Oryantalistik Hadis Çalışmaları_İlitam

23
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA UZAKTAN EĞİTİM YAYINLARI YAYIN NO: 10 İLİTAM PROGRAMI Hadis ve Hadis Metinleri Hazırlayanlar Yrd. Doç. Dr. Mehmet Sait TOPRAK Yrd. Doç. Dr. Abdülkadir PALABIYIK Yrd. Doç. Dr. Ahmet Tahir DAYHAN Yrd. Doç. Dr. Metin YİĞİT Yrd. Doç. Dr. Fatma KIZIL EDİTÖR Yrd. Doç. Dr. Mehmet Sait TOPRAK İlahiyat-Deuzem İZMİR 2012

Transcript of Oryantalistik Hadis Çalışmaları_İlitam

DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ

İLAHİYAT FAKÜLTESİ

İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA UZAKTAN EĞİTİM YAYINLARI

YAYIN NO: 10

İLİTAM PROGRAMI

Hadis ve Hadis Metinleri

Hazırlayanlar

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Sait TOPRAK

Yrd. Doç. Dr. Abdülkadir PALABIYIK

Yrd. Doç. Dr. Ahmet Tahir DAYHAN

Yrd. Doç. Dr. Metin YİĞİT

Yrd. Doç. Dr. Fatma KIZIL

EDİTÖR

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Sait TOPRAK

İlahiyat-Deuzem İZMİR 2012

DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI

İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA UZAKTAN EĞİTİM PROGRAMI – No: 12

HADİS ve HADİS METİNLERİ

Yayın No : 09.1400.0000.000/DK.011.053.584

ISBN : 978-975-441-341-0

1. Baskı

Koordinatör : Prof. Dr. Ömer DUMLU

Koordinatör Yard. : Prof. Dr. Rıza SAVAŞ - Doç. Dr. Muammer ERBAŞ

Teknik Koordinatör : Prof. Dr. Vahap TECİM

Dizgi : Yrd. Doç. Dr. Mehmet Sait TOPRAK

Editör : Yrd. Doç. Dr. Mehmet Sait TOPRAK

Yazarlar : Yrd. Doç. Dr. Mehmet Sait TOPRAK

Yrd. Doç. Dr. Abdülkadir PALABIYIK

Yrd. Doç. Dr. Ahmet Tahir DAYHAN

Yrd. Doç. Dr. Metin YİĞİT

Yrd. Doç. Dr. Fatma KIZIL

İsteme Adresi : Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Esenyalı Mah. 108/2 Sok. No: 20 35140 Karabağlar / İZMİR

Tel: (232) 285 29 32 Fax: (232) 224 18 90

e-posta : [email protected]

Basım Yeri : Dokuz Eylül Üniversitesi Matbaası

Basım Tarihi :

Basım Yeri Adresi : Dokuz Eylül Üniversitesi Matbaası

DEÜ. Sağlık Yerleşkesi Mithatpaşa Cad. No: 1606 Balçova 35340

İZMİR

Tel: 0 (232) 412 33 40 – Fax : 0 (232) 412 33 39

Bu kitabın basım, yayım, dağıtım ve satış hakları Dokuz Eylül Üniversitesine aittir. Dokuz

Eylül üniversitesinden yazılı izin almadan kitabın tamamı veya bir bölümü mekanik, elektronik,

fotokopi, manyetik kayıt veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz. Ancak

kaynak olarak kullanılabilir.

Kitaptaki görüşlerin yasal ve bilimsel sorumluluğu ünite yazarlarına aittir.

© Tüm Hakları Saklıdır.

ÜNİTE 10

ORYANTALİSTİK HADİS ÇALIŞMALARI

Yrd. Doç. Dr. Fatma KIZIL

Amaçlar

Bu üniteyi çalıştıktan sonra,

Oryantalistler ve Müslümanların yaklaşım farklılıklarının temel nedenlerini ve

sonuçlarını kavrayabilecek,

Oryantalistlerin hadis literatürü hakkındaki temel eleştirileri ile ilgili bilgi sahibi

olacak,

Genel olarak oryantalistlerin çalışmalarına nasıl yaklaşılması gerektiğine dair bir

bakış açısı edinebileceksiniz.

İçindekiler

Giriş

Hadis Literatürüne İki Farklı Yaklaşım: Klâsik İslâmî Paradigma ve Oryantalist

Paradigma

Oryantalistlerin Hadis Literatürü Hakkındaki Görüşleri

Öneriler

Bu üniteyi daha iyi anlayabilmek için şu hususlara dikkat edilmelidir:

Oryantalizm hakkında özet bilgi için TDV İslâm Ansiklopedisi’nin “Oryantalizm”

maddesini okuyunuz.

Batı’da Hadis Çalışmalarının Tarihi Seyri (Hadisevi, 2006) adlı kitabın I.

bölümünü inceleyeniz.

Oryantalizmin günümüzdeki durumu hakkında bilgi edinmek için Doğu-Batı

dergisinin “Oryantalizm” özel sayısını okuyunuz.

Oryantalizmin farklı alanlara tesiri ve özellikle Edward W. Said’in fikirlerinin

oryantalizm algısını nasıl etkilediği konusunda bilgi sahibi olabilmek için,

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yayımlanan Uluslararası Oryantalizm

Sempozyumu (2007) adlı kitaptaki tebliğleri inceleyiniz.

220 Hadis ve Hadis Metinleri

Anahtar Kelimeler

Oryantalizm, oryantalist

Paradigma, gelenek, dünya görüşü (anlam-değer dünyası)

Hadis, sünnet

Yaşayan gelenek, amel

Oryantalistik Hadis Çalışmaları 221

GİRİŞ

Kuzey-güney, doğu-batı gibi coğrafî tasnifler, tarihin çeşitli dönemlerinde belirli bir

bölgesel ayrıma işaret etmenin yanı sıra, hatta ondan daha önemli olmak üzere, değer

yüklü olma özelliğini de taşımışlardır. Bu durumun en eski örneği, yazının ilk kez

kullanıldığı yer olan “gelişmiş ve medenî güney” ile “barbar kuzey” arasında yapılan

ayrımda görülebilir. Benzer bir ayrım, Mısır başta olmak üzere Doğu’nun gelişmiş

merkezlerinden edindikleri bilgi birikimini Batı’ya taşıyan Yunan medeniyetinde somut

biçimde görülen “Batı-Doğu” şeklindeki ayrımdır. Zira 1978’de yayımladığı

Orientalism: Western Conceptions of the Orient (Şarkiyatçılık: Batının Doğu

Tasavvurları) adlı eseri ile oryantalist metinlerle sömürgeciler arasındaki irtibatı

gösteren ve oryantalizme yönelik yaklaşımı kökten değiştiren Edward W. Said’in

(1935-2003) de dile getirdiği üzere, antik Yunan metinlerinde mağlup, uzak, aşırılıklara

kaçan ve bu nedenle rasyonel olmayan ve tehlike arz eden bir Doğu imajının varlığı,

Doğu’nun artık coğrafî mekân olmanın ötesinde bir anlam taşıdığını göstermektedir. Bu

özellikler, Doğu’yu tanımlayanların yaşadıkları dönem ve ihtiyaçlarına göre yaptıkları

ilâvelerle birlikte Batılı muhayyilesinde muhafaza edilmiştir. Doğulu olmak; aynı

zamanda değişmez belirli özelliklere sahip olmak anlamına gelmektedir. Doğu’yu

tanımlayanlar, sahip oldukları iktidarın bir neticesi olarak tanımladıklarını yalnızca

tasvir etmemekte, aynı zamanda onu “öteki” olarak inşa etmektedir. Batı’nın genel ve

muğlak “öteki”si olan Doğu, Hz. Peygamber’in nübüvveti ile birlikte yerini daha

belirgin bir “öteki”ye, yani İslâm’a bırakmıştır. Bu durum Batı’nın da Hıristiyanlıkla

özdeşleşmesine tekabül etmektedir. Söz konusu ayrım, bir süre sonra Haçlı seferleri ile

daha köklü hâle gelecektir.

Batı’nın İslâm’a ve İslâmî metinlere ilgisinin ilk örneğini XI. yüzyılda yapılan Kur’ân

tercümesinde görmek mümkündür. Bilhassa İslâm’dan uzak yaşayan Batı

Hıristiyanlarının ilgisinin neticesinde ortaya çıkan söz konusu tercüme, bir bakıma

“düşmanı daha yakından tanıma” amacı ile gerçekleştirilmiştir. Bu ilgi XVII. yüzyılda

İngiltere’de Arapça kürsülerinin açılışı ile yeni bir boyut kazanmış ve 1795’te Silvestre

de Sacy’in (1758-1838) ilk Arapça profesörü olduğu Doğu Dilleri Okulu’nun (École des

Langues Orientales) Fransa’da açılışı ile birlikte İslâm’la akademik düzeyde ilgilenen

ve bunu meslek edinen ilk büyük oryantalistler nesli yetişmiştir. Söz konusu

oryantalistlerin önemli bir kısmı, aynı zamanda sömürgeciler için gerekli verileri temin

etme görevini de üstlenmişlerdir. Zira sömürülen bölgelerdeki halkların kültürleri ve

dinî hayatları hakkında bilgi sahibi olmaksızın idareleri mümkün olmadığı gibi, “İslâm

hukuku” başta olmak üzere Batılıların yapmak istedikleri reformlar karşısındaki

muhkem direnç noktalarının nasıl aşılabileceğine dair de bir strateji geliştirilmesi

gerekmiştir. Bu noktada oryantalistler, Batı’da yaygın olan; İslâm’ın Hıristiyanlıktan ve

Yahudilikten muharref/bozma bir din olduğu algısına dayanarak, İslâm dininin temel

kurumlarını ve düzenlemelerini neredeyse detaylarına kadar başka din ve kültürlerden

aldığı iddiasını ortaya atmışlardır. Söz konusu iddia, esasen İslâm’ın ilk ortaya çıktığı

andaki gibi, modern dönemde de diğer din ve kültürlerden gelen yeni unsurlara açık

222 Hadis ve Hadis Metinleri

olması gerektiği düşüncesini Müslümanlar arasında yayma amacına matuftur. Bu

bağlamda oryantalistlerin başvurduğu başka bir yol, vahiy olarak iman etmeseler de, Hz.

