F.-H.-Yalcinkaya-Ankebut.pdf download

376

Transcript of F.-H.-Yalcinkaya-Ankebut.pdf download

AMKEBUT K m d r ?

Ankebut. esasen Kur'an-ı Kerinı'ın 29. scıresınin adıdır ve örümcek anlamına gelmektedir. Ancak kitabımızda bu süre ıle ılgilı bır açıklama yoktur

ANKEBUT'un kıtabınıızın adı olmasının nedeni. kitabımızın kaynağı olan ruhsal bilgilerin ve bu bilgıleri veren ruhsal vaı·lığın kendıne bu ısnıı verıııesınden kaynaklanıııaktadıı·

ANKEBUT rnhsal bır vaı-lıktıı· ve Kuı"an-ı Kernıı'in ayetlerine ilişkin yorumlara bu vaı·lık aracılığı ıle ul.ışılııııştır.

Bizler. ruhsal bilgı ile aslında surekli olarak bır arada ve ıç içe yaşıyoruz. Çunku istısnasız hepimiz bedensel gorunuşunıuzun otesinde bırer ruh varlığıyız.

Bu nedenle ruhsal bılgıleı-.. ınsanlık taı·ihı boyunca bizleı·ı yonlendiren. ilhanı veren hatta tarihı yonlendıren bilgıler olıııuşlardıı·. Hele bu ruhsal bilgıler. tuııı ııısaıılığı ılgilendıren onenılı konulan ıçeı·ıyorsa..

lnsanlaı· ve ozellıkle nıusluıııanlar ıçııı bırincı derecede onenılı olan Kur'an-ı Kerını ve oııun yorumuna ılişkin bu bılgiler. sızlen çok şaşınacak Bu şaşkınlıkla Kuı"an'ırı ozune ve lssız derınliklerıne bıı· yolculuk yapacak ve goı·duğunuz guzelliklerı hayı·etle izleyeceksınız.

Dınleı·in batını dcrınlıgını ıf.ıde eden tasavvuf. bclkı de bu yolculuğun ta kerıdısıdır.

GÜNÜMÜZE AiT BİR YORUM

O şelıirde dokuz kişi (ya da grup) vardı ki, bunlar yer­yüzünde bozgunculuk yapıyorlar, iyilik tarafına lıiç yanaşmıyorlardı. (NEML SÜRESİ- 48. AYET)

. .. Buradan şunu anlamak mümkün; nerede bir felaket, afet oluyorsa bu­nun sorumlusu zulme yol açanlar, fitne çıkaranlardır. İnsanların umutlarını yok edenler, cahil bırakanlar, adaletini elinden alanlardır. Hiçbir "ah" yok olup git­mez, döner dolaşır, yeryüzüne düşer ve yıkar atar. Dokuz eleba,ı kimlerdir? Toplumda söz sahibi dokuz zümre . Bunlar;

1 - Her türlü yoldan para kazanan güçlü zenginler. Bunlar için her yol mubahtır, önemli olan vurgunu vurmaktır. Salih kimselerse onla­rın menfaatini zedeleyecek en büyük düşmanlarıdır. "Kim fakirin hakkı fakire derse" o, zenginlere darbe indirmiş olur.

2- Sistemin fıskosçuları, doğru mu yanlış mı demeden her dediko­duyu ayyuka çıkararak, bazen hiç var olmayan olayları, salihleri yıkmak için varmış gibi göstererek, iftiralar düzerek halkı etkile­yenler.

3- Yeraltı dünyası . Her türlü cinayet, fuhuş, uyuşturucu v.s . suçlarla güç elde eden hırsız, katil takımı .

4- Toplumda söz sahibi çok bilgili görünen daha doğrusu topluma kendini aydın olarak kabul ettirmiş kişiler.

5 - Sistemin yönetiminde yer alanlar. 6- Halkın asayişini sağlayanlar. Bunlar sadece yeraltı dünyasından

bazılarının kötülüklerine göz yumsa , bu bile fesat için yeterli olu­yor.

7- Adaleti hakkıyla dağıtmayan, menfaatinin icabı kararlar veren hu­kuk adamları .

8- Toplumda popülerlik kazanmış, böylelikle söz sahibi olmuş kişi­ler. Eskiden şairler bu konumda bulunuyordu. Genel anlamda sa­natçıların şöhretlileri denilebilir.

9- Toplumun üçüncü ve en önemli silahlıları askerler. Her devirde askerin sözü geçer. Bu grupların menfaat düşkünleri, toplumu kendi menfaatleri için sömürür ve yönlendirirler. Hepsi birbirle­rinin menfaatini kollayarak bir birlik oluştururlar. Halkın onları yıkmaya gücü yetmez.Ayrıca halk zaten uyuşmuş, düşünemez du­ruma getirilmiş, suyu çekilmiş tabiat gibi duygularından koparıl­mış hale geldiğinden bunu isteyemezler bile . Başlarındaki belala­rın kötülüklerin tek sebebi salihlerdir. Halk buna ikna edilir.

SEVGİLi ÜKUYUCULAR.

Severek ve istekle okuyacağınızı düşündüğümüz bir ki­tapla yine sizlerle birl ikteyiz.

Bu kitabın üzerinde çok konuşulacağını ve çok tartı­şı lacağını düşünüyoruz. Çünkü kitabımız Kur'an-ı Kerim ile ilgili ve Kur'an ayetleri şimdiye kadar hiç görmediğiniz şekilde yorumlanıyor ve derinlemesine araştırılıyor.

Kitabımızın adı bildiğiniz gibi "ANKEBUT Kur'an'ı Ke­rim'in ıssız Derinliği".

"Ankebut" çünkü bu bilgiler, çok uzun bir ruhsal cel­se çalışması sonucunda elde edilen, derlenen ve bunun ne­ticesinde alınan bilgilerdir ve bu bilgileri veren ruhsal var­lık kendisini bu şekilde isimlendirmektedir.

"lssız Derinliği" çünkü en güzel inciler en derinden çıkanlar ve herkesin kolaylıkla ulaşamadıklarıdır. Ankebut, Kur'an'ın en ıssız noktalarına inerek, bu güne kadar pek az kişinin ya da pek az gurubun kendi içinde paylaştığı bilgi­leri açığa çıkarıyor. Ve bunları herkesin anlayacağı dilde ifa­de ediyor.

"Sembolik Analizi" çünkü Kur'an sembollerle dolu ve belki de onun bu özelliği, her insana hitap etmesinin en önemli nedenlerinden biri. Çünkü sembolik anlatım i le, -tamamen yalın bir açı l ımı olmakla birlikte- herkesin ko­nuyu kapasitesine ve ihtiyacına göre anlaması ve idrak et­mesi sağlanmış oluyor. Bunun için de sembollerin açılması analiz edilmesi, değerlendilmesi gerekir ve elinizdeki kitap, işte tam da bunu yapıyor.

Soru cevap şeklinde düzenlenmiş olan ve akıcı bir üs­lubu olan kitabımızı keyifle okuyacağın ızı umuyoruz.

Sevgiyle kal ın, ŞiRA YAYINLAR!

1 ! '

ANKEBUT Kur'an-ı Kerim'in l ı ı ı z Derinli�i ;ı Sı,,,hl{ Ad;11l<J

F. H. YALÇINKAYA

ŞİRA YAYINLARI

ANKEBUT KUR'AN-! KERiM'iN ıssız DERİNLiGi

F. H. YALÇIN KAYA

© Bu kitabın tüm yayın hakları, ŞİRA YAYINLARI'na aittir .

• ŞİRA YAYINLARI

REKLAM VE PRODÜKSİYON HİZ. TİCARET -- YILDIRAY YILMAZ

Yerebatan Cad. Salkım Söğüt Sk. Keskinler İş Merkezi No: 8/511 Sultanahmet- İSTANBUL

Tel: O (212) 512 45 74 Faks: O (212) 512 45 98

http:www.sirayayinlari.com e-mail: [email protected]

POSTA ÇEK NO: 5870547

ISBN: 978-605-4182-05-3

GENEL YAYIN YÖNETMENİ: YILDIRAY YILMAZ

İDARİ İŞLER: AHMET ÇiMEN

REDAKSİYON: MEHMET ALBASAN

DAÖITIM SORUMLUSU: MEHMET GÖKGÖZ

KAPAK TASARIM: YILDIRAY YILMAZ

DİZGİ: ŞIRA YAYINLAR!

BASKI CİLT: DEN i Z MATBAA MÜCELLiT 0(212) 613 30 06

DAVUTPAŞA CAD. 1 PEK iŞ MERKEZi KAT:2 N0:19

TOPKAPI ISTANBUL

1. BASKI: MAYIS 2009

SUNUM

BESMELE

ALAK SÜRESİ

TARIK SÜRESİ

İBRAHİM SÜRESİ

NEML SÜRESİ

RAD SÜRESİ

KEHF SÜRESİ

İÇİNDEKİLE R

7

9

83

93

133

207

275

369

I

SUNUM

Hangi konuyu inceliyor olursak olalım, ruhun varlığı ve te­zahürleri ile ilgili bir bakış açısına sahip değilsek, o konunun ek­sik kaldığını görürüz ve birçok defalar da görmüşüzdür. Çünkü konu ne olursa olsun, ruhsal yönü yoksa, ruhsuz bir beden gibi et yığınından ibaret kalrr. Hareket kabiliyeti ve hayatiyeti sıfır­dır. Her konunun, insanın bir ruh varlığı olduğu fikrinden hare­ketle ve yine konunun ruhsal hiyerarşinin neresinde durduğu meselesinden bakarak incelenmesinde fayda vardır.

Zaten kendisi bir ruh varlığı olan insanın ruhsal bilgi ile il­gilenmesinden daha doğal bir şey olamaz. Bu nedenle ruhsal alemle irtibat tarihin her döneminde, çeşitli şekillerde gerçekleş­miştir ve bu sayede büyük ve önemli bilgiler elde edilmiştir.

Bu konu üniversitelerin ve çeşitli bilimsel çalışmaların ince­leme alanı içerisine girmiş ve bir çok sonuç elde edilmiştir. Tür­kiye' de ise Dr. Bedri Ruhselman'ın çabalarıyla çok önemli çalış­maların önü açılmış, onun döneminde ve ondan sonra da bunlar devam etmiştir. Kitabımızın yazılmasına vesile olan ruhsal irti­bat da işte bu tip çalışmaların bir sonucu, bir uygulama biçimi­dir.

Bir çok insana yabancı olan bu konu, aslında insanın kendi kendine yabancı olması gibidir. Bir tarafı ruh bir tarafı beden

7

Bu nedenle kitaptaki bilgileri, şuuru bizim gibi dünya mad­desine sıkışıp kalmış insanlardan daha serbest ve konuya çok daha kapsamlı bakan bir varlığın sözleri olarak bakmak gerekir. Konu bu kadar basittir. Söylenenler elbetteki eleştiriye ve üze­rinde tartışıp görüş bildirmeye açık olacaktır. Kitabın içeriğine dönecek olursak şunları söyleyebiliriz:

Tasavvufta "Kur'an'ın özü Fatiha Suresi, Fatiha'nın özü Besmele'dir. Besmele'nin de özünü ararsan 'Be' harfinin altında­ki noktadır" denir. Hatta Hz. Ali bir sözünde şöyle der: "İLİM BİR NOKTADAN İBARETTİ ONU CAHİLLER ÇOCALTTI"

Bu nedenle kitap, önce Besmele'nin yani her gün ezbere kul­landığımız BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM kelimesinin ar­kasındaki gerçekleri ortaya koyarak başlamaktadır. Yani bir an­lamda giderek büyüyen bir cahilliğin izini sürerek, mümkün ol­duğunca saf gerçeğin perdesini aralamaya çalışmaktadır. öyle ya Kur'an'ı anlayacaksak önce bu noktanın nasıl bir şey olduğu­nu anlamamız gerekir.

Kitap, daha sonra altı surenin yani; Kur'an'ın ilk suresi olan Alak Suresi, Tarık Süresi, İbrahim Suresi, Neml Suresi, Ra' d Su­resi ve Kehf Süresi'nin açaklamaları ile devam etmektedir. Ayet ayet açıklanan bu sureler, harici yani şekli ya da cümlelerin çevi­ri anlamlarının çok ötesinde batını anlamlar içermekte, verilen bilgilerde anlam derinlikleri ön planda tutularak, günümüz in­sanına mümkün olduğunca açık bilgiler verilmeye özen gösteril­mektedir.

İtiraz edenin bilmeden itiraz ettiği, körü körüne inananın da bilmeden kabul ettiği bu konuyu incelerken, Kur'an'ın iki görüş tarafından da genel olarak okunmadığı gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu çalışmanın, konunun temel kaynağı olan Ku' an-ı Kerim'in okunmasına ve dolayısıyla da daha derinden anlaşıl­masına büyük fayda sağlayacağını düşünüyoruz ...

ŞİRA YAYINLARI

8

BESM ELE

l3ismillahirrahmanirrahim

Besmelenin manasını açıklar mısınız? Besmelenin manasını açıklamaya ömür yetmez. Çünkü

O, Kuran'ın özetidir. Sufilerin dediği gibi; Kuran, evrenin özeti veya özü, Fatiha Suresi Kuran'ın özeti, Besmele de Fati­ha'nın özetidir.

Peki bu konuyu açıklayamayacağınızı mı söylüyorsunuz? İnşallah bir gün bu başarılır. Ucundan başlayayım ana

hatlarıyla izah etmeye. İlk kelime bismi "ismiyle" anlamına gelmektedir. Buradaki "be" harfinin noktası da besmelenin özetidir. Her şeyin aslında tek bir nokta gibi bütün ve yalın olduğunun ifadesidir.

Soru: "İsmi" ile "sema" Arapça'da aynı kökten geliyor. Yani isim ve sema ile bir ilişki söz konusu gibi. Bunu açar mısınız? "Allah, Adenı'e isimlerinin tümünü öğretti" (Bakara Suresi-

31) ayetinden anlaşılıyor ki Adem, bütün ilimleri öğrendi.

9

A N K E B U T

Sema, "yukarıdaki" anlamını da taşıdığından, beyni de temsil eder. Sema beyin, isim beynin öğrendikleri, barındırdıkları anlamı çıkar. Kuran' da "sema", "semavat" kelimelerinin çok geçtiği görülür. Allah, Adem' e tüm isimlerini öğretti ise, Adem nasıl hata yapabilir? Ve Adem bütün evren bilgilerini nasıl kaldırabilir?

Bu şu demektir; Allah, Adem' e tüm evreni öğrenecek, kullanacak kadar beyin kapasitesi ve bilinç değeri vermiştir. Adem nesli eninde sonunda bu kapasitesini kullanabilecek, beyne yerleşmiş kodlarla bütün evreni anlayabilecektir. Oysa Adem, bunu taşımış ancak yaşadığı kadarını kullanmış ve anlamıştır.

Adem'in alimliği, iblis'i geçmiş, ondan üstün kapasiteye sahip olduğunu ispatlamıştır. İblis, Adem'in "Eşref-i Mah­h'.ik" oluşunu anlayamadığı için Allah'ı bir yanlış içerisinde görmüş, o yüzden de Adem' e secde etmemiştir. Bu yüzden "beni azdırdığının hakkı için bana şunları ver" diye talepte bu­lunmuştur. Oysa Adem, Allah'ın pek çok özelliğinin olduğu­nu yaşayarak öğrenen, aslında kapasitesinde barındıran (ya­ni tuşlandıkça ortaya çıkan bilgisayar verileri gibi) kişi oldu­ğu için, Allah'ın Onu affedeceğinden ve bir kurtuluş çaresi vereceğinden emin olarak, Allah' tan özür dilemiş ve kurtulu­şun yeryüzünde bir hayat sürerek mümkün olacağını öğren­miştir.

Sonuçta Adem de İblis de birer hata yapmışlar, İblis af di­lememiş, Adem, af dilemiştir. Demek ki Adem gerçekten de en alim kişidir ki meleklerden de üstündür. Çünkü Allah'ı anlayabilme kapasitesi en yüksek varlıktır.

Sema ile isim şöyle bir ilişki içindedir: Semamz yani ev­reninizdeki tüm bilinç toplulukları -ki bunlar galaksilerdir. Her biri bir logos, bir bilinç taşır. Yani her biri Allah'ın isimle-

ıo

B E S M E L E

rinden birinin düzeniyle yaşar. Oysa dünya, içinde tüm ev­rendeki bilinçlerin tamamını barındıran fevkalade bir bilinç (logos) topluluğudur. Adem neslinde Allah'ın 99 ismi birden görev yapar. Bu, adeta evrenin kalbindeki nokta niteliğinde olan dünyaya ayrı bir önem katar. Bu nedenle bütün evrende­ki yaratılmışlar, dünyayı inceleme gereği duymaktalar. Bu dünyanızı evrenin öğretmeni konumuna koyar. İşte bu yüz­den eşref-i mahluk ademoğludur. Siz, Ademoğlu, işte bu ne­denle her işe koyulduğunuzda "bismi" demelisiniz. Çünkü semanızı yani beyninizi tüm kapasiteyle kullanmalısınız. Bu sizi saçma ve boş yanlışlardan korur.

"Bismillah" dediğinizde "Allah'ın bana verdiği sema

ile ve barındırdığı isimler ile hareket ederim" demektesi­niz. Bu da en yüce akılla davranmaktır. Bismillah'ın ardından Rahman ve Rahim'i andığınızda ise, işin içine kalbinizi katar­sınız. Çünkü sevgi ile akıl bütünlüktür. Sevgisiz akıl olmaz. Semanızın alt yapısı sevgidir. Bilinçaltınız kalbinizle birlikte­dir. Ruh orada durmaktadır. Muhakkak Ruh, Allah'ın sevgi­sinden üfürülmüştür. Aslında şudur ki: "bismi" kelimesi "akıl", Rahman "Ruh", Rahim ise "Beden"dir. Siz de bu üçü­nün bileşkesisiniz.

