Nefret Söylemi ve Nefret Suçunun Türkiye Üzerinden Örneklerle İncelenmesi

63
1 GİRİŞ Öncelikle bu çalışma kapsamında nefret söylemi ve nefret suçlarının birarada ele alınış sebebi, nefret söylemi ve nefret suçlarının birbirinden farklı kavramlar olmasına rağmen, aslında birbiriyle yakından ilişkili kavramlar olmasıdır. Nefret her insanda bulunan bir nesneye ya da bir olguya karşı hissedilen doğal olarak tabir edeceğimiz bir duygudur. Mesela insanlar pırasadan nefret edebilir ya da toplu taşıma araçlarına binmekten nefret edebilir. Ancak nefret, bir ideolojinin parçası olduğunda, insanlar kendilerini ve ötekini, ideolojinin belirlediği bağlamda konumlandırmaya başlarlar 1 . Dolayısıyla, nefret söylemi ve nefret suçları konusunda ele aldığımız nefret bir ideolojinin parçası olup, insanların belirli değiştirilemez ırk, milliyet, etnik kimlik, dini inanç, cinsiyet, cinsel yönelim gibi özelliklerine dolayısıyla “varoluşlarına, varoluş biçimlerine duyulan” bir nefrettir. Baruch Spinoza sevgi ve nefret kavramını birlikte ele alırken, her ikisini de bir dış nedene bağlar. (…) sevgi bir dış nedenin fikri ile birlikte olan sevinçten başka bir şey değildir. Kin de (nefret) bir dış neden fikri ile birlikte olan kederden başka bir şey değildir. Bundan sonra, seven kimsenin sevdiği ile bulunmaktan zevk duyduğunu, onu elinde tutmaya çalıştığını tersine kin (nefret) duyan kimsenin de kinin (nefretin) konusunu uzaklaştırmaya ve onu yok etmeye çalıştığını görüyoruz 2 . Bu bağlamda nefret söylemi ve nefret suçlarında oluşan nefretin dış nedeni aslında streotipler, önyargı ve ayrımcılıktır. streotipler bir kişiyi kişisel özelliklerinden değil, ait olduğu gruba atfedilen özellikler üzerinden tanımlarken, önyargılar bu kişiyi kalıpyargılara dayanarak zihinlerde olumsuz bir imaja dönüştürür ve önyargıların davranışa dökülmesiyle de ayrımcılık ortaya çıkar. Streotip, önyargı ve ayrımcılık zincirlemesinin bir sonraki halkası nefret söylemidir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 1997 yılı 20 sayılı tavsiye kararında yer alan tanımıyla “nefret söylemi” (hate speech), ırkçı nefret, yabancı düşmanlığı, anti-semitizm ve hoşgörüsüzlük temelli diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her türlü ifade biçimidir 3 ”. Nefret söylemiyle kaba, sert, kışkırtıcı, saldırgan, ayrımcı, öfkeli söylemlerle hedef alınan grup lanetlenir, marjinalleştirilir ve ondan bir “öteki” 1 Kenan Çayır, “Ayrımcılığın Sosyolojisi ve Türkiye Toplumu”, Ayşe Çavdar (ed) Nefret Suçları ve Nefret Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, s.48 2 Hakan Ataman “Nefret Suçlarını Farklı Yaklaşımlar Çerçevesinde Ele almak: Etik, Sosyo Politik ve Bir İnsan Hakları Problemi olarak Nefret Suçları” Yasemin İnceoğlu (der), Nefret Söylemi ve Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, s.53 3 Anne Weber, Nefret Söylemi EL Kitabı, Council of Europe Publishing, 2009. s.3.

Transcript of Nefret Söylemi ve Nefret Suçunun Türkiye Üzerinden Örneklerle İncelenmesi

1

GİRİŞ

Öncelikle bu çalışma kapsamında nefret söylemi ve nefret suçlarının birarada ele

alınış sebebi, nefret söylemi ve nefret suçlarının birbirinden farklı kavramlar olmasına

rağmen, aslında birbiriyle yakından ilişkili kavramlar olmasıdır. Nefret her insanda

bulunan bir nesneye ya da bir olguya karşı hissedilen doğal olarak tabir edeceğimiz bir

duygudur. Mesela insanlar pırasadan nefret edebilir ya da toplu taşıma araçlarına

binmekten nefret edebilir. Ancak nefret, bir ideolojinin parçası olduğunda, insanlar

kendilerini ve ötekini, ideolojinin belirlediği bağlamda konumlandırmaya başlarlar1.

Dolayısıyla, nefret söylemi ve nefret suçları konusunda ele aldığımız nefret bir

ideolojinin parçası olup, insanların belirli değiştirilemez ırk, milliyet, etnik kimlik, dini

inanç, cinsiyet, cinsel yönelim gibi özelliklerine dolayısıyla “varoluşlarına, varoluş

biçimlerine duyulan” bir nefrettir. Baruch Spinoza sevgi ve nefret kavramını birlikte ele

alırken, her ikisini de bir dış nedene bağlar.

(…) sevgi bir dış nedenin fikri ile birlikte olan sevinçten başka bir şey değildir. Kin de

(nefret) bir dış neden fikri ile birlikte olan kederden başka bir şey değildir. Bundan sonra, seven kimsenin

sevdiği ile bulunmaktan zevk duyduğunu, onu elinde tutmaya çalıştığını tersine kin (nefret) duyan

kimsenin de kinin (nefretin) konusunu uzaklaştırmaya ve onu yok etmeye çalıştığını görüyoruz2.

Bu bağlamda nefret söylemi ve nefret suçlarında oluşan nefretin dış nedeni

aslında streotipler, önyargı ve ayrımcılıktır. streotipler bir kişiyi kişisel özelliklerinden

değil, ait olduğu gruba atfedilen özellikler üzerinden tanımlarken, önyargılar bu kişiyi

kalıpyargılara dayanarak zihinlerde olumsuz bir imaja dönüştürür ve önyargıların

davranışa dökülmesiyle de ayrımcılık ortaya çıkar. Streotip, önyargı ve ayrımcılık

zincirlemesinin bir sonraki halkası nefret söylemidir. Avrupa Konseyi Bakanlar

Komitesi’nin 1997 yılı 20 sayılı tavsiye kararında yer alan tanımıyla “nefret söylemi”

(hate speech), “ırkçı nefret, yabancı düşmanlığı, anti-semitizm ve hoşgörüsüzlük temelli

diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her türlü ifade

biçimidir3”. Nefret söylemiyle kaba, sert, kışkırtıcı, saldırgan, ayrımcı, öfkeli

söylemlerle hedef alınan grup lanetlenir, marjinalleştirilir ve ondan bir “öteki”

1 Kenan Çayır, “Ayrımcılığın Sosyolojisi ve Türkiye Toplumu”, Ayşe Çavdar (ed) Nefret Suçları ve Nefret

Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, s.48

2 Hakan Ataman “Nefret Suçlarını Farklı Yaklaşımlar Çerçevesinde Ele almak: Etik, Sosyo Politik ve Bir İnsan

Hakları Problemi olarak Nefret Suçları” Yasemin İnceoğlu (der), Nefret Söylemi ve Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı

Yayınları, 2012, s.53

3 Anne Weber, Nefret Söylemi EL Kitabı, Council of Europe Publishing, 2009. s.3.

2

yaratılmaya çalışılır. Medya ise var olan “biz” ve “ötekiler” tanımını daha da

keskinleştirerek, ötekilere yönelik önyargıları, klişeleri tekrar tekrar dile getirerek

doğallaştırır ve nefret söylemini dolaşıma sokar. Böylelikle nefret söylemi doğal

karşılandığı bir ortamda önyargıları, hoşgörüsüzlüğü, düşmanlığı körükleyerek nefret

suçuna giden yolu hazırlar. Bu bağlamda nefret söylemiyle nefret suçu arasındaki ilişki

açığa çıkar. Baskın Oran’ın deyimiyle nefret söylemi nefret suçunun önkoşuludur.

Nefret Suçu “failin din, dil, ırk, etnik köken, engelli olma, cinsiyet ve cinsel yönelime

dair sahip olduğu önyargı ile bu özelliklerden birine sahip olduğunu bildiği veya

varsaydığı bir diğer kişiye karşı gerçekleştirdiği suç davranışı olarak” tanımlanır4.

Dolayısıyla bu çerçeveden yola çıkarak birinci bölümde nefret söylemi, ikinci bölümde

medyanın nefret söylemi üretimindeki rolü, üçüncü bölümde ise nefret suçları ele

alınacaktır.

Türkiye’de nefret söylemi ve nefret suçları demokrasinin pekişmesini birlikte

yaşama kültürünün güçlenmesini engelleyen giderek büyüyen bir soruna dönüşmüştür.

Siyasi parti liderleri, milletvekilleri, gazeteler, televizyon kanalları, kamu görevlileri

nefret söylemini kullanmaktan çekinmemektedir. Öyle ki, 26 Şubat 2012 tarihinde

İstanbul Taksim Meydanın’da “Hocalı Katliamının 20. Yılında Hocalı Soykırımı

Mitinginde” dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin “Hepiniz Ermenisiniz Hepiniz

Piçsiniz” pankartından rahatsız olmadan konuşmalarını sürdürdü yine aynı tarihte metro

çıkışları, “Ermeni yalanına sessiz kalma” afişleriyle kaplandı. Gezi eylemleri sırasında

ise, Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat Bölümü Başkanı Profesör Ahmet Atan “Yahudi,

Ermeni, Rumsanız gezi eylemlerinde aktif rol almanızı anlayışla karşılıyorum. Lütfen

soyunuzu araştırın” şeklinde ifadede bulundu. Dolayısıyla nefret söyleminin bir sorun

olduğu halde, bir türlü sorunlaştırılamaması tehlikesiyle karşı karşıyayız. Öyle ki bir

bakan “hepiniz piçsiniz hepiniz Ermenisiniz” pankartından rahatsızlık duymuyor,

metroları kullanan binlerce insan “Ermeni yalanına sessiz kalma" afişlerine tepki

vermiyor ve bir öğretim görevlisi Yahudi ve Ermenileri düşman olarak adletmekten

çekinmiyor. Toplumda adeta nefret söylemine karşı bir körlük durumu yaşanıyor. Aynı

şekilde yaşanan bu körlük nefret suçlarının da üstünü örterek görünmez hale getiriyor

ve karanlıktan beslenenleri yeni suçlar işlemesi konusunda cesaretlendiriyor. Türkiye’de

nefret suçu kavramı, Hrant Dink cinayetiyle kamuoyunun gündemine oturdu fakat bu

4 Atanan, “Nefret Suçlarını Farklı Yaklaşımlar…………, s.60

3

daha önceki tarihlerde nefret suçu işlenmediği anlamına gelmiyor, zira 6-7 Eylül 1955

olayları, Sivas katliamı nefret suçunun çok çarpıcı örneklerindendir. Ne yazık ki

örnekler bunlarla da sınırlı kalmadı, 2000’li yıllarda, Hrant Dink, Rahip santoro

cinayetine, Malatya katliamına, Manisa Selendide Romanlara, Kütahya Emette Kürt

işçilerine, Malatya Sürgüde Alevilere yönelik linç girişimlerine, artan trans

cinayetlerine şahit olduk. Tüm bunlar doğrultusunda bu çalışma çok sevgili Rakel

Dink’in “Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz

kardeşlerim” sözünden yola çıkarak, nefret söylemi ve nefret suçlarını görünür hale

getirip karanlığı sorgulamak, bu suçların engellenmesine yönelik dikkat çekmek

dolayısıyla bu karanlığı bir nebze olsa da aydınlatmak amacındadır.

Bu amaçlar doğrultusunda çalışmanın birinci bölümünde söylem ve nefret

söylemi kavramları detaylı olarak açıklanacak, nefret söylemi üretimindeki temel

araçlar aktarılacaktır. Öte yandan, nefret söylemiyle ilgili uluslararası düzenlemeler ve

ulusal düzenlemelere değinilecektir. Son olarak, nefret söyleminin sınırlandırılması

düşüncesi, beraberinde ifade özgürlüğü tartışmalarını da getirdiği için nefret söylemi,

ifade özgürlüğüne getirilen bir kısıtlama olarak mı yoksa; ifade özgürlüğünün kötüye

kullanılması olarak mı değerlendirilmeli sorusuna Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin

ele aldığı örnek davalar üzerinden bir yanıt aranacaktır.

İkinci bölümünde, medya ve ideoloji ilişkisi üzerinde durulacak, medya ırkçı,

cinsiyetçi, homofobik veya yabancı düşmanlığı gibi ayrımcı ideolojileri, söylemler

aracılığıyla vurgulayan ya da üstü kapalı bir şekilde yayan, nefret söylemini üreten en

etkili araçlardan biri olarak ele alınacak ve Türkiye’de gündelik yaşamın her alanında,

farklı etnik grupları ya da farklı cinsel yönelimleri hedef alan nefret söylemlerinin

geleneksel medya aracılığıyla yeniden üretilip dolaşıma sokulması ele alınan örneklerle

ortaya konacaktır.

Çalışmanın son bölümü olan üçüncü bölümde ise, nefret suçu kavramı ve nefret

suçunun nasıl tespit edileceği anlatılacak, bu bağlamda Hrant Dink cinayeti, Zirve

Yayınevi katliamı, Manisa Selendi Romanlara yönelik linç girişimi ve trans cinayetleri

örnek vakalar olarak ele alınacaktır. Nefret suçlarıyla neden ve nasıl mücadele

edilmesine dikkat çekilip bunun akabinde nefret suçlarıyla ilgili uluslararası ve ulusal

düzenlemelere değinilecektir.

4

I. BÖLÜM

NEFRET SÖYLEMİNİN TANIMI, YASAL DÜZENLEMELER

VE HUKUKİ BOYUTU

1.1. SÖYLEM KAVRAMI

“Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır”(Ludwing Wittgenstein)

Psikoloji alanı içinde, dil ‘i sadece zihinsel süreçlerin bir temsili ve iletişimi aracı

olarak gören ana akım anlayışa karşı bir yaklaşımla, dilin sosyal etkileşimler

bağlamında nasıl inşa edildiği ve sürdürüldüğü üzerine çalışmalar söylem üzerine ilk

kavramsallaştırmaları ortaya çıkarmıştır. Sosyal psikoloji perspektifiyle, söylem

toplumsal bir pratiktir.5 Dolayısıyla söylem, insanın toplumsal varlığında hayat bulup

ete kemiğe bürünürken, insanlar da toplum içerisinde kullandığı dille şekillenir. Edibe

Sözen’e göre söylem bir meta eylemdir ve ideoloji, bilgi, diyalog, anlatım, beyan tarzı,

müzakere, güç ve gücün mübadelesiyle eyleme dönüşen dil pratiklerine ilişkin

süreçlerdir. Söylem, sosyal, siyasi, kültürel, ekonomik alanlar gibi, sosyal hayatın tüm

yönleri ile ilişkindir.6

Toplumsal bir pratik olarak söylem, gruplara aidiyeti ve gruplar arası ilişkileri

inşa eder, anlamdırır hatta meşrulaştırır. Diğer bir deyişle, insanlar belirli bir grup içinde

paylaşılan inançları, temsilleri tutumları veya grubun ideolojisini söylemler aracılığıyla

inşa ederler. Bu nedenle, bir toplumda yapılıcak olan belirli bir söylem analizi, bu

söylemi inşa eden ideolojik arka planın nasıl bir grup aidiyeti tasavvur ettiğini bizlere

gösterecektir.7

Eleştirel Söylem Analisti Teun A. van Dijk söylemi, toplumsal bir bağlamda dil

kullanımını olarak ele alır, iktidar ve dil arasında bir ilişki olduğunu öncül kabul eder.

Bu nedenle, söylemin ideolojiden bağımsız düşünülemeyeceğini savunur. İktidar diğer

insanlara ve gruplara hükmetmekle ilgilidir, iktidar sadece diğer insanların eylemlerini

ya da özgürlüklerini kontrol etmekle yetinmez. Aynı zamanda onların zihinleri, nasıl ve

ne düşünebilecekleri, bilgi kavramları, tutumları, düşünce ve ideolojileri üzerinde de

5 Melek Göregenli, “Nefret Söylemi ve Nefret Suçları”, Mahmut Çınar (Ed), Medya ve Nefret Söylemi: Kavramlar

Mecralar Tartışmalar, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları,2013, s.58.

6 S. Hakan Yılmaz, Siyasal Nefret Söylemi ve Medya, Konya: Literatürk Yayınları, 2013, s.27.

7 Göregenli, “Nefret Söylemi…s.58

5

denetim kurmak ister. İşte bu noktada söylemin önemi ve iktidarla arasındaki ilişki

ortaya çıkar. Çünkü Van Dijk, toplumda zihinsel denetimi sağlamak için söylemi

denetlemek ya da bizzat üretmek gerektiğini ifade eder. Söylemi denetlemenin ön

koşulu ise söylemin bağlamını ( kimin söylediği, ne tür bir niyet ile söylediği, ne

durumda kime söylediği vs) denetlemektir. İnsanlar bilgi, tutum ve ideolojileri söylem

yolu ile benimserler. Bu yüzden, söylemin kontrol edilmesi yalnızca gazetelerin değil,

aynı zamanda muhtemelen okuyucuların zihinlerinin de doğrudan olmasa da dolaylı

olarak kontrol edilmesi anlamına gelir. Dijk, daha açıklayıcı olmak adına şu örneği

verir: “gazeteler üzerinde denetim kurduğunuzda, dolaylı olarak insanların kürtler ya

da toplumdaki başka bir grup hakkında neler düşüneceklerini kontrol edersiniz”.8

Mahmut Çınar ise söylemle iktidar arasındaki bağı açıklarken, söylemi modern

iktidarın kendini kurma, güçlendirme ve tartışılmaz kılma araçlarından biri olarak

nitelendirir. Ona göre söylem, hegemonyayı kuran, meşrulaştıran, o hegemonyaya

yönelik toplumsal rızayı üreten, doğruyu ve yanlışı, iyiyi, kötüyü toplumsal kavramlar

olarak belirleyen ve bu kavramları ideolojik birer nosyon olarak toplumsal normlar

biçiminde yerleştiren bir şemsiyedir9. Bu noktada, söylemi iktidar kuramının temeline

alan Foucault, (1980) söylemi belirleyenlerin sadece neyin “rasyonel” neyin “sağlıklı”

olduğu konusunda normları ortaya koymakla yetinmeyeceklerini, bu normlar dışında

konuşmaya kalkanların marjinalleşme ve dışlanma riskiyle karşı karşıya kalacaklarını

da belirtir.10 Somut bir örnek vermek gerekirse, Başbakan Erdoğan ODTÜ’de protesto

yapan öğrencileri hedefe alan bunlar “teröristler”, bunlar “ateistler” sözleriyle11;

demokratik bir hak olmasına rağmen iktidara karşı protesto etmeyi insanların zihninde

“korkunçlaştırmak” ve bu eylemi yapanları hiçbir şekilde mazur göstermemek için,

toplumun yumuşak karnına dokunuyor. Böylelikle, zaten toplumun zihininde “rasyonel”

ve “sağlıklı” olarak kodlanmayan “terörist” ve “ateist” kelimeleri, iktidarın diliyle

protesto yapmakla özleştirilerek bir kez daha dışlama pratiği olarak kullanılıyor.

8 Teun A. Van Dijk, “Söylem ve İktidar”, Ayşe Çavdar (ed), Nefret Suçları ve Nefret Söylemi, İstanbul: Hrant

Dink Vakfı Yayınları, 2010, ss.12-14

9 Mahmut Çınar,”Habercilik ve Nefret Söylemi”, ”, Mahmut Çınar (Ed), Medya ve Nefret Söylemi: Kavramlar

Mecralar Tartışmalar, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları,2013, s.138.

10 Steven Best- Douglas Kellner, Postmodern Teori: Eleştirel Soruşturmalar, Çev.Mehmet Küçük, İstanbul:

Ayrıntı Yayınları, 1998, s.80.

11 Erdoğan: "O Solculara, O Ateistlere Rağmen ODTÜ Yolunu Açtık. Bunlar Ateist, Bunlar Terörist", Başka Haber,

28.02.2014

http://www.baskahaber.org/2014/02/erdogan-o-solculara-o-ateistlere-ragmen.html (02.04.2014)

6

Foucault, tüm söylemler iktidar tarafından üretilir derken, yine de egemen

söylemlere karşı “karşı söylemler” geliştirilerek direniş noktalarının oluşturulabileceğini

ekler12. Bu durum, söylemi bir güç çatışması merkezi haline getirir. Toplumsal olan

içinde anlamlar çatışır mücadele eder, bu mücadele sınıfsal olabilir ya da modern

toplumun içinde varlık bulan farklı güç ilişkilerinin anlam üzerinden mücadelesi

olabilir. Bu noktada Foucault, söylemi sadece metinlerle sınırlanmış olarak ele almaz.

“Güç artık bir söylemdir. Söylem mücadelesi aslında bir güç mücadelesidir”.13

İktidar gündelik hayatın içine dağılırken onunla birlikte söylemler de gündelik

hayatın her alanına sızmış ve “söylemler” sayesinde iktidar var olurken bireyler

kişisizlikleştirilmiştir. Bu noktada, Lacan “özne-söylem” ilişkisini açıklarken özneyi

söylemin bir ürünü olarak ele alıyor. Ona göre “kişilikleri, benlikleri yaratan

söylemlerdir”.14 Çünkü söylem taşıdığı bütün sembolleri ve kullandığı bütün ifade

imkanlarını özneye dayatan niteliğiyle, öznenin neyi söyleyeceğine yahut

söylemeyeceğine ilişkin adeta zihinsel/dilsel bir barikat inşa eder.15 Örneğin,

heteroseksüel birlikteliği cinsel yönelime atıfta bulunmadan adlandırabilirken,

heteroseksüellik kümesi dışında kalan yönelimleri belirginleştirip ayırmak için cinsel

yönelimi muhakkak belirtme (gay, lezbiyen, transseksüel) mecburiyeti duyarız. Çünkü

heteronormatif kültür bu ilişkileri zihnimizde “olağan ilişkiler” olarak kodlar ve

zihnimizi şartlandırır. Bu sebeple, heteroseksüel bir siyasetçiden salt siyasetçi diye

bahsedilirken, cinsel yönelimi farklı bir siyasetçinin ise başına gay/lezbiyen/bisekseül

kelimeleri getirilerek hakim heteronormatif kültürden nasıl da farklı olduğunu belirtilir.

Öyleki, Almanya’nın gey olduğu bilinen Dışişleri Bakanının erkek arkadaşıyla

Türkiye’ye gelmesi durumunda nasıl bir protokol hazırlanacağı merak konusu olup,

Türk basınına “ Gey bakan Türkiye’ye gelince ne olacak”16 şeklinde yansımıştır.

12 Best-Kellner, “Postmodern Teori….s.80.

13 Yılmaz,” Siyasal nefret söylemi… s.29.

14 Cevdet Özdemir, “Kimlik ve Söylem”, Osmangazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı.2, 2001, s.111

http://sbd.ogu.edu.tr/makaleler/2_2_Makale_5.pdf

15 Enver Kubilay Yüksel, “Nefret Söylemi: Dil Üzerinden Mücadele Edilmesi Gereken Bir Doppelganger”, Birikim

Dergisi, Sayı. 280, Güz 2012, s.153.

16 Gay Bakan Türkiye’ye Gelince Ne olacak ?, Milliyet (28.09.2009)

http://www.milliyet.com.tr/Pazar/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetayArsiv&ArticleID=1148760&Kategori=pazar

&b=Gay%20bakan%20Turkiyeye%20gelince%20ne%20olacak (04.04.2014)

7

Özetle söylersek söylem, insanların zihinleriyle arasındaki bağlantı nedeniyle

önemlidir. İktidar söylem aracılığıyla zihinleri kontrol etmek ister ve yine söylem

aracılığıyla ideolojilerin yeniden üretilmesini ve günlük ifadelerin içinde yer bulmasını

sağlar. Bu sebeple, söylemler özellikle ideoloji ırkçılık ve etnik önyargı gibi konularda

daha açık seçik karşımıza çıkar. Nefret söylemi de bu ideolojiler, ırkçı ve etnik

önyargılar üzerinden kurulur ve dolaşıma sokulur.

1.2. NEFRET SÖYLEMİ KAVRAMI

Nefret etmeyin; nefret taşınmayacak kadar ağır bir yüktür ( Martin Luther King)

Nefret söylemi kavramının ortaya çıkmış, üzerinde uzlaşılmış herhangi bir tanımı

bulunmamaktadır ve kapsamına dair bir belirsizlik mevcuttur. Nefret söylemi

konusunda, uluslararası alanda bağlayıcı bir hukuk belgesinde ortaya çıkmış bir tanım

da bulunmamaktadır. Uluslararası alanda tek tanım Avrupa Konseyi tarafından ortaya

konulmuştur. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 1997 yılında geliştirdiği tanıma

göre “nefret söylemi”:

(…) ırkçı nefreti, yabancı düşmanlığını, Yahudi düşmanlığını veya azınlıklara, göçmenlere

ve göçmen kökenli insanlara yönelik saldırgan ulusalcılık ve etnik merkezcilik, ayrımcılık ve

düşmanlık şeklinde ifadesini bulan, dinsel hoşgörüsüzlük dahil olmak üzere hoşgörüsüzlüğe dayalı

başka nefret biçimlerini yayan, kışkırtan teşvik eden veya meşrulaştıran her türlü ifade biçimini

kapsayacak şekilde anlaşılacaktır. Bu anlamda nefret söylemi muhakkak belirli bir kişiye veya gruba

yönlendirilmiş yorumları kapsamaktadır.17

“Nefret söylemi” kavramı çok sayıda durumu kapsamaktadır :

Birincisi, ırkçı nefretin veya başka bir deyişle kişilere veya gruplara yönelik nefretin belirli

bir ırka ait olmaları nedeniyle kışkırtılması

İkincisi, dinsel nedenlerle nefretin kışkırtılması; inananlar ile inanmayanlar arasındaki

ayrıma dayalı nefretin kışkırtılması da aynı kefeye konulabilir;

Son olarak, Avrupa Konseyi’nin Bakanlar Komitesi’nin “nefret söylemi” üzerine Tavsiye

Kararı’nda kullanılan ifadeleri kullanıcak olursak, “saldırgan milliyetçilik ve etnik merkezcilik

şeklinde ifadesini bulan” hoşgörüsüzlüğe dayalı başka nefret türlerinin kışkırtılması.18

Belirtilen bu tanımlara baktığımızda genel olarak ırk veya etnik kökene dayalı

nefret ya da yabancı düşmanlığı veya antisemitizm merkezli olduğunu görüyoruz. Bu

17 Weber, “Nefret Söylemi………, s.3.

18 Weber, a.g.e, s. 4.

8

noktada Ulaş Karan, ayrımcılığın günümüzde artık geçmişte gündeme gelmeyen bir çok

temel de yapıldığını vurgulayarak, nefret söyleminin verili çerçeve dışında cinsiyet, yaş

engellilik gibi birçok alanda gündeme gelebilmesinin mümkün olduğunu belirtiyor.

