Hazar Raporu - Issue 01 - Fall 2012

64

Transcript of Hazar Raporu - Issue 01 - Fall 2012

Yayıncı: Hazar Strateji Enstitüsü

Yayıncı Adına İmtiyaz Sahibi: Haldun Yavaş

Genel Yayın Yönetmeni: Efgan Niftiyev

Yazı İşleri Müdürü: Cemile Çağıl

Editörler:Dr. Esra Hatipoğlu

Dr. Gönül Tol

Araştırma Asistanları:Ferahşan Yaprak Gençkaya

Hande Yaşar - Ünsal

Röportajlar:Ferahşan Yaprak Gençkaya

Görsel Sorumlusu:Mefail Başgülşen

Basımcı: Hazar Strateji Enstitüsü

Grafik Tasarım: Fikir Cumhuriyeti Creative

Basıldığı Yer: Milsan Basım Sanayi A.Ş.

Yayın Türü: Süreli

Yazışma Adresi: Veko Giz Plaza, Maslak Meydan Sok., No:3 Kat:4 Daire:11-12 Maslak,

34298 Şişli-İstanbul-TÜRKİYE

Telefon:+90 212 999 66 00

Fax: +90 212 999 66 01

Email:[email protected]

HAZAR RAPORU

Selamlar,

Hazar Strateji Enstitüsü olarak “Hazar Raporu Güz Sayısı” ile ilk yayınımızı yapmanın kıvanç ve heyecanını duymaktayız.

Raporda, Hazar bölgesi ve çevresi ile ilgili önemli konuları yenilikçi stratejik bakış açısıyla değerlendireceğiz. Böylelikle bölgenin Türkiye gündeminde hak ettiği yeri almasına katkıda bulunmuş olacağız.

Üç ayda bir yayınlanacak dergide enerji, ekonomi, uluslararası ilişkiler, kalkınma, savunma, güvenlik, eğitim ve çevre konularında makaleler, incelemeler ve röportajlar yer alacak. Seçilen konular ve işleniş biçimiyle Türkiye’nin bölgeyi daha doğru algılamasına, Hazar Havzası ile Türkiye arasında daha güçlü işbirliklerinin kurulmasına, ortak sorunların çözüm yollarına ve birlikte gelişme imkânına ışık tutmuş olacağız.

Hazar bölgesinin, Türkiye gündeminde doğru bir şekilde yer almasına yönelik çalışmalarımız rapor gibi basılı yayınlar ile sınırlı kalmayacak, aylık dijital dergi, dijital kitap, konferans, seminer, haber ve tartışma programlarının da bulunacağı online platform ile devam edecek. Odak noktası Hazar ve bölgesi olan söz konusu platform ile Türkiye’de emsali bulunmayan bir ilke imza atmış olacağız. Zira mevcut medya ve enstitüler arasında, sadece bölgeye yoğunlaşan bir yayın organı bulunmamakta.

Hazar Strateji Enstitüsü olarak Hazar ve bölgesine yönelik çalışmalarımızla, dünyanın en etkili düşünce kuruluşu olmayı amaçlamakta ve böyle bir misyonu üstlenmekten dolayı mutluluk duymaktayız.

Birçok eksikliklerimizin farkında olarak yol boyunca fikirlerinizi, eleştirilerinizi ve yorumlarınızı bizlerle paylaşmanızı, yayınlanmasını istediğiniz makalelerinizi [email protected] email adresi ile irtibata geçerek bizlere ulaştırmanızı dileriz.

Saygılarımla;

Haldun YAVAŞHazar Strateji Enstitüsü

Genel Sekreter

BAŞLARKEN…

Merhaba değerli okurlar…

İsminden de anlaşılacağı üzere Hazar Raporu dünyanın en büyük gölü olan Hazar’ı, onun zenginliklerini, bölgesel ve global önemini araştırmak ve anlatmak üzere yayın hayatına başlıyor. Hazar’ı ve onu çevreleyen beş ülkeyi etkileyen ve Avrupa’dan başlayıp Çin’e uzanan coğrafyayı okumak, analiz etmek, anlatmak çok iddialı bir hedef olsa gerek. Fakat umuyoruz ki, bu dergi enstitümüzün yaptığı diğer bilimsel ve kültürel çalışmalarla birlikte Hazar bölgesine yeni bir bakış getirecektir. Bu çalışmalar bölge ülkeleri arasında etkileşimlerin sadece politik düzlemde değil aynı zamanda ekonomik, akademik, kültürel, medya ve sivil toplum boyutlarında gelişmesine de katkı sağlayacaktır.

Raporumuzun ilk sayısının kapak dosyası olarak bölgenin iki önemli ülkesi Azerbaycan ve Türkiye’nin ortak projesi olan, Hazar’ın enerjisini Avrupa’ya taşıyacak Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’ni (TANAP) seçtik. TANAP projesi yine bu iki ülke tarafından tamamlanmış olan Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı projesinden sonra Azerbaycan ve Türkiye’nin tam bir stratejik başarı öyküsü aslında. Bölgesel iş birliğine ve ekonomik kalkınmaya büyük katkılar sağlayacak TANAP projesini iki uzman kalem, Azerbaycan’dan Gulmira Rzayeva ve Türkiye’den Burcu Punsmann anlattı.

Raporumuzda sadece enerji ve Hazar’ı değil aynı zamanda bu bölgenin etkileşim çevresini de işlemeye çalıştık. Türkiye’nin önemli akademisyenlerinden Kemal Kirişçi’nin değerlendirmesi ve Georgetown Üniversitesi’nden doktorasını almış ekonomi uzmanımız Fatih Macit’in makalesi Avrupa Birliği’nin şu anki politik ve ekonomik durumuna ışık tuttu. ABD’den Prof. Stephen Larrabee ile yaptığımız mülakatta, Arap Baharı ve Türkiye - Amerika ilişkileri masaya yatırıldı. Kıymetli akademisyen Prof. Dr. Nilüfer Narlı’nın, azınlıklar ve kadının rolü konusunda değerlendirmeleri bu kadar politika ve ekonomi ağırlıklı raporumuza ayrı bir renk kattı.

Son olarak raporumuzun hazırlanmasının her aşamasında yaptıkları çok değerli katkılardan dolayı Ferahşan Gençkaya, Cemile Çağıl, Hande Yaşar - Ünsal, Gökhan Çay, Mefail Başgülşen ve Genel Sekreterimiz Haldun Yavaş’a teşekkür ederim.

Keyifli Okumalar…

Efgan NiftiyevGenel Yayın Yönetmeni

EDİTÖRDEN…

4

İçindekiler

EKİM /ARALIK 2012

MAKALELER

HAZAR RAPORU

Petrol stratejisinin başarıyla hayata geçirilmesinin ardından Azerbaycan, gaz ihracat politikası ile ilgili stratejik amaçlar belirlemeye başlamıştır. Azerbaycan, hâlihazırda uluslararası piyasalara (Türkiye, Rusya, Gürcistan) gaz ihraç eden, bölge genelindeki tek ülkedir. Bu nedenle de AB tarafından, Güney Gaz Koridoru’nun “sağlayıcı ve iştirakçi”si olarak görülmektedir.

TANAP – Hazar Gazını Avrupa’ya Taşıyan Atılım Projesi

Gulmira Rzayeva / Enerji Uzmanı

10

Yunanistan’ın IMF ve Avrupa Birliği (AB) ile ilk kurtarma paketi imzalamasının üzerinden iki yıldan fazla bir süre geçti. O zamanlarda Avrupa borç krizi, Yunan borç krizi ile eş görülüyordu. Piyasalar ve yatırımcılar Portekiz, İrlanda, İspanya ve İtalya hakkında çok ciddi bir endişe duymuyorlardı. Fakat daha sonraki süreçte problemin Yunanistan ile sınırlı olmadığı anlaşıldı.

22

Yrd. Doç. Fatih Macit / Süleyman Şah Üniversitesi Ekonomi Bölümü, Bölüm Başkanı

Avro Krizinin Neresindeyiz?

Azerbaycan-Türkiye Boru Hattı Projesi, ikili ilişkilerin duygusallık aşamasını geçmesini sağlayarak her iki tarafın çıkarlarının belirlenmesine imkân verecek ve böylece iki devlet arasındaki iş birliği, kazan-kazan temelli pragmatik anlaşmalara dayalı daha sağlıklı bir zemine taşınmış olacaktır.

16

Azerbaycan-Türkiye İlişkilerinde Bir Adım: Trans Anadolu Boru Hattı (TANAP)

Dr. Burcu Gültekin Punsmann / Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV)Kıdemli Dış Politika Analisti

HAZAR RAPORU5

İçindekiler

EKİM /ARALIK 2012

RÖPORTAJLAR

“Euro krizinin bir takım mali ve parasal detayları etrafında dönüşen tartışmalara ve Merkel’in aldığı pozisyona, özellikle İtalyan Başbakanıyla yaptığı son toplantıdan çıkan imaj, Almanya’nın ya hakikaten bütünleşmeye ciddi bir şekilde devam edeceğiz ya da ‘Ben bu Euro parasal sistemini bu şekilde desteklemeye devam edemem, arkasından ne çıkar bakarız’ gibi bir sinyal veriyor.”

26

Prof. Dr. Kemal KirişciBoğaziçi ÜniversitesiSiyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkilerÖğretim Üyesi

“Türkiye’de hepimiz T.C. vatandaşıyız, hepimizin farklı etnik kimlikleri var ama bir potada erime durumu söz konusuyken şu anda tekrar kimliklerin ve siyasi görüşlerin kutuplaştığı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Kadınlar açısından bu olaylara bakarsak, bu gerilimli dönemlerde kadınlar erkeklere göre iki misli etkileniyorlar.”

32

Prof. Dr. Nilüfer NarlıBahçeşehir ÜniversitesiSosyoloji Bölümü ve Akdeniz Araştırmaları BölümüBölüm Başkanı

“Orta Doğu’daki birçok kişi Türkiye’yi potansiyel ve muhtemel bir rol model olarak görmekte. Diğer taraftan, Türkiye kendisini takip edilmesi zorunlu bir rol model olarak tanımlamamakla birlikte, bölge halkına bir tür ilham kaynağı olmayı tercih etmiş durumda.”

38

F. Stephen LarrabeeRAND CorporationAvrupa Güvenliği Başkanı

HAZAR RAPORU7

İstanbul, 26 Haziran 2012 tarihinde, Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin tarihi anlarından birine tanık oldu. Türkiye ve Azerbaycan, Azeri doğal gazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırmayı planlayan 7 milyar dolarlık hükümetler arası Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi (TANAP) anlaşmasını imzaladı.

İmza töreninde yaptığı konuşmada, “Bugünkü imza bu proje için yasal çerçevenin tamamlanmasındaki en önemli adımdır.” diyen Başbakan Erdoğan sözlerine şöyle devam etti: “Bu proje sadece ülkelerimiz arasındaki bağları derinleştirmeyecek, Türkiye üzerinden Azerbaycan ve Avrupa arasında organik bir bağ oluşturacaktır.” Aliyev ise “Bu bölgede Türkiye ile Azerbaycan olmadan sağlıklı bir enerji koridoru hayal etmek mümkün değildir. TANAP sadece bu iki devlete ait bir projedir ve biz bu alanda iş birliğimizi sıkılaştırmaya kararlıyız.” dedi. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Hazar sürdürülebilir enerji erişiminin önemini vurguladı ve projenin enerji ikmal yollarının çeşitlendirilmesi amacıyla Avrupa için kilit rol oynadığını belirtti. Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi (SOCAR), Türk Devlet Boru Hattı ve Gaz Şirketi (BOTAŞ) ve Türk Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) temsilcileri de törende hazır bulundu.

SOCAR`ın yapmış olduğu bu yatırım Türkiye ekonomisindeki en büyük uluslararası doğrudan yatırımdır. 2017 yılı sonuna kadar Petkim edinimi ve TANAP dâhil olmak üzere, SOCAR’ın Türk ekonomisine yatırımlarının 17 Milyar ABD Dolarına ulaşması bekleniyor.

Azerbaycan’ın Şah Deniz II alanından bir yılda 16 milyar metreküp gazı ulaştırarak, altı yıl içinde tamamlanması öngörülen TANAP’ın %20 payı BOTAŞ’a ve %80’i SOCAR’a aittir. Mart ayında, bir Türk Enerji Bakanlığı yetkilisi, Türkiye’nin projedeki %20 olan hissesini artırabileceğini söyledi. Boru hattının başlangıç kapasitesinin yıllık 16 milyar metreküpe ulaşması bekleniyor. Yaklaşık 6 milyar metreküp Türkiye’ye, geri kalanı ise Avrupa’ya teslim edilecek olan proje, Hazar Denizi’nin Azerbaycan bölümünde çıkarılan büyük gaz rezervlerini Türkiye üzerinden Avrupa’ya sağlamak üzere tasarlanmıştır. Proje aynı zamanda sırasıyla ilk elden gaz satışını ve bu satış kârının Azerbaycan ve Türkiye’yi geliştirmek için yönetilmesini de içerir. İnşaatının 2014 sonu veya 2015 yılı başlarında başlaması beklenen projenin ilk aşamasının 2018 yılında hazır olması öngörülüyor.

Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı (TANAP): Enerji İş Birliğinde

Önemli Bir Atılım

8

Ön Mutabakat Tarihi 26 Aralık 2011

İmzalanma Tarihi 26 Haziran 2012

Taraflar Türkiye Cumhuriyeti-Azerbaycan Cumhuriyeti

Yatırım Miktarı 7 Milyar ABD Doları

Yatırımcılar SOCAR (Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi)

BOTAŞ (Boru Hatları ile Petrol Taşıma A.Ş.)

TPAO (Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı)

Hisse Payı %20 BOTAŞ ve TPAO

%80 SOCAR

Doğal Gaz Hattı Güzergâhı

Başlangıç Noktası Azerbaycan Şah Deniz II sahası

Transit Ülke Gürcistan

Türkiye Giriş Noktası Türkgözü (Ardahan)

Avrupa Çıkış Noktası Bulgaristan ve/veya Yunanistan

İnşaat Başlangıç Tarihi 2014 sonu veya 2015 başı

Dizayn 31 milyar metreküpe kadar genişletilebilir.

Aşamalar

1.Aşama 2018

2.Aşama 2020 yılında - 16 milyar metreküp

3.Aşama 2023 yılında - 23 milyar metreküp

4.Aşama 2026 yılında - 31 milyar metreküp

Türkiye’nin gaz alış fiyatları:

İran: 585 (1000 m/c)

Rusya: 400 (1000 m/c)

Azerbaycan: 330 (1000 m/c) (Şu anki – TANAP’tan gelecek gazın fiyatı henüz belli değil.)

TANAP PROJESİ

10

Giriş

Petrol stratejisinin başarıyla hayata geçirilmesinin ardından Azerbaycan, gaz ihracat politikası ile ilgili stratejik amaçlar belirlemeye başlamıştır. Azerbaycan, hâlihazırda uluslararası piyasalara (Türkiye, Rusya, Gürcistan) gaz ihraç eden, bölge genelindeki tek ülkedir. Bu nedenle de AB tarafından, Güney Gaz Koridoru’nun “sağlayıcı ve iştirakçi”si olarak görülmektedir.

Bu strateji doğrultusunda, Azerbaycan, uzun vadede AB için önemli ve stratejik bir doğal gaz ihracatçısı ülke olmayı hedefliyor. Şah Deniz Sahası (SD) alanından Avrupalı son kullanıcılara, değer zincirinin her halkasında yer edinmeyi amaçlıyor.

Proje Destek Anlaşması (PDA) üzerine gelişen SD II, 2036 yılına kadar geçerli olup, projenin ömrü bugünden itibaren 24 yıldır1. O zamana kadar SOCAR’ın (Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi) sözleşme koşullarını veya hisse değerlerini değiştirmesi mümkün olmayacaktır.

1 BP in Azerbaijan: Sustainability Report http://www.bp.com/liveassets/bp_internet/globalbp/STAGING/global_assets/downloads/A/Azerbaijan_Sustainability_Re-port_2010.pdf

Ancak bugün, hızla gelişen maddi gücü ve projedeki stratejik konumu ile değer zincirinde daha fazla hisse satın alması mümkündür. Bu durum, pay sahibi olduğu piyasaya gaz ulaştırarak altyapıyı kontrol etmesi adına SOCAR’a imkân sağlar.

Bu aşamada Azerbaycan, net hammadde ihracatçısı olarak Türk-Avrupa sınırında sadece satıcı rolüyle yetinmek istemiyor. Gaz stratejik bir üründür ve bu ürün akıllıca kullanıldığı zaman SOCAR ile Azerbaycan önemli bir jeostratejik ve finansal konuma erişebilir. Gelecekteki muhtemel bağlantıları yönetmek gün geçtikçe daha da önemli hal almaktadır. Bu durum SOCAR’ı gelecek 20 yılki gaz firmaları ve Avrupa’nın temel yapısına bağlanmaktan; bu sayede de ekonomik ve politik manipülasyona maruz kalmaktan korumaktadır.

Güney Kafkasya Boru Hattı (SCP) projesinin büyümesiyle, Azerbaycan potansiyel gaz hacmini kaynağından son kullanıcıya kadar kontrol ederek çıkarlarını korumuş olacaktır. Ancak bu düzenleme gaz ihracını yaygınlaştırma hedefinde olan bir ülkeyi tatmin etmeyecektir. Azerbaycan, gaz kaynakları olan bir

TANAP – Hazar Gazını Avrupa’ya Taşıyan Atılım Projesi

Enerji UzmanıGulmira Rzayeva

“Metnin orijinal dili sayfa 44’de.