"Bismi" kelimesi, başlangıç lafzı "ismiyle" başlanır her işe ama kimin ismiyle. " Allah" kelime olarak "İlahların İlahı" demektir. İlah nedir? Tapılanlar. Dolayısıyla Allah'a ortak ko­şulanlar, Allah'ın yerine konanlardır. Allah kelimesi, hepsinin üstünde demektir. Peki, Allah kimin üstündedir? Rahman'ın üstündedir. Rahman kimin üstünde? Rahim'in üstünde. Şim­di, bilen kişi için "bismi" kelimesi yeterlidir. İnsan cahil gön­derildiğine göre (Zaten öğrensin diye bilmeyendir) Allah bil­dirir. Çünkü Rab ne verirse onun şifasını da verir. İnsana ca­hillik, karşılığında da Kur' an vermiştir. "Peki diğer kutsal

semavi kitaplar nedir?" diye sorarsan; Kur'an'ın, onların

il

A N K E B U T

devri için gerekli ve yeterli birer görüntüsü niteliğindedir. Aslında öz olarak bir ve aynıdır. Ama o zaman için o kadar yeterliydi. Fakat insan alt beyinleri geliştikçe ilmin de geliş­mesi gerekiyor. Anlayış gelişip bilgiye doymayan aç beyinle­rin doyması için Kur' an gönderildi. Kur' an anlaşıldığı zaman açlık zail olur. Buna tasavvufta Mutmainlik denir. Tabi duy­gusal yani sezgisel tatmindir bu yoksa ilim yönünden tatmin değildir. İlim yönünden tatmine "ilmel yakin" denir. Daha ötesi "aynel yakin" görerek yakınlık daha ötesi "hakkel ya­kin" yaşayarak yakınlık ve tatmindir.

Açıklamaya "Rahim"den başlamam gerekiyor. Size ya­kın kısmından. Rahim, bildiğin gibi Allah'ın 99 isminden bi­ri. Onun sıfatlarından biri olduğundan, bütün rahim sıfatlıla­rı kapsar tabi bu kelime. Allah, Rahimlerin ve Rahmanların üstündedir. O hepsinin rabbidir.

Rahim ve Rahman'ın ifade ettiği bir diğer bir yön de ev­renin dişil ve eril yapısıdır. Örneklemek için Rahim'i dişi, Rahman'ı erkek yerine koymak durumundayız. Kadın da Ra­him'e ait şefkat vardır. Kadın yavrusuna yoğun bir şefkat ta­şır. Doğuştan bu özelliğe sahiptir ama kadın anne olmadan bunun pek farkında olmaz. Fakat anne sevgisinin bazı kadın­larda köreldiğini görürüz. O kadar ki bu kadınlar çocukları­na kötülük bile yaparlar. Fakat Rahim sıfahnı benliğinde edi­nebilen karakterine oturtabilen kadının, anne sevgisi körel­mediği gibi, gitgide genişleyen bir hal alır ki bütün insanlığa merhamet etmeye başlar. Bu kadın artık Rahim' dir. Bu kadı­nı da içine alıp daha geniş bir merhamete sahip olan, onun üstünde olan erkektir. Erkek, doğuştan Rahman sıfatlıdır. "Rahman niye Rahim' in üstündedir?" dersen kadın yavrusu­nu öyle yoğun sever ki eşine aynı oranda sevgi veremez. Yav­rusuyla sevgisi bağlı haldedir. Bu durumda birinin eşi; eğer Rahman sıfatını reddetmiş, karakterine oturtamamışsa, ka-

12

B E S M ELE

dınla çocuğun sevgisini kıskanıp kadına düşmanlık duyar. Çünkü o kardın, artık onun evlendiği sevgilisi değildir. O ka­dını reddetmeye başlar. Gitgide daha çok soğur, başka bir ka­dın ister. Kur'an' da erkeğe dört kadınla evlenme hakkı veril­miştir.

Bir çok din büyüğünün hayatlarına baktığımızda tek eş­liliği tercih ettiği görülmektedir. Bunu göz önünde bulundur­duğumuzda dört kadın meselesinin körü körüne bir hak ol­madığı ve tamamen.yanlış anlaşıldığı görülecektir. Çünkü böyle bir hakkın kullanılması erkeğin eksikliğini ve rahman olan tarafını yaşayamadığını kabul etmesi anlamına da gelir. Ayrıca bu konu değerlendirilirken, zamanın ve mekanın şart­larının da mutlaka göz önünde tutulması gerekir.

Peygamberimiz de çok eşliydi neden peki? (), Hz. Hatice ile evliliğini yirmi beş sene tek olarak sür­

dürmüştür. Onun vefatından sonra çok eşli olmuştur. Onun ruh düzeyine karşılık olabilecek yegane insan Hz. Hatice ol­duğundan, O sağ iken başka bir eşe gerek yoktu. Ama O'ndan sonra demek ki gerek olmuş ki durum değişmiş. Pey­gamberin durumu bir istisna halindedir. Konumuza geri dö­nelim: Rahman olamamış erkekten bahsetmiştik. Rahman sı­fatını taşıyan erkek ise insanların da ötesinde bütün mahlu­kata şefkat duyar. Bu yüzden Fatıma, Peygamberimizin kızı olduğu halde, kendisi toprakla alaka kuramamış, fakat Hz. Ali' de bunu görüp babasına anlatmıştı. Evlendikleri ilk gece Hz. Ali'nin toprakla konuştuğunu görmüş, kendisi duyma­mıştı.

NOT: Hz. Muhammed, Hz. Ali'ye hitapta bulunarak kendisine "Ebu Tü­rab" demiştir. Ebu Türap toprağın babası anlamına gelir. Ayrıca müte-

13

A N K EılU T

vazilik, her türlü bencillik ve kibirlikten uzak olmak, basit bir deyim ile yer olmak, kendisini halk için herkesten daha alçakgönüllü demeye de Turap olmak adı verilir. Hz. Ali'ye bu ismin verilmesinin diğer anlamı

da onun yukarıda saydığımız özelliklere sahip olmasıdır. Bu ulu zat bir sözünde şöyle der: "Ben müminlerin emiriyim. Onların en yoksulunun

yediQini yemeli ve giydiOini giymeliyim ki yoksul olanlar hallerinden

utanmasın, şükretsinler" Bu mütevazilik, ancak kendisine toprak kadar tevazu gösteren insanların genişliğidir. Turaplık ayrıca bir doğa ve ev­ren yasasıdir. Başka bir deyimle varolma yasasıdır. insan topraktan gelmiş ve toprağa dönecektir. Bir insanın kendisini toprak görmesi onun büyüklüğü ve ululuğudur.

Başka bir açıdan baktığımızda da Turaplık (Toprak) cömertliktir. insa­noğluna karşılıksız nimet vermektir. Ona ürün ve ihsan ulaştırma, onun gıda deposodur. Toprak olmadan insanoğlu yaşayamaz. Toprak olma­dan insanoğlu onun içinden çıkan enerji ve maddelere, doğal maden­lere sahip olamaz. Toprak doğayı, başka bir deyimle evreni var eden te­mel etkenlerden biridir. Güneş, su, hava ve toprak fıısanoğlunu var eden, ona yaşam olanağı verebilen temel etkenlerdir.

Kadınlar daha duygusal bilinirler, oysa duygu yükünün daha fazlası erkektedir. Fakat bir erkeğin Rahman olabilmesi için, bir Rahim'in yardımına ihtiyacı vardır. Bu yüzden Hz. Ali'nin pek çok çocuğu olduğu halde, İmamet ilmi Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin' den yürümüştür. Onların annesi Fatıma'ydı çünkü. Erkeklerin kadınların üstünde olması kavramı kapsa­makla ilgilidir. Hani matematikte kümeler konusunda, A kapsar B'yi denir ya onun gibi.

14

B E S M E L E

Peki erkeklerin insan olarak daha gelişmiş olduğunu söyleyebilir miyiz? Yani erkekler daha mı insandır? Hayır ... Öyle denemez. Ancak şöyle söylenebilir; kemale

ermiş bir kadından kemale ermiş bir erkek daha alimdir. Bu ilmin neticesi olarak yöneticilik erkeğe verilmiştir. Fakat "or­dudaki er mi daha insandır yoksa general mi" desek ne kadar abes bir soru olursa, o kadar abestir. Çünkü hissiyatın mut­mainliği ve Rabbine duyduğu bağlılık ve aşk her iki cinste de aynıdır. Bir de ahret hayatındaki duruma bakars�k, kadın ve erkeğin tamamen eşit olduğu nu görürüz. Çünkü ahrette ka­dın erkek ayrımı yapılmaz. Cennete ilişkin bir çok tasfir olmasına rağmen Kur'an' da, kadınlara şöyle cennet, erkekle­re böyle cennet denmemiştir. Her ne kadar bazı anlayama­yanlar, bazı ayetlerden erkeğe huri, kadına gılman verileceği sonucunu çıkarmışlarsa da doğru değildir. Er ya da general, kim daha kahramanca davranırsa, kim görevini daha iyi ya­parsa o daha insandır. Er, emir alhnda olmanın sıkıntısını, ge­neral üs olmanın sorumluluğunu taşır. İkisi de sıkıntı çeker, ikisi de mükafatını alır.

Peki, niye hep "erkekle kadının hangisi üstündür, yok eşittir" diye tartışılır? İnsanlar cinsel yönden tatminsiz, ruhsal ve zihinsel

olarak aç olduğu müddetçe, birbiriyle uğraşıp dururlar.

Cinsel tatmin nasıl olacak peki? Erkek ve kadın ilişkiye "gözlerimi kaparım vazifemi ya­

parım" anlayışıyla baktıkları sürece cinsel tatmin olmaz. O da her şey gibi ruhsal eğitim yani çok iyi bir konsantrasyonla olur. Birisi bunu başaramazsa bu olmaz. Çok ilginçtir ki ka-

1 5

A N K E B U T

dm, evde kendini kocasından üstte görürse cinsel tatmini bu­lamaz. Aynı şekilde erkek kadına şefkatte yeterli olmazsa o da tatmin olamaz. İkisi de sadece kendini tatmin etmeye çalı­şırsa yine olmaz. Kadında saygı ve karşısındakini memnun etme isteği olmalı. Erkekte şefkat ve memnun etme arzusu ol­malı. Ama evliliğin devamı için bir vazife olarak görürlerse boşuna uğraşırlar. Yoğun duygu konsantrasyonu olması şart­tır.

Besmele'nin manası bu kadar mı? Yani erkek ve kadın meselesi, konuyu açıklamak için yeterli mi? Besmele' de kadınla erkeğin anılması, bütün mahlukat

için geçerlidir. Erkek ve dişi, varlığın yaratıcı sebepleridir. Al­lah "ol" yani "kün" emrini vermiş hayatı erkek ve dişi oluş­turmuştur. Burada aynı zamanda Allah'ın zatında hem rahim hem Rahman vardır. Yani Rabb hem dişi, hem erkektir de de­nilebilir.

İyi de, her işi yapmadan önce neden besmele çekiyoruz? Sırat-ı müstakim denen bir doğruluk çizgisi var. Bu çizgi­

den saptın mı cehenneme düşersin. Sıratı müstakim bütün dünya hayatı boyunca üstünde yürümemiz gereken bir yol ama "kıldan ince kılıçtan keskin" bir yol bu. Sıratı müsta­kimde dengeyi bulabilmek için bir denge sopasına ihtiyaç ol­duğunu düşün. Bu sopayı ortasından tutman gerekir. Eğer sopayı doğru tutarsan ipte yürümen kolaylaşır. Aynı şekilde bu hassas ve çok zor olan dengeyi sağlamak için "besmele" sopasına ihtiyacın var. Rahim, Rahman ve Allah 'ı yerli yeri­ne oturtursan başarırsın.

Besmele'yi daha değişik olarak denge unsuru olan alt be-

16

B E S M E L E

yin ve üst beyin diye ele alalım. Anneden elde edilen üst be­yin Rahim, babadan elde edilen alt beyin Rahman ve tabi­i varlığın tek müsebbibi Allah yani gerçek ilah, sahte olma­yan. İşte bu dengeyi kurarsan başarırsın. Sonuç olarak alt be­yin sonsuz alemi, üst beyin dünyayla ilgili işleri yönlendirir. Dolayısıyla burada dünya ve ahret dengesini kurman gerek­tiği ve her şeyden önce Allah' a tam ve saf iman gerektiği an­latılıyor. Diyorum ya besmeleyi tam anlatabilsem anlatmam gereken başka bir şey kalmaz.

Din olgusu, neden "şunu yapma, bunu yap" şeklinde ayrıntılardan oluşuyor? "Bütün mesele dengedir, dengeyi sağlayacaksın" diye anlahlmadı ki? Teferruata ne gerek var? T üme varmak için ayrıntılardan başlanır. Bir şeyin başını

bulmak için ucundan tutmak zorundasın. Düşünmeye üşe­nen insanlara gerçeği anlatmak zorundasın. Daha beyninin ne olduğunu düşünmeyen insanlara nasıl anlatacaksın? Ay­rıntılar Allah'ın rahmetinden kaynaklanıyor. Yoksa "İşte

Kur' an budur, anlayın ey kullarım! Arif olan anlar" desey­di, Allah haksızlık yapmış olmazdı. İlim zaten ondan ibaret­tir. Hz. Ali : "ilim bir nokta idi onu cahiller çoğalttı" derken bunu söylüyor.

Besmele'nin hiç bilinmeyen bir yönü var, onu anlatayım mı? Allah, Rahman'a vahyetti Peygamberlik oluştu. Peygam­ber Rahim'e ilham etti velayet oluştu. Şu sözü iyi düşün: "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır." Hz. Muhammed peygam­berlerin, Hz. Ali de velilerin şahıdır. Peygamber dini getirir, Veli onu işler. Yani biri elması bulur getirir, diğeri onu işler parlatır. Bu manasıyla besmele; velayeti kabul etmeyi, imanın şartı olarak anlatıyor.

17

A N K E B U T

Nübüvvetten sonra "tasavvuf" denilen ilme hiç aldırış etmeyenlerin de başaramayacağı sonucuna varabiliriz. Öyle ya şehre girmek istiyorsan kapıyı bulacaksın. Bu kapı öyle bir kapıdır ki giriş de varış da oradandır. Bu şehrin içinde dört kapıdan geçilir. Ömrün yetmese de, bu azametli şehirdeki ge­zintiyi, ölüm sonrası yaparsın. Önemli olan girmek ve kaç­mamaktır. Oraya girmenin tek bir yolu vardır, o da kendi kı­yametindir. Kıyamet Suresi bunu anlatır. Bunu başarmak için Peygamberin işaret ettiği kişi olan Hz. Ali'nin ilminden çık­malısın yola.

Hz. Muhammed hiç kimseye Allah'ın sıfatlarından birini isim olarak koymamıştır. Onun yerine "Abdullah, Abdurrah­man, Abdurrahim, Abdulkerim" gibi başına "abd" yani kul kelimesini koymuştur. Ama Hz. Ali'nin ismini sadece Ali ola­rak koymuştur. Bu konu hakkında düşünülmelidir. Evet, Hz. Ali' den yürüyen tasavvuf ilmi, dinin lüksü değil, gerekliliği­dir. Bunu, nedense dini kabuğundan anlayanların çoğu hep şöyle söylerler: "Sen dinini yap da tasavvuf şart değildir."

Tasavvufu öğrenmeden dinini nasıl yaşayacaksın peki? Şu boş bir laf değil: "Yarım hekim candan, yarım hoca imandan

eder". Maalesef İslam alemi yarım hekim ve yarım hocaların elinde can çekişiyor.

Besmeleyi Akıl, Ruh ve Nefs yönünden ele alalım. Akıl, Allah'tan gelir. Aklın yolu bir ve tektir. Çünkü O, sadece Al­lah'ın zatındandır. Rahman olan Ruh, Rahim olan Nefis'tir. Ruh ile nefsi birbirine girift olarak düşün. Çok kaba bir sınıf­lama yaparsak, IQ, beden, sufü duygular ve Nefsi, EQ (duy­gusal zeka) iç· organları, ulvi duygulara da Ruhu sembolize eder. Bunu sakın gerçek olarak kabul etme. Sadece izah et­mek için böyle sınıflıyorum. İç alemimizde Ruh gücünü nef­sin üstünde, Allah imanını da ruhun üstünde tutmamız ge­rektiğini söyleyebiliriz.

18

B E S M E L E

Bazı öğretilerde nefse "köpek" yakışhnnası yapılmışhr? Nefs gerçekten kötü müdür? Bazı kavramlar anlaşılmayınca böyle izahlar çıkıyor orta­

ya. Köpek, burada bir benzetmedir. Köpek, sadık bir hayvan­dır ama saldırgandır. Kendini ve sadık olduklarını saldırarak korur. TerbiF olmamış nefis de saldırgandır. Esasen nefis di­ye ayrı bir varlık yoktur, bu insanın diğer yönüdür. Şöyle an­latmaya çalışayım: Ad���ne_tte y_a.sak meyve yedi. O an­dan itibaren aoyla tan�ştı. O azap, Rabbiyle araya yetmiş kat perde koydu. İşte o yasak meyve nefsi oluşturdu. Bu yüzden cennetten çıkmış oldu. "aşağıl�rın en aşağısına" evrenin çe­kirdeği olan dünyaya indi. Artık ölümü tadana kadar o azap­la yaşayacaktı. Ölüm son acıdır. Ondan .sonra tekrar cennet huzuruna kavuşur. Fakat nefsine kapılanların azabı dinmez. Ölüm onların azabını bitirmez. Çektiğiniz bütün acılar olum­suz duygular nefsin eseridir. Dediğim gibi nefis diye ayrı bir varlık yoktur.