Örnek olarak, cinsel yönelimin hiçbir sözleşmede yer almamasına rağmen içtihatlar

yoluyla zaman içerisinde ayrımcılığın bir parçası haline gelmesini gösteriyor.19 Ayrıca

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi henüz bu konuyu ele almamış olsa da, homofobik

söylem de nefret söylemi olarak değerlendirebileceğimiz bir kategori içinde yer alır.

Dolayısıyla, günümüzde nefret söyleminin sadece belirli temeller çerçevesinde değil

geniş bir kapsamda düşünülmesi kavramın gelişimesi adına daha yararlı olacaktır.

Aynı şekilde, Baskın Oran “maksimum rezillik” olarak tanımladığı nefret

söyleminin hedefinde zenginlerin, yoksulların, uzun saçlıların, küpeli gençlerin,

mültecilerin, içki içenlerin, engellilerin, AIDS’lilerin, rock’çıların olabileceğini de

belirterek, nefret söyleminin ne derece geniş kitlelere yayılabileceğini bizlere

gösteriyor.20

Tarlach McGonalge ise nefret söylemini geniş bir spektruma yayılan olumsuz

bir söylem olarak tanımlar.” Bu söylem esnektir, çünkü nefretten yola çıkarak nefreti

teşvik etmeye varabilen, suiistimale, aşağılamaya, hakarete, yermeye dayanan kelimeler

ve sıfatlardan oluşan öte yandan da aşırı önyargılardan bağımsız olmayan bir

söylemdir”21. Nefret söyleminin “geniş bir spektruma yayılan olumsuz bir söylem”

olmasının nedenini temelinde yatan önyargılar, ırkçılık, yabancı korkusu veya

düşmanlığı, taraf tutma, ayrımcılık, cinsiyetçilik, homofobi vb. den kaynaklandığını

söyleyebiliriz. Bu sebeple, nefret dili farklı kültürel kimlikler ve farklı grup

özelliklerinin bulunduğu, farklı olana tahammülsüzlüğün olduğu koşullarda, yükselen

milletçiliğin etkisiyle şiddetini artırır.22

Bu noktada, nefret söylemini farklı olana tahammülsüzlük hoşgörüsüzlük olarak

belirtmek eksik olacaktır, çünkü tahammülsüzlük ve bir şeyden hoşnut olmamak

insanların sahip oldukları doğal duygulardır ve bu duygulara hiçbir yasal düzen

19 Ulaş Karan. “Nefret İçerikli İfadeler, İfade Özgürlüğü Ve Uluslararası Hukuk”, Yasemin İnceoğlu (der), Nefret

Söylemi ve Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, s.85.

20 Baskın oran, “Maksimum Rezillik: Nefret Suçu ve Nefret Suçunun Önkoşulu: Nefret Söylemi”, Yasemin İnceoğlu

(der), Nefret Söylemi ve Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, s.41.

21 Cengiz Algan-Levent Şensever, Ulusal Basında Nefret Suçları: 10 Yıl,10 Örnek, Istanbul: Sosyal Değişim

Derneği, 2010, s.16

22 Algan-Şensever, a.g.e, s.15

9

müdahale edemez ve etmemelidir fakat bu tahammülsüzlük ve hoşnutsuzluk

adaletsizliklere, başkalarının haklarının gasp edilmesine, barışı yaralamaya yol açıyorsa,

yani tüm bu duygular aşırılaşıp, olumsuz sonuçlar doğuruyorsa işte o zaman yasal düzen

müdahale edebilir. Bu Halde, Robert Post’un önermesine dayanarak nefret söylemini

“aşırılık” bağlamında görmek esastır23. Dolayısıyla, bir kişi veya gruptan nefret etmek,

örneğin “eşcinselleri sevmiyorum”, “Kürtlerden hoşlanmıyorum” gibi önyargılı ifadeler

hukuki açıdan suç oluşturmaz. Fakat burada önemli olan nokta, ön yargı ve nefretle

ifade edilen duygu ve düşüncenin, yasalarca yasaklanan bir şiddet fiiline dönüşüp

dönüşmediğidir.24

Bu çerçevede nefret söyleminin önemi, salt söylem olarak kalmaması şiddeti

teşvik edici bir yönünün de olmasıdır. Nitekim, Rafal Pankowski (2007) nefret söylemi

tanımı şu şekildedir; “bir kişi ya da grubu ırkı, cinsiyeti, yaşı, etnisitesi ,milliyeti, dini,

cinsel yönelimi,cinsel kimliği, engelliliği, ahlaki ya da politik görüşleri, sosyo ekonomik

sınıfı, mesleği, ya da görünüşünü (boy, kilo veya saç rengi gibi), zihinsel kapasitesi ve

benzeri herhangi bir özelliği nedeniyle küçük düşürmeye yıldırmaya ve onlara karşı

şiddet veya önyargıyı kışkırtmaya niyet eden söylemler”. Pankowski, nefret söyleminin

şiddeti kışkırtan, ölümcül sonuçlar doğuran boyutunu göstermek için ise; Holocaust

örneğini verir ve ırkçı görüşlerin nefret söylemi aracılığıyla yaygınlaşarak Holocaust’a

neden olduğunu belirtir25. Aynı şekilde Kevin Boyle Ruanda’da 1990’larda soykırımda,

Hitu’ları komşuları Tutsi’leri öldürmek üzere kışkırtmak amacıyla radyonun

kullanıldığını ve radyoda söylenen kışkırtıcı, teşvik edici söylemler yüzünden

800.000’den fazla insanın öldürüldüğünü belirterek nefret söyleminin öldürücü etkisini

bir kez daha gözler önüne serer26. Dolayısıyla, bu örneklerden yola çıkarak nefret

söyleminin nefret suçunu hazırladığını dile getirebiliriz. Yasemin İnceoğlu ve Ceren

Sözeri birlikte hazırladıkları “Medyanın Sorumluluğu: “Ya sev Ya terk ya da”

makalesinde nefret söylemini, nefret suçuna giden sürecin çıkış noktası, yani nefret

23NayatKaraköse,“NefretSöylemiveMedyadakiYansımaları”,http://www.nefretsoylemi.org/detay.asp?id=57&bolum=

makale

24 Ayşe Kaymak, “Yeni Medyada Nefret Söyleminin Hukuki Boyutu”, Tuğrul Çomu(ed), Yeni Medyada Nefret

Söylemi, İstanbul: Kalkedon Yayınları, 2010, s.273.

25 Sevilay Çelenk, “Ayrımcılık ve Medya”, Bülent Çaplı- Hakan Tuncer (ed), Televizyon Haberciliğinde Etik,

Ankara: Fersaa Matbacılık, 2010, ss. 215-216.

26 Kevin Boyle, “Nefret Söyleminin Kontrolü: Uluslararası Standartlar Türkiye’den Neler istiyor”, Ayşe Çavdar (ed)

Nefret Suçları ve Nefret Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, s.67.

10

suçunun önünü açan tahammülsüzlüğün ve hoşgörüsüzlüğün dışavurumu olarak

nitelendirirler27. Bu noktada, nefret söylemi ve nefret suçu arasındaki ayrımı

belirtmemiz gerekir. Öncelikle, üçüncü bölümde değinileceği için kısaca bahsetmek

gerekirse nefret suçunda; ceza hukukuna göre işlenmiş bir suçun mevcut olması ve

failin suçu bir önyargı/nefret saikiyle gerçekleştirmiş olması gerekir. Nefret suçlarında,

önyargı saiki olmasa dahi, işlenen fiil suç teşkil etmekte iken, nefret söyleminden

önyargı saikini çıkarırsak, ortada cezalandıracak bir fiil yani failin saikinden bağımsız,

temel bir suç kalmayacaktır. Fakat nefret söylemi ve nefret suçları birbirinden farklı da

olsa birbiriyle bağlantılı kavramlardır. Nefret söylemleri, nefret suçu olarak kabul

edilmese de, bir suç işlenmeden önce, suçun işlenmesi sırasında ya da hemen sonrasında

yapılan nefret söylemi teşkil eden açıklamalar, nefret suçunu oluşturan “önyargı

saiki”nin varlığını kanıtlar28. Öyle ki, Samsunda Ahmet Türk’e yumruk atan fail,

savunmasında “yumruklarım Ahmet Türk’e değil PKK’ya” sözleriyle suçu önyargı

saikiyle işlediğini açık etmiş ve o sıra kalabalıkta atılan “Kahrolsun PKK”

sloganlarından etkilendiğini de vurgulamıştır29.

Nefret söyleminin bir başka boyutu ise politik olmasıdır. Politik boyutu

itibariyle, nefret söylemi demokratik düzeni yaralar30. Nefret söyleminde hedef alınan

gruplara “toplumda size yer yok mesajı” yinelenerek verilir; bunun sonucunda grup

üyeleri sessizleştirilir/pasifleştirilir. Bu söylemlerin devam etmesi halinde ise üzerindeki

baskıların arttığı grup üyeleri demokratik bir sisteme eşit bir şekilde katılma

cesaretlerini kaybederler. Nitekim bu durumda, insanın en temel hakkı olan “yaşama ve

katılım hakkı” ihlal edilmiş olur.31 Nefret söyleminin bir başka etkisi de azınlık gruplara

yöneliktir. Nefret söylemi yaygınlaştıkça, zaten görünmez nitelikte olan bu gruplar

çoğunluk grupların bu tarz yaklaşımlarıyla muhatap olmamak adına daha fazla

27 Yasemin İnceoğlu- Ceren Sözeri, “Nefret Suçlarında Medyanın Sorumluluğu: Ya Sev Ya Terk Et Ya Da”,

Yasemin İnceoğlu (der), Nefret Söylemi ve Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, s.24.

28 Asuman Aytekin İnceoğlu, “Nefret Suçu Kavramı ve Türk Ceza Mevzuatı Açısından Değerlendirilmesi”, Yasemin

İnceoğlu (der), Nefret Söylemi ve Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, ss.104-107.

29 Türk’e yumruk davasında tahliye, Sabah (19.06.2010)

http://www.sabah.com.tr/Gundem/2010/06/19/turke_yumruk_davasinda_tahliye (05.04.2014)

30 Algan-Şensever, “Ulusal Basında… s.16.

31 İnceoğlu-Sözer ,” Nefret Suçlarında…, s. 24.

11

görünmez hale gelirler32. Çünkü bu gruplar kendilerine beslenen önyargı yüzünden

kendilerini savunmasız ve korumasız hissederler. Bu durum ise, nefret söylemi üreten

gruba daha çok güç ve özen atfedilmesine neden olur33.

1.3. NEFRET SÖYLEMİ ÜRETİMİNDE TEMEL ARAÇLAR

Eğer ortada hiç siyah yoksa ya da bu rolü oynamak için sayıları yetersizse ‘beyaz zenci’ler icat edilebilir.(Balibar,

Wallerstein, 2007: 47)

Nefret söyleminin üretilmesinin ve pekiştirilmesinin incelenmesi açısından,

hangi söylemsel pratiklerle üretildiği önemlidir. Önyargı, ayrımcılık, streotipler ve

ötekileştirme nefret söyleminin üretimindeki temel araçlardır. Nefret söyleminin

temellerini oluşturan dilsel ve zihinsel mekanizmaları daha net anlamak için bu

kavramlar üzerinde durmalıyız.

Önyargı kavramı, bilgi ya da deneyime dayanmayandan insanları bireysel

varoluşlarından değil de, grup aidiyetlerinden hareketle değerlendiren olumsuz

dogmatik kanaatlerdir. Önyargılar, yaklaştığımız kişiler ya da gruplarla aramıza, en

hafifinden fiziksel ya da sosyal mesafe koymamıza yol açar, önyargıların davranışa

dönüştüğü bu durumda ise ayrımcılık meydana gelir. Ayrımcılık, bir gruba veya grubun

üyelerine karşı, önyargılardan beslenen olumsuz tutum ve davranışlardır. Önyargılar ve

ayrımcılık, belirli bir gruba ya da grup üyelerine yönelik olumsuz düşüncelerin yanı sıra

hoşlanmama, hor görme, kaçınma, nefret etmeye kadar uzanan olumsuz duyguları

içeren tutumlara yol açar34.

Streotip kavramı ise, Lipmann’a (1922) göre, sosyal sınıfları betimleyen

“beyindeki resimler”dir. Belirli bir grubu sevmediğini dile getirmek bir önyargıyken, o

grubu sevmeme gerekçesi olarak dillendirilen, grup üyelerine yüklenmiş özellikler birer

streotiptir. Dolayısıyla, kalıpyargılar bir grubun üyelerine atfedilen, aşırı genellenmiş

inançlardır35. Bu durumda, Latinler tutkulu, eşcinseller neşeli, kadınlar duygusaldır;

erkekler katı, İtalyanlar yakışıklı, Çingeneler eğlencelidir. Bazıları çok masum ve hatta

32 Ulaş Karan,”Nefret Söylemi ve Yakından İlişkili Diğer Kavramlar: Ayrımcılık, Nefret Suçu ve Hakaret”, Mahmut

Çınar (Ed), Medya ve Nefret Söylemi: Kavramlar Mecralar Tartışmalar, İstanbul: Hrant Dink Vakfı

Yayınları,2013, s.105

33 Yasemin İnceoğlu “Tartışmalı Bir Kavram: Nefret Söylemi”, Mahmut Çınar (Ed), Medya ve Nefret Söylemi:

Kavramlar Mecralar Tartışmalar, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2013, s.77.

34 Melek Göregenli,” Temel Kavramlar: Önyargılar, Özcü İnançlar ve Ayrımcılık”, Mahmut Çınar (Ed), Medya ve

Nefret Söylemi: Kavramlar Mecralar Tartışmalar, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları,2013, ss.26-27.

35 H. Andaç Demirtaş Madran, “Temel Beklenti Etkisi Kendini Gerçekleştiren Kehanet” Kenan Çayır-Müge Ayan

Ceyhan (Der), Ayrımcılık Çok Boyutlu Yaklaşımlar, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012, s.32.

12

olumlu gibi görünse de; streotipler bir kişiyi, kişisel özelliklerinden değil, grup

aidiyetleri üzerinden algılamamıza ve kolayca sınıflandırmamıza neden olur36.

Murat Paker, önyargı, streotipler ve ayrımcılık arasındaki bağı şöyle kurar:

kalıpyargılar ve güçlü duygular zihnimizde bir önyargı meydana getirir; önyargıların

davranışa dökülmesiyle de ayrımcılık ortaya çıkar.

Bir insan grubu (örneğin Türkler, Kürtler, Almanlar, Kayserililer, kadınlar vb.) bir sıfatla

(örneğin ilkel, vahşi, iğrenç, pis, aptal, kurnaz, zeki, akıllı vb.) tanımlanır. Bu, aşırı genellemeye dayanan,

temelsiz bir kalıpyargıdır. Bu kalıpyargıya, duruma göre olumsuz (korku, kaygı, iğrenti, hoşlanmama,

antipati, nefret vb.) veya olumlu (beğeni, sempati, hoşnutluk vb.) duygular eşlik ettiğinde, örneğin

“Kürtler ilkeldir ve onlardan nefret ediyorum” veya “Türkler akıllıdır ve onları seviyorum” gibi

önyargılarımız olabilir. (..)Örnekten devam edersek, “Kürtler ilkelse ve onlardan nefret ediyorsam, bir

insana sırf Kürt olduğu için çeşitli derecelerde ayrımcılık uygulayabilirim. Örneğin, Kürtlerle

arkadaş/sevgili/eş/komşu olmak istemem, Kürtleri işe almam, onları aşağılarım, uzak durmalarını

isterim, kendimle eşit görmem, hakları olduğunu düşünmem, vb.” Tehdit algısının iyice yükseldiği

durumlarda ise bu ayrımcılık Kürtlere, sırf Kürt oldukları için şiddet uygulamaya kadar gidebilir.37

Bu halde şunu söyleyebilirz; streotipler, önyargı ve ayrımcılık zincirlemesinin

şiddete varmadan bir önceki halkası nefret söylemidir. Çünkü bir grup tehdit olarak

algılanmaya başladığı anda, bu ilk ethapda dilsel pratiklere yansır. Kaba, sert, kışkırtıcı,

saldırgan, ayrımcı, öfkeli söylemlerle bu grup lanetlenir, marjinalleştirilir ve ondan bir

“öteki” yaratılmaya çalışılır.

Ötekilik temelde bir dışlama pratiğini işaret eder. En yalın haliyle “öteki”yi

“bireysel düzeyde “ben olmayan”, toplumsal düzeyde ise “biz olmayan” şeklinde

tanımlayabilirz”38. Zizek, öznenin kendi kimliğini tanımlayabilmesi, varoluşunu

tanıyabilmesi için ötekiye ihtiyaç duyduğunu, bu sebeple ötekinin özne için vazgeçilmez

olduğunu belirtir39. Buradan hareketle, ben ya da biz ve ötekiler arasında kimliğin

tanımlanışı bakımından biri olmadan diğerinin olamayacağı karşılıklı bir ilişkiden söz

edebiliriz. Dolayısıyla ötekine duyulan nefret, egemen grubun “biz”i oluşturmada temel

belirleyeni, birleştirici ögesidir. Öteki süreğen bir tehdittir. Gerçekte böyle bir tehdit

36 Melek Göregenli,”Temel Kavramlar: Önyargı, Kalıpyargı ve Ayrımcılık” ” Kenan Çayır-Müge Ayan Ceyhan

(Der), Ayrımcılık Çok Boyutlu Yaklaşımlar, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012, s24.

37 Murat Paker, “Önyargı ve Ayrımcılığa İlişkisel Psikanalitik Bir Bakış”, Kenan Çayır-Müge Ayan Ceyhan (Der),

Ayrımcılık Çok Boyutlu Yaklaşımlar, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012, s.43.

38 Berrin Yanıkkaya, “Gündelik Hayatın Suretinde: Öteki Korkusu, Görsel Şiddet ve Medya”, Barış Çoban (Der),

“Medya Milliyetçilik Şiddet”, İstanbul: Su yayınları, 2009, s. 21.

39 Savaş Çoban, “Medya Milliyetçilik Ve Öteki”, Barış Çoban (der), “Medya Milliyetçilik Şiddet”, İstanbul: Su

yayınları, 2009, s.64.

13

olmayabilir, bu tehdit kurgusal da olabilir fakat iktidar’ın ötekine dair yarattığı fantazi

toplumsal pratiklerce hayat bulduğunda yaşayan bir şey haline gelir. Ötekinin tehditi

“bizi” her daim yok edecek bir hastalık olarak sunulur ve iktidardan kaynaklanan tüm

sorunlar ancak bu hastalığın nedeni ortadan kalktığında çözülecektir. Dolayısıyla iktidar

nüfusun bir bölümünü “şeytanileştirme” yoluyla tüm sorunları ötekilere yükler, toplum

çocuklaştırılır; farklı düşünce, etnisite, din, mezhep, cinsel kimliklerden korkar hale

getirilir, tüm bu farklılıklar toplumsal bozulmanın nedeni olarak gösterilir. Çünkü

egemen, hiyerarşik ve hegemonik bir sistem içinde örgütlenen farkı grupların toplumsal

bağlamda bütünleşmesini sağlamak amacıyla, “etnik ve dinsel” grubun belirlediği bir

yapılanım içersinde tüm insanların asimile edilerek tektipleşmesini amaçlar40.

Türkiye’ye baktığımızda toplumları oluşturan farklı gruplar arasındaki ilişkilerin

hiyerarşik ve hegemonik bir sistem içinde örgütlenmesi anlayışı, Türkiye

Cumhuriyetinin kuruluş ideolojisine dayanır. Cumhuriyet, etnik köken olarak Türk, dini

inanç ve mezhep olarak Müslüman-Sünni olma niteliğini ulus devletin inşasında “asli

unsur” olarak tanımlamış ve bu hiyerarşi, toplumun gerek maddi, gerek zihniyet olarak

inşa edilmesinde önemli rol oynamıştır. Cinsiyet, cinsel yönelim ve başka bazı kimlik

aidiyetlerine dair oluşturulan hiyerarşide ise “kimin aşağıda”, “kimin yukarıda” olacağı,

cumhuriyetin tek tipçi anlayışından hatta daha derin evrensel niteliklerden

kaynaklananır.41 Bu noktada Bülent Somay’a göre, (Türkiyede) “biz”, “Türk”, “erkek”,

“heteroseksüel”, “Müslüman”, “Sünni” olarak tanımlandığında “ötekileri”in de kimler

olduğu rahatlıkla ortaya çıkar.

“Kendimizi “Türk”, “erkek”, “heteroseksüel”, “Müslüman”, “Sünni”olarak tanımlamaya

başladığımızda, ‘öteki’lerimiz de ister istemez ‘Kürt’ ya da (‘Alman’ veya’Ermeni’), ‘kadın’, ‘eşcinsel’,

‘Hristiyan’,’Alevi’ olarak belirir. Ancak tersi kimlikler de aynı ikili/simetrik yapının içinde yer alır.

‘Kürt’, ‘kadın’, ‘eşcinsel’, ‘ateist’ kimlikleri de aynı ötekileri bu kez diğer bakış açısından üretir. Başka

bir deyişle ‘Türk’ performansı, bir ‘yabancı’ performansını ya da ‘azınlık’ performansını yaratmadan

varolamaz.’Güçlü erkek’, ‘zayıf. Çaresiz kadını’ önvarsayar.’Müslüman’ olabilmeniz için tarihsel

dönemin koşullarına bağlı olarak bir ’gavur’ ya da ‘laikçi’ olması gerekir. ‘eşcinsel olmadan

‘heteroseksüel’ olamaz. Bütün bu ikili örneklerde, ‘öteki’yi kategorik olarak dışlayan bir ‘biz’ öznesi

tanımlanır ve kimlik bu dışlama üzerine kurulur42”

40 Barış Çoban, “Medya, Resmi Tarih Ve Milliyetçilik”, Barış Çoban (der), “Medya Milliyetçilik Şiddet”, İstanbul:

Su yayınları, 2009, ss. 47-48.

41 Melek Göregenli, “Temel Kavramlar…, s. 23.

42 Berrin Yanıkkaya, “Gündelik Hayatın…, s. 24.

14

1.4. NEFRET SÖYLEMİYLE İLGİLİ YASAL DÜZENLEMELER

1.4.1. Uluslararası Düzenlemeler

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından nefret söyleminin kesin bir tanımı

yapılmamış olsa da, bu kavrama Avrupa içtihat hukukunda rastlanır. Mahkeme kararlarının

bazılarında dinsel hoşgörüsüzlük dahil olmak üzere hoşgörüsüzlüğe dayalı nefreti yayan,

kışkırtan teşvik eden veya meşrulaştıran her türlü ifade biçimine atıfta bulunur43.

İnsan haklarıyla ilgili uluslararası ve bölgesel araçlar içinde ulusal, ırkçı veya dinsel

nefretin savunulmasını evrensel düzeyde sadece Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası

Sözleşmesi (20’nci maddenin 2’inci fıkrası) ve bölgesel düzeyde ise yalnızca Amerikan

İnsan Hakları Sözleşmesi (13’üncü maddenin 5. Fıkrası) açıkça yasaklar. Nitekim Kişisel ve

Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 20’nci maddesinde, “ayrımcılığı, düşmanlığı

veya şiddeti kışkırtan her türlü ulusal, ırkçı veya dinsel nefret savunusu kanunla

yasaklanacaktır” denirken, Amerikan Sözleşmesi’nin 13’ncü maddesi, “her türlü savaş

propagandasını ve ırk, renk, din,dil veya ulusal köken dahil olmak üzere herhangi bir

gerekçeyle herhangi bir kişiyi ya da grubu hedef alan yasadışı şiddete veya her türlü

benzer eyleme yönelik kışkırtmayı” açıkça yasaklar.44

Uluslararası düzeyde iki önemli belge daha bulunuyor. Uluslararası Sivil ve Politik

Haklar Sözleşmesi (ICCPR) ve Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına ilişkin

Uluslararası Sözleşme(ICERD). ICCPR’de “ayrımcılığa, düşmanlığa veya şiddete tahrik

eden milliyet, ırk veya din kökenli her türlü yandaşlık” kanunen yasaklanmıştır.

ICERD’nin 4’üncü maddesinde ise,” ırka dayalı ayrımcılığı teşvik eden ve kışkırtan her

türlü propaganda faaliyeti yasa dışı” ilan edilir45.

Ayrıca, Avrupa Konseyi, görevi daha geniş bir Avrupa’da ırkçılıkla ve ırk

ayrımcılığıyla insan haklarının korunması bakış açısı temelinde mücadele etmek olan

Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu’nu (ECRI) kurmuştur. ECRI, 7 sayılı

Genel Politika Tavsiye Karar’nda ırkçılığı tanımlayarak ırkçı ifadeleri ele almıştır. Söz

konusu ifadeler, “ırk, renk, dil, din, milliyet veya ulusal veya etnik kökeni nedeniyle bir

43 Anne Weber, “Nefret Söylemi…, s.3.

44 Weber, a.g.e, s.12.

45 Dennis Van Der Veur, “Bölgesel Mekanizmaların Nefret Suçlarını Önlemede Etkileri”, Ayşe Çavdar (ed) Nefret

Suçları ve Nefret Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, s.227.

15

kişi veya gruba yönelik şiddet, nefret veya ayrımcılığın alenen kışkırtılması, bu kişi veya

grubun alenen aşağılanmasını veya tehdit edilmesini” kapsar46.

