Bürün-Prosody Nedir?

15
1/15 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DİLBİLİM ANABİLİM DALI TÜRKÇENİN SESBİLİMSEL GÖRÜNÜMLERİ - I BÜRÜN (PROSODY) Doktora Dersi Ödevi Ekrem MALKOÇ Prof.Dr. İclal ERGENÇ ANKARA, 2004

Transcript of Bürün-Prosody Nedir?

1/15

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

DİLBİLİM ANABİLİM DALI

TÜRKÇENİN SESBİLİMSEL GÖRÜNÜMLERİ - I

BÜRÜN (PROSODY)

Doktora Dersi Ödevi

Ekrem MALKOÇ

Prof.Dr. İclal ERGENÇ

ANKARA, 2004

2/15

ÖNSÖZ

Bu ödev çalışmasında John Clark ve Collin Yallop’ın yazmış olduğu “An Introduction to Phonetics and Phonology1” isimli kitabın “Bürün (Prosody)” adını taşıyan 9. bölümü esas alınmış ve takipte kolaylık sağlamak maksadı ile bu bölümdeki başlıklar değiştirilmeksizin kullanılmıştır.

9.1 Giriş

1 Blackwell, 1990. ISBN no: 0-631-19452-5

3/15

Bu çalışmada, yaygın olarak ton, vurgu ve ezgi (intonation) olarak adlandırılan bürünsel konuşma özellikleri ele alınacaktır. Genel bir girişten sonra bürünle karşılıklı ilişkide bulunan önemli sesbilgisel elemanlar olan perde, süre ve ses şiddetinden (loudness) bahsedilerek, farklı dillerdeki bürün öğeleri sistematiğine bakılacak, tonlu diller ve perde-vurgulu diller ele alınacaktır. Ayrıca sözlüksel vurgu olgusu, vurgu örüntülerinin kurallı olup olmama durumları ve ezginin tanımı üzerinde de durulacaktır.

Konuşma dilinin, ayrık olarak tanımlanamayan özellikleri genellikle bürünsel veya parçadışı (nonsegmental) özellikler ya da parçalarüstü sesbirimler olarak adlandırılmaktadır. Bu terimler, parçalı sesler olan ünlü ve ünsüzler ile daha uzun süreli konuşma bölümleri boyunca yayılmış olarak algılanan perde ve tempo gibi özellikler arasındaki farkı ifade etmektedir. Aradaki bu fark, ünlü ve ünsüz semboller abecesi bulunan ancak noktalama (punctuation) işaretleri veya italik yazım dışında bürünsel göstergeleri bulunmayan bir çok yazılı sistem tarafından vurgulanmaktadır. Bununla birlikte aradaki bu ayrımın çok belirgin olmadığı da bir gerçektir. Diğer bir yandan akustik ve eklemleme ile ilgili bölümlerde görüldüğü gibi ünlü ve ünsüzlerin, içinde bulundukları konuşma bağlamı dışında her zaman için ayırt edilebilir olmadığı gibi, bürün öğeleri de ünlü ve ünsüzler kadar ayırt edilebilir olmaktadırlar. Bu nedenle, konuşma üretiminin önemli bir parçası olan ve çoğu zaman mesajın kendisine anlamlı bir katkı sağlayan parçalar üstü sesbirimlerin ünlü ve ünsüzlerden oluşan basit bir mesaj üzerine bindirilmiş bir yapıya indirgenmesi yanıltıcı olmaktadır. Hiç kimsenin, bir robotu taklit etmeye çalışmadığı veya aşırı derecede sıkılmış olmadığı durumlar haricinde, tamamen tekdüze olarak ünlü ve ünsüzleri bir araya getirerek konuşmadığı düşünüldüğünde aradaki bu farkın uygun olduğu görülmekte ve bürünsel olgunun ünlü ve ünsüzlerin dayandığından daha fazla üst düzey bir dilbilimsel yapıya, örneğin bilgi yapısına dayandığı anlaşılmaktadır.

Bürün, bir uçta dil dışı öğelerin, diğer uçta dil içi öğelerin, arada da ara dilsel (para-linguistic) öğelerin bulunduğu, bir işlevler ve etkiler sürekliliği olarak ele alınabilmektedir. Dil dışı uçta konuşmacının gırtlak ve ses yolu özelliklerini yansıtan ses kalitesi özellikleri, dil içi uçta ise belirli dil sistemlerinde işlevsel görev taşıyan ve çoğunlukla dilden dile sistemleşme farklılığı gösteren vurgu ve ton gibi özellikler bulunmaktadır. Ara dilsel olarak adlandırılan aradaki bölge ise mantıksal olarak kolaylıkla ayırt edilebilen iki uç arasındaki gri alanı işaret etmektedir. Bu nedenle belirli bir konuşma stilinin konuşmacının anatomi veya fizyolojisi ile ilişkili olan bilinçsiz bir alışkanlık mı yoksa belirli bir kişiliği yansıtmayı amaçlayan kasıtlı –ve dolayısı ile iletişimsel- bir girişim mi olduğunu tespit etmek güçtür.

Solunum yolu enfeksiyonları gibi fiziksel rahatsızlıkların da konuşma üzerinde oldukça büyük ve yaygın bir etkisi bulunmaktadır ve ayrıca korku veya kızgınlık gibi duygular perde aralığını, sesleme (phonation) kalitesini, ses şiddetini ve eklemleme hızını değiştirebilmektedir. Kahkaha, soluk verme (sighing) ve ağlama normal eklemleme işlemlerinde tam bir kesinti yaratabilmektedir. Bu tür olgular bütün insanlar tarafından bilinmektedirler ve dil dışıdırlar, ancak bu onların işlevsel kontrol dışında olduğu anlamına gelmemektedir. İngiliz dili konuşucuları çoğunlukla anlamlı bir yorum veya tepki için kasıtlı bir kahkaha atar veya soluk verirler; genellikle kahkaha ve

4/15

soluk verme gibi davranışları yönlendiren alışkanlıklar toplumlar ve sosyal düzenlemeler içerisinde keskin farklar sergilemektedir.

