İktidar-Bilgi Sarmalı: Michel Foucault'da Disiplinsel Doğruluk ve Özne -Power/Knowledge Spiral:...

17
149 Özet Bu makalede Michel Foucault’nun düşüncesinde doğruluk ve öznenin disipline ve denetime dayalı oluşumu ele alınmaktadır. Foucault, disiplin toplumunun ortaya çı- kışını modernlik deneyiminin biricikliği olarak görür. Bu aynı zamanda Foucault’nun aydınlanmacı ve hümanist anlayışların bilgi, doğruluk ve özneye ilişkin varsayımları- nı temelden reddettiği bağlamı oluşturur. Bilgi ve iktidarın birbirinden ayrışmazlığını savunan Foucault aynı zamanda doğruluk ve öznenin disiplinsel iktidar mekanizmaları içinde üretilişine odaklanır. Arkeolojik ve soybilimsel araştırmalarıyla, disiplinsel bilgi ve modern kültürün keyfiliğini ve üzerinde konumlandığı kaygan zeminini deşifre etmeye girişir. Ondokuzuncu yüzyıldan itibaren insan ve toplum bilimlerinin gelişmesiyle egemen olan bu iktidarın en temel niteliği baskıya değil üretici boyun eğmeye, özneleşmeye ve çoğaltmaya dayanmasıdır. Bu durum iktidarın liberal ve demokratik işleyişindeki tertip ve tuzakları, sinsiliği ve yarattığı yanılsamaları kapsar. Anahtar Kelimeler: Michel Foucault, İktidar, Doğruluk, Hümanizm, Özne Power/Knowledge Spiral: Disciplinary Truth and Subject in Michel Foucault Abstract This article is interested in the disciplinary constitution of truth and subject in Michel Foucault’s thought. Foucault sees the emergence of disciplinary society as the uniqeness of the experience of modernity. This is also the context in which Foucault fundamentally rejects enlightenmental and humanist conceptions of knowledge, truth and subject. Defending the inseparability of knowledge and truth, Foucault focuses on the production of truth and subject within the disciplinary mechanisms of power. Through archeological and genealogical studies, he tries to decipher the arbitrariness of the disciplinary knowledge and modern culture and the slippy ground they are based on. The main character of this power, which have been prevailing since the development of human and social sciences in the nineteenth century, is not based on oppression but on productive surveillance, subjectification and multiplication. This situation includes the traps and dispositives, insidiousness and illusions in the liberal and democratic operation of power. Key Words: Michel Foucault, Power, Truth, Humanism, Subject İKTİDAR/BİLGİ SARMALI: MICHEL FOUCAULT’DA DİSİPLİNSEL DOĞRULUK VE ÖZNE *) Doç. Dr., Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü (e-posta: [email protected]) Himmet HÜLÜR (*) EKEV AKADEMİ DERGİSİ Yıl: 12 Sayı: 35 (Bahar 2008)

Transcript of İktidar-Bilgi Sarmalı: Michel Foucault'da Disiplinsel Doğruluk ve Özne -Power/Knowledge Spiral:...

149

ÖzetBu makalede Michel Foucault’nun düşüncesinde doğruluk ve öznenin disipline ve

denetime dayalı oluşumu ele alınmaktadır. Foucault, disiplin toplumunun ortaya çı-kışını modernlik deneyiminin biricikliği olarak görür. Bu aynı zamanda Foucault’nun aydınlanmacı ve hümanist anlayışların bilgi, doğruluk ve özneye ilişkin varsayımları-nı temelden reddettiği bağlamı oluşturur. Bilgi ve iktidarın birbirinden ayrışmazlığını savunan Foucault aynı zamanda doğruluk ve öznenin disiplinsel iktidar mekanizmaları içinde üretilişine odaklanır. Arkeolojik ve soybilimsel araştırmalarıyla, disiplinsel bilgi ve modern kültürün keyfiliğini ve üzerinde konumlandığı kaygan zeminini deşifre etmeye girişir. Ondokuzuncu yüzyıldan itibaren insan ve toplum bilimlerinin gelişmesiyle egemen olan bu iktidarın en temel niteliği baskıya değil üretici boyun eğmeye, özneleşmeye ve çoğaltmaya dayanmasıdır. Bu durum iktidarın liberal ve demokratik işleyişindeki tertip ve tuzakları, sinsiliği ve yarattığı yanılsamaları kapsar.

Anahtar Kelimeler: Michel Foucault, İktidar, Doğruluk, Hümanizm, Özne

Power/Knowledge Spiral: Disciplinary Truth and Subject in Michel FoucaultAbstract

This article is interested in the disciplinary constitution of truth and subject in Michel Foucault’s thought. Foucault sees the emergence of disciplinary society as the uniqeness of the experience of modernity. This is also the context in which Foucault fundamentally rejects enlightenmental and humanist conceptions of knowledge, truth and subject. Defending the inseparability of knowledge and truth, Foucault focuses on the production of truth and subject within the disciplinary mechanisms of power. Through archeological and genealogical studies, he tries to decipher the arbitrariness of the disciplinary knowledge and modern culture and the slippy ground they are based on. The main character of this power, which have been prevailing since the development of human and social sciences in the nineteenth century, is not based on oppression but on productive surveillance, subjectification and multiplication. This situation includes the traps and dispositives, insidiousness and illusions in the liberal and democratic operation of power.

Key Words: Michel Foucault, Power, Truth, Humanism, Subject

İKTİDAR/BİLGİ SARMALI: MICHEL FOUCAULT’DA DİSİPLİNSEL DOĞRULUK VE ÖZNE

*) Doç.Dr.,AfyonKocatepeÜniversitesiSosyolojiBölümü (e-posta:[email protected])

Himmet HÜLÜR (*)

EKEV AKADEMİ DERGİSİ Yıl: 12 Sayı: 35 (Bahar 2008)

150 / Doç. Dr. Himmet HÜLÜR EKEV AKADEMİ DERGİSİ

GirişFoucault’un iktidar/bilgi ve doğruluk üzerine düşünceleri, beslendiği kaynaklar ve

taşıdığı özgünlükler kadar hümanist söylemin temel anlayışlarına yönelik itirazları da kapsar. Bu açıdan hümanist söylemlere damgasını vuran, başlıca evrensel insanlık, ilerle-me, nesnellik ve birey özgürlüğü kavramlarıyla ortaya konulan bakış açılarını ve çözüm-lemelerini temelden sarsan çalışmalar yürütmüştür. Hümanizmin eleştirisi, toplumun ve bilginin modern çağın başından beri sürekli gelişme gösterdiğini vurgulayan görüşlerin çelişkilerini olduğu kadar demokratik, liberal ve yeni özgürlükçü söylemlerin derin çeliş-kilerini odağına alır. Bu tür bir eleştiri; ilerleme, doğruluk ve özgürlük fikrini ve vaadini olduğu kadar tekçi doğruluk kavrayışına dayanan herhangi bir çözümlemeyi reddeden postmodernist bir bakış açısının başvurduğu olası kaynaklardandır. Aydınlanmayı ve mo-dernliği zincirlerden kurtulma olarak kavrayan Kant’tan Habermas’a kadar uzanan geniş bir modernist geleneğin tersine Nietzsche’den Hardt ve Negri’ye kadar uzanan geniş bir gelenek aynı olguları özgürlük illüzyonu olarak görmeye yatkındır. Daha özel olarak, Marxist düşünce çizgisinde Althusser’in ve Frankfurt Okulu düşünürlerinin vurguladık-ları gibi Foucault’ya göre de iktidar illüzyonsal bir özne ve özgürlük kanaatini yayar ve bireyler iktidarın bu oyunlarının bir aracısı olarak hareket ederler.

Foucault doğruluk ve özneyi nasıl ortaya çıktıkları nasıl oluştukları açısından çözüm-ler. Çünkü bunlar belirli bir tarihsel oluşumun ürünleridir. Önceki çalışmalarında benim-sediği arkeolojik ve daha sonraki çalışmalarında benimsediği soybilimsel araştırma yar-dımıyla doğrulukların ve öznelerin ortaya çıkış koşullarını ve bu koşulların değişimini inceler. Böylece tarihin bize sunabileceği tek bir bilgi ve doğruluk çizgisinin olmadığı, birbirinden kopuk, süreklilik göstermeyen doğrulukların olduğu açığa çıkar. En önemlisi iktidar bize kendi keyfi kavrayışlarını doğruluk olarak benimsetir. Yine özne, modern iktidar/bilgi sarmalının bir yapıntısı olarak işlev görür. Niyet, tercih, irade, bilinç gibi öz-neye atfedilen yetileri bireylerin kendileri oluşturmazlar, tersine bunlar iktidar tarafından belirlenir ve dağılımı yapılır. Bunun nedeni, modern iktidarın baskıya değil özgürlüğe ve çoğaltmaya dayanmasıdır. Bireyler kendilerinin ve başkalarının bedenlerini, eylem-lerini, hazlarını, düşüncelerini iktidar/bilgi sarmalı içinde yaratılan ve dağılımı yapılan doğrululuklar içinde kavrar, kullanır ve benimser. Bunu zora ve baskıya maruz kalmadan yaparlar. Modern toplumda egemen olan biyo-iktidar, baskı değil boyun eğme, zorlama ve şiddet araçları değil gönüllülük üzerinde yükselir. Bir merkezde veya birilerinin elinde bulunmayan iktidar, bedeni, ruhu, düşünceyi eylemi, algılamayı, disiplinsel tekniklerle üretir ve denetler. İktidarın bu merkezsizliği ona karşı direnişin olanaklarını da ortadan kaldırmaktadır. Bu nedenle, Foucault’nun “insanın sonu” anlayışı içinde yer alan gö-rüşleri varolan denetim biçimlerine karşı önerilebilecek herhangi bir kurtuluş reçetesini veya alternatif tasarımı geçersiz bulur. Hatta düşünmeyi, düşünülmeyeni düşünme olarak gören Foucault’nun herhangi bir özgürlük, kurtuluş veya çözüm önerisi veya arayışının, “insanın sonu”nun altını çizen dönüşümlere veya makine-insan temasına dahil olacağını düşündüğünü söyleyebiliriz. Dahası, modern bilgi oluşumunun içinde ortaya çıkan bir kategori olarak insanın sonu, bu nedenle onun keyfiliğini bu oluşum koşullarında deşifre etmekle daha başta açığa çıkar.