İnsan azaba duçar olunca meydana gelmiş bir program gibidir. Bu yüzden çocuklarda nefis yok gibidir. Büyüdükçe çocuk değişir. Azapla tanışınca bocalamaya başlar. Fakat bu bocalama, bu acı çekme, meleklerde olmayan bir şeydir. İnsa­nı değerli, meleklerden üstün kılan budur. Rab, acı çekenin acısını çeker. Kulun çektiği acıların onun katında çok büyük değeri vardır. Günah işlemeseydi insanı halk etmezdi zaten. Günah pişmanlık ve tövbe getirir. Bu acıdır ama Rabbine bü­yük bir ibadettir. Diğer ibadetleri melekler fazlasıyla yapıyor zaten. İnsan namazda secde etmesiyle, Rabbin ona vermiş ol­duğu değeri hatırlamış ve kendine değer vermiş olur. Çünkü secde, Adem' e melekler tarafından yapılmıştır.

Şimdi özetle, nefsin yani azabın üstesinden gelen yani acılarına gem vurmayı, acıya dayanmayı öğrenen kişi kurtu-

19

A N K E B U T

luşa erer. Onun nefis grafiği başlangıçta nasıl düşükse öyle sona erer. Arada yükselme olacaktır tabi. Fakat hayvan gibi güdüleriyle hareket eden, azaplarının dürtüsüyle veya azap­tan kurtulmayı dünya materyallerinde arayan kişi gitgide yükselen ve öylece kalıp sonlanan bir nefis grafiği çizer. Bu­nun sonucunda azabı devamlı olur. İşte bu yüzden acınması gerekenler zalimlerdir. Allah'ın gösterdiği kurtuluş çarelerine hiç aldırış etmeden güdülerini dinlemiş ya da onu tamamen inkar etmiş bir insan, kendini azapta kalmaya mahkum eder. Allah zalimlere hidayet etmez.

Besmelenin bir başka açıklaması daha var mı? Var tabi. Mesela mikro alem "Rahim", makro alem "Rah­

man" olarak izah edilebilir. Besmelenin her manasını bitir­sem ilm-i ledünü (ilahi sırlar) bitirmiş olurum. Ama çok kısa bir özet yapsam şöyle demem yerinde olur: Her şey Allah'ın rahmetinin eseridir. Yani varlık rahmetten oluşmuştur. İşte insan da merhameti ölçüsünde insandır. Ne kadar merhame­ti varsa o kadar değerlidir. Evrenin sahip olduğu saf enerji, sevgiden ibarettir.

. ..

Daha başka mana söyler misin? Dünyadaki karalar Rahim, Denizler Rahman. Mesela gü­

neş sistemi diyoruz. Burada bir duran ve etrafında dönenler var. Bu yüzden güneş Rahim etrafındakiler Rahman. Aynı şe­kilde mikro alemde atomun çekirdeği Rahim, etrafında dö­nenler Rahman. Arapçada güneşin müennes (dişi) olması bundandır.

20

B E S M E L E

Arapçada bazı şeylerin müennes bazı şeylerin müzekker yani dişi ve erkek olması tesadüfi değil demek ki. Bu isimleri kim düşünüp koymuş? İnsanlar bu dili oluştururken bunları biliyorlar mıymış? Bir dili bir kişi oluşturmaz ki. Dil insanların oluşturduğu

bir olgudur. Arapçada meydana gelen bu yüksek mana, ta­mamıyla Rabbin kontrolünde oluşmuştur. Kur'an arapçadır. Niye başka bir dil değil arapçadır. Hatta "Arap alfabesi ne­dir? Harfler neyi ifade eder?" diye düşünmek gerekir. Kur' an, insan dünyaya inmeden önce vardı. Allah gerekli şartları oluşturdu ve Kur' an yeryüzüne indi. Fakat inmesiyle murad edilen bitmiş değildir. Şimdi arbk Kur' anı anlama, ya­ni işleme vaktidir. Kur'an anlaşıldığında dünyanın ve evre­nin ömrü tamamdır.

Bir konu daha dikkatimi çekti. Cezbedici, etrafında döndüren güç dişi varlık öyle değil mi? Bu dişiyi daha üstün yapmıyor mu? Yani irade dişide, erkek iradesizce onun cazibesine mi kapılıyor? Burayı anlamadım! İnsanların anlayamadığı ve bilmediği pek çok konuyu

barındırır Kur' an. Etrafında dönen iradesiz sanılabilir ancak onun etrafında dönerek onu adeta korumaya almış, dikkatle onu gözetenlerin de gücü ve iradesi var elbette. Evet, çekir­dek cezbeder, bir güç kullanır ama diğerleri de dönmek için bir güç kullanır. Diyelim çekirdek cezbetti diğerlerini etrafın­da topladı. İradesiz olsalardı öylece bakıp kalırlardı. Oysa on­lar dönüyorlar, bir çaba gösterip maddeyi oluşturuyorlar. Onlar dönmezse her şey biter. Aynı şekilde kadının yumurta­lığı cezbeder, erkeğin sperm hücreleri büyük bir enerjiyle onun içine girmek için çaba sarfeder. Fakat yumurtalığın ce­zibesi olmasa spermler dağılıp kaybolur. Anladın mı?

21

A N K E B U T

Kısaca şöyle desem olacak galiba: Rahman olmadan Rahim, Rahim olmadan Rahman meydana gelemiyor. İkisi birbirine bağlı değil mi? Bağlı yani denge ... Hayatın ve maneviyatın dengesi buna

bağlı. Rahman ve Rahimler yerli yerine oturursa yani vazife­sini yaparsa denge tamamdır. Aksarsa her şey aksayacaktır. Allah, Kur'an'la uyarıyor; dengeyi bulun yoksa helak olacak­sınız.

Besmele, insan bilincinin arştan arza inişini anlatan bir uzun anlamdır. "Be" harfinin noktası Allah'ın birliğini ve bü­tün kainatın ve kainatların tek bir noktadan halk olunduğu­nu işaret Aynı zamanda "be" "sin" ile birleştiğinde teklikten sonra çift yönlü var oluşla Teslis'i (üçleme) yani Cenabı Hakk'ın üç yönünü temsil eder. Tek başına "sin" insaniyet şu­urunun başlangıcını da anlatır. Bu başlangıç çok uzun bir gi­dişatın başıdır. Bu uzu_nluk "mim" harfine birleşmeden önce temsil edilir. Çünkü "mim", yani övgüye layık olan nura ulaşryıak için pek çok iş, işlem gerçekleştirildi. İşte "mim" ya­ni Muhammed, böylece Habibullah oldu. O Rabbini bilen ol­makla, ona muhatap olabilmiş olmakla Habib (sevgili) oldu. O nur, idrak demektir. İnsan şuurunun özü demektir. O Nur, Rabbin üç yönünü taşıyan Nur' dur. O, her bir varlığın en övülmüşü en kıymetlisidir. Onun açılımı; Allah, Rahman, Ra­him' dir. Rahman'daki "mim" Rahman sıfatta insanın şuuru­nu, Rahim' deki "mim" de Rahim sıfatta insanın şuurunu tem­sil eder. Yani besmeleyi tersinden izah etmek daha anlaşılır olacak ki bu rahimin sonundaki "mim" den başlamakla olur.

Kabukların en dış kabuğu, Rahim alem olan madde ale­midir. Her bir insan özüne varmakla uğraşır. Fakat Rahim olan alemde bunun farkına varanlar, kestirme bir yoldan gi­derken, farkına varmaksızın kul olanlar, kul olma sorurnlulu-

22

B E S M E L E

ğunu reddedenler, epey uzun ve dolambaçlı bir yoldan git­mek zorunda kalır. Kimde özünden gelen nur fazlaysa, onun iyiliği, iç güzelliği, bilinci yüksektir. Besmelenin yirmi bir harfinin ayrı ayrı manaları sırrı vardır. Bu sır, insanın sırrıdır. Bu bilmeceyi çözen özüne kavuşur.

Başa dönersek, "mim" harfinden sonra gelen Allah keli­mesinin, ilah kelim�sinin güçlendirilmiş hali yani "ilahların ilahı" manasına geldiğini söylemiştim. Allah kelimesi "la ila­he illallah"ın özetidir. Bunun ise "ilah yok ancak ilahların ila­hı var" demek olduğunu biliyoruz. Parçalanma yok bütün ilahlar ancak tek bir ilahhr. Yani insandaki Allah'ın ta kendi­sidir. O da ruhudur. Ruhun muhteviyatı ise anlaşılamaz bir sır olarak durmakta. İnsan eğer kendisindeki Allah'tan şuur olarak uzaklaşırsa, parçalanmış hisseder. Bu bir büyük azap­tır. Kendindeki büyük kudretten uzaklaşmış, acizliğe düş­müştür. Kelime olarak cehennem, çok aşırı uzaklıkhr.

Kişi cehennem içindedir yani uzakta. İşte bu durumda içindeki eksikliği gidermek için yalana başvurur, kendini bü­yüklenmeye girmek ister. Kibir ise ancak daha parçalanmış, daha da uzaklaşmış bir insanın hastalığıdır. Bundan kurtul­manın çaresi "Lailaheillallah" ve Bismillahirrahmanirrahim" ilacıdır. Bu yüzden her işimize besmeleyle başlamak gerekir. Allah'ın adıyla, Rahman ve Rahim'in üstünde kapsamında­dır. Ve işte bütün kainatın düzeni bunun üzerinedir.

Besmele öyle bir şifredir ki bütün var oluşun, yaşamların tümünü içerir. Rahim sıfatta bedenlenmiş dişi insan, birey­den bütüne doğru tekamül etmesi gereken bir kişiliktedir. Ra­him olan dişinin sevgi gücü yoğunlaşmış, kalıplaşmış, sabit bir sevgi gücüdür. Bu özelliğiyle dişi anneliğe kabiliyetlidir. Dişi tüm sevgisini yavrusunda yoğunlaştırarak onun gelişi­mine yardım eder. Bu annenin karnında başlar ve annenin

23

A N K E B U T

ölümünden sonra bile devam edebilir. Rahim dişiye düşen bu yoğun, sabit sevgi gücüı:-ü dağıtmak, yavrusunu sevdiği gibi tüm insanları sevebilmeyi başarmak yolundadır.

Tekamülü başaramayan dişi tehlikeli bir hal alır ki sevgi­sini iyice yoğunlaştırıp sabitleştirir, yavrusunu avucunun içinde durması gereken bir mahluk gibi görür. Onu her şey­den korumaya kalkarken, yaşamını sürdürmesi için gerekli duygularına bile el koyar. Bu tür analar yavrularını her dişi­den korumaya kalkar. Onun bir başka dişiyi hatta hemcinsi bir arkadaşını bile sevmesine müsaade etmez. Kız çocuk için de aynı şey geçerlidir. Onun da bir erkeği sevmesine müsaa­de edilmez. Eğer severse ayrılmaları için çaba sarf eder. Öm­rü boyunca yakın takipte, nefes aldırmaksızın isteklerini yap­tırmak ister.

Rahman sıfatta bedenlenmiş erkek ise dağınık, değişken, dolanan bir sevgi gücüne sahiptir. Daha sevgi gücünü hisset­meden bir negatif dişi tarafından hapsedilmezse tekamülüne dağınık, dolanan sevgisinin yoğunlaşmış halini de deneyerek başlaması gerekir. Yani bütünden bireye doğru._Bunu en ola­ğan şekliyle aradığı bir pozitif dişiyi bularak başlar. Ona duy­duğu sevgi kapsayıcı, koruyucu ve sabit olduğunda eksikliği­ni gidermeye yavrularını da aynı şekilde sevmeye muvaffak olur. Negatif dişi, nasıl sevgisini yoğunlaştırıp saplantı haline getirir ve eşine dahi yavrusuna yaptığı zapt edici muameleyi yaparsa, negatif erkek de dağınık sevgi gücünü iyice dağıtıp sevgide karar kılamaz, sadakatsiz, serseri, şıpsevdi bir so­rumsuz çapkın olabilir. İnsanların dişi veya erkek olması, kendisindeki sıfatları tamamlaması içindir. Her iki sıfat da güçlendiği zaman tekamül istenilen hale gelir.

Pek çok çift, evlilik öncesi birbirlerini çok sevdiklerini, fa­kat sonra çocuklar veya ailelerin karışımıyla bunun bozuldu-

24

B E S M E L E

ğunu gitgide mutsuz ve uyumsuz olduklarını söylerler. Bu­nun nedeni kadına dişiliğinin yaşatılmaması, bu yüzden ka­dının eşini sevebilmek için anne moduna geçmesi yüzünden­dir. Başarılı cinsel hayat evliliğin anahtarı, bu da sevginin ya­yılımı, sevginin genişlemesinin sebebi olur. Hastalıklı tutku ve hırslara sevgi denmez.

Başarılı cinsel hayat nasıl olur? Peygamberin kadının kendine bakması, süslemesi gerek­

tiğine dair pek çok hadisine rastlanır. Bu konu üzerinde çok durduğu dikkat çeker. Cinsellik evliler için bir ibadet niteli­ğindedir. Öylesine ciddiyet ve konsantrasyon gerektirir. Ön­celikle kadının kendini hoş bulması lazımdır. Kendini süsle­yerek bir cazibe meydana getirmeye çalışmalıdır. Bu en çok kendisi için gereklidir. Bu tavırlarına da yansırsa (hoş bir eda, ses ve yürüyüş vs.) tamamlanır. (Bakınız Tekvir Suresi)

Erkeklik organı bir anahtar, kadının ki kilide benzer. Bir anahtar ve bir kilit halk edildiyse, kilitli bir kapı var demek­tir. Erkek anahtarıyla kilidi açmalıdır. Yoksa anahtarın kilide girip çıkması kapıyı açmaz. Kapıyı açansa ikisinin de orgaz­mı demektir. Bu kapının açılımı mecazi olduğundan, öyle karşınızda bir kapı belirip onu açmazsınız. Ama artık tezahür alemine eskisi kadar önem vermemeye başlarsınız. Madde önemini yitirir, mana isteği artar.

Peki besmeledeki üç mim, üç kilidi temsil ediyor olabilir mi? Cevap: Evet öyle fakat ikinci ve üçüncü kilitlerin nasıl ve

niceliğini bulunduğunuz durumda anlamanız mümkün de­ğil. Ama ilk kilit Rahim' deki Mimdir.

25

A N K E B U T

Soru: Peki ya bekarlar yani hayadan boyunca cinsellik yaşamayanlar bu kilidi açamayacak mı? Hayır, açabilirler. Bunu iki olan enerjiyi kendisinde hare­

kete geçirip alıcılık ve vericilik işlemini yaparak gerçekleşti­rebilirler. Kapının açılımını zorlaşhran bekarlık değil, evlilik dışı cinsel ilişkilerdir. İslam' da bunlar yasaklanmıştır. Çünkü kadının cinsel enerjisini orgazmdan sonra erkeğe gönderimi­ni engelleyen bir faktör vardır ki bu, "güvensizliktir".

Kadın, kendisine sahip çıkmayan yani onu zaman içinde devamlı koruma kapsamına almayan erkeğe güven duymaz ve sadece kendinde cinselliği yaşar ve erkeğe göndermez. Bu açılım için çok,, sakıncalı bir durumdur.

Erkeğin verici, (fiziksel olarak da açıkça görüldüğü gibi) kadının alıcı çalışan bir enerji transferi vardır. Kadın alarak verme, erkekse vererek almaya kabiliyetlidir Alışveriş, kural­lara uygun olursa başarı çok muhtemeldir. Zina durumunda kadın, güven duymadığından sadece alıcı olur ve veremezse, bu kadının negatif_Ieşmesine sebep olur. Dişiliği iyice güçle­nir. Fakat erkeğin kapsamına girmekten kaçar hale gelir. Bu durumda kadın, dişilikle isteklerini yerine getirme gücünü kullanmaya yönelebilir ya da evlilik dışı ilişkide bir şeylerin ters gittiğini, duygusal anlamda anladığında büyük sıkınh çeker. Bu, intihara varan depresyona yol açabilir.

Zina eden erkekse, gitgide tükenen pozitif enerjisi sebe­biyle asabi, yorgun, kızgın bir depresif hale geçer ya da pozi­tifin yerine negatif enerji alımı yapar -ki egosu için bütün ka­dınları kullanmak ister. Onları birer zevk aracı olarak görür. Sevgi duymaz, güven vermez. Sorunun cevabını kısaca şöyle verebilirim: "Bekar ya da evli kişi, iki yönlü enerjiyi (alışve­

riş) harekete geçirip iyileşmeye girdiğinde kapıyı açar ve o

kişi artık Rahman aleme ilgi duyar. Ancak evlilik dışı iliş-

26

B E S M E L E

ki, eksik yaşanan evlilik ilişkisi ve aldatma denen evli ol­

duğu halde bir başkasıyla ilişki, başarısızlık sebepleridir".

