haberde yeni olan nedir?

182

Transcript of haberde yeni olan nedir?

İletişim 2002/16

İ Ç İ N D E K İ L E R

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu Murat Sadullah Çebi ................................................................................ 1

Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma Çetin Murat Hazar .................................................................................. 47

Haberde Yeni Olan Nedir? Umut Tümay Arslan ............................................................................... 71

Sanal Dünyada Duygusal Doyum Nejla Polat.............................................................................................. 93

Küresel ve Yerel Medyada Gelişmeler ve Ulus-Devlet Serdar Kaypakoğlu ............................................................................... 121

Bütünleşik Pazarlama İletişimi Sürecinde Halkla İlişkilerin Rolü İzzet Bozkurt ......................................................................................... 139

Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından

Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği) Ayhan Biber .......................................................................................... 155

İletişim 2002/12

İletişim 2002/16

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

Murat Sadullah ÇEBİ*

Giriş

Atina Zirvesi, Yunanistan’ın AB Dönem Başkanlığı döneminde 16 Nisan 2003 tarihinde 10 yeni ülkenin AB’ne katılımı nedeniyle düzenlenmiştir. Atina doruğunda AB’ne katılım anlaşması imzalayan ülkeler şunlardır: Çek Cumhuriyeti, Estonya, Letonya, Litvanya, Macaristan, Malta, Polonya, Kıbrıs Rum Kesimi, Slovakya ve Slovenya. Atina Zirvesi’nde düzenlenecek imza töreninde yapılacak katılım anlaşması ile birlikte söz konusu ülkelerin 1 Mayıs 2004’ten itibaren AB’ne tam üyelik süreçleri de tamamlanacaktır. Konu, Kıbrıs Rum Kesimi’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla Kıbrıs coğrafyasının tamamını temsil hakkı verilerek AB’ne tam üye olarak kabul edilmesi; böylece Kıbrıs sorunu ekseninde AB ile Türkiye ara-sındaki ilişkilerin yeni bir boyut kazanması, Türkiye’nin Kıbrıs sorununa yönelik yeni strateji ve çözüm geliştirme arayışlarına girmesi gibi nedenlerden dolayı önem taşımaktadır.

Bu araştırma, 16 Nisan 2003 tarihinde düzenlenen AB Atina Zirvesi’nin Türkiye’deki ulusal günlük gazetelerde sunumunu inceleme ve çözümleme amacını taşımaktadır. Çalışmanın temel sorusu, AB Atina Zirvesi’nin Türkiye’deki yazılı basında nasıl yansıtıldığını belirlemektir. Nitel yöntembilim anlayışına dayalı bu araştırmanın tasarımı, zamanın belli bir kesitinde araştırma sorusuyla ilgili verilerin bir kez toplanmasına yönelik olarak yapılmıştır. Araştırma süresi, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne tam üyelik anlaşmasını imzaladığı 16.04.2003 tarihinde gerçekleşen Atina Zirvesi ile bu olayla ilgili haberlerin Türkiye’deki ulusal günlük gazetelerde

* Yrd. Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü

Murat Sadullah ÇEBİ

2

İletişim 2002/16

yoğun olarak gündeme getirildiği ve öne çıkarıldığı 18.04.2003 tarihleri arasını kapsamaktadır. Araştırmanın örneklemini, çoğunlukla siyasal/ideolojik yelpazenin solunda yer alan okuyucuların tercih ettiği Cumhuriyet gazetesi ile siyasal/ideolojik yelpazenin sağında yer alan okuyucuların okuduğu Zaman gazetesi oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemini oluşturan gazetelerde yer alan bütün ilgili haberler ve fotoğraflar, veri elde etmek ve çözümlemek amacıyla kullanılmıştır.

Bu çalışmada veri toplama tekniği olarak nitel içerik çözümlemesi’nin özetleyici çözümleme türü ile birlikte eleştirel söylem çözümlemesi kullanılmıştır. Nitel içerik çözümlemesi içeriğin örtülü anlamını, yani kaynağın ilettiği mesajların arka plânını ve bağlamını; mesajların kodlanmasındaki örtülü niyetleri ve güdüleri araştırmaya yarayan bir araştırma tekniğidir. Nitel içerik analizinin alt tekniklerinden biri olan özetleyici içerik analizinin araştırma materyaline uygulandığı ilk aşamada; her araştırma birimini oluşturan paragraflar, cümleler, açıklamalar, sözcükler başka sözcüklerle ifade edilmektedir. Bir başka deyişle, özetleyici nitel içerik analizinin ilk aşamasında araştırma sorusu ile ilgisi olmayan paragraflar ve cümleler, aynı anlama gelen ifadeler dikkate alınmaz. Buna, “ilk azaltma” denmektedir. Analizin ikinci aşamasında, benzer ifadeler bir araya getirilmekte ve özetlenmektedir. Buna da “ikinci azaltma” adı verilmektedir (Tavşancıl ve Aslan, 2001: 103-104).

Bu araştırmada, özetleyici nitel içerik analizinin yanı sıra haber metinlerinde anlamın nasıl inşa edildiğini incelemek amacıyla Van Dijk’ın eleştirel söylem çözümlemesi tekniği kullanılmıştır. Eleştirel söylem çözümlemesi ile medya haberleri iki bakımdan incelenmektedir: 1. Makro Yapı, 2. Mikro Yapı. Makro yapısı bakımından haber metinleri iki analiz kategorisinde ele alınmaktadır: a. Temaya Yönelik Çözümleme, b. Biçime Yönelik Çözümleme. Haber metninin temasına yönelik çözümlemede haber başlığı, alt başlık, üst başlık, spot ve haber girişleri incelenmektedir. Bu bağlamda başlıklar ve haber girişlerinde ana olay hakkında okuyucuya özet bilgi sunulup sunulmadığı irdelenmektedir. Başlıklar ve haber girişleri, haber metninin genel yapısının veya bütününün anlamını yansıtan bir özet bilgi sunmakta, okuyucunun haber metnine konu edilen ana olayı anlayabilmesine

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

3

İletişim 2002/16

katkı sağlamaktadırlar. Bu bağlamda haber başlıklarının birbiriyle ve haber metni ile ilişkileri, uzunluğu, kısalığı, spot başlıkta veya haber girişinde ana olaya ilişkin özet bilgi verilip verilmediği, başlıkların yazı stili, başlıklardaki efektler, sözcük seçimleri; kısacası başlıklarda ve haber girişinde hiyerarşik bir yapıda makrodan mikroya veya bütünden parçaya doğru bir anlam inşası olup olmadığı incelenmektedir. Haber metninin biçimsel yapısına yönelik bir çözümleme, durum ve yorum bölümlerinden oluşmaktadır. Durum bölümünde önce habere konu edilen öykünün örgüsü incelenmektedir. Sonra, haber öyküsünün konusunu oluşturan ana olay ile ilgili bilgilerin eksik veya yeterli olup olmadığı belirlenmektedir. Daha sonra haber metninin dayandığı ana olayın ve ana olay çerçevesinde yer alan diğer olayların işleniş biçimleri ele alınmakta, bu olayların nedenleri ve sonuçları değerlendirilmektedir. Durum bölümünde ayrıca, haber öyküsünün konusunu oluşturan ana olayın arka plânı ve bağlamı incelenmektedir. Arka plâna ilişkin bilgiler, ana olayın önceki olaylarla ilişkisinin incelenmesiyle ortaya çıkarılmaktadır. Olayın bağlamı; ana olayın ortaya çıktığı tarihsel, toplumsal, siyasal ve ekonomik koşulların incelenmesiyle gözler önüne sergilenmektedir. Durum bölümünde son olarak, olaya katılan aktörlere ilişkin bilgiler üzerinde durulmaktadır. Haber metninin şematik yapısının çözümlenmesine yönelik yorum aşamasında ise, haber kaynaklarının ve habere konu edilen ana olaya katılan tarafların açıklamaları incelenmektedir. Bu bağlamda önce, aktörlerin açıklamalarına yönelik tepkiler ele alınmaktadır. Daha sonra bu açıklamaların neden olduğu sonuçlar ve bu sonuçlarla ilgili beklentiler ve değerlendirmeler üzerinde durulmaktadır. Haberin mikro yapısının çözümlenmesinde, haber metnini oluşturan cümlelerin sözdizimsel yapısı, sözcük seçimleri ve haber retoriği incelenmektedir. Haber metninde anlamın inşasına yönelik sözdizimsel çözümlemede cümlelerin kısa/uzun, basit/karmaşık, etken/edilgen durumları ele alınmaktadır. Mikro çözümlemede diğer önemli bir aşama, birbirini izleyen cümleler arasında kurulan ilişkilerdir. Haber söylemini mikro açıdan çözümlemenin diğer önemli bir aşaması, haber retoriğinin incelenmesidir. Haber metninin hem ifade biçimi hem de bağlamıyla ilgilenen retorik, okuyucuyu belli bir konuda ikna etmek amacıyla kurgulanan dil olarak

Murat Sadullah ÇEBİ

4

İletişim 2002/16

tanımlanmaktadır. Haber metninin ikna dili; haber başlıkları, başlıkların ifade biçimi veya sunumu; haber metinlerinde tercih edilen sözcükler, deyimler, metaforlar, çağrışımlar, anlatım türleri, anlatım dili, çarpıtılmış benzetmeler, anlamı çok fazla bilinmeyen sözcükler, rakamlar, haber öyküsünün konusunu oluşturan olaya karışan taraflardan ve tanıklardan alıntılar yapılması, uzman görüşlerine başvurulması, fotoğraf seçimi ve sunumu aracılığıyla incelenmektedir. Haber metninin mikro çözümlenmesi aşamasında ayrıca, cümle ve cümlecikler arasında kurulan nedensel ilişkiler üzerinde de durulmaktadır (Van Dijk, 1988a: 17-82, 1988b: 1-18; Sözen 1999: 124-132). Bu araştırmada haber metinlerinde inşa edilen söyleme ilişkin bilgiler şu başlıklar altında sınıflandırılmış ve çözümlenmiştir: 1. Haber Metinlerinin Tematik Yapısı, 2. Haber Metinlerinin Şematik Yapısı, 3. Haber Metinlerinde Cümle Yapıları ve Sözcük Seçimleri, 4. Haber Metinlerinin İkna Dili.

Özetleyici nitel içerik çözümlemesine başlamadan önce, örneklemin seçileceği araştırma evreni açık ve kesin biçimde tanımlanmıştır. Bu çalışmanın araştırma evrenini Türkiye’de günlük yayın süresine sahip, ulusal çapta ve dağıtılan gazeteler oluşturmaktadır. Bir sonraki aşamada araştırma evreni daraltılmıştır. Bu amaçla araştırma evrenini temsil etme niteliğine sahip bir örneklem belirlenmeye çalışılmıştır. Amaçlı olarak gerçekleştirilen örneklemede, siyasal yelpazenin sağında ve solunda yer alan okuyucuları temsil eden ve genel yayın politikaları birbirine taban tabana ters iki ulusal günlük gazete örneklem olarak belirlenmiştir. Analiz aşamasına geçmeden önce gerçekleştirilen bir başka işlem, araştırma kategorilerinin oluşturulmasıdır. Kategorilerin belirlenmesi, araştırma örneklemini oluşturan gazetelerde yer alan konu ile ilgili bütün haberlerin ön incelemesi gerçekleştirilmiştir. Böylece materyale dayalı olarak tümevarımsal kategoriler belirlenmiş, konulara yönelik bir kategori sistemi oluşturulmuştur (Mayring, 2000: 100-102; Gökçe, 2001: 157-164). Örneklemi oluşturan ilgili gazetelerin haberlerinden yola çıkılarak oluşturulan araştırma kategorileri şunlardır: “Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne Katılımı”, “Kıbrıs Rum Kesimi’nin Avrupa Birliği’ne Tam Üyeliği” ve “Kıbrıs Sorunu”. Nitel içerik

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

5

İletişim 2002/16

çözümlemesinin özetleyici analiz türü için belirlenen bu kategoriler, aynı zamanda eleştirel söylem çözümlemesinde de kullanılmıştır.

Araştırma, üç bölüm şeklinde tasarlanmıştır. Birinci bölümde “Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne Katılımı”, ikinci bölümde “Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne Tam Üyeliği”, üçüncü bölümde ise “Kıbrıs Sorunu” ele alınmıştır. Her bölümde belirlenen bu ana kategoriler çerçevesinde, nitel içerik çözümlemesinin özetleyici analiz türü ile elde edilen bilgiler yorumlanmakta, daha sonra da aynı kategoriler ekseninde eleştirel söylem çözümlemesi aracılığıyla elde edilen bilgiler değerlendirilmektedir.

1. Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne Katılımı

1.1. Nitel İçerik Çözümlemesi

Cumhuriyet, 16 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Gül törene katılmayacak” haber başlığı ve 5. sayfadaki devamında “Dışişleri Bakanı, sadece toplantılara katılarak Ankara’nın tavrını gösterecek” üst başlığı ile yayınladığı haberde, 59. AKP hükümetinin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Atina Zirvesi’nde Kıbrıs Rum Kesimi başta olmak üzere yeni üye ülkelerin AB’ne katılımı için düzenlenecek imza törenine katılmayacağı yönündeki tutumunu nesnel bir biçimde yansıtıyor gözükmektedir. Cumhuriyet, 59. AKP hükümetinin AB Atina Zirvesi’ne katılmama kararını örtülü biçimde desteklemekte; bu tavrın haklılığına ve sürdürülmesi gerektiğine gönderme yapmaktadır (Cumhuriyet, Gül törene katılmayacak, 16.04.2003, s.1, 5). Söz konusu haberde, Türkiye’nin Atina Zirvesi’nde AB’ne tam üye olarak kabul edilecek ülkeler için düzenlenecek imza törenine katılmama kararı ile ilgili olarak Dışişleri Bakanı Gül, dolayısıyla 59. AKP hükümeti öne çıkarılmıştır. Gazete bu tutumuyla, okuyucularda 59. AKP hükümetinin Kıbrıs konusunda izlediği dış politika ile bu konudaki temel Türk dış politikası arasında bir çift başlılık olduğu izlenimi oluşturmayı amaçlar gibi gözükmektedir. Haberde, AB Atina Zirvesi’nde düzenlenecek imza törenine katılmama kararının Türk dış politikasına bağlı olarak alındığını ifade etmeye çalışılsa da, haberin bütününde uygulanan

Murat Sadullah ÇEBİ

6

İletişim 2002/16

politikanın iktidar merkezli bir politika olduğu izlenimini verilmeye çalışılmaktadır. Öte yandan, söz konusu haberde AB Atina Zirvesi okuyucuya tek boyutta sunulmuştur. 10 ayrı ülkenin aynı törende AB’ne tam üye olarak kabul edileceğine ilişkin bilgi okuyucuya sadece Güney Kıbrıs’ın AB’ye katılımı olarak sunulmakta, böylelikle Türkiye açısından olumsuz olan bu gelişmenin kaynağı olarak 59. AKP hükümeti gösterilmeye çalışılmaktadır.

Cumhuriyet, 16 Nisan 2003 tarihinde “Türkiye gitmemeliydi” başlığı ve “Denktaş, Rumlar’ın şımararak, baskıyı artırabileceğini söyledi” üst başlığıyla verdiği haberin içeriği, sunumu ve haberde kullanılan başlıklar ile 59. AKP hükümetinin AB Atina Zirvesi’ne yönelik tutumu olumsuzlandırılırken, Denktaş’ın AB Atina Zirvesine karşı takındığı olumsuz tutumu gazete tarafından örtülü olarak onaylanmaktadır. (Cumhuriyet, Türkiye gitmemeliydi, 16.04.2003, s.5).

Cumhuriyet, 17 Nisan 2003 tarihinde “Ankara’dan protesto” haber başlığı ve “Kıbrıs Rum Kesimi AB’de” üst başlığı ile 1. sayfada yer alan ve 4. sayfada devam eden kısmındaki “Türkiye’den imza protestosu” haber başlığı ve “Rum kesimi, AB’ye katılım anlaşmasını ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’” adı altında imzaladı üst başlığı ile yayınladığı haberde, imzalanan üyelik anlaşmasının yalnızca Kıbrıs Rum Kesimi’ni bağladığını, KKTC için geçerli olmadığını ima etmektedir. Haberde öne çıkan en önemli husus, 59. AKP hükümetinin AB Atina Zirvesi’ne katılmama yönündeki tepkisinin, kaynağı belirsiz olumsuz görüşlerle örtülmeye çalışılmasıdır: “Yetkililer, Gül’ün katılmamasının “boykot” olarak anlaşılmaması gerektiğini söylerken, siyasi gözlemciler, törene katılmama kararını anlamlı bir protesto olmadığı görüşünü dile getirdiler”. Haberde dikkat çeken diğer bir yön ise, Abdullah Gül’ün AB Atini Zirvesi’yle ilgili açıklamalarının olumsuzluk çağrıştıran sözcüklerle verilmesidir: “Gül, AB doruğuna hareketinden önce yaptığı açıklamalarda Kıbrıs ve AB üyeliği konusunda olumlu mesajlar vermeye çalıştı”. Haberde “olumlu mesajlar vermeye çalıştı” ifadesi yerine “olumlu mesajlar verdi” ifadesi kullanılabilirdi. “Vermeye çalıştı” sözcüğünün tercih edilmesiyle, Dışişleri Bakanı Gül’ün söylemlerini olumsuzlama yönünde

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

7

İletişim 2002/16

örtülü bir niyet olduğu izlenimi edinilmiştir (Cumhuriyet, Ankara’dan protesto, Türkiye’den imza protestosu, 17.04.2003, s.1, 4).

1.2. Eleştirel Söylem Çözümlemesi

“Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne Katılımı” kategorisi ekseninde Tablo 1’de görülen haberlere eleştirel söylem çözümlemesi uygulanmıştır.

Gazete Yayın Tarihi Başlıklar Sayfa Cumhuriyet 16 Nisan 2003 Haber Başlığı: -Gül törene katılmayacak

Üst Başlık: -Dışişleri Bakanı, sadece toplantılara katılarak Ankara’nın tavrını gösterecek

1 ve 5

Cumhuriyet 16 Nisan 2003 Haber Başlığı: -Türkiye gitmemeliydi Üst Başlık: -Denktaş, Rumların şımararak, baskıyı artırabileceğini söyledi

5

Cumhuriyet 17 Nisan 2003 Haber Başlığı: Ankara’dan protesto Üst Başlık: Kıbrıs Rum Kesimi AB’de Haber Başlığı: Türkiye’den imza protestosu Üst başlık: Rum kesimi AB’ye katılım anlaşmasını ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ adı altında imzaladı. Gül törene katılmadı

1 ve 4

4

Tablo 1: Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne Katılımı Kategorisi Ekseninde Eleştirel Söylem Çözümlemesi Uygulanan Haberler

Haber Metinlerinin Tematik Yapısı

Cumhuriyet’in 16 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan verdiği haberde kullanılan “Gül törene katılmayacak” başlığında, 59. AKP hükümetinin AB Atina Zirvesi’ne karşı sergilediği tavır özetlenmektedir. Haber başlığı ile üst başlık arasında anlamsal bir bütünlük göze çarpmaktadır. Gazetenin başlık seçimleri ana olayı yansıtmaktadır. Haber başlığının alt bölümünde yer alan spot bölümü, okuyucuya haberin öykülediği ana olay hakkında özet bilgi vermektedir. Haberin 5. sayfasında da, 1. sayfada kullanılan başlık ve üst başlığın benzeri kullanılmıştır. Ancak, devam sayfasında yer alan haberde 1. sayfadan farklı bir spot kullanılmıştır. Bu spotta Gül’ün Rum kesiminin AB’ne girmesiyle her şeyin bitmediğine, yok olmadığına, Türkiye’nin

Murat Sadullah ÇEBİ

8

İletişim 2002/16

çabalarını sürdüreceğine ilişkin ifadelerine yer verilerek okuyuculara dolaylı bir biçimde umut verilmeye çalışılmaktadır.

Cumhuriyet, 16 Nisan 2003 tarihinde 5. sayfadan “Türkiye gitmemeliydi” başlığı ile sunduğu haberde hem KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın Türkiye’nin AB Atina Zirvesi’ne katılımına yönelik rahatsızlığı ve serzenişini; hem de katılmaması yönündeki beklentisi ve istemini yansıtmaktadır. “Denktaş, Rumlar’ın şımararak, baskıyı artırabileceğini söyledi” şeklindeki alt başlık, olayın taraflarından Denktaş’ın Rumlar’ın Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne katılmasını kendilerine gösterilen ilgi ve saygı olarak değerlendirip yersiz, rahatsız edici davranışlarda bulunabileceklerine, taşkınlık edebileceklerine, Türkiye ve KKTC üzerinde baskıyı artırabileceklerine ve Kuzey Kıbrıs Türklerine dayatmada bulunabileceklerine ilişkin öngörü ve endişelerini yansıtmaktadır. Haber başlıklarında habere konu edilen ana olay özetlenmiştir. Haber başlığı ile üst başlık arasında anlamsal bir bütünlük bulunmaktadır. Haberde spot başlık kullanılmamış, ana olay haber girişinde özetlenmiştir.

Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan verdiği haberin “Ankara’dan protesto” başlığı, Türkiye’nin Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ye tam üyeliğine, AB’ne ve Atina Zirvesi’ne karşı tepkisini göstermektedir. Haber başlığı ve üst başlık ana olayı yansıtmaktadır. Habere konu edilen ana olay, haber başlığının alt bölümünde yer alan spotta ve 4.sayfadaki haber girişinde özetlenmiştir. Haberin 4. sayfadaki devam bölümünde 1. sayfadan farklı bir haber başlığı ve üst başlık kullanılmıştır. Buradaki üst başlıkta dikkati çeken en önemli husus, Kıbrıs Rum Kesimi’nin tırnak içine alınan Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında AB ortaklık anlaşmasına imza atmasının belirtilmesidir.

Haber Metinlerinin Şematik Yapısı

Cumhuriyet’in 16 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Gül törene katılmayacak” başlığıyla verdiği haberin ana olayı, Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ye tam üyelik anlaşmasını imzalayacağı AB Atina Zirvesi’dir. Haber metninin örgüsü ve işleniş biçimi iki ayrı bölümde değerlendirilebilir. İlk

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

9

İletişim 2002/16

bölümde gazete, Atina Zirvesi ile ilgili olarak Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün tavrını, ikinci bölümde ise Gül’ün ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell ile yaptığı telefon görüşmesini ele almıştır. Haber metni bütünüyle Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün açıklamaları üzerine inşa edilmiştir. Ancak, Gül’ün bu açıklamaları nerede ve kime yaptığı konusunda okuyucuya herhangi bir bilgi verilmemiştir. Gazete bu konudaki eksikliğini, belirtildi sözcüğü ile belirsiz bir kaynağa dayandırmaktadır. Haber metnine konu olan ana olayın arka plânında yer alan unsurlar, Kıbrıs sorunu ve Türkiye’nin AB’ne tam üyeliği olmakla birlikte haber metninde bu konulara ilişkin bilgilere rastlanmamaktadır.

Cumhuriyet’in 16 Nisan 2003 tarihinde 5. sayfadan “Türkiye gitmemeliydi” başlığıyla verdiği ve 4. sayfada devam eden haberin ana olayı, AB Atina Zirvesi’dir. Bu ana olay etrafında yapılandırılan haber iki bölümden oluşmaktadır. Haberin ilk bölümünde KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın T.C. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Atina Zirvesi’ne katılımına yönelik serzeniş, beklenti ve isteklerini içeren açıklamaları verilirken, ikinci bölümünde BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs kararıyla ilgili olarak BM Kıbrıs özel temsilcisi De Soto’ya yönelik eleştirileri yer almaktadır. Haber metni Denktaş’ın Bursa gezisinde gerçekleştirdiği temaslar sırasında yaptığı açıklamalara dayanmaktadır. Haberde olayın arka plânına ilişkin bilgiler yer almazken, Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne tam üye olarak katılımı konusu Kıbrıs sorunu bağlamında yetersiz biçimde irdelenmiştir.

Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Ankara’dan protesto” başlığıyla yayınladığı ve 4. sayfadaki devamında “Türkiye’den protesto” başlığıyla verdiği haberin ana olayı, AB Atina Zirvesi’dir. Haber iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Papadopulos’un Kıbrıs sorunu konusundaki açıklamaları, ikinci bölümde ise T.C. Dışişleri Bakanı Gül’ün Kıbrıs sorunu ve Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki mesajları yer almaktadır. Haberde olayın arka plânına ilişkin bilgiler kısmen yer alırken olayın bağlamına ilişkin bilgiler Kıbrıs sorunu bağlamında, ancak yetersiz biçimde verilmektedir.

Murat Sadullah ÇEBİ

10

İletişim 2002/16

Haber Metinlerinde Cümle Yapıları ve Sözcük Seçimleri

Cumhuriyet, 16 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfada “Gül törene katılmayacak” başlığıyla verdiği haber metnindeki sentaktik yapılanmada uzun, etken cümlelerin öznesi olarak Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve 59. AKP hükümeti öne çıkmaktadır. Gül, AB’nin yalnızca Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni üyeliğe kabul etmesine yönelik tavrına tepki gösteren, kimi zaman yorum yapan ve görüş bildiren Atina Zirvesi’nde yapılacak imza törene katılmayacak olan eylemin faili etken bir özne olarak inşa edilmektedir.

Cumhuriyet’in 16 Nisan 2003 tarihinde 5. sayfadan “Türkiye gitmemeliydi” başlığıyla yapılandırdığı haberde olayın tarafı olan öznelerden biri olan Denktaş’ın açıklamaları uzun ve etken cümle yapılarıyla verilmektedir. Denktaş’ın etken cümle yapıları içinden verilen değerlendirmelerinin yer aldığı haber metninde Rumlar Ankara’nın Atina Zirvesi’ne katılmasını Türkiye’nin kendilerine ilgi gösterdiği veya değer vermesi şeklinde algılayabilecek ve bundan yüreklenerek yersiz ve aşırı istek, beklenti ve davranışlarda bulunabilecek, Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti üzerindeki baskıyı artırabilecek olumsuz özne olarak kurulmaktadır. Yine Denktaş’ın açıklamalarına dayalı ifadelerin yer aldığı eylemin faili olan Türkiye’nin açıkça belirtildiği cümle yapıları içinde, 59. AKP hükümeti olumsuzlanmaktadır.

Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Ankara’dan protesto” başlığıyla verdiği haber metnindeki sözdizimsel yapılanmada; Ankara, Türkiye, Kıbrıs Rum Kesimi, Tassos Papadopulos, Abdullah Gül, Tony Blair taraflarının uzun ve etken cümlelerin öznesi olduğu göze çarpmaktadır. Kimi zaman Dışişleri Bakanı Abdullah Gül etken cümle yapıları içine yerleştirilmekte, kimi zaman faillerin örtülü olarak belirtildiği etken cümle yapıları içinde 59. AKP hükümetinin AB Atina Zirvesi’ndeki imza törenine katılmama yönündeki tavrı görmezden gelinmekte ve önemsizleştirilmektedir.

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

11

İletişim 2002/16

Haber Metinlerinin İkna Dili

Cumhuriyet’in 16 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfada kullandığı “Gül törene katılmayacak” başlığında seçilen “katılmayacak” sözcüğünde kullanılan zaman, Gül’ün bu tutumunun kesin olduğu ve gazetenin bu bilgiyi doğrulattırdığını göstermektedir. “Törene katılmayacak” ifadesi ile de Gül’ün Atina Zirvesi’nden önce düzenlenecek imza törenine katılmayacağı açık ve kesin bir dille vurgulanmaktadır. Haberin üst başlığında kullanılan “sadece” nitelemesi ile Dışişleri Bakanı’nın Atina Zirvesi’nde belirlenen resmî tutumun dışına çıkmaksızın yalnızca düzenlenecek diğer toplantılara katılacağının altı önemle çizilmektedir. Haber metni, Kıbrıs Rum Kesiminin AB’ne tam üye kabul edilecek olmasının oluşturabileceği karamsar kanaat iklimini, iyimser bir iklime dönüştürmeye yönelik bir söylem ve ikna dili aracılığıyla inşa edilmiştir. Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik beklentileri, istemleri içeren umut söylemini yapılandıran ikna dili, Gül’ün açıklamalarında yer alan “çabalar sürecek”, “gayretlerimiz devam edecek” deyimleri aracılığıyla yapılandırılmaktadır. Haber metnini yapılandıran ikna dili “sadece”, “tepki göstermek”, “tavır göstermek” gibi sözcük ve deyim seçimleriyle desteklenmektedir. Haber retoriği incelendiğinde Cumhuriyet’in AB Atina Zirvesi’ne karşı sergilediği olumsuz tavır açıkça görülecektir. Ayrıca Gül’ün açıklamaları alıntılarla ve “belirtti”, “dedi”, “diye konuştu” sözcük seçimleriyle verilmektedir. Öte yandan Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında tam üye olarak katılması tırnak içinde verilerek Rum kesimini üyeliğinin tüm adayı kapsamadığı ima edilmekte, “Kıbrıs Cumhuriyeti” sözcüğünün yalnızca AB ile Kıbrıs Rum Kesimi’nin imzaladığı ortaklık protokol metninde yer aldığına gönderme yapılmaktadır.

Fotoğraf seçimleri ve sunumları da haber metinlerinin retoriğinde önemli bir etmen olarak ortaya çıkmaktadır. 16 Nisan 2003 tarihli Cumhuriyet 1. sayfada yayınladığı “Gül törene katılmayacak” başlıklı habere ilişkin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün bir adet fotoğrafını kullanmıştır. Portre fotoğraftaki Gül imgesinin üzgün, karamsar, düşünceli olduğu izlenimi edinilmektedir.

Murat Sadullah ÇEBİ

12

İletişim 2002/16

Cumhuriyet’in 16 Nisan 2003 tarihinde 5. sayfadan “Türkiye gitmemeliydi” başlığıyla verdiği ve 4. sayfada devam eden haberin retoriği 59. AKP hükümeti’nin Atina Zirvesi’ne katılımına yönelik tavrını KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ın üzerinden eleştiren bir biçimde yapılandırılmıştır. Haber başlığında seçilen “gitmemeliydi” yüklemi Türkiye’nin zirveye katılmamasının daha anlamlı olabileceğini ima etmektedir. Yine Denktaş’ın açıklamalarından alınarak üst başlıkta kullanılan “şımarık” sözcüğü ile Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne katılmasının Rumlar’ı cesaretlendirebileceğine gönderme yapılmaktadır.

Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfada “Ankara’dan protesto” başlığı, 4. sayfada “Türkiye’den imza protestosu” başlığıyla verdiği haber metnini yapılandırılan ikna dilinde, Türkiye’nin Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne kabul edilmesine yönelik tepkisi “törene katılmadı”, “imza protestosu” gibi sözcük seçimleri aracılığıyla yapılandırılmaktadır. Gazete, Kıbrıs Rum Kesimi Lideri Tassos Papadopulos’un Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı sıfatıyla üyelik protokolüne imza atmasını tırnak içinde ve bold yazı tipi stili ile vererek bu kararı onaylamadığını ima etmektedir. Haber başlıklarında tercih edilen, öne çıkarılan sözcükler ve bu sözcüklerin kullanılış biçimi de egemen söylemle uyuşmaktadır. Haber başlığında seçilen “protesto” ve “imza protestosu” sözcükleri, üst başlıkta kullanılan “Rum Kesimi” ve “katılmadı” sözcükleri ve ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ sözcüğünün tırnak içinde verilmesi, haber metninde yer alan “Kıbrıs Rum Yönetimi”, “Rum Kesimi”, “GKRY” yani “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, “Rumlar” gibi sözcükler egemen söylemin haber söyleminde kurulması ve yeniden üretilmesinin göstergeleri olarak göze çarpmaktadırlar.

2. Kıbrıs Rum Kesimi’nin Avrupa Birliği’ne Tam Üyeliği

2.1. Nitel İçerik Çözümlemesi

Cumhuriyet, 16 Nisan 2003 tarihinde “Rum kesimi AB üyesi” başlığıyla 1. sayfadan verdiği haberde, yalnızca Rum Kesimi’nin AB’ne tam üye olarak kabul edildiği gerçeğinin altını çizerek Rum kesiminin bu üyeliğinin Kıbrıs adasının tamamı için geçerli olmadığını ima etmekte,

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

13

İletişim 2002/16

dolayısıyla Türkiye’nin ulusal Kıbrıs politikasına destek vermektedir (Cumhuriyet, “Rum kesimi AB üyesi”, 16.04.2003, s.1, 5).

Cumhuriyet, 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan ““Midesiz ve hazımsızlar” başlığı ile verdiği haberde Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis’in 18 Nisan 2003 Cuma günü Kıbrıs Rum Kesimi’nde yapacağı toplantıya katılacak olan KKTC muhalefet parti liderlerini KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın sert açıklamaları üzerinden örtülü olarak eleştirmektedir (Cumhuriyet, Midesiz ve hazımsızlar, 17.04.2003, 1, 5).

Cumhuriyet, 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Türkiye tam teslim oldu” başlığıyla verdiği haberde, muhalefet partilerinden CHP lideri Deniz Baykal, CHP İstanbul milletvekili Onur Öymen ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin açıklamaları üzerinden 59. AKP hükümetini dolaylı bir biçimde eleştirmektedir. Muhalif siyasal aktörlerin söylemleri üzerinden 59. AKP hükümetinin AB ve Kıbrıs konularında teslimiyetçi ve basiretsiz politikalar izlediğine, bu yüzden Türkiye’nin AB’ne boyun eğmek zorunda kaldığına ve AB’nin her isteğini olduğu gibi kabul ettiğine gönderme yapılmaktadır (Cumhuriyet, Türkiye tam teslim oldu, 17.04.2003, s. 1; Basiretsizlik yaptılar, 17.04.2003, s.4; Baykal: Kuzey’i işgal teşebbüsü, 17.04.2003, s. 4).

Cumhuriyet, Kıbrıs Rum Kesimi’ni tam üyeliğe kabul eden AB’ne ve bu karara yeterli tepkiyi göstermediğini iddia ettiği önceki hükümetlere ve 59. AKP hükümetine yönelik eleştirilerini muhalefet partilerinin açıklamaları üzerinden dolaylı bir biçimde gerçekleştirmektedir. Gazete AB’nin tutumunu doğrudan eleştirmemekte, tepkisini CHP ve MHP aracılığıyla ortaya koymaktadır. Gazete, bu konuda ulusalcı söylemleri ağır basan iki partiyi öne çıkarmış, diğer muhalefet partilerinden görüş almamış veya açıklamalarını gündeme getirmemiştir.1. sayfadaki haber ve 4. sayfadaki devamında verilen diğer üç haber birlikte değerlendirildiğinde, söz konusu haberlerde yer alan açıklamalar, muhalefetin eleştirisi olarak nitelendirilirken, muhalefet olarak yalnızca CHP ve MHP’nin öne çıkartıldığı gözlemlenmektedir. Dolayısıyla bütün bu haberlerde Türkiye’de

Murat Sadullah ÇEBİ

14

İletişim 2002/16

59. AKP hükümetinin Atina Zirvesi’ne yönelik tutumuna karşı çıkan muhalefet partilerinin sadece CHP ve MHP olduğu izlenimi verilmek istenmektedir. Bu haberlerde, muhalefet partisi olarak CHP’den iki siyasal aktörün; Genel Başkan Deniz Baykal ve İstanbul milletvekili Onur Öymen’in açıklamalarına yer verilirken, MHP’den sadece tek bir siyasal aktörün, Genel Başkan Devlet Bahçeli’nin açıklamalarına yer verilmiştir. Bu bağlamda dikkati çeken nokta, muhalefeti temsil eden CHP ve MHP’nin AB Atina Zirvesi ile ilgili açıklamalarının yan yana iki ayrı haber olarak verilmesi değil, bu iki haberde haber kaynaklarının birinin bir milletvekili, diğerinin ise bir partinin Genel Başkanı olmasıdır. Bir başka deyişle CHP İstanbul milletvekili Onur Öymen ile MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin açıklamaları iki ayrı haberde yan yana ve “CHP Milletvekili Onur Öymen ve MHP Lideri Bahçeli Kıbrıs’ta Gelinen Noktadan 59. AKP Hükümeti Sorumlu” üst başlığı ile birlikte, ancak ayrı haber başlıklarıyla ve ayrı haber metinleriyle verilmiştir. Cumhuriyet’in haberleri bu şekilde sunumu, söz konusu partilerdeki işbölümünün bir sonucu gibi değerlendirilebilir. Çünkü CHP’nin dış politika ile ilgili görüşleri daha çok deneyimli bir diplomat olan ve uzun yıllar Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığında Büyükelçi olarak görev yapmış olan İstanbul Milletvekili Onur Öymen tarafından açıklanmaktadır. MHP’de ise bu haberden anlaşıldığına göre, partinin dış politika ile ilgili açıklamalarında Genel Başkan Devlet Bahçeli öne çıkarılmaktadır. Ancak, 17 Nisan 2003 tarihli Cumhuriyet’te CHP lideri Deniz Baykal’ın konu ile ilgili açıklamalarının 4. sayfada “Baykal: Kuzey’i işgal teşebbüsü” başlığı ve “AB’yi eleştirdi” üst başlığıyla ayrı bir haber olarak verildiği görülmektedir. Bu durumda söz konusu iki haberin sunumunda CHP lehine bir yanlılığın, öne çıkarmanın buna karşılık MHP aleyhine bir dengesizliğin bulunduğu açık ve kesin bir biçimde göze çarpmaktadır. Çünkü, yan yana verilen iki haberde bir milletvekili ile bir Genel Başkan eşdeğer tutulurken, CHP Genel Başkanı’nın açıklamaları ayrı bir haber olarak verilmiştir.

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

15

İletişim 2002/16

Cumhuriyet, 17 Nisan 2003 tarihinde 5. sayfadan “AB bayrakları asıldı” başlığıyla yayınladığı haberin girişinde, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ adıyla “tek yanlı” olarak AB’ne katıldığını vurgulayarak, bu üyeliğin meşruiyet temellerinin çürük olduğuna gönderme yapmaktadır. Gazete bu nitelemeyle Güney Kıbrıs’ın AB üyeliğine olan bakış açısını ortaya koyarken, Kıbrıs konusundaki ulusal Türk dış politikasıyla örtüşen bir yaklaşım sergilemektedir. Haberde ayrıca, Güney Kıbrıs’ın AB üyeliğine kabulüne karşı yeterli tepki ve duyarlılığı göstermeyen 59. AKP hükümeti ve KKTC koalisyon hükümetlerine üstü kapalı eleştiriler yöneltilmektedir (AB bayrakları asıldı, Cumhuriyet, 17.04.2003, s. 5).

Cumhuriyet, 18 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Atina’da kutlama bilmecesi” başlığıyla verdiği haberde, Yunan devlet televizyonu NET’e konuşan Rum Yönetimi Sözcüsü Kipros Hrisostomidis’in AB Konferansı için Atina’da bulunan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB üyeliğine kabul edilmesi nedeniyle kendilerini kutladığı yönündeki açıklamalarını yayınlayarak AB Atina Zirvesi bağlamında 59. AKP hükümetinin Kıbrıs konusunda izlediği politikayı sorgulamaktadır (Cumhuriyet, Atina’da kutlama bilmecesi, 18.04.2003).

Zaman, Yunanistan’ın tarihî AB Atina Zirvesi’nde izlediği Kıbrıs politikasının meyvelerini aldığını belirtmekte, 5. AKP hükümetini dışarıda tutup Türkiye’deki geçmiş hükümetlerin Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ye üyeliğine karşı izledikleri politikaların tutarsızlığına gönderme yapmaktadır (Bilici, Abdülhamit, “Alkışlar, Türk gazetecileri hüzünlendirdi, Toplantının yetimleri”, Zaman, 17.04.2003, s. 1, 11).

2.2. Eleştirel Söylem Çözümlemesi

“Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne Tam Üyeliği” kategorisi ekseninde Tablo 2’de yer alan haberlere eleştirel söylem çözümlemesi uygulanmıştır.

Murat Sadullah ÇEBİ

16

İletişim 2002/16

Gazete Yayın Tarihi Başlıklar Sayfa Cumhuriyet 16 Nisan 2003 Haber Başlığı: -Rum kesimi AB üyesi

Üst Başlık: -Genişleme süreci Haber Başlığı: -Rum kesimi birliğe katılıyor Üst Başlık: -Anlaşmaya ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ adıyla imza atacak

1 5

Cumhuriyet 17 Nisan 2003 Haber Başlığı: -Midesiz ve hazımsızlar Üst Başlık: -Denktaş, Yunanistan Başbakanı Simitis’in davetini kabul eden muhalefeti eleştirdi.

1 ve 5

Cumhuriyet 17 Nisan 2003 Haber Başlığı: -Türkiye tam teslim oldu Üst Başlık: -Muhalefet: AB yanlış yaptı. AKP kişiliksiz politika izledi.

1 ve 4

Cumhuriyet 17 Nisan 2003 Haber Başlığı: -Cesaretsizliğin bedeli Üst Başlık: -CHP Milletvekili Onur Öymen ve MHP lideri Bahçeli: Kıbrıs’ta gelinen noktadan AKP hükümeti sorumlu

4

Cumhuriyet 17 Nisan 2003 Haber Başlığı: -Basiretsizlik yaptılar Üst başlık: -CHP Milletvekili Onur Öymen ve MHP lideri Bahçeli: Kıbrıs’ta gelinen noktadan AKP hükümeti sorumlu

4

Cumhuriyet 17 Nisan 2003 Haber Başlığı: -AB bayrakları asıldı Üst Başlık: -Katılım Ortaklığını imzalayan Rum kesiminde bayram havası

5

Cumhuriyet 18 Nisan 2003 Haber Başlığı: -Atina’da kutlama bilmecesi Üst Başlık: -Rumlar: Gül bizi tebrik etti. Gül: Böyle bir olay olmadı

1 ve 10

Zaman 17 Nisan 2003 Haber-Analiz Başlığı: -Alkışlar, Türk gazetecileri hüzünlendirdi

1

Zaman 17 Nisan 2003 Haber-Analiz Başlığı: Toplantının Yetimleri

5

Tablo 2: Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne Tam Üyeliği Kategorisi Ekseninde Eleştirel Söylem Çözümlemesi Uygulanan Haberler

Haber Metinlerinin Tematik Yapısı

Cumhuriyet, 16 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan verdiği habere ilişkin “Rum kesimi AB üyesi” başlığı ile Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne katılımı konusunda okuyucuya özet bilgi vermektedir. 5. sayfadaki devam metninde “Rum kesimi birliğe katılıyor” başlığı ve “Anlaşmaya ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ adıyla imza atacak” üst başlığı kullanılmıştır. Haber başlığında habere konu edilen olay özetlenmiştir.Haber başlığı ile üst başlık arasında

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

17

İletişim 2002/16

anlamsal bir bütünlük söz konusudur. Haber konusunu oluşturan ana olay, 1. sayfada haber başlığının altında yer alan spot içerisinde özetlenerek verilmiştir. Gazetenin 5. sayfasında yer alan haberin devam kısmında farklı haber başlığı ve üst başlık kullanılsa da bütün başlıklar arasında anlamlı bir paralellik vardır. 1. sayfada verilen üst başlık dişi olarak kullanılmıştır.

Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan verdiği haberin “Midesiz ve hazımsızlar” şeklindeki başlığı Denktaş’ın KKTC muhalefetine yönelik eleştirilerini yansıtmaktadır. Sözlük anlamı hiçbir şeyden tiksinmeyen, en iğrenilecek şeyler karşısında bile tiksinti duymayan kişileri niteleyen “midesiz” sözcüğü ile Yunanistan Başbakanı Simitis’in Güney Kıbrıs’ta düzenleyeceği toplantıya ilişkin davetini kabul eden KKTC’deki muhalefetin tavrı Denktaş’ın söylemleri aracılığıyla eleştirilmektedir. Haber başlığında habere konu edilen daveti kabul eden KKTC’deki muhalefetin tavrını sert bir dille eleştiren Denktaş’ın söylemleri aracılığıyla olay özetlenmiştir. Haber başlığı ile üst başlık arasında anlamsal bir bütünlük bulunmaktadır. Denktaş’ın fotoğrafı ile haber metni arasına yerleştirilen spot başlık, okuyucuya haberin bütününü özetlemiştir.

Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan verdiği haberin “Türkiye tam teslim oldu” başlığı Türkiye’deki muhalefet partilerinin yaptığı açıklamalara dayanarak Rum Kesiminin AB’ye katılımı karşısında 59. AKP hükümetinin izlediği politikaların Türkiye’yi içine düşürdüğü olumsuz durumu tanımlamaktadır. Muhalefet partileri AKP hükümetinin AB’nin Rum Kesiminin tam üye yapılmasına yönelik genişleme ile ilgili politikaları karşısında Türkiye’yi çaresiz bıraktığını, AB’nin gücü karşısında mücadeleden vazgeçip yenilgiyi kabul ettiği ileri sürmektedirler. Aynı haberin üst başlığında ise muhalefetin Rum Kesimini tam üye olarak kabul eden AB’ne ve AKP hükümetinin bu konuda izlediği politikaya yönelik eleştirileri yer almaktadır. Haber başlığında habere konu edilen ana olay, muhalefetin söylemleri ile özetlenmiştir. Haber başlığı ile üst başlığı arasında anlamsal bir ilişki vardır. Haberin 4. sayfasında yer alan devamında, ana olay üç ayrı haberde ele alınmıştır. CHP Milletvekili Öymen ile MHP lideri Bahçeli’nin açıklamaları ortak üst başlık altında toplanarak iki ayrı

Murat Sadullah ÇEBİ

18

İletişim 2002/16

haber başlığının kullanıldığı iki ayrı haberde değerlendirilmiştir. Bu iki ayrı haber başlığı üst başlıkla anlam bakımından uyumlu olup başlıklarda kullanılan sözcüklerin ses benzeşmeleri ile bütünleştirilmiştir (cesaretsiz, basiretsiz).

Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Türkiye tam teslim oldu” başlığıyla yapılandırdığı haberin 4. sayfada devam eden bölümünde“Cesaretsizliğin bedeli” başlığıyla verilen haberde CHP Milletvekili Onur Öymen’in 59. AKP hükümetinin ve önceki hükümetlerin Kıbrıs ve AB konularında izledikleri politikalara yönelik eleştirilerine yer verilmektedir. Haber başlığı, ana olayı özetlemektedir. Haber başlığı ve üst başlık arasında anlamsal bir bütünlük kurulmuştur. Habere konu edilen ana olay haber girişinde özetlenmiştir.

Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Türkiye tam teslim oldu” başlığıyla verdiği haberin 4. sayfada devam eden “Basiretsizlik yaptılar” başlığıyla yapılandırdığı kısmında, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin AKP hükümeti’nin Kıbrıs ve AB politikalarına yönelik eleştirilerine yer verilmektedir. Bahçeli’nin açıklamalardan seçilerek yapılandırılan haber başlığı, AKP hükümetinin Kıbrıs ve AB konusunda tutarlı bakış açısına sahip olmadığını, uzağı göremediğini, bu konuda ileride ortaya çıkabilecek sorunları proaktif bir yaklaşımla sezemediğini ve kavrayamadığını anlatmaktadır. Haber başlığında habere konu edilen ana olay özetlenmektedir. Haber başlığı ile üst başlık arasında anlamsal bir bütünlük vardır. Habere konu edilen ana olay haber girişinde özetlenmiştir.

Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 5. sayfadan verdiği habere ilişkin “AB bayrakları asıldı” başlığında Kıbrıs Rum Kesimi’nin Atina Zirvesi’nde AB’ne üye olmasının ardından Güney Kıbrıs’ta yaşanan gelişmeler özetlenmiştir. Haberin ana olayı haber başlığında sembolleştirilmiştir. Haber başlığı ile üst başlık arasında anlamsal bir bütünlük söz konusudur. Haberin sunumunun yapıldığı 1. sayfada yer alan spot başlıkta haberin bütünü özetlenmiştir. Gazetenin 5. sayfasında yer alan haberin devam kısmında farklı haber başlığı ve üst başlık kullanılsa da,

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

19

İletişim 2002/16

bütün başlıklar arasında anlamlı bir paralellik vardır.. Habere konu edilen ana olay, 5. sayfada yer alan haber girişinde özetlenmiştir.

Cumhuriyet’in 18.04.2003 tarihinde 1. sayfadan verdiği habere ilişkin “Atina’da kutlama bilmecesi” başlığı Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Atina Zirvesi’nde AB’ne katılan Kıbrıs Rum Yönetimi’ni kutladığına ilişkin belirsizliği özetlemektedir. Haber başlığı ile üst başlık arasında anlamsal bir bütünlük söz konusudur. Haberin sunumunun yapıldığı 1. sayfada yer alan spot başlıkta, haberin bütünü özetlenmiştir.

Zaman’ın 17.04.2003 tarihinde 1. sayfadan yayınladığı haber-analizin “Alkışlar, Türk gazetecileri hüzünlendirdi” ve 5. sayfadaki devamındaki “Toplantının Yetimleri” başlıkları gazete muhabirinin duygu, düşünce ve serzenişleri üzerinden Kıbrıs Rum Kesimi’nin Atina Zirvesi’nde AB’ne üye olmasına ilişkin ana olayı özetlemektedir.

Haber Metinlerinin Şematik Yapısı

Cumhuriyet’in 16 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan verdiği “Rum kesimi AB üyesi” başlıklı haberin ana olayı, Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne tam üye olarak katılımıdır. Haber metninin örgüsü ve işleniş biçimi iki ayrı bölümde değerlendirilebilir. İlk bölümde gazete, Atina Zirvesi’ndeki gelişmelere ilişkin genel değerlendirmelerin yanı sıra, AB içinde Irak savaşı konusundaki bölünmeyi ve çatışmaları ele almıştır. İkinci bölümde, Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne katılımı konusunu detaylandırmıştır. Bu iki bölüm göz önüne alınarak yapılan değerlendirmede her iki konuda da muhabirin elde ettiği bilgiler esas alınmıştır. Haberde olayın arka plânına ilişkin bilgiler kısmen yer alırken, olayın bağlamına ilişkin bilgiler Kıbrıs sorunuyla ilinti kurulmasına karşın yetersiz biçimde verilmiştir.

Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Türkiye tam teslim olduğu” başlığıyla verdiği ve 4.sayfada devam eden haberin ana olayı, Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne tam üye olarak katılımıdır. Bu ana olay esas alınarak yapılandırılan haber, üç ayrı bölümde değerlendirilmelidir. Haberin ilk bölümünde CHP lideri Deniz Baykal’ın açıklamaları esas alınırken, ikinci

Murat Sadullah ÇEBİ

20

İletişim 2002/16

bölümde yine bir CHP Milletvekili olan Onur Öymen’in açıklamalarına, üçüncü bölümde ise MHP lideri Devlet Bahçeli’nin açıklamalarına yer verilmiştir. Ana olayın üç ayrı haber şeklinde verilmesi, iki ayrı bakımdan değerlendirilebilir. Birincisi, ana olayın bu şekilde işlenmesi ve sunumu, muhalif siyasal aktörlerin 59. AKP hükümetine karşı yöneltikleri eleştiriler ile okuyucuların davranış ve tutumlarını etkileme çabası olarak görülebilir. İkincisi ise, CHP’nin konuya ilişkin söylemlerini daha öne çıkarma çabası olarak ele alınabilir. Ana olayın arka plânında yer alan konu, Kıbrıs sorunu ekseninde Türkiye-AB ilişkileridir. Ana olayın işleniş biçimi bakımından değerlendirildiğinde haber, bütünüyle CHP ve MHP’yi temsil eden siyasal aktörlerin açıklamalarına dayandırılırken, sözgelimi DYP ve ANAP’ın konu ile ilgili görüşleri alınmamıştır. Haberde olayın arka plânına ilişkin bilgiler kısmen yer alırken, olayın bağlamına ilişkin bilgiler Kıbrıs sorunu ve AB genişleme süreciyle ilintili olarak yetersiz biçimde verilmiştir.

Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 5. sayfadan verdiği “AB bayrakları asıldı” başlıklı haberin ana olayı, Atina Zirvesi’nde Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne tam üye olarak katılmasıdır. Haber metninin örgüsü ve işleniş biçimi, üç ayrı bölümde değerlendirilebilir. İlk bölümde gazete, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ye üyeliğine ilişkin kendi değerlendirmelerini okuyucularına aktarırken, ikinci bölümde KKTC Ekonomi Bakanı Salih Coşar’ın Güney Kıbrıs’ın AB’ye üyeliğinin ardından yapılacak yasal düzenlemelere ilişkin açıklamalarına, üçüncü bölümde ise Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis’in konu ile ilgili değerlendirmelerine yer vermiştir. İkinci bölümde gazete ayrıca Simitis’in Rum Kesimi’ne düzenleyeceği toplantıya katılacak KKTC’deki siyasal aktörlere ilişkin bilgi vermektedir. Haberde üç farklı kaynak vardır. İlk bölümünde gazete kaynak olarak muhabirini gösterirken, ikinci bölümde Coşar’ı, üçüncü bölümde ise Simitis’i haber kaynağı olarak göstermiştir. Haber metninde, ana olayın arka plânına ve bağlamına ilişkin bilgilere yer verilmemiştir.

Cumhuriyet’in 18 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan verdiği “Kutlama bilmecesi” başlıklı haberin ana olayı, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB’ne katılımıdır. Haber metninin örgüsü ve işleniş biçimi iki ayrı bölümde değerlendirilebilir. İlk bölümde gazete, Rum Yönetimi Sözcüsü Kipros

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

21

İletişim 2002/16

Hrisostomidis’in AB Konferansı için Atina’da bulunan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB üyeliğine kabul edilmesi nedeniyle kendilerini kutladığı yönündeki açıklamalarına yer vermiştir. Bu bölümde ayrıca Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün olayın bu şekilde gelişmediğine ilişkin açıklamaları yer almıştır. İkinci bölümde ise gazete Gül’ün Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ye üyeliğine ilişkin değerlendirmelerini okuyucularına aktarılmıştır. Haberde iki farklı haber kaynağı bulunmaktadır: Rum Yönetimi Sözcüsü Hrisostomidis ve T.C. Dışişleri Gül. Ana olay ile ilgili tarafların değerlendirmeleri yansız ve dengeli biçimde verilmiştir. Ana olayın arka plânında Rum Yönetimi’nin Türkiye nezdinde meşruiyet arama çabaları yatmaktadır.

Haber Metinlerinde Cümle Yapıları ve Sözcük Seçimleri

Cumhuriyet’in 16 Nisan 2003 tarihinde 1.sayfadan verdiği “Rum kesimi AB üyesi” başlığıyla verdiği haber metninde yer alan özneleri oluşturan Rum Kesimi ve AB’ye ilişkin ifadeler etken cümle yapısıyla verilmektedir. Ancak, sözgelimi “bölünen” nitelemesi ve “acı tartışmalar” eğretilemesi aracılığıyla AB etken cümle yapısı içinden olumsuz biçimde inşa edilerek aralarındaki birlik ve beraberliğin bozulduğuna, parçalandığına gönderme yapılmakta ve üye ülkeler arasında sorunlu konular üzerinde sert, kırıcı, hoş olmayan, şiddetli tartışmaların yaşandığı ima edilmektedir. Yine Güney Kıbrıs Rum Kesimine ilişkin seçilen ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ sözcüğü gazetenin bu üyeliğin tüm ada için geçerli olamayacağına ilişkin tutumunu yansıtmaktadır. Haber metni kısa, basit ve etken cümle yapılarıyla kurulmaktadır.

Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfada “Türkiye tam teslim oldu” başlığı, 4. sayfada “Cesaretsizliğin bedeli” ve “Basiretsizlik yaptılar” başlıkları ile verdiği haber metinlerinde kurulan sentaktik yapılanmada; AB, AKP, Türkiye, Deniz Baykal, Devlet Bahçeli, Onur Öymen, Kıbrıs Rum Yönetimi, BM Güvenlik Konseyi etken cümlelerin öznelerini oluşturmaktadır. Etken cümlelerde, sözgelimi Baykal’ın açıklamalarına dayalı olarak kurulan “AB’nin politikası iflas etti”, Bahçeli’nin açıklamaları

Murat Sadullah ÇEBİ

22

İletişim 2002/16

üzerine kurulan “Basiretsizlik yaptılar”, Öymen’in açıklamaları üzerine inşa edilen “Hükümet teslimiyetçi bir politika izledi”, “AB yanlış yaptı”, “AKP kişiliksiz politika izledi” ifadeleri ve bu ifadelerde kullanılan metaforlar aracılığıyla AB’nin izlediği politikaların başarısızlığına ve AKP hükümetinin izlediği politikaların ulusal çıkarlara aykırılığına, belirsizliğine, tutarsızlığına gönderme yapılmaktadır. Öte yandan sözgelimi Baykal, Bahçeli veya Öymen’in açıklamalarına dayalı etken cümle yapıları içinden AB açık veya örtülü biçimde Kıbrıs konusunda Türkiye’ye karşı onursuz, arsız, yüzsüz, riyâkar, yapmacık politikalar izleyen, gerçek amacını gizleyen, bu tutumunu devam ettirerek gerçek niyetini ve amaçlarını açığa vurmayan; uluslar arası toplumu düzenleyen yasalara önem vermeyen, bunları kabul etmeyen veya dikkate almayan; gerçeğe uymayan eylemlerde bulunan ve yanılgıya düşen, kalıcı çözümler üretemeyen ve bu nedenle yenilgiye uğrayan bir aktör olarak olumsuz anlamda inşa edilmektedir. AKP hükümeti ise dış güçlerin art niyetli politikalarını ve dayatmalarını efendisinin buyruğu altında bulunmayı kabul eden bir emir kulu gibi kendisini aldığı buyruğu gereğince yapma yükümlülüğünde hisseden; gerçeklikle bağdaşmayan, tutarsız, korkak politikalar üreten ve bu nedenle Türkiye’yi uluslar arası politik arenada çıkmaza sokan, Kıbrıs ve AB konularında titiz davranmayan, ufuksuz ve beceriksiz bir siyasal aktör olarak kurulmaktadır. Haber metninde uzun, basit, etken cümle yapıları tercih edilmiştir.

Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 5. sayfadan “AB bayrakları asıldı” başlığıyla verdiği haber metninde yer alan özneleri oluşturan Güney Kıbrıs, KKTC Ekonomi Bakanı Salih Coşar, KKTC muhalefet liderleri UBP Genel Başkanı Derviş Eroğlu, DP Genel Başkanı Serdar Denktaş, YAP Genel Başkanı Ertuğrul Hasipoğlu, CTP Genel Başkanı Mehmet Emin Talat, TKP Genel Başkanı Hüseyin Angolemli ile ilgili ifadeler kimi zaman etken, kimi zaman edilgen cümle yapılarıyla verilmektedir. Limasol’da Girne gemisinin denize indirilmesinin sembolik anlamına dikkat çeken Cumhuriyet, bu eylem ile Rumların tüm dünyaya “yakında Girne’deyiz” mesajı verdiklerini vurgulayarak, haber metninde Rum Kesimini saldırgan, güç yanlısı, barış karşıtı olarak olumsuz anlamda yapılandırmaktadır. Güney Kıbrıs’ın “tek yanlı AB üyeliği” ifadesi ile AB’nin söz konusu kararının

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

23

İletişim 2002/16

meşruiyeti sorgulanmaktadır. Aynı cümlenin devamında yer alan “beklenen tepkiyi görmedi” ifadesi ile de, 59. AKP hükümeti ve KKTC’ndeki koalisyon hükümeti örtülü olarak eleştirilmekte ve her iki hükümet alınan karara karşı yeterli tepki göstermedikleri için olumsuz anlamda kurulmaktadır. Haber metninde, kısa/uzun, basit ve etken cümlelerin kullanıldığı görülmektedir.

Cumhuriyet’in 18 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Atina’da kutlama bilmecesi” başlığıyla yayınladığı haber metninde yer alan özneler T.C. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Rum Yönetimi Sözcüsü Kipros Hrisostomidis ile ilgili ifadeler etken cümle yapılarıyla verilmektedirler. Gazetenin söz konusu haber metninde tercih ettiği cümle yapıları incelendiğinde Rum Kesimi sözcüsünün konu ile ilgili açıklamalarını “ileri sürdü” şeklinde verdiği, buna karşılık Gül’ün ifadelerini “belirtti”, “dedi” sözcükleriyle aktardığı görülmektedir. Haberde Gül’ün AB’ye üye olan Rum Kesimi’ni kutlayıp kutlamadığına ilişkin belirgin bir ifade bulunmamaktadır. Daha çok Dışişleri Bakanı Gül’ün açıklamalarına yer verildiği haber metninde “AB vicdan azabı çekiyor” ifadesiyle AB’nin Rum Kesimi’nin katılımı konusunda insafsız bir karar verdiği, kendini yargıladığı, “AB’nin kafası karışık’ ifadesinin de ara başlık olarak kullanılmasıyla da Rum Kesimi’nin katılımının AB üye ülkeleri arasında çalkantılara yol açtığını ima edilerek Rum Kesimi’nin AB üyeliğinin meşruiyeti tartışmaya açılmaktadır. Haber metni cümle yapısı açısından incelendiğinde kısa/uzun, basit ve etken cümlelerin kullanıldığı görülmektedir.

Haber Metinlerinin İkna Dili

Cumhuriyet, 16 Nisan 2003 tarihinde 1 sayfadan “Midesiz ve Hazımsızlar” başlığı ile verdiği haberin daha çok KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş ağırlıklı olduğu söylenebilir. Cumhuriyet yayın politikası gereği, Denktaş’ın KKKTC muhalefetine karşı yönelttiği ağır eleştirileri öne çıkarmıştır. Denktaş’ın açıklamalarını tek yanlı ve geniş biçimde aktarmış, olayın taraflarına gazetenin bütününde yer vermemiştir.

Murat Sadullah ÇEBİ

24

İletişim 2002/16

Cumhuriyet’in 16 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Rum kesimi AB üyesi” başlığıyla yayınladığı haber metninde, AB’nin Atina Zirvesi’nde Kıbrıs adasının tamamı için aldığı üyelik kararının gazete tarafından kullanılan dil aracılığıyla kabul edilemez olarak kaydedilerek kararın sadece Rum kesimini kapsadığı anlatılmaktadır. Haber başlıklarının açık anlamı incelendiğinde haber başlığı ile üst başlık arasında ilk bakışta bir çelişki olduğu söylenebilir. Ancak başlıkların örtülü anlamı ve haber başlıklarında kullanımı tercih edilen sözcüklerin ideolojik arka plânı göz önünde tutulduğunda, bu başlıkların aslında amaçlı-akılcı bir seçimin, ideolojik bir tercihin yansıması olduğu ileri sürülebilir. Haber başlığında kullanılan “Rum kesimi” ifadesi biz/onlar, dost/düşman karşıtlığına dayalı olarak ötekini açık biçimde tanımlamaktadır. Haberin 5. sayfadaki devam bölümünde üst başlıkta kullanılan “Kıbrıs Cumhuriyeti” sözcüğü ise AB’nin Kıbrıs Rum Kesimi ile ilgili üyelik sözleşmesinde geçen bir ifade olup gazete bu sözcük ile arasındaki mesafeyi belirtmek için sözcüğü tırnak içinde vermiştir. Cumhuriyet, egemen söylemi veya güçlü, saygın haber kaynaklarının, birincil tanımlayıcıların söylemini onaylamak amacıyla haber başlığında “Rum Kesimi” sözcüğünü kullanmıştır. Gazete, adanın tamamını tanımlayan ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ kavramını üst başlıkta tırnak içinde verip AB’nin kararının meşruiyetini sorgularken, haber başlığında kullandığı “Rum Kesimi” kavramıyla da bu kararın Türkiye için kabul edilemez olduğuna ve sadece Rum Kesimi için geçerli olduğuna gönderme yapmaktadır. Haberde kullanılan “Rum kesimi birliğe katılıyor“ haber başlığı adanın tamamının AB’ye katılmadığını, sadece Rum Kesimi’nin katıldığını ima etmektedir.

Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Türkiye tam teslim oldu” başlığı, 4. sayfada “Cesaretsizliğin bedeli” ve “Basiretsizlik yaptılar” başlıkları ile verdiği haber metinlerini yapılandıran retorik, 59. AKP hükümetinin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ü Atina Zirvesi’ne göndermesi yönündeki tavrını Türkiye’deki muhalefet partilerinden CHP ve MHP üzerinden eleştirmeye ve okuyucuları da hükümetin bu tavrının yanlış olduğu yönünde iknaya yöneliktir. 1. sayfadaki haber başlığında kullanılan “teslim oldu” deyimi ve bu deyimi niteleyen ”tam” sözcüğü ile Türkiye’nin Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne tam üyeliği konusunda artık yapılabilecek

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

25

İletişim 2002/16

hiçbir şeyin kalmadığı, Türkiye’nin 29 yıldan beri Kıbrıs konusunda izlediği dış politikanın kökünden başarısızlığa uğradığı dolaylı olarak anlatılmaktadır. Muhalefetin “AB yanlış yaptı” ifadesi ile, AB’nin Rum Kesimini üyeliğe kabul etmesi kararının hatalı olduğu, AB’nin bu kararda yanılgıya düştüğü, Türkiye ile AB ilişkilerine gölge düştüğü anlatılmaktadır. 59. AKP hükümetinin Rum Kesimi’nin AB üyeliği konusunda izlediği dış politika ve Rum Kesimi’nin AB’ye tam üye olarak katılacağı Atina Zirvesi’ne katılım kararının Türkiye’nin temel dış politikası ve ulusal çıkarları ile uyuşmadığını vurgulayan haber retoriği, 1. sayfadaki üst başlıkta kullanılan “AKP kişiliksiz dış politika izledi” başlığındaki “kişiliksiz politika” nitelemesinin seçimi ile yapılandırılmaktadır.

Cumhuriyet’in yukarıdaki haber metnindeki ikna dili haber söylemini muhalefet partilerine mensup siyasal aktörlerin açıklamalarında yer alan “teslimiyetçi politika”, “teslim olmak”, “kişiliksiz politika”, “basiretsizlik yapmak”, “figüran olmak”, “vurdumduymazlık”, “ciddiyetsizlik” gibi olumsuz anlam yüklü deyim, niteleme ve eğretilemelerin seçimi aracılığıyla 59. AKP hükümetinin Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ye katılımı konusundaki tutumu olumsuzlamakta; “kara leke”, “çirkin ve iki yüzlü karar” gibi olumsuz anlam yüklü deyim, niteleme ve eğretilemelerin seçimi aracılığıyla da AB’nin Kıbrıs Rum Kesimi’nin üyeliği konusunda aldığı kararın yanlış olduğu ima edilmektedir.

17 Nisan 2003 tarihli Cumhuriyet’te Türkiye’deki muhalefetin görüşlerine yer verdiği “Türkiye tam teslim oldu” başlığı ile 1. sayfada yayınlanan haberde, bir tane de fotoğraf kullanılmıştır. Fotoğrafta AB katılım belgesinin imzalandığı Atina’da parlamento binası önünde toplanarak protesto gösterisi düzenleyen savaş karşıtlarının polisle çatışmaları gösterilmektedir. Fotoğraf alt yazısında polis, gösteri sırasında çıkan çatışmada savaş karşıtlarının üzerine biber gazı sıkan ve göz yaşartıcı bomba kullanan saldırgan veya etken bir aktör olarak inşa edilmektedir. Bu fotoğraf, gerçekte AB’nin kendi içinde homojen ve uyumlu olmadığını, bünyesinde bir dizi çelişkiler taşıdığını anlatmaktadır.

Murat Sadullah ÇEBİ

26

İletişim 2002/16

17 Nisan 2003 tarihli Cumhuriyet’in 4. sayfasında “Cesaretsizliğin bedeli” ve “Basiretsizlik yaptılar” başlıklarıyla yayınlanan haberlere ilişkin CHP milletvekili Onur Öymen’i otururken gösteren göğüs çekimi ve MHP lideri Devlet Bahçeli’yi ayakta gösteren birer boy çekimi fotoğraf kullanılmıştır. Onur Öymen fotoğrafta neşeli, canlı-enerjik-coşkulu, özgüveni olan bir siyasetçi imajı oluştururken; Devlet Bahçeli ciddi, donuk-durgun bir siyasetçi izlenimi uyandırmaktadır.

Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 5. sayfadan “AB bayrakları asıldı” başlığıyla yayınladığı haber metninin ikna dili, Rum Kesimi’nin AB’ye üye olmasıyla birlikte Güney Kıbrıs’taki kutlamaları, sevinç gösterilerini aktarmaya yöneliktir. Gazete, kutlamalar içerisinde yer alan Limasol kentindeki Girne adlı geminin denize indirilmesini tarihsel boyutta değerlendirerek bu davranışı Rumların yakında Girne’deyiz mesajı olarak algılamakta ve Rumları saldırgan, güç ve savaş yanlısı olarak kurmaktadır. Üst başlıkta kullanılan “bayram havası” nitelemesi Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne tam üye olarak kabul edilmesinin Güney Kıbrıs Rum halkı arasında sevinçle karşılandığına ve bu özel günün Rumlar için ulusal bakımdan önemi olan ve kutlanması gereken özel bir gün olduğuna gönderme yapmaktadır.

Cumhuriyet, 18 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Atina’da kutlama bilmecesi” başlığıyla yayınladığı haber metninin ikna dili, okuyucuların kafasında soru işaretleri oluşturmaya yöneliktir. Gazete, okuyucuyu düşündürmeye veya kaygılandırmaya yönelik bir ikna dili kullanılmıştır. Gül’ün Rum Kesimi’ni AB üyeliği için tebrik etmesi konusu muamma gibi sunularak okuyucularda Kıbrıs konusundaki Türk dış politikasından ödün mü verildi düşüncesi oluşturulmaya çalışılmış ve AKP hükümeti haber metnini yapılandıran bu retorikle örtülü biçimde eleştirilmeye çalışılmıştır. Haber başlığında kullanılan “kutlama bilmecesi” sözcüğü ile konunun muğlak olduğu belirtilmektedir. Haber başlığı, gazetenin Dışişleri Bakanı Gül’ün konuya ilişkin açıklamalarına olan güvensizliğinin göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Söz konusu haberin 10. sayfadaki devam bölümünün tam altında AB Atina Zirvesi’nin 16 Nisan 2003 tarihli ilk gününde çekilen aile fotoğrafında

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

27

İletişim 2002/16

yer almayan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ü ve diğer AB liderlerini 17 Nisan 2003 Perşembe günü ellerinde zeytin dallarıyla görüntüleyen AB aile fotoğrafına yer verilmiştir. Fotoğrafta, haberde yer alan olumsuzlukların aksine Abdullah Gül’ü barışın simgesi olan zeytin dalına uzanırken neşeli, canlı-enerjik-coşkulu, kararlı kişilik özellikleri çağrıştıran bir vücut diliyle gösteren imgesi yer almaktadır.

Zaman, 17 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Alkışlar, Türk gazetecileri hüzünlendirdi” başlığı, ve 11. sayfadaki devamında “Toplantının Yetimleri” başlığıyla verdiği haber-analizin ikna dili okuyucuların duygularına seslenmektedir. Toplantının yetimleri eğretilemesi ile Atina Zirvesi’ne katılan bir avuç Türk gazetecisinin yalnızlığı, hüznü, garipliği öne çıkarılırken Türkiye’nin Kıbrıs politikasının uluslar arası arenada destek bulamadığına gönderme yapılmaktadır.

3. Kıbrıs Sorunu

3.1. Nitel İçerik Çözümlemesi

Cumhuriyet,18 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Türkiye, BM çözümünde ısrarlı” başlığıyla verdiği haberde Türkiye’nin, Atina Zirvesi’nde Kıbrıs Rum Kesiminin AB’ye girmesinin ardından Kıbrıs sorunu ile ilgili başlayan yeni süreci değerlendirmiştir. Haberde Türkiye’nin 1 Mayıs 2004’e kadar izleyeceği Kıbrıs politikasını “Türkiye, BM çözümünde ısrarlı” haber başlığıyla özetlemiştir. Annan plânı konusunda ise gazete ilginç bir ara başlık kullanarak bugüne kadar bir çok kez tartışılan plânı okuyucularına “Adil çözüm” ifadesiyle sunmuştur. Haberin ayrıntılarında konuyla ilgili herhangi bir açıklayıcı bilgi bulunmaması, yorumun muhabire yani gazeteye ait olduğunu göstermektedir. Kıbrıs sorununa ilişkin gelişmeler konusunda da çeşitli öngörüler sunan gazete, Annan plânı çerçevesinde her iki tarafın ileri bir tarihte temsilcilerinin bir araya gelebileceğini belirtmiştir. Gazete ayrıca haberin son bölümünde Türkiye’nin AB üyeliği konusunda Kıbrıs’ı sorun olarak gündeme getirmeyeceği yorumunda bulunmuştur (Cumhuriyet, Türkiye, BM çözümünde ısrarlı, 18.04.2003, s. 1, 10).

Murat Sadullah ÇEBİ

28

İletişim 2002/16

Cumhuriyet, 18 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “K. Kıbrıs’ta karışıklık” başlığı ile verdiği haberde Cumhuriyetçi Türk Partisi lideri Mehmet Ali Talat’ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla AB’ye kabul edilmesine ve Kıbrıs sorununa yönelik açıklamalarına yer verilmiştir. Cumhuriyet, GKRY’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla AB’ye kabul edilmesinin, aylardan beri birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın hazırladığı belgenin kabulü konusunda KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a baskı uygulayan KKTC muhalefetini kaygılandırdığını belirtmektedir. Gazetede fotoğrafsız olarak yer alan haberde CTP lideri Kıbrıs sorunu ile ilgili açıklamalarda bulunmakta ve Denktaş’ı Kıbrıs sorunu konusunda çözüm istememekle suçlamaktadır. Tartışmalarla ilgili olarak, söz konusu haberde Cumhurbaşkanı Denktaş ve iktidarın muhalefet liderinin kendilerine yönelttiği eleştirilere ilişkin herhangi bir açıklaması yer almamaktadır (Cumhuriyet, K. Kıbrıs’ta karışıklık, 18.04.2003, s. 1, 10).

Zaman, 17 Nisan 2003 tarihinde manşetten yayınladığı özel haberde, Avrupa Komisyonu Başkanı Romano Prodi’nin Atina’da düzenlenen AB Zirvesi’nde Kıbrıs sorunu konusundaki açıklamalarına yer vermiştir. Prodi açıklamasında, Rumların AB’ye üye olmasına rağmen Kıbrıs’ta çözümün uzak olmadığını, bölünmüşlüğün geçici olduğunu ve Rum Kesimi’nin AB’ye üye olmasına rağmen bir uzlaşmaya varılacağını kaydetmiştir (Romano Prodi: Kıbrıs’ta çözüm uzak değil, bölünmüşlük geçici, Zaman, 17.04.2003, s. 1, 11).

Zaman, 17 Nisan 2003 tarihinde 11. sayfadan yayınladığı haberde KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın Atina Zirvesi’nde Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ye tam üye olmasıyla sorunun çözülmediğine, Kıbrıs sorununun AB üyeliği için bir önkoşul olarak dayatılmasının Türkiye tarafından kesin bir dille reddedileceğine ilişkin 59. AKP hükümetinden beklentilerini içeren açıklamalarına yer vermiştir:. Denktaş AB’nin Türkiye’yi tam üye olarak kabul edeceği zaman Kuzey Kıbrıs’ı da tam üye olarak kabul etmesi gerektiğini söyleyerek, böylece iki Kıbrıs’ın AB içinde birleşebileceği önerisini yaparak bu durumun AB karşısında Türkiye’ye önemli bir koz verdiğinin altını çizmiştir (Zaman, Denktaş: İki Kıbrıs AB içinde birleşsin, 17.04.2003, s. 11)

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

29

İletişim 2002/16

Zaman, 17 Nisan 2003 tarihinde 11. sayfadan yayınladığı haberde 16 Nisan 2003 tarihinde düzenlenen Atina Zirvesi’nde Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ye tam üyelik anlaşmasını imzalayan Rum lideri Papadopulos’un, Kıbrıs sorunu ile ilgili açıklamasına yer vermiştir. Haberde, Rum liderinin bazı açıklamaları kendi söylemleriyle verilirken bazı açıklamaları ise gazete tarafından iddia olarak nitelendirilmiştir. (Rum lider Papadopulos’tan çözüm için ‘çalışma sözü’, Zaman, 17.04.2003, s. 11) Öte yandan Rum liderin haberde yer alan açıklamalarını nerede yaptığı konusunda herhangi bir bilgi yer almamaktadır. Aynı tarihli Zaman’da yer alan bir diğer haberde ise, daha önceki Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin Kıbrıs politikaları eleştirilmekte ve Türk tarafını suçlayan 1475 sayılı BM kararının Türkiye’nin desteklemesi sonucu yayınlandığının ortaya çıktığı ileri sürülmektedir (Zaman, Türkiye, aleyhindeki BM kararını desteklemiş, 17.04.2003, s. 11). Haber iki ayrı bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde gazete, kaynağı belirsiz bir kararı edinilen bilgiye göre ifadesiyle haberinin başlığına taşımıştır. Haberin başlığında kullanılan –miş eki, geçmiş zamanın dışında habere ayrıca eleştiri anlamını da katmaktadır. “-Türkiye, aleyhindeki BM Kararını desteklemiş”. Kullanılan bu ifade haberde anlam karmaşasına da neden olmaktadır. Türkiye aleyhindeki BM kararının desteklenmesiyle, Kıbrıs sorununun BM gündeminde kalmasının Türkiye açısından olumlu veya olumsuz olup olmadığı konusunda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bu da haberde anlam kargaşası ve karışıklığına neden olmaktadır. Haberin ikinci bölümünde ise Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün sorunlu bir ülke olan Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ye katılması fikrinin doğru olmadığı, Rum Kesimi’nin Türkiye’nin AB projesini gölgeleyemeyeceği yönündeki açıklamalarına yer verilmiştir.

Zaman 18 Nisan 2003 tarihinde manşetten verdiği haberde Türkiye’nin Kıbrıs politikasının uygulamadaki sonuçlarını eleştirmektedir. Gazete, KKTC’lilere vatandaşlık hakkı tanımak isteyen Ankara’nın, uygulamada düşündürücü yasaklar koyduğunu belirtmektedir. KKTC uyruklu olduğu için İzmir Devlet Senfoni Orkestrası yönetim kurulu üyeliği seçiminde oy kullanamayan Viyola Sanatçısı Hasan Cemi’in açıklamalarını haber haline getirmiştir. Gazete bugüne kadar var olan bir durumu Atina

Murat Sadullah ÇEBİ

30

İletişim 2002/16

Zirvesi’nin ardından gündeme taşıyarak bu konuda yapılan yanlışlıklara dikkat çekmeye çalışmaktadır. Haberde sisteme yönelik bir eleştiri ve hükümete yönelik bir uyarı mevcuttur. Haber de kullanılan “Kuzey Kıbrıs Türkü’ne üvey evlat muamelesi” başlığıyla Türkiye’nin KKTC ile ilgili reel dış politikası eleştirilmektedir. Haberde fotoğraf kullanılmamıştır (Zaman, KKTC’li olduğu için orkestra seçiminde oy kullanamadı, 18.04.2003, s.1).

3.2. Eleştirel Söylem Çözümlemesi

“Kıbrıs Sorunu” kategorisi ekseninde, Tablo 3’de yer alan haberlere eleştirel söylem çözümlemesi uygulanmıştır.

Gazete Yayın Tarihi Başlıklar Sayfa Cumhuriyet 18 Nisan 2003 Haber Başlığı: - Türkiye, BM çözümünde

ısrarlı Üst Başlık: Rum Kesimi’nin AB’ye girmesinin ardından Ankara yeni strateji belirlemeye çalışıyor.

10

Cumhuriyet 18 Nisan 2003 Haber Başlığı: - K. Kıbrıs’ta karışıklık Üst Başlık: Rumların AB üyeliği.

1 ve 10

Zaman 17 Nisan 2003 Haber Başlığı: -Romano Prodi: Kıbrıs’ta çözüm uzak değil, bölünmüşlük geçici.

1

Zaman 17 Nisan 2003 Haber Başlığı: -Denktaş: İki Kıbrıs AB içinde birleşsin.

11

Zaman 17 Nisan 2003 Haber Başlığı: -Rum lider Papadopulos’tan çözüm için ‘çalışma sözü’.

11

Tablo 3: Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne Tam Üyeliği Kategorisi Ekseninde Eleştirel Söylem Çözümlemesi Uygulanan Haberler

Haber Metinlerinin Tematik Yapısı

Cumhuriyet’in 18 Nisan 2003 tarihinde 10. sayfadan verdiği haberin “Türkiye, BM çözümünde ısrarlı” şeklindeki başlığı Türkiye’nin Güney Kıbrıs’ın AB’ye üyeliğinin ardından ortaya çıkan yen durum karşısında izlemeyi düşündüğü Kıbrıs politikasını yansıtmaktadır. Haber başlığı Güney Kıbrıs’ın AB’ye üyeliğinin ardından yalnız kalan Türkiye’nin Kıbrıs sorununun çözümünde uluslar arası platformda tüm ülkelerin kabul edeceği bir destek arayışına girdiğini ve Kıbrıs sorunu uluslar arası kamuoyuna

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

31

İletişim 2002/16

taşımaya çalıştığını ifade etmektedir. Bu başlıkta ayrıca Türkiye’nin KKTC’ye uluslar arası platformda meşruiyet sağlamak amacıyla Kıbrıs sorununu AB platformundan BM platformuna çekmek istediği konusu üzerinde durduğu anlatılmaktadır. Haber başlığında habere konu edilen olay özetlenmiştir. Haber başlığı ile üst başlık arasında anlamsal bir bütünlük bulunmamaktadır. Haber başlığında Türkiye’nin Kıbrıs sorununun çözümü konusunda Birleşmiş Milletler Örgütünü merkeze aldığı vurgulanırken, üst başlıkta Kıbrıs sorunu konusunda Türkiye’nin yeni strateji belirlemeye çalıştığı ifade edilmektedir.

Cumhuriyet’in 18 Nisan 2003 tarihinde “K. Kıbrıs’ta karışıklık” başlığı ile 1. sayfadan verdiği ve 10. sayfada devamı olan haberi, Avrupa Cumhuriyetçi Türk Partisi lideri Mehmet Ali Talat’ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla AB’ye kabul edilmesinden sonra KKTC muhalefetinde oluşan endişeleri yansıtmaktadır. Haber başlığında KKTC muhalefetinin kaygısı özetlenmektedir. Haberin bütünlüğü haber başlığına yansıtılmıştır. Haberde, hem 1. sayfada hem de devam sayfası olan 10. sayfada farklı, ancak anlamsal bütünlük bakımından birbiriyle uyumlu haber başlıkları ve üst başlıklar kullanılmıştır. Haberin kurgusunda ana olaya ilişkin özet bilgi okuyucuya 1. sayfadaki spotta verilmiş, ayrıntılar ise haberin metin bütünlüğüne dağıtılmıştır.

Zaman’ın 17 Nisan 2003 tarihinde manşetten verdiği haberin “Romano Prodi: Kıbrıs’ta çözüm uzak değil, bölünmüşlük geçici” şeklindeki başlığı Avrupa Komisyonu Başkanı’nın mevcut durumun Türkiye ve KKTC tarafından olumsuz olarak nitelenmemesi, Kıbrıs sorununun çözümün yakın olduğuna, bölünmüş bir Kıbrıs’ı bir olgu olarak kabul etmekle birlikte bölünmüşlüğün kalıcı olmadığına, çok sürmeyeceğine ilişkin beklenti ve umutlarını yansıtmaktadır. Haber başlığında habere konu edilen olay özetlenmiştir.Fotoğraf, haber başlığı ve haber metni arasında yer alan spotta Prodi’nin Kıbrıs sorununa ilişkin açıklamaları özetlenmiştir. Haber başlığındaki semantik ve sentaktik yapı incelendiğinde okuyucu zihninde olumlu beklentiler oluşturabilecek sözcüklerin seçildiği gözlenmektedir.

Murat Sadullah ÇEBİ

32

İletişim 2002/16

Zaman’ın 17 Nisan 2003 tarihinde 11. sayfadan verdiği haberin “Denktaş: İki Kıbrıs AB içinde birleşsin” şeklindeki başlığında, KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş Kıbrıs’ın bir bütün olarak AB’ye üye olduğuna ilişkin AB ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin argümanlarını kabul etmediğini vurgularken, bu konudaki çözüm önerisini ise Güney Kıbrıs ile birlikte Kuzey Kıbrıs’ın da AB’ye üyeliği olarak göstermektedir. Haberin bütünlüğü, haber başlığına yansıtılmıştır. Haberde üst ve alt başlık kullanılmamıştır. Haberin ana temasını oluşturan unsurlar, haber girişi yerine haber metnine dengeli biçimde dağıtılmıştır.

Zaman’ın 17 Nisan 2003 tarihinde 11. sayfadan verdiği haberin “Rum lider Papadopulos’tan çözüm için ‘çalışma sözü’” şeklindeki başlığında Rum lider Papadopulos’un Kıbrıs sorununun Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ye katılımı ile birlikte çözülmediğine ilişkin reel gerçekliği kabul ettiğine, Kıbrıs sorununun çözümü için çaba göstereceğine ilişkin kararlılığı yansıtılmaktadır. Haberin bütünlüğü haber başlığına yansıtılmıştır. Haberde üst ve alt başlık ve spot kullanılmamıştır. Haberin kurgusunda ana olaya ilişkin özet bilgi okuyucuya haberin giriş bölümünde verilmiş, ayrıntılar ise haberin metin bütünlüğüne dağıtılmıştır.

Haber Metinlerinin Şematik Yapısı

Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. ve 5. sayfalardan verdiği “Midesiz ve hazımsızlar” başlıklı haberin ana olayı Atina Zirvesi’nde Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne tam üyeliğinin ardından Yunanistan Başbakanı Simitis’in Güney Kıbrıs’ta yapacağı toplantı davetine ilişkin KKTC’deki tartışmalardır. Haber metninin yapılandırılması tek bölüm şeklinde değerlendirilebilir. Haber öyküsü bütünüyle Denktaş’ın açıklamaları üzerine inşa edilmiştir. Haber metnine konu olan ana olayın arka plânında Kıbrıs sorununa KKTC muhalefet partilerinin yaklaşımı yer almaktadır. Siyasal iktidar mücadelesiyle bugüne kadar varolan bu tartışmalar KKTC muhalefet parti liderlerinin Simitis’in davetine katılacaklarını açıklamalarıyla su yüzüne çıkmıştır. Haber metninde olayın arka plânı ve bağlamına ilişkin bilgiler kısmen ve yetersiz biçimde yer almıştır.

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

33

İletişim 2002/16

Cumhuriyet’in 18 Nisan 2003 tarihinde 10. sayfadan “Türkiye, BM çözümünde ısrarlı” başlığıyla verdiği haberin ana olayı Kıbrıs sorunudur. Haber metni iki ayrı bölümde yapılandırılmıştır. Birinci bölümde Güney Kıbrıs Yönetimi’nin AB’ye katılımıyla başlayan yeni süreç değerlendirilirken, ikinci bölümde ise Türkiye’nin 1 Mayıs 2004’e kadar Kıbrıs konusunda izleyeceği politikası ana başlıklar halinde sıralanarak tartışılmıştır. Haberin kaynağı gazetenin muhabiri ve editoryal yapısında yer alan aktörlerdir. Haber metnine konu olan ana olayın arka plânında Atina Zirvesi’nde Kıbrıs Rum Kesimi’nin tam üye olmasıyla birlikte Kıbrıs sorunuyla ilgili belirsizliğin ortaya konulma çabası yatmaktadır. Haber metninde olayın arka plânı ve bağlamına ilişkin bilgiler kısmen ve yetersiz biçimde yer almıştır.

Cumhuriyet’in 18 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan verdiği ve 10. sayfada devamı olan haberin “K. Kıbrıs’ta karışıklık” başlığı ile yayınladığı haberi ana olayı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla AB’ye kabul edilmesinden sonra KKTC muhalefetinde oluşan endişedir. Haber metni tek bölümde yapılandırılmıştır. Haberde Güney Kıbrıs Yönetimi’nin AB’ye katılımından sonra KKTC muhalefet partilerinden Cumhuriyetçi Türk Partisi lideri Mehmet Ali Talat ve Toplumcu Kurutuluş Partisi lideri Hüseyin Angolemli’nin Rum Kesimi’ne yönelik endişelerini içeren açıklamaları yer almıştır. Haber yukarıda yer alan siyasal aktörlerin açıklamaları üzerine inşa edilmiştir. Haber metnine konu olan ana olayın arka plânında Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne tam üye olarak katılımı ekseninde Kıbrıs sorunu yer almaktadır. Haber metninde olayın arka plânı ve bağlamına ilişkin bilgiler kısmen ve yetersiz biçimde yer almıştır.

Zaman’ın 17 Nisan 2003 tarihinde manşetten “Romano Prodi: Kıbrıs’ta çözüm uzak değil, bölünmüşlük geçici” başlığıyla verdiği haberin ana olayı Kıbrıs sorunudur. Haber metninin örgüsü iki ayrı bölümde değerlendirilebilir. Birinci bölümde Kıbrıs sorunu ile ilgili Avrupa komisyonu Başkanı Romano Prodi, AB Ortak Savunma ve Dış Politika Yüksek Temsilcisi Javier Solano, Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu, Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis, AB Komisyonu

Murat Sadullah ÇEBİ

34

İletişim 2002/16

Genişlemeden Sorumlu Üyesi Günther Verhaugen’in Kıbrıs sorununa ilişkin açıklamalarına yer verilmiştir. İkinci bölümde ise BM’nin Irak sürecinde güçlendirilmesi konusu ele alınmıştır. Irak konusunda BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın çalışmalarına yer verirken AB liderlerinin de tutumlarını okuyucularına aktarmıştır. Haber yukarıda yer alan aktörlerin açıklamaları üzerine inşa edilmiştir. Haber metnine konu olan ana olayın arka plânında Kıbrıs Rum Kesimi’nin tam üye olarak AB’ne katılımı konusu yer almaktadır. Haber metninde olayın arka plânı ve bağlamına ilişkin bilgiler kısmen ve yetersiz biçimde yer almıştır.

Zaman’ın 17.04.2003 tarihinde 11. sayfadan “Denktaş: İki Kıbrıs AB içinde birleşsin” başlığıyla verdiği haberin ana olayı Kıbrıs sorunudur. Haber metninin örgüsü iki ayrı bölümde değerlendirilebilir. Birinci bölümde KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ın Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ adı altında AB’ye üyeliğine ilişkin eleştirileri yer alırken, ikinci bölümde ise Denktaş’ın Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis’in Güney Kıbrıs’ta düzenlediği toplantıya ilişkin değerlendirmeleri yer almıştır. Haber, Denktaş’ın açıklamaları üzerine inşa edilmiştir. Haber metnine konu olan ana olayın arka plânında Denktaş’ın Atina Zirvesi’nde Kıbrıs Rum Kesimi’nin üyeliğinin meşruiyetini kabul etmemesi yer almaktadır. Haber metninde olayın arka plânı ve bağlamına ilişkin bilgiler kısmen ve yetersiz biçimde yer almıştır.

Zaman’ın 17.04.2003 tarihinde 11. sayfadan “Rum lider Papadopulos’tan çözüm için ‘çalışma sözü’” başlığıyla verdiği haberin ana olayı Kıbrıs sorunudur. Haber metninin örgüsü tek bölümde değerlendirilebilir. Gazete Rum Kesimi lideri Tasos Papadopulos’un Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin görüşlerine yer vermiştir. Haber, Papadopulos’un açıklamaları üzerine inşa edilmiştir. Haber metnine konu olan ana olayın arka plânında Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB üyeliği yatmaktadır. Haber metninde olayın arka plânı ve bağlamına ilişkin bilgiler kısmen ve yetersiz biçimde yer almıştır.

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

35

İletişim 2002/16

Haber Metinlerinde Cümle Yapıları ve Sözcük Seçimleri

Cumhuriyet’in 17 Nisan 2003 tarihinde 1. ve 5. sayfalardan “Midesiz ve hazımsızlar” başlığıyla verdiği haber metninde kurulan sentaktik yapılanmada Denktaş, etken cümlelerin temel öznesi konumundadır. Etken cümlelerde Denktaş’ın eleştirilerinin odağında yer alan KKTC muhalefet parti liderleri ulusal Kıbrıs davasına aykırı tutum ve davranışlar sergileyen siyasal aktörler olarak olumsuz ifadelerle inşa edilmekte ve sunulmaktadırlar. Haber metninde “Midesizler”, “hazımsızlar”, “Rumlar’a göre bu partiler” gibi Denktaş’ın kullandığı sözcükler ve ifadeler aracılığıyla KKTC muhalefet liderleri kendi devletlerinin varlığını kabul etmeyen, devletlerine saygı duymayan, Rumların gizli niyetlerine aracılık eden, davalarına köstek olan aktörler olarak olumsuz biçimde kurulmuşlardır. Haber metninde uzun, basit ve etken cümle yapıları kullanılmıştır.

Cumhuriyet’in 18 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “Türkiye, BM çözümünde ısrarlı” başlığıyla verdiği haber metninde kurulan sentaktik yapılanmada; Türkiye etken cümlelerin temel öznesi konumundadır. Etken cümlelerde Türkiye “ısrarlı”, “adil çözüm”, “ilhak gündem dışı”, “çözüm isteyen taraf” gibi belirgin veya örtülü sözcük ve ifadelerle çözüm isteyen, barış yanlısı, uzlaşmacı bir aktör olarak olumlu anlamda inşa edilmekte ve sunulmaktadır. Haber metninde uzun/kısa, basit ve etken cümle yapıları kullanılmıştır.

Cumhuriyet’in 18 Nisan 2003 tarihinde “K. Kıbrıs’ta karışıklık” başlığı ile 1. sayfadan verdiği ve 10. sayfada devamı olan haber metninde kurulan sentaktik yapılanmada; KKTC, KKTC muhalefeti, CTP lideri Mehmet Ali Talat, TKP lideri Hüseyin Angolemli etken cümlelerin temel öznesi konumundadır. “Muhalefet de kaygılandı”, “Rumların üyeliği KKTC’yi karıştırdı”, “Denktaş’a baskı uygulayan muhalefet” gibi ifadelerdeki sözcük seçimleri ile muhalefet olumsuz olarak sunulmaktadır. Haber metninde uzun/kısa, basit ve etken cümle yapıları kullanılmıştır.

Zaman’ın 17 Nisan 2003 tarihinde manşetten “Romano Prodi: Kıbrıs’ta çözüm uzak değil, bölünmüşlük geçici” başlığıyla verdiği haber metninde kurulan sentaktik yapılanmada; Prodi, Solana, Papandreu, Simitis,

Murat Sadullah ÇEBİ

36

İletişim 2002/16

Verheugen Türkiye etken ve edilgen cümlelerin temel öznesi konumundadır. Prodi, Kıbrıs sorununda çözüm isteyen bir aktör olarak olumlu anlamda sunulmaktadır. Simitis ise etken cümlelerde Kıbrıs sorununun çözümü için öneriler getirmeyen bir aktör olarak olumsuz anlamda yapılandırılmıştır. Haber metninde kısa, basit ve etken cümle yapıları kullanılmıştır.

Zaman’ın 17 Nisan 2003 tarihinde 11 sayfadan “Denktaş: İki Kıbrıs AB içinde birleşsin” başlığıyla verdiği haber metninde kurulan sentaktik yapılanmada; Denktaş etken cümlelerin temel öznesi konumundadır. Etken cümlelerde Denktaş Kıbrıs sorununa çözüm isteyen bir aktör olarak olumlu biçimde inşa edilmekte ve sunulmaktadır. Haber metni kısa, basit ve etken cümle yapıları üzerine inşa edilmiştir.

Zaman’ın 17 Nisan 2003 tarihinde 11 sayfadan “Rum lider Papadopulos’tan çözüm için ‘çalışma sözü’” başlığıyla verdiği haber metninde kurulan sentaktik yapılanmada; Papadopulos etken cümlelerin öznesi olduğu dikkat çekmektedir. Haber metninde Kıbrıs Rum kesimi lideri Kıbrıs sorununa çözüm isteyen bir aktör olarak olumlu biçimde inşa edilmekte ve sunulmaktadır. Haber metninde kısa, basit ve etken cümle yapıları kullanılmıştır.

Haber Metinlerinin İkna Dili

Cumhuriyet, 17 Nisan 2003 tarihinde 1. ve 5. sayfalardan “Midesiz ve hazımsızlar” başlığıyla verdiği haber metnindeki ikna dili, olayın taraflarından yalnızca KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ın açıklamalarından yapılan sözcük seçimleri ve alıntılar ile yapılandırılmaktadır. Haberde, Denktaş’ın Yunanistan Başbakanı Simitis’in Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nde düzenleyeceği toplantı için yaptığı daveti kabul eden KKTC muhalefet partileri liderlerine yönelik “midesizler”, “hazımsızlar” şeklindeki suçlamaları aktarılmaktadır. Haber başlığında ve haber metninde kullanılan bu sözcükler KKTC muhalefet partileri liderlerinin ulusal Kıbrıs politikasını aykırı hareket ettikleri, kendi devletlerine saygılı davranmadıkları ve bu hareketin tiksinti verici, iğrendirici olduğu açık biçimde belirtilmektedir. KKTC muhalefet partisi liderlerinin Simitis’in davetinden büyük

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

37

İletişim 2002/16

memnuniyet duydukları ise Denktaş’ın ağzından “koşa koşa gitmek” deyimi ile ima edilmektedir. Cumhuriyet’in bu haberde kullandığı ikna dili, daha çok sözcüklerin deyim veya yan anlamlarını kullanmasıyla yapılandırılmaktadır.

Cumhuriyet’in 18 Nisan 2003 tarihinde 10. sayfadan “Türkiye, BM çözümünde ısrarlı” başlığıyla verdiği haberin ikna dili Türkiye’yi Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik öneriler ortaya koyan bir taraf olarak vurgulayan “ısrarlı” sözcüğünün seçimiyle yapılandırılmaktadır. Cumhuriyet’in ikna dili daha çok sözcüklerin düz anlamlarının tercih edilmesiyle kurulmaktadır.

Cumhuriyet’in 18 Nisan 2003 tarihinde 1. sayfadan “K. Kıbrıs’ta karışıklık” başlığı ile yayınladığı haber metninin ikna dili, aylardan beri Annan plânının kabulü konusunda Denktaş’a baskı uygulayan KKTC’deki muhalefetin Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ye katılımından sonra Rumlar’ın Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik sert bir tavır sergileyeceklerine yönelik kaygılarını yansıtmaktadır. “Muhalefet de kaygılandı”, “Rumların üyeliği KKTC’yi karıştırdı”, “Denktaş’a baskı uygulayan muhalefet” gibi ifadelerdeki sözcük seçimleri ile muhalefetin endişe ve üzüntüyle karışık düşüncelere daldığı, kafasının bulandığı, aylardan beri Annan belgesini kabul etmesi için Denktaş’a dayatma yapan muhalefetin yeni süreçten hoşnutsuzluğu vurgulanmaktadır. Gazetenin KKTC muhalefetinin hoşnutsuzluğunu yansıtmaya yönelik ikna dili, sözcüklerin düz anlamlarının tercih edilmesiyle yapılandırılmaktadır.

17 Nisan 2003 tarihinde manşetten “Romano Prodi: Kıbrıs’ta çözüm uzak değil, bölünmüşlük geçici” başlığıyla verdiği haber metnindeki Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik ikna dili AB Komisyonu Başkanı Prodi’nin Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik öngörüleri ve beklentilerini içeren açıklamalarındaki sözcük seçimleri ile kurulmaktadır. “Çözüm uzak değil”, “bölünmüşlük geçici” sözcükleri ile Prodi’nin ağzından Kıbrıs sorununun çözümünün yakın olduğu ve Kıbrıs’taki bölünmenin yapay olduğu vurgulanmaktadır. Aynı şekilde spotta kullanılan “rağmen” sözcüğü ile Prodi’nin Rumlar’ın AB’ye katılmasının Kıbrıs’ta uzlaşmaya varılmasını

Murat Sadullah ÇEBİ

38

İletişim 2002/16

engellemeyeceği dile getirilmektedir. Cumhuriyet’in ikna dili daha çok sözcüklerin düz anlamlarının tercih edilmesiyle yapılandırılmaktadır.

Zaman’ın 17 Nisan 2003 tarihinde 11 sayfadan “Denktaş: İki Kıbrıs AB içinde birleşsin” başlığıyla verdiği haber metnindeki Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik ikna dili, KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ın Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik önerilerini içeren açıklamalarındaki sözcük seçimleri ile kurulmaktadır. Gazetenin Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik ikna dili daha çok sözcüklerin düz anlamlarının tercih edilmesiyle yapılandırılmaktadır.

Zaman’ın 17.04.2003 tarihinde 11. sayfadan “Rum lider Papadopulos’tan çözüm için ‘çalışma sözü’” başlığıyla verdiği haber metnindeki Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik ikna dili, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Cumhurbaşkanı Papadopulos’un Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik önerilerini içeren açıklamalarındaki sözcük seçimleri ile kurulmaktadır. Haber metninde Papadopulos’un Kıbrıs sorununun adil ve kalıcı biçimde çözüm çabalarını sürdürmeyi taahhüt ettiğine ilişkin açıklamaları haber başlığında tırnak içinde ‘çalışma sözü’ ifadesi ile verilmektedir. Gazetenin Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik ikna dili sözcüklerin düz ve yan anlamlarının tercih edilmesiyle yapılandırılmaktadır. Söz gelimi ‘suni duvarlar’. Gazete ayrıca Papadopulos’un açıklamalarındaki ifadeleri veya söz gelimi ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ gibi sözcükleri alıntılarla vererek; “dedi”, “savundu”, “şeklinde konuştu”, “öne sürdü”, “söyledi” gibi sözcükleri tercih ederek bu açıklamalar ile arasındaki mesafeyi ortaya koymaktadır.

4. Bulgular ve Tartışma

Bu çalışmada, 16 Nisan 2003 AB Atina Zirvesi’nin Türk yazılı basınında sunumunu inceledik. Örneklem olarak genel yayın politikaları açısından siyasal-ideolojik yelpazenin solunda ve sağında yer alan ulusal çapta dağıtılan ve günlük olarak yayınlanan Cumhuriyet ve Zaman gazetelerini seçtik. Genel bir karşılaştırma yapmak amacıyla, tüm haberler ve fotoğrafları nitel içerik çözümlemesinin özetleyici analiz tekniği ve

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

39

İletişim 2002/16

eleştirel söylem çözümlemesi ile inceledik. Özetleyici içerik analizi için belirlenen kategorilere dayanarak haber metinlerinde yer alan mesajların örtülü anlamlarını ele aldık. Eleştirel söylem çözümlemesinde, aynı araştırma kategorilerini kullanarak makro ve mikro yapısal özellikleri ekseninde haber metinlerinde anlamın inşasını inceledik. Haberleri makro yapısal özellikleri bakımından başlık, alt başlıklar, spot paragrafları ve giriş cümleleri temelinde tematik olarak çözümledik. Ayrıca, haberlerin şematik yapısını da ayrıntılı biçimde inceledik. Haberleri mikro yapısal özellikleri bakımından ise cümle yapıları, sözcük seçimleri ve metinde kurulan ikna dili temelinde çözümledik.

Yunanistan’ın Dönem Başkanlığı’nda 16 Nisan 2003 tarihinde yeni ülkelerin AB’ne katılımı amacıyla düzenlenen Atina Zirvesi, Türkiye’deki günlük gazetelerin haberlerinde daha çok Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne katılımı, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne tam üyeliği, bu katılımın Kıbrıs sorunu üzerindeki etkileri bağlamında ele alınmıştır.

Cumhuriyet, 59. AKP hükümetinin Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne katılımı konusunda almış olduğu karara karşı doğrudan, açık bir tutum almamıştır. Gazete, 59. AKP hükümetinin Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne katılımına ilişkin tavrına haber metinlerinde öne çıkardığı KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve CHP İstanbul Milletvekili Onur Öymen ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ağır eleştiri yüklü ifadeleri aracılığıyla dolaylı bir biçimde karşı çıkmıştır. Cumhuriyet, Atina Zirvesi’ne katılım kararının yansıtılmasında Dışişleri Bakanı Abdulah Gül’ü, dolayısıyla 59. AKP hükümetini öne çıkararak haberlerinin bütününde okuyucuya doruğa katılım kararının iktidar partisinin belirlediği bir dış politika ekseninde alındığı izlenimini vermeye çalışmıştır. Öte yandan gazete, Atina Zirvesi’ni okuyucuya yalnızca tek bir boyuttan sunmuştur. Atina Zirvesi, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB’ne katılımı şeklinde sunulmuş, böylelikle Türkiye açısından olumsuzluk taşıyan bir gelişmenin tetikleyicisi veya nedeni olarak örtülü biçimde 59. AKP hükümeti gösterilmeye çalışılmıştır.

Murat Sadullah ÇEBİ

40

İletişim 2002/16

Zaman, Türkiye’nin Atina Zirvesi’ne katılımı konusunda olumlu bir tutum sergilemiştir. “Gayrı resmi” nitelemesiyle Atina Zirvesi’nin özel bir toplantı olduğunu ima eden gazete, Avrupa ülkelerinin hükümet veya devlet başkanı düzeyinde katıldığı imza törenine Türkiye’nin yalnızca büyükelçi düzeyinde temsil edilmesi kararını alan AKP hükümetinin tavrını örtülü biçimde desteklemiştir.

Cumhuriyet, Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne üyeliğine karşı doğrudan bir tutum almamakta, ancak bu üyeliğin sadece Rum Kesimi ile sınırlı olduğunu, adanın tamamını kapsamadığını belirtmektedir. Gazete, Kıbrıs Rum Kesimi ile ortaklık anlaşması imzalayan AB’ni ve bu konuda korkak ve basiretsiz politikalar izlediğini iddia ettiği geçmiş hükümetleri ve 59. AKP hükümetini ise dolaylı olarak eleştirmektedir. Bu eleştiriler Türkiye’deki ulusalcı söylemlere sahip muhalefet partilerinden CHP lideri Deniz Baykal, CHP İstanbul Milletvekili Onur Öymen ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin açıklamalarının gazete gündemine taşınması ve öne çıkarılması aracılığıyla yapılmaktadır. Gazetenin Kıbrıs Rum Kesimi’ni tam üye olarak kabul eden AB’ni ve bu konuda izledikleri dış politikaları başarısızlığa uğrayan geçmiş hükümetleri ve özellikle 59. AKP hükümetini eleştiren haber söylemi söz konusu ulusalcı parti aktörlerinin açıklamaları üzerine kurulmuştur.

İncelenen gazeteler arasında 16 Nisan 2003 AB Atina Zirvesi’ne ilişkin en çok haber yayımlayan ve bu konuya en çok yer ayıran Cumhuriyet’tir. Uzun haber metinlerinde genellikle bir fotoğraf, başlık, üst başlık ve spot yer alırken, kısa haberler ise yalnızca başlık üst başlık ve haber metninden oluşmaktaydı. Zaman’da yer alan haberlerde ise üst başlık ve alt başlık kullanılmadığını, sadece başlık ve spot kullanıldığını belirledik. 16 Nisan 2003 AB Atina Zirvesi’ne ilişkin çoğunlukla Cumhuriyet’in haberlerinde kullanılan başlıkların en göze çarpan özelliği milliyetçi bir ton taşımalarıdır. Cumhuriyet ve Zaman gazetelerinde kullanılan haber başlıkları ve üst başlıklar, haberin ana temasını yansıtmaktadırlar. Haber başlıkları ve üst başlıklarda seçilen cümlelerde ve sözcüklerde okuyucu ilk bakışta olayın içine oturtulduğu çerçeveyle karşılaşmaktadır. Cumhuriyet ve Zaman’da yer alan başlıkların çoğunluğunun olay katılan aktörlerin açıklamalarından yapılan alıntılardan oluştuğu belirlenmiştir. Kullanılan üst başlıklar ve spot

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

41

İletişim 2002/16

cümleler ise olayın özetini vermektedir. Her iki gazetede haber girişleri ya ana haber metninin başlangıç kısmında veya ayrı paragraflar biçiminde spotlar halinde verilmektedir. Bu girişler, ana metnin içinde yer alan önemli bilgileri içermektedir.

16 Nisan 2003 AB Atina Zirvesine ilişkin haberlerin hemen hepsinde olayın içine oturtulduğu çerçeve haber başlıkları, üst başlıklar, fotoğraflar, spotlarda veya ana metinlerde yer alan haber giriş cümleleri ile kurulmaktadır. Bir başka anlatımla, okuyucu olaya ilişkin ayrıntılı bilgi elde etmeden önce, olay belli bir çerçevede tanımlanarak okuyucuya iletilmektedir.

İncelenen gazetelerde yayınlanan tüm haber metinlerinde, olaya ilişkin arka plân ve bağlam bilgisine ya hiç verilmediğini veya yetersiz biçimde yer verildiğini belirledik. Ana olay, tüm haber metinlerinde yer almaktadır. Tüm haber metinlerinde olayın geçtiği ortama ve olaya katılan aktörlere ilişkin ayrıntılar ya hiç bulunmamakta veya az da olsa yer almaktadır. Haber metinlerinde yer alan olaylarla ilgili bilgiler birincil tanımlayıcılara, diğer bir deyişle akredite kaynakların durum tanımlarına dayanmaktadır. Cumhuriyet gazetesinde temel haber kaynağı olarak T.C. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, CHP lideri Deniz Baykal, CHP İstanbul milletvekili Onur Öymen ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin kullanıldığını belirledik. Zaman ise haber kaynağı olarak, Türkiye’deki ve Kuzey Kıbrıs’taki iktidar çevrelerini ve AB yetkililerini dengeli biçimde kullanmıştır. Cumhuriyet’in haberlerinde muhalefet partilerinden kaynak kişilere dayanılarak kurulan durum tanımlamaları dışında, seyrek olarak alternatif veya karşıt bir bakış açılarına yer verilmiştir. Hatta muhalefet partileri olarak yalnızca CHP ve MHP’li aktörlerden bilgi alınmış, diğer muhalefet partilerinden haber kaynağı olarak yararlanılmamıştır. İncelenen haberlerde daha çok ana olay ve sonuçlarına ilişkin bilgilere ve buna ek olarak haber kaynaklarının olaya ilişkin yorumlarına yer verilmiştir.