Peygamber (s.a.v.) tarafından yazıldığını reddetmedikleri ve dolayısıyla otantik kabul

ettikleri Kur’ân’ı amaçları doğrultusunda kullanamadıkları için, “hadislerin sıhhatini”

tartışmaya açmalarıdır.

Sıra Sizde 1: Oryantalizmin tarihî gelişimi hakkında bilgi veren ansiklopedi maddeleri,

makaleler, Yücel Bulut’un Oryantalizmin Kısa Tarihi (Küre Yayınları, 2006) adlı eseri başta

olmak üzere çeşitli kitapları tarayarak bir oryantalizm kronolojisi hazırlamaya çalışınız.

Kur’ân-ı Kerîm, oryantalistler tarafından, genel hüküm ve kaideleri ifade etmesi

nedeniyle reform faaliyetleri ile çeliştiği durumlarda yorumla aşılabilecek bir ‘engel’

olarak görülmüşken; hadislerin spesifik mahiyeti, onların bir ‘tehdit’ olarak kabul

edilmesine sebep olmuştur. Bu noktada özellikle Kitâb-ı Mukaddes üzerine yapılan

tarihî-filolojik çalışmalar neticesinde ulaşılan sonucu, yani onun vahiy eseri değil de

birkaç yazarın elinden çıkan ve redaksiyon sürecinden geçen bir kitap olduğu fikrini,

hadislere de uyarlamaya çalışmışlardır. Metin merkezli yaklaşımları ile klâsik hadis

usûlünün yetersiz olduğu vehim ve iddiasındaki oryantalistler, hadis

değerlendirmelerinde isnâdları göz ardı etmişler ve bu durum XIX. yüzyılın ikinci

yarısına kadar devam etmiştir. Söz konusu dönemden sonra ise isnâd, “hadislerin sıhhat

durumunu” değil, “uyduruldukları zamanı” tespit için kullanılan bir araç hâline

gelmiştir. Oryantalistlerin söz konusu tavırlarının arkasında ise, aşağıda görüleceği

üzere Ignaz Goldziher’le (1850-1921) birlikte Batı’da yaygın kanaat hâline gelmeye

başlayan, hadis literatürünün tamamını aksi ispat edilinceye kadar uydurma kabul etme

anlayışı yer almaktadır.

Oryantalistler ve Müslümanların hem genel olarak hadis literatürünü hem de tek tek

hadisleri değerlendirmelerinde görülen temel farklılıklar birbirinden tamamen ayrı iki

paradigmadan (kabul edilen ve tevârüs edilen gelenek; dünya görüşü/anlam-değer

dünyası; kendisinden hareket edilen kuramsal ve kavramsal çerçeve) bahsetmeyi

mümkün kılmaktadır. Birbirinden tamamen ayrı ve ileride görüleceği üzere aralarında

uzlaşma imkânı olmayan söz konusu iki paradigmanın varlığının farkında olmak,

oryantalistlerin eserlerinden ne dereceye kadar istifade edilebileceğini tespit edebilmek

için zarurîdir. Bu ünitede öncelikle söz konusu iki paradigmanın farklılıklarının nedeni

olan kurucu ilkeler ele alınacak, ardından Batı’daki hadis çalışmalarına yön veren ve ön

plâna çıkan belli başlı oryantalistlerin görüşleri hakkında bilgi verilecektir.

İnternet: Oryantalizmle ilgili çeşitli makalelere pdf formatında ulaşabilmek için

http://ktp.isam.org.tr adresinden “makaleler veri tabanı”na tıklayarak, “oryantalizm”,

“oryantalist”, “istişrak” gibi anahtar kelimelerle tarama yapınız.

HADİS LİTERATÜRÜNE İKİ FARKLI YAKLAŞIM: KLÂSİK İSLÂMÎ

PARADİGMA VE ORYANTALİST PARADİGMA

Müslümanlar ve oryantalistlerin hadis literatürüne yönelik farklı yaklaşımları;

çalışmalarını ve iddialarını dayandırdıkları öncüller, tartışmasız kabul ettikleri temel

önermeler ve inanç ilkelerinden kaynaklanmaktadır. Söz konusu öncüller ve inanç

Oryantalistik Hadis Çalışmaları 223

ilkeleri aynı zamanda iki paradigmanın kurucu ilkelerini teşkil etmektedir. Bu kurucu

ilkeler, iki farklı paradigmadan bahsetmeyi mümkün kılan nedenler olarak da ifade

edilebilir ki bunlar şu şekilde sıralanabilir:

1. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) nübüvvetini kabul/inkâr

2. Hz. Peygamber’in dindeki konumunu takdîr etmek/etmemek ve tahfîf

3. Sahâbenin ayrıcalıklı konumu ve adâletini kabul/red

4. Selefe ve ulemâya umûmî itimat etmek/etmemek

5. Literatürle irtibatın varoluşsal olup olmaması

6. Aksi ispat edilene kadar hadisleri sahîh/uydurma kabul etmek

7. İsnâdlara itimat etmek/etmemek

8. Ricâl literatürünü belirleyici kabul etmek/etmemek

Yukarıdaki ilkelerden ilki ve en önemlisi elbette Hz. Peygamber’in (s.a.v.) nübüvvetinin

kabulü veya inkârıdır. Bir araştırmacının Hz. Peygamber’in nübüvvetini kabul veya

reddi aynı zamanda hadislerin değerlendirilmesinde kendisini göstermekte, bu bağlamda

özellikle Hz. Peygamber’in gayba dair verdiği bilgiler, onun nübüvvetini kabul etmeyen

oryantalistler tarafından herhangi bir isnâd-metin araştırmasına gerek bile duyulmadan

reddedilmektedir. Meselâ, oryantalistler gelecekte vukû bulacak hâdiseler hakkında

bilgi veren haberleri söz konusu hâdiselerin gerçekleşmesinden sonra birtakım kişilerce

uydurulmuş kabul etmektedir. Hâlbuki, Müslümanlar için Yüce Allah’ın katından vahiy

aldığına inandıkları Peygamberlerinin yine O’nun izni ve bildirmesi ile gelecekte

gerçekleşecek hâdiseleri haber vermesi imkân dâhilindedir. Bu nedenle Müslüman

âlimler bu tür haberleri hemen reddetmemişler, bilâkis diğer hadislerle aynı şekilde

tenkide tâbi tutarak sıhhatleri hakkında karar verme yolunu tercih etmişlerdir. Benzer

şekilde oryantalistler Hz. Peygamber’in nübüvvetini ve dolayısıyla İslâm’ın vahiy

kaynaklı bir din olduğunu kabul etmedikleri için, İslâm ve diğer ilâhî dinler arasındaki

benzerlikleri ya bizzat Hz. Peygamber ya da sonraki nesiller tarafından alınmış unsurlar

olarak yorumlamışlardır.

Oryantalistler, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) nübüvvetini kabul etmemelerinin bir neticesi

olarak, onun dindeki konumunu da gerektiği gibi kavrayamamışlardır. Onlar için Hz.

Peygamber, ilk neslin hayatlarının detaylarında dahi takip etmeyi amaçladığı en güzel

örnek (üsve-i hasene) ve bir kanun koyucu (şâri‘) değil, en iyimser ifadeyle ancak

“eşitlerin birincisi”dir. Bu yaklaşımları, özellikle ahkâm hadislerini değerlendirmelerini

etkilemiş, oryantalistler Hz. Peygamber’in fıkhî düzenleme yapmak gibi bir amacı

olmadığını iddia ederek bu tür hadislerin ondan sonraki dönemlerde ortaya çıktığını

iddia etmişlerdir. Hz. Peygamber’in dindeki konumunu kavrayamamalarına benzer

şekilde sahâbe neslinin ve onların amelinin İslâm geleneği için önemini de takdir

edememişlerdir. Bu bağlamda sahâbenin Hz. Peygamber’in yetiştirdiği, Yüce Allah

tarafından âyetlerle övülen ve Hz. Peygamber’le sonraki nesiller arasındaki en önemli

halkayı teşkil eden nesil olduğunu görmezden gelmişlerdir. Hz. Peygamber ile sahâbe

arasındaki irtibatı görememeleri, sahâbenin hadis öğrenme iştiyaklarını da

reddetmelerine sebep olmuş; dindeki konumunu kavrayamadıkları Hz. Peygamber’in

224 Hadis ve Hadis Metinleri

hadislerinin sahâbe tarafından sonraki nesle aktarılma çabasını yani ilk nesille başlayan

kesintisiz hadis rivâyeti sürecini de reddetmişlerdir. Hadis rivâyetinin sahâbe nesli ile

birlikte başladığını teslim eden sınırlı sayıdaki oryantalist ise, bu rivâyetlerin

Müslümanların kabul ettiği kadar çok sayıda olduğu fikrine karşı çıkmış, üstelik

sahâbenin de hadis uydurabileceğini iddia ederek onların ayrıcalıklı konumunu

reddetmiştir. Buna göre, sahâbenin tamamını âdil kabul eden ve Hz. Peygamber’e

bilerek yalan isnad etmeyeceklerini küllî bir kâide olarak benimseyen hadis âlimlerinin

aksine, oryantalistler için sahâbenin diğer râvîlerden herhangi bir farkı yoktur.

Müslümanların sahâbe nesline duyduğu itimadı paylaşmayan oryantalistler, söz konusu

yaklaşımlarının bir devamı olarak selef-i sâlihînin ve ulemânın Müslümanlar nezdindeki

yerlerini de kabul etmemişlerdir ki bu durum ulemânın telif ve tedvîn ettiği kaynaklara

her zaman ve henüz bidayette şüphe ile yaklaşmalarına neden olmuştur. Bu sebeple

Müslümanların bir kaynak hakkındaki değerlendirmelerinin meselâ Sahîh-i Buhârî’ye

duydukları itimadın, oryantalistler için bir kıymeti yoktur. Benzer şekilde,

Müslümanların güvenilmez kabul ettikleri kaynakları kullanmaktan çekinmedikleri,

mevzû hadisleri içerdiği bilinen kaynakları esas alabildikleri görülmektedir. Meselâ,

Kütüb-i sitte ile Vâkıdî (ö. 207/823) ya da Câhız’ın (ö. 255/869) kitapları arasında bir

ayrım yapmayan İngiliz oryantalist D. S. Margoliouth (1858-1940); “Buhârî’nin sahîh

kabul ettiği hadislerden kaçının, bu özellikte olduğu son derece şüphelidir.” iddiasını

dile getirebilmektedir. Yine Goldziher’in bilhassa İmâm Buhârî ve İmâm Müslim’in

Sahîh’leri gibi Müslümanlar tarafından muteber kabul edilen hadis kaynaklarını nadiren

kullanması, Harald Motzki gibi oryantalistlerin dahi eleştirilerine neden olmuştur.