Dilbilimsel işlevsellikle daha ilgili olan şey ise konuşucuların genel ses kalitesi, perde aralğı, perde hareketi ve eklemleme hızı gibi özellikleri genel bir davranış ortaya koymak için kullanmalarıdır. Alışkanlıklar dilden dile değişse de, bir çok dilde konuşucuların otorite ortaya koyma, boyun eğme, ciddiyet, heyecan, sakinlik belirtmek için bürün öğelerinden oluşan bir yöntem kullandığı söylenebilir.

Temponun söylem içerisinde konuşma bölümlerini ayırmak için kullanımına dair, David Crystal’in vermiş olduğu örnek gösterilebilir.

Tell me what have I done to deserve this I-don’t- want-to-go-anywhere-with-you-today look in your face.

Bu tür örneklerde, tümce içinde bulunan başka bir yerden taşınmış olan tamlama veya ifade tümcenin geri kalanından daha hızlı okunmakta ve başlangıç ve bitişlerinde duraklamak sureti ile belirgin hale getirilmektedir. Burada tempo ve duraklamanın işlevlerinin dilsel olduğu ve önermeler (clause) arasındaki ilişkileri bildiren diğer herhangi bir birim kadar dilbilgisinin bir parçası olduğu açıktır.

Bağlamsal işlevden izole edilmiş sesbilimsel özelliklere dair basit bir sınıflandırma, dilsel bürünü açıklamak için yeterli olmamaktadır. Bu noktada parçalı sesbirimler ile parçalar üstü sesbirimler arasındaki farkın doğruluğu ortaya koyulabilir. Parçalı sesbirimsel ayrımların altında yatan sesbilgisel kaynaklar varlığı tartışma götürmeyen dilsel organizasyonla daha kolay ve doğrudan ilişkilendirilebilmekte ve sınıflandırmasal (taxonomic) olarak ele alınmaya daha elverişili olmaktadır. Bu durum parçalarüstü sesbirimler ile ilgili yapılan inceleme ve çalışmaların karmaşık ve çok değişken sesbilgisel içerik yerine, daha soyut olan tipik ezgi şekilleri veya tonların işlevleri gibi genel konular üzerinde yoğunlaşmalarının nedenini açıklamaktadır.

Ancak bilgi teknolojilerinin gelişmesi ile birlikte özellikle metinden-konuşmaya dönüştürücü sistemlerde kullanılmak üzere ezgi modellemesi (Hart 1979, Pierrehumbert 1981) ve süre kuralı modelleri (Klatt 1979) üzerine yoğun çalışmalar yapılmıştır.

Laver 1980 yılında ses kalitesi üzerinde çalışmış ve neyin dil içinde olduğunun, neyin olmadığının belirlenmesi konusunda geniş araştırmalar yapmıştır. Crystal’in 1969 yılında yapmış olduğu çalışma İngilizcede bulunan bürünsel öğelerin kapsamlı bir sınıflandırmasını ve bürünsel ve aradilsel özelliklerin dilsel statüsünü içermektedir.

9.2 Parçalarüstü sesbirimlerin sesbilgisel temeli

Bürünün daha fazla dilsel olan sesbilgisel karşıtları perde, süre ve ses şiddeti dediğimiz dinamik örüntülerdir. Bunları etkileyen ve bunların üzerinde taşınan daha az dinamik alt birim ise ses yolunun durumuna göre belirlenen ses kalitesidir. Konuşma sinyalinin kendine özgü ve parçalı yapı ile etkileşim halinde olan bu boyutu konuşmanın taşıdığı duygu, davranış ve diğer bilgileri algılamamızın temelini oluşturmaktadır.

5/15

Laver 1980’de yaptığı çalışmasında ses yolunun “eklemleme ayarları” kavramını kullanmakta ses kalitesini ve ses yolu durumunu ele almaktadır. Bu uzun vadeli ayarlar hem parçalı hem parçalarüstü eklemeleme dinamiklerini taşıyan eklemleme konum ve durumlarının altında yer almaktadır. Bu ayarların tüm konuşma bütününe yayılan eklemlemesel ve dolayısı ile akustik etkileri bulunmaktadır.

Laver’in sistemi iki bölüme ayrılmaktadır. Ses yolu durumunu uzunlamasına tanımlayan üst gırtlaksıl (supralaryngeal) ayarlar (gırtlak yüksekliği ve dudak öne çıkıklığı) ve enlemesine tanımlayan (dudaksal, dilsel, boğazsal [faucal], yutaksal [pharyngeal] ve çenesel [mandibular]) ayarlardır. Bu ayarlar ayrıca, geniz boşluğu katkısını ve genizsilliği etkileyen artdamak-yutaksıl (velo-pharyngeal) ayarları da kapsamaktadır.

PERDE, en azından İngilizce’de, yaygın olarak, dikkat çekiciliğin en belirgin göstergesi olarak düşünülmektedir. Diğer bir deyişle, bir seslem veya sözcük vurgulu olarak algılandığında, bunun sebebi süre uzunluğu veya ses şiddetinden ziyade perde yüksekliği ya da perdede meydana gelen değişimdir. Perde, temel frekansın (F0) algılanabilir karşılığıdır.

Lieberman ve arkadaşları, 1967 yılında Psychological Review dergisinde yayınlanmış olan “Konuşma Kodunun Algılanması” isimli çalışmalarında aerodinamik kuvvetlerin, özellikle alt-gırtlaksıl basıncın (Bag) perde kontrolünden sorumlu olduğunu, diğer gırtlaksıl düzenlemelerin ikincil veya alternatif kontrol biçimi olduklarını öne sürmektedir. Ohala ise 1970 yılında yaptığı “Konuşma Kontrolü ve Üretiminin Görünümleri” adlı çalışmasında Liberman’ın bu görüşüne karşı çıkmakta ve genel olarak tartışmaya açık “akciğerlere karşı gırtlak” görüşünü ele almakta ve dillerin çoğunluğu için gırtlaksal düzenlemelerin birinci derecede perde kontrolünden sorumlu olduğunu öne sürmektedir.