Aldatma nasıl bir sakınca doğurur? Evli olan bir kişi, iyi bir cinsellik yaşadığı halde bir başkasıyla beraber olabilir mi? Aldatma hem eşi hem kendini kandırmaktır. Çünkü ön­

ceden anlattığım zina, sakıncalarıyla gidilmiş bir yoldan geri dönmüş, açılmış kapıyı tekrar kapatmış olur. Eşiyle bunun mümkün olamayacağını anlayan kadın mutlaka boşanmalı, başka birini öyle denemelidir. Erkekse kadının maddi, mane­vi mağduriyetini gidererek anlaşarak boşanır.

Aldatan eş, amacından sapmış, zevki amaç etmiş yolun­dan sapmış bir kişiliktir. Bu yüzden zevk alıcı duruma geç­miştir, fayda vermez olur. Faydalı olmayan zararlıdır ve za­rardadır. Oysa düzen böyledir yani alışveriş ... Bütün amelle­rinizin düzeni de budur. Bir fayda verdiğinizde bir fayda alır­sınız. Bir fayda aldığınızda bir fayda vermelisiniz. İnsan iliş­kilerinde bu düzen bozulduğunda dünya düzeni bozulur, he­lak olma başlar.

Tezahür aleminiz olan dünyaya da aynı şekilde davran­madığınızdan doğa dengesi bozulmuştur. Dünyadan hep alıp karşılığı verilmedi. Bu alış veriş her şeyin düzenidir. Mevlevi dervişleri dönerken bir ellerini yukarı açıp, bir elle­rini aşağı çevirirler. Bu alışverişi sembolize eder. Tezahür ale­minde yerden ve gökten beslenip diğerlerine vermekle yü­kümlüsünüz. Böylece aslında kendinize vermiş olursunuz çünkü bu düzen sizi olgunlaştıran etkendir. Rahim sıfat alı­şın, Rahman sıfat verişin anlatımıdır. Rahim sıfatı baskın olan dişi, aldığını verir, Rahman sıfatı baskın erkek verdiğini alır. Kadın bu durumdan çıkarılıp hep faydalanılan fakat sevgi

27

A N K E B U T

verilmeyen bir materyal olarak kullanılırsa, tıpkı dünyanın, dengeyi bozanlara gösterdiği tepkiyi gösterebilir.

İnsan beyninin de buna benzer bir düzeni vardır. Bu dü­zen, Rahim aleme ait öğretilerin yeri olan üst beyin (beyni üst ince katmanı %28'lik bölümü gri hücreler) ve Rahman alem­lere ait alt beyni, (%72'lik beyaz hücreler) bir de çekirdek be­yin kısmı vardır ki bu, Allah'ın, insandaki kısmının, cüzünün işleyiş yeridir. Üst beyin alıadır, kamera gibi kaydeder, hafı­zalar ve öğrenir. Dünya hayatından etkilenir. Rahman alt be­yin vericidir, göstericidir, öğreticidir. Dünya hayatını etkiler. Çekirdek beyin ise kalbe bağlı yerdir. Her şeyin kaynağıdır. Rahman oradan aldığını yansıtır.

Yani alt beyin tezahür ettirici bir görevde midir? Evet . Başınıza gelen her şey, ismi üstünde, başınıza gelir.

Yani her olayı, bilinçaltı yaşamanıza sebep olur. Sizin üst bi­lincinizdeki istekleriniz olmaz, üst beyinde hiç bilmediğiniz veya istemediğiniz olaylar gerçekleşir. Bunlar üst beyine sembolik gösterimlerle rüya yoluyla bildirilebilir.

Metafizikte ne gerçekleşiyorsa, fizikte o yaşanır. Rüya, metafiziğin insana gösterimidir. Bu, fizik alemin altında bir metafizik alem var demektir. Ölüm sonrası yaşamda, metafi­zik alemin içine girip yaşamak için bir geçiş dönemi yaşanır. Bu geçiş dönemi, çok uzun bir seyahattir. Fakat bu geçişin çok kısa bir kestirmesi de vardır. Yeter ki doğru davranış ve düşüncelerle hareket edilsin. Böylece insan aslına yani asli vatanına döne bilsin. Dünya sürgüne benzer bir yaşantıdır. Kurtuluşun ilk geçidi ise ölümdür. Ölmeden önce bu geçide giriş yapılabilir.

Besmele, insanın yaradılış hikayesini ve ONA şifresini içerir. İnsanın kullanamadığı ONA sarmallarını, ancak bes-

28

B E S M E L E

meleyle çözebilirler. Ama bunun için bilim ile ilimi yani Ra­him sıfatın aklı bilimle, Rahman sıfahn aklı ilimi ya da Tasav­vuf, metafizik öğretiler diyelim, birleştirmelidir.

Yaradılış hikayesini baştan anlatarak ne demek istediği­mi açmak istiyorum: "Be" harfi Rabbin gizli batın tekliği, "Sin"i yani çift yönlü mahluku, eril ve dişil gücü olan idraki yarattı. Bu idrak henüz tezahürde değildi. Sonra onu gören gönül, düşünen akıl eyledi ki bunun temsili "mim" dir. "Mim" başa benzer ve göze de benzer. Fakat bunun oluşma­sı çok uzun işlemler ve tecrübeler gerektirdi. Bunun anlatımı ise "bismi" şeklinde "sin" den sonra "mim" e geçişin uzunlu­ğuyla temsil edilir demiştik. İşte o "mim" bütün insanların DNA'sında halen taşıdıkları saf temiz idraktir.

O, idraki kimine az, kimine çok dağıttı. O bir ışık gibi hangi ruha daha aydınlık verdiyse, o ruhlar, yüksek idrakte­dirler. O "mim", Allah'ı yani ilahların ilahım tanıdı. İlahların ilahı, bir çoğalma göstergesidir. Rabb'in kendinden yani ken­di sevgisinden yarattıklarının çoğulunu ve o zatın onların ila­hı olduğunun göstergesidir. Sonra bu idrakleri Rahman ale­me indirdi. Bu harfleri de açarsak: Elif, Lam, Ra, Ha, Mim, Nun. Burada Elif Zat, aynaya yansıması ise Lam' dır. Lam'ın ucuna tutunan Ra inen, açılan idraktir. Ha harfi Hayy'lığı ya­ni yaşam ve diriliği, Mim Muhammedi Nur'un Rahman alemdeki ikinci oluşumunu, Nun ise Nur'u temsil eder. Son­ra yine Rahim' de Elif ile Lam'ı buluruz. Bu bir evrenin daha yaradılışını temsil eder. Bu evrene de inen ve açılan Ra' dan sonra Ha harfi Hakem sıfatını ve böylece bu alemde hükme­dici özelliğe sahip olmayı temsil eder. Ye harfi Yezdan sıfatıy­la insanın üretkenliğini, çeşitliliğini, dağılımını temsil eder. Mim, artık sonunda pek çok aşamadan sonra iyice uzaklaştı­rılıp yerleştirilmiş, sonunda yerde yaşamaya muvaffak ola­bilmiş insandır.

29

A N K E B U T

Bebek doğduğunda Mim' dir. Sperm hücresinin de Mim' e ( (' ) ne kadar benzediğine dikkat edin. Ama dünyada yaşa­dıkça çok çeşitli sıfatlar kazanmaya uygun bir alıcıdır. Her olaydan, her nesneden ve duygudan etkilenebilecek yapıda­dır. O bir okula gönderilmiştir, çalışarak sınıf atlayacak so­nunda öğrenmiş olarak kucağa dönmüş olacaktır. O yine mutlaka Rabbine dönüşecek fakat bu arada pek çok işlemden ve öğrenimden geçerek olgunluk ve anlayışa kavuşacaktır. Bu yüzden O Ruh, Rabbini sorgulamayacak çünkü buna ihti­yacı kalmayacak kadar Onunla özleşmiş olacaktır. İşte o artık Kamil' dir, mükemmel olanı anlamaya muktedirdir O artık bizzat övgüye layık övülmüş yükselmiş Nurdur. Melekler dahi Rabbin yaptıklarına, yarattıklarına akıl erdiremeyip O'nu sorgularken, insan sorgulamaz çünkü anlar. O Rabbin sıfatlarını yaşayarak deneyerek öğrenmiş bir alimdir ki me­lekler Ona gıpta ederler. (Meleklerin "Ben yeryüzünde bir ha­life yaratacağım" hitabına "Ya Rabbi! Biz seni tespih ve takdis et­tiğimiz halde sen niye yeryüzünde kan dökecek ve fesat çıkaracakla­rı halk ediyorsun" diye sorgulamaları, meleklerin Rabbin işle­rine akıl erdiremeyişlerinin göstergesidir.)

İki cins olan insanı yani Rahman sıfat ağırlıklı erkek ile Rahim sıfat ağırlıklı dişiyi anlatmam gerekiyor. Erkek ve kız bebek arasında bariz ayrımlar mevcuttur. Bunu çok sayıda çocuk sahibi olanlar .da bilirler. Dişi usludur daha uyumlu­dur. Merakı erkekle çok ayrı yönlerdedir. O daha çok davra­nışlarla ilgilidir. Erkek çocuğun ilgisi dağınıktır. O alelacele öğrenmeye girişmiştir. Bu yüzden kurallara, toplum değer yargılarına uyum sağlamakta güçlük çeker. Annenin kız ço­cuğuna "küfretmek ayıptır" demesi çoğu kız için yeterliyken, oğlan çocuğun, bu kural karşısında küfretmeyi daha da artır­dığını görürsünüz. Çünkü O bunların yasak olmasının sebe­bini yaşayarak öğrenmek ister. "Küfretmek niye ayıptır? Küf-

30

i

r I

B E S M E L E

rettikçe acaba neler oluyor?" der. Bunu yüzlerce defa söyle­meniz ancak onu merakını körükler. Kız çocuk, haksızlığa adaletsizliğe karşı yoğun bir duygusal karşı koyuş hisseder­ken bu konuda saldırgan davranışlar göstermesinin kendisi­ni küçük düşürücü olduğunu düşünür. Kız çocuk, dünyada­ki her. şeye karşı bir yatkınlık taşır. Çabucak kalıplan, kural­ları uygulamaya başlar. Hak adalet duygusu kuvvetlidir. Davranışlarında dikkatlidir. Hataları, doğruları ayırt edicidir ve çabuk idrak eder. Oğlan çocuk ise kurallara uyum sağla­mayı sevmez çünkü kurallar onu bağlamakta öğrenmesini engellemektedir. Onun için dünya çok ilginç maceralar yaşa­yabilec�ği bir yerdir. Bu macera filmindeki rolünü bulmak için pek çok şeyi deneyimlemek ister. Bu onun canını yaksa da, ağlatsa da fark etmez. Hatta hayatını tehlikeye bile atabi­lir. Bu yüzden oğlan anneleri oğullarının üstüne düşüp onu kısıtlamak için çok uğraşır.

Uzun lafın kısası, dişi bir takım özelliklerle dünyaya ge­lir, erkek başka özelliklerle. İşte bu baskın özellikleri açıkla­maya çalışacağım.

Dişinin baskın özellikleri: 1 . Adalet, hak hukuk duygusu. 2. Tesbit etme yani davranışlarında sabit olup kişilik

oluşturma. 3. Sevgiyi yoğunlaşmış bir halde yaşama. 4. Koruma sahiplenme duygusu. 5. Dikkat, temkin, dini kurallara önem verme. 6. İstediğini elde etmede sabır, sebat. 7. Detaylan işlemeye önem vermeye yatkınlık. 8. İyiliğe karşı sadakat, bağlılık. 9. Haya, kötülükten utanma duygusu.

3 1

A N K E B U T

ıo. İffet. 11 . Annelik, yani yavrusuna fedakarlık ya da sorumlulu­

ğu alhnda olana fedakarlık. 12. Güzellik, estetik, zarafet duygusu. 13. Siyaset.

Erkeğin baskın özellikleri:

1 . Sevgiyi dağınık, geniş yaşama. 2. Cömertlik, vericilik. 3. İyiliğe karşı minnet. 4. İstediğini elde etmede cesaret. 5. Vefakarlık. 6. Cefakarlık, zorluklara katlanma gücü. 7. Yaşamı deneyerek, yaşayarak öğrenme. 8. Amacına ulaşmada kudret, metanet. 9. Kendini ifadede açık olma dürüstlük, mertlik. 10. Geniş bir merak ve araşhrma duygusu.

Bu özellikleri daha da arhrabiliriz. Ama bu ayrı bir kitap konusu olabilir. Yalmz bu baskın özellikler, çocuğun etkilere maruz kalması sonucu hastalıklara dönüşebilir. Bu sıfatlar dejenere olur.

Dişide dejenere olmuş baskınlıklar:

1 . Yargılama, yargısız infaz. 2. Sabit fikirlilik yeniliklere kapanma. 3. Sevdiğini ele geçirme. 4. İradeyi çözeltip zaptetme. 5. Toplumun değer yargıları için yaşar hale gelmek, gös­

terişle öne çıkmak.

32

B E S M E L E

6. Vehim, korkaklık. 7. Detaylarda boğulma. İnsana değil nesnelere önem ve

ağırlık verme. 8. İyiliği görmezden gelme, nankörlük yani sadakatten

kaçma. 9. Aşırı suçluluk, kendine güvensizlik ve bunu bastırma­

ya yönelik yapay büyüklenme, kibir. 10. Namus kumkuması olma, herkese ve kendine namus

adı altında aşırı baskı uygulama . 11. Aşırı anaçlık yani sorumluluğu altındakilerin özgür

iradesine izin vermeme. 12. Güzellik takıntısıyla yaşama, görünümüyle aşırı dere­

cede ilgilenme. 1

13. Kurnazlık, riyakarlık, hatta koğuculuk (fitne).

Erkekde dejenere olmuş baskınlıklar:

l. Sadakatsizlik, şıpsevdilik, çapkınlık. 2. Savurganlık, sorumsuzca düşünmeden dağıtma. 3. İyilik karşısında ezilme, minnet uğruna kölelik yapma. 4. İstediğini elde etmede saldırganlık, baskın öfke. 5. Sevdiğini aşın kıskanma. 6. Sağlığını kaybedene dek imkansızlıklarla boğuşma. 7. Lüzumsuz, sorumsuzca maceraya atılma. 8. İstekleri uğruna terör oluşturma, ezici baskı. 9. Kabalık, utanmazlık, vicdansızlık, kimseye hesap ver­

mez olma. 10. Sevdiklerini memnun etmek için kuralları, yasaları,

hakları çiğneme. 11. Merakını gidermek için her değeri göz ardı etme.

33

A N K E B U T

Tabi bütün bu özellikler tam tersi şekilde de ortaya çıka­bilir. Görünümüyle dengesini kaybetmiş bir erkek, son dere­ce kaba ve saldırgan bir kadın görebilirsiniz. Bütün bu özel­likler genele yöneliktir. Bu durumların hemen hepsi besmele­nin ifade ettiği dengenin bozulmasıyla ortaya çıkar. Anne ve babalar elbette çocuklarını iyi yetiştirmek isterler ama davra­nışlarının sonucunu kestiremeyen ebeveynler pek çok kez iyilik yapalım derken kötülük yaparlar. Şunu önemle vurgu­lamam gerekir ki dişide dejenerasyon mutlaka erkektekinden daha tehlikelidir çünkü dişi özelliklerin dejeneresi bütün top­lumu hasta eden niteliktedir. Hasta anneler hasta çocuklar yetiştirir. Oysa hasta bir babadan mutlaka hasta bir çocuk çık­maz. Annesi babasının hatalarını örtebilir. Ama iyi bir baba çocuğunu hastalıklı bir annenin elinden kurtaramaz. Erkek, eşindeki hastalığı gidermek için uğraşmalıdır. Bazen çocukla­rı annenin elinden almak bile işe yaramayabilir. Zaten bu da büyük bir zulümdür. Oysa erkeler uygun davranışlarda bu­lunmayı başarırlarsa dişileri iyileştirebilirler. Onların buna gücü yeter. Mevcut psikolojik veriler, kaynak kitaplar eğer di­şi ve erkek farklılıklarına eğilmiyorsa, maalesef faydalı ola­mazlar. Bütün hastalıkların giderilmesinin en kestirme yolu­nun cinsel enerji alışverişinde bulunduğunu bilmezseniz bo­calar durursunuz. İşte bu yüzden besmele, hayatın çözümü­dür. Kadınlar erkeklerden, erkekler kadınlardan pek çok şeyi öğrenip kendilerini geliştirebilirler. Aslında öğrenmeleri şart­tır. Örneğin erkek siyasi davranışları hizmet amaçlı geliştire­bilir, kadın erkekten dürüstlüğü ve cesareti geliştirebilir. Önemli olan bunları öğrenirken kendi özelliklerini yitirme­meleridir.

34

B E S M ELE

Son zamanlarda çocuk terbiyesinde çocuğu dinlemek, ona özgüven kazandırmak gibi söylemler iyice arttı. Bu gerekli ya da yeterli değil midir? Bütün bu veriler maalesef hasta kişilik tarafından kötüye

kullanılabilecek niteliktedir. Çocuklarını çok iyi dinleyen an­layışlı davranan bir anne de onlar üzerinde görünmez, ağır bir baskı oluşturabilir. Bunlar yöntemdir, işin özü başkadır. Öze inilmelidir. Bunun için de insan iyi tanınmalı rahim Rah­man sıfatlar yerli yerine oturtulmalıdır. Mesela cesareti geliş­tirilmemiş bir erkek çocuğa zarafet öğretilirse, sonuç hiç arzu edilmeyen bir şekilde olabilir. Tam tersi, zarafeti geliştirilme­miş bir kız çocuğa atılganca cesaret öğretilirse yine aynı şekil­de zararlı olabilir. Eğer uygun davranış, uygun tedavi bulu­nursa hiçbir şey için geç değildir, eşler birbirlerini de tedavi edebilir. Yani çocukİukta alınan yaraların tedavi olmayacağı düşüncesi yanlıştır. Bu konu hakkında ayrıntılara ne kadar inersek o kadar dağılacağız. Maalesef küptüphaneler dolusu kitap yazılması gereken dişi-erkek dengesi ve bu dengeye gö­re çocuk yetiştirme konularını burada böylece bırakıyorum. Amacımızdan sapmadan Besmeleyi açıklamaya çalışıyorum çünkü .

