Orwell Aslında Nasıl Anlatmıştı? Bir Roman, İki Paragraf, Yedi Çeviri ve Birkaç Not: 1984

6
58 | KURGAN EDEBİYAT [1a] Soğuk, pırıl pırıl bir nisan günü idi. Saatler on üçü çalıyordu.Olmadı. [2a] Nisanın soğuk ve güneşli bir günüydü, saatler on üçü çalıyordu.Hayır, bu da olmadı. [3a] Soğuk bir Nisan günü idi. Saatler onüçü çalmaktaydı.Of, olmuyor. Nasıl bir gündü, soğuk ke- limesinin yanında bir şey daha vardı, onu unuttum. Hem on üçü neden bitişik yazdım ki şimdi. Paradan mı bahsediyoruz, hesap işi mi var? Ooof, of. [4a] Ni- san ayının açık, ama soğuk bir günüydü, saatler on üçü çalıyordu.[5a] Nisan ayında kuru soğuk bir gündü, sa- atler de on üçü çalıyordu. Bunlar da olmadı, olmuyor işte… Saatler ve çalmak… Sanki biraz kulak tırma- lıyor. Niye çalsın ki saatler? Kurulmuş saatler çalar, alarm niyetine. Birisi saati kurmadıysa, çalmaz saat- ler… [6a]Nisan ayının soğuk, ama açık bir günüydü, saatler on üçü gösteriyordu.İçime sinmiyor bir türlü… Göstermek mi daha iyi, çalmak mı? Saatler gösterir mi çalar mı? Aklım karıştı! [xxx] Nisan ayında par- lak soğuk bir gündü, ve saatler onüç dikkat çekiciydi. Olmuyor, olmuyor, olmuyooor… İyice saçmaladım sanki bir an… 1 [7a] Pırıl pırıl, soğuk bir nisan gü- nüydü; saatler on üçü vuruyordu.Yok yok, ben bu işi beceremeyeceğim. Olmuyor, yapamıyorum. Vurun gitsin, saatleri de beni de… Bu cümlelerin tamamı, aslında şu cümlenin Türkçeye sekiz farklı yazar tarafından çevirisi: It was a bright cold day in April, and the clocks were striking thirteen. akvimler 25 Haziran 1903’ü gösterdiğinde Hindistan’ın Bihar şehrinde dünyaya gelen Eric Arthur Blair, nâm-ı diğer George Orwell, 47 yıllık sıkıntılı ömrüne İki Dünya Savaşı’nın yanı sıra, Hayvan Çiftliği (1945) ve 1984 (1949) gibi iki de başyapıt sığdırdıktan sonra 1950 yılının 21 Ocak’ında Londra’da tüberküloz hastalığına yenik düşerek hayata veda eder. 1933’te Paris ve Londra’da Beş Parasız ile başladığı yazarlık yolculuğu da böylece sona ermiş olur. Orwell’dan alıntılanan yukarıdaki koyu italik cümle, 1984 isimli romanının giriş cümlesidir. Bu romanın bu yazıda ele alınma sebebi ise, romanın Türkçedeki son çevirisinde yer alan, çevirmenin notudur: Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü onca yıl sonra neden yeniden çevirdiğime gelince... Kimi çeviriler zamanla eskiyor. Pek çok çeviri zamana dayanamıyor, geçerliliğini yitiriyor. Sözünü ettiğim eskime, ille de çeviride kullanılan dilin eskimiş olmasından kaynaklanmıyor. Bazen dili eskimiş bir çevirinin dilini yerleştirdiğimiz zaman da pek o kadar yenilenmediğini görebildiğimiz gibi, dili eskimiş gibi görünen nitelikli bir çevirinin olanca canlılığını, okunabilirliğini koruduğunu da görebiliyoruz. Kanımca, asıl önemlisi, çevirmenin bir kitabı çevirirken ortaya koyduğu çeviri duyarlılığının ORWELL ASLINDA NASIL ANLATMIŞTI? HÜSEYİN YILDIZ İNCELEME T BİR ROMAN, İKİ PARAGRAF YEDİ ÇEVİRİ VE BİRKAÇ NOT 1984

Transcript of Orwell Aslında Nasıl Anlatmıştı? Bir Roman, İki Paragraf, Yedi Çeviri ve Birkaç Not: 1984

