1
GİRİŞ
Öncelikle bu çalışma kapsamında nefret söylemi ve nefret suçlarının birarada ele
alınış sebebi, nefret söylemi ve nefret suçlarının birbirinden farklı kavramlar olmasına
rağmen, aslında birbiriyle yakından ilişkili kavramlar olmasıdır. Nefret her insanda
bulunan bir nesneye ya da bir olguya karşı hissedilen doğal olarak tabir edeceğimiz bir
duygudur. Mesela insanlar pırasadan nefret edebilir ya da toplu taşıma araçlarına
binmekten nefret edebilir. Ancak nefret, bir ideolojinin parçası olduğunda, insanlar
kendilerini ve ötekini, ideolojinin belirlediği bağlamda konumlandırmaya başlarlar1.
Dolayısıyla, nefret söylemi ve nefret suçları konusunda ele aldığımız nefret bir
ideolojinin parçası olup, insanların belirli değiştirilemez ırk, milliyet, etnik kimlik, dini
inanç, cinsiyet, cinsel yönelim gibi özelliklerine dolayısıyla “varoluşlarına, varoluş
biçimlerine duyulan” bir nefrettir. Baruch Spinoza sevgi ve nefret kavramını birlikte ele
alırken, her ikisini de bir dış nedene bağlar.
(…) sevgi bir dış nedenin fikri ile birlikte olan sevinçten başka bir şey değildir. Kin de
(nefret) bir dış neden fikri ile birlikte olan kederden başka bir şey değildir. Bundan sonra, seven kimsenin
sevdiği ile bulunmaktan zevk duyduğunu, onu elinde tutmaya çalıştığını tersine kin (nefret) duyan
kimsenin de kinin (nefretin) konusunu uzaklaştırmaya ve onu yok etmeye çalıştığını görüyoruz2.
Bu bağlamda nefret söylemi ve nefret suçlarında oluşan nefretin dış nedeni
aslında streotipler, önyargı ve ayrımcılıktır. streotipler bir kişiyi kişisel özelliklerinden
değil, ait olduğu gruba atfedilen özellikler üzerinden tanımlarken, önyargılar bu kişiyi
kalıpyargılara dayanarak zihinlerde olumsuz bir imaja dönüştürür ve önyargıların
davranışa dökülmesiyle de ayrımcılık ortaya çıkar. Streotip, önyargı ve ayrımcılık
zincirlemesinin bir sonraki halkası nefret söylemidir. Avrupa Konseyi Bakanlar
Komitesi’nin 1997 yılı 20 sayılı tavsiye kararında yer alan tanımıyla “nefret söylemi”
(hate speech), “ırkçı nefret, yabancı düşmanlığı, anti-semitizm ve hoşgörüsüzlük temelli
diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her türlü ifade
biçimidir3”. Nefret söylemiyle kaba, sert, kışkırtıcı, saldırgan, ayrımcı, öfkeli
söylemlerle hedef alınan grup lanetlenir, marjinalleştirilir ve ondan bir “öteki”
1 Kenan Çayır, “Ayrımcılığın Sosyolojisi ve Türkiye Toplumu”, Ayşe Çavdar (ed) Nefret Suçları ve Nefret
Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, s.48
2 Hakan Ataman “Nefret Suçlarını Farklı Yaklaşımlar Çerçevesinde Ele almak: Etik, Sosyo Politik ve Bir İnsan
Hakları Problemi olarak Nefret Suçları” Yasemin İnceoğlu (der), Nefret Söylemi ve Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı
Yayınları, 2012, s.53
3 Anne Weber, Nefret Söylemi EL Kitabı, Council of Europe Publishing, 2009. s.3.
2
yaratılmaya çalışılır. Medya ise var olan “biz” ve “ötekiler” tanımını daha da
keskinleştirerek, ötekilere yönelik önyargıları, klişeleri tekrar tekrar dile getirerek
doğallaştırır ve nefret söylemini dolaşıma sokar. Böylelikle nefret söylemi doğal
karşılandığı bir ortamda önyargıları, hoşgörüsüzlüğü, düşmanlığı körükleyerek nefret
suçuna giden yolu hazırlar. Bu bağlamda nefret söylemiyle nefret suçu arasındaki ilişki
açığa çıkar. Baskın Oran’ın deyimiyle nefret söylemi nefret suçunun önkoşuludur.
Nefret Suçu “failin din, dil, ırk, etnik köken, engelli olma, cinsiyet ve cinsel yönelime
dair sahip olduğu önyargı ile bu özelliklerden birine sahip olduğunu bildiği veya
varsaydığı bir diğer kişiye karşı gerçekleştirdiği suç davranışı olarak” tanımlanır4.
Dolayısıyla bu çerçeveden yola çıkarak birinci bölümde nefret söylemi, ikinci bölümde
medyanın nefret söylemi üretimindeki rolü, üçüncü bölümde ise nefret suçları ele
alınacaktır.
Türkiye’de nefret söylemi ve nefret suçları demokrasinin pekişmesini birlikte
yaşama kültürünün güçlenmesini engelleyen giderek büyüyen bir soruna dönüşmüştür.
Siyasi parti liderleri, milletvekilleri, gazeteler, televizyon kanalları, kamu görevlileri
nefret söylemini kullanmaktan çekinmemektedir. Öyle ki, 26 Şubat 2012 tarihinde
İstanbul Taksim Meydanın’da “Hocalı Katliamının 20. Yılında Hocalı Soykırımı
Mitinginde” dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin “Hepiniz Ermenisiniz Hepiniz
Piçsiniz” pankartından rahatsız olmadan konuşmalarını sürdürdü yine aynı tarihte metro
çıkışları, “Ermeni yalanına sessiz kalma” afişleriyle kaplandı. Gezi eylemleri sırasında
ise, Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat Bölümü Başkanı Profesör Ahmet Atan “Yahudi,
Ermeni, Rumsanız gezi eylemlerinde aktif rol almanızı anlayışla karşılıyorum. Lütfen
soyunuzu araştırın” şeklinde ifadede bulundu. Dolayısıyla nefret söyleminin bir sorun
olduğu halde, bir türlü sorunlaştırılamaması tehlikesiyle karşı karşıyayız. Öyle ki bir
bakan “hepiniz piçsiniz hepiniz Ermenisiniz” pankartından rahatsızlık duymuyor,
metroları kullanan binlerce insan “Ermeni yalanına sessiz kalma" afişlerine tepki
vermiyor ve bir öğretim görevlisi Yahudi ve Ermenileri düşman olarak adletmekten
çekinmiyor. Toplumda adeta nefret söylemine karşı bir körlük durumu yaşanıyor. Aynı
şekilde yaşanan bu körlük nefret suçlarının da üstünü örterek görünmez hale getiriyor
ve karanlıktan beslenenleri yeni suçlar işlemesi konusunda cesaretlendiriyor. Türkiye’de
nefret suçu kavramı, Hrant Dink cinayetiyle kamuoyunun gündemine oturdu fakat bu
4 Atanan, “Nefret Suçlarını Farklı Yaklaşımlar…………, s.60
3
daha önceki tarihlerde nefret suçu işlenmediği anlamına gelmiyor, zira 6-7 Eylül 1955
olayları, Sivas katliamı nefret suçunun çok çarpıcı örneklerindendir. Ne yazık ki
örnekler bunlarla da sınırlı kalmadı, 2000’li yıllarda, Hrant Dink, Rahip santoro
cinayetine, Malatya katliamına, Manisa Selendide Romanlara, Kütahya Emette Kürt
işçilerine, Malatya Sürgüde Alevilere yönelik linç girişimlerine, artan trans
cinayetlerine şahit olduk. Tüm bunlar doğrultusunda bu çalışma çok sevgili Rakel
Dink’in “Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz
kardeşlerim” sözünden yola çıkarak, nefret söylemi ve nefret suçlarını görünür hale
getirip karanlığı sorgulamak, bu suçların engellenmesine yönelik dikkat çekmek
dolayısıyla bu karanlığı bir nebze olsa da aydınlatmak amacındadır.
Bu amaçlar doğrultusunda çalışmanın birinci bölümünde söylem ve nefret
söylemi kavramları detaylı olarak açıklanacak, nefret söylemi üretimindeki temel
araçlar aktarılacaktır. Öte yandan, nefret söylemiyle ilgili uluslararası düzenlemeler ve
ulusal düzenlemelere değinilecektir. Son olarak, nefret söyleminin sınırlandırılması
düşüncesi, beraberinde ifade özgürlüğü tartışmalarını da getirdiği için nefret söylemi,
ifade özgürlüğüne getirilen bir kısıtlama olarak mı yoksa; ifade özgürlüğünün kötüye
kullanılması olarak mı değerlendirilmeli sorusuna Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
ele aldığı örnek davalar üzerinden bir yanıt aranacaktır.
İkinci bölümünde, medya ve ideoloji ilişkisi üzerinde durulacak, medya ırkçı,
cinsiyetçi, homofobik veya yabancı düşmanlığı gibi ayrımcı ideolojileri, söylemler
aracılığıyla vurgulayan ya da üstü kapalı bir şekilde yayan, nefret söylemini üreten en
etkili araçlardan biri olarak ele alınacak ve Türkiye’de gündelik yaşamın her alanında,
farklı etnik grupları ya da farklı cinsel yönelimleri hedef alan nefret söylemlerinin
geleneksel medya aracılığıyla yeniden üretilip dolaşıma sokulması ele alınan örneklerle
ortaya konacaktır.
Çalışmanın son bölümü olan üçüncü bölümde ise, nefret suçu kavramı ve nefret
suçunun nasıl tespit edileceği anlatılacak, bu bağlamda Hrant Dink cinayeti, Zirve
Yayınevi katliamı, Manisa Selendi Romanlara yönelik linç girişimi ve trans cinayetleri
örnek vakalar olarak ele alınacaktır. Nefret suçlarıyla neden ve nasıl mücadele
edilmesine dikkat çekilip bunun akabinde nefret suçlarıyla ilgili uluslararası ve ulusal
düzenlemelere değinilecektir.
4
I. BÖLÜM
NEFRET SÖYLEMİNİN TANIMI, YASAL DÜZENLEMELER
VE HUKUKİ BOYUTU
1.1. SÖYLEM KAVRAMI
“Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır”(Ludwing Wittgenstein)
Psikoloji alanı içinde, dil ‘i sadece zihinsel süreçlerin bir temsili ve iletişimi aracı
olarak gören ana akım anlayışa karşı bir yaklaşımla, dilin sosyal etkileşimler
bağlamında nasıl inşa edildiği ve sürdürüldüğü üzerine çalışmalar söylem üzerine ilk
kavramsallaştırmaları ortaya çıkarmıştır. Sosyal psikoloji perspektifiyle, söylem
toplumsal bir pratiktir.5 Dolayısıyla söylem, insanın toplumsal varlığında hayat bulup
ete kemiğe bürünürken, insanlar da toplum içerisinde kullandığı dille şekillenir. Edibe
Sözen’e göre söylem bir meta eylemdir ve ideoloji, bilgi, diyalog, anlatım, beyan tarzı,
müzakere, güç ve gücün mübadelesiyle eyleme dönüşen dil pratiklerine ilişkin
süreçlerdir. Söylem, sosyal, siyasi, kültürel, ekonomik alanlar gibi, sosyal hayatın tüm
yönleri ile ilişkindir.6
Toplumsal bir pratik olarak söylem, gruplara aidiyeti ve gruplar arası ilişkileri
inşa eder, anlamdırır hatta meşrulaştırır. Diğer bir deyişle, insanlar belirli bir grup içinde
paylaşılan inançları, temsilleri tutumları veya grubun ideolojisini söylemler aracılığıyla
inşa ederler. Bu nedenle, bir toplumda yapılıcak olan belirli bir söylem analizi, bu
söylemi inşa eden ideolojik arka planın nasıl bir grup aidiyeti tasavvur ettiğini bizlere
gösterecektir.7
Eleştirel Söylem Analisti Teun A. van Dijk söylemi, toplumsal bir bağlamda dil
kullanımını olarak ele alır, iktidar ve dil arasında bir ilişki olduğunu öncül kabul eder.
Bu nedenle, söylemin ideolojiden bağımsız düşünülemeyeceğini savunur. İktidar diğer
insanlara ve gruplara hükmetmekle ilgilidir, iktidar sadece diğer insanların eylemlerini
ya da özgürlüklerini kontrol etmekle yetinmez. Aynı zamanda onların zihinleri, nasıl ve
ne düşünebilecekleri, bilgi kavramları, tutumları, düşünce ve ideolojileri üzerinde de
5 Melek Göregenli, “Nefret Söylemi ve Nefret Suçları”, Mahmut Çınar (Ed), Medya ve Nefret Söylemi: Kavramlar
Mecralar Tartışmalar, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları,2013, s.58.
6 S. Hakan Yılmaz, Siyasal Nefret Söylemi ve Medya, Konya: Literatürk Yayınları, 2013, s.27.
7 Göregenli, “Nefret Söylemi…s.58
5
denetim kurmak ister. İşte bu noktada söylemin önemi ve iktidarla arasındaki ilişki
ortaya çıkar. Çünkü Van Dijk, toplumda zihinsel denetimi sağlamak için söylemi
denetlemek ya da bizzat üretmek gerektiğini ifade eder. Söylemi denetlemenin ön
koşulu ise söylemin bağlamını ( kimin söylediği, ne tür bir niyet ile söylediği, ne
durumda kime söylediği vs) denetlemektir. İnsanlar bilgi, tutum ve ideolojileri söylem
yolu ile benimserler. Bu yüzden, söylemin kontrol edilmesi yalnızca gazetelerin değil,
aynı zamanda muhtemelen okuyucuların zihinlerinin de doğrudan olmasa da dolaylı
olarak kontrol edilmesi anlamına gelir. Dijk, daha açıklayıcı olmak adına şu örneği
verir: “gazeteler üzerinde denetim kurduğunuzda, dolaylı olarak insanların kürtler ya
da toplumdaki başka bir grup hakkında neler düşüneceklerini kontrol edersiniz”.8
Mahmut Çınar ise söylemle iktidar arasındaki bağı açıklarken, söylemi modern
iktidarın kendini kurma, güçlendirme ve tartışılmaz kılma araçlarından biri olarak
nitelendirir. Ona göre söylem, hegemonyayı kuran, meşrulaştıran, o hegemonyaya
yönelik toplumsal rızayı üreten, doğruyu ve yanlışı, iyiyi, kötüyü toplumsal kavramlar
olarak belirleyen ve bu kavramları ideolojik birer nosyon olarak toplumsal normlar
biçiminde yerleştiren bir şemsiyedir9. Bu noktada, söylemi iktidar kuramının temeline
alan Foucault, (1980) söylemi belirleyenlerin sadece neyin “rasyonel” neyin “sağlıklı”
olduğu konusunda normları ortaya koymakla yetinmeyeceklerini, bu normlar dışında
konuşmaya kalkanların marjinalleşme ve dışlanma riskiyle karşı karşıya kalacaklarını
da belirtir.10 Somut bir örnek vermek gerekirse, Başbakan Erdoğan ODTÜ’de protesto
yapan öğrencileri hedefe alan bunlar “teröristler”, bunlar “ateistler” sözleriyle11;
demokratik bir hak olmasına rağmen iktidara karşı protesto etmeyi insanların zihninde
“korkunçlaştırmak” ve bu eylemi yapanları hiçbir şekilde mazur göstermemek için,
toplumun yumuşak karnına dokunuyor. Böylelikle, zaten toplumun zihininde “rasyonel”
ve “sağlıklı” olarak kodlanmayan “terörist” ve “ateist” kelimeleri, iktidarın diliyle
protesto yapmakla özleştirilerek bir kez daha dışlama pratiği olarak kullanılıyor.
8 Teun A. Van Dijk, “Söylem ve İktidar”, Ayşe Çavdar (ed), Nefret Suçları ve Nefret Söylemi, İstanbul: Hrant
Dink Vakfı Yayınları, 2010, ss.12-14
9 Mahmut Çınar,”Habercilik ve Nefret Söylemi”, ”, Mahmut Çınar (Ed), Medya ve Nefret Söylemi: Kavramlar
Mecralar Tartışmalar, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları,2013, s.138.
10 Steven Best- Douglas Kellner, Postmodern Teori: Eleştirel Soruşturmalar, Çev.Mehmet Küçük, İstanbul:
Ayrıntı Yayınları, 1998, s.80.
11 Erdoğan: "O Solculara, O Ateistlere Rağmen ODTÜ Yolunu Açtık. Bunlar Ateist, Bunlar Terörist", Başka Haber,
28.02.2014
http://www.baskahaber.org/2014/02/erdogan-o-solculara-o-ateistlere-ragmen.html (02.04.2014)
6
Foucault, tüm söylemler iktidar tarafından üretilir derken, yine de egemen
söylemlere karşı “karşı söylemler” geliştirilerek direniş noktalarının oluşturulabileceğini
ekler12. Bu durum, söylemi bir güç çatışması merkezi haline getirir. Toplumsal olan
içinde anlamlar çatışır mücadele eder, bu mücadele sınıfsal olabilir ya da modern
toplumun içinde varlık bulan farklı güç ilişkilerinin anlam üzerinden mücadelesi
olabilir. Bu noktada Foucault, söylemi sadece metinlerle sınırlanmış olarak ele almaz.
“Güç artık bir söylemdir. Söylem mücadelesi aslında bir güç mücadelesidir”.13
İktidar gündelik hayatın içine dağılırken onunla birlikte söylemler de gündelik
hayatın her alanına sızmış ve “söylemler” sayesinde iktidar var olurken bireyler
kişisizlikleştirilmiştir. Bu noktada, Lacan “özne-söylem” ilişkisini açıklarken özneyi
söylemin bir ürünü olarak ele alıyor. Ona göre “kişilikleri, benlikleri yaratan
söylemlerdir”.14 Çünkü söylem taşıdığı bütün sembolleri ve kullandığı bütün ifade
imkanlarını özneye dayatan niteliğiyle, öznenin neyi söyleyeceğine yahut
söylemeyeceğine ilişkin adeta zihinsel/dilsel bir barikat inşa eder.15 Örneğin,
heteroseksüel birlikteliği cinsel yönelime atıfta bulunmadan adlandırabilirken,
heteroseksüellik kümesi dışında kalan yönelimleri belirginleştirip ayırmak için cinsel
yönelimi muhakkak belirtme (gay, lezbiyen, transseksüel) mecburiyeti duyarız. Çünkü
heteronormatif kültür bu ilişkileri zihnimizde “olağan ilişkiler” olarak kodlar ve
zihnimizi şartlandırır. Bu sebeple, heteroseksüel bir siyasetçiden salt siyasetçi diye
bahsedilirken, cinsel yönelimi farklı bir siyasetçinin ise başına gay/lezbiyen/bisekseül
kelimeleri getirilerek hakim heteronormatif kültürden nasıl da farklı olduğunu belirtilir.
Öyleki, Almanya’nın gey olduğu bilinen Dışişleri Bakanının erkek arkadaşıyla
Türkiye’ye gelmesi durumunda nasıl bir protokol hazırlanacağı merak konusu olup,
Türk basınına “ Gey bakan Türkiye’ye gelince ne olacak”16 şeklinde yansımıştır.
12 Best-Kellner, “Postmodern Teori….s.80.
13 Yılmaz,” Siyasal nefret söylemi… s.29.
14 Cevdet Özdemir, “Kimlik ve Söylem”, Osmangazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı.2, 2001, s.111
http://sbd.ogu.edu.tr/makaleler/2_2_Makale_5.pdf
15 Enver Kubilay Yüksel, “Nefret Söylemi: Dil Üzerinden Mücadele Edilmesi Gereken Bir Doppelganger”, Birikim
Dergisi, Sayı. 280, Güz 2012, s.153.
16 Gay Bakan Türkiye’ye Gelince Ne olacak ?, Milliyet (28.09.2009)
http://www.milliyet.com.tr/Pazar/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetayArsiv&ArticleID=1148760&Kategori=pazar
&b=Gay%20bakan%20Turkiyeye%20gelince%20ne%20olacak (04.04.2014)
7
Özetle söylersek söylem, insanların zihinleriyle arasındaki bağlantı nedeniyle
önemlidir. İktidar söylem aracılığıyla zihinleri kontrol etmek ister ve yine söylem
aracılığıyla ideolojilerin yeniden üretilmesini ve günlük ifadelerin içinde yer bulmasını
sağlar. Bu sebeple, söylemler özellikle ideoloji ırkçılık ve etnik önyargı gibi konularda
daha açık seçik karşımıza çıkar. Nefret söylemi de bu ideolojiler, ırkçı ve etnik
önyargılar üzerinden kurulur ve dolaşıma sokulur.
1.2. NEFRET SÖYLEMİ KAVRAMI
Nefret etmeyin; nefret taşınmayacak kadar ağır bir yüktür ( Martin Luther King)
Nefret söylemi kavramının ortaya çıkmış, üzerinde uzlaşılmış herhangi bir tanımı
bulunmamaktadır ve kapsamına dair bir belirsizlik mevcuttur. Nefret söylemi
konusunda, uluslararası alanda bağlayıcı bir hukuk belgesinde ortaya çıkmış bir tanım
da bulunmamaktadır. Uluslararası alanda tek tanım Avrupa Konseyi tarafından ortaya
konulmuştur. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 1997 yılında geliştirdiği tanıma
göre “nefret söylemi”:
(…) ırkçı nefreti, yabancı düşmanlığını, Yahudi düşmanlığını veya azınlıklara, göçmenlere
ve göçmen kökenli insanlara yönelik saldırgan ulusalcılık ve etnik merkezcilik, ayrımcılık ve
düşmanlık şeklinde ifadesini bulan, dinsel hoşgörüsüzlük dahil olmak üzere hoşgörüsüzlüğe dayalı
başka nefret biçimlerini yayan, kışkırtan teşvik eden veya meşrulaştıran her türlü ifade biçimini
kapsayacak şekilde anlaşılacaktır. Bu anlamda nefret söylemi muhakkak belirli bir kişiye veya gruba
yönlendirilmiş yorumları kapsamaktadır.17
“Nefret söylemi” kavramı çok sayıda durumu kapsamaktadır :
Birincisi, ırkçı nefretin veya başka bir deyişle kişilere veya gruplara yönelik nefretin belirli
bir ırka ait olmaları nedeniyle kışkırtılması
İkincisi, dinsel nedenlerle nefretin kışkırtılması; inananlar ile inanmayanlar arasındaki
ayrıma dayalı nefretin kışkırtılması da aynı kefeye konulabilir;
Son olarak, Avrupa Konseyi’nin Bakanlar Komitesi’nin “nefret söylemi” üzerine Tavsiye
Kararı’nda kullanılan ifadeleri kullanıcak olursak, “saldırgan milliyetçilik ve etnik merkezcilik
şeklinde ifadesini bulan” hoşgörüsüzlüğe dayalı başka nefret türlerinin kışkırtılması.18
Belirtilen bu tanımlara baktığımızda genel olarak ırk veya etnik kökene dayalı
nefret ya da yabancı düşmanlığı veya antisemitizm merkezli olduğunu görüyoruz. Bu
17 Weber, “Nefret Söylemi………, s.3.
18 Weber, a.g.e, s. 4.
8
noktada Ulaş Karan, ayrımcılığın günümüzde artık geçmişte gündeme gelmeyen bir çok
temel de yapıldığını vurgulayarak, nefret söyleminin verili çerçeve dışında cinsiyet, yaş
engellilik gibi birçok alanda gündeme gelebilmesinin mümkün olduğunu belirtiyor.
Örnek olarak, cinsel yönelimin hiçbir sözleşmede yer almamasına rağmen içtihatlar
yoluyla zaman içerisinde ayrımcılığın bir parçası haline gelmesini gösteriyor.19 Ayrıca
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi henüz bu konuyu ele almamış olsa da, homofobik
söylem de nefret söylemi olarak değerlendirebileceğimiz bir kategori içinde yer alır.
Dolayısıyla, günümüzde nefret söyleminin sadece belirli temeller çerçevesinde değil
geniş bir kapsamda düşünülmesi kavramın gelişimesi adına daha yararlı olacaktır.
Aynı şekilde, Baskın Oran “maksimum rezillik” olarak tanımladığı nefret
söyleminin hedefinde zenginlerin, yoksulların, uzun saçlıların, küpeli gençlerin,
mültecilerin, içki içenlerin, engellilerin, AIDS’lilerin, rock’çıların olabileceğini de
belirterek, nefret söyleminin ne derece geniş kitlelere yayılabileceğini bizlere
gösteriyor.20
Tarlach McGonalge ise nefret söylemini geniş bir spektruma yayılan olumsuz
bir söylem olarak tanımlar.” Bu söylem esnektir, çünkü nefretten yola çıkarak nefreti
teşvik etmeye varabilen, suiistimale, aşağılamaya, hakarete, yermeye dayanan kelimeler
ve sıfatlardan oluşan öte yandan da aşırı önyargılardan bağımsız olmayan bir
söylemdir”21. Nefret söyleminin “geniş bir spektruma yayılan olumsuz bir söylem”
olmasının nedenini temelinde yatan önyargılar, ırkçılık, yabancı korkusu veya
düşmanlığı, taraf tutma, ayrımcılık, cinsiyetçilik, homofobi vb. den kaynaklandığını
söyleyebiliriz. Bu sebeple, nefret dili farklı kültürel kimlikler ve farklı grup
özelliklerinin bulunduğu, farklı olana tahammülsüzlüğün olduğu koşullarda, yükselen
milletçiliğin etkisiyle şiddetini artırır.22
Bu noktada, nefret söylemini farklı olana tahammülsüzlük hoşgörüsüzlük olarak
belirtmek eksik olacaktır, çünkü tahammülsüzlük ve bir şeyden hoşnut olmamak
insanların sahip oldukları doğal duygulardır ve bu duygulara hiçbir yasal düzen
19 Ulaş Karan. “Nefret İçerikli İfadeler, İfade Özgürlüğü Ve Uluslararası Hukuk”, Yasemin İnceoğlu (der), Nefret
Söylemi ve Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, s.85.