HAZAR RAPORU11

hükümet olarak, tüketici ülkelere ait bir konsorsiyumun sahip olduğu ve gaz üretici ülkelerin çıkarlarının korunmadığı bir boru hattı aracılığıyla gaz satışı yapmayı istemeyecektir. Aynı şekilde, SD konsorsiyumunun ortakları da ileride Türkiye topraklarında Doğu Nabucco olarak değişecek ve yine gelecekte Orta Asya ile birlikte yüksek miktarda Azerbaycan gazını taşıyacak bir boru hattı inşasına ilişkin Bakü stratejisini destekleyeceklerdir.

Güney Kafkasya Boru Hattı’ndaki (SCP) %10’luk hissesinden memnun olmayan SOCAR, SCP’yi geliştirmek için ilk adımı atmıştır. Önerilen sistem Azerbaycan gazının 30 milyar metreküpe kadar ölçeklenebilir olmasını sağlayacak ve hatta bu sistem ileride Orta Asya gazını da kapsayacaktır.

SOCAR’ın böyle bir adım atmasının iki sebebi vardır. İlki, ölçeklenebilir altyapının 2017’den sonra SD gazını taşıyabilmesi ve 2025’ten sonra yeni keşiflerden çıkan gazla birlikte Azerbaycan gaz üretiminin her yıl 50 milyar metreküpe çıkması hedefidir2. Bu tasarıların gerçekleşmesi halinde, oldukça yüksek hacimde gaz nakli

yapılacaktır. Ayrıca Trans-Hazar Boru Hattı’nın inşası da yeni ölçeklenebilir boru hattının faaliyete geçirilmesinde rol oynayan başka bir sebeptir.

Projedeki hissesini artırmak ve hatta hisselerin çoğunluğuna sahip olmak adına

2 http://eurasianenergyanalysis.blogspot.com/2012/06/trans-anatolian-gas-pipeline-strongest.html

T ANAP stratejik açıdan önemli ve ölçeklenebilir boru hattı/ana hattır.

12

ikinci SCP’yi faaliyete geçirmek, SOCAR için mükemmel bir fırsat olacaktır. Değer zincirinin Kafkasya halkasındaki çoğunluk hissesiyle Azerbaycan, bu stratejik projenin bir kısmını işletme ve denetleme imkânına sahip olacaktır. Bakü’nün elinde efektif para, gaz kaynakları, TANAP ve SCP gibi para kaynağı olan boru hatları var. BP ve diğer Şah Deniz (SD) ortakları SCP’nin geliştirilmesi hakkında bir görüş birliğine varmış durumdalardır.

SOCAR’ın Türk topraklarında, değerler zincirinin alt sıralarındaki çıkarlarını ileride muhafaza edebilmesi için yukarıda bahsedilen stratejinin geliştirilmesi ciddi bir gereklilik halini almıştır. 17 Kasım 2011’de Trans Anadolu Boru Hattı’nın ilanıyla gelen çözüm, Güney Gaz Koridoru’nda kaçınılmaz bir oyun değiştirici olmuştur. Beklenildiği üzere, Azerbaycan ve Gürcistan topraklarındaki yer değişimin ardından boru hattı, SCP’nin geliştirilmesi yoluyla Türk topraklarındaki Doğu Nabucco’yu değiştirecektir.

Trans Anadolu Boru Hattı (TANAP) ilk olarak Ekim 2011’de Türkiye-Azerbaycan transit müzakereleri esnasında “aniden gündeme gelmiş” ve 25 Ekim 2011 tarihinde IGA’daki (Hükümetlerarası Anlaşma) “ilave bir madde” ile güvence altına alınmıştır. Sonrasında 24 Aralık 2011’de TANAP için Mutabakat Zaptı (MOU) ve 26 Haziran 2012’de özel IGA imzalanmıştır.

Birçok uzmanın öngördüğünün aksine, TANAP müzakerelerinde boru

hattının yasal düzenlemeleri tartışmalı bir konu değildi. Oysaki iki yıl süren müzakerelerin ardından 25 Ekim 2011 tarihinde imzalanan BOTAŞ-SOCAR transit anlaşmasında hukuki altyapı temel sorunu oluşturmaktaydı. TANAP’ın IGA/HGA3’sının İsviçre hukukuna göre düzenleneceği kabul edilmişti.

Her iki tarafın da kabul ettiği üzere, TANAP aracılığıyla Türk piyasasına 6 milyar metreküp gaz ihraç edilmesi şartının metne eklenmesi SOCAR açısından önemliydi. 6 milyar metreküp gaz olmaksızın TANAP’ın hayata geçirilmesi mümkün değildir. Çünkü 56 inç ve 31 milyar metreküp kapasiteli boru hattı, yalnızca 10 milyar metreküplük bir başlangıç hacmi ile ekonomik açıdan uygun olmayacaktır.

Bu sebeple Türk Meclisi tarafından onaylanmış olan 25 Ekim 2011 tarihli IGA’nın “transit” başlıklı kısmı ve aynı tarihte imzalanan BOTAŞ-SOCAR Transit Gaz Anlaşması (GTA) gayri resmi manada TANAP projesi için “uygulanamaz” hükmündedir.

Azerbaycan ve Türk hükümetlerince TANAP ciddi manada desteklenmektedir. Ayrıca TANAP İngiltere, ABD, AB ve hatta Trans Adriyatik Boru Hattı (TAP) ile Nabucco konsorsiyumları tarafından da desteklenmektedir. BP ise farklı yaklaşımlardan ötürü hem TANAP hem de BOTAŞ şebekesini desteklemektedir. 3 IGA: Hükümetlerarası Anlaşma, HGA: Ev Sahibi Hükümet Anlaşması

HAZAR RAPORU13

TANAP bir Proje Bilgi İlanı yayınlamış, TANAP Konsorsiyumu ise bir Niyet Mektubu yayınlamak suretiyle potansiyel yeni ortaklarla müzakere sürecini başlatmıştır ve yine TOTAL, STATOIL ve BP ortaklığı için bir teknik bilgi belgesi yayınlamıştır. TOTAL, petrol üretimini bizzat yapan bir şirkettir ve bu zamana kadar SCP (Güney Kafkasya Boru Hattı) dışında hiçbir aracı projeye yatırım yapmamıştır. Ancak Azerbaycan’ın Absheron gaz sahasında %40’lık hisseye sahip olduğundan ötürü TANAP gibi aracı projelere ortak olmak TOTAL için anlam ifade edebilir. Aynı durum BP için de geçerlidir. BP de SCP ve BTC hariç, hiçbir aracı projede hisse sahibi değildir. Fakat Şafak-Asiman sahasına yatırım yapması, BP’nin nakliye alanından para kazanması için teşvik unsuru oluşturmaktadır. Üstelik kaynakta doğal gazı olan bu firmaları davet etmek, finansal alanda destek oluşturacaktır.

Türk firmalarının projedeki hisseleri henüz belirlenmemiştir. BOTAŞ’ın %5 ila 20, TPAO’nun ise %0 ila 20 arasında hissesinin olması beklenmektedir. Hisse yüzdelerine, kurumsal yapının oluşturulması sırasında konsorsiyum karar verecektir. BOTAŞ şu an TANAP’ın %15 ila 20 hissesine sahiptir. Şirket, bu boru hattı aracılığıyla Türkiye’ye 6 milyar metreküp gazın ulaştırılmasından sorumlu olacaktır. SOCAR Türkiye’nin talebi ile %51 oranında hissenin altına düşmeyecektir.

Hattın öbür ucunda, AB tarafında tüketicilere ilişkin tamamıyla farklı bir yaklaşım söz konusudur. Avrupa açısından bakıldığında serbest piyasada çeşitli alternatifler vardır. AB üçüncü kişi erişim hukuku çerçevesinde, tek bir firmaya üretim, aracılık ve dağıtım projelerinde %50’nin üzerinde hisseye sahip olma hakkı tanınmaz. Açık bir şekilde görülüyor ki, oransal tekelden ötürü AB, SD konsorsiyumu hissedarlarına üçüncü şahıs istisnası tanımayacaktır. Hangi tahliye yolu ve boru hattının, İtalya ya da Güney Doğu Avrupa (TAP ya da Batı Nabucco) seçildiğine bakılmaksızın, SOCAR, BP, STATOIL ve benzerleri de dahil olmak üzere SD konsorsiyum hissedarları değerler zinciri dahilinde %50’nin üzerinde hisse sahibi olamayacaklardır. SOCAR ve BP’nin gaz alan firmalara ve Avrupalı son kullanıcılara gaz satışlarına ilişkin hisselerinin çokluğu, bu firmaların SD, SCP ve TANAP’taki toplam hisselerine bağlıdır.

TANAP aynı zamanda taraflar için jeopolitik sonuçlar temin etmektedir. Türkiye ile Azerbaycan arasında anlaşma

T ürkiye ekonomik sebeplerden ötürü İran

ve Rusya’dan alınan gazın artışına tahammül

edebilecek durumda değildir. İran, Türkiye’ye,

Türkiye’nin gaz faturasını yıllık 800 milyon

ABD Doları artıracak şekilde, bin metreküpüne

585 dolar talep ederek gaz satmaktadır.

Bin metreküplük doğal gazın uluslararası

piyasadaki değeri 400 dolar civarındadır.

14

imzalanmasıyla birlikte Rusya ve İran da proje ile ilgilenmeye başlamışlardır. TANAP üzerinden yıllık ekstra 6 milyar metreküp gaz ile birlikte Türkiye, gelecekte Rusya ve İran gazına bağımlı olmaktan kurtulmayı hedeflemektedir. Türkiye gaz ihtiyacının artmasından tedirgin olmaktadır. Bu sebeple enerji politikası uzun süreli enerji temininin sağlanmasına yöneliktir.

Türkiye ekonomik sebeplerden ötürü İran ve Rusya’dan alınan gazın artışına tahammül edebilecek durumda değildir. İran, Türkiye’ye, Türkiye’nin gaz faturasını yıllık 800 milyon ABD Doları artıracak şekilde, bin metreküpüne 585 dolar talep ederek gaz satmaktadır. Bin metreküplük doğal gazın uluslararası piyasadaki değeri 400 dolar civarındadır. Dahası, Tahran’la Ankara arasında gaz ticaretine ilişkin sorunlardan bir tanesi de “al ya da öde” şartıdır. TANAP anlaşmasının imzalanmasından sonra İran gaz fiyatlarını 505 dolardan 585 dolara4 çekmiştir ki bu rakam Türkiye’nin ödediği en yüksek ücrettir.

Şubat ayında Türkiye Cumhuriyeti Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın açıkladığı üzere, Türk topraklarında aynı istikameti takip eden Nabucco ve TANAP projelerinin olası birleşmelerini Türkiye destekleyecektir.

Yukarıda da bahsedildiği üzere, Azerbaycan, Türkmenistan ve Avrupa Komisyonu arasında kurulan Trans-Hazar Gaz Hattı’na ilişkin birkaç ay önceki üç

4 http://www.byegm.gov.tr/yabanci-bultenler.aspx?d=15.03.2012&pg=2&ahid=50189&act=3

taraflı yoğun müzakere gibi, bu iki projenin birleştirilmesiyle birlikte Şah Deniz projesi de yoğun bir değerlendirmeye tabi tutulmaktadır. Her ne kadar eski Türkmen yönetimi tarafından Azerbaycan’a ilişkin Kapaz/Serdar sahası ile alakalı ihtilafta uluslararası mahkemeye gitme iddiaları öne sürülse de konu ile ilgili müzakereler askıya alınmıştır.

Rusya ise iki “kardeş” ülke arasında anlaşma sağlanması için tavrını belirlemiş durumdadır ve Ankara’yı Azerbaycan’dan daha fazla gaz alması durumunda kışın ihtiyaç duyulabilen ekstra gazı sağlamamakla tehdit etmiştir. Türkiye, yakın zamanda Rus gazına ilişkin bir indirim sağlayıp gazın fiyatını 400 dolara5 çekmiştir. Bu rakam aslında Avrupa piyasalarındaki ortalama fiyattır. Türkiye’nin ekonomik olarak en uygun aldığı gaz 330 dolarla Azerbaycan gazıdır. Netice itibarıyla, Türkiye Şah Deniz gaz ihracını artırmayı hedeflemektedir.

Rusya politik alanda da tepkisini göstermiştir. 2012 Haziran’ında Aşkabat’tan yapılan açıklamalara göre, Kapaz/Serdar sahasına ilişkin uyuşmazlık, Uluslararası Adalet Divanı’na taşınacak ve daha da önemlisi Azeri yetkililer sahaya ilişkin ifadelerinden dolayı dava edilecektir. Rusya’nın tıpkı İran gibi Aşkabat üzerinde politik ve ekonomik baskısı söz konusudur. Unutmamak gerekir ki Türkmenistan; Rusya yahut İran’ın gizli onayı dâhilinde hareket etmektedir.

5 http://www.todayszaman.com/news-270575-turkey-eyes-solution-as-iran-insists-on-unfair-gas-price.html

HAZAR RAPORU15

Sonuç

TANAP konsorsiyumunun şirket olarak Hollanda merkezli işlerini ise Türkiye'de kuracağı şube üzerinden gerçekleştirecektir. Bilerek ya da bilmeyerek, Güney Akım AG firması da yeniden Hollanda’ya taşınacaktır. Rusya ve Gazprom agresif bir şekilde büyük Güney Koridor Projesi’nin bir parçası olan Batı Nabucco Projesi’yle hemen hemen aynı piyasa ve istikamete sahip Güney Akım Projesi’nin gerçekleşmesi için uğraşmaktadır. Güney Koridor’la rekabet içerisinde olan Güney Akım konsorsiyumu, Orta ve Güney Doğu Avrupa piyasasında irtibat halinde olduğu ülkelerle Transit Gaz, IGA ve alım satım anlaşmaları imzalamak için acele etmektedir.

Güney Akım ve bazı Orta Avrupa ülkeleri arasında anlaşmalar söz konusudur. Bu ülkeler ya Güney Akım’la birlikte Rusya’ya bağımlılıklarını artırmak istememekte, ya da anlaşmaları olsa bile fizibilite çalışmaları aracılığıyla başlangıç tarihini ertelemekte ve Başlangıç Aşaması Mühendislik Dizaynı (FEED) sayesinde yeşil ışık yakmak için Rusya’dan ciddi teşvik primleri almaktadırlar. Bulgaristan Nisan ayından Aralık 2012’ye kadar Gazprom’dan %11 gaz indirimi elde etmiştir. Açıkça görülüyor ki bunun karşılığında Rusya, Bulgaristan’dan Başlangıç Aşaması Mühendislik Dizaynı için onay alacaktır.

Sırbistan 5 milyar metreküp gaz için 10 yıllığına Gazprom’la bir alım satım

anlaşması imzalamıştır. Sonuç olarak Avrupa piyasası gayri resmi biçimde Gazprom ve SD konsorsiyumu arasında bölünmüş durumdadır: Orta Avrupa Gazprom’a ait, Batı Balkanlar ve İtalya ise SD konsorsiyum öncülüğünde BP ve SOCAR’a aittir.

Türkiye açısından, hızla büyüyen gaz talebini karşılamak için 6 milyar metreküplük SD II gazı net biçimde yeterli olmayacaktır. Türkiye bu durumdan endişe etmekte ve İran’la Rusya’dan sağlanan gaz teminini çeşitlendirmeyi amaçlamaktadır. Kuzey Irak bu durumda Türk gaz piyasası için anahtar rolü görmektedir. Her ne kadar Irak gazı TANAP’la Türkiye’ye yahut ileri de Batı istikametlere ulaştırılmayacak olsa da, Türkiye şu anda bütünüyle Kuzey Irak gaz sahasına ilişkin gelişmelere odaklanmış durumdadır ve Türk enerji firmaları bu alanlarda devasa yatırımlar yapmaktadırlar.

16

Azerbaycan-Türkiye İlişkilerinde Bir Adım: Trans Anadolu Boru Hattı (TANAP)

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı, TEPAVKıdemli Dış Politika Analisti

Dr. Burcu Gültekin Punsmann

Türkiye üzerinden Avrupa’ya Şah Deniz sahasından gaz sağlayacak Trans Anadolu Boru Hattı’nı (TANAP) inşa edecek konsorsiyumun kurulması için 26 Aralık 2011 tarihinde Azerbaycan ve Türkiye arasında mutabakat zaptı imzalandı.

TANAP boru hattının uygulanmasına ilişkin Azerbaycan-Türkiye hükümetler arası anlaşma ise taraflarca 26 Haziran 2012 tarihinde imzalandı. Her iki ülke de TANAP’ı “yeni bir çağa doğru ortaklık” adımı olarak görmekte.

Azerbaycan-Türkiye Boru Hattı Projesi, ikili ilişkilerin duygusallık aşamasını geçmesini sağlayarak her iki tarafın çıkarlarının belirlenmesine imkân verecek ve böylece iki devlet arasındaki iş birliği, kazan-kazan temelli pragmatik anlaşmalara dayalı daha sağlıklı bir zemine taşınmış olacaktır.

TANAP, Türkiye-Azerbaycan enerji ilişkilerini Türk-Rus ilişkileri düzeyine yükseltme potansiyeli taşımakta. Rusya son 15 yıldır enerji alanında Türkiye’nin başlıca ortağı olmuştur.

Ayrıca, ana hedefi enerji alanında transit ve ‘hub’ ülke olmayı hedefleyen Türkiye, Rusya’yı siyasi iradesiyle sahada mevcut durumu değiştirebilme potansiyeline sahip bir ülke olarak görmektedir. İlginçtir, Türkiye ve Rusya arasında Güney Akım anlaşması, TANAP’tan birkaç gün ve BOTAŞ’ın 1986 gaz anlaşmasını yenilememe kararından iki aydan az bir süre sonra, beklenmedik bir hareket olarak geldi. 28 Aralık 2011 tarihinde, GAZPROM ve BOTAŞ Güney Akım’ın hayata geçmesine izin verecek gerekli sözleşmeleri imzaladı.