58 | K U R G A N E D E B İ Y A T

[1a] Soğuk, pırıl pırıl bir nisan günü idi. Saatler on üçü çalıyordu.Olmadı. [2a] Nisanın soğuk ve güneşli bir günüydü, saatler on üçü çalıyordu.Hayır, bu da olmadı. [3a] Soğuk bir Nisan günü idi. Saatler onüçü çalmaktaydı.Of, olmuyor. Nasıl bir gündü, soğuk ke-limesinin yanında bir şey daha vardı, onu unuttum. Hem on üçü neden bitişik yazdım ki şimdi. Paradan mı bahsediyoruz, hesap işi mi var? Ooof, of. [4a] Ni-san ayının açık, ama soğuk bir günüydü, saatler on üçü çalıyordu.[5a] Nisan ayında kuru soğuk bir gündü, sa-atler de on üçü çalıyordu. Bunlar da olmadı, olmuyor işte… Saatler ve çalmak… Sanki biraz kulak tırma-lıyor. Niye çalsın ki saatler? Kurulmuş saatler çalar, alarm niyetine. Birisi saati kurmadıysa, çalmaz saat-ler… [6a]Nisan ayının soğuk, ama açık bir günüydü, saatler on üçü gösteriyordu.İçime sinmiyor bir türlü… Göstermek mi daha iyi, çalmak mı? Saatler gösterir mi çalar mı? Aklım karıştı! [xxx] Nisan ayında par-lak soğuk bir gündü, ve saatler onüç dikkat çekiciydi. Olmuyor, olmuyor, olmuyooor… İyice saçmaladım sanki bir an…1 [7a] Pırıl pırıl, soğuk bir nisan gü-nüydü; saatler on üçü vuruyordu.Yok yok, ben bu işi beceremeyeceğim. Olmuyor, yapamıyorum. Vurun gitsin, saatleri de beni de…

Bu cümlelerin tamamı, aslında şu cümlenin Türkçeye sekiz farklı yazar tarafından çevirisi:

It was a bright cold day in April, and the clocks were striking thirteen.

akvimler 25 Haziran 1903’ü gösterdiğinde Hindistan’ın Bihar şehrinde dünyaya gelen Eric Arthur Blair, nâm-ı diğer George Orwell, 47 yıllık sıkıntılı ömrüne İki Dünya Savaşı’nın yanı sıra, Hayvan Çiftliği (1945) ve 1984 (1949) gibi iki de

başyapıt sığdırdıktan sonra 1950 yılının 21 Ocak’ında Londra’da tüberküloz hastalığına yenik düşerek hayata veda eder. 1933’te Paris ve Londra’da Beş Parasız ile başladığı yazarlık yolculuğu da böylece sona ermiş olur.

Orwell’dan alıntılanan yukarıdaki koyu italik cümle, 1984 isimli romanının giriş cümlesidir. Bu romanın bu yazıda ele alınma sebebi ise, romanın Türkçedeki son çevirisinde yer alan, çevirmenin notudur:

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü onca yıl sonra neden yeniden çevirdiğime gelince... Kimi çeviriler zamanla eskiyor. Pek çok çeviri zamana dayanamıyor, geçerliliğini yitiriyor. Sözünü ettiğim eskime, ille de çeviride kullanılan dilin eskimiş olmasından kaynaklanmıyor. Bazen dili eskimiş bir çevirinin dilini yerleştirdiğimiz zaman da pek o kadar yenilenmediğini görebildiğimiz gibi, dili eskimiş gibi görünen nitelikli bir çevirinin olanca canlılığını, okunabilirliğini koruduğunu da görebiliyoruz. Kanımca, asıl önemlisi, çevirmenin bir kitabı çevirirken ortaya koyduğu çeviri duyarlılığının

ORWELL ASLINDA NASIL ANLATMIŞTI?

H Ü S E Y İ N Y I L D I Z

İNCELE

ME

T

BİR ROMAN, İKİ PARAGRAF YEDİ ÇEVİRİ VE BİRKAÇ NOT1984

K U R G A N E D E B İ Y A T | 59

eskimesi; bir de, zamanla, o kitaba ya da yazara ilişkin kavrayışımızın değişmesi, derinleşmesi.

Aradan geçen zaman, birçok çevirinin eksik-lerini, yanlışlarını, yetersizliğini ortaya çıkarıyor. O yüzden, on yıl kadar önce çevirmiş olduğum Hayvan Çiftliği’nin ardından Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü de çevirmeye karar verdim. Ama bu kararımda, Orwell’ın bu iki başyapıtının tek bir çevirmenin elinden çıkmasının sağlayacağı tutarlılığın da payı olduğunu söylemeliyim.

Bu notun sahibi ve eserin Türkçedeki son çevirmeni Celâl Üster, amacını böyle açıklıyor. Merak bu ya! Ben de merak ettim, kısa bir araştırma yaptım.