Gırtlaksal kas hareketlerinden daha önemsiz olmasına rağmen, Bag’ın perde değişimleri ile pozitif bir ilişkisi bulunmaktadır ve Bag normal konuşmadaki toplam perde değişiminin % 5 ila 10’undan sorumludur. Ancak bu durumun diğer diller için ne ölçüde genelleştirilebileceği belirgin değildir. Örneğin Çince’nin bazı lehçelerinde Bag’ın birincil perde kontrol şekli olduğu görülmektedir.

Çoğu, algılanabilen en düşük fark ya da “fark eşiği (FE)” üzerine yoğunlaşmış olan bir kaç çalışmada perdeyi ayır etme yeteneğimiz incelenmiştir. Perdede meydana gelen yüzde 0,3-0,5’lik bir değişim, en azından erkek sesini modellemek için üretilmiş ünlüler söz konusu olduğunda algılanabilmektedir (bknz. Flanagan’in 1972’de yaptığı “Konuşma Analizi: Sentez ve Algılama” çalışması). ‘t Hart’in 1981 tarihli “Özellikle Konuşmadaki Ayrımsal Perde Uzaklığı Duyarlılığı” işimli çalışmasında ve Harris ve Umeda’nın 1987 tarihli “Tümcelerdeki Temel Frekans Hatları İçin Fark Eşikleri” adlı çalışmasında FE’nin süregelen konuşmada oldukça fazla artabileceğini ve gerçek artış değerinin ortalama temel frekans değerine, konuşmacıya ve söz konusu konuşmanın karmaşıklığına bağlı olduğunu ortaya koymuştur.

SÜRE, seslerin veya birimlerin bir özelliği olarak, konuşma üretiminde zaman ve zamanlama üst bağlamından ayrılamamaktadır. Tek tek konuşma parçalarının süreleri parça türüne ve etrafındaki sesbilgisel bağlama göre büyük ölçüde farklılık göstermektedir. Örneğin bir ünlü 300 ms veya daha

6/15

uzun sürebilmekte iken ötümlü bir kapantının serbest bırakılması 20 ms sürmektedir.

Bürünsel ayrımlar bağlamında genel seslem süresi parça süresinden daha fazla öneme sahiptir ve bağıl süre mutlak süreden daha önemlidir. Seslem süresinin en önemli bileşeninin ünlü süresi olduğu açık olmakla birlikte seslemin bütün yapısı içindeki uygun süre ilişkisini korumak, parçalararası ilişki ve ayrımların korunması açısından çok önemlidir.

Genel seslem süresini etkileyen bir çok bağlamsal etken mevcuttur. Bunların arasında eklemleme hızı, vurgu yerleşimi, seslemin sözcük veya daha geniş bir birimdeki yeri ve bu daha geniş birimlerin yapıları bulunmaktadır. Ünsüz süreleri seslemdeki ünsüz sayısına bağlı olarak değişmekte ve genel seslem süresinden etkilenmektedir.

Her dilin seslem içerisindeki süre ile ilgili ilişkileri sesbilimsel amaçla ele alma şekli o dilin kendi iç zamansal yapısını da etkilemektedir. Örneğin İngilizcede ünlünün ardından ötümlü ünsüz geldiğinde ünlü uzunluğu önemli ölçüde artar ve ötümlülük karşıtlığında önemli bir algısal ipucu haline gelir. Lisker’in 1978’de yaptığı “Parça Süresi, Ötümlülük ve Seslem” adlı çalışmasında ortaya koyduğu bu etki Clark ve Palethorpe tarafından 1986’da “Konuşmanın Zamansal Özelliklerinde Değişmezlik ve Değişebilirlik Kaynakları” isimli çalışmasında belirttikleri sürtünücü ünsüz incelemelerinde de açıkça görülmektedir. Lehiste’in 1970 tarihli “Parçalarüstü Sesbirimler” isimli çalışmasında da benzeri örnekler verilmektedir.

Daha geniş bir parçalarüstü sesbirimsel açıdan bakıldığında, ritmik yapının ve vurgu yerleşiminin bir dilde bulunurluk derecesi süre örüntülerini doğrudan etkilemektedir. Örneğin vurgu zamanlı diller olarak adlandırılan İngilizce ve Almanca gibi dillerde vurgu taşıyıcı seslemlerin süresinin vurgu taşımayanlardan daha uzun olduğu görülmektedir. Buna karşılık, vurgunun ton gibi diğer bürünsel özelliklerden daha önemsiz olduğu diğer dillerde seslem sürelerinin birbirine daha yakın olduğu görülmektedir.

Süre ile ilgili, son olarak sessizlik (silence) unutulmamalıdır. Durakların bütün iletişimsel araçlar arasında önemli bir yeri vardır. Crystal 1969’da yaptığı çalışmasında durakların İngilizce’deki işlevlerinden bahsetmekte ve değişik kaynaklara atıfta bulunmaktadır. Ayrıca Cruttenden 1986 tarihli çalışmasının bir bölümünde durakların yapısal sınırları belirlemedeki ve duraksama olgularındaki* yerini ortaya koymaktadır. Allen ve arkadaşları ise 1987 tarihli “Metinden Konuşmaya: MITalk Sistemi” isimli kitaplarında, durak süresinin, ayırdığı sözdizimsel ya da bilgisel birimlerin büyüklükleri ile birlikte uzadığından bahseden durak süresi kuralları öne sürmüşlerdir.

