Klavye Delikanlısı Değil, Vatan Sevdalısıyız! Sosyal Medyada Milliyetçilik ve Nefret Söylemi

15
KLAVYE DELİKANLISI DEĞİL, VATAN SEVDALISIYIZ! : SOSYAL MEDYADA MİLLİYETÇİLİK VE NEFRET SÖYLEMİ “Sevdiğimiz için nefret ediyoruz ve Bu nefret BİZi bir araya getiriyor” Sara Ahmed Türkiye’de internetin kullanılmaya başlandığı ilk yıllar ile bugünkü kullanımı arasında büyük farklar bulunmaktadır. Önceleri “sanal” dünyanın “sanal” dünyada kalacağı düşüncesi hakimken, geleneksel medyanın karşısına yepyeni ve alternatif olarak çıkan sosyal medyanın bireyleri bir araya getirişi, buna bağlı olarak toplumsal hareketlerdeki rolü yadsınamaz düzeylere gelmiştir. Sanallıktan çıkıp, gerçek dünyanın içine nüfuz etmesinin ardından, internetin kamusal alandaki kullanımı ve demokratik bir ortam var ettiği tartışmaları gün yüzüne çıkmıştır. Kellner’ın (akt. Binark (2009:193) konuyla ilgili olarak ürettiği “radikal demokrasi” kavramı gereği, bilgiye ve tartışma araçlarına erişim, demokratik katılım alanın ve içeriğinin gelişmesini mümkün kılmaktadır. Geleneksel medya, belli başlı ticari kaygıların altında ezilirken, sosyal medya tüm bu kaygılardan bağımsız, insan merkezli, bilgiyi depolamayı sağlayan ve grupların kolayca bir araya gelmesine yardımcı olan bir yapıya sahiptir. Castells, İnsan ve Umut Ağları (2013:17- 18) kitabında şunları söylemektedir: “Her şey internetteki sosyal ağlarda başladı, çünkü bunlar tarih boyunca, iktidarlarının dayanağı olarak iletişim kanallarını tekelleri altına almış hükümetler ve şirketlerin kontrolünün büyük ölçüde dışında kalan özerklik alanlarıdır.

Transcript of Klavye Delikanlısı Değil, Vatan Sevdalısıyız! Sosyal Medyada Milliyetçilik ve Nefret Söylemi

KLAVYE DELİKANLISI DEĞİL, VATAN SEVDALISIYIZ! : SOSYALMEDYADA MİLLİYETÇİLİK VE NEFRET SÖYLEMİ

“Sevdiğimiz için nefret ediyoruz ve

Bu nefret BİZi bir araya getiriyor”

Sara Ahmed

Türkiye’de internetin kullanılmaya başlandığı ilk yıllar

ile bugünkü kullanımı arasında büyük farklar bulunmaktadır.

Önceleri “sanal” dünyanın “sanal” dünyada kalacağı düşüncesi

hakimken, geleneksel medyanın karşısına yepyeni ve alternatif

olarak çıkan sosyal medyanın bireyleri bir araya getirişi, buna

bağlı olarak toplumsal hareketlerdeki rolü yadsınamaz düzeylere

gelmiştir.

Sanallıktan çıkıp, gerçek dünyanın içine nüfuz etmesinin

ardından, internetin kamusal alandaki kullanımı ve demokratik

bir ortam var ettiği tartışmaları gün yüzüne çıkmıştır.

Kellner’ın (akt. Binark (2009:193) konuyla ilgili olarak

ürettiği “radikal demokrasi” kavramı gereği, bilgiye ve

tartışma araçlarına erişim, demokratik katılım alanın ve

içeriğinin gelişmesini mümkün kılmaktadır. Geleneksel medya,

belli başlı ticari kaygıların altında ezilirken, sosyal medya

tüm bu kaygılardan bağımsız, insan merkezli, bilgiyi depolamayı

sağlayan ve grupların kolayca bir araya gelmesine yardımcı olan

bir yapıya sahiptir. Castells, İnsan ve Umut Ağları (2013:17-

18) kitabında şunları söylemektedir:

“Her şey internetteki sosyal ağlarda başladı, çünkü bunlar

tarih boyunca, iktidarlarının dayanağı olarak iletişim

kanallarını tekelleri altına almış hükümetler ve şirketlerin

kontrolünün büyük ölçüde dışında kalan özerklik alanlarıdır.