Malum olduğu üzere Orwell, eserini 1949’da yazıyor. Eserin şöhret kazanmasının ardından da tüm dillere çevirisi yayımlanmaya başlıyor. Türkçeye ilk çevirisi 1958’de yapılan eser - benim tespit edebildiğim kadarıyla - yedi farklı kişi tarafından çeşitli yıllarda çevriliyor2. Öyleyse eskiyen, yetersiz ve geçerliliğini yitiren çevirilerde yanlış olan neydi de bu son çeviri bu eksiği gidermiş oldu? Bu soruya cevap bulmak amacıyla öncelikle Türkçedeki tüm çevirileri görmek istedim ve eserin sekiz çevirisini buldum. Bunlar farklı kişilerce yapılmış, farklı yayınevlerinde basılmış çevirilerdi. Eserin orijinal dilindeki baskısına da ulaştım3 ve mukayese yapmak amacıyla eserin ilk iki paragrafını karşılaştırmalı olarak ele aldım. İşte okumakta olduğunuz bu yazıda, bu iki paragrafın tenkitli mukayesesi yapılmaya ve çeviri metinlerde dikkat edilmesi gereken hususlara dair bazı ipuçları verilmeye çalışılacaktır4.

Üster, metin öncesi açıklamalarında bir not daha düşmektedir. Secker & Warburg’un 1951 basımındaki bir baskı hatası vardır. Eserin sonlarında geçen 2 x 2 = 5 formülündeki 5 rakamı baskı kalıbından düşmüş ve bu hata birçok İngilizce basımda yenilenmiştir. Ayrıca bu hata Can Yayınlarından çıkan Nuran Akgören çevirisinde de bulunmakta ve 26 baskı boyunca tekrar edilmektedir. Celâl Üster işte, bu yanlışı da düzeltmektedir. Fakat bu hata, Türkçedeki tüm çevirilerde görülmez. Mesela V. Turhan - S. Tonguç’ta (s. 244), Haldun Derin’de (s. 305) ve Ege Acar’da (s. 356) bu hata yoktur, ancak Armağan İlkin’de vardır.

* * *

Winston Smith, his chin nuzzled into his breast in an effort to escape the vile wind, slipped quickly through the glass doors of

Victory Mansions, though not quickly enough to prevent a swirl of gritty dust from

entering along with him.

[1b] Kötü rüzgârdan sakınayım diye çenesi göğsüne gömülen Winston Smith, Zafer Konakları’nın camlı kapılarından içeri hızla daldı; ama, döne döne gelen toz yığınının birlikte girmesini önleyemedi.[2b] Dışarıdaki berbat rüzgârdan kaçmak için başını göğsüne gömmüş olan Winston Smith, Zafer Palas’ın cam kapısından içeri çabucak giriverdiyse de, iri kum tanelerini de beraberinde taşıyan bir toz bulutunun da içeri girmesini önleyecek kadar hızlı değildi içeri girişi.[3b] Winston Smith, rüzgârdan korunmak için başını önüne eğmiş, Zafer Apartmanı’nın camlı kapılarından hızla içeri daldı.

Geo

rge

Orw

ell

60 | K U R G A N E D E B İ Y A T

Ama yine de bir miktar toz yığınının kendisiyle birlikte içeri girmesini önleyemedi.[4b] Soğuk rüzgardan korunmak için başını iyice öne eğen Winston Smith Zafer Palas’ın camlı kapılarından hızla geçtiyse de kum zerreleriyle karışık bir toz bulutunun kapıdan içeri girmesini önleyecek kadar hızlı davranamadı.[5b] Şiddetle esen rüzgardan korunmak çabasıyla çenesini göğsüne dayayan Winston Smith, Zafer Palas’ın camlı kapısından içeri çabukça kayıverdi, ama yine de peşi sıra bir toz ve kum girdabının girmesine engel olamadı. [6b] Yıldırıcı esen rüzgârdan korunabilmek için çenesini göğsüne gömmüş olan Winston Smith, hızla Zafer Konağının camlı kapısından içeri süzüldü; ama bir toz bulutunun da kendisiyle birlikte içeri dalmasına engel olabilecek kadar çabuk davranamadı. [7b] Dondurucu rüzgârdan korunmak için çenesini göğsüne gömmüş olan Winston Smith, bir toz burgacının da kendisiyle birlikte içeri dalmasını önleyecek kadar hızlı olmasa da, Zafer Konutları’nın cam kapılarından çabucak içeri süzüldü.