SES ŞİDDETİ, konuşma sinyalinde meydana gelen ses basıncı değişiminin büyüklüğü olarak ifade edilen şiddetin algılanabilir karşılığıdır. Ses şiddeti esasen Bag tarafından kontrol edilir, ancak ilgili seslemlerdeki

* Konuşma esnasında sıklıkla meydana gelen dolgulu (filled-sesli) veya dolgusuz (unfilled-sessiz)

duraklamalar, sözcük uzatmalar, tümce başına dönüp yeniden başlamalar, yanlış başlamalar gibi olgulardır. Konu hakkında daha detaylı ve ileri bir inceleme için Masataka Goto ve arkadaşları tarafından Euro-Speech 1999’da sunumu yapılan “Doğal konuşma tanımaya yönelik gerçek zamanlı dolgulu durak tespit sistemi” başlıklı çalışmaya bakılabilir.

7/15

parçaların veya parça dizilerinin titreşimliliğinden (sonority) de etkilenmektedir. Aslında açık bir şekilde vurgulanan seslemlerin, daha zayıf olarak vurgulanan seslemlerden daha fazla akustik şiddete sahip olduğu görülmekle birlikte, en azından vurgunun belirtilmesindeki dilbilimsel amaçlar açısından üç sesbilgisel parametreden en az belirgin ve tutarlı olanı ses şiddetidir.

ŞEKİL 9.2.1 Patlamalı ünsüzlerin temel frekans üzerindeki etkileri. Her grafik için üstteki eğriler p, t ve k’dan, alttaki eğriler b, d ve g’den sonra gelen seslere ait ortalama F0 değerlerini göstermektedir. (a) Amerikan İngilizcesi kadın konuşucu; (b) Amerikan İngilizcesi erkek konuşucu; (c) Fransızca kadın konuşucu; (d) Fransızca erkek konuşucu.

Ötümlü ve ötümsüz ünsüzlerin kendilerinden sonra gelen ünlülerin perdesi üzerindeki etkilerini araştıran farklı çalışmalar yapılmıştır. Bu tür bir olguya duyulan ilginin sebebi bu etkilerin bazı dillerdeki tonsal farklılıkları ortaya koymasıdır. Seslem başında bulunan ötümlü ve ötümsüz patlamalı sesler arasındaki fark tarihsel değişim nedeni ile kaybolmuş ancak bunların takip eden ünlü üzerinde başlangıçta yarattığı tonsal fark korunmuştur. Şekil 9.2.1’de Hombert’in 1978 tarihli “Ünsüz Türleri, Ünlü Kalitesi ve Ton” isimli çalışmasında ele aldığı İngilizce ve Fransızca’da patlamalı bir ünsüzden sonra gelen sesin temel frekansında ortaya çıkan durum gösterilmektedir.

Perdede meydana gelen bu değişimlerin nedenleri tam olarak anlaşılamakla birlikte farklı kuramlar öne sürülmektedir. Bir kurama göre ötümlü patlamalı seslerde gırtlak boğazsıl hacmi arttırmak ve ses tellerindeki kapanma esnasında seslemlemeyi sürdürebilmek için gerekli gırtlak geçiş

8/15

(trans-glottal) basıncını korumak için çoğunlukla aşağı çekilmekte ve bu da perde seviyesini düşürmektedir. Bu durumun tersine, ötümlü patlamalı seslerde gırtlak daha yukarıda kalmaktadır. Ancak ötümlü patlamalı seslerde ses telleri kapanması esnasında perdede azalma eğilimi mevcut iken bulgular takip eden ünlü başlangıcındaki perde üzerinde sadece ötümsüz patlamalı seslerin önemli etkisi olduğunu ortaya koymaktadır. Bir başka kurama göre ötümsüz bir patlamalı ünsüzün sesletimi sırasında meydana gelen ses tellerindeki gerilme takip eden ünlünün sesletim başlangıcında perdeyi etkileyebilmektedir. Ötümsüz patlamalı seslerin kendilerinden önce gelen ünlülerin perdesinde aynı etkiyi yaratmıyor olmaları bu kuramın önemli bir sorunudur. Ayrıca kas hareketleri üzerinde yapılan incelemeler gırtlakta meydana gelen kas gerilmelerinin patlamalı ötümlülükle çok ilgili olmadığını ortaya koymuştur.

PERDE ÖRÜNTÜLERİ esas olarak ya durağan, ya artan ya da azalan perde şeklindedir ve daha fazla algısal belirginliğe sahip olan değişen perde seviyesidir. Ohala’nın 1978’de yaptığı “Ton Üretimi” isimli çalışmada azalan perdenin dilde yükselen perdeden daha yagın olduğu ve azalan perdenin daha geniş bir aralıkta F0 değişimi gösterdiği öne sürülmektedir.

EĞİM (declination), dillerde neredeyse evrensel görünüm sergilediği gözüken bir terim olup algılanabilir uzunluktaki herhangi bir konuşma dizisinin başından sonuna ilerleyen anlamlı perde seviyesi azalmasıdır. Şekil 9.2.2’de eğime bir örnek verilmektedir.

ŞEKİL 9.2.2 We went to Woolloomooloo tümcesinin genel temel frekans eğimi; (a) zaman bölgesi dalga şekli; (b) şiddet eğrisi; (c) F0 eğrisi.

Eğimin durumu ve nedeni üzerine oldukça fazla tartışma yapılmıştır. Bazı araştırmacılar bunun esas olarak, muhtemelen gırtlak ve solunum sistemi arasındaki etkileşimden kaynaklanan istemsiz ve otomatik bir işlem olduğunu savunmuşlardır.

9/15

Ayrıca eğim etkilerinin genel olarak düzyazı (prose) şeklindeki tümcelere dayalı resmi, sesli okumalarda gözlemlendiği, günlük konuşma örüntülerinde daha az algılanabilir oldukları da öne sürülmüştür.

9.3 Bürünün sistemsel yapısı

Bürünün tanımlanmasında farklı terimler değişik dillerde farklı anlamlara gelebilmektedir. Bu nedenle bürünsel sistemin genel kabul görmüş bazı türlerinin anlaşılabilmesi için daha yaygın olarak kullanılan terimlerin bazılarının incelenmesi ve hangi anlamlarda kullanıldıklarının belirtilmesi gereklidir.