* * *

Şimdi bambaşka bir konuya evrenin yaradılışındaki Rah­man' dan Rahim'e geçişi ve bu geçişle, bulunduğunuz evre­nin yaradılışını ana hatlarıyla anlatmaya çalışacağım.

�lunduğunuz evren ikiziyle, daha doğrusu aynadaki yansıp�ıyla yaratılmıştır. Birine ( +) demek gerekirse sizin evreninize bunun negatifi diyebiliriz. Yani aynadan yansıyan ışıktır. Peki, bu ışık neden karşıdaki varlığın aynısı olarak yansır? Bu sorunun cevabını vermek nasıl zorsa, niye ikiz ev-

35

A N K E B U T

reninizin tezatlarınızın yansıması olduğunu anlatmak da o kadar zor. Evet, ilginç hatta inanması güç gelse de, sizin bilin­çaltına ahp deneyimleyemedikleriniz yani bu dünyada cisim­lendirip tezahür ettiremedikleriniz, diğer evrende ortaya çı­kar. Mesela bu evrende fakir olan, içinde zenginlik hissi taşı­dığından, zenginlikle ilgili hayaller kurduğundan o hayalle­rini diğer evrende yaşamaktadır. Ama bütün bu olanlar tezat zamanda olmaktadır. Yani bir ruh bulunduğunuz evrende doğarken öbüründe aynı anda ölmektedir. Kabir hayatında da ikiz varlığınızın farkına varamazsınız.

Bir dakika "her şey zıddıyla kaimdir'' sözü vardır. Buna göre burada iyiysem öbür evrende kötü bir kişi mi olmak zorundayım? Bu insanı üzüyor. Hayır, anlatmaya çalıştığımı yine yanlış anladın. Ben sa­

na bilinçaltınızın orada tezahür ettiğinden bahsettim. Eğer davranışların iyi ama bilinçaltındakiler kötüyse, dengeyi bozmuşsan yani, orada da bozuk olursun. Fakat tezatlardan bahsetmem gerekirse şunları söyleyebilirim. Bu dünyada na­sıl ihtiyaçlılık fakirlik hakimse, orada zenginlik, imkanlılık, istediğini hemen elde etme durumu hakimdir. Burada madde fizik, orada metafizik geçerlidir. Duygularınız da genelde te­zat oluşturduğundan orada iyilik hakimdir. Şöyle ki, bir adam çok kötüdür, sayısız kötü davranış sergilemektedir. Fa­kat kötülerin büyük çoğunluğu gibi, kendinden memnun de­ğildir. Ara sıra kendiyle baş başa kaldığında "Keşke başka bir insan olabilseydim, keşke elimdeki güzel şeyleri sevgimle elimde tutabilseydim, herkesi mutlu etseydim ve ben de mut­lu olsaydım" der. Bütün bu düşünceler, hayaller diğer evren­de tam onun istediği gibi tezahür eder gider. Bütün düşünce­leriniz yok olmamakta bir şekilde tezahür etmektedir. İşte bu

36

1

i . l l

B E S M E L E

yüzden "Ameller niyetlere göredir". Peygamber, mümin kişi­lerin düşüncelerine dikkat etmelerini pek çok kez vurgula­mıştır. İki evrende de iyi ve huzurlu olanlar, dengeyi bulmuş ve "Onlar korkmayacaklar, mahzun da olmayacaklar" zümresin­den olurlar. İnsanlar iyi olmayı, kötü davranış sergilememek olarak algılıyorlar. Ora içinden beddua ederken birine iyilik yapmak, yarım ve maalesef işlevini gerçekleştirememiş ey­lemdir. Çünkü bu evrende ona sabrederken ve kötülüğüne iyilikle karşılık verir gibi görünürken diğerinde öyle olmaz.

Soru. Peki, öyleyse küfür etmek istiyorsak edeceğiz, her şeyin karşılığını anında içimize atmadan vereceğiz öyle mi? Yok yok, öyle basit mantıkla nereye gidiyorsun? Bu ya­

şam formülü öyle bir simyadır ki, bir elinde zehir, bir elinde ab-ı hayat var, ortada boş bir şişe var. Biraz ondan, biraz öbürkünden katıyorsun, dozunda, kararında devam ediyor­sun. İşte başarılı formül bu ve cennet kapısı bu iksirle açılır.

Kusura bakma ama yine açıklaman kafamı karışhrdı daha açık anlahr mısın? Yani kısaca davranışlarda da Rahman-Rahim dengesini

oluşturmak zorundasın. Bazıları hep verici olmaya kalkar tü­kenir, bazıları hep alıcı olup batar, siyahlaşır. Eğer dürüst ola­mıyorsan, iyiliğin sana faydası olamıyor. Çünkü bu, riyakar­lıkla gösterişle iyilik. Ama dürüst olayım derken kırıp dök­menin, sonra da arsızca "içimden geleni yaparım oh be!" de­menin de hiç faydası yoktur. Önce iyi ol öyle görün, sonra da göründüğün iyiliğin kendisi ol. Yine lafı uzattırıp duruyor­sun. Ayrıntıyı çok seviyorsun.

37

A N K E B U T

Haklısın her zamanki gibi. Kafama bir sürü soru takıldı şimdi. İnsan ölünce hangisinin yaphklarından hesaba çekilecek tezat evrenden mi, bu evrenden mi? Hangisi hangisini etkiliyor? O evren mi bizi etkiliyor, biz mi o evreni etkiliyoruz? Bütün budar o kadar uzun ve karmaşık ki sana şimdi an­

latmam mümkün değil o yüzden sadece öyle bir evren oldu­ğunu bilin ve buradaki kötü temennilerin orayı olumsuz etki­lediğinin bilincine varın, o kadar yeter şimdilik.

Soru: Tamam öyleyse şu kadarını sorayım bu evren Rahim öbür evren Rahman mıdır? Hayır öyle değil. Evreni oluşturan iki sıfatın Rah­

man-Rahim olduğundan bahsediyorum. Dolayısıyla bulun­duğunuz evren Rahman' dan Rahim'e bir dönüşümle yaratıl­mış, diğer evren ise Rahim' den Rahman' a dönüşümle yaratıl­mıştır. Bu evren, bir delikten çıkmış, patlamış yayılmış, gaz bulutlarına dönüşmüş, oradan ateş toplarına, sonra da geze­genlere. Et. son olarak da gezegen üzerinde oluşan su ile top­rak ve lu�yat. Diğer delikte tersi olmakta, Rahim sıfatlı yoğun­laşmış enerji yani madde, Rahman sıfatla çözülmekte olan enerjiye dönüşüm geçirmiştir. Zaman ters işlediğinden, geçi­recektir demek de gerekebilir. Bu evrende enerjinin son hali olan madde, orada ilk halidir yani.

Umarım benim anlayamadığım kadar birileri anlar bunları. Öyleyse şimdi anlatacaklarımı çok iyi dinle. Anlaman ge­

rekiyor çünkü. Başka bir konu anlatacağım. (Masasına bir bil­ye koydu, bir bilye daha koydu. Önceki bilyeyi diğerine doğ­ru fırlattı. Bilye diğerine çarptı ve onu ilerletti.) Burada olan ne? Hareket yani fiiliyat. Cisimlerin hayata, fiiliyata geçmesi

38

B E S M E L E

için ikincil bir varlık gerekiyor. Biri diğerini etkiletmeden fi­iliyat yani hayat başlamıyor. Negatif-pozitif güç, dişi ve eril gibi. Peki bu etkileşimi bir doz artırdığımızı düşünelim. Bir doz daha cinsel cazibe.

Cinsel cazibe mi? Evet, insanlığa yapılanı anlatmaya çalışıyorum. Yeni dü­

zenin sonuçlarını. Yeni düzen bir doz daha cinsel cazibe artı­rımıdır. Bu bir hastalıktır. Bulaşıcıdır. Nasıl bir hastalık bili­yor musun? Vücutta gerekenden fazla kan olması gibi. Bu oluşum bir müddet sonra bütün düzenin mahvına sebep olur. Yani sonunda, engel olunmazsa, önlem alınmazsa vücu­dun ölümüne sebep olur. Hiper eril-dişil etkileşimi, hiper seks demektir.

Bir dakika eğer bu hiper sekse sebep oluyorsa insanların birinci kapıyı açışına neden olmaz mı? Olur olmasına ama bunların bir dozu, kıvamı vardır. Bu

hiper seks maddenin dönüşünü bile hızlandırır. Yani zaman da hızlanır. Sonuç olarak tüketicidir. Dünya bir canlıdır. Onun ürettiğinden fazlasını tüketirseniz bir gün ölür. Hiper seks, hiper doyum gerektirir. bu cennette yani sonsuz kaynak mekanında mümkün olabilir. Oysa dünya sonludur sınırlıdır. Dolayısıyla hiper seks, hiper doyumsuzluk getirir dünyada. Hiper doyumsuz olanlar ise bir delilik nöbetinde yaşarlar. Kapıyı açıp güç elde ettiklerinde sarhoşlar gibi davranırlar. Yok edici mahvedici deliler gibi.

Bütün bunlar nasıl oluyor peki? Sadece bir doz seks yapısını artırmakla. Kadınlar daha

cazibeli hale getirilir, önce açılır ortaya saçılırlar. Kur' anda

39

A N K E B U T

geçen "ziynetlerini saklasınlar" ibaresi bu uyarıyı yapar. Zi­netler saklanırsa bu tuzağa düşülmez. Yani büyük ölçüde seksi düşünmek, sekse kapılmaktan. Bu durum tüketimin ar­tışına neden olur demiştim. Dünyadaki tüketimin artışı nüfus artışından değil savurganca ve lüks harcamalardandır. Yani dünyanın kaynakları, üzerinde yaşayan canlıları doyurmaya yeter ama onların hiper seks için gerekli israflarına yetmez.

Yapma canım o kadar do değil. İnsanlar seks için ne kadar harcama yapar ki? Yine dar açıdan bakıyorsun. Benim anlattığım olay seks

için harcananlar değil. Hiper seksin sonucu artan fiiliyatın, hızlanışın getirisi hızlı tüketimin bitiriciliği. Siz insanlar için yaratılmış olan gezegeninize, siz şekil ve hayat veriyorsunuz. Para kazandığınız zaman sadece karnınızın doymasını arzu­lamıyorsunuz. İstekleriniz önceki devirlere göre çok fazla art­tı . Mesainiz de. Giyiminiz, ev eşyalarınız, mekanlarınız, ço­cuklarınız için hep elinizde olandan çok daha fazlasına ihti­yacınız var. Devamlı bunu istediğiniz için öyle de oluyor. So­nuç olarak isteğinize göre kaynak üretemeyen dünya hızla tükeniyor.

Ben zamanın hızlanması, insan moleküllerinin değişimi gibi bilgilere bazı kitaplarda rastladım. Bunlar uzaydan gelen varlıkların medyomlor vasıtasıyla bildirdiklerinde vardı. Bunların sebebinin foton kuşağına girilmesi olduğu söyleniyordu. Cinsel artırımlarla bir ilgisi olduğuna dair bir bilgiye rastlamadım. Bunlar kasıtlı yolanlar mı yoksa? Hayır bunlar yalan değil. Foton kuşağı denilen olay ger­

çekleşiyor. Fakat foton kuşağını getiren şeyin sizin istekleri-

40

I

B E S M E L E

niz olduğu söylenmiyor. Çünkü bu varlıklar siz insanların her türlü gelişimini heyecanla bekler ve yardımcı olmak ister­ler. Bu şuna benzer, sen bir bilim adamısın ve bir grup farey­le deneyler yapıyorsun. Sonra farelerden bir kısmı diğerleri­nin cinsel gücünü artırmayı başarıp daha hızlı bir yaşamı ge­tiriyor ya da olağanüstü herhangi bir olaya sebep oluyorlar. Bilim adamı bunu engellemek istemez. Bu değişikliği seyret­mek bile büyük heyecan verir. Bir de bu canlılar o bilim ada­mından bu oluşum için yardım isteyecek kadar bilinçlense ve oluşumları bir kademe daha üst bilince ulaşabilmenin imka­nı ortaya çıksa. Bu farelerin ya da canlıların ne hissettiğini düşünür müsün? Ya da bir kısmının ölümünü?

Bir dakika! Bütün bunların oluşumu sadece hiper seksle ilgiliyse bunlar kimin tarafından planlandı? Uzaylılar tarafından mı? Tabi ki hayır. Bilim adamı bilgisiyle yardım eder ama o

seyretmeyi sever. Bunu yapan Yahudi bilgelerinin bilgisini, dünya kadim bilgilerini, aynı zamanda İslam kaynaklarının ilmini elde edenlerdir. Bunlar bir grup insan için cennetvari bir hayat hayali kuran çılgınlardır. Bu yeIJ.i düzenin ilk kur­banları da onlar olacaktır.

Peki uzaydan gelenler niye bunları engellemek için bir şey yapmıyorlar. Bir de yardım ediyorlar bunlara? Onlar, insanın gelişim ve oluşumuna yardım etseler de

Ademoğlunu tanımaya çalışıyorlar. Asla iradenize karışmaz­lar. Sadece yardım isteyene yardım ederler. Melekler de öyle­dir. Doğrusunu istersen ben de öyleyim. Eğer sen istemezsen sana bilgi veremem. Asla istemediğin halde seni uyaramam. Eğer uyumak istiyorsanız, onlar sizi zorla uyandırmaz. Ama "bir tehlike olursa beni uyandır" diye tembihlerseniz, bu

41

A N K E B U T

vazifeyi büyük bir zevkle yaparlar. Eh, sonunda konumuza bir geçiş yapabileceğim. İşte tüm bu olaylar, maddenin hız­lanması, molekül değişimi, ileri kabiliyet ve güçler, diğer ev­renden bir şeylerin eksilmesi yani diğer evrenin Rahman güç­lerinin bu tarafa geçişini sağlayarak, sizin madde aleminizin sonunu getirip, Rahmar oluşuma doğru sürüklerken, zaman ters işlediğinden oradaki başlangıca götürür. Yani Rahim baş­langıca. Önceden söylemiştim ya diğer evrenin başlangıcında Rahim' den Rahman' a geçiş vardır. Burada tersi olacaktır. Şimdi anladın mı?

Evet galiba ama bütün bunlar beynimi zorluyor. Kafa ça· pım büyüyüp duruyor. Bazen "imdat! Beni kurtarın" di­ye bağırmak geliyor içimden. Ha ha! Maalesef vaktin dolana kadar bu dönme dolaptan

atlayamazsın.

Evet tabi. Senin de seyreden bilim adamı gibi olduğunu unutuyorum. Onun için benimle dalga geçiyorsun. Kolaysa sen burada yaşa da öyle dalga geç bakalım. Uzaktan davulun sesi hoş gelir. Sen bizim hislerimizi anlayamazsın tabi. Öyleyse bizim hayrımıza olanı öğrettiğinden nasıl emin olacağım? Belki tam olarak anlayamam. Fakat benim öğretilerim bu

dünyada yaşayanların öğretileridir. Kendi kafama göre hare­ket edemem. Ben bir elçiyim sadece, sizin hayrınıza olan da tabi ki gerçek İslamdır. Çünkü İslam en üst bilincin dünyayı deneyimlemesiyle oluşmuştur. Garantisi bizzat Rab tarafın­dan verilmiş, Kur' anla tescillenmiştir. "Allah indinde Hak din İslam' dır" ayetiyle. (ancak İslam ile kastedilenin bu gün bilinen ve uygulanan müslümanlık ile ilgisi araştırılmalıdır.)

42

1 )

J ( 1

B E S M E L E

Mevcut İslômi öğretilerle bu değişik devirde zorlanmaya­cak mıyız? Evet, zor ve acılı olabilir. Ama en acısı hiper sarhoşluk ve

tozutmadır. Evet güç bir sarhoşluk verir ve bazıları tozutur dağıtır ortalığı. Bazıları da keyiflenir, onu bunu öper. Güç şa­rabını içince ne yapacağınız belli olmaz. Sarhoş olunca neler yapacağını kestirebiliyor musun? Emniyetli yoldan gidin, if­rat ve tefritten kaçının. Yani ne azı, ne çoğu. Orta yoldan. Si­zin uyum sağlamanızı Rabbe havale edin. Buna tevekkül de­nir.

Bütün bu olanlar dünyayı tüketiyor dedin. Peki, bu tüketim nelere sebep oluyor? Daha başka bir açıdan anlatayım. Zelzele Sfıresi'nde

dünyanın ağırlıklarını dışarı çıkarıp dengesinin bozulma vakti haber verilir. Bu bir milattır ve bu milada girdiniz. Dün­yanın ağırlıklarını çıkarması, özgül ağırlığı çok olanların, bir sıralanışı olduğunun ve bunun bozulacağı anlamına geliyor. Dünyanın ekseni ve manyetik alanı bu dengeyle vardır. Altın, demir, gün;ıUş, v. s. madenler rasgele değildir. Bunların bu­lundukları yerler bile önemlidir. Bütün bunların hızla yerka­buğunun üstüne çıkarılması yumurtanın kabuğu gibi incecik olan yerkabuğunu çatlatabilir. Bunun en tehlikeli olduğu yer­ler çelik gökdelenlerdir. Bir gökdelenin yerkabuğuna nasıl bir basınç yaptığını düşünemezsiniz. O ince ve uzun ağırlık, çivi etkisi yapıyor.