Oryantalistlerin, ulemâya ve kaynaklara yaklaşımda sergiledikleri şüpheci tavır, hadis

râvîleri hakkındaki değerlendirmelerinde de kendini göstermektedir. Bir râvî hakkındaki

cerhi ancak müfesser olduğunda yani nedeni açıklandığında ta‘dîle takdîm eden;

hakkında cerh veya ta‘dîl olmayan bir râvîyi ise metrûk değil de mestûr kabul eden ricâl

âlimlerinin aksine, oryantalistlerin genellikle cerh ve terkten yana bir tavır

benimsediğini söylemek mümkündür.

Sıra Sizde 2: Cerh, ta‘dîl, müfesser cerh, metrûk, mestûr gibi ıstılahların anlamlarını Abdullah

Aydınlı’nın Hadis Istılahları Sözlüğü (M.Ü. İlahiyat Fak. Vakfı Yay., 2009) ya da Talât

Koçyiğit’in Hadis Istılahları adlı kitaplarından (Ankara Ü. İ. F. Yay., 1980) araştırınız.

Oryantalistlerin kaynaklara ve ulemâya şüpheyle yaklaşmasının bir neticesi de,

metinlerde yer alan tashîf ve tahrîfleri (noktalama ve yazım hatalarını) her zaman kasıtlı

yapılmış tahrîfler olarak görmeleridir. Bu nedenle hadis metinlerinde görülen râvî

tasarruflarını, dikkatsizlik veya hata ile açıklamak yerine hadisi bir amaç doğrultusunda

tahrîf etmeye hamlettikleri görülmektedir. Bilhassa aşağıda görüşleri hakkında bilgi

verilecek olan Hollandalı oryantalist G. H. A. Juynboll’un (1935-2010) hadis

değerlendirmelerinde ön plâna çıkan söz konusu yaklaşımı, Ahmet Tahir Dayhan’ı şu

yorumu yapmaya sevk etmiştir: “İddialarından öyle anlaşılıyor ki ona göre hadis tarihi

âdeta, sahte metin ve isnâdlarla, sahtekâr râvî ve muhaddislerin ortak yapımı uzun

soluklu karmaşık bir senaryodan ibarettir.” (Dayhan, 2007, s. 38).

Oryantalistik Hadis Çalışmaları 225

Müslümanların kaynaklara umûmî itimatları, esasen onların söz konusu kaynaklarla

varoluşsal irtibatlarının bir neticesidir. Zira Müslümanlar, kaynaklara yaklaşımlarında

sürekli şüpheci tavrı önceleyen oryantalistlerin sahip olduğu; literatürle yalnız akademik

ve tarihî amaçlarla ilgilenme lüksüne sahip değildirler. Bu nedenle bir rivâyeti

uydurma/sahte veya bir râvîyi mecrûh kabul etme konusunda aceleci davranmamakta,

hatta yeterli delilin olmadığı durumlarda reddi değil tevakkufu tercih etmektedirler.

Revizyonist/aşırı şüpheci oryantalislerin, hicrî I. yüzyılı, hakkındaki bütün rivâyetleri

reddederek karanlık bir döneme indirgerken, Müslümanların kaygılarını taşımadıkları

açıktır.

Hadis literatürü ile ilgili değerlendirmede bulunmadan önce bir araştırmacının öncelikle

yapması gereken, İbrahim Hatiboğlu’nun da vurguladığı gibi “hadis çalışmalarının

oryantalistlerin ifadesiyle bir ‘kurgu’ mu, yoksa muhaddislerin yaklaşımıyla ‘muhtemel

durum’ mu olduğu konusunda temel bir tercih yapıp ona göre çalışmalarını

yürütmesi”dir. (Hatiboğlu, 2006, s. 49). Her ne kadar hadis literatürünü tarihî ve gerçek

bir süreç olarak görmek yerine bir kurgudan ibaret görme eğiliminin hâkim olduğu

Batı’daki hadis çalışmalarında zaman zaman bu tür genellemelerin dışına çıkmaya

çalışan isimlerle karşılaşılsa da bu isimler azınlığı teşkil etmektedir. Ayrıca, onların da

kabul ettikleri diğer ilkeler ve takip ettikleri metodlarla Müslümanlardan çok diğer

oryantalistlere yakın durduğu da ifade edilmelidir. Dolayısıyla Batı’da hâkim tavır,

şüphecilik ve hadisleri aksi ispat edilene kadar uydurma kabul etme tavrıdır. Söz

konusu tavır, en somut ifadesini, kendisinden sonra Batı’da yapılacak İslâm hukuku ve

hadis çalışmalarını tamamen etkileyecek olan Alman oryantalist Joseph Schacht’ın

(1902-1969) şu sözlerinde bulmuştur: “Her hukûkî merfû hadis aksi ispat edilene kadar

otantik veya aslen otantik değil, bilâkis daha sonraki bir tarihte formüle edilmiş olan

hukûkî doktrinin sahte bir ifadesi olarak kabul edilmelidir. Bu ifade her ne kadar

tamamen kesin olmasa da hem [Hz.] Peygamber hem de sahâbe dönemi için geçerlidir”.

(Schacht, 1975, s. 149).

Görüldüğü üzere Schacht’a göre fıkhî bir hükme tealluk eden merfû hadislerin yanı sıra

mevkûf haberler de uydurmadır. Esasen Schacht söz konusu görüşünü selefi Macar

oryantalist Ignaz Goldziher’in çalışmalarından istifade ederek geliştirmiştir. Zira

Goldziher her ne kadar bütün hadis literatürünün sahte ve uydurma olduğunu iddia

etmemişse de, büyük kısmının bu özellikle olduğu görüşünü öne sürmüş ve onun

sonrasındaki dönemde bir hadisle karşılaşıldığında “bu hadis ne zaman uydurulmuş

olabilir?” sorusunu sormak, oryantalistler arasında yaygın tavır hâline gelmiştir.

Oryantalistlerin Müslümanların görüşlerine, geliştirdikleri hadis tenkidine

güvenmemeleri ve benimsedikleri aşırı şüpheci tutum, hadis tenkidinin merkezinde yer

alan isnâdlara yaklaşımlarında da kendisini göstermiştir. Bu bağlamda oryantalistlerin

ya isnâdları tamamen göz ardı ettikleri ya da kullanımını sınırladıkları görülmektedir.

İsnâdların tamamen göz ardı edilmesinin en önemli örneğini Goldziher’in teşkil ettiğini

söylemek mümkündür. Zira onun hadis literatürü ile ilgili çeşitli çalışmaları

incelendiğinde, hadislerle ilgili değerlendirmelerinde isnâdları hiç dikkate almadığı,

226 Hadis ve Hadis Metinleri

yalnız metinlerin içeriklerinden hareketle iddialarını dile getirdiği görülmektedir.

İsnâdları, sınırlı biçimde kullanma konusunda akla ilk gelen isim ise Schacht’tır.

Schacht geliştirdiği müşterek râvî teorisi ile birlikte, isnâdların ancak belirli bir tarihten

sonraki kısmını otantik kabul etmiştir. Schacht’ın isnâdların ancak sınırlı kısmını otantik

kabul etmeye imkân tanıyan teorisi kendisinden sonra birçok oryantalist tarafından

benimsenmişse de aynı dönemde isnâdların kullanıma tamamen karşı çıkanlar da

varlığını sürdürmüştür. İsnâdların kullanımına tamamen karşı çıkan aşırı

şüpheci/revizyonist oryantalistlerden Michael Cook, isnâdların tamamen reddini,

isnâdların güvenilir kabul edilmesi hâlinde hadislerin otantik kabul edilmesinin

kaçınılmaz olacağı endişesi ile izah etmektedir. Görüldüğü üzere isnâda yaklaşımları

açısından oryantalistlerin Müslümanlardan ayrıldığı temel nokta, isnâdı kullanan

oryantalistlerin dahi isnâdların ancak belirli bir dönemden sonraki kısmını otantik kabul

etmesidir.

Oryantalistlerin, isnâd tenkidinde Müslümanların temel kaynağı olan ricâl literatürüne

yaklaşımlarına gelince; oryantalistler arasında bu literatüre (biyografi/tabakât, cerh-

ta‘dîl kitaplarına) yönelik şüphenin isnâda gösterilen şüpheden daha yaygın olduğu

görülmektedir. Ricâl kaynaklarının güvenilmezliğine dair fikirler henüz XIX. yüzyılda

Avusturyalı Alfred von Kremer (1828-1889) gibi oryantalistler tarafından dile

getirilmiş, aynı dönemde Goldziher, çalışmalarında söz konusu literatürden

yararlanmamayı tercih ederken, ondan yarım yüzyıl sonra J. Schacht da ricâl literatürü

karşısında aynı tavrı sürdürmüştür. Ricâl literatürünü kullanan oryantalistlerin ise

biyografik bilgilerle, râvîlerin cerh-ta‘dîl açısından durumları hakkında yapılan

değerlendirmeleri birbirinden tefrîk ettikleri, yalnız birinci tür bilgileri kullandıkları

görülmektedir. Bu nedenle Harald Motzki, yaptığı analizler neticesinde hadis aldıkları

kaynakları/hocalarını doğru verme pratiklerini tespit ettiği ve hadis âlimleri tarafından

güvenilir kabul edilen Zührî (ö. 124/742), İbn Cüreyc (ö. 150/767), İbn ‘Uyeyne (ö.

198/814), ‘Amr b. Dînâr (ö. 126/744) hakkında, “bu, zaman zaman hadis uydurmaları

veya uydurulan hadislerle yanıltılmaları ihtimalini dışlamıyor” değerlendirmesini

yapabilmektedir.