TANAP, Nabucco sonrası boru hattı projesidir. Türkiye ile iş birliğinde Azerbaycan girişimiyle gerçekleştirilen uluslararası bir gaz ihraç projesi olarak, bir oyun değiştirici konumuna sahiptir. SOCAR’ın (Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi) en stratejik yatırımları arasında yer alan bu proje, Türkiye’nin dünya coğrafyasındaki gelecek konumuna avantaj sağlayarak, Hazar gazının Avrupa’ya taşınmasında temel bir değişiklik yaratacaktır.

“Metnin orijinal dili sayfa 50’de.

HAZAR RAPORU17

Süreç

Türkiye üzerinden Azerbaycan gazının transit ve alımıyla ilgilenen Şah Deniz II Anlaşması uzun transit şartları ve fiyat konularında uzun bir müzakere sürecini geride bırakarak, 25 Ekim 2011 tarihinde İzmir’de imzalandı.

Azerbaycan’daki Şah Deniz gaz üreticileri konsorsiyumu, projenin ikinci fazı için gerekli yatırım kararını daha fazla erteleyemeyeceklerinden ötürü gazın nasıl taşınacağı konusunun belirlenmesi hususu, 2012 yılının başından beri zaruri oldu. Azerbaycan gaz üretiminin 2025 yılına kadar yıllık 50 milyar metreküpe (mevcut yıllık üretimin iki katı) ulaşması bekleniyor. Şah Deniz dışında, bu artışın Azerbaycan’la ortaklıklar oluşturmuş tüm uluslararası şirketleri dâhil eden, Apsheron, Umid, Babek, derin su ACG ve muhtemel Şafak-Asiman projelerinden gelmesi beklenmektedir. Gaz transiti ile ilgili olan hükümetler arası ve çerçeve anlaşmaları, Azerbaycan gazının Türkiye üzerinden batıya transiti için iki olası seçenek öngörmüştür. Birinci seçenek, Türkiye’nin çalışan BOTAŞ boru hattı sisteminin transit için geliştirilmesi şartıyla kullanımı idi. Diğer seçenek ise, Türkiye genelinde ortaklaşa inşa edilecek olan Trans-Anadolu gaz boru hattı olarak tespit edildi. Bu anlaşmaların imza töreninde, Azerbaycan tarafı “sıfırdan bir Trans-Anadolu boru hattı” kurulması tercihini açıkça belirtmiştir.

Anlaşma

TANAP projesine Azerbaycan, gaz temin edeceğini ve mali kaynak aktaracağını belirtmiştir. TANAP’ın maliyeti 7 Milyar ABD Doları olarak tahmin edilmektedir. Proje ortakları, kendi mülkiyet paylarıyla orantılı olarak boru hattının inşaatını finanse edecektir. (SOCAR: % 80, BOTAŞ: %5, TPAO: %15). Üçüncü taraf olarak gaz üreten şirketlerinin yani Şah Deniz Konsorsiyum ortaklarının, azınlık hissedarları olarak, daha sonra konsorsiyuma katılmalarına izin verilebilir.

Transit hattı kapasitesi, ilk aşamada yılda 16 milyar metreküp (bcm) olarak tasarlanmış, ikinci aşamada ise 23 milyar metreküpe artırılması öngörülmüştür. Bu miktarlar kapsamında Türkiye, Azerbaycan ile arasındaki uzun vadeli anlaşma uyarınca, ikinci aşama üretimi döneminde (2017 itibarıyla) Şah Deniz’den yılda 6 milyar metreküp satın alma hakkına sahip olacaktır.

Yeni imzalanan mutabakat zaptı kapsamında, Azerbaycan ve Türkiye, 2012 başlarında Trans Anadolu Boru Hattı için fizibilite çalışması sonrası 2014 - 2015 yıllarında inşaat çalışmalarını başlatacak ve 2018 yılında hattı tamamlayacaktır. 2018 tarihi, yıllık 16 metreküp olacak Şah Deniz üretiminin başlayacağı yıla tekabül etmektedir.

18

Avrupa pazarlarına ulaşım yolları

TANAP boru hattı, Avrupa’ya Rus gazına alternatif gaz taşımak üzere tasarlanan güney koridoru kavramını canlı tutmaktadır. Yeni boru hattı gerek Türkiye ve gerekse AB’nin tedarik güvenliğine katkıda bulunacaktır. AB Enerji Komiseri Sayın Oettinger, “Avrupa’nın artık Azerbaycan ve Hazar bölgesindeki diğer ülkelerden doğrudan gaz alma amacına bir adım daha yakın” olduğunu vurgulayarak, girişimi memnuniyetle karşıladı. Ancak TANAP, AB dışında tasarlanmıştır ve Azerbaycan gazının her zaman Avrupa pazarına gönderileceğine dair teminat içermemektedir.

Şah Deniz Konsorsiyumu (BP ve Norveç STATOIL her biri % 25,5 ile SOCAR , TOTAL, LUKOIL, İran NICO %10 ile ve TPAO %9 ile) Azerbaycan gazının Avrupa’ya taşınmasını sağlayacak boru hattı güzergâhının seçimini 2012 ortalarından 2013 yılı ortalarına erteledi. Halen alternatif güzergâhların gündemde tutulmasına rağmen, TANAP’ın Güney Gaz Koridoru’nun

temelini oluşturarak, Türkiye bölümünde de Nabucco’dan beklenen işlevi üstlenecek olması kuvvetle muhtemeldir. Şimdi ise ana sorun, boru hattının en iyi şekilde nasıl Avrupa pazarlarına bağlanacak oluşudur.

Merkezi Avrupa’ya Doğru:

Nabucco Batı diye adlandırılan Nabucco’nun kısaltılmış versiyonu, tasarım kapasitesinin yarısı oranında (yani, yıllık yaklaşık 31 milyar metreküpten 23 milyar metreküpe) küçültülmüş ve Türk-Bulgar sınırından (Türkiye’nin doğusundan başlayan sınır yerine) başlayan bir yol olarak, Avusturyalı proje yöneticileri tarafından bir seçenek olarak sunulmaktadır. Bu öneri Nabucco fikrini, planlanan Trans-Anadolu Boru Hattından AB topraklarındaki Nabucco ülkelerine “bir devam boru hattı” olarak canlı tutabilir. Her iki proje de Şah Deniz Konsorsiyumunun üyeleri tarafından desteklenen diğer iki seçenek ile yarışması beklenmektedir.

British Petroleum (BP), Nabucco Konsorsiyumuna katılma niyetini ilan eden Şah Deniz üreticileri arasında ilk şirket olmuştur. Konsorsiyum, Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi’ne Nabucco Batı Projesine girmesini teklif etmiştir. Mantıken aynı doğrultuda, Nabucco Projesi Şirketi, TANAP ile Nabucco Batı’yı birbirine bağlanması

S OCAR, Türkiye ekonomisinde en büyük uluslararası doğrudan yatırımcı haline gelmektedir. 2017 yılı sonlarında, SOCAR’ın PETKİM’in alımı ve TANAP dâhil olmak üzere Türk ekonomisindeki yatırımları 17 milyar ABD Doları’na ulaşması bekleniyor.

HAZAR RAPORU19

konusunda Bakü’de müzakerelere başlamayı önermiştir.

BP daha önce, Türkiye devlet boru hatlarından yararlanılmasını öngören bir kavram öne sürmüştü. Güney-Doğu Avrupa Boru Hattı’nın (SEEP) fikrinin altında yatan mantık inşa maliyetlerinden tasarruf etmekti. SEEP Türkiye’nin doğusundan “Merkezi Avrupa”ya tüm güzergâh boyunca mevcut ulusal boru hatlarını, boru hattı bölümlerini ve ara bağlantıları kullanabilecekti. Yani, özel bir boru hattı inşa etmek yerine, yarım düzine ülkede bazı yeni bölümler eklenmesiyle mevcut bağlantıları geliştirecekti.

Güney Avrupa’ya Doğru:

Merkezi Avrupa yerine güney Avrupa’ya yılda 20 milyar metreküp gaz ulaşması için TAP*, Türkiye’nin boru hatlarını kullanacak ve Yunanistan’daki yolun bir bölümü için yeni bir boru hattı inşa edecek. Böylece Yunanistan, Arnavutluk ve Adriyatik deniz yatağı üzerinden İtalya’ya ulaşmış olacak.

* Trans-Adriyatik Boru Hattı (TAP): STATOIL (Şah Deniz Konsorsiyumu ticari operatörü) tarafından yürütülen, Azerbaycan gazının Batı Balkanlar üzerinden İtalya’ya olası ulaşımı.

Azerbaycan için neticeleri

Kendisine ait bir boru hattı, ya da Türkiye’de Azerbaycan’ın kontrolü altındaki bir boru hattı, Azerbaycan açısından en uygun çözümdür. Nabucco Konsorsiyumu, bu boru hattı

projesinde Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi’nin dâhil edilmesi konusuna açıklık getirememiştir. Şah Deniz II’nin TANAP Boru Hattı ile gaz ihracatındaki kontrolün önemli bölümü, bir Avrupa boru hattı konsorsiyumu tarafından değil, neredeyse tamamen Azerbaycan’ın kendisine aittir.

Bu proje Azerbaycan için, yeni ihracat olanakları açar ve dış ilişkilerin çeşitlendirilmesini sağlayarak Hazar’ı Batı’ya açarak istikrarlı bir gelir kaynağı sağlar. TANAP, Azerbaycan’ın ilk kez kendi boru hattı ile kendi gazını Türkiye’nin AB ile batı sınırında Avrupa müşterilerine doğrudan satmasını sağlayacaktır. Azerbaycan’ın kendisine ait boru hattını transit hizmeti için ücret ödemek zorunda kalmadan kullanması, Avrupa’da Azerbaycan gaz fiyatını rekabetçi hale getirecektir. Bakü bu projeyi “Azerbaycan’dan Avrupa’ya doğrudan bir yol” ve “Azerbaycan’ın geleceğe yolu” olarak tanımlamaktadır. Azerbaycan; enerji tedarikçisi ülke, transit ülke (Trans-Hazar boyutu), kendi sınırları dışındaki yatırımcı ülke olarak üçlü bir rol üstlenecektir.

Türkiye için neticeleri

Türkiye kendi iç pazarının tedariği için, Azerbaycan ile daha önce imzalamış olduğu uzun vadeli anlaşma doğrultusunda, Şah Deniz II’den yıllık 6 milyar metreküp satın alma hakkına sahip olacaktır. Türkiye’nin en önemli önceliği arz güvenliği ihtiyacını karşılamaktır. BOTAŞ’a

20

göre, Türkiye’nin doğal gaz talebinin 2020 yılında yaklaşık 66 milyar metreküpe ulaşması beklenmektedir. Ancak, ek ithalat sözleşmeleri olmaksızın, Türkiye’ye 2020 yılında yaklaşık 41 milyar metreküp tedarik edilecektir. Uzun dönem ikili gaz alım anlaşmasının varlığı, Nabucco Boru Hattı Projesi görüşmeleri sırasında unutulmuştu. Bu görüşmelerde, Türk tarafının iç piyasasına sunmak üzere Nabucco’dan iletilecek gazın %15’i veya Azeri gazından yıllık 4-8 milyar metreküplük isteği kabul edilemez olarak değerlendirilmişti. Ankara, iç pazarı için bir miktar gaz temin etmeden topraklarından bu kadar önemli gaz hacimlerinin geçişine izin veremezdi.

Türkiye ilk defa bir boru hattı projesinin ana ortağı olacak ve doğal gaz alanında Avrupa’nın dördüncü ana arteri olma amacını gerçekleştirecektir. Trans-Anadolu Projesi’nin aynı zamanda Türkiye’de gaz depolamasını içerip içermediği cevap arayan bir soru olarak kalmıştır. Azerbaycan’ın imza töreninde sarf ettiği “gazı Avrupa’da birlikte pazarlamayla” ilgili bazı sözleri, Türkiye’de bir miktar depolama olacağına bir ima olarak okunabilir.

Gürcistan için neticeleri

Gürcistan, Azerbaycan’dan Türkiye’ye olan transit yol üzerinde “kazan-kazan” konumuna sahiptir. Trans-Anadolu Projesi, yılda 16 milyar metreküpten 23 milyar metreküpe çıkarak, Gürcistan üzerinden boru hattı kapasitesinin en

azından iki katına çıkması ve gaz akışının da minimum mevcut düzeyinden üç kat artması öngörülmektedir.

Önümüzdeki çetin müzakere süreci

Yakın gelecekte, Türkiye-Azerbaycan arasındaki ikili düzeydeki çabalar; müzakerelere, anlaşmaların ayrıntılarına ve mekanizmaların oluşturulmasına odaklanacaktır. Bu da uzun müzakerelere yol açacak bile olsa sonuçta ticari konular ve pragmatik anlaşmalar üstün gelecektir. Bu süreçte kardeş söyleminin devamı taraflar arasında çıkar ve yetkileri belirleyen genel resmin netleşmesine mani olarak her iki ülkede rahatsızlık yaratma riski de taşıdığı göz ardı edilmemelidir.

Düşük maliyetli gaz ithalatı, BOTAŞ’ın Türkiye’nin enerji güvenliği için hazırladığı öncelik listesinde üst sıralarda yer almaktadır. Türkiye’nin coğrafi konumunu dikkate alan BOTAŞ, Hazar ve Körfez bölgesi ile Orta Doğu’da üretilen gaz için Merkezi Avrupalılarla aynı fiyatı ödemeye karşı çıkmaktadır. Türk yetkililer, doğu sınırlarındaki gazı daha düşük bir fiyata satın almak için ısrar etmektedir. Diğer yandan Azerbaycan, kendi doğal gazını en yüksek fiyata satmak arzusundadır.

Azerbaycan’ın gaz üretimi büyük olasılıkla 2015 yılında 30 milyar metreküp ve 2025 yılında 50 milyar metreküpe ulaşacaktır. Azeri gazının, yüksek değerdeki Avrupa pazarlarına transit koşulları netlik kazanmak

HAZAR RAPORU21

zorundadır. Türkiye’nin “resmi bir gaz transit rejimi” oluşturması zaruri olmuştur. Uzun vadede, Türkiye’nin, sadece fiziki açıdan enerji ticaret merkezi olma hedefi, beraberinde gaz satma hakkının saklı tutulmasını gerektirmektedir.

Önümüzdeki müzakereler, SOCAR’ın Türkiye ortamında önemli bir oyuncu olacağı döneme denk gelecektir. SOCAR Türkiye ekonomisinde en büyük uluslararası doğrudan yatırımcı haline gelmeye adaydır. 2017 yılı sonlarında, SOCAR’ın PETKİM’in alımı ve TANAP dâhil olmak üzere Türk ekonomisindeki yatırımlarının 17 Milyar ABD Dolarına ulaşması bekleniyor.

SOCAR son zamanlarda, vergi ve yatırım rejimi ile ilgili konular dolayısıyla uzlaşmada gecikme yaşandığını ve medyada iddia edilenin aksine bu sürecin Azeri ve Türk ortaklarının hisse paylarının tartışılmasıyla bağlantılı olmadığını açıkladı. Türklerin, TANAP projesinde SOCAR ile eşit söz hakkına sahip olma peşinde olduğu haberleri, hükümetler arası anlaşmanın imzalanmasından önce gündemdeydi. Bu bağlamda SOCAR, aslında kendisini kısıtlamıştır. Çünkü TANAP, kendilerine ait %80 hissenin bir kısmını Azerbaycan’da gaz sondaj hakkına sahip şirketlere dağıtmayı planlamaktadır. Bu şirketler öncelikle, boru hattına dâhil olmak için teklifte bulunmuş olan BP ve STATOIL’dir. SOCAR, TANAP’taki nihaî ortaklık yapısı ne olursa olsun, boru hattı yönetiminin kontrolünü

elinde tutmakta ısrarcı olacaktır. Ayrıca, SOCAR’ın BP tarafından yapılan, orijinal Nabucco Hattının Şah Deniz II Gaz Projesi söz konusu olduğunda, artık müzakere masasında bulunmadığı doğrultusunda yaptığı açıklamaya katılmadığını vurgulaması da eşit derecede önemlidir.

22

Avro Krizinin Neresindeyiz?

Süleyman Şah ÜniversitesiEkonomi Bölümü

Bölüm Başkanı

Yrd. Doç. Fatih Macit

Yunanistan’ın IMF ve Avrupa Birliği (AB) ile ilk kurtarma paketi imzalamasının üzerinden iki yıldan fazla bir süre geçti. O zamanlarda Avrupa borç krizi, Yunan borç krizi ile eş görülüyordu. Piyasalar ve yatırımcılar Portekiz, İrlanda, İspanya ve İtalya hakkında çok ciddi bir endişe duymuyorlardı. Fakat daha sonraki süreçte problemin Yunanistan ile sınırlı olmadığı anlaşıldı. Yunanistan’ın kurtarma paketinden bir yıl sonra İrlanda; AB ve IMF ile 85 milyar avroluk; Portekiz ise 78 milyar avroluk kurtarma paketi imzaladı. Son dönemde borçlanma ihalelerinde oluşan yüksek faizlere bakılırsa İspanya ve İtalya borç krizinin potansiyel yeni kurbanları olarak dikkat çekiyor.

Bu makalenin amacı iki önemli soruya cevap aramak olacak.

Birincisi bu borç krizinin temelleri nedir?

İkincisi ise probleme kalıcı bir çözüm bulunabilmesi için hangi adımların atılması gerekiyor?