Sizin de dikkatinizi çekti mi bilmiyorum!.. Benim gözüme takılan ilk husus rüzgâr oldu. Daha doğrusu rüzgârın sıfatı… 1 numaralı çeviriden5 itibaren –rüzgâra herhangi bir sıfat atfedilmeyen 3 numaralı metin hariç– ilgili sıfatlar kötü // berbat // soğuk // şiddetle esen // yıldırıcı esen // dondurucu şeklinde sıralanmıştır. Peki rüzgâr, Türkçede gerçekte bu sıfatlarla anılır mı ya da Orwell aslında rüzgârı nasıl nitelemişti? Orwell, metinde vilekelimesini kullanmış. Kelime, kayıtlarda ilk olarak 13. yüzyılda görülmeye başlıyor. Latince vilis kelimesinin önce Eski Fransızcaya, oradan da İngilizceye geçmesiyle bugünkü biçimine kavuşmuş (etym.). Redhouse’da kelime için “iğrenç, berbat, pis; aşağılık, alçak, rezil; (konuşma dili) kötü, berbat” anlamları teklif edildikten sonra vileweat her şeklinde bir kullanım örneği de gösterilmiş: “berbat hava”. Bu örnek, bizim için bir ipucu olabilir. Hava–rüzgâr ilişkisi dikkate alınırsa, rüzgârın berbat ya da kötü şeklinde Türkçeye çevrilmesi sanki metnin aslına daha uygun görünüyor. Öyleyse soğuk, şiddetle esen, yıldırıcı esen, dondurucu gibi kullanımlar bir yorum oluyor. Çevirilerde metne birebir bağlılık elbette şart değildir. Ama tamamen de uzaklaşmamaya da dikkat etmek çevirenin müellife bir borcu olsa gerektir.

İkinci cümlenin çevirilerinde dikkatimi çeken bir ifade daha var: a swirl of grittydust. Bu ifade çevirilerde kendisine döne döne gelen toz yığını// iri kum tanelerini de beraberinde taşıyan bir toz bulutu // bir miktar toz yığını//kum zerreleriyle karışık bir toz bulutu //bir toz ve kum girdabı//bir toz bulutu// bir toz burgacı şeklinde karşılıklar bulmuş. Türkçe sözlüklerde bir coğrafya terimi olarak geçen burgaç kelimesinin kullanımıyla

ilgili tasarrufu okuyuculara bıraktıktan sonra orijinal ifadeye tekrar dönelim: a swirl of grittydust. Bu tamlamanın ilk unsuru olan swirlkelimesi için Redhouse’da “dönme; girdap vb.” karşılıklar verilmiş. İkinci kelime olan grit “kum tanesi; kum tanesi gibi taş parçacığı”, son kelime dustise “toz; toprak” karşılıklarıyla gösterilmiş. Bundan hareketle çeviride bu üç ifadenin de bulunması gerekir. Ancak görüldüğü üzere, bazı çevirilerde bunların biri eksiktir. Bir başka ifadeyle, a swirl of grittydust yapısının girdap, kum tanesi ve toz kelimelerini içeren bir ifadeyle aktarılması gerekir. Toz bulutu ifadesi, Türkçede toz burgacı tamlamasına göre daha sık kullanılan bir ifade olmakla beraber, metinde asıl anlatılmak isteneni tam karşılayamamaktadır. Sanki, çevirmenlerin bu konuda biraz daha düşünmeleri gerekiyor.

The hallway smelt of boiled cabbage and old rag mats. At one end of it a coloured poster, too large for indoor display, had

been tacked to the wall. It depicted simply an enormous face, more than a metre wide: the face of a man of about forty-five, with

a heavy black moustache and ruggedly handsome features.

[1c] Dehlizde lahana haşlaması kokusu ile paçavradan yapılma paspas kokusu vardı. Dehlizin ucunda raptiye ile duvara asılı duran renkli yafta ev içinde teşhir edilemeyecek kadar büyüktü. Yaftada gözüken, genişliği bir metreyi aşkın çok iri bir yüzden ibaretti. Bıyıkları kapkara, sert çizgileri yakışıklı, kırkbeşlik bir adam yüzü.[2c] Koridorda, haşlanmış lahana kokusu ve eski bez parçalarından yapılmış paspasların kokusu birbirine karışmıştı. Koridorun sonundaki duvara, kapalı bir mekân için fazla gösterişli, renkli bir afiş asılmıştı. Eni bir metreden fazla olan afişte sadece kocaman bir yüz görülüyordu: Kırk beş yaşlarında bir adamın, gür kara bıyıklı ve keskin hatları olan yakışıklı yüzü.[3c] Koridor, lâhana kokuları içindeydi. Dipte, duvarda, renkli büyük bir yafta asılıydı: Koskoca bir surat: belki bir metre genişliğinde..Kırkbeş yaşlarında bir adamın yüzüydü bu. Siyah bıyıklı, yakışıklı fakat haşin ifadeli..[4c] Antreye, kaynamış lahanayla eski bezlerden yapılmış paspasların kokusu yayılmıştı. Bir uçta da renkli bir poster görülüyordu; aslında çatı altında sergilenemeyecek kadar büyük olan poster duvara çakılıydı. Eni bir metreyi aşan dev boyutlu bir yüzden başka hiç bir şey yoktu resimde; kırk beş yaşlarındaki bir adamın yüzü, kalın siyah bir bıyık, kaba, ancak yakışıklı denebilecek bir yüz.[5c] Hol, suda pişmiş lâhana ile çürük çarık paspas kokuyordu. Bir köşesine, bina içerisine konmayacak kadar büyük bir duvar afişi