Macar oryantalist Ignaz Goldziher (1850-1921)

Oryantalistik Hadis Çalışmaları 227

Oryantalistlerin hadis literatürüne yaklaşımlarındaki farklılığın en önemli nedenleri

diğer bir ifadeyle klâsik İslâmî ve oryantalist paradigmanın kurucu ilkelerinin kısaca

aktarılmasının ardından aşağıda, hadis çalışmaları ile ön plâna çıkan oryantalistlerin

görüşlerine yer verilecektir. Söz konusu görüşler okunurken hem yukarıda ele alınan

ilkeler hem de oryantalistlerin kendi aralarındaki fikrî sürekliliğe dikkat edilmelidir.

Zira bu özellik, yani oryantalistler arasında görülen süreklilik, oryantalist

paradigmadan bahsetmeyi mümkün kılan bir diğer etkeni teşkil etmekte, yukarıda

zaman zaman işaret edilen ve genel şüpheci tutumdan ayrılan oryantalistlerin de

oryantalist paradigma içerisinde değerlendirilmelerine neden olmaktadır.

ORYANTALİSTLERİN HADİS LİTERATÜRÜ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

Batı’da İslâm araştırmalarının akademik bir disiplin hâline gelmesi ile birlikte

oryantalistlerin öncelikle, Hz. Peygamber’in hayatı hakkında çalışmalar yapmaya

yöneldikleri görülmektedir. Bu tür çalışmalar İslâmî literatürde “sîret” şeklinde

adlandırılmış, sîret ile sünnet arasındaki irtibat kurularak, hatta bu terimler zaman

zaman birbirinin yerine kullanılarak, Hz. Peygamber’in hayatı örnek alınmak için

araştırılmış ve yazılmıştır. Zira ilk bölümde de ifade edildiği üzere kaynakları ile

varoluşsal irtibat kuran Müslümanlar Hz. Peygamber’in nübüvvetini, onun dindeki

konumunu ve en güzel örnek olduğunu kabul etmektedir. Öte taraftan bunlardan

hiçbirini kabul etmeyen oryantalistlerin Hz. Peygamber’in hayatı ile ilgili yazdığı

çalışmalara sîret demek mümkün değildir. Ancak biyografi kabul edilebilecek ve yalnız

tarihî amaçlarla yazılan söz konusu çalışmaların ilk örnekleri Alois Sprenger (1813–

1893), Reinhart Dozy (1808–1889) ve William Muir (1819–1905) gibi oryantalistler

tarafından kaleme alınmıştır. Bu oryantalistler Hz. Peygamber’in hayatını ele aldıkları

kitaplarında hadisler hakkında da çeşitli değerlendirmelerde bulunmuşlar, hadise daha

önce Batı’da görülmemiş ölçüde ilgi göstermişlerdir. Bunun yanı sıra söz konusu

dönemde hadisle ilgili müstakil çalışmalarla da karşılaşılmaktadır. Meselâ Sprenger,

Hatîb el-Bağdâdî’nin (ö. 463/1071) Takyîdü’l-‘ilm’inden birkaç sayfa tercüme etmiştir.

Bu oryantalistlerin hadis literatürünün yarı yarıya sahîh ve uydurma haberlerden

müteşekkil olduğu şeklindeki kanaatleri, o dönemde hadislerin genel itibariyle sahte

olduğu fikrinin henüz Batı’da yerleşmediğini göstermektedir. Hadis literatürünün geneli

itibariyle sahte olduğu görüşü ise, Goldziher’le yerleşik hale gelecek; öyle ki, Kur’ân

çalışmaları ile tanınan Alman oryantalist Theodor Nöldeke (1836-1930), kendisinde

hadise yönelik kuşku uyandıran kişinin Goldziher olduğunu ona yazdığı bir mektupta

ifade edecektir.

Batı’daki hadis çalışmalarının kurucusu olan Goldziher, Muhammedanische Studien’in

II. cildinde (Halle 1890) hadis literatürü ile ilgili çeşitli konuları ele almış, özellikle de

hadis literatürünün sıhhati meselesi üzerinde durmuştur. Onun söz konusu çalışmasının

henüz ilk sayfalarında dile getirdiği “hadislerin ancak İslâm’ın ilk iki yüzyıldaki dinî,

tarihî ve sosyal gelişmelerinin bir neticesi kabul edilebileceği” iddiası, kendisinden

sonra Batı’daki hadis çalışmalarını temelden etkileyecektir. Bir hadisle karşılaştığında

228 Hadis ve Hadis Metinleri

yönelttiği ilk soru, “Bu hadis hangi grup tarafından uydurulmuştur?” olan Goldziher,

hadislerin ortaya çıktığı tarihleri tespit etmeye; onları tarihlendirmeye çalışmıştır.

Tarihlendirme oryantalistler bağlamında kullanıldığında, bir hadisin uydurulduğu

dönemi belirleme çabası anlamına gelmektedir. Zira daha önce de ifade edildiği üzere,

oryantalistler hadisleri aksi ispat edilene kadar uydurma kabul etmektedir. Bu bakımdan

tarihlendirme faaliyetinin temelinde, bütün hadislerin uydurma olduğu fikri yer

almaktadır.

Her görüş taraftarının ve muhalifinin hadis uydurduğu kanaatindeki Goldziher, hadis

literatürünü çatışma eksenli okumuş ve rivâyetlerde söz konusu çatışmaların izini

sürmeye çalışmıştır. Emevîler ve ulemâ, Emevîler ile Hz. Ali taraftarları, Emevîler ve

Abbâsîler, Abbâsîler ile Hz. Ali taraftarları, Ashâbü’r-rey ile Ashâbü’l-hadîs arasındaki

ihtilâflara vurgu yapan Goldziher, Emevîlere açık bir saldırıda bulunulmaksızın Ehl-i

beyt’i öven hadislerin dahi Emevîlere muhalif ulemâ tarafından uydurulduğunu iddia

etmiştir. Bu iddiasını söz konusu hadislerin isnâd veya metinlerinin teknik analizine

dayandırmayan Goldziher’in tek delili, kendi kurguladığı şekliyle çatışma merkezli

İslâm tarihi algısıdır. Tarihî hâdiselerin ihtimaller üzerinden kurgulanamayacağını göz

ardı eden Goldziher âdeta “Emevîlerle Hz. Ali taraftarları ve ulema arasında bir çekişme

varsa, bu gruplardan herhangi birinin lehine olan rivâyetler uydurulmuş olmalıdır” gibi

bir ihtimalden hareketle hadis tarihlendirmesi yapmaktadır. Tamamen çatışmalarla

kuşatılmış ve her bir grubun kendi lehinde ve muhalifinin aleyhinde hadis uydurduğu

İslâm toplumu algısından hareketle Goldziher, verdiği birkaç istisna dışında hadis

literatürünün tamamının uydurma olduğunu iddia etmiştir. Hatta ona göre, sahâbe de

hadis uydurabilir. Hadis değerlendirmelerinde isnâdları dikkate almayan Goldziher,

uydurma rivâyetleri tespit edilebilmek için isnâdların faydasız olduğunu iddia

etmektedir. Goldziher’in isnâd tenkidi veya metinlerin mukayese ve analizi gibi bir yolu

tercih etmemesi, teknik açıdan çok zayıf değerlendirmelerde bulunmasına neden

olmuştur.

İnternet: Goldziher’in Muhammedanische Studien’inin II. cildinin başındaki “Hadis ve Sünnet”

başlıklı bölümün ilk cümlesi ve ilk dipnotunda sergilediği hatalı yaklaşımı ve yaptığı tahrîfâtı,

Ahmet Tahir Dayhan’ın http://istisrak.blogspot.com adresindeki “İstişrâk ile İstişhâd Edilir mi?”

başlıklı makalesinden okuyunuz.

Yukarıda da belirtildiği üzere Hz. Peygamber’in (s.a.v.) nübüvvetini kabul etmemenin,

oryantalistlerin hadis değerlendirmeleri üzerindeki etkisi çok büyüktür. Bu noktada

onlar, Hz. Peygamber’in gayb’den haber verme ihtimalini ve bu tür bilgileri içeren

hadisleri kabul etmedikleri gibi; nasslarda geçen ve İslâmiyet’in Yüce Allah tarafından

Hz. Âdem’den itibaren insanlığın kurtuluşu için gönderdiği vahiylerin son halkası

olması nedeniyle diğer dinlerle arz ettiği benzerlikleri de etkilenme ile açıklamışlardır.

Konu ile ilgili literatürde “borrowing/ödünç alma” şeklinde yer alan bu mesele hakkında

görüş beyan eden oryantalistler, İslâm’ı “daima başka din ve kültürlerden borç alan ve

varlıklarını onlara borçlu olan” bir medeniyet olarak tavsif etmektedirler. Söz konusu

tavır, temizlik için suyun, suyun bulunmadığı yerlerde ise toprağın kullanımı gibi çok

temel düzenlemelerin dahi diğer kültürlerden alındığı iddiasının öne sürülmesine

Oryantalistik Hadis Çalışmaları 229

varacak kadar ileri götürülmüştür. Benzer şekilde Goldziher’in İslâm hukuk

metinlerinde ve hadislerde çok sayıda yabancı unsurun var olduğunu iddia ettiği

görülmektedir. Meselâ o, icmânın bağlayıcılığı fikrinin Roma hukukundan alındığını

öne sürmüş, tahâretle ilgili bazı düzenlemelerin ise Zerdüştlüğün etkisi ile geliştiğini

iddia etmiştir. Yine o, İncillerden alınarak hadisleştirildiğini iddia ettiği sözleri

kitabında ayrı bir başlık olarak ele almış, daha sonra da bu konu ile ilgili

“Neutestamentliche Elemente in der Traditionslitteratur des Islam/Hadis Literatüründe

Yer Alan İncil Unsurları” ismini taşıyan müstakil bir makale yazmıştır. Bu makalesinde

Goldziher’in zekât ve sadakaların “gönül rızası/ النفس طيب ” ile verilmesi gibi bir emrin

dahi İncil’den alındığını öne sürdüğü görülmektedir.