20 Baskın oran, “Maksimum Rezillik: Nefret Suçu ve Nefret Suçunun Önkoşulu: Nefret Söylemi”, Yasemin İnceoğlu
(der), Nefret Söylemi ve Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, s.41.
21 Cengiz Algan-Levent Şensever, Ulusal Basında Nefret Suçları: 10 Yıl,10 Örnek, Istanbul: Sosyal Değişim
Derneği, 2010, s.16
22 Algan-Şensever, a.g.e, s.15
9
müdahale edemez ve etmemelidir fakat bu tahammülsüzlük ve hoşnutsuzluk
adaletsizliklere, başkalarının haklarının gasp edilmesine, barışı yaralamaya yol açıyorsa,
yani tüm bu duygular aşırılaşıp, olumsuz sonuçlar doğuruyorsa işte o zaman yasal düzen
müdahale edebilir. Bu Halde, Robert Post’un önermesine dayanarak nefret söylemini
“aşırılık” bağlamında görmek esastır23. Dolayısıyla, bir kişi veya gruptan nefret etmek,
örneğin “eşcinselleri sevmiyorum”, “Kürtlerden hoşlanmıyorum” gibi önyargılı ifadeler
hukuki açıdan suç oluşturmaz. Fakat burada önemli olan nokta, ön yargı ve nefretle
ifade edilen duygu ve düşüncenin, yasalarca yasaklanan bir şiddet fiiline dönüşüp
dönüşmediğidir.24
Bu çerçevede nefret söyleminin önemi, salt söylem olarak kalmaması şiddeti
teşvik edici bir yönünün de olmasıdır. Nitekim, Rafal Pankowski (2007) nefret söylemi
tanımı şu şekildedir; “bir kişi ya da grubu ırkı, cinsiyeti, yaşı, etnisitesi ,milliyeti, dini,
cinsel yönelimi,cinsel kimliği, engelliliği, ahlaki ya da politik görüşleri, sosyo ekonomik
sınıfı, mesleği, ya da görünüşünü (boy, kilo veya saç rengi gibi), zihinsel kapasitesi ve
benzeri herhangi bir özelliği nedeniyle küçük düşürmeye yıldırmaya ve onlara karşı
şiddet veya önyargıyı kışkırtmaya niyet eden söylemler”. Pankowski, nefret söyleminin
şiddeti kışkırtan, ölümcül sonuçlar doğuran boyutunu göstermek için ise; Holocaust
örneğini verir ve ırkçı görüşlerin nefret söylemi aracılığıyla yaygınlaşarak Holocaust’a
neden olduğunu belirtir25. Aynı şekilde Kevin Boyle Ruanda’da 1990’larda soykırımda,
Hitu’ları komşuları Tutsi’leri öldürmek üzere kışkırtmak amacıyla radyonun
kullanıldığını ve radyoda söylenen kışkırtıcı, teşvik edici söylemler yüzünden
800.000’den fazla insanın öldürüldüğünü belirterek nefret söyleminin öldürücü etkisini
bir kez daha gözler önüne serer26. Dolayısıyla, bu örneklerden yola çıkarak nefret
söyleminin nefret suçunu hazırladığını dile getirebiliriz. Yasemin İnceoğlu ve Ceren
Sözeri birlikte hazırladıkları “Medyanın Sorumluluğu: “Ya sev Ya terk ya da”
makalesinde nefret söylemini, nefret suçuna giden sürecin çıkış noktası, yani nefret
23NayatKaraköse,“NefretSöylemiveMedyadakiYansımaları”,http://www.nefretsoylemi.org/detay.asp?id=57&bolum=
makale
24 Ayşe Kaymak, “Yeni Medyada Nefret Söyleminin Hukuki Boyutu”, Tuğrul Çomu(ed), Yeni Medyada Nefret
Söylemi, İstanbul: Kalkedon Yayınları, 2010, s.273.
25 Sevilay Çelenk, “Ayrımcılık ve Medya”, Bülent Çaplı- Hakan Tuncer (ed), Televizyon Haberciliğinde Etik,
Ankara: Fersaa Matbacılık, 2010, ss. 215-216.
26 Kevin Boyle, “Nefret Söyleminin Kontrolü: Uluslararası Standartlar Türkiye’den Neler istiyor”, Ayşe Çavdar (ed)
Nefret Suçları ve Nefret Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, s.67.
10
suçunun önünü açan tahammülsüzlüğün ve hoşgörüsüzlüğün dışavurumu olarak
nitelendirirler27. Bu noktada, nefret söylemi ve nefret suçu arasındaki ayrımı
belirtmemiz gerekir. Öncelikle, üçüncü bölümde değinileceği için kısaca bahsetmek
gerekirse nefret suçunda; ceza hukukuna göre işlenmiş bir suçun mevcut olması ve
failin suçu bir önyargı/nefret saikiyle gerçekleştirmiş olması gerekir. Nefret suçlarında,
önyargı saiki olmasa dahi, işlenen fiil suç teşkil etmekte iken, nefret söyleminden
önyargı saikini çıkarırsak, ortada cezalandıracak bir fiil yani failin saikinden bağımsız,
temel bir suç kalmayacaktır. Fakat nefret söylemi ve nefret suçları birbirinden farklı da
olsa birbiriyle bağlantılı kavramlardır. Nefret söylemleri, nefret suçu olarak kabul
edilmese de, bir suç işlenmeden önce, suçun işlenmesi sırasında ya da hemen sonrasında
yapılan nefret söylemi teşkil eden açıklamalar, nefret suçunu oluşturan “önyargı
saiki”nin varlığını kanıtlar28. Öyle ki, Samsunda Ahmet Türk’e yumruk atan fail,
savunmasında “yumruklarım Ahmet Türk’e değil PKK’ya” sözleriyle suçu önyargı
saikiyle işlediğini açık etmiş ve o sıra kalabalıkta atılan “Kahrolsun PKK”
sloganlarından etkilendiğini de vurgulamıştır29.
Nefret söyleminin bir başka boyutu ise politik olmasıdır. Politik boyutu
itibariyle, nefret söylemi demokratik düzeni yaralar30. Nefret söyleminde hedef alınan
gruplara “toplumda size yer yok mesajı” yinelenerek verilir; bunun sonucunda grup
üyeleri sessizleştirilir/pasifleştirilir. Bu söylemlerin devam etmesi halinde ise üzerindeki
baskıların arttığı grup üyeleri demokratik bir sisteme eşit bir şekilde katılma
cesaretlerini kaybederler. Nitekim bu durumda, insanın en temel hakkı olan “yaşama ve
katılım hakkı” ihlal edilmiş olur.31 Nefret söyleminin bir başka etkisi de azınlık gruplara
yöneliktir. Nefret söylemi yaygınlaştıkça, zaten görünmez nitelikte olan bu gruplar
çoğunluk grupların bu tarz yaklaşımlarıyla muhatap olmamak adına daha fazla
27 Yasemin İnceoğlu- Ceren Sözeri, “Nefret Suçlarında Medyanın Sorumluluğu: Ya Sev Ya Terk Et Ya Da”,
Yasemin İnceoğlu (der), Nefret Söylemi ve Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, s.24.
28 Asuman Aytekin İnceoğlu, “Nefret Suçu Kavramı ve Türk Ceza Mevzuatı Açısından Değerlendirilmesi”, Yasemin
İnceoğlu (der), Nefret Söylemi ve Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, ss.104-107.
29 Türk’e yumruk davasında tahliye, Sabah (19.06.2010)
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2010/06/19/turke_yumruk_davasinda_tahliye (05.04.2014)
30 Algan-Şensever, “Ulusal Basında… s.16.
31 İnceoğlu-Sözer ,” Nefret Suçlarında…, s. 24.
11
görünmez hale gelirler32. Çünkü bu gruplar kendilerine beslenen önyargı yüzünden
kendilerini savunmasız ve korumasız hissederler. Bu durum ise, nefret söylemi üreten
gruba daha çok güç ve özen atfedilmesine neden olur33.
1.3. NEFRET SÖYLEMİ ÜRETİMİNDE TEMEL ARAÇLAR
Eğer ortada hiç siyah yoksa ya da bu rolü oynamak için sayıları yetersizse ‘beyaz zenci’ler icat edilebilir.(Balibar,
Wallerstein, 2007: 47)
Nefret söyleminin üretilmesinin ve pekiştirilmesinin incelenmesi açısından,
hangi söylemsel pratiklerle üretildiği önemlidir. Önyargı, ayrımcılık, streotipler ve
ötekileştirme nefret söyleminin üretimindeki temel araçlardır. Nefret söyleminin
temellerini oluşturan dilsel ve zihinsel mekanizmaları daha net anlamak için bu
kavramlar üzerinde durmalıyız.
Önyargı kavramı, bilgi ya da deneyime dayanmayandan insanları bireysel
varoluşlarından değil de, grup aidiyetlerinden hareketle değerlendiren olumsuz
dogmatik kanaatlerdir. Önyargılar, yaklaştığımız kişiler ya da gruplarla aramıza, en
hafifinden fiziksel ya da sosyal mesafe koymamıza yol açar, önyargıların davranışa
dönüştüğü bu durumda ise ayrımcılık meydana gelir. Ayrımcılık, bir gruba veya grubun
üyelerine karşı, önyargılardan beslenen olumsuz tutum ve davranışlardır. Önyargılar ve
ayrımcılık, belirli bir gruba ya da grup üyelerine yönelik olumsuz düşüncelerin yanı sıra
hoşlanmama, hor görme, kaçınma, nefret etmeye kadar uzanan olumsuz duyguları
içeren tutumlara yol açar34.
Streotip kavramı ise, Lipmann’a (1922) göre, sosyal sınıfları betimleyen
“beyindeki resimler”dir. Belirli bir grubu sevmediğini dile getirmek bir önyargıyken, o
grubu sevmeme gerekçesi olarak dillendirilen, grup üyelerine yüklenmiş özellikler birer
streotiptir. Dolayısıyla, kalıpyargılar bir grubun üyelerine atfedilen, aşırı genellenmiş
inançlardır35. Bu durumda, Latinler tutkulu, eşcinseller neşeli, kadınlar duygusaldır;
erkekler katı, İtalyanlar yakışıklı, Çingeneler eğlencelidir. Bazıları çok masum ve hatta
32 Ulaş Karan,”Nefret Söylemi ve Yakından İlişkili Diğer Kavramlar: Ayrımcılık, Nefret Suçu ve Hakaret”, Mahmut
Çınar (Ed), Medya ve Nefret Söylemi: Kavramlar Mecralar Tartışmalar, İstanbul: Hrant Dink Vakfı
Yayınları,2013, s.105
33 Yasemin İnceoğlu “Tartışmalı Bir Kavram: Nefret Söylemi”, Mahmut Çınar (Ed), Medya ve Nefret Söylemi:
Kavramlar Mecralar Tartışmalar, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2013, s.77.
34 Melek Göregenli,” Temel Kavramlar: Önyargılar, Özcü İnançlar ve Ayrımcılık”, Mahmut Çınar (Ed), Medya ve
Nefret Söylemi: Kavramlar Mecralar Tartışmalar, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları,2013, ss.26-27.
35 H. Andaç Demirtaş Madran, “Temel Beklenti Etkisi Kendini Gerçekleştiren Kehanet” Kenan Çayır-Müge Ayan
Ceyhan (Der), Ayrımcılık Çok Boyutlu Yaklaşımlar, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012, s.32.
12
olumlu gibi görünse de; streotipler bir kişiyi, kişisel özelliklerinden değil, grup
aidiyetleri üzerinden algılamamıza ve kolayca sınıflandırmamıza neden olur36.
Murat Paker, önyargı, streotipler ve ayrımcılık arasındaki bağı şöyle kurar:
kalıpyargılar ve güçlü duygular zihnimizde bir önyargı meydana getirir; önyargıların
davranışa dökülmesiyle de ayrımcılık ortaya çıkar.
Bir insan grubu (örneğin Türkler, Kürtler, Almanlar, Kayserililer, kadınlar vb.) bir sıfatla
(örneğin ilkel, vahşi, iğrenç, pis, aptal, kurnaz, zeki, akıllı vb.) tanımlanır. Bu, aşırı genellemeye dayanan,
temelsiz bir kalıpyargıdır. Bu kalıpyargıya, duruma göre olumsuz (korku, kaygı, iğrenti, hoşlanmama,
antipati, nefret vb.) veya olumlu (beğeni, sempati, hoşnutluk vb.) duygular eşlik ettiğinde, örneğin
“Kürtler ilkeldir ve onlardan nefret ediyorum” veya “Türkler akıllıdır ve onları seviyorum” gibi
önyargılarımız olabilir. (..)Örnekten devam edersek, “Kürtler ilkelse ve onlardan nefret ediyorsam, bir
insana sırf Kürt olduğu için çeşitli derecelerde ayrımcılık uygulayabilirim. Örneğin, Kürtlerle
arkadaş/sevgili/eş/komşu olmak istemem, Kürtleri işe almam, onları aşağılarım, uzak durmalarını
isterim, kendimle eşit görmem, hakları olduğunu düşünmem, vb.” Tehdit algısının iyice yükseldiği
durumlarda ise bu ayrımcılık Kürtlere, sırf Kürt oldukları için şiddet uygulamaya kadar gidebilir.37
Bu halde şunu söyleyebilirz; streotipler, önyargı ve ayrımcılık zincirlemesinin
şiddete varmadan bir önceki halkası nefret söylemidir. Çünkü bir grup tehdit olarak
algılanmaya başladığı anda, bu ilk ethapda dilsel pratiklere yansır. Kaba, sert, kışkırtıcı,
saldırgan, ayrımcı, öfkeli söylemlerle bu grup lanetlenir, marjinalleştirilir ve ondan bir
“öteki” yaratılmaya çalışılır.
Ötekilik temelde bir dışlama pratiğini işaret eder. En yalın haliyle “öteki”yi
“bireysel düzeyde “ben olmayan”, toplumsal düzeyde ise “biz olmayan” şeklinde
tanımlayabilirz”38. Zizek, öznenin kendi kimliğini tanımlayabilmesi, varoluşunu
tanıyabilmesi için ötekiye ihtiyaç duyduğunu, bu sebeple ötekinin özne için vazgeçilmez
olduğunu belirtir39. Buradan hareketle, ben ya da biz ve ötekiler arasında kimliğin
tanımlanışı bakımından biri olmadan diğerinin olamayacağı karşılıklı bir ilişkiden söz
edebiliriz. Dolayısıyla ötekine duyulan nefret, egemen grubun “biz”i oluşturmada temel
belirleyeni, birleştirici ögesidir. Öteki süreğen bir tehdittir. Gerçekte böyle bir tehdit
36 Melek Göregenli,”Temel Kavramlar: Önyargı, Kalıpyargı ve Ayrımcılık” ” Kenan Çayır-Müge Ayan Ceyhan
(Der), Ayrımcılık Çok Boyutlu Yaklaşımlar, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012, s24.
37 Murat Paker, “Önyargı ve Ayrımcılığa İlişkisel Psikanalitik Bir Bakış”, Kenan Çayır-Müge Ayan Ceyhan (Der),
Ayrımcılık Çok Boyutlu Yaklaşımlar, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012, s.43.
38 Berrin Yanıkkaya, “Gündelik Hayatın Suretinde: Öteki Korkusu, Görsel Şiddet ve Medya”, Barış Çoban (Der),
“Medya Milliyetçilik Şiddet”, İstanbul: Su yayınları, 2009, s. 21.
39 Savaş Çoban, “Medya Milliyetçilik Ve Öteki”, Barış Çoban (der), “Medya Milliyetçilik Şiddet”, İstanbul: Su
yayınları, 2009, s.64.
13
olmayabilir, bu tehdit kurgusal da olabilir fakat iktidar’ın ötekine dair yarattığı fantazi
toplumsal pratiklerce hayat bulduğunda yaşayan bir şey haline gelir. Ötekinin tehditi
“bizi” her daim yok edecek bir hastalık olarak sunulur ve iktidardan kaynaklanan tüm
sorunlar ancak bu hastalığın nedeni ortadan kalktığında çözülecektir. Dolayısıyla iktidar
nüfusun bir bölümünü “şeytanileştirme” yoluyla tüm sorunları ötekilere yükler, toplum
çocuklaştırılır; farklı düşünce, etnisite, din, mezhep, cinsel kimliklerden korkar hale
getirilir, tüm bu farklılıklar toplumsal bozulmanın nedeni olarak gösterilir. Çünkü
egemen, hiyerarşik ve hegemonik bir sistem içinde örgütlenen farkı grupların toplumsal
bağlamda bütünleşmesini sağlamak amacıyla, “etnik ve dinsel” grubun belirlediği bir
yapılanım içersinde tüm insanların asimile edilerek tektipleşmesini amaçlar40.
Türkiye’ye baktığımızda toplumları oluşturan farklı gruplar arasındaki ilişkilerin
hiyerarşik ve hegemonik bir sistem içinde örgütlenmesi anlayışı, Türkiye
Cumhuriyetinin kuruluş ideolojisine dayanır. Cumhuriyet, etnik köken olarak Türk, dini
inanç ve mezhep olarak Müslüman-Sünni olma niteliğini ulus devletin inşasında “asli
unsur” olarak tanımlamış ve bu hiyerarşi, toplumun gerek maddi, gerek zihniyet olarak
inşa edilmesinde önemli rol oynamıştır. Cinsiyet, cinsel yönelim ve başka bazı kimlik
aidiyetlerine dair oluşturulan hiyerarşide ise “kimin aşağıda”, “kimin yukarıda” olacağı,
cumhuriyetin tek tipçi anlayışından hatta daha derin evrensel niteliklerden
kaynaklananır.41 Bu noktada Bülent Somay’a göre, (Türkiyede) “biz”, “Türk”, “erkek”,
“heteroseksüel”, “Müslüman”, “Sünni” olarak tanımlandığında “ötekileri”in de kimler
olduğu rahatlıkla ortaya çıkar.
“Kendimizi “Türk”, “erkek”, “heteroseksüel”, “Müslüman”, “Sünni”olarak tanımlamaya
başladığımızda, ‘öteki’lerimiz de ister istemez ‘Kürt’ ya da (‘Alman’ veya’Ermeni’), ‘kadın’, ‘eşcinsel’,
‘Hristiyan’,’Alevi’ olarak belirir. Ancak tersi kimlikler de aynı ikili/simetrik yapının içinde yer alır.
‘Kürt’, ‘kadın’, ‘eşcinsel’, ‘ateist’ kimlikleri de aynı ötekileri bu kez diğer bakış açısından üretir. Başka
bir deyişle ‘Türk’ performansı, bir ‘yabancı’ performansını ya da ‘azınlık’ performansını yaratmadan
varolamaz.’Güçlü erkek’, ‘zayıf. Çaresiz kadını’ önvarsayar.’Müslüman’ olabilmeniz için tarihsel
dönemin koşullarına bağlı olarak bir ’gavur’ ya da ‘laikçi’ olması gerekir. ‘eşcinsel olmadan
‘heteroseksüel’ olamaz. Bütün bu ikili örneklerde, ‘öteki’yi kategorik olarak dışlayan bir ‘biz’ öznesi
tanımlanır ve kimlik bu dışlama üzerine kurulur42”
40 Barış Çoban, “Medya, Resmi Tarih Ve Milliyetçilik”, Barış Çoban (der), “Medya Milliyetçilik Şiddet”, İstanbul:
Su yayınları, 2009, ss. 47-48.
41 Melek Göregenli, “Temel Kavramlar…, s. 23.
42 Berrin Yanıkkaya, “Gündelik Hayatın…, s. 24.
14
1.4. NEFRET SÖYLEMİYLE İLGİLİ YASAL DÜZENLEMELER
1.4.1. Uluslararası Düzenlemeler
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından nefret söyleminin kesin bir tanımı
yapılmamış olsa da, bu kavrama Avrupa içtihat hukukunda rastlanır. Mahkeme kararlarının
bazılarında dinsel hoşgörüsüzlük dahil olmak üzere hoşgörüsüzlüğe dayalı nefreti yayan,
kışkırtan teşvik eden veya meşrulaştıran her türlü ifade biçimine atıfta bulunur43.
İnsan haklarıyla ilgili uluslararası ve bölgesel araçlar içinde ulusal, ırkçı veya dinsel
nefretin savunulmasını evrensel düzeyde sadece Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası
Sözleşmesi (20’nci maddenin 2’inci fıkrası) ve bölgesel düzeyde ise yalnızca Amerikan
İnsan Hakları Sözleşmesi (13’üncü maddenin 5. Fıkrası) açıkça yasaklar. Nitekim Kişisel ve
Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 20’nci maddesinde, “ayrımcılığı, düşmanlığı
veya şiddeti kışkırtan her türlü ulusal, ırkçı veya dinsel nefret savunusu kanunla
yasaklanacaktır” denirken, Amerikan Sözleşmesi’nin 13’ncü maddesi, “her türlü savaş
propagandasını ve ırk, renk, din,dil veya ulusal köken dahil olmak üzere herhangi bir
gerekçeyle herhangi bir kişiyi ya da grubu hedef alan yasadışı şiddete veya her türlü
benzer eyleme yönelik kışkırtmayı” açıkça yasaklar.44
Uluslararası düzeyde iki önemli belge daha bulunuyor. Uluslararası Sivil ve Politik
Haklar Sözleşmesi (ICCPR) ve Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına ilişkin
Uluslararası Sözleşme(ICERD). ICCPR’de “ayrımcılığa, düşmanlığa veya şiddete tahrik
eden milliyet, ırk veya din kökenli her türlü yandaşlık” kanunen yasaklanmıştır.
ICERD’nin 4’üncü maddesinde ise,” ırka dayalı ayrımcılığı teşvik eden ve kışkırtan her
türlü propaganda faaliyeti yasa dışı” ilan edilir45.
Ayrıca, Avrupa Konseyi, görevi daha geniş bir Avrupa’da ırkçılıkla ve ırk
ayrımcılığıyla insan haklarının korunması bakış açısı temelinde mücadele etmek olan
Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu’nu (ECRI) kurmuştur. ECRI, 7 sayılı
Genel Politika Tavsiye Karar’nda ırkçılığı tanımlayarak ırkçı ifadeleri ele almıştır. Söz
konusu ifadeler, “ırk, renk, dil, din, milliyet veya ulusal veya etnik kökeni nedeniyle bir
43 Anne Weber, “Nefret Söylemi…, s.3.
44 Weber, a.g.e, s.12.
45 Dennis Van Der Veur, “Bölgesel Mekanizmaların Nefret Suçlarını Önlemede Etkileri”, Ayşe Çavdar (ed) Nefret
Suçları ve Nefret Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, s.227.
15
kişi veya gruba yönelik şiddet, nefret veya ayrımcılığın alenen kışkırtılması, bu kişi veya
grubun alenen aşağılanmasını veya tehdit edilmesini” kapsar46.
Avrupa Konseyi tarafında hazırlanan diğer bir sözleşme ise Avrupa Siber Suç
Sözleşmesidir. Sözleşmenin tavsiye kararında (2001) “ırkçılığın bir kanaat olmadığı suç
olduğu” belirtilmiştir. Bu kararı izleyerek hazırlanan ek protokol ise bilgisayar aracılığıyla
işlenen ırkçılık ve yabancı düşmanlığını suç olarak kabul eder ve bu suçlarla mücadele için
hukuki bir çerçeve çizer47.
Nefret söylemini suç olarak düzenleyen ülkeler mevcuttur. Hollanda Ceza
Kanunu’na göre bir gruba “ırkı, dini veya hayat felsefeler, cinsel yönelimleri ya da
fiziksel, psikolojik, ruhsal engelilikleri nedeniyle aşağılayıcı ifadelerde” bulunmak
suçken, İzlanda Ceza Kanunu ulusları, “ten renkleri, ırkları, dinleri veya cinsel
yönelimleri nedeniyle bir gruba alay edici, kötüleyici, rencide edici veya tehditkar
davranış sergileyen herkes”i cezalandırır. Norveç ise “ten renkleri, etnik kökenleri,
eşcinsel yaşam biçimi veya yönelimleri ya da din ve felsefi yaşam biçimleri sebebiyle bir
bireye karşı nefret, zulüm ve küçümsemeyi teşvik etmeyi” yasaklamıştır48. Fakat Amerika
Birleşik Devleti gibi bazı ülkelerde nefret söylemi kapsamındaki yukarıda belirtilen ifadeler
suç olarak değerlendirilmiyor. ABD mahkemeleri, devletin konuşma özgürlüğünü kısıtlama
yetkilerini kötüye kullanma riskinin çok yüksek olduğunu, bu nedenle de her türlü konuşma
üzerinde ya çok az kısıtlama olması ya da hiç kısıtlama olmaması gerektiği pozisyonunu
benimsiyor. Dolayısıyla, ABD’de azınlıklar hakkında nefret dolu, incitici hatta yanlış şeyler
söylemek ya da ırka dayalı yakıştırmalar kullanmak ifade özgürlüğü koruması altında olup,
devlet bu tür söylemleri ancak ve ancak yakın bir şiddet tehdidi oluşturduğunda
cezanlandırıyor.49
1.4.2. Yasal düzenlemeler
Nefret söylemi henüz Türk hukunda ayrıntılı bir şekilde tanınmış ve düzenlenmiş
bir kavram olmamasına rağmen, Nefret söylemi ile mücadele bağlamında, Türk Ceza
Kanunun’da düzenlenmiş suçlar bulunuyor. Bu kapsamda nefret söylemiyle ilgili bir
46 Reynald Blion,”Kültürel Çeşitlilik için Ayrımclığa Karşı Savaşmak: Medyanın Önündeki Güçlükler”, Ayşe Çavdar
(ed) Nefret Suçları ve Nefret Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, s.205.