Avrupa Konseyi tarafında hazırlanan diğer bir sözleşme ise Avrupa Siber Suç

Sözleşmesidir. Sözleşmenin tavsiye kararında (2001) “ırkçılığın bir kanaat olmadığı suç

olduğu” belirtilmiştir. Bu kararı izleyerek hazırlanan ek protokol ise bilgisayar aracılığıyla

işlenen ırkçılık ve yabancı düşmanlığını suç olarak kabul eder ve bu suçlarla mücadele için

hukuki bir çerçeve çizer47.

Nefret söylemini suç olarak düzenleyen ülkeler mevcuttur. Hollanda Ceza

Kanunu’na göre bir gruba “ırkı, dini veya hayat felsefeler, cinsel yönelimleri ya da

fiziksel, psikolojik, ruhsal engelilikleri nedeniyle aşağılayıcı ifadelerde” bulunmak

suçken, İzlanda Ceza Kanunu ulusları, “ten renkleri, ırkları, dinleri veya cinsel

yönelimleri nedeniyle bir gruba alay edici, kötüleyici, rencide edici veya tehditkar

davranış sergileyen herkes”i cezalandırır. Norveç ise “ten renkleri, etnik kökenleri,

eşcinsel yaşam biçimi veya yönelimleri ya da din ve felsefi yaşam biçimleri sebebiyle bir

bireye karşı nefret, zulüm ve küçümsemeyi teşvik etmeyi” yasaklamıştır48. Fakat Amerika

Birleşik Devleti gibi bazı ülkelerde nefret söylemi kapsamındaki yukarıda belirtilen ifadeler

suç olarak değerlendirilmiyor. ABD mahkemeleri, devletin konuşma özgürlüğünü kısıtlama

yetkilerini kötüye kullanma riskinin çok yüksek olduğunu, bu nedenle de her türlü konuşma

üzerinde ya çok az kısıtlama olması ya da hiç kısıtlama olmaması gerektiği pozisyonunu

benimsiyor. Dolayısıyla, ABD’de azınlıklar hakkında nefret dolu, incitici hatta yanlış şeyler

söylemek ya da ırka dayalı yakıştırmalar kullanmak ifade özgürlüğü koruması altında olup,

devlet bu tür söylemleri ancak ve ancak yakın bir şiddet tehdidi oluşturduğunda

cezanlandırıyor.49

1.4.2. Yasal düzenlemeler

Nefret söylemi henüz Türk hukunda ayrıntılı bir şekilde tanınmış ve düzenlenmiş

bir kavram olmamasına rağmen, Nefret söylemi ile mücadele bağlamında, Türk Ceza

Kanunun’da düzenlenmiş suçlar bulunuyor. Bu kapsamda nefret söylemiyle ilgili bir

46 Reynald Blion,”Kültürel Çeşitlilik için Ayrımclığa Karşı Savaşmak: Medyanın Önündeki Güçlükler”, Ayşe Çavdar

(ed) Nefret Suçları ve Nefret Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, s.205.

47 Mutlu Binark, “Nefret Söyleminin Yeni Medya Ortamında Dolaşıma Girmesi ve Türetilmesi”,Tuğrul Çomu (ed),

Yeni Medyada Nefret Söylemi, İstanbul: Kalkedon Yayınları,2010, s.17.

48 Yasemin İnceoğlu,”Tartışmalı Bir Kavram…., s.80.

49 Kevin Boyle “Nefret Söyleminin Kontrolü…s, 68.

16

düzenleme, TCK’nın 125. Maddesidir. Maddede “Bir kimseye onur, şeref ve

saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ya da

yakıştırmalarda bulunmak veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve

saygınlığına saldıran kişinin, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile

cezalandırılıcağı“belirtiliyor. Maddenin 3. fıkrasının c bendi ise “hakaret suçunun

kişinin mensup olduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle işlenmesi

durumunda cezanın alt sınırının bir yıldaz az olamayacağı” şeklinde düzenlenmiştir. Bu

çerçevede bu düzenleme kişinin kimliğine yönelik bir hakaret olup, din veya inanç

temelli nefret söylemi kapsamında değerlendirilebilir.50

TCK’ nın 216. Maddesi ise, halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama

suçudur. Maddede, “halkın sosyal, sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı

özelliklere sahip kesimini, kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya

çıkacağı şekilde diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek,halkın

bir kesimini, sosyal,sınıf,ırk, din,mezhep veya bölge farklılığına dayanarak alenen

aşağılamak ve halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri kamu barışını bozmaya

elverişli olacak şekilde alenen aşağılamak” ayrı ayrı suçlar olarak düzenlenmiştir. Fakat

Ulaş Karan, Avrupa Birliği kapsamında gerçekleştirilen reformlar sonucunda maddeye

“açık ve mevcut tehlike” ölçütünün getirilmesi ve “kamu güvenliği” ibaresinin

eklenmesini ifade özgürlüğünün korunması açısından olumlu görse de, bu durumun

nefret söyleminin cezalandırılması noktasında engel oluşturduğunu belirtiyor. Çünkü

madde, kamu düzeni için tehlike oluşturmayan ve açık ve mevcut tehlike doğurmayan

nefret söylemi niteliğindeki ifadeleri cezalandırmıyor.51

Ayşe kaymak bu yasanın, Avrupa Birliği uyum sürencinde nefret söylemi ve

ayrımcılığı önlemek amacıyla düzenlendiğini belirtir. Söz konusu yasanın gerekçesinde

“hiçbir devlet vatandaşları arasında, muayyen özelliklere sahip bir kesimin diğer

kesimin aleyhine kin ve düşmanlığa, öç almayı gerektirecek şiddetli nefrete

yönlendirmesine seyirci kalamaz” denilir. Fakat Ayşe Kaymak yasanın uygulanmasında

yine de sorunlar olduğunu dile getirerek; sorunların, resmi devlet ideolojisinin yargı

pratiğinde oluşturduğu gelenekten kaynaklandığını vurguluyor. Hakim ve savcılar

kendilerine yüklenen “devletin bekasını korumak” ilkesi nedeniyle; bir kişinin veya grubun

50 Ulaş Karan, ” Nefret Söylemi… s. 113.

51 Ulaş Karan, “ Nefret Suçları ve Söyleminin Türkiye Yasalarında karşılığı”, Ayşe Çavdar (ed) Nefret Suçları ve

Nefret Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, s.235.

17

nefret söylemine ya da suçuna maruz kalmasını önlemiyi, hukuki açıdan devletin bekasını

ya da Türklüğü korumak kadar önemli görmüyor. Çünkü maddenin gerekçesinde belirtilen

hususların aksine, TCK’nin 216. maddesinde korunan değerin, farklılıklar değil yine

Türklük olduğu sanılıyor.52 Kemal Şahin de Ayşe Kaymakla benzer görüşlerle, toplumu ve

bireyi vesayet ve velayet altında tutmak isteyen, devletçi/Kemalist ve

milliyetçi/muhafazakar resmi ideolojiyi koruma görevi üstlenmiş bir yüksek yargı

bürokrasisine temel hak ve özgürlüklerimizi emanet ettiğimizi söyler. Ve bir gün Türkiye

gazete manşetlerine “Ermeni dölü söylemine kovuşturma açıldı”, “terörist Kürtler sözüne

dava açıldı” başlıklararının taşınabilmesini arzuladığını açıkça ifade eder.53

Bu kapsamda, Türkiye’ye bazı uluslararası insan hakları koruma mekanizmaları

tarafından bir dizi eleştiri getirilmiştir. Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele Avrupa

Komisyonu’nun Türkiye’ye yaptığı ziyaretler sonrasında hazırladığı raporda, Kürtlere

ve gayrimüslim azınlıklara yönelik saldırı ve tehdit içeren düşmanca tavırlar, Yahudi

düşmanlığı içeren ifadeler; Ermeni Rum azınlıklara karşı nefret içerikli ifadeler ele

alınarak; halkın kin ve düşmanlığa tahrik edilmesini suç haline getiren Türk Ceza

Kanu’nun 216. Maddesinin eski ve yeni halinin dezavantajlı grupları nefret söylemine

karşı korumak için değil de, aksi nitelikte uygulandığı belirtilmiştir54

Yine de TCK’nin 216. maddesinin tümden olumsuz bir uygulamaya sahip

olduğunu söylemek imkânsızdır. Nefret söylemine karşı yürütülen mücadele bakımından bu

maddenin olumlu uygulamalarına da tanık olunmuştur.

Bu noktada, Baskın Oran 216. Maddenin çıkarıldığı amaçla kullanıldığı 3 olayı

bizlerle paylaşıyor.

1. Erzurum’daki bir sağlık ocağında bir doktor itişen hastalara,”pis Kürtler! Hepiniz

PKK’sınız! Hepinizi öldürmek gerekir dediğinde 216’dan mahkum oldu. (2004)

2. İzmir’de Türkçü Toplumcu Budun Derneği “Kürt nüfusu azaltılsın, Kürtler kısırlaştırılsın”

kampanyası başlatınca savcılık şikayet üzerine dava açtı (2007)

3. Denizli Çivril’de köylüler, “Kürtler çoğalıyor,biz kovmazsak köyü ele geçirecekler”diye

harekete geçince savcılık re’sen kamu davası açtı. (2008)55

52 Ayşe Kaymak, “ Yeni Medyada…, ss. 267-268.

53 Kemal Şahin, “Türk Yargısının “Bizden olanlar” ve “Bizden Olmayanlar” ya da “Tek’in Birliği’ni Koruma Algısı,

”, Ayşe Çavdar (ed) Nefret Suçları ve Nefret Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, ss. 245-252.

54 Ulaş Karan,” Nefret Söylemi Kavramı ve Türkiyedeki Mevcut Hukuk Durumu”, Güncel Hukuk Dergisi,

sayı:60/78, Haziran 2010, ss.6-78( http://www.sosyaldegisim.org/2010/10/nefret-soylemi/ )

55 Baskın Oran, “ Maksimum Rezillik…., s. 42.

18

1.5 NEFRET SÖYLEMİNİN HUKUKİ BOYUTU

1.5.1.Nefret Söylemi Ve İfade Özgürlüğü arasındaki İlişki

Nefret söylemi söz konusu olduğunda, iki insan hakkı arasında bir çatışma

ortaya çıkar. Çünkü, nefret söyleminin sınırlandırılması düşüncesi, beraberinde ifade

özgürlüğü tartışmalarını da getirmiştir. Nefret söylemi, ifade özgürlüğüne getirilen bir

kısıtlama olarak mı yoksa; ifade özgürlüğünün kötüye kullanılması olarak mı

değerlendirilmeli? Bu noktada, bu iki insan hakkı arasında bulunan çatışmanın iyi analiz

edilmesi ve giderilmesi gerekir.

Her özgürlük gibi ifade özgürlüğünün de bir norm alanı mevcuttur. Bunun

anlamı bazı ifadelerin ifade özgürlüğünün kapsamına girerken bazılarının girmemesidir.

Bir ifadenin ifade özgürlüğü kapsamına girip girmediğine karar verilmesinin ardından

bu kez ifadenin sınırlanıp sınırlanmayacağı değerlendirilir. Bazı ifadeler kategorik

olarak ifade özgürlüğünün norm alanı içerisinde değerlendirilmez. Örneğin çocuk

pornografisinin ifade özgürlüğü kapsamnda değerlendirilmesi mümkün değildir. Ayrıca

günümüzde, ırkçılık ve nefret içerikli ifadelerin insan hakları hukuku açısından ifade

özgürlüğü norm alanına girmediği genel olarak kabul edilir. Ve bu yönde bir sınırlama

ifade özgürlüğünün olumlu yönde bir sınırlaması olarak değerlendirilir. Çünkü, nefret

içerikli ifadeler mağdurlara yönelik şiddet olaylarını tahrik edebileceği gibi,

mağdurların şiddete yol açabilecek şekilde tepki göstermesine de neden olabilir56.

Aynı zamanda ifade özgürlüğünün, sadece lehte olduğu kabul edilen veya

zararsız bilgi ve düşünceler için değil, devletin ya da nüfusun bir bölümünün aleyhinde

olan, çarpıcı gelen, şoke eden, rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de uygulanıldığının

altını çizmeliyiz. Bu noktada nefret söylemi, ifade özgürlüğüne getirilen bir sınırlama

çarpıcı gelen, şoke eden, rahatsız eden bilgi ve düşüncelerin susturulması anlamına

gelmez. Çünkü nefret içerikli ifadeler sert eleştiri sayılmamakta ve koruma görmez.57

Ulaş Karan “Nefret İçerikli İfadeler, İfade özgürlüğü ve Uluslararası Hukuk”

makalesinde, nefret söylemi ve ifade özgürlüğü kavram kargaşının çözümünde devletin

devreye girmesi gerektiğini belirtir. Devletin insan hakları söz konusu olduğunda pozitif

ve negatif yükümlülükleri bulunur. Devletin, idari hukuki kararlar alıp bunları

56 Ulaş Karan, “Nefret İçerikli İfadeler… s.89.

57 Elif Küzeci, “AİHS’nin 10. Maddesi Işığında Nefret İçerikli ve Irkçı Nitelikli Düşünce Açıklamaları,”Türkiye

Barolar Birliği Dergisi, Sayı 71, 2007, s.180. (http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2007-71-339)

19

uygulamaya geçirerek insan hakları ihlalinin önüne geçmesi pozitif yükümlülüğüyken,

devletin bizzat kendisinin insan hakları ihlaline yol açmaması negatif yükümlülüğüdür.

Nefret söylemi söz konusu olduğunda da, devlete pozitif ve negatif yükümlülükler

düşer. Yasama, yürütme ve yargı organlarının, nefret içerikli ifadelerden kaçınmak gibi

negatif yükümlülüğü yanında, toplumda nefret içerikli ifadelerin yaygınlaşmaması gibi

pozitif yükümlülükleri de mevcuttur58

Bu durumda, devlet kendine düşen yükümlülüklerine yerine getirip, nefret

söylemine yönelik aktif bir karşı koyuş ortaya koymalıdır. Aksi takdirde, ifade

özgürlüğü adına bu ifadeler koruma gördüğünde, bu tutum devletin hoşgörüsüzlüğe ve

nefrete karşı azınlık grupların korunması yerine bu tür görüşlerin yayılmasını tercih

ettiği anlamına gelecektir. Devlete bu denli düşen sorumluluğun sebebi, nefret söylemi

veya nefret suçu mağdularının kendilerini korumalarının neredeyse imkansız olmasıdır.

Ayrıca devletin, bu tür söylemlere göz yumması sonucunda yaşanan vakaların

faillerinin bulunamayacağı gibi yeni vakaların önlenmeside mümkün olmayacaktır. Bu

nedenle devlet nefret içerikli ifadeleri meşru kılmamalı ve nefret söyleminin ifade

özgürlüğünün istisnası olarak tanınmasını iyi bir şekilde gerekçelendirmeli. Bu noktada,

Ulaş Karan “nefret söylemini insan haklarının, eşitliliğinin, çeşitliliğin reddi ve hakların

ortadan kaldırılmasına yönelik bir çaba” olarak değerlendirip gerekçeyi ortaya

koyuyor.59

1.5.2. Uluslararası Hukukta Nefret Söylemi ve İfade Özgürlüğü

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde, nefret söylemi kategorik olarak ifade

özgürlüğün kapsamı dışında tutulmamıştır; fakat ifade özgürlüğünün sınırlandırılması

açısından kolaylıkla gerekçe haline gelebiliyor.

Avrupa İnsan Hakları Mahlemesi içtihatlarında ise, ifade özgürlüğüne ifadenin

içeriği bakımından bazı sınırlar öngörülmüştür. Özellikle, nefret söylemi söz konusu

olduğunda AİHM bu durumu ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmeyip bir istisna

olarak görmektedir. Bu durumun altında yatan nedenlerden biri olarak, Avrupa’da 2.

Dünya savaşı sırasında yaşanan, Yahudilere, Çingenelere ve engellilere yönelik

soykırım gibi deneyimleri gösterilir. Bu çerçevede Mahkeme, nazi ideolojisinin

58 Ulaş Karan, “Nefret İçerikli İfadeler….s. 88.

59 Karan, a.g.e, ss.82-83.

20

yüceltilmesi, ırkçılık, antisemitizm gibi konularda ifade özgürlüğünün sınırlanmasını

sözleşme ile uyumlu buluyor.60

AİHM, şiddete teşvik, nefret söylemi, kin ve düşmanlığa tahrik, soykırımın ve

insanlığa karşı suçların inkarı gibi konular gündeme geldiğinde, ayrımcılığın

yasaklanması ve ifade özgürlüğü gibi iki önemli hak arasındaki çatışmayı gidermek

amacıyla iki yaklaşım benimsemiştir. İlk yaklaşımda, nefret içerikli ifadeler AİHS’nin

17. Maddesi kapsamında hakların kötüye kullanılması olarak değerlendirilip,

sözleşme’nin sağladığı koruma alanından çıkarılır. Bu nedenle AİHM, şiddeti veya

nefreti yaymayı hedefleyen, yasadışı veya demokratik olmayan yöntemlerin

kullanıldığı, şiddete başvurmayı özendiren veya demokratik ve çoğulcu siyasal sistemi

ortadan kaldırmayı hedefleyen veya ırkçı ya da başkalarının hak ve özgürlüklerini

ortadan kaldırmayı hedefleyen eylemleri 17. madde kapsamında değerlendirmiş ve

sözleşmenin koruması dışında bırakmıştır. İkinci yaklaşımda ise, AİHS’nin 10 (2) sayılı

maddesi uygulanarak, ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamanın meşru olup olmadığı

değerlendirilir. AİHM, bir ifadenin 10. maddenin sağladığı korumadan yararlanıp

yararlanamayacağına karar verirken; bu müdahalenin hukuken öngörülmüş olup

olmadığına, 2. Fıkrada yer alan sınırlama nedenlerinden birine dayalı olarak yapılıp

yapılmadığına ve sınırlamanın demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığına bakar.

Demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı ölçütünü incelerken ise, nefret içerikli

ifadeleri kullanan kişinin izlediği amaç, başvurunun şartları, dile getirilen ifadelerin

içeriği, ifadenin yayılması ve olası etkileri, ifadeleri kullanan kişinin durumu veya

statüsü gibi birçok durumu göz önünde tutar61.

Bu çerçevede, Mahkemenin nefret söylemiyle karşılaştığı davalarda 10. ve 17.

madde kapsamında değerlendirme yaptığı kararlara bir dizi örnek verilebilir.

AİHM Norwood v. Birleşik Krallık davasında; Irkçı Britanya Ulusal Partisi üyesi

olan başvurucu Kasım 2001-9-Ocak 2002 tarihleri arasında evinin camına 60-38 cm

ebadında, ikiz kuleleri yanarken gösteren “islam Britanya’dan dışarı-Britanyalıları

koruyun” ifadelerinin yazılı olduğu ve ay yıldızın üzerinde çarpı işaretine yer veren bir

poster asmış ve şikayet üzerine poster polis tarafından kaldırılmıştır. Başvurucu bu fiili

nedeniyle yargılanmış ve 300 sterlin para cezasına çarptırılmıştır. AİHM ifade

60 Ulaş Karan, Nefret Söylemi…s.122.

61 Anne Weber, “Nefret Söylemi…ss.19-24.

21

özgürlüğünün ihlaliyle ilgili yapılan başvuruda, “bir dini grubun bütün olarak bir şiddet

eylemiyle bağlantılandırılmasını içeren bu davranışın sözleşme ile güvence altına

alınan hoşgörü, toplumsal barış ve ayrımcılık yasağı gibi değerlerle uyum içerisinde

olmadığını” belirtmiş ve başvuruyu 17. madde kapsamında kabul edilemez bulmuştur.

Aynı zamanda bu karar mahkemenin 17. maddeyi “islamophia” kapsamında uyguladığı

ilk karar niteliğindedir62.

AİHM, Le Pen v. Fransa kararında ise ırkçı görüşleriyle tanınan Fransız siyasetçi

Jean Marie Le Pen’in bazı ifadelerinin sözleşme ile uyumlu olup olmadığını

değerlendirmiştir. Le Pen Le Monde Gazetesine verdiği bir mülakatta dile getirdiği

“sayılarının 5 milyon değil de 25 milyon olduğu gün Fransa’yı onlar yönetiyor olacak”

ifadesi nedeniyle bir grup insanın kökeni veya etnik grup, ulus,ırk veya din gibi spesifik

bir gruba üye olma veya olmamaya dayalı olarak ayrımcılık, nefret ve şiddete tahrik

ettiği gerekçesiyle 10.000 euro para cezasına çarptırılmıştır. AİHM, “Le Pen’in

açıklamalarının bir bütün olarak müslüman topluluğa karşı dışlama ve düşmanlık

hislerini güçlendirici” nitelikte olduğu gerekçesiyle başvuruyu kabul edilemez buldu.

AİHM, özellikle politikacıların nefret söyleminde bulunması durumuna daha titiz

yaklaşıyor. Politikacıları katı bir incelemeye tutan AİHM, politikacıların

hoşgörüsüzlüğe karşı mücadelede özel sorumlulukları bulunduğu konusunda ısrar

ediyor63.

AİHM, siyasetçilerle beraber basın yayın organlarına da ödev ve sorumluluklar

düştüğünün altını çiziyor. Basın yayın organları, siyasi çatışma ve gerilimlerde nefret

söyleminin yayılmasına aracılık edebilicekleri gibi şiddetin, tahrikin yayılmasında bir

araç olarak da kullanabilirler. AİHM içtihatlarında, nefret söylemi ile ilgili önlemlerin

orantılılığını daha yakından değerlendirme ve basın özgürlüğünün desteklenmesi

yönünde titiz davranıyor. Bu noktada, AİHM güdülen amaça bakarak, başvuru sahibinin

nefret söylemi kullanarak ırkçı fikir ve görüşleri yaymayı mı amaçladığını yoksa

kamuoyunu bilgilendirmeye mi çalıştığına bakar64. Jersild v. Danimarka davasında;

televizyon gazetecisi ırkçı görüşlere sahip Yeşil Ceketliler adlı gençlerle yaptığı

röportajda gençlerin siyahlar ve yabancı işçiler için küfürlü ve aşağılayıcı sözlerini ciddi

62 Kevin Boyle, “Nefret Söyleminin Kontrolü…s.68.

63 Ulaş Karan, “Nefret İçerikli İfadeler…s. 99.

64 Anne Weber, “Nefret Söylemi…s.34.

22

bir televizyon haberleri programında yayınlaması nedeniyle 1.000 kron para cezasına

mahkum edilmiştir. Mahkeme, “Irkçı ifadelerin yayınlanması konusunda suç ortaklığı

yaptığı gerekçesiyle hüküm giyen başvuru sahibinin o sırada kamuoyunu çok

ilgilendiren bir konunun özgün yönlerini gösterme amacına sahip olduğu gerekçesiyle,

yapılan yayının nesnel amacınn ırkçı görüş ve fikirlerin yayılması olamayacağı

sonucuna” varmıştır. Ayrıca bu dava kararında çok sayıda karşı oy da kullanılmıştır.

Karşı oy kullanan yargıçlar, ırkçı görüşlerin aktarıldığı durumda en azından bu görüşleri

onaylamayan bir beyanın gazeteci tarafından mutlaka eklenmesi gerektiğini ve ırksal

azınlıkların korunmasını, haber verme hakkından daha az bir ağırlığa sahip

olamayacağını belirtmişlerdir65.

65 Elif Küzeci, “AİHS’nin 10. Maddesi Işığında….,ss.192-194.

23

II. BÖLÜM

MEDYA VE İDEOLOJİ, NEFRET SÖYLEMİ ÜRETİMİNDE

GELENEKSEL MEDYANIN ROLÜ

2.1. İDEOLOJİK BİR AYGIT OLARAK MEDYA

Milyonlarca kişi kitle iletişim araçlarının şırıngaladığı mesajı her gün almakta ve bu mesajlar toplumda ani tepkilere

ve hareketlenmelere yol açmaktadır.(Frankurt Okulu Düşünürleri)

Günümüzde toplumun yönlendirilmesinde medyanın rolü tartışılmazdır. Yargı,

yürütme, yasama erklerinin yanı sıra dördüncü kuvvet tartışmalarının yapıldığı

medyanın en kuvvetli aracı ise dil, diğer bir deyişle söylemdir. Fransız Düşünür Louis

Althusser devletin ideolojik aygıtlarının başında medyayı sayar. Althusser ideolojiyi,

“bireylerin varoluşlarının gerçek koşullarıyla kurdukları hayali ilişkiler” şeklinde

tanımlar. Ona göre ideoloji ile toplumsal pratik iç içedir. Çünkü İdeoloji tüm sisteme

yayılarak toplumsal varoluşun tüm biçimlerinde yer etmiştir66. Devletin ideoloji yayma

amacıyla kullandığı hem bastırıcı aygıtları(DBA) hem de ideolojik aygıtları (DİA)

bulunur. Dolayısıyla devlet, egemen ideolojiyi üretmek ve idame ettirmek için sadece,

Althusser’in devletin bastırıcı aygıtları olarak tanımladığı şiddet tekeline sahip olan,

yaptırım mekanizmasını işleten polisi, orduyu, yargıyı kullanmaz bunun haricinde,

egemen ideolojiyi gizli bir şekilde sızdıracak vatandaşlarının bunu kendi rızalarıyla

kabullenmesini ve içselleştirmesini sağlayacak başka aygıtlara da ihtiyac duyar. Bunlar

Althusser’in tanımıyla devletin ideolojik aygıtları olan başta medya, askeriye, kilise ve

okuldur. Egemen ideoloji bu söylemsel pratikler aracılığıyla kendini meşru ve doğal

kılar67.