Ignaz Goldziher’le aynı dönemde yaşayan Hollandalı müsteşrik C. Snouck Hurgronje

(1857–1936) de benzer şekilde hadislerle Hz. Peygamber arasında bir irtibat

kurulamayacağını iddia etmiş, yine Goldziher’de karşımıza çıkan diğer dinlerden

etkilenme meselesi üzerinde ısrarla durmuştur. İslâmiyet üzerinde; Yahudî, Hıristiyan ve

İran etkisinin varlığını iddia eden Hurgronje’ye göre, onlardan alınan söz konusu

unsurların bir tehdit teşkil ettiği fark edildiğinde, bir ayıklama süreci başlamış, İslâm’ın

bir parçası hâline gelenler ise hadisleştirilmiştir. Hurgronje söz konusu alma sürecinin

henüz Hz. Peygamber hayattayken başladığı iddiasındadır. Öyle ki bizzat Hz.

Peygamber’in (s.a.v.) Yahudilerden birtakım unsurlar aldığını öne sürmekte; Hz.

Peygamber’in bu tür unsurları almak bir tarafa, önce müşriklere ardından Ehl-i kitâb’a

benzememe konusunda gösterdiği azamî özeni bekleneceği üzere görmezden

gelmektedir. Hurgronje de diğer oryantalistler gibi İslâm’ın vahiy kaynaklı bir din ve

Hz. Peygamber’in Yüce Allah’ın Resûlü olduğunu kabul etmediği için hem Kitâb-ı

Mukaddes’te hem de Kur’ân-ı Kerîm’de ismi geçen Peygamberlerle ilgili bilgileri;

kıyamet, yeniden dirilme, ceza günü gibi unsurları da bu tür alıntılara örnek kabul

etmektedir.

Goldziher sonrası dönemde kendisinden bahsedilmesi gereken önemli bir diğer isim ise

Hz. Peygamber’in hayatı ve İslâm tarihi alanındaki çalışmaları ile tanınan Alman

oryantalist Josef Horovitz’tir (1874–1931). Horovitz’in ayırıcı vasfı, isnâdları hiç

dikkate almayan Goldziher’in aksine, onları inceleme konusu edinmesidir. İsnâd

kullanımının hicrî 75. yılından sonra başladığı kanaatindeki Horovitz, İslâm’ın diğer

dinlerden etkilenmesi meselesinde ise Goldziher’e benzer bir tutum sergilemiştir. Zira

ona göre İslâm, başka din ve kültürlerden seçilen ve te’lîf edilen unsurlardan müteşekkil

bir dindir.

Diğer dinlerin İslâm üzerindeki etkisi hakkında görüşlerini dile getiren bir diğer isim

ise, hadislerin Roma ve Yahudi hukuku, Hıristiyan ahlâkı ve Hellenizm’den alınan

unsurları ihtiva ettiğini iddia eden ve bu görüşleri nedeniyle henüz hayattayken

Müslümanların tepkisi ile karşılaşan Hollandalı oryantalist Arent Jan Wensinck’tir

(1882–1939). O, İslâm’daki birçok fıkhî düzenlemenin Yahudi kaynaklı olduğunu iddia

etmesinin yanı sıra, daha önce üzerinde çalıştığı Süryânî metinlerinden hareketle,

tasavvuf ve Süryânî mistisizmi arasındaki irtibatı vurgulamıştır. Goldziher gibi, diğer

230 Hadis ve Hadis Metinleri

dinlerin kutsal metinlerinden yapılan alıntıların zamanla hadisleştiği iddiasını tekrar

eden Wensinck, ayrıca Goldziher’in metodunu takip ederek, İslâm tarihini çatışma

ekseninde okumuş, hadisleri muhalif tarafların kullandığı bir silah olarak tasvir

etmiştir. Ona göre hadisler, İslâm’ın sonraki dönemlerde geçirdiği aşamaların bir

yansımasıdır. Bununla birlikte o, mesaisini büyük oranda itikadî-kelâmî rivâyetlere

teksîf etmiş ve bu tür rivâyetlerin diğerlerine göre nisbeten erken tarihli olduğunu iddia

etmiştir.

Goldziher sonrası dönemde kendisinden bahsedilmesi gereken önemli bir oryantalist de,

özellikle Joseph Schacht’ın görüşleri üzerindeki etkisi ile de ön plâna çıkan, İngiliz

rahip David Samuel Margoliouth’tur. Batı’da hadis çalışmaları söz konusu olduğunda

kendisinden önceki oryantalistler arasında William Muir ve Goldziher’i ilk sıraya

yerleştiren Margoliouth’un, zaman zaman hadislerin ana hatları ile asr-ı saâdetten

gerçek bilgiler verdiğini kabul ettiği görülmektedir. Dolayısıyla onun bilhassa XX.

yüzyılın ikinci yarısında hız kazanacak olan aşırı şüpheci/revizyonist oryantalistlerin

aksine Hz. Peygamber’in hayatı hakkında hiçbir şeyin söylenemeyeceği fikrinde

olmadığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte söz konusu tavrı, onun hadis literatürüne

yaklaşımı açısından Müslümanlarla benzer bir konumda bulunduğu anlamına

gelmemektedir. Nitekim Margoliouth, hadis kaynaklarından hareketle Hz.

Peygamber’in hayatından ziyade İslâm tarihi hakkında yani İslâm’ın sonraki dönemleri

ile ilgili malumat edinilebileceği kanaatindedir ve ona göre ilk bölümde de ifade edildiği

üzere Buhârî’nin sahîh kabul ettiği hadislerin dahi kaçının bu özellikte olduğu son

derece şüphelidir. Selefleri gibi İslâm hukukunun diğer sistemlerden alıntılar yaptığını

açık bir hakikat kabul eden Margoliouth, Goldziher’in hadis literatürünün gelişim süreci

ile ilgili söylediklerinden hareketle, her hadis karşısında “bu hadis muhtemel hangi

gayeyle uyduruldu?” sorusunun sorulması gerektiği kanaatindedir. Dolayısıyla, hadis

rivâyet tarihinin muhtemel bir süreç değil, kurgu olduğu görüşünden hareket ederek,

oryantalist paradigmayı takip etmektedir. Yine o, sahâbenin hadis uydurabileceği

görüşünde de Goldziher gibi düşünmektedir.

Ünitenin başında, Müslümanlar ve oryantalistlerin hadis literatürüne yaklaşım

farklılıklarından bahsedilirken, oryantalistlerin Hz. Peygamber’in ilk nesil üzerindeki

etkisini ve dindeki konumunu anla(ya)madıklarından bahsedilmişti. Sünnetin

bağlayıcılığı ile doğrudan irtibatlı olan söz konusu mesele bakımından Margoliouth’un

tutumu da aynı çizgidedir. Ona göre “sünnet”, aslında Kur’ân tarafından fesh edilmemiş

câhiliyye âdetleri için kullanılan bir kavramdır ve Hz. Peygamber’in uygulamaları için

kullanımı yavaş ilerleyen bir sürecin sonucunda gerçekleşmiştir. Bu nedenle

Margoliouth, “toplumun uygulaması” manasına gelen sünnetin, tedrîcen “Nebevî

sünnet” anlamını kazandığı iddiasıyla selefleri arasında Schacht’a en fazla yaklaşan kişi

olmuştur. Kaldı ki Schacht da İmam Şâfiî’nin (150/767–204/820) eserlerini kullanma ve

ulaşılan sonuçlar bakımından selefleri içinde kendisine en yakın yerde duran kişinin

Margoliouth olduğunu ifade etmektedir.

Oryantalistik Hadis Çalışmaları 231

Kendi çalışmalarının Goldziher’inkilerin bir devamı kabul edilmesi isteğini dile getiren

Joseph Schacht, Batı’da İslâm hukuku, sünnet ve hadis söz konusu olduğunda her

oryantalistin görüşlerine başvurduğu bir oryantalisttir. Schacht, The Origins of

Muhammadan Jurisprudence (Oxford 1950) adlı en önemli eserinde, İslâm hukukunun

gelişim tarihini, hadisler hakkındaki iddiaları ekseninde tasvir etmeye çalışmıştır. “Hicrî

I. yüzyıldan gelen otantik hukûkî içerikli haber yoktur, dolayısıyla bu dönemde bir

İslâm hukukundan bahsedilemez” şeklindeki fikirden hareket eden Schacht, başta Hz.

Peygamber olmak üzere sahâbe ve hicrî I. yüzyılda yaşamış tâbi‘îne isnâd edilen hukûkî

haberleri ise bu dönem için gelişmiş bir hukuk düşüncesi ihtiva ettikleri için reddederek

mantıkî açıdan kusurlu bir akıl yürütme örneği sergilemiştir.

Hz. Peygamber’in sünnetinin hukukî bir kaynak olarak bağlayıcılığı fikrinin çok sonra

ortaya atılan bir görüş olduğunu iddia eden Schacht, hukukî hadislerin ancak hicrî 100.

yıldan sonra ortaya çıktığını savunmuş, hukûkî içerikli merfû hadisler için başlangıç

noktası olarak ise en erken 125 yılının verilebileceğini öne sürmüştür. Schacht’a göre

Nebevî sünnetin bağlayıcı olmasından önce her bölge rey, idârî uygulamalar ve diğer

kültürlerden alınan unsurlara dayanan kendi ameli/yaşayan geleneğini esas almış, söz

konusu amelin yerine Nebevî sünnetin ikâme edilmesi ise İmam Şâfiî ile olmuştur. Ona

göre hadisçilerin etkisi altında kalan İmâm Şâfiî’nin çabaları ile, hukuku merfû

hadislere dayandırmak gerektiği anlayışı artık yerleşmeye başlamış ve neticede yoğun

bir şekilde amel hadisleştirilerek Hz. Peygamber’e isnâd edilmiştir. Bu nedenle ona

göre merfû ve mevkûf hadisler arasında sahîh olanlar bulunmadığı gibi, I. yüzyılda

yaşamış tâbiûndan gelen sahîh rivâyetler de mevcut değildir. Ancak daha küçük

tâbiîlere dair haberlerin sahîh olması söz konusu olabilir. Esasen Schacht, İmâm

Şâfi‘iî’nin sünnetin tespitinde amel yerine hadislere başvurma noktasındaki vurgusunu,

kendisi ameli Hz. Peygamber’le irtibatlı bir kavram kabul etmediği için bölgelerin

ameli/yaşayan geleneği yerine Nebevî sünneti ikâme etmek şeklinde yorumlama

hatasına düşmüştür. Bu nedenle de, Nebevî sünneti tahakkuk ettiren ve dolayısıyla

menşei Allah Resûlü’nün sünnetinde bulunan uygulama olarak amelin mi, yoksa bizzat

Hz. Peygamber’den nakledilen isnâdlı bilgi olarak hadislerin mi Nebevî sünneti daha iyi

temsil ettiği endişesinin bir neticesi olan amel-rivâyet teâruzu tartışmaları, Schacht’ın

kurgusunda yerini “bölgelerin yaşayan geleneği mi yoksa Hz. Peygamber’in sünneti mi

bağlayıcıdır” gibi anlamsız bir mahiyete dönüşmüştür.