K U R G A N E D E B İ Y A T | 61

asılmıştı. Sadece görkemli bir yüz, bir metreden daha geniş: Kocaman kara bıyıklı, kaba saba, fakat yine de güzel hatlı kırk beşlik bir adamın yüzü.[6c] Hol, kaynamış lahana ve eski paçavra kilim kokuyordu. Ev için oldukça büyük, renkli bir poster, dipteki duvara asılmıştı. Posterde, özenilmeden yapılmış, bir metreden daha geniş, koskocaman bir yüz resmi vardı: Kırk beş yaşlarında, siyah gür bıyıklı, sert çizgileriyle bir erkek yüzü.[7c] Binanın girişi, kaynatılmış lahana ve eskimiş keçe kokuyordu. Hemen karşıki duvara, içerisi için epeyce büyük sayılabilecek, renkli bir poster asılmıştı. Posterde, bir metreden geniş, kocaman bir yüz görülüyordu: kırk beş yaşlarında, kalın siyah bıyıklı, sert bakışlı, yakışıklı bir adamın yüzü.

İkinci paragrafın başlangıç kelimesi hallway, Türkçede “koridor, hol” kelimeleriyle karşılanmaktadır. Amerikan İngilizcesinde 1877’den beri görülen (etym.) bu kelime; çevirilerde “koridor” ve “hol” karşılıkları dışında dehliz, antre, binanın girişi gibi ifadelerle de çevrilebilmektedir. Dehliz kelimesi Türkçede “üstü kapalı, dar ve uzun geçit” (TS, 612), antreise “giriş” (TS, 135) anlamına gelmektedir. Bağlamdan anlaşıldığı üzere, cümlenin öznesi apartman benzeri, çok katlı bir binaya girmektedir. O hâlde, hallway’ekarşılık olarak dehliz, koridor ve hol demektense, binanın girişi ya da belki antreifadesini kullanmak daha doğru olabilirdi.

İkinci paragrafın yine ilk cümlesinde bulunan bir diğer ifade ise Orwell tarafından smelt of boiled cabbage and old rag mats şeklinde kurulmuş ve çevirmenlerce Türkçeyelahana haşlaması kokusu ile paçavradan yapılma paspas kokusu // haşlanmış lahana kokusu ve eski bez parçalarından yapılmış paspasların kokusu // lâhana kokuları // kaynamış lahanayla eski bezlerden yapılmış paspasların kokusu // suda pişmiş lâhana ile çürük çarık paspas (kokuyordu) // kaynamış lahana ve eski paçavra kilim (kokuyordu) // kaynatılmış lahana ve eskimiş keçe

(kokuyordu) şekillerinde çevrilmiş olan kısımdır. Görüldüğü üzere burada iki ifade vardır: boiled cabbage ve old rag mats. Bunlardan ilkini oluşturan boiled kelimesi boil “kaynamak, haşlanmak vb.” kelimesinden türemiş bir sıfattır. Cabbage ise “lahana” demektir. Dolayısıyla çevirilerin ilk kısmında ciddi bir farklılık göze çarpmaz. İkinci kısma gelindiğinde aynı şeyden söz etmek kolay değildir. Old “eski”, rag “paçavra, çaput, eski bez parçası” demektir; ancak bazı çevirilerde bağlamda ve metnin orijinalinde bulunan eskilik hususu atlanmıştır. Mat ise “hasır; paspas; keçe vb.” anlamlarında kullanılır. Bundan hareketle bazı çevirilerde görülen kilim gibi kullanımların orijinal metne sadık olmadığı söylenebilir.

Winston made for the stairs. It was no use trying the lift. Even at the best of times it was seldom working, and at present the electric current was cut off during daylight hours. It was part of the economy drive in preparation for Hate Week. The flat was seven flights up, and Winston, who was

thirty-nine and had a varicose ulcer above his right ankle, went slowly, resting several

times on the way.