Bireyler üzüntü ve umutlarını internetin serbest kamusal

alanında paylaşarak, birbirleriyle bağlar kurarak, çok sayıda

varoluş kaynağından projeler hayal ederek kişisel görüşlerinden

ya da örgütsel bağlılıklarından bağımsız ağlar oluşturdular”.

Günümüzde internet, dışlananların bir araya gelebildiği,

alternatif platformlar oluşturabildiği, en önemlisi de kendine

benzeyeni bulabildiği bir alan olarak kullanılmaktadır. Ancak,

demokrasinin bu denli yoğun olarak konuşulduğu bir yer olmanın

yanı sıra, kendinden olmayanı dışlama, aşağılama, küçük görmeyi

de beraberinde getirmektedir. Bir örgütlenme aracı olarak

sosyal medya, birilerine karşı bir duruş sergilerken, nefret

söylemine kaçınılmaz olarak başvurmaktadır. Hayatın hemen her

alanında karşımıza çıkan nefret söylemlerini, internet

ortamında açığa çıkarmak, -sayıca çok olması bir yana-

samanlıkta iğne aramak benzeri yoğun uğraş gerektiren bir işe

dönüşmektedir. İnternetin koca bir kara delik olduğu

düşüncesinden yola çıkarsak, denetlenebilirliğinin zorluğu

daha açık bir şekilde gözükecektir. Ancak, demokrasi ve ifade

özgürlüğünün dışında kalan bir nokta olarak nefret

söylemlerinin, ideolojik işlevleri göz önünde bulundurularak,

dili, düşünceyi ve toplumu şekillendirmesi ve yeniden üretmesi

dikkate değer bir konudur.

İnternetin gruplar oluşturması ve o gruplar çerçevesinde

çeşitli ideolojik görüşlerin paylaşılması noktasında

milliyetçilik önemli bir yerde durmaktadır. “Sanal cemaat”lerin

oluştuğu, yurttaştan “net yurttaş1”a geçişin yaşandığı internet1 Hamza Aktan, net yurttaşlık ile, yurttaş kimliğiyle dile getirilemeyenlerin veya yurttaş kimliğiyle yazıldığında suçlu sayılabilinecek meramların rumuzlarla, yani gerçek kimlik gizlenerek

ortamındaki örgütlenmeler, karşı duruş sergileme, protestolar

yapma, fikirleri özgürce paylaşma ortamının yaratıldığı

alanlardır. Bu alanlar, küresel direniş platformları

oluşturarak, yeni toplumsal hareketlere zemin hazırladığı gibi,

faşist ve ırkçı söylemleri de içinde barındırabilmektedir.

Nefret söylemine zemin hazırlayan ve örgütsel yapısından dolayı

kişisel görüşten öteye giden bu söylemler, bu çalışmada

incelenen konuyu oluşturmaktadır.

Çalışma kapsamında, sosyal paylaşım ağlarından olan

facebook ve twitterın yanı sıra, bazı internet sitelerinde yer

alan milliyetçi ve ırkçı söylemler incelenmekte, örgütlenme

açısından nefret söylemi bağlamında değerlendirilmektedir.

Çalışma, Türkiye’deki milliyetçilik olgusunu, öteki yapan ve

onu dışlamayı gerektiren vatan sevgisini ve bu sevginin yeni

medyada görsel ve sözsel kodlarla ne şekilde gösterildiğini

ortaya koymayı amaçlamaktadır.

Milliyetçi Olunmaz, Milliyetçi Doğulur

Türkiye’de milliyetçilik ulus devletin inşasıyla aynı

süreç içerisinde ele alınmaktadır. Esra Ercan Bilgiç, Vatan,

Millet, Reyting: Televizyond Haberlerinde Milliyetçilik (2008)

çalışmasında, milliyetçiliği ulus devletin inşa sürecinden

bağımsız düşünmenin mümkün olmadığını söylemektedir:

“Türkiye’de ulus devletleşme sürecinde bu sürecin hem

aracı hem sonucu olan ‘ulusal kimlik’ Osmanlı’da modernleşme

projesinin bir parçası, hatta temel unsurudur. 19. yüzyıldan

yazılabileceğini söylüyor. http://hamzaaktan.blogspot.com.tr/2010/12/web-otaglarindan-sokaga-turk-irkclgnn.html

önce ‘Osmanlıcılık’ ve ‘Müslümanlık’ kimliğinin varlığından

bahsedilir ancak ‘Türk’ kimliğinden bahsedilmez. Bunun nedeni

Osmanlı İmparatorluğu’nda ulus kimliğinin İslam kimliği içinde

erimiş olmasıdır”.