Althusser medyayı ideolojik bir aygıt olarak görürken, Marxist Düşünür Antonio

Gramsci ise medyayı hegemonya aracı olarak görür. Devlet iktidarını kurmak için

fiziksel gücün yanında kültürel ve ideolojik aygıtlar kullanır. Bu durumda devleti

yalnızca bir baskı aygıtına indirmek hatalı olur. Çünkü devlet aynı zamanda ikna yolu

ile toplumun rızasını yaratan, bu rızayı yönlendiren bir aygıttır. Toplumu örtük, kısmen

ifade edilen ideoloji vasıtasıyla yöneten devlet, kültürel iktidarı aracılığıyla ideolojik

bir hegemonya kurar. Hegemonya, bir sınıf ya da grubun diğer sınıfların aktif rızasını

66 Metin Kazancı, “Althusser, İdeoloji ve İletişimin Dayanılmaz Ağırlığı”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi,

sayı:57, 2002, s.57. (http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/464/5297.pdf )

67 Nur Vergin, “Siyasetin Sosyolojisi”, İstanbul: Bağlam Yayınları, 2003, ss.81-83

24

kazanarak bu sınıflar üzerinde egemenliğini kabul ettirmesidir. Bu durumda

hegemonya, hakim sınıflar ya da grupların ahlaki ve kültürel değerlerinin ve genel

olarak dünya görüşlerinin tabi sınıflar tarafından özümsenmesiyle oluşan bir

oydaşmadır. Dolayısıyla hegemonya güce başvurmak, emretmek yerine ikna, rıza,

işbirliği yaratarak diğer tüm unsurları sisteme dahil etmeyi hedefler. Bu noktada rıza,

medya, okul, kilise, gibi kurumlarlar üretilir. Aynı zamanda Gramsci egemen sınıfın

hegemonik konumda olması için bir toplumda kültür ve ideolojiyi yayacak “organik

aydınların” bulunması gerekliliğine de dikkat çeker. Günümüzde ise, bir kısım

sinemacı, medya mensupları ve teknokratlar egemen sınıfın hegemonyasını pekiştiren

“organik aydınları” meydana getirir. Bu çerçevede medyanın, medya mensuplarının,

izleyicilere egemen sınıfın değerlerini aktararak hegemonyayı yeniden ürettiğini

söyleyebiliriz68.

İdeolojiyi biçimlendirenin dil ve bilinç pratiği olduğunu savunan John Stuart Hall

ise, modern iletişim araçlarının toplumsal yapılar alanının bir parçası olduğunu belirtir.

Öyle ki, günümüzde iletişim kurumları ve ilişkileri toplumsal alanı tanımlayıp inşa

etmekle kalmayıp, siyasal alanın inşasına yardım eder, üretken ekonomik ilişkileri

tanımlar ve kültürel olana hükmeder. Dolayısıyla, iletişim araçları olup biteni sadece

yansıtmaz, olanı alıp inşa ettikten sonra birleştirme yapar ve sunar69. Bu durumda,

medyanın simgeler yaratma, bilgi anlam üretme ve durumları tanımlama gücü tarafsız

değildir, aksine medya içeriği toplumdaki iktidar ilişkilerinin kaba taslak bir haritasını

oluşturur70.

Shoemaker ve Reese ise, medya ve ideoloji ilişkisine ilişkin saptamalarda

bulunurken; iktidarın medya aracılığıyla sürdürüldüğünü, fikirlerin ve çıkarların

iktidarla bağlantılı olduğunu varsayar, işte bu nedenle haberler yapılandırma

biçimlerinden dolayı olayları güçlülerin çıkarlarının bakış açısından verir. Medya, bazı

görüş ve değerleri kabul edilebilirlik sınırları içindeki kabul ederken, diğerlerini ise

“meşru olmayanlar” biçiminde tanımlar. Böylelikle medya metinleri aracılığıyla, bir

yandan toplumdaki iktidar ilişkileri ve güç dengeleri pekişir bir yandan ise “biz” ve

“öteki” tanımları sağlamlaşır. Dolayısıyla, kapitalist sistemin kültürel bir metası olan

68 Vergin, a.g.e., ss.78-81.

69 İlden Dirini, “Okur Yorumlarıyla Yeniden Yeniden Üretilen Nefret Söylemi”, Tuğrul Çomu (ed), Yeni Medyada

Nefret Söylemi, İstanbul: Kalkedon Yayınları,2010, s.61.

70 Yasemin İnceoğlu, “Medyada Nefret Söylemi” http://www.nefretsoylemi.org/resimler/20091110728113056.pdf

25

medya içeriği, herhangi bir başka meta gibi satışa sunulurken, beraberinde getirdiği

yaşam tarzını, yaşam tarzının gerektirdiği doktirini, doktrinin temellendiği “bizlik

şuurunu” ve “ötekiler imgesini”de piyasaya sunar71.

Bu doğrultuda, medyanın piyasa koşullarına tabi olması, hedef kitlenin

beklentileri, reklam veren kurumların baskısı da medyanın yayın çizgisini belirler.

Medyanın siyasi çizgisi ise çoğu kez kurumun sahibi ve çalışan gazetecilerin siyasi

aidiyetleri ve buna bağlı olarak ideolojik tutumlarıyla belirlenir. Bunun haricinde, siyasi

baskılar, sansür vb. olgular da medyanın eğilimlerinin belirlenmesinde önemli bir

etkendir72. Medyanın içinde bulunduğu bu yapısal sorunlar nedeniyle, medyanın gücü

iktidarın yanı sıra, azınlıkların, göçmenlerin, özel grupların nasıl sunulacağı konusunda

suistimal edilir. Çünkü medyaya sahip olanlar, sadece söylemi çevreleyen bağlam

üzerinde egemenlik kurmazlar, söylemin ana konularını da belirler hatta kimin

konuşabileceğine, kimin yazabileceğine, ne hakkında konuşabileceğine/yazabileceğine

karar vererek zihinsel model kurgularlar. Bu durumda medyadaki önyargıların varlığı

ortaya çıkar. Eğer karşı bir ideoloji, karşı bir söylem yoksa; önyargılar, olumsuz

çağrışım barındıran söylemler, olumsuz bir model yaratmakla kalmayıp olumsuz bir

tutumun varlığına da neden olurlar73.

Bu noktada Van Dijk, Gramsci’nin hegemonyayı pekiştiren “organik

aydınlar”olarak da gördüğü medya mensuplarının yani gazetecilerin, muhabirlerin, köşe

yazarlarının, medya elitlerinin azınlık gruplarına ilişkin kanıların oluşturulmasında

önemli rolleri olduğunu vurgular. Kamusal söyleme ulaşabilen ve ün sahibi olan medya

elitleri bir yandan azınlık gruplarına ilişkin yaygın hedef ve çıkarları oluşturarak

“sağduyuyu formüle ederler”ken, bir yandan etnik olayların yorumlanması konusunda,

azınlık gruplarına ilişkin önyargılara ve ayrımcılığa meşruluk sağlayacak ideolojik bir

çerçeve hazırlarlar74. Bu nedenle, gündelik yaşamda azınlıklar üzerine yapılan

konuşmaların çoğu kitle iletişim araçlarından esinlenir ve konuşanlar genelde etnik

71 Berrin Yanıkkaya, “Gündelik Hayatın…, ss.20-21.

72 Algan-Şensever, “Ulusal Basında… s.18

73 Ceren Sözeri, “Yazılı Basında Nefret Söylemi Ve Mücadele Yolları”, Yasemin İnceoğlu (der), Nefret Söylemi ve

Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, s.206.

74 Eser Köker- Ülkü Doğanay, “Irkçı Değilim Ama… Yazılı Basında Irkçı Ayrımcı Söylemler”, İnsan Hakları

Ortak Platformu, 2010, s. 4.

26

azınlıklar ilgili görüşlerinin kaynağı olarak televizyon ve gazetelere göndermede

bulunurlar75.

Bu çerçevede, Van Dijk farklı toplumsal grupların (azınlıklar, göçmenler,

3.Dünya ülke insanları) haberlerde nasıl temsil edildikleri üzerine yaptığı söylem

analitik çalışmalarında; bu grupların temsil ediliş biçimlerinin, güçlü grupların-ulusların

temsil ediliş biçiminden tamamen farklı olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu gruplara, başat

kitle medyasında çok az yer verilmiş, yer alan haberlerde ise bu gruplar sorunlu,

yetersiz/geri, yardıma muhtaç ve Batının mekan, konut, iş, eğitim gibi değerli

kaynaklarını tehdit eden insanlar olarak sunulmuştur76.

Özetle, medya “gerçekliği olduğu gibi yansıtmak yerine” hakim ideolojilerin

istikrarını sağlamak için “farklı gerçeklikler” üretir. Üretilen tanımlar, kimlikler,

imajlar, söylemler bireyler tarafından içselleştirilir. Medyanın inşa ettiği bu söylemlerin

arka planında topluma hakim olan ideolojiler yattığı için, medya sadece söylemlerin

değil, söylemleri inşa eden ideolojilerin de toplum tarafından içselleştirilmesini sağlar77.

Bu bağlamda, medya ırkçı, cinsiyetçi homofobik veya yabancı düşmanlığı gibi ayrımcı

ideolojileri söylemler aracılığıyla vurgulayıp ya da üstü kapalı bir şekilde yayarak,

nefret söylemini üreten ve yaygınlaştıran en etkili araçlardan biridir.

2.2.NEFRET SÖYLEMİ ÜRETİMİNDE GELENEKSEL MEDYANIN ROLÜ

Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim..(Rakel Dink)

Toplumsal algılarımızı şekillendiren önemli unsurlardan biri medyadır. Bu

bağlamda medyanın, dünyada ve Türkiye’de olumlu ve yapıcı örnekleri olabileceği gibi,

aynı zamanda nefret suçlarına yol açan ayrımcılığı oluşturan ve önyargıları besleyen

nefret söyleminin oluşmasında ve yaygınlaştırılmasında büyük payı olabilir. Bu

sebeble, Türkiye medyasında nefret söylemi örneklerine geçmeden önce, medya

metinlerinin nefret söylemi içerip içermediğinin nasıl anlaşılacağı hususunda özet bir

tanım yapmak gerekiyor. Eğer, bir grubun üyelerine yönelik ifade nefret teşvik ediyorsa

ve bu teşvikin sözde geçerli nedeni, o gruba ait sayılan özelliklerse; bir grup sırf bu

gruba üye oldukları için aşağılanıyor, bir şeylerin faili sayılıyorsa ya da grupların

75 Savaş Çoban, “ Medya Milliyetçilik… s.72.

76 Yasemin İnceoğlu, “Medya İktidar İlişkilerinin Tarihsel Gelişimi”, Medya ve İktidar Konulu Mehmet Aybarı

Anma Sempozyumu Konuşma Metni, 2006, http://eski.bianet.org/2006/10/27/86980.htm

77 Melek Göregenli, “Nefret Söylemi…,s.59.

27

aşağılanmaları, haklarından mahrum edilmeleri meşru gösteriliyorsa, diyebiliriz ki o

metin, o konuşma, o fotoğraf vs. nefret söylemi içerir78.

Van Dijk ise gizli nefret söylemine örnek olarak “ama” lı cümleleri gösterir.

Azınlıklar ile ilgili bir söylemde, hem basında hem de gündelik hayattaki konuşmalar da

önyargılı dilin kullanıcıları, ırkçı olarak damgalanmaktan endişe duydukları için

önyargılarına rasyonel bir açıklama getirmek amacıyla “…..’lere karşı değilim ama ….”

formülasyonunu kullanırlar. Bu formülasyonda boş bırakılan yerler “Kürtlere,

Alevilere, Romanlara” gibi sözcükleriyle doldurdurulup söylendiğinde amaçlanan

ayrımcılığı üzeri örtülü hale getirilip, hoşgörülür kılmaktır79. Bu doğrultuda, Başbakan

Erdoğan’ın “ben dört dörtlük Aleviyim” sözleri Van Dijk’in bu formülasyonuna iyi bir

örnektir. Başbakan “Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse ben dört dörtlük Aleviyim” sözleriyle

başladığı konuşmasını “Ama ben Aleviyim deyip Hz. Ali'nin yaşam şeklinden uzak

duranların oyununa gelmeyeceğiz” şeklinde bitirir80. Dolayısıyla, Erdoğan bu

cümlelerinde kendine göre bir Alevilik tanımı yaparak Aleviliği iki ayırır ve Hz Ali’yi

sevenleri kabul ederken, Hz. Alinin yaşam şeklinden uzak duranları Türkiye’yi oyuna

getirmek için pusuda bekleyen bir düşman gibi nitelendirir. Erdoğanın bu cümleleri ise,

sonundaki ama cümlesine takılmadan, basın tarafından standart bir şekilde, “Erdoğan:

Ben dört dörtlük Aleviyim” başlıklarıyla sunulmuştur.

Bu çerçevede Türkiye medyasına baktığımızda; Türkiye’de medyanın sık sık

taraflı, önyargılı ve ayrımcı bir dil kullandığına tanık oluyoruz. Özellikle haberlerde,

haber başlıklarında, manşetlerde kullanılan ırkçı ve ayrımcı dil, kalıp yargıları

güçlendirerek toplumda düşmanlık ve ayrımcılık duygularını tetikliyor. Böyle bir dilin

kullanılması savunmasız gruplara yönelik yaygın bir önyargının yerleşmesine neden

olduğu için bu gruplar tedirginleşiyor, sessizleşiyor. Düşmanlaştırılan ve

marjinalleştirilen gruplara yönelik kullanılan kışkırtıcı ve hedef gösterici dil, zaman

zaman bu gruplara ya da mekanlarına yönelik saldırılarla sonuçlanıyor81. Türkiye’de bir

süredir toplumun farklı kesimleri arasında kutuplaşmalar arttığı için, kendisinden farklı

78 Mahmut Çınar, “Habercilik ve…, s.143.

79 Teu A. Van Dijk, “Haberin Söylem Olarak Disiplinlerarası İncelenmesi”

http://www.nefretsoylemi.org/resimler/200911199701959490.pdf

80 “Başbakan Erdoğan: Ben dört dörtlük Aleviyim”, Radikal, 17.07.2013

http://www.radikal.com.tr/politika/basbakan_erdogan_ben_dort_dortluk_aleviyim-1142270 (02.05.2014)

81 Hrant Dink Vakfı, “Medyada Nefret Söylemi Ve Ayrımcı Dil Ocak-Nisan 2013 Raporu”,

http://nefretsoylemi.org/rapor/Ocak-Nisan-2013-NS-Rapor-Final.pdf, s.1

28

olana yani “öteki” olana tahammülsüzlük giderek yaygınlaşıyor. Ortadoğu’daki

gelişmeler, Kürt ve Ermeni etrafındaki tartışmalar ve son dönemde gündemde olan barış

süreci, bu konularda çözüme yönelik fikirleri olan kişilerin, kurumların hedef

gösterilmesine, belirli kimliklerin düşmanlaştırılmasına neden olurken, öte yandan

azınlık hakları ve dinler arası diyalog gibi demokratik açılım çabaları, Kıbrs meselesiyle

ilgili tartışmalar “yabancı odakların Türkiye’ye yönelik oyunlar” olarak sunuluyor.

Taksim Gezi Parkı eylemlerinde ise medya olayları ele alış biçimiyle toplumdaki

kutuplaşmayı iyice pekiştirdi ve Gezi Parkı protestolarının dış mihraklar tarafından

örgütlendiği, “faiz lobisi” tarafından finanse edildiği iddiaları, Yahudi kimliği başta

olmak üzere belirli grupların hedef alınmasına neden oldu82. Son olarak AKP Ve Gülen

Cemaati tartışmalarında, Gülen Cemaati’ni Hristiyan ve Yahudilerle işbirliği içerisinde

gösterip Gülen Cemaati’nin Türkiye’ye ihanet ettiğini vurgulayan haber ve köşe

yazıları, Hristiyan ve Yahudileri düşman konuma yerleştirerek, hedef gösteriyor. Öyle

ki Zaman Gazetesi’nin “ Erdoğan nefret söylemi kullanıyor” manşeti üzerine Yeni Akit

ele aldığı “Cemaatin nefret söylemi Yahudi Taktiği” başlıklı haberde83, Nefret söylemi,

Yahudi, Ermeni, Rum ve birçok azınlığın yasaklanması için ön ayak olduğu bir

uydurma olarak ele alınırken, nefret söylemini Siyonistlerin faaliyetlerini gün yüzüne

çıkaranları engellemek amacıyla Yahudi lobisinin geliştirdiği ve bu nedenle Fethullah

Gülen’in Siyonizm’in büyük oyununa alet olduğu belirtiliyor. Bir başka haberde ise,

“Düşmandan da namertler” başlığıyla84, Başbakan Erdoğan’ın grup toplantısında

yaptığı konuşmanın geniş bir özeti veriliyor “Bu Namerliği Düşman Bile yapmazdı”,

“Ermeni Lobisi İle Kol Kola Girdiler” ara başlıklarıyla verilen haberde “Ermeni lobisi”

ifadesi sıklıkla kullanılarak Ermeniler düşman konumuna yerleştiriliyor.

Böylelikle, yukarıda verilen örnekler Yasemin İnceoğlu ve Ceren Sözeri’nin

Türkiye basınında azınlıkların ikiye ayrılmasına dair yaptıkları tespiti doğruluyor.

Türkiye basınında, dar kapsamda Ermeniler, Yahudiler daha geniş kapsamda azınlıklar

ya da kendisini azınlık hissedenler ikiye ayrılır.

82 Hrant Dink Vakfı, “Medyada Nefret Söylemi Ve Ayrımcı Dil Mayıs- Ağustos 2013 Raporu”,

http://nefretsoylemi.org/rapor/mayis-agustos-rapor-final.pdf s.1.

83 “Cemaatin nefret söylemi Yahudi taktiği”, Yeni Akit, 25 Ocak 2014

http://www.yeniakit.com.tr/haber/cemaatin-nefret-soylemi-yahudi-taktigi-10048.html (02.05.2014)

84 “Düşmandan da namertler”, Yeni Akit, 16 Nisan 2014

http://www.yeniakit.com.tr/haber/dusmandan-da-namertler-15724.html (02.05.2014)

29

(..) iyi olanlar, nerede yaşadıklarını bilip kimliklerini görünmez kılıp, geçmişi ve devletin

resmi söylemini sorgulamayanlar, ki onlar zaten Allah’ın Türklere bir emaneti olarak korunacaktır;

kimliklerini ortaya koyup bir de ülkenin politikaları konusunda söz söylemeye cesaret edenler ise ülkeyi

terk etmek ya da sonuçlarına katlanmak “ yollarından biri kalmaktadır. Amiral gemisinden en

marjinaline kadar medyanın büyük bir kısmı “Türkiye Türklerindir’i hala benimsemektedir85.

Bu bağlamda Uluslararası Hrant Dink Vakfı, nefret söylemini görünür kılmak,

ötekileştiren dile dikkat çekmek için Türkiye’de ulusal yayın yapan gazetelerin

incelendiği “Medyada Nefret Söyleminin İzlenmesi” çalışmasını yürütüyor. Ulusal ve

yerel basın taranarak, ayrımcı, ötekileştiren, hedef gösteren bir söylemle kaleme alınmış

haber ve köşe yazıları tespit ve analiz edilerek, hazırlanan raporlar

www.nefret.soylemi.org sitesi aracılığıyla kamuoyuna sunuluyor. Ayrıca, tespit edilen

nefret söylemi içeren haberler benimsedikleri söylemin niteliği doğrultusunda

kategorilere ayrılıyor. Belirlenmiş nefret kategorileri şunlardır:

Abartma/Yükleme/Çarpıtma: Bir kişi ya da olaydan yola çıkarak bir topluluğa yönelik

olumsuz genellemeler, çarpıtmalar, abartmalar, olumsuz atıflar içeren söylemler (“Türkiye çan

sesine boğuldu”)

Küfür/Hakaret/Aşağılama: Bir topluluk hakkında doğrudan küfür, hakaret, aşağılama,

hakaret içeren (örneğin kalleş, köpek, kanıbozuk) gibi söylemler

Düşmanlık/Savaş Söylemi: Bir topluluk hakkında düşmanca, savaşı çağrıştıran ifadelerin

yer aldığı söylemler. (Gavur Zulmü)

Doğal Kimlik ögesini nefret aşağılama unsuru olarak kullanma/Simgeleştirme : Doğal bir

kimlik ögesinin nefret, aşağılama unsuru olarak kullanıldığı, simgeleştirildiği söylemler.

(örneğin olumsuz anlamda “senin annen Ermeni zaten” söylemi ya da “senin soyadın

Davutoğlu mu Davutyan mı ?”

Hrant Dink Vakfının son hazırladığı medyada nefret söylemi izleme (Eylül-

Aralık 2013) raporunu incelediğimizde, önceki dönemlere benzer şekilde bu dönemde

de en fazla Ermeniler ve ardından sırasıyla Yahudiler ve Hristiyanlar hakkında nefret

söylemi üretildiğini görüyoruz. İçeriklerde asli ya da ikincil unsur olarak en sık hedef

gösterilen diğer gruplar ise sırasıyla; Kürtler, Rumlar olmuştur. Fakat bu dönemde

önceki dönemlerden farklı olarak, nefret söyleminin doğrudan hedefi olan grupların

yanında, örneğin Budistler, komünistler, masonlar, vicdani retçiler, Araplar ve Gürcüler

nefret söylemine değilse de ayrımcı bir dile maruz kalmışlardır. Suriyeli mülteciler ise,

85 İnceoğlu-Sözer ,” Nefret Suçlarında…, s.35.

30

bu dönemde de mülteci kamplarının bulunduğu şehirlerdeki yerel gazeteler hem de

coğrafi olarak bölgeye uzak yerlerde yayınlanan gazeteler tarafından nefret söylemine

uğrayan gruplar arasında yer aldı. LGBTİ bireylere ve kadına yönelik nefret söylemine

baktığımızda ise eşcinselliğin genellikle “sapıklık”, “sapkınlık” gibi ifadelerle

tanımlandığını, kadınların kendiliğinden kötü bir unsur olarak ele alındığı ve translarla

ilgili haberlerin suçla ilişkilendirilerek yapıldığını görüyoruz. Son olarak, Nefret

söylemine en fazla rastlanan ulusal gazeteler sırasıyla Yeni Akit, Milli Gazete, Yeni

Şafak ve Ortadoğu gazeteleridir86.

Türkiye’de nefret söyleminin geleneksel medya tarafından yaygınlaştırılmasını

inceleyen diğer bir araştırma ise Sosyal Değişim Derneği tarafından 2010 yılında

hazırlanan Ulusal Basında Nefret Suçları: 10 Yıl 10 Örnek adlı çalışmadır. 2008

yılından geriye doğru on yıl gidilerek 20 ulusal yazılı basının çevrimiçi sitelerinde

nefret suçlarının yer alışı incelenmiştir. Çalışma kapsamında 200 örnek haber

belirlenmiş, daha sonra bu haberler arasından “10 örnek” haber seçilmiştir. Seçilen 10

örnek haberle etnik kökene veya ırka, ulusal özelliklere, cinsel kimliklere veya cinsel

yönelime, din ve inanca, siyasal eğilimlere, mülkiyete, bedensel engelliliğe, eğitim

durumuna ve toplumsal statüye yönelik olarak işlenmiş bir nefret suçunun nefret

söylemi üretilerek meşrulaştırıldığı, doğal kılındığı gösterilmiştir. 10 örnek haber ise

şunlardır: “Ahmet Kaya’ya Madam Şefkati” (Sabah, 02 Kasım 1999) (etnik kökene

yönelik nefret söylemi üretimi); “Bu Kez İyice Azıttılar!” (Milliyet, 23 Şubat 2002)

(cinsel yönelime dönük nefret söylemi); “Ermeniler Kudurdu” (Yeniçağ, 17 Kasım

2009) (bir ulus ve o ulusun ülkesine yönelik nefret söylemi üretimi); “Hainler

yakalandı” (Star, 24 Mart 2005) (etnik kökene yönelik nefret söylemi üretimi) “Kapıcı

Şarkıcıya tecavüz davası” (Hürriyet, 3 Temmuz 1999) ( toplumsal statüsü düşük kişilere

yönelik önyargıların üretimi); “Koreli rehbere Osmanlı tokadı!” (Radikal, 06 Mayıs

2005) (ulusal özelliklere yönelik nefret söylemi üretimi); “Rahipler uçkuru kilisede

çözüyor” (Vatan, 6 Ocak 2003) (dini inanca yönelik nefret söylemi üretimi); “Roth,

Ayvaz hocaya havale”(Akşam, 25 Kasım 2000) ( cinsiyete yönelik nefret söylemi);

“Sünnetsiz kundakçı DTP adına kurban derisi toplamış” (Zaman, 17 Ocak 2008) (dinsel

86 Hrant Dink Vakfı, “Medyada Nefret Söylemi Ve Ayrımcı Dil Eylül-Aralık 2013 Raporu”,

http://nefretsoylemi.org/rapor/Eylul-Aralik2013_nefretsoylemi_ayrimcisoylem_raporu.pdf

31

inanca yönelik nefret söylemi üretimi); “Travesti zehir kuryeleri havalimanında

yakalandı” (Türkiye, 30 Nisan 2006) (cinsel yönelime dönük nefret söylemi)87

Yukarıdaki araştırmalardan yola çıkarak, medya aracılığıyla üretilen nefret

söyleminin farklı kesimlere yönelik toplumsal önyargıları, klişeleri tekrar tekrar dile

getirerek doğallaştırdığını söyleyebilirz, bu bağlamda medya, ırkçı düşünce ve

söylemlerin kaynağını toplumsal bilinç yapısını belirleyen önemli bir araçtır88. Çünkü

Balibar ırkçılığın geniş tanımını yaparken “ biyolojik kurumlaştırmaları olsun olmasın,

tüm dışlama ve azınlıklaştırma biçimlerini hesaba katar(..) özellikle de farklılıkların

doğallaştırılmasında kullanılan ortak mekanizmayı inceleyebilmek için biçimsel olarak

eşitlikçi bir toplumda toplumsal grupların (etnik grupların fakat aynı zamanda

kadınların, cinsel sapkınların, akıl hastalarının, proletaryanın altındakilerin vb.)

“ırklaştırılması” görüngülerini ırkçılık adı altında toplar”. Böylece, ırkçı dil kendini

yalnızca etnik, dinsel azınlıkların değil aynı zamanda zayıf halka olarak gördüğü

kadınların, trans bireylerin üzerinden yeniden ve yeniden üretir89.