[1d] Winston, merdivenlerin yolunu tuttu. Asansörü denemeye lüzum yoktu. Eşref saatinde dahi işlediği pek seyrekti. Şu sırada ise, gün ışığı olan saatlerde elektrik cereyanı kesikti. Nefret Haftası’na hazırlık olmak üzere yapılan tasarruf hamlesi cümlesindendi bu. Apartman dairesine yedi kat merdivenle varılıyordu. Winston, yolda dura dinlene, ağır ağır çıktı. Otuz dokuz yaşında idi. Sağ aşık kemiğinin yukarısında varis yarası vardı. [2d] Winston merdivenlere yöneldi. Asansörü denemenin yararı yoktu. Normalde bile pek çalışmazdı, kaldı ki şimdi gün ışığı olduğu saatlerde elektrik verilmiyordu. Bu kesinti, Nefret Haftası’na yapılan hazırlık nedeniyle uygulanan tasarruf kampanyasının bir bölümüydü. Dairesi yedinci kattaydı ve otuz dokuz yaşında, üstelik sağ ayak bileğinin üst kısmında varis ülseri olan Winston, basamakları yavaş yavaş, yolunun üzerinde birkaç kez dinlenerek çıktı.[3d] Winston merdivenlere doğru yürüdü. Asansörlerden fayda yoktu. Hele şimdi, çoğu zaman gündüz saatlerinde kesiyorlardı elektriği; Nefret Haftası için tasarruf yapmak gerekliydi. Otuz dokuz yaşında olan ve sağ bacağında varis bulunan Winston, merdivenleri ağır ağır, dinlene dinlene çıkmaya başladı. Dairesi yedinci katta idi.[4d] Winston merdivene yöneldi. Asansörü denemeye bile gerek yoktu. Asansörün çalıştığı çok ender görülüyordu. Kaldı ki şimdi gün batıncaya kadar elektrik kısıntısı uygulanıyordu.

62 | K U R G A N E D E B İ Y A T

Nefret Haftasına kadar sürecek olan tasarruf kampanyasının bir bölümüydü elektrik kısıntısı. Winston’un dairesi yedinci kattaydı. Otuz dokuz yaşında, bir de sağ ayak bileğinin üstünde varis ülseri olan adam basamakları ağır ağır, birkaç kez dinlenerek tırmandı.[5d] Winston merdivene doğru yürüdü. Asansörü denemeğe dahi gerek yoktu. En iyi devirlerde bile nadiren işlerdi. Şimdi ise, Nefret Haftası’na hazırlıkla ilgili kısıtlama dolayisiyle elektrikler gün ışığı boyunca kesiliyordu. Winston’un dairesi yedinci katta idi. Otuz dokuz yaşında olduğu ve sağ ayağının bileğinde varis yarası bulunduğu için merdivenleri yavaş yavaş, arada bir durup dinlenerek çıkmağa başladı.[6d] Winston merdivenlere yöneldi. Asansöre binmeyi denemenin bir yararı yoktu. En iyi zamanlarda bile çalıştığı seyrekti; üstelik son günlerde elektrik kısıntısı vardı. Nefret haftasına hazırlık nedeniyle ekonomik önlemlerin bir parçasıydı bu. Daire yedinci kattaydı. Otuz dokuz yaşında olan ve sağ ayak bileğinin üstünde bir varis ülseri taşıyan Winston, yolda birkaç kez dinlenerek, ağır ağır çıktı merdivenleri.[7d] Winston merdivene yöneldi. Asansörü denemeye gerek yoktu. En iyi dönemlerde bile pek ender çalışırdı; kaldı ki, son günlerde gündüz saatlerinde elektrik kesintisi uygulanıyordu. Nefret Haftası’nın hazırlıkları kapsamında alınan tutumluluk önlemlerinin bir parçasıydı bu. Daire yedinci kattaydı; otuz dokuz yaşında olan ve sağ ayak bileğinin üzerinde iri bir çıban bulunan Winston, merdiveni ikide bir durup dinlenerek ağır ağır çıkıyordu.

Bu defa, paragrafın bu bölümünün üçüncü cümlesine dikkat çekmek istiyorum. Cümlenin öncesindeki durum, Winston’un asansöre yönelmesi ve asansörün