1999’da Avro’ya geçilmeden önce AB, temelinde sabit kur rejimi olan Avrupa Parasal Sistemi (APS) ile çevrelenmiş durumdaydı. Üye ülkeler para birimlerini kendi aralarında sabitlemiş ve kurların belli limitler dâhilinde dalgalanmasına müsaade etmişlerdi. Buradaki amaç sabit kur rejimi ile üye ülkeleri para ve maliye politikalarını daha uyumlu hale getirmeye zorlamak ve nihayetinde sistemin ortak bir para biriminin olacağı parasal birliğe doğru yönelmesini sağlamaktı. Fakat sistemin ilk uygulama aşamasında ülkelerin para ve maliye politikaları benzer hale gelmemiş ve bu durum özellikle Alman Markı üzerinden değer kazancı baskısının oluşmasına neden olmuştur. Bu duruma bir çözüm olması adına 1991 yılında Maastricht Anlaşması önerilmiş ve anlaşma ile ülkelerin para ve maliye politikalarını benzer hale getirmelerine yönelik önemli maddeler konulmuştur.

Parasal birliğe geçiş yolunda üç önemli madde Maastricht Anlaşması’nda dile getirilmiştir. İlk kural olarak üye ülkelerden sabit kur rejimine sadık kalmaları istenmiş ve para birimlerinin değerini belirlenen sınırlar çerçevesinde

HAZAR RAPORU23

tutmaları beklenmiştir. İkinci olarak üye ülkelerde enflasyon oranının en düşük enflasyona sahip üç ülkenin ortalamasından en fazla % 1,5 fazla olmasına izin verilmiştir. Son olarak ise uygulanacak maliye politikasına ilişkin önemli tedbirler getirilmiştir. Buna göre bütçe açığının GSYİH’ye oranı için üst sınır % 3 olarak belirlenirken; kamu borcunun GSYİH’ye oranı için de % 60 maksimum seviye olmuştur. Fakat özellikle bütçe ve kamu borcu ile ilgili kurallar Avro’ya geçilen 1999 yılından beri bugünün problemli ülkeleri tarafından genel olarak yerine getirilmemiştir. 1992 yılında İngiltere APS’den ayrılmış ve dalgalı kur rejimine geçmiştir. 1993 yılında ise bazı üye ülkelerin döviz kurlarını belirlenen limitlerde tutmakta zorlanmaları nedeniyle kurların dalgalanmasına izin verilen aralık genişletilmiştir. Böylece kurlardaki baskı kırılmış ve birçok ülkenin para birimi Alman Markına karşı değer kaybetmiştir. Bütün bu değişiklikler neticesinde zamanla ülkelerin para ve maliye politikaları daha uyumlu hale gelmiş ve üye ülkeler arasındaki enflasyon farkı ciddi şekilde daralmıştır. Nihayetinde 1 Ocak 1999 tarihinde 11 AB üyesi ülke Avro ortak para birimine geçmiş ve 1 Ocak 2012 tarihinde de Avro banknotlar dolaşıma çıkmıştır.

Krugman ve Obstfeld (2009) AB’nin ortak para birimine geçişinin altında dört önemli neden görmektedir. Birincisi ortak para birimi ve dolayısıyla

parasal birliğe geçilmesi ile piyasa entegrasyonunun daha da güçleneceği ve bunun bütün üye ülkeler için daha yüksek ekonomik büyüme anlamına geleceği düşünülmüştür. İkincisi parasal birliğin birlik içinde siyasi istikrara da yardımcı olacağı ve üye ülkelerin siyasi çıkarlarını birbiriyle daha uyumlu hale getireceği beklenmiştir. Üçüncüsü APS’de Almanya’nın etkisi çok fazla hissedilirken parasal birliğe geçmekle birlikte bu etkinin Avrupa Merkez Bankacılığı Sistemi ile zayıflayacağı benimsenmiştir. Son olarak ise ortak para biriminin kullanılmasının 1990’larda APS’de görülen devalüasyon ve revalüasyon olaylarını ortadan kaldıracağı öngörülmüştür.

Aradan geçen on yıldan fazla süre göstermiştir ki ortak para birimi bu belirtilen hedeflerin bir kısmına ulaşamamıştır. Bunun en önemli sebeplerinden bir tanesi ortak para birimi ve ortak bir merkez bankası ile üye ülkelerin para politikaları uyumlu hale getirilirken, ülkelerin maliye politikalarındaki heterojen yapının

devam etmiş olmasıdır. Grafikte görüleceği üzere Yunanistan, Portekiz,

24

İrlanda, İspanya ve İtalya gibi bugünün problemli ülkeleri ciddi bütçe açıkları vermiş ve borç rasyoları önemli ölçüde kötüleşmiştir. Bu dönemde üye ülkelerin bütçe ve borç dinamiklerine önemli kurallar getiren Maastricht Anlaşması yürürlükte olmasına rağmen bu ülkeler birçok sefer kurallara uymamış ve uymadıkları için de herhangi bir yaptırımla karşılaşmamıştır.

Burada önemli olan soru ise bu ülkelerin nasıl ve neden bu kadar borçlu hale geldiğidir. Grafikte de görüleceği üzere ortak para birimine geçilmesinden sonra Yunanistan, İspanya, Portekiz, İtalya ve İrlanda gibi ülkeler borçlanma maliyetlerinde ciddi düşüşler yaşadılar.

Bu durumun oluşmasında Almanya ve Fransa gibi iki güçlü ülkenin de bulunduğu Avro şemsiyesi altında bulunmanın yatırımcılar tarafındaki olumlu algısı etkili oldu. Düşük borçlanma imkânı bu ülkeler tarafında daha fazla kamu harcaması yapma ve oluşan bütçe açıklarını ucuz bir şekilde finanse edebilme noktasında teşvik edici bir unsur oldu. Daha detaya inildiğinde ise bu ülkelerin aslında büyüyebilmek için bu yola başvurdukları görülüyor. Ortak para birimine geçilmesiyle

üye ülkeler devalüasyon yapma gibi bir imkanları kalmadığı için rekabet güçlerinde ciddi kayıp yaşadılar. Örneğin, 1999 ile 2008 arası dönemde Almanya’da nominal işçilik ücretleri sadece % 15,7 artarken, bu oran

Yunanistan’da % 62 olarak gerçekleşti. Dolayısıyla bu sorunlu ülkeler kaybolan rekabet güçlerini devalüasyon yaparak geri alamadıkları için ekonomik büyümelerini sürdürebilme gerekçesiyle daha fazla iç talebe ve kamu harcamasına yüklenmek zorunda kaldılar. Finansal ortam da buna müsait olunca ülkeler daha fazla borçlanma ve borçlarını artırma yolunu seçtiler.

Geçmişteki hatalar ne olursa olsun artık ortada çözülmesi gereken bir kriz var. Artık son sorulabilecek soru bu krizin çözülebilmesi için ne yapılması gerektiğidir. Aslında sorun bir borç sorunu olarak görülmekle birlikte Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İtalya gibi ülkeler için öncelikli husus ekonomik büyümedir. AB tarafından bu ülkelere dayatılan kemer sıkma politikaları ülkelerin içinde bulunduğu mevcut durumu daha da kötüleştirmekten başka bir

HAZAR RAPORU25

işe yaramamaktadır. Kemer sıkma politikaları ile beraber ülkelerdeki durgunluk daha da derinleşiyor ve ülkeler vergi geliri elde edemez hale geliyorlar. Dolayısıyla ekonomik durgunluğun olduğu ortamda bütçe açıkları daha da kötüleşiyor. Örneğin, bugünlerde herkes İspanya’dan harcamalarını kısıp vergileri artırarak bütçe açığını küçültmesini istiyor. Fakat hiç kimse % 20’nin üzerinde bir işsizlik oranı ile yaşayan bir ülkede nereden vergi toplanıp nasıl bütçe açığının kapatılacağı noktasında bir fikir vermiyor. Dolayısıyla atılacak olan adımlar bu ülkelerin tekrar rekabet güçlerini kazanıp sürdürülebilir bir ekonomik büyümeye geçmesine yönelik olmalıdır.

Bu ülkelerin krizden çıkmalarını sağlayacak iki çözüm görünüyor. Bunlardan birincisi bu sorunlu ülkelerin Avro’dan çıkışını sağlayarak ülkelerin yeterli miktarda devalüasyonla tekrar rekabet güçlerini kazanmalarını sağlamaktır. Bu şekilde bu ülkeler orta vadede tekrar büyümeyi yakalayıp yapısal reformlarını gerçekleştirebilirler. Avrupalı otoriteler tutarlı ve sürekli bir şekilde bu ihtimali kabul etmeseler de, özellikle Yunanistan başta olmak üzere bu durum bazı ülkeler için kaçınılmaz son olabilir.

Kriz için ikinci çözüm yolu ise Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB) ellerinde. Krizin başladığı günden bu yana

AMB faiz oranlarını tarihin en düşük seviyelerine kadar indirdi. Fakat hala AMB’nin faiz indirebilecek yeri mevcut görünüyor. Bunun yanında AMB ikincil piyasadan sorunlu ülkelerin tahvillerini daha çok almalı ve sisteme daha fazla likidite vermelidir. Hem düşük faiz oranı hem de sisteme verilen likidite orta vadede Avro’nun değer kaybetmesini sağlayacak ve sorunlu ülkelerin tekrar rekabet güçlerini kazanarak ihracat yoluyla büyümelerine olanak sağlayacaktır. Bu şekilde daha yüksek ekonomik büyüme ile vergi gelirleri artacak ve ülkeler mali dengelerini düzeltme imkânına sahip olacaklardır. Avro’daki değer kaybıyla zaman kazanan bu ülkeler bir taraftan işgücü piyasasının daha esnek hale getirilmesi ve rekabet ortamının geliştirilmesi gibi yapısal tedbirleri de tamamlayarak uzun vadede ekonomilerinin daha sağlıklı bir yapıya kavuşmalarını sağlayacaktır. Özellikle Alman tarafında AMB kaynaklı bu çözüme karşı oluşabilecek enflasyon tehdidinden dolayı ciddi direnç var. Fakat sorunlu ülkelerin Avro’dan çıkışına müsaade edilmediği müddetçe bu çözüm önerisi ciddi şekilde masada olacaktır.

Sonuç olarak, Avrupalı otoriteler gerekli adımları cesurca atamadıkça kriz daha da derinleşecektir. Görünen o ki, önümüzdeki birkaç yıl Avrupa açısından sıkıntılı geçecek. Dış talep açısından ciddi şekilde Avrupa’ya bağlı olan ülkeler bu durumu dikkate almalılardır.

RÖPORTAJ

26

Avrupa Birliği’nin şu anki politik ve iktisadi durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bölgedeki ekonomik krizle birlikte, AB kurulduğu günden beri süregelen “nereye kadar bütünleşme, nereye kadar ulus ötesi yapılanma” tartışması yeniden canlandı.

Bildiğiniz üzere, AB’nin tarihi Kömür-Çelik Birliği ve Ortak Pazarın kurulmasıyla tanımlanmaktadır. Genişleme ile ilgili tarihi yani; yeni üyelerin AB’ye katılmasıyla bağlantılı tarihi, bir de AB’nin derinleşmesi, bütünleşmesini içeren tarihi. Bundan da kastettiğimiz; üye devletlerin artan bir şekilde değişik alanlarda egemenliklerini AB’nin kurumlarıyla paylaşması. Demem o ki, elindeki gücü Avrupa Komisyonu’yla paylaşması, Bakanlar Konseyi ile paylaşması, son 20 senede artan bir şekilde Avrupa Parlamentosuyla da paylaşması,

bir de tabi bunun yanında Avrupa Divanı’nın da yetkilerinin artırılması.

Euro krizi Euro’nun ortak para birimi olarak kabul edilmesi ile ulus ötesine taşınmış olan para politikaları ile henüz üye ülkelerin egemenliklerinde olan mali politikalar arasında oluşan uyumsuzluklardan kaynaklanan bir krizdir. En önemlisi Almanya örneğidir. Mark’tan vazgeçip Euro’yu kabul etti. Bu çok önemli bir egemenlik paylaşımı ve devridir. Ama mali politikalarını yani vergi politikalarını, paraların nasıl nerede harcanacağı konusunu devretmediler. Euro’yu kabul etmiş bütün ülkeler için geçerli bu durum. Şimdi, bu ülkeler üzerinde reform için bir baskı var. Yani temelde yatan reform mali politikaları da bir şekilde ulus ötesi düzeye taşımak, “biz bu devri de yapacağız, bu egemenlik paylaşımını da bir şekilde başaracağız ve

Prof. Dr. Kemal Kirişci Kimdir?

Kemal Kirişci Boğaziçi Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesidir. Aynı zamanda Avrupa Entegrasyonu Jean Monnet Kürsüsü Başkanı’dır. 2002 ve Haziran 2008 tarihleri arasında üniversitede Avrupa Çalışmaları Merkezi’nin direktörü olarak görev yaptı. 1986 yılında Londra’da City Üniversitesi’nden doktorasını aldı. Araştırma alanları arasında Avrupa entegrasyonu, sığınma, Avrupa Birliği sınır yönetimi ve göçmenlik konuları, AB-Türkiye ilişkileri, Türk dış politikası, etnik çatışmalar ve mülteci hareketleri yer almaktadır. Daha önce İngiltere, İsviçre ve Amerika’daki üniversitelerde dersler vermiştir. Kirişci ayrıca, AB-Türkiye ilişkilerinde göçmenlik konuları hakkında birçok rapor yazdı.

HAZAR RAPORU27

AB daha da ulus ötesi yapılandırmaya doğru götüreceğiz” iddiasında bulunanlar var. Hatta bu tartışmalar içerisinde ABD ile bir takım paralellikler de kuruluyor. Mesela Amerika bir federal devlet ama federal devlet hem mali politikaları hem de para politikasını Washington D.C’den takip ediyor. O yönde ilerleme olması gerektiğini söyleyenler var fakat çok ilginç bir şekilde bu tartışma, AB’ye üye ülkelerdeki siyasetin sağ tarafa doğru kaydığı, milliyetçiliğin arttığı, Avrupa kimliğinin zayıfladığı bir döneme denk geliyor.

Öte yandan her zaman olduğu gibi ulus ötesi bir reforma direnen ve biraz İngiltere’nin, biraz İsveç’in tercih ettiği pozisyonda gündemde. O da AB daha fazla bütünleşmesin, daha fazla yetkiler ulus ötesine devredilmesin pozisyonu. Onun yerine, daha ziyade bir devletler birliği ve şimdiye kadar paylaşılan egemenliğin devamının ötesine geçilmemesinin sağlanması tercih eden bir yaklaşım. Zaten biliyorsunuz, İngiltere ve İsveç’in bazı alanlarda bütün diğer AB üyeleriyle beraber paylaşmadığı egemenlikler var. Örneğin Euro’nun

kullanımı. Ya da İngiltere için Schengen vize rejiminde ve sosyal politika alanında uygulanan bir takım ayrıcalıklar. Yani, kısacası, AB içerisinde daha fazla bütünleşmeye direnen çevreler de var. Burada tabi ilginç olanı Almanya tarihsel olarak her zaman bütünleşmeyi tercih etmiş, ulus ötesi bir yapılanmaya destek vermiş bir kurucu üye ülke ancak bu krizle

beraber Almanya’nın içerisinde de bu ulus ötesi hedeften vazgeçmeye başlayanlar, hedefi sorgulamaya başlayanlar bunu iyiden iyiye dillendirmeye başlamış durumdalar.Euro krizinin bir takım mali ve parasal detayları etrafında dönüşen tartışmalara ve Merkel’in aldığı pozisyona, özellikle İtalyan Başbakanıyla yaptığı son toplantıdan çıkan imaj, Almanya’nın ya hakikaten bütünleşmeye ciddi bir şekilde devam edeceğiz ya da “ben bu Euro parasal sistemini bu şekilde desteklemeye devam edemem, arkasından ne çıkar bakarız” gibi bir sinyal veriyor. Arkasından ne çıkacağı konusunda, benim takip edebildiğim kadarıyla şu anda Euro Bölgesi üyesi olan ülkelerin Euro’dan çıkmaları ile daha dar, daha küçük ve daha fazla bütünleşebilecek

T ürkiye gibi bir ülkenin tek başına Filistin sorununu ya da Suriye’deki sorunu çözebilmesi çok zor. Bu gerçeği artık kavradığımızı düşünüyorum. Bu sorunların çözümü, başka ülkelerle yapılabilecek iş birliğiyle mümkündür.

RÖPORTAJ

28

bir çekirdek yapının, AB içerisinde oluşması olarak görünüyor.

Ekonomik krizin, bugüne kadar ırkçılıkla çeşitli platformlarda mücadele vermiş olan AB’ye etkilerine ilişkin öngörüleriniz nelerdir?

Bence çok ciddi bir sorun. Bu konuyu, her ne kadar AB üyesi olmasa da, Norveç’te en uç haliyle gördük. Ama bunun diğer bir çıkışı da AB içerisinde seçmenlerin bir kısmının sağa doğru yönelmesi, mesela bunu Yunanistan’da gördük. AB içerisinde sola da bir kayış var özellikle sosyal demokratlara. Fransa Cumhurbaşkanı Hollanda’nın da seçimi bunu gösteriyor. Almanya’da da Merkel’in Hristiyan Demokrat Partisi’nin eskisi kadar siyasi olarak iyi bir performans göstermediğini ve Sosyal Demokratların çıkış içerisinde olduğunu görüyoruz. Uzun dönemde bu durum AB’yi ırkçılık konusunda nereye götürür hep birlikte göreceğiz. Ama şunun da altını çizmek lazım, bizde bu konu sık gündeme geliyor, ırkçılığın çıkışı, İslamafobya, oradaki Türklere, Türk göçmenlere yönelik davranışlar sık sık bizimde medyanın dikkatini çekiyor. Tabi tenkit ediliyor haklı olarak. Yalnız AB kurumları içerisinde bu ırkçılığa karşı ve yabancıların, göçmenlerin topluma daha iyi entegre edilebilmelerine yönelik çok ciddi politikalar da var. Çok önemli kaynaklar bu konulara ayrılıyor.