Schacht’ın sünnetle ilgili yaklaşımının önemli bir problemi de, ancak teorisine uyan

delilleri esas alması, teorisinin bütün verileri açıklayamadığını fark etmek yerine,

kurgusu ile çelişen verileri görmezden gelmesi veya güvenilir kabul etmemesidir.

Nitekim, yukarıda işaret edildiği üzere İslâm hukukunun başlangıcını, hicrî II. yüzyıla

tarihlendirmesi bunun aksini işaret eden bütün haberleri uydurma kabul etmesine neden

olmuştur.

232 Hadis ve Hadis Metinleri

Joseph Schacht (1902-1969)

Schacht’ın hadislerle ilgili olarak değinilmesi gereken bir görüşü de, selefi

Goldziher’den ayrılarak hadis tarihlendirmelerinde isnâdlardan yararlanmaya

başlamasıdır. Schacht hadisleri senedlerinden hareketle tarihlendirmek üzere “müşterek

râvî” teorisini geliştirmiştir. Bu teoriye göre bir hadisin isnâd şeması çizildiğinde, Hz.

Peygamber’den aşağıya doğru inildiğinde isnâdın kendisinden birçok kollara ayrıldığı

yerde duran ilk râvî, o hadisi uyduran kişidir. Schacht’ın Origins’te tespit ettiği

müşterek râvîlere ve bunların ricâl/tabakât kitaplarındaki güvenilirlik durumlarına

bakmak, Schacht’ın yaklaşımının klâsik İslâmî paradigmadan ne kadar farklı olduğunu

göstermesi açısından önem arz etmektedir. Zira söz konusu isimlere bakıldığında, onun

hadis âlimleri tarafından sika kabul edilen râvîleri hadis uydurmakla itham etmekten

çekinmediği görülmektedir. Bu durum esasen, ünitenin başlangıcında da izah edildiği

üzere, oryantalistlerin kronik şüpheciliğinin ve Müslümanların selefe ve ulemâya

gösterdiği itimâdı paylaşmamalarının bir neticesidir. Kur’ân’ın dahi ancak ikinci

aşamada İslâm hukukuna dâhil olduğu fikrini taşıyan Schacht, müşterek râvîleri, hadis

rivâyetinin sistemleşmesi ve bir hadisin birçok kişiye nakledilmesinde rol oynayan, çok

sayıda öğrencinin teveccühüne mazhar olan hadis hocaları değil; hadisi ilk kez uydurup

tedâvüle süren kişiler olarak kabul etmektedir. Bu iddiasının arkasında yatan en önemli

sebep, İslâm hukukunun II. yüzyıldan önce başlamış olamayacağı şeklindeki kanaatidir.

Bu kanaati onu hadisler için geç bir tarih aramaya sevk etmiştir.

Kitap: Schacht’ın görüşlerinin tenkidi için şu kaynağa bakınız: Muhammed Mustafa A‘zamî,

İslâm Fıkhı ve Sünnet: Oryantalist J. Schacht’a Eleştiri (İz Yayıncılık, 1996).

Schacht’ın geliştirdiği “müşterek râvî teorisi”, kendisinden sonra Gautier H. A. Juynboll

tarafından uygulanmış, hatta Juynboll müşterek râvîleri tespit etmek üzere aradığı

kriterler nedeniyle, birçok isnâd yapısını tarihlendirilemez yani sahîh olmak bir tarafa,

uydurulduğu tarih dahi bilinemez kabul etmiştir. Bu tür isnâdlardan genel itibariyle

hadis musanniflerini sorumlu tutan Juynboll, İmâm Buhârî, İmâm Müslim, İmâm

Ahmed b. Hanbel’i bu tür isnâdları uydurmakla itham etmekten çekinmemiştir. Bir

hadisin mevcut bütün isnâdlarını toplamak konusunda yeterince titiz davranmayan ve

bu nedenle birçok kez tarihlendirmeleri Harald Motzki gibi oryantalistler tarafından da

tenkit edilen Juynboll’un metodundaki önemli bir eksiklik de, hadisleri

değerlendirirken metinleri hiç dikkate almaması, hadis usûlünün en önemli özelliği olan

Oryantalistik Hadis Çalışmaları 233

farklı isnâdlarla gelen metinleri mukâbele/muâraza yoluna gitmemesidir. Bu durum,

onun isnâdların kolayca uydurulabileceği vehmine kapılmasına neden olmuştur.

Juynboll, isnâdlara şüpheci yaklaşımında Schacht’tan da ileri gitmiş, isnâdların en

azından müşterek râvîden sonraki kısmını otantik kabul eden Schacht’tan farklı olarak,

bu kısımda da çok sayıda uydurma tarîk olduğunu iddia etmiştir. Juynboll, isnâdlara

yaklaşımındaki şüpheciliğini ricâl literatürüne yaklaşımında da göstermiş, ricâl eselerini

âdeta sahte isimlerle dolu kitaplar kabul etmiştir.

İnternet: Juynboll’ün kaynak kullanımında yaptığı tahrîfât ile isnâd sisteminin temel esprisini

anlamadığını ortaya koyan dikkatsiz ve isabetsiz yaklaşımlarına dair örnekleri, Ahmet Tahir

Dayhan’ın http://istisrak.blogspot.com adresindeki “İstişrâk ile İstişhâd Edilir mi?” başlıklı

makalesinden okuyunuz.

Nitekim, Juynboll’un aksine sened ve metinleri mukayeseli biçimde analiz eden

oryantalist Harald Motzki, isnâdlar ve metinler arasındaki uyumu, isnâdda yer alan

kişilerin gerçekten o hadisi nakledenler olduğuna işaret eden bir delil kabul etmiştir.

Motzki ayrıca, isnâd-metin analizleri ile tabakât kitaplarındaki bilgilerin örtüşmesinin,

ricâl literatürünün lehine bir durum arz ettiği kanaatindedir. Ricâl literatüründe yer alan

biyografik bilgilerden istifade etmekle birlikte Motzki’nin, tarihlendirmelerinde ricâl

âlimlerinin, râvîlerin adâlet ve cerh açısından durumları hakkında yaptıkları

değerlendirmeleri esas almadığı için Müslümanlardan ayrıldığı da ifade edilmelidir. Zira

zaman zaman hadis âlimleri tarafından birinci mertebedeki ta‘dîl lafızları ile tavsîf

edilmesine rağmen, bir râvînin hadis uydurduğunu iddia ettiği durumlarla

karşılaşılabilmektedir. Benzer şekilde Motzki, Juynboll’un yanı sıra çok sert biçimde

eleştirdiği Schacht’ın teorisinin ana hatları itibariyle çürütülemez olduğunu iddia etmiş,

hicrî I. yüzyılda İslâm hukukunun ve hadislerin varlığını kabul etse de, hadislerin bu

yüzyılda oynadığı rolün Müslümanların iddia ettiği kadar büyük olmadığını öne

sürmüştür. Bu bakımdan onun, oryantalist paradigmanın içerisinde değerlendirilmesi

gerekmektedir. Zira kendi ifadesiyle, “Batılı İslâm bilimi sekülerdir ve Müslümanların

dogmalarına önem vermez”. (Motzki, 2006, s. 337).

Netice itibariyle hem oryantalistlerin hem de Müslümanların birtakım varsayım ve

önkabullerden hareket ettiği unutulmamalıdır. Bu nedenle oryantalistlerin eserleri

okunurken söz konusu durum sürekli akılda tutulmalı, onların tespit ettikleri verilerle bu

verileri yorumlayış şekilleri birbirinden ayrılmalıdır. Mevcut veriler ise klâsik İslâmî

paradigma içerisinden yorumlanarak anlamlandırılmaya çalışılmalıdır. Oryantalistlerin

çalışmalarından istifade etmek, ancak veriler ve yorumların birbirinden ayrılması

hâlinde söz konusu olacaktır. Bu bağlamda Müslüman olmadıkları dolayısıyla, İslâmî

değerlere sahip olmadıkları için oryantalistlerin İslâmî metinleri yorumlarken daha

objektif olabileceği gibi bir yanılgıya düşmemeye de özen gösterilmelidir. Zira bu

ünitede görüldüğü üzere, birtakım inançlardan hareket eden tek taraf Müslümanlar

değildir ve bu bakımdan bir şeye inanmak kadar inanmamak da değerlendirmeleri

etkilemektedir. Dolayısıyla eğer bir sübjektiviteden söz edilecekse, bu Müslümanlar

kadar oryantalistler için de geçerlidir. Ayrıca, oryantalistlerin sıklıkla İslâmî metinleri,

haberleri yanlış anladıkları veya tazammunlarını doğru kavrayamadıkları görülmektedir.

234 Hadis ve Hadis Metinleri

Söz konusu duruma, kaynakların gerektiği gibi kullanılmaması, aşırı ve yersiz

şüphecilik, bilhassa siyasî iradenin emri ve çıkarlarına uygun çalışma yapanların varlığı

gibi etkenler de eklenince, oryantalist bakış açısının isabetli olduğundan bahsetmek

oldukça zordur.