çalışmamasıdır. Yani üçüncü cümlenin öznesi asansördür. İlk çeviride geçen eşref saati, insanlara özgü bir deyimdir ve genelde “aksi davranmama, uysal karşılama” durumunu ifade eder. Bu deyimin asansör için kullanılması pek isabetli olmasa gerektir, kaldı ki orijinal metinde even at thebest of times ibaresi kullanılmıştır ve Türkçeye “en iyi zamanlarda bile” şeklinde çevrilebilir. Ayrıca bir sonraki çeviri ifade olan elektrik kısıntısı ile elektrik kesintisi arasında da bir nüans olsa gerektir. Kısıntıda az olsa bir devamlılık bulunmaktayken, kesintide bir devamlılıktan söz edilemez. Devam edelim… Asansör çalışmadığı için merdivenleri kullanan Winston, sağ bacağındaki bir rahatsızlıktan dolayı merdivenleri ağır ağır, dinlene dinlene çıkmaktadır. Bu durumun da çevirisinde farklılıklar vardır. Bir defa, orijinal metinde restingseveraltimes on theway ibaresi Türkçeye her ne kadar “yolda birkaç kez dinlenerek” şeklinde çevrilebilirse de, merdiven çıkma durumu için yol kelimesinin kullanılmasının ne kadar doğru olacağı da tartışmaya açıktır. Merdivenleri dinlene dinlene, ağır ağır çıkıyordu ifadesinin Türkçede daha anlaşılır olacağı kanaatindeyim. Son olarak varicoseulcer ifadesine bakalım. Çoğu çeviride varis yarası, varis ülseri şekillerinde aktarılan ifade, bir yerde iri bir çıban şeklinde tercüme edilmiştir. Eğer Orwell’in kastettiği böyle bir çıban ise, bu ifade korunabilir; ancak bir dipnotla da “iri bir çıban” notu düşülebilirdi.

On each landing, opposite the lift-shaft, the poster with the enormous face gazed

from the wall. It was one of those pictures which are so contrived that the eyes follow you about when you move. BIG BROT-HER IS WATCHING YOU, the caption

beneath it ran.

[1e] Asansör boşluğunun karşısına rastlayan sahanlıkta, iri suratlı yafta duvardan dik dik ba-kıyordu. Resim öyle tertiplenmişti ki, kımıldadınız mı, gözler peşinizi bırakmıyordu. Altındaki yazıda “KOCA AĞABEY SİZİ GÖZETLİYOR” denili-yordu.[2e] Yüzün kocaman afişi her katın merdi-ven sahanlığında, asansör boşluğunun karşısındaki duvardan gözlerini dikmiş bakıyordu. Resimler; üzerindeki gözler, hangi yöne giderseniz gidin sizi takip edecek şekilde özel olarak tasarlanmış kop-yalardandı. BÜYÜK BİRADER SENİ İZLİYOR yazıyordu altındaki yazıda.[3e] Her sahanlıkta, asansör aralığının karşısındaki duvarlarda yine o koskoca yafta bulunuyordu. Öylesine bir yüzdü ki bu, gözleri her zaman karşısındakine izleniyormuş hissini veriyordu. Resmin altında ise AĞABEY SENİ GÖZETLİYOR yazılıydı.[4e] Dev boyutlu

K U R G A N E D E B İ Y A T | 63

yüzü gösteren poster her merdiven sahanlığında, asansör boşluğunun tam karşısında önüne çıkıyor-du. Fotoğraf da, hangi yöne giderse gitsin, insanı bakışlarıyla izleyen resimlerdendi. Altındaki yazı, Ağbi’nin Gözü Sende diyordu.[5e] Her sahanlıkta, tam asansör kapısının karşısında, aynı görkemli yüz afişi duvardan insana bakıyordu. Öyle bir fotoğ-raftı ki bu, gözleri, insanı, yürüdükçe arkasından izliyordu. Afişin altında AĞABEY SENİ GÖ-ZETLİYOR sözü yazılmıştı.[6e] Her katta asan-sörün karşısında asılı olan poster, kocaman yüzüyle ona bakıyordu. Gözleriyle insanın hareketlerini izliyormuş gibi yapılmış resimlerdi bunlar. Resmin altındaki başlıkta: BÜYÜK BİRADERİN GÖZÜ SENDE, yazılıydı. [7e] Her katta, asansörün tam karşısına asılmış olan posterdeki kocaman yüz du-vardan ona bakıyordu. Resim öyle yapılmıştı ki, gözler her davranışınızı izliyordu sanki. Posterin al-tında, BÜYÜK BİRADER’İN GÖZÜ ÜSTÜN-DE yazıyordu.

Hem orijinal metinde hem de çevirilerde çoğunlukla büyük harflerle yazılan slogan ifadenin çevirisinde de farklılıklar bulunmaktadır. Gözetlemek fiili izlemek fiiline nazaran biraz daha art niyet barındırır gibi durmaktadır. Zaten bu durum, sözlüklerde de belirtilmektedir: “birine veya bir şeye gizlice bakmak, dikizlemek; birinin yaptıklarını belli etmeden izlemek” (TS, 985). Gözü sende deyimi ile gözü üstünde deyimi de orijinal ifadeyi tam karşılamasa gerektir. Nitekim,iki kişi arasında meydana gelen “birinin gözünün birinde olma” durumu, genelde–olumlu ya da olumsuz–gönül işlerine yorumlanırken; “birinin gözünün birinin üstünde olma” durumu da bahsi geçen kişiyi kontrollü olmaya sevk etmeyi kastedebilmektedir. Bu ifadeyi, orijinali de düşünerek, izlemek fiiliyle çevirmek, kanaatimizce, daha doğru bir bakış açısının ürünü olabilirdi.