151İKTİDAR/BİLGİ SARMALI: MICHEL FOUCAULT’DA DİSİPLİNSEL DOĞRULUK VE ÖZNE

Kralın Boyun Büküşü: Disiplinsel İktidarın Yükselişi Batı toplumlarında Ortaçağdan itibaren hak ve iktidar arasındaki ilişkileri ele alan hu-

kuksal düşünce, iktidarı kraliyet iktidarı olarak görmüştür. “Batıda hak Kral’ın hakkıdır”. Geleneksel iktidar sorunu siyasal otoriteye bağlı ele alınmış, böylece haklar ve iktidar arasındaki ilişkilerin anlaşılmasında devlet iktidarı en önemli konuma yerleştirilmiştir. Buna karşın, Foucault’nun temel tasarımı, “Ortaçağdan beri bütün bir hak söylemini izle-yen çözümleme biçimini tersine çevirmek”tir. Onun ilgisi yönetme ilişkileri değil, baskı ilişkileri, toplumdaki iktidar kodunun parçası olan iktidar ilişkileridir. Baskı ve boyun eğme yönetme ve itaatin yerine konmaktadır. Baskıdan kastettiği bir kişinin veya grubun diğeri üzerinde uyguladığı baskı değil; toplum içinde, toplumsal organizma içinde işlevi olan çok çeşitli boyun eğme ve baskı biçimleridir. Foucault, iktidar sorununu öncelikle şu soruyla ele alır: “hakikat söylemlerinin üretilmesindeki iktidar ilişkileri hangi hak kural-larını işleyişe sokar?”. Bütün toplumlarda, “toplumsal bedeni saran, nitelendiren ve oluş-turan çok çeşitli iktidar ilişkileri vardır ve bu iktidar ilişkileri söylemin üretimi, birikimi, dolanımı ve işleyişi olmadan ne yürütülebilir, ne de yerleşik hale gelip pekişebilir”. İktidar uygulaması belirli bir doğruluk söylemini dikkate almadan anlaşılamaz. Toplumda herkes iktidar vasıtasıyla hakikat üretimine maruz kalır ve iktidar, hakikat üretimi olmaksızın uygulanamaz. Doğruluk üretimi, refah üretimi gibi bir zorunluluktur, hatta refah üretimi doğruluk üretimine bağlıdır. Bu açıdan, iktidarın özel biçimlerini yansıtan “söylemlerin bir işlevi olarak; yapıp etmelerimizde yargılanır, mahkum edilir, sınıflandırılır, belirlenir, belirli bir yaşam veya ölüm biçimine yazgılanırız”1. Konvansiyonel olarak, bilim doğ-ruluk kavramı üzerine kurulu çeşitli uzmanlık alanlardaki bilgi biçimlerini kapsar. Bilgi doğruluğa ulaşmak için üretilir. Ancak, Foucault’ya göre doğruluk “içeriklerin gelişimsel ortaya çıkışı” değil, “söylemsel pratiklerin ürünüdür”2. Tarihsel olan ve her çağda fark-lı ölçütlerle belirlenen doğruluk iktidarın dolaysız bir yaratımıdır. Deleuze’ün3 belirttiği gibi, Foucault’nun eserleri “gerçekte ‘doğruluk oyunları’ veya daha çok doğruluk prose-dürleri” olduğunu ortaya koyar. “Doğruluk onu yerleştiren prosedürden ayrıştırılamaz”. Bu anlamda, Ortaçağdan sonra “sorgulayıcı araştırma” etkinken, onsekizinci yüzyıldan sonra “insan bilimlerinin ‘disiplinsel incelemesi’ etkin hale gelir.

Kendi iktidar yaklaşımının anlaşılması için Foucault’nun ortaya koyduğu beş yöntem-bilimsel öncülü özetleyerek aktaralım. Birincisi, iktidar çözümlemesi düzenli ve meşru iktidar biçimleriyle merkezi konumlarında ilgilenmez, tersine “iktidar kendi uçlarında, nihai varış yerinde, kılcal damar olduğu noktalarda, yani daha bölgesel ve yerel biçim ve kurumlarda” ele alınır. İkincisi, iktidar çözümlemesi, bilinçli niyet veya kararla ilgili değildir. Bu nedenle “kim iktidara sahiptir ve amacı nedir?” sorusu yanıltıcıdır. İktidar çözümlemesi, iktidarın “dışsal görüntü”sünü, “doğrudan ve yakın ilişkiler”i, “iktidarın nesnesi”ni, “amaç”ını ve “kendini yerleştirdiği, yani gerçek etkiler ürettiği uygulama

1) Foucault, Michel, Power-Knowledge: Selected Interviews & Other Writings, Ed by Colin Gordon, Tr. by C. Gordon et. al., Pantheon Boks, New York 1980, s. 93-96.

2) Pasquino, Pasquale, “Michel Foucault (1926-84) The Will to Knowledge”, Economy and Society, Vol 15 No 1: 97-109, 1986, s. 102.

3) Deleuze,Gilles, Foucault,Tr.andEd.bySeanHand,Continuum,London1999,s.54.

152 / Doç. Dr. Himmet HÜLÜR EKEV AKADEMİ DERGİSİ

alanı”nı kapsar. “Bedenleri yönlendiren, jestleri yöneten ve davranışları dikte eden” ke-sintisiz süreçler ve boyun eğme biçimleri düzeyinde bir ilgiye sahiptir. İktidar çözümle-mesi, “öznelerin tedrici ve ilerleyen bir biçimde çok çeşitli organizmalar, güçler, enerjiler malzemeler, arzular, düşünceler vasıtasıyla gerçek ve maddi olarak oluşturulması”nı kap-sar, bu anlamda, “Öznelerin inşası olan boyun eğmeyi maddi oluşunda yakalamalıyız”. İktidarın bu tür ele alınışı, Hobbes’un Leviethan’da ortaya koyduğu hükümranlığa dayalı yaklaşımın tam tersidir. Üçüncüsü, iktidar, bir bireyler sınıfının diğerleri üzerinde yerle-şik bir baskı olgusu olmamasının yanında, ona sahip olanlarla olmayanlar arasında farklı-lık yaratan bir şey de değildir; “dolanan ve yalnızca zincirleme biçimde işleyen bir şeydir. Burada veya orada herhangi birilerinin elinde sabitlenemez, bir meta veya refah parçası gibi sahip olunamaz”. Foucault, “belirli bedenlerin, jestlerin, söylemlerin, arzuların bire-yi oluşturması ve bireyle özdeşleşmesi iktidarın halihazırda öncelikli etkileri” olduğunu savunur. “İktidarın oluşturduğu birey aynı zamanda onun vasıtasıdır”. Dördüncüsü; ik-tidar, onun “merkezden tabana ne kadar yayıldığını, kendisini aşağıya doğru toplumun en alt öğesine kadar ne derecede ürettiğini keşfetme” çabalarıyla anlaşılamaz. Foucault, aşağıdan yukarıya doğru gelişen bir iktidar çözümlemesi benimser: “her birinin kendine ait tarihi, tekniği, yörüngesi ve taktiği olan son derece küçük iktidar mekanizmaların-dan başlayıp, daha geniş iktidar mekanizmaları ve toplu baskı biçimleri tarafından bu iktidar mekanizmalarının nasıl devreye sokulduğu, zapt edildiği, kullanıldığı, kıvrıldığı, dönüştürüldüğü, yerinden edildiği ve genişletildiği v.b.ni görmek”. Delilik ve çocuk cin-selliğinin yukarıdan aşağıya doğru çözümlemesi bu olguları hakim sınıf olan burjuvaziye bağlar. Foucault’ya göre bu tür çıkarsamalar “her zaman mümkündür. Bunlar aynı za-manda eşit olarak doğru ve yanlıştır.” Bu olguların anlaşılması için, “tarihsel olarak en alt düzeyden başlayıp, iktidar mekanizmalarının nasıl işleyebildiğinin” bilinmesi gerekir4. Foucault’nun iktidar çözümlemesinde beşinci yöntembilimsel öncül, “iktidarın başlıca mekanizmalarına ideolojik üretimin eşlik etmesi” ile ilgilidir. Eğitimin, monarşinin, par-lamenter demokrasinin ideolojileri olarak görülen oluşum Foucault’ya göre ideoloji ola-rak adlandırılıp, ideoloji ile sınırlandırılamaz. “O ideolojiden hem çok daha fazlası hem de çok daha azıdır. O bilginin oluşumu ve birikimi için etkin araçların -gözlem metotları, kayıt teknikleri, inceleme ve araştırma prosedürleri, denetim araçları- üretimidir. Bütün bunlar, bu ince mekanizmalar aracılığıyla uygulandığında iktidarın ideolojik inşa olma-yan bir bilgiyi veya daha ziyade bilgi araçlarını geliştirmesi, örgütlemesi ve dolanıma sokması demektir”5. Kısaca iktidar, mikro düzeyde, düşünce ve eylemin anlık süregidişi üzerinde etkindir; niyetten ve amaçtan bağımsızdır; sahibi yoktur; en alt düzeyden, taban-dan yayılır, kendi mekanizmalarıyla bilgi üretir ve denetim kurar.