47 Mutlu Binark, “Nefret Söyleminin Yeni Medya Ortamında Dolaşıma Girmesi ve Türetilmesi”,Tuğrul Çomu (ed),
Yeni Medyada Nefret Söylemi, İstanbul: Kalkedon Yayınları,2010, s.17.
48 Yasemin İnceoğlu,”Tartışmalı Bir Kavram…., s.80.
49 Kevin Boyle “Nefret Söyleminin Kontrolü…s, 68.
16
düzenleme, TCK’nın 125. Maddesidir. Maddede “Bir kimseye onur, şeref ve
saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ya da
yakıştırmalarda bulunmak veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve
saygınlığına saldıran kişinin, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile
cezalandırılıcağı“belirtiliyor. Maddenin 3. fıkrasının c bendi ise “hakaret suçunun
kişinin mensup olduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle işlenmesi
durumunda cezanın alt sınırının bir yıldaz az olamayacağı” şeklinde düzenlenmiştir. Bu
çerçevede bu düzenleme kişinin kimliğine yönelik bir hakaret olup, din veya inanç
temelli nefret söylemi kapsamında değerlendirilebilir.50
TCK’ nın 216. Maddesi ise, halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama
suçudur. Maddede, “halkın sosyal, sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı
özelliklere sahip kesimini, kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya
çıkacağı şekilde diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek,halkın
bir kesimini, sosyal,sınıf,ırk, din,mezhep veya bölge farklılığına dayanarak alenen
aşağılamak ve halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri kamu barışını bozmaya
elverişli olacak şekilde alenen aşağılamak” ayrı ayrı suçlar olarak düzenlenmiştir. Fakat
Ulaş Karan, Avrupa Birliği kapsamında gerçekleştirilen reformlar sonucunda maddeye
“açık ve mevcut tehlike” ölçütünün getirilmesi ve “kamu güvenliği” ibaresinin
eklenmesini ifade özgürlüğünün korunması açısından olumlu görse de, bu durumun
nefret söyleminin cezalandırılması noktasında engel oluşturduğunu belirtiyor. Çünkü
madde, kamu düzeni için tehlike oluşturmayan ve açık ve mevcut tehlike doğurmayan
nefret söylemi niteliğindeki ifadeleri cezalandırmıyor.51
Ayşe kaymak bu yasanın, Avrupa Birliği uyum sürencinde nefret söylemi ve
ayrımcılığı önlemek amacıyla düzenlendiğini belirtir. Söz konusu yasanın gerekçesinde
“hiçbir devlet vatandaşları arasında, muayyen özelliklere sahip bir kesimin diğer
kesimin aleyhine kin ve düşmanlığa, öç almayı gerektirecek şiddetli nefrete
yönlendirmesine seyirci kalamaz” denilir. Fakat Ayşe Kaymak yasanın uygulanmasında
yine de sorunlar olduğunu dile getirerek; sorunların, resmi devlet ideolojisinin yargı
pratiğinde oluşturduğu gelenekten kaynaklandığını vurguluyor. Hakim ve savcılar
kendilerine yüklenen “devletin bekasını korumak” ilkesi nedeniyle; bir kişinin veya grubun
50 Ulaş Karan, ” Nefret Söylemi… s. 113.
51 Ulaş Karan, “ Nefret Suçları ve Söyleminin Türkiye Yasalarında karşılığı”, Ayşe Çavdar (ed) Nefret Suçları ve
Nefret Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, s.235.
17
nefret söylemine ya da suçuna maruz kalmasını önlemiyi, hukuki açıdan devletin bekasını
ya da Türklüğü korumak kadar önemli görmüyor. Çünkü maddenin gerekçesinde belirtilen
hususların aksine, TCK’nin 216. maddesinde korunan değerin, farklılıklar değil yine
Türklük olduğu sanılıyor.52 Kemal Şahin de Ayşe Kaymakla benzer görüşlerle, toplumu ve
bireyi vesayet ve velayet altında tutmak isteyen, devletçi/Kemalist ve
milliyetçi/muhafazakar resmi ideolojiyi koruma görevi üstlenmiş bir yüksek yargı
bürokrasisine temel hak ve özgürlüklerimizi emanet ettiğimizi söyler. Ve bir gün Türkiye
gazete manşetlerine “Ermeni dölü söylemine kovuşturma açıldı”, “terörist Kürtler sözüne
dava açıldı” başlıklararının taşınabilmesini arzuladığını açıkça ifade eder.53
Bu kapsamda, Türkiye’ye bazı uluslararası insan hakları koruma mekanizmaları
tarafından bir dizi eleştiri getirilmiştir. Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele Avrupa
Komisyonu’nun Türkiye’ye yaptığı ziyaretler sonrasında hazırladığı raporda, Kürtlere
ve gayrimüslim azınlıklara yönelik saldırı ve tehdit içeren düşmanca tavırlar, Yahudi
düşmanlığı içeren ifadeler; Ermeni Rum azınlıklara karşı nefret içerikli ifadeler ele
alınarak; halkın kin ve düşmanlığa tahrik edilmesini suç haline getiren Türk Ceza
Kanu’nun 216. Maddesinin eski ve yeni halinin dezavantajlı grupları nefret söylemine
karşı korumak için değil de, aksi nitelikte uygulandığı belirtilmiştir54
Yine de TCK’nin 216. maddesinin tümden olumsuz bir uygulamaya sahip
olduğunu söylemek imkânsızdır. Nefret söylemine karşı yürütülen mücadele bakımından bu
maddenin olumlu uygulamalarına da tanık olunmuştur.
Bu noktada, Baskın Oran 216. Maddenin çıkarıldığı amaçla kullanıldığı 3 olayı
bizlerle paylaşıyor.
1. Erzurum’daki bir sağlık ocağında bir doktor itişen hastalara,”pis Kürtler! Hepiniz
PKK’sınız! Hepinizi öldürmek gerekir dediğinde 216’dan mahkum oldu. (2004)
2. İzmir’de Türkçü Toplumcu Budun Derneği “Kürt nüfusu azaltılsın, Kürtler kısırlaştırılsın”
kampanyası başlatınca savcılık şikayet üzerine dava açtı (2007)
3. Denizli Çivril’de köylüler, “Kürtler çoğalıyor,biz kovmazsak köyü ele geçirecekler”diye
harekete geçince savcılık re’sen kamu davası açtı. (2008)55
52 Ayşe Kaymak, “ Yeni Medyada…, ss. 267-268.
53 Kemal Şahin, “Türk Yargısının “Bizden olanlar” ve “Bizden Olmayanlar” ya da “Tek’in Birliği’ni Koruma Algısı,
”, Ayşe Çavdar (ed) Nefret Suçları ve Nefret Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, ss. 245-252.
54 Ulaş Karan,” Nefret Söylemi Kavramı ve Türkiyedeki Mevcut Hukuk Durumu”, Güncel Hukuk Dergisi,
sayı:60/78, Haziran 2010, ss.6-78( http://www.sosyaldegisim.org/2010/10/nefret-soylemi/ )
55 Baskın Oran, “ Maksimum Rezillik…., s. 42.
18
1.5 NEFRET SÖYLEMİNİN HUKUKİ BOYUTU
1.5.1.Nefret Söylemi Ve İfade Özgürlüğü arasındaki İlişki
Nefret söylemi söz konusu olduğunda, iki insan hakkı arasında bir çatışma
ortaya çıkar. Çünkü, nefret söyleminin sınırlandırılması düşüncesi, beraberinde ifade
özgürlüğü tartışmalarını da getirmiştir. Nefret söylemi, ifade özgürlüğüne getirilen bir
kısıtlama olarak mı yoksa; ifade özgürlüğünün kötüye kullanılması olarak mı
değerlendirilmeli? Bu noktada, bu iki insan hakkı arasında bulunan çatışmanın iyi analiz
edilmesi ve giderilmesi gerekir.
Her özgürlük gibi ifade özgürlüğünün de bir norm alanı mevcuttur. Bunun
anlamı bazı ifadelerin ifade özgürlüğünün kapsamına girerken bazılarının girmemesidir.
Bir ifadenin ifade özgürlüğü kapsamına girip girmediğine karar verilmesinin ardından
bu kez ifadenin sınırlanıp sınırlanmayacağı değerlendirilir. Bazı ifadeler kategorik
olarak ifade özgürlüğünün norm alanı içerisinde değerlendirilmez. Örneğin çocuk
pornografisinin ifade özgürlüğü kapsamnda değerlendirilmesi mümkün değildir. Ayrıca
günümüzde, ırkçılık ve nefret içerikli ifadelerin insan hakları hukuku açısından ifade
özgürlüğü norm alanına girmediği genel olarak kabul edilir. Ve bu yönde bir sınırlama
ifade özgürlüğünün olumlu yönde bir sınırlaması olarak değerlendirilir. Çünkü, nefret
içerikli ifadeler mağdurlara yönelik şiddet olaylarını tahrik edebileceği gibi,
mağdurların şiddete yol açabilecek şekilde tepki göstermesine de neden olabilir56.
Aynı zamanda ifade özgürlüğünün, sadece lehte olduğu kabul edilen veya
zararsız bilgi ve düşünceler için değil, devletin ya da nüfusun bir bölümünün aleyhinde
olan, çarpıcı gelen, şoke eden, rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de uygulanıldığının
altını çizmeliyiz. Bu noktada nefret söylemi, ifade özgürlüğüne getirilen bir sınırlama
çarpıcı gelen, şoke eden, rahatsız eden bilgi ve düşüncelerin susturulması anlamına
gelmez. Çünkü nefret içerikli ifadeler sert eleştiri sayılmamakta ve koruma görmez.57
Ulaş Karan “Nefret İçerikli İfadeler, İfade özgürlüğü ve Uluslararası Hukuk”
makalesinde, nefret söylemi ve ifade özgürlüğü kavram kargaşının çözümünde devletin
devreye girmesi gerektiğini belirtir. Devletin insan hakları söz konusu olduğunda pozitif
ve negatif yükümlülükleri bulunur. Devletin, idari hukuki kararlar alıp bunları
56 Ulaş Karan, “Nefret İçerikli İfadeler… s.89.
57 Elif Küzeci, “AİHS’nin 10. Maddesi Işığında Nefret İçerikli ve Irkçı Nitelikli Düşünce Açıklamaları,”Türkiye
Barolar Birliği Dergisi, Sayı 71, 2007, s.180. (http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2007-71-339)
19
uygulamaya geçirerek insan hakları ihlalinin önüne geçmesi pozitif yükümlülüğüyken,
devletin bizzat kendisinin insan hakları ihlaline yol açmaması negatif yükümlülüğüdür.
Nefret söylemi söz konusu olduğunda da, devlete pozitif ve negatif yükümlülükler
düşer. Yasama, yürütme ve yargı organlarının, nefret içerikli ifadelerden kaçınmak gibi
negatif yükümlülüğü yanında, toplumda nefret içerikli ifadelerin yaygınlaşmaması gibi
pozitif yükümlülükleri de mevcuttur58
Bu durumda, devlet kendine düşen yükümlülüklerine yerine getirip, nefret
söylemine yönelik aktif bir karşı koyuş ortaya koymalıdır. Aksi takdirde, ifade
özgürlüğü adına bu ifadeler koruma gördüğünde, bu tutum devletin hoşgörüsüzlüğe ve
nefrete karşı azınlık grupların korunması yerine bu tür görüşlerin yayılmasını tercih
ettiği anlamına gelecektir. Devlete bu denli düşen sorumluluğun sebebi, nefret söylemi
veya nefret suçu mağdularının kendilerini korumalarının neredeyse imkansız olmasıdır.
Ayrıca devletin, bu tür söylemlere göz yumması sonucunda yaşanan vakaların
faillerinin bulunamayacağı gibi yeni vakaların önlenmeside mümkün olmayacaktır. Bu
nedenle devlet nefret içerikli ifadeleri meşru kılmamalı ve nefret söyleminin ifade
özgürlüğünün istisnası olarak tanınmasını iyi bir şekilde gerekçelendirmeli. Bu noktada,
Ulaş Karan “nefret söylemini insan haklarının, eşitliliğinin, çeşitliliğin reddi ve hakların
ortadan kaldırılmasına yönelik bir çaba” olarak değerlendirip gerekçeyi ortaya
koyuyor.59
1.5.2. Uluslararası Hukukta Nefret Söylemi ve İfade Özgürlüğü
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde, nefret söylemi kategorik olarak ifade
özgürlüğün kapsamı dışında tutulmamıştır; fakat ifade özgürlüğünün sınırlandırılması
açısından kolaylıkla gerekçe haline gelebiliyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahlemesi içtihatlarında ise, ifade özgürlüğüne ifadenin
içeriği bakımından bazı sınırlar öngörülmüştür. Özellikle, nefret söylemi söz konusu
olduğunda AİHM bu durumu ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmeyip bir istisna
olarak görmektedir. Bu durumun altında yatan nedenlerden biri olarak, Avrupa’da 2.
Dünya savaşı sırasında yaşanan, Yahudilere, Çingenelere ve engellilere yönelik
soykırım gibi deneyimleri gösterilir. Bu çerçevede Mahkeme, nazi ideolojisinin
58 Ulaş Karan, “Nefret İçerikli İfadeler….s. 88.
59 Karan, a.g.e, ss.82-83.
20
yüceltilmesi, ırkçılık, antisemitizm gibi konularda ifade özgürlüğünün sınırlanmasını
sözleşme ile uyumlu buluyor.60
AİHM, şiddete teşvik, nefret söylemi, kin ve düşmanlığa tahrik, soykırımın ve
insanlığa karşı suçların inkarı gibi konular gündeme geldiğinde, ayrımcılığın
yasaklanması ve ifade özgürlüğü gibi iki önemli hak arasındaki çatışmayı gidermek
amacıyla iki yaklaşım benimsemiştir. İlk yaklaşımda, nefret içerikli ifadeler AİHS’nin
17. Maddesi kapsamında hakların kötüye kullanılması olarak değerlendirilip,
sözleşme’nin sağladığı koruma alanından çıkarılır. Bu nedenle AİHM, şiddeti veya
nefreti yaymayı hedefleyen, yasadışı veya demokratik olmayan yöntemlerin
kullanıldığı, şiddete başvurmayı özendiren veya demokratik ve çoğulcu siyasal sistemi
ortadan kaldırmayı hedefleyen veya ırkçı ya da başkalarının hak ve özgürlüklerini
ortadan kaldırmayı hedefleyen eylemleri 17. madde kapsamında değerlendirmiş ve
sözleşmenin koruması dışında bırakmıştır. İkinci yaklaşımda ise, AİHS’nin 10 (2) sayılı
maddesi uygulanarak, ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamanın meşru olup olmadığı
değerlendirilir. AİHM, bir ifadenin 10. maddenin sağladığı korumadan yararlanıp
yararlanamayacağına karar verirken; bu müdahalenin hukuken öngörülmüş olup
olmadığına, 2. Fıkrada yer alan sınırlama nedenlerinden birine dayalı olarak yapılıp
yapılmadığına ve sınırlamanın demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığına bakar.
Demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı ölçütünü incelerken ise, nefret içerikli
ifadeleri kullanan kişinin izlediği amaç, başvurunun şartları, dile getirilen ifadelerin
içeriği, ifadenin yayılması ve olası etkileri, ifadeleri kullanan kişinin durumu veya
statüsü gibi birçok durumu göz önünde tutar61.
Bu çerçevede, Mahkemenin nefret söylemiyle karşılaştığı davalarda 10. ve 17.
madde kapsamında değerlendirme yaptığı kararlara bir dizi örnek verilebilir.
AİHM Norwood v. Birleşik Krallık davasında; Irkçı Britanya Ulusal Partisi üyesi
olan başvurucu Kasım 2001-9-Ocak 2002 tarihleri arasında evinin camına 60-38 cm
ebadında, ikiz kuleleri yanarken gösteren “islam Britanya’dan dışarı-Britanyalıları
koruyun” ifadelerinin yazılı olduğu ve ay yıldızın üzerinde çarpı işaretine yer veren bir
poster asmış ve şikayet üzerine poster polis tarafından kaldırılmıştır. Başvurucu bu fiili
nedeniyle yargılanmış ve 300 sterlin para cezasına çarptırılmıştır. AİHM ifade
60 Ulaş Karan, Nefret Söylemi…s.122.
61 Anne Weber, “Nefret Söylemi…ss.19-24.
21
özgürlüğünün ihlaliyle ilgili yapılan başvuruda, “bir dini grubun bütün olarak bir şiddet
eylemiyle bağlantılandırılmasını içeren bu davranışın sözleşme ile güvence altına
alınan hoşgörü, toplumsal barış ve ayrımcılık yasağı gibi değerlerle uyum içerisinde
olmadığını” belirtmiş ve başvuruyu 17. madde kapsamında kabul edilemez bulmuştur.
Aynı zamanda bu karar mahkemenin 17. maddeyi “islamophia” kapsamında uyguladığı
ilk karar niteliğindedir62.
AİHM, Le Pen v. Fransa kararında ise ırkçı görüşleriyle tanınan Fransız siyasetçi
Jean Marie Le Pen’in bazı ifadelerinin sözleşme ile uyumlu olup olmadığını
değerlendirmiştir. Le Pen Le Monde Gazetesine verdiği bir mülakatta dile getirdiği
“sayılarının 5 milyon değil de 25 milyon olduğu gün Fransa’yı onlar yönetiyor olacak”
ifadesi nedeniyle bir grup insanın kökeni veya etnik grup, ulus,ırk veya din gibi spesifik
bir gruba üye olma veya olmamaya dayalı olarak ayrımcılık, nefret ve şiddete tahrik
ettiği gerekçesiyle 10.000 euro para cezasına çarptırılmıştır. AİHM, “Le Pen’in
açıklamalarının bir bütün olarak müslüman topluluğa karşı dışlama ve düşmanlık
hislerini güçlendirici” nitelikte olduğu gerekçesiyle başvuruyu kabul edilemez buldu.
AİHM, özellikle politikacıların nefret söyleminde bulunması durumuna daha titiz
yaklaşıyor. Politikacıları katı bir incelemeye tutan AİHM, politikacıların
hoşgörüsüzlüğe karşı mücadelede özel sorumlulukları bulunduğu konusunda ısrar
ediyor63.
AİHM, siyasetçilerle beraber basın yayın organlarına da ödev ve sorumluluklar
düştüğünün altını çiziyor. Basın yayın organları, siyasi çatışma ve gerilimlerde nefret
söyleminin yayılmasına aracılık edebilicekleri gibi şiddetin, tahrikin yayılmasında bir
araç olarak da kullanabilirler. AİHM içtihatlarında, nefret söylemi ile ilgili önlemlerin
orantılılığını daha yakından değerlendirme ve basın özgürlüğünün desteklenmesi
yönünde titiz davranıyor. Bu noktada, AİHM güdülen amaça bakarak, başvuru sahibinin
nefret söylemi kullanarak ırkçı fikir ve görüşleri yaymayı mı amaçladığını yoksa
kamuoyunu bilgilendirmeye mi çalıştığına bakar64. Jersild v. Danimarka davasında;
televizyon gazetecisi ırkçı görüşlere sahip Yeşil Ceketliler adlı gençlerle yaptığı
röportajda gençlerin siyahlar ve yabancı işçiler için küfürlü ve aşağılayıcı sözlerini ciddi
62 Kevin Boyle, “Nefret Söyleminin Kontrolü…s.68.
63 Ulaş Karan, “Nefret İçerikli İfadeler…s. 99.
64 Anne Weber, “Nefret Söylemi…s.34.
22
bir televizyon haberleri programında yayınlaması nedeniyle 1.000 kron para cezasına
mahkum edilmiştir. Mahkeme, “Irkçı ifadelerin yayınlanması konusunda suç ortaklığı
yaptığı gerekçesiyle hüküm giyen başvuru sahibinin o sırada kamuoyunu çok
ilgilendiren bir konunun özgün yönlerini gösterme amacına sahip olduğu gerekçesiyle,
yapılan yayının nesnel amacınn ırkçı görüş ve fikirlerin yayılması olamayacağı
sonucuna” varmıştır. Ayrıca bu dava kararında çok sayıda karşı oy da kullanılmıştır.
Karşı oy kullanan yargıçlar, ırkçı görüşlerin aktarıldığı durumda en azından bu görüşleri
onaylamayan bir beyanın gazeteci tarafından mutlaka eklenmesi gerektiğini ve ırksal
azınlıkların korunmasını, haber verme hakkından daha az bir ağırlığa sahip
olamayacağını belirtmişlerdir65.
65 Elif Küzeci, “AİHS’nin 10. Maddesi Işığında….,ss.192-194.
23
II. BÖLÜM
MEDYA VE İDEOLOJİ, NEFRET SÖYLEMİ ÜRETİMİNDE
GELENEKSEL MEDYANIN ROLÜ
2.1. İDEOLOJİK BİR AYGIT OLARAK MEDYA
Milyonlarca kişi kitle iletişim araçlarının şırıngaladığı mesajı her gün almakta ve bu mesajlar toplumda ani tepkilere
ve hareketlenmelere yol açmaktadır.(Frankurt Okulu Düşünürleri)
Günümüzde toplumun yönlendirilmesinde medyanın rolü tartışılmazdır. Yargı,
yürütme, yasama erklerinin yanı sıra dördüncü kuvvet tartışmalarının yapıldığı
medyanın en kuvvetli aracı ise dil, diğer bir deyişle söylemdir. Fransız Düşünür Louis
Althusser devletin ideolojik aygıtlarının başında medyayı sayar. Althusser ideolojiyi,
“bireylerin varoluşlarının gerçek koşullarıyla kurdukları hayali ilişkiler” şeklinde
tanımlar. Ona göre ideoloji ile toplumsal pratik iç içedir. Çünkü İdeoloji tüm sisteme
yayılarak toplumsal varoluşun tüm biçimlerinde yer etmiştir66. Devletin ideoloji yayma
amacıyla kullandığı hem bastırıcı aygıtları(DBA) hem de ideolojik aygıtları (DİA)
bulunur. Dolayısıyla devlet, egemen ideolojiyi üretmek ve idame ettirmek için sadece,
Althusser’in devletin bastırıcı aygıtları olarak tanımladığı şiddet tekeline sahip olan,
yaptırım mekanizmasını işleten polisi, orduyu, yargıyı kullanmaz bunun haricinde,
egemen ideolojiyi gizli bir şekilde sızdıracak vatandaşlarının bunu kendi rızalarıyla
kabullenmesini ve içselleştirmesini sağlayacak başka aygıtlara da ihtiyac duyar. Bunlar
Althusser’in tanımıyla devletin ideolojik aygıtları olan başta medya, askeriye, kilise ve
okuldur. Egemen ideoloji bu söylemsel pratikler aracılığıyla kendini meşru ve doğal
kılar67.
Althusser medyayı ideolojik bir aygıt olarak görürken, Marxist Düşünür Antonio
Gramsci ise medyayı hegemonya aracı olarak görür. Devlet iktidarını kurmak için
fiziksel gücün yanında kültürel ve ideolojik aygıtlar kullanır. Bu durumda devleti
yalnızca bir baskı aygıtına indirmek hatalı olur. Çünkü devlet aynı zamanda ikna yolu
ile toplumun rızasını yaratan, bu rızayı yönlendiren bir aygıttır. Toplumu örtük, kısmen
ifade edilen ideoloji vasıtasıyla yöneten devlet, kültürel iktidarı aracılığıyla ideolojik
bir hegemonya kurar. Hegemonya, bir sınıf ya da grubun diğer sınıfların aktif rızasını
66 Metin Kazancı, “Althusser, İdeoloji ve İletişimin Dayanılmaz Ağırlığı”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi,
sayı:57, 2002, s.57. (http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/464/5297.pdf )
67 Nur Vergin, “Siyasetin Sosyolojisi”, İstanbul: Bağlam Yayınları, 2003, ss.81-83
24
kazanarak bu sınıflar üzerinde egemenliğini kabul ettirmesidir. Bu durumda
hegemonya, hakim sınıflar ya da grupların ahlaki ve kültürel değerlerinin ve genel
olarak dünya görüşlerinin tabi sınıflar tarafından özümsenmesiyle oluşan bir
oydaşmadır. Dolayısıyla hegemonya güce başvurmak, emretmek yerine ikna, rıza,
işbirliği yaratarak diğer tüm unsurları sisteme dahil etmeyi hedefler. Bu noktada rıza,
medya, okul, kilise, gibi kurumlarlar üretilir. Aynı zamanda Gramsci egemen sınıfın
hegemonik konumda olması için bir toplumda kültür ve ideolojiyi yayacak “organik
aydınların” bulunması gerekliliğine de dikkat çeker. Günümüzde ise, bir kısım
sinemacı, medya mensupları ve teknokratlar egemen sınıfın hegemonyasını pekiştiren
“organik aydınları” meydana getirir. Bu çerçevede medyanın, medya mensuplarının,
izleyicilere egemen sınıfın değerlerini aktararak hegemonyayı yeniden ürettiğini
söyleyebiliriz68.
İdeolojiyi biçimlendirenin dil ve bilinç pratiği olduğunu savunan John Stuart Hall
ise, modern iletişim araçlarının toplumsal yapılar alanının bir parçası olduğunu belirtir.
Öyle ki, günümüzde iletişim kurumları ve ilişkileri toplumsal alanı tanımlayıp inşa
etmekle kalmayıp, siyasal alanın inşasına yardım eder, üretken ekonomik ilişkileri
tanımlar ve kültürel olana hükmeder. Dolayısıyla, iletişim araçları olup biteni sadece
yansıtmaz, olanı alıp inşa ettikten sonra birleştirme yapar ve sunar69. Bu durumda,
medyanın simgeler yaratma, bilgi anlam üretme ve durumları tanımlama gücü tarafsız
değildir, aksine medya içeriği toplumdaki iktidar ilişkilerinin kaba taslak bir haritasını
oluşturur70.