Cumhuriyet’in haber metinlerinde, 59. AKP hükümetinin AB Atina Zirvesi’ne katılımına yönelik kararı nesnel biçimde yansıtılmıştır. Ancak, gazetenin AKP iktidarının Atina Zirvesi’ne katılımına ilişkin kararına karşı

Murat Sadullah ÇEBİ

42

İletişim 2002/16

KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ın ve Türkiye’deki muhalefet partilerini temsil eden aktörlerin açıklamaları üzerinden örtülü biçimde karşı bir tavır takındığı belirlenmiştir. Bu bağlamda kimi zaman faillerin belirgin olmadığı etken cümle yapıları içinde, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Atina Zirvesi’ndeki imza törenine katılmaması yönündeki eylemi görmezden gelinmekte veya önemsizleştirilmekte, kimi zaman söz konusu eylem muhalefet partilerine mensup aktörlerin yer aldığı etken cümle yapıları içinden simgesel niteliği ağır basan bir davranış olarak kabul edilmekte ve eylemin Kıbrıs sorununun kökünden çözümüne katkı sağlayabileceğine olan inançsızlık vurgulanmaktadır.

Cumhuriyet’in, Türkiye’nin AB Atina Zirvesi’ne katılımına yönelik haber söylemi, Kıbrıs sorununa ilişkin ulusalcılığı öne çıkaran bir söylemin yansıması olarak kurulmuş ve yeniden üretilmiştir. Gazetenin haberlerindeki bu ulusalcı söylem, 59. AKP hükümetinin Atina Zirvesi’ne katılımına yönelik tavrına karşı, ulusalcı düşünceyi temsil eden siyasal yelpazenin sağında ve solunda yer alan iki partinin siyasal aktörlerinin yaptığı açıklamalar üzerine inşa edilmiştir. CHP lideri Deniz Baykal, CHP İstanbul Milletvekili Onur Öymen ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin açıklamalarına dayalı haber söyleminde 59. AKP hükümetinin AB Atina Zirvesi’ne katılımına karşı çıkan ulusalcı bir söylemin izleri açık ve kesin bir biçimde görülebilmektedir.

Zaman, 59. AKP hükümetinin Atina Zirvesi’ne katılımını örtülü olarak desteklemekte ve haber söyleminde AKP iktidarının bu tavrını olumlu anlamda yapılandırmaktadır. Atina Zirvesi’nde yeni üye ülkeler için düzenlenen imza töreninin özel bir toplantı olduğuna gönderme yapan gazete, AB’ne tam üye olan veya olacak ülkelerin hükümet veya devlet başkanı düzeyinde katıldığı imza törenine Türkiye’nin yalnızca büyükelçi düzeyinde temsil edilmesi kararını alan AKP hükümetini örtülü biçimde desteklemektedir.

Cumhuriyet, Kıbrıs Rum Kesiminin AB’ne katılımını nesnel biçimde sunmakta ancak bu katılımın yalnızca adanın güney kesimi için geçerli olduğunu vurgulamaktadır. Kıbrıs Rum Kesimini tam üyeliğe kabul eden

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

43

İletişim 2002/16

AB etken cümle yapısı içinden aralarında birlik ve beraberliğin bozulduğu, parçalandığı bir ülkeler topluluğu oluşturduklarına yönelik göndermelerle ve üye ülkeler arasında sorunlu konular üzerinde incitici, hoş olmayan, şiddetli tartışmaların yaşandığı bir birliktelik şeklinde vurgularla olumsuz biçimde inşa edilmektedir. Bu bağlamda hem 59. AKP hükümeti ve KKTC iktidarı hem AB ve Kıbrıs Rum Kesimi CHP ve MHP’li siyasal aktörlerin açıklamalarına dayalı etken cümle yapıları içinde yeğlenen sözcükler, deyimler sıfatlar, eğretilemeler aracılığıyla olumsuz anlamda kurulmakta ve sunulmaktadır.

Cumhuriyet, Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ne tam üye olarak katılımı sonrasında ortaya çıkan yeni durumu değerlendirmiş ve KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın izlediği Kıbrıs politikasını açık ve kesin biçimde desteklemiştir. Gazete, KKTC’deki muhalefet partilerinin liderlerini Kıbrıs sorununun ulaştığı yeni boyut karşısında kaygı duyan, ancak Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın hazırladığı Kıbrıs belgesini onaylaması için Denktaş’a sürekli dayatma yapan aktörler olarak olumsuz, Türkiye’yi ve 59. AKP hükümetini ise Kıbrıs sorununun çözümünü isteyen taraf olarak olumlu biçimde inşa etmiş ve sunmuştur.

Zaman’ın Atina Zirvesi ekseninde Kıbrıs sorununa ilişkin yayınladığı haberlerin, geçmiş hükümetlerin Kıbrıs konusunda izlediği politikalardaki çelişkilerini ortaya çıkarmaya yönelik bir çabanın sonucu olduğu açık ve kesin bir biçimde görülmektedir. Gazete sözgelimi bir haberde, Türkiye’nin Kıbrıs ile ilgili aleyhindeki bir Birleşmiş Milletler kararını desteklediğini ileri sürerken, manşetten 5 sütun olarak verdiği bir başka haberde ise Türkiye Cumhuriyeti’nin KKTC’lilerin Türk vatandaşlığı hakkını elde etmelerini kolaylaştırmak istemesine karşılık, uygulamada Kuzey Kıbrıslıların ülkemizde belirli yerlere gelmesine izin vermeyerek çelişkili ve düşündürücü yasaklar koyduğunu belirtmektedir. Zaman, “toplantının yetimleri”, “bir avuç gazeteci”, “hüzün”, “hiçe sayılmak” gibi sıfatlar, sözcükler, deyimler ve metaforlar aracılığıyla Atina Zirvesi’nde Kıbrıs Rum Kesimi’nin tam üye olarak AB’ne kabul edildiği imza törenine katılan

Murat Sadullah ÇEBİ

44

İletişim 2002/16

muhabirinin duygularını öne çıkararak geçmiş hükümetlerin Kıbrıs konusunda izledikleri politikaları örtülü biçimde eleştirmektedir.

Kaynaklar

Kitaplar

Gökçe, Orhan (2001), İçerik Çözümlemesi, Teori-Metod-Uygulama, Genişletilmiş 3. baskı, Konya: Selçuk Üniversitesi Vakfı Yayınları.

Mayring, Philipp (2000), Nitel Araştırmaya Giriş, Çev., Adnan Gümüş ve M. Sezai Durgun, Adana: Baki Kitabevi.

Sözen, Edibe (1999), Söylem. Belirsizlik, Mübadele, Bilgi/Güç ve Refleksivite, İstanbul: Paradigma.

Tavşancıl, Ezel (2001), Sözel, Yazılı ve Diğer Materyaller İçin İçerik Analizi ve Uygulama Örnekleri, İstanbul: Epsilon.

Van Dijk, Teun A. (1988a), News as Discourse, Hillsdale, NJ: Lawrence Erlbaum Associates Publishers.

Van Dijk, Teun A. (1988b), News Analysis. Case Studies of International and National News in the Press, Hillsdale, NJ: Lawrence Erlbaum Associates Publishers.

Gazeteler

Cumhuriyet, “Atina’da kutlama bilmecesi”, 18.04.2003, s. 1, 10.

Cumhuriyet, “Türkiye, BM çözümünde ısrarlı”, 18.04.2003, s. 1, 10.

Cumhuriyet, “K. Kıbrıs’ta karışıklık”, 18.04.2003, s. 1, 10.

Cumhuriyet, “AB bayrakları asıldı”, 17.04.2003, s. 5.

Cumhuriyet, “Ankara’dan protesto, Türkiye’den imza protestosu”, 17.04.2003, s.1, 4.

Cumhuriyet, “Baykal: Kuzey’i işgal teşebbüsü”, 17.04.2003, s. 4.

16 Nisan 2003 Avrupa Birliği Atina Zirvesi’nin Türk Yazılı Basınında Sunumu

45

İletişim 2002/16

Cumhuriyet, “Türkiye tam teslim oldu”, 17.04.2003, s.1, 4.

Cumhuriyet, “Cesaretsizliğin bedeli”, 17.04.2003, s.4.

Cumhuriyet, “Basiretsizlik yaptılar”, 17.04.2003, s.1, 4.

Cumhuriyet, “Kıbrıslı Türkler ‘cemaat’ kabul edilecek”, 17.04.2003, s. 4.

Cumhuriyet, “Midesiz ve hazımsızlar”, 17.04.2003, 1, 5.

Cumhuriyet, “Gül törene katılmayacak”, 16.04.2003, s.1.

Cumhuriyet, “Rum kesimi AB üyesi”, 16.04.2003, s.1, 5.

Cumhuriyet, “Türkiye gitmemeliydi”, 16.04.2003, s.5.

Zaman, “Bakan Gül: Israrımız açık, AB sürecimiz engellenemez”, 18.04.2003, 11.

Zaman, “KKTC’li olduğu için orkestra seçiminde oy kullanamadı”, 18.04.2003, s.1.

Zaman, “Romano Prodi: Kıbrıs’ta çözüm uzak değil, bölünmüşlük geçici”, 17.04.2003, s. 1, 11.

Zaman, “Denktaş: İki Kıbrıs AB içinde birleşsin”, 17.04.2003, s. 11.

Zaman, “Rum lider Papadopulos’tan çözüm için ‘çalışma sözü’”, 17.04.2003, s. 11.

Bilici, Abdülhamit, “Alkışlar, Türk gazetecileri hüzünlendirdi, Toplantının yetimleri”, Zaman, 17.04.2003, s. 1, 11.

Murat Sadullah ÇEBİ

46

İletişim 2002/16

Özet Bu araştırmada 16 Nisan 2003 AB Atina Zirvesi’nin Türk yazılı

basınında sunumunu incelenmiştir. Nitel araştırma tasarımı ekseninde kesitsel bir araştırma modelinin benimsenmesiyle gerçekleştirilen araştırmanın verileri, 16 Nisan 2003 tarihi ile 18 Nisan 2003 tarihleri arasında Cumhuriyet ve Zaman gazetelerinde konuya ilişkin bütün haber ve fotoğrafların, nitel içerik çözümlemesinin özetleyici analiz tekniği ve eleştirel söylem çözümlemesi tekniğiyle incelenmesiyle elde edilmiş ve değerlendirilmiştir.

Araştırmanın bulguları şöyle özetlenebilir. Cumhuriyet, 59. AKP hükümetinin Türkiye’nin AB Atina Zirvesi’ne katılma kararına, Kıbrıs ve AB konularında izlediği politikalara karşı doğrudan karşı bir tavır almamıştır. Gazete; AKP hükümetinin bu konularda izlediği politikalara dolaylı biçimde, örtülü olarak muhalefet partilerine mensup aktörlerin ağır eleştiri yüklü açıklamalarına geniş yer vererek karşı çıkmıştır. Zaman, 59. AKP hükümetinin Türkiye’nin AB Atina Zirvesi’ne katılımına yönelik kararını, Kıbrıs ve AB konularında izlediği politikaları, önceki hükümetlerin söz konusu konularda izledikleri politikaları eleştirerek örtülü biçimde desteklemiştir.

Abstract This article aims to display the presentation of European Union’s

Athens Summit in April 16th 2003 in Turkish daily press. The duration of study covers between in April 16th and 18 th 2003 and it stands to all the news and photographs appeared to Cumhuriyet and Zaman. To discover the differences of presantation in Turkish daily press, a qualitative content analysis and critical discourse analysis are conducted on the news and photographs of two national dailies.

The conclusions of this study can be summarize as follows: The Cumhuriyet criticized indirectly the policy of the government party about the participation to European Union’s Athens Summit and the current politics about Cyprus and European Union. Zaman encouraged the policy of the government party about the participation to European Union’s Athens Summit and the current politics about Cyprus and European Union.

İletişim 2002/16

Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma

Çetin Murat HAZAR*

Kitle iletişim araçlarının, toplumun neyi ne kadar bilmesi gerektiğine karar verdiği görüşüne dayanmakta olan günden kurma yaklaşımı, 1972 yılında çok yüksek bir prestije sahip Public Opinion Quarterly dergisinde, Maxwell McCombs ve Donald Shaw’ın “Medyanın Gündem Kurma Fonksiyonu” (The Agenda-Setting Function of Mass Media) makalesiyle kitle iletişim araştırmaları ve kuramları arasına resmen katılır.

Medyanın sosyolojik işlevlerinden birisi olarak kabul edilen gündem kurma modeline göre, medya bize neyi düşüneceğimizden daha çok ne hakkında düşüneceğimizi empoze etmektedir. İnsanların neleri tartışıp düşündükleri ve neler için üzüldükleri medyanın üzerinde durduğu konularla şekillenmektedir.

Gerçekten de medyanın gündemine aldığı konular, bireyin yaşamını düzenlemesine kendine referans ve dayanak noktaları bulma gereksinimi yüzünden izleyici topluluğunun gündemine girdiği kamuoyunda belirli bir iklim yaratıldığı bilinmektedir. (İnceoğlu, 1993:132)

Kitle iletişim araçlarının bir kampanya sırasında derin davranış değişikliği yarattığına dair kanıtlar kati olmamasına rağmen, seçmenlerin kampanya sırasında sağlanabilecek enformasyonun çok büyük bölümü buradan öğrendiklerine dair kanıtların oldukça güçlü olduğundan ve insanların kitle iletişim araçlarındaki politik enformasyona ilgi göstermede oldukça büyük farklılıklar göstermesinden yola çıkarak (normalde iyi eğitim görmüş ve politik ilgi düzeyi oldukça yüksek olanlar enformasyonu daha

* Dr., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü

Çetin Murat HAZAR

48

İletişim 2002/16

aktif olarak araştırmalarına rağmen bir çoğu için bu iş fazla bir çaba gerektirmez, enformasyon kendiliğinden gelir) (Mc Combs, ve Shaw, 1994: 259-260) kitle iletişim araçlarının siyasal enformasyon nedeniyle kullanımı ile medyanın üzerinde durduğu konuların grup içindeki önemi arasında olumlu bir ilişki olduğu ve kişinin siyasal konulara yönelme düzeyinin siyasal enformasyonun gündeme getirilmesiyle pozitif olarak ilişkili olduğunu ileri süren model, diğerlerinden farklı olarak “tutum değiştirme” kavramının yerine “farkında olmayı” işlemektedir. Aynı zamanda bir öğrenme sürecini içeren gündem kurma, kitle iletişim araçlarını izleyicilerin en önde gelen kaynaklarından birisi olarak görmektedir. Ancak, medyanın kendisine gelen yüzlerce haber değeri olan olaylarda ayıklamaya gitmesi, izleyicilerde, özellikle üzerinde durulan konuların önemli olduğu izlenimini yaratmakta ve bireylerin düşüncelerini biçimlendirmek için onların algısal tahayyülünü etkileme yeteneği oluşturmaktadır (Atabek, 1998: 157). Dolayısıyla kitle iletişim araçlarının gündemi izleyiciler tarafından öğrenilmekte ve öncelikli konular haline gelmektedir (Erdoğan ve Alemdar, 1990:146).

McCombs ve Shaw’dan önce de medyanın gündem kurma işleviyle ilgili düşüncelere rastlanmaktadır. 1922 yılında Walter Lippmann, “Public Opinion” adlı makalesinde, kitle iletişim araçlarının kamu işlerinde veya yakın çevremizde olduğu gibi, dünya ile ilgili düşüncelerimizi de şekillendirdiğini belirtmektedir. 1950’li yıllardan beri, kitle iletişim araçlarındaki konuların ortaya konulması, seçimi ve izleyicilerin bunları tanımaları üzerine çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Ancak, 1960’larla birlikte, gazete içeriğiyle, izleyicilerin ilgileri arasında anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır (Erdoğan ve Alemdar, 1990:147). 1970’lerde ise, gündem kurma kitle iletişim araştırmalarının önder bir alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Siyasal bilimci Bernard C. Cohen (1963) “The Press and Foreign Policy” adlı eserinde, basının insanlara ne düşüneceğini söylemede çoğu zaman başarısız, ancak ne hakkında düşüneceklerini söylemede fevkalade başarılı olduğunu ileri sürer (Agee, Ault ve Emery, 1991:52).

Kitle iletişim araçları her gün basılabilecek, yayımlanabilecek bir çok haberle karşılaşmaktadırlar. Medyanın, kamuya iletmek için seçtiği

Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma

49

İletişim 2002/16

enformasyonlar da kamu gündeminin belirlenmesinde etkin olabilmektedir. Bu nedenle gündem kurma, “Eşik Bekçisi” (Gatekeeper) kavramıyla işlevini sürdürebilmektedir. Bir olay haber haline dönüşüp izleyiciye ulaşmadan önce çeşitli seçim ve denetim mekanizmalardan geçmektedir. Herhangi bir olayın şahidinden, yayın editörüne kadar bir çok eşik bekçisi hangi haberin gündemde kullanılacağını, kalacağını veya çöpe atılacağını belirlemektedir.

Eşik bekçileri, hangi konunun haber haline getirileceği ve ne şekilde verileceği konusunda kararlarını verirlerken, izleyici kadar, yayıncının da ne düşündüğünü (Erdoğan ve Alemdar, 1990:148), kitle iletişim araçlarının kapasitelerini (Atabek, 1998: 157) ve medyalararası bir gündem belirleme sürecinin varlığını (Bir haber kurumu kendi medya gündemini belirlerken diğer önde gelen kitle iletişim araçlarından da etkilenmekte ve mevcut gündemi işleyebilmektedir) (Atabek, 1998: 167) dikkate almak durumundadırlar. Seçim ve dış haberlerle ilgili enformasyonun hemen hemen aynı oranda kitle iletişim araçlarında yer almaları, yayıncıların ve eşik bekçilerinin nispeten toplumun diğer kesimlerine oranla homojen bir kitle oluşturduklarını da göstermektedir.

Kitle iletişim araçları toplumu yönlendirmek istedikleri noktaları kendi önceliklerine göre seçmektedirler. En önemli konular, ilk sayfalarda, büyük başlıklarla, üzerine yapılan yorumlarla, mülakatlarla ve ayrılan zamanın uzamasıyla kendini gösterir. Arka sayfalara doğru gidildiğinde, küçük başlıklar kullanıldığında, cümle sayısı azaldığında ve ayrılan zaman düşürüldüğünde, medya izleyicisine bir önem sıralaması sunulmuş demektir. Bireyler de bir haber veya konu hakkında medyanın söz ediş sıklığını önem sıralaması açısından bir ipucu olarak değerlendirdiklerinden, içinde yaşadıkları toplumda olup bitenler hakkında bilmesi gerekenin bu olduğunu düşünür. Ayrıca medya tarafından belirlenen gündeme sahip olmak, kişilere toplumda konuşabilecekleri, yorum yapabilecekleri ve prestij kazanabilecekleri bir ödül sağlamaktadır (İnceoğlu, 1993:133).

Medya ayrıca, Melrowitz’in “Asgari Sakıncalı Programlama” (LOP-Least Objectionable Programming) olarak adlandırdığı program izleyicisinin aktif olarak dikkatini çeken bir program hazırlamaktan çok, en az dikkat

Çetin Murat HAZAR

50

İletişim 2002/16

kaybettirici bir program hazırlamanın daha etkin olduğunu göz önünde bulundurarak (Yüksel, 1994:110) kişilere taklit etmeleri için bir model oluşturmaktadır. Kişilerin gösterilen modelleri taklit etmemeleriyle, toplumsal bir değişim ve bütünleşmenin kabul edilme olasılığı da artacaktır (Becker ve Roberts, 1992:518).

Kitle iletişim araçları gündemi belirlerken, izleyici kitlesinin son derece pasif kaldığını iddia etmek güçtür. Medya organları, işlemlerinde özünde bir işletmeye bağlı olmaları, diğer işletmeler gibi, para kazanmak ve zarar etmemek zorunlulukları bulunduğundan (Yüksel, 2000: 102), kamunun ilgilerini de göz önünde bulundurmak zorundadır (kamu gündemi). Bunun için de, kişilerin ilgilendiği konuların tespitinde kamuoyu anketlerinden yararlanmak yoluna gidilmektedir. Eşik Bekçilerinin de kamunun bir parçası olduğu dikkate alındığında, onların kendi ilgi ve deneyimlerinden yola çıkmaları, bir ölçüde de olsa kamunun gündeminin medyaya yansıdığını düşündürmektedir.

Şekil 1. Gündem Kurma

Konular Kitle İletişim Kamunun

Araçlarına Dikkat Konuları Algılayışı

X1 ................................................................................................X1

X2 ....................................................................................X2

X3 .................................................X3

X4 .........................................................................X4

X5 .....................................X5

X6 .........................................................................X6

Kaynak: Ayseli Usluata, İletişim, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994; sy. 87.

İzleyici ve medya gündemleri arasındaki bağıntı tüm kamu gruplarında veya kitle iletişim araçlarda aynı oranlarda

Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma

51

İletişim 2002/16

gerçekleşmemektedir. Rogers ve Dearin’e göre gündem belirleme sürecinde, kamu gündemi ile medya gündemi arasında eşik bekçileri veya gazetecilerin kendi izleyici kitlelerinin ne tür haberlere ilgi duyduklarına ilişkin genel bir fikre sahip olmalarından dolayı iki yönlü bir bağımlılık ilişkisi vardır ve böylece medya bazı konularda kamu gündemini belirlerken, izleyiciler de bazı konularda medya gündemini belirleyebilmektedir. Başka bir deyişle, kitle iletişim araçları kamunun gündemini her konuda belirleme gücüne sahip değildir (Atabek, 1998: 170-171). Ancak, her ikisinin de birbiri üzerinde dengeli bir gündem oluşturamadıklarını görmekteyiz. Bu özellikle, medyanın ve sahiplerinin diğer parasal işlerinden ve kitle iletişim araçlarında muhabirinden sahibine kadar hemen bütün çalışanların kendilerini toplumu yönlendirici, öğretici bir konumda görmelerinden kaynaklanmaktadır.

Gazete ve televizyon arasındaki gündem kurma farklılığı ise teknolo-jik niteliklerinden, haber formatlarından, izleyicilerinin bağımlılığından ve araçların kullanılmasındaki ayrılıklardan ileri gelmektedir.

Kişilerin olayla ilgili olarak daha önceden herhangi bir kaynaktan bilgilenmemiş olması, alternatif bilgi kaynaklarına sahip olmamaları (Livingston, 1990:30) kamu gündeminin daha kolay ve çabuk etkilenmesini sağlamaktadır. Ayrıca konunun nasıl ortaya konulduğu da önem taşımaktadır. Eğer konu açık-seçik olarak, kahramanlara dayalı bir şekilde ortaya konuluyorsa, kamu gündemi de o derecede kolay yönlendirilebilmektedir. Yanlışların ve doğruların belirgin olmadığı, sonuçları bilinmeyen ve tamamen izleyicinin yorumuna bırakılan konulardan izleyiciler kaçmaktadır. Burada yönelim gereksinimi de önemli rol oynamaktadır. Yönelim gereksinimi bireylerin niçin farklı gündem konularına sahip olduklarını ilgi ve belirsizlik kavramlarını kullanarak açıklamaya çalışır. Birey büyük bir belirsizlik taşıyan konuyla çok ilgiliyse, bireyin sözü edilen konu hakkındaki yönelim gereksinimi derecesi yüksek olmaktadır. Bir konu hakkında yönelim gereksinimi yüksek olan bireyin o konu ile ilgili olarak kitle iletişim araçlarını izleme miktarı da doğal olarak artmaktadır (Atabek, 1997: 234).

Çetin Murat HAZAR

52

İletişim 2002/16

McCombs ve Weaver yaptıkları bir araştırmayla (1989), kişilerin yönelim gereksinmelerindeki yükselme ile siyasal enformasyon elde etme ve kitle iletişim araçlarının gündem kurma işlevleri arasında olumlu bir ilişki olduğunu ortaya çıkardılar.

Eğitim düzeyinin yüksekliği, yönelim gereksinimini düşürdüğünden gündem kurmanın daha düşük gerçekleşmesine neden olabilmektedir. Ancak, yüksek eğitimli kişilerin kitle iletişim araçlarından daha fazla yararlandıkları göz önüne alındığında bu ilişki de nötürleşmektedir. Eğitim düzeyi düşük kişilerde ise, kitle iletişim araçlarına ulaşmak ve kullanmak daha az gerçekleşmektedir. Ancak, onlarda başvuru kaynaklarının azlığından dolayı medyanın birincil hatta tek bilgi kaynağı olarak görülmesi sonucunda medya gündeminden oldukça etkilendikleri ileri sürülebilir.

Şekil 2. Yönelim Gereksinimi

İlgi Yüksek 1.Yüksek Yönelim

Gereksinimi Düşük Yüksek Tereddüt 2.Makul Yönelim Düşük Gereksinimi 3.Düşük Yönelim Gereksinimi

Kaynak: David H. Weaver, “Political Issues and Voter Need for

Orientation”, Agenda Setting Readings on Media, Public Opinion, and Policymaking, Ed. By David L. Protess ve Maxwell McCombs, Lawrence Erlbaum Associates Publishers, New Jersey, 1991, sy. 133.

Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma

53

İletişim 2002/16

Gündem kurma ile kamu gündemi arasındaki ilişki, kitlelerin geniş ilgi odağı olan enflasyon ve hayat pahalılığı gibi konularda daha güçlü bir şekilde görülmektedir. Ancak, karmaşık ve belirsizliğin yüksek olduğu olaylar da medyaya gündem kurma etkisini oluşturmak için oldukça iyi fırsatlar yarabilmektedir. (Hawthorne, 1993:81)

Şekil 3. Gündem Kurma Süreci

Olaylar

Meseleler

Gazeteciler Bireysellik Davranış

Gruplar Diğer Gündemler

Kaynak: Donald L. Shaw ve Shannon E. Martin, “The Function of Mass Media Agenda Setting”, Journalism Quarterly, Vol. 69:4, Kış, 1992, sy. 919.

Gündem kurma süreci içinde, olaylar doğrudan veya başka kanallarla meseleler haline dönüşerek gazetecilere ulaşırlar. Olay ve meselelerin kişiler araksı iletişim yollarıyla gayrı resmi olarak bireylere ulaştığı da görülmektedir.

Çetin Murat HAZAR

54

İletişim 2002/16

Gazetecilerin eline geçen olay veya meseleler, bireylere iletilir. Dolaylı olarak bireyler üzerinde etkili olan gruplara da enformasyonun gazeteler aracılığıyla gönderildiği bilinmektedir. Diğer gündemleri etkileme özelliğine sahip olan gruplar ise, bunlar kanalıyla veya doğrudan bireyler üzerinde etkin olabilmektedir. Dolayısıyla da kitle iletişim araçları, gruplar ve diğer gündemler tarafından doğrudan, kendi karşılaştığı ve dedikodu gibi kişisel ilişkilerden dolayı da olay ve meselelerden etkilenen kişilerde bir davranış değişikliği beklenebilir.

Gündem kurmanın en önemli pratiklerinden sayılan kamuoyunun ve siyaset adamlarının siyasi aktiviteleri öncelikle kitle iletişim araçlarından gelmektedir. Dünya yüzeyindeki her türlü siyasi karar merciinin bir çok faaliyetleri medyaya göre hazırlanmakta ve hatta medya tarafından belirlenmektedir (Turam, 1994:49). McCombs ve Shaw (1976), bir kampanya sırasında, kitle iletişim araçlarının adaylarının ne söylediklerini aksettirerek önemli konuları açık bir şekilde belirlediklerini ileri sürerler. Gündem kurma çalışmalarının çoğu seçim kampanyaları üzerine gerçekleştirilmiştir. Seçmenlerin konunun önemli olduğuna ikna edilmesiyle, o alanda başarılı olan adayın şansı artmakta ve parti oya kazanabilmektedir (McQuail ve Windahl, 1993:92).

1968 Başbakanlık seçim kampanyası sırasında McCombs ve Shaw kitle iletişim araçları içeriği ile Chapel Hill seçmenlerinin, seçim kampanyasının anahtar konuları nedir sorusuna verdikleri cevapları karşılaştırırlar (Yumlu, 1994:96-98). Yöntem olarak, kitle iletişim araçlarında içerik çözümlemesi, seçmenler için ise mülakat kullanılır. Beş ayrı bölgeden oluşturulan denekler, ırk, ekonomik düzey ve toplumsal prestij açılarından topulumu temsil edebilecek şekilde tesadüfi olarak seçilirler. Kitle iletişim araçları ise, 6 eylül-12 Eylül tarihleri arasında bir içerik çözümlemesine tabi kılınır ve sonuçlar konulara göre 15 ana kategoriye ayrılır.

Araştırmanın sonuçlarını göre, her üç adayın da farklı konuları işlemelerine rağmen, izleyicilerin gündemi, kitle iletişim araçlarından yansıtılan gündem ile ilişkili bulunmuştur.

Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma

55

İletişim 2002/16

David Weaver’in 1976 yılında yaptığı araştırmada da, kitle iletişim araçlarının gerçekliği tüm olarak yansıtmak yerine, onları filtrelize edip biçimlendirdiği, bazı konular ve bunların yönleri üzerinde durarak gerçekliğin denetlendiği ortaya çıkmaktadır. Aynı yıl, Mc Combs ve Shaw Watergate skandalını inceleyerek, aslında basit bir politik skandal olan olayın, basında yoğun bir şekilde ele alınarak teşhir edilmesi ve televizyonda Birleşik devletler Senato toplantılarının yayınlanması nedeniyle önemli bir gündem kurma çalışması olduğunu belirtirler (McQuail ve Windahl, 1993:93).

Gladys ve Lang, yine Watergate skandalından yola çıkarak, gündem kurma fonksiyonunun, kamu gündeminde yer alması için gerekli olan zaman süresini incelerler. Kişilerin kendi yakın çevrelerinden dolaysız olarak elde ettikleri bilgileri alçak eşik olarak değerlendiren yazarlar, bunların daha kısa bir zaman periyodu içinde kamu gündemini etkilediğini ileri sürmüşlerdir. Ancak, Watergate gibi yüksek eşik grubuna giren olaylarda, kitle iletişim araçlarının konunun üzerinde daha fazla durmaları gerekmektedir. Konunun ayrıntılı olarak incelenmesi de izleyicilere doğruluğu konusunda bir ipucu verece ve kamu tarafından ciddiye alınacaktır (Yumlu, 1994:100).

1980’lerde iletişimin etkileriyle ilgili araştırma merceği, medyanın düşünce ve olaylarla kamunun ilgisini belirleme ve adlandırma kabiliyeti olarak düşünülen Günden Kurma fonksiyonu üzerine odaklaşmaktadır. Son yıllardaki çalışmalarda tek bir kitle iletişim aracı üzerinde durulmaktadır ve etkiler bireysel olarak incelenmektedir.

Genel olarak medyanın gündem kurma fonksiyonunun geçerliliğine işaret eden Oscar Gandy, Gündem İnşa Etme (Agenda-Building) ve Gündem Kurma Ötesi (Beyond Agenda-Setting) kavramları üzerinde durmaktadır (Yumlu, 1994:100-101).

Bu yaklaşımda sadece medya gündeminin, kamu gündemini etkilemesi ele alınmaz. Medya gündemi, kamu gündemi ve siyasal gündem arasında üçlü bir ilişki kurularak izleyicinin kimler olduğu, yönelim gereksinim düzeyleri, ele alınan kitle iletişim aracı, medyanın işlevini

Çetin Murat HAZAR

56

İletişim 2002/16

sürdürdüğü siyasal sistem gibi bir çok ara faktör ile iletişim süreci açıklanmaya çalışılır.

Gündem inşa etme ile, siyaset oluşturmada etkin olan kişilerin dürtüleri, kaynak ve teknikleri de dikkate alınmaktadır. Güç sahibi olanların gerek maddi olanaklarından gerekse kitle iletişim araçlarına sahip olmalarından ileri gelen bir kontrol mekanizmaları vardır. Böylece mutabık kaldıkları siyasal sistemi yürütmekte ve bu yolda yalnızca bir yol gösterici olarak enformasyonu kitlelere yaymaktadır.

Gündem kurma yaklaşımına karşı yapılan eleştirilerden en önemlisi, kavramsal açıdan kamu gündeminin farklı araştırmalarda kişiler arası, kişinin kendi içinde veya algılanan topluluk gündemi şekillerinde farklı tanımlanması ve ortaya çıkan kavram kargaşası sırasında buna dayalı olarak yapılan araştırmaların sonuçlarının da karşılaştırılmasında sorunlar çıkmasıdır.

Diğer önemli eleştiri, sıradan konuların (özellikle ekonomi ve siyaset dışında yer alan) bireyler için birebir eşit önem taşımamasıdır. Gündem kurma yaklaşımı, içerik analizi ve anket gibi birbirinden değişik iki ayrı yöntemi uyguladığından, ancak konuların önem sıralaması üzerinde durmaktadır. Bu önem sıralamasında da, bireysel düşünce ve tavırlardan kaynaklanan farklılıklar ortaya çıkabilmektedir. Gelir ve eğitimden, gündem kurma fonksiyonundan bağımsız olarak, bireylerin kendi dünyalarında zaten konuların bir önem sınıflandırması bulunmaktadır. Kimisi için spor başat öğe konumundayken, kimisi sosyal konulara veya problemlerinden ötürü sağlık konularına önem vermektedir.

Gündem kurmanın kitle iletişim araçlarından (toplumu yönlendiren seçkinler vb.) kamuya doğru mu yoksa, kamudan (toplumu oluşturan bireyler ve onların ihtiyaçları vb.) kitle iletişim araçlarına doğru olduğu konusunda tartışmalar halen mevcuttur (McQuail ve Windahl, 1993:93-94).

Çalışmaları sadece toplumsal perspektifden yapmak ve izleyicileri homojen bir grup olarak ele almak yanıltıcı sonuçlar verebilmektedir. Örneğin, seçimlerle ilgili gündem kurma araştırmalarında, seçmenlerin kararlarındaki bireysel farklılıklar ve kitle iletişim araçlarına bağımlılıkları

Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma

57

İletişim 2002/16

dikkate alınmamaktadır. Daha az içeriğe sahip olmasına rağmen kişisel ilişkilerin bazı psikolojik üstünlüklerinden dolayı gündemi oluşturmada kitle iletişim araçlarından daha fazla etkili olabileceği (Güz, 1996: 987) de göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca, toplumu yönlendiren medyanın örgütsel yapısı, profesyonelleşme düzeyi, mülkiyet ve diğer toplumsal, siyasal örgütlerle ilişkileri gibi konulara değinilmektedir (Fejes, 1994:265)

Steeves, Tuchman’ın gündem kurma çalışmalarının, medyada kadınların sorunlarına ayrılan mekan ya da zaman ile izleyicileri ne ölçüde ilgilendirdiğini saptamada başarılı olamadığını belirttiğine değinmektedir. Ancak, bu yaklaşımın dışında pek az Amerikan ampirik çalışmasının yetişkin kadınların medyayı kullanımını incelediğini de itiraf etmekten geri durmamaktadır (Steeves, 1994:121-122)

Gündem kurma yaklaşımının bir diğer zayıf noktası, kitle iletişim araçlarınca belirlenen gündemin ne kadar zaman içinde kamu gündemini etkilediği ve bu korelasyonun en üst düzeye ne zaman varacağı sorularıdır. Bu soruların cevapları halen tam olarak verilememektedir (Yumlu, 1994:100). Ancak, Konunun bilinirliği, medyanın işleyiş sıklığı ve büyüklüğü, konunun ilginçliği, izleyiciyle ilişkili olması, gibi unsurlar zaman çerçevesini daraltabilmektedir.

Kimi eleştirel araştırmacılar gündem koyma modelinin medya/kitle iletişim araçları etkilerinin incelenmesinde sınırlı da olsa ümit verici bir yaklaşım olduğunu belirtirler (Güz, 1996: 986). Yine Eleştirel araştırmacılardan Fejes, gündem kurma çalışmalarının sadece gündeme yoğun bir şekilde alınan konular etrafında değil, alınmayan veya arka sayfalarda küçük puntolarla geçiştirilen konular bazında da değerlendirilmesi gerektiğini iler sürmektedir. Bu modelin, medyanın sergilediği fiili sembolik gerçeklikler hakkında çok az şey söylediğini, yaratılan kültürel anlamların özgül içerikleri ve küçük ayrıntıları karşısında duyarsız kaldığını belirtmektedir (Fejes, 1994:259).

Çetin Murat HAZAR

58

İletişim 2002/16

Medyaya dair bir etkiler modelini ebedileştiren (Hardt, 1994:38) gündem kurma, izleyicilerin medya tarafından yaratılan sembolik evreni kabullenme tarzını göstermesi (Fejes, 1994:259) açısından önemlidir.

Bir Alan Araştırması

Gündem kurmanın etkilerini ortaya çıkarabilmek amacıyla, 2002 seçimleri öncesinde, 31 Ağustos 2002-21 Eylül 2002 tarihleri arasında Ankara’nın Çankaya ve Mamak ilçelerinde bir anket çalışması yapılmıştır. 1200 kişilik olarak tespit edilen örneklem kümesi, eğitim ve gelir düzeyi farklılıkları dikkate alınarak, 600 kişi görece daha eğitimlilerin ve maddi durumları iyi olanların ikamet ettiği Çankaya’dan, 600 kişi ise daha az eğitim ve gelir durumuna sahip Mamak Bölgesinden oluşturulmuştur.

Yapılan anket çerçevesinde, deneklere “Son Zamanlarda Deneklerin Kendileriyle İlgili Olarak En Çok Hangi Konuyu Konuştuğu/Aklından Geçirdiği”, “Son Zamanlarda Deneklerin Türkiye İle İlgili Olarak En Çok Hangi Konuyu Konuştuğu/Aklından Geçirdiği”, “Son Zamanlarda Kitle İletişim Araçlarının En Çok Üzerinde Durduğu Konu”, “Bugün Türkiye’nin En Önemli Konusu” soruları sorulmuştur.

Sosyo-Ekonomik ve Demografik Özellikler

• Genel örneklem kümesi içindeki deneklerin,

• Yaş: % 20.3’ünün 18-25, % 31.8’inin 26-35, % 26.3’ünün 36-45, % 15.2’sinin 46-55 yaş arasında olduğu ve % 6.6’sının ise 56 yaş ve üstü gruba girdiği,

• Cinsiyet: % 59.8’inin Bay, % 40.2’sinin de Bayan olduğu,

• Eğitim: Okur-Yazar olmayanların % 2.3, İlkokul mezunlarının % 15.3, Ortaokul mezunu olanların % 17.6, Lise mezunu olanların % 35.5, Üniversite mezunu olanların % 25.8, Yüksek Lisansı tamamlayanların % 3.2 ve Doktorasını tamamlayanların % 0.5 oranında ağırlık kazandığı

Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma

59

İletişim 2002/16

• Ankara’ya Gelinen Yer: % 19.5’inin Köy, % 6.1’inin Büyük Kasaba, % 15.7’sinin İlçe, % 8.2’sinin Büyük İlçe, % 21.8’inin Şehir ve % 19.7’sinin Büyükşehir mahreçli olduğu,

• Oturulan Evin Oda Sayısı: % 0.3’ünün Bir, % 3.3’ünün Bir+Bir, % 28.6’sının İki+Bir, % 48.7’sinin Üç+Bir, % 16.2’sinin Dört+Bir, % 1.8’inin Dört+İki, % 0.8’inin Beş+Bir, % 0.3’ünün Beş+İki ve % 0.1’inin Altı+Bir odalı evlerde ikamet ettiği,

• Meslek: % 14.2’sinin Memur, % 12.9’unun İşçi, % 15.6’sının Esnaf, % 1.3’ünün Köylü, % 2.1’inin Ticaret Erbabı, % 21.8’inin Serbest Meslek, % 10.3’ünün Ev Kadını, % 9’unun Emekli, % 5.8’inin İşsiz ve % 7.1’inin Diğer şeklinde sıralandığı,

• Birlikte Yaşadıkları Ailelerinin Toplam Aylık Kazancı: % 11.3’ünün 150-250 Milyon TL, % 21.3’ünün 251-400 Milyon TL, % 14’ünün 401-600 Milyon TL, % 11.3’ünün 601-800 Milyon TL, % 11.3’ünün 801 Milyon-1 Milyar TL, % 17.8’inin 1 Milyar 1 Milyon-2 Milyar TL, % 10.9’unun 2 Milyar 1 Milyon-3 Milyar TL, % 1.8’inin 3 Milyar 1 Milyon-4 Milyar 500 Milyon TL ve % 0.4’ünün 4 Milyar 501 Milyon TL ve üstü olduğu görülmektedir.

Gündem Kurma Bulguları

Araştırmanın yapıldığı tarihlerdeki (31 Ağustos 2002-21 Eylül 2002) konjonktür dikkate alındığında, DSP, MHP ve ANAP partilerinden oluşan hükümetin artık sonuna geldiği, seçim kararı alındığı, hükümeti oluşturan partiler arasında çatışmanın yoğunlaştığı, DSP’nin bölündüğü, atamalar ve ana planlar üzerinde bile uzlaşılamadığı, Başbakanın rahatsız olduğu, ekonominin büyük bir kriz içinde olduğu, işten çıkarmaların iflasların son derece arttığı bir dönem ortaya çıkmaktadır.

Bu yapı içinde deneklere son zamanlarda kendileriyle ilgili olarak en çok hangi konuyu konuştukları / akıllarından geçirdikleri sorulduğunda,

Çetin Murat HAZAR

60

İletişim 2002/16

% 33.4’ü ekonomik konular, % 17.8’i ülkenin ekonomik durumu, % 14.7’si aile durumu, % 10.3’ü kişisel başarı ve % 9.5’i duygusal konular seçeneklerini işaretlemişlerdir.

Tablo 1. Son Zamanlarda Deneklerin Kendileriyle İlgili Olarak En Çok Hangi Konuyu Konuştuğu/Aklından Geçirdiği

114 9,5 9,5 9,5401 33,4 33,4 42,9124 10,3 10,3 53,3176 14,7 14,7 67,9

69 5,8 5,8 73,7214 17,8 17,8 91,5

7 ,6 ,6 92,146 3,8 3,8 95,921 1,8 1,8 97,714 1,2 1,2 98,814 1,2 1,2 100,0

1200 100,0 100,0

Duygusal konularEkonomik konularKişisel başarıAile durumuSiyasetÜlkenin durumuDış politikaKültürel/sosyal konularSporDiğerHiçbir konuToplam

DenekSayısı Yüzde

GeçerliYüzde

ArtanBirikimliYüzde

Eğitim ve gelir durumunun yüksekliğine göre, bireylerin kendi kişisel

başarıları hakkında daha fazla söz sahibi oldukları hatta kişisel başarının ekonomik konuları geride bıraktığı sonucu ortaya çıkmaktadır.

Aynı soruyla ilgili olarak yaşanılan yer söz konusu olduğunda, Çankaya’da meskun deneklerin daha çok kişisel ve ailevi konuları konuştukları, Mamak’ta yaşayanların ise ülkeyle ilgili makro konular üzerinde durdukları görülmektedir.

Toplam aylık gelirlere bakıldığında, gelir düştükçe ekonomik konuların daha fazla ele alındığı, ülkenin durumuyla ilgili konuların ise gelirin azalmasıyla birlikte artan bir trend izlediği görülmektedir. Gelir 1 milyar TL’nin üstüne çıktığında daha çok kişisel başarı ve aile durumu devreye girmektedir.

Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma

61

İletişim 2002/16

Son zamanlarda deneklerin kendileriyle ilgili olarak en çok hangi konuyu konuştuğu/aklından geçirdiği konusunda Pearson Ki-kare katsayısına göre eğitim durumu 0.000, yaşanılan yer 0.000 ve birlikte yaşanan ailenin toplam aylık kazancı 0.000 verileri nedeniyle beklenen değerlerle gözlenen değerler arasında bütün kategorilerde bir farklılık oluşmakta, böylece ortaya konulan değişkenler arasında % 95 güvenilirlik açısından anlamlı bir ilişki ortaya çıkmaktadır (gözlenen değerler <0.05). Yaşanılan yer varyans analizine (ANOVA-Analysis of Variance) tabi tutulduğunda ise, Çankaya ve Mamak grupları, son zamanlarda deneklerin kendileriyle ilgili olarak en çok hangi konuyu konuştuğu/aklından geçirdiği açısından anlamlı bir farklılık belirtilememektedir (0.110>0.05).

Türkiye ile ilgili olarak en çok hangi konuyu konuştukları/akılların geçirdikleri sorulduğunda ise, % 47.4 ekonomik sıkıntılar ve % 34.9 siyasi sıkıntılar büyük bir ağırlıkta ön plana çıkmaktadır.

Tablo 2. Son Zamanlarda Deneklerin Türkiye İle İlgili Olarak En Çok Hangi Konuyu Konuştuğu/Aklından Geçirdiği

569 47,4 47,4 47,4419 34,9 34,9 82,3

81 6,8 6,8 89,18 ,7 ,7 89,8

56 4,7 4,7 94,413 1,1 1,1 95,524 2,0 2,0 97,513 1,1 1,1 98,617 1,4 1,4 100,0

1200 100,0 100,0

Ekonomik sıkıntılarSiyasi sıkıntılarKültürel/sosyal sıkıntılarTerörSporDış PolitikaMagazinDiğerHiçbir konuyuToplam

DenekSayısı Yüzde

GeçerliYüzde

ArtanBirikimliYüzde

Deneklere Türkiye ile ilgili olarak verdikleri cevapların eğitim

skalasıyla çaprazlanmasından, lise ve daha alt eğitim kategorisinde olanların ekonomik sıkıntıları ön plana geçirirlerken, üniversite ve daha yüksek eğitimli olan kişilerin siyasi sıkıntılara daha çok değindikleri görülmektedir.

Çetin Murat HAZAR

62

İletişim 2002/16

Yaşanılan yer skalasına göre genel popülasyon içinde, Çankaya’da yaşayan denekler ağırlığı daha çok siyasi sıkıntılara (% 21.6’ya karşılık % 18.8), Mamak’ta yerleşik bulunanlar ise ekonomik sıkıntılara (% 28.6’ya karşılık % 13.3) vermektedir.

Birlikte yaşanan ailenin toplam aylık kazancına göre, son zamanlarda deneklerin Türkiye ile ilgili olarak en çok hangi konuyu konuştuğu/aklından geçirdiği sorusu değerlendirildiğinde, 1 milyarın altında seyreden gelirlerde daha çok ekonomik sıkıntıların, 1 milyarın üstünde ise siyasi sıkıntıların ön plana çıktığı görülmektedir.

Son zamanlarda deneklerin Türkiye ile ilgili olarak en çok hangi konuyu konuştuğu/aklından geçirdiği konusunda Pearson Ki-kare katsayısına göre eğitim durumu 0.000, yaşanılan yer 0.000 ve birlikte yaşanan ailenin toplam aylık kazancı 0.000 verileri nedeniyle beklenen değerlerle gözlenen değerler arasında oturulan evin oda sayısı dışında bütün kategorilerde bir farklılık oluşmakta, böylece ortaya konulan değişkenler arasında % 95 güvenilirlik açısından anlamlı bir ilişki görülebilmektedir (gözlenen değerler<0.05). Yaşanılan yer varyans analizine tabi tutulduğunda ise, Çankaya ve Mamak grupları, son zamanlarda deneklerin Türkiye ile ilgili olarak en çok hangi konuyu konuştuğu/aklından geçirdiği açısından anlamlı bir farklılık göze çarpmaktadır (0.008<0.05).

Deneklerin, kitle iletişim araçlarının gündemleri konusunda ne düşündüklerinin irdelenmesi amacıyla, son zamanlarda kitle iletişim araçlarının en çok üzerinde durduğu konu sorulduğunda, büyük bir ağırlığı teşkil eden % 61.8’i siyasi sıkıntıları öne çıkarırken, % 30.5’i ekonomik sıkıntılar cevabını vermiştir.

Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma

63

İletişim 2002/16

Tablo 3. Son Zamanlarda Kitle İletişim Araçlarının En Çok Üzerinde Durduğu Konu

366 30,5 30,5 30,5741 61,8 61,8 92,3

12 1,0 1,0 93,327 2,3 2,3 95,5

4 ,3 ,3 95,827 2,3 2,3 98,1

1 ,1 ,1 98,222 1,8 1,8 100,0

1200 100,0 100,0

Ekonomik sıkıntılarSiyasi sıkıntılarKültürel/sosyal sıkıntılarSporDış PolitikaMagazinDiğerFikri yokToplam

DenekSayısı Yüzde

GeçerliYüzde

ArtanBirikimliYüzde

Son zamanlarda kitle iletişim araçlarının en çok üzerinde durdukları

konular sorulunca, gerçeğe uygun olarak okur-yazar olmayan deneklerin dışındaki bütün eğitim kategorileri daha çok siyasi sıkıntılar üzerinde durmuşlardır.

Okur-yazar olmayan denek kitlesinin ise, gerek okuma-yazma bilmemelerinden gerekse ekonomik olarak diğerlerinden daha zorlu bir yaşamları olduğundan % 1.2’ye % 0.8 oranında medya organlarının daha çok ekonomik sıkıntıları işlediğini ileri sürmüşlerdir.

Medya organlarının yayınlarının algılanması konusu ele alındığında, düşük ekonomik geliri olan kişilerin daha yoğun olarak yaşadığı Mamak ilçesinde, iletişim araçlarının ekonomik sıkıntılara verdiği yer Çankaya bölgesine oranla neredeyse iki kat fazla çıkmaktadır (% 19.8’e % 10.7). Aradaki fark siyasi sıkıntılar söz konusu olunca Çankaya bölgesine kaymaktadır (% 35’e % 26.8).

Birlikte yaşanan ailenin toplam aylık kazancına göre, deneklerin medyanın son zamanlarda üzerinde en çok durduğu konuyla ilgili görüşleri değerlendirildiğinde ekonomik durum ile bireylerin medyadan aldıkları veya algıladıkları konuların farklılaştığı ortaya çıkmaktadır.

Düşük ekonomik göstergeler için ekonomik sıkıntılar siyasi sıkıntılara yaklaşmakta, ancak yüksek ekonomik gücü olanlarda ise bu makas genişlemektedir.

Çetin Murat HAZAR

64

İletişim 2002/16

Son zamanlarda kitle iletişim araçlarının en çok üzerinde durduğu konu konusunda Pearson Ki-kare katsayısına göre eğitim durumu 0.000, yaşanılan yer 0.000 ve birlikte yaşanan ailenin toplam aylık kazancı 0.000 verileri nedeniyle beklenen değerlerle gözlenen değerler arasında bütün kategorilerde bir farklılık oluşmakta, böylece ortaya konulan değişkenler arasında % 95 güvenilirlik açısından anlamlı bir ilişki görülebilmektedir (gözlenen değerler < 0.05). Yaşanılan yer varyans analizine tabi tutulduğunda ise, Çankaya ve Mamak grupları, son zamanlarda kitle iletişim araçlarının en çok üzerinde durduğu konu açısından anlamlı bir farklılığı bünyesinde taşımaktadır (0.010<0.05).

Bugün Türkiye’nin en önemli konusu olarak deneklerin % 56.7’si siyasi sıkıntıları, % 38.9’u ise ekonomik sıkıntıları görmektedir. Bu iki şıkkın % 95.6 gibi ezici bir rakama varması, bir ölçüde birinin diğerinden kaynaklandığı savlarından ileri geldiği gibi, anketin yapıldığı tarihlerdeki konjonktür belirleyicidir.

Tablo 4. Bugün Türkiye’nin En Önemli Konusu

467 38,9 38,9 38,9680 56,7 56,7 95,6

28 2,3 2,3 97,92 ,2 ,2 98,18 ,7 ,7 98,89 ,8 ,8 99,52 ,2 ,2 99,71 ,1 ,1 99,83 ,3 ,3 100,0

1200 100,0 100,0

Ekonomik sıkıntılarSiyasi sıkıntılarKültürel/sosyal sıkıntılarTerörSporDış PolitikaDiğerÖnemli bir konu yokFikri yokToplam

DenekSayısı Yüzde

GeçerliYüzde

ArtanBirikimliYüzde

Bugün Türkiye’nin en önemli konusu sorulduğunda, eğitim

durumunun yüksekliğine göre ekonomik sıkıntılardan siyasi sıkıntılara doğru geçildiği ortaya çıkmaktadır.

Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma

65

İletişim 2002/16

Deneklerin yaşadıkları yere göre bugün Türkiye’nin en önemli konusu değerlendirildiğinde, Çankaya ve Mamak bölgesinde farklı sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Çankaya’da ikamet edenler, siyasi sıkıntılara (% 31.7), ekonomik sıkıntılara (% 16.2) oranla neredeyse iki katına yakın bir oranda daha fazla önem verirken, Mamak’ta ekonomik sıkıntılar (% 25’e % 22.8) ön plana geçmektedir. Aynı şekilde kültürel ve sosyal sıkıntılarda Çankaya bölgesi, sporda ise Mamak bölgesi daha ağırlıklı görünmektedir.

Gelir durumuna göre Türkiye’nin en önemli konusu sınıflandırıldığında, en alt kategoriyi temsil eden 150-250 milyon aralığında bir gelire sahip olanların en önemli konu olarak ekonomik sıkıntıları gösterdikleri, diğer kategorilerin ise artan gelirlerine oranla daha çok siyasi sıkıntıları seçtikleri görülmektedir.

Bugün Türkiye’nin en önemli konusu bağlamında Pearson Ki-kare katsayısına göre eğitim durumu 0.000, yaşanılan yer 0.000 ve birlikte yaşanan ailenin toplam aylık kazancı 0.000 verileri nedeniyle beklenen değerlerle gözlenen değerler arasında bütün kategorilerde bir farklılık oluşmakta, böylece ortaya konulan değişkenler arasında % 95 güvenilirlik açısından anlamlı bir ilişki görülebilmektedir (gözlenen değerler < 0.05). Yaşanılan yer varyans analizine tabi tutulduğunda ise, Çankaya ve Mamak grupları, bugün Türkiye’nin en önemli konusu açısından az bir farkla güvenilir anlamlı bir farklılık göstermemektedir (0.059>0.05).