Burada elbette tüm romanın çevirilerini mukayese edecek değilim. Ancak daha geniş kapsamlı bir çalışmayla elbette bu yapılabilir ve böylece çeviri bilim çalışmalarına da ciddi bir katkıda bulunulmuş olur. Nitekim Orwell’in 1984 romanı, yedi çevirisiyle, bu çalışma için yeterli malzemeyi veriyor görünmektedir.

Sonuç olarak denebilir ki bazen yeni bir çeviri, metni daha doğru anlamamıza yardımcı olurken o yeni çevirilerdeki bazı ifadelerin bu yardım konusunda pek gayretli olmadığı da görülebilmektedir. Öyleyse, bu tür metin çevirilerinde, daha önce yapılmışsa eğer, diğer çevirilere bakmak çevirmene yardımcı olacaktır. Aksi hâlde, çevirmenin bazen doğru ifadeyi bulmakta zorlandığı olur. Bu durumda da,

okuyucunun anlamakta güçlük çekeceği ifadeler meydana gelmiş olur. Bir başka husus ise, yeni çeviri yapma gayesiyle, yeni kelimeler kullanma riskidir. Eğer kullandığınız kelime halkın kullanım diline tam yerleşmemişse, bu ifadenin anlaşılma güçlüğüne neden olarak metnin akıcılığına engel olması ihtimali de hatırlardan çıkmamalıdır.

Eğer bir gün, Orwell’in 1984’ünün yeni çevirisi yapılacak olursa, çevirmenden beklentimiz önceki çevirileri de masasında hazır bulundurmasıdır.

KAYNAKÇA1. George Orwell (1985), Bindokuzyüzseksendört, çev.: Haldun Derin, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.

2. George Orwell (2003), 1984, çev.: Ege Acar, Ankara: İlya Yayınları

3. George Orwell (1974), Bindokuzyüzseksendört, çev.: Behzat Tana, İstanbul: Yağmur Yayınları

4. George Orwell (1983), 1984, çev.: Armağan İlkin, İstanbul: Kelebek Yayınları.

5. George Orwell (1958), 1984, çev.: V. Turhan-S.Tonguç, İstanbul: Işık Kitaplar Yay. Ayrıca sonradan 1984, İstanbul: İkizler Yayınevi.

6. George Orwell (1984-2010), Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, 1-26. baskılar, çev.: Nuran Akgören, Ankara: Can Yayınları.

7. George Orwell (2010-2013), Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, 27-34. baskılar, çev.: Celâl Üster, Ankara: Can Yayınları.

8. Redhouse (2005), Redhouse Büyük Elsözlüğü (İngilizce-Türkçe, Türkçe-İngilizce), İstanbul: Redhouse Yayınları.

9. Etym : http//www.etymonline.com/

10. Orijinal baskı: George Orwell (2013), Nineteen Eighty Four, İstanbul: Penguin Boks.

1 Bu cümle metnin Google Translate çevirisidir.2 Behzat Tanç 1974, Armağan İlkin 1983, V. Turhan - S. Tonguç 1958 ve 1984, Nuran Akgören1984, Haldun Derin 1985, Ege Acar 2003, Celâl Üster2010.3 Burada şunu da belirtmek gerekir ki çevirilerin bazılarında yal-nızca eserin orijinalinin ilk baskısına dair bilgi bulunmakta, ama hiçbirinde “Bu baskıda eserin orijinalinin şu yıldaki baskısı kullanıl-mıştır.” şeklinde bir not yer almamaktadır. Bundan hareketle bahsi geçen Türkçe çeviriyi yapanların eserin bu baskısını esas aldığı, ancak bir ihtimal olarak düşünülebilir. 4 Söz konusu iki paragrafın ilki, orijinal metinde iki; ikincisi ise on bir cümleden oluşmaktadır. Bu bakımdan, ilk paragrafın ilk cümlesi başlığında verildiğinden kalan ikinci cümle ayrıca ele alınmış; ikinci paragraf ise üç parçada incelenmiştir.5 Çeviri metinlere ayrı ayrı numara verilmiş, cümleler de harflerle işaretlenmiştir: 1b, 3c, 4f vb.