Shoemaker ve Reese ise, medya ve ideoloji ilişkisine ilişkin saptamalarda
bulunurken; iktidarın medya aracılığıyla sürdürüldüğünü, fikirlerin ve çıkarların
iktidarla bağlantılı olduğunu varsayar, işte bu nedenle haberler yapılandırma
biçimlerinden dolayı olayları güçlülerin çıkarlarının bakış açısından verir. Medya, bazı
görüş ve değerleri kabul edilebilirlik sınırları içindeki kabul ederken, diğerlerini ise
“meşru olmayanlar” biçiminde tanımlar. Böylelikle medya metinleri aracılığıyla, bir
yandan toplumdaki iktidar ilişkileri ve güç dengeleri pekişir bir yandan ise “biz” ve
“öteki” tanımları sağlamlaşır. Dolayısıyla, kapitalist sistemin kültürel bir metası olan
68 Vergin, a.g.e., ss.78-81.
69 İlden Dirini, “Okur Yorumlarıyla Yeniden Yeniden Üretilen Nefret Söylemi”, Tuğrul Çomu (ed), Yeni Medyada
Nefret Söylemi, İstanbul: Kalkedon Yayınları,2010, s.61.
70 Yasemin İnceoğlu, “Medyada Nefret Söylemi” http://www.nefretsoylemi.org/resimler/20091110728113056.pdf
25
medya içeriği, herhangi bir başka meta gibi satışa sunulurken, beraberinde getirdiği
yaşam tarzını, yaşam tarzının gerektirdiği doktirini, doktrinin temellendiği “bizlik
şuurunu” ve “ötekiler imgesini”de piyasaya sunar71.
Bu doğrultuda, medyanın piyasa koşullarına tabi olması, hedef kitlenin
beklentileri, reklam veren kurumların baskısı da medyanın yayın çizgisini belirler.
Medyanın siyasi çizgisi ise çoğu kez kurumun sahibi ve çalışan gazetecilerin siyasi
aidiyetleri ve buna bağlı olarak ideolojik tutumlarıyla belirlenir. Bunun haricinde, siyasi
baskılar, sansür vb. olgular da medyanın eğilimlerinin belirlenmesinde önemli bir
etkendir72. Medyanın içinde bulunduğu bu yapısal sorunlar nedeniyle, medyanın gücü
iktidarın yanı sıra, azınlıkların, göçmenlerin, özel grupların nasıl sunulacağı konusunda
suistimal edilir. Çünkü medyaya sahip olanlar, sadece söylemi çevreleyen bağlam
üzerinde egemenlik kurmazlar, söylemin ana konularını da belirler hatta kimin
konuşabileceğine, kimin yazabileceğine, ne hakkında konuşabileceğine/yazabileceğine
karar vererek zihinsel model kurgularlar. Bu durumda medyadaki önyargıların varlığı
ortaya çıkar. Eğer karşı bir ideoloji, karşı bir söylem yoksa; önyargılar, olumsuz
çağrışım barındıran söylemler, olumsuz bir model yaratmakla kalmayıp olumsuz bir
tutumun varlığına da neden olurlar73.
Bu noktada Van Dijk, Gramsci’nin hegemonyayı pekiştiren “organik
aydınlar”olarak da gördüğü medya mensuplarının yani gazetecilerin, muhabirlerin, köşe
yazarlarının, medya elitlerinin azınlık gruplarına ilişkin kanıların oluşturulmasında
önemli rolleri olduğunu vurgular. Kamusal söyleme ulaşabilen ve ün sahibi olan medya
elitleri bir yandan azınlık gruplarına ilişkin yaygın hedef ve çıkarları oluşturarak
“sağduyuyu formüle ederler”ken, bir yandan etnik olayların yorumlanması konusunda,
azınlık gruplarına ilişkin önyargılara ve ayrımcılığa meşruluk sağlayacak ideolojik bir
çerçeve hazırlarlar74. Bu nedenle, gündelik yaşamda azınlıklar üzerine yapılan
konuşmaların çoğu kitle iletişim araçlarından esinlenir ve konuşanlar genelde etnik
71 Berrin Yanıkkaya, “Gündelik Hayatın…, ss.20-21.
72 Algan-Şensever, “Ulusal Basında… s.18
73 Ceren Sözeri, “Yazılı Basında Nefret Söylemi Ve Mücadele Yolları”, Yasemin İnceoğlu (der), Nefret Söylemi ve
Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, s.206.
74 Eser Köker- Ülkü Doğanay, “Irkçı Değilim Ama… Yazılı Basında Irkçı Ayrımcı Söylemler”, İnsan Hakları
Ortak Platformu, 2010, s. 4.
26
azınlıklar ilgili görüşlerinin kaynağı olarak televizyon ve gazetelere göndermede
bulunurlar75.
Bu çerçevede, Van Dijk farklı toplumsal grupların (azınlıklar, göçmenler,
3.Dünya ülke insanları) haberlerde nasıl temsil edildikleri üzerine yaptığı söylem
analitik çalışmalarında; bu grupların temsil ediliş biçimlerinin, güçlü grupların-ulusların
temsil ediliş biçiminden tamamen farklı olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu gruplara, başat
kitle medyasında çok az yer verilmiş, yer alan haberlerde ise bu gruplar sorunlu,
yetersiz/geri, yardıma muhtaç ve Batının mekan, konut, iş, eğitim gibi değerli
kaynaklarını tehdit eden insanlar olarak sunulmuştur76.
Özetle, medya “gerçekliği olduğu gibi yansıtmak yerine” hakim ideolojilerin
istikrarını sağlamak için “farklı gerçeklikler” üretir. Üretilen tanımlar, kimlikler,
imajlar, söylemler bireyler tarafından içselleştirilir. Medyanın inşa ettiği bu söylemlerin
arka planında topluma hakim olan ideolojiler yattığı için, medya sadece söylemlerin
değil, söylemleri inşa eden ideolojilerin de toplum tarafından içselleştirilmesini sağlar77.
Bu bağlamda, medya ırkçı, cinsiyetçi homofobik veya yabancı düşmanlığı gibi ayrımcı
ideolojileri söylemler aracılığıyla vurgulayıp ya da üstü kapalı bir şekilde yayarak,
nefret söylemini üreten ve yaygınlaştıran en etkili araçlardan biridir.
2.2.NEFRET SÖYLEMİ ÜRETİMİNDE GELENEKSEL MEDYANIN ROLÜ
Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim..(Rakel Dink)
Toplumsal algılarımızı şekillendiren önemli unsurlardan biri medyadır. Bu
bağlamda medyanın, dünyada ve Türkiye’de olumlu ve yapıcı örnekleri olabileceği gibi,
aynı zamanda nefret suçlarına yol açan ayrımcılığı oluşturan ve önyargıları besleyen
nefret söyleminin oluşmasında ve yaygınlaştırılmasında büyük payı olabilir. Bu
sebeble, Türkiye medyasında nefret söylemi örneklerine geçmeden önce, medya
metinlerinin nefret söylemi içerip içermediğinin nasıl anlaşılacağı hususunda özet bir
tanım yapmak gerekiyor. Eğer, bir grubun üyelerine yönelik ifade nefret teşvik ediyorsa
ve bu teşvikin sözde geçerli nedeni, o gruba ait sayılan özelliklerse; bir grup sırf bu
gruba üye oldukları için aşağılanıyor, bir şeylerin faili sayılıyorsa ya da grupların
75 Savaş Çoban, “ Medya Milliyetçilik… s.72.
76 Yasemin İnceoğlu, “Medya İktidar İlişkilerinin Tarihsel Gelişimi”, Medya ve İktidar Konulu Mehmet Aybarı
Anma Sempozyumu Konuşma Metni, 2006, http://eski.bianet.org/2006/10/27/86980.htm
77 Melek Göregenli, “Nefret Söylemi…,s.59.
27
aşağılanmaları, haklarından mahrum edilmeleri meşru gösteriliyorsa, diyebiliriz ki o
metin, o konuşma, o fotoğraf vs. nefret söylemi içerir78.
Van Dijk ise gizli nefret söylemine örnek olarak “ama” lı cümleleri gösterir.
Azınlıklar ile ilgili bir söylemde, hem basında hem de gündelik hayattaki konuşmalar da
önyargılı dilin kullanıcıları, ırkçı olarak damgalanmaktan endişe duydukları için
önyargılarına rasyonel bir açıklama getirmek amacıyla “…..’lere karşı değilim ama ….”
formülasyonunu kullanırlar. Bu formülasyonda boş bırakılan yerler “Kürtlere,
Alevilere, Romanlara” gibi sözcükleriyle doldurdurulup söylendiğinde amaçlanan
ayrımcılığı üzeri örtülü hale getirilip, hoşgörülür kılmaktır79. Bu doğrultuda, Başbakan
Erdoğan’ın “ben dört dörtlük Aleviyim” sözleri Van Dijk’in bu formülasyonuna iyi bir
örnektir. Başbakan “Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse ben dört dörtlük Aleviyim” sözleriyle
başladığı konuşmasını “Ama ben Aleviyim deyip Hz. Ali'nin yaşam şeklinden uzak
duranların oyununa gelmeyeceğiz” şeklinde bitirir80. Dolayısıyla, Erdoğan bu
cümlelerinde kendine göre bir Alevilik tanımı yaparak Aleviliği iki ayırır ve Hz Ali’yi
sevenleri kabul ederken, Hz. Alinin yaşam şeklinden uzak duranları Türkiye’yi oyuna
getirmek için pusuda bekleyen bir düşman gibi nitelendirir. Erdoğanın bu cümleleri ise,
sonundaki ama cümlesine takılmadan, basın tarafından standart bir şekilde, “Erdoğan:
Ben dört dörtlük Aleviyim” başlıklarıyla sunulmuştur.
Bu çerçevede Türkiye medyasına baktığımızda; Türkiye’de medyanın sık sık
taraflı, önyargılı ve ayrımcı bir dil kullandığına tanık oluyoruz. Özellikle haberlerde,
haber başlıklarında, manşetlerde kullanılan ırkçı ve ayrımcı dil, kalıp yargıları
güçlendirerek toplumda düşmanlık ve ayrımcılık duygularını tetikliyor. Böyle bir dilin
kullanılması savunmasız gruplara yönelik yaygın bir önyargının yerleşmesine neden
olduğu için bu gruplar tedirginleşiyor, sessizleşiyor. Düşmanlaştırılan ve
marjinalleştirilen gruplara yönelik kullanılan kışkırtıcı ve hedef gösterici dil, zaman
zaman bu gruplara ya da mekanlarına yönelik saldırılarla sonuçlanıyor81. Türkiye’de bir
süredir toplumun farklı kesimleri arasında kutuplaşmalar arttığı için, kendisinden farklı
78 Mahmut Çınar, “Habercilik ve…, s.143.
79 Teu A. Van Dijk, “Haberin Söylem Olarak Disiplinlerarası İncelenmesi”
http://www.nefretsoylemi.org/resimler/200911199701959490.pdf
80 “Başbakan Erdoğan: Ben dört dörtlük Aleviyim”, Radikal, 17.07.2013
http://www.radikal.com.tr/politika/basbakan_erdogan_ben_dort_dortluk_aleviyim-1142270 (02.05.2014)
81 Hrant Dink Vakfı, “Medyada Nefret Söylemi Ve Ayrımcı Dil Ocak-Nisan 2013 Raporu”,
http://nefretsoylemi.org/rapor/Ocak-Nisan-2013-NS-Rapor-Final.pdf, s.1
28
olana yani “öteki” olana tahammülsüzlük giderek yaygınlaşıyor. Ortadoğu’daki
gelişmeler, Kürt ve Ermeni etrafındaki tartışmalar ve son dönemde gündemde olan barış
süreci, bu konularda çözüme yönelik fikirleri olan kişilerin, kurumların hedef
gösterilmesine, belirli kimliklerin düşmanlaştırılmasına neden olurken, öte yandan
azınlık hakları ve dinler arası diyalog gibi demokratik açılım çabaları, Kıbrs meselesiyle
ilgili tartışmalar “yabancı odakların Türkiye’ye yönelik oyunlar” olarak sunuluyor.
Taksim Gezi Parkı eylemlerinde ise medya olayları ele alış biçimiyle toplumdaki
kutuplaşmayı iyice pekiştirdi ve Gezi Parkı protestolarının dış mihraklar tarafından
örgütlendiği, “faiz lobisi” tarafından finanse edildiği iddiaları, Yahudi kimliği başta
olmak üzere belirli grupların hedef alınmasına neden oldu82. Son olarak AKP Ve Gülen
Cemaati tartışmalarında, Gülen Cemaati’ni Hristiyan ve Yahudilerle işbirliği içerisinde
gösterip Gülen Cemaati’nin Türkiye’ye ihanet ettiğini vurgulayan haber ve köşe
yazıları, Hristiyan ve Yahudileri düşman konuma yerleştirerek, hedef gösteriyor. Öyle
ki Zaman Gazetesi’nin “ Erdoğan nefret söylemi kullanıyor” manşeti üzerine Yeni Akit
ele aldığı “Cemaatin nefret söylemi Yahudi Taktiği” başlıklı haberde83, Nefret söylemi,
Yahudi, Ermeni, Rum ve birçok azınlığın yasaklanması için ön ayak olduğu bir
uydurma olarak ele alınırken, nefret söylemini Siyonistlerin faaliyetlerini gün yüzüne
çıkaranları engellemek amacıyla Yahudi lobisinin geliştirdiği ve bu nedenle Fethullah
Gülen’in Siyonizm’in büyük oyununa alet olduğu belirtiliyor. Bir başka haberde ise,
“Düşmandan da namertler” başlığıyla84, Başbakan Erdoğan’ın grup toplantısında
yaptığı konuşmanın geniş bir özeti veriliyor “Bu Namerliği Düşman Bile yapmazdı”,
“Ermeni Lobisi İle Kol Kola Girdiler” ara başlıklarıyla verilen haberde “Ermeni lobisi”
ifadesi sıklıkla kullanılarak Ermeniler düşman konumuna yerleştiriliyor.
Böylelikle, yukarıda verilen örnekler Yasemin İnceoğlu ve Ceren Sözeri’nin
Türkiye basınında azınlıkların ikiye ayrılmasına dair yaptıkları tespiti doğruluyor.
Türkiye basınında, dar kapsamda Ermeniler, Yahudiler daha geniş kapsamda azınlıklar
ya da kendisini azınlık hissedenler ikiye ayrılır.
82 Hrant Dink Vakfı, “Medyada Nefret Söylemi Ve Ayrımcı Dil Mayıs- Ağustos 2013 Raporu”,
http://nefretsoylemi.org/rapor/mayis-agustos-rapor-final.pdf s.1.
83 “Cemaatin nefret söylemi Yahudi taktiği”, Yeni Akit, 25 Ocak 2014
http://www.yeniakit.com.tr/haber/cemaatin-nefret-soylemi-yahudi-taktigi-10048.html (02.05.2014)
84 “Düşmandan da namertler”, Yeni Akit, 16 Nisan 2014
http://www.yeniakit.com.tr/haber/dusmandan-da-namertler-15724.html (02.05.2014)
29
(..) iyi olanlar, nerede yaşadıklarını bilip kimliklerini görünmez kılıp, geçmişi ve devletin
resmi söylemini sorgulamayanlar, ki onlar zaten Allah’ın Türklere bir emaneti olarak korunacaktır;
kimliklerini ortaya koyup bir de ülkenin politikaları konusunda söz söylemeye cesaret edenler ise ülkeyi
terk etmek ya da sonuçlarına katlanmak “ yollarından biri kalmaktadır. Amiral gemisinden en
marjinaline kadar medyanın büyük bir kısmı “Türkiye Türklerindir’i hala benimsemektedir85.
Bu bağlamda Uluslararası Hrant Dink Vakfı, nefret söylemini görünür kılmak,
ötekileştiren dile dikkat çekmek için Türkiye’de ulusal yayın yapan gazetelerin
incelendiği “Medyada Nefret Söyleminin İzlenmesi” çalışmasını yürütüyor. Ulusal ve
yerel basın taranarak, ayrımcı, ötekileştiren, hedef gösteren bir söylemle kaleme alınmış
haber ve köşe yazıları tespit ve analiz edilerek, hazırlanan raporlar
www.nefret.soylemi.org sitesi aracılığıyla kamuoyuna sunuluyor. Ayrıca, tespit edilen
nefret söylemi içeren haberler benimsedikleri söylemin niteliği doğrultusunda
kategorilere ayrılıyor. Belirlenmiş nefret kategorileri şunlardır:
Abartma/Yükleme/Çarpıtma: Bir kişi ya da olaydan yola çıkarak bir topluluğa yönelik
olumsuz genellemeler, çarpıtmalar, abartmalar, olumsuz atıflar içeren söylemler (“Türkiye çan
sesine boğuldu”)
Küfür/Hakaret/Aşağılama: Bir topluluk hakkında doğrudan küfür, hakaret, aşağılama,
hakaret içeren (örneğin kalleş, köpek, kanıbozuk) gibi söylemler
Düşmanlık/Savaş Söylemi: Bir topluluk hakkında düşmanca, savaşı çağrıştıran ifadelerin
yer aldığı söylemler. (Gavur Zulmü)
Doğal Kimlik ögesini nefret aşağılama unsuru olarak kullanma/Simgeleştirme : Doğal bir
kimlik ögesinin nefret, aşağılama unsuru olarak kullanıldığı, simgeleştirildiği söylemler.
(örneğin olumsuz anlamda “senin annen Ermeni zaten” söylemi ya da “senin soyadın
Davutoğlu mu Davutyan mı ?”
Hrant Dink Vakfının son hazırladığı medyada nefret söylemi izleme (Eylül-
Aralık 2013) raporunu incelediğimizde, önceki dönemlere benzer şekilde bu dönemde
de en fazla Ermeniler ve ardından sırasıyla Yahudiler ve Hristiyanlar hakkında nefret
söylemi üretildiğini görüyoruz. İçeriklerde asli ya da ikincil unsur olarak en sık hedef
gösterilen diğer gruplar ise sırasıyla; Kürtler, Rumlar olmuştur. Fakat bu dönemde
önceki dönemlerden farklı olarak, nefret söyleminin doğrudan hedefi olan grupların
yanında, örneğin Budistler, komünistler, masonlar, vicdani retçiler, Araplar ve Gürcüler
nefret söylemine değilse de ayrımcı bir dile maruz kalmışlardır. Suriyeli mülteciler ise,
85 İnceoğlu-Sözer ,” Nefret Suçlarında…, s.35.
30
bu dönemde de mülteci kamplarının bulunduğu şehirlerdeki yerel gazeteler hem de
coğrafi olarak bölgeye uzak yerlerde yayınlanan gazeteler tarafından nefret söylemine
uğrayan gruplar arasında yer aldı. LGBTİ bireylere ve kadına yönelik nefret söylemine
baktığımızda ise eşcinselliğin genellikle “sapıklık”, “sapkınlık” gibi ifadelerle
tanımlandığını, kadınların kendiliğinden kötü bir unsur olarak ele alındığı ve translarla
ilgili haberlerin suçla ilişkilendirilerek yapıldığını görüyoruz. Son olarak, Nefret
söylemine en fazla rastlanan ulusal gazeteler sırasıyla Yeni Akit, Milli Gazete, Yeni
Şafak ve Ortadoğu gazeteleridir86.
Türkiye’de nefret söyleminin geleneksel medya tarafından yaygınlaştırılmasını
inceleyen diğer bir araştırma ise Sosyal Değişim Derneği tarafından 2010 yılında
hazırlanan Ulusal Basında Nefret Suçları: 10 Yıl 10 Örnek adlı çalışmadır. 2008
yılından geriye doğru on yıl gidilerek 20 ulusal yazılı basının çevrimiçi sitelerinde
nefret suçlarının yer alışı incelenmiştir. Çalışma kapsamında 200 örnek haber
belirlenmiş, daha sonra bu haberler arasından “10 örnek” haber seçilmiştir. Seçilen 10
örnek haberle etnik kökene veya ırka, ulusal özelliklere, cinsel kimliklere veya cinsel
yönelime, din ve inanca, siyasal eğilimlere, mülkiyete, bedensel engelliliğe, eğitim
durumuna ve toplumsal statüye yönelik olarak işlenmiş bir nefret suçunun nefret
söylemi üretilerek meşrulaştırıldığı, doğal kılındığı gösterilmiştir. 10 örnek haber ise
şunlardır: “Ahmet Kaya’ya Madam Şefkati” (Sabah, 02 Kasım 1999) (etnik kökene
yönelik nefret söylemi üretimi); “Bu Kez İyice Azıttılar!” (Milliyet, 23 Şubat 2002)
(cinsel yönelime dönük nefret söylemi); “Ermeniler Kudurdu” (Yeniçağ, 17 Kasım
2009) (bir ulus ve o ulusun ülkesine yönelik nefret söylemi üretimi); “Hainler
yakalandı” (Star, 24 Mart 2005) (etnik kökene yönelik nefret söylemi üretimi) “Kapıcı
Şarkıcıya tecavüz davası” (Hürriyet, 3 Temmuz 1999) ( toplumsal statüsü düşük kişilere
yönelik önyargıların üretimi); “Koreli rehbere Osmanlı tokadı!” (Radikal, 06 Mayıs
2005) (ulusal özelliklere yönelik nefret söylemi üretimi); “Rahipler uçkuru kilisede
çözüyor” (Vatan, 6 Ocak 2003) (dini inanca yönelik nefret söylemi üretimi); “Roth,
Ayvaz hocaya havale”(Akşam, 25 Kasım 2000) ( cinsiyete yönelik nefret söylemi);
“Sünnetsiz kundakçı DTP adına kurban derisi toplamış” (Zaman, 17 Ocak 2008) (dinsel
86 Hrant Dink Vakfı, “Medyada Nefret Söylemi Ve Ayrımcı Dil Eylül-Aralık 2013 Raporu”,
http://nefretsoylemi.org/rapor/Eylul-Aralik2013_nefretsoylemi_ayrimcisoylem_raporu.pdf
31
inanca yönelik nefret söylemi üretimi); “Travesti zehir kuryeleri havalimanında
yakalandı” (Türkiye, 30 Nisan 2006) (cinsel yönelime dönük nefret söylemi)87
Yukarıdaki araştırmalardan yola çıkarak, medya aracılığıyla üretilen nefret
söyleminin farklı kesimlere yönelik toplumsal önyargıları, klişeleri tekrar tekrar dile
getirerek doğallaştırdığını söyleyebilirz, bu bağlamda medya, ırkçı düşünce ve
söylemlerin kaynağını toplumsal bilinç yapısını belirleyen önemli bir araçtır88. Çünkü
Balibar ırkçılığın geniş tanımını yaparken “ biyolojik kurumlaştırmaları olsun olmasın,
tüm dışlama ve azınlıklaştırma biçimlerini hesaba katar(..) özellikle de farklılıkların
doğallaştırılmasında kullanılan ortak mekanizmayı inceleyebilmek için biçimsel olarak
eşitlikçi bir toplumda toplumsal grupların (etnik grupların fakat aynı zamanda
kadınların, cinsel sapkınların, akıl hastalarının, proletaryanın altındakilerin vb.)
“ırklaştırılması” görüngülerini ırkçılık adı altında toplar”. Böylece, ırkçı dil kendini
yalnızca etnik, dinsel azınlıkların değil aynı zamanda zayıf halka olarak gördüğü
kadınların, trans bireylerin üzerinden yeniden ve yeniden üretir89.
Bu noktada Downing ve Husband medyanın, özellikle ırkçı kategorilerin
benimsenmesi ve meşrulaştırılmasında “bağlam oluşturucu” bir işleve sahip olduğunu
dile getirir. Medya ırkçı ideolojileri sürdürebilmek için imajlar, streotipler gibi birtakım
bağlam oluşturma mekanizmaları kullanarak, okuyucuların zihinlerinde bir grubun diğer
gruplara yönelik düşüncelerinin çarpıcı bir özetini oluşturur. Bu imajlar, streotipler bir
toplumun kurucu ideolojileri çerçevesinde üretildiği için, medya farklı ırk veya etnik
kökenlere mensup kişilere yönelik, açıkça veya örtük olarak ayrımcılığı destekleyip,
yayabilir90. Bu doğrultuda Eser Köker ve Ülkü Doğanay tarafından İHOP (İnsan Hakları
Ortak Platformu) desteği ile gerçekleştirilen ve 2010 yılında Irkçı değilim ama… adı ile
basımı gerçekleştirilen araştırmada 2006-2007 yılları arasında Türkiye’de yayın yapan
ulusal ve yerel gazetelerden seçilerek incelemeye alınan 2447 haber ve köşe yazısında
ırkçı-ayrımcı söylemlerin varlığı tespit edilmiştir. Irkçılık ve ayrımcılıkla mücadele için
hazırlanan bu çalışmada analize tabi tutulan gazetelerde; suç ve şiddet ile Kürt sorunu
87 87 Algan-Şensever, “Ulusal Basında…, ss.22-48.
88 Çoban, “Medya, Resmi Tarih…, s.54.
89 Ülkü Doğanay, “Irkçılığın İzini Satır Aralarında Sürmek: Popüler Kültür Ürünlerinde Irkçı Söylemlerin
Yaygınlaşma Biçimleri, ”, Mahmut Çınar (Ed), Medya ve Nefret Söylemi: Kavramlar Mecralar Tartışmalar,
İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları,2013, s.162.
90 Göregenli, “Nefret Söylemi…., s.61.
32
yan yana getirilirken, Aleviler sadece “Müslüman biz”in bir parçası olarak gündeme
gelmiştir. Ermeniler, Hristiyanlar, Rumlar ve diğer azınlıklar önemli olaylarla ilgili
olduklarında haberleştirilirken, söz konusu hak talepleri ve sorunları olduğunda ise
medyada hiç yer bulamamışlardır. Türkiye’de yaşayan Romanlara, Araplara,
Süryanilere, Asyalılara, siyahlara yönelen ve gündelik dilin içine streotipler aracılığıyla
yerleşen ayrımcılık ise görünmez kılınmıştır. Son olarak, eşcinseller, translar, kadınlar
ayrımcı ve cinsiyetçi söylemlerle ele alınarak, ya sapkınlık göstergesi olarak ya da
tehdit unsuru olarak medyada yer almışlardır91.