TON terimi hemen hemen “perde” ile eşanlamlı bir yapıya sahiptir. Örneğin İngilizce gibi bir dilde belirgin bir kaç tane perde veya perde örüntüsü belirlenebilir ve İngilizcenin “tonları” olarak düşünülebilir. Bu noktada, dilde işlevsel olan sınırlı sayıda farklı ton (örneğin yüksek, alçak, artan, azalan) algılayabildiğimiz için, ton terimi sistemsel bir görünüme bürünmektedir.

ÇİNCENİN MANDARİN LEHÇESİNDEN ÖRNEK:

ma1 (yüksek seviye perdeli) “anne” ma2 (yüksek, artan perdeli) “kenevir” ma3 (alçak, veya önce azalan sonra artan perdeli) “at” ma4 (azalan perdeli) “azarlamak”

Perde farklılıklarının anlam ayırma işlevi gördüğü Çince gibi diller “TON DİLLERİ” olarak adlandırılırlar.

VURGU teriminin de dilsel tanımlamada ton gibi hem geniş hem dar anlamları bulunmaktadır. Bazı yazarlar vurguyu özellikle ses şiddeti ile ilişkilendirmişlerdir. Daha yaygın olarak ise vurgu bir dil sistemindeki belirli seslemlerin diğerlerine bağlı olarak daha fazla veya daha az belirgin oluşları ile ilgilidir. Bu açıdan bakıldığında vurgu basit olarak ses şiddeti ile ilişkili olmamakta, perde, ses şiddeti ve süre gibi etkenlerin toplam etkilerini göstermektedir. Bu bakımdan İngilizcedeki over, supper, China ve broken sözcükleri ilk seslemde; ahead, before, suppose ve carrier sözcükleri ikinci seslemde vurgu taşımaktadır. Sözcüklerin bu şekilde kendi vurgu örüntüleri ya da potansiyellerinin bulunması durumunda bu tip vurguya SÖZCÜK VURGUSU ya da SÖZLÜKSEL VURGU denmektedir.

Konuşma İngilizcesinin ritmi önemli ölçüde sözcüklerin vurgulanan seslemleri üzerine düşen kuvvetli vuruşlara dayanmaktadır. Bu nedenle İngilizce bir konuşma, her biri vurgulanmış bir seslemin vuruşunun etkisinde olan birkaç ritmik birimden meydana gelmektedir. Şiir dilinde sözcük seçimi özellikle ve kasıtlı olarak düzenli bir ritim ortaya koyacak şekilde yapılanmıştır ve bu ritim birimleri genellikle “ayaklar” olarak adlandırılmaktadır. AYAK terimi konuşma İngilizcesinde de kullanılmaktadır.

WAN-da’s JOIN-ing-the-pa RADE.

Yukarıdaki örnek tümceye bakıldığında ritmi belirleyenin birinci seslemlerinde vurgu taşıyan “Wanda” ve “joining” ile ikinci sesleminde vurgu taşıyan “parade” sözcüklerinin vurgu örüntüleri olduğu görülmektedir. Bu tür bir ritim konuşma İngilizcesinin yapısı üzerinde karakteristik bir iz

10/15

bırakmaktadır. Normal tempoya göre vurgu taşımayan seslemler önemli ölçüde küçültülmüştür (bazı eleştirmenlerin deyişi ile “yutulmuş”) ve bunlar her bir ayağın değişken uzunluktaki kuyruklarını oluşturmaktadırlar. Ayrıca her bir ayağın süresini eşitleme eğilimi bulunduğundan yukarıdaki örnekte vurgulanmamış olan JOIN’dan sonra gelen üç seslem en hızlı eklemlenen seslemler olmuşlardır ve vurgulanan son seslem olan RADE’e kendisinden sonra gelen vurgulanmamış seslem bulunmadığından biraz daha fazla süre ayrılmıştır. Bu nedenle her bir ayak, tek seslemli de olsa birkaç seslemli de olsa, aşağı yukarı aynı sürede olma eğiliminde olacaktır. Bu vurguya dayalı EŞZAMANLILIK (isochrony) üzerinde sıklıkla yorum yapılmasına rağmen bulgular doyurucu olmamaktadır (Cruttenden 1986). Bu yorumlar İngilizcenin sıklıkla yapılan VURGU ZAMANLI dil tanımı ile ilgilidir. Daha seyrek olmakla birlikte İngilizce ve bu özelliği paylaşan diğer diller AYAK ZAMANLI olarak adlandırılmaktadır (Hallyday 1985). Bunun karşılığında dünya dillerinin bir çoğu SESLEM ZAMANLI’dır. Seslem zamanlı dillerde, en azından vurgulanmayan seslemlerin belirgin olarak küçültülmesi veya hızlı eklemlenmesi açısından, kuvvetli bir vurgu örüntüsü bulunmamaktadır ve konuşmanın toplam süresi vurgulanan seslemlerin sayısı ve konumundan çok içerdiği seslem sayısına bağlıdır.

SÖZCÜK VURGUSU (accent) terimi bazen genel olarak vurgu anlamında kullanılmakta ve genel anlamda belirginliğe veya daha özel anlamda ise belirli seslemler üzerinde bulunan vurguya karşılık gelmektedir. Genellikle vurgu ve sözcük vurgusu terimleri birbirleri ile karıştırılabilmekte olup ayrı ayrı standart tanımları bulunmamaktadır. İngilizce için bu terimlerin tanımladığı olguların anlaşılmasının en iyi yolu bunların ezgi analizi içerisinde ele alınmasıdır.

9.4 Ton Dilleri

Dünya dillerinin bir çoğu ton dilleri olarak bilinmelerine rağmen ton dilinin tam bir tanımı yapılabilmiş değildir. Ancak ton dilinden bahsedilirken dilbilimciler sözlüksel ilişkiyi ön plana çıkarmaktadır. Ton dili konuşucuları tonu bir seslemin (veya biçimbirimin ya da sözcüğün) önemli bir bölümü olarak algılamaktadır.