AB’nin bir diğer sıkıntısı da borçların ödenmesi. Yaşlanan bir kıta olması yani demografik yapısı artan bir şekilde yaşlanıyor. Bunun çıkardığı bir takım mali politikalara yönelik çok ciddi sorunlar var. Aynı zamanda parasal politikalara yönelik sıkıntılar da var. Yani Dünya Pazarı bu paraları AB’ye veren ve verecek olan çevrelerin hep aklından geçen “böyle yaşlanan bir kıta bu borçları uzun dönemde nasıl ödeyecek?” sorusu. Tabi bu tartışmalar içerisinde önemli bir konu Avrupa’yı gençleştirmek, doğuma yönelik destekler vermek ve göçmenleri topluma daha iyi entegre etmek ve aynı zamanda göçü kolaylaştırmak. Fakat siyasi olarak AB içerisinde yeni göçmenlerin kabulüne yönelik çok ciddi bir direnç var. Zaten bence Dünyadan da enteresan bir tepki var. Özellikle mesela Türkiye gibi bir ülkeden bu sorundan dolayı, yani ırkçılıktan kaynaklanan, islamafobyadan kaynaklanan sorundan dolayı insanlar AB’ye gitme konusunda daha tedirgin, daha çekingen oluyorlar. Bu bakımdan Türkiye’nin kendine özgü özel bir konumu var. Türk ekonomisinin büyüyor olması ve dinamik olması bırakın Türkiye’den AB’ye yönelik bir göçün devamını, aslında Türkiye’ye yönelik bir göçün oluşmasına neden oluyor. Son birkaç seneye baktığımız zaman zannediyorum 2006 veya 2007’den itibaren bu tarafa doğru Almanya’dan Türkiye’ye yönelik göç, bunun içerisinde Türk asıllı Almanlar olduğu gibi Türk göçmenler var. Hatta

HAZAR RAPORU29

Alman Almanlar da dâhil olmak üzere, oradan Türkiye’ye gelen göçün sayısı Türkiye’den Almanya’ya göçün sayısından daha büyük bir oranı yakalamış durumda. Yani göç hareketinin yönü, Türkiye’den Almanya’ya değil, Almanya’dan Türkiye’ye dönmüş durumda. Ve aynı zamanda da AB’nin ekonomik sıkıntısı olan ülkelerinden de Türkiye’ye yönelik bir göç var. Mesela artan sayıda Yunan vatandaşı Türkiye’de çalışmaya başladı. Bulgaristan’dan da göçmenler ülkemize geliyor, Romanya’dan da. Tabi bunların bir kısmı legal bir kısmı ise illegal bir şekilde evlerde bakıcı vs olarak çalışıyorlar. Yani Türkiye’ye yönelik de AB’den bir göç var. Bizim için burada önemli olan Türkiye’yi bu duruma hazırlamamız.

Gündemimizde yer alan Suriye mülteci krizinden de görüyoruz ki, Türkiye, öyle her zaman söylediğimiz, her zaman inanmak istediğimiz kadar da misafire açık bir toplum değil. Yunanistan da bunu yaşadı. Yunanistan aynı Türkiye gibi göç veren bir ülke iken, AB’ye girdikten ve ekonomik olarak zenginleşmeye başladıktan sonra, aşağı yukarı 90’ların başı ortasında itibaren, çok büyük bir göç aldı. Tam sayıları veremeyeceğim ama yaklaşık 10 milyonluk bir

Yunanistan’da 1-1.5 milyonluk göçmenden bahsediliyordu bundan birkaç sene önce. Ve bugün, Yunanistan’ın seçmenlerinin bir kısmının sağa hatta aşırı sağa kaymasının önemli nedenlerinden bir tanesi de göçmenlerin varlığı.

1 Temmuz 2012 itibariyle Güney Kıbrıs AB dönem başkanlığını üstlendi. Bu süreçte TR-AB ilişkileri nasıl şekillenecek? Her iki tarafı neler beklemekte?

Daha genel bir çerçeveden konuya yaklaşırsak Kıbrıs’ın AB başkanlığını devralması iki açıdan sıkıntılı diyebiliriz. Birincisi; Kıbrıs küçük bir ülke ve AB büyük bir birlik. Kıbrıs’ın nüfusu yaklaşık 1 milyon ve bugün itibarıyla 400 milyona yaklaşmış veya geçmiş olan bir AB’nin başkanlığını yapacak. Yalnız şunun hemen altını çizmek lazım; Lizbon Anlaşması öncesi AB başkanlığı ve Lizbon sonrası AB başkanlığı arasında çok önemli farklar var. Hem başkanlığın yetkileri hem de

T ürk ekonomisinin büyüyor olması ve dinamik olması bırakın Türkiye’den AB’ye yönelik bir göçün devamını, aslında Türkiye’ye yönelik bir göçün oluşmasına neden oluyor.

RÖPORTAJ

30

kaynakları açısından. Olayın bir bu boyutu var. Diğer bir boyutu da bu her ne kadar açık açık söylenmese de; Kıbrıs AB içerisine İngilizce ‘frozen conflict’ donmuş bir çatışma sorunu taşımış bir ülke. Daha önce de küçük ülkeler AB’de başkanlık yapmış ve her zaman daha göreceli olarak büyük olan bir ülke, o ülkeye destek vermiştir ve 6 ay idare edilmiştir. Ama hiçbir diğer küçük ülke böyle büyük donmuş bir sorunu beraberinde AB başkanlığına taşımamıştır. Onun için AB açısından bu önümüzdeki 6 ay farklı bir 6 ay olacaktır. Haliyle bunun da getirdiği sıkıntılar gündeme gelecektir. Bunların belki de en önemlisi de Türkiye’dir. Zaten bu noktada, Türkiye açık ve net bir şekilde AB ile olan siyasi ilişkilerini bu başkanlık döneminde askıya alacağını söyledi. Bu noktada, mesela, vize sorununun çözülmesi, geriye kabul anlaşmasının bir şekilde yürürlüğe geçirilmesi konuları var. Ama bunun yanında bizim Gümrük Birliği ile bağlantılı olarak, son derece önemli bir takım ekonomik konularımız var. Ayrıca, AB’nin Suriye’deki sıkıntılar çerçevesinde de Türkiye ile yakın çalışması gerekiyor. Bunların hepsi sıkıntılar yaratacaktır. Ama tahmin ediyorum ki yine bir şekilde AB ve Türkiye bu sıkıntıların ya etrafından dolaşacaktır ya da aşacaklardır. Özellikle de ikili ilişkiler üzerinden, yani Türkiye-İngiltere, Türkiye-Fransa, Türkiye-Almanya ilişkileri üzerinden bunlar aşılacaktır bir şekilde diye düşünüyorum.

Sizce, Türkiye kamuoyunun AB’ye olan ilgisinde bir düşüş söz konusu mudur?

Türkiye’de AB’ye olan ilginin düştüğü net bir şekilde görülüyor. Orta Doğu’ya açılım, Orta Doğu’yla ekonomik ilişkiler, sosyal ilişkilerin gelişmesi herkesi heyecanlandırdı, tabi beni de. Fakat son kriz, yani Suriye’de son 6 ay içerisinde yaşanan olaylar neticesinde, zannediyorum yavaş yavaş hem hükümet nezdinde, hem de toplum nezdinde, belki çökmek üzere olan hatta içimizde bazen açık bazen söylemesek de ‘oh olsun çöksünler’ gibi bir hissi yaşatsa da, Türkiye’nin AB ile olan yakın ilişkilerinin o kadar da kötü olmadığını, hem ekonomik hem de siyasi açıdan hepimize gösterdi.

Suriye krizi zannediyorum ki, Türkiye açısından çok öğretici ve eğitici bir kriz olacak. Çeşitli nedenlerden dolayı bu tipten sorunların - ki buna Filistin sorununu da eklemek lazım -, insanlara çok acı veren, hakikaten çözümü çok arzu edilen sorunlar olsa da, çözümü zor olan konular. Türkiye gibi bir ülkenin tek başına Filistin sorununu ya da Suriye’deki sorunu çözebilmesi çok zor. Bu gerçeği artık kavradığımızı düşünüyorum. Bu sorunların çözümü, başka ülkelerle yapılabilecek iş birliğiyle mümkündür. Bunu başka bir kulüple yapmak lazım. Galiba kamuoyu ve devlet mekanizması içindekiler fark ediyor ki; Türkiye son

HAZAR RAPORU31

50-60 yıllık tarihinden dolayı NATO üyeliği, Avrupa Konseyi üyeliği, AB ilişkilerinden dolayı her şeye rağmen bu sorunlarını yine de Avrupa ile çözülebileceğini düşünüyor. Bunu Rusya, İran ya da Irak’la yapmanın, hem siyasi hem de ekonomik olarak zor olduğu anlaşılmış durumda. Suriye krizi sonrasında, bir anda her şey bozuldu. Gaziantep ve çevre bölgesinde Suriye’ye yatırım yapmış bir sürü insan, her manada yani para yatırıp orda fabrika mağaza açanlardan tutun da, emeğini o ilişkilere veren insanlara kadar çoğu esnaf bir anda ortada kaldı. Ama Avrupa ile böyle bir şey yok. Avrupa bir hukuk devleti olduğu için siz oraya yatırımınızı yaptıysanız ve kurallar içerisinde hareket ediyorsanız siz işinizi yürütmeye devam edebiliyorsunuz. Yani Avrupa, çok daha istikrarlı bir yer. Bir de tabi AB boyutu var bunun. Nasıl ki bizde bazı kesimlerde AB için “oh yıkılsın çöksün” diye bir görüş varsa, onlarda da Türkiye’ye yönelik böyle bir düşünce yani “Türkler de palazlanıyor gibi” bakış açısına sahip olanlar mevcut. Buna rağmen pragmatik ve gerçekçi davranıp bu hisleri aşarak, Türkiye ile kendi menfaatleri için, kendi ekonomik ihtiyaçlarından dolayı ilişkilerini geliştirmeye çalışan çevreler de var. Bunun örneğini vize alanında görüyoruz. AB kamuoyuna sorsanız bir sürü insan vizelerin kaldırılmasından tedirgin olur. Ama iş adamları iş çevreleri öyle bakmıyorlar bu konuya. Türkiye ile vizelerin kaldırılmasının, AB’ye ekonomik bir canlandırma getireceğini net bir şekilde görüyorlar.

RÖPORTAJ

32

Büyük umutlarla başlatılan Kürt Açılımında sıkıntılar yaşandı ve yaşanmaya da devam etmekte. Sizce yaşanan bu sıkıntıların nedeni nelerdir?

Ülkemizde kimlik tartışmaları son 10 yıldır gündeme damgasını vuran bir konu. Türkiye’deki hukuk teorisine göre yalnızca gayrimüslimler azınlık olarak tanımlanıyor. Onun dışında herkes etnik kimliği ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır ve yasalar önünde eşittir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak hiç kimsenin etnik kimliğini unutması anlamına gelmemekle birlikte bu durum zaman zaman sıkıntılı durumların yaşanmasına ve yanlış algılara yol açtı. Hatta bazı dillerin konuşulması sadece kamu alanında değil özel alanda bile yasaklandı. AK Parti dönemindeki demokratik açılım öncesinde Turgut Özal’ın başlattığı

demokratik açılımdan söz etmeden, konuyu tartışmamız mümkün değil. Askeri rejim sonrası 1983 genel seçimlerinden başarı ile çıkan Turgut Özal yönetimin ve Özal’ın liberal görüşlerinin damgasını vurduğu 80’li yıllarda izlenen liberal ekonomi politikası ile birlikte siyasette liberalleşme ve tabu olan bir takım konuların tartışılması çok önemlidir. Mesela ilk olarak o dönemde Turgut Özal, ailesindeki bazı kişilerin de Kürtçe konuştuğunu söylemiş ve bu konuşması tabuları yıkmaktaki önemli adımlardan biri olmuştur. Terörle mücadelede yoğun bir dönem olan 1990’lı yıllarda, terör örgütü PKK ile Türkiye’deki güvenlik güçleri arasındaki çatışmalarda 30.000 kişinin şehit olduğundan söz ediyorduk. İnsanların acıları vardı, travmaları vardı ve bazı insanların kinleri vardı. Türkiye 2000’li

Prof. Dr. Nilüfer Narlı Kimdir?

Lisans eğitimini Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Eğitim Bölümü’nde (Felsefe Major, Sosyoloji Minor) Bölüm birincisi olarak tamamlamıştır. Aynı fakültede İnsan Bilimleri Bölümü’nde Lisansüstü çalışmalarına başlamış ve asistan olarak görev almıştır. 1983 yılında Devlet bursu ile Malezya’da University Sains Malezya Üniversitesi’nde Siyaset Sosyolojisi dalında başladığı doktora eğitimini 1987 yılında tamamlamıştır. Narlı, Bahçeşehir Üniversitesi’nde Sosyoloji Bölümü ve Akdeniz Araştırmaları Bölüm Başkanı olarak görev yapmaktadır.

HAZAR RAPORU33

yıllara geldiğinde demokratikleşmeyi güçlendiren yeni dinamikler ve süreçler ortaya çıktı. Burada iki önemli süreçten bahsedebiliriz. Bunlardan birisi AB’ye uyum sürecidir. Bu süreçte Türkiye kanunlarını, anayasasını ve uygulamalarını AB ile uyumlu bir hale getirmek için çok sayıda reform paketi hazırlayarak, bunları meclisten geçirdi. Bu reformlar sayesinde bugün bir Kürtçe TV kurulabiliyor. Kürtçe yayın yapan devlet televizyonu var. Kürtçe okuma-yazma kursları açılıp bu dilde çalışmalar yapılabiliyor. AB uyum süreci bu anlamda Türkiye’deki politik süreci şekillendiren önemli bir dinamik. İkinci önemli süreç ise AK Parti Hükümeti’nin yaklaşımları ve uyguladığı politikalar. Tabi bu politikalar aynı zamanda AB’ye uyum süreciyle şekillenmiştir. AK Parti seçimlerde bir söz vermişti ve yine Başbakan Erdoğan bu sözden bahsetmişti: “Değişim”. Bu değişim, siyasete yeni bir soluk getirme ve kalkınma temellerine dayalıydı. Geçmişin siyasi tabularını yıkmak bu değişimin önemli unsuru idi. İşte böyle

bir iklimde “demokratik açılım” başladı. Fakat bu açılım başladığı zaman bu sürecin nasıl bir reform süreci olacağına ilişkin kapsamlı bir tanımlama ve anlatım yapılamadı. Aydınlarla, bilim insanlarıyla toplantılar yapıldı fakat kamuoyunun kafası karışmıştı. Aslında kamuoyunun açılımı tartışması ve içeriğinin doldurulması beklentisi vardı. Bazı kişiler “açılımı” desteklerken, oluşan yanlış algılar nedeni ile bazıları

“Ne oluyor bölünüyor muyuz?” gibi sorular sordu. Tüm bu tartışmalar yapılırken BDP’nin TBMM’de temsil edilmesi önemli idi. Beklenen ise BDP’nin terörü lanetlemesi ve kendisini tamamen PKK’dan ayrıştırması idi. Fakat söylem düzeyinde bu ayrıştırma gerçekleşemedi. Belki de ayrıştırmasında bir takım zorluklar yaşıyor. Tabi bu çok

hassas bir konu. Benim buradaki kanım bu konunun farklı uzmanlarla bir uzlaşma masası seminerleri çerçevesinde tartışılması.

Bugün geldiğimiz noktada Suriye Devlet Başkanı Esad’ın Türkiye’nin Suriye’ye politikasına karşı PKK’yı desteklemeyi seçmesi ve terörist faaliyetlerini

RÖPORTAJ

34

sürdürmesi içinde ortam sağlaması Türkiye’de gerilimin artmasına ve her gün şehitlere ağlamamıza yol açtı. Bugün nerdeyse her gün şehit haberleri alıyoruz. Bu tip haberlerle de toplumdaki kutuplaşmanın arttığını görüyoruz. Bu koşullarda kişilerin kimliklerinden bahsederken kimliklerini politize etmesi gerilimi biraz daha artabiliyor. Türkiye’de hepimiz T.C vatandaşıyız hepimizin farklı etnik kimlikleri var ama bir potada erime durumu söz konusuyken şu anda tekrar kimliklerin ve siyasi görüşlerin kutuplaştığı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Kadınlar açısından bu olaylara bakarsak, bu gerilimli dönemlerde kadınlar erkeklere göre iki misli etkileniyorlar. Genelde her türlü çatışma ortamlarında iç savaşlarda kadınlar daha fazla zarar görebiliyor. Kadın dul kalıyor, çocuklarını yitirebiliyor. Hele ki bu kadın kendi ayakları üzerinde duramayan, eğitim ve istihdam açısından dezavantajlı ise, kadının hayatını idame ettirme sorunu ortaya çıkıyor. Bugün Irak’ta ve Suriye’de çok sayıda dul kadın var ve kendi başlarına hayatlarını idame ettiremiyorlar. Bazıları geleneksel bir ortamda yetişip küçük yaşta evlenip çok sayıda çocuk sahibi olmuştur. Bir anda erkek ortadan kaybolunca sorunlarla baş başa kalmıştır. Ayrıca çatışma zamanlarında olumsuz imajlar kadınlara atfedilir. Taraflar birbirini incitmek istedikleri zaman onların

kadınlarını aşağılıyor ve kadına tecavüz ederek kendi kafasındaki düşmanı cezalandırdığını düşünebiliyor. Yani gerilimin ve kutuplaşmanın arttığı bu tarz çatışma dönemlerinde kadınlar çok daha fazla olumsuz etkilenebiliyorlar. Kadınlar bu durumun farkında ve 21. YY ’da demokrasi ve barış için mücadele etmeye çok fazla yatkınlık gösteriyorlar. Bu doğrultuda bizim daha fazla farkındalık yaratmamız çok önemlidir.