Medyanın ırkçı söylemler üretmesinin bir başka boyutu ise, üretilen bu ırkçı
söylemlerin şiddet içermesi ve bu söylemsel şiddetin, öfkenin ötekileri hedef almasıdır.
Bu nedenle toplumsal öfkenin azınlıklara, ötekilere yöneltilmesi, toplu cinnet hallerinin
yaratılması ve böylelikle ötekini yok etme amacına sahip linç topluluklarının
yaratılmasında medyanın önemli sorumluluğu vardır92. Öyle ki, “Atatürk’ün Selanik’te
doğduğu eve bomba atıldığı” yönündeki asılsız haberler başta Rumlar olmak üzere
İstanbul’daki azınlıkları hedef alan 1955’deki 6-7 Eylül olaylarının yaşanmasına neden
olmuştur. 2005 yılında ise, Mersin’de Newroz kutlamaları sırasında meydana gelen
bayrak yakma olayında, faillerin küçük yaşta kullanılmaya açık çocuklar oldukları
tamamen es geçilerek, televizyon haberlerinde bu görüntülerin tekrar tekrar kışkırtıcı bir
biçimde yer verilmesi, ülke çapında Kürt vatandaşlara yönelik linç girişimlerine neden
oldu93. Basında bu olay “Bayrağı çiğneyen hainler yakalandı”(Aktif Haber, 23 Mart
2005) “Hainler Türk bayrağını yakmaya kalktı”(Haber Vitrini, 22 Mart 2005)
“Tarihçiler hainleri lanetledi” ( 25 Mart 2005) manşetleriyle yankılandı. Ve yaşanan bu
olay sonrasında 2005 ve 2006 yıllarında çeşitli illerde ve farklı olaylarda, Ezilenlerin
Sosyalist Platformu, Temel Haklar Federasyonu, Türkiye Gençlik Federasyonu üyesi
kişiler bildiri dağıtırken, Sakaryada iki genç Mahir Çayan posteri asarken, Ispartada
üniversite öğrencileri YÖK aleyhine bildiri dağıtırken PKK’ lı oldukları gerekçesiyle
linç edilmek istendi94. Bu bağlamda resmi söylem ve basınının, tüm Kürtleri PKK’lı
veya potansiyel PKK’lı olarak hedef alan uygumaları Kürt=PKK’lı denkleminin
91 Köker-Doğanay, “Irkçı değilim ama…s, 175.
92 Çoban, “Medya, Resmi Tarih…, ss.55-56.
93 Çelenk, “Ayrımcılık…., s.227.
94 Zeynep Gambetti, “Linç Girişimleri, Neorealizm ve Güvenlik Devleti”, Toplum ve Bilim, Sayı:19, Yaz 2007,
s.14.
33
kurulmasını kolaylaştırır, militan olan ile olmayan arasındaki farkı siler ve tüm muhalif
grupların PKK kategorisine indirgenmesine neden olur95.
Tanıl Bora Linç Ortamı ve Faşizmin Sarkacı makalesinde, şiddetin ortaya
çıkışını, linç topluluklarının yaratılmasını Türkiye’de devlet geleneği içine yerleşmiş
“milli refleks” olarak haklılaştırılmış bir uygulama olarak görüyor. Linç güruhu bütün
sorumluluğu üzerine yıkabilecek bir hedef olarak günah keçesi arar ve onu ortadan
kaldırarak her şeyi halledebileceğini sanır. Bunun sonucunda ortaya çıkan öfke, şiddet
ise “milletin haklı tepkisi” “doğal refleks” olarak lanse edilir ve meşrulaştırılır96.
Örneğin; Başbakan Tayyip Erdoğan 2005 Newroz olayları sonrasında Trabzon’ da 6
Nisan da TAYAD üyesi 5 kişinin bildiri dağıtmak isterken saldıraya uğramasıyla ilgili
“Halkın hassasiyetleri çok önemli. Halkımzın milli hassasiyetlerine dokunulduğu
zaman, bunun tepkisi farklı olacaktır” açıklamasında bulunurken, Trabzon Valisi ise
linç girişimini “vatandaşların tepki gösterip, karşı koyması” olarak nitelemiştir97.
Dolayısıyla basında yer alan bu tür açıklamalar şiddeti haklı ve masum göstererek
şiddeti teşvik etmektedir.
Yukarıda bahsettiğim 2005 Newroz olayları sonrasında ise RTÜK yaptığı yazılı
açıklamada, “Türk Bayrağı'na saldırı girişiminin kınanması amacıyla, bütün televizyon
kanallarını, ulusal bayramlarda olduğu gibi tüm gün ekranlarına Türk Bayrağı
yerleştirmeye davet etme kararı aldığını” ifade etti ve RTÜK'ün Türk Bayrağı'na
saygısızlığa tepki olarak Türk Bayrağı yerleştirme çağrısına birçok televizyon kanalı
uydu98. Yaşanan bu olay sonucunda televizyonlarda Türk bayrağının sıklıkla
gösterilmesi ve görsel efektler aracılığıyla vurgulanması milliyetçi ögelerin
televizyonlardaki varlığının kanıtıdır. Çünkü Tanıl Bora’ya göre resmi milliyetçilik,
milli sembolleri olabildiğince sık tüketmeyi, milli ritüelleri toplumsal rızayı sağlamanın
asli unsuru görür, Türkiye’de bayrağın, milli ritüellerin aşırı kullanımı bu sebepten
95 Gambetti, a.g.e., s.15.
96 Tanıl Bora, “Linç Ortamı ve Faşizmin Sarkacı”, Birikim Dergisi, sayı:223, Güz 2007, ss, 15-19.
97 “Trabzonda Sıradan Faşizm”, Bianet 7 Nisan 2005
http://bianet.org/bianet/insan-haklari/58486-trabzon-da-siradan-fasizm (02.05.2014)
98 “Bayrak seferberliği”, Yeni Şafak 25 Mart 2005
http://yenisafak.com.tr/arsiv/2005/mart/25/g07.html (02.05.2014)
34
kaynaklanır99. Bu bağlamda, Benedict Anderson milliyetçiliğin sınırlı da olsa kitlelere
yayılmasını mümkün kılan en önemli etkenin kapitalist yayıncılığın ortaya çıkışı
olduğunu savunur. Benedict Anderson, Hayali Cemaatler’de gazetecilik pratiklerine,
yurttaşların gazete okuma alışkanlıklarına ve gazetelerde yer alan popüler karakterlerin
takip edilmesine özel bir önem atfederek, bu pratik ve alışkanlıkların, yüzyıldan itibaran
batı burjuva toplumlarında birlikte düşünme ve ortak duygulanma biçimlerinde ortaya
çıkan ulusal kimliği olanaklı kıldığını belirtir. Ulusçuluğu inşa edenin matbaa dili
olduğu savını işleyen Anderson, standartlaştırılmış bir dil kullanan medyanın
bütünleştirici ve birleştirici işlevini öne çıkarttığını söyler100. Bu bağlamda Eser Köker-
Ülkü Doğanay vd., medya ve milliyetçilik ilişkisini inceledikleri “ 2007 Milletvekili
Genel Seçimleri’nde Medyada Milliyetçilik Rekabeti” başlıklı çalışmada, Türk’ün
Türk’ten başka dostu yok” gibi ifadelelerin, dış dünyaya ilişkin zenofobik tavırların,
Atatürk portresi, ülke haritası, bayrak gibi legoların milliyetçi söylemleri
olağanlaştırdığını; biz ve onlar kurgusunun, seçim kampanyalarında, politikacıların
konuşmalarında ve medyanın seçimi haberleştirme biçiminde içselleştirildiğini ortaya
koymuşlardır.101
Bu anlamda Türkiye’de futbol medyası, arka planında milliyetçilik yatan nefret
söyleminin farkında olunmadan geniş kitlelere yayılmasında aracı olur. Futbol medyası
cinsiyetçi, şoven-milliyetçi ve şiddet içeren söylemler aracılığıyla genel olarak ayrımcı,
saldırgan ve militer bir dil üzerinden yayınlarını gerçekleştirir. Öyle ki, Futbol bir oyun
olmaktan çıkarılarak başlıklar savaş efektiyle süslenir, biz ve onlar ayrımı iyice
belirginleştirilerek karşı takım düşmanlaştırılır ve düşman karşısında “bizi”
güçlendirmek için ise Türklük, Türkiyem gibi söylemlere, bayrak, vatan ay yıldız gibi
sembollere atıfta bulunulur. Bu çerçevede Ahmet Talimcilerin futbol gazetelerini nefret
söylemi açısından incelerken ele aldığı “Türk’sün bugün ezer geçersin”, “Gidin, vurun,
gelin,”Avrupa bombalanacak”, “İnönü’de boğarız”, “Aslanım İngilizleri evinde
tokatlayacak”, “Ya istiklal ya ölüm maçı” başlıklarında şiddeti ve milliyetçiliği
99 Tanıl Bora, “Milliyetçilik Doğallıkla Meşrulaştırılamaz”, Altüst Dergisi, Sayı:4, 2012
(http://www.altust.org/2012/04/tanil-bora-milliyetcilik-dogallikla-mesrulastirilamaz/ )
100 Eser Köker, Ülkü Doğanay, Fatih Keskin, İnan Özdemir, “2007 Milletvekili Genel Seçimleri’nde Medyada
Milliyetçilik Rekabeti”, ”, Barış Çoban (der), “Medya Milliyetçilik Şiddet”, İstanbul: Su yayınları, 2009, ss.74-75
101 Köker, vd., a.g.e, s.84.
35
körükleyen, yeniden üreten bir dil görürüz102. Ayrıca bu dil erkek egemen bir dil olup,
homofobik bir zihniyet algısını yeniden üretirken, cinsiyet ayrımcılığını körükler.
Örneğin, Fotomaç İsviçreyle oynanacak milli maç öncesi “Futbol erkek oyunu, biz
erkekçe oynayıp yiğitçe bir destan yazacağız. Peki ya siz İsviçreli oyuncular?”
başlığının hemen altında dört İsviçreli oyuncuyu kadın kılığında resmederek vermiştir103.
Kadınlara yönelik nefret söylemi ise temelde cinsiyetçi ifadeler kullanılarak
gerçekleştirilir. Aşağılama amaçlı ifadeler kullanarak kadınının konumu
ikincilleştirilir104. Medyada kadınlara yönelik nefret söylemi içeren örneklere
baktığımızda ise kadınların daha çok fiziksel özellikleri ve seks işçiliği üzerinden
şekillendiğini görüyoruz. Medya İzleme Grubu’nun (Mediz) hazırladığı "Medyada
Kadınların Temsil Biçimleri" araştırmasına göre, kadınlar haberlerde, manşetlerde
“cinsel nesne”, “magazin malzemesi”, “konu mankeni”, “eş-fedakar anne” olarak
sunuluyor105. Öyleki, “karısını 44 yerinden bıçakladı” ( İhlas Haber, 20.12.2012) tarzı
başlıklarla kadınlara uygulanan şiddet en ince ayrıntılarına kadar tarif edilirken, bir
tecavüz “Yatakta biten Beyoğlu hikayesi” (Habertürk, 22.01.2013) gibi bir başlık ve
kadınının kişisel bikinili fotoğraflarıyla yayınlanarak şiddet gören bedenler pornografik
bir biçimde sunulur. Kadına yönelik nefret söyleminin bir sonraki aşaması kadına
yönelik şiddettir kadına yönelik nefret söylemi aynı zamanda kadına yönelik şiddeti
besleyip bunu toplumsal alanda yaygınlaştırıyor. Medyanın kadın cinayetlerini ele alış
biçimine baktığımızda ise ya “Dün 3 kadın daha öldürüldü” (Milliyet, 12.09.2011) gibi
başlıklar atılarak failler gözden kaçırılıyor ya da “Kıskanç koca cinayeti”( Vatan,
23.01.2013) gibi başlıklarla failin eylemini haklı çıkaracak bir gerekçe yaratılıyor106.
Cinsel kimlik temelli nefret söylemi ise, heteroseksüel cinsel kimlik dışındaki
cinsel kimliklere sahip kişileri hedef alan nefret söylemidir. Lezbiyenleri, geyleri,
102 Ahmet Talimciler, “Ötekine Yönelik Nefretin Fark edilmediği ya da Kanıksandığı Alan: Türkiye Futbol Medyası,
Yasemin İnceoğlu (der), Nefret Söylemi ve Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, s.253-285.
103 Ahmet Talimciler, “Türkiye’de Erkek Kimliğinin Oluşumunda Gözardı Edilen Alan: Spor/Futbol”,
http://ahmettalimciler.com/?p=507
104 Mutlu Binark-Tuğrul Çomu, “Sosyal Medyanın Nefret Söylemi için Kullanılması İfade Özgürlüğü değildir!”
http://yenimedya.wordpress.com/2012/01/20/sosyal-medyanin-nefret-soylemi-icin-kullanilmasi-ifade-ozgurlugu-
degildir/
105 “MEDİZ Raporu: Medyada Yönetimde Olmayan Kadın, Haberlerde Nesne”, Bianet 19 Haziran 2008
http://bianet.org/bianet/medya/107742-mediz-raporu-medyada-yonetimde-olmayan-kadin-haberlerde-nesne
(02.05.2014)
106 Sevda Alankuş, “Başka’Bir Habercilik İhtiyacı ve Hak Odaklı Habercilik”, Mahmut Çınar (Ed), Medya ve
Nefret Söylemi: Kavramlar Mecralar Tartışmalar, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları,2013, s.231.
36
biseksüelleri, travestileri ve transseksüelleri hedef alarak bu cinsel kimliklere “sapkın” ,
“iğrenç” damgası vurur107. Öyle ki,medyada liseli LGBTİ topluluğun oluşması
“Sapkınlar liselere el attı” başlığıyla verilip ahlaksızlıkta çığır açtıkları belirtirilken108,
Lars von Trier’in yasaklanan Nymphomaniac (İtiraf) filminin Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesinde Kaos GL ve Pembe Hayat Derneği desteğiyle
gerçekleşecek olan film gösterimi ise“Ankara Üniversitesi, sapkınların dernekleri Kaos
GL ve Pembe Hayat ile ortaklaşa iğrenç bir etkinliğe imza atacak” biçiminde
haberleştirildi109. Bu çerçevede KaosGl Derneği eşcinsel, biseksüel, travesti,
transeksüellere yönelik nefret suçu ve nefret söylemini teşhir etmek amacıyla 5 yıldır
medyayı izliyor, kaosgl.org web sitesinden kamuoyu ile paylaşıyor. Hazırlanan raporlar
ise her yıl kitaplaştırılıyor. 2011 yılı nisan-ağustos medya izeleme raporunda, LGBTİ
bireyler genel olarak, haberlerde cinsellikle özleştirilerek ve cinsel yönelimleri ve/veya
cinsiyet kimlikleri ön plana çıkartılarak bu tarz başlıklarla “ dava düştü travesti Barış
serbest kaldı”,”İlk eşcinsel Türk Milletvekili adayı”, “Bodrumu Gaylar bastı”
haberleştirilirken, “Gey barlardan çıkıp gasp yaptılar”, “Travesti kurye” başlıklarıyla da
suçla özdeşleştirilmiştir.110 Türkiye’de bütünüyle nefret suçları kapsamında görülmesi
gereken eşcinsellere, travesti ve transeksüellere yönelik saldırılar ise genellikle
mağdurların yarattığı tahrik sonucunda oluşan eylemler gibi sunuluyor. Açık bir
saldırıya ve çoğunlukla cinayete varan suçlar, medyada genellikle mağdurların
çıkardıkları olaylar sonucunda gerçekleşmiş, “doğal sonuçlar” olarak ele alınıyor ve
mağdurlar failin hassasiyetine dokunur ve cezalarını bulur şeklinde bir tablo
sunuluyor111. Böylelikle “Sevgilimi lezbiyen ilişki yaşadı diye öldürdüm”, “Ters ilişki
teklif etti öldürdüm” “Facebookta tanıştı Travesti diye öldürdü” “Travesti kardeşe
kurşun” gibi bu tarz başlıklı haberler sadece failin ifadesiyle verilerek LGBTİ bireylere
yönelik şiddet meşrulaştırılıyor ve suçun altında yatan ayrımcılığın gizleniyor112.
107 Tuğrul Çomu-Mutlu Binark, “Yeni Medya Ortamlarında Nefret Söylemi”, Mahmut Çınar (Ed), Medya ve Nefret
Söylemi: Kavramlar Mecralar Tartışmalar, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları,2013, s.209.
108 “Sapkınlar liselere el att”, Yeni Akit, 01 Mart 2014
http://www.yeniakit.com.tr/haber/sapkinlar-liselere-el-atti-12254.html (03.05.2014)
109 “AÜ’de porno gösterimi”, Habervaktim 14 Nisan 2014
http://www.habervaktim.com/haber/367947/aude-porno-gosterimi.html (03.05.2014)
110 Kaos GL Derneği, “Nisan-Ağustos 2011 Arası LGBT Medya Raporu”, http://www.kaosgl.org/sayfa.php?id=9795
111 Kaos GL, “Nefret Suçları Kimin Sorunu? LGBT Bireyler, Nefret Söylemi ve Medyadaki Temsil” Yasemin
İnceoğlu (der), Nefret Söylemi ve Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, ss. 296-297.
112 Kaos GL Derneği, “Türkiye Medyası’nda Ekim 2011”, http://www.kaosgl.com/sayfa.php?id=10118
37
Ayrıca nefret söylemi HIV ile yaşayanlara karşı da üretiliyor. Murat Köylü,
HIV/AIDS ile Mücadelede En Büyük Sorun Virüs Değil, Önyargılar makalesinde,
medyanın kamu güvenliği gerekçesi sunarak HIV ile yaşayanları damgalayarak böylece,
neftet söylemini meşrulaştırdığını belirtiyor.113 Medya HIV/AIDS’i tedavisi mümkün
olmayan bir hastalık olarak sunmakta ve HIV ile yaşayanları tehlikeli, hastalıklı,
günahkar, sapkın bireyler olarak lanse ederek sürekli olarak ötekileştiriyor.114 Ayrıca,
AIDS’li, HIV’li sözcükleri ayrımcı ve ötekileştirici sözcükler olmalarına rağmen
medyada sık sık “AIDS’li hayat kadını şoku”, “AIDS’li çıktı 230 erkek teste koştu”
manşetlerine yer veriliyor. Dolayısıyla, Türkiye’de HIV/AIDS konusunda medyanın
haberleri veriş biçiminin genellikle HIV/AIDS ile yaşayan bireylerin eleştirisi niteliğinde
olduğunu söyleyebiliriz115.
Son olarak medyanın nefret söylemi üretimindeki rolünün ne denli önemli
olduğunu vurgulamak için Judith Butler’in sözlerini hatırlatmak gerekiyor. Judith Butler
göre nefret söylemini kullanan kişi sözlerinden sorumlu olsa dahi, esasen o sözlerin
yaratıcısı değildir. Çünkü kişi zaten kullanıma hazır bir dilden, önceden belirlenmiş
ötekileştirici imgelerden, ırkçı kelimelerden duruma en uygun olanları seçer ve böylece
seçtiği söylemlerle içinde yaşadığı toplumunun zihniyet yapısının belli parçalarını
tekrarlar, yeniden dolaşıma sokar. Dolayısıyla nefret söyleminin yazarı olduğunu
sandığımız kişi aslında o söylemin ürünüdür116. Öyleki, Hrant Dink cinayetinin tetikçisi
Ogün Samast Hrant Dink’i vurduktan sonra gurur ve övünçle söylediği “bir Ermeni
vurdum sözlerinin kendi yazarı değildir. İstanbul 2. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi’ne
gönderdiği mektupta Samast, kullanıldığını itiraf ederek, Dink’i hedef haline getiren
gazete manşetlerinin ve köşe yazılarının sorumlularının da yargılanması gerektiğini
aşağıdaki sözleriyle ifade etmiştir.
(..) “Bu süreç, Yasin Hayal'in okuttuğu yazılarla, beni sürüklediği kin ve nefret girdabında
kaybolmamla başladı. Dink'in yazdığı yazının bir kısmını manşet yapan Hürriyet ve Vatan'dı. Ben mi
yazdım Orhan Pamuk ve Dink'i vatan haini diye? Bize küfreden, bizi aşağılayan işte bunlar diye hedef
113 Murat Köylü “HIV/AIDS İle Mücadelede En Büyük Sorun Virüs Değil, Önyargılar”, Yasemin İnceoğlu (der),
Nefret Söylemi ve Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, s.338.
114 Yasemin İnceoğlu, “Bilgi Kaynağı Medya”, http://pozitifyasam.org/tr/pyd/bilgi-kaynagi-medya.html
115Pozitif Yaşam Derneği, “ Medyada Nefret Söylemi ve/ya Suçları: HIV/AIDS”, http://pozitifyasam.org/tr/medyada-
nefret-soylemi-ve-ya-suclari-hiv-aids.html
116 Arus Yumul, “Nefret Suçu Ya Da “Ölü Vicdanlar Ülkesi”, Mahmut Çınar (Ed), Medya ve Nefret Söylemi
Kavramlar Mecralar Tartışmalar, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları,2013, s132.
38
gösteren ben miydim? Emin Çölaşan o yazıyı yazmasaydı, o manşetler atılmasaydı bunlar yaşanmazdı.
(...) Çölaşan, Vatan ve Hürriyet gazetelerinde bu manşetleri atan yöneticilerden şikâyetçiyim.117"
Bu halde, Sabiha Gökçenin Ermeni asıllı olması haberi ile başlayan, Hrant Dink’e
301. maddeden dava açılmasıyla devam eden süreçte medyayı incelediğimizde;
“Hrant’ın hırlayışı”, “Ermeniye bak”, “Hrant Dink topla bavulunu git”, “Kovun
bunları”, “Hrant kaşıyor” başlıklarıyla çıkan haber ve köşe yazılarıyla medyanın Hrant
Dink’i gerçekten de nefret nesnesine dönüştürüp hedef haline getirdiğini
söyleyebiliriz118
.
117 “Katil Samast: Dink'i hedef gösterenler neden yargılanmıyor?”, Marksist.org. 5 Nisan 2011
http://www.marksist.org/haberler/3382-katil-samast-dinki-hedef-gosterenler-neden-yargilanmiyor (03.05.2014)
118 İnceoğlu- Sözeri, “Nefret Suçlarında Medyanın….., s.27-33.
39
III. BÖLÜM
NEFRET SUÇLARI KAVRAMINA GENEL BAKIŞ,
TÜRKİYE’DEN ÖRNEK VAKALAR VE NEFRET SUÇU’YLA
MÜCADELE
3.1. NEFRET SUÇU’NUN TANIMI
“Aşk Aşk Hürriyet Uzak Olsun Nefret” (LGBTİ’lerin Sloganı)
Günümüzde, uluslararası düzeyde nefret suçlarını tanımlayan ve yasaklayan
herhangi bir sözleşme veya düzenleme bulunmuyor. Mevcut düzenlemelerin önemli bir
bölümü ulusal niteliktedir veya bölgesel Organizasyonların geliştirdiği tanımlar söz
konusudur. Bu açıdan bakıldığında “nefret suçları”na ilişkin yegane kapsamlı tanım,
bölgesel bir hükümetler arası organizasyon olarak Avrupa Güvenlik Ve İşbirliği
Teşkilatı (AGİT) tarafından geliştirilmiştir. AGİT’in nefret tanımı şöyledir.
A) Nefret suçu, mağdur, mülk ya da suçun hedefi B şıkkında tanımlandığı gibi bir grupla
gerçek ya da varsayılan bağlantısı, ilgisi, ilişkisi, destekçisi ya da üyesi olduğu için seçilerek,
mülke ya da kişiye karşı işlenen herhangi bir suçu kapsamaktadır.
B) Grup üyelerinin genel özellikleri gerçek ya da varsayılan ırk, ulus ya da etnik orjin, dil, renk,
din, cinsiyet, yaş, fiziksel ya da zihinsel engellilik, cinsel kaynaklı ya da diğer benzer unsurlara
dayandırılabilir119.
2012 yılının başında Türkiye’de kurulan ve toplam 62 sivil toplum kuruluşunu
kapsayan “Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformu” ise nefret suçu tanımını biraz
daha genişleterek, şu şekilde ifade eder:
Belirli ortak karakteristikleri bulunan birey ve gruplara veya onların mülklerine yönelik
önyargılarla işlenmiş suçlara nefret suçu denir. Nefret suçları dünya çapında başta etnik, ulusal ve dini
kimlik, cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli olmak üzere; sağlık durumu zihinsel ya da
fiziksel engellilik, toplumsal statü, siyasi veya felsefi görüş eğitim durumu gibi özelliklere yönelik
işlenmektedir120.
Melek Göregenli nefret suçlarını diğer suçlardan ozel olarak, “bir toplumda
gruplar arası ilişkilerin yaşanma biciminden kaynaklanan ve gruplar arası ilişkiler
sonucunda oluşan şiddet konusuyla doğrudan ilişkili” olarak görür. Nefret suçlarına
neden olan, saldırganların kişisel motivasyonları değil; saldırganların mağdurun ait
119Atanan, “Nefret Suçlarını Farklı Yaklaşımlar…………, s.60
120 Sosyal Değişim Derneği, “ Nefret Suçu ve Söylemi İzleme Rehberi”, İstanbul: 2012, s.7.
40
olduğu gruba yönelik onyargıları, ayrımcılık ve yanlılıklarıdır121. Yasemin İnceoğlu ise
nefret suçlarının virüs gibi bulaşıcı bir yanının olduğuna dikkat çekerek nefret suçlarını
“çağın epidemisi” olarak adlandırır. Ve bu virüsün en çok medya aracılığıyla
yayıldığından söz eder122.