Osmanlı döneminde her ne kadar “azınlıklar” denilen

grupların varlığı ve onlara tanınan ayrıcalıklar üzerinden

Müslüman kimliğine bağlı bir topluluk tanımlansa da,

Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte, Kemalist politikalar ortak

bir kimlik ve ulus bilincini oluşturma üzerine eğilmiştir.

Wallerstein’a göre (1993:104) ;

“Devletler bir kez egemen olarak tanındıktan sonra

kendilerini iç parçalanma ve dış saldırı tehdidi altında

bulurlar... Devletin dışındaki ya da herhangi bir alt

bölgesindeki gruplar karşısında çıkarlarını artırmak için

devletin yasal gücünü kullanmakta fayda gören her grubun,

politikaların etkisini arttıran idari tek biçimlilik

devletlerin yararınadır. Milliyetçilik böyle bir devlet

düzeyinde tek biçimliliklerin dışavurumu, itici gücü ve

sonucudur”.

Ulus kimliği; ortaklık, birlikte hareket etme, beraber

daha güçlü olma, dış güçlere karşı durma, senden olmayanı

tanımlama, zarar verebilecek olana göğüs germenin yanı sıra,

sahip olma ve sahip olunanı koruyup kollama, bir varlığa ve o

varlığı ulusu uğruna feda edebilme cesaretini gösterme gibi

avantajlar çerçevesinde kurulmuştur. “Ey vatan! Gözyaşların

dinsin, yetiştik çünkü biz” dizelerini içeren Mülkiye Marşı,

bugün artık olmasa da, yıllarca olmak üzere her gün okuduğumuz

Andımız, Türk bayrağı gibi semboller milliyetçi ideoloji

üzerinden kurulmuştur. Mithat Cemal Kuntay’ın “On Beş Yılı

Karşılarken” başlıklı şiirinde yer alan,

“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,

Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır2”

dizeleri, ulus olma uğrunda ölünmesi gerektiğini, aksi takdirde

vatanın bir toprak parçası olmaktan öteye gidemeyeceğini ortaya

koymaktadır.

Tanıl Bora, bir röportajında şunları söylemektedir3:

“Resmi milliyetçiliğin bir başka özelliği, milliyet

tanımının ırkçılığa yatkın bir tanım olmasının ötesinde

milliyetçiliğin zerk etmeyi, milli sembolleri olabildiğince sık

tüketmeyi, milli ritüelleri toplumsal rızayı sağlamanın asli

unsuru olarak görmesidir. Türkiye’de bayrağını, marşını, milli

ritüellerin enflasyonist devletin ve siyasal sistemin rıza

üretim sisteminde çok güçlü, çok geniş bir yer kaplıyor.

Sürekli referans veriliyor.”

Bu Bizim Köyden Değil!

Sara Ahmed, “The Organizaton of Hate” (2004) isimli

makalesinde, sembollerin duygulara dönüştüğünden

bahsetmektedir. Marx’ın artı değer kavramında mal ve para

dolaşımının daha fazla para üretmesinde olduğu gibi, semboller

ve özneler arasındaki hareketin aynı şekilde duygular

ürettiğini söylemektedir. Ona göre ne kadar çok sembol dolaşıma

2 http://www.meb.gov.tr/belirligunler/29ekim/siirler/onbes_yil.htm3 http://www.altust.org/2012/04/tanil-bora-milliyetcilik-dogallikla-mesrulastirilamaz/

girerse, o kadar duygusal bir hal alırlar. Milliyetçiliğin

yukarıda bahsedilen çeşitli sembolleri, bireylerin ortak bir

duygu etrafında buluşmasını sağlamaktadır. Bu ortaklık duygusu

ise, nefret edileni ve ötekiyi otomatik olarak oluşturmaktadır.

Çünkü bizden bahsedebilmek için, ötekiyi konumlandırmak

gerekmektedir. Tıpkı Butler’ın (1993) kendisini cinsiyet dışı

tanımlama meselesinde, “dış” olma halinin “iç”likten geldiğini,

içeride olanın kendini bu ikili karşıtlıktan beslediğini

söylediği gibi.

Ahmed, örgütlü nefretin ortaklıklar ve benzerlikler

üzerinden kurulduğunu söylemekte ve “onları benzer yapan bize

benzememeleridir” demektedir. Nefretin tek bir figürde

bulunmadığını, farklı figürlerde ortak tehdit olarak inşa

edildiğinden bahsetmektedir.