Pike ton sistemlerini DÜZGÜN PERDELİ (level pitch=register) ve DEĞİŞEN PERDELİ (gliding pitch=contour) olarak ikiye ayırmaktadır. Düzgün perdeli sistemlerde genellikle iki veya üç, en fazla dört adet belirgin perde seviyesi bulunmaktadır. Bu seviyeler mutlak değerler olmayıp civarında bulunan seslere ait perde seviyeleri ile ilişkilidir. Değişen perdeli sistemlerde ise karakteristik olan perde hareketi ya da iniş-çıkışlardır; dolayısıyla bağıl yükseklikler veya seviyeler arasındaki karşıtlık ilişkisinden daha çok azalma, artma ve ani artma-azalma gibi örüntüler arasındaki karşıtlık ilişkisinden bahsedilmektedir.

Gerçekte, bu iki tür ton sistemi arasındaki önemli fark, değişen perdeli sistemlerde tonun, seslemlerin bir özelliği olması, düzgün perdeli sistemlerde ise sözcükler gibi daha büyük birimlerin özelliği olmasıdır.

Ton sistemlerinin yapısı ve dağılımı üzerine yapılan çalışmaların yanında son yıllarda yapılan çalışmalar ton örüntülerinin kurallarla açıklanması üzerine yoğunlaşmıştır. Bu kurallar sadece ton dizileri

11/15

düzenlemeleri ve etkileşimleri ile ilgili olmayıp bu ton dizilerinin parçalı yapılar üzerine ne şekilde bindirildiğine dair temel sorunlarla da ilgilenmektedir.

Ton tanımlaması ile ilgili diğer önemli bir terim de tonun kökenini ve tarihsel gelişimini ele alan TONOJENEZ’dir (tonogenesis). Bir çok dilde tonun, başlangıçta ünsüzlerin neden olduğu perde farklılıklarının ünsüzler değiştirildiği veya ortadan kaybolduğu zaman ayırt edici hale geldiği yerlerde ortaya çıktığı açıktır. Örneğin Vietnamcada artan tonların gırtlaksal patlamalıların yitimi neticesinde oluştuğu görülmektedir. Hombert’in 1978’de yaptığı çalışmasında sonda bulunan bir gırtlaksal patlamalının kendisini takip eden ünlünün perdesinde başlangıçta bir artışa neden olduğu, sonda bulunan gırtlaksal patlamalılar yitirildiğinde artan perdenin ayırt edici bir ton haline geldiği ifade edilmektedir.

Tonların işaretlenmelerine yönelik ne yazımda (orthography), ne de dilbilgisel gösterimlerde standart bir yöntem bulunmamaktadır. Örneğin geleneksel Çin yazımında tonlar karakterlere işlenmiş durumda olup ton için ayrı bir işaretleme yoktur. Diğer bir çok dilde ise tonun özel işaretler veya abecelerinde mevcut bazı sembollerle ifade edildiği görülmektedir.

Chao’nun Çince için önerdiği ton işaretleri

Orta seviye ton

Artan ton

Azalan ton

Bir diğer ton işaretleme yöntemi de parçalı yapının üzerine ayrı bir katman olarak ton seviyelerini temsil eden harflerin kullanılmasıdır. Yüksek için Y, alçak için A gibi. Örneğin:

Y A [b a m a] (yüksek tonu takip eden alçak ton)

YA [b a :] (azalan ton)

9.5 Perde vurgulu diller

Dünya dillerinin bir kısmının perde vurgulu olduğu söylenmektedir. Bu dillere örnek olarak Japonca, Norveççe, İsveççe, Sırpça ve Hırvatça verilebilir. Pike bu tür dilleri sözcük perdeli diller olarak adlandırmakta ve bunların “farklı sözlüksel birimlerin anlamları arasındaki farkları belirtmede perdeden faydalandıklarını, bunu yaparken de perde yerleşimini belirli seslem türleri ile veya sözcükteki belirli yerler ile sınırlandırdıklarını” ifade etmektedir.

İsveççede iki tip ton veya vurgu bulunmakta ve yaklaşık 500 sözcük çifti bu ton karşıtlığı yardımı ile ayırt edilebilmektedir. Sırpça ve Hırvatçada 4 tip ton bulunmakta olup, farklı tonların uygulanmasında yine sınırlamalar mevcuttur.

Japoncada ise değişken olan perde seviyesinin azaldığı noktadır. McCawley’nin 1978’de bu dil üzerinde yaptığı incelemede bu nokta “\” işareti ile gösterilmiş olup bu işaret kendisinden önce gelen seslemin yüksek perde

12/15

taşıdığı, varsa, kendisinden sonra gelen seslemin daha düşük bir seviyeye indiğini göstermektedir.

Ka\ki ga (istiridye) Y A A (vurgu ilk seslemdedir)

Kaki\ ga (çit) A Y A (vurgu ikinci seslemdedir)

Kaki ga A Y Y (vurgusuz)

Yüksek-alçak, artan-azalan gibi tonsal bir seçeneğin –yani ton türü karşıtlığının- bulunmamasından, sadece vurgunun nereye konması gerektiğine dair bir seçimin bulunmasından dolayı Cruttenden tonsal karşıtlıkların kısıtlı olarak kullanımına izin veren İsveççe, Sırpça ve Hırvatça gibi dillerin karşısında Japonca’nın gerçek perde vurgulu dil olduğunu öne sürmektedir.