ARAUK 2005 NTVMSNBC HABERi: Tayvanlı bir bilimadomı, ülkede inşa edilen Toipei 1 01 binasının yüzyıllardır aktif olmayan fay hatlarını harekete geçirdigini savunuyor. Büyük kentlerde birbiri ardına inşa edilen dev gökdelenler şehirlerin silueti­ni büyük oranda degiştirdi. Peki gökdelenler yerolıındoki fay hatlarını do el-

43

A N K E B U T

kileyebilir ve depremleri tetikleyebilir mi? Tayvanlı bir yerbilimci çok yük -sek gökdelenlerin böyle bir risk yaratabileceğini savunuyor. Artık modern kentlerin ayrılmaz bir parçası haline gelen gökdelenler dep­remleri tetikler mi? Depremin nedenlerini sorgulayan yerbilimciler arasında­ki bu tartışma lngiliz the Guardian gazetesinin sayfalarında da yer buldu. Tayvanlı bir bilimadamı, ülkede inşa edilen ve dünyanın en yüksek binala­rından olan Taipei l Ol binasının yüzyıllaroır aktif olmayan fay hatlarını ha­rekete geçirdiğini savunuyor. Çelik ve betondan yapılan 508 metre yüksekliğindeki binanın bulunduğu yere 700 bin tonluk bir baskı uyguladığına dikkat çekiliyor. Taipei 10 1 bi­nası yapılmadan önce bölgede yılda büyüklüğü ikinin altında olan ortalama bir deprem meydana geliyordu. Ancak verilere göre binanın inşaatı sırasın­da bu depremlerin sayısı arttı, inşaası tamamlandıktan sonra ise büyüklük­leri 3'ün üzerinde iki hissedilir deprem meydana geldi. Depremi tetikleyenin bu gökdelen olduğunu savunan tayvanlı bilimadamı Cheng Horng Lin gökdelenlerin inşa edildiği yerlerin �ok dikkatli seçilmesi gerektiğini savunuyor. Tayvanlı bilimadamının gökdelenlerle ilgili bu savına karşı çıkarı yerbilimci­ler de var ancak çok büyük barajların, madenlerin, petrol ve doğalgaz çı­karma çalışmalarının da fay hatlarını etkileyebileceğini savunan uzmanların sayısı hiç de az değil.

Bununla ilgili uyarı Kur'anda Şuara Suresi'nde yapılıyor. (128 ve 129. ayetler) Bu basınçla yerkabuğu çatladı fakat ba­sıncın olduğu noktadan değil, başka bir yerden çatladı. Hızla dışarı çıkarılan ağırlıklar yani madenler bu çatlamanın deva­mını sağlamıştır. Çıkarılan petrol bile toprakta boşluklar oluşturur. Yani daha Rahim olan özgül ağırlığı yüksek olan madde dışarı çıkarılmış denge bozulmuştur. Bu anlattığım, dünyanın Rahman ve Rahim dengesidir. Şuara Süresi 146'dan 152. ayetlere kadar bu konuya işaret eder.

44

B E S M E L E

1 28- Siz her yüksek yere bir alômet d ikerek eğlen iyor musunuz? 1 29- Temel l i .kalacağın ızı umarak sağ lam yapı lar mı edin iyorsunuz?

1 46- Siz burada güven içinde b ı rakı lacak m ıs ın ız.? 1 47- Böyle bahçelerde çeşme başlarında? 1 48- Ekin lerin salk ımları sarkmış hurmal ıklar ın arasında? l 49- (Böyle san ıp) dağlardan ustaca evler yontuyor­sunuz (oyup yapıyorsunuz) . 1 50- Artık Al lah'tan korkun ve bana itaat edin . 1 5 l - O aşır ı lar ın emirlerine uymayın .

1 52- Yeryüzünde bozguncu luk yapıp dir l ik düzenl ik ver­meyen ler ( in sözüyle hareket etmeyi n) .

Oysa enerjinizi hiçbir şeyi yok etmeden sağlamalısınız. Su, ışık ve havadan mesela. Elektrik ve güneş enerjisi gibi. Bi­nalarmızı barınaklarmızı üst üste dizmemelisiniz. En önemli­si toprağı öldürmeden bina yapmalısınız. Öldürülmüş top­rak, tabiata fayda sunamaz. Yani size. Barınak yapmak için niçin çimento yani öldürülmüş toprak kullanıldığım ancak şöyle izah edebiliriz: "iblisin öğretisi" Barınak yapmak için daha elverişsiz bir madde düşünemiyorum. Su baskını ve depremde en yok edici materyal. Çünkü çok ağır ve kırılgan bir yapıya sahip. Şizi öldürüyor ve insanlar gönüllü olarak bu binalara para ödeyip içine giriyorlar. Kendinize kiralık katil tutuyorsunuz yani.

45

A N K E B U T

Evet sonra da komik bir şekilde "deprem sigortası yaph· rın" diye yaygara. İyi de deprem sigortası benim maddi kaybımı karşılar belki. Ya canımı ne yapacak? İyi de insanlar apartmanda oturmaya mecbur değil mi? Şöyle söyleyeyim o zaman senin için, eğer ev almaya gü-

cün yeter ve karar verirsen apartmana dt:ğil müstakile yönel ve beton değil hafif malzemeyle yapılanı tercih et. Yani eliniz­den geleni, talebinizi değiştirin. Unutmayın siz Adem nesli, bu dünyada ne isterseniz imkanlar dahilinde onu bulursu­nuz.

Şunu merak ediyorum, insanlar dünyayı seviyor. Dünya nimelterinden ayrılma korkusu, büyük ölüm korkusu taşıyorlar. Gelecek nesilleri için planlar yapıyorlar. Niye dünyaya yani insan için gerekli koşulları, yaşam formunu oluşturan tek gezegene karşı bu kadar acımasız davranıyorlar. Dünya'ya "Tabiat Ana" deniyor. Peki niye anasını öldürmek istiyor insanlar? Niye küfrederken babanıza değil ananıza? .. Ha ha! Belki

bu tabiat ana konusunun algılanışı farklıdır.

Nasıl yani? Kimileri için dünya, arşa çıkacak merdiveni sakladığı

için, kimileri de içinde ateş barındırdığı için önemlidir. Bu yüzden sevilir.

Ben bir şey anlamadım. Yani belki yerin kabuğu yani toprak kimseyi ilgilendir­

miyordur. Herkes varmak istediği için, çabalıyor bu gezegen­de.

46

B E S M E L E

Yahu açıklıyor musun, karışhrıyor musun? Tamam öyleyse niye bazılarının analarının ateş kadın ol­

duğunu anlatmaya başlayayım. İşte perdeleri aralıyorum ve işte KARİA SÜRESİ:

Bism il lahirra hmanirrah im

1 . Kapıyı çalan kadınH*l 2. Nedir bu diş i felaket? 3 . Anlamadın m ı ? Nedi r kapı çalan dişi musibet? 4 . İnsanların dağı lm ış kelebekler g ibi olduğu 5. Vücutlar ın (yada dağların) atı lmış renkli yüne dönüştü­

ğü gündür.

6. O gün her k im kadın, dengeyi oluşturmak için ağ ı r l ı k tartıp koyarsa (yani iki kefeyi dengelemek iç in iki ta­rafa el iyle ek ağır l ık koyarak eşitleme, dengeyi ger­çekleşti rme)

7. İşte O, hoşnut edici (razı edici, tatmin edici) bir yaşa­yış içinde olur. (Burada O diye geçen fail kadın deği l , o erkek, o ai le, o top lum olabi l ir . )

(*) Bir çok mealde El Kqriye kelimesi "KIYAMET" olarak çevrilmiştir. Dolayısıyla, Hayrettin Karaman-Bekir TopaloDlunun'a ait YENi KAMUS adlı s.özlükteki KARIA, el-Kariatü =Kıyamet, Felaket, Musibet olarak açıklanmaktadır. "EL-MEVARID- Mevlüt Sarı" adlı sözlükte de el­Kariatü=Kıyamet, Musibet olarak geçer. El-kariatü nün aslı KARAA fiilidir. Bu fiilin manalarından biri "kapıyı çalmak, vurmak" dır. El­Mevarid'in 1 21 8. sayfasında bu fiilin "ismi foil"i KARIA= Kapıyı çalan, Kapıyı vurandır.

Burada dikkat edilmesi gereken önemli nokta şudur: Bu kelimenin sonunda müenneslik (d�ilik) "te" bulunmaktadır. Kur'an'daki kelime müennestir. Yani "kapıyı çalan dişi" den­mektedir. Meal yazarları genellikle kelimenin neden dişi oldunu üzerinde hiç durmamışlar. Onların manalarını kullanacak olursak "dişi felaket, d�i musibet" dememiz lazım gelir ki bu do kadındır. Bu nedenle ayetin anlamından "KAPIYI ÇAlAN KADIN" çıkması gayet doöoldır.

47

A N K E B U T

8 . Ve eğer her kim kadın , dengeyi hafife a l ı r önemse­mez, (ağ ır l ık koyup uğraşmaz) aptal l ık ederse.

9. Onun anası haviye {Haviye kel ime anlamına göre he­vaya uymuş şımarık kadın ) olur. {Yine onun anası sö­zündeki muhatap erkek, ai le ya da toplumdur.)

1 O. Onun mahiyetin i anlad ı n mı? {İdrak ettin m i?) 1 1 . Hamiye ateşti r {hamiye kelimesi, koruyucu ordu, arka­

dan yardıma gelen ordu ya da iyice kızgın laşmış di­ş i . Yan ına ateş gel i nce, ateş ordusu ya da kızgın dişi ateş olur.)

Şimdi mecazlarını açayım. İnsanların dağılmış kelebek­ler gibi olması, her ferdin kendi zevkinin peşine dağılması, birbirini düşünmez bencillere dönüşmesidir. Çünkü kelebek kısa hayatını çiçekten çiçeğe konarak geçirir. Vücutların ya da dağların atılmış renkli yüne dönüşmesinden; renkli yani bo­yanmış, ayrı ayrı yün parçalarının atılarak birbirine karışmış, rengini yitirmiş hale gelmesi kastediliyor. Bu da insanlar ola­rak ele alındığında, insan kişiliklerini insanın rengi gibi algı­larsak, yok olması, karışması dernek olur. Cinsel kimlik kar­maşası, sağlam karakter oluşamaması v. b. Kişilik sorunlarını dile getiriyor ayet. Vücut ya da dağ anlamları manada fark et­mez. Her ikisi de mecazda kişiliğe işarettir. Çünkü insan vü­cudu kişiliğinizin görünen halidir. İnsan vücudundan kişilik tahlili artık çok bilinen bir bilim dalı oldu. Arkasından, bu fe­laketten dengeyi sağlayan kadınların kurtulup, toplumunu, ailesini, en azından eşini kurtarabileceği açıklanıyor. Dengeyi oluşturmak! Yani Allah Rahman'ın üzerinde, Rahman Ra­him'in üzerinde. Kocasını Tanrı yerine koyan da, kocasını emir kulu yapan da dengeyi bozmuş olur. Kadın hakkı, erkek hakkı gözetenler, tatmin edici bir yaşayışa kavuşabilir. Aksi takdirde dişi ateşi ana yaparlar.

48

I

B E S M E L E

Konumuzla yani dünyayı niye cehenneme çevirdikleriyle ne ilgisi var? Anlamadın mı? Bak ayetlerde iki sefer "anlamadın mı"

diye soruyor. Onlar dünyada ateşi ararlar, onların anası ateş­tir. Onlar dünyayı potansiyel cehennem olarak gördükleri için severler.

Anlayamıyorum nasıl yani? İnsanlar acı çekmekten hoşlanmaz, dünyayı mahvehnek istemez. Bu akla uygun değil. Kim ister cehennemde yaşamayı? Ben onların üst bilinçlerinde kabul etmedikleri bilinçalh

gerçeğinden söz ediyorum. Rabbin kullarına karşı sonsuz merhamet sahibi olduğuna göre, onların istemediğini zorla dayatmaz. Ateş isteyene ateş, nur isteyene nur!

Olamaz, insanlar dünyada cehennemi istemezler. Yok ya! Ben mi kuruyorum yakıp yıkan orduları? Melek­

ler mi bozuyor doğal dengeyi? Yoksa şeytanlar mı insanların yerine savaş çıkarıp işkencelerle kıyım yapıyor? Kesinlikle cehennemi arzuluyorlar, bu yüzden cehennemle müjdeleni­yorlar. Görmüyor musunuz savaş ihtimali belirince heyecan­lananları? Bu bir örnek değil mi?

Yine de anlayamıyorum. Sen anlamasan da olur.

"Eğer kadınlar orgazm olamazlarsa annelik kodunda kalırlar, bu da kadını Ateş Rahim yani hükmedici anne konumuna sokar. Bu tür kadınlar ailelerini mahvederler'' diye biliyorum. Öyleyse bu sure bunun ispatı niteliğinde. Tabi ki öyle

49

A N K E B U T

Anlayamadığım bir nokta daha var. Ateşin çocukları yani cehennem arzu edenler, kendileri lüks içinde yaşarken başkalarının acılarını arzu ediyor. Yani kendileri acı çekmekten korkar. Öyle değil mi? Kim başkası için neyi arzularsa aslında o, kendisi için

onu arzulamış olur. Dediğim gibi bilinçaltı istekleriyle ilgili. Herkes iyi olduğunu sevecen olduğunu söyleyebilir. Ama bi­linçaltında başka şeyler vardır. Niyetiniz ne ise sizin ameliniz odur. Söyleyip durduklarmız değil.

Anladıklarımı özetiersem; kadın, ailede hükmedici olarak dengeyi bozarsa, aileyi perişan ediyor. Çünkü kişilikleri oluşamamış, sağlamlaşmamış fertiere sebep oluyor. Kadının hükmedicilikten yani ateş rahim kodundan kurtulması için cinsel yaşamını düzeltmesi gerekiyor. Ya da Rahman sıfah baskın olan erkeği, sayıp üzerime koyayım derken, onun üzerinde olan Allah'tan gafil olursa yine dengeyi bulamıyor. Kendi Rahim sıfatiı benliğinin de hakkını vermek ve almakla görevli. Ancak ve ancak Allah, Rahman-Rahim dengesini başarabilirse arzulanan bir yaşayış içinde olabiliyor fertier. Yalnız burada yanlış bir şey var. Kadın, hakkını almak

için çırpınmak zorunda değil. O kendisini erkeğine sunarak bunu yapar. Kavgaya gerek yok. Onun kafasında Allah, Rah­man-rahim dengesi oluştu mu, bunun için uğraştı mı zaten herkesin hakkı yerli yerine oturur. İşte denge budur. Dengeyi oluşturanlar, sağlıklı düşünceye ve zihin gücüne sahip olur­lar. Herkes ışığın peşinden koşar. Çünkü ışık sevgi enerjisidir. Fakat dengesizler ışığı ateşte görürüler. Onlar cahildir. Oysa dengeliler ışığı nurda ararlar. Nur ise dünyada bulunmaz. O

50

B E S M E L E

yüce Rab' den gelir. Dengelilerin gözü gök ehline çevrilidir. Bu yüzden veliler, dünyaya bağlanmaz dünyada sıkılırlar. Fakat göğe erişmek için dünyaya mecbur olduklarını da bilir­ler. Onlar dünyayı mağmur etmek için de uğraşırlar. Çünkü dünya amaca ulaşmak için bir araçtır.

Peki diyelim hepsini yerine getirip kişi arzulanan hayat biçimine girdi. Dengeli olmaya karar verdi ve ışığın yani nurun peşinde gitmeye karar verdi. Bu durumunda ne olacak? Rahman ôleme geçişlen bahsediyorsun veya velayeti elde etmeklen bahsedelim. Ne yapılacak? , Bulunduğu durumdan öleye geçiş nasıl olacak? Ötede ne olduğunu anlatamam ama öteye nasıl geçilece­

ğini anlatabilirim. Unutmayın ki sizler kafanıza göre yolu bu­lamazsınız. Anahtarsız, şifresiz, kuralsız geçemezsiniz. "Ne lüzum var kurallara, isteyim yeter, nasılsa yolu kendi kafama göre bulurum" deyip yola çıkanlar tökezler, yolu kaybeder ya da uçurumdan düşer. O yollardan geçenler size nasıl geçe­ceğinizi anlatır. Hem de çok net, açık, şüphe götürm�z biçim­de. Fakat yine anlayamazsınız. çünkü anlamak için dengeyi oluşturmak lazım. Bu denge oluşmamışsa kırk deve yükü ki­

tap okusan, maalesef . . . Hasta bir adama turist rehberliğinin en üstün hizmeti sunulsa da o adam yoluna gidemeyecek. Çünkü hastalığıyla uğraşmaktadır. Anlamaya kabiliyeti ol­mayanlar tariflerle gidemezler. Bu yüzden bu işi başaranın sayısı azdır. Kaybolan, kabirde, kıyamette, mahşerde, sıratta uğraşıp durur. Maazallah belki de cehennemde . . .