Nefret suçları kavramı 1980’lerde Medeni Hak Hareketi (Civil Rights
Movement) tarafından ilk önce ABD’de geliştirilmiştir. Hassas birey ve toplulukları
nefretten kaynaklı suçlardan korumak amacıyla 1981 yılında Anti –İftira Ligi, Ulusal
Gey ve Lezbiyen Görev Gücü Vakfı, Önyargı ve Şiddet için Ulusal Enstitüsü ve Güney
Yoksulluk Hukuk Merkezi birlikte bir yasa hazırlamıştır. Tasarı başlıca şu amaçlar için
hazırlanmıştır:
Kurumlar vandalizmden korunsunlar
Mağdurların belirli özelliklerinden ötürü işlenen suçlara arttıtılmış ceza verilsin
Bu tür suçlarda mağdurlar tazminat davası da açabilsin
Bu suçlar hakkında ülke çapında veri toplansın
Bu yasa tasarısının bir ya da birden çok konusu birçok devlette yürürlüğe konululup,
1993 yılında ise ABD Yüksek Mahkemesi tarafından anayasaya uygun bulunmuştur.
Buna göre belirli suçlara iki hatta üç misli ceza verilebiliyor123.
Nefret suçları daha sonra 1990’lı yıllardan itibaren Avrupa’da tartışılmaya
başlandı ve cinsiyet, cinsel yönelim temelinde gerçekleştirilen saldırılır da bu kapsamda
ele alınarak nefret suçlarıyla mücadele önemli bir yol katedildi. Gelinen son aşamada
artık Avrupa'da 2001 yılından bu yana nefret suçları "siyasi motifli suç" olarak kabul
ediliyor124.
Bu bağlamda nefret suçları teriminin bu kadar yakın bir tarihte kullanılmaya
başlanması, bu suçların daha önceki tarihlerde işlenmediği anlamına gelmiyor. Zira,
nefret suçları 20. Yüzyıl boyunca yaygın olarak işlenen bir suç. Aslında yeni olan şey;
ırkçılık, milliyetçilik, antisemitizm ve cinsiyetçilik gibi konularda ortaya çıkan yeni
toplumsal hareketler ve bu hareketlerin nefret suçlarına yönelik vermeye başladığı
mücadeledir. Bu hareketlerin oluşturduğu siyasi zemin ve mücadele başta ABD olmak
121 Melek Göregenli, Pelin Karakuş, “Türkiye’deki LGBT Bireylerin Günlük Yaşamlarında Maruz Kaldığı
Heteroseksist Ayrımcı Tutum ve Uygulamalar” , Anti Homofobi Kitabı 3, Ankara: Kaos GL, 2011, s.53. 125”Çağın Epidemisi Nefret Suçları”, Radikal, 20 Mart 2010
http://www.radikal.com.tr/hayat/cagin_epidemisi_nefret_suclari-986620 (14.05.2014)
123 Taner Kılıç, “Nefret Suçları ile Mücadelede Bir Örnek: Güney Yoksulluk Hukuk Merkezi (SLPC) ” Yasemin
İnceoğlu (der), Nefret Söylemi ve Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, ss. 173-174.
124 Cemalettin Gürler, “Nefret Suçları ve İş Hayatı”, Ankara Barosu Dergisi, Sayı:68, 2010, s.261.
41
üzere batı ülkelerinde önyargılı motivasyonla işlenen suçlar konusunda farkındalık
yaratılmasına neden oldu125.
Bir suçun nefret suçu olup olmadığına karar verirken iki unsuru göz önünde
bulundurmamız gerekiyor. Nefret suçlarının birinci unsuru, sıradan ceza kanunları
kapsamında suç oluşturan bir eylemin varlığıdır. Ülkelerin yasalarında bazı farklılıklar
bulunmasına rağmen, söz konusu bu eylemlerde benzerlik taşıyan şey genellikle bu
eylemlerin şiddet içermesidir. Nefret suçuna ilişkin ikinci unsur önyargılardır. Suçu
işleyen, koruma altındaki özelliği kasıtlı olarak hedef seçmiştir. Hedef bir ya da birden
fazla kişi ya da belli özellikleri paylaşan bir grupla özdeşleşmiş mülkiyet olabilir.
Koruma altındaki özellik ise, bir grup tarafından paylaşılan ırk, din, dil, etnisite, ulus
gibi özelliklerdir. Dolayısıyla nefret suçları “önyargı suçları”dır. Önyargılı bir
motivasyonla birlikte cezai bir suçun işlenmiş olmasını gerektirir. Bu özelliği ise onu
sıradan suçlardan ayırır126. Örneğin; kundakçılık suçunda amaç bir evin yakılmasıdır.
Fakat bu yakma eylemi, bir önyargı veya nefret ile hareket edilerek gerçekleştirildiği
takdirde nefret suçunda söz edebiliriz. Her suç böyle bir saikle gerçekleştirildiğinde
nefret suçu olarak adlandırılabilir, ancak belli gruplara mensup kişilere karşı işlenen her
suç sadece bu kişilere karşı işlenmiş olmasından dolayı nefret suçu olarak kabul
edilemez127.
Çok çeşitli biçimlerde karşılaşılabilecek olan nefret suçlarının işlenme biçimi
fiziksel saldırı, şiddet ya da saldırı tehditleri, taciz, mülke ya da eşyalara zarar verme,
ırkçı nefret içerikli ya da saldırgan duvar yazıları, kundaklama, saldırgan broşürler ve
posterler, okulda ya da iş yerinde zorbalık yapma şeklinde özetlenebilir. Fail ise nefret
suçunu sayısız sebeple işlemiş olabilir. Failin öfkesi, şiddeti, hınç, kıskançlık ya da
akranları arasında onay görme tutkusu gibi nedenlerden kaynaklanabileceği gibi, failin
hedefindeki bireyle ilgili herhangi bir hissi olmamasına rağmen bireyin ait olduğu grup
hakkında düşmanca düşünceleri ya da hisleri olabilir ya da fail kendisini ait hissetiği
grup dışında kalan herkese düşmanlık besleyebilir ve düşmanlık beslediği grup
125Algan-Şensever, “Ulusal Basında…, s.9
126 Ataman, “Nefret Suçlarını Farklı Yaklaşımlar…..,, s.61.
127 Ulaş Karan, “Nefret Suçlarından Ne Anlıyoruz”, Ayşe Çavdar (ed) Nefret Suçları ve Nefret Söylemi, İstanbul:
Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, s.57.
129Senem Doğanoğlu “Adaletin “LGBT” Hali”, LGBT Hakları Platformu,
(http://www.kaosgldernegi.org/resim/kutuphane/dl/adaletin_lgbt_hali.pdf)
130 Karan, “Nefret Suçlarından…..,, s.57.
42
zihninde olumsuzluk ifade eden örneğin mülteci gibi bir kavramı temsil ediyor
olabilir128.
Nefret suçları sadece kişilere karşı değil, mala karşı da işlenebilir. Mala karşı
işlenen suçlarda, malın belirli özellikleri taşıyan bir grupla olan ilişkisi esas alınır ve
failler ibadethane, halkevi, mezarlıklar gibi mekanlara sırf bu ilişki nedeniyle zarar
verebilir129. Örneğin, 21 Nisan 2005 tarihinde Ankara’da bulunan Uluslararası Protestan
Kilisesi “Türk İntikam Tugayı” imzalı mektupla tehdit edilip, ardından molotof kokteyli
atılarak yakılmak istendi130. 7 Ağustos 2007 tarihinde ise Diyarbakır Protestan
Kilisesi’ni ateşe verdiği iddia edilen şahıs hakkında dava açıldı131. 2014 yerel seçim
sürecinde ise Esenler, Urla, Sapanca, Fethiye, Tekirdağ gibi çeşitli yerlerde Hakların
Demokratik Partisi seçim bürolarına yapılan taşlı saldırılara şahit olduk132. Bu noktada
faillerin kişisel bir husumet nedeniyle değil, HDP’nin Kürtlerle olan ilişkisini esas
alarak seçim bürolarına saldırdıklarını söyleyebiliriz.
Nefret suçlarında failin mağdurdan kişisel olarak nefret etmesi gerekmez. Fail
kişisel olarak tanıdığı ya da hiç tanımadığı veya kişisel husumet beslemediği birine
karşı da aynı suçu işleyebilir. Çünkü fail için hedef alınan kişi ya da mal ile grup
karakteristikleri arasındaki ilişki önemlidir. Failin asıl hedefi, kendisine karşı suç
işlenen mağdur değil, o kişinin belirli ortak karakteristikleri paylaştığı gruptur. Örneğin,
travestilere düşmanlık besleyen bir fail, hiç tanımadığı bir kişiyi sırf travesti olduğu için
öldürebilir. Bu suç ilk etapda kasten öldürme suçu olarak gözükebilir. Fakat, mağdurun
öldürülme sebebi travesti olmasıdır. Bu durumda failin saiki, kasten öldürme suçunu
nefret suçuna dönüştürür133.
Nefret suçları karşımıza iki farklı şekilde de çıkabilir. Bir kişinin mensup
olmadığı gruba mensupmuş gibi algılanması durumu veyahut mağdurun belli bir gruba
130“ Protestan Kilisesine Tehdit Ardından Saldırı”, Bianet, 28 Nisan 2005
http://www.bianet.org/bianet/insan-haklari/60087-protestan-kilisesine-tehdit-ardindan-saldiri ( 14.05.2014)
131 “Kilise Yakma Girişimine Üç Yıl Hapis Talebi”, Radikal, 17 Eylül 2007
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=233123 (14.05.2014)
132 “HDP’ye Saldırı Bu Kez Tekirdağ’da”, Bianet, 10 Mart 2014
http://www.bianet.org/bianet/siyaset/154072-hdp-ye-saldiri-bu-kez-tekirdag-da (14.05.2014)
133 İnceoğlu, “Nefret Suçu Kavramı…., s.105.
43
yardım ettiği gerekçesiyle bir fiile maruz kaldığı durumlar da nefret suçu olarak ele
alınır. Bu bağlamda, fail suça konu olan kişinin ya da malın belirli bir grupla olan
ilişkisi konusunda hataya düşmüş olabilir. Mağdurun dahil olduğu grup konusunda
failin hataya düşmüş olması, failin söz konusu gruba karşı önyargı saikiyle hareket ettiği
gerçeğini değiştirmez dolayısıyla işlenen suç nefret suçudur. Örneğin bir grup genç,
eşcinsellerin gittiği bir barın önünden geçen orta yaşlı bir kişiyi, bardan çıkıyor
zannederek ve eşcinsel olduğu gerekçesiyle dövse, bu durumda mağdur eşcinsel olmasa
bile işlenen bu suç nefret suçudur. Çünkü failler mağdurun eşcinsel olduğu konusunda
yanılsalar bile, bu suçu eşcinsellere karşı önyargılı saikle hareket ederek işlemişlerdir.
Aynı zamanda suçun konusu olan ve hedef olarak belirlenen kişinin, o karakteristikleri
taşıyan grubun mensubu olması dahi aranmaz. Örneğin, LGBTİ bireylere düşmanlık
besleyen bir kişi, bu grubun avukatlığını yaptığı için bir kişiyi yaralarsa, bu fiil nefret
suçu olarak değerlendirilir134.
3.2. NEFRET SUÇU’NUN TESPİTİ
Nefret suçu konusunda en önemli sorulardan birisi de nefret suçunun nasıl tespit
edileceği ve nasıl belirleneceğidir. Nefret suçunu diğer suçlardan ayıran özelliğinin
önyargılı bir motivasyonla işlenmesi olduğundan söz etmiştik. Bu nedenle nefret
suçunun tespitinde önyargı göstergeleri dediğimiz araçlar büyük önem taşır. Önyargı
göstergelerinden en önemlisi mağdurun algısı ve ifadesidir. Mağdur olayın meydana
geliş şeklini, saldırganların tavrını göz önüne alarak olayın önyargılı bir şekilde işlenip
işlenmediği konusunda görüş ileri sürebilir. Mağdurun ifade vermesinin mümkün
olmadığı durumlarda tanıkların ifadesine başvurularak bu vakanın bir önyargı/nefret
saikiyle mi gerçekleştiği yönünde bilgi edinilebilir. İkinci gösterge failin olay
sırasındaki davranışları, olayı gerçekleştirirken sarf ettiği sözler, kullandığı semboller,
jestler, duvar yazıları hatta vermek istemeye çalıştığı mesajdır. Bütün bunlar failin olayı
önyargılı bir saikle gerçekleştirdiğinin göstergesi olabilir. Bize önyargı konusunda
ipucu verecek diğer önemli önyargı göstergeler ise fail ve mağdur arasında ırksal dinsel
etnik/ulusal köken ya da cinsel yönelim bakımından fark olup olmadığı, mağdur grup ile
failin grubu arasında geçmişten gelen bir husumetin bulunup bulunmadığı, olayın
meydana geldiği bölgede mağdurun mensubu olduğu grubun diğer gruplara nazaran
azınlık teşkil edip etmediği, olayın dini bayram, ulusal bayram gibi özel öneme sahip bir
134 İnceoğlu, a.g.e., ss. 105-106
44
tarihte meydana gelip gelmediği, daha önce benzer olayların gerçekleşip
gerçekleşmediği, olaya örgütlü bir nefret grubunun karışıp karışmadığı gibi hususlardır.
Son olarak, saldırılan malın niteliğine örneğin hedef malın kilise, sinagog, mezarlık gibi
dini veya diğer sembolik bir öneme sahip olup olmaması önemli bir gösterge olabilir135.
Yukarıda ele aldığımız göstergeler bağlamında dikkat edilmesi gereken bir husus
da nefret suçlarının sadece azınlıklıkların mensubu olan kişilere yönelik bir saldırı
olmadığıdır. Nefret suçları genellikle azınlık gruplarına karşı işlenen suçlar olmakla
birlikte, çoğunlukta yer alan gruplara yönelik de işlenebilmektedir. Bu durumda
genellikle aşağıdaki durumlar söz konusudur:
- Fail bir azınlık grubuna üye olabilir,
- Hedef bir çoğunluk grubunun üyesi olduğu için seçilebilir,
- Hem fail hem de hedef farklı azınlık grupların üyesi olabilir136.
Asuman Aytekin İnceoğlu ise neftet saikinin, nefret suçlarında aranan bir unsur
olmadığı konusunda bizi uyarıyor. Örneğin 13 Eylül 2001 tarihinde caminin önüne
park edilmiş iki aracı gaz dökerek yakan sonrasında ise camiden çıkan kişilere ateş eden
şahıs, kendisine sorulan “Müslümanlardan nefret mi ediyorsun?” sorusuna “ hayır ben
Müslümanlardan nefret etmiyorum ama 11 Eylül’de New York’ta gerçekleşen terörist
saldırıya karşı kızgınım” şeklinde cevap verir. Ayrıca belirtmeliyiz ki nefret her suçta
olabilir. Örneğin bir koca karısını ya da karısı kocasını nefret ettiği için öldürebilir. Ama
bu kuşkusuz nefret suçu olduğu anlamına gelmez. Çünkü burada önemli olan mağdurun
birtakım ayırtedici özellikleri yüzünden mağdura karşı suç işlenmesidir. Bu noktada
İnceoğlu, eğer böyle bi şeyin varlığı söz konusu değilse nefret suçunun da söz konusu
olamayacağını belirtiyor137.
Fakat mevzuatlarına nefret suçunu dahil eden ülkelerin yaptıktıkları yasalara
baktığımızda, Düşmanlık Modeli ve Ayrımcı Seçim Modeli gibi iki farklı metod
uyguladıklarını görüyoruz. Bazı ülkeler Düşmanlık Modeli olarak adlandırılan ve failin
suçu işlerken nefret duygusu içerisinde olduğunun ispatını zorunlu gören yasaları
mevzuatlarına dâhil ederlerken, bazı ülkeler; Ayrımcı Seçim Modeli yani failin suçu
135 Tankut Taşkın Soykan, “Nefret Suçu Kavramı”, Nefret Suçlarıyla Mücadele Toplantıları, İnsan Hakları
Gündemi Derneği, 2010, ss. 50-52
136 Hakan Ataman, Orhan Kemal Cengiz, “Türkiyede Nefret Suçları” Ankara: İnsan Hakları Gündemi Derneği,
2009, s.13.
137 Asuman Aytekin İnceoğlu, “Nefret Suçu Kavramı ve Türk Ceza Hukukundaki Yeri”, Nefret Suçlarıyla
Mücadele Toplantıları, İnsan Hakları Gündemi Derneği, 2010, ss.83-84
45
işlerken belirli bir kimliğe sahip kişileri hedef aldığı ancak nefret duygusunun ispatının
aranmadığı bir yasal düzenlemeyi benimsemişlerdir. Düşmanlık Modelinin önyargı
saiki mevcut mu sorusuna cevabı; fail suçu işlerken nefret ve düşmanca hareket
ediyorsa “evet”tir. Ayrımcı Seçim Modelinde ise mağdurun kimliğinden dolayı hedef
seçilmiş olması önyargı saikinin kanıtı için yeterlidir ve nefret duygusu aranmaz. Bu
noktada, Ayrımcı Seçim Modeli’nin, nefret suçlarıyla mücadele daha etkili bir yöntem
olduğunu belirtmeliyiz. Mesela; gey olduğu için yeterince güçlü olmayacağını
varsaydıkları birine saldıran cüzdanını alan failler bizzat nefret duygusu içerisinde
olmadan, hedeflerini ait olduğu kimlikten dolayı seçmişlerdir. Dolayısıyla bu örnekte,
Düşmanlık Modeli’ne göre nefret suçu oluşmazken, Ayrımcı Seçim Modeli’ne göre
oluşur138
3.3 TÜRKİYE’DEN ÖRNEK VAKALAR
3.3.1. Hrant Dink Cinayeti
19 Ocak 2007 tarihinde gazete binasının önünde, hayatında hiç görmediği hiç
tanışmadığı biri tarafından silahla ensesinden vurularak öldürülen Ermeni gazeteci
Hrant Dink, Türkçe Ermenice yayın yapan Agos gazetesinin kurucusu ve genel yayın
yönetmeniydi. Bir suçun nefret suçu olarak değerlendirebilmesi için önyargı saikinin
bulunmasının gerekliliğinden, önyargının tespit edilmesinde ise, mağdurun ve görgü
tanıklarının algısının, failin olayı gerçekleştirirken seçtiği kelimelerin büyük önem
taşıdığını ifade etmiştik. Öyle ki Hrant dink’i öldüren silahın tetikçisi, görgü tanıklarının
ifadesine göre, geber Ermeni diye ateşlemiş. Hrant dink yere düşerken bu kez Ermeniyi
öldürdüm diye bağırarak kaçmıştı139. Kaldı ki sanıkların hemen hepsinin Hrant Dink’in
yaşadığı şehirden uzak bir kentte Trabzonda yaşıyor olması, hiçbirinin Hrant Dinkle
şahsen tanışmıyor olması, bu suçun kurbana kişisel bir meseleden duyulan düşmanlık
sonucunda değil de, kurbanın bizzat Ermeni kimliğinden nefret edilerek işlendiğini
açıkça gösteriyor. Çünkü Nefret suçlarında fail hedefini seçerken kurbanın kim
olduğunu önemsemez ne olduğunu önemser. Bu bağlamda Ogün Samast sorgularında
138 Kaos Gl, Siyah Pembe Üçgen İzmir, Pembe Hayat “LGBT Nefret Suçları 2010”,
http://www.kaosgldernegi.org/resim/kutuphane/dl/nefret_suclari_raporu_2010.pdf s.4
139 “Ogün Geber Ermeni Diye Bağırdı”, Habertürk, 06 Temmuz 2009
http://www.haberturk.com/gundem/haber/157317-ogun-geber-ermeni-diye-bagirdi (14.05.2014)
46
Hrant Dink’i tanımadığını onun resmini internetten bulduğunu, yazdığı yazıların kanına
dokunduğunu hatta adını bile bilmediğini ( biz onu krant biliyorduk) belirtmişti140.
Hrant Dink cinayetine giden süreci “Yargı Söylemi ya da Hukukun Hakikati”
makalesinde anlatan Fethiye Çetin; Hrant Dink’in Ermenistanla Tanışmak başlıklı
sekizinci makale yazı dizisinde kullandığı “Türkten boşalacak o zehirli kanın yerini
dolduracak temiz kan Ermeni’nin Ermenistanla kuracağı asil damarlarında mevcuttur,
yeter ki bu mevcudiyetin farkında olunsun” cümlesi yüzünden yoğun düşmanlık içeren
saldırgan bir kampanyaya maruz kaldığını belirtiyor. Oysa Diaspora Ermenileri arasında
tartışılan kimlik sorunu konusunda, Türkiye Ermenilerini bilgilendirmek amacıyla sekiz
makaleden oluşan bu yazı dizinsinde bütün makaleler birbirine bağlı ve her bir makale
bir öncekinde ifade edilen fikirleri tekrar ederek başlıyordu ve özenle cımbızlanan bu
cümleyle anlatılmak istenen aslında “Ermenilerdeki Türk algısı ve diaspora
Ermenileri’nin 1915’te yaşananların Türkler tarafından soykırım olarak tanınması
yönündeki çabasının saplantılı oluşuydu”. Yanlış anlaşılan belki de yanlış anlaşılmak
istenen bu cümleler yüzünde bir takım kişiler Hrant Dink’in Türklere hakaret ettiğini ve
bu nedenle şikayetçi olduklarını bildiren tek tip dilekçelerle savcılığa başvurdular.
Ermeni azınlığa karşı düşmanlık ve nefret söylemi içeren bu dilekçelerde
Ermeniler dış mihraklarla işbirliği yapan hainler olarak nitelenirken, türk kelimesinin
başına koyulan asil kelimesiyle ise Ermeniler karşısında Türkler yüceltilmekteydi.
Hrant dink, asil türk milletine hayasızca, pervasızca, ağzının salyası aka aka saldırarak
hakaret etmektedir. (Devamında Ermenileri kastederek) taşımış oldukları kanın şiarından olacak ki dış
mihrakların da tahrikleri ile her fırsata isyan ve ihanet içinde bulunmuşlardı. Hrant dink yazısında
ırkçılık yaparak Asala terör örgütü ve taşnak komiteciliğini hortlatarak güzel ülkemizde isyana ve
teröre teşvik amacı güderek huzuru bozmayı amaçlamaktadır.141
Bu olaydan sonra Hrant Dink, başının medyanın çektiği yoğun bir ayrımcılık,
düşmanlık ve nefret söylemine tutuldu. Böylelikle, Hrant Dink’i hedef haline getiren
nefret içerikli cümlelerle nefret suçuna giden yolun taşları döşenmiş oldu
Önce Vatan Gazetesinde, “Darwin’i haklı çıkaran ilkel numune, varlık olArak
maymun genlerini taşıyan ruh, orangutan maymununun dahi tiksinti duyduğu Hrant
140 Cengiz Algan, “Nefret Suçlarıyla Mücadelede Sivil Toplum Örgütlerinin Rolü”, Yasemin İnceoğlu (der), Nefret
Söylemi ve Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, ss.156-157.
141 Fethiye Çetin,”Yargı Söylemi ya da Hukukin Hakikati”, Yasemin İnceoğlu (der), Nefret Söylemi ve Nefret
Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, ss.128-130.
47
Dink” “Türklüğe hırlayan Hrant’ın kafasına dank edecek bir kanun olmalı” gibi ağır
hakaretler içeren ifadeler kullanıldı. Yeniçağ Gazetesinde ise Hrant Dink’in “aleni
düşmanlığa meyil ettiği” iddia edildi. Deniz Som, Hrant’ın daha sonra 301. maddeden
mahkum olmasına neden olan o meşhur yazısını sütunlarına aldı ve Hrant Dink’i faşist
hatta ileri derecede faşist olmakla suçladı. Ortadoğu Gazetesi’nde Alican Satılmış
kaleme aldığı yazıda Dink’e yönelik düşmanlık duygularını ise “(…)AKP iktidarından
cesaret alan bazı hainler, içlerindeki zehiri kusmaya başlamışlardır” şeklinde
açıkladı142.
“Hrant Dink’in hedef haline gelen bir siyasal figüre dönüştürülmesini”, kamuoyu
oluşturma mekanizmalarının en etkilisi olan medyadan izleyen Kemal Göktaş Türk
milliyetçiliğinin Türkiyede kamusal alanın temel değeri olduğunu vurguluyor ve ırkçı
ideolojinin argümanlarının “milli birlik ve beraberlik” söylemiyle sunulduğunun altını
çiziyor143. Bu noktada kamusal alanda ancak öteki olarak varolan azınlıklar, anayasal
çerçevenin çizdiği vatandaşlık tanımının bile gerisinde, ırkçı bir ayrımcılığın
hedefindedirler. Öyle ki, Hrant Dink cinayetinden sonra futbol maçlarında stadyumu
dolduran kalabalıklar Ogün Samast’ın Hrant Dink’i vurduğu sırada giydiği beyaz bereyi
giyerek cinayeti onayladıklarına dair mesaj verdiler. Trabzonspor ve Kayserispor
klüpleri arasındaki futbol karşılaşmasında ise “Biz Türküz, Biz Trabzonluyuz, Hepimiz
Mustafa Kemaliz” pankartları açıldı. Bunun yanı sıra Ogün Samast için üretilen Ogün
Samastla beraber Atatürk, şehit cenazeleri, Türk bayrağı, silah, Kuran gibi
görüntülerden oluşturulan videolar internette dolaşıma sokuldu. En çarpıcı olanı ise,
jandarma ve polislerin Türk bayrağı ve üstünde Atatürk’ün “vatan toprağı kutsaldır.
Kaderine terk edilemez” sözünün olduğu bir posterin önünde Ogün Samastla beraber
fotoğraf çektirmeleriydi144.