AB üyelik süreci Türkiye’ye kadın ve azınlık hakları alanında gereken katkıyı sağlamış mıdır?

Kadın hakları konusundaki ilerlemede AB’ye üyelik süreci ve uyum yasaları çok önemli bir etki yaptı. Fakat asıl mesele zihniyet, kanunların uygulanması ve yaptırım sorunudur. Kanunlarda değişiklik oluyor fakat bazı alanlarda kanun yaptırımı çok düşük olduğu için uygulamada sorunlar devam ediyor. Mesela bugün Türkiye’de evlilik yaşı anne-babanın izniyle 16 ve normali ise 18. Fakat bugün hala çok sayıda çocuk gelin ve çocuk anne var Türkiye’de. Çocuk anne ne demek, 13-14 yaşında okuldan alınıp evlenmeye zorlanmış, hamile kalmış ve belki de istemeden çocuk sahibi olmuş. Bunları gördüğümüz zaman Türkiye’de hala kadın hakları alanında yapılacak çok şey var diyebiliriz. Atılacak yeni adımlara ihtiyaç var.

HAZAR RAPORU35

AB’ye uyum süreci azınlık (Lozan Azınlıklarından bahsediyoruz) hakları konusunda da ilerlemelere yol açtı. Eskiden, çöken bir kilisenin duvarı dahi yapılmazken bugün biliyorsunuz birçok kilisenin restorasyonu yapılıyor ve tekrar hizmete açılıyor. Hukukçu olmadığım için azınlık hakları konusunda konuşmam yanlış olur. Bir sosyolog olarak şunu söyleyebilirim ki; azınlıklarla ilgili tartışmalarda tabular yıkıldı. Kadın hakları, azınlık hakları özgürlükler daha rahat konuşulabiliyor. Bu süreci olumsuz etkileyecek gelişme Suriye’nin terör örgütü PKK’yı tekrar destekleyerek ülkedeki terör faaliyetlerini artırması ve bu süreçte tekrar bir kutuplaşmanın yaşanması.

Kadınların iş dünyasına katılımında pozitif ayrımcılığın etkili olduğu yönünde görüşler var. Sizce bu önemli bir etken midir?

Önce kendi hikâyemden başlayayım. Günümüzde Türkiye’de bir kadının ayrımcılığa uğramaması söz konusu değil. Çalışan kadının evlenip çocuk sahibi olup tamamen çekip gidebileceği ve kariyerini terk edeceği düşüncesi çok hâkim. Yani bu konuda, çoğunluğu erkek olan işverenleri ikna etmek çok zor oluyor. Bugün hala birçok kurum özel sektörde bir kadın elemana yatırım yapmak istemiyor. Diyor ki “bu her an evlenip çekip gidebilir, ben en iyisi erkek elemana yatırım yapayım”. Her şeyden önce bu düşünceyi yıkmak gerekli fakat

kolay değil. Ayrıca siz en başta kadın olduğunuz için kendinizi iki kez ispat etmeniz gerekiyor. Bir erkeğin yaptığı bir tez çalışmasına göre daha ilginç bir tez yapacaksınız ki kabul görsün.

Bugün kariyerinde yükselmiş bütün kadınlar bunu söylüyor. Biz aynı profesyonel niteliklere sahip erkeklerden daha fazla çalışarak kendimizi ispat etmek zorunda kaldık. Ayrıca şunu unutmayalım, özellikle Türkiye’de bekar bir kadınsanız toplum sizi dışlıyor. Bunun sonucunda destek networkları oluşturmak ve çevre edinmek zorlaşıyor. Bekar bir kadın her ortamda “tehlikeli” görülüyor ve o kadını uzak tutalım tutumu nedeni ile aile, arkadaşlık ve yakın çevre networklerinden uzak kalıyorsunuz. Türkiye’de özellikle aile, akraba, arkadaşlık networkü insanların iş bulmalarında, kariyerlerinde hızlı ilerlemelerinde çok önemli yer tutuyor.

Peki, iş hayatında ne yapılmalı? Tabi kadınlar için pozitif ayrımcılık önemli. Kadın sayısını artıran iş yerlerinin vergileri düşürülebilir. Bütün iş yerlerinin muhakkak bir kreş açması gerekir. Bu kanununda var fakat ceza o kadar düşük ki iş yerleri bu meblağı ödeyip kreş açmamayı tercih ediyor. Ayrıca kadınlar evlenip çocuk doğurmak istiyorlar ancak iş hayatına döndükleri zaman onları hemen taze bilgilerle güncelleyebileceğiniz programların eksikliği sorun yaratıyor. Bu tür programlara acilen ihtiyaç

RÖPORTAJ

36

var. İşine geri dönen kadının yeni bilgi ve teknolojilerden kopmaması gerekiyor. Bilgi çağındayız, hızla yeni bilgi ve yöntemler gelişiyor. Meslekten altı ay uzak kalmanız, yeni bilgi ve uygulamalara uyum göstermeniz için sorun yaratabilir bu nedenle mesleki güncelleme desteğine ihtiyaç var. Buna ek olarak şirketlerin kadınlara liderlik eğitimi vermesi gerekiyor. Bu konuda büyük eksiklikler var.

Pozitif ayrımcılığın tartışıldığı bir başka platform da TBMM. 550 sandalyeli Mecliste yalnızca 78 sandalye kadın milletvekillerine ait. Sizce, kota uygulaması TBMM’de de uygulanmalı mı?

Kota uygulamasının her zaman yanındayım. Bunu geçmişte de söyledim, hiç olmazsa Mecliste %25 -30 kadın milletvekili olana kadar kota uygulanabilir ve sonrasında bırakılabilir. Türkiye sadece Meclisteki kadın temsil oranıyla geride kalmıyor. Sosyal cinsiyet uçurumu dediğimiz bir uçurum var. Biliyorsunuz BM Kalkınma Forumu UNDP her yıl ülkelerin “İnsani ve ekonomik kalkınmışlık” düzeyini ölçüyor. Ayrıca bunu kadın-erkek olarak farklılaştırarak, insani ve ekonomik kalkınma düzeyi farkını ölçüyor. Türkiye’de sosyal cinsiyet uçurumu yüksek ve bu durum devam ediyor. 2011 yılında 135 ülke arasında 122’inci sıradayız. Yani uçurumun derinliği açısından ilk 10 ülke arasındayız.

Sosyal cinsiyet uçurumunun sebebi hala yeterli sayıda kadının eğitime katılamamış olması. Her ne kadar son 5 yılda kız çocuklarının okullaşma oranı çeşitli kampanyalar ve 8 yıllık eğitim zorunluluğuyla artmış olsa da hala yetersiz. Şu anda iş hayatında kadın istihdam oranı %29’a ulaştı. Bu olumlu bir gelişme, çünkü 2000’li yılların ortasında kadın istihdamı %22’ye gerilemişti. Kadın girişimci oranı ise AB ve OECD ülkeleri arasında en düşük düzeyde. Fakat Türkiye’de toplam CEO’ların oranı % 12. Bu İsveç’le aynı düzeyde bir rakam. Türkiye’de özel sektör yetenekli bir kadın gördüğü zaman ona yatırım yapıyor. Ama kamu sektöründe, orta ve üst düzey yönetimde kadınlar %1 gibi bir oranda temsil ediliyor. Örneğin 337 genel müdür yardımcısından 32’si kadın, 1976 daire başkanından ise 286’sı kadındır (DPB, Nisan 2012). Türkiye’de oldukça çelişkili durumlar gözlemleniyor. Özel sektörde yönetici kadınların oranı kamudaki yönetici kadınlara göre çok daha yüksek.

Peki, bu süreçte medya üzerine düşen görevi yapıyor diyebilir miyiz?

Medyada kadına karşı şiddet konusunda ciddi anlamda duyarlılık sergilemeye başladı. Şiddeti önlemek için erkek eğitim programları başlatıldı; kadın hakları konulu konferanslar düzenleniyor. Medyanın son 10 yıldaki

HAZAR RAPORU37

en önemli rolü cinsel şiddet de dâhil olmak üzere kadına karşı şiddeti, kadının insan hakları sorunu olarak görmeye başlaması. Yine de medya üzerine düşen görevi tam olarak yapamıyor. Kadının reyting kaygısı ile cinsel bir obje olarak sergilenmesi devam ediyor. Yine, paparazzi programlarında kadın imajlarının sömürü amaçlı kullanılması devam eden olumsuzluklar.

Eksikliklere rağmen demokratikleşme süreciyle Türkiye, bölgesinde örnek teşkil edebilir mi?

Tabi ki, Türkiye bir örnek teşkil edebilir. Zaten pek çok Arap ülkesi Türkiye’yi birebir kopyalamak değil, deneyimlerinden faydalanmak istiyor. Arap Baharı ve Suriye krizinden önce Arap dünyası AK Parti’nin modern demokratik normlarla İslami değerleri nasıl uzlaştırdığı sorusunu sorarak Türkiye’yi yakından inceliyorlardı. Çok sayıda Arap gazeteci Türkiye’ye gelip ofis açtılar. Birçok Arap akademisyen Türkiye ile ilgili konferans düzenledi. Çalışmalarım dolayısıyla sık sık Arap entelektüelleriyle bir araya geldiğim için bu gelişmeleri yakından takip edebildim. İlginçtir ki, hangi Arap ülkesine gitsem çok sayıda insan benden, AK Parti politikasıyla ilgili bilgi almak istedi. Arap Baharı ile Türkiye konusunda çelişkili algılar ortaya çıktı. Türkiye ile gerilim yaşayan Arap ülkeleri Türkiye’ye çok farklı bir şekilde bakmaya başladı.

Suriye başta olmak üzere Türkiye’yi itme ve negatif bir örnek olarak algılama eğilimi var. O nedenle Arap ülkeleriyle olan ilişkilerimizde yeni bir döneme girdiğimizi düşünüyorum. Bu yeni dönemde “Türkiye deneyiminden bir ders çıkarılır mı?”, “Türkiye bir örnek olabilir mi?” soruları sorulmaya devam edecek ve yeni tartışmalar gündeme gelecektir.

RÖPORTAJ

38

Stephen Larrabee Kimdir?

F. Stephen Larrabee, RAND Corporation’da Avrupa Güvenliği Başkanlığını yürütmektedir. RAND’a katılmadan önce, Larrabee 1983-1989 yılları arasında New York Doğu-Batı Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nde başkan yardımcısı ve yönetici olarak görev yaptı. 1978 yılından 1981 yılına kadar, Larrabee Beyaz Saray ABD Ulusal Güvenlik Konsey kadrosunda Sovyet-Doğu Avrupa ilişkileri ve Doğu-Batı politik-askeri ilişkileri uzmanı olarak görev almıştır.

Türkiye ve ABD arasındaki ikili ilişkilerin şu anki durumunu nasıl görüyorsunuz?

Başkan Obama döneminde, ABD ve Türkiye arasındaki ilişkilerin önemli ölçüde geliştiğini düşünüyorum. Tabi buna, Başbakan Erdoğan ve Başkan Obama arasında yakın iletişim olmasının da büyük katkısı var. Haliyle de bu durum, ilişkileri yoğunlaştırmaya yardımcı oluyor. Özellikle, son bir yılda gördüğüm kadarıyla, ABD ve Türkiye arasında birçok politik uzlaşma var ve her ikisi de bazı konularda aynı şeylerden bahsetmekteler.

ABD-Türkiye stratejik ortaklığında yaşanan başlıca problemler nelerdir?

Açıkçası, bu problemlerden ilkinin Suriye Krizi olduğunu düşünüyorum. 2012 Kasım’ında yapılacak olan ABD seçimlerinden önce Obama yönetimi Suriye Krizi için askeri bir müdahalede

yer almak istememekte. Seçimleri kimin kazanacağı belli değil ama Başkan Obama kazanırsa - ki bunun mümkün olduğunu düşünüyorum- ABD, Suriye Krizinde daha aktif rol oynayacaktır. ABD, Türkiye’nin yanı sıra, özellikle Suudi Arabistan ve Ürdün de dâhil olmak üzere bölgedeki müttefiklerle birlikte bölgeyi koordine edecektir diye tahmin ediyorum. Buna ek olarak, seçimler sonrası ABD’nin bölgede daha aktif bir politika izleyeceği öngörülmekte. Öte yandan, duruma askeri olarak karışmanın çatışmayı daha da kötü duruma getireceği endişesi ilgili tarafların ortak kanaati gibi görünüyor.

ABD’deki seçimlerden bahsettiniz. Sonuçlara ilişkin öngörüleriniz nelerdir?

Başkan Obama’nın şansının Romney’e göre daha fazla olduğunu düşünüyorum. Özelikle Romney, şayet kazanırsa ve

“Metnin orijinal dili sayfa 56’da.

HAZAR RAPORU39

uygulayacağını söylediği politikaları hayata geçirirse daha fazla problemimiz olacaktır diye de endişe ediyorum. Romney, neo-muhafazakâr tarafın tavsiyelerini almış gibi görünüyor. Yine de onun desteklediği politikalara kendisinin bile inandığını söylemek zor. Yani, bana göre söylemleri sadece politik nedenlerden ötürü. Kazanıp kazanamayacağını sonucu bekleyip göreceğiz. Ama kesinlikle konuşmalarının coşku vermediği bir gerçek.

Orta Doğu’da halen etkilerini gördüğümüz Arap Baharı ile ilgili görüşleriniz nelerdir?

Birçok insan Orta Doğu’daki sosyal ve ekonomik değişimleri göz ardı ettiğinden dolayı, Arap Baharı onlara sürpriz oldu. Tunus’ta başlayan bu hareket, sonrasında Orta Doğu’nun neredeyse tamamına yayıldı. Bu noktada bir hususun altını çizmek gerek. Orta Doğu’daki birçok kişi Türkiye’yi potansiyel ve muhtemel bir rol model olarak görmekte. Diğer taraftan, Türkiye kendisini takip edilmesi zorunlu bir rol model olarak tanımlamamakla birlikte, bölge halkına bir tür ilham kaynağı olmayı tercih etmiş durumda. Özellikle ekonomi ve demokrasi alanlarında, pek çok Arap için Türkiye’nin cazip olan yönleri var. Fakat bu ülkeler ve Türkiye arasında siyasi ve ekonomik gelişim düzeyi açısından belirgin farklılıklar olduğunu da göz ardı etmemek gerek. Şöyle ki, Türkiye kendi demokrasi şeklini geliştirmek için

yüzyılı aşkın bir süre emek vermiştir. Bu nedenle Türk modelini otomatik olarak uygulamanın mümkün olmadığını düşünmekteyim. Sonuç olarak kimse, böyle bir zemine sahip olmayan bölge ülkelerinden, bir gecede Türkiye gibi olmasını beklememeli.

Suriye’de aylardan beri devam eden ve birçok sivilin de yaşamını kaybettiği çatışmalara, uluslararası müdahalenin bir zorunluluk olduğunu düşünüyor musunuz? Örneğin, Bosna ve Libya’da olduğu gibi NATO’nun bu olaya da müdahalesini gerekli görüyor musunuz?

NATO üyesi ülkelerde, Suriye’de yaşanan krize dâhil olmak gibi bir fikir birliği görmedim. En son, Suriyeliler tarafından Türk jetinin düşürülmesi olayının ardından yapılan NATO toplantısında, Türkiye’nin destekleneceği belirtildi ama askeri bir müdahaleye dâhil olmak adına

RÖPORTAJ

40

bir irade sergilenmedi. Ama yapılabilir şeyler de var tabii ki. Bunlardan biri, sorunu NATO ile değil ABD ve kilit müttefikleri ile çözmek olabilir. Diğeri ise isyancıları eğitmenin gerekli olup olmadığıdır. Daha önce bahsettiğim gibi ABD kesiminde askeri müdahalede yer almak adına bir isteksizlik var. Fakat bu durum seçim sonucuna bağlı olarak değişebilir. Ama o zaman bile ABD hala Afganistan’da ve Irak’ta yer alıyor olacak ve ikisi de çok hoş deneyimler değildi. Şu an için ABD, askeri harcamaları azaltmış olmakla birlikte, ülkedeki askeri müdahaleye olan çekimserliğin devam edeceğini düşünüyorum.

ABD’nin gerek Kürt sorunu gerekse PKK’ya karşı mücadelede Türkiye ile olan ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

ABD hâlihazırda PKK’ya karşı mücadele için çok şey yapmıştır. Ve bu noktadaki en önemli nokta, Türkiye’nin kendi sorununu kendisinin çözmesidir. Bence Kürt sorunu siyasi, sosyal ve ekonomik temellere dayanmakla birlikte zor bir sorun. Bu nedenle, yalnız askeri yöntemlerle sorunu çözmek mümkün değildir. Sosyal, siyasi ve ekonomik önlemler içeren çok daha geniş bir program gerektirmekte. Sadece PKK’ya karşı saldırıları yoğunlaştırarak bunu yapmak mümkün olmayacaktır. Bu durum özellikle Suriye’deki krizle daha da kritik bir hale geldi.

Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO’ya katılım talepleri çerçevesinde, ABD’nin Karadeniz bölgesi politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya üyelik şansının halen devam ettiğini düşünüyorum. Ama gerçekçi konuşmak gerekirse ben bu konuların bir bütün olduğu kanaatindeyim. Örneğin, Ukrayna’daki durum. Cumhurbaşkanı Yanukoviç Şubat 2010 tarihindeki seçimden sonra siyasi olarak önemli ölçüde kayıplar yaşamakta. Ve bildiğim kadarıyla Gürcistan’da da halen askeri reformlar alanında yapılması gereken bir sürü iş var. Üyelik konusunda kapılar hala açık ama yapılması gereken daha pek çok şey var. Özellikle, Ukrayna’daki durum kötüleşmeye devam ettiği sürece NATO’da genişleme konusunda hiçbir uzlaşmaya varılamayacaktır.

HAZAR RAPORU41

Hazar Strateji Enstitüsü olarak, Hazar

Raporu isimli dergimizde yayınlanmak üzere

makale önerileri gönderilmesi için çağrıda

bulunuyoruz. Hazar Raporu; Hazar, Orta

Asya, Kafkasya, Türkiye ve Avrasya bölgesiyle

alakalı araştırma yapan akademisyenler,

sektörel temsilciler ve aydınlar ile iletişim

kurup fikir alışverişinde bulunmayı hedefliyor.

Bu duyurunun amacı; farklı fikirlerin bir araya

gelmesi ve düşünce zenginliğinin gelişimine

katkıda bulunarak yukarıda bahsedilen

coğrafyaya ilişkin analitik bakış açıları

oluşmasını sağlamaktır. Ayrıntılı bilgi için

www.hasen.org.tr adresini ziyaret edebilirsiniz.

Tarih, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, kamu

yönetimi, iktisat, sosyoloji ve uyuşmazlık

çözümü gibi alanlarda makale önerilerinizi

bekliyoruz. Makalelerin teması ile ilgili

hususi bir kısıtlama söz konusu olmamakla

birlikte altını çizmek gerekir ki makale konusu

mutlaka ilgililere tavsiye verici ve yol gösterici

nitelikte olmalıdır.

1 Kasım 2012 tarihine kadar makaleniz ve kısa

biyografinizi iki ayrı Word dosyası halinde

[email protected] adresine gönderebilirsiniz.

Hazar Strateji Enstitüsü, İstanbul merkezli

kar amacı gütmeyen bir düşünce kuruluşudur.

Misyonu; yüksek kalitede, bağımsız

araştırmalar yürütmek ve Hazar Bölgesi’ne

ilişkin yenilikçi, stratejik öneriler sağlamaktır.

Enerji, enerji güvenliği ve ulaştırma konularına

yoğunlaşan Enstitü, Türkiye ve dünyanın önde

gelen düşünce kuruluşlarından biri olmayı

hedeflemektedir. Bu doğrultuda yayınlar,

konferanslar, seminerler, eğitim çalışmaları ve

atölye faaliyetlerini içeren dinamik bir program

izleyerek tartışma ve araştırmaları teşvik eder

ve kamu bilincini geliştirir.

Hazar Strateji Enstitüsü Hakkında

Bildiri ve Makale Çağrısı

CHOICE FOR ENERGY OF

TURKEY’S TOMORROW

Turkey’s largest private natural gas importer.With its PNG and LNG portfolio, supplies major industrial customers and cities throughout the country.

www.enercoenerji.com

CASPIAN REPORT

OCTOBER - DECEMBER 2012

ContentsARTICLES

ContentsINTERVIEW

“A lot of people by surprise it really began in Tunisia and then spread across the rest of the Middle East. I think for many Arabs in the ME, Turkey is seen as a potential and possible role model. But I think, on the other hand, Turkey at the same time sees itself, sees itself as a kind of inspiration but not necessarily a model to be followed.”

56

F. Stephen LarrabeeRAND CorporationPresident of the European Security

“With its oil strategy successfully realized, Azerbaijan has begun to pursue its strategic goals related to gas export policy; it is currently the only country in the region exporting gas to international markets (i.e. Turkey, Russia, Georgia), and so the country has been designated as an “enabler of- and contributor to” the Southern Gas Corridor by the EU.”

TANAP – the Breakthrough Project of Caspian Gas-to-Europe

Gulmira Rzayeva / Energy Expert

44

“The Azerbaijani-Turkish pipeline project will emancipate the bilateral relations from the realm of emotions, set clearly the interests of each side, thus transferring cooperation between the two states on a healthier ground based on win-win pragmatic dealings.”

A Step Ahead Towards the Stage of Maturation in Azerbaijani-Turkish Relations: The Trans Anatolian Pipeline

Dr. Burcu Gültekin Punsmann / Senior Foreign Policy AnalystEconomic Policy Research Foundation of Turkey, TEPAV

50

Engl

ish

Part

44

TANAP – the Breakthrough Project of Caspian Gas-to-Europe

Energy ExpertGulmira Rzayeva

Introduction

With its oil strategy successfully realized, Azerbaijan has begun to pursue its strategic goals related to gas export policy; it is currently the only country in the region exporting gas to international markets (i.e. Turkey, Russia, Georgia), and so the country has been designated as an “enabler of- and contributor to” the Southern Gas Corridor by the EU.

In line with this strategy, Azerbaijan is aiming to become an important and strategic gas exporter country for the EU in the long-term. It is now putting significant effort into establishing a presence at every part of the value chain, from the SD field to the European end users.

The PSA on the SD II of development is valid till 2036, and the lifetime of the project is 24 years from now1. Until then, SOCAR will not be able to change the terms of the contract or change the sharing of assets. However, today, with its rapidly growing financial capabilities

1 BP in Azerbaijan: Sustainability Report http://www.bp.com/liveassets/bp_internet/globalbp/STAGING/global_assets/downloads/A/Azerbaijan_Sustainability_Re-port_2010.pdf

and strategic position in the project, it is able to acquire more assets along the value chain. This allows it to control the infrastructure through which its gas will be transported to the market, where the company can also have stakes.

At this stage, Azerbaijan would never sell its gas at the Turkish-European border as a net crude exporter. Gas is a strategic commodity, and by using this asset wisely, SOCAR and the country can gain important geostrategic and financial leverage. The issue of controlling the prospective network is becoming increasingly urgent. This would secure SOCAR from being dependant on the European infrastructure and gas consumer companies for next two decades, which would be able to expose economic and political manipulation.

With the expansion of SCP, Azerbaijan would be able to secure its interests in controlling the potential volume of gas from the wellhead till the end users over half of the value chain. However, this arrangement would not satisfy the broader goal of becoming an influential gas exporting country. The Azerbaijani

CASPIAN REPORT45

government as an owner of the gas would not want to transport its gas via a pipeline that belongs to a consortium that represents the interests of consumer countries, and to be dependent on an infrastructure where gas producer companies interests are not represented. Similarly, the SD consortium shareholders would be aligned with such a strategy and support Baku’s initiative to build a dedicated, standalone pipeline, which would deliver huge volumes of Azerbaijani, and in the future

Central Asian, gas and thus replace Nabucco East in Turkish territory.

Implications

Not satisfied with the 10 percent stake in the South Caspian Pipeline (SCP), SOCAR State Oil Company

of Azerbaijan has begun an initiative to expand the SCP. The proposed system would be scalable up to 31 bcm of Azerbaijani gas, and in the future, include Central Asian gas as well.

There are two reasons that such an initiative was suggested. First, the scalable infrastructure is needed to transport SD gas after 2017, and the gas from new discoveries will ensure Azerbaijani gas production reaches 50 bcm/pa after 20252. Yet the huge volume of gas that under some scenarios will be

shipped from Turkmenistan once the Transcaspian pipeline is built is further reason to launch a new scalable pipeline.

Launching the second SCP would be an excellent opportunity for SOCAR to increase its share in the project, and even

2 http://eurasianenergyanalysis.blogspot.com/2012/06/trans-anatolian-gas-pipeline-strongest.html

46

to become a majority share operator. With a majority stake in the Caucasus section of the whole value chain, Azerbaijan would be able to operate and control part of the strategic project. Baku has the cash, and gas resources and financing pipelines like SCP and TANAP is something the country is happy to do. BP and other SD partners have already reached a consensus on the expansion of SCP. However altering the share allocation in the new pipeline is the issue yet to be agreed.

Driven by the strategy described above there was a strong necessity for SOCAR to further securing its interest down the value chain on the Turkish territory. The solution that came with announcement of the Transanatolian pipeline on 17 November 2011 was an inevitable game changer for the entire Southern Gas Corridor. As expected, the pipeline would replace the entire Nabucco East on Turkish soil, following its replacement on Azerbaijani and Georgian territory via the expansion of SCP.

Transanatolian Pipeline (TANAP) first time was “suddenly appeared” in October 2011 during the Turkey-Azerbaijan transit negotiations and secured “a dedicated article” (without a name) within IGA on 25 October 2011. After that on 24 December 2011 MoU was signed for TANAP and 26 June 2012 dedicated IGA was signed.

Contrary to what many experts predicted, the legal regulatory

framework of the pipeline was not a problematic issue in the TANAP negotiations. It was, however, the main issue for the BOTAS-SOCAR transit agreement, signed on 25 October, 2011 after two years of negotiations. It has been agreed that the IGA/HGA3 of TANAP will be based on Swiss law.

It was important for SOCAR to include the terms of transporting 6 bcm of gas for export to the Turkish market via TANAP, and both sides have agreed on these terms. Without this 6 bcm of gas, TANAP is not feasible, as its 56-inch and 32 bcm capacity pipeline will not be economically viable with a startup volume of only 10 bcm.

Therefore “transit” chapter of IGA of 25 October 2011, which is already ratified on Turkish General Assembly and Gas Transit Agreement (GTA) of BOTAS-SOCAR signed on same day are now informally “non applicable” to TANAP project.

TANAP is fully supported by both the Azerbaijani and Turkish governments. It is also supported by the UK, the USA and the EU, as well as the TAP and even Nabucco consortiums. BP supports both TANAP and Botas Grid based on different approaches.

TANAP released a Request for Information and the TANAP Consortium started negotiation with potential new shareholders by releasing

3 IGA: Intergovernmental Agreement, HGA: Host Govern-ment Agreement

CASPIAN REPORT47

a Letter of Intent and a technical information document for BP, Statoil and Total for partnership. Total is an upstream company and so far has not invested in any midstream projects except for SCP. But because TOTAL has a 40% stake in Azerbaijan’s Absheron gas field, it would make sense for it to be interested in securing a share in midstream projects such as TANAP. The same is applicable to BP. BP also holds no stakes in midstream projects, except for SCP and BTC, but its investment in the Shafag-Asiman field is provided incentives for BP to have transportation assets.

Shares of Turkish companies in the project have not been defined yet. It is expected that Botas would hold from 5 to 20% and TPAO from 0 to 20%. It will be decided by consortium during corporate structure. BOTAS now opt to 15-20% of share at TANAP. Also the company would be responsible for transportation of 6 bcm of gas for Turkey via this pipeline. SOCAR wants to hold at least 51 percent, but securing this will not be an easy task.

However, there is a completely different approach from the consumer side at the other end of the network on the part of the EU. From the European perspective a free market creates actionable alternatives. According to EU third party access law, a single company cannot own assets of more than 50 percent in the upstream, midstream and downstream

projects. It is obvious that due to a monopoly rationale the EU will not give third party exemption to the SD Consortium shareholders. Regardless of which evacuation route and pipeline is selected – Italian or South East European (TAP or Nabucco West) - the SD consortium shareholders, including SOCAR, BP, Statoil etc cannot own more than a 50 percent stake along the value chain. How much SOCAR and BP will own assets in supply chain to sell gas to the gas buyer companies and European end users will depend on their total stakes at SD, SCP and TANAP.

If even the SD consortium shareholder companies will not have direct access to the end users and distribution network in the market, it would still be profitable, indeed lucrative, for them to sell gas to European gas buyer companies. They will not lose anything because the price in the market is still high enough.

TANAP also holds geopolitical implications for the parties. Following the signing of the agreement between Azerbaijan and Turkey, Russia and Iran have indicated concerns over the project. Through TANAP, Turkey is aiming to reduce its dependence on Russian and Iranian gas imports in the future with the additional 6 bcm/y of gas that TANAP would provide. Turkey is anxious about its increasing demand for gas, and its energy policy is designed to ensure long-term energy security.

48

Turkey cannot countenance increasing the gas import volume from Russia and Iran, simply based on the economics of it. Iran sells its gas to Turkey for $585 per thousand cubic meters, which increases Turkey’s annual natural gas bill by an extra more than $800 million. The price of a thousand cubic meters of natural gas is currently $400 in international markets. Moreover, much of the problem in the gas trade between Tehran and Ankara derives from a “take or pay” condition in the contract. After the TANAP agreement was signed, Iran increased the gas price for Turkey from $505 to $585,4 the highest price Turkey pays. In February Turkish energy minister Taner Yildiz announced that Turkey supports the possible merger of the Nabucco and TANAP project which have the same route on Turkish soil.

The above mentioned merger of two projects was a while under serious consideration of the Shah Deniz consortium few months ago as intensive trilateral negotiations on Trans-Caspian Gas Pipeline among European Commission, Azerbaijan and Turkmenistan were conducted. However, after a number of statements of Turkmen senior authorities to take Azerbaijan to the International Court over the disputed Kyapaz/Serdar field, negotiations have been suspended.

With regards to Russia, it has also reacted to the deal between the two

4 http://www.byegm.gov.tr/yabanci-bultenler.aspx?d=15.03.2012&pg=2&ahid=50189&act=3

“brother” countries, and has threatened Ankara that it will not supply additional volumes of gas to Turkey in case of winter emergencies if the latter buys from Azerbaijan. Although Turkey has recently secured a discount for Russian gas, and pays $400,5 this is the average in the context of the European price standard. The cheapest and most commercially attractive price is the $330 that Turkey pays for Azerbaijani gas. Consequently, Ankara is more interested in increasing the gas export volume from Shah Deniz in long run.

Russia has also reacted on the political level. The recent announcement from Ashgabat in June 2012 that it will take the disputed Kyapaz/Serdar field case to the International Court of Justice and, more importantly, will sue the Azerbaijani officials for their statements on the field, is no coincidence. Russia has political and economic leverage over Ashgabat, so does Iran, and it should not be ruled out that Turkmenistan is acting with Russia’s or Iran’s silent consent.

Conclusion

The headquarter of the TANAP consortium will be centered, but its Turkey branch will be responsible for operations in the Netherlands. Accidentally or not, the South Stream AG company will also be re-located to the Netherlands. Russia and Gazprom aggressively pushing forward the

5 http://www.todayszaman.com/news-270575-turkey-eyes-solution-as-iran-insists-on-unfair-gas-price.html

CASPIAN REPORT49

realization of the South Stream project, which would have almost the same route and the markets as the Nabucco West project part of the mega Southern Corridor project. The South Stream consortium having the Southern Corridor on its way as a competitor is in rush to sign and have the Gas Transit Agreements, IGAs and sale & purchase agreements with those countries on hand and thus, secure being first to penetrate the Central and South East European markets within this project.

Agreements between South Stream and some Central European countries have been reached already and those countries that either reluctant to deepen their dependence on Russian via South Stream or have an agreement but delay the go-ahead with feasibility studies and FEED are getting good incentive from Russia to give the green light. Bulgaria got 11 percent discount for gas from Gazprom from April till December 20126. It is obvious that in return Russia will get go-ahead with FEED in Bulgaria.

Serbia signed a new sale & purchase of 5 bcm of gas agreement with Gazprom for the period of 10 years. Consequently, one can conclude that the European market is unofficially divided between Gazprom and the SD consortium: Central Europe reserved for Gazprom, West Balkans and Italy dedicated for the BP+SOCAR-lead SD consortium.6 http://www.wgc2015.org/bulgaria-russia-energy-gas-2/

With regards to Turkey, it is obvious that 6 bcm of gas from SD II for Turkish market will not be sufficient to satisfy the Turkish rapidly growing gas demand. Turkey is concerned and specifically interested in diversification of gas supply sources from those of Iranian and Russian. Northern Iraq is key for future Turkish gas market. Turkey now totally focused on the development of the northern Iraqi gas fields and Turkish energy companies has huge investments in those fields. However Iraqi gas will not be shipped via TANAP to Turkey and in the future to Western directions.

50

A Step Ahead Towards the Stage of Maturation in Azerbaijani-Turkish

Relations: The Trans Anatolian Pipeline

Economic Policy Research Foundation of Turkey, TEPAV Senior Foreign Policy Analyst

Dr. Burcu Gültekin Punsmann

The signature of the memorandum of understanding between Azerbaijan and Turkey on 11 December 2011 for the establishment of the consortium that will build the Trans Anatolian Pipeline (TANAP) to supply gas from Shah Deniz gas field to Europe through Turkey was a surprise development. The Azerbaijani-Turkish inter-governmental agreement on the implementation of the TANAP pipeline was signed on 26 June 2012. Both countries hailed TANAP as a step ahead ‘towards a new age of partnership’.

The Azerbaijani-Turkish pipeline project will emancipate the bilateral relations from the realm of emotions, set clearly the interests of each side, thus transferring cooperation between the two states on a healthier ground based on win-win pragmatic dealings.

The deal carries to potential to upgrade Turkish-Azerbaijani energy relations to the level of Turkish-Russian relations.

Russia has been Turkey’s principal partner in the field of energy over the last 15 years. Furthermore, Turkey has been considering Russia - a country whose political will alone could change facts on the ground - as the cornerstone of her ambition to become an energy transit and a hub country. Interestingly a deal on the South Stream between Turkey and Russia came as an unexpected move a few days after the one on TANAP and less than two months after the decision of BOTAŞ not to review the 1986 gas deal. On 28 December Gazprom and Botaş signed the amended contracts as the South Stream permits were displayed to Prime Minister Putin.