Bu beş yöntembilimsel öncülden hareketle geliştirdiği iktidar çözümlemesiyle Fou-cault toplum bilimlerindeki yerleşik bakış açılarından köklü bir biçimde ayrılır. İktidarın geleneksel kavranırlığını tersyüz etmesiyle; “Aşağıdan başlayan, daha basit olan, daha temel olan ve daha açık seçik olanla değil, daha karışık, daha karanlık, daha düzensiz,

4) Foucault, (1980), s. 95-100.5) Foucault, (1980), s. 102.

153İKTİDAR/BİLGİ SARMALI: MICHEL FOUCAULT’DA DİSİPLİNSEL DOĞRULUK VE ÖZNE

rastlantıya daha açık olanla yapılan bir açıklamadır bu”6. Böylece, “hakimiyetin hukuk-sal yapısına ve bunlara eşlik eden Devlet araçları ve ideolojilerine değil, iktidarın baskı ve maddi operatörlerine, boyun eğme ve bükme biçimlerine ve onların mahallileşmiş sistemlerinin kullanımlarına ve stratejik araçlarına” yönelik bir ilgiyle girişilen iktidar çözümlemesi, “hukuksal hakimiyet ve Devlet kurumları”nın yerine “baskı taktikleri ve teknikleri”ni konu edinerek “Leviathan modeli” iktidar kavrayışından kurtularak ikti-darın doğasının anlaşılmasına yönelir7. Foucault’nun yaklaşımı, sosyal bilimlerde geniş ölçüde kabul edilen tek yönlü bir iktidar anlayışından, daha karmaşık iktidar ilişkilerine, “nadiren sahip olunan ve özgürlüğe karşı kullanılan bir tür iktidar anlayışından, her yerde ve mikroskobik olarak, özgür edimler tarafından varlığa kavuşturulan iktidar ilişkileri-ne”8 dikkat çeker.

Ortaçağ kendi hukuksal-siyasal hükümranlık biçimine koşut olarak hukuksal araştır-maya öncelik verirken, onsekisinci yüzyıldan itibaren gelişen iktidar disiplinsel teknikler, inceleme ve bilimi devreye sokmuştur9. Hukuksal-siyasal hakimiyet kuramı başlıca dört rol oynamıştır. Birincisi, hukuksal-siyasal hakimiyet kuramı ile “feodal monarşide etkin olan bir iktidar mekanizması” kastedilir. İkincisi, “geniş düzeyde yönetsel monarşilerin inşası için araç ve meşrulaştırım” rolü oynamıştır. Üçüncüsü, onaltıncı ve onyedinci yüz-yıllarda farklı “kraliyet iktidarlarını pekiştirme veya sınırlandırma”nın gerekçesi olarak kullanılmıştır. Dördüncüsü, onsekizinci yüzyılda “yönetsel, yetkeci ve mutlakıyetçi mo-narşilerin tersine, alternatif bir modelin, parlamenter demokrasinin inşası ile ilgilidir”. Hakimiyet kuramı feodal toplum türünde “toplumsal bedenin bütününü kuşatır” ve ik-tidarın uygulanma tarzı “hükümdar-tebaa ilişkisinde” ifadesini bulur. Foucault, feodal toplumun sonuyla birlikte iktidarın yapısının değiştiğini iddia eder: “onyedinci ve onse-kizinci yüzyıllarda hükümranlık ilişkileriyle mutlak olarak uyuşmadığına da inandığım son derece spesifik prosedürsel tekniklere, tamamıyla yeni araçlara, oldukça farklı apa-ratlara sahip olan önemli bir olgunun üretimini, yeni bir iktidar mekanizmasının ortaya çıkışı veya daha ziyade keşfini görmekteyiz”. Ona göre, “[b]u yeni iktidar mekanizması, Dünya ve ürünlerinden ziyade bedenler ve yaptıklarına”; “zenginlik ve mallardan ziyade zaman ve emek”e daha fazla bağlı olan ve “hükümdarın fiziksel varlığından ziyade sıkı-ca örülmüş bir maddi müeyyide ağı”nı kapsayan, “aynı anda, bağımlı güçleri artırmak ve onları bağımlılaştırmanın etkinliğini ve gücünü geliştirmek” zorunda olan bir iktidar ekonomisine dayanır. Hükümranlığın dışında ele alınması gereken bu yeni iktidar biçimi “burjuva toplumunun büyük keşiflerinden biridir. … Endüstriyel kapitalizmin ve eşlik ettiği toplum türünün oluşmasında temel bir araç olmuştur. Hükümran olmayan (non-sovereign), hükümranlık biçiminin dışında duran bu iktidar disiplinsel iktidardır.” Disip-line dayalı iktidar, “hükümranlık kuramının yarattığı ihtişamlı hukuksal yapıyı” sarsmış

6) Foucault, Michel, Toplumu Savunmak Gerekir, Çev. Şehsuvar Aktaş, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2002, s. 274.

7) Foucault, (1980), s. 102.8) Deacon, Roger A., Fabricating Foucault: Rationalising the Management of Indiviuals, Marquette

University Press, Milwaukee 2003, s 163.9) Foucault,Michel,Discipline and Punish: The Birth of the Prision,Tr.byAlanSheridan,Penguin

Boks,London1991,s.225.

154 / Doç. Dr. Himmet HÜLÜR EKEV AKADEMİ DERGİSİ

ve çökertmiş olmasına karşın, “gerçekte hükümranlık kuramı yalnızca bir hak ideolojisi olarak varlığını sürdürmekle kalmamış, Napolyon Kanunu ile başlayan, Avrupa’nın on-dokuzuncu yüzyılda elde ettiği hukuksal kuralların düzenleyici ilkesini sağlamaya devam etmiştir”10. Hükümranlık kuramında tek taraflı olarak tepeden veya merkezden belirle-nen hükmetme fikrinden farklı olarak; temelde, mikro düzeyde yer alan somut konuşma, görme, kavrama, eyleme, üretme biçimleri üzerinde ve onlar aracılığıyla var olan iktidar açısından insan bilimlerinin büyük önemi vardır. Bu bağlamda, çağdaş toplumda iktida-rın işleyişi açısından önemli bir yer tutan insan bilimleri, insan doğasını değil yaşayan, çalışan, konuşan insanı inceler; onlar hakkında hazır kalıplar, algılama ve davranma biçimleri, çözümleme biçimleri geliştirir11. İnsan eylem ve ilişkilerinde bilgi ve doğruluk söylemlerini bireyler özgürce benimseyip uygularlar. Bireyler bedenlerini, eylemlerini, kendilerini ve başkalarını bu bilgiler ve söylemler vasıtasıyla algılar, kavrar, görür, an-latır ve dinlerken disiplinsel doğruluk sınırlarının dışına çıkamazlar. Disiplinler, insan düşünce ve eyleminin hangi doğrularla harekete geçirileceğini belirler. İktidar ilişkileri, disiplinler ve bilimsel söylemler vasıtasıyla var olur. Hükümdarın iradesinin ötesinde, her yerdeki yapıp etmelerde normallik ve anormalliğin doğrularını belirleyen disiplinlere dayalı iktidar ilişkilerinin, akışkan, devinimli, çoğalan, çok yönlü ve ayrıntıya hükmeden bir doğası vardır.

Disiplin, söylemin ve doğruluğun üretiminin sınırlarını belirler. Bu nedenle “doğru çizgide olmanın tek yolu, insanın söylemlerinin her birinde yeniden harekete geçmek zorunda olduğu söylemsel bir ‘zaptiye’nin kurallarına uymaktır”. Bunun yanında, “ku-ralların sürekli olarak yeniden güncelleştirilmesi”nedeniyle kısıtlayıcı işlevi çoğaltıcı iş-leviyle birlikte bulunur12. Foucault’nun disiplini inceleyişi, “bireylerin doğruyu konuşma biçimi”nin bireylerin üretme, dönüştürme ve eyleme yeteneklerini geliştiren koşullara bağlı olduğunu, ancak bütün bunların bireylerin kendi bedenleri üzerindeki iktidarın gü-cünü ve bireysel varoluşları üzerindeki hakimiyeti daha da kuvvetlendirdiğini gösterir13. Kendilerine özgü söylemlere sahip olan disiplinler, çeşitli bilgi ve anlama biçimlerinin ortaya çıkışına öncülük etmenin yanında bilgi üretiminin düzenlenmesinde ve söylemle-rin taşınmasında hayati bir rol oynarlar. “Disiplin söyleminin hukuk, yasa veya hükümran iradeyle ortak hiçbir şeyi yoktur. Disiplinler, yasadan bahseden bir söylemin taşıyıcıları olabilir, ancak bu hükümranlıktan çıkarılan hukuksal yasa değil, doğal bir yasa, bir norm-dur. Tanımladıkları yasa, hukuk değil normalleşmedir. Hak yapısı ile ortak hiçbir şeye ge-reksinim duymayan kuramsal bir ufka referansta bulunurlar. Alanlarını insan bilimi, yar-gılama biçimlerini klinik bilgi oluşturur”14. İnsan bilimleri ve disiplinlerin taşıdığı bilgi ve söylemler, iktidarı kritik bir sorun olmaktan uzaklaştırmıştır. Çünkü iktidar ve bilgi bir arada bulunur ve biri diğerini kapsar; “ne kendisine koşut olarak oluşmuş bir bilgi alanı

10)Foucault,(1980),s.103-105.11)Foucault, Michel, The Order of Things, Tavistock Publication, London 1970, s. 353. 12) Foucault, Michel, Söylemin Düzeni, çev. Turhan Ilgaz, Hil Yayın, İstanbul 1987, s. 40-41. 13)Burchell, Graham, “Liberal Government and Techniques of the Self”, Foucault and the Political

Reason, Ed by A. Barry, T. Osborne and N. Rose, UCL Press, 19-36, London 1996, s. 34.14)Foucault,(1980),s.106-107.