9.6 İngilizcede Vurgu

“Sözcük vurgusu” ve “sözlüksel vurgu” gibi terimlerin sıklıkla kullanılmasına karşın İngilizce konuşma dili modeli sözcüklere –ya da en azından dilbilgisel veya yazımsal anlamda ele alınan sözcüklere- dayalı değildir. Aslında İngilizcede “array” veya “arise” gibi tek sözcükler ile “a ray” veya “a rise” gibi iki sözcüklü birleşimler arasında genellikle hiç bir fark yoktur. Bu nedenle bazı araştırmacılar (mesela Chomsky ve Halle, 1968 tarihli çalışmalarında) sözcüğü sesbilimsel amaçlara uygun olarak SESBİLİMSEL SÖZCÜK olarak yeniden tanımlamışlar, veya VURGU GRUBU (Fudge, 1984) ya da AYAK (Halliday, 1970) adında diğer bir terim kullanmışlardır.

Örnek:

(1) Joe was angry (iki ayak var, her ikisinde de vurgu ilk vuruşta)

(2) Joe WAS angry (üç ayak var, ilk iki seslemin ikisi de ayrı birer ayak oluşturmaktadır.)

İkinci örnek daha önceden verilen bir ifadeye karşı çıkmakta ve Joe’nun artık kızgın olmadığını söylemeye çalışmaktadır.

Gimson 1980 yılında yaptığı çalışmada, sözlüksel vurgunun her zaman sözcükteki belirli bir yer üzerinde, örneğin son veya sondan önceki (penultimate) seslemde bulunması gibi basit bir kural bulunmamasından dolayı İngilizce sözcüklerin vurgu örüntüsünün serbest olduğu şeklinde bir yorumda bulunmuştur. Ancak İngilizcenin vurgusu önemli ölçüde önceden tahmin edilebilebilmekte ve hemen hemen her zaman herhangi bir sözcüğün aynı seslemi üzerinde bulunmaktadır.

İngilizcede bağlamın da vurgu üzerinde etkisi vardır. Örneğin “afternoon” sözcüğü “in the afternoon” gibi bir bağlamda vurguyu son sesleminde taşımakta iken “afternoon tea” tamlamasında vurgu ilk sesleme taşınmaktadır.

Bazı dilbilimciler BİRİNCİL ve İKİNCİL vurgu derecelerinden bahsetmektedirler. Buna göre örneğin “universe” sözcüğünde birincil vurgu ilk seslemde, ikincil vurgu son seslemde bulunmakta, ikinci seslemde vurgu bulunmamaktadır. Bu da bizi içlerinde sıfır vurgunun veya vurgusuzluğun en alt seviye olduğu üç seviyeli bir vurgu sistemine götürmektedir.

13/15

İngilizce sözcük vurgusunun parçalı yapı üzerinde gösteriminde de bir standard bulunmamaktadır. İkincil vurguyu üçüncü sesleminde taşıdığını farz ettiğimiz “pedigree” sözcüğü örnek alınacak olursa bu durum aşağıdaki gösterimler ile ifade edilebilir:

1 3 2

Pedigree ̍pedi ̩ gree pédigree PEDigree

9.7 Vurgu dağılımı

Bir çok dilde sözlüksel vurgu örüntülerinin dayandığı nispeten basit kurallar bulunmaktadır. Örneğin Fincede sözcüklerin her zaman için ilk seslemlerinin vurgulandığı, veya Türkçe’nin son seslemlerinin vurgulandığına dair Comrie’nin çalışmaları mevcuttur. İtalyancada üç seslemli sözcüklerde vurgu genellikle ikinci seslemin üzerinde bulunmaktadır.

İngilizcede sözcük vurgusundan bahsedilirken devreye giren üç etken bulunmaktadır: sözcüğün kökeni (Latin veya Yunan Kökenli oluşu), sesbilimsel yapısı (belirli ünlü veya ünsüz birleşimleri sergileme durumu), dilbilimsel yapısı (bileşik [compund] ad mı, kök + sonek yapısında mı)

Chomsky ve Halle Latin kökenli sözcüklerin Latincenin vurgu kurallarını izleme eğiliminde olduğunu ortaya koymuşlardır. Yunan kökenli sözcükler de İngilizce dışı bazı vurgu özellikleri sergilediğinden Kingdon 1985 yılındaki İngilizce sözcük vurgusunu anlatan çalışmasında İngilizce sözcükleri Yunan, Roma ve Latin kökenli olarak üçe ayırmıştır. Yine Chomsky ve Halle 1968 tarihli çalışmalarında “kuvvetli” ve “zayıf” ses kümelerinden bahsetmişlerdir. Zayıf küme kısa ünlüyü takip eden en az bir ünsüzden meydana gelen bir dizidir; kuvvetli küme ise kısa ünlüyü takip eden en az iki ünsüzden veya uzun bir ünlüyü veya ünlü kaymasını takip eden herhangi bir sayıdaki ünsüzden oluşur. Buradan zayıf küme ile sonlanan sözcüklerde vurgunun sondan önceki seslemde olduğu ;

deVElop deLIver inHERit inHIbit

kuvvetli kümeler ile sonlanan sözcüklerde ise son seslemde olduğu

eLOPE ComPLETE reVEAL aLLOW

gibi bir kural çıkmaktadır.

Ancak sözcüğe son ekler geldiğinde, bu son ek kuvvetli küme içerse bile vurguyu üzerine alamamaktadır.

deLIVer deLIVerance

inHERit inHERitance

İngilizcede bileşik sözcüğün ilk öğesinin tamlamanın ise son öğesinin vurgulanması yönünde bir eğilim vardır.

a BLACKbird a black BIRD

a BLACKboard a black BOARD

Tamlamalarda veya bileşik sözcüklerde sözcük vurgusunun korunduğu Chomsky ve Halle’in 1968 tarihli çalışmalarında detaylı olarak ele alınmaktadır. Bu çalışmaya göre, örneğin loganberry gibi bir bileşik sözcükte

14/15

ayrı ayrı sözcük vurgusu ve genel bileşik sözcük vurgusunun etkili olduğu DÖNGÜSEL (cyclic) bir yapı vardır ve şu şekilde gösterilebilir.