Özet

Oryantalistler ve Müslümanlar farklı öncüller, kaideler ve inanç ilkelerinden hareketle hadis

literatürünü değerlendirmekte, bu da birbirlerinden farklı sonuçlara ulaşmalarına neden

olmaktadır. Hz. Peygamber’in nübüvvetini, onun ilk nesil üzerindeki inşâî etkisini kabul etmek,

selefe ve ulemâya itimat etmek, kaynaklarla irtibatın varoluşsal olması, aksi ispat edilene kadar

hadisleri sahîh veya uydurma kabul etmek, hadisleri değerlendirirken isnâdlardan istifade etmek

ve ricâl literatürünü kullanmak gibi noktalardaki farklılıklar, iki farklı paradigmadan, dünya

görüşü ve gelenekten söz etmeyi mümkün kılmaktadır.

Oryantalistler, hadislerin aksi ispat edilene kadar uydurma kabul edilmesi gerektiği fikrinden

hareket etmekte, bu da bir hadisle karşılaştıklarında hadisin sahîh olma ihtimalini dikkate

almaksızın “bu hadis hangi nedenle ve ne zaman uydurulmuş olabilir?” sorusunu gündeme

getirmelerine neden olmaktadır. Hadislerin büyük oranda toplumsal gelişmeleri yansıttığı

kanaatindeki oryantalistlere göre, başka din ve kültürlerden alınan unsurlar zamanla

hadisleştirilmiştir. Bu nedenle oryantalistler hadis literatürünün Hz. Peygamber’le bir irtibatının

olmadığını, ancak İslâm tarihinin sonraki dönemleri hakkında bilgi verebileceğini iddia

etmektedirler.

Oryantalistler hadis literatürünü kendi paradigmaları içerisinden yorumlamakta, bu da aynı

veriler hakkında Müslümanlardan tamamen farklı değerlendirmelerde bulunmalarına neden

olmaktadır. Ayrıca genel şüpheci tavırları da onları bir hadisle ilgili muhtemel ve makul izahları

aramak yerine, doğrudan red ve tenkîde yöneltebilmektedir. Unutulmaması gereken şey,

oryantalistlerin de başka bir paradigmayı takip eden araştırmacılar olarak değerlendirmelerini

belirli bir dünya görüşünden hareketle yaptıkları ve bu cihetten yani bir dünya görüşü ve

geleneğe sahip olma, metinleri bu gelenek içerisinden yorumlama bakımından en az

Müslümanlar kadar sübjektif olduklarıdır.

Sorular

1. Aşağıdakilerden hangisi Ignaz Goldziher’in hadis literatürü ile ilgili iddialarından birisi

değildir?

A) Hadisler ilk iki yüzyıldaki dinî, tarihî ve sosyal gelişmelerin bir neticesidir

B) Hadis literatürü sanıldığı kadar çok sahîh hadis içermez

C) Sahâbe yalan hadis nakledebilir

D) Her re’y ve hevâ ifadesini hadislerde bulmuştur

E) Hadis uyduran kişileri tespit etmek için isnâdlardan istifade edilebilir

Oryantalistik Hadis Çalışmaları 235

2. Aşağıdakilerden hangisi klâsik İslâmî paradigma ile oryantalist paradigmayı birbirinden

ayırmaya imkân veren kurucu ilkelerden birisi değildir?

A) Selefe ve ulemâya umumî itimat

B) Kaynaklarla varoluşsal ilişki içinde olmak

C) İsnâdları hadis tarihlendirmelerinde kullanmak

D) Ricâl literatüründeki cerh-ta‘dîlle ilgili değerlendirmeleri esas almak

E) Sahâbenin adâletini kabul

3. Aşağıdakilerden hangisi Joseph Schacht’ın İslâm hukuku ve hadis/sünnet hakkındaki

iddialarından birisi değildir?

A) Amel ve Nebevî sünnet kavramları arasında bir irtibat yoktur

B) Nebevî sünnet kavramı başlangıçtan itibaren bağlayıcıdır

C) Fukahânın uygulamaları Kur’ân ve Sünnet’e dayanmaz

D) Hadislerin geçerli bir kaynak kabul edilmesi hicrî 100. yıldan sonra başlamıştır

E) İsnadlar hadislerin ortaya çıktığı dönemi tespit etmek için kullanılabilir

4. Aşağıdakilerden hangisi hadislerin ortaya çıktığı dönemi tespit etmek için isnâdları kullanan

oryantalistlerdendir?

A) G.H.A. Juynboll

B) Ignaz Goldziher

C) Reinhart Dozy

D) David Margoliouth

E) Henri Lammens

5. Aşağıdakilerden hangisi oryantalistlerin Hz. Peygamber’in nübüvvetini reddetmelerinin

sonuçlarından birisidir?

A) Hz. Peygamber’in Müslümanlar için en güzel örnek olduğunu kabul etmeleri

B) Sahâbenin en önemli nesil olduğunu kabul etmeleri

C) Hz. Peygamber’in şâri‘ olarak konumunu kabul etmeleri

D) Gaybdan haber veren hadisleri uydurma kabul etmeleri

E) Diğer dinlerle benzerliklerin hepsinin de vahiy kaynaklı olmasından ileri geldiğini kabul

etmeleri

Cevaplar

1. E Cevabınız yanlışsa “Oryantalistlerin Hadis Literatürü Hakkındaki Görüşleri” konusunu

yeniden okuyunuz.

2. C Cevabınız yanlışsa “Hadis Literatürüne İki Farklı Yaklaşım: Klâsik İslâmî Paradigma

Ve Oryantalist Paradigma” konusunu yeniden okuyunuz.

3. B Cevabınız yanlışsa “Oryantalistlerin Hadis Literatürü Hakkındaki Görüşleri” konusunu

yeniden okuyunuz.

236 Hadis ve Hadis Metinleri

4. A Cevabınız yanlışsa “Oryantalistlerin Hadis Literatürü Hakkındaki Görüşleri” konusunu

yeniden okuyunuz.

5. D Cevabınız yanlışsa “Hadis Literatürüne İki Farklı Yaklaşım: Klâsik İslâmî Paradigma

Ve Oryantalist Paradigma” konusunu yeniden okuyunuz.

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı

Sıra Sizde 1

Oryantalizmin bir kronolojisini verebilmek için öncelikle oryantalizmin hangi tanımının esas

alınacağı belirlenmelidir. Eğer oryantalizm, “Doğu hakkında araştırma yapan akademik bir

disiplin” ve “Doğu’yu tasvir eden, yöneten, hatta inşa eden, Doğuyla uğraşan kümülatif teori ve

pratik bütünü, bir kurumsal yapı” şeklinde tanımlanırsa oryantalizmin tarihini XVII. yüzyılla

başlatmak yerinde olacaktır. Bu dönemin ön plâna çıkan gelişmeleri 1640’da Oxford’da

ardından 1660’ta Cambridge’de ilk Arapça kürsülerinin kuruluşu; 1795 Silvester de Sacy’in

(1758-1838) ilk Arapça profesörü olduğu doğu dilleri okulunun (École des Langues Orientales)

Fransa’da açılışı; oryantalizm ve kolonyalizm ilişkisinin açıkça ortaya çıktığı 1798 Mısır seferi

ve bunun ardından söz konusu sefere götürülen araştırmacılar tarafından hazırlanan 20 ciltlik

Description de l’Égypte’in 1809–1822 yılları arasında yayımlanması; XIX. yüzyılla birlikte

sömürgecilerin de teşviki ile üniversiteler bünyesinde İslâm üzerinde uzmanlaşan

oryantalistlerin yetişmesi; 1913 yılında İslâm Ansiklopedisi’nin (Encyclopaedia of Islam) ilk

cildinin yayımlanması; 1973’te uluslararası oryantalistler kongresinde oylama ile oryantalizm

ismin terki; 1978’de Edward Said’in Orientalism’inin yayınlanması şeklinde sıralanabilir.

Sıra Sizde 2

Cerh, ta‘dîl, müfesser cerh, metrûk, mestûr kavramlarının tamamı ayrı birer madde olarak

Abdullah Aydınlı’nın Hadis Istılahları Sözlüğü’nde yer almakta, müfesser cerh hariç kalan

dördü ise aynı zamanda Talât Koçyiğit’in Hadis Istılahları’nda da müstakil birer madde olarak

kapsamlı biçimde açıklanmaktadır. Daha muhtasar olması nedeniyle Abdullah Aydınlı’nın

verdiği tanımlar esas alınırsa; cerh, “Râvîyi, adalet ve zabt sıfatlarının birini veya her ikisini tam

olarak taşımadığını söyleyerek tenkid etmek”; ta‘dîl, “Bir kimsenin/bir râvînin adâlet ve zabt

niteliklerini taşıdığını, sıka/güvenilir biri olduğunu belirtme, buna hükmetme”; el-cerhü’l-

müfesser, “Râvîyi, sebeblerini de açıklayarak, adalet ve zabt sıfatlarının birini veya her ikisini

tam olarak taşımadığını söyleyip tenkid etmek”; metrûk, “1. İttihâm bi’l-Kizb, Fısk, Kesretu’l-

Galat, Fartu’l-Gaflet gibi ağır bir kusurla tenkid edilen râvînin tek başına rivayet ettiği hadis; 2.

Kizble itham edilen râvînin, dinin zaruri kaidelerine aykırı olmayan rivayeti (Aykırı olursa

mevzû‘ adını alır); 3. Sika olduğu hiç belirtilmediği halde bir cerh sebebiyle tenkide uğramış

olan râvî”; mestûr, “1. Görünüşte âdil olan fakat durumu iç yönüyle/ayrıntılarıyla bilinmeyen

dolayısıyla kendisinden gaflet veya kizb vehmedilebilen ama bunlarla da itham edilmeyen râvî.

Bu manada mestûru’l-adâle de denir. 2. Kendisinden birden fazla râvî râvî hadis rivayet ettiği

halde cerh ve ta‘dîl yönünden durumu bilinmeyen veya hakkında yapılan cerh ve ta‘dîlden birini

tercih imkânı bulunamayan râvî; 3. Hakkında, cerh ve ta‘dîliyle ilgili herhangi bir bilgi

bulunmayan râvî” şeklinde tarif edilmektedir.

Oryantalistik Hadis Çalışmaları 237

Kaynaklar

Dayhan, Ahmet Tahir, “İstişrâk ile İstişhâd Edilir mi?: Eleştirel Bir Bakış”, Hadis Tetkikleri

Dergisi, cilt. 5, sayı. 2, 2007, ss. 7-45.

