserlerini ortaya

koyan nakkaşlar, manevi dünyayı yansıtabilmek için hayali mekânlar kurgulamış ve bunları

fantastik yaratıklarla desteklemişlerdir. Bu şekilde içeriği gerçek, biçimi gerçeküstü (sürrealist)

izler taşıyan minyatürlerin ortaya çıkmasını sağlamışlardır. Soyutun somuta çevrilmeye çalışıldığı

bu minyatürlerde amaç, İslam dini tarafından benimsenen konuları anlaşılır hale getirmek ve

topluma, farklı bir iletişim yöntemi olan minyatür ile betimleyip aktarmaktır. Temelini dinden alan

bu eserler, Osmanlı nakkaşlarının bilinçaltlarında yer alan düşüncelerini, sürrealist yaklaşım

tarzıyla yansıtan önemli görseller olmaları açısından önemlidir.

KAYNAKÇA

AND, Metin (1998). Minyatürlerle Osmanlı – İslam Mitologyası, İstanbul, Akbank Yayınları.

ARSEVEN, Celal Esad (1983). Sanat Ansiklopedisi, Cilt IV, İstanbul, MEB Yayınları.

ASLANAPA, Oktay (2011). Türk Sanatı, İstanbul, Remzi Kitabevi.

BAĞCI, Serpil, ÇAĞMAN, Filiz, RENDA, Günsel, TANINDI, Zeren (2012). Osmanlı Resim

Sanatı, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.

ÇORUHLU, Yaşar (1998). Türk Mitolojisinin ABC’Sİ, İstanbul, Kabalcı Yayıncılık.

ÇORUHLU, Yaşar (2009). “Türk Sanatı ve Mitolojisinde Kötülüğün Tasviri”, Lanet Kitabı,

İstanbul, s. 405 – 450, Kitabevi Yayıncılık.

ÇORUHLU, Yaşar (2011). Türk Mitolojisinin Ana Hatları, İstanbul, Kabalcı Yayıncılık.

DEVECİ, Abdurrahman (2013). “Türk Mitolojisinin Görsel Sanatlarımızdaki Yeri Nerede? /

Where is Place Of Turkish Mythology ın Our Visual Arts?”, TURKISH STUDIES –

International Periodical for the Languages Literature and History of Turkish or Turkic,

ISSN: 1308-2140, Volume 8/13, Fall 2013, www.turkishstudies.net., DOI Number:

http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.5818, pp. 796 – 810.

Osmanlı Minyatürlerinde Sürrealist Yaklaşımlar (XVI. – XVII. Yüzyıllar) 927

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015

EREN, Hasan ve bşk, (1988). Türkçe Sözlük, Cilt II, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları.

FATİŞ, Emrullah (2012). “Hz. İsa’nın Mehdi ve Deccalle İlişkilendirilmesi Üzerine”, Ondokuz

Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 33, ss. 175-190, Ondokuz Mayıs

Üniversitesi Yayınları.

GÖĞEBAKAN, Yüksel (2014). “Çağdaş Türk Resim Sanatındaki Sürrealist Yaklaşımların

Kaynağı Olarak Mehmet Siyah Kalem Resimleri”, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar

Fakültesi Dergisi, Sayı 30, Ankara, s. 107 – 128, Hacettepe Üniversitesi Yayınları.

İLDEN, Serkan (2011). “Levni İmzalı İnsan Resimlerinde Figür Anlayışı / The Understanding Of

Human Figure Paintings Signed Levni”, TURKISH STUDIES – International Periodical

for the Languages Literature and History of Turkish or Turkic, ISSN: 1308-2140, Volume

6/1, Winter 2011, www.turkishstudies.net., Doi Number

:http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.1785, pp. 1304 – 1315.

İNAL, Güner (1995). Tük Minyatür Sanatı (Osmanlı’dan Günümüze Kadar), Ankara, AKM

Yayınları.

KAPLAN, Necla (2011). “Osmanlı Resim Sanatında Cehennem Tasvirleri”, Mukaddime, Sayı 4,

Mardin, ss. 176-195, Mardin Üniversitesi Yayınları.

KONAK, Ruhi (2013). “Osmanlı Minyatür Sanatında Padişah Portreciliğinin İlk Örnekleri ve

Geleneğe Katkıları / In Ottoman Miniature Art, The First Examples Of Sultan Portraiture

And Contributions to the Traditions”, TURKISH STUDIES – International Periodical for

the Languages Literature and History of Turkish or Turkic, ISSN: 1308-2140, Volume

8/5, Spring 2013, www.turkishstudies.net. DOI Number:

http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.4550 Ankara, pp. 426 – 439.

LITTLE, Stephen (2006). İzmler Sanatı Anlamak (Çev. Derya Nükhet Özer), İstanbul, Yem

Yayınları.

MAHİR, Banu (2012). Osmanlı Minyatür Sanatı, İstanbul, Kabalcı Yayınevi.

MÜLAYİM, Selçuk (2008). Sanata Giriş, İstanbul, Bilim Teknik Yayınevi.

RONA, Zihni (1997). “Gerçeküstücülük”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, Cilt I, İstanbul, Yem

Yayınları.

TANINDI, Zeren (1986). “13. – 14. Yüzyılda Yazılmış Kur’an’ların Kanuni Döneminde

Yenilenmesi”, Topkapı Sarayı Müzesi Yıllık I, İstanbul.

ULUDAĞ, Süleyman (2002). Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul, Kabalcı Yayınları.

YAMAN, Bahattin (2007). “Ahval’i Kıyamet Yazmaları Resimlerinde Kıyamet Sonrası Hayat”,

Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 24, Sayı 2, Ankara, Hacettepe

Üniversitesi Yayınları.

YAMAN, Bahattin (2012). “Osmanlı Resim Sanatında Dabbetü’l – Arz”, Süleyman Demirel

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 29, İstanbul, SDÜ Yayınları

YETKİN, Suut Kemal (1953). “İslam Minyatürünün Estetiği”, Ankara Üniversitesi İlahiyat

Fakültesi Dergisi, Ankara, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları.

KUR’AN – I KERİM. Fussilet 10 – 12., İsra 40., Saffad 149-150., Necm 27-29., Neml 82.,

Enbiya 96., Kehf 94. Ayetler

http://tr.wikipedia.org/wiki/Sembolizm, erişim tarihi: 20.01.2015

928 Ela TAŞ - Gamze ÖZTÜRK

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/2 Winter 2015

http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Alimleri-Ansiklopedisi/Detay/IBN-I-RECEB-

Abdurrahman-bin-Ahmed/2707, erişim tarihi: 16.01.2015.

http://www.sorularlaislamiyet.com/article/2705/dunyanin-okuzle-baligin-ustunde-oldugunu-

soyleyen-bir-hadis-var-mi.html, Erişim tarihi: 20.01.2015.

http://www.kuranmeali.org/21/enbiya_suresi/96.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx. 20.01.2015.

Citation Information/Kaynakça Bilgisi

TAŞ, E., Osmanlı Minyatürlerinde Sürrealist Yaklaşımlar (XVI. – XVII. Yüzyıllar), Turkish

Studies - International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or

Turkic Volume 10/2 Winter 2015, p. 907-928, ISSN: 1308-2140, www.turkishstudies.net,

DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.7864, ANKARA-TURKEY