155İKTİDAR/BİLGİ SARMALI: MICHEL FOUCAULT’DA DİSİPLİNSEL DOĞRULUK VE ÖZNE

olmayan herhangi bir iktidar ilişkisi, ne de iktidar ilişkilerini aynı zamanda varsaymayan ve oluşturmayan herhangi bir bilgi vardır”15. Bu anlamda iktidar, kralın hükmetme biçimi çerçevesinde kavranamamasının yanında geri döndürülemez bir işleyişe sahiptir.

İktidar yalnızca baskıcı ve “hayır” diyen bir şeyse ona itaat sağlanır mı? Foucault’ya göre iktidar bizim üzerimizde yalnızca hayır diyerek bir güç uygulamaz, “o şeyleri dö-nüştürür ve üretir, zevk sağlar, bilgiyi biçimlendirir, söylem üretir. O işlevi baskı olan negatif bir durum olmaktan çok bütün toplumsal bedende çalışan üretici bir şebeke olarak kavranmalıdır.. onyedinci ve onsekizinci yüzyılardan itibaren iktidarın üretkenliğinde teknolojik bir sıçrama olmuştur”. Klasik dönemde, “monarşilerin güçlü devlet aygıtları (ordu, polis, mali yönetim) geliştirmeleri”nin yanında “yeni bir iktidar ‘ekonomi’si yani iktidarın etkilerinin sürekli, kesilmeden uyarlanmış ve ‘bireyselleşmiş’ bir tarzda bütün toplumsal bedene yayılmasını sağlayan prosedürler” de yerleşmiştir. “Bu yeni teknikler daha önce kullanılan tekniklerden çok daha etkili ve çok daha az israfçıdır (ekonomik olarak daha az maliyetli, sonuçlarında daha az riskli, kaçamağa ve direnmeye daha az açık)”16. İktidar sorununu devlet açısından ortaya koymak onu hala hükümranlık ve hu-kuk açısından ele almak demektir. Foucault, devletin önemsiz olduğunu söylemez, ancak iktidar ilişkilerinin çözümlemesinin devletin sınırlarını önemli ölçüde aştığını ileri sürer. Bu aşmanın anlamı şudur: Devlet “bütün fiili iktidar ilişkilerini” kapsamaz, üstelik Devlet mevcut iktidar ilişkileri içinde bir varlık kazanır. “Beden, cinsellik, aile, akrabalık, bilgi ve teknolojiyi düzenleyen bütün bir iktidar şebekesi ile ilişkili olarak Devlet üstyapısal-dır...Devlet, onun işleyişini mümkün kılan bütün bir iktidar ilişkilerinin yasalaşmasında oluşur, ve Devrim aynı ilişkilerin farklı bir tür yasalaşmasıdır... ve devrimler Devletin işleyişi için temeli oluşturan iktidar ilişkilerine dokunmadan olduğu gibi bırakır”17. Bu bağlamda, örneğin cinselik alanında iktidar, arzunun üretimi ve gözetimi için çeşitli tek-nikler devreye sokar. “Tıpsal inceleme ve psikiyatrik araştırma, pedegojik rapor ve aile denetimleri”, iktidarın arzuyla ilgili mekanizmalarında etkin hale gelir. Çekim ve kış-kırtma, “iktidar ve arzu sarmalları” cinsellik deneyiminde başat hale gelir18. Bu yolla bireylerin kendi cinselliklerini algıladıkları, yaşadıkları, açığa çıkardıkları ve böylece de-netimin alanına dahil oldukları bir cinsellik egemen olur. Batıda onyedinci ve onsekizin-ci yüzyıllardaki dönüşümlerden sonra ortaya çıkan böyle bir iktidar, özellikle toplumsal üretim ve hizmeti ön planda tutarak, bireylerin bedenleri, zihinleri ve eylemleri üzerinde etkili olmanın tekniklerini geliştirmeye başlamıştır19. Bu anlamda, disiplinsel teknikler ve kurumlar bireylerin bedensel ve zihinsel yönelimlerinin normallik ve uyum sistematiğini belirlemiş, dışlama mekanizmalarını işletmiştir.

15)Foucault, Michel, Discipline and Punish: The Birth of the Prision, Tr. by Alan Sheridan, Penguin Boks, London 1991, s. 27.

16)Foucault, (1980), s,. 119.17) Foucault, (1980), s. 122-123.18) Foucault, Michel, The History of Sexuality. Volume 1: An Introduction, Tr. by Robert Hurley, Penguin

Books, New York 1984, s. 45.19) Foucault, (1980), s. 125.

156 / Doç. Dr. Himmet HÜLÜR EKEV AKADEMİ DERGİSİ

Siyasal alanın parçası olan bedeni iktidar ilişkileri denetler, “onu değerlendirir, onu işaretler, onu eğitir, ona işkence eder, onu görevleri yapmaya, kutlamaları gerçekleştir-meye, işaretleri yaymaya zorlar”. Bedenin siyasal teknolojisi “dağınık” halde bulunur ve “çok biçimli bir araçlaştırmadan fazla bir şey değildir”. Devlet aygıtı dahil hiçbir kurum-da sabitlenip orada tutulamaz; iktidarın mikro fiziği, bedene ilişkin iktidarı “bir mülkiyet olarak değil, bir strateji olarak varsayar”. Bu strateji, sahip olma temelinde değil; tertipler, manevralar, taktikler, teknikler ve işleyişler temelinde belirlenir. Modern-disiplin toplu-muna özgü “bu iktidar ‘ona sahip olmayanlar’ üzerinde basitçe bir yükümlülük veya ya-saklama olarak uygulanmaz, onların ona karşı mücadelelerinde, kendi üzerlerindeki onun gücüne direnmelerinde olduğu gibi, o onları kullanır ve onlar tarafından ve onlar üze-rinden aktarılır”. Ortaçağdan sonraki dönüşümler ve mutasyonlarla birlikte ortaya çıkan “beden politikası” alanındaki diğer uygulamalar gibi cezalandırma teknikleri ve ceza pra-tikleri, hukuksal kuramın değil siyasal anatominin kapsamında yer alır20. İktidar çözüm-lemesi, herhangi bir diktatör, parti veya devleti disiplinsel uygulamalar açısından etkili görmez, anlaşılması gereken gündelik yaşamın “mikro-faşizm”idir21. Bu açıdan sözgelimi suçun nedenleri, koşulları, suçlunun kişiliği, yaşamının ayrıntıları söylemsel pratikler ve disiplinsel teknikler tarafından biçimlendirilir. Bütün bir toplum, disiplinsel tekniklerin, cezalandırmanın ve normalleştirmenin alanı haline gelir. Bu anlamda devletin veya hükü-metlerin değişmesi veya siyasal devrimler disiplinsel iktidar ilişkilerine dokunmaz. Ce-zalandırma bedene yönelik bir acı çektirme, işkence etme biçimi olmaktan çıkıp, bedenin bir inceleme nesnesi olarak ele alınmasının, yeni bilgi-iktidar ilişkisinin bir aracı haline gelmiştir. Bedende ruhun açığa çıkarılması, kişiliğin açık seçik çözümlenmesi, suçlunun eğilimlerinin, bilinç yapısının saptanması ve aydınlatılması; kelimelerle ruhun yapısı ve özellikleri arasındaki bağların, anlamların ve temsillerin kurulması, suçlunun bedeninin derinliklerindeki ruhunda saklanan izlerin ve eğilimlerin tasviri, sınıflandırılması, açık-lanması hapishane toplumunun denetim ve cezalandırma sisteminin başarılarını gösterir.

Cezayla ilgili iktidarın ‘mikro-fizik’inin tarihi, modern ‘ruh’un bir soy-bilimi veya bu soybilimin bir öğesi haline gelir. Bu ruh, ideolojinin yeniden canlandırılan bir kalıntısı olarak değil, beden üzerindeki iktidar teknolojisi-nin bugünkü karşılığı olarak görülebilir. Ruhun bir illüzyon veya ideolojik bir etki olduğunu söylemek yanlıştır. Tersine vardır, gerçekliğe sahiptir...Bu, Hıristiyan teolojisinde ruhun temsil edilmesinin tersine, günahkar do-ğan ve cezalandırmaya maruz kalan değil; cezalandırma, denetleme ve sı-nırlandırma yöntemlerinden doğan ruhun tarihsel gerçekliğidir. Bu gerçek, bedensiz-ruh bir öz değildir, o belirli bir iktidar tipinin ve belirli bir bilgi referansının içinde eklemlendiği öğe ve iktidar ilişkilerinin olası bir bilgi külliyatına yol açan bir makinedir ve bilgi bu iktidarın etkilerini genişletir ve pekiştirir...Bu realitede çeşitli referans kavramlar inşa edilmiş ve çö-zümleme alanları belirginleşmiştir: psyche, öznellik, kişilik, bilinç vesaire;

20) Foucault, (1991), s.25-28.21)Walzer, Michael, The Politics of Michel Foucault, Foucault: A Critical Reader, Ed. By D. Couzens

Hoy, Basil Blackwell Ltd, 51-68, Oxford 1991, s. 63.