Cinayet öncesi Hrant Dink’i hedef göstermeye çekinmeyen medya ise, cinayet
sonrası mağdurun etnik kimliğinin cinayetle ilişkisine hiç değinmeyerek, cinayeti bir
“sabotaj”, “komplo”, “karanlık ellerin işi”, “istikrara karşı” , “amaçlı bir eylem” olarak
adlandırdı. Zaman Gazetesi, “Türkiye’yi Sabote eden cinayet” (21.01.2007), “Ülkenin
142 Kemal Göktaş”Medyanın Hrant Dink’i Hedef Haline Getirmesi” Ayşe Çavdar (ed) Nefret Suçları ve Nefret
Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, ss 92-95. 143 Kemal Göktaş, “Basının Kamuoyu Oluşturması, Örnek Olay: Hrant Dink’in Hedef Haline Gelen Bir Siyasi Figüre
Dönüştürülmesi”, Hrant Dink Cinayeti: Medya, Yargı, Devlet”, İstanbul: Günc el Yayınları, 2009, ss.59-60.
144 Nurseli Yeşim Sünbüloğlu, “ Beyaz Bereler, “Karadeniz Güzellemesi” “Av Hatırası”, Hrant Dink Cinayeti
Sonrasında Ortaya Çıkan Milliyetçi Tepkiler, Hegemonik Erkeklik ve Medya, “Medya Milliyetçilik Şiddet”,
İstanbul: Su yayınları, 2009, ss.112-115.
48
İstikrarına Kurşun Sıkıldı” ( 20.01.2007)başlıklarıyla cinayeti ele alırken, Hürriyet
Gazetesi “Karanlık eller yine bizi seçti” (20.01.2007), “Dink komplosu”( 23.01.2007)
başlıklarını attı. Ayrıca, “Dink’i vurdular” yerine “Türkiye’yi vurdular” anlatıma
başvuran basın, mağdurun etnik kimliğini görmemekle de kalmadı. Atılan “Bu kurşun
Türkiye’ye sıkıldı” (Zaman, 20.01.2007), “Kurşun Türkiye’nin huzura
sıkılmıştır”(Sonsöz, 21. 01. 2007) başlıklarıyla mağdurun birey olarak varlığını da yok
saydı145.
3.3.2. Zirve Yayınevi Katliamı
Hrant dink cinayetinden yaklaşık üç ay sonra işlenen bir başka katliam da tipik
nefret cinayetlerindendi. Malatya'da 18 Nisan 2007'de incil basımı yapan Zirve
Yayınevi'nde çalışan Alman uyruklu Tilman Ekkehart Geske ile Necati Aydın ve Uğur
Yüksel boğazları kesilerek öldürüldü. Suçüstü yakalanan ve cinayeti itiraf eden katiller
öldürdükleri kişilerin misyoner faaliyetlerinden rahatsızlık duyduklarını belirttiler.
Tatbikat sırasında failler kurbanlara “953 kiliseniz var” “Fuhuşa düşürdüğünüz kızların
hesabını size Allah soracak, ben değil” sözlerini sarf ettiklerini açıklarken başka bir fail
“Hepsini konuşturduktan sonra internetten Kur'an CD'si dinletecektim” açıklamasında
bulundu146. Faillerin olayı gerçekleştirirken kullandığı bu cümleler bize bu cinayetin
önyargılı bir motivasyonla işlendiğini gösterir. Fail Emre Günaydın Malatyada 50 kadar
kilise bulunduğunu ve Malatya’da faaliyet gösteren misyonerlerin Müslümanların dinini
değiştirip Hıristiyan yapmayı, kadınları yoldan çıkartmayı, Türklerin soyunu kurutmayı
amaçladığını ifadesinde açıkça belirtti. Bir başka fail ise savunmasında, “Emre bana
misyonerleri, kadınlarımıza, kızlarımıza tecavüz eden ve PKK ile ortak işler yapan
kişiler olarak anlatmıştı” ifadesinde bulundu147. Dolayısıyla faillerin verdiği bu
ifadelerden öldürdükleri kişileri daha önce tanımadıklarını aralarında kişisel hiçbir
husumetin olmadığını, onları Hristiyan kimliklerine ve misyoner faaliyetlere duydukları
önyargı ve nefret sonucu öldürdükleri ortaya çıkıyor. Üçü de erkek olan kurbanlardan
birinin cinsel organını keserek yani kendilerince kurbanı sünnet ederek ölmeden önce
zorla müslümanlaştırmaya çalışmaları ise sahip oldukları önyargı ve nefreti doğruluyor.
145 Eser Köker, Ülkü Doğanay, “Türkiye’yi Vurdular: Yazılı Basının Hrant Dink Cinayetini Adlandıramaması”,
Ayşe Çavdar (ed), Nefret Suçları ve Nefret Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, s.104.
146“Zirve Yayınevi katliamından kan donduran itiraflar”, Habertürk, 19 Ekim 2010
http://www.haberturk.com/yasam/haber/562705-zirve-yayinevi-katliamindan-kan-donduran-itiraflar (15.05.2014) 147 Serap Işık, “ İlk Açılan 7 Sanıklı Kamu Davası”, http://failibelli.org/davalar/zirve-yayinevi-davasi/
49
Bu durumda, zanlıların Müslüman ve kurbanların Hristiyan olarak farklı dinsel gruplara
mensup olması, vakanın kurbanların ait olduğu grubun çalışmalarını yaptığı Zirve
Yayınevinde gerçekleşmesi, kurbanların ait olduğu Hristiyan kimliğin Malatyada
Müslümanlara göre sayıca çok daha az bir durumda olması Zirve Yayınevi katliamının
bir nefret suçu olduğunu kanıtlar nitelikte.
Cinayetten önce ise Malatyada Hristiyanların birer hedef haline getirilmesinde
medyanın büyük rolü olduğunu belirtmeliyiz. Malatya basınında bir yandan
misyonerlerin Türkiye genelinde yaptıkları faaliyetlere yer veriliyor, “dinin elden
gittiği”, “Müslümanların tek tek din değiştirdiği” yazılıyor ve bu faaliyetlerin önemli
merkezlerinden birinin Malatya olduğu anlatılıyordu. Öyle ki, 4 Şubat 2005 tarihli
bakış gazetesinin manşeti “Mahalle mahalle kilise evler “başlığını taşıyor ve içeriğinde
de Malatyada 48 kilise ev bulunduğu belirtiliyordu. “Hangi mahallede kaç ev var “ ara
başlığında ise tek tek mahalle isimleri sıranlanmıştı. Gazetenin genel yayın yönetmeni
tarafından kaleme alınan bir başka yazının başlığı ise “ Dinini kaç kuruşa değiştirdin
şeklindeydi”. Yazının içeriğinde Malatya’ da insanların 100 dolar karşılığında din
değiştirdiği idda edilirken, devlet görevlilerinin bir şey yapmadıklarından yakınılıyor ve
Türk gençliğinin elden gittiğinden bahsediliyordu. 2005 yılı Şubat ayındaki yayınlar ise
doğrudan tehdit içeren yorumları da kapsamaya başladı. “misyonerlik faaliyetlerine
devam ederseniz dükkanlarınız kundaklanır, 12 Eylül’den de beter günler yaşanır”
türünden cümleler bile sarf ediliyordu. Bu bağlamda, Malatyada misyonerlere karşı
yaratılan bu olumsuz atmosferde, faillerden Emre Günaydın’ın mahkeme başkanının
nasıl oldu da misyonerlerle ilgili bu kadar kafa yordun sorusuna “ efendim gazeteler
yazıyordu, internette okumuştum. Ben de bundan ötürü merak ettim yanıtını vermesi
şaşırtıcı olmamıştır148.
Son olarak, Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De Girişimi üyesi Cengiz Algan çarpıcı
bir noktaya dikkat çekerek Zirve Yayınevi davasında savcılığın iddianamedeki
sayfaların büyük çoğunluğunu misyoner faaliyetlere ayırdığını belirtiyor. Davanın
öldürenlerin silahı üzerinden, örgütlü olup olmaması üzerinden değil de artık ortadan
kaldırılımış olan insanları hala suçlamaya yönelik bir tavırla yürütülmeye çalışılmasını
nefretin devletin içine sinmiş ve öğretilir bir durumda olmasıyla açıklıyor149.
148 Bülent KutluTürk, “Zirve: Geliyorum Diyen Katliam”, Ayşe Çavdar (ed), Nefret Suçları ve Nefret Söylemi,
İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, ss.122-130.
149 Ataman, Cengiz, “Türkiye’de Nefret…., s.43.
50
3.3.3. Manisa Selendi’de Romanlara Linç
2011 yılbaşı gecesi Manisa Selendi’de bir kahvehanede “Çingeneye çay yok
denmesiyle” başlayan gerginlik kavgaya dönüşüp, sonrasında yaklaşık bin kişi
Romanların yaşadığı bölgeye saldırdı. Romanların evleri, çadırları, araçları tahrip edilip
“Selendi bizimdir bizim kalacak”, “Selendi’de roman istemiyoruz” sloganları atıldı150.
Romanların ilçeden sürülmelerine de neden olan Romanlara yönelik bu linç
kampanyasını nefret suçu olarak değerlendirebiliriz. Nitekim, saldırganların olayı
gerçekleştirirken “Romanları istemiyoruz” “vurun Çingeneye” gibi sarfettiği sözler,
mağdur Roman vatandaşların olayın meydana geliş şekline yönelik algısı, Romanların
Selendi’de azınlık teşkil etmesi ve son olarak mağdur ve faillerin karakteristik
özelliklerinin farklı oluşu Selendi’de Romanlara yönelik kitlesel şiddetin önyargı
sonucunda oluştuğunu gösteriyor.
Yaşanan olayı iki mağdur Roman vatandaş şöyle anlatmıştır:
- "Çok şeyler yaşandı. Torunlarım çocuklarım var ve onları kaybetme korkusu yaşadım.
Üzerimize yürüdüklerinde kimse de yapmayın demedi; ‘vurun Çingenlere’ diyorlardı. Ben de Türk
vatandaşıyım...
- “Olayların yılbaşı gecesinde sigaraya tartışmasıyla başladığını söylüyorlar; alakası yok.
Anlamak için o günü görmek lazım. Öyle bir şey ki anlatılması mümkün değil. Belediye Başkanı’nın
kışkırtması var. Belediye’nin imkanlarıyla arabalar tahrip edildi. Evlere saldırdılar ve subayımız
sayesinde canımızı kurtardık. 30 senedir oradayız ve aramızda husumet yoktu. Kavgamız olmadı. Bunu
yapan belediye başkanı. Manisa Valisi, bizimle yaptığı toplantıda, bize kağıtlar uzattı. ‘Kendi isteğimizle
gitmek istiyoruz’ dedirtmeye çalıştı. ‘Kendi isteğimizle terk ediyoruz diye yazın ve imzalayın’ dedi. Ben
bunu yapmadım...”151
Olaylarla ilgili, Roman Dernekleri Federasyonu için rapor hazırlığında olan
Akhisar Çağdaş Roman Derneği Başkanı Şener ise, hükümetin Roman çalıştayını
düzenlemesinin ardından Selendi’de Romanlara yönelik ayrımcılığın arttığını,
“kahvelere gelmesinler, çay vermeyeceğiz” benzeri sözlerin sarf edildiğini hatta kürtler
başkaldırdı romanlarda başkaldıracak algısının yaratıldığını öğrendiklerini aktardı152.
150 “Manisa’da ayrımcılık Romanlara ırkçı saldırıya dönüştü ”, Bianet, 06 Ocak 2010
http://www.bianet.org/bianet/insan-haklari/119309-manisa-da-ayrimcilik-romanlara-irkci-saldiriya-donustu
(15.05.2014)
151 “Romanların gözünden Selendi’deki linç olayları”, Radikal, 07 Ocak 2010
http://www.radikal.com.tr/turkiye/romanlarin_gozunden_selendideki_linc_olaylari-973222 (15.05.2014)
152 “Selendi’de Roman kalmadı”, Bianet, 07 Ocak 2010
51
Dolayısıyla, bu öfke mağdurların şahsına yönelik kişisel geçici bir öfke olmayıp,
Romanlara yönelik bir süreden beri beslenen önyargı ve olumsuz düşüncelerden
kaynaklanmıştır. 18 Roman ailesinin yaşanan bu olay sonucunda ilçeden ayrılmak
zorunda kalışı ise, bizlere nefret suçunun mağdurlara sadece fiziksel zarar vermekle
kalmadığını mağdurların yaşamları üzerinde ciddi tehdit ve engel oluşturduğunu açıkça
gösterir
3.3.4 Trans Cinayetleri
Melek Göregenli nefret suçlarında, suçun kurbanlarının “varoluşları nedeniyle”
saldırganlık içeren davranışlara maruz kaldıklarını belirtir. Kurbanlar bireysel, kişisel
özellikleri ya da edimleri yüzünden hedef seçilmemişlerdir, aksine ait oldukları grubun
varlığı, o gruba aidiyetleri nedeniyle nefret suçlarının hedefidirler. Dolayısıyla nefret
suçları kurbanların varoluşlarına yönelik bir tehdit olup, sadece saldırganların ya da
mağdurların değil toplumun tümünün yaşama biçimiyle, farklı gruplarla birlikte yaşama
anlayışıyla doğrudan ilişkili olduğu için bütünüyle politiktir. Bu durumda nefret
suçlarına hedef olmaktan korunmanın tek yolu, insanın varlık biçimini reddetmesi, ya
da en hafifinde varoluşunu görünmez kılmasından geçer. Çünkü nefret suçlarının
yarattığı tehdit ve korku ortamının olası mağdurlara mesajı açıktır “ya böyle var ol ya
da böyle olduğunu belli etme”. “Böyle olma, olduğun gibi olduğunda varlığımızı ve
iktidarımızı tehdit ediyorsun, yok olman ya da yok edilmen gerekiyor” ya da “Olduğun
gibi olmana hiç itirazım yok, ama gözümüze görünme, mahallende, gettonda, barında,
parkında, yatak odanda kal!”. Dolayısıyla bu söylemler bu haliyle, nefret suçlarının asıl
aktörü olan homofobik ve transfobik yaklaşımın temelini oluşturur153.
Foucault’ a göre iktidar ilişkileri kendilerini farklı biçimlerde üretirler. biyo-
iktidar normalden sapmaya referansla “ sapkın” kategorisini yaratır. Bu iktidar
mekanizmasının bu gruplar üzerinde tahakküm kurmak amacından daha başka bir amacı
vardır: geri kalanları korumak adına “sapkınları” ölüm riskine maruz bırakmak. Türkiye
bağlamında LGBTİ bireylerin maruz kaldığı nefret suçlarını ele aldığımızda, biyo-
iktidar mekanizmalarının “normal” ve “sapkın” kategorileri üzerinde işleyerek “sapkın”
olanın ölmesine normalin bekası adına izin verdiğini görüyoruz. Bu durumda sapkın
http://www.bianet.org/bianet/insan-haklari/119329-selendi-de-roman-kalmadi (15.05.2014)
153Melek Göregenli, “Nefret Suçları Kimin Sorunu”
http://www.nefretsoylemi.org/detay.asp?id=404&bolum=makale (28.03.2012)
52
olanların ölmelerine izin vermek, failerin de öldürmelerine izin vermek anlamına
geliyor154.
Bu bağlamda, Transgender Europe Küresel Raporuna baktığımızda 2013 yılında
dünyada 238 trans bireyin öldürüldüğünü, Türkiye’nin ise Avrupa'da en çok trans
cinayetinin işlendiği ülke olduğunu görüyoruz. 2008-2013 arasında Türkiye’de 34, trans
birey öldürüldü155. 2013 Temmuz sonu itibariyle ise ikisi İstanbul’da, biri Kuşadası, biri
de Düzce’de dört trans birey ve iki eşcinsel erkek öldürüldü156.
Kırmızı Şemsiye Derneği Başkanı Kemal Ördek trans cinayetlerinin işleniş
şekillerine dikkat çekerek, bu cinayetlerin tamamına yakınının failler tarafından vahşice
işlendiği belirtiyor. Onlarca bıçak darbesi, uzuvları vücuttan koparma, boğaz kesme ile
cinayet öncesi işkence ve tecavüz gibi fiiler trans bireylere yönelik nefretin ne boyutta
olduğunu gözler önüne seriyor. 3 Eylül 2010 da İstanbul Beşiktaş’ta bir trans birey, fail
tarafından onlarca defa bıçaklanmış ve sonra da cinsel organı vücuttan koparılmıştır.
Aynı şekilde Eda Yıldırım adında bir trans birey 23 Mart 2009 tarihinde bir çöp
konteynırında başı vücudundan koparılmış, kolları kesik halde bulunmuştur. Diğer bir
olayda ise Derya adlı bir trans 9 Şubat 2010 tarihinde antalyadaki evinde yüzü bıçak
darbeleriyle parçalanarak ve boğazı kesilerek öldürülmüştür. Çarpıcı bir başka nokta
ise, vakaların çoğunda failler trans bir birey öldürdükleri için mutlu olduklarını ya da
translardan nefret ettiklerini hiç çekinmeden dile getirmeleridir. Örneğin, 5 haziran
2008 tarihinde Aydın Kuşadasında bir trans bireyi sokak ortasında sırtından defalarca
bıçaklayarak öldüren şahıs kendisini gözaltına alan polislere “nasıl iyi etmişim değil
mi” diye sormuştur157.
Kimi zaman ise trans bireylere yönelik nefret herhangi bir önyargılı bireyin şiddet
eylemi olmaktan çıkıp, toplumu trans bireylerden temizlemek amacıyla gerçekleştirilen
toplu linç girişimlerine dönüşüyor. İstanbul Avcılar’daki Meis Sitesi’nin adı son birkaç
yıldır translara yönelik saldırılarla anılıyor. 2012 yılının Eylül ayında, Avcılar Meis
Sitesi sakinleri tarafından trans bireyler linç edilmek istendi. Bildiri dağıtarak Meis
154 Sumru Atuk, “Saldırgan Normallik”, Anti Homofobi Kitabı 3, Ankara: Kaos GL, 2011, ss.73-74.
155 “2013’te 238 Trans Öldürüldü”, Bianet, 14 Kasım 2013
http://bianet.org/bianet/lgbti/151296-2013-te-238-trans-olduruldu (15.05.2014)
156 “Beyoğlunda Nefret Cinayeti”, Bianet, 29 Temmuz 2013
http://bianet.org/bianet/lgbti/151296-2013-te-238-trans-olduruldu (15.05.2014)
157 Kemal Ördek, “Türkiye’de Trans Bireylere Yönelik Nefret Suçları”, Yasemin İnceoğlu (der), Nefret Söylemi ve
Nefret Suçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, ss.314-315.
53
Sitesi’nin önünde toplanan 50-60 kişilik grup tarafından “defolun burdan dönmeler”,”
namus için öldürür, canımızı veririrz”, “insan bile değiller” sloganları atıldı. Bu olay
sonucunda haftalar süren tehdit ve psikolojik tacizlere maruz kalan trans kadınların
yaşadıkları evler mühürlendi. Cinsiyet kimlikleri nedeniyle zaten ayrımcılığa uğrayan
kadınların bir de barınma hakları ellerinden alındı158.
3.4. NEFRET SUÇLARIYLA MÜCADELE
3.4.1. Nefret Suçlarıyla Neden Mücadele Edilmelidir?
Öncelikle, nefret suçları insan hakları fikrinin bizzat kendisine yönelik bir
saldırıdır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi başta olmak üzere, uluslararası düzeyde
kabul gören insan hakları sözleşmeleri, “bütün insanların onur ve haklar bakımından
eşit olduğunu” belirterek ayrımcılığı yasaklar ve eşitliği savunur. Tam da bu noktada
nefret suçları, insan hakları sözleşmelerinin temel argümanlarından biri olan eşitlik
ilkesinin ihlalini beraberinde getirir. Sonuçta, eşit toplumun diğer fertleriyle birlikte eşit
korunma hakkından yararlanamayan mağdurlar giderek artan oranda çalışma hakkı,
eğitim hakkı, sağlık hakkı, barınma hakkı gibi haklarından da mahrum kalırlar. Aynı
zamanda nefret suçları yaşama hakkını hiçe sayan, uluslararası insan hakları
sözleşmeleri tarafından garanti altna alınan, kişinin “zihinsel ve fiziksel bütünlük”
hakkına yönelik bir saldırıdır. Dolayısıyla, devletlerin nefret suçlarının önlenmesi için
üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmemesi; insan haklarını korumak için verdiği
sözleri ve yükümlülükleri yerine getirmediği anlamına gelir159.
Nefret suçlarının toplum üzerindeki etkisi sıradan suçlara göre daha derindir.
Nefret suçlarında hedef seçilen kişi bireysel özellikleri nedeniyle değil, grup aidiyeti
nedeniyle hedef seçilmiştir. Bu durumda bireyin başına gelen grubun herhangi bir
üyesinin de başına gelebilir. Çünkü fail kurbanın kimliğine saldırarak, kurbanın ait
olduğu topluluğun geneline gözdağı verir ve mesaj gönderir. Fail gönderdiği bu mesajla
kurbanına zarar verme nedeninin sadece ona karşı olmadığını, aynı zamanda onun
temsil ettiği gruba karşı da bir garezi olduğunu belirtir. Fail eğer homoseksüel birine
vurursa, saldırıya uğrayan yalnızca o kişinin homoseksüelliği değil, “homoseksüel olan
herkesin homoseksüelliğidir.” Dolayısıyla böyle bir durumda topluluğun diğer üyeleri
158 “Avcılarda Translara Yönelik Linç Girişimi”, Kaos GL, 7 Ekim 2012
http://www.kaosgl.com/sayfa.php?id=12444 (15.05.2014)
159 Ataman, “Nefret Suçlarını Farklı Yaklaşımlar…., s.77
54
de kendini tehdit altında, çaresiz hisseder ve zarar görecekleri endişesiyle günlük
rutinlerini, giyim tarzlarını, görünüşlerini değiştirip, belirli yerlere gitmekten ve belirli
işleri yapmaktan kaçınır160.
Bu bağlamda nefret suçları diğer suçlardan farklı olarak hem mağdurlar üzerinde
hem de toplumun geneli üzerinde psikolojik hasarlara yol açar. Nefret suçu sonucunda
kurbanlar maruz kaldıkları fiziksel zarar dışında, fiziksel zarar görme korkusu, kalıcı
stres gibi olumsuz psikolojik durumlarla da baş etmek durumunda kalırlar. Saldırının
etkisi saldırı anından çok daha uzun bir sürece yayılır ve saldırı kurbanlar üzerinde
güvenlik endişesi, öfke ve toplumdan uzaklaşma, nefrete kadar varabilen olumsuz
duygulara yol açar161.
Nefret suçlarına karşı kayıtsız kalınması ise, mağdurların toplum tarafından
önemsenmediği, yapılan saldırıların kabullenildiği anlamına gelir ve bu durum faillere
eylemlerine devam etmesi yönünde cesaret vererek, nefret suçlarının tekrarlanmasına,
şiddetin artmasına neden olur. Şiddetin hedefinde olan mağdur gruplar ise misilleme
yapmaya çalışabilir. Dolayısıyla, nefret suçları, ırk, etnik köken, cinsiyet, din gibi
farklılıklara bağlı olarak toplumun bölünmesine yol açabilir ve toplumsal çatışmayı
tetikler162. Tüm bu açıkladığımız gerekçelere dayanarak, hem bireysel hem toplumsal
güveliğin sağlanması amacıyla nefret suçlarıyla mücadele edilmelidir.
3.4.2. Nefret Suçlarıyla Nasıl Mücadele Edilmelidir?
Nefret suçlarıyla mücadelenin temel unsurlarında biri nefret suçlarının görünür
kılınmasıdır. Nefret suçlarının görünür hale getirilmesine yönelik çalışmalar, bu tür
suçların izlenmesini, verilerin toplanmasını ve değerlendirilerek raporlaştırılmasını
içerir. Bu çalışmalar sonucunda ulaşılan kapsamlı ve güvenilir veriler bizi problemin
derinliği, eğilimin ne yönde olduğu, nefret suçunun tarafları, en çok hangi grubun
mağdur edildiği konusunda bilgilendirir ve bu tür suçlara karşı mücadelede uygun
politikaların, stratejilerin belirlenmesini sağlar163.
160 Biplap Basu, “Nefret Suçlarının Önlenmesinde Sivil Toplumun Rolü”, Nefret Suçlarıyla Mücadele Toplantıları,
İnsan Hakları Gündemi Derneği, 2010, s.38.
161 Kaos Gl, “Nefret Suçları Kimin Sorunu…., s.294
162 İnceoğlu, “Nefret Suçu Kavramı…, s.109.
163 Sosyal Değişim Derneği, “Nefret Suçu……, s.13.
55
Verilerin doğru bir şekilde toplanabilmesi için, nefret suçu vakalarının kolluk
görevlileri ve diğer yetkililer tarafından gerektiği şekilde kayıt altına alınıyor olması
gerekir. Kolluk görevlileri nefret suçlarını coğrafi dağılımına göre, yükselen trendlere
göre takip edebilir ve olaylar arasındaki farklılıklardan yola çıkarak sınıflandırmalar
yapabilir. Bu noktada, nefret suçlarının doğru tespiti, güvenilir verilere ulaşılabilmesi
için kolluk görevlilerinin ve savcıların özel eğitim almaları gerekir164.