Loganberry = [[logan] [berry]]

Burada, her iki sözcüğü içine alan iç köşeli parantezler içerisinde sözcüğün hangi sesleminin daha belirgin olduğunu saptayan bir sözlüksel vurgu yerleşimi vardır. Dış köşeli parantezlerin bulunduğu daha üst seviyede ise iki sözlüksel vurgunun hangisinin daha yüksek olacağını (bileşik sözcük ise ilk, tamlama ise ikinci sözcük) belirleyen ileri seviye vurgu yerleşimi vardır. Chomsky bu durumla ilgili iki örnek vermektedir:

1. blackboard eraser (kara tahtayı silmekte kullanılan alet) = [[[black] [board]] [eraser]]

2. black board-eraser (siyah renk olan bir tahta silgisi) = [[black] [[board] [eraser]]

İlk örnekte “blackboard” bir bilgi öbeği, “eraser” diğer bilgi öbeği olduğundan vurgu yapılanması farklıdır. Aynı şekilde ikinci örnekte “black” bir bilgi öbeği, “board eraser” diğer bilgi öbeği olduğu için birinci yapıdan daha farklı bir vurgu yapısı ve döngüzüne sahiptir.

Bu aşamada Chomsky ve Halle İngilizce için farklı vurgu dereceleri olduğunu varsaymaktadır. 1 sayısını en üst seviye olarak almak sureti ile vurgu yerleşimi yapan herhangi bir kuralın aslında vurgulanmayan diğer seslemlerin hepsinde vurguyu azalttığı düşüncesini kabul etmektedirler. Bu, başlangıçta her bir sesleme 1. seviye vurgu yüklediğimiz anlamına gelmektedir. Örneğin “blackboard” bileşik sözcüğünde vurgunun ilk sesleme yerleşimi demek ikinci seslemin vurgu değerinin azalarak 2’ye düşmesi ve 12 şeklinde bir vurgu örüntüsünün ortaya çıkması demektir.

Literatürde bu üretimsel işlemler çoğunlukla VURGU DÖNGÜSÜ veya SESBİLİMSEL DÖNGÜ olarak geçmektedir.

9.8 İngilizcede Ezgi

Sözlüksel vurgu örüntülerinin ortaya koyduğu temel ritmi ve genel ayarları (örneğin daha yavaş veya daha hızlı konuşma ve daha yüksek veya daha düşük perde aralığı gibi) dışarıda bırakacak şekilde ezgi kavramının anlamı daraltılacak olursa geriye İngilizcenin ezgisinin temelini teşkil eden üç işlevsel bileşen kalmaktadır: TON ya da perde örüntüsü, TON YERLEŞİMİ (tümce vurgusu) ve TON GRUBU YAPISI. Bunların ilki tonsal seçenekler veya sistem içinde mevcut perde örüntüleri ile ilgilidir. İkinci ve üçüncü, birlikte TONLULUK ya da konuşmaların, içinde belirginliklerin konumlandırıldığı birimler şeklinde yapısallaştırılmasına ait kavramlar şeklinde düşünülmektedir.

İngilizcenin temel tonsal seçimi yükselme ve azalma arasındadır. Seçim önemli ölçüde işlevseldir ve normal durumda bir konuşmanın son sözlüksel vurgusu üzerinde işaretlenmiştir. Dolayısı ile azalan ezgi işareti “\” ile gösterilen aşağıdaki ifadeler bitmiş veya kesin ifadelerdir.

She lent him her \ CAR

Would youl leave the \ ROOM

15/15

Do be \ QUIET

Bu örneklerdeki azalan ezgi artan ezgiye dönüşmüş olsaydı bu ifadeler açık uçlu veya belirsiz, yanıt veya tepki gerektiren ifadeler olarak yorumlanacaktı.

Ton seçimleri oldukça düzenli yapılar içerisinde ifade edilmektedir. Öncelikle İngilizce konuşma dilinin temel ritmi ayaklara göre belirlenmiştir ve tonlar genellikle sözlüksel vurgular üzerinde gerçekleşmektedir. Aslında tonun meydana gelmesi sözlüksel vurgu örüntüsünün korunduğunu gösteren olgunun bir parçasını teşkil etmektedir.

Bunun devamında ton bir TON GRUBU’nu karakterize etmektedir ve bu grupta diğer ayaklar, tonu içeren ayağın alt ayaklarını oluşturmaktadır. Bir konuşmadaki ton sayısı ve bunun ton gruplarına ayrılması paralel ilerleyen, işlevsel değere sahip bir olgudur. İngilizcede basit ve yaygın bir örnek olarak tanımlayıcı bir sözcük veya tamlamanın, bir koşuntu (apposition) şeklinde, kendinden önce gelen tonun bir yansımasını sergilediği ayrı bir ton grubu oluşturması verilebilir:

He has two \ BROTHers II in\ BRISbane. (Brisbane’de yaşayan iki kardeşi var.)

He has two brothers in \ BRISbane. (Brisbane’de iki kardeşi var. Belki bir tane de Woolloomooloo’da yaşayan kardeşi olabilir.)

You mean his / FRIEND II the / ARchitect? (Mimar olan arkadaşından mı bahsediyorsun. Kişi belirli)

You mean his FRIEND the / Architect? (Belirli bir arkadaş grubu içindeki mimar olan arkadaşından mı bahsediyorsun. Kişi belirsiz)

I didn’t \ TELephone II because I was \ ANGry. (Telefon etmedim, çünkü sinirliydim.)

I didn’t telephone because I was V ANGry. (Telefon etmeme nedenim sinirli olmam değildi.)

Burada tonların belirlenmesinde genelde kullanılan işaretlerin kullanılması ve ton gruplarının sınır işaretleyiciler (II) kullanılarak gösterilmesi temel ton seçeneklerini kullanmak için yeterlidir. Ancak bu gösterim bir perde azalmasının birden fazla seslem üzerinde ne şekilde dağıldığı, ton grubunun geri kalanında ne gibi olaylar meydana geldiği konularını tam olayarak açıklayamamaktadır. Bu nedenle farklı araştırmacılar daha detaylı, farklı gösterimler geliştirmişlerdir.