Sonuç

Gündem kurma etkisinin belirginleşmesi önemli ölçüde konjonktürel yapıya bağlı olabilmektedir. Yaklaşımla ilgili yapılan araştırmanın, son derecede zorlu ekonomik ve siyasi zorlukların olduğu, seçim kararının alındığı ve iktidarın büyük partisinin yarı yarıya bölündüğü bir zamanda yapılması etkinin artmasına sebep olmuştur. İnsanların ileri derecedeki belirsizlik ortamlarında, medyaya ve onun iletilerine daha fazla ilgi gösterdikleri gerçektir.

Çetin Murat HAZAR

66

İletişim 2002/16

Araştırma kapsamında sorulan 4 soruda eğitim durumu, yaşanılan yer ve gelir durumu önemli bir farklılık yaratmaktadır. Bunun istisnası sadece medyanın gündemini algılamak konusunda Pearson katsayısı ve ANOVA’ya bile yansımayacak oranda (sıralama aynı olmasına rağmen, oranlarda ufak farklılıklar) ortaya çıkmaktadır.

Yine de, anketin yapıldığı dönem içinde medyanın çok büyük oranda siyasal haberlere yer verdiği göz önüne alındığında, ekonomik gelir açısından daha iyi durumda ve daha eğitimli olan denekler için medyanın gündem kurma işlevinin daha fazla geçerlilik kazandığı görülmektedir.

Burada elde edilen sonuç önceki iki soruyla (“Son zamanlarda kendinizle ilgili olarak en çok hangi konuyu konuştunuz/aklınızdan geçirdiniz?” ve “Son zamanlarda Türkiye ile ilgili olarak en çok hangi konuyu konuştunuz/aklınızdan geçirdiniz?”) karşılaştırıldığında, deneklerin gerek kendi yaşamlarında gerekse Türkiye ile ilgili olarak, ekonomik sıkıntılara öncelik verdikleri ancak kitle iletişim araçlarında bunu pek göremedikleri de ortaya çıkmaktadır.

Son soruyla (Bugün Türkiye’nin en önemli konusu), üçüncü sorunun (Son Zamanlarda Kitle İletişim Araçlarının En Çok Üzerinde Durduğu Konu) karşılaştırılması ise bize, medyanın gündem kurma etkisinin araştırmanın yapıldığı tarihlerde ne derecede etkin olduğunu ortaya koymaktadır. Her iki sorunun cevaplarında da siyasi gündem ekonomik gündemden daha revaçtadır.

Denekler, bugün Türkiye’nin en önemli sorunu olarak sırasıyla siyasi sorunları, ekonomik sorunları, kültürel/sosyal sıkıntıları, dış politikayı, sporu ve terörü görmektedirler.

Medyanın ise yine sırasıyla siyasi konuları, ekonomik konuları, sporu, magazini, kültürel/sosyal sıkıntıları ve son olarak dış politikayı daha çok işlediği kanaatindedirler.

Ülkenin büyük ekonomik sıkıntılar içinde bulunduğu ve seçim atmosferinin olduğu bir dönemde, hem medyanın hem de izleyicilerin siyasi sıkıntıların daha önemli olduğu konusunda benzer sonuçlar vermeleri

Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma

67

İletişim 2002/16

gündem kurma etkisini ortaya koyarken, başat öğeler olan siyaset ve ekonomi dışında yer alan konuların farklılık arz etmesi, bu etkinin mutlak olmadığı sonucunu ortaya çıkarmaktadır.

Kaynaklar

Agee, Warren K., P. H. Ault ve E. Emery (1991). Introduction to Mass Communication. New York: HarperColllins Publishers.

Atabek, Necdet (1997). “Gündem Belirleme Araştırmaları”. İletişim Fakültesi Dergisi İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, sayı V, sy. 223-247.

Atabek, Necdet (1998). “Gündem Belirleme Yaklaşımı”. İletişim Fakültesi Dergisi İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, sayı VII, sy. 155-174

Becker, Samuel L. ve Chirchill L. Roberts (1992). Discovering Mass Communication. New York: Harper Collins.

Erdoğan, İrfan ve Korkmaz Alemdar (1990). İletişim ve Toplum. Ankara: Bilgi Yayınları.

Fejes, Fred (1994). “Eleştirel Kitle İletişimi Araştırması ve Medya Etkileri: Yokolan izleyici Sorunu”. Çev. Mehmet Küçük. Medya İktidar İdeoloji. Ankara: Ark Yayınları, 251-269.

Güz, Nurettin (1996). “Türk Basınında Gündem Oluşturma”. Yeni Türkiye Medya Özel Sayısı II. Sayı 12. Ankara, 982-997.

Hardt, Hanno (1994). “Eleştirelin Geri Dönüşü ve Radikal Muhalefetin Meydan Okuyuşu: Eleştirel Teori, Kültürel Çalışmalar ve Amerikan Kitle İletişimi Araştırması”. Çev. Mehmet Küçük. Medya İktidar İdeoloji. Ankara Ark Yayınları, 1-55.

Hawthorne, Michael R. (1993). “The Media, Economic Development and Agenda Setting”. Media and Public Policy. Der. Robert J. Spitzer. USA: Praeger, 81-99.

İnceoğlu, Metin (1993). Tutum, Algı, İletişim. Ankara: V Yayınları.

Çetin Murat HAZAR

68

İletişim 2002/16

Livingston, Sonia M. (1990). Making Sence of Television. Great Britain: Pergamon Press.

Mc Combs, Maxwell ve Donald Shaw (1994). “Kitle İletişim Araçlarının Gündem Oluşturma İşlevi”. Çev. Abdülrezak Altun. İletişim Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi. Sayı 1-2, sy. 259-270.

McQuail, Denis ve Sven Windahl (1993). İletişim Modelleri. Çev. Mehmet Küçükkurt. Ankara: İmaj Yayınları.

Shaw, Donald L. ve Shannon E. Martin (1992). “The Function ofMass Media Agenda Setting”. Journalism Quaterly, 69, 4: 902-920.

Steeves, H. Leslie (1994). “Feminist Teoriler ve Medya Çalışmaları”. Çev. Mehmet Küçük. Medya İktidar İdeoloji. Ankara: Ark Yayınları, 105-168.

Turam, Emir (1994). Medyanın Siyasi Hayata Etkileri. İstanbul: İrfan Yayıncılık.

Usluata, Ayseli (1994). İletişim. İstanbul: İletişim Yayınları.

Weaver, David H. (1991). “Political Issues and Voter Need for Orientation”. Agenda Setting Readings on Media, Public Opinion, and Policymaking. Ed. David L. Protess ve Maxwell McCombs. New Jersey: Lawrence Erlbaum Associates Publishers, 131-139.

Yumlu, Konca (1994). Kitle İletişim Kuram ve Araştırmaları. İzmir.

Yüksel, Ahmet Haluk (1994). İkna Edici İletişim. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.

Yüksel, Erkan (2000). “Medyanın Gücü ve Gündem Belirleme Araştırmaları”. Medya ve Kültür. 1. Ulusal İletişim Sempozyumu Bildirileri 3-5 Mayıs 2000. Ankara: G.Ü. İletişim Fakültesi Basımevi. 97-122.

Medyanın Sosyolojik İşlevlerinden Gündem Kurma

69

İletişim 2002/16

Özet

Kitle iletişim çalışmalarındaki sosyolojik modeller arasında en temel etki modellerinden biri olan Gündem Kurma’ya göre, medya, bize neyi düşüneceğimizden çok ne hakkında düşüneceğimizi empoze etmektedir.

2002 seçimleri öncesinde, Ankara’da ikamet eden 1200 kişi üzerinde gerçekleştirilen araştırmanın da gösterdiği gibi medyanın gündem kurma fonksiyonu, mutlak olmamakla, bireysel özelliklere ve ilgilere göre değişebilmekle birlikte belirgin olarak ortaya çıkmaktadır.

Abstract

Agenda setting has been taken one of the basic models of effects among the sociological models in mass communication studies; according to the agenda setting media emposes to us what we have to think about something more than what we have to think.

Before the Election of 2002, it has been realised that the function of agenda setting of media is not absoloute but it appears clearly and it can differantiate according to the individual peculiarity and interests as shown in this study which is based on a research 1200 people living in Ankara.

İletişim 2002/16

Haberde Yeni Olan Nedir?

Umut Tümay ARSLAN*

“Edebiyat, haber KALAN haberdir.”1 Pound’un bu sözü haber hakkında ne söylemektedir? Eğer edebiyat, haber kalan haber ise, haber haber kalmayan haberdir ya da haber haber kalamaz. Ki bu, hakim habercilik anlayışını eleştiren yaklaşımlarda ifadesini bulan tesbitleri özetler nitelikte bir cümledir. Dikkat edilecek olursa, burada iki farklı haber tanımı yapıyoruz: haber ve haber. Birincisi, bizim bugün haber dediğimiz, hakim habercilik anlayışının haber tanımı, ikincisi ise yenilik ve bilgi içeren, bu özelliğiyle de haber kalan haber.

Pound’un sözünde kurulan edebiyat-haber ilişkisi, İngilizce’de görünen ama Türkçe’de görünmeyen bir ilişkiye dayanmaktadır: new-news. Pound, her zaman haber kalanın ya da yeni kalan ve bilgi verenin edebiyat olduğunu söylerken, yeniyi “şeyleri” daha önce olmayan bir tarzda biraraya getirme olarak tanımlamaktadır (Bidart, 2002).2 Böylece haber kalan haber’le neyin ifade edildiğini şöyle sıralayabiliriz: Zamana direnmek, hem bir miras hem de yeni olmak, her zaman yeni olmak-yeni kalmak, hem içinden çıktığı anda hem de tüm tarihsel anlarda insanın varoluşuna dair sorunlardan haber vermek, “şeyleri” farklı şekillerde biraraya getirerek dünyayı hakim olandan başka türlü anlamlandırmak gibi.3 Aşağıda bu

(*) A.Ü İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Sinema Bölümü Araştırma Görevlisi 1 “Literature is news that STAYS news.” Ezra Pound.

“Basın, İdeoloji ve İktidar” adlı doktora dersinde, bizleri bu sözden “haberdar” eden ve bu sözü aşağıda aktaracağım tartışma çerçevesi içine oturtmamı sağlayan Doç. Dr. Ayşe İnal’a çok teşekkür ederim.

2 Pound’un edebiyatı “yeni” yapmaktan kastı, Einsenstein’ın filmin en temel unsurunun montaj olduğunu söylemesine benzer bir şekilde, imgelerin biraraya getiriliş tarzının “yeni” olmasıdır (Bidart, 2002).

3 Pound’un sözü kimi zaman bir sanatçının yapıtlarının hala “yeni” olduğunu söylemek için, kimi zaman edebiyatın insan ruhundan, ölümden, sevgiden vs.den haber verdiğini vurgulamak için, kimi

Umut Tümay ARSLAN

72

İletişim 2002/16

çağrışımları akılda tutarak, haberin neden haber kalamadığını tartışmaya çalışacağım. Dolayısıyla Pound’un sözünün, haberle haber kalan haber arasındaki farklılık eksenine oturduğu tesbitinden yola çıkacağım ve bu sözü, habere eleştirel bir yaklaşım içinden okuyacağım.

I.

Pound’un sözünde edebiyatın, -hakim haber anlayışı içinde düşünürsek- bir imkansızlık tanımı olduğunu söylemekle başlayayım. Şöyle ki, hakim haber anlayışının içinde haber kalan haber YOKTUR; çünkü haber, tümüyle zamansal bir “yeni bilgi” olarak tarif edilmektedir. Yani dünkü haberler bugün haber değildir. Haber kalan haberin hakim habercilik anlayışı içindeki bu imkansızlık durumunu, Zizek’in (2001:168) semptom yapısı için söyledikleriyle daha iyi açıklayabiliriz: haberin evrensel tanımının dışlama noktası ya da imkansızlık noktası haber kalan haberdir. Eğer haber tanımı bu noktada da geçerli olsaydı, yani hakim haber anlayışı içinde haber kalan haber mümkün olsaydı, zaten mevcut haber tanımı çökerdi.4 Bununla ilişkili olarak, bu söz, haber kalan haberin varlığından söz ederek (edebiyat), farklı bir haber anlayışı içinden konuşmaktadır. Pound, “yeni yapmaktan” söz etmektedir ve yeninin, şeylerin daha önce olmadıkları bir tarzda biraraya getirilişi olduğunu vurgulayarak zamansal sınırlamaları aşan bir yenilik ve bilgi tanımı yapmaktadır. Böylece haber kalan haber mümkün bir şey haline gelmektedir.

Öyleyse iki temel tartışma sorusu açığa çıkmaktadır: Hakim haber anlayışı, nasıl oluyor da haber kalan haberi imkansızlık olarak dışlıyor? ve

zamansa insanın travmalarla, trajedilerle başetmesinde edebiyatın rolünü ifade etmek için kullanılmaktadır. Bkz. http://www.themodernword.com/whats_new.html.25.01.2002; http://www.citylights.com/poetrynews.html.25.01.2002; http://www.newsun.com/newsbriefnew2.html. 26.01.2002.

4 Zizek semptom yapısı için şunu söylüyor: “Evrensel bir yapılandırıcı ilkeyle karşılaşıldığında, her zaman otomatik biçimde, -tam da ilkesel olarak- bu ilkeyi olası bütün unsurlara uygulamanın mümkün olduğu; ilkenin ampirik olarak gerçekleşmemesinin, sadece olumsal koşullarla ilgili bir mesele olduğu varsayılır. Gelgelelim bir semptom...istisna olarak, yani evrensel ilkenin askıya alındığı nokta olarak kalmak zorunda olan bir noktadır. Evrensel ilke bu nokta için de geçerli olsaydı evrensel sistemin kendisi çökerdi” (2001:168).

Haberde Yeni Olan Nedir?

73

İletişim 2002/16

neden hakim haber anlayışı içinde üretilen haberler aslında yeni bilgi içermiyor? 5

Haber Üretim Süreci

Haber üretim süreci, bu soruların ilk yanıtıdır. Tuchman’a göre, düşünsellik ve dizinimsellik, “haberin ve haber üretiminin kamusal karakterinin” bileşenleridir (İnal,1994:167). Burada düşünsellik kavramı, önermelerin her zaman karakterize ettikleri gerçeklik içine gömülü olmasını, dizinimsellik kavramı ise, sosyal aktörlerin bu önermeleri üretildikleri bağlamdan ayırarak anlam üretmelerini karşılamaktadır (İnal, 1994:167). Öyleyse öncelikle, haberde karşımıza çıkan kavramların gerçekliğin belirli bir tür inşasının içinden çıktıklarını; ikinci olaraksa, bu kavramların üretildikleri bağlamın haberde görünür olmamasının, onların “doğal” ve “verili” olarak kabul edilmesiyle ilişkili olduğunu söylemeliyiz. Dolayısıyla, haber değeri ya da haber, olayların, “yaradılıştan” sahip oldukları birşey değil, haber üretim sürecinin rutin pratikleriyle ilişkilidir. Bu bir seçme ve düzenleme işidir (Hall vd., 1988:335). Tuchman (1978), haber üretim sürecinde zamanın ve mekanın düzenlenmesinin, haber değerini oluşturan ve karakterize eden temel belirleyiciler olduğunu; bu düzenlenme işleminin zamana ve mekana dayalı sınırlılıklara karşı geliştirilmesinin sonucu olarak haber tipolojilerinin ortaya çıkarıldığını ifade eder. Ona göre, bu tipolojiler,

5 Aşağıda haberin neden haber kalamadığı açıklanırken haberin ekonomi-politiğine değinilmeyecektir.

Hiç şüphesiz ki haberin kapalı bir metin olmasının ve haber kalamamasının sebeplerinden biri olarak mülkiyet, denetim ve iktidar ilişkileri düşünülebilir. Fakat burada esas tartışılmak istenen hakim haber anlayışıdır. Bir diğer deyişle yazıda özellikle sorgulanmak istenen, mülkiyet, denetim ve iktidar ilişkileri değiştiğinde yani haber içeriklerine müdahale eden, onları kontrol eden aktör ve mekanizmalar değiştiğinde dahi değişmeden kalacak bir haber anlayışıdır; ki bu anlayış, haber kalan haber ile haber arasındaki farkı ortaya çıkarmaktadır. Ekonomi-politik yaklaşımı ve onun içindeki kuramsal pozisyonları (araçsalcılık ve yapısalcılık) derinlikli tartışarak hakim habercilik anlayışını, yapısal unsurları ortaya çıkararak eleştirmenin önünü açan alandaki en temel çalışma için bkz. Murdock (1980). Aynı sebeple, yani tümüyle haber metninin kuruluşunu öne çıkaran bir çalışma olması sebebiyle yazıda, haber-izleyici ve edebiyat-okuyucu ilişkisine dair ayrı bir tartışma da yer almayacaktır; ancak haberin izleyiciyle kurduğu ilişki hem “Haberin Söylemi” başlığı altında hem de II. Bölüm’de hakim toplumsal çerçevelerin haber metninde yer alışına ve kapalı metne ilişkin değerlendirmeler içinde görülebilir. Bütünüyle haber metninin yapılaşması üzerinde duran çalışma, aşağıda da görüleceği gibi haber kalan haber ile haber arasındaki farkı edebiyat-haber farkı ile tartışmayacak, bu farklılığı açık metin – kapalı metin ayrımına taşıyacaktır.

Umut Tümay ARSLAN

74

İletişim 2002/16

olayların farklılıklarını benzerliğe dönüştürmeyi sağlar. Olayları olma tarzlarına göre sınıflandırma işlemi, haber üretimini, rutin bir işleme dönüştürür. Profesyonel olmak, halihazırda olan stok bilgiyi -tipolojiler-, farklı farklı olayların tipleştirilmesinde kullanmayı başarmakla ilişkilidir. Ki bu tipleme, “günlük gerçeğe zamansal ve mekansal sınırlılıkların içinde belli biçimlerde bakma ve günlük deneyimleri belli bir düzene kavuşturma isteğinden kaynaklanır. Tüm bu yapılanma içinde kaynak kişilerin sözleri (söylemleri) olguların ne olduklarını tanımlar ve inanılırlığı olan bir kaynağın olayları ilişkin tanımlamaları aslında olayın ne olduğunun tanımlanmasını da beraberinde getirir” (İnal, 1994:167-168).

Benzer şekilde, Molotch ve Lester (1988), haberin gerçeklik değil, olası diğer gerçekliklerin yerine geçen, dolayısıyla inşa edilmiş bir gerçeklik olduğunu ifade eder. Her olayın, anlamını, içine yerleştiği bağlamdan aldığını vurgulayarak, herhangi bir oluşumun habere dönüşmesinin, aynı zamanda olaya dair bir geçmiş ve bir gelecek kurgusunu da beraberinde getirdiğini, yani olayın nasıl anlamlandırılacağının bu bağlam bilgisiyle mümkün olduğunu belirtir ve kamusal olayları, toplumun örgütlenme tarzına dair farklı bilgiler sunmalarına göre ayıran bir tipoloji sunar. Burada rutin olaylar, mevcut güç ilişkilerinin sürdürülmesine katkı yapan olay tipidir; çünkü bu olaylar, mevcut önkabullerin rutin olarak işlediği bir haber üretim sürecinin sonucudur (örneğin iktidar seçkinlerinin ya da sembolik seçkinlerin açıklamalarının her zaman önemli olması gibi). İkinci olay tipi olan kazalar ise, beklenmedikliğiyle ve olayları yapanların hazırlıksız olmaları nedeniyle, düzenlenmemiş, çelişkili önermelere neden olabilirler. Kısaca Molotch ve Lester’a göre, haber üretim ürecinin, rutin pratikler içinde yapılanması topluma dair rutin bir bilginin üretilmesine de neden olmaktadır. Ve bu rutin bilgi ancak kazalarla bozulabilmektedir. Sadece bu tür olaylar, kamusal olayları yapma işini rutin olarak yöneten grupların iktidarını sarsacak bilgiye ulaşıma izin verebilir.

Haber üretim sürecine dair bu tesbitler, hakim haber anlayışının, “zamansal, mekansal ve mali sınırlılıkları aşmaya yönelik bir iş olarak örgütlen[mesi]” (İnal, 1996:95) şeklinde özetlenebilir. Dolayısıyla, ortaya çıkan rutin pratikler, zamansal olarak yeni olsa da olayları, “doğal”, “verili”

Haberde Yeni Olan Nedir?

75

İletişim 2002/16

olarak kabul edilen, gerçekliğin belirli bir tür inşası içine sıkıştırır. Bu nedenle de, toplumsal bir inşa olan olaylar, anlamlarını hep belirli biçimlerde, belirli bir bakış açısı içinden kazanır. Bizatihi hangi olayların haber olacağının seçilmesini sağlayan bu rutin pratikler, hakim bir haber anlayışının oluşmasını sağlarken, neyin haber değeri olduğunu da kurmaktadır. Bir devamlılık ve düzen yaratmaya yönelen bu haber anlayışı,6 şeyleri farklı tarzlarda biraraya getirmeye değil şeyleri hep aynı tarzda biraraya getirmeye dayalı olduğu için haber kalan haberi dışlar. Burada van Dijk’ın (1999:367) sözlerini aktarmakta yarar var:

“...haber üretiminin yeknesak örgütlenişi haber toplamanın devletin başlıca siyasal organları, polis mahkemeler ve büyük şirketler gibi sabit bir haber öyküleri kaynağını garantileyen kurumsal bağlamlarda cereyan etmesini destekler.”

Profesyonel İdeoloji

Haber üretim sürecinin bir devamlılık ve düzen yaratma esası üzerine kurulu olması, haberin yeni bilgi içermemesinin tek nedeni değildir. Profesyonel ideoloji, bu durumun bir diğer sorumlusudur. Hall vd. de (1988:335) ifade ettiği gibi neyin “iyi haber” olduğunu, habercilerin haber değerlerini profesyonel ideoloji kurar ve haber üretim süreci tam bu noktada başlar. Profesyonellik ideolojisinin sonuçlarını birbirini besleyen iki kol üzerinden düşünebiliriz. Birinci kol hakim habercilik anlayışının ilkeleridir: “Haber, tarafsız, dengeli, objektif olmalıdır”. Burada yine düşünümsellik ve

6 Devamlılık ve dolayısıyla düzen yaratmaya yönelen haber üretim sürecinin nasıl kapalı bir haber formatı yarattığını anlayabilmek için güzel bir örnek psikanalizden verilebilir. Leader ve Groves (1997), Lacan’ın devamlılığın kapatıcı yönünü görerek, psikanalitik tedavide devamsızlığı sağlayan yollar bulmaya çalıştığını belirtirler. Örneğin, standart 50 dakikalık görüşme süresini değişebilir hale getirmesi gibi. Bu, kesintiye uğratılan etkinliklerin tamamlananlara göre daha fazla çağrıştırıcı malzeme üretmesiyle ilişkilidir (55). Lacan’ın yapmaya çalıştığını şöyle özetlerler: “Değişken süreli görüşme atmosferinde belirli bir gerilim söz konusudur -hiçkimse görüşmenin ne zaman biteceğini bilmez ve bu gerilim malzeme yaratmaya ve standart direniş kalıplarını altüst etmeye yarar...Bu, kişiyi şaşırtıcı, rahatsız edici ve tümüyle beklenmedik olanla tanıştıran gerçek bir zaman deneyimidir...Görüşmelerin sürelerindeki değişkenliğin getirdiği devamsızlık ve kesilme boyutu, bu anlamda en çok gizlenmiş malzemeyi ortaya çıkarmada etkindir” (56-57). Bu yaklaşımla, Molotch ve Lester’ın kazalar gibi kamusal olayların yıkıcı ya da gizlenmiş yönleri açığa çıkarıcı etkisine dair söyledikleri son derece benzerdir; çünkü bunlar rutin haber pratiğini kesintiye uğratır.

Umut Tümay ARSLAN

76

İletişim 2002/16

dizinsellikle karşılaşıyoruz. Bu ilkeler, bir tarihte ortaya çıkmış, belirli bir söylemsel konuma ve bu konumun inşa ettiği gerçekliğin içine gömülü kavramlardır; ancak, ortaya çıktıkları bağlamdan koparılıp “evrensel ilkeler” haline gelmişlerdir.7 Bu ilkelerin haber üretiminde sağlanmaya çalışılması, yeni olanın dışlanmasıyla mümkün olmaktadır. Van Dijk bu durumu şöyle özetliyor: “Olayların haber değerleri hakkında haber çalışanlarının profesyonel inançlarını ve davranışlarını içeren bilindik habercilik ilkeleri, ortak duyuya dayalı değerlendirme kriterleridir” (1988:27). Ki burada ikinci kolu düşünmeye başlayabiliriz. İnal’ın ifadesiyle profesyonel ilkeler, haberin gerçekliğin aynası olması gerektiği varsayımından hareket ederek, kaynakların durum tanımlarının haberlerde yer almasını ve bu tanımların haber dolayımıyla halkın tanımlarına dönüşmesini sağlar (1995:114). Dolayısıyla, profesyonel ideoloji, dünyanın belirli bir şekilde anlamlandırılmasıyla, belirli bir dolayımlama tarzıyla sağlanan toplumsal hayata dair mevcut bilgiyi içererek hem mevcut tanımların başat hale gelmesine katkı yapar, hem de bu mevcut bilgiyi içermesi nedeniyle profesyonel ilkelerin sağlanmış gibi görünmesine neden olur. Ki bu durum, yani haber üretiminin tam da yanlılıktan kaçarken yanlılığa tutulması, “yapısal yanlılık” kavramıyla karşılanmaktadır (Hackett, 1998:171).Bir diğer deyişle, tıpkı haber üretim süreci gibi ve ona bağlı olarak, profesyonel ideoloji de haber çalışanlarının, “olguları, olaylara dönüştürürken” (İnal, 1994:173) rutin bir bilgiye dayanmalarına neden olmaktadır. İnal’ın (1994:170) Fishman’dan yaptığı alıntı burada söylenmek isteneni özetler niteliktedir:

“Gazetecilerin bürokratik tanımlara gereksinimleri vardır çünkü habercilikte tanım oluşturma işinin kendisi bir bürokrasi olarak örgütlenmiştir. Haber örgütleri, güvenilir, tahmin edilebilir ve zamanlı ham materyale gereksinim duyarlar çünkü her gün bu ham bilgiyi güvenilir,

7 İnal bu ilkelerin ortaya çıkışını şöyle özetliyor: “ ‘Nesnellik’ kökeni 19.yüzyılın başına dek uzanan ve

basının siyasal partilerden kopup, ticari bir işletmeye dönüşmesi süreci ile birlikte gelişen bir ilke...Nesnellik ilkesi 19.yüzyıl boyunca tekrar tekrar tanımlanarak 1920’lerde bugünkü anlamına kavuşmuş...Pozitivist bilgi kuramından ödünç alınan bu kavram profesyonel gazetecilik ilkesinin mihenk taşını oluşturmakta” (1995:114).

Haberde Yeni Olan Nedir?

77

İletişim 2002/16

tahmin edilebilir ve zamanlı bir biçimde işleyip standart ürünü (gazeteyi) çıkarmak zorundadırlar”.

Hall vd.’nin de (1988:342) ifade ettiği gibi bu durum, güçlü ve ayrıcalıklı konuma sahip kurumların herhangi bir toplumsal olaya dair sundukları çerçevenin hakim olmasını sağlarken, olası tartışmaları da bu çerçevenin sınırları içine çeker.8 Bütün bu süreç, haber kalan haber’i dışlar. Çerçevelerin oluşmasında haber kaynaklarının tanımlarına dayanan mevcut haber anlayışı, kurulan bu çerçeveleri benzer olaylara da uyarlayarak devamlılık sağlar (İnal, 1995:112). Dolayısıyla, herhangi bir olaya dair sunulan bilgi yeni olmaktan öte eskidir; profesyonel ideoloji halihazırda olan çerçevelerle işgörür. Böylece şeylerin farklı şekillerde biraraya getirilme tarzı değil, onları her defasında aynı şekilde biraraya getirmeye dayalı bir haber anlayışı yani haber kalmayan haber anlayışı hakim olur.

Haberin Söylemi

Haber kalmayan haber anlayışının hakim olmasını sağlayan üçüncü neden haberin söylemidir. Dil üzerinden bilgi üretimine dayalı olan söylem, bir özne konumu da içerir. Söylemin sunduğu konum, öznenin konuşabilmesi için gereken mekansallaştırmayı, hayali bütünlüğü sağlar (Hall, 1997; Coward ve Ellis, 1985). Haberin söylemi üzerine yapılan çalışmalar, haber metninde hakim toplumsal anlamların nasıl kurulduğuna, nasıl bir bilgi üretildiğine ve bu bilginin özne konumunu açığa çıkarmaya yöneliktir. Kullanılan başlıklar, sözcük seçimleri, sentaks, cümlelerin ardarda gelmesiyle oluşan tutarlılık ve nedensellik ilişkisi9 temaların ardarda gelmesiyle oluşan tematik yapı, görsel materyaller ve bunların dil yoluyla

8 Hall, bir başka yerde bu durumu şöyle örnekler: “Bu noktanın basit ama güncel medya söyleminde

hep yeniden ortaya çıkan bir örneği, siyah göçmenlerin Britanya’ya göçleri hakkındaki tartışmanın terimlerinin, ‘sayılar hakkındaki’ bir sorun olarak konulmasıdır. Liberal ya da radikal sözcüler ırk konularında biraraya toplamaya muktedir olabildikleri medyaya fiziksel olarak ulaşmayı becerebilirler. Ama ‘sayıların oyunu’nun sorunun ayrıcalıklı tanımı olarak kabul edildiği bir tartışma alanında hareket etmek zorunda kalırlarsa ciddi bir şekilde kısıtlanmış olacaklardır. Bu terimler bazında tartışmaya girmek başat sorunsala güvenilirlik kazandırmakla birdir” (1999:111).

9 Van Dijk, coherence’ın (tutarlılığa ve nedenselliğe dayalı ilişkinin), bizim dünyada neyin mümkün olduğu hakkında bilgi ve inancımıza bağlı olduğunu söylemektedir (1988:12).

Umut Tümay ARSLAN

78

İletişim 2002/16

anlamlandırılması çözümlemeye tabi tutulur (İnal, 1995; İnal, 1996; van Dijk, 1988).

Şimdi, bu çalışmaların haberin söylemine dair tesbitlerini bakalım. Bunlardan ilki ve haberin haber kalmamasının en önemli nedeni, van Dijk tarafından ifade edilmektedir ki bu, haber metinlerinde arka plana ve bağlama ilişkin bilginin yetersiz oluşudur (Aktaran İnal, 1996:98). Daha önce haber üretim sürecinin ve profesyonel ideolojinin olayları benzerlik üzerinden kurguladığını aktarmıştım. Bağlam bilgisinin eksikliği de bununla ilişkilidir. Olayın bağlamından koparılarak tipleştirilmesi, olaya dair, hakim çerçeveler içine oturan bir geçmiş ve gelecek kurgusunu da harekete geçirir; dolayısıyla “haberde eksik bırakılan yerler bu tipleştirme aracılığıyla ve metinlerarası bir okuma ile doldurulur” (İnal, 1996:99). Dolayısıyla haber kalan haberin dışlanması, Hall vd.’nin de (1988:336-347) ifade ettiği gibi, bürokratik örgütlenme ve habercilik ilkeleriyle olduğu kadar haber öyküsünün kuruluş anıyla da olur. Farzedilen bir izleyici/okuyucu grubu için, olaylar, tanımlanır, yeniden bağlamsallaştırılır. Mevcut kültürel bilgimizin yani halihazırda haritalanmış toplumsal dünyanın içine sokulur. Bütün anlamlandırma süreci ya da olayların toplumsal anlamlarını kurma pratiği, toplumu bir uzlaşım toplumu olarak farzetmeye dayalıdır ve aynı zamanda toplumun böyle olmasına da yardım eder; çünkü birincil tanımlayıcıların bakış açılarını, çerçevelerini, durum tanımalarını halkın sesine çevirir.

Fairclough (1992:105-110) ise birincil tanımlayıcıların bakış açılarının kamusal düşünceye çevrilmesi işini gazetelerin, hem kaynağın hem de gazetenin -dolayısıyla farzedilen okuyucunun- sesi olarak okunabilecek başlıklar, ifadeler kullanmalarıyla açıklıyor. Ki bunun kararverilemez, ikili bir ses olduğunu anlatmak için Bakhtin’in “double-voiced” kavramını kullanıyor. The Sun gazetesinden örnek olarak verdiği bir haberin ana başlığı şöyledir: Uyuşturucuyla mücadelede güçlere çağrı. Burada alıntı işareti yoktur; cümleyi kimin söylediği, kimin çağrı yaptığı belirsizdir. Bu haberi özellikle seçtiğini çünkü haberin kaynağı olan dokümanın tamamı elinde olduğu için karşılaştırma yapabileceğini belirten Fairclough, The Sun gazetesinin haberin kaynağıyla kendi sesini karıştırdığını söyler. Ayrıca, bu

Haberde Yeni Olan Nedir?

79

İletişim 2002/16

karıştırma işlemi yapılırken belgenin sesinin gazetenin sesine ait terimlere de çevrildiğini belirtir; çünkü belge de “çağrı”, “mücadele”, “hücum”, “savaş”, “kuvvetli” kavramları yoktur, ama haberde vardır. Fairclough, haber değeri olan olayların gazetecilerin güvenilir kaynaklar olarak değerlendirdikleri ve sesleri medya söyleminde en çok temsil edilen bir sınırlı insan grubundan çıktığını ifade eder. Ancak, der, Fairclough, onların sesleri popüler dilin gazete versiyonuna çevrilirken, kimin sesinin ve kimin konumunun temsil edildiği hakkında bir tür mistifikasyon olur. Güçlü grupların, okuyucuların kullandıkları dile benzer şekilde konuşur gibi temsil edildiklerini belirten Fairclough, dolayısıyla haber medyasının iktidarın sesini gizli-saklanmış bir biçimde yayarak bir ideolojik iş yaptığını vurgular.10

Benzer şekilde van Dijk (1999:366-375) haber üzerine yapılan çalışmalardan örnekler verdiği makalesinde, birçok klişenin, stereotipin nasıl aynı durumlar ve olaylar hakkında tekrar tekrar karşımızı çıktığını aktarır. Örneğin, üçüncü dünya hakkında, fakirlik, demokrasi eksikliği, diktatörlük, şiddet, iç savaş, teknolojik ve kültürel gerilik kavramlarını çağrıştıran haberler; etnik, ırksal azınlıklar ve göçmenler hakkında sorunlu insanlar, refah toplumunu tehdit edenler gibi tasvirler içeren ya da yasa-dışı, suç oluşturan faaliyetleri öne çıkaran haberler;11 dışlanan grupları ya ilk özne konumuna yerleştirerek aktif failler olarak ya da pasif tümcelerle namevcut aktörler olarak temsil eden, onlara cümlelerin sentaksıyla olumsuz anlam yükleyen haberler12 gibi. van Dijk haber üretimin bütün süreçleriyle (kaynaklarla bağlantı, mülakatlar, temsil, alıntılama, başlık ve bunların yaptığı çağrışımlar vb.)13 toplumsal ve ideolojik konumları ustalıkla içinde taşıdığını ifade eder. Ona göre, dünyada olan olaylar hakkında bilgi ve kanaat edinmemiz haberin söylemine bağlıdır. Bu durumu dolaylı tesir-dolaysız tesir gibi kavramlar içinde düşünmek yerine van Dijk, haber

10 Benzer bir analiz için bkz. Murdock, G. ve Hansen, A. (1985). özellikle sf.246-250. 11 Van Dijk bariz ırksal suistimal epey istisna olduğunu ve bu tür etnisist tasvirlerin dolayımlı olduğunu

belirtiyor. Yani, “etnik nitelikler ve durumlar, okuyucuların bunları etnik önyargının gelişimindeki bileşkeler ya da argümanlar olarak kullanabilmelerini sağlayacak şekilde betimlenir” (1999:372).

12 Buna başka örnekler de verilebilir: bkz. İnal (1995:128-129); Murdock ve Hansen (1985:250). 13 İnal, Türkiye yazılı basın üzerine yaptığı incelemede haberlerin hemen hepsinde olayın içine

oturtulduğu çerçevenin başlık, alt başlıklar, fotoğraflar ve giriş cümleleri ile kurulduğunu belirtiyor. Yani diyor İnal, “okuyucu ayrıntılara ulaşmadan bir kalıba dökülüyor” (1995:126).

Umut Tümay ARSLAN

80

İletişim 2002/16

medyasının yapısal tesiri olduğunu vurgular ve bu kavramı şöyle açıklar: “Yapısal tesir toplumsal olarak paylaşılan seçmeci bilgi temelini, amaçlar, normlar, değerler ve bunlara dayanan yorum çerçevelerini ima eder. Böylece medyanın gücü, dünyada olup bitenlerin betimlenmesinde alternatif kaynakların, alternatif enformasyonun ve öbür ilgili şeylerin dışlanmasını içerir” (1999:371). Dolayısıyla van Dijk’a göre, haber medyası, sadece bir toplumda herhangi bir momentte bürokratik seçkinlerin ya da sembolik seçkinlerin sözcüsü değil “toplumsal iktidar yapısının kalıtsal bir parçasıdır” (1999:367).

Kısaca, haber kalan haber, haber söyleminde dışlanır; çünkü bu söylem, gerçekliği belirli bir şekilde inşa ederek, kamusal bilginin sınırlarını ve içeriğini belirleyen, olaylar hakkında ne söyleneceğine ve nasıl söyleneceğine dair çerçeveyi çizen, olayları tipleştirerek yani benzerlik üzerinden aktardığı için bağlamından koparan ve ortak duyuya ait yorum çerçeveleri içinde yeniden bağlamsallaştıran, bunun sonucu olarak olayları her tür ayrıntının, ilişkiselliğin ve farklılığın içinde eridiği katı kutuplara sokan ve böylece bir olayın geçmişini ve geleceğini de tektipleştiren kapalı bir anlatı kurar. İnal bunu şöyle özetlemektedir:”Haberde egemen söylemler temsil edilir ve metin egemen söylemler etrafında kapanır” (1996:99). Daha önce de aktardığım gibi dünyayı belirli bir tarzda haritalandıran haber söylemi, van Dijk’ın deyişle “bilginin stratejik denetimi”ni sağlar (1999:342). Öyleyse haber kalan haber, haber söylemi için bir imkansızlıktır. Haber, haber kalamaz çünkü, zaten-bilinene gönderme yapar ve gerçeklik etkisini de böyle yaratır:

“Bir ifadenin basit bir ampirik ifade olarak kabul edilmesinin ya da ‘okunmasının’ altında yatan neden, o ifadenin alımlayan kişilerde bir tür ‘tanıma etkisi’ (recognition effect) yaratmasıydı. Tanıma etkisini üreten formülleştirme işi, bu pragmatik bilgi çemberinin kapanmasını emniyet altına alıyordu. Ama bu tanıma etkisi sözcüklerin berisindeki gerçekliğin tanınması değil, söylemin örgütlenme tarzının ve aslında ifadenin bağımlı olduğu temel öncüllerin aşikarlığının, sorgulanmaksızın kabul edilişinin bir tür onaylanmasıdır” (Hall, 1999:104).

Haberde Yeni Olan Nedir?

81

İletişim 2002/16

Dolayısıyla, haber üretim sürecinin, profesyonel ideolojinin yeni bilginin üretiminde yarattığı sınırlamaları bir yana bırakıp, sadece seçilmiş bir olayın habere dönüştürülme anını düşündüğümüz takdirde bile, “yeni” olayın eski bilgilerle aktarıldığını görebiliriz; elbette ki yeni olanı seçme işleminin bizatihi bir söylem konumundan olduğunu gözardı etmeyerek. Hall, “doğru”, “güvenilir” kabul edilen, dolayısıyla şeylerin nasıl oldukları hakkında gerçek bilgiyi veriyormuş gibi görünen bir söylemin, yeni olana dair bilgiyi de aynı repertuvar ile sunarak “doğru”, “güvenilir” kabul edilişini şöyle açıklıyor:

“Dünyanın nasıl olması gerektiği hakkındaki sorgulanmayan beklentilerde gedikler açan yeni, sorunlu ya da rahatsız edici olaylar, başka durumlarda ‘tüm pratik amaçlar’ için kullanışlı olmuş açıklama biçimlerine teşmil edilerek ‘açıklanabilir’. Bu anlamda, ... Althusser, ... ideolojinin sürekli olarak kapalı bir çember içinde hareket ettiğini, bilgi değil zaten bildiğimiz şeylerin tanınmasını ürettiğini savun[du]. İdeoloji bunu, tam da sorgulanması gereken öncülleri zaten yerleşik olgular olarak kabul ettiği için yapabiliyordu” (1999:104).

Haber söyleminin ideolojik kapanmasıyla kastedilen budur. Sorgulanması gereken öncülleri yerleşik olgular olarak kabul eden ve dolayısıyla zaten-bilinen toplumsal bilgi konumundan konuşan haber, bir kapanmadır; ancak bir kapanma gibi görünmez. Şeyler, durumlar ve olaylar ile anlamları arasında özdeşlik ilişkileri kurarak onların anlamını sabitler. Bu sabitleme işi, “doğallaştırılmış” bir söylem (Hall, 1999:105) içinde kurulduğu ve öznelerin dünyayı anlamlandırdıkları bir konum, bir bakış açısı inşa ettiği için kapanma gibi görünmez.

Dolayısıyla haber söyleminin herhangi bir olaya ilişkin olarak öne çı-kardıkları-arkada bıraktıklarıyla, kullandığı kavramlar ve adlandırmalarıyla, içerdikleri-dışladıklarıyla, kurduğu nedensellik ilişkileriyle kısacası haberin kurgusuyla bütün çağrıştırdığı “ortak bilgi deposudur” (Hall, 1999:107). Haber hem bu depo tarafından onaylanır hem de bu depoya ait bilgileri yen-iden üretir. Hall vd.’nin de (1988:335) ifade ettiği gibi, haber herhangi bir olaya içkin değildir. Olay habere dönüştüğünde ona dair sunulan bilgi,

Umut Tümay ARSLAN

82

İletişim 2002/16

olayın bilgisi gibi görünse de, toplumun ortak bilgi deposundan seçmelerdir. Her tür olası farklı bilginin dışlandığı, hakim oydaşmaya dayalı14 mevcut haber anlayışı içinde üretilen haberde, haber yoktur diyebiliriz.

II.

Şimdi, Pound’un sözünde haber kalan haber ile haber arasındaki ayrımı haberin diğer metinlerden (edebiyat, film vb.) farkını daha iyi ortaya koyabilmek için yeniden düşünelim. Bu ayrım ilk olarak, Coward ve Ellis’in avangard metinlerle gerçekçi metinler arasında yaptıkları ayrımı hatırlatıyor (1985:66-98). Gerçekçi metinler dilde anlam üretiminin sınırlandırılması, sabitlenmesi ve dolayısıyla bir özne konumunun inşa edilmesi yoluyla işlerken, avangard metinler anlamın gösterenden gösterene kaymalarla oluştuğu dolayısıyla hem sabitlenmenin, hem özne konumunun hem de mutlak anlamın olmadığı metinlerdir. Bu ayrımı daha netleştirmek için Heath’in gerçekçi tanımıyla başlamak yararlı olabilir:

“...’gerçekçi’ öze değil biçime ilişkin bir sıfattır (anlamlı kurgular süreci) ve gerçekçilik romanla ilişkili olarak belirli bir toplumun gerçeğe benzer nosyonunda, “gerçekçi” sayılanın genellikle kabul edilmiş bir görüntüsü olarak tanımlanabilir...Demek ki gerçeğe benzer bu şekilde değil de daha çok ‘gerçeklik’ olarak anlaşılır; işlevi toplumun ‘gerçeklik’ olarak eklemlediği gerçekliğin doğallaştırılmasıdır; başarısı da biçimler arasında bir biçim olduğunu gizli tutma derecesine bağlıdır” (Aktaran Coward ve Ellis, 67).

Haber, Heath’in bütün saydıklarını içeren, gerçekliği inşa eden ama gerçekçi görünen ve gerçekçi olduğunu söyleyen bir metindir. Saussure’ün göstergenin keyfi doğası olarak adlandırdığı durum, gerçekçi metinde doğallaşır; çünkü gerçekçi metin gösteren gösterilen özdeşliğine dayalıdır. Öznenin olaya egemen olarak konumlandığı gerçekçi anlatı, “çelişkisiz bir

14 Van Dijk , haber çalışanlarının hakim siyaset karşısında eleştirel olduklarını söyleyenlere karşı şunu ifade ediyor: “Bu çelişkilere rağmen, eleştirel teorisyenlerle birlikte medya pratiklerinin, kimi durumlarda muhalafet ve eleştiriye yer olduğu zamanlarda bile esnek, ama başat bir oydaşmanın sınırları içinde kaldığını varsayabiliriz. Başat haber medyasında temel normlara, değerlere ve iktidar düzenlemelerine karşı açık bir meydan okuma nadiren gerçekleşir” (1999:368).

Haberde Yeni Olan Nedir?

83

İletişim 2002/16

takım özlere dayanarak duran, homojen bir görüntüler dünyasını, bir doğrular dünyasını açıklamayı kendine görev bilir” (Coward ve Ellis, 92). Haberle gerçekçi metin bu özellikleriyle ortaklaşmaktadır. Ancak, haberin gerçekçi metnin kapanmasını da aşan bir kapalılığı vardır; ki bu noktada, haberin neden haber kalamadığını anlamak için gerçekçi metin-avangard metin ayrımı yeterli olmaz.

Açık Metin – Kapalı Metin

Öncelikle haberin gerçekçi metni de aşan kapalılığı üzerine düşünelim. Coward ve Ellis, semiyoloji çalışmalarında, önceleri, dilin üretkenliğine açılan yazma pratiği olarak adlandırılan ecriture ve “üretkenlikten yoksun, egemen sociolect’ler ile suç ortağı olan ve egemen ideolojik biçimler içinde kendini tekrarlayan ecrivance”ın (81) karşılaştırıldığını belirtiyorlar. Ancak psikanalizin bilinciyle bilinçdışı arasında yarılmış özne nosyonu, hem ecriture hem de ecrivance’ın farklı bir şekilde düşünülmesine yol açmıştır. İlki bastırılmış gösterenlerin gösterenden gösterene kaymayla açığa çıktığı metinler ikincisi de kapanmaya rağmen bir üretkenliğe dayalı olmak zorunda olan metinler olarak düşünülmüştür. Yani, gerçekçilik, “anlamlandırma zinciri içindeki ilişkilerin üretkenliği”yle anlaşılmaya çalışılmış, her metnin hem üretkenliğe hem de kapanmaya birarada sahip olması, metnin diğer metinlere olan bağlılığını ve onlardan farklılığını yani metnin yapılaşmasını birarada düşünmenin önünü açmıştır (81-82). Dolayısıyla gerçekçi metinde bütün kapanmaya rağmen bir üretkenliğin de olmaması mümkün değildir. Coward ve Ellis, gerçekçi metinde dil kullanımının, benzer metinlerden, deyimlerden, söyleyişlerden, durumlardan, karakterlerden oluşan geniş bir yankı rezervini gerektiren bir kullanım olduğunu bu nedenle basitçe bir tekrar değil, dilin çoğullunun denetimli yankılanması, sınırlı bir kullanımı olduğunu belirtiyorlar (96). Bunu metinlerarası terimiyle karşılayan Kristeva’dan yaptıkları alıntı şöyledir:

Umut Tümay ARSLAN

84

İletişim 2002/16

“Bir romanın yapısından çok yapılaşmasını analiz etmek için romanı daha önceki veya senkronik metinler bütünlüğüne yerleştirmeliyiz...Böylece metnin yapılaşmasını dönüşüm olarak incelemek için metni ya metinsel bir diyalog veya daha iyisi metinlerarasılık olarak görmeliyiz. Bu yüzden belirtmeliyiz ki romanın bir dönüşüm olarak ele alınması ona ‘kendi içinde yeterli olmayan ve kendini kuşatan çevreye gönderme yapan bir sistem’ olarak yaklaşıldığını ima eder” (Coward ve Ellis, 96-97).

Haber metni için böyle bir üretkenlik mümkün müdür? Haber hangi metinlerle diyalog halindedir? Yukarıda da aktardığım gibi, haber metinleri kaynakların söylemini halkın diline çevirir. Haber üretim sürecinin rutin pratikleri, profesyonel ideolojinin habercilik ilkeleri, haber metnini bir tekrara dönüştürür; haberin diyalogda bulunduğu metinler, kaynak söylemleri ve ortak bilgi deposudur. Dolayısıyla İnal’ın da ifade ettiği gibi haber, hem kapalı hem de sıkı bir metindir: “haber metinlerinde bir yandan metnin söylemi egemen söylemlerin içinde kapanır, diğer yandan farklı okuma biçimlerini de kapatır” (1996:100).

Bu nedenle, haber metninin sıkı olması onu gerçekçi metinden bile daha kapalı yapar. Hiç şüphesiz ki gerçekçi metinler içinde haber metninin kapalılığına ve sıkılığına yaklaşanlar vardır. Erkek kahramanları yüceltmeye dayalı, toplumsal bağlamından koparılmış bir suç tanımı yapan ve buna yönelik eril kahraman şiddetini meşrulaştırıcı filmler, diziler, polisiyeler haber türüne benzer özellikler taşır (İnal, 1999:14). Dolayısıyla, haber kalan haber ile haber arasındaki ayrımı açık metin-kapalı metin ayrımı olarak adlandırmak daha uygun gözükmektedir. Bu aslında, Ryan ve Kellner’ın (1997:41) metonimik-metaforik retoriksel strateji ayrımına da denk düşmektedir: Dünyanın yeniden oluşturulması mümkün olan maddi bir yapı olarak sunulmasıyla aşkın, idealist, doğalcı bir dünya sunumu arasındaki fark. Burada metafor, bağlamdışı, evrenselci, özgül koşullara bağımlılık göstermeyen, gerçeğin çıkarımcısı olan otonom bir ego ima eden, paradigmatik, hipotaktik, ayırıcı, dikey ve hiyerarşik bir düşünce tarzına, metonimi ise, yatay, maddi bağlantılarla işleyen, gelecek yönelimli, dinamik, belirsiz, sınırsız bitişik ilişkiler ve bağlantılar kuran, parataktik ve bitiştirici bir düşünce tarzını ifade eder. Bir diğer deyişle, Pound’un sadece edebiyat

Haberde Yeni Olan Nedir?

85

İletişim 2002/16

için söylediği haber kalan haber tanımı metonimik bir retoriksel stratejiye sahip bütün açık metinler için kullanabilir, haber kalan haber ile haber metinleri arasındaki farkı yukarıda özetlediğimiz açık metin – kapalı metin arasındaki farklılık eksenine oturtabiliriz.

Hall’un haberi, “bağlamsız güncellik” (aktaran İnal, 1996:150) olarak tanımlaması, haberin metaforik bir temsil tarzıyla işlemesinin özetidir. Farklılığa değil benzerliğe, ilişki kurmaya değil ayırmaya, heterojenliğe değil homojenliğe, maddi bağlantılara değil aşkıncı, idealist, doğalcı değerlere ve bununla ilişkili olarak özneleri yargılamaya ya da yüceltmeye dayalı haber metni, içinde bir dizi gösterenin yoğunlaştığı metaforlar kullanır: “Kriz”, “satanizm”, “provokatör”, “terörist” gibi. Bunları, ne olduklarına dair bağlama özgü, ilişkiilendirici bağlantılarla aktarmak yerine başka birçok şeyin yerine geçen kavramlar olarak kullanır. Bu kavramlar, bir olayı çerçevelendirmek için kaynaklar tarafından bir kez ortaya atıldımı ortaya çıkan yeni olaylarda da aynı kavramlar kullanılmaya başlar; ki bu durum kavramı, içine birçok şeyin doldurulduğu bir metafor haline getirir. Türkiye’de son zamanlarda intiharın satanizmle kurulan ilişkisinde benzer bir metafora şahit oluyoruz. Satanizm, gençlerin, mevcut toplumun kurallarının çizdiği sınırları aşan her davranışının içine doldurulduğu bir metafor haline geliyor.15

Haberin diğer metinlerle olan farkını özetleyecek olursak, haber metninde olaylara ve aktörlere dair bağlam ve geçmiş bilgisi yoktur, olaylar bu bilgilerle ilişkilendirilmek yerine sonuçlarıyla değerlendirilir. Bu durum,

15 Milliyet gazetesinin 27 Ocak 2002 tarihli nüshasının 4.sayfasının sağ üst ve 5. sayfasının sol üst-orta

köşelerindeki (açıldıklarında yanyana geliyorlar) haberler şöyledir: İlkinde, ana başlık tırnak içinde “Bu kız da fazla özgür”, alt başlık ise, Uzmanlar uyardı:Hazır kart reklamındaki ‘özgür kız’ gereğinden fazla özgür! şeklindedir. Haberin içeriğinde ise tek bir uzmanın, bir lisenin okul aile birliğinin düzenlendiği panelde, reklam hakkındaki görüşleri aktarılıyor. İkincisi haberde ana başlık, Diyanet’e göre satanistler ‘dış mihrak’, alt başlık, Diyanet işleri: Satanizmi gelişmemizi istemeyen bazı odaklar körüklüyor’dur. Haberin hemen ardından, Bir satanist anlatıyor, başlığı ile Diyanetin sitesinde yer alan öykü aktarılıyor. Aynı sütundaki son haberin başlığı ise, Polis satanistlerin arasına sızacak’tır. Bu sütundaki her iki haber de satanizm ile intihar ilişkisini kuracak şekilde başlıyor. İlkinde haber “Gencecik çocuklarımızın korkunç intiharlarına ağırlıklı olarak ‘satanizmin’ yol açtığı iddialarına...” diye başlıyor. İkincisinde ise, “Boğaziçi Köprüsünden atlayarak intihar eden Lara Falay’ın ardından, polis satanist grupları ortaya çıkarmak için aralarına sızacak” diyerek başlıyor.

Umut Tümay ARSLAN

86

İletişim 2002/16

medya işinin en önemli yönünün bir olayı bitirilmiş bir haber öyküsüne dönüştürme aktivitesi olmasıyla ilişkilidir ve bu iş, öykünün, medya tarafından özel bir dil formunda kodlanmasıyla yapılmak zorundadır (İnal, 1994:172; Hall vd., 1988:344). Böylece “kendi içinde yeterli olan”, gönderme yaptığı tek yerin kaynak söylemleri ve ortak bilgi deposu olduğu kapalı ve sıkı bir metin karşımıza çıkar.16

III.

“... ‘yeniliğin’ haber değeri sonunda tüketilir. Tekrar üzerinden, sıradışı olan sonunda sıradan olur. Hakikaten, herhangi bir haber hikayesinde oran olarak düşünüldüğünde, ‘yenilik’ açıkça, bütün haber değerleri içinde, en sınırlı yaşam süresine sahip olandır” (Hall vd., 1988:359).