157İKTİDAR/BİLGİ SARMALI: MICHEL FOUCAULT’DA DİSİPLİNSEL DOĞRULUK VE ÖZNE

onun üzerinde bilimsel teknikler ve söylemler, hümanizmin ahlaki iddiaları kurulmuştur... Ruh bir siyasal anatominin etkisi ve aracıdır; ruh bedenin hapishanesidir22.

Onyedinci yüzyıldan günümüze bir çok değişimler yaşanmasına karşın iktidarın anti-hümanist işleyişi varlığını sürdürür. Hardt ve Negri, Deleuze’ün yorumunu da benimse-yerek Foucault’nun eserinin disiplin toplumundan denetim toplumuna geçişi anlamamızı sağladığını ileri sürerler. “Disiplin toplumu, toplumsal komutun toplumsal gelenekler, alışkanlıklar ve üretken pratikleri üreten ve düzenleyen yaygın bir tertipler ve araçlar ağı vasıtasıyla inşa edildiği bir toplumdur”. Dahil etme ve dışlama mekanizmaları hapis-hane, fabrika, tımarhane, hastane, üniversite, okul gibi kurumlar vasıtasıyla etkili olur. Foucault’nun eski rejim ve klasik döneme göndermede bulunarak ortaya koyduğu bu iktidar paradigması kapitalizmin ilk aşamasında belirleyici olmuştur. Modernliğin uzak sınırında, postmodern dönemde ortaya çıkan denetim toplumunda ise “komut mekaniz-maları”, vatandaşın beyinleri ve bedenlerine yayılarak daha demokratik” hale gelmiştir. “Toplumsal bütünlüğün ve dışlamanın yönetmeye uygun davranışları öznelerin kendi-lerinde içselleştirilmiştir. İktidar beyinleri (iletişim sistemi, malumat ağları, vs ile) ve bedenleri (refah sistemi, izleme sistemi vs ile) yaşamadan ve yaratıcılık arzusundan özerk bir yabancılaşma durumuna doğru dolaysız olarak düzenleyen makineler aracılığıyla uy-gulanır”. Böylece, Foucault’nun eseri denetim toplumunda hakim olan biyo-iktidarı anla-mamızı kolaylaştırır. “Biyo-iktidar toplumsal yaşamı içeriden, onu izleyerek, onu yorum-layarak, onu sindirerek, onu yeniden eklemleyerek düzenleyen bir iktidar biçimidir”23. Denetim toplumu varlığını, iktidarın yaşamın içinde bulunuşuyla sürdürür.

İnsan bilimlerinde doğruluk, insanların ortak mekanlarda gözlenmesi, incelenmesi ve çözümlenmesini kapsayan kurumsal ve örgütsel bir işleyiş içinde mümkün olur. Bireyler, inceleme ve araştırma yoluyla doğruluğun üretiminin araçları ve nesneleri haline gelirler. Buradan Rose24, Foucault’nun düşüncesinde doğruluk deneyiminin, doğrulukların içinde ortaya çıktıkları mekanı var eden “doğruluk makineleri”nin dikkate alınarak kavranabi-leceğini belirtir; “yakıtını doğrulukların kendilerinin sağladığı” bu makineler “güçlerin, mekanların ve öznelerin makineleri”dir. Bu makineler arsında kasıtlı ve düzenli değil rastlantısal bir bağ vardır. Rose, makine göndermesiyle Foucault ve Deleuze arasında-ki düşünce bağını vurgularken, Foucault’un “tertip” dediği şeyi Deleuze’ün “çizgiler” olarak ele aldığına değinir. Bu çerçevede bu düşünürler arasında ortak tema bilgi ve bireysellik arasındaki yakın ilişkidir: “Bu çizgiler rejiminden, bu mekanlar ve gözetimler rejiminden insan bireyselliğinin yeni bilgileri doğabilir –tımarhanede, okulda, fabrikada ve belki de hepsinden önce klinikte”.

Bireylerin taşıdıkları doğruluklar, insan bilimlerine dayalı olarak kurumsal pratikler içinde üretilip yayıldığından, hiçbir biçimde onların kendi yaratımları değildir. Gerçekte bireyler, örneğin hastanede veya okulda kendilerinin ne oldukları ve ne yapıp edecekle-

22)Foucault,(1991),s.29-30.23)Hardt,M;Negri,A.,Empire,HarvardUniversityPress2001,s.22-24,419n.24)Rose,Nikolas,“Medicine,HistoryandthePresent”,Reassessing Foucault: Power, Medicine and the

Body,EdbyColinJonesandRoyPorter,Routledge,48-72,NewYork1998,s.58-59.

158 / Doç. Dr. Himmet HÜLÜR EKEV AKADEMİ DERGİSİ

rine ilişkin birer nesne haline dönüşmelerinin yolunu açan bilgi ve pratiklerin, doğruluk kalıplarının birer işlevsel ürünüdür. Doğruluk, kendi işleyişi için bireye, birey kendi ya-şamı için doğruluğa gereksinim duyar.

İnsan ve toplum bilimlerinin tarafından üretilen ve bütün topluma yayılan disiplin ve denetimsel söylemler ve pratikler normalleşmeye, belirli bir doğruyu tek taraflı olarak dayatarak, eylem ve düşünceyi dışarıdan yöneterek aracılık etmezler, aksine inceleme ve çözümleye dayalı bu söylemlerin dağılımı ve yayılması bireyleri farklılık ve çoğulluğa katarak onların eylem ve düşüncelerine onların içinden eşlik ederler. Söylemsel pratikler, doğruların üretim olanaklarını pekiştirirken, bireyler, dahil oldukları doğruluk söylemle-rinin kendi üzerlerindeki etkinliklerinin, iktidarın kendilerini özneleştirmelerinin taşıyı-cıları olarak konumlanırlar.

İktidar-Bilgi Sarmalı Çerçevesinde Hümanizm ve Özne SorunsalıFoucault, Bilginin Arkeolojisinde, bilginin tarihindeki dönüşümlerin ilkelerini, söy-

lemsel oluşumları, ifade ve söyleme biçimlerini; özne, köken ve bilinç ile ilişkilerini kazıyıcı bir çözümlemeyle ele alır. Böyle bir çözümlemenin yapısalcı olmadığı halde yapı sorununu da ortaya çıkardığını belirtir25. Öznelcilik ve tarihsel süreklilik düşüncesi birbiriyle yakından ilişkilidir, tarihin sürekliliği düşüncesi, özne ve bilincin bir gün tekrar saygınlık kazanacağı fikrine dayanır. “Tarihsel çözümlemeyi süreklinin söylemi yapma ve insan bilincini tarihsel gelişmenin ve bütün eylemin orijinal öznesi yapma aynı dü-şünce sisteminin iki yönüdür.” Ondokuzuncu yüzyıldan beri, antropoloji ve hümanizm her fırsatta öznenin hükümranlığı temasına sarılmaktadır. Marx’ın üretim ilişkileri, eko-nomik belirlenimler ve sınıf savaşları vasıtasıyla özneyi merkezsizleştirmesine karşın, toplumdaki bütün farklılıkları ortadan kaldırarak tek biçime indirgenmiş bir sistem kurma çabası; Nietzsche’nin “ussallığı insanlığın erek’i yapabilecek bir temel arayışı”na karşı çıkarak, soy bilimi (genealogy) vasıtasıyla özneyi merkezsizleştirmesine karşın, bir te-mel arayıcılığına dayalı olarak ussallık ve erekselliği daha fazla işleme anlayışı; yine yakın zamanlarda psikanaliz, dilbilimi ve etnolojinin arzu, dil ve eylem çözümlemeleriyle özneyi merkezsizleştirmesine karşın, tarihin bir dinamizm, gelişme ve süreklilik oldu-ğu temasının diriltilmesi, öznenin hükümranlığını korumayı sürdürmektedir. Hatta daha da ileri gidilerek Marx ve Nietzsche’de hümanist anlamlar bulunmaya çalışılmaktadır26. Günümüzde insan bilimlerindeki insanı varlığın merkezine koyan antropolojikleştirme “bilgiye büyük bir iç tehdit oluşturur”27.

Foucault’nun söylem ve bilgiyi arkeolojk çözümlemeleri, delilik, hastalık ve suçluluk ile ilgili erken çalışmaları hümanizmin temel savlarına meydan okurken, son çalışmala-rındaki soybilimsel bakış açısı bu ilgisini pekiştirir, onun özellikle beni yaratma ve ben teknikleri hakkındaki görüşleri temel bir önem taşımaktadır. Hard ve Negri’ye28 göre, Foucault’nun özellikle Cinselliğin Tarihi’nde benin ahlaki ilgisi ve kendini yaratma ik-tidarı vasıtasıyla Rönesans hümanizmini yeniden yönelişi, kariyerinin başından itibaren, 25)Foucault,Michel,The Archeology of Knowledge,Routledge,London1992,s.16.26)Foucault,(1992),s.12-13.27)Foucault,(1970),s.348.28)Hardt,(2001),s.91-92.