Çölde serap gördüğünde, gerçek görünene kadar serabı anlayamazsın. Bu hayatın serap olduğunu fark edebilmek için sana söylenenler, hatta senin kabul etmen kifayet etmez. Görmen lazım, gerçekle tanışman lazım. Yani bu alemden

S i

A N K E B U T

gerçek aleme geçiş. Bu geçiş yeri ise kalptir. Sen seni tanımak zorundasın. Sen başlı başına bir alemsin yani aynı program­dasın. Öyleyse sen de Allah, Rahman-Rahim dengesinde halk edildin.

Fiziki, görünen yani diğerlerinin görmesi gereken kadar görüşe saHp olduğu gözleriyle gördükleri bedenin, işleyen bütün organların, beynin, duyuların, iç organların vs, Rahim alem ve onun parçası. Aynı rahim evren gibi fena bulmak için yaratılmış. Sen öldüğünde bedenin çürüdüğünde ne zekan, ne görüşün, ne duyuşun, ne dokunuşun kalır. -Peki, ne kalır? Hesaba çekilecek olan nedir? Onlar fiziki bedeninle gerçek­leştirdiğin hisler ve hissettirdiklerin. Çünkü yaptın o kayda geçti. Kayda geçen hislerin ve hissettirdiklerin. Bunu eksik söyledim. Hissettirdiklerin değil, hissettirmek istediklerin yani niyetlerin, isteklerin. Çünkü kişi iyi bir şey hissettirmek ister fakat karşısındakinin algılayışı değişik olduğundan tam tersi olabilir. Mesela sen birine memnun olsun diye bir şey hediye edersin, oysa o senden çok daha pahalı bir şey arzu et­mektedir. Kızar, nefret eder, mutsuz olur. "bana bunu mu la­yık gördün" der çıkar. Birine neyi hissettirmek istiyorsan o hissi sen mutlaka hayal edersin, canlandırırsın. Zihninde şe­killenir. Öyleyse ne dilersen o gerçektir aslında, olaylar ise sa­naldır. " Ameller niyetlere göredir" . Yaptığın, olan olay, eylem yani amel değil niyettir gerçeklik. Yazılan, hesaba çekilen, an­latılmaya çalışılan, hatta anlamak zorunda olduğun hatta hatta anlaman için ne gerekiyorsa yapılacak olan.

Nedir niyet dediğimiz, hissettikten sonra zihnimizde oluşturduğumuz hayal. Ne vardır güzel niyette? Birliğin özü vardır. Birliğin özü, başlangıcı, anlayışı, ne dersen de. Kendin için istediğini karşındaki için istemek. Yani kendi nefsinle bir tutmak. Bunu kimin için isteyebiliyor insanlar, belki çocukla­rı için. (Hoş, onu yapabilen de sanılan kadar çok değil) Yapa-

52

B E S M E L E

bilirse eşine, arkadaşına, sevdiği bir akrabasına v. s. Ya bütün insanlara bunu hissedebilmek, kendin için ne istiyorsan bü­tün insanlar için hatta bütün varlıklar için istemek Belki söy­lemek kolay ama bunu gerçekten hissetmek çok zordur çok. İşte bu noktada yani gerçekliğin niyette hissedildiğinde, duy­guda yani kalpte olduğunu b:Imek, yaşamak, öğrenip kabul­lenmek. Kalp aleminin giriş kodu.

Kalbi selim sahibi olmak, ehli dil olmak, gönül alemini, kalbi ilahi aşka ayna etmek, yaradılanı yaradandan ötürü sevmek v. b. Tasavvuf erbabı kaç türlü dile getirmiş. Resulul­lah "Kendisi için istediğini mümin kardeşi için istemeyen bizden değildir" demiş . . Bunu yapamayan gönül · ehli değildir. Aşk ona yerleşmez. Yeşermemiş tohum gibi kalır. Çünkü aşk ışığı-: nı alamamışhr. Ben size üniversitesini öğretmeye çalışmıyo­rum bu yolun, başından ilkokulundan bahsediyorum. Tasav­vuf ehline mahsus ekstralar değil bunlar. İnsan olmaya çalı­şan herkesin farzlarıdır. Müslüman olmayan bile bunu uygu­lamaya çalışırken; Ey en yüce dinin mensupları! Uykunuz çok ağır çook.

Nasıl uyanacağız sen onu anlat. Nerden başlanır bu işe? Hisseder düşünür, düşünür hissedersiniz. Zihninizde

hayal kurar bu kurguyu yaşarsınız. Alırsınız, verirsiniz. Doğ­ru olsun olmasın, tehlikeler, kötülükler, kıyaslar, kıskançlıklar v.s. üretirsiniz. Biri vardır size düşmandır, siz de ona düş­manlık etmek zorundasınızdır. Biri vardır sizi kıskandırmaya çalışıyor, nispet yapıyordur siz de tabi onu kıskandırmak zo­rundasınızdır. Biri vardır kendini sizin gibi biriyle aynı kefe­ye koymaya çalışıyor, hakkı olmadığı halde sizinle kendine itibar elde etmeye çalışıyordur v.s. Bir de bakarsınız ki bütün her şey size tehlike teşkil ediyor. Hatta eşiniz bile sizi yıpra3

53

A N K E B U T

Oysa sevgi tohumunuz yeşerip büyüse, bütün arşa uza­nan bir harika olacaktı. Bütün zihniniz, "dur" diyen ölümle duruverdiğinde gerçekle karşılaşır azapla kavrulursunuz. Hangi batağa saplanmış olursanız olun, ölüm size "dur" de­meden, siz kendiniz durursanız, Yüce Halik, Cenabı Rabbul Alemin sizi henıı:>n çıkarır. Bir de anlarsınız ki, size sizden başka hiçbir şey düşmanlık edemezmiş. Bırakın kendinizi işi­ni bilen doktorun ellerine. Kanınızı, irininizi temizlesin. Mik­ropları öldürsün, yaranızı sarsın. Ha, tabii canınız yanar, ol­sun katlanın bu acıya çünkü sonu şifadır. Canım yandı diye doktorun elinden kaçarsanız şifanız yarım kalır. Ona ters olursanız, dostu düşmanı tanırsınız. Düşman, nefis yani ego­nuz, dost Allah'tır. Bundan ötesi yoktur. Diğerleri görüntü­dür, gölgedir.

Çok memnun olduğunuz bir dostunuz olduğunu farz edelim. Ya düşünceleri size karşı değişirse? Birden düşman oluverirseniz? Bu dostluğun bir garantisi var mıdır? Belki de ölüverir yalnız kalırsınız. Çünkü o bir cismani bedendir yani görüntüdür. Ondan size akan ise Rabbin sevgisinin onun ka­nalından gelişidir. O gider başkası gelir, Rabbin seni başkası­na sevdirir. O sevmez; sevemez ancak Rabbi sevdirir. Sev­mek, sevilmek mi istiyorsunuz, o zaman izin verin yani bir durun, O lütfuyla kalbinize hükmetsin. Oranın padişahı o ol­duktan sonra bir karışıklık, düzensizlik, suç olur mu hiç?

İşte sorunun cevabı: Rahim olan görünen alemden ötesi­ne geçişin tek yolu, Kalp Alemine geçiştir. Cüzi kainat olan insanın, Rahman alemi kalbindedir. "Kim nefsini bildi o

Rabbini bildi." Kim duygularını, düşüncelerini, hakkı, sev­giyi, lütfu kalbinde bulursa öteye geçecektir. Tek bir şart var­dır. Hislerinizin tanımını koyup kaynağını görüp, haram olandan yani muzır düşünceden ve duygudan uzaklaşıp he­lal olana yani sevgiye yönelmektir.

54

B E S M E L E

Çıkarıp atın zihninizde dolanan, kalbinizi karartan düş­manı. Yine eksik söyledim. Yaratıcınıza bırakın kendinizi, si­zi düşmandan kurtarsın. Sonra bakarsınız, eşiniz, çocukları­nız, ahbabınız sadece sizin gibi korkuyorlarmış sevmekten. Ne kötülermiş, ne düşman. Onların ihtiyacını gidermenin, ateşten kurtarmanın yolunu arar, bir Allah dostu olabilirsi­niz. Artık o hekim hastalarına gönderir sizi. Gönüllere şifa veren bir hakikat eri, bir aydınlatıcı olursunuz. Korkular için­de bir biçareyken, bir sultan olursunuz. Kadirşinas, cömert, mert, adil bir sultan. İster zihinlere akıl, ister gönüllere aşk olursunuz. Yolda kalmışa rehber olursunu:ı.

Bunu yapmayan ne yaparsa yapsın öteye geçemez. Yolda kalır. yaptığı ibadeti sayar, döker. "Şuna şu kadar verdim, şu­na şunu yaptım, karşılığı şudur" der. Kendine bir muhasebe bürosu edinir, günahı sevabı tartar, cennetin hangi katından yer alsam diye emlakçılığa soyunur. Sevmeyince, sevgiye izin vermeyince, sui zandan kurtulmayınca, bu alış verişten bir karı olmadığını göremez çünkü büyüklük hastalığıyla gözle­ri kör olmuştur. Düşman kalbini işgal etmişken, cennetten ar­sa nasıl alacak! İbadetini aşkla, aydınlanmış kalbiyle yapanın iki rekat namazına bile denk düşmez bütün amelleri. Sorsa­nız, "ben kim, suizan kim" der. "Herkesin iyiliğini isterim kö­tülükle işim yoktur. Ben hiç kimseye karışmam tevekkül sa­hibiyim" diye atar tutar. Ama "ya şu kayınpeder, ya babam ölse de mirasını yesek" der. "Şu işin hilesi nedir, nasıl halle­derim de menfaatimi sağlanın" der, plan yapar durur. Plan­ları ince ince ayrıntılarıyla hesaplar, hatta gece gündüz uyu­maz yirmi yıllık kalkınma planı hazırlar. Sonra bir şey planı­na uymazsa "Ya Rabbi! Şu zavallı kulundan ne istiyorsun? Ne ağır imtihan ediyorsun. Dünyad;ı iste'-l iğ iıni vermiyorsun bari cennette şunu şunu ver!" diye yalvarır durur. Onun sev­giyle işi yoktur. Oysa gördüğünüz, görmediğiniz bütün yara-

55

A N K E B U T

tılmış, sevgiden halk olunmuştur. Cennet, hiç düşmanlık ol­mayan katışıksız sevgiden. Her şeyin yapıtaşı sevgiyse cen­netteki köşkleri nasıl inşa edersin?

Uzun lafın kısası, bütün kurallar, şerait, yollar sevgiyi kalbe yerleştirmek içindir. Ama kuralsız, ahkamsız, edepsiz bu iş olmaz. Namaza durduğunda bütün korkuları, şüphele­ri, sui zanları, planları, �rzuları zihninden, hislerinden uzak­laştırırsın, hiç değilse günün bir kısmında arınmış olur sevgi­ye yer açarsın. Bu, bütün zamanlarında gerçekleşmeye başlar. Bu hale daim namaz denir. Her neyi seversen aslında Allah'ı sevmiş olduğunu, her neye kızarsan, aslında ondan uzaklığa kızmış olduğunu anlamalısın. O zaman gönül huzura erer, kurtulur, selamet bulur. İnsan tıpkı kainat gibi besmele bileş­kesinden halk olundu. Aynı program yani. Bu üçlü bileşkeyi anlayan kendini, sonra kainatı, Rabbini tanır. İnsan Allah Rahman Rahim'i'n karşılığı olarak Kalp Akıl ve Bedendendir. Tıpkı kainatın işleyişi gibi emir kalpten akla, akıldan bedene gerçekleşmelidir Ama insan bunun tersini de yapabilir. Daha doğrusu genelde tersini yaparsınız. Beden akla, akıl kalbe hükmeder ki günah, şuç, kusur, arıza v.s. budur.

Ya akıldan hüküm çıkarsa olmaz mı? Hayır. Akıl karışıktır. Saf halde kalmaz. Akıl kalple birle­

şik hareket edemez çünkü dünya hayatı insanı daha çocuk­ken kalbinden ayırır.

Nasıl yani herkes çocukken hislerinin hükmünden çıkar mı demek istiyorsun? Çok az insan dışında herkes. Çocuklara, sevgisini göster­

mek istediği bir sokak köpeğine sarıldığı zaman nasıl davra­nılır? Ya da uyumak istemeyip ailesiyle vakit geçirmek istedi-

56

B E S M E L E

ği zaman? Hatta acıkmadığı halde mama tıkıştırıldığında, di­liyle ittirdiğinde? Böylece hislerine önem vermemesi gerekti­ğini öğrenir. Saf aklı da böylece bulanır. Bazen de sevmediği şeylere, kişilere sevmiş gibi davranması istenir. Olduğu gibi görünmemesi gerektiğini anlamak zorunda kalır.

Ama bunlar bazen mecburen yapılır. Ya bebek pencereden aşağıya uçmak isterse karışmayacak mıyız? Mümkün olduğu kadar yorumsuz yapın. Zaten bu olma-

sı kaçınılmaz bir durum. Dünya hayatının getirisi. Ama bun­lardan arınmak da mümkün. Kirlenmeyen temizlenmeyi öğ­renemez. Hepsi gerekliliktir.

Anlayamadığım bir nokta var. Bedensel istekler de duygu, his sayılmaz mı? Onlar kalp aleminden değil mi? Hayır onlar başkadır. Bir kase süt ile yaşamınızı devam

ettirebilirsiniz. Fakat öğretilerle deneylerle bu ihtiyaç büyü­tülür. İki saat uyku yeterli olabilirken, bu ihtiyaç 12 saate ka­dar çıkarılabilir. Bedensel ihtiyaç dedikleriniz sizin için ge­rekli olandan çok fazladır.

Beden dünyada, bileşkesinin kendine hizmetini isteyebi­lir. Buna kibir denir. Aşık olmak nefsani bir arzu değildir. Fa­kat aşık olduğu kişiyi sahiplenme arzusu, hatta onun hisleri­ne aldırmadan ele geçirme isteğinin duygularla ne alakası var? Bu, bedene hizmet için bileşkeleri kullanmaktır. Siz his­lerinizden koptuğunuzda gerçek ihtiyaçlardan fazlasını iste­menin, tattırmanın aslında haz vermediğini, mutlu edemeye­ceğini, çünkü huzurunuzu kaçırdığını bilemezsiniz. Doyduk­tan sonra yediğinizde yemeğin lezzeti azalır, çok uyuduğu­nuzda bitkin, isteksiz güne başlarsınız, cinselliğin de fazlası­nın tadı kaçar.

57

A N K E B U T

Tekke terbiyesinde kişiye gerçek ihtiyacı bildirilmeye ça­lışılır. Derviş, az yemeye, az uyumaya, az konuşmaya, az iç­meye gayret ettirilir. Gerçek ihtiyacı, sevmektir. Bu bildirilir. Göksel enerjiyle tatmin ettirilir. Huzuru yakalar tatmin olur. Böylece diğerlerini de huzura kavuşturacak bir aracı olmaya namzet olur. Bileşkesini fark eden istekli (mürit) artık bileşke­sinin derinine yolculuk edebilmeye kabiliyet kazanır. İşte ar­tık Rahmani yolculuk başlar. Çünkü artık kendisinin beden­den müteşekkil olmadığını idrak etmiştir. Oysa önceleri aklı­nın dahi bedeniyle ilgili kısmını kullanmaktaydı. Bu anlayış açılımı sırasında rüyalar çok önemlidir. Çünkü rüyalar hisle­rinizim gösterimidir. Rüya, zaman ve mekan ötesi bir vizyon­dur ki kişinin his dünyasından yansır. Rüyalarının ne demek istediğini çözerek kendini açılıma sokan birinin, sonraları rü­yalarıyla meşgul olmaya ihtiyan kalmaz. Çünkü o daha bü­yük bir açılıma girmiştir ki Rahman yapısının açılımıdır bu.

Nefsani terbiyenin açılımında kadınla erkeğin bir farkı var mı? Yani kadın müritie. Hayır, farklıdır. Kadın mürit tekkeye hislerini tanıma saf­

hasına sokulmaz. Çok az yiyip içeceksin, çok uyumayacak­sın, nefsini kıracaksın denmez.

Neden? Çocukken, erkek gibi, söylenenlere kendini kaptırmaz da

ondan. Kadın bedensel zayıflığının yanında hissel güçle do­ğar. Kadın hislerinin farkında olarak yaşar. Çünkü çocukken kafasına sokulanları uygulasa da tam olarak inanmaz. Kendi­si kural koymayı sever. Aileye uyum konusunda kız çocukla­rı uyumsuzdur. Ya da uymuş gibi davranır ve hislerini bir ke­nara saklar. Kadının aşk gibi kuvvetli bir his karşısında ne ka­dar başına buyruk ve inatçı olduğunu yaşayanlar bilirler.

58

l t t f

B E S M E L E

Kadın ihtiyacının farkında olur fakat öyle yaşayamaz bu­nun böyle olması gerektiğini kabullenir sadece. Erkekte, nef­sani' arzular, yeme içme-seks üzerinde yoğunlaşırken, kadın­da, giyim, davranış ağırlıklıdır. Erkek çocukların birbirlerine kızdıkları zaman yaptıkları küfür etmek, dövmek şeklindey­ken, kızlarda ağır söz söyleme, giyinip hava atma, karşısında­kinin sahip olduğu erkeği ele geçirip onun kendisini kötü his­setmesini sağlama v.s. gibi davranışlardır. Çünkü kadının yenmesi gereken düşmanı yani nefsani arzusu hükmetmek­tir. Bu yüzden ilahi dinler kadını hüküm altına sokmaya çalı­şırlar ki hem kadın, hem eşi, hem çocukları, hem toplum ra­hata ersin. Bu yüzden kadına riyazat , tekke terbiyesi uygula­tılmaz. Ona şu ders çalıştırılır: "Baban ya da kocan senden

sorumlu kişinin emri altına gir.". Böylece kadın hükmetme arzusundan kurtulup bir üst insan düzeyine geçiş yapar.