TANAP as a post Nabucco pipeline and a transnational gas export project realized on the initiative of Azerbaijan and in cooperation with Turkey will be a game changer. Among SOCAR’s most strategic investments capitalyzing on Turkey’s future position in world geography, TANAP will fundamentally change the situation around bringing Caspian gas to Europe.

CASPIAN REPORT51

The process

To the Shah Deniz 2 agreement signed on 25 October 2011 in Izmir for the transit through Turkey and purchase of Azerbaijani gas succeded a period of lengthy negotiations on the transit agreement and the price setting.

The Shah Deniz gas producers’ consortium in Azerbaijan could no longer postpone the investment decision in that project’s Phase Two, which necessitates determining the transportation solution in early 2012. Azerbaijan expects gas production to reach some 50 bcm of gas annually by 2025 (double the present annual production). Apart from Shah Deniz, that increase is anticipated to come from the Apsheron, Umid, Babek, deep-water ACG, and possibly Shafak-Asiman projects, all involving international companies in partnerships with Azerbaijan. The inter-governmental agreement and the framework agreement on gas transit envisaged two possible options for the transit of Azerbaijani gas westward via Turkey. One option was to use Turkey’s Botas-operated pipeline system, conditional on certain upgrading for this purpose. The other option was identified as a trans-Anatolian gas pipeline, to be jointly built across Turkey. Already at the signing event for these agreements, the Azerbaijani side made clear its preference for building a trans-Anatolia pipeline from scratch.

The agreement

TANAP is backed up by gas and funding from Azerbaijan. The cost is estimated at 5 billion USD. The partners will finance the construction of the pipeline proportionately to their respective ownership shares. (SOCAR: 80%, BOTAŞ: 10%, TPAO: 10%). Third-party gas-producing companies, apparently meaning Shah Deniz consortium partners, may be allowed to join the consortium later, as minority shareholders. The capacity of the transit line is projected at 16 billion cubic meters (bcm) annually in the first stage, to be increased to 24 bcm in the second stage.

Of those amounts, Turkey will be entitled to buy 6 bcm annually from Shah Deniz, Phase Two of production (from 2017 onward), in accordance with the long-term agreement between Turkey and Azerbaijan. Under the MOU just signed, Azerbaijan and Turkey will complete the feasibility study for the trans-Anatolia pipeline in early 2012, start construction work in the same year, and complete the line in 2017. This date is correlated with the Shah Deniz production coming on stream in that year and reaching 16 bcm annually post-2017.

Connections towards European markets

The TANAP pipeline keeps alive the strategic rationale for a new southern energy corridor to provide Europe with

52

non-Russian gas. The new pipeline will contribute to both Turkey’s and the EU’s security of supply. Mr Oettinger, the EU commissioner for energy welcomed the initiative stressing that ‘Europe is now a step closer to its aim to get gas directly from Azerbaijan and the other countries in the Caspian region.’ TANAP’s scheme falls outside the EU’s scope, there is no guarantee that Azerbaijani gas will always be sent to European markets. However Azerbaijan has a high interest in European markets because of their size, predictability and high value.

Shah Deniz consortium (BP and Norway’s Statoil with 25.5 percent each; SOCAR, Total, Lukoil, and Iran’s NICO with 10%; and TPAO with 9%) postponed from mid-2012 to mid-2013 the selection of a pipeline route for Azerbaijani gas to Europe. It is highly likely that TANAP will become the basis for the Southern gas Corridor and take over the functions of Nabucco’s Turkish section though alternative routes are said to be still considered. The main issue is now how best to connect the pipeline to European markets.

Towards Central Europe:

An abridged version of Nabucco rebaptised Nabucco West and downsized to one half of its design capacity (i.e., from 31 bcm to some 15 bcm annually), and starting from the Turkish-Bulgarian border (instead of starting in eastern

Turkey) has recently been proposed by the project’s Austrian management as one option. This could keep Nabucco alive as a continuation pipeline, from the planned Trans-Anatolia pipeline into the Nabucco countries on EU territory. Nabucco West will be competing with two other options backed each with a consortium member of the Shah Deniz consortium.

British Petroleum (BP) has become the first among Shah Deniz producers to announce its intention to join the Nabucco consortium. The consortium has also made overtures to Azerbaijan’s State Oil Company for possible entry into the Nabucco-West project. Logically along the same lines, the Nabucco project company has proposed in Baku to start talks about connecting Nabucco-West with TANAP

BP had previouly proposed a concept which would have made use of Turkey’s state-owned pipelines. The first rationale of South-East Europe Pipeline (SEEP) was to save on pipeline construction costs. SEEP would use existing, nationally owned pipelines,

T he negotiations ahead will take place in a context where SOCAR will be an important player in the Turkish context. SOCAR is becoming the biggest international direct investor in Turkey’s economy. By late 2017, SOCAR’s investments in the Turkish economy are expected to reach 17 USD billion including the PETKİM acquisition and TANAP.

CASPIAN REPORT53

pipeline sections, and interconnectors along the entire route from eastern Turkey to central Europe. It would build some new sections and upgrade some others in half-a-dozen countries, instead of building a new, dedicated pipeline.

Towards Southern Europe:

Trans-Adriatic Pipeline (TAP) led by Statoil (commercial operator in the Shah Deniz consortium) will carry Azerbaijani gas via the western Balkans to Italy. 20 bcm annually will be supplied to southern Europe, instead of central Europe. TAP would use Turkey’s pipelines and build a new pipeline for part of the way in Greece. TAP would reach Italy via Greece, Albania and the Adriatic seabed.

Implications for Azerbaijan

A dedicated pipeline, or one under Azerbaijan’s control in Turkey, is the optimal solution from Azerbaijan’s standpoint. The Nabucco consortium had never resolved the issue of accepting Azerbaijan’s State Oil Company as a partner in that pipeline project. The major control of the Shah Deniz II gas exports via the TANAP pipeline will lie almost exclusively by Azerbaijan itself rather than by a European pipeline consortium.

For Azerbaijan, it opens new export opportunities, allows the diversification of external relations and

ensures stable income with the opening of the Caspian to the West. TANAP will enable Azerbaijan, for the first time, to sell its own gas through its own pipeline, at Turkey’s western border with the EU, directly to European customers. Using an Azerbaijani-owned pipeline without having to pay for the transit service would make Azerbaijan’s gas price-competitive in Europe. Baku describes this project as a “direct road from Azerbaijan to Europe” and “Azerbaijan’s road into the future.” Azerbaijan is assuming a triple role: energy supplier country, transit country (transcaspian dimension), investor country beyond its own borders.

Implications for Turkey

Turkey will be entitled to buy 6 bcm/y from Shah Deniz Phase Two of production in accordance with the long term agreement signed previously with Azerbaijan, to supply her domestic market. The very first priority for Turkey is to meet her supply security needs. According to BOTAŞ, Turkey’s natural gas demand is expected to increase to around 66 bcm by 2020. But without additional import contracts, Turkey will only be supplied with approximately 41 bcm by 2020. The existence of the bilateral long term gas purchase agreement was forgotten during the negotiation for the Nabucco pipeline project. Turkish requests to

54

secure 15% of the gas piped through Nabucco or 4-8 bcm/y of the Azeri gas to supply her domestic market was considered as unacceptable. Ankara found it exceedingly difficult to agree to allow the passage of substantial gas volumes across Turkish territory without being able to access a portion of these volumes for the Turkish market.

For the first time Turkey will be a main partner in a pipeline project and realize her aim of becoming the fourth artery of Europe in terms of natural gas. . Whether the trans-Anatolia project also involves gas storage in Turkey remains an open question. Some remarks from Azerbaijan at the signing ceremony about marketing gas in Europe together, may be read as implying some storage in Turkey.

Implications for Georgia

Georgia enjoys a win-win position on the transit route from Azerbaijan to Turkey. The trans-Anatolia project, at 16 bcm to 24 bcm annually, presupposes at least doubling the capacity of the pipeline through Georgia, and at least trebling the gas flow from the present level.

Fierce negotiations ahead

In the near future, Turkish-Azerbaijani bilateral efforts will focus on working

out the details and mechanisms of the TANAP agreements. This can give way to lengthy negotiations. Commercial considerations and pragmatic dealings will prevail at the end of the day. The continuation of the brother rhetoric in this context carries the risk of blurring the picture of each side’s own interest and prerogatives which will become irritating for both sides.

Importing low cost gas ranks high in the list of BOTAŞ’s priority for Turkey’s energy security. Noting Turkey’s geographical location, BOTAŞ has been opposed to paying the same price as Central Europeans for gas produced in the Caspian and Gulf regions and in the Middle East. Turkish officials have been insisting on purchasing the gas at Turkey’s eastern border at a lower price. On the contrary, Azerbaijan has an interest in selling its gas at the highest price.

Azerbaijan’s gas production will likely reach 30 bcm/y by 2015 and 50 bcm/y by 2025. The conditions of the transit of the Azeri gas onwards the high value European markets have to be clearly settled. Turkey should be moving towards formalizing a gas transit regime. In the longer term, Turkey’s aspiration to become an energy trading hub as opposed to a merely physical hub would imply the reselling of gas.

The negotiations ahead will take place in a context where SOCAR will be

CASPIAN REPORT55

an important player in the Turkish context. SOCAR is becoming the biggest international direct investor in Turkey’s economy. By late 2017, SOCAR’s investments in the Turkish economy are expected to reach 17 USD billion including the PETKİM acquisition and TANAP.

Recently, SOCAR explained the delay in reaching the deal over issues related to tax and investment regime and not over the size of the respective stakes between Azerbaijani and Turkish partners as it has been presumed in the press. News that Turkish entities were seeking an equal stake with SOCAR in the TANAP project circulated before the signature of the intergovernmental agreement. SOCAR may indeed feel constrained because they plan to distribute parts of their 80 percent stake in TANAP to companies with gas drilling rights in Azerbaijan; namely, BP and Statoil, both of whom have proposed to join the pipeline. Regardless of TANAP’s final ownership structure, SOCAR will insist on retaining control of the pipeline’s management. It is equally important to notice that SOCAR has publicly disagreed with an assessment by BP that the original Nabucco route is off the table for the Shah Deniz-II gas project.

56

INTERVIEW

Stephen Larrabee :

F. Stephen Larrabee holds the Distinguished Chair in European Security at the RAND Corporation.Before joining RAND, Larrabee served as vice president and director of studies of the Institute of East–West Security Studies in New York from 1983 to 1989. He was a distinguished Scholar in Residence at the Institute from 1989 to 1990. From 1978 to 1981, Larrabee served on the U.S. National Security Council staff in the White House as a specialist on Soviet–East European affairs and East-West political-military relations.

How do you see current state of bilateral relations between Turkey and the US?

Well, I think that it has improved significantly under President Obama and right now I would say very good shape in a sense that there is a very important dialog between Prime Minister Erdoğan and President Obama. That is I think help to intensify relations quite a bit. I think you can see that there has been much more convergence of interest between the US and Turkey over the last year. And that in some sense there has been a kind of slightly alignment of policy so that both are talking from the same book right now. That does not mean that they agreed everything but the main aligns are I think very definitely in the same direction.

What are the major challenges that define US–Turkey strategic partnership?

Well, I think obviously the first one is the Syrian Crisis itself. And here is before the US election in November there is a great reluctance on the part of the Obama administration to get deeply involved militarily in the Syrian Crisis. What will happen after the election of course will first depend on the election itself, who wins. But if President Obama does win, which I think is possible, then I think the US will play more active incentive role in Syrian Crisis. Of course we will want to coordinate and consult with Turkey as well as other key allies in the region particularly, Saudi Arabia and Jordan. But I think we will see much more active policy on part of the US. But still a reluctance to get deeply involved militarily. There is a concern that getting too deeply involved make the conflict worse rather than help the situation.

What were the major reasons that triggered revolutions across the Middle East? Do you see Turkey as

CASPIAN REPORT57

role model in post-revolutionary Middle East?

I think there is you know people are underestimated the extend towards social, economic changes were taking place in the Middle East. A lot of people by surprise it really began in Tunisia and then spread across the rest of the Middle East. I think for many Arabs in the ME, Turkey is seen as a potential and possible role model. But I think, on the other hand, Turkey at the same time sees itself, sees itself as a kind of inspiration but not necessarily a model to be followed. But there are aspects of Turkish development particularly its economy and its democracy which I think are very appealing to many Arabs. At the same time, there are obvious differences in terms of the level of development of political and economic position in these countries and no one should expect that the Turkish model would be able to be applied automatically after it took Turkey several hundred years to develop its own form of democracy. One can’t expect other countries which don’t even have that background to be able to do it over a night either.

Crisis in Syria has been going on since months and reconciliation is yet to come. Do you think international intervention by force is a must? In this context should NATO get involved as it happened in Bosnia and Libya?

I think the situations in Bosnia and Libya are quite different than the situation in Syria. And there is no real strong consensus within NATO to get involved to do so. So that, when the downing of the Turkish jet by the Syrians took place the meeting with NATO will support Turkey but there is no enthusiasm to getting involved militarily and there is still isn’t. But there are things that it can be done, one of them is being considered now not in NATO but certainly by the US and it’s key allies and that is whether the US and others should do more to arm and train the rebels. But as I mentioned before a reluctance to get involved deeply

militarily in the part of the US is mat changes after the elections depending on the outcome of the election. But even then the US is still involved in Afghanistan and to a certain extend in Iraq neither of which have been pleasant experiences. So there is general overall reluctance especially as a time when the US as to cutback on expenses so low to get back to another military conflict.

58

INTERVIEW

In what way do you think US can help Turkey to resolve its Kurdish problem and to combat against PKK?

The US has already done a lot in terms of helping to combat against PKK. The biggest thing is to Turkey itself try to resolve the problem. And here I would just emphasize the problem with the Kurds is a political, social and economic problem and it is hard. Therefore, you cannot be solve by military means alone. It requires a much broader program and reforms which will involve social, political and economic measures. Simply intensifying attacks against PKK will not be able to do it. This is especially obviously become more critical with the situation in Syria. If Turkey had taken the steps, of course the Erdoğan government had taken some steps, situation would be in a better shape to manage it.

How would you evaluate US policy towards Black Sea region, particularly Georgia and Ukraine given their aspirations to join NATO?

I think the door still open for membership to Ukraine and Georgia. But realistically speaking those issues have been put on whole one. Because the situation in Ukraine has significantly deteriorated politically since the February 2010 when President Yanukovich was elected. And as far as is Georgia considered, there is a lot of work that still needs to be done on military reform. This

is an issue it has been put on whole doors still open but not much is likely to happen. Because there is no consensus in NATO now for trying to expand NATO especially as long as the situation in Ukraine continues to deteriorate.

The presidential elections in the US is coming. Do you think there will be substantial change in US foreign policy if incumbent candidate loses or gets another presidential term?

It’s very hard to say, I would say we will not see a substantial change if the president Obama gets elected and I think his chances actually better than the Romney’s . For Romney it is very hard to say, If he implements the policy that he has said he will implement than he will have lot of problems I think. Difficulties with Romney’s whether he believes what he says if he believes it I think rather going to be a difficult time. Because he seems to taken the advices that are from the neo-conservative side. However, in many ways it’s really hard to say he really believes what he says, whether he is just saying that for political reasons. So, we have to wait and see what happens if he is elected. But certainly his speeches do not give cause for enthusiasm.

CASPIAN REPORT59

Call for PapersCaspian Strategy Institute calls for individual

policy paper proposals for its Caspian Report

journal. Caspian Report aims to facilitate

dialogue and exchange of ideas between

policy makers, scholars and researchers whose

research is related to Caspian, Central Asia,

Caucasus, Turkey and broader Eurasia. The

program aims to contribute to the diversity of

voices and analytical perspectives on above-

mentioned geographies. For further informa-

tion, visit www.hasen.org.tr

We welcome individual paper proposals on policy-relevant issues from disciplines such as history, political science, international relations, public policy, economics, sociology and conflict resolution. While papers can be from a broad range of topics, we emphasize that the subject matter should have policy implications.

Please submit your paper and a short bio page

as separate word document attachments to

[email protected] by November 1, 2012.

The Caspian Strategy Institute is a non-profit

public policy organization based in Istanbul,

Turkey. Caspian Strategy Institute (CSI)

aims to encourage greater public awareness of

Caspian region. CSI works to stimulate debate

and research on energy, energy security, and

international relations through a dynamic

program of publications, seminars,

conferences, workshops and educational

activities. Our vision is to become a leading

research, debate and study platform to build

and foster a comprehensive strategic study on

Caspian and broader Eurasia.

About Caspian Strategy Institute

60

..................................................................................................................................................................................................................................................

..................................................................................................................................................................................................................................................

..................................................................................................................................................................................................................................................

..................................................................................................................................................................................................................................................

..................................................................................................................................................................................................................................................

..................................................................................................................................................................................................................................................

..................................................................................................................................................................................................................................................

..................................................................................................................................................................................................................................................

..................................................................................................................................................................................................................................................

..................................................................................................................................................................................................................................................

..................................................................................................................................................................................................................................................

..................................................................................................................................................................................................................................................

..................................................................................................................................................................................................................................................

..................................................................................................................................................................................................................................................

..................................................................................................................................................................................................................................................

..................................................................................................................................................................................................................................................

..................................................................................................................................................................................................................................................

..................................................................................................................................................................................................................................................

.................................................................................................................................................................................................................................................

NOTLAR

Veko Giz Plaza Maslak Meydanı Sk. No:3 Kat:4 D:11-12Maslak, 34398 Şişli, İstanbul / Türkiye

T: +90 212 999 66 00 F: +90 212 999 66 [email protected] www.hasen.org.tr

Fiyatı: 10 $ / 15 TL