Milliyetçiliğin düşman imgelerine muhtaç olduğunu söyleyen

Tanıl Bora, her siyasetin düşman ya da hasım tanımıyla var

olduğundan bahsetmektedir:

“Burada düşman ile hasım arasındaki fark önemli; düşman

yok edilesidir; hasmı ise alt etmeniz, geriletmeniz, nötralize

etmeniz, mağlup etmeniz, en önemlisi, bazen de dönüştürmeniz

gerekendir. Milliyetçilik, yapısal olarak, eğilim olarak hasım

değil düşman görür karşısında. Kimlik siyaseti,

düşmanlaştırılan bir “öteki”ye şiddetle muhtaç olan siyasettir.

Özellikle Türkiye’deki gibi gecikmiş milliyetçilikler, yani

özgüven ve beka kaygısı yüksek milliyetçilikler açısından

düşman onsuz olunmaz kurucu unsurdur”.

Sara Ahmed, sıradan olan ama gerçek kurban olan insandan

söz etmektedir. Birey/grup hem sıradandır, olması gerekendir,

hem de kurban konumunda olandır. Geri kalanlar ise ötekidir.

Onların bedenleri acı söylemi çerçevesinde “nefret edilene”

dönüştürülür ve bu doğanın kanunu kadar doğaldır. Milliyetçilik

doğal bir durumdur ve milliyetçi olmak ya da özel olarak Türk

olmak, insan olmanın getirilerinden biri olarak

anlaşılmaktadır. Bora; “Bir kimliği bir program haline

getirmek, söz gelimi ‘Türk olma’yı başlı başına bir değer ve

başlı başına bir siyasi program yerine getirmek, ‘Türk’ olarak

kendini iyi ve güçlü hissetmeyi vaad ediyor. Sırf Türk olmakla

siz değerlisiniz, sırf Türk olmakla zaten bir cevaba sahipsiniz

meseleler karşısında. Bu, insanın kendisini iyi hissetmesini

sağlayan ‘kolay’ bir ‘çözüm’. Edinilmiş, edineceğiniz, inşa

edilmesi gereken bir değere hacet olmaksızın buna sahipsiniz"

demektedir.

Sanal Değil Gerçek Ülkücüyüz!

Araştırma çerçevesinde www.milliyetciforum.com incelenen

internet sitelerinden biridir. Sitede yer alan forum

başlıklarından “Neden Ülkücüyüz?” incelenmiş ve verilen

cevaplar üzerinden “ülkücülük” ve “ülkücü olmanın gerekleri”

değerlendirmeye alınmıştır.

http://www.milliyetciforum.com/showthread.php?t=15413 (Erişim

Tarihi:11.04.2014)

Soru sorulma amacı olarak yer alan, “sebeplerden netice

çıkararak, nasıl olunması, hangi şartlara karşı daha iyi

şartlar geliştirip, neticenin daha güzel başlangıçlara vesile

olmasını sağlama” bir ortaklık çerçevesinde birleşebilme ve

bunun dışında kalanlara karşı savunma aracı geliştirebilmeyi

anlatmaktadır. Yazıda yer alan Türk kelimelerinin tamamının

büyük harfle yazılması, yazmayanlara uyarıda bulunulması söz

konusudur.

Sitede yer alan bir başka cevap şu şekildedir:

Cevapta görüldüğü üzere milliyetçilik, yalnızca milletini

sevmekle bağdaştırılmamaktadır. Aynı zamanda gerçek

Atatürkçülüğün kendisidir. Biz ve öteki ayrımının bu cevapta

kendisini gösterdiğini söylemek yerinde olacaktır. Zira

“Bizimle hesapları olanlarla hesabımız olduğu için” kısmı, tam

olarak buna işaret etmektedir. Milliyetçiliğin bir başka yönü,

din ile olan ilişkisidir. İslam dininin emrettiği her şey

milliyetçilik için de vardır. “Yaradan Rabbinin adıyla okumak”,

Afrika’da açlıktan ölen çocukların vebalini üzerinde taşımak,

nerede bir garip ve mazlum görse utanmak din ile

birleştirilmiş, milliyetçi vazifelerdir.