Bu noktada Downing ve Husband medyanın, özellikle ırkçı kategorilerin

benimsenmesi ve meşrulaştırılmasında “bağlam oluşturucu” bir işleve sahip olduğunu

dile getirir. Medya ırkçı ideolojileri sürdürebilmek için imajlar, streotipler gibi birtakım

bağlam oluşturma mekanizmaları kullanarak, okuyucuların zihinlerinde bir grubun diğer

gruplara yönelik düşüncelerinin çarpıcı bir özetini oluşturur. Bu imajlar, streotipler bir

toplumun kurucu ideolojileri çerçevesinde üretildiği için, medya farklı ırk veya etnik

kökenlere mensup kişilere yönelik, açıkça veya örtük olarak ayrımcılığı destekleyip,

yayabilir90. Bu doğrultuda Eser Köker ve Ülkü Doğanay tarafından İHOP (İnsan Hakları

Ortak Platformu) desteği ile gerçekleştirilen ve 2010 yılında Irkçı değilim ama… adı ile

basımı gerçekleştirilen araştırmada 2006-2007 yılları arasında Türkiye’de yayın yapan

ulusal ve yerel gazetelerden seçilerek incelemeye alınan 2447 haber ve köşe yazısında

ırkçı-ayrımcı söylemlerin varlığı tespit edilmiştir. Irkçılık ve ayrımcılıkla mücadele için

hazırlanan bu çalışmada analize tabi tutulan gazetelerde; suç ve şiddet ile Kürt sorunu

87 87 Algan-Şensever, “Ulusal Basında…, ss.22-48.

88 Çoban, “Medya, Resmi Tarih…, s.54.

89 Ülkü Doğanay, “Irkçılığın İzini Satır Aralarında Sürmek: Popüler Kültür Ürünlerinde Irkçı Söylemlerin

Yaygınlaşma Biçimleri, ”, Mahmut Çınar (Ed), Medya ve Nefret Söylemi: Kavramlar Mecralar Tartışmalar,

İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları,2013, s.162.

90 Göregenli, “Nefret Söylemi…., s.61.

32

yan yana getirilirken, Aleviler sadece “Müslüman biz”in bir parçası olarak gündeme

gelmiştir. Ermeniler, Hristiyanlar, Rumlar ve diğer azınlıklar önemli olaylarla ilgili

olduklarında haberleştirilirken, söz konusu hak talepleri ve sorunları olduğunda ise

medyada hiç yer bulamamışlardır. Türkiye’de yaşayan Romanlara, Araplara,

Süryanilere, Asyalılara, siyahlara yönelen ve gündelik dilin içine streotipler aracılığıyla

yerleşen ayrımcılık ise görünmez kılınmıştır. Son olarak, eşcinseller, translar, kadınlar

ayrımcı ve cinsiyetçi söylemlerle ele alınarak, ya sapkınlık göstergesi olarak ya da

tehdit unsuru olarak medyada yer almışlardır91.

Medyanın ırkçı söylemler üretmesinin bir başka boyutu ise, üretilen bu ırkçı

söylemlerin şiddet içermesi ve bu söylemsel şiddetin, öfkenin ötekileri hedef almasıdır.

Bu nedenle toplumsal öfkenin azınlıklara, ötekilere yöneltilmesi, toplu cinnet hallerinin

yaratılması ve böylelikle ötekini yok etme amacına sahip linç topluluklarının

yaratılmasında medyanın önemli sorumluluğu vardır92. Öyle ki, “Atatürk’ün Selanik’te

doğduğu eve bomba atıldığı” yönündeki asılsız haberler başta Rumlar olmak üzere

İstanbul’daki azınlıkları hedef alan 1955’deki 6-7 Eylül olaylarının yaşanmasına neden

olmuştur. 2005 yılında ise, Mersin’de Newroz kutlamaları sırasında meydana gelen

bayrak yakma olayında, faillerin küçük yaşta kullanılmaya açık çocuklar oldukları

tamamen es geçilerek, televizyon haberlerinde bu görüntülerin tekrar tekrar kışkırtıcı bir

biçimde yer verilmesi, ülke çapında Kürt vatandaşlara yönelik linç girişimlerine neden

oldu93. Basında bu olay “Bayrağı çiğneyen hainler yakalandı”(Aktif Haber, 23 Mart

2005) “Hainler Türk bayrağını yakmaya kalktı”(Haber Vitrini, 22 Mart 2005)

“Tarihçiler hainleri lanetledi” ( 25 Mart 2005) manşetleriyle yankılandı. Ve yaşanan bu

olay sonrasında 2005 ve 2006 yıllarında çeşitli illerde ve farklı olaylarda, Ezilenlerin

Sosyalist Platformu, Temel Haklar Federasyonu, Türkiye Gençlik Federasyonu üyesi

kişiler bildiri dağıtırken, Sakaryada iki genç Mahir Çayan posteri asarken, Ispartada

üniversite öğrencileri YÖK aleyhine bildiri dağıtırken PKK’ lı oldukları gerekçesiyle

linç edilmek istendi94. Bu bağlamda resmi söylem ve basınının, tüm Kürtleri PKK’lı

veya potansiyel PKK’lı olarak hedef alan uygumaları Kürt=PKK’lı denkleminin

91 Köker-Doğanay, “Irkçı değilim ama…s, 175.

92 Çoban, “Medya, Resmi Tarih…, ss.55-56.

93 Çelenk, “Ayrımcılık…., s.227.

94 Zeynep Gambetti, “Linç Girişimleri, Neorealizm ve Güvenlik Devleti”, Toplum ve Bilim, Sayı:19, Yaz 2007,

s.14.

33

kurulmasını kolaylaştırır, militan olan ile olmayan arasındaki farkı siler ve tüm muhalif

grupların PKK kategorisine indirgenmesine neden olur95.

Tanıl Bora Linç Ortamı ve Faşizmin Sarkacı makalesinde, şiddetin ortaya

çıkışını, linç topluluklarının yaratılmasını Türkiye’de devlet geleneği içine yerleşmiş

“milli refleks” olarak haklılaştırılmış bir uygulama olarak görüyor. Linç güruhu bütün

sorumluluğu üzerine yıkabilecek bir hedef olarak günah keçesi arar ve onu ortadan

kaldırarak her şeyi halledebileceğini sanır. Bunun sonucunda ortaya çıkan öfke, şiddet

ise “milletin haklı tepkisi” “doğal refleks” olarak lanse edilir ve meşrulaştırılır96.

Örneğin; Başbakan Tayyip Erdoğan 2005 Newroz olayları sonrasında Trabzon’ da 6

Nisan da TAYAD üyesi 5 kişinin bildiri dağıtmak isterken saldıraya uğramasıyla ilgili

“Halkın hassasiyetleri çok önemli. Halkımzın milli hassasiyetlerine dokunulduğu

zaman, bunun tepkisi farklı olacaktır” açıklamasında bulunurken, Trabzon Valisi ise

linç girişimini “vatandaşların tepki gösterip, karşı koyması” olarak nitelemiştir97.

Dolayısıyla basında yer alan bu tür açıklamalar şiddeti haklı ve masum göstererek

şiddeti teşvik etmektedir.

Yukarıda bahsettiğim 2005 Newroz olayları sonrasında ise RTÜK yaptığı yazılı

açıklamada, “Türk Bayrağı'na saldırı girişiminin kınanması amacıyla, bütün televizyon

kanallarını, ulusal bayramlarda olduğu gibi tüm gün ekranlarına Türk Bayrağı

yerleştirmeye davet etme kararı aldığını” ifade etti ve RTÜK'ün Türk Bayrağı'na

saygısızlığa tepki olarak Türk Bayrağı yerleştirme çağrısına birçok televizyon kanalı

uydu98. Yaşanan bu olay sonucunda televizyonlarda Türk bayrağının sıklıkla

gösterilmesi ve görsel efektler aracılığıyla vurgulanması milliyetçi ögelerin

televizyonlardaki varlığının kanıtıdır. Çünkü Tanıl Bora’ya göre resmi milliyetçilik,

milli sembolleri olabildiğince sık tüketmeyi, milli ritüelleri toplumsal rızayı sağlamanın

asli unsuru görür, Türkiye’de bayrağın, milli ritüellerin aşırı kullanımı bu sebepten

95 Gambetti, a.g.e., s.15.

96 Tanıl Bora, “Linç Ortamı ve Faşizmin Sarkacı”, Birikim Dergisi, sayı:223, Güz 2007, ss, 15-19.

97 “Trabzonda Sıradan Faşizm”, Bianet 7 Nisan 2005

http://bianet.org/bianet/insan-haklari/58486-trabzon-da-siradan-fasizm (02.05.2014)

98 “Bayrak seferberliği”, Yeni Şafak 25 Mart 2005

http://yenisafak.com.tr/arsiv/2005/mart/25/g07.html (02.05.2014)

34

kaynaklanır99. Bu bağlamda, Benedict Anderson milliyetçiliğin sınırlı da olsa kitlelere

yayılmasını mümkün kılan en önemli etkenin kapitalist yayıncılığın ortaya çıkışı

olduğunu savunur. Benedict Anderson, Hayali Cemaatler’de gazetecilik pratiklerine,

yurttaşların gazete okuma alışkanlıklarına ve gazetelerde yer alan popüler karakterlerin

takip edilmesine özel bir önem atfederek, bu pratik ve alışkanlıkların, yüzyıldan itibaran

batı burjuva toplumlarında birlikte düşünme ve ortak duygulanma biçimlerinde ortaya

çıkan ulusal kimliği olanaklı kıldığını belirtir. Ulusçuluğu inşa edenin matbaa dili

olduğu savını işleyen Anderson, standartlaştırılmış bir dil kullanan medyanın

bütünleştirici ve birleştirici işlevini öne çıkarttığını söyler100. Bu bağlamda Eser Köker-

Ülkü Doğanay vd., medya ve milliyetçilik ilişkisini inceledikleri “ 2007 Milletvekili

Genel Seçimleri’nde Medyada Milliyetçilik Rekabeti” başlıklı çalışmada, Türk’ün

Türk’ten başka dostu yok” gibi ifadelelerin, dış dünyaya ilişkin zenofobik tavırların,

Atatürk portresi, ülke haritası, bayrak gibi legoların milliyetçi söylemleri

olağanlaştırdığını; biz ve onlar kurgusunun, seçim kampanyalarında, politikacıların

konuşmalarında ve medyanın seçimi haberleştirme biçiminde içselleştirildiğini ortaya

koymuşlardır.101

Bu anlamda Türkiye’de futbol medyası, arka planında milliyetçilik yatan nefret

söyleminin farkında olunmadan geniş kitlelere yayılmasında aracı olur. Futbol medyası

cinsiyetçi, şoven-milliyetçi ve şiddet içeren söylemler aracılığıyla genel olarak ayrımcı,

saldırgan ve militer bir dil üzerinden yayınlarını gerçekleştirir. Öyle ki, Futbol bir oyun

olmaktan çıkarılarak başlıklar savaş efektiyle süslenir, biz ve onlar ayrımı iyice

belirginleştirilerek karşı takım düşmanlaştırılır ve düşman karşısında “bizi”

güçlendirmek için ise Türklük, Türkiyem gibi söylemlere, bayrak, vatan ay yıldız gibi

sembollere atıfta bulunulur. Bu çerçevede Ahmet Talimcilerin futbol gazetelerini nefret

söylemi açısından incelerken ele aldığı “Türk’sün bugün ezer geçersin”, “Gidin, vurun,

gelin,”Avrupa bombalanacak”, “İnönü’de boğarız”, “Aslanım İngilizleri evinde

tokatlayacak”, “Ya istiklal ya ölüm maçı” başlıklarında şiddeti ve milliyetçiliği

99 Tanıl Bora, “Milliyetçilik Doğallıkla Meşrulaştırılamaz”, Altüst Dergisi, Sayı:4, 2012

(http://www.altust.org/2012/04/tanil-bora-milliyetcilik-dogallikla-mesrulastirilamaz/ )

100 Eser Köker, Ülkü Doğanay, Fatih Keskin, İnan Özdemir, “2007 Milletvekili Genel Seçimleri’nde Medyada

Milliyetçilik Rekabeti”, ”, Barış Çoban (der), “Medya Milliyetçilik Şiddet”, İstanbul: Su yayınları, 2009, ss.74-75

101 Köker, vd., a.g.e, s.84.

35

körükleyen, yeniden üreten bir dil görürüz102. Ayrıca bu dil erkek egemen bir dil olup,

homofobik bir zihniyet algısını yeniden üretirken, cinsiyet ayrımcılığını körükler.

Örneğin, Fotomaç İsviçreyle oynanacak milli maç öncesi “Futbol erkek oyunu, biz

erkekçe oynayıp yiğitçe bir destan yazacağız. Peki ya siz İsviçreli oyuncular?”

başlığının hemen altında dört İsviçreli oyuncuyu kadın kılığında resmederek vermiştir103.

Kadınlara yönelik nefret söylemi ise temelde cinsiyetçi ifadeler kullanılarak

gerçekleştirilir. Aşağılama amaçlı ifadeler kullanarak kadınının konumu

ikincilleştirilir104. Medyada kadınlara yönelik nefret söylemi içeren örneklere

baktığımızda ise kadınların daha çok fiziksel özellikleri ve seks işçiliği üzerinden

şekillendiğini görüyoruz. Medya İzleme Grubu’nun (Mediz) hazırladığı "Medyada

Kadınların Temsil Biçimleri" araştırmasına göre, kadınlar haberlerde, manşetlerde

“cinsel nesne”, “magazin malzemesi”, “konu mankeni”, “eş-fedakar anne” olarak

sunuluyor105. Öyleki, “karısını 44 yerinden bıçakladı” ( İhlas Haber, 20.12.2012) tarzı

başlıklarla kadınlara uygulanan şiddet en ince ayrıntılarına kadar tarif edilirken, bir

tecavüz “Yatakta biten Beyoğlu hikayesi” (Habertürk, 22.01.2013) gibi bir başlık ve

kadınının kişisel bikinili fotoğraflarıyla yayınlanarak şiddet gören bedenler pornografik

bir biçimde sunulur. Kadına yönelik nefret söyleminin bir sonraki aşaması kadına

yönelik şiddettir kadına yönelik nefret söylemi aynı zamanda kadına yönelik şiddeti

besleyip bunu toplumsal alanda yaygınlaştırıyor. Medyanın kadın cinayetlerini ele alış

biçimine baktığımızda ise ya “Dün 3 kadın daha öldürüldü” (Milliyet, 12.09.2011) gibi

başlıklar atılarak failler gözden kaçırılıyor ya da “Kıskanç koca cinayeti”( Vatan,

23.01.2013) gibi başlıklarla failin eylemini haklı çıkaracak bir gerekçe yaratılıyor106.

Cinsel kimlik temelli nefret söylemi ise, heteroseksüel cinsel kimlik dışındaki

cinsel kimliklere sahip kişileri hedef alan nefret söylemidir. Lezbiyenleri, geyleri,

102 Ahmet Talimciler, “Ötekine Yönelik Nefretin Fark edilmediği ya da Kanıksandığı Alan: Türkiye Futbol Medyası,

Yasemin İnceoğlu (der), Nefret Söylemi ve Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, s.253-285.

103 Ahmet Talimciler, “Türkiye’de Erkek Kimliğinin Oluşumunda Gözardı Edilen Alan: Spor/Futbol”,

http://ahmettalimciler.com/?p=507

104 Mutlu Binark-Tuğrul Çomu, “Sosyal Medyanın Nefret Söylemi için Kullanılması İfade Özgürlüğü değildir!”

http://yenimedya.wordpress.com/2012/01/20/sosyal-medyanin-nefret-soylemi-icin-kullanilmasi-ifade-ozgurlugu-

degildir/

105 “MEDİZ Raporu: Medyada Yönetimde Olmayan Kadın, Haberlerde Nesne”, Bianet 19 Haziran 2008

http://bianet.org/bianet/medya/107742-mediz-raporu-medyada-yonetimde-olmayan-kadin-haberlerde-nesne

(02.05.2014)

106 Sevda Alankuş, “Başka’Bir Habercilik İhtiyacı ve Hak Odaklı Habercilik”, Mahmut Çınar (Ed), Medya ve

Nefret Söylemi: Kavramlar Mecralar Tartışmalar, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları,2013, s.231.

36

biseksüelleri, travestileri ve transseksüelleri hedef alarak bu cinsel kimliklere “sapkın” ,

“iğrenç” damgası vurur107. Öyle ki,medyada liseli LGBTİ topluluğun oluşması

“Sapkınlar liselere el attı” başlığıyla verilip ahlaksızlıkta çığır açtıkları belirtirilken108,

Lars von Trier’in yasaklanan Nymphomaniac (İtiraf) filminin Ankara Üniversitesi

Siyasal Bilgiler Fakültesinde Kaos GL ve Pembe Hayat Derneği desteğiyle

gerçekleşecek olan film gösterimi ise“Ankara Üniversitesi, sapkınların dernekleri Kaos

GL ve Pembe Hayat ile ortaklaşa iğrenç bir etkinliğe imza atacak” biçiminde

haberleştirildi109. Bu çerçevede KaosGl Derneği eşcinsel, biseksüel, travesti,

transeksüellere yönelik nefret suçu ve nefret söylemini teşhir etmek amacıyla 5 yıldır

medyayı izliyor, kaosgl.org web sitesinden kamuoyu ile paylaşıyor. Hazırlanan raporlar

ise her yıl kitaplaştırılıyor. 2011 yılı nisan-ağustos medya izeleme raporunda, LGBTİ

bireyler genel olarak, haberlerde cinsellikle özleştirilerek ve cinsel yönelimleri ve/veya

cinsiyet kimlikleri ön plana çıkartılarak bu tarz başlıklarla “ dava düştü travesti Barış

serbest kaldı”,”İlk eşcinsel Türk Milletvekili adayı”, “Bodrumu Gaylar bastı”

haberleştirilirken, “Gey barlardan çıkıp gasp yaptılar”, “Travesti kurye” başlıklarıyla da

suçla özdeşleştirilmiştir.110 Türkiye’de bütünüyle nefret suçları kapsamında görülmesi

gereken eşcinsellere, travesti ve transeksüellere yönelik saldırılar ise genellikle

mağdurların yarattığı tahrik sonucunda oluşan eylemler gibi sunuluyor. Açık bir

saldırıya ve çoğunlukla cinayete varan suçlar, medyada genellikle mağdurların

çıkardıkları olaylar sonucunda gerçekleşmiş, “doğal sonuçlar” olarak ele alınıyor ve

mağdurlar failin hassasiyetine dokunur ve cezalarını bulur şeklinde bir tablo

sunuluyor111. Böylelikle “Sevgilimi lezbiyen ilişki yaşadı diye öldürdüm”, “Ters ilişki

teklif etti öldürdüm” “Facebookta tanıştı Travesti diye öldürdü” “Travesti kardeşe

kurşun” gibi bu tarz başlıklı haberler sadece failin ifadesiyle verilerek LGBTİ bireylere

yönelik şiddet meşrulaştırılıyor ve suçun altında yatan ayrımcılığın gizleniyor112.

107 Tuğrul Çomu-Mutlu Binark, “Yeni Medya Ortamlarında Nefret Söylemi”, Mahmut Çınar (Ed), Medya ve Nefret

Söylemi: Kavramlar Mecralar Tartışmalar, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları,2013, s.209.

108 “Sapkınlar liselere el att”, Yeni Akit, 01 Mart 2014

http://www.yeniakit.com.tr/haber/sapkinlar-liselere-el-atti-12254.html (03.05.2014)

109 “AÜ’de porno gösterimi”, Habervaktim 14 Nisan 2014

http://www.habervaktim.com/haber/367947/aude-porno-gosterimi.html (03.05.2014)

110 Kaos GL Derneği, “Nisan-Ağustos 2011 Arası LGBT Medya Raporu”, http://www.kaosgl.org/sayfa.php?id=9795

111 Kaos GL, “Nefret Suçları Kimin Sorunu? LGBT Bireyler, Nefret Söylemi ve Medyadaki Temsil” Yasemin

İnceoğlu (der), Nefret Söylemi ve Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, ss. 296-297.

112 Kaos GL Derneği, “Türkiye Medyası’nda Ekim 2011”, http://www.kaosgl.com/sayfa.php?id=10118

37

Ayrıca nefret söylemi HIV ile yaşayanlara karşı da üretiliyor. Murat Köylü,

HIV/AIDS ile Mücadelede En Büyük Sorun Virüs Değil, Önyargılar makalesinde,

medyanın kamu güvenliği gerekçesi sunarak HIV ile yaşayanları damgalayarak böylece,

neftet söylemini meşrulaştırdığını belirtiyor.113 Medya HIV/AIDS’i tedavisi mümkün

olmayan bir hastalık olarak sunmakta ve HIV ile yaşayanları tehlikeli, hastalıklı,

günahkar, sapkın bireyler olarak lanse ederek sürekli olarak ötekileştiriyor.114 Ayrıca,

AIDS’li, HIV’li sözcükleri ayrımcı ve ötekileştirici sözcükler olmalarına rağmen

medyada sık sık “AIDS’li hayat kadını şoku”, “AIDS’li çıktı 230 erkek teste koştu”

manşetlerine yer veriliyor. Dolayısıyla, Türkiye’de HIV/AIDS konusunda medyanın

haberleri veriş biçiminin genellikle HIV/AIDS ile yaşayan bireylerin eleştirisi niteliğinde

olduğunu söyleyebiliriz115.

Son olarak medyanın nefret söylemi üretimindeki rolünün ne denli önemli

olduğunu vurgulamak için Judith Butler’in sözlerini hatırlatmak gerekiyor. Judith Butler

göre nefret söylemini kullanan kişi sözlerinden sorumlu olsa dahi, esasen o sözlerin

yaratıcısı değildir. Çünkü kişi zaten kullanıma hazır bir dilden, önceden belirlenmiş

ötekileştirici imgelerden, ırkçı kelimelerden duruma en uygun olanları seçer ve böylece

seçtiği söylemlerle içinde yaşadığı toplumunun zihniyet yapısının belli parçalarını

tekrarlar, yeniden dolaşıma sokar. Dolayısıyla nefret söyleminin yazarı olduğunu

sandığımız kişi aslında o söylemin ürünüdür116. Öyleki, Hrant Dink cinayetinin tetikçisi

Ogün Samast Hrant Dink’i vurduktan sonra gurur ve övünçle söylediği “bir Ermeni

vurdum sözlerinin kendi yazarı değildir. İstanbul 2. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi’ne

gönderdiği mektupta Samast, kullanıldığını itiraf ederek, Dink’i hedef haline getiren

gazete manşetlerinin ve köşe yazılarının sorumlularının da yargılanması gerektiğini

aşağıdaki sözleriyle ifade etmiştir.

(..) “Bu süreç, Yasin Hayal'in okuttuğu yazılarla, beni sürüklediği kin ve nefret girdabında

kaybolmamla başladı. Dink'in yazdığı yazının bir kısmını manşet yapan Hürriyet ve Vatan'dı. Ben mi

yazdım Orhan Pamuk ve Dink'i vatan haini diye? Bize küfreden, bizi aşağılayan işte bunlar diye hedef

113 Murat Köylü “HIV/AIDS İle Mücadelede En Büyük Sorun Virüs Değil, Önyargılar”, Yasemin İnceoğlu (der),

Nefret Söylemi ve Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, s.338.

114 Yasemin İnceoğlu, “Bilgi Kaynağı Medya”, http://pozitifyasam.org/tr/pyd/bilgi-kaynagi-medya.html

115Pozitif Yaşam Derneği, “ Medyada Nefret Söylemi ve/ya Suçları: HIV/AIDS”, http://pozitifyasam.org/tr/medyada-

nefret-soylemi-ve-ya-suclari-hiv-aids.html

116 Arus Yumul, “Nefret Suçu Ya Da “Ölü Vicdanlar Ülkesi”, Mahmut Çınar (Ed), Medya ve Nefret Söylemi

Kavramlar Mecralar Tartışmalar, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları,2013, s132.

38

gösteren ben miydim? Emin Çölaşan o yazıyı yazmasaydı, o manşetler atılmasaydı bunlar yaşanmazdı.

(...) Çölaşan, Vatan ve Hürriyet gazetelerinde bu manşetleri atan yöneticilerden şikâyetçiyim.117"

Bu halde, Sabiha Gökçenin Ermeni asıllı olması haberi ile başlayan, Hrant Dink’e

301. maddeden dava açılmasıyla devam eden süreçte medyayı incelediğimizde;

“Hrant’ın hırlayışı”, “Ermeniye bak”, “Hrant Dink topla bavulunu git”, “Kovun

bunları”, “Hrant kaşıyor” başlıklarıyla çıkan haber ve köşe yazılarıyla medyanın Hrant

Dink’i gerçekten de nefret nesnesine dönüştürüp hedef haline getirdiğini

söyleyebiliriz118

.

117 “Katil Samast: Dink'i hedef gösterenler neden yargılanmıyor?”, Marksist.org. 5 Nisan 2011

http://www.marksist.org/haberler/3382-katil-samast-dinki-hedef-gosterenler-neden-yargilanmiyor (03.05.2014)

118 İnceoğlu- Sözeri, “Nefret Suçlarında Medyanın….., s.27-33.

39

III. BÖLÜM

NEFRET SUÇLARI KAVRAMINA GENEL BAKIŞ,

TÜRKİYE’DEN ÖRNEK VAKALAR VE NEFRET SUÇU’YLA

MÜCADELE

3.1. NEFRET SUÇU’NUN TANIMI

“Aşk Aşk Hürriyet Uzak Olsun Nefret” (LGBTİ’lerin Sloganı)

Günümüzde, uluslararası düzeyde nefret suçlarını tanımlayan ve yasaklayan

herhangi bir sözleşme veya düzenleme bulunmuyor. Mevcut düzenlemelerin önemli bir

bölümü ulusal niteliktedir veya bölgesel Organizasyonların geliştirdiği tanımlar söz

konusudur. Bu açıdan bakıldığında “nefret suçları”na ilişkin yegane kapsamlı tanım,

bölgesel bir hükümetler arası organizasyon olarak Avrupa Güvenlik Ve İşbirliği

Teşkilatı (AGİT) tarafından geliştirilmiştir. AGİT’in nefret tanımı şöyledir.

A) Nefret suçu, mağdur, mülk ya da suçun hedefi B şıkkında tanımlandığı gibi bir grupla

gerçek ya da varsayılan bağlantısı, ilgisi, ilişkisi, destekçisi ya da üyesi olduğu için seçilerek,

mülke ya da kişiye karşı işlenen herhangi bir suçu kapsamaktadır.

B) Grup üyelerinin genel özellikleri gerçek ya da varsayılan ırk, ulus ya da etnik orjin, dil, renk,

din, cinsiyet, yaş, fiziksel ya da zihinsel engellilik, cinsel kaynaklı ya da diğer benzer unsurlara

dayandırılabilir119.