159İKTİDAR/BİLGİ SARMALI: MICHEL FOUCAULT’DA DİSİPLİNSEL DOĞRULUK VE ÖZNE

en azından yirmi yıl önce ilan ettiği insanın ölümü temasından ayrılma anlamına gel-mez. Bedenlerimizi ve zihinlerimizi bir kez insan sonrası sibernetik organizmalar olarak gördükten sonra, bizi canlandıracak yaratıcı potansiyellerimizi keşfetmeye gereksinim duyarız. Bu insanın ölümünden sonraki hümanizmdir: “kendimizi ve dünyayı yaratma ve tekrar yaratmanın sürekli oluşturucu tasarımı”. Bu bağlamda, Hardt ve Negri29, bugünkü küresel baskı ve tiranlık karşısında Foucault’nun soy bilimine benzer yeni bir bilime, daha doğrusu bir anti-bilime gereksinim duyduğumuzu belirtir. Foucault, bugünün tari-hinin anlaşılması çabasında, Descartesci, Hegelci yaklaşımları reddederek, tarihsel ge-lişme anlayışını tamamıyla yıkar ve Nietzscheci bir tutumla “söyleyecek iyimser hiçbir şey yok” fikrini benimser30. Nietzsche’ye göre, bedenin kendi düzeni yoktur, “onun tek düzenini toplum empoze eder”31 (Levin 2001: 313). Aynı şekilde, Foucault’nun “benin teknikleri” kavramına yakından bakıldığında, bireye dışarıdan yüklenen iktidarın “birey benler tarafından kendilerine uygulanması”nı kastettiği görülür. “Biz iktidarın araçları ve suç ortakları oluruz” 32. Günümüz toplumlarında biyopolitik iktidar teknikleri yaşamları ve özneleri üretir, yönlendirir ve düzenler; “böylece bireyler kendilerini özne olarak inşa ederler ve algılarlar”. Foucault, cinselliğin tarihiyle ilgili çalışmasında, yönlendirilme-miş bir düşünce ve yaşamın arzuya değil, zevke ve bedenlere dayalı olması gerektiğini belirtir, çünkü Lacan ve Barthes gibi negatif bir arzu kavrayışına sahiptir33. Buna karşın, Foucault varolan iktidar yapısına bir alternatif veya genelleştirilebilir bir norm aramamış, “muhalefet değil direnme”nin34 olanaklarını yoklamıştır, çünkü varolan iktidar düzene-ğine bir alternatif önermek aynı düzeneğin çelişkilerini taşır, kendi ifadesiyle “başka bir sistem hayal etmek, mevcut sistemdeki katkımızı genişletmektir”35. Foucault’nun ikti-dar ilişkilerini aşırı vurgulayışı, özne ve temel arayışını reddetmesinin, tarihi rastlantı, keyfilik ve süreksizliğe dayalı yorumlayışının anti-aydınlanmacı bir düşünce çizgisine yerleştirilmesinin nedenleridir.

Hümanizmin ortaya çıkışı tarihsel olarak iktidarın yaşamın içinde hareket eden bir açılıma sahip olmasıyla yakından ilişkilidir. İktidarın bu tür bir açılımla devreye soktu-ğu yeni düzenlemeleri çözümlemek için Foucault, ‘pastoral iktidar’ kavramını geliştirir. Toplum ve devlet kurumları, ilgilerinin ve öncelikli amaçlarının “bireyin yararı”, “sağlık ve mutluluğu” olduğunu iddia ederler. Böylece, “işkence ve idam”ı kapsayan baskı reji-mindekinden farklı olarak bedenin yeni bir işlenişi devreye girer. “Ruhban sınıfının gele-neksel pastoral ilgileri genelleşmiş ve yeniden yönlendirilmiştir”. Baskı siteminin yerine ‘güvenlik, mutluluk ve haz’ı vurgulayan ‘benliğin özel bir yetiştirilmesi’ geçer. “Pastoral 29)Hardt,M;Negri,A.,Mutitude: War and Democracy in the Age of Empire,PenguinBoks2006,s.

309.30)Rorty,Richard,“FoucaultandEpistemology”,Foucault: A Critical Reader,Ed.ByD.CouzensHoy,

BasilBlackwellLtd,41-49,Oxford1991,s.46.31)Levin,D.Michael,The Opening of Vision: Nihilism and The Postmodern Situation,Routledge,New

York2001,s.313.32)Levin,(2001),s.301.33)Ffrench,Patrik,“ADifferentLife?Barthes,FoucaultandEverydayLife”,Cultural Studies, Vol.18,

No.2/3:290-305, 2004,s.297-298.34)Coors,MarilynE.,“AFoucauldianForayIntoTheNewGenetics”,Journal of Medical Humanities,

Vol. 24, Nos. 3/4:279-289,2003,s.288.35)Foucault, Michel, Language, Counter-Memory, Practice, Basil Blackwell, Oxford 1977, s. 230.

160 / Doç. Dr. Himmet HÜLÜR EKEV AKADEMİ DERGİSİ

iktidar özneye sadakate ısrar eder çünkü öncelikle keşfettiğini iddia ettiği özgürleşmiş bireyi güçlendirmeyi ve ona saygı duymayı vaat eder”. Ancak Foucault bu öznenin ikti-darın antitezi olmadığını aksine “öznenin iktidar rejimi tarafından çepeçevre kuşatıldığı ve yoğrulduğu”nu ileri sürer36. Foucault’ya göre hükmetme biçimlerine indirgenemeyen ve baskıcı olmayan bu yeni iktidar “daha çok, üretkendir: o bireyleri, öznellik biçimlerini, farklı kimlik çeşitlerini, davranış kalıplarını, eylemeleri, arzuları, inançları üretir. İktidar bireyleri niteler, bireyi kendi gerçek benliğinin yansıması olarak kavramak ve inanmak zorunda olduğu kimliğine bağlar”37.

Hümanizm, insan doğasına ilişkin felsefi düşünceler aracılığıyla genel olarak insanı konumlandırmasının yanında özel olarak bireyi ve yeteneklerini vurgular. Bu anlamda, “özgürlük, eşitlik, hoşgörü, sekülerizm, toplumsal ve siyasal yenilik, ilerleme, pragratizm, bilimcilik, ve insan doğasının mükemmelleşebilirliği” hümanizmin temel değerleridir. Ancak hem yapısalcılık hem de post-yapısalcılık hümanizmin insan doğası hakkındaki bu varsayımlarına karşı çıkar. Özellikle post-yapısalcılı eleştiri, insan doğasının sabit-liğini içeren bir bilgiyi ve “herhangi bir ‘doğru’, ‘gerçek’, ‘özgün’ veya ‘özsel’ benlik” kavrayışını reddeder38. Bireyi ve özgürlüğü olduğu kadar, yeteneği, üretimi ve çalışmayı vurgulayan bir dünya görüşü olarak hümanizm onsekizinci yüzyıldan itibaren Batı dü-şüncesinin temel bir belirleyicisi olur. Foucault bu dönemde ortaya çıkmış olan insanlık nosyonunun altını kazır ve temellerini sarsar. McGowen’in ifade ettiği gibi, “[i]nsanlık ondokuzuncu yüzyılda artan sayıda nedenlere verilen addır. O, genci okullaştırma ve de-liye destek olmadan fakire yardım ve hayvanlara büyük nezaket göstermeye kadar her şeyi kapsayan, yaygın bir şekilde dağılmış etkinlikler alanıyla ilintili ortak bir idealdir”39. Foucault, insanlık kavramının karşısında bir çözüm getirmeyi veya onu devirmeyi amaç-lamaz, daha çok onun kendini nasıl sunduğunu inceleyerek içine düştüğü açmazları açığa çıkarır. “Yalnızca insanlık retoriğinin kendini-inkara yol açtığı anları değil, tehlikeli bir dizi pratiklerin hedefi olarak ‘insanlık’ı gerçekte oluşturan anları ifşa etmenin yollarını arar”40. Bu doğrultuda, hümanizmin iddialarının tersine Foucault’ya göre, “insanlar sü-rekli-genişleyen iktidarın kurbanları, en çok da manipülasyon ve baskının hedefleri haline gelmişlerdir. Ancak Foucault basitçe metodolojik bir anti- hümanist değildir. Tarihçilerin kafasını özel olarak karıştıran Foucault’nun son birkaç yüzyıldır insanlık durumunu iyi-leştirme çabalarını eleştirmesidir”41. İnsanlık nosyonunun herhangi bir evrensel, temel ve tartışılmaz doğruluğu olmadığı sürece onu iyileştirme ve geliştirme çabalarının neye hizmet ettiği sorunludur. Böyle ortak bir kabul olmadığı sürece, kaldı ki Foucault böyle kabulleri bütünüyle reddeder, insanlık durumunu iyileştirme çabaları baskın insanlık bil-36)McGowen, Randall, “Power and Humanity, or Foucault Among the Historians”, Reassessing Fouca-

ult: Power, Medicine and the Body, Ed by Colin Jones and Roy Porter, Routledge, 91-112, New York 1998, s. 99-100.

37) Oksala, Johanna, “Cyberfeminists and Women: Foucault’s Notion of Identity”, Nora, No 1 Vol. 6: 39-47, 1998, s. 41.

38)Basley, A. C. (Tina), “Foucault and the Turn to Narrative Therapy”, British Journal of Guidance & Counselling,Vol. 30, No. 2: 125-143, 2002, s. 136

39)McGowen, (1998), s. 102. 40) A.g.e., s. 110.41) A.g.e., s. 94.