Goldziher, Ignaz, Muslim Studies, (çev. C. R. Barber, S. M. Stern), II, London, 1971.

Goldziher, Ignaz, “Hadis Kültüründe Yer Alan İncil Parçaları”, çev. Sami Şahin,

Cumhuriyet Ü. İ. F. D., 12/1, ss. 487-493.

Hallaq, Wael b., “Quest for Origins of Doctrine? Islamic Legal Studies as Colonialist

Discourse”, UCLA Journal of Islamic and Near Eastern Law, 2/1, 2002-2003, ss. 1-31.

Hatiboğlu, İbrahim, “Transmission of Western Hadith Critique to Turkey: On the Past and

Future of Academic Hadith Studies”, Hadis Tetkikleri Dergisi, cilt. 4, sayı. 2, 2006, ss.

37-53.

Horovitz, Josef, “The Antiquity and Origin of the Isnad”, (çev. Gwendolyn Goldbloom),

Hadīth (ed.Harald Motzki), Ashgate, 2004, ss. 151–158.

Hurgronje, C. Snouck, Mohammedanism; Lectures on Its Origin, Its Religious And

Political Growth, and Its Present State, New York, 1937.

Kızıl, Fatma, “Goldziher’den Schacht’a Oryantalist Literatürde Hadis ve Sünnet: Bir

Okulun Yaşayan Geleneği”, Hadis Tetkikleri Dergisi, cilt. 7, sayı. 2, 2009, ss. 45-62.

Margoliouth, D. S., Mohammed and the Rise of Islam, New York, 1905.

Margoliouth, D. S., “On Moslem Traditon”, The Moslem World, II/2, 1912, ss. 113–121.

Motzki, Harald, Batı’da Hadis Çalışmalarının Tarihi Seyri, İstanbul, 2006.

Motzki, Harald, “Dating Muslim Traditions”, Arabica, 52/2, 2005, ss. 204-253.

Schacht, Joseph, The Origins of Muhammmadan Jurisprudence, Oxford 1975.

Schacht, Joseph, “A Revaluation of Islamic Traditions”, Journal of the Royal Asiatic Society,

1949, ss. 143–54.

Wensinck, A. J., The Muslim Creed: Its Genesis and Historical Development, New York,

1931.

Wensinck, A. J., “The Importance of the Tradition for The Study of Islam”, The Muslim

World, 11/3, 1921, ss. 113-121.

Unutulmaması Gereken Hadisler

ها عن النيب صلى اهلل عليه وسلم قال : ن لي قل ي ، ولك ي قولن أحدكم خبثت ن فس ال : عن عائشة رضي الله عن .لقست ن فسي

Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle

buyurdu: “Sizden biriniz ‘nefsim pis ve murdar oldu’ demesin; fakat nefsim yaramazlaştı

desin.” (Buhârî, Edeb 100; Müslim, Elfâz 17. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 76).

238 Hadis ve Hadis Metinleri

Açıklama: Peygamber Efendimiz konuşma esnasında kötü ve çirkin kelimelerin kullanılmasını

istemezdi. Eğer bir mânayı ifade etmek için aynı anlama gelen farklı kelimeler kullanma imkânı

varsa, bunlar arasında edebe en uygun olanın kullanılmasını tavsiye ederdi. Nitekim bu hadiste

geçen “habuse” ile “lakise” aynı anlama gelen kelimelerdir. Fakat Efendimiz “habuse”

kelimesinin kullanılmasını hoş karşılamamıştır. Sahâbîlerine insanların beğenip güzel bulduğu

kelimeler kullanmalarını, çirkin görülen kelimelerden uzak durmalarını öğütlemiştir. Bu

prensip, İslâm’ı başkalarına anlatmak isteyenler için çok büyük önem taşır. Çünkü konuşma

esnasında kullanılan yersiz bir kelime, bütün olumlu düşünce ve gayretleri boşa çıkarabilir. Bir

mü’minin nefsini pis ve habislikle nitelendirmesini Peygamberimiz doğru bulmamıştır. Çünkü

gerçek anlamda kâmil bir mü’mine pislik, murdarlık, kötü ahlâk ve çirkin huyluluk yakışmaz.

Fakat nefsine yenik düşmüş ve onun esiri olmuşsa, bundan kurtulmak için elden gelen gayreti

sarfeder. Zira mü’mine hiç yakışmayan bir özellik; kötü ve çirkin olduğunu bildiği şeylerde

ısrar etmesi, iyiye ve güzele yönelmeye gayret etmemesidir. Bu sebeple müslüman kişi önce

niyetini, sonra sözünü, sohbetini ve bütün işlerini düzeltmeli, Allah’ın hoşnut olacağı bir hayatı

benimsemelidir.

ما كان الفحش يف شيء إال شانه، وما كان : سول الله صلى اهلل عليه وسلم قال ر : عن أنس رضي الله عنه قال . الياء يف شيء إال زانه

Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle

buyurdu: “Bir işte çirkinlik bulunması onu lekeler; bir işte hayâ duygusunun bulunması ise onu

süsler.” (Tirmizî, Birr 47. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 17).

Açıklama: İslâm, müslümanlara her hususta iyilik ve güzelliği ön plânda tutmalarını, çirkinliğin

her çeşidinden uzak durmalarını öğütler. Çirkinlik neye bulaşırsa onu lekeler, kirletir ve

sevimsiz hale getirir. İnsan tabiatı, kendisi bizzat yapsa bile kötülük ve çirkinliklerden nefret

eder; işte bu sebeple kötülük işleyenler o davranışları alenî değil, gizli saklı yaparlar. Hayâ

dediğimiz utanma duygusu kötü ve çirkin sayılan şeylerden uzak durmak, tavır ve

davranışlarında ölçülü olmak, herhangi bir işte haddi aşmamaktır. Hayâ duygusu bütün

hayırların temeli, her türlü kötülük ve çirkinliklerin zıddıdır. İnsan tabiatı hayâdan hoşlandığı

gibi, dinimiz de bu üstün faziletin fertler arasında ve toplumda yayılması ve yerleşmesi için her

türlü teşviki yapar ve her tedbire başvurur. Çünkü hayâ, nerede bulunursa orayı süsler ve

güzelleştirir.

ل عن أيب خراش حدرد بن أيب حدرد األس ع النيب ي م لمي ، وي قال الس صلى اهلل الصحايب رضي الله عنه أنه مس .مه فك د اه سنة ف هو كس خ أ ر من هج : عليه وسلم يقول

Sahâbî Ebû Hırâş Hadred İbni Ebû Hadred el-Eslemî (es-Sülemî de denir), radıyallahu anh,

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittiğini söylemiştir: “Kim, din

kardeşini bir yıl terkedip küs durursa, onun kanını dökmüş gibi günaha girer.” (Ebû Dâvûd,

Edeb 47).

Açıklama: Bu hadiste, “bir yıl” kadar bir süre müslüman kardeşiyle küs duran insanın, o

müslümanın kanını dökmüş gibi büyük bir cezayı hakettiğini bildirmektedir. İnsanın kanını

Oryantalistik Hadis Çalışmaları 239

akıtmak onu öldürmek demektir. Adam öldürmek ise, şirkten sonra en büyük günahtır, cezayı

gerektirir. Buradaki benzetmeden dolayı, bir yıldan fazla küs duran kimsenin kısas edileceği

anlamı çıkarılamaz. Bu, küs durmaktan men etme konusunda gösterilen hassasiyet ve ciddiyeti

gösterir. Benzetmelerde, bazı yönlerden eşitlik yeterli olmaktadır. Her yönden birbirine denk

olması aranmaz, Bu sebeple hadisimizdeki bir yıl süreyle küs durmanın bir müslümanın kanını

akıtmaya benzetilmiş olması cezayı haketmek bakımından olup çarptırılacakları cezada denklik

açısından değildir.

: وقال ، الثالث أصابعه لعق عاما أكل ذاإ وسلم عليه اهلل صلى الله رسول كان: قال عنه الله رضي أنس عني ل عهايد ال و يأكلها،ل و ى،ذ أل ا ها ن ع مط ي ل و ف ليأخذها، أحدكم لقمة سقطت إذا ت ل نس أن وأمرنا . طان لش

.ة ك لب ر ا م امك ع أي يف درون ت ال م إنك : وقال ة ع القص Enes radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yemek yediği zaman üç

parmağını da yalar ve şöyle buyururdu: “Herhangi birinizin lokması yere düştüğü zaman onu

alsın; üzerine yapışan şeyleri temizledikten sonra da yesin; onu şeytana bırakmasın.” Resûl-i

Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bize tabağın sıyrılmasını emrederek: “Çünkü yemeğin

neresinde bereket olduğunu bilemezsiniz” derdi. (Müslim, Eşribe 136. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd,

Et’ime 49; Tirmizî, Et’ime 11).

Açıklama: Bu hadiste yere düşen lokmanın şeytana bırakılmaması, yani israf edilip atılmaması

tavsiye edilmekte, yemeğin bereketinin belki de o lokmada bulunabileceği hatırlatılmaktadır.

Yere düşen bir lokma temizlendikten sonra ya yenmeli veya kedi, köpek gibi hayvanlara

yedirilmeli; fakat atılmak suretiyle israf edilmemelidir. Kur’ân-ı Kerîm’de bereket kelimesinin

“rahmet” ve “selâm” kelimeleriyle birlikte kullanıldığı [Hûd sûresi (11), 48, 73], ünlü dil bilgini

Ferrâ’nın dediği gibi bereketin “saâdet” olduğu, hatta mübarek sözünün de aynı anlama geldiği

düşünülürse, bereketi önemseyen ve ne pahasına olursa olsun Cenâb-ı Mevlâ’nın bu lütfunu

kaybetmek istemeyen kimselerin, yere düşen bir lokmayı alıp yemekte, parmakları yalamakta

veya emmekte, yemek kabını sıyırmakta bir sakınca görmeyeceği muhakkaktır. Zira mü’min,

ilâhî hayır, ihsan, nimet, feyiz ve bolluk demek olan bereketin peşinden ayrılamaz. O her zaman

mütevâzi ve kibirden uzaktır.