2012 yılının başında Türkiye’de kurulan ve toplam 62 sivil toplum kuruluşunu

kapsayan “Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformu” ise nefret suçu tanımını biraz

daha genişleterek, şu şekilde ifade eder:

Belirli ortak karakteristikleri bulunan birey ve gruplara veya onların mülklerine yönelik

önyargılarla işlenmiş suçlara nefret suçu denir. Nefret suçları dünya çapında başta etnik, ulusal ve dini

kimlik, cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli olmak üzere; sağlık durumu zihinsel ya da

fiziksel engellilik, toplumsal statü, siyasi veya felsefi görüş eğitim durumu gibi özelliklere yönelik

işlenmektedir120.

Melek Göregenli nefret suçlarını diğer suçlardan ozel olarak, “bir toplumda

gruplar arası ilişkilerin yaşanma biciminden kaynaklanan ve gruplar arası ilişkiler

sonucunda oluşan şiddet konusuyla doğrudan ilişkili” olarak görür. Nefret suçlarına

neden olan, saldırganların kişisel motivasyonları değil; saldırganların mağdurun ait

119Atanan, “Nefret Suçlarını Farklı Yaklaşımlar…………, s.60

120 Sosyal Değişim Derneği, “ Nefret Suçu ve Söylemi İzleme Rehberi”, İstanbul: 2012, s.7.

40

olduğu gruba yönelik onyargıları, ayrımcılık ve yanlılıklarıdır121. Yasemin İnceoğlu ise

nefret suçlarının virüs gibi bulaşıcı bir yanının olduğuna dikkat çekerek nefret suçlarını

“çağın epidemisi” olarak adlandırır. Ve bu virüsün en çok medya aracılığıyla

yayıldığından söz eder122.

Nefret suçları kavramı 1980’lerde Medeni Hak Hareketi (Civil Rights

Movement) tarafından ilk önce ABD’de geliştirilmiştir. Hassas birey ve toplulukları

nefretten kaynaklı suçlardan korumak amacıyla 1981 yılında Anti –İftira Ligi, Ulusal

Gey ve Lezbiyen Görev Gücü Vakfı, Önyargı ve Şiddet için Ulusal Enstitüsü ve Güney

Yoksulluk Hukuk Merkezi birlikte bir yasa hazırlamıştır. Tasarı başlıca şu amaçlar için

hazırlanmıştır:

Kurumlar vandalizmden korunsunlar

Mağdurların belirli özelliklerinden ötürü işlenen suçlara arttıtılmış ceza verilsin

Bu tür suçlarda mağdurlar tazminat davası da açabilsin

Bu suçlar hakkında ülke çapında veri toplansın

Bu yasa tasarısının bir ya da birden çok konusu birçok devlette yürürlüğe konululup,

1993 yılında ise ABD Yüksek Mahkemesi tarafından anayasaya uygun bulunmuştur.

Buna göre belirli suçlara iki hatta üç misli ceza verilebiliyor123.

Nefret suçları daha sonra 1990’lı yıllardan itibaren Avrupa’da tartışılmaya

başlandı ve cinsiyet, cinsel yönelim temelinde gerçekleştirilen saldırılır da bu kapsamda

ele alınarak nefret suçlarıyla mücadele önemli bir yol katedildi. Gelinen son aşamada

artık Avrupa'da 2001 yılından bu yana nefret suçları "siyasi motifli suç" olarak kabul

ediliyor124.

Bu bağlamda nefret suçları teriminin bu kadar yakın bir tarihte kullanılmaya

başlanması, bu suçların daha önceki tarihlerde işlenmediği anlamına gelmiyor. Zira,

nefret suçları 20. Yüzyıl boyunca yaygın olarak işlenen bir suç. Aslında yeni olan şey;

ırkçılık, milliyetçilik, antisemitizm ve cinsiyetçilik gibi konularda ortaya çıkan yeni

toplumsal hareketler ve bu hareketlerin nefret suçlarına yönelik vermeye başladığı

mücadeledir. Bu hareketlerin oluşturduğu siyasi zemin ve mücadele başta ABD olmak

121 Melek Göregenli, Pelin Karakuş, “Türkiye’deki LGBT Bireylerin Günlük Yaşamlarında Maruz Kaldığı

Heteroseksist Ayrımcı Tutum ve Uygulamalar” , Anti Homofobi Kitabı 3, Ankara: Kaos GL, 2011, s.53. 125”Çağın Epidemisi Nefret Suçları”, Radikal, 20 Mart 2010

http://www.radikal.com.tr/hayat/cagin_epidemisi_nefret_suclari-986620 (14.05.2014)

123 Taner Kılıç, “Nefret Suçları ile Mücadelede Bir Örnek: Güney Yoksulluk Hukuk Merkezi (SLPC) ” Yasemin

İnceoğlu (der), Nefret Söylemi ve Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, ss. 173-174.

124 Cemalettin Gürler, “Nefret Suçları ve İş Hayatı”, Ankara Barosu Dergisi, Sayı:68, 2010, s.261.

41

üzere batı ülkelerinde önyargılı motivasyonla işlenen suçlar konusunda farkındalık

yaratılmasına neden oldu125.

Bir suçun nefret suçu olup olmadığına karar verirken iki unsuru göz önünde

bulundurmamız gerekiyor. Nefret suçlarının birinci unsuru, sıradan ceza kanunları

kapsamında suç oluşturan bir eylemin varlığıdır. Ülkelerin yasalarında bazı farklılıklar

bulunmasına rağmen, söz konusu bu eylemlerde benzerlik taşıyan şey genellikle bu

eylemlerin şiddet içermesidir. Nefret suçuna ilişkin ikinci unsur önyargılardır. Suçu

işleyen, koruma altındaki özelliği kasıtlı olarak hedef seçmiştir. Hedef bir ya da birden

fazla kişi ya da belli özellikleri paylaşan bir grupla özdeşleşmiş mülkiyet olabilir.

Koruma altındaki özellik ise, bir grup tarafından paylaşılan ırk, din, dil, etnisite, ulus

gibi özelliklerdir. Dolayısıyla nefret suçları “önyargı suçları”dır. Önyargılı bir

motivasyonla birlikte cezai bir suçun işlenmiş olmasını gerektirir. Bu özelliği ise onu

sıradan suçlardan ayırır126. Örneğin; kundakçılık suçunda amaç bir evin yakılmasıdır.

Fakat bu yakma eylemi, bir önyargı veya nefret ile hareket edilerek gerçekleştirildiği

takdirde nefret suçunda söz edebiliriz. Her suç böyle bir saikle gerçekleştirildiğinde

nefret suçu olarak adlandırılabilir, ancak belli gruplara mensup kişilere karşı işlenen her

suç sadece bu kişilere karşı işlenmiş olmasından dolayı nefret suçu olarak kabul

edilemez127.

Çok çeşitli biçimlerde karşılaşılabilecek olan nefret suçlarının işlenme biçimi

fiziksel saldırı, şiddet ya da saldırı tehditleri, taciz, mülke ya da eşyalara zarar verme,

ırkçı nefret içerikli ya da saldırgan duvar yazıları, kundaklama, saldırgan broşürler ve

posterler, okulda ya da iş yerinde zorbalık yapma şeklinde özetlenebilir. Fail ise nefret

suçunu sayısız sebeple işlemiş olabilir. Failin öfkesi, şiddeti, hınç, kıskançlık ya da

akranları arasında onay görme tutkusu gibi nedenlerden kaynaklanabileceği gibi, failin

hedefindeki bireyle ilgili herhangi bir hissi olmamasına rağmen bireyin ait olduğu grup

hakkında düşmanca düşünceleri ya da hisleri olabilir ya da fail kendisini ait hissetiği

grup dışında kalan herkese düşmanlık besleyebilir ve düşmanlık beslediği grup

125Algan-Şensever, “Ulusal Basında…, s.9

126 Ataman, “Nefret Suçlarını Farklı Yaklaşımlar…..,, s.61.

127 Ulaş Karan, “Nefret Suçlarından Ne Anlıyoruz”, Ayşe Çavdar (ed) Nefret Suçları ve Nefret Söylemi, İstanbul:

Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, s.57.

129Senem Doğanoğlu “Adaletin “LGBT” Hali”, LGBT Hakları Platformu,

(http://www.kaosgldernegi.org/resim/kutuphane/dl/adaletin_lgbt_hali.pdf)

130 Karan, “Nefret Suçlarından…..,, s.57.

42

zihninde olumsuzluk ifade eden örneğin mülteci gibi bir kavramı temsil ediyor

olabilir128.

Nefret suçları sadece kişilere karşı değil, mala karşı da işlenebilir. Mala karşı

işlenen suçlarda, malın belirli özellikleri taşıyan bir grupla olan ilişkisi esas alınır ve

failler ibadethane, halkevi, mezarlıklar gibi mekanlara sırf bu ilişki nedeniyle zarar

verebilir129. Örneğin, 21 Nisan 2005 tarihinde Ankara’da bulunan Uluslararası Protestan

Kilisesi “Türk İntikam Tugayı” imzalı mektupla tehdit edilip, ardından molotof kokteyli

atılarak yakılmak istendi130. 7 Ağustos 2007 tarihinde ise Diyarbakır Protestan

Kilisesi’ni ateşe verdiği iddia edilen şahıs hakkında dava açıldı131. 2014 yerel seçim

sürecinde ise Esenler, Urla, Sapanca, Fethiye, Tekirdağ gibi çeşitli yerlerde Hakların

Demokratik Partisi seçim bürolarına yapılan taşlı saldırılara şahit olduk132. Bu noktada

faillerin kişisel bir husumet nedeniyle değil, HDP’nin Kürtlerle olan ilişkisini esas

alarak seçim bürolarına saldırdıklarını söyleyebiliriz.

Nefret suçlarında failin mağdurdan kişisel olarak nefret etmesi gerekmez. Fail

kişisel olarak tanıdığı ya da hiç tanımadığı veya kişisel husumet beslemediği birine

karşı da aynı suçu işleyebilir. Çünkü fail için hedef alınan kişi ya da mal ile grup

karakteristikleri arasındaki ilişki önemlidir. Failin asıl hedefi, kendisine karşı suç

işlenen mağdur değil, o kişinin belirli ortak karakteristikleri paylaştığı gruptur. Örneğin,

travestilere düşmanlık besleyen bir fail, hiç tanımadığı bir kişiyi sırf travesti olduğu için

öldürebilir. Bu suç ilk etapda kasten öldürme suçu olarak gözükebilir. Fakat, mağdurun

öldürülme sebebi travesti olmasıdır. Bu durumda failin saiki, kasten öldürme suçunu

nefret suçuna dönüştürür133.

Nefret suçları karşımıza iki farklı şekilde de çıkabilir. Bir kişinin mensup

olmadığı gruba mensupmuş gibi algılanması durumu veyahut mağdurun belli bir gruba

130“ Protestan Kilisesine Tehdit Ardından Saldırı”, Bianet, 28 Nisan 2005

http://www.bianet.org/bianet/insan-haklari/60087-protestan-kilisesine-tehdit-ardindan-saldiri ( 14.05.2014)

131 “Kilise Yakma Girişimine Üç Yıl Hapis Talebi”, Radikal, 17 Eylül 2007

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=233123 (14.05.2014)

132 “HDP’ye Saldırı Bu Kez Tekirdağ’da”, Bianet, 10 Mart 2014

http://www.bianet.org/bianet/siyaset/154072-hdp-ye-saldiri-bu-kez-tekirdag-da (14.05.2014)

133 İnceoğlu, “Nefret Suçu Kavramı…., s.105.

43

yardım ettiği gerekçesiyle bir fiile maruz kaldığı durumlar da nefret suçu olarak ele

alınır. Bu bağlamda, fail suça konu olan kişinin ya da malın belirli bir grupla olan

ilişkisi konusunda hataya düşmüş olabilir. Mağdurun dahil olduğu grup konusunda

failin hataya düşmüş olması, failin söz konusu gruba karşı önyargı saikiyle hareket ettiği

gerçeğini değiştirmez dolayısıyla işlenen suç nefret suçudur. Örneğin bir grup genç,

eşcinsellerin gittiği bir barın önünden geçen orta yaşlı bir kişiyi, bardan çıkıyor

zannederek ve eşcinsel olduğu gerekçesiyle dövse, bu durumda mağdur eşcinsel olmasa

bile işlenen bu suç nefret suçudur. Çünkü failler mağdurun eşcinsel olduğu konusunda

yanılsalar bile, bu suçu eşcinsellere karşı önyargılı saikle hareket ederek işlemişlerdir.

Aynı zamanda suçun konusu olan ve hedef olarak belirlenen kişinin, o karakteristikleri

taşıyan grubun mensubu olması dahi aranmaz. Örneğin, LGBTİ bireylere düşmanlık

besleyen bir kişi, bu grubun avukatlığını yaptığı için bir kişiyi yaralarsa, bu fiil nefret

suçu olarak değerlendirilir134.

3.2. NEFRET SUÇU’NUN TESPİTİ

Nefret suçu konusunda en önemli sorulardan birisi de nefret suçunun nasıl tespit

edileceği ve nasıl belirleneceğidir. Nefret suçunu diğer suçlardan ayıran özelliğinin

önyargılı bir motivasyonla işlenmesi olduğundan söz etmiştik. Bu nedenle nefret

suçunun tespitinde önyargı göstergeleri dediğimiz araçlar büyük önem taşır. Önyargı

göstergelerinden en önemlisi mağdurun algısı ve ifadesidir. Mağdur olayın meydana

geliş şeklini, saldırganların tavrını göz önüne alarak olayın önyargılı bir şekilde işlenip

işlenmediği konusunda görüş ileri sürebilir. Mağdurun ifade vermesinin mümkün

olmadığı durumlarda tanıkların ifadesine başvurularak bu vakanın bir önyargı/nefret

saikiyle mi gerçekleştiği yönünde bilgi edinilebilir. İkinci gösterge failin olay

sırasındaki davranışları, olayı gerçekleştirirken sarf ettiği sözler, kullandığı semboller,

jestler, duvar yazıları hatta vermek istemeye çalıştığı mesajdır. Bütün bunlar failin olayı

önyargılı bir saikle gerçekleştirdiğinin göstergesi olabilir. Bize önyargı konusunda

ipucu verecek diğer önemli önyargı göstergeler ise fail ve mağdur arasında ırksal dinsel

etnik/ulusal köken ya da cinsel yönelim bakımından fark olup olmadığı, mağdur grup ile

failin grubu arasında geçmişten gelen bir husumetin bulunup bulunmadığı, olayın

meydana geldiği bölgede mağdurun mensubu olduğu grubun diğer gruplara nazaran

azınlık teşkil edip etmediği, olayın dini bayram, ulusal bayram gibi özel öneme sahip bir

134 İnceoğlu, a.g.e., ss. 105-106

44

tarihte meydana gelip gelmediği, daha önce benzer olayların gerçekleşip

gerçekleşmediği, olaya örgütlü bir nefret grubunun karışıp karışmadığı gibi hususlardır.

Son olarak, saldırılan malın niteliğine örneğin hedef malın kilise, sinagog, mezarlık gibi

dini veya diğer sembolik bir öneme sahip olup olmaması önemli bir gösterge olabilir135.

Yukarıda ele aldığımız göstergeler bağlamında dikkat edilmesi gereken bir husus

da nefret suçlarının sadece azınlıklıkların mensubu olan kişilere yönelik bir saldırı

olmadığıdır. Nefret suçları genellikle azınlık gruplarına karşı işlenen suçlar olmakla

birlikte, çoğunlukta yer alan gruplara yönelik de işlenebilmektedir. Bu durumda

genellikle aşağıdaki durumlar söz konusudur:

- Fail bir azınlık grubuna üye olabilir,

- Hedef bir çoğunluk grubunun üyesi olduğu için seçilebilir,

- Hem fail hem de hedef farklı azınlık grupların üyesi olabilir136.

Asuman Aytekin İnceoğlu ise neftet saikinin, nefret suçlarında aranan bir unsur

olmadığı konusunda bizi uyarıyor. Örneğin 13 Eylül 2001 tarihinde caminin önüne

park edilmiş iki aracı gaz dökerek yakan sonrasında ise camiden çıkan kişilere ateş eden

şahıs, kendisine sorulan “Müslümanlardan nefret mi ediyorsun?” sorusuna “ hayır ben

Müslümanlardan nefret etmiyorum ama 11 Eylül’de New York’ta gerçekleşen terörist

saldırıya karşı kızgınım” şeklinde cevap verir. Ayrıca belirtmeliyiz ki nefret her suçta

olabilir. Örneğin bir koca karısını ya da karısı kocasını nefret ettiği için öldürebilir. Ama

bu kuşkusuz nefret suçu olduğu anlamına gelmez. Çünkü burada önemli olan mağdurun

birtakım ayırtedici özellikleri yüzünden mağdura karşı suç işlenmesidir. Bu noktada

İnceoğlu, eğer böyle bi şeyin varlığı söz konusu değilse nefret suçunun da söz konusu

olamayacağını belirtiyor137.

Fakat mevzuatlarına nefret suçunu dahil eden ülkelerin yaptıktıkları yasalara

baktığımızda, Düşmanlık Modeli ve Ayrımcı Seçim Modeli gibi iki farklı metod

uyguladıklarını görüyoruz. Bazı ülkeler Düşmanlık Modeli olarak adlandırılan ve failin

suçu işlerken nefret duygusu içerisinde olduğunun ispatını zorunlu gören yasaları

mevzuatlarına dâhil ederlerken, bazı ülkeler; Ayrımcı Seçim Modeli yani failin suçu

135 Tankut Taşkın Soykan, “Nefret Suçu Kavramı”, Nefret Suçlarıyla Mücadele Toplantıları, İnsan Hakları

Gündemi Derneği, 2010, ss. 50-52

136 Hakan Ataman, Orhan Kemal Cengiz, “Türkiyede Nefret Suçları” Ankara: İnsan Hakları Gündemi Derneği,

2009, s.13.

137 Asuman Aytekin İnceoğlu, “Nefret Suçu Kavramı ve Türk Ceza Hukukundaki Yeri”, Nefret Suçlarıyla

Mücadele Toplantıları, İnsan Hakları Gündemi Derneği, 2010, ss.83-84

45

işlerken belirli bir kimliğe sahip kişileri hedef aldığı ancak nefret duygusunun ispatının

aranmadığı bir yasal düzenlemeyi benimsemişlerdir. Düşmanlık Modelinin önyargı

saiki mevcut mu sorusuna cevabı; fail suçu işlerken nefret ve düşmanca hareket

ediyorsa “evet”tir. Ayrımcı Seçim Modelinde ise mağdurun kimliğinden dolayı hedef

seçilmiş olması önyargı saikinin kanıtı için yeterlidir ve nefret duygusu aranmaz. Bu

noktada, Ayrımcı Seçim Modeli’nin, nefret suçlarıyla mücadele daha etkili bir yöntem

olduğunu belirtmeliyiz. Mesela; gey olduğu için yeterince güçlü olmayacağını

varsaydıkları birine saldıran cüzdanını alan failler bizzat nefret duygusu içerisinde

olmadan, hedeflerini ait olduğu kimlikten dolayı seçmişlerdir. Dolayısıyla bu örnekte,

Düşmanlık Modeli’ne göre nefret suçu oluşmazken, Ayrımcı Seçim Modeli’ne göre

oluşur138

3.3 TÜRKİYE’DEN ÖRNEK VAKALAR

3.3.1. Hrant Dink Cinayeti

19 Ocak 2007 tarihinde gazete binasının önünde, hayatında hiç görmediği hiç

tanışmadığı biri tarafından silahla ensesinden vurularak öldürülen Ermeni gazeteci

Hrant Dink, Türkçe Ermenice yayın yapan Agos gazetesinin kurucusu ve genel yayın

yönetmeniydi. Bir suçun nefret suçu olarak değerlendirebilmesi için önyargı saikinin

bulunmasının gerekliliğinden, önyargının tespit edilmesinde ise, mağdurun ve görgü

tanıklarının algısının, failin olayı gerçekleştirirken seçtiği kelimelerin büyük önem

taşıdığını ifade etmiştik. Öyle ki Hrant dink’i öldüren silahın tetikçisi, görgü tanıklarının

ifadesine göre, geber Ermeni diye ateşlemiş. Hrant dink yere düşerken bu kez Ermeniyi

öldürdüm diye bağırarak kaçmıştı139. Kaldı ki sanıkların hemen hepsinin Hrant Dink’in

yaşadığı şehirden uzak bir kentte Trabzonda yaşıyor olması, hiçbirinin Hrant Dinkle

şahsen tanışmıyor olması, bu suçun kurbana kişisel bir meseleden duyulan düşmanlık

sonucunda değil de, kurbanın bizzat Ermeni kimliğinden nefret edilerek işlendiğini

açıkça gösteriyor. Çünkü Nefret suçlarında fail hedefini seçerken kurbanın kim

olduğunu önemsemez ne olduğunu önemser. Bu bağlamda Ogün Samast sorgularında

138 Kaos Gl, Siyah Pembe Üçgen İzmir, Pembe Hayat “LGBT Nefret Suçları 2010”,

http://www.kaosgldernegi.org/resim/kutuphane/dl/nefret_suclari_raporu_2010.pdf s.4

139 “Ogün Geber Ermeni Diye Bağırdı”, Habertürk, 06 Temmuz 2009

http://www.haberturk.com/gundem/haber/157317-ogun-geber-ermeni-diye-bagirdi (14.05.2014)

46

Hrant Dink’i tanımadığını onun resmini internetten bulduğunu, yazdığı yazıların kanına

dokunduğunu hatta adını bile bilmediğini ( biz onu krant biliyorduk) belirtmişti140.

Hrant Dink cinayetine giden süreci “Yargı Söylemi ya da Hukukun Hakikati”

makalesinde anlatan Fethiye Çetin; Hrant Dink’in Ermenistanla Tanışmak başlıklı

sekizinci makale yazı dizisinde kullandığı “Türkten boşalacak o zehirli kanın yerini

dolduracak temiz kan Ermeni’nin Ermenistanla kuracağı asil damarlarında mevcuttur,

yeter ki bu mevcudiyetin farkında olunsun” cümlesi yüzünden yoğun düşmanlık içeren

saldırgan bir kampanyaya maruz kaldığını belirtiyor. Oysa Diaspora Ermenileri arasında

tartışılan kimlik sorunu konusunda, Türkiye Ermenilerini bilgilendirmek amacıyla sekiz

makaleden oluşan bu yazı dizinsinde bütün makaleler birbirine bağlı ve her bir makale

bir öncekinde ifade edilen fikirleri tekrar ederek başlıyordu ve özenle cımbızlanan bu

cümleyle anlatılmak istenen aslında “Ermenilerdeki Türk algısı ve diaspora

Ermenileri’nin 1915’te yaşananların Türkler tarafından soykırım olarak tanınması

yönündeki çabasının saplantılı oluşuydu”. Yanlış anlaşılan belki de yanlış anlaşılmak

istenen bu cümleler yüzünde bir takım kişiler Hrant Dink’in Türklere hakaret ettiğini ve

bu nedenle şikayetçi olduklarını bildiren tek tip dilekçelerle savcılığa başvurdular.

Ermeni azınlığa karşı düşmanlık ve nefret söylemi içeren bu dilekçelerde

Ermeniler dış mihraklarla işbirliği yapan hainler olarak nitelenirken, türk kelimesinin

başına koyulan asil kelimesiyle ise Ermeniler karşısında Türkler yüceltilmekteydi.

Hrant dink, asil türk milletine hayasızca, pervasızca, ağzının salyası aka aka saldırarak

hakaret etmektedir. (Devamında Ermenileri kastederek) taşımış oldukları kanın şiarından olacak ki dış

mihrakların da tahrikleri ile her fırsata isyan ve ihanet içinde bulunmuşlardı. Hrant dink yazısında

ırkçılık yaparak Asala terör örgütü ve taşnak komiteciliğini hortlatarak güzel ülkemizde isyana ve

teröre teşvik amacı güderek huzuru bozmayı amaçlamaktadır.141

Bu olaydan sonra Hrant Dink, başının medyanın çektiği yoğun bir ayrımcılık,

düşmanlık ve nefret söylemine tutuldu. Böylelikle, Hrant Dink’i hedef haline getiren

nefret içerikli cümlelerle nefret suçuna giden yolun taşları döşenmiş oldu

Önce Vatan Gazetesinde, “Darwin’i haklı çıkaran ilkel numune, varlık olArak

maymun genlerini taşıyan ruh, orangutan maymununun dahi tiksinti duyduğu Hrant

140 Cengiz Algan, “Nefret Suçlarıyla Mücadelede Sivil Toplum Örgütlerinin Rolü”, Yasemin İnceoğlu (der), Nefret

Söylemi ve Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, ss.156-157.

141 Fethiye Çetin,”Yargı Söylemi ya da Hukukin Hakikati”, Yasemin İnceoğlu (der), Nefret Söylemi ve Nefret

Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, ss.128-130.

47

Dink” “Türklüğe hırlayan Hrant’ın kafasına dank edecek bir kanun olmalı” gibi ağır

hakaretler içeren ifadeler kullanıldı. Yeniçağ Gazetesinde ise Hrant Dink’in “aleni

düşmanlığa meyil ettiği” iddia edildi. Deniz Som, Hrant’ın daha sonra 301. maddeden

mahkum olmasına neden olan o meşhur yazısını sütunlarına aldı ve Hrant Dink’i faşist

hatta ileri derecede faşist olmakla suçladı. Ortadoğu Gazetesi’nde Alican Satılmış

kaleme aldığı yazıda Dink’e yönelik düşmanlık duygularını ise “(…)AKP iktidarından

cesaret alan bazı hainler, içlerindeki zehiri kusmaya başlamışlardır” şeklinde

açıkladı142.