Sosyal paylaşım ağlarından olan Türkiye’de 34 milyon

kullanıcıya sahip ol facebook4, örgütlenme ve kendine

benzeyeni bulmayı sağlayan en etkili site konumundadır. Türk

milliyetçiliğinin, Ermeniler ve Kürtler üzerinden yaydığı

nefret söyleminin pek çok örneği, facebooktaki gruplarda

görülebilmektedir.

4 http://www.campaigntr.com/2014/02/20/68209/facebook-turkiye-rakamlarini-acikladi/

https://www.facebook.com/groups/17428789942/ (Erişim Tarihi:

16.04.2014)

Grubun, Ermenilerden özür dileme olayının gerçekleşmesinin

ardından açıldığı görülmektedir. Şu anda aktif olarak 4 üyesi

bulunan grupta, dörtten fazla kişinin yazılarına rastlanmakta,

böyle bir soy olmadığı vurgusu sıkça yapılmakta ve tarih

referans olarak verilmektedir. Soykırım olsaydı, Ermenilerin

şimdi yaşayamayacağı söylenerek, nefret söyleminin en şiddetli

hallerinden biri gerçekleştirilmektedir. Aynı zamanda “Türk

olmak şereftir”, “Kürt açılımını desteklemiyorum ve PKK

destekçisi DTP’nin kapatılmasını isteyen 5.000.000 kişi

bulabilirim diyenler” gibi çeşitli gruplar da bulunmaktadır.

İncelenen örneklerde, milliyetçiliğin en yoğun boyutunun

cinselliğe atıf yaparak ifade edildiği söylenebilir. Kendinden

olmayanı ya da o şekilde gördüğünü bedensel faaliyetlerle

ortadan kaldırmaya çalışmak, aynı zamanda milliyetçiliğin

ataerkillik ile bağlantısını da ortaya koymaktadır. Erkekleri

kadınlıkla aşağılamak (!) kullanılan yöntemlerden bir

diğeridir:

Milliyetçi ya da ülkücü olmak bir “erkeklik” göstergesi

olmakla birlikte, milliyetçi kadınlar da kendi nazarlarında

takdir edilmekte, ancak erkeklerden her zaman ayrı bir yere

konulmaktadır. “Liseli Ülkücü Gençlerin Okuması Gereken

Kitaplar” başlıklı bir yazıda5 kızlar ve erkekler için ayrı

okuma listeleri yapılmakta, “İslam’da Kadın” gibi kitapların

kadınları daha çok ilgilendirdiği sonucuna varılmaktadır.

Bir Talihsiz Söylemler Dizisi Olarak Van Depremi

Nefret söyleminin çeşitli boyutları, 23 Ekim 2011’de

Van’da yaşanan deprem ile ortaya çıkmıştır. Yalnızca sosyal

5 http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi40795-Ulkuculere_Tavsiye_Edilen_Kitaplar.html (Erişim Tarihi: 28.05.2014)

medyada değil, anaakım medyada da çeşitli tezahürlerinin

görüldüğü nefret söylemi, deprem üzerinden Türk-Kürt

karşılaştırmasının yapılması şeklinde olmuştur. Geleneksel

medyada yer alan bazı nefret söylemleri şu şekildedir:

“Türk polisine, askerine kurşun sıkanın kafasına Allah

beton yağdırır. Etnik olarak güçlenmek için o kadar doğurtursan

olacağı budur”. - Erman Toroğlu

“Yerle bir olsa beş kuruş vermem. Sokak köpeklerine mama

alırım. Hiç olmazsa onlar ihanet etmez. Askere, polise taş

atarken iyiydi. Şimdi deprem olunca devlet gelsin. Oh ne ala!

Herkes haddini bilecek”. - Müge Anlı

“Ancak askere, polise taş, molotof atarken organize

oluyorlar, depremde olmuyorlar” - Recep Tayyip Erdoğan

Etnik kimlik üzerinden yapılan nefret söylemleri, Türk

milliyetçiliği üzerinden hareket etmektedir.

Ahmed’in makalesinde belirttiği üzere, örgütlü nefret bir

nesne yani kurban yaratma ihtiyacı duymaktadır. Ahmed’e göre;

“Nefret ötekini ellerinde görmek ister; onu yok etmek isterken,

dokunmak ister”.

Yukarıdaki örnekler, oluşturulan örgütsel nefret

söyleminin twitterdaki yansımalarından yalnızca ikisidir.