Hakim habercilik anlayışının, yenilik ve bilgi içermeyen bu nedenle haber kalamayan haberin üretilmesine neden olduğunu tartıştığım bu yazıyı, yukarıda özelliklerini saydığım metonimik bir retoriksel stratejiye sahip açık bir metin olarak düşünebileceğimiz bir filmin öyküsünün nasıl bir haber olacağını göstermeye çalışarak bitireceğim. Böylelikle, haber kalan haber ile haber arasındaki farklılığı, haberin kapalılığını ortaya çıkaran yapılaşmış

16 Haberin ayrıntıları yok etmeye, bitirilmiş olmaya dayalı bir anlatı olması elektronik dergilerde yer alan kimi makalelerde de tartışılıyor. Örneğin, Woo, çözüme dayalı bir gazeteciliğe karşı olduğunu söyleyerek mevcut gazeteciliğin her zaman açıklığa/berraklığa duyduğu zorunluluğu eleştiriyor (“journalism badly needs clarity”). Meyer, haber hikayeleriyle diğer hikayeler arasındaki farklılığın haberin söylemeye diğerlerinin göstermeye dayalı olması (örneğin haberde “çocuk kısadır” denir; hikayelerde ise “mektubu postalamak için ayaklarının ucuna basarak durmak zorundadır” denir) ile açıklıyor ve bu nedenle hikayelerin, daha fazla haber vermeye dayalı olduğunu, daha uzun ve daha detaylı olmalarının önemli olduğunu belirtiyor. Makalesinin sonunda haber çalışanlarına çağrıda bulunuyor: “Mekan için mücadele edin. Yazmaya zaman için mücadele edin...” (“Fight for space. Fight for time to write. Remember, Hemingway said: ‘The firs draft of anything is shit’ Rewrite your story until it is the best feature you have ever done”). Hodgson ise, haber medyasının bugününe ait bir sorundan söz ediyor. Bu, haber pazarının yavaş yavaş “kurumaya” başlamasıdır. Ona göre, haberler, artan bir şekilde sağlık, tıp, egzersiz, moda gibi temaları içermekte ve bir tür yaşam stilleri rehberine dönüşmektedir. Hodgson bunu özellikle, 1989 S.S.C.B’nin çöküşü sonrası, korkacak ve endişe duyacak bir şeyin kalmamasına bağlamaktadır. Diğer yandan, hem televizyonda hem de yazılı basında haber ajandasının son derece tutucu olmasıyla da ilişki kurar. Dolayısıyla belirli bir tarz haberin öldüğünü söyler. Dijital teknolojinin farklı bir haber anlayışı getirebileceğini vurgular. Bkz. Woo, William F. “Just Write What Happened”. Nieman Reports.9/01/2000.2p; Meyer, Richard E. “Take Time To Show The Story”. Quill. 7/01/2000; Hodgson, Godfrey. “The End of the Grand Narrative and the Death of the News”. Historical Journal of Film, Radio & Television. 03/01/2000. 9p. Bu elektronik yayınlara Metu /Library/ On line Journals/ EBSCOHOST sırasıyla ulaşılabilir. 27.01.2002.

Haberde Yeni Olan Nedir?

87

İletişim 2002/16

bir söylemin, olay ile haber arasında açılan mesafeyi uylaşımlar, kodlar ve kalıplarla nasıl doldurduğunu, örnekleyerek daha belirgin kılmaya çalışacağım. Claude Chabrol’ün La Ceremonie (Seremoni) filmini seçmemin iki önemli sebebi var: Birincisi yukarıda da söylediğim gibi açık bir metin olması yani bir haber kalan haber örneği olması, ikincisi ise filmin öyküsünün “suç” ve “şiddet” içermesi. Film bu iki toplumsal meseleyi, bir haberin aksine yapısal bir zemine oturtarak tartışıp sorgular. Dünyanın mevcut toplumsal yapısına ve işleyişine dair hakim anlamlandırma tarzından farklı bir anlamlandırma sunarak hakim toplumsal ve kültürel hayata ilişkin farklı bir bilgi açığa çıkarır. Oysa bu iki toplumsal meselenin yer aldığı haber metinleri, mevcut toplumsal yapının hegemonyasının devamına dair ortak duyunun yaratılmasına ve rızanın üretilmesine en çok katkı yapan metinlerdir. Hall vd.’ne göre (1988:351-353) eğer haberi, problematik gerçekliğin haritalandırılması olarak anlıyorsak, suç, kelimenin tam anlamıyla “haber”dir. Suçun, haberlerin temel malzemesi olmasını şiddetle ilişkilendiren Hall vd., şiddet kullanımının kimin esas olarak toplumdan kimin dışardan olduğu ayrımını işaretlediğini yani gerçekliği haritalandırdığını belirtir. Benzer şekilde İnal, polis adliye haberlerine ilişkin şunları söyler:

“[s]uçun ve sorumluluğun varolan tanımları etrafında bir kapanma oluşuyor. Bu kapanma olaya ilişkin belli detayların ve bağlama, arkaplana ilişkin bilginin sistematik olarak sokulmayışı ile oluşuyor. Metinde kurulan nedensel ilişkiler ve polis otoritelerine dayanan bir haber yazımı ‘suç’un varolan tanımını pekiştiriyor” (1995:127).

Haber Kalan Haber ve Haber

Film, Sophie’nin bir burjuva ailenin, Lelievre’lerin, yanına hizmetçi olarak gelmesiyle başlar. Sophie okuma yazma bilmemektedir ve bunu Lelievre’lere söylemez. Film boyunca Lelievre’lerle Sophie arasında gidip gelen bir gerilime şahit oluruz. Sophie’nin postanede çalışan Jeanne’la tanışması ve yakın arkadaş olmalarıyla bu gerilim tırmanmaya başlar. Sophie az konuşan, kaderini kabullenmiş, meraksız ve ilgisiz, Jeanne ise neşeli, hayat dolu, kitap okuyan, şiirle yakından ilgilenen, zenginleri merak edip

Umut Tümay ARSLAN

88

İletişim 2002/16

kıskanan biridir. Sonunda, Lelievre’lerin ailece Don Giovanni operasını izledikleri bir gece, Sophie ve Jeanne, önce Lelievre’lerin yatak odasında kahve içip Bayan Lelievre’nin elbiselerini parçalarlar sonra, planlı olmayan bir şekilde, ailenin tüm üyelerini av tüfekleriyle öldürürler. Evden arabasıyla ayrılmak üzere olan Jeanne, rahibin arabasının onun arabasına çarpmasıyla ölür. Olay yerine gelen polisler Jeanne’ın evden aldığı teybi bulurlar. Teybin içindeki kaset Lelievre’lerin operayı kaydettikleri ama aynı zamanda Sophie ve Jeanne’ın, Lelievre’leri öldürdüklerinin de delilidir; dolayısıyla Sophie’nin kısa sürede yakalanacağının da.

Şimdi, bu sorunlu özeti yaptıktan sonra filme dair ayrıntıları vereyim. Film boyunca iyi ve kötü olma sürekli yer değiştirmektedir; bir diğer deyişle bu karşıtlığın yapısal ve maddi bir temel üzerinde çözülüşüne ve içiçe geçişine şahit oluruz. Sophie kendisine iyi davranan Melinda’nın (Lelievre’lerin kızı) telefon konuşmasını dinleyerek ona şantaj yapar -çünkü Melinda Sophie’nin okuma yazma bilmediğini öğrenir; Jeanne Lelievre’lerin mektuplarını açıp okur. Lelievre’ler Sophie’yi göz muayenesi için doktora götürürler; ama onun izin günü çalışmasını, Jeanne ile görüşmemesini de isterler. Melinda, Jeanne’ın arabasını tamir eder, ama kirlenmiş elini sildiği peçeteyi farkında olmadan arabanın içinde oturan Jeanne’ın üzerine atar. Lelievre’ler ev içinde Sophie hakkında onun duyabileceği mesafelerden, varlığını gözetmeksizin konuşurlar. Filmin başında Lelievre’ler ve Sophie arasındaki hoşgörü ve uzlaşım ortamı yavaş yavaş çatışmaya dönüşür. Kimin iyi kimin kötü olduğuna bakmaksızın çatışma sınıf farklılıklarıyla kurulan yapısal bir temele oturtulur. Filmde Sophie ve Jeanne’ın geçmişleri hakkında şu bilgi verilir: Sophie babasını, Jeanne kızını öldürmek ya da ölümüne sebebiyet vermekle yargılanmıştır. Birbirlerine bu olayları anlatırken ortaya çıkan durum, Sophie’nin babasının Jeanne’ın ise kızının ölümüne seyirci kalması, engel olmaya çalışmamalarıdır. Bunun nedeni ise, hayatlarını idame ettirmekte yaşadıkları zorluklar, maddi sorunlardır. Birbirlerine “ispatlayamazlar” derler. Burjuva aile, burjuva hukuku ikilisi kiliseyle tamamlanır. Kilisenin yoksullar için yiyecek ve giyecek toplamasına yardım eden Sophie ve Jeanne gittikleri bir evde verilen giyeceklerin giyilemeyecek kadar eski, yiyeceklerin yenilemeyecek kadar bayat olmasıyla alay ederler

Haberde Yeni Olan Nedir?

89

İletişim 2002/16

ve evin sahibi tarafından kiliseye şikayet edilirler. Rahip, kabalıklarından dolayı Sophie ve Jeanne’ı suçlar ve artık yardım etmemelerini söyler.

Seremoni filminin içerdiği suç ve şiddet öyküsünden bir haber öyküsü nasıl çıkar? Haberin başlığı ne olur? Sophie’nin Lelievre’lerin hizmetçisi olduğu, olayın olduğu gece, Lelievre’lerin yatak odalarındaki yatağa kahve dökülmüş olduğu ve bayan Lelievre’nin elbiselerinin parçalandığı, Sophie ve Jeanne’nın geçmişte yargılanmış oldukları, rahibin onlar hakkında söyledikleri ve verdiği giyecek ve yiyeceklerle alay ettikleri evin sahibinin söyledikleri öne çıkarılacaktır. Haberin başlığı, “Cinnet geçiren hizmetçi, arkadaşı Jeanne’la Lelievre’leri av tüfekleriyle öldürdü” olabilir. Sophie ve Jeanne’ın özellikle son zamanlarda “normal” olmadıkları haber metnine yazılacaktır. Geçmişte yargılanmalarıyla bu olay arasındaki ilişkinin altı çizilecek suçun kişiselleştirilmesi sağlanacaktır. Rahibin Jeanne’ın arabasına çarpması ve Jeanne’nın ölümü kasetin bulunmasıyla birarada verilecek kasetin bulunması daha önemli olarak sunulacağı için Jeanne’ın ölümü önemsiz bir ayrıntı olarak kalacaktır ve hatta Jeanne’ın Lelievre’lerin mektuplarını açıp okuduğu daha çok vurgulanacaktır.

Tanıdık geliyor değil mi? Filmin sunduğu bağlam içinde Sophie ve Jeanne’ın Lelivere’leri öldürmeleri, birbiriyle çatışan iki dünyanın karşı karşıya gelmesinden beslenirken ve böylelikle maddi bağlantılarla ilişki kurmamızı sağlarken, haber metninde, gerçekliği “biz” ve “onlar” olarak haritalandıran suç ve şiddet tanımlarıyla karşılaşacağız. Sophie’nin okuma yazma bilmemesinin kendisinde yarattığı korkuları, kitaplardan nefret edişini, Lelievre’lerin büyük kütüphanelerinde nasıl tedirgin olduğunu, sürekli televizyon seyrettiğini ve başka bir dizi çatışma unsuruna dair bilgileri asla öğrenemeyeceğiz. Olumsuzluk ve şiddet içermesiyle haber değeri taşıyacak olan bu öykü, cinayete ve şiddete yol açan koşulların asla tartışılmadığı, bağlam bilgisi olmayan bir habere dönüşecek. Suçlular, şiddete başvuranlar, sapkınlar bir tarafa esas olarak toplumdan olanlar bir tarafa konulacak, hakim kültürel ve moral idealler pekiştirilerek hakim hukuk ve düzen anlayışı korunacak.

Umut Tümay ARSLAN

90

İletişim 2002/16

Sonuç olarak, haber üretim süreci, profesyonel ideoloji ve haberin söylemi birarada haber metnini kapalı ve sıkı bir metin haline getirmektedir. Yenilik ve bilgi içeren ve bu yönüyle de haber kalan haber, hakim habercilik anlayışının dışarda bıraktığı imkansızlık noktasıdır. Pound’un sözü, hem edebiyatın “ne olduğu” ve “ne olması gerektiği”, hem de haberin “ne olmadığı” ve “ne olamayacağı” hakkında bir söz olarak okunabilir.

Kaynaklar

Bidart, F. (2002). “What’s American About American Form?”. http://www.poetry society.org/wabidart.html. 26.01.2002

Coward, R. ve Ellis, J. (1985). Dil ve Maddecilik. İstanbul:İletişim.

Fairclough, N. (1992). Discourse and Social Change. UK:Polity Press.

Hackett, R. (1998). “Bir Paradigmanın Önemini Yitirişi: Haber Medyası Çalışmalarında Yanlılık ve Nesnellik”. çev. Ayşe İnal. A.Ü. İletişim Fakültesi Yıllık 1997-1998.

Hall, S. (1997). “The Work of Representation”. Representation,.der., Stuart Hall. London: Sage Publications.

Hall, S. (1999). “İdeolojinin Yeniden Keşfi: Medya Çalışmalarında Baskı Altında Tutulanın Geri Dönüşü”. çev. Mehmet Küçük. Medya İktidar İdeoloji, der., Mehmet Küçük. Ankara: Ark Yayınları.

Hall vd. (1988). “The Social Production of News: Mugging the media”. The Manufacture of News, der., S.Cohen ve J. Young. GB:St.Edmundbury Press.

İnal, A. (1994). “Haber Üretim Sürecine Farklı İki Yaklaşım”. A.Ü. İletişim Fakültesi Yıllık 1993.

İnal, A. (1995). “Yazılı Basın Haberlerinde ‘Yapısal’ Yanlılık Sorunu”. Toplum ve Bilim, 67:111-135.

İnal, A. (1996). Haberi Okumak. İstanbul: Temuçin Yayınları.

İnal, A. (1999). “Medya, Dil ve İktidar Sorunu”. İletişim, 3:13-36.

Haberde Yeni Olan Nedir?

91

İletişim 2002/16

Leader, D. ve Groves, J. (1997). Lacan. çev. Gül Çağalı Güven. İstanbul:Milliyet yayınları.

Molotch , H. ve Lester, M. (1988). “News As Purposive Behavior: On the Strategic Use Of Rutin Events, Accidents and Scandals”. The Manufacture of News, der., S.Cohen ve J. Young. GB. St. Edmundsbury Press Ltd.

Murdock, G. (1980). “Class, Power and the Press: Problems of Conceptualisation and Evidence”. The Sociology of Journal Press, ed., Harry Christian. GB: University of Keele.

Murdock, G. ve Hansen, A. (1985). “Constructing the Crowd: Popular Discourse and Press Representation”. The Critical Communication Review 3. Popular Culture and Media Effects, der., V. Mosco ve J. Mosco. NJ:Abex.

Ryan M. ve Kellner D. (1997). Politik Kamera. çev. Elif Özsayar. İstanbul:Ayrıntı.

Tuchman, G. (1978). Making News: A Study in the Construction of Reality. US: The Free Press.

van Dijk, T.A. (1988). News As Discourse. NJ:Lawrence Erlbaum Associates Publishers.

van Dijk, T.A. (1999). “Söylemin Yapıları ve İktidarın Yapıları”. çev. Mehmet Küçük. Medya İktidar İdeoloji. der., Mehmet Küçük. Ankara: Ark Yayınları.

Zizek, S. (2001). “Çokkültürcülük ya da Çokuluslu Kapitalizmin Kültürel Mantığı”. çev. Tuncay Birkan. Defter, 44:145-175.

Özet “Edebiyat haber KALAN haberdir.” Ezra Pound’un bu sözü haber

hakkında ne söylemektedir? Bu yazıda, Pound’un sözünden yola çıkılarak haberin neden haber kalamadığı tartışılmaktadır. Dolayısıyla çalışma, yenilik ve bilgi içeren ve bu yönüyle de haber kalan haber ile hakim haber tanımı arasında bir ayrımla başlamaktadır ve bu ayrımı netleştirmek için hakim habercilik anlayışını eleştiren yaklaşımlardan yararlanmaktadır. Bu yaklaşımlar uyarınca “haber üretim süreci”, “profesyonel ideoloji” ve

Umut Tümay ARSLAN

92

İletişim 2002/16

“haberin söylemi” haber metnini kapalı ve sıkı bir metin haline getirmektedir. Yani, haberin haber olarak kalması imkansızdır; çünkü haberde zaten yeni bilgi yoktur. Bir diğer deyişle, haberde haber YOKTUR ve bu nedenle haber haber KALAMAZ. Dolayısıyla, Pound’un sözünü haberin “ne olduğu” hakkında bir söz olarak okumanın yerine hakim habercilik anlayışı içinde haberin “ne olmadığı” ve “ne olamayacağı”nı açıklığa kavuşturan bir söz olarak okuyabiliriz. Yazının son bölümünde haber kalan haber ve haber arasındaki ayrım bir örnekle açıklanmaktadır: Claude Chabrol’ün La Ceremonie (Seremoni) filminin öyküsü nasıl bir haber öyküsüne dönüşür?

Abstract “Literature is news that STAYS news.” What does this statement of

Ezra Pound tell about news? Taking this motto of Pound as a beginning point, this paper discusses why news can not stay news. Therefore, it begins with a distinction between news that stays news and news as such. The former is marked by novelty and knowledge and this is why it may remain to be news. As to the latter, the picture is rather different. This difference is displayed by means of the critical approaches to dominant understanding of news. Arguing that news are bound to be close and tight text owing to “news production process”, “professional ideology”, and “news discourse”, critical approaches suggest that news may not stay news for there is nothing new in news. In other words, news DOES NOT HAVE news and hence news DOES NOT STAY news. Accordingly, instead of taking it as a statement about “what news is”, Pound’s statement should be read to be clarifying “what news is not” and “what it can’t be”. At the end of the paper, the distinction between news that stays news and news as such is disclosed by means of reading Cladue Chabrol’s film, La Ceremonie: How would the story of this film be transformed into a news story?

İletişim 2002/16

Sanal Dünyada Duygusal Doyum

Nejla POLAT*

Giriş

Prof. Dr. François Carron’un üçüncü sanayi devrimi olarak nitelendirdiği internet (Hürriyet 16/7/2000), birçok bilgisayar sisteminin birbirine bağlı olduğu, dünya çapında yaygın olan ve sürekli büyüyen bir iletişim ağıdır (İnan, 2000:9).

İnternet kullanıcı sayısı dünyada ve Türkiye’de hızla artmaktadır. Computer Industry Almanac’ın 2002 verilerine göre dünyada İnternet kullanıcı sayısı 533 milyon (CyberAtlas, 2003:2-6), Türkiye’de 4-6 milyondur (Andiç, 2002:2). Bu sayı her geçen gün hızla artmaktadır.

Daha önce evlerinde ve işyerinde bilgisayarı olan insanlar internete girebilirken, internet kafelerin yaygınlaşmasıyla birlikte internet kullanıcılarının sayısı da arttı. Ayrıca dünyada ve Türkiye’de daha geniş alanda İnterneti kullanabilme olanağı yaratıldı.Yapılan araştırmalarda internet kafelerdeki internet kullanıcılarının büyük bölümü, zamanının çoğunu internette chat yaparak geçirmektedir. Bu bulgulardan yola çıkarak bu çalışmanın internet kafelerde yapılmasına karar verildi. Türkiye’de 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren faaliyete geçen internet kafelerin sayısı Tiev (Türk İnternet Evleri) Başkanı Yusuf Andiç’in verdiği bilgiye göre 7243’e ulaştı. İnternet kafelerdeki kullanıcı sayısı ise %42.2 (Andiç, 2002:4). İnternet kafeler, evlerinde bilgisayarı olmayan insanlara internete erişme olanağı yarattı.

İnsana sınırsız iletişim özgürlüğü ve bireysel düzeyde etkileşim olanağı sağlayan internet, ilk gerçek zamanlı iletişim aracıdır. İnternet

* Yrd. Doç. Dr. Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü

Nejla POLAT

94

İletişim 2002/16

üzerinde yapmak istediğimiz birçok şeyi kolay, ucuz ve hızlı bir şekilde yapabiliriz.

Yapılan araştırmalarda internetin gerçek kullanım amacından uzak, daha fazla eğlence aracı olarak kullanıldığı görülmektedir. İnternet kullanıcılarının büyük bölümü zamanının çoğunu internette chat yaparak geçirmektedir (Murphy, 2000: 111-121; Polat, 2002 :16; Bizim Gazete, 10/6/2000; Netlife, 2000: 36-40).

Kullanımlar ve doyumlar yaklaşımına göre izleyiciler/tüketiciler kendi gereksinimlerine karşılık verebilecek iletişim araçlarını ve içeriklerini seçerler. Buna göre insanlar basit bir şekilde davranma yerine çevrelerine etki yapan aktif kişiler olarak kabul edilir. Bu kişiler etkinlikleri seçme yolları arasında amaçlarına uygun tercihler yapma gücüne sahiptirler. Ancak yaklaşım, kişilerin kitle iletişim araçlarını öteki olanaklara tercih edip kullanmasının toplumsal sonuçlarını açıklamaz. Ayrıca izleyicinin/ kullanıcının ne dereceye kadar aktif olduğu ve iletişim sürecindeki öteki öğelerin (iletişim örgütleri, gönderenler) önemi belirtilmez (Erdoğan ve Alemdar, 2002:187-197). Teknoloji yerinde, zamanında ve işlevsel kullanıldığında onun getirilerinden yararlanılabilir. Bu durum internet için de geçerlidir.Bu çalışmada ele aldığımız internette chat ortamı, tamamen ayrı bir dünya, ayrı bir kültür, ayrı bir dildir.

Chat, kişilerin eşzamanlı, mekandan bağımsız internet üzerinde yazılı konuşmalar yaptığı çok kullanıcılı sohbet ortamı (Dowining, 1999:285) olarak tanımlanabilir.

İnternet üzerinde değişik programlar kullanılarak chat yapılmaktadır. Chat programlarından en çok kullanılanı IRC (Internet Relay Chat) “İnternet üzerinde bir grup kullanıcının eş zamanlı olarak yaptığı sohbet”tir (Dowining, 1999:285). IRC’de belli sunucuların kullanıldığı, değişik adlar altında, değişik konuların paylaşıldığı sohbet (chat) odaları vardır. Odalar çeşitli konularda şekillendirilmiştir. Çoğunlukla içeriklerine dair isimler ile kullanıcıyı yönlendirirler. Kişiler kendilerine Nickname adı verilen takma adlarla odalardaki sohbete katılırlar. Bunun dışında ICQ (I Seek You=Seni

Sanal Dünyada Duygusal Doyum

95

İletişim 2002/16

arıyorum) adlı bir başka sohbet programı daha kullanılır. ICQ’da bire bir sohbet söz konusudur. Web üzerinde de sohbet yapılmaktadır.

Chat ortamında kimliklerinden asla emin olmadığımız takma adlar ve onlara yüklediğimiz anlamların etkisinde sanal sohbetler söz konusu olmaktadır. İnternet kullanıcıları chat ortamında sanal bir gerçeklik, sanal bir dünya yaratmaktadırlar. Sanal gerçekliği Benedikt, teknoloji aracılığıyla bedenin mekanda yer değiştirmesine olanak veren bir teknolojik uygulama (Aktaran Timisi, 2003 : 151) olarak tanımlamaktadır. İnternet ortamında bireylerin kendi kimliğini gizleyerek ismini, cinsiyetini, toplumsal rolü ve statüsünü değiştirerek iletişimde bulunmaları mümkün olmaktadır. İnternette iletişim kurgulanmış kimlikler aracılığıyla yapılır hale gelmiştir. Bireyler iletişimde bulunduğu ötekinin biyolojik ve toplumsal varlığını, sesini, görüntüsünü, cinsiyetini, statüsünü kısaca bireysel özelliklerini ve tarihini dikkate almaksızın iletişimde bulunabilmektedir. Böylece internet ortamında bireyler birbirleriyle iletişim kurarken kimliklerin görünmezliğini, anonimliğini de yaratmaktadırlar.Birey kendini bir diğeri gibi tanımlayabilmektedir (Timisi, 2003 : 172). Sanal dünyadaki bu değişimi Hayles, aşırı gelişme, aşırı nüfus patlaması ve aşırı parçalanmış bir dünyada fiziksel biçimlerin çok boyutlu bilgisayar mekanı içinde yeniden biçimlenmesi, bozulmamış bir saflığa duyulan ihtiyacın yansıması olarak nitelendirmektedir (Aktaran Timisi, 2003 : 173).

Nitekim, chatte insanlar gerçek kimliklerini geride bırakarak, yeni bir kimlik ihtiyacını sanal alemde oluşturdukları takma adlarla karşılamaktadırlar. Sanal alemde birey genellikle bulunduğu uzam ve zamanın dışında, başka bir uzam ve başka bir boyutta, başka bir kişilikte karşısındaki kişi veya kişilerle iletişim kurmaktadır. Chat esnasında bilincinde yarattığı imgelem ve kurduğu dünya da onun yaşamını etkilemektedir.

Gerçi webcam dediğimiz yeni cihazlarla görüntülü sohbet imkanı yaratılabiliyor ama, insanların çoğu hala kendi yarattıkları cam fanuslardaki sanal dünyalarını tercih ediyorlar. Orada mutluluğu, sevinci, hayal kırıklığını, kızgınlığı, öfkeyi, üzüntüyü yaşamayı tercih ediyorlar.

Nejla POLAT

96

İletişim 2002/16

Bu konuya açıklık getirmek ve internet kafelerdeki internet kullanıcılarının chat ortamında oluşturdukları sanal dünya ve sanal kimliğin, onların gerçek yaşamına etkisini ölçmek amacıyla bu çalışma yapılmıştır. 2000 yılı aralık ayında yapılan bu kesitsel araştırma bir alan araştırmasıdır. Araştırmanın anketi Edirne ili Merkez İlçe’de hizmet veren 40 internet kafede, toplam 450 kullanıcı ile yüzyüze görüşülerek yapılmıştır.

1- Araştırmanın Tasarımı

A) Araştırmanın Konusu ve Amaçları

İnternet kafelerdeki internet kullanıcıları üzerinde yapılan bu araştırma ile iki konuya açıklık getirilmek istenmiştir. İlk olarak kullanıcıların internette chat yapma oranlarını, chatte oluşturdukları sanal kimlik ve sanal dünyanın onlar üzerindeki etkisini ölçmek amaçlanmıştır.

İkinci olarak da internet kullanıcılarının internete ayırdıkları zamanı hangi alışkanlıklarından vazgeçerek kullandıkları ve internete ayrılan zamanın yazılı-görsel-işitsel kitle iletişim araçlarının kullanımına etkisi konusu ölçülmek istenmiştir.

Ankette, başlangıçta internet kafelerdeki internet kullanıcılarının profilini tespit etmek amacıyla hangi sıklıkla internet kafeye gittikleri ve internete ne kadar zaman ayırdıkları sorulmuştur. Kullanıcıların interneti daha fazla hangi amaçla kullandıklarını tespit etmek amacıyla, internete girmedeki amaçları sorulmuştur. Kullanıcıların chat yapma amaçlarını tespit etmek amacıyla, internette chat yapma nedenleri soruldu. İnternet kullanıcılarının chatteki sanal dünyalarını keşfetmek amacıyla; chat yaparken kendisini karşısındaki kişiye tanıtma durumu, kullandığı takma adları (nickname), tanıtma farklılığı, nick seçiminde etkili olan nedenleri ile ilgili ayrı ayrı sorular yöneltildi. Arkasından kullanıcıların chat yaptıkları kişilerle gerçek yaşamdaki bağlantılarını ve onlara ilişkin yaşadığı duyguları ölçmek amacıyla; chat yaptığı kişilerle buluşup görüşme oranları, görüşen kişilerin duyguları, chatteki sohbetleri yüz yüze yapabilme oranları ve yapamama nedenleri ile ilgili sorular soruldu. Daha sonra sanal dünyadaki

Sanal Dünyada Duygusal Doyum

97

İletişim 2002/16

mutluluklarını ve bunun gerçek yaşama etkilerini ölçmek amacıyla internet kullanıcılarının internette kurdukları sanal dünyalarındaki mutluluk derecesi ile ilgili sorular ayrı ayrı soruldu.

Ayrıca internet kullanıcılarının interneti kullanmaya başladıktan sonra daha önce edindikleri hangi alışkanlıklardan vazgeçtiğini tespit etmek amacıyla; kullanıcılara televizyon izleme, radyo dinleme, gazete-dergi-kitap okuma, sinemaya gitme, arkadaşları ile buluşup sohbet etme, kahveye, eğlence yerine gitme, ailelerine zaman ayırma süresindeki değişiklilerle ilgili yarı ayrı sorular yöneltildi.

B) Araştırmanın Önemi, Sayıltıları (Bulguları) ve Sınırlılıkları

Bu araştırma internetin ve internetteki chat dünyasında oluşturduğumuz sanal kimliklerimizin gerçek yaşamımız üzerindeki etkisini ölçmesi açısından önemlidir. Diğer taraftan internetin, kitle iletişim araçlarının kullanımı üzerindeki etkisini ortaya çıkarması bakımından da önemlidir.

Ayrıca yeni bir çağın dönüştürücüsü olan ve yaşamı kolaylaştıran internetin, kullanıcılar tarafından daha çok eğlence aracı olarak değil de, daha işlevsel kullanılması açısından yol gösterici olabilir. Kullanılan ankette yer alan soruların internet kafelerdeki kullanıcıların, chat ortamında kurdukları sanal dünyalarının gerçek yaşamlarına ve daha önce edindiği alışkanlıkları üzerine etkisini ortaya çıkardığı varsayılmaktadır. Araştırmada elde edilen veriler, Edirne Merkez İlçe’de bulunan internet kafelerdeki internet kullanıcıları ile sınırlıdır.

C) Araştırmanın Yöntemi ve Verilerin Toplanması

Nejla POLAT

98

İletişim 2002/16

Chat dünyasında oluşturulan sanal kimliklerin gerçek yaşama etkilerinin ve internetin kullanıcılar üzerindeki etkisinin belirlenmeye çalışıldığı bu kesitsel araştırma bir alan araştırmasıdır.

Araştırmada kullanılan anketteki sorular hazırlanırken, IBS Araştırma ve Danışmanlık Şirketi ve Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakültesi Felsefe Bölümü Araştırma Görevlisi Ali Eskin tarafından internet kullanıcıları üzerinde yapılan araştırmalardaki sorulardan da yararlanılmıştır. Hazırlanan anket formu deneklere uygulanmadan önce bir grup (20 kişi) internet kullanıcısı üzerinde test edilmiş ve elde edilen sonuçlara göre yeniden bir düzenlemeye gerek duyulmamıştır.

2- Bulgular ve Tartışma

Bu çalışmada internet kafelerdeki internet kullanıcılarının profiline, internet kafeye gitme ve interneti kullanma süresine, interneti daha fazla hangi amaçla kullandıklarına, chat dünyasında oluşturdukları sanal kimliğin gerçek yaşamlarındaki etkisine yer verilmiştir.

A. İnternet Kafelerdeki İnternet Kullanıcılarının Profili

Edirne’de Merkez İlçe’de hizmet veren tüm internet kafeleri kapsayan bu araştırmanın sonucuna göre, internet kullanıcılarının % 64.9’u erkek, %35,1’i kadındır. Kafelerdeki internet kullanıcılarından erkeklerin oranı, kadınlara göre daha fazladır.

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (İLO) 2001 yılında açıklanan raporuna göre de dünyada internet kullanıcılarının çoğunluğu erkek. Raporda, Avrupa Birliği’nde internet kullanıcılarının sadece % 25’inin kadın olduğu, Latin Amerika’da %38’inin, Japonya’da %18’inin, Ortadoğu Ülkeleri’nde ise sadece %4’ünün kadın olduğu belirtilmiştir (Cumhuriyet, 1/2/2001).

Kafelerdeki internet kullanıcılarının yaş durumu ise şöyledir: Kullanıcıların % 70’i 18-23 yaş grubu arasındadır. %12’si 12-17 yaş grubu, % 13,6’sı 24-30 yaş grubu, %3,3’ü 34-40 yaş grubu, % 1,1’i ise 41 yaş ve

Sanal Dünyada Duygusal Doyum

99

İletişim 2002/16

üzerindedir. Araştırmanın sonucuna göre internet kullanıcılarının büyük çoğunluğunu yani % 83,6’sını 18-30 yaş grubu arasındaki gençler oluşturmaktadır. Bu konuda İntel’in Türkiye’de 1200 kişinin katılımıyla gerçekleştirdiği araştırmanın sonucuna göre de internet kullanıcılarının çoğunluğu yani % 38,7’si 15-29 yaş grubu arasındaki gençlerden oluşmaktadır (Globus, 2000: 53).

Araştırmanın sonucuna göre internet kullanıcılarının %55,6’sının eğitim durumu üniversite düzeyinde, sadece % 10,2’si ilk ve ortaokul mezunu, % 33,3’ü ise lise ve dengi meslek okulu mezunudur. Burada genelde eğitim düzeyi yüksek kişilerin interneti kullandığı görülmektedir. ILO’nun 2001 yılında açıklanan raporuna göre de internet kullanıcılarının çoğunluğu üniversite mezunudur (Cumhuriyet, 1/2/2001).

İnternet kafelerdeki kullanıcıların gelir dağılımı ise şöyledir: Kullanıcıların %12’si 100 milyon ve altı, % 32,4’ü 101-200 milyon arası, % 27,6’sı 201-300 milyon arası, % 14,2’si 301-400 milyon arası, % 9,3’ü 401-500 milyon arası, % 3,6’sı 501-600 milyon arası, % 0,9’u 600 milyon ve üzeri bir gelire sahiptir. Araştırmanın sonucuna göre, kafelerdeki internet kullanıcılarının azımsanmayacak bir bölümü yani % 44,4’ü (200 milyon altı) düşük gelir düzeyine sahiptir. Daha önce ağırlıklı olarak evinde ve iş yerinde bilgisayarı olan, yüksek gelir grubuna dahil bireyler interneti kullanabiliyordu. Son zamanlarda internet kafelerin yaygınlaşmasıyla birlikte internete daha kolay ve ucuza erişim olanağı sayesinde, hem gençlerin hem de daha düşük gelir düzeyine sahip kişilerin internet kullanıcıları arasına katılımı sağlandı.

B. İnternet kullanıcılarının İnternet Kafeye Gitme ve İnterneti Kullanma Süresi

Araştırmada elde edilen verilere göre, internet kullanıcılarının büyük bir bölümü, yani % 47,8’i her gün internet kafeye gitmektedir. Diğer kullanıcıların % 25,6’sı birkaç günde bir, % 22,7’si haftada bir, % 4’ü ise ayda bir ya da nadir olarak internet kafeye gitmektedir. Anketin sonucuna

Nejla POLAT

100

İletişim 2002/16

göre her gün internet kafeye giden internet kullanıcılarının oranı daha fazladır.

Grafik 1 – Her gün İnternet Kafeye Giden İnternet Kullanıcılarının İnterneti Kullanma Süresinin Dağılımı

4,70%

56,70%20,90%

17,70%1/2 - 1 SAAT1 -3 SAAT 4 - 5 SAAT5 SAAT VE+

Grafik 1’de de görüldüğü gibi, ankete yanıt verenler içerisinde her gün

internet kafeye giden 215 kullanıcının büyük bir bölümü, yani % 56,7’si 1- 3 saat arası interneti kullanmaktadır, kalan % 20,9’u 4 -5 saat arası, % 17,7’si ise 5 saatin üzerinde interneti kullanmaktadır. Tüm bu veriler bize insanların zamanlarının hiç de küçümsenmeyecek bir bölümünü internete ayırdıklarını göstermektedir.

Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakültesi Felsefe Bölümü Araştırma Görevlisi Ali Eskin tarafından Sivas’taki internet kafelerde gerçekleştirilen ve Haziran 2000 tarihinde açıklanan bir araştırmaya göre de her gün internet kafeye gidenlerin % 62’sinin günün 1 –3 saatini %22’sinin günün 4-5 saatini, % 16’sının ise günün 5 saatinden fazlasını internet başında geçirdiği belirlenmiştir (Bizim Gazete, 10/6/2000). Her iki araştırmanın sonuçlarında yaklaşık bir paralellik görülmektedir.

Sanal Dünyada Duygusal Doyum

101

İletişim 2002/16

C. İnternet kullanıcılarının İnternete Girmedeki Amaçları

İnternet kafelerdeki internet kullanıcıları saatlerce internetin karşısında değişik sitelerde sörf yaparak zamanlarını geçirmektedirler. Yeni bir çağın dönüştürücüsü olan ve bilgiye kolay, ucuz, hızlı erişim olanağı sağlayan, yaşamı kolaylaştıran internetin kullanıcılar tarafından daha fazla hangi amaçla kullanıldığını tespit etmek amacıyla, onlara “İnternete girmedeki amacınız nedir?” sorusunu yönelttik. Aldığımız cevapların sonucu ayrıntılı olarak Tablo 1’de verilmektedir.

TABLO: 1 İnternet Kullanıcılarının İnternete Girmedeki Amaçları

AMAÇ SAYI YÜZDE

ARKADAŞ BULMAK 65 14,4

CHAT YAPMAK 153 34,0

BİLGİLENMEK 62 13,8

HABER OKUMAK 11 2,4

ALIŞVERİŞ YAPMAK 3 0,7

MÜZİK DİNLEMEK 11 2,4

İŞ YAPMAK 13 2,9

OYUN OYNAMAK 66 14,7

MAİL’LEŞMEK 61 13,6

VAKİT GEÇİRMEK 4 0,9

DİĞER 1 0,2

TOPLAM 450 100,0

Kafelerde ankete yanıt veren internet kullanıcılarının % 34’ü daha fazla chat yapmak amacıyla internete girdiklerini belirtmişlerdir. Diğer kullanıcıların sırayla % 14,7’sinin oyun oynamak, % 14,4’ünün arkadaş

Nejla POLAT

102

İletişim 2002/16

bulmak, % 13,8’inin bilgilenmek, % 13,6’sının mail’leşmek amacıyla internete girdikleri tespit edilmiştir.

Araştırmanın sonucuna göre internet kafelerdeki kullanıcıların, daha fazla chat yapmak amacıyla internete girdikleri saptanmıştır. Bunu oyun oynama ve arkadaş bulma amaçları izlemektedir. Bilgilenme amacıyla internete girenlerin oranı dördüncü sırada gelmektedir.

IBS Araştırma ve Danışmanlık Şirketi’nin 2000 yılında yaptığı araştırmaya göre de internet kullanıcılarının çoğu chat yapmak amacıyla internete giriyor (Radikal, 5/2/2001). Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakültesi Felsefe Bölümü Öğretim Görevlisi Ali Eskin tarafından Sivas’ta İnternet kafelerde yapılan bir araştırmanın sonucuna göre, internet kafelere giden kullanıcıların % 43’ünün chat yaptığı, % 26’sının değişik bilgisayar oyunları oynadığı, % 19’unun internet ortamında gezindiği tespit edilmiştir (Bizim Gazete, 10/6/2000). Efes Pilsen tarafından Taylor Nelson Sofres Piar’a yaptırılan “Türkiye Profili 2” araştırmasının sonuçlarına göre de internet kullanıcıları en fazla chat yapmak amacıyla interneti kullandığı görülmektedir. Bunu sörf yapmak, genel bilgi edinmek, oyun oynamak amaçları izlemektedir. Ders amaçlı interneti kullananların oranı beşinci sırada yer almaktadır (Hürriyet, 2/11/2002). Yine Taylor Nelson Sofres Piar Araştırma Şirketinin banka müşterileri üzerine yaptığı bir araştırmaya göre de, internet kullanıcısı bireysel banka müşterilerinin interneti en yoğun chat yapmak için kullandıkları anlaşılmaktadır. E-Mail, haberleri takip etmek, kişisel hobiler ve oyun diğer yoğun kullanılan alanlardır (www.activefinans.com, 2003:3-4).

Yukarıda belirtilen değişik kurumlar ve kişiler tarafından yapılan araştırmaların sonuçlarına göre de internet kullanıcılarının daha fazla chat yapmak amacıyla interneti kullandıkları belirlenmiştir. İlk sıraları genelde eğlence amaçlı kullanımın izlediği gözlemlenmiştir.

Sanal Dünyada Duygusal Doyum

103

İletişim 2002/16

D. İnternetin, İnternet Kullanıcılarının Yaşamları Üzerine Etkisinin Derecesi

Her yeni teknoloji kendi kültürünü de getirmekte ve yaşantımızı etkilemektedir. Hayatımızın bir parçası haline gelen internetin kullanıcıların yaşamını ne derece etkilediğini belirlemek amacıyla onlara, “İnternet yaşamınızı etkiliyor mu?” sorusunu yönelttik.

GRAFİK: 2 İnternetin, İnternet Kullanıcılarının Yaşamları Üzerine Etkisinin Derecesi

59,30%

5,10%

35,60% ETKİLİYORETKİLEMİYORAZ ETKİLİYOR

Ankete yanıt veren internet kafe kullanıcılarının % 59,3’ünün

internetin yaşamlarını etkilediği, % 35,6’sının da az etkilediği, sadece % 5,1’inin etkilemediği tespit edilmiştir.

Bu konuda IBS Araştırma ve Danışmanlık Şirketi’nin yaptığı araştırmaya göre, internet kullanıcılarının % 45’inin internetin yaşamlarını etkilediği, % 35’inin ne etkileyip ne etkilemediği, % 20’sinin yaşamlarını etkilemediği belirlenmiştir (Chip, 2000:322).

Her iki araştırmanın sonucunda da internetin, kullanıcıların çoğunun yaşamını etkilediği ortaya çıkmıştır.

Nejla POLAT

104

İletişim 2002/16

E. İnternet Kullanıcılarının Chat Yapma Nedenleri ve Chat Esnasında Sanal Dünyalarında Oluşturdukları Sanal Kimliğin Gerçek Yaşamlarına Etkisi.

Gerçek yaşamın sorumluluklarında ve sıkıntılarından kaçarak, sanal dünyanın sakin limanına sığınan internet kullanıcıları zamanlarının büyük bölümünü internette chat yaparak geçirmektedirler. Kullanıcıların internet ortamında kurdukları sanal dünya ve kendilerine atfettikleri nickname’leriyle farklı niteliklerdeki sanal kimlik onların gerçek yaşamlarını etkilemekte. Zaman zaman çeşitli çatışmalar yaşamalarına neden olmaktadır. İnternet kafelerdeki internet kullanıcılarının chat yapma nedenleri, chat esnasında sanal dünyalarında oluşturdukları sanal kimlik ve bu sanal kimliğin gerçek yaşamları üzerine etkileri tek tek aşağıda incelenmektedir:

TABLO: 2 İnternet Kullanıcılarının İnternet’te Chat Yapma Nedenleri

Araştırmanın sonucuna göre internet kafelerdeki internet kullanıcılarının % 32,7’sinin arkadaş bulmak, % 24’ünün flört etmek, % 20’sinin sıradan konuları konuşmak, % 10,7’sinin cinsellik, % 8,2’sinin ucuz iletişim amacıyla internette chat yaptıkları tespit edilmiştir. Araştırmaya katılan 450 kişiden sadece 20 kişinin yani % 4,4’ünün chat yapmadığı belirlenmiştir. Bu konuda Araştırma Görevlisi Ali Eskin tarafından Sivas’taki internet kafelerde gerçekleştirilen bir araştırmaya göre de internet

NEDENLER SAYI %

ARKADAŞ BULMAK 147 32,7

FLÖRT ETMEK 108 24,0

SIRADAN KONULARI KONUŞMAK 90 20,0

CİNSELLİK 48 10,7

UCUZ İLETİŞİM 37 8,2

CHAT YAPMAM 20 4,4

TOPLAM 450 100,0

Sanal Dünyada Duygusal Doyum

105

İletişim 2002/16

kullanıcıları chat yapma amaçlarını ,% 36 oranında arkadaş bulmak, %34 sıradan konular konuşmak, % 14 flört etmek, % 6’da cinsellik olarak bildirmişlerdir (Bizim Gazete, 10/6/2000).

Her iki araştırmanın sonucuna göre de internet kafelerdeki kullanıcıların internette daha fazla arkadaş bulmak amacıyla chat yaptıkları gözlemlenmiştir. Yalnız Araştırma Görevlisi Eskin tarafında yapılan araştırmada sıradan konuları konuşma ve flört etme amaçları yer değiştirmiştir.

GRAFİK:3 İnternet Kullanıcılarının Chat Yaparken Kendisini Karşısındaki Kişiye Tanıtma Durumu

12,10%

7,00%

3,30%

77,70%

GerçekKimliğimle

GerçekKimliğimle,Kendime FarklıÖzelliklerYükleyerekSanal Kimliğimle(Nickimle), KendiÖzelliklerimle

Sanal Kimliğimle,Sanal Niteliğimle

Nejla POLAT

106

İletişim 2002/16

Araştırmanın sonucuna göre internet kafelerde chat yapan internet kullanıcılarının % 77,7’sinin chat ortamında kendisini sanal kimliğiyle tanıttığı, sadece % 12,1’inin gerçek kimliğiyle tanıttığı tespit edilmiştir. Diğer kullanıcıların % 7’si gerçek kimliğiyle kendisine farklı özellikler yükleyerek, % 3,3’ü sanal kimliğiyle (nickiyle), kendi özellikleriyle tanıttığı belirlenmiştir. Bu konuda Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Antropoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zafer İlbars ve ekibinin Ankara’da farklı semtlerdeki internet kafelerde yaptıkları araştırmaya göre de internette kurulan sanal arkadaşlıklarda, kişilerin kendilerini olduğundan farklı gösterdiği tespit edilmiştir. Mahmut Ayaz’ın chat konusunda yaptığı bir araştırmaya göre de chat ortamında internet kullanıcılarının kendilerini farklı kimlikler ve farklı niteliklerle tanıttığı ortaya konulmuştur (Ayaz, 2001: 28-40).

Araştırmaların sonucuna göre internet kullanıcılarının büyük çoğunluğunun chat esnasında kendilerine atfettikleri farklı kimlik ve farklı niteliklerle karşısındaki insana tanıttıkları gözlemlenmiştir.

GRAFİK:4 İnternet Kullanıcılarının Chat Yaptığı Kişiye Kendisini Tanıtma Şekli

13,70%

29,30%

35,10%

21,90%

FARKLI CİNSELKİMLİK

FARKLI EĞİTİM-KÜLTÜR DÜZEYİ

FARKLIFİZİKSEL KİMLİK

FARKLI SOSYOEKONOMİKDURUM

Sanal Dünyada Duygusal Doyum

107

İletişim 2002/16

İnternet kafelerde ankete yanıt veren internet kullanıcıları, chat ortamında kendilerini daha fazla (% 35,1) farklı fiziksel kimlikle tanıttığını ifade etmiştir. % 29.3’ü farklı eğitim-kültür düzeyiyle, % 21,9’u farklı sosyo-ekonomik durumla tanıttığını söylemiştir. Kullanıcıların % 13,7’si de kendisini farklı bir cinsel kimlikle tanıttığını belirtmiştir. Ayaz’ın yaptığı chat araştırmasına göre de internet kullanıcılarının kendilerini farklı niteliklerle tanıttığı gözlenmiştir (Ayaz, 2001:28-40).

Araştırmanın sonucuna göre internet kullanıcılarının chat yaptığı kişilere kendilerini çoğunlukla farklı niteliklerle tanıttığı, kendi kimliğinden ve kişiliğinden memnun olmadığı ortaya çıkmıştır.

GRAFİK: 5 İnternet Kullanıcılarının Nick Seçiminde Etkili Olan Nedenler

9,50%

51,20%20,20%

19,10%

SİZİ İFADE EDENÖZELLİKLER

OLMAKİSTEDİĞİNİZKİMLİK

BAŞKALARININSİZİ GÖRMESİNİİSTEDİĞİNİZKİMLİKFARKLI VEDEĞİŞİK OLMAİSTEĞİ

Araştırmaya göre, internet kullanıcılarının chat esnasında kullandıği nick’i seçerken daha fazla (% 51,2) olmak istediği kimliğe uygun nick seçtiği belirlenmiştir. Kullanıcıların % 20,2’sinin başkalarının kendisini görmek isteyebileceği kimliğe uygun, % 19,1’inin de farklı ve değişik olma

Nejla POLAT

108

İletişim 2002/16

isteğinden dolayı nick seçimine gittiği tespit edilmiştir. Sadece % 9,5’inin kendisini ifade eden özelliklere uygun nick seçtiği saptanmıştır.

Araştırmanın sonucuna göre, internet kullanıcılarının chat yaptığı kişilere daha fazla olmak istediği ve onların kendisini görmesini istediği kimliğe uygun nick seçtiği söylenilebilir.

GRAFİK: 6 İnternet Kullanıcılarının Chat Yaptığı Kişilerle Buluşup Görüşme Oranları

10,00%

46,50%8,60%

34,90%

TELEFONLAGÖRÜŞÜYORUM

BULUŞUPGÖRÜŞMEKİSTEMİYORUMCESARETEDEMİYORUM

BULUŞUPGÖRÜŞÜYORUM

Yapılan araştırmada internet kafelerde chat yapan internet kullanıcılarının % 46,5’inin chat yaptığı kişilerle buluşup görüşmek istemediği, % 34,9’unun buluşup görüştüğü, % 8,6’sının da yüz yüze görüşmeye cesaret edemediği tespit edilmiştir. Sonuç olarak internette chat yapan kullanıcıların çoğunluğunun chat yaptıkları kişilere kendilerini olduklarından farklı yansıttıkları için onlarla buluşup görüşmek istemedikleri gözlemlenmiştir.

Sanal Dünyada Duygusal Doyum

109

İletişim 2002/16

GRAFİK: 7 Chat Yaptığı Kişilerle Görüşen İnternet Kullanıcılarının Hissettikleri

21,40%

35,80%

28,00%

14,80%

EVET. TAMBEKLEDİĞİM GİBİ

HAYIR BEKLEDİĞİMGİBİ ÇIKMADI

HAYAL KIRIKLIĞINAUĞRADIM

BİR KISMINIBULABİLDİM

Araştırmada, internet kafelerde chat yapan ve chatte tanıştığı kişilerle buluşup görüşen internet kullanıcılarının % 35,8’inin chat yaptığı kişinin beklediği gibi çıkmadığı, % 28’inin de chat yaptığı kişiyi görünce hayal kırıklığına uğradığı tespit edilmiştir. Sadece % 21,4’ünün chat yaptığı kişinin tam beklediği gibi çıktığı belirlenmiştir.

Araştırmanın sonucuna göre internet kafelerde chat yapan kullanıcıların, chat esnasında daha fazla birbirlerine yalan söyledikleri, hayallerinde farklı bir kişilik oluşturdukları ve gerçeklerle yüzleşince de hayal kırıklıkları yaşadıkları söylenebilir.

Nejla POLAT

110

İletişim 2002/16

GRAFİK: 8 İnternet Kullanıcılarının İnternette Yaptıkları Sohbetleri Yüzyüze de Yapabilme Oranları

38,80%

66,20%

EVETYAPABİLİRİMHAYIRYAPAMAM

Ankete verilen yanıtlarda, internet kafelerdeki internet tullanıcılarının

büyük çoğunluğu % 66,2’si chat esnasında yaptıkları sohbeti yüz yüze yapamayacaklarını söylemişlerdir. Sadece % 38,8’i yapabileceğini söylemiştir. Sonuçta chat yapan internet kullanıcılarının, chat ortamında kurdukları sanal dünyalarında kendilerini daha rahat ifade ettikleri ileri sürülebilir.

GRAFİK: 9 İnternette Yaptıkları Sohbetleri Yüzyüze Yapamayan

İnternet Kullanıcılarının Nedenleri

14,80%

4,70%

72,50%

8,10%

ÇEKİNGİN BİR İNSANIM,SOSYAL FOBİM VAR

KENDİMİ YETERİKADAR GÜZELBULMUYORUM

İNTERNETTE DAHARAHAT OLABİLİYORUM

DALGA GEÇERLERDİYE KORKUYORUM

Sanal Dünyada Duygusal Doyum

111

İletişim 2002/16

Araştırmada, chat esnasında yaptıkları sohbetleri yüz yüze yapamayan internet kullanıcılarının büyük çoğunluğu yani % 72,5’i internette daha rahat olabildiklerini, % 14,8’i de çekingen insan olduklarını ifade etmişlerdir.

Sonuç olarak chatte kurulan sanal ortamda kişiler birbirlerini görmediğinden ve sohbette de bir sınır olmadığından dolayı internet kullanıcılarının, internette oluşturdukları sanal dünyalarından daha rahat oldukları söylenebilir.

GRAFİK: 10 İnternet Kullanıcılarının İnternette Kurdukları Sanal Dünyalarındaki Mutluluk Derecesi

59,80%8%

32,20%EVETMUTLUYUMHAYIR MUTLUDEĞİLİMBİR DEĞİŞİKLİKYOK

Araştırmaya göre, internet kafelerdeki internet kullanıcılarının büyük çoğunluğunun yani % 59,8’inin chat ortamında kurdukları sanal dünyalarında mutlu oldukları, sadece %8’inin mutsuz olduğu tespit edilmiştir.

Nejla POLAT

112

İletişim 2002/16

SONUÇ

Bilgiyi özgürleştiren insana sınırsız iletişim özgürlüğü sunan internet gittikçe yaşamımıza daha fazla girmekte, yaşamımızı etkilemekte ve onun bir parçası haline gelmeye aday olmaktadır. İnternet kafelerde yapılan araştırmanın sonucuna göre, kafelerdeki internet kullanıcılarının büyük çoğunluğu, yani % 83,6’sı 18-30 yaş grubu arasındaki gençlerden oluşmaktadır. Bu gençlerin büyük çoğunluğunu öğrenciler oluşturmaktadır. Kullanıcıların büyük çoğunluğunun gençlerden oluşması gençlerin yeniliğe açık olması, teknolojiyi kullanabilme becerisi, internetin onların ilgi alanlarına daha fazla yer vermesi, atılımcı ve maceracı ruha sahip olmaları ve yaşanacak daha çok şeylerinin olmasından kaynaklanmaktadır. Kullanıcıların büyük çoğunluğu, yani % 64.9’u erkek, kadınların oranı sadece % 35,1’dir. İnternet kafelerdeki kadın kullanıcıların az olmasının en büyük nedenlerinden biri hâlâ erkek egemen toplum olmamızdan kaynaklanmaktadır. Bununla beraber internet kafelerin daha hâlâ toplumumuzda bir sosyal etkinlik mekanı olarak değil , kahvehane olarak değerlendirilmesi de bu durumu olumsuz etkilemektedir. Kafelerdeki internet kullanıcılarının büyük çoğunluğu orta (% 51,1’i 201-500 milyon lira arası) ve düşük ( % 44,4’ü 200 milyon lira altı) gelir düzeyine sahip. Sadece % 4,5 gibi küçük bölümü yüksek gelir düzeyine sahiptir. Kafelerde kullanıcıların büyük çoğunluğunun orta ve düşük gelir düzeyine sahip olmalarının nedeni, daha fazla evine bilgisayar alamayacak durumda olan kişilerin internet kafelere gitmeyi tercih etmelerinden kaynaklanabilir. Araştırmaya göre, internet kafelerdeki internet kullanıcılarının profilinin ağırlıklı olarak genç, erkek, orta ve düşük gelir düzeyine sahip öğrencilerden oluştuğu söylenebilir. Çünkü, internet kafeler yaş, sosyal sınıf ve mekan açısından kullanıcılara daha geniş erişim olanağı sağlamaktadırlar.