“Hrant Dink’in hedef haline gelen bir siyasal figüre dönüştürülmesini”, kamuoyu

oluşturma mekanizmalarının en etkilisi olan medyadan izleyen Kemal Göktaş Türk

milliyetçiliğinin Türkiyede kamusal alanın temel değeri olduğunu vurguluyor ve ırkçı

ideolojinin argümanlarının “milli birlik ve beraberlik” söylemiyle sunulduğunun altını

çiziyor143. Bu noktada kamusal alanda ancak öteki olarak varolan azınlıklar, anayasal

çerçevenin çizdiği vatandaşlık tanımının bile gerisinde, ırkçı bir ayrımcılığın

hedefindedirler. Öyle ki, Hrant Dink cinayetinden sonra futbol maçlarında stadyumu

dolduran kalabalıklar Ogün Samast’ın Hrant Dink’i vurduğu sırada giydiği beyaz bereyi

giyerek cinayeti onayladıklarına dair mesaj verdiler. Trabzonspor ve Kayserispor

klüpleri arasındaki futbol karşılaşmasında ise “Biz Türküz, Biz Trabzonluyuz, Hepimiz

Mustafa Kemaliz” pankartları açıldı. Bunun yanı sıra Ogün Samast için üretilen Ogün

Samastla beraber Atatürk, şehit cenazeleri, Türk bayrağı, silah, Kuran gibi

görüntülerden oluşturulan videolar internette dolaşıma sokuldu. En çarpıcı olanı ise,

jandarma ve polislerin Türk bayrağı ve üstünde Atatürk’ün “vatan toprağı kutsaldır.

Kaderine terk edilemez” sözünün olduğu bir posterin önünde Ogün Samastla beraber

fotoğraf çektirmeleriydi144.

Cinayet öncesi Hrant Dink’i hedef göstermeye çekinmeyen medya ise, cinayet

sonrası mağdurun etnik kimliğinin cinayetle ilişkisine hiç değinmeyerek, cinayeti bir

“sabotaj”, “komplo”, “karanlık ellerin işi”, “istikrara karşı” , “amaçlı bir eylem” olarak

adlandırdı. Zaman Gazetesi, “Türkiye’yi Sabote eden cinayet” (21.01.2007), “Ülkenin

142 Kemal Göktaş”Medyanın Hrant Dink’i Hedef Haline Getirmesi” Ayşe Çavdar (ed) Nefret Suçları ve Nefret

Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, ss 92-95. 143 Kemal Göktaş, “Basının Kamuoyu Oluşturması, Örnek Olay: Hrant Dink’in Hedef Haline Gelen Bir Siyasi Figüre

Dönüştürülmesi”, Hrant Dink Cinayeti: Medya, Yargı, Devlet”, İstanbul: Günc el Yayınları, 2009, ss.59-60.

144 Nurseli Yeşim Sünbüloğlu, “ Beyaz Bereler, “Karadeniz Güzellemesi” “Av Hatırası”, Hrant Dink Cinayeti

Sonrasında Ortaya Çıkan Milliyetçi Tepkiler, Hegemonik Erkeklik ve Medya, “Medya Milliyetçilik Şiddet”,

İstanbul: Su yayınları, 2009, ss.112-115.

48

İstikrarına Kurşun Sıkıldı” ( 20.01.2007)başlıklarıyla cinayeti ele alırken, Hürriyet

Gazetesi “Karanlık eller yine bizi seçti” (20.01.2007), “Dink komplosu”( 23.01.2007)

başlıklarını attı. Ayrıca, “Dink’i vurdular” yerine “Türkiye’yi vurdular” anlatıma

başvuran basın, mağdurun etnik kimliğini görmemekle de kalmadı. Atılan “Bu kurşun

Türkiye’ye sıkıldı” (Zaman, 20.01.2007), “Kurşun Türkiye’nin huzura

sıkılmıştır”(Sonsöz, 21. 01. 2007) başlıklarıyla mağdurun birey olarak varlığını da yok

saydı145.

3.3.2. Zirve Yayınevi Katliamı

Hrant dink cinayetinden yaklaşık üç ay sonra işlenen bir başka katliam da tipik

nefret cinayetlerindendi. Malatya'da 18 Nisan 2007'de incil basımı yapan Zirve

Yayınevi'nde çalışan Alman uyruklu Tilman Ekkehart Geske ile Necati Aydın ve Uğur

Yüksel boğazları kesilerek öldürüldü. Suçüstü yakalanan ve cinayeti itiraf eden katiller

öldürdükleri kişilerin misyoner faaliyetlerinden rahatsızlık duyduklarını belirttiler.

Tatbikat sırasında failler kurbanlara “953 kiliseniz var” “Fuhuşa düşürdüğünüz kızların

hesabını size Allah soracak, ben değil” sözlerini sarf ettiklerini açıklarken başka bir fail

“Hepsini konuşturduktan sonra internetten Kur'an CD'si dinletecektim” açıklamasında

bulundu146. Faillerin olayı gerçekleştirirken kullandığı bu cümleler bize bu cinayetin

önyargılı bir motivasyonla işlendiğini gösterir. Fail Emre Günaydın Malatyada 50 kadar

kilise bulunduğunu ve Malatya’da faaliyet gösteren misyonerlerin Müslümanların dinini

değiştirip Hıristiyan yapmayı, kadınları yoldan çıkartmayı, Türklerin soyunu kurutmayı

amaçladığını ifadesinde açıkça belirtti. Bir başka fail ise savunmasında, “Emre bana

misyonerleri, kadınlarımıza, kızlarımıza tecavüz eden ve PKK ile ortak işler yapan

kişiler olarak anlatmıştı” ifadesinde bulundu147. Dolayısıyla faillerin verdiği bu

ifadelerden öldürdükleri kişileri daha önce tanımadıklarını aralarında kişisel hiçbir

husumetin olmadığını, onları Hristiyan kimliklerine ve misyoner faaliyetlere duydukları

önyargı ve nefret sonucu öldürdükleri ortaya çıkıyor. Üçü de erkek olan kurbanlardan

birinin cinsel organını keserek yani kendilerince kurbanı sünnet ederek ölmeden önce

zorla müslümanlaştırmaya çalışmaları ise sahip oldukları önyargı ve nefreti doğruluyor.

145 Eser Köker, Ülkü Doğanay, “Türkiye’yi Vurdular: Yazılı Basının Hrant Dink Cinayetini Adlandıramaması”,

Ayşe Çavdar (ed), Nefret Suçları ve Nefret Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, s.104.

146“Zirve Yayınevi katliamından kan donduran itiraflar”, Habertürk, 19 Ekim 2010

http://www.haberturk.com/yasam/haber/562705-zirve-yayinevi-katliamindan-kan-donduran-itiraflar (15.05.2014) 147 Serap Işık, “ İlk Açılan 7 Sanıklı Kamu Davası”, http://failibelli.org/davalar/zirve-yayinevi-davasi/

49

Bu durumda, zanlıların Müslüman ve kurbanların Hristiyan olarak farklı dinsel gruplara

mensup olması, vakanın kurbanların ait olduğu grubun çalışmalarını yaptığı Zirve

Yayınevinde gerçekleşmesi, kurbanların ait olduğu Hristiyan kimliğin Malatyada

Müslümanlara göre sayıca çok daha az bir durumda olması Zirve Yayınevi katliamının

bir nefret suçu olduğunu kanıtlar nitelikte.

Cinayetten önce ise Malatyada Hristiyanların birer hedef haline getirilmesinde

medyanın büyük rolü olduğunu belirtmeliyiz. Malatya basınında bir yandan

misyonerlerin Türkiye genelinde yaptıkları faaliyetlere yer veriliyor, “dinin elden

gittiği”, “Müslümanların tek tek din değiştirdiği” yazılıyor ve bu faaliyetlerin önemli

merkezlerinden birinin Malatya olduğu anlatılıyordu. Öyle ki, 4 Şubat 2005 tarihli

bakış gazetesinin manşeti “Mahalle mahalle kilise evler “başlığını taşıyor ve içeriğinde

de Malatyada 48 kilise ev bulunduğu belirtiliyordu. “Hangi mahallede kaç ev var “ ara

başlığında ise tek tek mahalle isimleri sıranlanmıştı. Gazetenin genel yayın yönetmeni

tarafından kaleme alınan bir başka yazının başlığı ise “ Dinini kaç kuruşa değiştirdin

şeklindeydi”. Yazının içeriğinde Malatya’ da insanların 100 dolar karşılığında din

değiştirdiği idda edilirken, devlet görevlilerinin bir şey yapmadıklarından yakınılıyor ve

Türk gençliğinin elden gittiğinden bahsediliyordu. 2005 yılı Şubat ayındaki yayınlar ise

doğrudan tehdit içeren yorumları da kapsamaya başladı. “misyonerlik faaliyetlerine

devam ederseniz dükkanlarınız kundaklanır, 12 Eylül’den de beter günler yaşanır”

türünden cümleler bile sarf ediliyordu. Bu bağlamda, Malatyada misyonerlere karşı

yaratılan bu olumsuz atmosferde, faillerden Emre Günaydın’ın mahkeme başkanının

nasıl oldu da misyonerlerle ilgili bu kadar kafa yordun sorusuna “ efendim gazeteler

yazıyordu, internette okumuştum. Ben de bundan ötürü merak ettim yanıtını vermesi

şaşırtıcı olmamıştır148.

Son olarak, Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De Girişimi üyesi Cengiz Algan çarpıcı

bir noktaya dikkat çekerek Zirve Yayınevi davasında savcılığın iddianamedeki

sayfaların büyük çoğunluğunu misyoner faaliyetlere ayırdığını belirtiyor. Davanın

öldürenlerin silahı üzerinden, örgütlü olup olmaması üzerinden değil de artık ortadan

kaldırılımış olan insanları hala suçlamaya yönelik bir tavırla yürütülmeye çalışılmasını

nefretin devletin içine sinmiş ve öğretilir bir durumda olmasıyla açıklıyor149.

148 Bülent KutluTürk, “Zirve: Geliyorum Diyen Katliam”, Ayşe Çavdar (ed), Nefret Suçları ve Nefret Söylemi,

İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, ss.122-130.

149 Ataman, Cengiz, “Türkiye’de Nefret…., s.43.

50

3.3.3. Manisa Selendi’de Romanlara Linç

2011 yılbaşı gecesi Manisa Selendi’de bir kahvehanede “Çingeneye çay yok

denmesiyle” başlayan gerginlik kavgaya dönüşüp, sonrasında yaklaşık bin kişi

Romanların yaşadığı bölgeye saldırdı. Romanların evleri, çadırları, araçları tahrip edilip

“Selendi bizimdir bizim kalacak”, “Selendi’de roman istemiyoruz” sloganları atıldı150.

Romanların ilçeden sürülmelerine de neden olan Romanlara yönelik bu linç

kampanyasını nefret suçu olarak değerlendirebiliriz. Nitekim, saldırganların olayı

gerçekleştirirken “Romanları istemiyoruz” “vurun Çingeneye” gibi sarfettiği sözler,

mağdur Roman vatandaşların olayın meydana geliş şekline yönelik algısı, Romanların

Selendi’de azınlık teşkil etmesi ve son olarak mağdur ve faillerin karakteristik

özelliklerinin farklı oluşu Selendi’de Romanlara yönelik kitlesel şiddetin önyargı

sonucunda oluştuğunu gösteriyor.

Yaşanan olayı iki mağdur Roman vatandaş şöyle anlatmıştır:

- "Çok şeyler yaşandı. Torunlarım çocuklarım var ve onları kaybetme korkusu yaşadım.

Üzerimize yürüdüklerinde kimse de yapmayın demedi; ‘vurun Çingenlere’ diyorlardı. Ben de Türk

vatandaşıyım...

- “Olayların yılbaşı gecesinde sigaraya tartışmasıyla başladığını söylüyorlar; alakası yok.

Anlamak için o günü görmek lazım. Öyle bir şey ki anlatılması mümkün değil. Belediye Başkanı’nın

kışkırtması var. Belediye’nin imkanlarıyla arabalar tahrip edildi. Evlere saldırdılar ve subayımız

sayesinde canımızı kurtardık. 30 senedir oradayız ve aramızda husumet yoktu. Kavgamız olmadı. Bunu

yapan belediye başkanı. Manisa Valisi, bizimle yaptığı toplantıda, bize kağıtlar uzattı. ‘Kendi isteğimizle

gitmek istiyoruz’ dedirtmeye çalıştı. ‘Kendi isteğimizle terk ediyoruz diye yazın ve imzalayın’ dedi. Ben

bunu yapmadım...”151

Olaylarla ilgili, Roman Dernekleri Federasyonu için rapor hazırlığında olan

Akhisar Çağdaş Roman Derneği Başkanı Şener ise, hükümetin Roman çalıştayını

düzenlemesinin ardından Selendi’de Romanlara yönelik ayrımcılığın arttığını,

“kahvelere gelmesinler, çay vermeyeceğiz” benzeri sözlerin sarf edildiğini hatta kürtler

başkaldırdı romanlarda başkaldıracak algısının yaratıldığını öğrendiklerini aktardı152.

150 “Manisa’da ayrımcılık Romanlara ırkçı saldırıya dönüştü ”, Bianet, 06 Ocak 2010

http://www.bianet.org/bianet/insan-haklari/119309-manisa-da-ayrimcilik-romanlara-irkci-saldiriya-donustu

(15.05.2014)

151 “Romanların gözünden Selendi’deki linç olayları”, Radikal, 07 Ocak 2010

http://www.radikal.com.tr/turkiye/romanlarin_gozunden_selendideki_linc_olaylari-973222 (15.05.2014)

152 “Selendi’de Roman kalmadı”, Bianet, 07 Ocak 2010

51

Dolayısıyla, bu öfke mağdurların şahsına yönelik kişisel geçici bir öfke olmayıp,

Romanlara yönelik bir süreden beri beslenen önyargı ve olumsuz düşüncelerden

kaynaklanmıştır. 18 Roman ailesinin yaşanan bu olay sonucunda ilçeden ayrılmak

zorunda kalışı ise, bizlere nefret suçunun mağdurlara sadece fiziksel zarar vermekle

kalmadığını mağdurların yaşamları üzerinde ciddi tehdit ve engel oluşturduğunu açıkça

gösterir

3.3.4 Trans Cinayetleri

Melek Göregenli nefret suçlarında, suçun kurbanlarının “varoluşları nedeniyle”

saldırganlık içeren davranışlara maruz kaldıklarını belirtir. Kurbanlar bireysel, kişisel

özellikleri ya da edimleri yüzünden hedef seçilmemişlerdir, aksine ait oldukları grubun

varlığı, o gruba aidiyetleri nedeniyle nefret suçlarının hedefidirler. Dolayısıyla nefret

suçları kurbanların varoluşlarına yönelik bir tehdit olup, sadece saldırganların ya da

mağdurların değil toplumun tümünün yaşama biçimiyle, farklı gruplarla birlikte yaşama

anlayışıyla doğrudan ilişkili olduğu için bütünüyle politiktir. Bu durumda nefret

suçlarına hedef olmaktan korunmanın tek yolu, insanın varlık biçimini reddetmesi, ya

da en hafifinde varoluşunu görünmez kılmasından geçer. Çünkü nefret suçlarının

yarattığı tehdit ve korku ortamının olası mağdurlara mesajı açıktır “ya böyle var ol ya

da böyle olduğunu belli etme”. “Böyle olma, olduğun gibi olduğunda varlığımızı ve

iktidarımızı tehdit ediyorsun, yok olman ya da yok edilmen gerekiyor” ya da “Olduğun

gibi olmana hiç itirazım yok, ama gözümüze görünme, mahallende, gettonda, barında,

parkında, yatak odanda kal!”. Dolayısıyla bu söylemler bu haliyle, nefret suçlarının asıl

aktörü olan homofobik ve transfobik yaklaşımın temelini oluşturur153.

Foucault’ a göre iktidar ilişkileri kendilerini farklı biçimlerde üretirler. biyo-

iktidar normalden sapmaya referansla “ sapkın” kategorisini yaratır. Bu iktidar

mekanizmasının bu gruplar üzerinde tahakküm kurmak amacından daha başka bir amacı

vardır: geri kalanları korumak adına “sapkınları” ölüm riskine maruz bırakmak. Türkiye

bağlamında LGBTİ bireylerin maruz kaldığı nefret suçlarını ele aldığımızda, biyo-

iktidar mekanizmalarının “normal” ve “sapkın” kategorileri üzerinde işleyerek “sapkın”

olanın ölmesine normalin bekası adına izin verdiğini görüyoruz. Bu durumda sapkın

http://www.bianet.org/bianet/insan-haklari/119329-selendi-de-roman-kalmadi (15.05.2014)

153Melek Göregenli, “Nefret Suçları Kimin Sorunu”

http://www.nefretsoylemi.org/detay.asp?id=404&bolum=makale (28.03.2012)

52

olanların ölmelerine izin vermek, failerin de öldürmelerine izin vermek anlamına

geliyor154.

Bu bağlamda, Transgender Europe Küresel Raporuna baktığımızda 2013 yılında

dünyada 238 trans bireyin öldürüldüğünü, Türkiye’nin ise Avrupa'da en çok trans

cinayetinin işlendiği ülke olduğunu görüyoruz. 2008-2013 arasında Türkiye’de 34, trans

birey öldürüldü155. 2013 Temmuz sonu itibariyle ise ikisi İstanbul’da, biri Kuşadası, biri

de Düzce’de dört trans birey ve iki eşcinsel erkek öldürüldü156.

Kırmızı Şemsiye Derneği Başkanı Kemal Ördek trans cinayetlerinin işleniş

şekillerine dikkat çekerek, bu cinayetlerin tamamına yakınının failler tarafından vahşice

işlendiği belirtiyor. Onlarca bıçak darbesi, uzuvları vücuttan koparma, boğaz kesme ile

cinayet öncesi işkence ve tecavüz gibi fiiler trans bireylere yönelik nefretin ne boyutta

olduğunu gözler önüne seriyor. 3 Eylül 2010 da İstanbul Beşiktaş’ta bir trans birey, fail

tarafından onlarca defa bıçaklanmış ve sonra da cinsel organı vücuttan koparılmıştır.

Aynı şekilde Eda Yıldırım adında bir trans birey 23 Mart 2009 tarihinde bir çöp

konteynırında başı vücudundan koparılmış, kolları kesik halde bulunmuştur. Diğer bir

olayda ise Derya adlı bir trans 9 Şubat 2010 tarihinde antalyadaki evinde yüzü bıçak

darbeleriyle parçalanarak ve boğazı kesilerek öldürülmüştür. Çarpıcı bir başka nokta

ise, vakaların çoğunda failler trans bir birey öldürdükleri için mutlu olduklarını ya da

translardan nefret ettiklerini hiç çekinmeden dile getirmeleridir. Örneğin, 5 haziran

2008 tarihinde Aydın Kuşadasında bir trans bireyi sokak ortasında sırtından defalarca

bıçaklayarak öldüren şahıs kendisini gözaltına alan polislere “nasıl iyi etmişim değil

mi” diye sormuştur157.

Kimi zaman ise trans bireylere yönelik nefret herhangi bir önyargılı bireyin şiddet

eylemi olmaktan çıkıp, toplumu trans bireylerden temizlemek amacıyla gerçekleştirilen

toplu linç girişimlerine dönüşüyor. İstanbul Avcılar’daki Meis Sitesi’nin adı son birkaç

yıldır translara yönelik saldırılarla anılıyor. 2012 yılının Eylül ayında, Avcılar Meis

Sitesi sakinleri tarafından trans bireyler linç edilmek istendi. Bildiri dağıtarak Meis

154 Sumru Atuk, “Saldırgan Normallik”, Anti Homofobi Kitabı 3, Ankara: Kaos GL, 2011, ss.73-74.

155 “2013’te 238 Trans Öldürüldü”, Bianet, 14 Kasım 2013

http://bianet.org/bianet/lgbti/151296-2013-te-238-trans-olduruldu (15.05.2014)

156 “Beyoğlunda Nefret Cinayeti”, Bianet, 29 Temmuz 2013

http://bianet.org/bianet/lgbti/151296-2013-te-238-trans-olduruldu (15.05.2014)

157 Kemal Ördek, “Türkiye’de Trans Bireylere Yönelik Nefret Suçları”, Yasemin İnceoğlu (der), Nefret Söylemi ve

Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, ss.314-315.

53

Sitesi’nin önünde toplanan 50-60 kişilik grup tarafından “defolun burdan dönmeler”,”

namus için öldürür, canımızı veririrz”, “insan bile değiller” sloganları atıldı. Bu olay

sonucunda haftalar süren tehdit ve psikolojik tacizlere maruz kalan trans kadınların

yaşadıkları evler mühürlendi. Cinsiyet kimlikleri nedeniyle zaten ayrımcılığa uğrayan

kadınların bir de barınma hakları ellerinden alındı158.

3.4. NEFRET SUÇLARIYLA MÜCADELE

3.4.1. Nefret Suçlarıyla Neden Mücadele Edilmelidir?

Öncelikle, nefret suçları insan hakları fikrinin bizzat kendisine yönelik bir

saldırıdır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi başta olmak üzere, uluslararası düzeyde

kabul gören insan hakları sözleşmeleri, “bütün insanların onur ve haklar bakımından

eşit olduğunu” belirterek ayrımcılığı yasaklar ve eşitliği savunur. Tam da bu noktada

nefret suçları, insan hakları sözleşmelerinin temel argümanlarından biri olan eşitlik

ilkesinin ihlalini beraberinde getirir. Sonuçta, eşit toplumun diğer fertleriyle birlikte eşit

korunma hakkından yararlanamayan mağdurlar giderek artan oranda çalışma hakkı,

eğitim hakkı, sağlık hakkı, barınma hakkı gibi haklarından da mahrum kalırlar. Aynı

zamanda nefret suçları yaşama hakkını hiçe sayan, uluslararası insan hakları

sözleşmeleri tarafından garanti altna alınan, kişinin “zihinsel ve fiziksel bütünlük”

hakkına yönelik bir saldırıdır. Dolayısıyla, devletlerin nefret suçlarının önlenmesi için

üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmemesi; insan haklarını korumak için verdiği

sözleri ve yükümlülükleri yerine getirmediği anlamına gelir159.

Nefret suçlarının toplum üzerindeki etkisi sıradan suçlara göre daha derindir.

Nefret suçlarında hedef seçilen kişi bireysel özellikleri nedeniyle değil, grup aidiyeti

nedeniyle hedef seçilmiştir. Bu durumda bireyin başına gelen grubun herhangi bir

üyesinin de başına gelebilir. Çünkü fail kurbanın kimliğine saldırarak, kurbanın ait

olduğu topluluğun geneline gözdağı verir ve mesaj gönderir. Fail gönderdiği bu mesajla

kurbanına zarar verme nedeninin sadece ona karşı olmadığını, aynı zamanda onun

temsil ettiği gruba karşı da bir garezi olduğunu belirtir. Fail eğer homoseksüel birine

vurursa, saldırıya uğrayan yalnızca o kişinin homoseksüelliği değil, “homoseksüel olan

herkesin homoseksüelliğidir.” Dolayısıyla böyle bir durumda topluluğun diğer üyeleri

158 “Avcılarda Translara Yönelik Linç Girişimi”, Kaos GL, 7 Ekim 2012

http://www.kaosgl.com/sayfa.php?id=12444 (15.05.2014)

159 Ataman, “Nefret Suçlarını Farklı Yaklaşımlar…., s.77

54

de kendini tehdit altında, çaresiz hisseder ve zarar görecekleri endişesiyle günlük

rutinlerini, giyim tarzlarını, görünüşlerini değiştirip, belirli yerlere gitmekten ve belirli

işleri yapmaktan kaçınır160.

Bu bağlamda nefret suçları diğer suçlardan farklı olarak hem mağdurlar üzerinde

hem de toplumun geneli üzerinde psikolojik hasarlara yol açar. Nefret suçu sonucunda

kurbanlar maruz kaldıkları fiziksel zarar dışında, fiziksel zarar görme korkusu, kalıcı

stres gibi olumsuz psikolojik durumlarla da baş etmek durumunda kalırlar. Saldırının

etkisi saldırı anından çok daha uzun bir sürece yayılır ve saldırı kurbanlar üzerinde

güvenlik endişesi, öfke ve toplumdan uzaklaşma, nefrete kadar varabilen olumsuz

duygulara yol açar161.

Nefret suçlarına karşı kayıtsız kalınması ise, mağdurların toplum tarafından

önemsenmediği, yapılan saldırıların kabullenildiği anlamına gelir ve bu durum faillere

eylemlerine devam etmesi yönünde cesaret vererek, nefret suçlarının tekrarlanmasına,

şiddetin artmasına neden olur. Şiddetin hedefinde olan mağdur gruplar ise misilleme

yapmaya çalışabilir. Dolayısıyla, nefret suçları, ırk, etnik köken, cinsiyet, din gibi

farklılıklara bağlı olarak toplumun bölünmesine yol açabilir ve toplumsal çatışmayı

tetikler162. Tüm bu açıkladığımız gerekçelere dayanarak, hem bireysel hem toplumsal

güveliğin sağlanması amacıyla nefret suçlarıyla mücadele edilmelidir.

3.4.2. Nefret Suçlarıyla Nasıl Mücadele Edilmelidir?

Nefret suçlarıyla mücadelenin temel unsurlarında biri nefret suçlarının görünür

kılınmasıdır. Nefret suçlarının görünür hale getirilmesine yönelik çalışmalar, bu tür

suçların izlenmesini, verilerin toplanmasını ve değerlendirilerek raporlaştırılmasını

içerir. Bu çalışmalar sonucunda ulaşılan kapsamlı ve güvenilir veriler bizi problemin

derinliği, eğilimin ne yönde olduğu, nefret suçunun tarafları, en çok hangi grubun

mağdur edildiği konusunda bilgilendirir ve bu tür suçlara karşı mücadelede uygun

politikaların, stratejilerin belirlenmesini sağlar163.

160 Biplap Basu, “Nefret Suçlarının Önlenmesinde Sivil Toplumun Rolü”, Nefret Suçlarıyla Mücadele Toplantıları,

İnsan Hakları Gündemi Derneği, 2010, s.38.

161 Kaos Gl, “Nefret Suçları Kimin Sorunu…., s.294

162 İnceoğlu, “Nefret Suçu Kavramı…, s.109.

163 Sosyal Değişim Derneği, “Nefret Suçu……, s.13.

55

Verilerin doğru bir şekilde toplanabilmesi için, nefret suçu vakalarının kolluk

görevlileri ve diğer yetkililer tarafından gerektiği şekilde kayıt altına alınıyor olması

gerekir. Kolluk görevlileri nefret suçlarını coğrafi dağılımına göre, yükselen trendlere

göre takip edebilir ve olaylar arasındaki farklılıklardan yola çıkarak sınıflandırmalar

yapabilir. Bu noktada, nefret suçlarının doğru tespiti, güvenilir verilere ulaşılabilmesi

için kolluk görevlilerinin ve savcıların özel eğitim almaları gerekir164.