161İKTİDAR/BİLGİ SARMALI: MICHEL FOUCAULT’DA DİSİPLİNSEL DOĞRULUK VE ÖZNE

gisinin nüfuzu altında şekillenecektir. Bu bağlamda önemli olan ve anlaşılması gereken insanlığı iyileştirme amacının hangi bilgi, doğruluk ve denetim sisteminin içinde ortaya çıktığı, nasıl kendisine bir olanak bulduğudur.

Foucault metinlerinin aydınlanma ve başlıca çağdaş düşünce akımlarıyla ilişkisi üze-rinde birbirinden farklı değerlendirmeler ortaya konulmaktadır. Örneğin Smart ve Poster onu Marxizmin krizi bağlamında ele alırken, Sheridan, Dreyfus ve Rabinow onun hü-manizm, yapısalcılık ve hermenutikin olduğu kadar Marxizm, Liberalizm ve Nihilizmin ötesinde, “öncüsü olmayan yeni bir sistemin inşacısı” olarak “çağdaş toplumsal kura-mın ikilemleri”ni gösterdiğini ileri sürerler”42. Foucault’yu, az sayıda da olsa farklı bir yorumla, Aydınlanmacı bir çizgide ele alan değerlendirmeler arasında yer alan Falzon, Foucault’nun yaklaşımını diyalogsal bir açıdan değerlendirir. Foucault’nun Metafizik öz-nelciliği eleştirisinin “postmodern felsefi duyarlılığın” ortaya çıkışında etkili olduğunu belirtir ve Foucault’nun. “aşkın özneyi sorgulamakla diyaloğun temel olduğu bir resme döndüğünü” ileri sürer. Bazı yorumcuların Foucault’nun, “artık aşkın özne olmayan in-sanın, yeni bir metafiziğe, yeni bir kişiliksiz (impersonal) yapısal bütünlüğe” boyun eğ-diğini ele alan bir yaklaşıma sahip olduğunu ileri sürmelerine karşın, Falzon, onun bazı eserlerinin dikkatli bir incelenmesinin “yapının veya baskının değil, kuvvetlerin açık uçlu ‘sancılı’ diyaloguna dahil oluşumuz”a odaklandığını gösterdiğini savunur. “Toplumsal düzen ve tuzak biçimleri bu diyalogdan doğar ve kendileri de süregiden diyalog süre-cinde aşılırlar. Bu diyalogsal resim yalnızca metafiziksel öznelciliğe değil, herhangi bir metafiziksel yapısal bütünlük veya kuşatıcı baskı görüşüne karşıdır”43. Falzon’a göre, Foucault’da yalnızca öznelciliğin değil yapısalcılığın da sarsıldığı bir bağlamın bulunuşu ve bunun iktidara ve engellemelere rağmen diyalogu, etkileşimi ve insan yeteneklerini ön planda tutuşu, aydınlanmanın doğasına yakın bir tema oluşturur.

Günümüzde akıl ve özgürlüğün aydınlanma düşüncesindeki yeri ve Kant’ın bu çer-çevede ortaya koyduğu görüşler, hümanizm ve modernitenin olduğu kadar bunların eleş-tirilerinin anlaşılmasında temel bir başvuru noktasıdır. Kant, “Aydınlanma Nedir?” adlı yazısında, eleştirel aklın aydınlanmanın vazgeçilmez bir öğesi olduğunu belirtir ve bu açıdan aklın özgür kullanımının “aklı kullanmaya cesaret etmenin” önemini vurgular. Ay-dınlanma, akıl ve özgürlüğün bir arada varolmasıyla mümkündür44. Kantın bu tartışma-sıyla ilgili temel bir sorun aydınlanmanın akıl ve özgürlük tasarımının ne kadar esvrensel olduğudur. Modernliğin “Kant’ın aklı eleştirel yapma çabalarıyla, yani sınırları belirile-me ve aklın eleştirel kullanımı” ile başladığını düşünen Habermas’a göre, “modernlik sorunu, biricik tarihsel sorun, özlü inançlarımızın metafizik temellerinin kaybolması ile karşı karşıya bulunurken, en son ve tam olarak Kant’ın aydınlanma eleştirisinde berrak-laştırılan aklın öncülüğünü korumayı” gerektirir. Foucault da metafiziğin çöküş çağında Kant’ın aklın normatif rolü üzerindeki vurgusunu reddetmez, buna karşın Kant’ın evren-42) Gane, Mike, “The Form of Foucault”, Economy and Society, Vol 15 Num 1: 110-122, 1986, s.

113,115.43) Falzon, Christopher, Foucault and Social Dialogue: Beyond Fragmentation, Routledge, London

1999, s. 5-6.44)Kant,Immanuel,Foundations of the Metaphysics of Morals and What is Enlightenment?,TrbyL.W.

Beck,MacmillanPublishingCompany,NewYork1989,s.85-87.

162 / Doç. Dr. Himmet HÜLÜR EKEV AKADEMİ DERGİSİ

sel bir çözüm sunduğunu düşünmez, o Kantın yazısını “özel tarihsel bir konjonktürün tanısı” olarak görür45.

Kant’ın Aydınlanma üzerine düşüncesinin en önemli boyutlarından biri onu “olgunlaş-ma” olarak tanımlaması ve “disiplinin çok çeşitli pratiklerinde cisimleşen özel ussallıkla-rın bir çözümlemesi olarak” görmesidir46. Foucault, Kant’ın aydınlanmayı negatif bir bi-çimde, bir ‘çıkış yolu’ olarak gördüğünü düşünür. “Foucault’ya göre Kant, Aydınlanmaya yetke ve özerklikle ilişkini dönüştürme anlamı vermiştir. Zorunluluktan değil, tembellik ve korkudan başkalarının aklımızı yönlendirmesine müsaade ettiğimiz zaman hala olgun-laşmamışızdır. Aydınlanma insanın olgunluğunu elde edebileceği bir kaçıştı –olgunluk, kamusal usun özgür ve sürekli kullanımı ve yükümlülüğü olarak tanımlanmıştı”47.

Çağdaş felsefede tarihi öznenin gerçekleşimi olarak gören “aşkın bir özne bakış açı-sı” ve Foucault’nun eserlerinde vurguladığı “farklı ve indirgenemez deneyim biçimlerin-de öznenin kimliğini göz ardı” eden ve “evrensellik iddialarını” ve “deneyimin a priori koşulları”nın aşkın zorunluluğunu” yadsıyan “arkeolojik” tarih bakış açısı, iki ayrı dü-şünce biçimidir. Bunlardan birincisinde, “Hegel’in uzun gölgesi” hala çok etkilidir; Marx, Nietzsche ve Freud gibi düşünürler ise ikinci bakış açısını yansıtır48. Yine çözümleme nes-nesi beden olan Foucault’un soybilimsel yaklaşımı modernliği öznenin gelişip serpilmesi olarak gören hümanist ve erekselci anlayışı temelden yadsımakla kalmaz, aynı zamanda öznelciliğin bulaştığı diğer düşünce akımlarına da cephe alır. Bu açıdan, Bristow’un49 belirttiği gibi, Foucault hümanizmin olduğu kadar bazı ortodoks Marxistlerin ve psikana-litiğin özneye tanıdığı içselliğ reddeder, çünkü örneğin “Cinselliğin Tarihi, özneyi tama-men somatik bir yüzeye dayanan hazlar bağlamında biçimlendirir. Foucault’nun iktidar ve dönüşümün yuvası olarak güçlü bir biçimde başvurduğu beden, onun çalışmasında herhangi bir derin öze sahip değildir. Kuramının merkezinde yer alan Foucault’nun beden kavramı, hümanist özneyle bitiştirilen psikoloji, niyet, motivasyon, düşünce ve hissetme gibi özelliklerden yoksundur ve adeta stratejik olarak bedensizleşir”.

Habermas50, Foucault’nun aydınlanma ve devrimi bugün ideal modeller olarak sür-düremeyeceğimizi savunduğunu ifade eder. Ancak farklı bir Foucault okuması temelinde Falzon51, Habermas gibi bazı hümanist eleştiricilerin, Foucault’nun metafizik öznelciliği reddetmekle anti-Aydınlanmacı ve anti-moderniteci olduğunu ileri sürmelerini doğru bul-

45)Dreyfus,H.L.;Rabinow,P., “What isMaturity?HabermasandFoucaulton ‘What isEnlighten-ment?’”,Foucault: A Critical Reader,Ed.ByD.CouzensHoy,BasilBlackwellLtd,109-121,Ox-ford1991,s.110-111.

46)Thompson,Kevin,“FormsofResistance:FoucaultonTacticalReversalandSelf-Formation”,Con-tinental Philosophy Review, 36:113–138,2003,s.114.

47)Meranze,Michael,“CritiqueandGovernment:MichelFoucaultandtheQuestion‘WhatisEnligh-tenment?’”,What’s Left of Enlightenment? A Postmodern Question,EdbyK.M.BakerandP.H.Reill,StanfordUniversityPress,102-112,Stanford2001,s.102.

48)Campillo,Antonio,“FoucaultAndDerrida,TheHistoryofaDebateonHistory”,AngelakiJournal of the Theoretical Humanities,Volume5Number2:113-135,2000,s.119.

49)Bristow,Joseph,Sexuality,Routledge,NewYork,1997,s.196.50)Habermas,Jurgen,“TakingAimattheHeartofthePresent”,Foucault: A Critical Reader,Ed.ByD.

CouzensHoy,BasilBlackwellLtd,103-108,Oxford1991,s.107.51)Falzon,(1999),s.74-75.