Araştırmaya göre, internet başında geçirilen zaman oldukça fazladır. İnternet kullanıcılarının çoğunluğu yani % 47,8’i hergün, % 25,6’sı birkaç günde bir, %22,7’si de haftada bir internet kafeye gitmektedir. Her gün internet kafeye giden kullanıcıların büyük bölümü yani % 56,7’si günde 1-3 saatini, % 38,6’sı da 4 saatten fazlasını internet üzerinde geçirmektedir.

Sanal Dünyada Duygusal Doyum

113

İletişim 2002/16

İnternetin yaşamımızdaki yerinin gittikçe daha fazla arttığı ve ona daha fazla zaman ayrıldığı görülmektedir.

Araştırmada internet kafelerde internet kullanıcılarının çoğunun yani % 34’ünün daha fazla chat yapmak amacıyla internete girdikleri, % 14,7’sinin oyun oynamak, % 14,4’ünün de arkadaş bulmak amacıyla internete girdiği tespit edilmiştir. Bilgilenme, iş yapma, alışveriş yapma amaçları daha sonra gelmektedir. Burada internet kafelerdeki kullanıcıların, interneti enformasyon amacıyla değil de daha fazla eğlence amacıyla ve özellikle de chat yapmak amacıyla kullandıkları sonucu çıkmaktadır. Oysa internet kullanıcılarının çoğunun genç ve öğrenci olmaları, onların daha fazla bilgilenme, iş yapma, haber okuma gibi amaçlarla internete girmeleri gerektiğini düşündürür. Araştırma sonucunda ne yazık ki bu amaçların eğlence amacından sonra geldiği saptanmıştır. İnternet kullanıcılarının daha fazla chat yapmak amacıyla internete girmelerinin en büyük nedeni, gerçek yaşamın sorumluluklarından ve sıkıntılarından kaçarak, chat ortamında oluşturdukları sanal dünyanın sakin limanında kendilerini daha rahat hissetmeleridir. Ayrıca, internetin insana verdiği sınırsız özgürlük duygusu ve fantezilerini gerçekleştirmek için bulunmaz bir araç olması duygusudur. İkinci sırada oyun oynama amaçlı internete girilmesinin nedeni olarak da internet kullanıcılarının çoğunlukla genç olmaları, heyecan ve macerayı sevmeleri gösterilebilir. Oyunların onların istediği şekilde çok renkli, hızlı, görsel-işitsel efektlerle zenginleştirilmeleri de artı puandır. Ayrıca, gerçek yaşamın sorunları, başarısızlıktan kaçma olayı ve hayattaki tatminsizlikleri de neden olarak gösterilebilir. Arkasından arkadaş bulma amacıyla internete girilmesinin nedeni, daha fazla kadın-erkek ilişkilerinin ve cinselliğin sağlıklı bir şekilde yaşanmadığı toplumumuzda, internet ortamında insanların kendilerini daha rahat ifade edebilmelerinden kaynaklanmaktadır. Araştırmaya göre internetin, internet kafelerdeki kullanıcıların büyük çoğunluğunun yaşamını şu veya bu şekilde etkilediği, sadece % 5,1’inin yaşamını etkilemediği görülmüştür. Her yeni teknoloji kültürünü de beraber getirmekte ve onu kullanan insanların yaşamlarını da etkilemektedir.

İnternet kafelerde yapılan araştırmada, zamanının çoğunu internet ortamında chat yaparak geçiren internet kullanıcılarının, internet ortamında

Nejla POLAT

114

İletişim 2002/16

oluşturdukları sanal dünya ve kendilerine atfettikleri nicknameleriyle farklı niteliklerdeki sanal kimliğin onların yaşamlarını etkilediği saptanmıştır. Araştırmanın sonucuna göre internet kafelerdeki internet kullanıcılarının büyük çoğunluğunun arkadaş bulmak (%32,7) ve flört etmek (%24) amacıyla chat yaptıkları tespit edilmiştir. Araştırmaya katılan 450 kişiden sadece 20 kişi chat yapmadığını belirtmiştir. Bu da internete giren kullanıcıların çoğunun (az ya da çok) chat yaptığını göstermektedir. Daha fazla arkadaş bulmak ve flört etmek amacıyla chat yapılmasının nedeni de yukarıda da belirttiğimiz gibi kapalı bir toplum olmamızdan ve insanların kadın-erkek ilişkilerinde kendilerini rahat ifade edememelerinden kaynaklanmaktadır. Elde edilen verilere göre internet kafelerde chat yapan internet kullanıcılarının kendilerini daha fazla (%77,7) sanal kimliğiyle ve sanal niteliğiyle tanıttığı, sadece %12,1’inin gerçek kimliğiyle tanıttığı belirlenmiştir. Burada internet kullanıcılarının kendilerinden ve bulundukları ortamdan mutlu olmadıkları ortaya çıkmaktadır. İnternet kullanıcılarının, sanal dünyada bir özgüven aramak, belki de kendilerine olan güvensizliklerini geçici olarak giderebilmek amacıyla, kendilerini sanal kimlik ve sanal nitelikleriyle tanıtma gereğini duydukları söylenebilir. Araştırmada, internet kullanıcılarının çoğunun (% 35,1) chat yaptıkları kişilere kendilerini daha fazla farklı fiziksel kimlikle, % 29,3’ünün de farklı eğitim ve kültür düzeyiyle tanıttıkları görülmektedir. Bu durum da kullanıcıların kendi fiziksel, sosyo kültürel ve ekonomik konumlarından memnun olmadıklarından, kendilerine olan güven eksikliğinden kaynaklanabilir. Kullanıcıların % 13,7’si de kendisini farklı cinsel kimlikle tanıtmıştır. Bunun en büyük nedeni de chatteki sohbet ortamlarında bayan kimliğiyle girildiğinde ilginin fazla olmasıdır. Anketi yanıtlayan 450 internet kullanıcısının yarısından fazlasının (%51,2’sinin) olmak istediği ve 87’sinin (% 20,2’sinin) başkalarının kendisini görmesini istediği kimliğe uygun nick seçtiği görülmüştür. Chat ortamında seçilen nicklerin biraz da kişilerin niteliklerini yansıttığı düşünülmektedir. Chat ortamında karşıdaki kişiye, sohbet odalarındaki ortama kendilerini kabul ettirmek ve biraz da olmak istediği kimliği kurduğu sanal dünyasında yaşamak amacıyla uygun nick seçimine gidildiği söylenebilir. Araştırmada, internet kullanıcılarının

Sanal Dünyada Duygusal Doyum

115

İletişim 2002/16

çoğunluğunun yani % 46,5’inin chat yaptıkları kişilerle buluşup görüşmek istemediği, % 8,6’sının görüşmeye cesaret edemediği, % 34,9’unun da buluşup görüştüğü tespit edilmiştir. Bu duruma genellikle chatte yalanın yaygın olması ve güvensizliğin hakim olması neden olarak gösterilebilir. Ankete verilen yanıtlarda chat yaptıkları kişilerle görüşen internet kullanıcılarının büyük çoğunluğu yani % 63,8’i de chat yaptığı kişinin beklediği gibi çıkmadığını ve hayal kırıklığına uğradığını belirtmiştir. Sadece % 21,4’ü görüştüğü kişinin tam beklediği gibi çıktığını bildirmiştir. Bunun en büyük nedeni de internet kullanıcılarının chatte kurdukları sanal dünyalarında karşılarındaki kişilere kendilerini olduklarından farklı olarak yansıtmalarıdır. Araştırmada, internet kullanıcılarının büyük bölümünün yani %66,2’sinin chatte yaptıkları sohbetleri yüz yüze yapamayacakları saptanmıştır. Çünkü sanal ortam internet kullanıcılarına büyük bir rahatlık sağlamaktadır. Buradaki sohbetlerde sınır yoktur. Kendilerini rahatlıkla ifade edebilme ortamı mevcuttur. Araştırmada, internet kullanıcılarının çoğu yani % 59,8’i internette kurdukları sanal dünyalarından mutlu olduklarını ifade etmişlerdir. Bu duruma neden olarak da gerçek yaşamın sorunlarından ve sorumluluklarından sanal dünyanın yanılsamalı gerçeğine kaçış gösterilebilir. Kullanıcıların internet ortamında kurdukları sanal sırça köşklerinden geçici olarak dahi olsa mutlu oldukları görülmektedir.

Sonuç olarak, dünyanın en büyük enformasyon ve iletişim kaynağı olan internet gittikçe yaşamımızın bir parçası haline gelmektedir. Her geçen gün ulusal ve uluslararası bazda internet kullanıcıları hızla artmaktadır. Zamanlarının büyük bir bölümünü interneti tıklayarak geçiren internet kafelerdeki Türk kullanıcılar interneti bilinçsiz olarak tüketmektedirler. İnternet kafelerdeki internet kullanıcıları daha fazla chat yapmak amacıyla interneti kullanmaktadırlar. Chat ortamında kimliklerinden asla emin olmadığımız nicknameler ve onlara yüklediğimiz anlamların etkisinde sanal sohbetler söz konusu olmaktadır. Chatte insanlar gerçek kimliklerini geride bırakarak yeni bir kimlik ihtiyacını sanal alemde oluşturdukları takma adlarla karşılamaktadırlar. Sanal alemde birey genellikle bulunduğu uzam ve zamanın dışında, başka bir uzam ve başka bir boyutta, başka bir kişilikte

Nejla POLAT

116

İletişim 2002/16

karşısındaki kişi veya kişilerle iletişim kurmaktadır. Chat esnasında bilincinde yarattığı imgelem ve kurduğu sanal dünya da onun yaşamını etkilemektedir. İnternet kullanıcılarının çoğu bu sanal dünyalarında mutlu. Sınırların, sosyal normların, gerçek yaşamdaki ayrıcalıkların ve sorumlulukların ortadan kalktığı bu sanal dünyanın kullanıcılara sınırsız özgürlük duygusunu ve fantezilerini gerçekleştirmek için bir ortam hissini verdiği söylenebilir.

Geçici olarak, sığınılan bu dünya insanları rahatlatabilir. Ancak zamanının büyük bir bölümünü internette chat yaparak geçiren kullanıcılar, gerçek yaşamın sorunları ve sorumluluklarıyla yüz yüze geldiğinde; büyük halay kırıklıkları, psikolojik ve sosyal sorunlar, çatışmalar ve sapkınlıklar yaşayabilir. İletişim sorunu olan insanları bir taraftan sosyalleştirebilir, ama diğer taraftan da onları ait oldukları gruptan koparabilir, yüz yüze sıcak ilişkilerden uzaklaştırabilir ve onlara sosyal uyum sorunu yaşatabilir.

İnsana sınırsız iletişim özgürlüğü sunan, bilgiye kolay, ucuz, hızlı erişim olanağı sağlayan ve yaşamımızı kolaylaştıran internet, ancak yerinde, zamanında ve işlevsel olarak kullanıldığında insanlığa katkısı büyük olur. Aksi takdirde birçok olumsuzluğun yaşanmasına neden olur. Özellikle bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için bu durum daha da önemlidir.

Kaynaklar

Andiç, Yusuf (2002). “Türkiye’de İnternet ve İnternet Kafeler”, VIII. Türkiye’de İnternet Konferansı, 19 Aralık, İstanbul.

Ayaz, Mahmut (2001). Chat Geyikleri. İstanbul: Kora Yayınları

Dowining, Douglas A., Michael A. Covington ve Melody Mauldin (1999). Açıklamalı Bilgisayar ve İnternet Terimleri Sözlüğü. 5. B., Çev. Boğaç Erkan ve Murat Songür. Ankara:Hacettepe-Taş Kitapçılık.

Erdoğan, İrfan ve Korkmaz Alemdar (2002). Öteki Kuram. Ankara:Erk Yayınları.

http://cyberatlas. İnternet.com/big-picture/geog…/0,,5911-151151,00.htm

Sanal Dünyada Duygusal Doyum

117

İletişim 2002/16

http://www.activefinans.com/activeline/sayi6/e_bankacilik.html

İnan, Aslan (2000). İnternet. İstanbul: Sistem Yayınları.

“İnternet Fırsatları”. (Ekim 2000). Globus, 2000:53

“İnternet mi? O Ne?”. (1 Şubat 2001). Cumhuriyet Gazetesi.

“İnternet Tutkunluğu Yalnızlığa Yol Açıyor”. (10 Haziran 2000). Bizim Gazete.

“İnternet: Üçüncü Sanayi Devrimi”. (16 Temmuz 2000). Hürriyet Gazetesi.

“İnternette Bile Geveze Çıktık”. (2 Kasım 2002). Hürriyet Gazetesi.

“Kesişen Teknolojiler”. (Ekim 2000). Netlife, 1(2):36-40

Murphy, Tom (2000). Web Kuralları. Çev. İnci Berna Kalınyazgan. Ankara: Media Cat Yayınları.

Polat, Nejla (2000). “İnternetin Alışkanlıklarımız Üzerine Etkisi”. Selçuk İletişim Dergisi, 2(2):12-22

Timisi, Nilüfer (2003). Yeni iletişim Teknolojileri ve Demokrasi. Ankara: Dost Kitabevi.

Nejla POLAT

118

İletişim 2002/16

Özet

Prof. Dr. Francois Carron’un üçüncü sanayi devrimi olarak nitelendirdiği internet, birçok bilgisayar sisteminin birbirine bağlı olduğu dünya çapında yaygın olan ve sürekli büyüyen bir iletişim aracıdır.

Dünyada sayıları hızla artan internet kullanıcıları, günlük yaşamda yapması gereken bir çok şeyi internette yapabilmektedir. Dünyanın en ücra köşesinde ki insana ulaşarak onunla her alanda özgür ve sınırsız iletişim kurabilmektedir. Bu olanakların kullanımının aksine internet kullanıcılarının büyük bölümü zamanının çoğunu internette chat yaparak geçirmektedir. Chat ortamında kimliklerinden asla emin olmadığımız takma adlar ve onlara yüklediğimiz anlamların etkisinde geliştirdiğimiz sanal sohbetler söz konusu olmaktadır. İnsanlar gerçek kimliklerini geride bırakarak yeni bir kimlik ihtiyacını sanal alemde oluşturdukları takma adlarla karşılamaktadırlar. Sanal alemde farklı bir dünya oluşturmakta ve bu dünyadan etkilenmektedirler.

Bu konuya bir parça açıklık getirmek ve internette oluşturulan sanal kimliğin kişilerin gerçek yaşamına etkisini ölçmek amacı ile yapılan bu çalışma bir alan araştırmasıdır. 2000 yılının Aralık ayında yapılan bu kesitsel araştırmanın anketi Edirne İli Merkez İlçede hizmet veren 40 internet kafede toplam 450 kullanıcı ile yüz yüze görüşülerek yapılmıştır.

Araştırmanın sonucuna göre internet kafelerde internet kullanıcılarının büyük bölümü chat yapmak için internete girmektedir. Chat yaparken kendisini karşısındaki kişiye daha fazla sanal kimliği ve sanal niteliği ile tanıtmaktadır. Büyük bölümü, internette yaptığı sohbetleri yüz yüze yapamamaktadır. Chat yaptığı kişiler ile görüşmek istemeyenlerin oranı da az değildir. Chat yaptığı kişiler ile görüşen internet kullanıcılarının büyük bölümü beklediğini karşısındaki kişide bulamamakta ve hayal kırıklığına uğramaktadır. Çoğu, sanal ortamda kurdukları dünyalarında daha mutlu olmaktadır. Bu durum insanları gittikçe gerçek dünyadan ve yüz yüze yapılan sıcak iletişimden uzaklaştırmaktadır.

İnternette oluşturulan sanal kimlik ve sanal dünya özellikle bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde, tam birey olamamış insanların gerçek yaşamını etkilemesi açısından önemlidir.

Sanal Dünyada Duygusal Doyum

119

İletişim 2002/16

Abstract

Internet defined as a thırd ındustrıal revolutıon by Prof. Carron, is a wide spread communication network in which numberles computer systems are interconnected and that has been growing contınıously.

Gradual ıncrease ın the number of ınternet users ın the world are able to perform many tasks which should be performed actively in their daily routine through ınternet.

There are lımıtless and free oppurtunutıes ın communuciatıon by means of ınternet. However most of the internet users prefer to spend their times chatting through this virtual environment rather than benefit from these opportunities. Within this chat, medium “nicknames” whose identities are hidden and “virtual chats” developing as a result of the use of false identities their meanings based on these identities exist.

People, having their real identities, meet the need of a new identity with the help of “nicknames” they formed within these virtual medium. They create a completely new world and are influenced strongly from this world they created. This study is a field study aiming to evaluate the influence of this virtual identity of people’s actual lives.The questionnaire of these sectional research made in 2000 Novemberhas given to 450 internet users questions were asked face to face in 40 internet cafes.

This research shows that majority of internet users use internet medium in oreder to chat introducing themselves with different identity and qualification. Since they don’t have the courage of having these “conversations” face to face. Besides, the number of those who are not willing to meet the perseon they have been chatting is also considerable.

The internet users who meet the persons that they have been chatting, are usely dissapointed since their expectations are not satisfied. Most them are happy with in the world which they have established in their brain. The internet users are gradually defamiliarized from the real commucation as the result of this means of communication. The virtual identity and world that are created through internet especially in the developing countries such as Turkey is important since influence the real life of the people who lack to be individuals.

Nejla POLAT

120

İletişim 2002/16

İletişim 2002/16

Küresel ve Yerel Medyada Gelişmeler ve Ulus-Devlet

Serdar KAYPAKOĞLU*

İçinde yaşadığımız küreselleşme olarak isimlendirilen süreç hakkında çok farklı değerlendirmeler yapılıyor olsa da, sürecin varlığı ve kaçınılmazlığı tartışılmamaktadır. Bu dönemin öne çıkan unsurlarından biri ise medyadır. Batı kökenli ulus-ötesi medya tekellerinin giderek etkilerini arttırmaları, bu durumun gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerine ve kültürel değerlerine etkileri öne çıkan konular arasındadır.

Türkiye’de ise medya konusu özellikle Avrupa Birliği’ne üye olmak yolunda çıkarılması gereken uyum yasaları bağlamında tartışma konusu oldu. Özellikle “Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabilir” boyutu ile yani spesifik olarak Kürtçe yayın yapılabilirliği ve bu durumun ulusal bütünlüğe etkileri boyutu ile öne çıktı.

İngilizce ve Fransızca gibi Batı dillerinde yayınlar fazla dikkat çekmemesine ve ulusal bütünlük konusunda endişe yaratmamasına karşın, ülke içinde farklı etnik grupların özel olarak da Kürtlerin kendi dillerinde yayın yapabilme olanağına kavuşabilecek olmaları ülkede belirli bir direncin ortaya çıkmasına neden olduğu söylenebilir. Ancak bu direncin içinde yaşanılan uluslararası konjonktürde ne ölçüde ve/veya ne kadar süre ile etkili olabileceği tartışma konusudur.

Bu çalışmada ilk olarak medyanın ulus-devletlerin oluşumlarına etkilerine, kültürel politikalar izleme yeteğine sahip olan kamu yayıncılığının giderek önemini yitirip yerini medya tekellerine bırakmasına ve bu süreçte

* Yrd. Doç. Dr. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi

Serdar KAYPAKOĞLU

122

İletişim 2002/16

yerel medyanın konumuna değineceğiz. Daha sonra medyada ulus-ötesi bütünleşmelere yer vereceğiz. En sonda ise ulus-ötesi yayınların özelliklerine, bu yayınların Batı kültürünün küreselleşmesine etkilerini ve Güney ülkelerinin bu sürece nasıl tepki verdiklerini irdelemeye çalışacağız.

Ulusal Ve Yerel Medya

İletişim teknolojilerindeki gelişmeler ve bu teknolojilerin kullanımının küresel ölçekte yaygınlaşması kültürel formların da küresel ölçekte yayılmasını kolaylaştırmaktadır. Bu süreçte internet önemli bir rol üstlenmektedir. Diğer yandan televizyon istasyonları dünyada son 15 yılda 4’e katlanmıştır. Ticari telekomünikasyon sistemleri, uluslararası film endüstrisi, radyo bu süreçte önemli bir yer tutmaktadır. Turizm, popüler müzik, sportif olaylar da insanlara web sitelerinden daha yoğun biçimde ulaşmakta ve onları etkilemektedir. (Lull, 2001:142)

Kültürel formların küresel ölçekte yayılması ise, ulusal kültür politikalarını aşındırmakta, etkisizleştirmektedir. Yani ulus-devletlerin oluşmasında etkin bir rol üstlenen medyanın, ulus-devletlerin baskın konumlarının aşınmasında da yine etkin bir rol üstlendiği söylenebilir.

Ulusal bilincin oluşumunda medyanın işlevi şu şekilde ifade edilmektedir: nakledilen mesajların içeriğine bakılmaksızın, ulusçuluk fikrini otomatik olarak doğuran iletişim araçlarının kendileridir. Yani soyut, merkezi, standartlaşmış ve bir merkezden kitleye iletişimin yaygınlığıdır. En önemli ve kalıcı mesaj nakledilenlerin dilinin ve üslubunun önemli olduğudur; ancak bu anlayışa sahip olanların ahlaki ve ekonomik topluluğa kabul edildiği, bu anlayışa sahip olmayanların dışarıda bırakıldığıdır (Gellner, 1992; 209). Bir başka deyişle ulusal ölçekte yapılan yayınların varlığı, içeriğinden bağımsız olarak, ulusal bilincin oluşmasında ya da pekişmesinde etkili olmaktadır. İçinde yaşadığımız dönemde küresel ölçekteki yayınlar giderek yaygınlaşmaktadır dolayısıyla ulusal ölçekli yayınlar nasıl ulus bilincini oluşturmuşsa, küresel ölçekli yayınların da küresel bir toplumun oluşmasına ve ulusal sınırların anlamını yitirmesine neden olacağı söylenebilir.

Küresel ve Yerel Medyada Gelişmeler ve Ulus-Devlet

123

İletişim 2002/16

Günümüzde ulusal ekonomilerin gerilediği, finansal ve sınai alanların artan bir biçimde çok uluslu firmalarla kontrol edildiği, küresel olarak yönlendirildiği ve uluslararası bir biçimde bütünleştirildiği (Larraine, 1995: 209) görülmektedir. Bu süreçte yayıncılık alanında üretim yurtsuzlaşmakta ve ulus ötesi yayın sistemleri gelişmektedir. Ancak aynı zamanda yerel üretim ve dağıtım şebekeleri yönünde de önemli gelişmelere tanık olunmaktadır. Kablolu yayın teknolojileri kitlesel piyasaların parçalanmasını kolaylaştırmaktadır. Yerel ve bölgesel üretim kompleksleri de gelişmektedir. Küresellikle yerellik arasında gerilim, yayıncılıkta ulusal odak noktasının önemini kaybetmekte olduğu ve kamu hizmeti anlayışının1 çökmekte olduğu bir zamana rastlamaktadır (Robbins ve Morley, 1997: 18). Kamu televizyonlarının en belirgin özelliklerinden biri, ülkede belirli bir kültür politikası izleme aracı olmalarıdır dolayısıyla kamu hizmeti modeli ağırlığını yitirdiği ölçüde belirli bir kültür politikası izleme yeteneği de yitirilir. Ticari modelin ağırlık kazandığı ülkelerde, özellikle farklı etnik-kültürel gruplar varlığı söz konusu ise, yerel medya önem kazanabilmektedir. Bu durum ulus-devlete vurulan ikinci bir darbedir.

Ulus-devletler özellikle de II. Dünya Savaşı sonrası kurulan yeni devletlerin hükümetleri genellikle ulusal-birleştirici bir kültür oluşturmak, yaymak isterler; bunun için de geleneksel kültürün bilinen unsurlarından yararlanırlar. Bu hükümetler ülkedeki farklı kültürlerin canlılıklarını koruma girişimlerini, politik olarak istikrarsızlaştırıcı gördüklerinden, direnç gösterirler (Boyd-Barrett, 1986: 181, 182). Ancak içinde yaşadığımız küreselleşme sürecinde bu tip bir direnç giderek güçleşmektedir. Yani bir yanda çok uluslu medya tekellerinin etkileri (özellikle de uluslararası alanda enformasyonun serbest dolaşımı ilkesine olan direncin ortadan kalkmasından sonra) ve yerel medyanın gelişmesi ile (ki bu da Batı’nın özgürlük anlayışının temel unsurlarından birini oluşturmaktadır) gelişmekte olan

1 Kamu televizyonlarının belirli bir kültür politikası izleyebilme üstünlüklerine karşın, hükümetlerin

elinde tehlikeli bir araç olmaları endişesi vardır. Özel televizyonlar ise daha objektif haber aktarımı sağlayabilirlerse de, geniş kesime ulaşabilme amacı ile demagojiye kayma eğilimlerini içlerinde barındırmaktadırlar (Balle, 1980: 300). Türkiye’de televizyon yayıncılığında uygulanan karma sistemin, kamu ve özel yayınlarının olumsuzluklarını dengelediği söylenebilir.

Serdar KAYPAKOĞLU

124

İletişim 2002/16

ülkelerin bütünleştirici bir kültür oluşturma çabaları giderek zorlaşmakta, imkansızlaşmaktadır.

Türkiye’de yerel gazete sayısı özellikle Demokrat Parti döneminde artmıştır. Bu dönemde resmi ilanlar siyasal görüşlere göre verildiği için bir tür hükümet tarafından beslenen basın yaratılmıştır. Resmi ilanların dağıtımı ile ilgili şikayetleri önlemek için 1961’de Basın İlan Kurumu oluşturulmuştur. Ancak bu girişimin de zaman içinde olumsuz yönü ortaya çıkmıştır. Bölgelere ayrılan ilan kontenjanından pay alabilmek için “naylon gazete” denen, son derece özensiz hazırlanan bir yerel basın türü ortaya çıkmıştır (Yücel, 1999: 177). Bir başka ifade ile yerel basın denince yerel kültürün öne çıktığı, demokratik bir yapılanma akla gelmemektedir. Ancak bu durum, yani merkeze karşı durma yeteneği olmayan bir yerel basın, özellikle Cumhuriyet Türkiye’sinin başlangıç dönemlerinde geçerli olduğu söylenebilir. 1980 sonrasında panoromanın giderek değiştiği gözlemlenmektedir. Türkiye’nin AB Katılım Ortaklığı belgesinde kısa vadeli siyasi kriterler başlığı altında belirtilen “Türk vatandaşlarının televizyon ve radyo yayıncılığında anadillerini kullanmalarını yasaklayan hukuki düzenlemelerin kaldırılması”, 2000’li yıllarda yerel medyanın gelişmesinin önemli bir ayağını oluşturacağı ifade edilebilir.

Bir başka ifade ile, sınırlarla birbirlerinden ayrılmış parçalardan oluşan, kültürel mozaik olarak da görülebilecek dünyaya artık veda edildiği söylenebilir. Kültür içindeki trafiğin giderek artmasından, anlam sistemlerinin ve simgesel biçimlerin geniş ölçekli aktarımından dolayı, dünya, sömürgeciliğin yükseliş döneminde olduğu gibi sadece ekonomik ve siyasal anlamda değil, kültürel anlamda da tek mekan haline gelmektedir. Türdeşleşme temelde metalaştırılan kültürün merkezden çevreye akışından kaynaklanır. Bundan dolayı ortaya çıkmakta olan türdeş dünya kültürü büyük oranda Batı kültürünün bir uyarlaması olacaktır ve yerel kültürün yitip gitmesi kendini en açık biçimde çevrede hissettirecektir.

Diğer yandan merkez belirli kurumlar aracılığı ile bilgi ve ideallerini çevreye sunarken çevre ilk önce bunları benimseyip sonra yozlaştırmaktadır. Dolayısıyla merkez çevrede bir zafer elde edemez (Hannerz, 1998:139, 140).

Küresel ve Yerel Medyada Gelişmeler ve Ulus-Devlet

125

İletişim 2002/16

Ancak zafer elde edilememesi, küresel düzeyde bir kültürel türdeşleşme süreci ve bu süreçte Batı’nın baskın rolü olmadığı anlamına da gelmemektedir. Bir başka ifade ile ulus-devletler bir yandan Batı kültürünün diğer yandan yerel kültürlerin etkileri altına girmekte ve hükümetler ulusal kültürün korunması için en önemli araçlardan birinden, kamu hizmeti modelinden (ya da radyo televizyon yayıncılığında kamu tekelinden) vazgeçmiş görünmektedirler. Bu kırılganlığın henüz türdeş bir ulusal kültür oluşturamamış yeni devletlerde daha çarpıcı biçimde görüleceği açıktır.

Serbest piyasa, yayın maliyetlerinin artışıyla birlikte, basındaki sahipliğin ve kontrolün giderek kapitalist girişimcilere geçmesine neden oldu. Piyasa aynı zamanda, radikal basının yok olmasını ya da tekrar ortaya çıkmasına engel olunmasını cesaretlendiren, reklama bağımlı bir ekonominin başını çekti. Basındaki sahiplik giderek daha yoğunlaştı ve çıkarları çoğunlukla basın dışında olan çok uluslu firmalara büyük ölçüde geçti (Curran, 1986: 226). Özellikle 1980’li yıllarda, birçok firma, hem dar anlamıyla medya sektöründe (gazete, dergi, radyo, televizyon), hem de eğlence ve kültür alanlarında (film, kaset, kitap) büyük gruplara dönüştüler (Pilon, 1992:216). Bir başka deyişle televizyon yayıncılığında kamu hizmeti modeli önemini yitirip yerini ticari modele bırakırken, medya büyük grupların eline geçti. Yani kamu tekeli yerini özel tekellere bıraktı (ki bu durum yerel medyanın tek rakibinin kamu yayıncılığının olmadığını göstermektedir).

Küreselleşme öncesi medya firmalarının çoğu belirli bir alanda faaliyet gösteriyorlardı: Walt Disney esas olarak karton film yapımı, Viacom kablolu yayın, Time basın-yayın alanında idiler. Dünya genelinde yayıncılığın özelleşmesi2; uydu, kablo, internet gibi yeni iletişim yöntemlerinin kullanılması, iletişim alanındaki endüstriler arasındaki farkı azalttı. İletişim sektöründeki büyük firmalar bu sektöre damgalarını

2 Pazar ekonomisini kamu müdahalesinden arındırma girişimleri 70’li yılların sonlarında ABD’de

ortaya çıktı, buradan Avrupa’ya geçti. Deregülasyon da denilen bu süreçte pazar ekonomisinin yeniden yapılandırılması, özellikle tekelleşmeyi önleyen düzenlemelerin azaltılması amaçlanmıştı (Pekman, 1997: 22, 58). Ancak tekelleşme önlemedi tam tersine çok uluslu firmalar ekonomide belirleyici bir konuma oturdu. Belki de başından itibaren amaç da bu idi.

Serdar KAYPAKOĞLU

126

İletişim 2002/16

vurdular: büyüme ve kar dürtüleri esas oldu. Yani belirli bir kültür politikası izleme gibi bir yaklaşım artık büyük ölçüde söz konusu değildir.

Medyada Bütünleşmeler ve Etkileri

1985 yılında Rupert Murdoch ABD’de bir üs elde etmek için Twentieth Century Fox’u satın aldı. Sony 1989’da Columbia Tri Star’ı aldı. Aynı yıl Time Warner Communication ile birleşti ve Time-Warner oluştu ve 1995’de bu firmaya Turner Broadcasting Systems eklendi. Disney 1995’de American Broadcasting Corporation’ı (ABC) satın aldı. İki ABD devi Viacom ile Columbia Broadcasting System (CBS) arasında 1999 Eylülünde 80 milyar dolarlık bir birleşme gerçekleşti. Böylece dönemin eğlence, haber, spor ve müziğin üretim ve dağıtımında dünyanın en büyük firması yaratıldı. 2000’li yılların başında internet temelli America On Line (AOL), Time-Warner ve EMI birleşerek 350 milyar dolar değerinde dünyanın 4. büyüklükteki firmasını oluşturdular (Thussu, 2000: 120).

Kuzey ülkelerindeki bu gelişmelere karşın Güney alternatif politikalara yönelmemektedir: Güney’de çok sayıda hükümetin, kendi iletişim düzenlerine uygun formları bulmayı bir kenara bırakarak, vahşi kapitalizm koşullarını tercih ettikleri görülmektedir. Bunun sonucunda bu ülkelerde, iletişim sektörünün yüzde 60’nı elinde tutan yerel mültimedya grupları ortaya çıkmaktadır (Mattelard, 1992: 22). Yani Batı kökenli uluslarararası firmalarda var olan olumsuzluklarını içlerinde taşımaktadırlar3. Diğer yandan UNESCO’nun 1987’de yaptığı bir araştırma basın-yayın, televizyon, radyo ve sinema alanında en çok ciro yapan ilk 78 firmanın 48’inin ABD ve Japonya geri kalanların ise Batı Avrupa, Kanada ve Avustralya kökenli olduğunu ortaya koymuştur4. Herhangi bir Güney ülkesi

3 Türkiye’de de medya sektöründeki yoğunlaşma dikkat çekicidir: Doğan Grubu’nun sekiz gazete ile toplam satışlardaki payı yüzde 46.53, Sabah Grubu’nun 9 gazete ile satış payı yüzde 36.2’dir. Uzan Grubu, Erol Aksoy, Doğan Grubu, Sabah Grubu ve İhlas Grubu’nun televizyon yayınları ile gazete ve dergilerde gerek ekonomik, gerekse de yayınların izlenme oranları ve tirajları açısından diğer küçük ve orta ölçekli işletmelerin çok önünde oldukları (Kars, 1996: 503) bilinmektedir. Ancak büyüklükleri (ya da küçüklükleri) dikkate alındığında bu grupların Batı kökenli gruplarla rekabete girmeleri mümkün değildir.

4 Dünyanın en büyük uluslararası medya grupları arasında şunlar sayılabilir: Time Warner: New York kökenli Time Warner dünyanın en büyük eğlence ve enformasyon firmasıdır. En önemli faaliyet

Küresel ve Yerel Medyada Gelişmeler ve Ulus-Devlet

127

İletişim 2002/16

bu sıralamada yer almamaktadır (Sreberny-Mohammadi, 1992: 125). Buna paralel olarak Güney ülkeleri yeni politikalar üretememektedir ya da bu yeteneklerini yitirmişlerdir.

Kültürel emperyalizm, Amerikan değerlerinin Güney’in akıllarına ve kalplerine şırınga edildiği biçiminde bir yaklaşımdı. Yeni çalışmalar aktif izleyicinin alma teori (reception theory) ve modelleri üzerinde inşa edilmiştir ve önceden varolan kültürel yapı ve yorumlama biçimi dikkate alınarak, uluslar arası etkilere daha titiz bir bakış açısı getirmiştir. Böylece “anlam”ın Batı televizyon programlarıyla ihraç edilmediği, daha önce oluşmuş kültürel tutum ve politik algılamaya bağlı olarak izleyicinin farklı kültürel kesimleri tarafından oluşturulduğu belirtilmektedir (Sreberny-Mohammadi, 1992: 130). Yani Batı kaynaklı programların izlenmesi, kendi başına Batı değerlerinin aktarılacağı anlamına gelmemektedir.

İletişimin politik etkileri üzerine araştırmalar başlangıcından itibaren iki ana yönde gelişti: ilk aşamada yani XX. yüzyıl başlarından II. Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde, kitle iletişim araçlarının kanıların ve inançların şekillenmesinde ciddi etkileri olacağı düşünülüyordu. 1940’lardan 1960’ların başlarına kadar olan ikinci dönemde, varolan inançları güçlendirmesine karşın tutumların öğretilmesinde etkisiz olduğuna inanıldı. Üçüncü ve son aşamada ise kitle iletişim araçlarının etkileri sorunu yeniden gündeme girdi ve medyaya yeni roller atfedildi (Blumler ve Gurvitch, 1986). Medyanın etkisi konusunda şöyle bir değerlendirme yapılıyor: insanlar medya aracılığı ile gönderilen politik mesajları seçebiliyorlar, seçtikleri mesajı yorumluyorlar; okudukları ve televizyon tartışmalarında izledikleri mesajlarla kendi inançlarını güçlendiriyorlar. Fakat hepsi bu değil. Medya bir politik çerçeve olurmakta ve insanları bu çerçevenin dışını

alanları film (Warner Brothers), yayıncılık (Warner Books, Brown yayınevleri, Time, Fortune, Life, People, Asia Week gibi 32 dergi), müzik, kablolu televizyon ve internettir. Bertelsmann: 1998’de 15.2 milyar dolarlık geliri ile dünyanın en büyük kitap ve dergi yayıncılarındandır. Aynı zamanda televizyon, film, radyo ve müzik alanlarında ortaklıkları vardır. 53 ülkede faaliyet göstermektedir. Walt Disney: Merkezi California olan Walt Disney firması Time Warner’dan sonra dünyanın en büyük 2. medya kuruluşudur. Disney İngiltere, Tayvan, Avustralya, Malezya, Fransa, İtalya, İspanya ve Ortadoğu’da faaliyet göstermektedir. Sony: Bir başka çok uluslu firma Tokyo kökenli Sony’dir. Sony’nin satışlarının % 72’si dış ülkeleredir. ABD, Avrupa’dan sonra Sony’nin en büyük pazarıdır. 1999 yılında toplam gelirleri 56,62 milyar dolardır (Thussu, 2000).

Serdar KAYPAKOĞLU

128

İletişim 2002/16

öğrenememektedir. Bu enformasyondan kaçınmak çok zordur. Olaylar filtre edilmekte ve doğrudan haberlerle ilgilenmeyen veya dikkat etmeyen kişileri bile etkilemektedir (Cayrol, 1991: 468). Bu yaklaşım medyanın sadece politik değil, kültürel etkileri bağlamında da ileri sürülebilir. Bir başka ifade ile gerek ulus ötesi yayınlar gerekse de Batı kaynaklı haber ya da eğlence programlarının ulusal/yerel yayınlarda baskın konumu Batı değerlerinin/kültürünün aşılanması biçiminde olmasa da, belirli bir çerçevenin içine hapsolunması anlamında etkilidir.

İletişim holdinglerinin yükselişi, mülkiyet sahibinin gücünü potansiyel olarak kötüye kullanabilmesi ile ilgili eski tartışmaya yeni bir unsur ekledi. Artık söz konusu olan şirket sahiplerinin sadece editoryal kararlara müdahale etmeleri5 ya da politik görüşleri dolayısıyla çalışanların görevlerine son verilmesi gibi değildir. Şirketin gazeteleri, kendi televizyon istasyonlarına bedava reklam verebilirler ya da kaset ve kitap bölümleri film bölümünün pazara sürdüğü yeni bir fimle bağlantılı ürünler çıkarabilirler. Bunun etkisi dolaşımdaki kültürel malların çeşitliliğini azalması biçiminde ortaya çıkmaktadır. Basit nicel anlamda dolaşımda daha fazla ürün olmasına karşın, bunlar aynı temaların uzantılarıdır (Golding ve Murdock, 1997: 63). Medyada bütünleşmenin diğer olumsuz etkileri şu şekilde sıralanabilir: editörlerin ve yayıncıların hükümet ya da genel olarak politik sisteme karşı bağımlılığı artar (ya da rekabet ortamı bağımsızlığı arttırır); rekabet azaldığı zaman yerel ve bölgesel politik haberlerin nitelik ve niceliği düşer; pazarda baskın durumda olan büyük medya kuruluşları küçük firmaların yönetimini ele geçirir ya da iflas ettirir/pazardan çıkmaya zorlarlar. Fakat aynı zamanda yeni firmaların girişlerini de engellerler.

Diğer yandan bütünleşmeleri savunan görüşler de vardır: oligopol rekabeti kapitalist ekonomik sistemin doğal eğilimidir ve ticari/pazar başarısının bir sonucudur; basın sektöründe de satılan ürün sayısı (gazete, dergi vd.) arttıkça birim başına ortalama üretim maliyeti düşer; birçok

5 Editoryal kararlara hiç müdahale etmeyen bir yaklaşımı benimseyen ve uygulayan çok az patron

vardır. Gazete sahipleri her zaman genel siyasalarını paylaşan, en azından kabul eden bir editörle anlaşırlar. Editörün görevi bu genel siyasanın takip edilmesini temin etmektir. Uygulamada editoryal bağımsızlık günlük üslup, içerik ve editorya bütçesi konularıyla sınırlıdır (Hanlin, 1998).

Küresel ve Yerel Medyada Gelişmeler ve Ulus-Devlet

129

İletişim 2002/16

durumda sadece büyük medya firmaları pazara girişteki yüksek engelleri aşabilirler ve yeni medya ürün ve hizmetleri verebilirler; hem basılı hem elektronik medyaki sofistike ekipmanların maliyetlerindeki artışlar yeni girişimcilerin yeni girişimcilerin pazara/rekabete katılmalarını engeller; küçük medya işletmeleri kalite standartlarını sürdürmek istiyorlarsa, ekonomik güçlerini birleştirmek zorundadırlar (Meier ve Trappel, 1998: 44).

Kanada’da yapılan bir araştırmada, rekabetçi ve tekelci ortamlarda farklı gazetelerin haberleri incelendi. Sonuçlar açıkça gösterdi ki pazarın rekabetçi olması ile içeriğin niteliği arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Gazetelerdeki profesyonel perspektif günlük gazetelerin içeriklerini belirlemektedir, rekabetin varlığı ya da yokluğu değil. Rekabetin olduğu ve sona erdiği durumlarda yapılan çalışmalarda bazı küçük değişiklikler bulunmuştur fakat bunların hepsi editoryal ürünlerdeki olumlu değişikler biçiminde olmuştur (Meier ve Trappel, 1998: 55).

Tek Yönlü Kültürel Akışa Direnç ?

Yazılı basın, ulusal ve kültürel sınırları televizyondan çok önce aştı. Radyo ve film başlangıcından itibaren ulusal sınırları bilmiyordu. Görüntülü materyallerin dünyaya anında yayımlanmasını kolaylaştıran uydu teknolojisinin gelişi ise, küreselleşme sürecinin yeni bir aşaması olarak görülebilir (Gurvitch, 1992: 179). Uydu yayınlarının izlenme profiline bakıldığında gençlerin ve eğitimli kesimin ağırlık taşıdığı görülmektedir. Kuzey Avrupa’da uydu kanallarını en çok seyredenlerin gençler olduğu, ithal programların onlara cazip geldiği görülmektedir. Daha yaşlı izleyicilerin dil ve kültür nedenleriyle ithal programları seyretmeme eğilimindedir. Yabancı dildeki materyalin kabul görmesi, iyi eğitim görmüş, yüksek statü sahibi gruplar arasında daha yaygındır. Konuşmanın çok olduğu programlar yabancı izleyiciler arasında popüler değildir (Robins ve Morley, 1997: 93-95). Küresel kitle kültürü dilsel sorunları hızla ve kolayca geçebilen görüntünün egemenliğindedir. Popüler hayatın, eğlence ve

Serdar KAYPAKOĞLU

130

İletişim 2002/16

dinlencenin yeniden inşasına doğrudan katılan görsel ve grafik sanatların her türlü müdahalesinin egemenliğindedir (Hall, 1998: 47, 48).

Medyanın farklı kültürlere girişinin en açık biçimi çok uluslu şirketlerin ulusal medyadaki mülkiyetleri ve yönetimlerdeki konumlarıdır. Ancak mülkiyet ve kontrolun dışında, kültürel giriş, medya hizmetlerinin dış tüketiciler tarafından kullanılmasıyla da gerçekleşebilir: çokuluslu firmaların reklam kuşağı satın alması veya reklam verenlerin çokuluslu reklam ajanslarıyla çalışmaları ya da her ikisi (Boyd-Barrett, 1986: 178, 179)

Üretim kapasitesinin büyüklüğü de kültürün aktarımında belirleyici bir etken değildir. Hindistan’da ABD’den fazla film üretilmesine karşın, sinema ve televizyon ekranlarına Hollywood filmleri hakimdir. ABD kökenli bu filmler 150’den fazla ülkede gösterime girmektedir. ABD-İngiltere ikilisi dünya gazete ve dergi piyasasına hakimdir. Her ne kadar 6 Japon ve 2 Çin gazetesi tiraj açısından dünyanın en büyük 10 gazetesi arasındalarsa da, ülke dışında nadiren okunmaktadırlar. Uluslararası düzeyde okunan en bilinen gazete 186 ülkede dağıtımı yapılan International Herald Tribune’dür. Newsweek ve Time dergilerinin (ABD) 50 yıldır dünyanın pek çok ülkesinde dağıtımları yapılmaktadır. Newsweek Kore ve Japonya’da yerel dilde basılmaktadır. Reader’s Digest 19 dilde yayınlanmaktadır .

Gelişmiş ülkeler arasında da ciddi bir rekabet vardır ama ABD başat konumdadır. Kuzey ülkelerinden (özellikle ABD’den) dünyanın kalan kesimlerine televizyon programı akışı deregülasyon dönemi sonrası daha da arttı. Brezilya, Meksika, Arjantin gibi güçlü ulusal yayın sektörüne sahip ülkeler bile film ve televizyon dizilerinin yüzde 70’ini ABD’den ithal etmektedir. 1989-1993 yılları arası AB ile ABD arası televizyon programı ticareti 3’e katlanmıştır. AB görsel-işitsel pazarı ABD ürünleri tarafından işgal edilmiştir durumdadır ve bu alanda AB ticaret açığı yaklaşık 7 milyar dolardır (Thussu, 2000). Bir başka ifade ile deregülasyon süreci sonrası olumsuz gelişmeleri sadece geri kalmış ülkeler değil, ABD dışındaki gelişmiş ülkeleri de yaşamaktadır. Yani küresel düzeyde bir türdeşleşme söz konusu ise bu ağırlıklı olarak Kuzey Amerika kültürüdür. Diğer yandan Çin ve Japon basını örneğinde olduğu gibi üretim fazlalığı, kendi başına uluslar

Küresel ve Yerel Medyada Gelişmeler ve Ulus-Devlet

131

İletişim 2002/16

arasında kültürel etkinlik anlamına gelmediği görülmektedir. Bir başka ifade ile Avrupa ya da Kuzey Amerika kültürlerinin baskın konumu bu ülkelerin sadece üretim kapasitelerinden kaynaklanmamaktadır.

Türkiye’de televizyon kanallarındaki birçok yarışma, müzik hatta haber programları, kökenleri ABD televizyon programlarına dayanan belirli formüllerin, formatların kopyalanması yolu ile elde edildiği (Ahıska, 1995) görülmektedir. Ancak bu durum Türkiye’ye özgü de değildir. Diğer ülke medyası da ABD televizyon formatlarını ya kopya etmekte ya da dolaylı olarak benimsemektedir. Bu bağlamda sorun ABD’de üretilen televizyon programlarının ihraç edilmesi değil, bunun da ötesinde ABD’nin uluslararası televizyonculuğun kurallarını koyması, program üretiminin çerçevesini çizmesidir (Robins ve Morley, 1997: 292, 293). Bu olgunun ise, kültürel tek yönlü akış ve kültürel türdeşlemenin en önemli izleri olduğu söylenebilir.

Diğer yandan uluslararası kültürel akışın karmaşık süreci daha yakından incelendiğinde, her ne kadar Kuzeyin belirgin bir ağırlığı olsa da, bu trafiğin Kuzey’den Güney’e tek yönlü olmadığı görülür. Sınır ötesi yayın yapan yeni televizyon kanalları ortaya çıkmakta ve bunların bazıları, çevre ülkelerinden, iletişim sektörünün merkezlerine yönelik yayın yapmaktalar.

Geleneksel kamu yayıncılığı ülke sınırları içine yönelik yayıncılık anlayışını benimsemiştir. Uluslararası yayın yapan bazı büyük ülkeler dışında, birçok ülke kendi ulusal izleyicisi için program yapmışlardır. Buna karşın özel kanallar ise, esas olarak pazarlar ve reklam gelirleriyle ilgilenmiştir. Buna bağlı olarak bir çok Güneyli yayıncı zengin Kuzey ülkelerinde kendi azınlıklarına ulaşmayı amaç edinmişlerdir6 (Thussu, 2000:

6 Gelişmiş ülkelere yönelik yayın yapan başlıca kuruluşlar şunlardır: Zee TV : Hintli bir girişimci 1992’de Batı formatlarından türetilmiş programları Hindu dilinde yayınlamaya başlamıştır. Batı kaynaklı programlar İngilizce konuşan kentli orta sınıf tarafından izlenebiliyorken, Zee TV Hintlilerin çoğunun gündelik yaşamda kullandığı dilde yayın yaparak daha geniş bir pazarı hedeflemektedir. 2000 yılında Asya, Avrupa, ABD ve Afrika’da 25 milyon Hintliye yönelik yayın yapan Zee TV’nin 1999’da geliri 100 milyon dolara ulaşmıştır. Orta-Doğu Yayın Merkezi (ODYM): Londra merkazli bu kanal Kuzey ülkelerinde yaşayan Araplara yönelik yayın yapmaktadır. Suudi kökenli ARA Grup tarafından 1991’de yayına başladı ve Pan-Arap eğilimli orta sınıf izleyiciyi hedef aldı. Phoenix Çin Kanalı: 1,2 milyar nüfusu ile dünyanın en hızlı gelişen ekonomilerinden biri olan Çin, medyanın önemli bir pazarıdır. 1999’da Çin’de 320 milyon televizyon bulunmakta ki bu rakam ABD’nin üzerindedir. News Corparation (Murdoch) tarafından 1996 yılında Phoenix kanalı, mandarin dilinde (Çin’in resmi dili), yayın hayatına girdi. Hong Kong’dan yayın yapan bu kanal

Serdar KAYPAKOĞLU

132

İletişim 2002/16

206). Yani ulusal / bölgesel değerler pazar payının genişlemesi amacıyla da kullanılabilmektedir

Günümüzde önemli sayıda Güney Asyalı İngiltere’de, Kuzey Afrika’lı Fransa’da, Türkler Almanya’da, Latin Amerikalılar ABD’de bulunmaktadır. Son 10 yılda 20 milyon insan çatışma ve yoksulluk nedeni ile kendi ülkelerini terketmek zorunda kalmışlardır. Göçmenler bazı Güney ülkelerinde de bulunmaktadır. Birleşik Arap Emirlikleri’nin % 90 nüfusu yabancı çalışanlardan oluşmaktadır ve bunların çoğu Hindistan’dan gelmektedir. Dolayısıyla bu petrol zengini Körfez ülkesi, Hint medya kuruluşları için önemli bir hedef ülke haline gelmiştir. Sonuç olarak bazı istisnalar dışında birçok devlette azınlık bulunmakta ve birçok ülkede birden fazla dil konuşulmaktadır. Daha önce ülke dışında bulunan bu gruplar kitap, gazete-dergi, teyp, video filmi gibi ürünlerle kendi kültürleri ile bağ kuruyorlardı. Uydu aracılığı ile sınır ötesi yayıncılığın yaygınlaşması bu gruplara yeni olanaklar sunmaktadır.

Türkiye 1990’da Eutelsat ile Batı Avrupa’da Türkçe konuşan gruplara yönelik (özellikle Almanya’da yaşayan 2 milyon Türk’e yönelik) TRT—INT yayınlarını başlattı. 1992’de TRT Avrasya TV, Orta Asya’da Türkçe konuşan topluluklara yönelik yayınlar başladı. Buradaki toplulukların dil, din ve kültürel bakımdan Türkiye’dekiler ile benzerlikleri vardır (Thussu, 2000: 207, 208).

Gelişmiş ülkelere yönelik yayın yapan özel kuruluşlara bakıldığında dikkati çeken olgu bu kuruluşların, (yerel değerlere uyarlanmış olsalar da Batı formatlarında program üretmelerinden dolayı) kültürel anlamda tek yönlü akışa alternatif bir yayıncılık arayışları olmadığı, bazı medya kuruluşlarının ise Batı kaynaklı sermaye tarafından kurulmaları nedeni ile zaten bu tip bir eğilimlerinin olamayacağıdır. Türkiye’nin durumunda ise yabancı ülkelere yönelik yayınların kamu televizyon kaynaklı olması bir

haber, spor, müzik, dizi ve film içermektedir. TV Globo: 1965 yılında ABD kökenli Time-Life Grubu ile ve ABD’nin finansal, yönetimsel ve teknolojik yardımı ile TV Globo, Latin Amerika’nin en büyük pazarlarından biri olan Brezilya’da yayına başlamıştır. TV Globo 1975’de Portekiz’e televizyon dizileri ihraç ederek uluslararası piyasaya girdi (Thussu, 2000).

Küresel ve Yerel Medyada Gelişmeler ve Ulus-Devlet

133

İletişim 2002/16

farklılık oluşturmaktadır. Yine de TRT’nin Batı kökenli programlara alternatif özgün kültürel programlar ürettiğini söylemek mümkün görünmemektedir. Özel televizyon kuruluşları söz konusu olduğunda bu durum daha belirgindir.

Sonsöz

Küreselleşme olarak da tanımlanan içinde yaşadığımız süreçte, medyadaki yapılanma ve medyanın işlevi değişmektedir: bir yandan deregülasyon sonucu sektörde kamu hizmeti modeli ağırlığını büyük ölçüde yitirerek yerini ticari modele bırakmakta, diğer yandan özel medya kuruluşlarında bütünleşmeler öne çıkmaktadır yani kamu tekeli yerini özel tekellere bırakmaktadır. Buna bağlı olarak medya, özellikle yeni devletlerde üstlendiği ulusal kültürü oluşturma/koruma işlevini yitirerek, Batı’nın (özellikle de ABD’nin) kültürel değerlerini aktarma işlevi üstlenmektedir.

Bu gelişmelerin bir diğer uzantısı ise bu süreçte paradoksal biçimde yerel medya ve yerel kültürün önem kazanmasıdır yani ulusal sınırlar içinde farklı kültürel grupların kendilerini ifade edebilmeleri, kendi kültürlerini geliştirebilmeleri ve bunun için de medyayı kullanabilmeleridir. Bu durum Türkiye bağlamında çok belirgindir. AB üyeliğini hedefleyen Türkiye, kültürel grupların kendi dillerinde radyo-televizyon yayınlarını yapmalarına yönelik engelleri ortadan kaldırma yükümlülüğü üstlenmiştir.