Kuşkusuz veri toplama hem de halkın bilinçlendirilmesi aşamalarında, sivil

toplum kuruluşlarının önemi yadsınamaz. Sivil toplum kuruluşları, olayların yargıya

intikal ettirilmesi, soruşturmanın başlatılması için şikayetlerin yapılması veri toplanması

mağdurlara destek olunması aşmasında önemli rollere sahiptir STK’lar istatistikler

oluşturmak, araştırma yapmak, eğitimler düzenlemek ve ülkede yaygın bir politka

oluşturulmasını sağlamak üzere hükümete önerilerde bulunabilir. STK’ların

yapabileceği en etkili çalışmalardan biri de uzman hukukçularla birlikte nefret suçları

konusunda mevzuatı hazırlayıp parlamentodan geçmesi için bir kampanya yürütmek

olabilir. Bu bağlamda yapılması gereken bir diğer iş ise, eğitim sistemini nefret

söyleminden arındırılması ve azınlıkların varlığını gösteren ve normalleştiren bir içeriğe

sahip olmasıdır165. Ceza adaleti personelinin nefret suçlarını nasıl soruşturacakları

hakkında eğitmek, topluluklara erişmek ve suçların bildirilmesine yönelik güven temin

etmek, kamuoyunu (özellikle de gençleri) hoşgörü ve ayrımcılıktan arınmışlık

konusunda eğitmek nefret suçlarıyla mücadelede atılması gereken diğer önemli

adımlardır166.

Sonuç olarak, nefret suçlarıyla sadece yasalar aracılığıyla mücadele etmek

mümkün olmamakla beraber, bu durum nefret suçlarını önlemek için geliştirilen yasal

düzenlemelerin değeri düşürmez. Aksine nefret suçlarıyla ilgili yasal düzenleme nefret

suçlarıyla mücadelenin başlangıç noktasıdır.

3.4.3. Nefret Suçlarının Cezalandırılması

Cezai bir düzenleme yapılırken öncelikle, nefret suçu tanımı yapılmalı, şiddete

dayalı hangi fiillerin nefret suçu olarak nitelendirileceği belirlenmeli ve hangi ayırtedici

karakteristik özelliklerin koruma altına alacağı tespit edilmelidir. Koruma altına

164 İnceoğlu, Nefret Suçu Kavramı….., s. 110

165 Nurcan Kaya” Raporlama ve Savunuculuk Yoluyla Nefret Suçlarıyla Mücadele”, ”, Ayşe Çavdar (ed), Nefret

Suçları ve Nefret Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, ss 266-267.

166 Ataman, Cengiz, “ Türkiye’de Nefret…….s.14.

56

alınacak özellikler, ırk, etnik kimlik, milliyet, din, dil, renk, cinsiyet, cinsel yönelim,

yaş, fiziksel veya zihinsel engellilik gibi mağdurun temel ve değiştirilemez nitelikteki

özellikleri olmalıdır. Bu noktada Asuman Aytekin İnceoğlu, örneğin mavi gözlülerin

grup karakteristiği olarak kabul edilemeyeceğine ayrıca görünür nitelikte olmayan bazı

özelliklerin koruma altına alınması durumunda ispat açısından problemler yaşanacağına

dikkat çekiyor. Örneğin mevzuatta medeni durum korunan bir özellik olursa, failin

medeni hali nedeniyle mağduru kurban olarak seçtiğinin ispatlanması gerekir167.

Bu bağlamda, AGİT’e taraf ülkelerin düzenlemelerinde ırk, etnik kimlik, milliyet

ve din en çok korunan, zihinsel engellilik, cinsiyet, cinsel yönelim ve yaş sıklıkla

korunan, medeni durum, doğum, siyasal görüş, zenginlik, sınıf, mülk, sosyal statü ve

askerlik hizmeti ise nadir korunan özellikler arasında yer alır. Bu durumda dikkat

edilmesi gereken bir husus, nefret suçu kapsamında korunan özellikler listesinin uzun

olması halinde nefret suçunun koruduğu alanın genişleyeceği ve kanunun etkin

uygulanmasının güçleşeceğidir. Buna karşılık nefret suçu kapsamında korunan

özelliklerin sınırlı sayıda olması ise koruma alanının daralmasına ve pek çok vakanın

cezalandırılmamasına neden olur. Bu nedenle ülkeler nefret suçlarıyla korunan

özelliklerin kapsamını belirlerken, tarihi sosyal yapılarını ve toplumun ihtiyaçlarını göz

önünde bulundurmalıdır168.

Cezai bir düzenleme yapılırken dikkat edilmesi gereken bir başka husus ise;

yapılan düzenlemede kanunun herkesi eşit bir şekilde koruması gereğidir. Bu nedenle

nefret suçları yasaları kanun tarafından korunan grup karakteristiklerini belirtmeli fakat

net bir şekilde ifade edilmiş bir grup tanımı yapmamalıdır. Örneğin, “din” geniş

kapsamlı korunan bir kategoridir; ancak nefret suçları koruma için tek başına belli bir

dini seçmemelidir. Bu durumda belirli bir dinin örneğin Müslümanlığın ya da

Hristiyanlığın korunan ayırt edici özellik olarak kanunlarda düzenlenmesi kabul

edilemez. Aynı şekilde, kanunlarda ırka yönelik yapılacak önyargılı saldırılar

cezalandırılabilir ancak belirli bir ırk ya da etnik grup özel olarak koruma kapsamına

alınamaz. Çünkü düzenlemelerin bu şekilde yapılması belirli bir gruba yönelik ayrımcı

bir tutum yaratacaktır169.

167 İnceoğlu, “Nefret Suçu Kavramı………, s. 88.

168 İnceoğlu, “Nefret Suçu……s,. 112

169 Ataman, Cengiz, “Türkiye’de Nefret……….., s.14.

57

Nefret suçunun nasıl bir yasal görünürlüğe sahip olacağı ise cezai bir düzenleme

yapılırken üzerinde durulması gereken başka bir meseledir. Nefret suçunun kanunlarda

bağımsız bir suç olarak mı yoksa ağırlaştırıcı bir neden olarak mı düzenleneceğine karar

verilmelidir. Nefret suçunun bağımsız bir suç olarak düzenlenmesi veri toplama, suçla

mücadele gibi konularda oldukça önemli bir avantajtır. Fakat yargılama aşamasında

failin saiki kanıtlanamazsa, fail işlemiş olduğu temel suç nedeniyle de ceza

almayabilir. Birleşik Krallık ve Çek Cumhuriyeti’nde nefret suçu ayrı, bağımsız bir suç

olarak ceza mevzuatında düzenlenmiştir. Bununla birlikte pek çok ülke nefret suçunu,

cezayı ağırlaştıran bir neden (nitelikli hal) olarak düzenlemeyi daha pratik buluyor.

Çünkü nitelikli hal olarak düzenlendiğinde bunun mevcut ceza sistemine adapte

edilmesi daha kolaydır170.

3.4.4. Uluslararası Düzenlemeler

AGİT, katılımcı ülkelere nefret suçlarına illişkin yasal düzenlemeler konusunda

zorunluluk getirmemekle beraber, hoşgörüsüzlük ve ayrımcılığı yasaklayan ve herkese

eşitlik sağlayan yasal düzenlemeler konusunda çabaların arttırılmasını teşvik eder. Bu

noktada AGİT, üye ülkelerden nefret suçlarının izlenmesi için devlet bünyesinde

birimlerin oluşturulmasını, kamuoyuna bu konuda raporlar sunulmasını, nefret

suçlarının en ağır cezalarla yargılanması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasını

bekliyor. AGİT’e bağlı Demokratik kurumlar ve İnsan Hakları Bürosu (Office for

Democratic Institutions and Human Rights-ODIHR) taraf devletlere nefret suçları

konusunda ulusal yasal düzenlemelerin geliştirmesi, uyarlanması ve uygulanması

konusunda rehberlik çalışmaları yapıyor. 2006 yılında ise nefret suçlarının önlenmesi ve

bu alandaki gelişmelerin takibi için, Polonya merkezli, Hoşgörü ve Eşit-Muamele

Bilgilendirme Sistemi (Tolerance and Non- Discrimination Information System-

TANDIS) oluşturulmuştur.171 Bu bağlamda AGİT’e taraf 23 ülkede nefret suçları genel

bir ağırlaştırıcı neden olarak tüm suçlarda kabul edilmiştir. 25 AGİT ülkesi ise sadece

bazı suçlar açısından nefret suçunu ağırlaştırıcı neden olarak kabul eder. Bazı hukuk

sistemlerinde cezanın ne oranda ağırlaşacağı açıkça mevzuatta belirtilmiş,

bazılarındaysa hakimin takdirine bırakılmıştır172. Ayrıca AGİT katılımcısı ülkeler,

nefret suçları konusunda istatiki bilgiler vermeyi taahhüt etmiş olmalarına rağmen bunu

170 İnceoğlu, “Nefret Suçu………, s.115.

171 Gürler, “Nefret Suçu….s, 271.

172 İnceoğlu, “Nefret Suçu…, s.115

58

56 ülkeden sadece 14 ülke yerine getiriyor. AGİT’e üye olan Türkiye ise bu konuda

hiçbirşey yapmıyor173.

Avrupa Birliği bünyesinde kurulan Temel Haklar Ajansı (European Union

Agency for Fundamental Rights) ise Avrupa birliği sınırları içerisinde ırkçılık ve diğer

hoşgörüsüzlük saikleriyle işlenen suçlara ilişkin düzenli veri topluyor ve paylaşımlarda

bulunuyor. Bunun yanı sıra Avrupa Birliği, 2008 yılında kabul ettiği Irkçılık ve Yabancı

Düşmanlığı ile Mücadeleye ilişkin Çerçeve Kararda “ırkçı ve yabancı düşmanı

saiklerle işlenen suçların ağırlaştırıcı bir faktör olarak ele alınması gerektiğini”

vurguluyor174.

AİHM içtihatlarına baktığımızda ise nefret suçlarıyla mücadele amacıyla ulusal

mevzuatlarda spesifik bir yasal düzenleme yapılması gerekliliğinin açıkça belirtilmemiş

olduğunu görüyoruz fakat mahkeme “taraf devletlerin ceza adaleti sistemleri içerisinde

nefret suçlarını, toplum düzeni için yol açtıkları zarar ile orantılı bir yaptırım ile

karşılamaları gerektiğini” belirtiyor. Bu çerçevede AİHM’ne göre nefret suçları

kapsamında ortaya çıkan şiddet eylemlerinde taraf devletler, iddia olunan ırkçı saikin ve

etnik önyargının varlığını açığa çıkartmalıdır175.

Nefret suçu yasası olan ülkelerden biri de ABD’ridir. Nefret suçlarını federal

düzeyde ele alan ilk yasal düzenleme olan Nefret Suçları İstatistikleri Yasası 1990

yılında yürürlüğe girmiştir. Bu kanun nefret suçlarının federal düzeyde izlenmesi, kayıt

altına alınması, elde edilen verilerin istatistiksel olarak işlenmesi ve elde edilen istatistik

sonuçlarının raporlanması konusunda kamusal bir sorumluluk getirmiştir. Bu

çerçevede, Federal Soruşturma Bürosu (FBI) bünyesinde oluşturulan özel bir birim,

yalnızca nefret suçları alanında çalışarak izleme ve istatiksel raporlama faaliyetleriyle

nefret suçlarıyla mücadele ediyor. 1990’daki yasanın ardından 1994 yılında kabul edilen

Nefret Suçlarında Ağırlaştırıcı Hükümler Yasası ise federal düzeyde açılan davalarda

nefret suçu söz konusu olduğunda uygulanabilirlik taşıyordu. Fakat ABD’de adli

vakaların büyük çoğunluğu eyalet yasaları çerçevesinde ele alınıp davalar eyalet

mahkemelerinde açıldğı için bu yasanın yetki alanı sınırlıydı. Bu nedenle 28 Ekim 2009

tarihinde yürürlüğe giren Nefret Suçlarını önlemede Yerel Yasaların Güçlendirilmesi

173 Alğan, Şensever, “Ulusal Basında….s, 14.

174 Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği, “ 10’da Var mıyım?”, Siyah Pembe Üçgen Hukuk Dizisi, sayı:1, Aralık 2011,

s. 108

175 Hasan Sınar, “Türk Hukukunda Nefret Suçlarına İlişkin Yasal Düzenleme Çalışmaları”, Marmara Üniversitesi

Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, sayı:19 , 2013, s.1278

59

Yasası, söz konusu nefret suçunun yargıya taşınması için federal düzeyde korunan

haklara yönelik işlenmiş olması ön koşulunu kaldırdı ve cinsel yönelim, toplumsal

cinsiyet, cinsel kimlik ve engellilik alanlarını da içine aldı176.

Birleşik Krallıkta ise ilk nefret suçu yasası olma özelliğini taşıyan “Suç ve

Düzensizlik Yasası”nda “yaralama, bedensel zarar verme, taciz, tehdit gibi suçların

mağdurun ırkına duyulan bir nefret/önyargı saikiyle işlenmiş olması halinde, faile

uygulanacak olan cezanın her bir suçun niteliği ile orantılı olarak belirlenen miktarlarda

ağırlaştırılması” gerekliliği belirtilmiştir. Bunun ardından 2001 yılında yürürlüğe giren

“Anti-terörizm, Suç ve Güvenlik Yasası”nda nefret suçlarının kapsamı genişletilmiş,

2003 tarihinde hayata geçirilen Ceza Adaleti yasasında ise şiddet suçunun cinsel

yönelim, zihinsel ve fiziksel engellilikten kaynaklanması durumunda cezanın

ağırlaştırılacağı kabul edilmiştir177.

3.4.5. Ulusal düzenlemeler

. Türk Ceza Kanununda nefret suçları kapsamında ilk düzenleme olarak; 30 Eylül

2013 ‘de açıklanan Demokratikleşme Paketinin içinde yer alan ve 13 Mart 2014 de

yürürülüğe giren düzenlemeyi ele alabiliriz. Bu düzenlemede, 122. maddede ayrımcılık

suçunun yanında, nefret suçu da kanun kapsamına alındı. Söz konusu suçun nefrete

dayalı ayrımcılık olduğuna vurgu yapılarak, “dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik,

siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret

nedeniyle; bir kişiye kamuya arz edilmiş olan bir taşınır veya taşınmaz malın

satılmasını, devrini veyakiraya verilmesini, bir kişinin kamuya arz edilmiş belli bir

hizmetten yararlanmasını, işe alınmasını olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını

engelleyen bir kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacaktır”.178 Fakat

bu düzenlemeye eksiklikleri olduğu gereçesiyle birçok noktada eleştiriler getirildi.

Nayat Karaköse düzenlemenin iki çok önemli eksiği olduğunu belirterek “nefret suçu

yasasını şık bir vitrin süsü” olarak değerlendirdi. Öncelikle, “cinsiyet kimliği”, “cinsel

yönelim”, “etnik köken”, “yaş”, “meslek”, “sağlık durumu”, “sosyal statü”, “medeni

176 Alğan, Şensever, “Ulusal Basında …., s.13

177 Sınar, “Türk Hukukunda Nefret………, s. 1284

178 “ Temel Hak ve Hürriyetlerin Geliştirilmesi Amacıyla Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”,

Resmi Gazete 13.03.2014

http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/03/20140313.htm&mai

n=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/03/20140313.htm (10.04.2014)

60

hal” gibi ifadeler yasada yer almıyor. İkinci büyük eksiklik ise, suçun niteliğinin çok

sınırlı olmasıdır. Her biri ciddi suçlar olan nefret saikiyle yaralama, kasten öldürme,

işkence, cinsel saldırı, çocuk istismarı, tehdit, yağma, ibadethane ve mezarlıklara zarar

verilmesi gibi birçok suç bu düzenlemenin dışında bırakılmış durumdadır. Çünkü

düzenleme sadece TCK’nin 122. Maddesi olan ayrımcılığı kapsayarak, yeni bir suç

tanımı getirmemiştir179. Yasemin İnceoğlu ise, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve HIV

ile yaşayanlara hiç değinilmemiş olması sebebiyle ayrımcılıkla mücadelede ötekilerin

unutulduğunu ve LGBT bireylerin görünmez kılındığını belirtiyor180. Öznur Sevdiren ise

uluslararası ceza hukuku ve insan hakları hukukunda ayrımcılık yasağı tanımlanırken

mutlak bir biçimde yer verilen “etnik kimlik” ifadesine taslakta yer verilmemiş olmasını

kabul etmenin mümkün olmadığını vurgulayarak, bu durumda son yıllarda Kürt ve

Roman yurttaşlar aleyhine etnik ayrımcılık saiki ile işlenen suçların görmezden

gelindiği altını çizmiştir181

Türk Ceza Kanununda tartışılması gereken bir başka hüküm inanç düşünce ve

kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleyen 115. maddedir. 115. madde uyarınca

“cebir veya tehdit kullanarak, bir kimseyi dini, siyasi sosyal felsefi inanç düşünce ve

kanaatlerini açıklamaya veya değiştirmeye zorlayan ya da bunları açıklamaktan,

yaymaktan men eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”. Fakat

bu maddenin nefret suçu teşkil edebilmesi için, failin maddede belirtilen fiilleri önyargı

saikiyle yani mağdurunun farklı özelliklerine duyduğu düşmanlık nedeniyle işlemesi

gerekir ancak anılan suç pratikte önyargı saiki olmaksızın da gerçekleşebilir. Örneğin

Hristiyanlara karşı düşmanlık besleyen biri, bir kişinin Hristiyan olduğunu açıklamasını

engelerse 115. maddede düzenlenen suç işlenmiştir ve aynı zamanda bir nefret suçu da

mevcuttur. Bir başka örnekte ise, bir öğretmen Musevi bir öğrencisine diğer

öğrencilerin ona şiddet uygulayacağından korkarak sakın dinini arkadaşlarına açıklama

derse 115. maddede düzenlenen suçun unsurları gerçekleşir ancak öğretmenin nefret

179 “Nefret Suçları Yasası Şık Bir Vitrin Süsü”, Agos, 07.03.2014

http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=nefret-suclari-yasasi-sik-bir-vitrin-susu&haberid=6722 (10.04.2014)

180 “Ayrımcılıkla Mücadelede Ötekiler Unutuldu”, Bianet, 01.10.2013

http://www.bianet.org/bianet/toplum/150335-ayrimcilikla-mucadelede-otekiler-unutuldu (10.04.2014)

181 “ Tasarıya Hukukçu Yorumu: Bu eksiklikler Kabul edilemez”, Radikal, 27.10.2013

http://www.radikal.com.tr/politika/tasariya_hukukcu_yorumubu_eksiklikler_kabul_edilemez-1157528 (10.04.2014)

61

suçu işlediği ileri sürülemez. O halde 115. maddede belirtilen fiilleri ancak fail önyargılı

bir saikle gerçekleştirirse nefret suçu oluşur182.

Türk Ceza kanu’nun bu kapsamda incelenebilecek bir diğer hükmü 153. maddede

düzenlenen, ibadethanelere ve mezarlıklara zarar verme suçudur. 153. Maddenin 1.

fıkrasında “ibadethanelere, bunların eklentilerine, buralardaki eşyaya, mezarlara

bunların üzerindeki yapılara, mezarlıklardaki tesislere, mezarlıkların korunmasına

yönelik olarak yapılan yapıları yıkmak bozmak veya kırmak suretiyle zarar veren kişi

bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” hükmü yer alır. Bu

düzenlemede suçun maddi unsuru içerisinde önyargı saiki yer almadığı için bu suç,

faillerce hiçbir önyargı, düşmanlık beslenmeden de işlenebilecek bir suçtur. Örneğin

fail, antika olduğunu düşünerek caminin kapısını sökse burada 153. maddenin 1.

fıkrasındaki suç oluşur ancak nefret suçundan bahsedilemez, bununla beraber fail, bir

yeri belirli bir grupla ilişkisi yüzünden seçer ve o gruba duyduğuğu düşmanlık

nedeniyle o yere zarar verirse bu halde nefret suçundan bahsedilebilir. Fakat önyargı

saiki 153. maddenin 1. fıkrasındaki suçun oluşması için kanunda aranan bir unsur

değildir183.

182 İnceoğlu, “Nefret Suçu…., s.116

183 İnceoğlu, a.g.e, s. 17.

62

SONUÇ

Nefret suçları mağdura ya da mağdurun ait olduğu gruba ilişkin önyargıdan

kaynaklanan şiddet içerikli eylemlerdir. Her ne kadar bu suçlar bireylere karşı

işleniyorlarsa da aslen hedef alınan o bireyin tabi olduğu sosyal gruptur. Nefret

suçlarının gerektiği şekilde incelenip kovuşturulmaması, topluma faillerin cezasız

kaldığı mesajını vererek, benzeri suçların işlenmesinin önünü açacaktır. Bu durum,

şiddet olaylarının artmasını beraberinde getirirken, dezavantajlı gruplara mensup

vatandaşların hukuka ve kamu kurumlarına olan güvenini yitirmesine de neden

olacaktır. Bu halde, nefret suçlarının ceza kanunlarında yaptırıma bağlanması, etkin ve

etkili bir soruşturma ve kovuşturulma yapılması bu suçların sosyal olarak kabul

edilmediğinin göstergesi olacaktır. Bu anlamda, ülkemizde 122. maddede ayrımcılık

suçunun yanında nefret suçu da kanun kapsamına alınmıştır fakat taşıdığı eksikler

nedeniyle nefret suçlarıyla mücadelede tümüyle etkili olamamaktadır. Bu yüzden

ülkemizde öncelikle etnik kimlik, cinsel yönelimde dahi tüm farklılıkları koruyan,

önyargı saikiyle işlenmiş öldürme, işkence, yaralama, cinsel saldırı gibi tüm suçları

kapsayan ayrı bir nefret suçu yasası hazırlanmalıdır. Nefret suçları ile ilgili genel bir

ağırlaştırıcı neden öngörülmeli veya belli suç tiplerinde nefret suçları ile ilgili ayrı ayrı

ağırlaştırıcı neden öngörülmelidir. Adli makamlara ve kolluk güçlerine nefret suçlarının

belirlenmesi, soruşturulması ve kayıt altına alınması için gerekli eğitimler verilmeli ve

kaynaklar sağlanmalıdır. Ayrıca Türkiye ayrımcılık, nefret suçları, nefret söylemi

konusunda taraf olduğu sözleşmelerden doğan yükümlülükleri bütünüyle ve etkin

birşekilde yerine getirmelidir.

Nefret suçuyla mücadele edebilmek için, nefret söylemiyle de mücadele etmek

gerekir. Nefret söylemi, sıklıkla ifade özgürlüğü bağlamında ele alınıyor. Ancak, söylemin

olumsuz görüş belirtme sınırını aşarak, belirli bir grubu aşağılamaya, yok saymaya ve

dolayısıyla yok etmeye, zaman zaman bu amaçla hedef göstermeye başladığı nokta, ifade

özgürlüğünün sınırlarının aşıldığı noktadır. Bu nedenle Avrupa İnsan Hakları

Mahkemesi’nin çeşitli kararları, nefret söylemini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10.

maddesi kapsamında ifade özgürlüğü altında değerlendirmez ve 17. maddeye başvurarak

söz konusu ifadeyi sözleşmenin sunduğu koruma kapsamının dışında bırakır. Bu bağlamda,

nefret söylemiyle ilgili uluslararası standartlar nefret içerikli ifadelerin yasaklanmasını

ve bir suç haline getirilerek bu yönde etkili bir soruşturma yapılmasını öngörür. Bu

nedenle ülkemizde nefret söylemi konusunda kapsamlı, orantılı ve çaydırıcı, medeni

63

hukuk, ceza ve idare hukukuna dair hükümler içeren yasal düzenlemeler yapılmalı ve

mevzuat etkili bir şekilde uygulanmalıdır. Siyasetçiler, resmi kurumlar ve kamu

görevlileri ve medya ırkçı, nefret, yabancı düşmanlığı, antisemitizm, hoşgörüsüzlük

temelli nefret veya ayrımcılığın diğer biçimlerini yayan ifadelerden kaçınmalıdır.

Özellikle nefret söylemi konusunda kamuoyunun duyarlılığını ve farkındalığını arttırma

konusunda medyaya önemli görevler düşüyor. Bu anlamda, medya nefret suçlarını insan

hakları odaklı habercilik bağlamında ele alarak, nefret suçlarının hedefi konumundaki

grupların temsilini gözardı etmemeli, biz ve onlar kutuplaşmasını pekiştirmek yerine iyi

niyet, anlayış ve saygıya dayalı bir diyalog zemini hazırlamalıdır. Böylelikle nefret

söylemi sadece insan hakları bakımında değil meslek ilkeleri bakımından da

engellenmelidir. Aksi taktirde medya kurumu veya gazeteciler bunu engellemezse, suç

olan ve yasaklanması gereken eylemlere destek vermek, yardımcı olmak anlamında rol

oynamış sayılır184. Bu halde ezilen yok sayılan tüm grupların kendilerini ifade edeceği

demokratik iletişimin yaratılmasında alternatif medya ve barış medyasının varlığı

elzemdir. Alternatif medya, ötekilerin anaakım medya tarafında görmezden gelinmesine

karşı ve seslerinin duyulmasını engelleyen teksesliliğe karşı, çoksesli demokratik bir

ortamın yaratılabileceğinin mümkün olduğunun göstergesidir. Alternatif medya

ötekilerin birbirleriyle iletişim içine girebildikleri, tüm ötekilerin farklılıklarıyla

birarada, barış içerisinde yaşayabilecekleri bir güce sahiptir185. Barış medyası ise

halkların kardeşliğine vurgu yaparak barış kültürünün oluşturulmasında önemli bir

aktördür. Toplumsal bellekte egemen iktidar tarafından yaratılan toplumlar arasında

düşmanlıkların gerçek olmadığını geçmişten geleceğe toplumların barış içerisinde

yaşadığı ve yaşayabileceğini gösterir186.

184 Algan-Şensever, “Ulusal Basında…, ss.19

185 Barış Çoban, “Ötekiler ve Alternatif Medya”, (Ed. Suat Sungur), Azınlıklar ve Medya, İstanbul: Derin

Yayınları, 2013, s.2

186 Barış Çoban “Medya, Toplumsal Bellek ve Barış”, (Haz. B. Çoban),Medya, Barış ve Savaş: Savaş Ortamında

Barış Medyasını Yaratmak, İstanbul: Kalkedon Yayınları, 2010, s.12