Araştırıldığı zaman, bu şekilde yüzlerce hatta binlerce örneğe

ulaşmak mümkündür. Genel olarak depremden dolayı yaşamını

kaybeden insanlar, Kürt ve PKKlı kimlikleriyle bağdaştırılmış,

yaşanan “İlahi İkaz” olarak nitelendirilmiş, ölüm onlar için

müstehak bir şey olarak görülmüş, hatta ölümün en kolay kaçış

yollarından biri olduğu belirtilmiştir. Aşağıdaki tweette bu

tür bir yaklaşım görmek mümkündür:

Sonuç ve Değerlendirme

İnternet, konuşamayanların açık ve rahatça konuştuğu bir

platform olarak demokrasinin vazgeçilmez oluşumlarından biri

olarak lanse edilmektedir. Bize benzeyenleri kolayca

bulabileceğimiz alanların oluşturulduğu, örgütlenerek toplumsal

hareketliliğe fırsat yaratabildiğimiz bir yer olmakla birlikte,

bizden olmayanı dışlamanın da en iyi örneklerinden birini

oluşturmaktadır.

Hayatın hemen her alanında karşılaştığımız nefret söylemi,

sosyal ağlarda kendini çokça hissettirmektedir. Milliyetçilik

bağlamında yapılan nefret söylemleri, sosyal medyada kendine

yer bulmakta, kolay erişebilirlik ve zahmetsizlik göz önüne

alındığında, “gerçek” hayatta söylenemeyenlerin rahatça

söylenebildiği bir yer haline gelmektedir. Düşman pozisyonunda

oluşturulan öteki, sosyal ağlarda birlik ve beraberlik

duygusunu güçlendirmekle birlikte, acısını karşı tarafın

bedeninde birleştirmeye ve o bedeni parçalayarak ya da türlü

şekillerde ortadan kaldırmaya hizmet etmektedir. Aktivite

bağlamında aşırı milliyetçi olarak kendisini tanımlamayan

kişiler bile, bilgisayar başında ırkçı söylemlerde

bulunabilmekte, kendinden olmayana zarar vererek yok etme

amacına hizmet eden paylaşımlar yapabilmektedir. Ancak bu tür

bir nefret söyleminin, bilgisayar başında ahkam kesmenin

ötesinde anlam taşıdığına dikkat çekmek ve bu tür söylemlerin

yargılamasının yapılması gerekmektedir.

KAYNAKÇA

Ahmed, S. (2004) “The Organisation of Hate” The Cultural

Politics of Emotion içinde, s.42-61, Routledge

Bilgiç, E. E. (2008), “Vatan, Millet, Reyting:

Televizyondan Haberlerinde Milliyetçilik”, Evrensel Basım

Yayın. İstanbul.

Binark vd. (2009), “Toplumsal Paylaşım Ağı Facebook:

Görülüyorum Öyleyse Varım!”, Kalkedon Yayınları, İstanbul.

Butler, J. (1993) “The Imitation and Gender

Subordination”, The Lesbian and Gay Studies Reader içinde,

Routledge (http://pcnw.org/files/Butler-

ImitationandGenderInsubordination.pdf)

Castells, M. (2013), “İsyan ve Umut Ağları: İnternet

Çağında Toplumsal Hareketler”, Koç Üniversitesi Yayınları.

İstanbul.

Wallerstein, I. (1993). “Halklığın İnşası: Irkçılık,

Milliyetçilik ve Etniklik”. Ulus Sınıf: Belirsiz Kimlikler (Ed.

E.Balibar, I.Wallerstein). Metis. İstanbul

http://hamzaaktan.blogspot.com.tr/2010/12/web-

otaglarindan-sokaga-turk-irkclgnn.html (Erişim Tarihi:

15.04.2014)

http://www.altust.org/2012/04/tanil-bora-milliyetcilik-

dogallikla-mesrulastirilamaz/ (Erişim Tarihi: 14.04.2014)

http://www.campaigntr.com/2014/02/20/68209/facebook-

turkiye-rakamlarini-acikladi/ (Erişim Tarihi: 16.04.2014)

https://www.facebook.com/groups/17428789942/ (Erişim

Tarihi: 16.04.2014)

http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/

koseyazisi40795_Ulkuculere_Tavsiye_Edilen_Kitaplar.html

(Erişim Tarihi: 28.05.2014)

http://www.meb.gov.tr/belirligunler/29ekim/siirler/

onbes_yil.htm (Erişim Tarihi: 28.05.2014)

http://www.milliyetciforum.com/showthread.php?t=15413

(Erişim Tarihi:11.04.2014)