Türkiye’de tek parti döneminde yani çok uluslu imparatorluktan sonra ulus-devlet oluşturma sürecinde, ülkede farklı kültürlerin kendilerini geliştirebilmelerinin ve medyayı kullanabilmelerinin önü açılması zaten beklenemezdi. Çok partili dönemin ilk yıllarında Basın İlan Kurumu aracılığı ile bir “naylon basın” yaratılmış yerel basın kontrol altında tutulmuştu. Yani ödüllendirme yolu ile kontrol yöntemi de aynı zamanda uygulanmaya başlamıştı. Ancak içinde yaşadığımız süreçte farklı kültürel grupların medyayı kullanmalarının engellenmesi, uluslararası konjonktür (gelişmiş ülkelerin talepleri) ve gelişmekte olan ülkelerdeki siyasal iktidarların giderek azalan parasal kaynakları (grupları parasal kaynaklar

Serdar KAYPAKOĞLU

134

İletişim 2002/16

kullanarak merkeze bağlama yeteneği) dikkate alındığında, mümkün görülmüyor.

Ulus-devletlerin oluşmasında ve ulusal bilincin pekiştirilmesinde, medya (basın -sansür ve sübvansiyon mekanizmaları ile kontrol altında tutularak, radyo-televizyon yayıncılığında ise kamu tekeli modeli ile) önemli bir işlev üstlendi.

Küresel yayınlar ve yerel medya, ya da farklı grupların kültürlerini medya aracılığı ile koruyup geliştirmesi, kültürel zenginlik olarak tanımlanabilirse de, bu gelişmenin ulus-devletler için (öncelikle de gelişmekte olan ülkeler açısından) sonun başlangıcı olduğu açıktır.

Güney ülkelerindeki medya gruplarının Batı kökenli uluslararası medya gruplarına benzer bir değişim içine girmelerine karşın, gerek ekonomik gerekse de kültürel açıdan, onlara rakip olmaları mümkün görünmemektedir. Ayrıca Batı kökenli çokuluslu firmaların yabancı dillerde yayınlar yapması ve/veya ulusal medyayı doğrudan satın alması ve/veya Batı formatlarının yayınlarda baskın olması, ülke bütünlüğünün sağlanmasında ulusal medyanın işlevsizleşmesine neden oldukları açıktır.

Bu süreç olumlu ya da olumsuz olarak değerlendirilebilir. Ancak nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin sürecin (zaman zaman iniş çıkışlar olsa da) geri dönüşü yok gibi görünmektedir.

Kaynaklar

Balle, Francis (1980). Médias et Socété. Paris: Montchrestien.

Blumler, J. G. ve Gurevitch, Micheal (1986). “The Political Effects of Mass Communication”. Culture, Society and the Media. Micheal Gurevitch, vd. (der.) içinde. London: Routhledge.

Boyd-Barett, J. O. (1986). “Cultural Dependency and the Mass Media”. Culture, Society and the Media. Micheal Gurevitch, vd. (der.) içinde. London: Routhledge.

Cayrol, Roland (1991. Les Médias. Paris: PUF.

Küresel ve Yerel Medyada Gelişmeler ve Ulus-Devlet

135

İletişim 2002/16

Curran, James (1986). “Communication, Power and Social Order”. Culture, Society and the Media. Micheal Gurevitch, vd. (der.) içinde. London: Routhledge.

Gellner Ernest (1992). Uluslar ve Ulusçuluk. Çev. Büşra E. Behar , Günay G. Özdoğan. İstanbul: İnsan Yayınları.

Golding, Peter ve Murdock, Graham (1997). “Kültür, İletişim ve Ekonomi Politik”. Medya, Kültür, Siyaset. Çev., Dilek B. Kejanlıoğlu. Süleyman İrvan (der.) içinde. Ankara: Ark. 49-76.

Gurvitch, Micheal (1992). “The Globalization of Electronic Journalism”. Mass Media and Society. James Curran (der.) içinde. London: Edward Arnold.

Hall, Stuart (1998). “Yerel ve Küresel: Küreselleşme ve Etniklik”. Kültür, Küreselleşme ve Dünya Sistemi. Çev. Gülcan Seçkin. Anthony D. King (der.) içinde. Ankara: Bilim ve Sanat.

Hanlin, Bruce (1998). “Gazete Sahipleri, Editörler ve Gazeteciler”. Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar. Çev., Nurçay Türkoğlu. Andrew Belsey ve Ruth Chadwick (der.) içinde. İstanbul: Ayrıntı: 51-69.

Hannerz, Ulf (1998). “Çevre Kültür Senaryoları”. Kültür, Küreselleşme ve Dünya Sistemi. Çev. Gülcan Seçkin. Anthony D. King (der.) içinde. Ankara: Bilim ve Sanat. 139-163.

Kars, Neşe (1996). “Televizyonda Sermaye ve Haber”. Yeni Türkiye 11: 495-519.

Larraine, Jorge (1995). İdeoloji ve Kültürel Kimlik. Çev., Neşe Nur Domaniç. İstanbul: Sarmal.

Lull, James (2001). “Superculture for Communication Age”. Culture in the Communication Age. James Lull (Ed.) içinde. London: Routledge. 132-163.

Mattelard, Armand (1992). “İletişim ve İletişim Araçları: Tehlikeli Bir Konu”. Medya Dünyası. Çev., Oya Tatlıpınar. Jean-Marie Charon (der.) içinde. İstanbul: İletişim. 17-23.

Serdar KAYPAKOĞLU

136

İletişim 2002/16

Meier, Werner ve Trappel, Josef (1998). “Media Concentration and the Public Interest”. Media Policy. Denis McQuail ve Karen Siune (der.) içinde. London: Sage. 38-59.

Sreberny-Mohammadi, Annabelle (1992). “The Global and Local in International Communication”. Mass Media and Society. James Curran ve Micheal Gurvitch (der.) içinde. London: Edward Arnold.

Pilon, Robert (1992). “Gruplar ve Stratejiler”. Medya Dünyası. Çev., Oya Tatlıpınar. Jean-Marie Charon (der.) içinde. İstanbul: İletişim. 216-221.

Robbins, Kevin ve Morley, David (1997). Kimlik Mekanları. Çev. Emrehan Zeybekoğlu. İstanbul: 1997.

Pekman, Cem (1997). Televizyonda Özelleşme. İstanbul: Beta.

Thussu, Daya Kishan (2000). International Communication. London: Arnold.

Yücel, Seniye (1999). “Yerel Basın”. Medya Gücü ve Demokratik Kurumlar. Korkmaz Alemdar (der.) içinde. İstanbul: Afa.

Özet

Yazılı basın televizyondan çok önce ulusal ve kültürel sınırları aştı. Uluslararası haber ajansları yaklaşık birbuçuk asırdan beri dünyaya haber dağıtım işini üstlenmişlerdir. Radyo ve sinema ortaya çıkmalarından itibaren ulusal sınırlardan habersizdiler. Tüm dünyaya görüntü materyellerinin aktarımını kolaylaştıran uydu teknolojisinin ortaya çıkışı, haberin

Küresel ve Yerel Medyada Gelişmeler ve Ulus-Devlet

137

İletişim 2002/16

küreselleşmesinin niteliksel bir aşaması olarak savunulabilir. Uluslararası iletişim ABD’nin başını çektiği Batı’nın, medya sektöründe haber ve eğlence materyellerinin uluslararası akışında baskın olduğunu göstermektedir. Soru bu tek yönlü akışın ulusal ve bölgesel kültürlere etkisinin gerçekte Batı kültürünün küreselleşmesi mi olduğudur? Küresel iletişim İngilizce ve Batı yaşam tarzı ve değerlerinine dayanan medya kültürünü mü destekliyor? Özelleşmiş, reklam yönelimli Batı ticari televizyon modelinin küreselleşmesi, tüm dünyada oturma odalarına tüketim kültürünü getirmiştir. Fakat modern sanayileşmiş Batı kültürünün geleneksel kültüre etkisi karmaşık bir süreçtir. Parçalanma ve melezleşme aynı ölçüde güçlüdür. Bu makalede küresel ve yerel medyadaki gelişmeler sürerken, ulus-devletlerin giderek önemlerini yitirecekleri ileri sürülmektedir.

Abstract

Printed press crossed national and cultural boundaries long before television. The international news agencies have been in business of disseminating news materials around the world for almost a century and a half. Radio and cinema were oblivious to national boundaries almost since their inception. The advent of satellite technology, facilitating the instant transmission of visual materials around the world may be argued as a qualitatively new stage in the globalization of news. International communication indicates that the West, led by USA, dominates international flow of information and entertainment in media sector. The question is if the impact of such one-way flows on national and regional culture is in fact the globalization of Western culture? Will global communication promote a media culture based on English language and Western lifestyles and values? The globalization of the privatized, advertisement-driven model of Western commercial television has brought consumer culture to living rooms across the world. But the impact of modern industrial Western culture to traditional is a complex process. The fragmentation and hybridity are equally strong. In this article it is asserted that during the developments of global and the local media the nation-states will have gradually less significance.

Serdar KAYPAKOĞLU

138

İletişim 2002/16

İletişim 2002/16

Bütünleşik Pazarlama İletişimi Sürecinde

Halkla İlişkilerin Rolü

İzzet BOZKURT*

Giriş

Pazarlama faaliyetlerinin başladığı ilk günlerden günümüze kadar geçen zaman dilimi içinde, pek çok farklı pazarlama yaklaşımı geliştirilmiştir. Ancak, bunlardan bazıları uygulamaya dahi aktarılamadan geçerliliğini yitirmiştir. Tarihsel süreç içinde pazarlamanın özellikleri, sosyal, kültürel, ekonomik, politik ve teknolojik alanda yaşanan gelişmelere paralel olarak değişmiştir. Bu değişimi; başta sanayi devrimi olmak üzere, 1929 dünya ekonomik bunalımı, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ve 1980’lı yıllardan itbaren iyice hissedilmeye başlayan küresel ekonomi ile teknolojinin başdöndürücü hızdaki gelişimi sağlamış ve uluslararası pazarlara açılmak da kolaylaşmıştır.

Bunun sonucunda, yoğunlaşan rekabet koşulları ve kitle iletişim araçlarından hedef kitlelere ulaşma zorluğu, mesaj üreticilerini iletişim sürecinde yeni arayışlara yöneltmiştir. Bu arayışların bir sonucu olarak geliştirilen ve pazarlamaya farklı bir boyut kazandıran “bütünleşik pazarlama iletişimi” yaklaşımı kısa sürede uygulama alanında yer bulmuştur. Bunun temel nedeni; özellikle kitlesel pazarlama ve kitlesel iletişimde etkinliğin azalması, tüketici davranışlarını etkileyecek mesajların oluşturulması ve iletilmesindeki güçlükler ve reklam maliyetlerindeki artışlardır.

* Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü

İzzet BOZKURT

140

İletişim 2002/16

Pazarlamanın geçmişten günümüze katettiği süreçler incelendiğinde, iletişimin sürekli artan bir değerde pazarlama faaliyetleri içine girdiği görülmektedir. Pazarlamanın ilk başladığı dönemdeki yalın, yüz-yüze iletişim, paranın icadı ile değişik bir anlam kazanmış, 1929 dünya buhranının sonrasındaki ilk reklamlarla pazarlama, planlı bir şekilde iletişimi kullanmaya başlamıştır. İkinci Dünya Savaşından sonra klasik pazarlama dönemi başlamış ve iletişim, pazarlama karmasının dört ana unsuru içinde reklam, halkla ilişkiler, kişisel satış, doğrudan pazarlama gibi birden çok teknik ile pazarlama kararları içinde yer almıştır.

1985-90’lı yıllardan başlayarak da iletişim pazarlama kararlarının odağını oluşturmuştur. McKenna’nın (1991: 21) da ifade ettiği gibi pazarlamadan pazarlama iletişimine geçiş sürecini etkileyen unsurlar “ürün ve hizmet farklılığının artması, küresel rekabetin arması, pazarların bölümlere ayrılması, endüstriyel farkların azalması, dağıtım kanallarının çoğalması, geleneksel medya mesajlarının temiz mesaj iletmede başarısızlıkları, kurumların tekrar yapılanması, iş çevreleri ve rekabet olayları”dır. Pazarlama düşüncelerinin evrimi olarak da adlandırılan bütünleşik pazarlama iletişimi yaklaşımına göre ise, pazarlama karmasının elemanları olan, mal, fiyat, dağıtım, promosyon eşittir iletişim ve iletişim eşittir pazarlama şeklini almıştır.

“Günümüzde pazarlamanın doğasını değiştiren bir iletişim devrimi yaşanmaktadır.... pazarlama çalışmalarının birçoğu iletişim sürecinin etrafında oluşmaktadır” (Cannon, 1998: 421). Bu düşünceyi destekleyen Schultz, Tannenbaum ve Lauterborn (1995) da iletişimin günümüzde pazarlamada temel güç olarak yer aldığını ve ilerde de böyle olacağını ifade etmekteler. Bu aşamada, müşteri merkezli planlayıp uygulama başlıca amaçlardan birini oluşturmakta. Müşteri merkezli olmayan pazarlama anlayışının dışındaki düşünceler başarısız olmaktadırlar, çünkü “içten dışa düşünmek kurumun ihtiyaçları ile başlar, oysa dıştan içe düşünmek müşterinin ihtiyaçları ile başlar” (Duncan, 2002: 14). Bu düşünce Lauterborn’un 4 C modeli ile de açıklanabilir.

Bütünleşik Pazarlama İletişimi Sürecinde Halkla İlişkilerin Rolü

141

İletişim 2002/16

4 P İçten Dışa Güç 4 C Dıştan İçe Güç

Product (Ürün) Customer (Müşteri)

Price (Fiyat) Cost (Değer)

Place (Dağıtım) Convenience (Uygunluk)

Promotion (Promosyon) Communication (İletişim)

Şekil 1: Lauterborn’un 4 C Modeli. (Duncan, 2002: 15).

Yukarda da görüldüğü gibi, günümüz pazarlama anlayışında kurum dıştan içe düşünerek sürekli müşteri ile iletişim halinde olmak, müşterinin istek ve ihtiyaçlarını bilmek gerekli. Ayrıca kurum ürünün fiyatına yoğunlaşmaktan ziyade, o ürünü alan müşteriye nasıl değer katacağına yoğunlaşmalıdır. Bu da bütünleşik pazarlama iletişimi çalışmalarının başlıca çıkış noktasıdır.

Bütünleşik Pazarlama İletişimi Tanımı

Integrated Marketing Communications (IMC), ülkemizde ‘entegre pazarlama iletişimi’ ya da ‘bütünleşik pazarlama iletişimi’ olarak kullanılan kavram, tüm iletişim çabalarının stratejik bir koordinasyonunu ifade etmektedir. American Association of Advertising Agencies (Amerikan Reklam Ajansları Birliği)’in tanımına göre bütünleşik pazarlama iletişimi: “Genel reklam, doğrudan posta, doğrudan pazarlama, satış promosyon ve halkla ilişkiler gibi çeşitli iletişim disiplinlerinin stratejik rollerini hesaplayan ve açık, birbirini tamamlayan ve maksimum düzeyde bir iletişim etkisi yaratmak için bu disiplinleri birleştiren kapsamlı bir planın artı değerini tanıyan pazarlama iletişimi planlama konsepti”dir (Harris, 1998: 14).

Buradan hareketle, bütünleşik pazarlama iletişimi kavramını en genel anlamda şu şekilde tanımlayabiliriz: Bütünleşik pazarlama iletişimi, organizasyonların ürettiği ürün ya da hizmetler ile ilgili alınacak her kararın

İzzet BOZKURT

142

İletişim 2002/16

müşteri bazlı ve satın alma davranışlarına etki edecek iletişim boyutunu düşünerek alınması ve bu farklı iletişim kararlarının bir disiplin içinde orkestra edilerek, stratejik bir yaklaşım ile planlanması ve sinerji yaratılması sürecidir (Bozkur, 2000: 17-18).

Tanımlamada aktarıldığı gibi, pazarlama iletişimi tüketicilere belirli marka imajı ve spesifik faydalar yansıtabilmek için tek bir sese ihtiyaç duymaktadır. Schultz’un (1997-1998) da belirttiği gibi bütün iletişim çalışmalarının hedefi tek bir ses ve görüntü yakalama çabasıdır. Bu mesajlardan herhangi bir tanesi bir diğerini tutmuyorsa veya birbirleri ile uyuşmuyorsa tüketici anahtar mesajı kaybetmektedir. Anlamlı bir etki yaratabilmek için bütün iletişimlerde güçlü bir ortak tema ve imaj kullanılmalıdır. Bu birleşme çabaları ayrıca, gereksiz kullanımdan kaçınılarak üretim maliyetlerinden ve zamandan tasarrufu da sağlamaktadır.

Tüketicilerin satın alma kararlarını etkileyecek yapıda mesajlar üretme, işletmeyle ilgili alınan bütün kararların iletişim boyutu düşünülerek oluşturulmasını gerekli kılmaktadır. Bütünleşik pazarlama iletişiminin bir yaklaşım olarak hem uygulayıcılar, hem de akademik çevrelerce bu denli benimsenmesi, örgüte genel bir perspektifle yaklaşması, örgütün geleceğiyle ilgili vizyonu, genel hedeflerini ve amaçlarını tanımlaması, örgüt içindeki bütün faaliyetlerin ve kararların müşteri ve hedef kitleleri ilgilendiren iletişim boyutları olduğu gerçeğine dayanmaktadır. Bütünleşik pazarlama iletişimi yaklaşımı, örgütsel yapı içinde alınan bütün bu kararların, örgütün ortak hedef ve amaçlarını gerçekleştirmek üzere, stratejik olarak tek elden planlanması ve uygulanması temeline oturmaktadır (Schultz, Tannenbaum & Lauterborn, 1995). Bu yaklaşım; daha önce geliştirilen pazarlama yaklaşımlarında olmayan ve örgüt tarafından bilinçli ya da bilinçsiz üretilen bütün mesajların kontrolünü ve ölçümlenmesini olanaklı kılmaktadır.

Tüketiciler, mesaj üreticilerinin ayrı ayrı faaliyetlerini tek bir algılama yöntemi ile algılamakta, tutum ve davranışlarını, dolayısıyla satın-alma kararlarını bu çerçevede şekillendirmektedirler. Reklam, halkla ilişkiler, kişisel satış, satış promosyonu, ürün ambalajı, fuar gibi pazarlama iletişimi çalışmaları ile pazarlama karmasını oluşturan dağıtım kanalı, ürün ya da

Bütünleşik Pazarlama İletişimi Sürecinde Halkla İlişkilerin Rolü

143

İletişim 2002/16

hizmetin kendisi ve fiyatlandırmayla ilgili çeşitli mesajları, tüketiciler farklı kaynaklardan algılayarak, mesaj kaynağına ilişkin bir yargıya varmakta, dolayısıyla, tutumlarını oluşturmaktadırlar. Farklı kaynaklardan, birbirlerini tamamlamayan mesajların üretilmesi, tüketicinin satın-alma karar sürecini olumsuz yönde etkilemektedir.

Genel anlamda sinerji (birlikte çalışma), uyumlu ve koordineli olan mesajların bağımsız, bir birini tutmayan ve koordineli olmayan mesajların yaratabileceğinden daha etkili bir iletişim yaratması olarak tanımlanır. Örgütü ilgilendiren bu denli farklı iletişim mesajlarının tüketiciler ile buluşmadan önce tek bir konsept altında bütünleştirilmesi, tüketicilerin karar süreçlerini firma lehine olumlu olarak etkilemektedir. Dolayısıyla, bütün bu farklı iletişimsel uğraşlarının, tüketiciler ile karşılaştırmadan kendi içlerinde bütünleşmeleri gerekmektedir. Bu, hem tüketicilerin mesajı üretene ilişkin tutumlarını oluşturmalarını kolaylaştıracak, hem de firmaların tanıtım ve tutundurma faaliyetleri için harcayacakları çaba ile maddi kaynaklarda tasarruf etmelerini sağlayacaktır.

Ne var ki, bütün bu çalışmaların bütünleşmesi sırasında bir takım zorluklarla karşılaşılmaktadır. Schultz (2000-2001) başka bir yazısında bütünleşik pazarlama iletişimini uygulamada karşılaşılan sorunları dört ana başlık altında toplamaktadır. Bunlar; kurumsal engeller, yapısal, işlevsel ve kültürel engeller, üst düzey yöneticilerin (CEO) kontrolü ve son olarak kurum içinde çalışanlara bütünleşik pazarlama iletişimi teorisinin benimsetilememesidir. Richman (1991: 14) bu engellere ekleme yaparak halkla ilişkiler ajansalarının ve kurum içinde departmanlara göre bütçe dağılımlarının da engel teşkil ettiğini belirtmiştir. Uygulama sürecinde karşılaşılan engeller ile örgüt içindeki tüm kararların aynı zamanda hedef kitleler için birer iletişim mesajı taşıdığı gerçeği, bütünleşik pazarlama iletişiminin örgütün en üst düzeyinden başlayarak tek elden stratejik olarak planlanması ihtiyacını doğurmaktadır. Sürecin tek elden, örgüt içinde stratejik olarak planlanması ve yürütülmesi ihtiyacı, sürecin kim veya kimlerin sorumluluk ve yetkisinde oluşturulacağı sorusunu gündeme getirmektedir. Bu sorunun cevabı aranırken, halkla ilişkilerin tarihsel gelişim

İzzet BOZKURT

144

İletişim 2002/16

sürecinde ulaştığı nokta ve yeniden yapılanması önemli bir kriter olarak ön plana çıkmaktadır.

Bu yeni anlayış tüketicilerin, işletmeyi saran iç ve dış çevrelerin ihtiyaçlarını anlayabilen, stratejiyi ve stratejistleri koordine eden, üst yönetime geri bildirim (feedback) sağlayabilen bir yöneticiye ihtiyaç duymaktadır. Halkla ilişkiler uzmanının bütün bu iletişim mesajlarını tüketicilerin ihtiyaçları ile birleştirme ve yönetmeye yönelik eğitimi, anlayışı ve ustalığı mevcuttur. Halkla ilişkiler uzmanı, bu disiplinlerin “orkestra şefi” olarak kurum içindeki iletişim akışının kaynağı, bütünleşik pazarlama iletişiminin lideri ve tepe yönetiminin örgütle ilgili alacağı bütün kararlara danışmanlık yaparak, yönetsel anlamda, yeni bir güç elde etmektedir.

Halkla İlişkilerin Günümüzde Artan Önemi

Klasik anlamda işletmeler, halkla ilişkileri taktiksel roller için kullanmaktadırlar. Yeni hareketler yaratmak, iç iletişimle uğraşmak, özel olaylar/programlar hazırlamak, lobicilik ve bazen araştırmalar yapmak halkla ilişkilerin görevleri arasında yer alır. İşletme bazında reklamdan daha yüksek politik düzeyde olmasına rağmen, halkla ilişkiler çoğunlukla pazarlamadan daha alt bir düzeye indirgenmektedir. Ancak, bu bakış açısı hızla değişmektedir. Son on yılda halkla ilişkiler uzmanı pazarlama karmasının değerli bir parçası olarak işletme içerisinde önemli bir yer edinmiştir. Dünyanın tanınmış pazarlamacılarından, Phillip Kotler ve William Mindak (Kotler, 1991: 641) pazarlama ve halkla ilişkileri benzer fonksiyonlar olarak açıklayarak, "...pazarlama ve halkla ilişkiler firmanın önemli dış fonksiyonlarıdır. Her iki fonksiyon da analiz etmeye ve planlamaya, dış grupları memnun etmek bakış açısından başlıyorlar" demişlerdir. Ayrıca Kotler Harvard Bussiness Review’da yayınlanan ‘Megamarketing’ adlı makalesinde de pazarlamanın geleneksel "4P"sine (yani ürün, fiyat, yer, promosyon) yeni pazarlara girmeyi sağlamada mecburi olan iki aracı, ‘güç’ ve ‘halkla ilişkiler’i de eklemiştir (aktaran Kitchen, 1997: 225-226).

Bütünleşik Pazarlama İletişimi Sürecinde Halkla İlişkilerin Rolü

145

İletişim 2002/16

Pazarlamacılar geleneksel pazarlama araçlarının etkinliğinde azalma görmeye başladıkları için, halkla ilişkilerin tüketici anlayışına ve maaliyet yönünden verimliliğine daha büyük önem verme gereği duymaktadırlar. Geleneksel pazarlama iletişimi yöntemleri ile parçalanan ve etkinliği azaltılan iletişim çalışmalarını, stratejik olarak planlayan ve koordine eden halkla ilişkiler, satın alma davranışlarını doğrudan etkileyen bütünleşik pazarlama iletişimi yaklaşımında örgüt içinde kilit bir görev üstlenmektedir. Burada pazarlama ve halkla ilişkilerin paralel çalışması kaçınılmazdır. Çünkü Grunig’in (2001) de ifade ettiği gibi, bir taraftan pazarlama, ekonomik bir çaba olarak daha çok tüketiciler, rakipler, ve mal tedarik edenler gibi ekonomik çevrelerle ilgilenirken; diğer taraftan halkla ilişkiler ise daha çok toplumsal çevreler ile ilgilenmektedir.

Pazarlamanın geçirdiği evrimi paralel bir şekilde halkla ilişkiler de geçirmiştir. Amerikalı halkla ilişkiler uzmanı Harold Burson halkla ilişkiler alanının geçirmiş olduğu evrimi üç başlık altında özetlemektedir, bunlar: ‘onu nasıl söyleyebilirim’ dönemi, ‘ne söylemeliyim’ dönemi ve son olarak ‘ne yapmalıyım’ dönemi (aktaran Caywood, 1997: 3). Halkla ilişkiler, formel bir disiplin olmadan önce, aşağı yukarı 20. Yüzyılın ortalarında, üst yönetimin halkla ilişkiler uzmanına sorduğu soru, o dönem içindeki herhangi bir sorununu basına açıklamak için, “onu nasıl söyleyebilirim” idi (Caywood, 1997: 3). Basın yolu ile verilecek bir iletişim mesajına ihtiyaç vardı. Problem, doğru kelimeleri yerine yerleştirerek haber değeri yaratacak kurguları oluşturmaktı. Bunu yapmak ve doğru medya kanallarını kullanmak, gazetecilik geçmişi olan halkla ilişkiler çalışanlarının işiydi. Bu nedenle bu dönemdeki halkla ilişkiler uygulamalarının temelinde, “onu nasıl söyleyebilirim” mantığı, dolayısıyla pasif bir yaklaşım vardı.

Ancak 1960’lara gelindiğinde birçok statünün tanımlaması yeniden yapılmaya başlanmıştır. Bu değişimin temelinde; firmalar hakkındaki toplumsal doğruların su yüzüne çıkması ve sorgulanması yatmaktadır. Bu dönem, “tüketicinin bilmesi gereken doğrular” dönemi olarak da tanımlanmaktadır. Toplumsal doğrular, kendini, protesto yürüyüşleri ve spesifik ürünlere karşı yapılan boykotlarla ifade ederken, gençlik hareketleri

İzzet BOZKURT

146

İletişim 2002/16

dönemin en önemli özellikleri olarak ortaya çıkmıştır. Firma yönetimleri için bu ilk kez yüzyüze kalınan ve işletme eğitimi müfredatında yer almayan deneyimlerdi. Tüm bu gelişmelerin, medya ve halk ile bütünleşmesi gereken yöneticileri, halkla ilişkiler çalışanlarına ve uzmanlarına yöneltmesi çok doğaldı. Bütün bunların sonucunda da “onu nasıl söyleyebilirim”, bir sonraki adımda “ne söylemeliyim”e dönüştü (Caywood, 1997: 3). Bu dönüşüm, halkla ilşkiler uzmanlarının doğru kelimeler ile haber değeri yaratacak düzenlemeler yapmalarından daha öte, kendi insiyatiflerini kullandığı, dolayısıyla halkla ilişkilerin az da olsa aktif hale geldiği bir dönüşümü ifade etmektedir.

Pazar ve pazarlama üzerindeki kamuoyu baskısı 1970, 1980’lerde ve 1990’larda şiddetlenerek devam etmiştir. Pazardaki güç dengesinin yönü üreticilerden tüketicilere doğru değişince, küresel yarış çabalarına ve iş dünyasının literatürüne karşı büyük bir tehdit de meydana gelmiştir. 1970’lerin başında iş dünyası ile ilgili haberler, ekonomi sayfasından, baş sayfalara taşındı. Medya bu durumu yeni bir ekonomik kaynak olarak kullanmakta geç kalmadı. Dolayısıyla, medya yöneticileri program ve yazılarında kullandıkları kavram ve üslubu yeniden düzenleyerek bu kaynaktan maksimum düzeyde fayda sağlamaya başlamıştır. Medyada, iş dünyasına ilişkin haberler, bilgisayar ağlarında ve sabah haberlerinde başlıca konu olmaya başlamıştı. İşte bu dönem, halkla ilişkilerin üçüncü basamağı olan ve halkla ilişkilerin aktif ve karar mekanizması içinde olduğu “ne yapmalıyım” dönemidir (Caywood, 1997: 3). Yani “onu nasıl söylemeliyim” ve “ne söylemeliyim”, günümüzde “ne yapmalıyım” a dönüştü.

Halkla ilişkilerin, firmaların karar verme süreçlerinin bir parçası olarak organize olmaya başlamasından beri, yirmi yıl içerisinde, akla hayale gelmeyecek bir aşama kaydetti. Bu bize, bütünleşik iletişimlerin, halkla ilişkilerin üçüncü dönemindeki hareket yönünde ilerlediğini göstermektedir. Şirketler, giderek artan bir şekilde müşteri veri tabanları kullanmaya başladılar. Ayrıca, reklamcılık, doğrudan pazarlama, satış promosyonları, ve tabii ki halkla ilşkiler profesyonelleri, işin etkinliğini arttırmak, Pazar payı

Bütünleşik Pazarlama İletişimi Sürecinde Halkla İlişkilerin Rolü

147

İletişim 2002/16

elde etmek, akılda kalıcı olmak için bütün bu aktiviteleri bütünleştirerek çalışmalarına devam etmekteler.

Halkla İlişkilerin Değişen Boyutları

Ulusal ve uluslararsı alanda hızla artan rekabetçi pazardan etkilenerek pekçok değişime uğrayan halkla ilişkiler alanı, yapısal ve işlevsel anlamda yeni birtakım görevler üstlenmiştir. Bugün halkla ilişkiler alanının üstlendiği yapısal anlamdaki görevler Kurumsal Halkla İlişkiler (CPR) ve Pazarlama Odaklı Halkla İlişkiler (MPR) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.

Özellikle 1990’ların sonlarında popüleritesini arttıran Kurumsal Halkla İlişkiler (CPR), kurumsal hedefleri desteklemeyi amaçlamıştır. CPR, kurumun ilişkide bulunduğu bütün gruplarla iletişimi koordine eder. Bu gruplar; medya, müşteriler, çalışanlar, dağıtımcılar, hisse sahipleri, yerel otoriteler, devlet, genel toplum, sendikalar, sivil toplum örgütleri, potansiyel müşteriler, servis ajansları ve finansal kurumlar olarak tanımlanabilir (Bozkurt, 2000: 131).

Pazarlama Odaklı Halkla İlişkiler (MPR) çalışmaları ise daha çok satışa yönelik yapılan çabalardır. MPR’ın öncülerinden sayılan Harris (1997: 12) bu kavramı, “satışı teşvik eden ve güvenilir bilgi akışıyla, müşterilerin istek, ihtiyaç, kaygılarını gidererek müşteri memnuniyeti yaratan; planlı, uygulanabilen ve değerlendirilebilen bir program süreci” olarak tanımlar. Harris’e (1997: 7-8) göre MPR’ın çalışma alanları; kurumu lider olarak konumlandırmak, müşteri güveni yaratmak, yeni ürün tanıtmak, eski ürünün yeni faydalarını tanıtmak, insanları ürünü almaya teşvik etmek, yeni pazarlara girmek, satış gücünü arttırmak, perakendecilerin desteğini sağlamak, dağıtım kanalları açmak gibi pekçok pazarlama odaklı faaliyetten oluşmaktadır. Pazarlama Odaklı Halkla İlişkiler faaliyetleri pro-aktif ve re-aktif olmak üzere kendi içinde ikiye ayrılmaktadır. Pazarlama hedefleriyle ilgilenen pro-aktif halkla ilişkiler, daha çok ürünle ilgili yenilik ve gelişmeleri tanıtmayı ve pazarlamaya yönelik fırsatları takip etmeyi görev edinmiştir (Bozkurt, 2000). Re-aktif halkla ilişkiler çabaları ise Semenik’in

İzzet BOZKURT

148

İletişim 2002/16

(2002: 461) de ifadesiyle, “Dışardan gelen baskıları kontrol etmek, fırsatlardan ziyade sorunların çözülmesine odaklanmak ve kurumu savunmak” olarak tanımlanabilir.

Halkla İlişkilerin Pazarlama İçindeki Yeni Rolü

Halkla ilişkilerin kurumsal ve pazarlama odaklı olarak gelişmesiyle üstlendiği farklı görevler, halkla ilişkilerin bir yönetim fonksiyonu olmasına neden olmuştur. Günümüzde halkla ilişkiler, bütünleşik pazarlama iletişiminin planlanması ve koordine edilmesi sürecinde stratejik bir misyon üstlenmiştir. Burada, iletişimin pazarlama içinde artan önemi ile halkla ilişkilerin kurum içinde artan önemiyle yakın bir ilişki söz konusudur. Böylece kurum içinde pazarlama için gerekli olan iletişim desteği, halkla ilişkiler tarafından sağlanabilir, çünkü Richman’ın (1991: 11) da ifade ettiği gibi “Halkla ilişkiler mesleği, bütün iletişim mesajlarını kontrol etme ve yönetme becerisine sahiptir”. Aşağıda sıralanan maddeler halkla ilişkilerin bütünleşik pazarlama iletişimi sürecinde nasıl bir rol üstlenebileceğini tanımlamaktadır.

1. Bütünleşme sırasında engel olarak ortaya çıkan bütün sorunlar, stratejik planlama ve koordinasyon eksikliğinden meydana gelmektedir. Halkla ilişkiler kurumsal yapıda bu sorunları çözebilir.

2. Bütünleşik pazarlama iletişiminin yerine getirilmesi sürecinde, kurumsal değişimlere karşı direnç, bütçe harcamaları, otorite değişimi ve uzman kayıplarıyla ilgili öfkenin oluşması gibi bir takım zorluklarla karşılaşabilir. Kurum içinde üst yönetime bağlı olan halkla ilişkiler, sahip olduğu iletişim ve yönetim alt yapısı ile (CPR, MPR, Pro-Aktif ve Re-Aktif PR) yeni bir yapısal oluşuma gerek duymadan bu direnci kırabilir.

3. Rekabetçi Pazar ortamında sadece kar odaklı pazarlama faaliyetleri gerçekleştirmek ve şirketlerin topluma karşı olan sosyal sorumluluğu umursamamak o şirket için zayıflık sayılır. Halkla ilişkiler kurumun iç ve dış çevrelerle iletişimini sağlama sürecinde bu sorunların üstesinden gelebilir.

Bütünleşik Pazarlama İletişimi Sürecinde Halkla İlişkilerin Rolü

149

İletişim 2002/16

4. Halkla ilişkiler sosyal fayda ve şeffaflık presiplerinden yola çıkarak, pazarlama iletişimi sürecinde ve diğer bütün kurumsal çalışmalarda etiksel kriterleri temel almaktadır.

5. Bütünleşik pazarlama iletişimi yaklaşımına göre, kurum tarafından alınan bütün kararların iletişim ve mesaj boyutu var. Bu nedenle Drobis’in (1997-1998) de ifade ettiği gibi halkla ilişkiler, sahip olduğu iletişim bilgi ve becerisinden ve sorun çözme yeteneğinden dolayı, kurumun üst yönetimine taşımaya ve bütün planları tüketici odaklı düşünmeye ihtiyacı vardır.

6. Kurumun genelde bir iletişim kaynağı olarak görüldüğü bütünleşik pazarlama iletişimi yaklaşımında, tüketicinin kuruma ve markasına karşı takındığı tutum ve davranışların fark edilmesi, sadece pro-aktif yaklaşımlar ve halkla ilişkiler yöntem ve teknikleri ile mümkündür.

7. Yapısal ve işlevsel olarak gelişen halkla ilişkiler, yönetimin başlıca fonksiyonlarından biri haline gelmiştir. Halkla ilişkilerin temel amaç ve aktiviteleri göz önünde bulundurulduğunda, halkla ilişkilerin üst yönetime en yakın iletişim bölümü olduğu görülür. Aynı düşünceyi paylaşan Thomsen (1997) da halkla ilişkilerin kurum ve hedef kitle arasındaki iletişimi kontol ettiği ve kurduğu için yönetimde yer alması gerektiğini vurgulamıştır. Bu nedenle, bütünleşik pazarlama iletişiminin stratejik planlanma sürecinde, halkla ilişkiler başlangıç noktasında yer almalıdır.

8. Kurumun pazarlama ve pazarlama iletişimi ile ilgili aldığı bütün kararlar diğer bölümler tarafından da desteklenmelidir. Halkla ilişkiler iletişim kanalları geliştirerek iç iletişimin oluşmasını sağlayabilir.

9. Bütünleşik pazarlama iletişiminin stratejik planlanma sürecinde, kurumsal kararlar, pazarlama ve pazarlama iletişimi kararları ya doğrudan halkla ilişkiler tarafından yerine getirilmekte ya da bağımsız halkla ilişkiler ajansları tarafından yapılmaktadır.

10. Kurum içindeki yapıda toplam kalite, kurum kültürü, kurum imajı, insan kaynakları yönetimi, kriz yönetimi gibi halkla ilişkiler çabaları, bütünleşik pazarlama iletişimi çalışmalarının temel çerçevesini oluşturmaktadır.

İzzet BOZKURT

150

İletişim 2002/16

Sonuç

Sonuç olarak, halkla ilişkilerin yeni boyutları olarak da değerlendirilen ve bir uzmanlaşma olarak kabul edilen CPR (Kurumsal Halkla İlişkiler), (Pazarlama Odaklı Halkla İlişkiler) ile MPR’ın alt açılımlarında fonksiyonel olan pro-aktif ve re-aktif halkla ilşikiler uygulamaları, bütünleşik pazarlama iletişimi çalışmalarındaki farklı iletişim tekniklerini, stratejik olarak tek elden ve kurum içinde planlama imkanı sağlamaktadır. Bu, hem 90’lı yılların parçalanmış iletişim mesajlarının kontrol edilmesini sağlayacak, hem de bütünleşmenin önündeki gerek işletme içinde gerekse çevresindeki değişime karşı olan direnci ortadan kaldıracaktır.

İletişimin pazarlama düşünceleri içindeki artan değeri ile halkla ilişkilerin, kurum içindeki yükselen değerleri paralellik göstermektedir. Dolayısıyla pazarlama için kaçınılmaz olan iletişim desteği, kurum içinde bu disiplini en iyi bilen halkla ilişkilerden alacaktır. Stratejik olarak iletişim nosyonunu planlama yeteneğine sahip olan halkla ilişkiler uzmanlarının, üst yönetimin karar aldığı masalarda bulunması artık lüks değil bir zorunluluktur.

Kaynakça

Bozkurt, İzzet (2000). Bütünleşik Pazarlama İletişimi. Ankara: Kapital Yayınları.

Cannon, Tom (1998). Marketing: Principles and Practice. 5. Basım. İngiltere: Cassell Publishers Limited.

Caywood, Clarke L. (1997). The Handbook of Strategic Public Relations and Integrated Communications. 1. Basım, New York: McGraw-Hill.

Drobis, David R. (1997-1998), “Integrated Marketing Communications”, Journal of Integrated Communications,

Bütünleşik Pazarlama İletişimi Sürecinde Halkla İlişkilerin Rolü

151

İletişim 2002/16

http://www.medill.northwestern.edu/imc/studentwork/pubs/jic/journal/

1997-1998/drobis.htm 15.01.2002.

Duncan, Thomas R. (1993). “Integrated Marketing? Its Synergy: Having Said That, Implementing the Plan Gets More Complicated”, Advertising Age, 64 (xx) xx.

Duncan, Tom (2002). IMC: Using Advertising and Promotion to Build Brands. 1. Basım. ABD: MCGraw-Hill.

Grunig, James E. (2001). “The Role of Public Relations in Management and it’s Contribution to Organizational and Societal Effectiveness”, Taipei (Taiwan)’de yapılan bir konuşma, Mayıs 12, http://www.ipra.org 02.02.2002.

Harris, Thomas L. (1997). “Integrated Marketing Public Relations”. Handbook of Strategic Public Relations and Integrated Communications, der., Clarke L. Caywood. ABD: Mc-Graw Hill.

Harris, Thomas L. (1998). Value-Added Public Relations, 1. Basım, Illinois: NTC Business Books.

Hendrix, Jerry A. (1992). Public Relation Cases, 2. Basım, California: Wadsworth Publishing Company.

Kitchen, Philip J. (1997). Public Relations: Principles and Practices. İngiltere: International Thomsan Business.

Kotler, Philip (1991). Marketing Manegement, 3. Basım, New Jersey: Prentice Hall.

McKenna, Regis (1991). Relationship Marketing. ABD: Addision-Wesley Publishing Company.

Richman, Amanda (1991). Public Relations Profession: The Internal Key to Integrated Marketing. Journal of Corporate Public Relations, V2: 11-16.

İzzet BOZKURT

152

İletişim 2002/16

Schultz, Don E., Tannenbaum, Stanley I. ve Lauterborn, Robert F. (1995). The New Marketing Paradigm, 1. Basım, Illinois: NTC Business Books.

Schultz, Don E. (1997-1998). “The Evolving Nature of Integrated Communications”. Journal of Integrated Communications, http://medill .northwestern.edu/imc/studentwork/pubs/jic/journal/1997-1998/schultz.htm 5.03.2002.

Schultz, Don E. (2000-2001). “Marketing Communication Plannin in a Converging Marketplace”. Journal of Integrated Communicaitons, http://medill.northwestern.edu/imc/studentwork/pubs/jic/journal/2000/schultz.htm 01.09.2000.

Semenik, Richard J. (2000). Promotion and Integrated Marketing Communications. CA: South-Western Thomas Learning.

Sirgy, Joseph M. (1998). Integrated Marketing Communications: A Systems Approach, New Jersey: Prentice Hall Inc.

Thomsen, Steven R. (1997). “Public Relations in the New Millennium: Understanding the Forces that are Reshaping the Profession”, Public Relations Quarterly, 42 (1): 11-18.

Bütünleşik Pazarlama İletişimi Sürecinde Halkla İlişkilerin Rolü

153

İletişim 2002/16

Özet

Bütünleşik pazarlama iletişimi yaklaşım, tüm iletişim çabalarının stratejik bir koordinasyonda planlanıp uygulanmasını ifade etmektedir. Bu çalışma özellikle geçtiğimiz son yirmi yılda önemini arttıran ve birçok kurum tarafından uygulamaya konulan “Bütünleşik Pazarlama İletişimi” yaklaşımını incelemektedir. Bu çalışmanın amacı, bütünleşik pazarlama iletişimi çabalarının uygulanma ve yönetilme sürecinde karşılaştığı zorlukları irdeleyerek halkla ilişkiler alanının bu güçlükleri yenme sürecinde nasıl aktif bir rol üstelenebileceğini ortaya çıkararak, kurum içinde pazarlama için gerekli olan iletişim desteğinin halkla ilişkiler tarafından sağlanabileceğini göstermektir.

Bütünleşik pazarlama iletişimi reklam, doğrudan posta, doğrudan pazarlama, satış promosyon ve halkla ilişkiler gibi çeşitli iletişim disiplinlerinin stratejik rollerini hesaplayan ve maksimum düzeyde bir iletişim etkisi yaratmak için bu disiplinleri birleştiren bir iletişim çabasıdır. Fakat bu iletişim çabalarının uygulama ve özellikle yönetilme sürecinde birçok engel ortaya çıkmaktadır. Bu noktada, halkla ilişkilerin geçirmiş olduğu yapısal ve işlevsel değişim, özellikle bir yönetim fonksiyonu olarak yeniden yapılanması pazarlama iletişiminin stratejik koordinasyonu için kaçınılmaz çözümler üretebilmektedir. Halkla ilişkilerin pazarlama odaklı ve kurumsal halkla ilişkiler olarak iki ayrı görev üstlenmesi ve bir yönetim fonksiyonu haline gelmesi, bu disiplini klasik işlevlerinin dışına taşımış ve halkla ilişkiler uzmanları yönetim kademelerinde dolayısıyla karar süreçlerinde yer almaya başlamışlardır.

Abstract

Rapid growth in globalization and parallel transformations in the processes and practices of everyday life were the hallmark of the 1980s. During this period, developments in information and communication technologies emerged as the main component accelerating change. The main dynamic of the process of globalization is shaped by economic and market

İzzet BOZKURT

154

İletişim 2002/16

expectations, where the process itself creates its own dynamic primarily in the need to protect the economy within national boundaries and within social and political movements.

Reflecting on these changes and their influences on life standards and style provides an excellent opportunity to re-think and re-define the field of marketing and the role of marketing in relationship to the fields of communication and media. This study is investigating one of the new marketing approaches, called integrated marketing communication (IMC), which has emerged in the late 1980s. The study will also explore the difficulties that the approach has faced within the strategic planning and implementation process. Last, the new mission of public relations regarding to the solutions of integrated marketing communications problems is going to be investigated.

İletişim 2002/16

Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından

Halkla İlişkiler

(Türkiye Örneği)

Ayhan BİBER*

Giriş

Toplumlar kırılgan bir gelişim çizgisine sahiptirler. Bu kırılmaların meydana geldiği dönemlerde kırılmanın oluşumunda etkili olan unsurların niteliğine bağlı olarak bazı sorunlar belirginlik kazanmaya ve toplumun gündeminde daha fazla yer işgal etmeye başlarlar. Gündeme gelen bu sorunlar, beraberinde bazı kavramları da toplumun gündemine taşır, onlara popülarite kazandırırlar. Ancak, popüler olan bir çok şey gibi bu kavramlar da belli bir süre sonra ağırlıklarını, anlamlarını yitirmekte, kavram kargaşasına neden olmakta ve bir soruna çözüm olabileceği düşünülerek gündeme getirilmiş olmalarına rağmen kendileri bir sorun yumağına dönüşmektedirler. 1980 yılında yaşanan 12 Eylül Askeri Harekatı bir kırılma noktası olarak kabul edilirse, bu dönemde demokratik açılımlar arayan Türkiye’nin gündemine taşınan sivil toplum tartışmaları, yukarıda söz edilen duruma verilebilecek iyi bir örnektir.

12 Eylül’ün ardından başlatılan depolitizasyon çalışmalarıyla siyasal katılım seçimden seçime oy vermeye indirgenmiş, bunun dışındaki katılım kanallarının önüne setler çekilmiştir. Böyle bir dönemin ardından yaşanmaya başlanan siyasal temsil krizi, sivil toplum söyleminin gündeme gelmesine neden olmuş ve konu değişik boyutlarıyla değişik çevrelerde tartışılmaya başlanmıştır. Ancak, Osmanlıdan günümüze kadar gelen “güçlü devlet geleneği” (Heper,1994), Batıdaki anlamı ve işleviyle bir sivil alanın

* Dr., Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi HİT Bölümü

Ayhan BİBER

156

İletişim 2002/16

oluşumunu engellemiştir. Dolayısıyla kendisine yüklenen; devletin etkinlik alanlarını sınırlandırma, siyasal oluşumlara toplumsal destek sağlama, bireysel talepleri örgütleme ve ilgili yerlere iletme gibi görevleri yerine getirebilecek nitelikte çok fazla sivil toplum örgütü ortaya çıkmamıştır. Çıkan örgütlerse, kendilerini geniş bir toplumsal kesime kabul ettirmede yani sosyolojik anlamda meşruiyet elde etmede yeteri kadar başarılı olamamışlardır.

Marmara bölgesinin büyük bir bölümünü etkileyen 17 Ağustos depreminin ardından bazı sivil toplum örgütlerinin yaptıkları çalışmalar, devletten bağımsız önemli projeler gerçekleştirebilmenin mümkün olduğunu göstermiş ve sivil toplum örgütlerine yönelik daha olumlu bir algılama oluşmaya başlamıştır. Diğer yandan, demokratik kazanımların artması, toplumsal taleplerin değişmesi, Avrupa Birliği’ne uyum çabaları gibi faktörlerin de etkisiyle sivil toplum örgütlerinin görece daha fazla işlerlik kazanacakları bir alan oluşmaya başlamıştır. Ancak süreç içerisinde amacı ne olursa olsun dernek, vakıf, gibi her türlü örgütlenmenin kendini sivil toplum örgütü olarak ifade etmesi, bu örgütlenmelerin kendi içlerinde demokratik bir yönetim anlayışını pratiğe geçirememeleri, gelirlerini meşru olmayan kaynaklardan sağlamaları sivil toplum örgütleri konusunda farklı anlayış ve yaklaşımların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sivil toplum örgütlerine yönelik bu yaklaşımlara bakıldığında, ortada bir saygınlık ve imaj sorunu olduğu görülmektedir.

Sivil toplum örgütlerinin tam olarak işlerlik kazanacağı ve kabul göreceği bir ortam için sosyal, siyasal ve ekonomik anlamda yapısal dönüşümler gerektiği açıktır. Ancak mevcut koşullar içerisinde planlanıp, yürütülen halkla ilişkiler çalışmaları; toplumsal dönüşüme ivme kazandıracağı gibi sivil toplum örgütlerinin gereksinim duydukları işlerlik ve etkinliğin sağlanması açısından da büyük önem taşımaktadır. Böyle bir varsayımdan hareket edilerek tasarlanan bu çalışmada, temel olarak; sivil toplum örgütlerinin Türkiye ölçeğinde karşı karşıya oldukları sorunlar, bu sorunların nedenleri ve aşılması sürecinde halkla ilişkiler kapsamında değerlendirilen çalışmaların mümkün olabilecek katkıları tartışılacaktır.

Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği)

157

İletişim 2002/16

A- Sivil Toplumun Tarihsel ve Kavramsal Temelleri

Sivil toplum (Civil Society), Latince’deki civilis societas kavramının bir çevirisidir. Civilis societas, Aristoteles’in hukuki olarak belirlenmiş bir yönetim sistemi içinde, eşit ve özgür vatandaşların oluşturduğu siyasi toplumu tanımlamak için kullandığı politike koinonia kavramının, Latince’ye aktarılmış şeklidir. Görüldüğü gibi sivil toplum, siyasi toplumu tanımlamak için kullanılmakta ve bu iki kavram eşanlamlı kabul edilmektedir (Tosun, 2001: 30).

Bu kabul, sözleşmeci filozoflarda da çok farklı değildir. Hobbes, Locke ve Rousseau tarafından şekillendirilen “Toplumsal Sözleşme” düşüncesi, Batı Aydınlanma Çağı’na kadar kavram ve kuramlara yön veren egemen düşünce özelliğini korumuştur. Toplumsal sözleşme teorisinde devlet ve sivil toplum özdeştir. Bu özdeşlik Hobbes’un ifadelerinde açıkça görülmektedir. Ona göre, sivil topluma geçebilmek için “doğa hali”nden ayrılmak zorunludur. Bu zorunluluk “doğa hali”nin koşullarından kaynaklanmaktadır. Doğa insanları eşit şekilde yaratmıştır ve insanlar arasındaki güvensizliğin temel nedeni de bu eşitliktir. Eşit koşullar içerisinde rekabet etmeye çalışan insanlar birbirlerini yok etmeye ya da tahakküm altına almaya çalışacaklardır. Dolayısıyla savaş hali kaçınılmaz olacaktır. Bu durumdan kurtulmanın tek yolu insanları kontrol altında tutacak bir gücün varlığıdır. Bu gücü oluşturmak için insanların tüm güçlerini tek bir insana ya da heyete devretmeleri gerekmektedir. Hobbes’un “Leviathan” olarak adlandırdığı bu güç sayesinde huzursuzluk, ölüm korkusu ortadan kalkacak ve insanlar kültür ve medeniyet yaratabileceklerdir. Başka bir ifadeyle medeni topluma geçilecektir (Hobbes, 1992: 93-96).

Toplumsal sözleşmeci düşünürlerce eşanlamlı olarak kullanılan devlet ve sivil toplum kavramlarını Hegel birbirinden ayırmış ve sivil toplumu, aile ile devletin siyasi ilişkileri arasında yer alan ara bir kurum olarak tanımlamıştır. Hegel’e göre bu kurum, özel ve ortak çıkarlar birleştiği zaman aşılacak bir fenomendir (Hegel, 1991: 160-199). Sivil toplumu ifade etmek için burjuva toplumu (Bürgerliche Gesellschaft) kavramını kullanan Hegel, sivil toplumu modern dünyanın bir başarısı olarak kabul eder. Sivil

Ayhan BİBER

158

İletişim 2002/16

toplum, özel kişilerden, gruplardan, sınıflardan ve çalışmaları uygar hukuk tarafından düzenlenen ancak bu nitelikleriyle de siyasal devletin kendisine doğrudan bağlı olmayan kurumlardan oluşan bir mozaiktir. Bu niteliğiyle sivil toplum, zaman ve mekanın dışında, önceden verili ve değişmez bir yaşam kaynağı değil, uzun ve karmaşık bir tarihsel dönüşüm sürecinin ürünüdür (Keane, 1994: 76).

Devlet-sivil toplum ilişkisi Hegel’de hem bir karşıtlık hem de karşılıklı bağımlılık ilişkisidir. Sivil toplum siyasal olarak düzenlenmedikçe sivil özelliğini kaybetmeye mahkumdur. Ahlaki bir anlam kazanmak için devlete gereksinim duymaktadır. Devlette temsil ettiği ahlaki amaçları gerçekleştirme sürecinde gerekli olan araçlar için sivil toplumdan yararlanmaktadır. Ancak bu karşılıklı bağımlılık ilişkisine rağmen devlet ve sivil toplum ayrı diyalektik düzeylerde bulunmaktadırlar. Devlet araç değil amaçtır ve gerçek manevi öğeyi temsil etmektedir (Sabine, 2000: 59).

Hegel’in her şeyi kuşatan yarı tanrısal bir güç olarak devleti öne çıkaran yaklaşımını eleştiren Marks, Hegel’in tersine, sivil toplumu siyasi hayatı belirleyen bir alan olarak tanımlamıştır (Çaha, 2000: 37). Marks’ın sivil toplum kavramsallaştırması, kullandığı altyapı-üstyapı şemasıyla yakından ilişkilidir. Marksist teoride, üretim ilişkileri yani iktisadi yapı altyapıyı oluşturmaktadır. Bu altyapı, toplumun hukuki ve siyasi kurumlarından oluşan üstyapıyı belirlemektedir. Yani üretim ilişkilerinin değişimine koşut olarak tüm üst yapı kurumları da değişecektir (Marks, 1976: 23). Bu bağlamda “siyasi olaylara, hukuki değişimlere ve kültürel değişimlere ilişkin açıklamanın sivil toplumun yapısındaki gelişmelerde aranması gerekmektedir” (Cevizci, 1999: 777).

Sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkan yeni toplumsal yapı içerisinde, aydınlanma döneminin popüler konusu olan sivil toplum tartışmaları gündemden düşmeye başlamış, yeni paradigmalar ve çözümleme biçimlerinin egemen olduğu bir süreç ortaya çıkmıştır (Şaylan, 1998: 50). Özellikle sol çevrelerde sivil toplum tartışmaları küllenmeye başlamış, Gramsci’ye kadar üzerinde çok fazla durulmamıştır. Marksist Kuram’ın izleyicilerinden olan Gramsci, sivil toplum tartışmalarına önemli

Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği)

159

İletişim 2002/16

katkılar sağlamıştır. Bu katkılardan birisi de sivil toplumun yeniden kavramsallaştırılmasıdır (Hall - Lumley ve McLennan, 1985: 5). Tüm Marksist kuram göz önüne alındığında, Gramsci’nin düşüncelerinin derin bir yenilik getirdiği ve genel olarak bilinenin aksine Gramsci’nin sivil toplum tezine Marks’ın sivil toplum anlayışının değil, Hegel’in anlayışının temel oluşturduğu görülmektedir (Bobbio ve Texier, 1982: 20). Gramsci, sivil toplum tezini oluştururken, Hegel’den esinlenmekte ve sivil toplumu altyapısal değil, üstyapısal momente ait olarak değerlendirmektedir. Gramsci’ye göre sivil toplum, ekonomik yapı ile devletin arasında yer alır ve genelde özel çıkarların alanıdır (Hall - Lumley ve McLennan, 1985:8). Gramsci, hakim sınıfların diğer sınıfları sadece kararnameler çıkararak, yasal düzenlemeler yaparak değil, aynı zamanda sivil toplumdaki ahlaki değerlerin ve geleneklerin yardımıyla da üretim süreçlerinin gereklerine boyun eğdireceğini söylemektedir. Bu nedenle sivil toplum sınıfların iktidar için mücadele ettiği bir savaş alanıdır. “Hegemonya burada uygulanmakta ve altyapı ile üstyapı arasındaki ilişkilerin koşulları, mücadele yoluyla burada ortaya konmaktadır” (Hall - Lumley ve McLennan, 1985:9). Gramsci’ye göre “hegemonya”, hakim sınıfın ideolojisinin toplumsal katta kabul görmesi ve yeniden üretilmesiyle ilişkili bir kavramdır. Gramsci’nin sivil toplumla ilgili yaptığı uzun analizlerden sonra vardığı sonuç; sivil toplumun hegemonyanın işlevini yerine getirdiği alan olduğudur (Yaşin, 1998: 61).

Çağdaş demokrasilerde yaşanmaya başlanan katılım sorunu ve siyasal temsil krizi, sivil toplum tartışmalarını yeniden gündeme taşımıştır. Hannah Arendt, Jürgen Habermas gibi siyaset sosyologları, temsili demokrasilerde halkın düşüncelerini karar mekanizmalarına aktaran kanalların tıkandığını ileri sürmektedirler. Ortaya çıkan yeni siyasal yapı içerisinde partiler, artık eskinin sınıf partileri olmaktan çıkmakta, çoklu çıkarları temsil eder hale gelmekte, giderek devletin bir organına dönüşüp, bireyden uzaklaşmaktadırlar. Dolayısıyla bireylerin beklentileri politik kararlara dönüşmemektedir. Parlamento, halkın kararlarının yankı bulduğu yer değil, parti görevlilerinin önceden alınmış kararları tutanaklara geçirmek için buluştukları bir mekan haline gelmiştir. Habermas’a göre (1984: 51-52),

Ayhan BİBER

160

İletişim 2002/16

siyasi partiler halkın iradesini temsil eden aygıtlar olmaktan çıkmış, çeşitli tekniklerle halkın iradesini biçimlendiren aygıtlara dönüşmüşlerdir. Bu dönüşüme siyasi partilerin işletme modeline göre örgütlenmeleri ve siyaseti meslek edinmiş merkezdeki memurlarca yönetilmeleri neden olmuştur. Parti temsilcilerinin hesap vermek için yapmak zorunda kaldıkları toplantılar, yürütülen sistemli propaganda çalışmalarıyla talep edilmez olmuştur. Dolayısıyla, siyasi partiler aracılığıyla sağlanan katılım artık tek başına bir değer ifade etmekten uzaktır. Bu tespitleri yapan Habermas, toplumsal taleplerin ve beklentilerin karar mekanizmalarına aktarılmasında sivil toplum örgütlerinin önemli işlevler üstlenebileceklerini ileri sürmektedir (Habermas, 1984: 68).

Konuyu Türkiye ölçeğinde ele aldığımızda, farklı boyutta da olsa aslında sivil toplum tartışmalarını gündeme getiren nedenlerin benzerlik taşıdığını söylemek mümkündür. Ancak nedenler benzerlik gösterse de çözüm olarak önerilen sivil toplum örgütleri, batı demokrasilerindekine çok benzerlik gösteren bir işlev üstlenememişlerdir.

B- Türkiye’de Sivil Toplum ve Temel Sorunları

Sivil toplum, Türkiye açısından yeni bir olgudur. Kavram 80’li yıllarda günlük hayata girmiş ve üzerinde tartışılmaya başlanmıştır. Ancak batıdaki anlamda ve işlevde sivil toplum örgütlerinin oluşumu için gerekli olan sosyo-ekonomik koşullar yeni yeni oluşmaya başlamıştır.

Beckman’ın (1999: 1) sivil toplum kavramı, “devlet otoritesinin güçlü olduğu toplumlarda bir kez biçimsel demokrasi düzeyine ulaşıldıktan sonra demokrasinin nasıl derinleştirileceğine ilişkin tartışmaların merkezinde yer almaktadır” tespiti 12 Eylül sonrası Türkiye’deki demokratikleşme arayışlarıyla birebir örtüşmektedir.

1983 yılında yapılan seçimle, Anavatan Partisi iktidara gelmiş ve yeni bir siyasal süreç başlamıştır. Bu süreç içerisinde demokrasinin kesintisiz olarak nasıl sürdürülebileceğine ilişkin tartışmalar da yoğunluk kazanmıştır. Bu tartışmalar kapsamında devletin, toplum hayatında oynadığı

Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği)

161

İletişim 2002/16

rolün ağırlığına dikkat çekilmiş ve bu rolün sınırlandırılabilmesi için sivil toplumun güçlendirilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Sivil toplum kavramının gündeme getirilmesiyle birlikte askeri yönetimin baskısı altında bunalmış olan siyasi yelpazenin farklı taraflarındaki insanlar bu kavrama sarılarak onu demokrasinin kapısını açacak sihirli bir anahtara dönüştürmüşlerdir. Böylece kavram, 1983’ten bu yana en çok kullanılan kavramlardan birisi haline gelmiştir. Ancak, en çok kullanılan kavramlardan birisi olarak sivil toplumun, en az anlaşılan kavram olma özelliğini de kazandığı ileri sürülmektedir (Sarıbay, 2001: 131).

Kavram, uzunca bir süre toplumun geniş kesimlerince askeri toplumun karşıtı olarak kullanılmıştır. Böyle bir kullanım, kavramın tarihsel kökleriyle uyuşmasa da, durumu askeri yönetimlerin uzun süre etkili olduğu Türkiye açısından değerlendirince, yaşanılan kavram kargaşasının nedenini anlamak kolaylaşmaktadır. Kavramın Türkiye gündeminde bu denli geç yer işgal etmesinin nedenlerini anlamak içinse, Batı ile Türk Toplumu’nun tarihsel evrimini, sivil toplum ekseninde karşılaştırmak gerekmektedir.

Batıda sivil toplumun tarihsel kökleri, şehir yaşamının önem kazanmaya başladığı 12. yüzyılın sonlarına dayanmaktadır. Sivil toplumun, o dönemde mülk sahipleriyle iktidar arasındaki ilişkilerden kaynaklanan ekonomik sorunun, siyasal soruna tahvil edilmesinin bir sonucu olarak ortaya çıktığı ve geliştiği düşünülmektedir (Tekin, 2000: 44). Böyle bir ilişkinin izlerine devletin adının mülk olduğu Osmanlı’da rastlamak mümkün değildir. Sultanın iradesini sınırlandıracak hiçbir fikre ve girişime izin verilmemiştir.

Batıdaki şehirlerin gelişmesi, ticaret burjuvazisinin de gelişmesine, ticari yaşamın canlanmasına neden olmuştur. Şehirlerdeki bu gelişmeler, toplum için yeni zenginlik kaynakları yaratmış, o zamana kadar görüp bilmedikleri bu zenginlik kaynaklarından feodal asiller de yararlanmaya çalışmışlardır. Ancak bu kaynaklardan yararlanabilmek için ticaretle uğraşan sınıfı korumaları, gelişmesine katkı yapmaları gerekmiştir. Çünkü bu sınıf, sağladığı kaynağın karşılığını almak istemiştir. Böylece bir uzlaşı sağlanmış ve şehirliler, şehir hayatını rahatlıkla sürdürebilecek haklar ve ayrıcalıklar

Ayhan BİBER

162

İletişim 2002/16

elde etmişlerdir. Bu ayrıcalıklar sayesinde bir “hükmi şahsiyet” kazanan şehirler, kendi kendilerini idare eden birimlere dönüşmeye başlamışlardır. Bu şehirlerden bazıları ortak bir amaç etrafında birleşince de, feodal asillerin hiç beklemedikleri güçlü krallıklar ortaya çıkmaya başlamıştır. Güçlenen krallar, şehir ahalisinden ayrıcalıkları geri almaya başladıysa da, bu ayrıcalıkların izi Batı Avrupa’da tamamen silinememiştir. Devlet ne kadar güçlenirse güçlensin her zaman için üretici sınıfların desteğine gereksinim duymuş ve iktisadi verimliliğini yok edecek uygulamalardan kaçınmıştır (Mardin, 1995: 10-13).

Osmanlı İmparatorluğu’na döndüğümüzde; şehirlerin, Batı’daki şehirlere benzer bir gelişme sürecinden çok uzak olduğunu görmekteyiz. “Hükmi şahsiyet” anlayışı Osmanlı’da, devletten çalınmış bir düzenleme yetkisi olarak değerlendirilmiş (Mardin, 1995: 16) ve fethedilen yerlerde egemen güçler yaratılmamasına dikkat edilmiştir. Böylece feodalleşmeye giden yolun önü kesilmiştir.

Diğer İslam toplumlarında olduğu gibi Osmanlı Yönetimi’nde de din ve devlet kavramları bütünleşmiştir. Tüm temel kurumların, kanunların temelini İslam Hukuku oluşturmuştur. Din ve devlet arasındaki bu organik bağ sayesinde dinin önemli nitelikleri ve değer ölçütleri devlete taşınmış, onu biçimlendirmiştir. Ancak Osmanlı’da iktidarın söylem ve uygulamalarına baktığımızda, büyük oranda İslam’ın eşitliğe ve adalete ağırlık veren yönlerinin alındığını ve kullanıldığını görmekteyiz. Devlete yansıyan bu eşitlik anlayışı, soylu zümrelerin, ayrıcalıklı insanların varolduğu ve uzun süre varolacağı bir dünya için çok yeni, çok ileri bir düşüncedir. Osmanlı’nın kurduğu düzende halkın kaderi talih rüzgarlarının esişine, açgözlülerin kazanma hırsına bırakılmamıştır. Devletin ana ülküsü adalettir. Sınıflaşmaya, dolayısıyla adaletsizliğe yol açan mülkiyet konusu, İslam’dan alınan anlayışla çözülmüştür. Mülk, Allah’a aittir. Böylece İslam’a uygun adaleti sağlamaya çalışan devlet, bireylerin ekonomik güç elde etmesine izin vermemiş, toplum düzenini ve yapısını bozabilecek oluşumları engellemiştir (Cem, 1986: 72). Devlet görevini yürütenler, toplumsal düzeni korumakla aslında kendi bütünlük, varlık ve çıkarlarını korumuşlardır. Toplum içerisinde farklı güç odaklarının oluşumunu

Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği)

163

İletişim 2002/16

engellemede, çağın en önemli üretim aracı olan toprağın Osmanlı’daki mülkiyetine ilişkin düzenleme, önemli bir rol oynamıştır. Toprağın halkla belli taahhütler karşılığında sadece kullanım hakkı verilmiştir (Mardin, 1999: 52). “Osmanlı Devleti’ndeki ekonomik düzen, sermayenin belirli ellerde toplanıp oradan kapitalist üretime sıçrayacak nitelikte değildi” (Yücekök, 1998: 15). Osmanlı Devleti, kendisiyle rekabet edebilecek, kendisine başkaldıracak her türlü bağımsız gelişmeye karşı olmuştur. Bunun en güzel örneği toprak rejimidir. Çıplak mülkiyeti devletin olan toprakların kullanım hakkı, karşılığında orduya asker hazırlamak koşuluyla devlete hizmet etmiş kişilere veriliyor, ancak bu hak baba ölünce oğluna geçmiyordu. Böylece, bir sermaye birikimi olsa bile kısa sürede dağılıyordu (Yücekök, 1998: 15).

Bu güçlü merkezi yapı, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine kadar korunmuştur. Sonuçta, sivil toplumun tarihsel bir gelişim aşaması olarak ortaya çıkmasını sağlayan toplumsal koşullar, merkezi olmayan bir yönetimin ürünüdür ve bu koşullar Osmanlı Devletinde oluşmamıştır. Patrimonyal yönetimin, herhangi bir kesime ayrıcalık tanıdığında kolayca yıkılabileceği kaygısı, toplum üzerinde yoğun bir idari denetimin oluşmasına neden olmuştur (Gönenç, 2001: 57). Toplumsal yapıda bireyle devlet arasında aracılığı sağlayan sivil toplum örgütlenişine özgü bir takım kurumlar oluşamamış ve bu rolü bir ölçüde tarikatlar üstlenmiştir (Sarıbay, 2001: 62-63). Tarikatların böyle bir rol üstlenmiş olmalarının onları sivil toplum örgütü yapıp yapmadığı, bu konudaki tartışmaların diğer bir boyutunu oluşturmaktadır. Toplumsal dayanışmayı ve yardımlaşmayı sağlamak için kurulmuş vakıflar mevcuttur ancak; daha çok din adamlarının, savaş gazilerinin kurdukları bu vakıfların toplumsal talepleri iktidara iletmek, ona baskı yapmak ve onu sınırlandırmak gibi işlevleri olmamıştır.

Cumhuriyetin ilanından sonra da merkeziyetçi yapının kırılmadığı, bürokratik yönetim geleneğinin devam ettiği görülmektedir (Heper, 1994). Devletin her alanı denetleme arzusu o denli güçlüdür ki eğer ülkeye bir sivil toplum mutlaka gerekliyse onu da devlet kendisi yaratmak istemektedir. Batı burjuvazisinin kendine hareket alanı olarak yarattığı sivil toplum içerisinde aynı zamanda aydın bir kitle ortaya çıkmış ve bu kitle sayesinde sivil toplum

Ayhan BİBER

164

İletişim 2002/16

etkinlik alanını gittikçe genişletmiştir. Modernleşmeye çalışan Genç Cumhuriyet ise kendi devşirdiği aydınlar aracılığı ile bir sivil toplum inşa etmeye, kendi eliyle bir burjuva sınıfı yaratmaya çalışmıştır. Süreç tersten işletilmeye çalışılınca doğal olarak ortaya çıkan sonuçlar da farklı olmuştur. Batı’da, toplumun taleplerini devlete iletmeye, onun baskıcı uygulamalarını engellemeye çalışan bir sivil toplum oluşmuşken, Türkiye’de oluşturulmaya çalışılan sivil toplum aracılığıyla ise devletin talepleri topluma ulaştırılmaya çalışılmıştır (Tekin, 2000: 44). Sivil toplumun unsurları olarak kabul edilen bir çok dernek, vakıf gibi örgütler aracılığıyla devletin neden olduğu olumsuzlukların engellenmesi gerekirken, bu olumsuzlukların meşrulaştırılmaya çalışıldığı görülmektedir. Böyle bir çaba doğal olarak bu örgütlerin kendi meşruiyetlerinin sorgulanmasına neden olmaktadır. Diğer yandan birer katılım aracı olması beklenen bu örgütlerin, kendi içlerinde katılıma olanak vermemeleri, sorunun ayrı bir boyutudur.

Görüldüğü gibi, toplumun çoğulcu bir yapıya kavuşması, yani sivil toplumun güçlenmesi demokratik gelişmelerle, demokratik kazanımlarla yakından ilişkilidir. Bu kazanımlar, sivil toplumun niteliğini ve boyutunu büyük ölçüde etkileyebilecek bir potansiyele sahiptir. Ancak bu ilişki sadece bir etkileme süreciyle sınırlı değildir. Daha çok etkileşim, yani diyalektik bir süreç söz konusudur. Farklı bir ifadeyle, demokratik bir ortam, sivil toplumun gelişimi açısından ne kadar önemliyse, sivil toplumun gelişimi de demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla yerleşip işlerlik kazanması açısından o kadar önem taşımaktadır. Bu durumda, demokratik yönetim anlayışının yeterince gelişip, uygulamaya yansımadığı Türkiye gibi ülkelerde sivil toplum tartışmalarının çok fazla bir işlevi olamayacağını öne sürüp, demokrasinin güçlenmesini beklemek yerine, sivil toplumun unsurları olarak kabul edilen örgütlenmelerin içinde yer aldıkları çevreyle organik bağlar oluşturup, işlerlik kazanmaları için değişik şekillerde katkı sağlamak daha fazla anlam ifade etmektedir. Çünkü kısır döngünün bir noktadan kırılması gerekmektedir.

İçinde yer alınan çevreyle kurulacak organik bağlar üzerinden her örgüt için yaşamsal önem taşıyan girdilerin ve çevrenin örgüte ilişkin yaklaşımlarını belirleyecek olan çıktıların çift yönlü akışı sağlanacaktır. Bu

Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği)

165

İletişim 2002/16

bağların sağlıklı bir şekilde oluşturulması ve sürekliliğinin sağlanması ise ancak, isabetli bir şekilde belirlenmiş, geçerliliği olan politika ve stratejiler çerçevesinde yürütülen halkla ilişkiler çalışmalarıyla mümkün olabilmektedir.

C- Sorunların Aşılması Sürecinde Halkla İlişkiler

İçinde yer alınan çevreyle organik bağlar oluşturmak ve sürdürmek, tüm örgütler için halkla ilişkilerin nihai amacı olarak kabul edilebilir. Ancak bu nihai amaca ulaşmak için her örgüt yapısına, yönetim felsefesine, genel amacına, öznel koşullarına bağlı olarak bir halkla ilişkiler politikası belirlemek, stratejiler oluşturmak ve yürütülecek halkla ilişkiler çalışmalarını planlamak zorundadır. Bu planlamanın yapılabilmesi için öncelikle her örgüt, kendisi için halkla ilişkiler çalışmalarını zorunlu kılan temel nedenleri, farklı bir ifadeyle, halkla ilişkiler çalışmalarıyla giderilebilecek/etkisi azaltılabilecek sorunları belirlemeli ve halkla ilişkiler planlarını, politikalarını, stratejilerini, bu doğrultuda oluşturmalıdır.

1- Halkla ilişkiler Çalışmalarının Zorunlu Kılan Nedenler

Konuyu Türkiye’de varlıklarını sürdürmeye çalışan sivil toplum örgütleri açısından ele aldığımızda, halkla ilişkiler çalışmalarını zorunlu kılan dört temel neden ortaya çıkmaktadır. Bunlar:

a- Sivil Topluma İlişkin Ortak Bir Yaklaşımın Olmayışı

Sivil toplumun sahip olduğu tarihsel miras onu dünya genelinde tartışılır yapmaktadır. Konuyu aynı ideolojik temele dayalı olarak değerlendiren kesimler arasında bile önemli farklılıklar görmek mümkündür. Sivil toplumun tarihsel ve düşünsel temellerinin çok derin olmadığı Türkiye gibi ülkelerde ise durum daha da karmaşıktır. Günlük dilde sivil sözcüğü düzensiz, kılık-kıyafeti yerinde olmayan yada çıplak anlamında kullanılmakta; dolayısıyla bazı olumsuz çağrışımlara neden olmaktadır. Belli

Ayhan BİBER

166

İletişim 2002/16

bir ölçüde kavramsal uzlaşının sağlandığı akademik çevrelerde ise tartışmaların ağırlık noktasını daha çok sivil toplumun unsurları olan örgütlenmelerin işlevi ve normatif yapısı oluşturmaktadır. Herhangi bir örgütün sivil toplumun bir unsuru olarak kabul edilebilmesi için temel işlevinin ve özelliklerinin ne olması gerektiği konusunda henüz Türkiye’de bir uzlaşının sağlandığını söylemek mümkün değildir.

Bazı çevreler, sivil toplum örgütlerinin siyasal katılım açısından hiçbir değer ifade etmediğini, bu örgütlere mensup insanların sağda solda toplanıp sadece slogan attıklarını ve bunları kimsenin dikkate almadığını ileri sürmektedirler. Bazı çevreler ise bu örgütleri, siyasal katılımın, toplumsal barışın, dayanışmanın ve toplumsal değişimin olmazsa olmaz unsurları olarak kabul etmektedirler.

b- Sivil Örgütlenmenin Önündeki Yasal Engeller

12 Eylül Harekatı’nın ardından yapılan Anayasanın örgütlenme özgürlüğüne getirdiği kısıtlamalar, daha sonraki yıllarda yapılan düzenlemelerle belli oranlarda giderilmiştir. Ancak buna rağmen, bürokratik engelleri aşıp örgütlenmek veya bu örgütlenmeye istenen işlevi kazandırmak Türkiye’de önemli bir sorun olma niteliğini korumaktadır. Herhangi bir etkinlik için bir çok resmi kurumdan izin almak gerekmektedir. Bunun dışında sivil toplum örgütlerinin kendileriyle ve toplumla ilgili dile getirdikleri talepler, yasal düzenlemeler yapılırken çok fazla dikkate alınmamaktadır. Çünkü sivil toplum örgütleri siyasi iktidar üzerinde yeteri kadar baskı yapabilecek yetkinliğe ve toplumsal desteğe sahip değildirler.

c- Sivil Toplum Örgütlerinin Yönetim Felsefesi

Örgütler mikro düzeyde toplum özelliği gösterirler, dolayısıyla süreç içerisinde toplumlar gibi bir kültür oluştururlar. Bu kültür, örgütten örgüte farklılık gösterse de genel hatlarıyla toplumdaki baskın kültürle büyük benzerlik göstermektedir. Örgütün yönetim felsefesinin bir yansıması olan örgüt kültürü, örgüt içerisindeki ilişkilerin niteliğini belirlemektedir. Bu

Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği)

167

İletişim 2002/16

açıdan bakıldığında bir üst sistem olan ülke ölçeğindeki “iletişimsizlik becerisini” (Özer, 1998) alt sistemler olan sivil toplum örgütleri içerisinde de görmek mümkün olmaktadır. Örgüt içerisindeki hiyerarşik yapılanma etkili bir iletişimin gerçekleşmesini engellemekte, dolayısıyla katılımı esas alan bir örgüt kültürü oluşmamaktadır. Sonuçta bu örgütler, kendi yapıları nedeniyle çoğulcu bir toplumsal yapının oluşumunda etkin bir işlev üstlenememektedirler.

d- Sivil Toplum Örgütlerinin Meşruiyet Sorunu

Sivil toplum örgütlerinin işlevlerini yerine getirebilmeleri için toplum nezdinde saygınlık ve bu saygınlığa bağlı olarak meşruiyet elde etmeleri gerekmektedir. Sosyolojik anlamda bir meşruiyet elde edebilmek için örgütler, gelir kaynaklarını, harcamalarını, ilişkilerini topluma açıklamak, toplumun bu konularda bilgi alabileceği kanalları açık tutmak zorundadırlar. Türkiye’de sivil toplum örgütü kapsamında değerlendirilen ya da kendini böyle adlandıran bazı örgütlerin güç odaklarıyla yakın ilişki içerisinde olması, gelirlerini meşru olmayan yollardan sağlaması yaşanan meşruiyet sorunun temel nedenlerinden birisidir. Sivil toplumun söylemiyle ve misyonuyla örtüşmeyen bu türden ilişkilerin ortaya çıkması, tüm sivil toplum örgütlerini olumsuz yönde etkilemekte, bu konularda duyarlılık gösteren örgütlerin bile olumsuz bir imaj edinmelerine neden olmaktadır.

2- Halkla ilişkiler Kapsamında Yapılabilecek Çalışmalar

Türkiye’deki sivil toplum örgütleri için halkla ilişkiler çalışmalarını zorunlu kılan temel nedenlere baktığımızda, bu çalışmaların hem örgütün kendisine hem de örgüt çevresine yönelik olarak planlanıp yürütülmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Çünkü sivil toplum örgütlerinin başarısını veya başarısızlığını etkileyen faktörler sadece çevreden değil örgütün kendi yapısından da kaynaklanmaktadır. Kendi içlerinde demokratik bir yapı oluşturamamış örgütlerin toplum ölçeğinde bu yapının oluşumuna katkı sağlamasını beklemek doğru bir tavır değildir.

Ayhan BİBER

168

İletişim 2002/16

a- Örgüte Yönelik Çalışmalar

Sivil toplum örgütleri öncelikle örgüt içi katılıma, dayanışmaya, çoksesliliğe olanak veren bir örgüt kültürü oluşturmak zorundadırlar. Böyle bir kültürü oluşturamamış bir örgütü sadece adının vakıf veya dernek olması nedeniyle sivil toplum örgütü olarak kabul etmek, sivil toplumu, içerisinde yer alan örgütlerin sayısal toplamından ibaret saymak, onun normatif boyutunu görememek anlamına gelmektedir (Sarıbay, 2001: 198).

Örgüte ilişkin yönetsel politikaların, stratejilerin, çalışma ilkelerinin, tutum ve davranışların, rollerin, değer ve normların, sembollerin, geleneklerin oluşturduğu bütün olarak tanımlanan (Berberoğlu,1990:155) örgüt kültürü, son yıllarda halkla ilişkiler çalışmalarının önemli konularından birisi haline gelmiştir. Örgüt kültürünü, panoya asıp örgüt üyelerine kolayca benimsetilebilecek ilkelerden oluşan bir liste olarak görmek yanılgısına düşmemek gerekir. Amaçları destekler nitelikte, işlevsel bir örgüt kültürünün oluşumu belli bir zaman ve halkla ilişkiler kapsamında değerlendirilen bir çok etkinlik gerektirmektedir. Sivil toplum örgütleri için yaşamsal önem taşıyan, katılım ve dayanışmanın temel alındığı bir örgüt kültürünün oluşumu ve örgütsel sosyalizasyon olarak adlandırılan örgüt üyelerine benimsetilmesi sürecinde katkı sağlayabilecek halkla ilişkiler çalışmalarını ana başlıklar halinde şöyle sıralayabiliriz:

• Tüm örgüt üyelerinin kendilerini rahatlıkla ifade edebileceği ortamlar yaratmak, bu amaca yönelik etkinlikler düzenlemek.

• Örgüt içerisinde her türlü iletişim kanalını açık tutmak, örgüt içi iletişimin etkinliğini engelleyebilecek faktörleri belirlemek ve kontrol etmek.

• Örgütsel amaçların, bu amaçlara ulaşmak için gereksinim duyulan politika ve stratejilerin belirlenmesi sürecinde yapılacak çalışmalara tüm örgüt üyelerinin katılımını sağlamak.

• Örgüt üyeleri arasında dayanışmayı güçlendirmek amacıyla kutlama, gezi gibi etkinlikler düzenlemek, bu etkinlikler kapsamında örgüt içerisinde değişik birimlerde ve konumlarda görev yapan üyeleri biraraya getirmek, diyalojik bir ortam yaratmak için çaba göstermek.

Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği)

169

İletişim 2002/16

• Her türlü görüşün örgüt içerisindeki karar mekanizmalarına yansıması için köprü görevi yapmak, bu örgütlerin toplumda çoğulcu bir yapının oluşumuna katkı sağlaması gerektiğini düşünerek öncelikle örgütsel yapının çoğulcu bir niteliğe kavuşması için politiklar belirlemek.

Sistematik bir şekilde yürütülecek bu çalışmalar, örgütün içerisinde katılımın, eşgüdümün, demokratik ilişkilerin ve sağlıklı bir iletişimin esas alındığı kültürel bir yapının oluşumuna katkı sağlayacaktır. Ancak bu çalışmaları planlayıp yürütecek örgüt içerisindeki halkla ilişkiler biriminin/görevlisinin öncelikle kendisinin örgütün niçin varolduğu, nihai amacının ne olduğu, hangi değerlerin hakim kılınmak istendiği gibi örgütle ilgili temel konularda net bir görüşe sahip olması gerekmektedir.

b- Çevreye Yönelik Çalışmalar

Çevre, kapsadığı her sosyal sistemi doğrudan etkileyebilme potansiyeline sahiptir. Çünkü açık sistemler olan örgütler varlıklarını sürdürebilmek için gereksinim duydukları her türlü girdiyi çevreden alır ve ürettiklerinin çevreden talep görmesini beklerler. Örgütler, amaçlarına belirledikleri düzeyde ulaşabilmek için bu döngüyü sürdürmek zorundadırlar (Marschall,1999: 20). Sivil toplum örgütleri söz konusu olduğunda ise çevre, üzerinde daha da önemle durulması gereken bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü sivil toplum örgütleri, kar amacı güden örgütlerin aksine, kendilerine doğrudan çıkar sağlamaya uğraşmayan, belli konularda çevrede duyarlılık oluşturmayı çalışan, yani çevrenin çıkarlarını ön planda tutmayı amaçlayan bireylerin oluşturduğu, çevreyi merkez alan örgütlerdir. Dolayısıyla çevrenin beklenti, talep ve duyarlılıkları sivil toplum örgütleri açısından daha fazla önem taşımaktadır.

Çevre, örgütler açısından kolaylıkla tanımlanıp, sınırları net bir şekilde çizilebilecek bir sistem öğesi değildir. Örgütlerin amaçlarına, boyutlarına, özelliklerine bağlı olarak değişen farklı boyut ve özelliklerde çevreleri vardır. Bu bağlamda örgüt çevresini; genel dış çevre, algılanan çevre ve uygulama çevresi olmak üzere üç temel kategoride ele almak mümkündür. Genel dış çevre, örgütün dışında kalan ve örgütü dolaylı veya

Ayhan BİBER

170

İletişim 2002/16

doğrudan etkileyen faktörlerin oluşturduğu bir bütünü ifade etmektedir (Şimşek, 1998: 94). Ancak bu genel dış çevre tüm örgütlerce benzer şekilde algılanmamaktadır. Amaçları farklı örgütlerce farklı şekilde, büyüklükte algılanmakta ve böylece çevre görecelik kazanmaktadır. Uygulama çevresi ifadesiyle ise, algılanan çevre içerisindeki tercih edilen alan kastedilmektedir. Örgütler algıladıkları çevrenin tamamına hitap edebilecek durumda değildirler. Kendilerini doğrudan ilgilendirmekte olan bir alan tespit edip, strateji ve çalışmalarını bu doğrultuda belirleyip sürdürmektedirler. Örgütlerin her düzeydeki çevrelerini belirleyecek olan edindikleri amaçlarıdır. Örneğin, sivil toplum kapsamında değerlendirilen örgütlenmelerin algıladıkları çevre ile ürettiklerini pazarlayıp parasal kazanç elde etmeye çalışan örgütlerinin algıladıkları çevre, belli noktalarda kesişseler de, temelde farklılıklar gösterecektir. Sivil toplum örgütlerinin uygulama çevreleri ise yine bu örgütlerin çalışma alanlarına bağlı olarak farklı olacaktır. Örneğin, kadın haklarıyla ilgili çalışmalar yapan bir sivil toplum örgütüyle denizlerin korunmasına yönelik çalışmalar yapan bir sivil toplum örgütünün uygulama çevresi tam olarak örtüşmeyecektir.

Bugün baktığımızda çocuk haklarından kadın haklarına, doğal çevrenin korunmasından tüketicinin korunmasına kadar bir çok alanda çalışmalar yürüten sivil toplum örgütleri görmek mümkündür. Tüm bu örgütler, halkla ilişkiler politika ve stratejilerini belirlerken uygulama çevrelerinden başlamak üzere, algıladıkları çevreyi ve genel dış çevreyi ayrı ayrı analiz edip, elde edilen bulguları değerlendirmelidirler.

Daha önce de vurgulandığı gibi çevre tek parça, kolaylıkla tanımlanabilecek bir unsur değildir. Dolayısıyla genel kabul görecek, şablon şeklinde halkla ilişkiler politika, strateji ve uygulamaları önermek olanaklı gözükmemektedir. Ancak sivil toplum örgütlerinin halkla ilişkiler politika ve stratejilerini belirlerken, kullanılacak araçları seçerken temel alabilecekleri genel bir yaklaşım tarzı belirlemek mümkündür.

Uğraş alanları farklı olsa da Türkiye ölçeğinde çalışmalar yürüten tüm sivil toplum örgütleri öncelikle kendilerine yönelik toplum genelinde ortak bir algılama, ortak bir yaklaşım yaratmaya yönelik çaba harcamak zorundadırlar. Bu çaba kapsamında; doğru kanallardan ve doğru ağızlardan

Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği)

171

İletişim 2002/16

algılayabildikleri çevrenin tamamına yönelik sivil toplumun kavramsal, tarihsel, olgusal temelleri, işlevleri, Türkiye açısından önemi sıkça tekrarlanmalı, Türkiye’de yaşanmakta olan kavram kargaşasının ve çatışmanın önüne geçilmelidir. Bu ortak amaç doğrultusunda sivil toplum örgütleri işbirliği yaparak, panel, konferans, söyleşi gibi etkinlikler düzenlemeli, basılı materyaller hazırlamalı, kendilerini geniş toplum kesimlerine ulaştıracak kitle iletişim araçlarından yararlanmalıdırlar. Bu araçlardan yararlanabilmek için basın mensuplarıyla olumlu ilişkiler kurup sürdürmek gerekmektedir. Yapılan etkinliklerin basında yer alabilmesi için gerektiğinde basın bildirileri, basın makaleleri hazırlanmalı, basın açıklamaları yapılmalı, basın toplantıları ve basın konferansları düzenlenmelidir (Faulstich, 2001: 139). Ancak, halkla ilişkiler kapsamında değerlendirilen bu çalışmaların başarılı bir şekilde planlanıp yürütebilmesi için bu konuda gerekli formasyonu edinmiş insan kaynağı ön koşuldur. Halkla ilişkilerin uzmanlık gerektiren çalışmalar olduğu unutulmamalıdır.

Sivil toplum örgütleri, varlıklarını etkili bir şekilde sürdürebilmek için insan kaynağının yanı sıra maddi kaynaklara da gereksinim duymaktadırlar. Sivil toplum örgütlerinin genelde maddi kaynaklarını üye aidatları, bağışlar ve toplanan fonlar (fund raising) oluşturmaktadır (Luthe, 2001: 56). Bu bağışların hangi kaynaklardan sağlandığı, nerelere harcandığı, fonları hangi kuruluşların hangi projeler için verdiği ve amacına uygun olarak kullanılıp kullanılmadığı açıklanmalı, gelir ve harcamalarla ilgili bilgilere isteyenlerin kolaylıkla ulaşabilmesi sağlanmalıdır. Aksi halde örgütün meşruiyeti tartışılmakta ve arkasında Türkiye aleyhine çalışmalar yürüten bir dış mihrak aranmaktadır. Bu konuyla ilgili bazı olumsuz örneklerin yaşanmış ve bunların medyada yer almış olması, Türkiye genelinde başarılı çalışmalar yürüten sivil toplum örgütlerinin saygınlığını da olumsuz etkilemekte ve sivil toplum örgütlerine yönelik olumsuz bir imajın oluşumuna yol açmaktadır. Dolayısıyla sivil toplum örgütleri şeffaflık konusunda üstlendikleri rol gereği tüm örgütlerden daha fazla duyarlılık göstermek, tanıtım çalışmalarına ağırlık vermek, örgütten çevreye bilgi akışının kesintisiz bir şekilde sağlanması için iletişim kanalları oluşturmak durumundadırlar.

Ayhan BİBER

172

İletişim 2002/16

Halkla ilişkiler çalışmalarında kullanılan bir çok geleneksel tanıtım aracının yanı sıra, yeni iletişim teknolojilerinin sunduğu araçlardan da yararlanmak gerekmektedir. Çünkü hız, günümüzde stratejik bir faktör haline gelmiştir. İletişim teknolojilerine bağlı olarak son yıllarda oldukça gelişen ve yaygınlaşan İnternet, tanıtım açısından önemli bir potansiyel içermektedir. Yürütülen çalışmalar, alınan sonuçlar, yapılan harcamalar ve bu harcamaların kaynakları, iyi tasarlanmış bir web sayfası aracılığıyla geniş bir kitleye, kısa sürede, görece az bir maliyetle ulaştırılabilir (Biber, 2000: 157-170).

Sivil toplum örgütlerinin halkla ilişkiler amaçlı yapacağı bir diğer çalışma, siyasi iktidara ve yasama organının üyelerine yönelik olmalıdır. Yürütülecek planlı ve düzenli halkla ilişkiler çalışmaları sayesinde toplumsal talepleri, beklentileri ve eleştirileri bu kesimlere aktarmak ve dikkate alınmasını sağlamak mümkün olacaktır. Böylece yapılan yasal düzenlemelere sivil toplum örgütleri aracılığıyla belli ölçüde katılım sağlanacaktır (Turan, 1986: 40). Ayrıca sivil toplum örgütleri, yürütecekleri halkla ilişkiler çalışmalarıyla toplumsal katılımı sağlamanın yanı sıra sivil toplumun etkinlik alanına ilişkin yapılan yasal düzenlemelere, kendi taleplerini yansıtma olanağı bulacaklardır. Ancak siyasi iktidarla ilişki kurma denildiğinde yapılacak çalışmalar, klasik lobicilikle sınırlı kalmamalıdır. Çeşitli sivil toplum örgütlerinin katılımıyla ortak basın açıklamaları yapılmalı, basın bildirileri ve makaleleri kaleme alınmalı, milletvekilleri, bakanlar, meclis komisyonları ziyaret edilerek yüz yüze ilişki kurma olanakları yaratılmalıdır.

SONUÇ Batı siyasal geleneği içerisinde doğup gelişen sivil toplum, 20.

yüzyılda yaşanan faşist ve komünist diktatörlükler deneyimleri sonucunda daha fazla önem kazanmıştır. Çünkü her iki düşünce de tüm sosyal ve ekonomik kurumları devlet şemsiyesinin ve denetiminin içine almak, farklı söylemleri susturmak istemişlerdir. Devletin erişim alanlarını daraltmak, tüm etkinlikleri kontrol etmesini engellemek açısından sivil toplum önemli bir işlev üstlenmektedir. Sivil toplum içerisinde kendiliğinden, gönüllülük esasına göre oluşmuş birçok bağımsız örgütün bulunması; insanların talep ve

Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği)

173

İletişim 2002/16

beklentilerini rahatlıkla dile getirebilmelerini ve bunların yönetime yansımasını sağlamaktadır.

Türkiye açısından yeni bir kavram olarak kabul edilen sivil toplum, askeri bir darbenin ardından yaratılan baskı ortamında gündeme gelmiş ve Türkiye’de demokrasinin yerleşip işlerlik kazanması sürecinde nasıl bir rol üstlenebileceği tartışılmaya başlanmıştır. Bu tartışmalara koşut olarak sivil toplumu oluşturan unsurlar olarak kabul edilen dernek, vakıf, sendika gibi örgütlenmelerin sayıca artmaya başladığı görülmektedir. Ancak bu sayıca artışın, sivil toplumun kendisine yüklenen rolü oynayabilmesine fazla bir katkısı olmamıştır. Merkezi otoritenin çağlar boyunca kendini eleştirebilecek veya farklı söylem üretecek hiçbir oluşuma izin vermeyişi, Cumhuriyet Dönemi’nde de devletin herşeyi aynılaştırma ve farklılıkları görmemezlikten gelme çabası, bu topraklarda çoğulculuk anlayışının oluşumunu engellemiştir. Böyle bir toplumsal yapı içerisinde sivil toplum örgütleri ne mali ne de fikri anlamda özerklik elde edememiş, devlet politiklarına benzer politikalar üretmek zorunda kalmışlardır. Farklı politiklardan hareketle, farklı söylemler üreten örgütler ise çeşitli suçlamalara hedef olmuşlardır.

Kendi etkinlik alanını sınırlandırmaya hoşgörüyle bakan bir devlet anlayışının oluşumu belli toplumsal süreçleri ve dönüşümleri gerektirmektedir. Sivil toplum örgütlerinin kendi öznel koşullarından hareketle kamularına (genel dış çevre, algılanan çevre, uygulama çevresi) yönelik olarak belli politikalardan yola çıkarak yürüteceği halka ilişkiler çalışmaları sayesinde toplumsal dönüşümü hızlandırmak mümkün olacaktır. Diğer yandan, toplum genelinde farklılıkların kabullenildiği bir anlayışın oluşumuna katkı sağlanacak, farklı talep ve beklentileri karar mekanizmalarına ulaştırmaya çalışan sivil toplum örgütlerinin işlevine ve yapısına yönelik olumlu bir yaklaşım yaratılacaktır.

Sivil toplum örgütlerinin yürüttükleri halkla ilişkiler çalışmalarından amaçladıkları düzeyde bir sonuç alabilmeleri için öncelikle yaşanan ve halkla ilişkiler çalışmalarıyla çözülebilecek sorunların temel nedenlerini doğru tespit etmeleri gerekmektedir. Çünkü halkla ilişkiler kapsamında yürütülecek çalışmaların niteliğini, çerçevesini ve boyutunu bu tespitler belirleyecektir.

Ayhan BİBER

174

İletişim 2002/16

Kaynaklar

Beckman, Björn (1999). “Demokratikleşmeyi Açıklamak: Sivil Toplum Kavramı Üzerine Notlar”, Sivil Toplum, Demokrasi ve İslam Dünyası, Der. E. Özdalga ve S. Persson, Çev: Ahmet Fethi, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Berberoğlu, Güneş (1990). “Örgüt Kültürünün Yönetsel Etkinliğe Katlısı” Anadolu Üniversitesi. İ.İ.B.F. Dergisi, C:III, S:1-2

Biber, Ayhan (2000). “Küreselleşen Dünyada Gelişen İnternet ve Değişen Halkla İlişkiler” G.Ü. İletişim Fak. Dergisi Sayı:8.

Bobbio, Norberto ve Texıer, Jacques (1982). Gramsci ve Sivil Toplum, Çev. A. İpek ve K. Somer, Ankara: Sevinç Matbaası.

Cem, İsmail (1986). Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, İstanbul: cem Yayınevi.

Cevizci, Ahmet (1999). Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma Yayınları.

Çaha, Ömer (2000). Aşkın Devletten Sivil Topluma. İstanbul: Gendaş A.Ş.

Erdoğan Tosun, Gülgün (2001). Demokratikleşme Perspektifinden Devlet-Sivil Toplum İlişkisi. İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım.

Faulstıch, Werner (2001). Grundwissen Öffentlichkeitsarbeit, München: Wilhelm Fink Verlag.

Gönenç, Ayşenur Akpınar (2001). Sivil Toplum: Düşünsel Temelleri ve Türkiye Perspektifi. www.altkitap.com.

Habermas, Jürgen (1984). “Siyasal Katılım Kendi Başına Bir Değer mi” Çev. Tanıl Bora. Toplum Bilim Sayı: 27

Hall, Stuart – Lumley, Bob ve McLennan, Gregory (1985). Siyaset ve İdeoloji “Gramsci”. Çev. Sadun Emrealp Ankara: Birey ve Toplum Yayınları.

Hegel, Georg Wilhelm Friedrich (1991). Hukuk Felsefesinin Prensipleri, Çev. Cenap Karakaya, İstanbul: Sosyal Yayınları.

Heper, Metin (1994). “Bureaucracy in the Ottoman-Turkish Polity”. Handbook of Bureaucracy, Der: Ali Farazmand, USA: Marcel Dekker.

Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından Halkla İlişkiler (Türkiye Örneği)

175

İletişim 2002/16

Hobbes, Thomas (1992). Leviathan. Çev. Semih Lim. İstanbul: Yapı Kredi yayınları.

Keane, John (1994). Demokrasi ve Sivil Toplum. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Luthe, Detlef (2001). Öffentlichkeitsarbeit Für Nonprofit Organisationen, Augsburg: Maro Verlag.

Mardin, Şerif (1995). Türkiye’de Toplum ve Siyaset, İstanbul: İletişim Yayınları.

Mardin, Şerif (1999). Makaleler: Siyasal ve Sosyal Bilimler, İstanbul: İletişim Yayınları.

Marks, Karl (1976). Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Çev. Sevim Belli, Ankara: Sol Yayınları.

Marschall, Stefan (1999). Öffentlichkeit und Volksvertretung. Wiesbaden: Westdeutscher Verlag.

Özer, Kadir (1998). İletişimsizlik Becerisi, İstanbul: Varlık Yayınları. Sabine, George (2000). Yakınçağ Siyasal Düşünceler Tarihi, Çev.

Özer Ozankaya, İstanbul: Cem Yayınevi. Sarıbay, Ali Yaşar (2001). Postmodernite Sivil toplum ve İslam.

İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım. Şaylan, Gencay (1998). Demokrasi ve Demokrasi Düşüncesinin

Gelişmesi, Ankara: TODAİE İnsan Hakları Araştırma ve Derleme Merkezi. Şimşek, M. Şerif (1998). Yönetim ve Organizasyon. Konya: Damla

Matbaacılık. Tekin, Serdar (2000). “Sivil Toplumun Devletiyle Bölünmez

Bütünlüğü”, Birikim, Şubat-130, Turan, İlter (1986). Siyasal Demokrasi, Siyasal Katılma, Baskı

Grupları ve Sendikalar, Ankara: Türkiye Denizcilik Sendikası. Yaşın, Yeal Navaro (1998). “Bir İktidar Söylemi Olarak Sivil

Toplum”, Birikim Ocak-Şubat Sayı: 105-106. Yücekök, Ahmet N. (1998). “19. Yüzyıl Osmanlı Toplumundan

Günümüz Türkiye’sine Sivil Toplum Kuruluşları ve Siyaset Sosyolojisi İlişkileri”, Tanzimattan Günümüze İstanbul’da STK’lar, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları.

Ayhan BİBER

176

İletişim 2002/16

Özet

Sivil toplumu oluşturan unsurlar olan örgütlenmeler, toplumsal taleplerin belirlenmesi, karar mekanizmalarına aktarılması, devletin ve özel girişimin neden oldukları olumsuzlukların engellenmesi açısından önemli işlevler üstlenmektedirler. Ancak Türkiye gibi güçlü merkezi devlet geleneğinin hakim olduğu ülkelerde devletle birey arasında aracı rol üstlenebilecek oluşumlara izin verilmemiştir. Dolayısıyla bugün, demokratik gelişmeler açısından kendilerine önemli roller yüklenen Türkiye’deki sivil toplum örgütleri, bu rolleri üstlenebilecek yetkinliğe ulaşamamış ve geniş çevre desteği elde edememişlerdir. Bu desteğin elde edilebilmesi için çevreyle karşılıklı bilgi akışının sağlanacağı iletişim kanalları oluşturmak gerekmektedir. Çevreye yönelik bu tür çabalar halkla ilişkiler kapsamında değerlendirilen çalışmalardır. Sivil toplum örgütlerinin planlı ve düzenli bir şekilde sürdürecekleri halkla ilişkiler çalışmaları, bu örgütlerin işlerlik kazanması açısından önemli bir potansiyel içermektedir.

Abstract

Organizations which form civil society have essential functions to determine social demands. Transfer them to the decision making bodies. Prevent adversities caused by government and private ventures. However, the countries like Turkey which have central government tradition do not allow organizations as intermediate between the individual and government. That is why the non-governmental organizations having crucial roles for improvement of democracy in Turkey have not adequately qualified and reached mass support. Achievement of that support requires communication channels enabling information communication to the society. Such efforts are considered are studied under the scope of public relations. The public relation studies to be conducted by NGO in a planned and proper manner will contain essential potential for functioning of the organizations.

İletişim 2002/13

Kaynakların Düzenlenmesi

Metin içinde kaynak gösterme

1- Ana metindeki tüm göndermeler metin içi dipnot sistemi ile belirtilir. Metinde uygun yerde parantez açılarak, yazarın veya yazarların soyadı, yayın tarihi ve alıntılanan sayfa numarası belirtilir. Aynı kaynaklara metinde tekrar gönderme yapılırsa yine aynı yöntem uygulanır, a.g.e., a.g.m. gibi kısaltmalar kullanılmamalıdır. Örnek: (Okay, 2000:71-76)

2- Alıntılanan yazarın adı, metinde geçiyorsa, parantez içinde yazarın adını tekrar etmeye gerek yoktur. Örnek: Özer (1995:57), düşünce alışkanlıklarının “Ben” değeri toptancılığının ve tiryakiliğinin, en dolaysız ifadesi olduğunu söylemektedir.

3- Gönderme yapılan kaynak iki yazarlı ise, her iki yazarın da soyadları kullanılmalıdır. Örnek: (Postman ve Powers, 1996:122)

4- Yazarlar ikiden fazlaysa ilk yazarın soyadından sonda “vd.” ibaresi kullanılmalıdır. Örnek: (Keyman vd., 1996:149)

5- Gönderme yapılan kaynaklar birden fazlaysa, göndermeler noktalı virgülle ayrılmalıdır. Örnek: (Erdoğan, 1997:150; Gürbilek, 1993:61)

6- Metin içinde yer alması uygun görülmeyen açıklamalar için sayfa altı dipnot yöntemi kullanılmalı ve bu notlar metin içinde 1,2,3, şeklinde sıralanmalıdır. Bu not içinde yapılacak göndermelerde de yukarıdaki yöntem uygulanmalıdır.

Kaynakçanın Düzenlenmesi

1- Kaynakçada, sadece yazıda gönderme yapılan kaynaklara yer verilmeli ve yazar soyadına göre alfabetik sıralama izlenmelidir.

2- Bir yazarın birden çok çalışması kaynakçada yer alacaksa yayın tarihine göre eskiden yeniye doğru bir sıralama yapılmalıdır. Aynı yılda

İletişim 2002/13

yapılan çalışmalar için “a”, “b”, “c,” ibareleri kullanılmalıdır ve bunlar metin içinde yapılan göndermelerde de aynı olmalıdır.

Kitap

Bostanca, M. Naci (1995). Toplum, Kültür ve Siyaset. Ankara: Vadi Yayınları.

Çeviri Kitap

Postman, Neil ve Steve Powers (1996). Televizyon Haberlerini İzlemek. Çev. Aslı Tunç. İstanbul: Kavram Yayınları.

Derleme Kitap

Tufan, Hülya, der. (1995). Kamuoyu Kimin Oyu? İstanbul: Kesit Yayıncılık.

Derleme Kitapta Makale

Bourdieu, Pierre (1995). “Kamuoyu Yoktur”. Çev. Hülya Tufan. Kamuoyu Kimin Oyu?, der. Hülya Tufan. İstanbul: Kesit Yayıncılık.

Dergide Makale

Üstünler, Fahriye (2000). “Türkiye’de Demokrasi Tartışmalarının Düşünsel Arka Planı: 1845-1950”. ODTÜ Geliştirme Dergisi, 27(1-2):183-206.

Yayınlanmamış Tez

Yıldırım Becerikli, Sema (1999). Örgüt Kültürü Oluşumunda Örgüt İçi İletişimin Rolü: Departmanlı Mağazacılık Sektöründe İç Halkla İlişkiler Açısından Bir Değerlendirme: Beğendik A.Ş. Örneği. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

İletişim 2002/13

Tebliğ

Kaymas, Serhat (2001). “Küreselleşme, Etnik Göç ve Ulus Devlet Üzerine Bir Değerlendirme”, ODTÜ 7. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi, 21-23 Kasım, Ankara.

İnternette Makale

Atabek, Ümit (1998). “İletişim Teknolojileri”. Http://www.ilet.gazi.edu.tr. 28.10.1998.

İletişim Dergisinin Temin Edileceği Şahıslar ve Üniversiteleri

Anadolu Üniversitesi: Yrd. Doç. Dr. Banu Dağtaş, Atatürk Üniversitesi: Ar. Gör. Elif Küçük, Başkent Üniversitesi: Öğr. Gör. Serpil Aygün Cengiz, Ege Üniversitesi: Ar. Gör. Olcay Canbudak, Fırat Üniversitesi: Ögr. Gör. Basri Barut, Kocaeli Üniversitesi: Ar. Gör. İhsan Karlı, İstanbul Üniversitesi: Ar. Gör. Ayşe Cengiz, Ar. Gör. Selçuk Hünerli, Selçuk Üniversitesi: Ar. Gör. Aldullah Koçak, Maltepe Üniversitesi: Yrd. Doç. Dr. Pınar Erkarslan.

Katkılarından dolayı kendilerine teşekkür ederiz.

İletişim 2002/13

Yazı Teslim Kuralları

1- Dergiye gönderilecek yazılar, Word 6.0 ve üstü versiyon (IBM uyumlu) programında yazılmış olmalıdır.

2- Bir buçuk aralıklı olarak Times New Roman yazı karakteriyle 12 punto olarak yazılan ve sayfanın tek yüzüne basılan yazılar 3 kopya olarak bir adet disketle birlikte yayın kuruluna teslim edilmelidir.

3- Makalelerin kaynakça ile birlikte 20 sayfayı geçmemesi tercih edilir. Makalelerin 150 kelime civarında İngilizce ve Türkçe özetleri de yazıyla birlikte gönderilmelidir. Özette, araştırmanın kapsamı ve amacı belirtilmeli, kullanılan yöntem tanımlanmalı ve ulaşılan sonuçlar kısaca verilmelidir.

4- Yazıda paragraflar girintili olmalıdır.

5- Dergiye gönderilecek yazıların başka bir yerde yayınlanmamış olması ya da yayın için değerlendirme aşamasında bulunmaması gerekir.

6- Yazar ismi ya da isimleri makalede değil, makaleye iliştirilecek kapak sayfasında yer almalıdır. Bu kapak sayfasında, yazar isimleri dışında metin başlığı, yazarın adresi, telefon varsa e-posta veya faks numaraları yer almalıdır.

7- Hakem raporları doğrultusunda yazarlardan, yazılarında bazı düzeltmeler yapmaları istenebilir.

8-Yazının yayımlanması konusunda son karar yayın kuruluna aittir. Yayın kurulu kararına ilişkin bir mektup, hakem değerlendirmelerinin birer fotokopisiyle birlikte en kısa sürede yazarlara gönderilir.

Yazıların Gönderileceği Adres:

İletişim Dergisi

G.Ü. İletişim Fakültesi, Bişkek Cad. 81. Sok. 06510 Emek/ANKARA