Kuşkusuz veri toplama hem de halkın bilinçlendirilmesi aşamalarında, sivil
toplum kuruluşlarının önemi yadsınamaz. Sivil toplum kuruluşları, olayların yargıya
intikal ettirilmesi, soruşturmanın başlatılması için şikayetlerin yapılması veri toplanması
mağdurlara destek olunması aşmasında önemli rollere sahiptir STK’lar istatistikler
oluşturmak, araştırma yapmak, eğitimler düzenlemek ve ülkede yaygın bir politka
oluşturulmasını sağlamak üzere hükümete önerilerde bulunabilir. STK’ların
yapabileceği en etkili çalışmalardan biri de uzman hukukçularla birlikte nefret suçları
konusunda mevzuatı hazırlayıp parlamentodan geçmesi için bir kampanya yürütmek
olabilir. Bu bağlamda yapılması gereken bir diğer iş ise, eğitim sistemini nefret
söyleminden arındırılması ve azınlıkların varlığını gösteren ve normalleştiren bir içeriğe
sahip olmasıdır165. Ceza adaleti personelinin nefret suçlarını nasıl soruşturacakları
hakkında eğitmek, topluluklara erişmek ve suçların bildirilmesine yönelik güven temin
etmek, kamuoyunu (özellikle de gençleri) hoşgörü ve ayrımcılıktan arınmışlık
konusunda eğitmek nefret suçlarıyla mücadelede atılması gereken diğer önemli
adımlardır166.
Sonuç olarak, nefret suçlarıyla sadece yasalar aracılığıyla mücadele etmek
mümkün olmamakla beraber, bu durum nefret suçlarını önlemek için geliştirilen yasal
düzenlemelerin değeri düşürmez. Aksine nefret suçlarıyla ilgili yasal düzenleme nefret
suçlarıyla mücadelenin başlangıç noktasıdır.
3.4.3. Nefret Suçlarının Cezalandırılması
Cezai bir düzenleme yapılırken öncelikle, nefret suçu tanımı yapılmalı, şiddete
dayalı hangi fiillerin nefret suçu olarak nitelendirileceği belirlenmeli ve hangi ayırtedici
karakteristik özelliklerin koruma altına alacağı tespit edilmelidir. Koruma altına
164 İnceoğlu, Nefret Suçu Kavramı….., s. 110
165 Nurcan Kaya” Raporlama ve Savunuculuk Yoluyla Nefret Suçlarıyla Mücadele”, ”, Ayşe Çavdar (ed), Nefret
Suçları ve Nefret Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2010, ss 266-267.
166 Ataman, Cengiz, “ Türkiye’de Nefret…….s.14.
56
alınacak özellikler, ırk, etnik kimlik, milliyet, din, dil, renk, cinsiyet, cinsel yönelim,
yaş, fiziksel veya zihinsel engellilik gibi mağdurun temel ve değiştirilemez nitelikteki
özellikleri olmalıdır. Bu noktada Asuman Aytekin İnceoğlu, örneğin mavi gözlülerin
grup karakteristiği olarak kabul edilemeyeceğine ayrıca görünür nitelikte olmayan bazı
özelliklerin koruma altına alınması durumunda ispat açısından problemler yaşanacağına
dikkat çekiyor. Örneğin mevzuatta medeni durum korunan bir özellik olursa, failin
medeni hali nedeniyle mağduru kurban olarak seçtiğinin ispatlanması gerekir167.
Bu bağlamda, AGİT’e taraf ülkelerin düzenlemelerinde ırk, etnik kimlik, milliyet
ve din en çok korunan, zihinsel engellilik, cinsiyet, cinsel yönelim ve yaş sıklıkla
korunan, medeni durum, doğum, siyasal görüş, zenginlik, sınıf, mülk, sosyal statü ve
askerlik hizmeti ise nadir korunan özellikler arasında yer alır. Bu durumda dikkat
edilmesi gereken bir husus, nefret suçu kapsamında korunan özellikler listesinin uzun
olması halinde nefret suçunun koruduğu alanın genişleyeceği ve kanunun etkin
uygulanmasının güçleşeceğidir. Buna karşılık nefret suçu kapsamında korunan
özelliklerin sınırlı sayıda olması ise koruma alanının daralmasına ve pek çok vakanın
cezalandırılmamasına neden olur. Bu nedenle ülkeler nefret suçlarıyla korunan
özelliklerin kapsamını belirlerken, tarihi sosyal yapılarını ve toplumun ihtiyaçlarını göz
önünde bulundurmalıdır168.
Cezai bir düzenleme yapılırken dikkat edilmesi gereken bir başka husus ise;
yapılan düzenlemede kanunun herkesi eşit bir şekilde koruması gereğidir. Bu nedenle
nefret suçları yasaları kanun tarafından korunan grup karakteristiklerini belirtmeli fakat
net bir şekilde ifade edilmiş bir grup tanımı yapmamalıdır. Örneğin, “din” geniş
kapsamlı korunan bir kategoridir; ancak nefret suçları koruma için tek başına belli bir
dini seçmemelidir. Bu durumda belirli bir dinin örneğin Müslümanlığın ya da
Hristiyanlığın korunan ayırt edici özellik olarak kanunlarda düzenlenmesi kabul
edilemez. Aynı şekilde, kanunlarda ırka yönelik yapılacak önyargılı saldırılar
cezalandırılabilir ancak belirli bir ırk ya da etnik grup özel olarak koruma kapsamına
alınamaz. Çünkü düzenlemelerin bu şekilde yapılması belirli bir gruba yönelik ayrımcı
bir tutum yaratacaktır169.
167 İnceoğlu, “Nefret Suçu Kavramı………, s. 88.
168 İnceoğlu, “Nefret Suçu……s,. 112
169 Ataman, Cengiz, “Türkiye’de Nefret……….., s.14.
57
Nefret suçunun nasıl bir yasal görünürlüğe sahip olacağı ise cezai bir düzenleme
yapılırken üzerinde durulması gereken başka bir meseledir. Nefret suçunun kanunlarda
bağımsız bir suç olarak mı yoksa ağırlaştırıcı bir neden olarak mı düzenleneceğine karar
verilmelidir. Nefret suçunun bağımsız bir suç olarak düzenlenmesi veri toplama, suçla
mücadele gibi konularda oldukça önemli bir avantajtır. Fakat yargılama aşamasında
failin saiki kanıtlanamazsa, fail işlemiş olduğu temel suç nedeniyle de ceza
almayabilir. Birleşik Krallık ve Çek Cumhuriyeti’nde nefret suçu ayrı, bağımsız bir suç
olarak ceza mevzuatında düzenlenmiştir. Bununla birlikte pek çok ülke nefret suçunu,
cezayı ağırlaştıran bir neden (nitelikli hal) olarak düzenlemeyi daha pratik buluyor.
Çünkü nitelikli hal olarak düzenlendiğinde bunun mevcut ceza sistemine adapte
edilmesi daha kolaydır170.
3.4.4. Uluslararası Düzenlemeler
AGİT, katılımcı ülkelere nefret suçlarına illişkin yasal düzenlemeler konusunda
zorunluluk getirmemekle beraber, hoşgörüsüzlük ve ayrımcılığı yasaklayan ve herkese
eşitlik sağlayan yasal düzenlemeler konusunda çabaların arttırılmasını teşvik eder. Bu
noktada AGİT, üye ülkelerden nefret suçlarının izlenmesi için devlet bünyesinde
birimlerin oluşturulmasını, kamuoyuna bu konuda raporlar sunulmasını, nefret
suçlarının en ağır cezalarla yargılanması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasını
bekliyor. AGİT’e bağlı Demokratik kurumlar ve İnsan Hakları Bürosu (Office for
Democratic Institutions and Human Rights-ODIHR) taraf devletlere nefret suçları
konusunda ulusal yasal düzenlemelerin geliştirmesi, uyarlanması ve uygulanması
konusunda rehberlik çalışmaları yapıyor. 2006 yılında ise nefret suçlarının önlenmesi ve
bu alandaki gelişmelerin takibi için, Polonya merkezli, Hoşgörü ve Eşit-Muamele
Bilgilendirme Sistemi (Tolerance and Non- Discrimination Information System-
TANDIS) oluşturulmuştur.171 Bu bağlamda AGİT’e taraf 23 ülkede nefret suçları genel
bir ağırlaştırıcı neden olarak tüm suçlarda kabul edilmiştir. 25 AGİT ülkesi ise sadece
bazı suçlar açısından nefret suçunu ağırlaştırıcı neden olarak kabul eder. Bazı hukuk
sistemlerinde cezanın ne oranda ağırlaşacağı açıkça mevzuatta belirtilmiş,
bazılarındaysa hakimin takdirine bırakılmıştır172. Ayrıca AGİT katılımcısı ülkeler,
nefret suçları konusunda istatiki bilgiler vermeyi taahhüt etmiş olmalarına rağmen bunu
170 İnceoğlu, “Nefret Suçu………, s.115.
171 Gürler, “Nefret Suçu….s, 271.
172 İnceoğlu, “Nefret Suçu…, s.115
58
56 ülkeden sadece 14 ülke yerine getiriyor. AGİT’e üye olan Türkiye ise bu konuda
hiçbirşey yapmıyor173.
Avrupa Birliği bünyesinde kurulan Temel Haklar Ajansı (European Union
Agency for Fundamental Rights) ise Avrupa birliği sınırları içerisinde ırkçılık ve diğer
hoşgörüsüzlük saikleriyle işlenen suçlara ilişkin düzenli veri topluyor ve paylaşımlarda
bulunuyor. Bunun yanı sıra Avrupa Birliği, 2008 yılında kabul ettiği Irkçılık ve Yabancı
Düşmanlığı ile Mücadeleye ilişkin Çerçeve Kararda “ırkçı ve yabancı düşmanı
saiklerle işlenen suçların ağırlaştırıcı bir faktör olarak ele alınması gerektiğini”
vurguluyor174.
AİHM içtihatlarına baktığımızda ise nefret suçlarıyla mücadele amacıyla ulusal
mevzuatlarda spesifik bir yasal düzenleme yapılması gerekliliğinin açıkça belirtilmemiş
olduğunu görüyoruz fakat mahkeme “taraf devletlerin ceza adaleti sistemleri içerisinde
nefret suçlarını, toplum düzeni için yol açtıkları zarar ile orantılı bir yaptırım ile
karşılamaları gerektiğini” belirtiyor. Bu çerçevede AİHM’ne göre nefret suçları
kapsamında ortaya çıkan şiddet eylemlerinde taraf devletler, iddia olunan ırkçı saikin ve
etnik önyargının varlığını açığa çıkartmalıdır175.
Nefret suçu yasası olan ülkelerden biri de ABD’ridir. Nefret suçlarını federal
düzeyde ele alan ilk yasal düzenleme olan Nefret Suçları İstatistikleri Yasası 1990
yılında yürürlüğe girmiştir. Bu kanun nefret suçlarının federal düzeyde izlenmesi, kayıt
altına alınması, elde edilen verilerin istatistiksel olarak işlenmesi ve elde edilen istatistik
sonuçlarının raporlanması konusunda kamusal bir sorumluluk getirmiştir. Bu
çerçevede, Federal Soruşturma Bürosu (FBI) bünyesinde oluşturulan özel bir birim,
yalnızca nefret suçları alanında çalışarak izleme ve istatiksel raporlama faaliyetleriyle
nefret suçlarıyla mücadele ediyor. 1990’daki yasanın ardından 1994 yılında kabul edilen
Nefret Suçlarında Ağırlaştırıcı Hükümler Yasası ise federal düzeyde açılan davalarda
nefret suçu söz konusu olduğunda uygulanabilirlik taşıyordu. Fakat ABD’de adli
vakaların büyük çoğunluğu eyalet yasaları çerçevesinde ele alınıp davalar eyalet
mahkemelerinde açıldğı için bu yasanın yetki alanı sınırlıydı. Bu nedenle 28 Ekim 2009
tarihinde yürürlüğe giren Nefret Suçlarını önlemede Yerel Yasaların Güçlendirilmesi
173 Alğan, Şensever, “Ulusal Basında….s, 14.
174 Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği, “ 10’da Var mıyım?”, Siyah Pembe Üçgen Hukuk Dizisi, sayı:1, Aralık 2011,
s. 108
175 Hasan Sınar, “Türk Hukukunda Nefret Suçlarına İlişkin Yasal Düzenleme Çalışmaları”, Marmara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, sayı:19 , 2013, s.1278
59
Yasası, söz konusu nefret suçunun yargıya taşınması için federal düzeyde korunan
haklara yönelik işlenmiş olması ön koşulunu kaldırdı ve cinsel yönelim, toplumsal
cinsiyet, cinsel kimlik ve engellilik alanlarını da içine aldı176.
Birleşik Krallıkta ise ilk nefret suçu yasası olma özelliğini taşıyan “Suç ve
Düzensizlik Yasası”nda “yaralama, bedensel zarar verme, taciz, tehdit gibi suçların
mağdurun ırkına duyulan bir nefret/önyargı saikiyle işlenmiş olması halinde, faile
uygulanacak olan cezanın her bir suçun niteliği ile orantılı olarak belirlenen miktarlarda
ağırlaştırılması” gerekliliği belirtilmiştir. Bunun ardından 2001 yılında yürürlüğe giren
“Anti-terörizm, Suç ve Güvenlik Yasası”nda nefret suçlarının kapsamı genişletilmiş,
2003 tarihinde hayata geçirilen Ceza Adaleti yasasında ise şiddet suçunun cinsel
yönelim, zihinsel ve fiziksel engellilikten kaynaklanması durumunda cezanın
ağırlaştırılacağı kabul edilmiştir177.
3.4.5. Ulusal düzenlemeler
. Türk Ceza Kanununda nefret suçları kapsamında ilk düzenleme olarak; 30 Eylül
2013 ‘de açıklanan Demokratikleşme Paketinin içinde yer alan ve 13 Mart 2014 de
yürürülüğe giren düzenlemeyi ele alabiliriz. Bu düzenlemede, 122. maddede ayrımcılık
suçunun yanında, nefret suçu da kanun kapsamına alındı. Söz konusu suçun nefrete
dayalı ayrımcılık olduğuna vurgu yapılarak, “dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik,
siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret
nedeniyle; bir kişiye kamuya arz edilmiş olan bir taşınır veya taşınmaz malın
satılmasını, devrini veyakiraya verilmesini, bir kişinin kamuya arz edilmiş belli bir
hizmetten yararlanmasını, işe alınmasını olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını
engelleyen bir kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacaktır”.178 Fakat
bu düzenlemeye eksiklikleri olduğu gereçesiyle birçok noktada eleştiriler getirildi.
Nayat Karaköse düzenlemenin iki çok önemli eksiği olduğunu belirterek “nefret suçu
yasasını şık bir vitrin süsü” olarak değerlendirdi. Öncelikle, “cinsiyet kimliği”, “cinsel
yönelim”, “etnik köken”, “yaş”, “meslek”, “sağlık durumu”, “sosyal statü”, “medeni
176 Alğan, Şensever, “Ulusal Basında …., s.13
177 Sınar, “Türk Hukukunda Nefret………, s. 1284
178 “ Temel Hak ve Hürriyetlerin Geliştirilmesi Amacıyla Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”,
Resmi Gazete 13.03.2014
http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/03/20140313.htm&mai
n=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/03/20140313.htm (10.04.2014)
60
hal” gibi ifadeler yasada yer almıyor. İkinci büyük eksiklik ise, suçun niteliğinin çok
sınırlı olmasıdır. Her biri ciddi suçlar olan nefret saikiyle yaralama, kasten öldürme,
işkence, cinsel saldırı, çocuk istismarı, tehdit, yağma, ibadethane ve mezarlıklara zarar
verilmesi gibi birçok suç bu düzenlemenin dışında bırakılmış durumdadır. Çünkü
düzenleme sadece TCK’nin 122. Maddesi olan ayrımcılığı kapsayarak, yeni bir suç
tanımı getirmemiştir179. Yasemin İnceoğlu ise, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve HIV
ile yaşayanlara hiç değinilmemiş olması sebebiyle ayrımcılıkla mücadelede ötekilerin
unutulduğunu ve LGBT bireylerin görünmez kılındığını belirtiyor180. Öznur Sevdiren ise
uluslararası ceza hukuku ve insan hakları hukukunda ayrımcılık yasağı tanımlanırken
mutlak bir biçimde yer verilen “etnik kimlik” ifadesine taslakta yer verilmemiş olmasını
kabul etmenin mümkün olmadığını vurgulayarak, bu durumda son yıllarda Kürt ve
Roman yurttaşlar aleyhine etnik ayrımcılık saiki ile işlenen suçların görmezden
gelindiği altını çizmiştir181
Türk Ceza Kanununda tartışılması gereken bir başka hüküm inanç düşünce ve
kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleyen 115. maddedir. 115. madde uyarınca
“cebir veya tehdit kullanarak, bir kimseyi dini, siyasi sosyal felsefi inanç düşünce ve
kanaatlerini açıklamaya veya değiştirmeye zorlayan ya da bunları açıklamaktan,
yaymaktan men eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”. Fakat
bu maddenin nefret suçu teşkil edebilmesi için, failin maddede belirtilen fiilleri önyargı
saikiyle yani mağdurunun farklı özelliklerine duyduğu düşmanlık nedeniyle işlemesi
gerekir ancak anılan suç pratikte önyargı saiki olmaksızın da gerçekleşebilir. Örneğin
Hristiyanlara karşı düşmanlık besleyen biri, bir kişinin Hristiyan olduğunu açıklamasını
engelerse 115. maddede düzenlenen suç işlenmiştir ve aynı zamanda bir nefret suçu da
mevcuttur. Bir başka örnekte ise, bir öğretmen Musevi bir öğrencisine diğer
öğrencilerin ona şiddet uygulayacağından korkarak sakın dinini arkadaşlarına açıklama
derse 115. maddede düzenlenen suçun unsurları gerçekleşir ancak öğretmenin nefret
179 “Nefret Suçları Yasası Şık Bir Vitrin Süsü”, Agos, 07.03.2014
http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=nefret-suclari-yasasi-sik-bir-vitrin-susu&haberid=6722 (10.04.2014)
180 “Ayrımcılıkla Mücadelede Ötekiler Unutuldu”, Bianet, 01.10.2013
http://www.bianet.org/bianet/toplum/150335-ayrimcilikla-mucadelede-otekiler-unutuldu (10.04.2014)
181 “ Tasarıya Hukukçu Yorumu: Bu eksiklikler Kabul edilemez”, Radikal, 27.10.2013
http://www.radikal.com.tr/politika/tasariya_hukukcu_yorumubu_eksiklikler_kabul_edilemez-1157528 (10.04.2014)
61
suçu işlediği ileri sürülemez. O halde 115. maddede belirtilen fiilleri ancak fail önyargılı
bir saikle gerçekleştirirse nefret suçu oluşur182.
Türk Ceza kanu’nun bu kapsamda incelenebilecek bir diğer hükmü 153. maddede
düzenlenen, ibadethanelere ve mezarlıklara zarar verme suçudur. 153. Maddenin 1.
fıkrasında “ibadethanelere, bunların eklentilerine, buralardaki eşyaya, mezarlara
bunların üzerindeki yapılara, mezarlıklardaki tesislere, mezarlıkların korunmasına
yönelik olarak yapılan yapıları yıkmak bozmak veya kırmak suretiyle zarar veren kişi
bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” hükmü yer alır. Bu
düzenlemede suçun maddi unsuru içerisinde önyargı saiki yer almadığı için bu suç,
faillerce hiçbir önyargı, düşmanlık beslenmeden de işlenebilecek bir suçtur. Örneğin
fail, antika olduğunu düşünerek caminin kapısını sökse burada 153. maddenin 1.
fıkrasındaki suç oluşur ancak nefret suçundan bahsedilemez, bununla beraber fail, bir
yeri belirli bir grupla ilişkisi yüzünden seçer ve o gruba duyduğuğu düşmanlık
nedeniyle o yere zarar verirse bu halde nefret suçundan bahsedilebilir. Fakat önyargı
saiki 153. maddenin 1. fıkrasındaki suçun oluşması için kanunda aranan bir unsur
değildir183.
182 İnceoğlu, “Nefret Suçu…., s.116
183 İnceoğlu, a.g.e, s. 17.
62
SONUÇ
Nefret suçları mağdura ya da mağdurun ait olduğu gruba ilişkin önyargıdan
kaynaklanan şiddet içerikli eylemlerdir. Her ne kadar bu suçlar bireylere karşı
işleniyorlarsa da aslen hedef alınan o bireyin tabi olduğu sosyal gruptur. Nefret
suçlarının gerektiği şekilde incelenip kovuşturulmaması, topluma faillerin cezasız
kaldığı mesajını vererek, benzeri suçların işlenmesinin önünü açacaktır. Bu durum,
şiddet olaylarının artmasını beraberinde getirirken, dezavantajlı gruplara mensup
vatandaşların hukuka ve kamu kurumlarına olan güvenini yitirmesine de neden
olacaktır. Bu halde, nefret suçlarının ceza kanunlarında yaptırıma bağlanması, etkin ve
etkili bir soruşturma ve kovuşturulma yapılması bu suçların sosyal olarak kabul
edilmediğinin göstergesi olacaktır. Bu anlamda, ülkemizde 122. maddede ayrımcılık
suçunun yanında nefret suçu da kanun kapsamına alınmıştır fakat taşıdığı eksikler
nedeniyle nefret suçlarıyla mücadelede tümüyle etkili olamamaktadır. Bu yüzden
ülkemizde öncelikle etnik kimlik, cinsel yönelimde dahi tüm farklılıkları koruyan,
önyargı saikiyle işlenmiş öldürme, işkence, yaralama, cinsel saldırı gibi tüm suçları
kapsayan ayrı bir nefret suçu yasası hazırlanmalıdır. Nefret suçları ile ilgili genel bir
ağırlaştırıcı neden öngörülmeli veya belli suç tiplerinde nefret suçları ile ilgili ayrı ayrı
ağırlaştırıcı neden öngörülmelidir. Adli makamlara ve kolluk güçlerine nefret suçlarının
belirlenmesi, soruşturulması ve kayıt altına alınması için gerekli eğitimler verilmeli ve
kaynaklar sağlanmalıdır. Ayrıca Türkiye ayrımcılık, nefret suçları, nefret söylemi
konusunda taraf olduğu sözleşmelerden doğan yükümlülükleri bütünüyle ve etkin
birşekilde yerine getirmelidir.
Nefret suçuyla mücadele edebilmek için, nefret söylemiyle de mücadele etmek
gerekir. Nefret söylemi, sıklıkla ifade özgürlüğü bağlamında ele alınıyor. Ancak, söylemin
olumsuz görüş belirtme sınırını aşarak, belirli bir grubu aşağılamaya, yok saymaya ve
dolayısıyla yok etmeye, zaman zaman bu amaçla hedef göstermeye başladığı nokta, ifade
özgürlüğünün sınırlarının aşıldığı noktadır. Bu nedenle Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nin çeşitli kararları, nefret söylemini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10.
maddesi kapsamında ifade özgürlüğü altında değerlendirmez ve 17. maddeye başvurarak
söz konusu ifadeyi sözleşmenin sunduğu koruma kapsamının dışında bırakır. Bu bağlamda,
nefret söylemiyle ilgili uluslararası standartlar nefret içerikli ifadelerin yasaklanmasını
ve bir suç haline getirilerek bu yönde etkili bir soruşturma yapılmasını öngörür. Bu
nedenle ülkemizde nefret söylemi konusunda kapsamlı, orantılı ve çaydırıcı, medeni
63
hukuk, ceza ve idare hukukuna dair hükümler içeren yasal düzenlemeler yapılmalı ve
mevzuat etkili bir şekilde uygulanmalıdır. Siyasetçiler, resmi kurumlar ve kamu
görevlileri ve medya ırkçı, nefret, yabancı düşmanlığı, antisemitizm, hoşgörüsüzlük
temelli nefret veya ayrımcılığın diğer biçimlerini yayan ifadelerden kaçınmalıdır.
Özellikle nefret söylemi konusunda kamuoyunun duyarlılığını ve farkındalığını arttırma
konusunda medyaya önemli görevler düşüyor. Bu anlamda, medya nefret suçlarını insan
hakları odaklı habercilik bağlamında ele alarak, nefret suçlarının hedefi konumundaki
grupların temsilini gözardı etmemeli, biz ve onlar kutuplaşmasını pekiştirmek yerine iyi
niyet, anlayış ve saygıya dayalı bir diyalog zemini hazırlamalıdır. Böylelikle nefret
söylemi sadece insan hakları bakımında değil meslek ilkeleri bakımından da
engellenmelidir. Aksi taktirde medya kurumu veya gazeteciler bunu engellemezse, suç
olan ve yasaklanması gereken eylemlere destek vermek, yardımcı olmak anlamında rol
oynamış sayılır184. Bu halde ezilen yok sayılan tüm grupların kendilerini ifade edeceği
demokratik iletişimin yaratılmasında alternatif medya ve barış medyasının varlığı
elzemdir. Alternatif medya, ötekilerin anaakım medya tarafında görmezden gelinmesine
karşı ve seslerinin duyulmasını engelleyen teksesliliğe karşı, çoksesli demokratik bir
ortamın yaratılabileceğinin mümkün olduğunun göstergesidir. Alternatif medya
ötekilerin birbirleriyle iletişim içine girebildikleri, tüm ötekilerin farklılıklarıyla
birarada, barış içerisinde yaşayabilecekleri bir güce sahiptir185. Barış medyası ise
halkların kardeşliğine vurgu yaparak barış kültürünün oluşturulmasında önemli bir
aktördür. Toplumsal bellekte egemen iktidar tarafından yaratılan toplumlar arasında
düşmanlıkların gerçek olmadığını geçmişten geleceğe toplumların barış içerisinde
yaşadığı ve yaşayabileceğini gösterir186.
184 Algan-Şensever, “Ulusal Basında…, ss.19
185 Barış Çoban, “Ötekiler ve Alternatif Medya”, (Ed. Suat Sungur), Azınlıklar ve Medya, İstanbul: Derin
Yayınları, 2013, s.2
186 Barış Çoban “Medya, Toplumsal Bellek ve Barış”, (Haz. B. Çoban),Medya, Barış ve Savaş: Savaş Ortamında
Barış Medyasını Yaratmak, İstanbul: Kalkedon Yayınları, 2010, s.12
Top Related