163İKTİDAR/BİLGİ SARMALI: MICHEL FOUCAULT’DA DİSİPLİNSEL DOĞRULUK VE ÖZNE

maz. O, Aydınlanma ve modernite kavramlarının yeniden düşünülmesi ve “metafizik öz-nenin aydınlanma süreci için özsel olduğu fikri”nin reddedilmesi gerektiğini ifade ederek bu görüşe katılmaz. Ona göre, “Foucault kendi eserinin Aydınlanma geleneğinde olduğun-dan söz ederken bu, toptanlaştırıcı denetim tasarımı, toplumsal pratiklerin ussal dönüşü-mü ve düzenlenmesi olarak hümanist terimlerle anlaşılan Aydınlanma değildir…Donuk, dogmatik düşünce ve eylem şemasının bir eleştirisi ve şimdiki yaşam biçimi üzerinde tarihsel bir düşünüm biçimi alan ve bunlardan kurtulma, yeni yaşam biçimlerini yaratma olanaklarını açan bir sorgulama olarak anlaşılan bir Aydınlanmadır”. Böyle anlaşıldığın-da, Foucault’nun kendi eserini bir parçası olarak gördüğü Aydınlanma, yaşamın bugünkü sınırları ve bunların nasıl aşılacağı ile ilgili eleştirel bir tutumu kapsar, Aydınlanmanın varsaydığı insan da tarihsel sınırlamalara maruz kalan ve bunları aşabilme yeteneğine sa-hip olan insandır. Foucault’yu aydınlanmacı bir çizgide ele alan Falzon’un bu yaklaşımı, sınırların varlığını kabul eder ancak bu sınırların klasik öznelcilikten farklı olarak öznel iradeyle değil, diyaloglar ve etkileşimler vasıtasıyla aşılabileceğine dikkat çeker. Yine Megill’e52 göre, aşırılığın dört peygamberi olan Nietzsche, Heidegger, Foucault ve Der-rida zihinlerimizi Kant’tan “kurtarmaya çalışırlar”, ancak özellikle Yargıgücünün Eleş-tirisi dikkate alındığında “yine de Kantçı (Hegelci) bir çerçeve içinde kalırlar”. Aynı şe-kilde Kemal53, yaygın görüşün aksine, Foucault ve de Duve’un ‘post-modernizm’lerinin, Kant’ın tezlerine dayandığını ileri sürer.

Aydınlanmanın farklı kavranma biçimleri ve Foucault’un eserinin farklı kavranma biçimleri, onun eserinin aydınlanmayla ne tür bir ilişkisinin olduğuna karar vermeyi be-lirleyen sorunlar yumağını oluşturur. Foucault’nun kendisinin kendi eserini aydınlanma geleneği ile ilişkili olarak nasıl kavradığı ve konumlandırdığı, bu bağlamda aydınlanmacı akıl ve özgürlük temalarını nasıl ele aldığı da dikkatlerden kaçmamalıdır. Foucault’nun54 kendi eserini aydınlanma geleneğinin içinde görmesi, bu geleneği öyle veya böyle benim-sediği ve bu geleneğin içinde bir konuma yerleşme düşüncesinde olduğunu göstermez, aksine aydınlanma çizgisinin dışında durmanın olanaksızlığını ve “kendimizin ontoloji-si”, “şimdinin ontolojisi” ve “bugün biz neyiz?” sorularına aydınlanma geleneğine baş-vurarak -bu sorulara daha önceden yanıt vermeye çalışan düşünürlerden Kant, Fichte, Hegel, Nietzsche, Max Weber, Husserl, Heidegger, Farnkfurt Oklulu- bir yanıt verme çabasını ifade eder. Bunun yanında, Foucault’nun eseri, Aydınlanmacı veya başka bir çiz-gide herhangi bir çözüm getirmeye çalışmaktan çok, bugün yaşam ve dilin bir kaç yüzyıl baskın olan söylemin dışında yeni açılımlarla varlık bulmasının olanaksızlığını vurgular.

SonuçFoucault’nun yaşam ve doğruluğun hakim iktidara dayalı biçimlerine kapsamlı bir

eleştiri getirmesinin yanında, bu sorunlara ilişkin herhangi bir tasarım veya çözüm sun-

52)Megill, Allan, Aşırılığın Peygamberleri: Nietzsche, Heidegger, Foucault, Derrida, Çev. Tuncay Bir-kan, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 1998, s. 57-58.

53)Kemal, Salim, “Aesthetic Licence: Foucault’s Modernism and Kant’s Post-Modernism”, Internatio-nal Journal of Philosophical Studies, Vol. 7 (3), 281–303, 1999, s. 282.

54) Foucault, Michel, “Kant on Enlightenment and Revolution”, Economy and Society, Vol 15 No 1: 88-96, 1986, s. 96; Foucault, Michel, “Bireylerin Siyasal Teknolojisi”, Kendini Bilmek, Ed by M. Fouca-ult, H. Gutman, P. H. Hutton, Çev. Gül Çağlı Güven, Om Yayınevi, 131-153, İstanbul 1999, s. 131.

164 / Doç. Dr. Himmet HÜLÜR EKEV AKADEMİ DERGİSİ

maması, onun öznelcilik çağrışımı olan herhangi bir yaklaşımla arasındaki köklü ayrış-mayı ortaya koyar. Foucault, disiplinsel iktidara karşı herhangi bir çözüm geliştirmenin olanaksızlığını ısrarla vurgular, çünkü “disiplinsel iktidar kendi yarattığı düzenin ge-reksinimlerine uyan özneler yaratır”55. İktidar/baskı, kılık değiştirme/illüzyon bir arada bulunur. “Modern iktidar sistemi daha önceki biçimlerden hem daha kuşatıcı hem de daha sinsidir. Onun gücü iktidar olarak değil, bilim, ödev, hatta ‘özgürleşme’ olarak gö-rünmesinde yatar”56. Aydınlanmanın büyük keşiflerinden biri olan özgürlük, bireylerin otomatik olarak denetlenmelerinin bir aracı haline gelir, “Özgürlükleri keşfeden Aydın-lanma, disiplinleri de icat etmiştir” ifadesi bu anlamda yorumlanmalıdır57. Foucault’nun insan doğasını teolojik ve metafizik kavrayışı nedeniyle aydınlanma hümanzimini eleş-tirdiği halde, “aydınlanma geleneğinin dışında durmayı iddia edemeyeceğini kabul” et-tiği dikkate alındığında58, Simons’un59 ileri sürdüğü gibi, onun eserlerinin hümanizmin temel çelişkilerini vurgulaması açısından okunması gerekir. Bu çerçevede etik, bilimsel veya disiplinsel doğruluk ve iktidarla bağlantılı olmak zorundadır ve alternatif bir etik ve öznellikten söz edilemez. Özneliğin içinde yoğrulduğu olanaklar yaşamı zenginleştiri-ci değil sınırlandırıcıdır. Foucault’nun düşüncesinde “özne özgürlüğünü sınırsız ifadede veya ereksel gerçekleşimde bulan nötr, özsel bir varlık değil, kendisini oluşturan ikti-dar ilişkilerinin geçici ve olumsal bir sonucudur”. Bunun dışında hakiki bir özne yoktur. Hümanizmin temel çelişkisi baskıya karşı özgürleşme için öne çıkardığı öznenin iktidar ilişkileri tarafından belirlenmesidir. Hümanist siyasal ussallık “toptanlaştırma ve birey-leştirme ikiliğine” dayandığı için bir tuzaktır.

İktidar/bilgi sarmalı, insan eylem ve düşüncesinin oluşumuna ve maddiliğine eşlik eder. Beden ve eylem teknolojisi olarak iktidarın işlevi engellemek veya sınırlandırmak değildir, tersine teşvik etmek, yaymak ve artırmak, iktidarın insanın fiziksel ve ruhsal var-lığını sürekli kendi çerçevesi içinde tuttuğu pozitif boyutlarıdır. Bu bağlamda, özgürce ve isteyerek boyun eğmek, boyun eğmeye zorlanmadan boyun eğmek, disiplinsel iktidarın en önemli devrimidir. Bu çerçevede, Foucault’nun iktidarın mikro-fiziği, biyo-iktidar ve benlik teknolojileri kavramları, iktidarın isyanla veya mücadeleyle değiştirilebilecek bir şey olmadığını, onun yaşamın içinde ve her yerde dolanan etkinlik olduğunu vurgular. Bu açıdan, iktidar ideoloji ve ekonomik gücnün bir sonucu olmadığı gibi, iktidara dev-let veya devlete sahip olanlar sahip değildir, aksine devlet, devlet araçları veya devlette konum alan kişiler veya gruplar disiplinsel iktidarın işleyişi tarafından belirlenir. Mekanı yaşam olan iktidar, özneler ve bedenler üzerinde ve onlar aracılığıyla işleyen doğruluk biçimleridir.55) Breuer, Stefan, “Foucault and Beyond: Towards a Theory of the Disciplinary Society”, International

Social Science Journal, Vol 41 No 120: 235-246, 1989, s. 237.56)Taylor,Charles,“FoucaultonFreedomandTruth”,Foucault: A Critical Reader,Ed.ByD.Couzens

Hoy,BasilBlackwellLtd,69-102,Oxford,1991,s.69.57)Foucault,(1991),s.222.58)Hoy, D. Couzens, “Introduction”, Foucault: A Critical Reader, Ed. By D. Couzens Hoy, Basil

BlackwellLtd,1-25,Oxford1991,s.22.59)Simons,Simons,Foucault and the Political,Routledge,London2002,s.46-47.