Ya kadına hükmeden, cahil, akılsız biriyse? O zaman ne olacak? Canım bunlar bellidir. Kadının emredileni dinleme ölçü­

sü verilmiştir. Kocası "zina et" dese zina edecek değil herhal­de. Hem kadın hüküm altındayken nerede durulacağını iyi bilir. Ama tersi olursa yani erkek hüküm altına girerse nereye kadar itaat edeceğinin ölçüsünü bilemeyebilir. Bu yüzden bir kadın istedi diye katil olan pek çok erkek görmüşsünüzdür. Ya tersini ne kadar gördün? Sırf erkek istedi diye katil olan kadın? (tabii ölüm tehdidiyle baskı yapılması müstesna) Şim­di bu konuyu sana başka bir açıdan açmaya devam edece­ğim. Evrende her şey çift olarak var olur. Kainatın yapısı ses ve ışıkla oluşmuştur. Ses ve ışık, rüzgarla hava gibidir. Işığı, rengi olan her şeyin bir sesi vardır. Var olmuş hiçbir ses ve ışık kainatta yok olmaz. Ancak var olmaları için ikisinin bir-

59

A N K E B U T

likteliği şarttır. İsrafil Sur' a üfürdüğünde bir varoluş başladı. bu çok yüksek bir sesle oldu. Yok oluş diyebileceğiniz kıya­met yani değişim, başkalaşım ise yine sesle olacaktır. Madde­nin anti madde denilen zıddıyla yer değiştirmesini hiçbir şey sağlayamaz. Ancak çok yüksek bir ses.

Bunları açıklaman doğru mu? Yani kıyameti isteyenlerin duyması. Bunlar zaten bilinen veriler. Ben bilinmeyen bir şeyden

bahsetmiyorum. Ses, maddenin atomunu çözelten, parçala­yan antimaddeye çeviren bir güce sahip. Ya ışık sesi parçalar mı? Hayır yapamaz. Rahman Rahim dengesinde Rahmanı ışık, Rahimi sese kodlarız. Çünkü ses ışığı parçaladığı gibi, dişil güç, eril gücü parçalar. Varoluş nasıl sesle gerçekleştiyse, dişil güç öylece eril gücü yapar.

Kadın hem yapıcı hem yıkıcı güç yani. Evet, aynen öyle. Bütün maddeyi madde yapan bir arada

durmalarını, görevlerini yapmalarını sağlayan ses faktörü za­hir (görünen) evrenin görünme var olma sebebidir. Işık olma­dan ses varlık gösterebilir mi? Hayır.

Kahredici dişil güçten korunmak için müritler eğitilirdi. Onlar kahredici gücü bir görüşte tanıyacak kabiliyete ulaş­madan evlendirilmezlerdi. Yapıcı dişil güce kavuşan eril güç ise, bu gücün kahredici güce dönüşmesine meydan verme­den kullanır ve bu güçle dişiyi de pozitif bir artırıma sokar. Böylece erkek eşini, kadın da eşini imar etmiş olur. Kadın er­keğinde oluşan olumlu değişimin müsebbibi, erkek de kadı­nın yapıa gücünün yönlendiricisi, müsebbibidir. Maazallah, yapıcı gücü erkekler tarafından bozulmuş bir kadın (ki sebep babası, kardeşleri, eşi, sevgilisi v. s. olabilir) dişil gücü eğit-

60

B E S M E L E

meyi bilmeyen bir erkeği ele geçirirse sesin ışığı çözelttiği gi­bi aniden erkeği çözeltir. Hiç bir erkek, kadın yönetimine gi­ren başka bir erkeği ayıplamasın, çünkü bu hepsinin başına gelebilir. Bu çok çabuk olur ve kurtulması çok zordur. Bir ka­dın bunu tek bir cinsel ilişki sırasında başarabilir. Dişil güç, erkeğin enerjisini alır ve geri göndermez. Ondaki yöneticilik vasfını alır ve kendine geçirir. İşte dişil felaket Karia budur. Oysa yapıcı kadın bu enerjiyi dengeler, alışverişi gerçekleşti­rir ve erkeği güçlendirir. Denge çok önemlidir. Bu dengenin en büyük tehdidi evlilik dışı ilişkidir. Çünkü bu tür ilişkide kadın, denge için ilişkiye girmez. Amaçlar çeşitli olsa da, bu amaç erkeğini yapılandırmak güçlendirmek değildir. Çünkü bu ilişkide karşılıklı güven yoktur. Güven olmayınca dişi, gü­cünü erkeğe aktarmaz. Erkeğini yapılandıran yapıcı kadını, başka bir kadının mahvetmesi de bu yolla olur. Kadının emekleri boşa gider. Gücü bir siyah dişil güç emip, erkeği hükmü alhna alır.

Bir dakika, yapıcı gücü bir erkek tarafından bozulmuş kadından bahsettin. Kadının yapıcı gücü bir kadın tarafından değil de illa erkek tarafından mı bozulur? Evet tam olarak öyle. Bir kadın, bir kadının yapıcı dişil

gücünü bozamaz. Bunu davranışlarıyla ya da cinsel ilişki yo­luyla erkek yapabilir. Babanın, erkek kardeşlerin çocuklu­ğunda ona yaphkları, ikincil varlık muamelesi çok zararlıdır. Fakat bu kadını iyi bir eril güç yani eş kurtarabilir. Yeter ki bu erkek, herhangi bir siyah dişil güçle cinsel ilişkiye girip gücü­nü bozmasın. Toplumunuzda zina erkek için bir tehlike ola­rak görülmezken, kadın için büyük bir tehlike olarak görülü­yor. Oysa bu tehlike erkek için çok daha büyüktür. Aklı başın­da ebeveynleri erkek evlatlarını zinadan korumak için önlem

6 1

A N K E B U T

almaya davet ediyorum. Bir başka açıdan dişinin cazibesini pervasızca kullanması için teşvik edilmesi ve bu teşvikte ba­banın, kardeşlerin ya da başka erkeklerin rol oynaması, dişi­yi siyah, yıkıcı, yönetici dişil gücünü kullanmaya yönlendire­bilir.

En uygun davranış nasıl olur? Hz. Muhammed'in kızlarına davranışı gibi olur. Onları

çok sevmiş, değer vermiş, saygı göstermiştir. Onlara hem sev­giyi, hem saygıyı öğretmiş böylece erkeğine bunu yansıtma­sını sağlamıştır. Ama onların güçlerini yabancı erkeklere kul­lanmalarını yasaklamışhr, onları dengesizlikten korumuştur. Böylece dişil gücün dağılmasını ya da kötüye kullanılmasını engellemiştir. Kadının bir alıcı olduğunu unutmamak en önemli kuraldır. Kadın, kötüyle tanışmadan kötülük yapa­maz, iyilik görmeden iyilik yapamaz. Sevgi göstermesi için sevgiyle tanıştırmanız gerekir. Saygı gösterebilmesi için saygı görmelidir.

Peki aslında yani özünde iyi doğan yani iyi tohum olan bir dişi hayah boyunca sevgiyle, saygıyla tanışmazsa ne olur? Kötü mü olur? Ya kötüye dönüşür ya da nötrleşir. Yani pasivize olur. Kö­

tü eylemler gerçekleştiremese de, hayırlı işler yapacak gücü kendinde bulamaz. Böyle bir kadın, taşıdığı iyi niyetiyle an­cak iyilik barındırabilir. Ama çocuklarına sevgi ve saygı gös­teremez, öğretemez. Bu kadın aynı, eril gücü ele geçirilmiş, özünde iyilik taşıyan erkek gibi olur. Kadının kötü eylemleri­ni benimsemese de ona engel olamayan, buna gücü yetme­yen erkek gibi. ,

62

B E S M E L E

Kadını başka bir kadın kötüleştiremez mi? Kesinlikle Kadın kadına acı çektirir, kötülük eder, zarar

verir ama onu bozamaz.

Peki kadın hem ailesinden, hem eşinden kötülük görür durumda olursa? Yani eşi de bir kötü tohumsa ve yalnız kötülükle uğraşıp, kötülük düşünüyorsa ne yapacak? Bu kadın derhal o erkekten kurtulmalıdır .

. .,

Ya kurtulamıyorsa? Yani ölüm tehdidi alhnda bile olabilir o zaman ne yapacak? Doğrusunu istersen ölümü bile göze alıp o erkeğin elin­

den kurtulmalıdır. Erkeklerin ölümü göze alıp savaşa gitme­si çok büyük bir ecir kazandırıyorsa, buna cihat deniyorsa, kadının ki de böyle bir hareket olur. Peygamber, kızı Zeynep'i müşrik eşinden derhal ayırmışhr. Ta ki Müslüman olana ka­dar. Bir kız ebeveynine de bu yakışır. Kötünün elinde bir ka­dını bırakmak büyük bir kötülüktür.

Kötülük sınırı nedir? Dayak atan biri mi mesela? Kötülük sınırı şudur: Kadın, gidecek yeri olmadığı için

bir adama katlandığını düşünüyorsa ve bu kadın, bu düşün­cesini, başka erkeklerle birlikte olmak için değil, kendisinin ve ailesinin bir ıstırap içinde yaşamasından dolayı taşıyorsa, bu kadın boşanmalıdır. Yalnız bir nokta var ki, kadın; cinsel tatminsizlikle kıvrandırdığı bir adamdan hayır ummamalı­dır. Ve suç bu durumda kadınındır. Bu kadın boşanmadan ev­vel kocasının tatminini sağlamalı, buna rağmen eziyet edi­yorsa boşanmalıdır. Cinsel alışverişin olmadığı ya da eksik olduğu bir evlilikten ne beklenebilir ki. Erkek şiddete başvu­rursa, kadın erkeği tatminsizlikle cezalandırırsa, ikisi de uz­laşmaz bir tavır takınmışsa ikisi de suçludur.

63

A N K E B U T

Bir de erkeği kötü fiillerle meşgul olur halde gören kadın boşanmalıdır. Katillik, hırsızlık, dolandırıcılık, yalancılık v.s. topluma zarar verici her türlü davranış içinde olan erkekten boşanılır. Kendi inanç ve ideallerine mani olan erkekten de boşanılır. Ama "benim kıldığım şekilde namaz kılmıyor" gibi ufak tefek farklılıklar için yuva yıkılmaz.

Önemli olan kişinin yolunun düzgün olması ve bu yol­dan alıkoyan bir eşi değil, destek olan bir eşi olmasıdır. Mer­hamet bir çizgidir. Buradan ayrılan kişiyle birliktelik bir iş­kencedir. Rahman ve Rahim' in birleştiği nokta merhamettir. Çünkü ikisi de Rahmet köklüdür. (Arapçada ikisi de merha­met, rahmet manalarım taşır. )

Merhametsiz bir dindardan hayır çıkmaz. Bu kişi dini kendine göre yorumlar, yalan yanlış uygular eşini, ailesini di­ni kullanarak mağdur eder. Merhametsizliğine dini kulp ola­rak takmaktan çekinmeyecek kadar arsız, aslında iyi niyetten uzak olduğu için inançsızdır. İbadetin görüntüsünü taşıyor diye, herkese özenle büyütülmüş evlatları vermek olmaz. Merhamet taşımayamn hiçbir türlüsüne evlat verilmez.

Merhameti nasıl ölçeceğiz peki? Ailesine, arkadaşlarına davranışları, işinde grup içindeki

hali tavrı, tabiata, hayvana davranışı, eşyaya, paraya bakış açısı, birine bir kötülük yapıldığında gösterdiği alaka, ölçüle­bilir, izlenir. Bu izleme, başka biri ya da birilerine gizlice yap­tırılırsa, o kişinin merhameti belli olur.

Allah, Rahman-Rahim dengesinin, insandaki ferdi açılı­mını anlatmak istiyorum. İnsan bileşkesini yelpazeye benze­telim. Her şeyi bilen külli akıl ve her şeye kadir olan külli ira­denin yoğunlaşıp parçalanması ve ferdi-cüzi iradeye dönüş­mesi sonucu, yelpazenin sapında bir nokta olduğunu düşü-

64

B E S M E L E

nün. Külli irade bir program hazırlıyor ve harikulade bir ro­botu harekete geçiriyor. Bu programda da yelpazenin orta kısmını akıl olarak düşünün. Robotsa bedeniniz. Bu küçücük robot, yani cüz, kül! ile bağlantılı çalışıyor. Yani külli, cüziyi idare ediyor. Fakat robotun programlayıcısı,·programa sahi­bini göstermemesini �mrediyor. Böylece akıl, cüzi bedene, cü­zi olarak giriş yapıyor ve onu kısıtlıyor. Bu çok kısıtlı kalmış robot, sadece deneyimlemesi kısıtlı bir mekana ve zamana hapsolmuş olarak, araştırma ve deneyimleme çabasına girişi­yor. Bir bebeğin merakını ele alalım. Ne kadar sabırsız ve gayretle araştırır her şeyi. Çünkü o, dünyaya bir amaç için gönderilmiştir. Her robotun bir çalışma alanı ve süresi vardır. Robotun görevi, araştırıp öğrendikleriyle külli iradeye geçiş yaparak, bedenini yani makinesini bırakıp programcısına ulaşmak. Bu anlattıklarım sadece benzetmedir. Asla gerçek ve asıl değildir. Başarısızlık, programın robotla işini göreme­mesinden kaynaklanıyor. Yani tamamen bağlantıyı koparmış, başıboş makine gibi. İşte bu konuyu Karia açıklıyor. Şimdi Karia'nın ikinci açıklamasını yapmak istiyorum:

KARİA SÜRESİ- 2. anlam:

Bisınillahirrahmanirrahim

1. Kapıyı çalan kadın, 2. Nedir bu dişi felaket? 3. Anlamadın mı? Nedir kapı çalan dişi musibet? Kapı çalan kadın, dünyadır. Yani fert olarak kişinin aklı­

nı çelmeye çalışan. Bu felaket tabi ki kişinin kısıtlı aklını yani üst beynini kurcalar. "Tık, tık, tık, tık . . . " durmadan kapısını çalar. Niye dünya dişi felakettir? Tabi ki gezegeniniz dünya

65

A N K E B U T

bir dişi felaket değil. O sizin taşıyıcınız, dershaneniz, bıkmaz usanmaz hizmetçiniz. Hatta ona ettiğiniz bunca kötülüğe rağmen hayatını devam ettirmeye çalışan vefakar, cefakar yaşlı kadın. Her şeye rağmen sizi beslemeye çabalıyor. Ama her şey gibi onun da bir negatifi var. Onun da siyah bir bede­ni var. Bu ·· ::-mbolik anlahm gerçektir. O, Hz. Muhammed' yaşlı, süslü ve çirkin bir kadın olarak görünüp konuşmuştur. O siyah kadın İblis'in hizmetçisidir.

Hecate adlı bir kadın dikkatimi çekti. Karanlık Melek, Karanlık Anne, demir bakire, Üç Yüzlü, Bilge Kadın v.b. pek çok adı var. Bu şey, Avrupa' dan lut da, Hint'e kadar pek çok kültürde aynı şekilde ismi değişik olarak bulunuyor. Alh kollu tasvir edilmiş. Üç kolunda meşale, birinde anahtar, birinde ip, birinde hançer. Kavşakların Tanrıçası da deniyor, üç yol ağzı yani. Nedir bu tanrıça? Bahsettiğinle bir ilgisi var mı? Evet. Hecate çok eski. Thoth kadar değil ama ondan son­

ra. Kadim bir imge. İmge dedim, çünkü var olmayan ama sembol diliyle varlığa çevrilen bir imge. Bilinç üstünüz varlık yapamaz ama bilinçaltınız varlık meydana getirebilir. Bu var­lık meydana getirme pozitif ya da ak güçlerin kullandığı bir yöntem değildir. Çünkü insan bilinciyle oluşan bir varlık çok tehlikelidir. İyi bir amaç için, zaten var olanlar yardıma çağrı­lır. Ama kötü bir amaç için her zaman kötülükleri bünyesin­de toplayan, hep daha güçlüsü istenir. Hecate, toplanmış kö­tülük tanrıçasıdır. Toplam ve oluşturulmuş bir varlıkhr. Ona bir çeşit hayalet de diyebilirsiniz. Ama dünyada insan olarak yaşayıp ölen kişilerin ruhları için söylenen hayalet değiltabi. O dünyada var edilmiş, halen var olan, çağırana gelen bir or­tak bilinç gücü. Ne kadar çok kişi Hecate'yi çağırırsa o kadar

66

B E S M E L E

güçlenir. Gençler tercih edilir bu iş için. Genç beyin, genç enerji. İstekleri de korkuları da daha çoktur.

Hecale "biri üçleyen" diye anılırmış. Vitr ise Allahın s ı ­fatlarından biridir, "Üçü Bir!eyen"anlamında. Şekil olarak çizersek Hecal.:.. yi ''Y" harfiyle, Vitr'i ise üçgen ile sembollendirebiliriz. Tam tersi yani dikkatimi çekti bu. Ne dersin bu konuda? Dünyaya geldiğinizde bir şahsiyetsinizdir. Ama sonra

bölünürsünüz. Eş, ebeveyn, toplum ferdi olarak. İyi bir eş, iyi bir anne ya da baba, iyi bir toplum ferdi olmak istersiniz. Ye­tişkin insan üçlenir. Daire iken, üçgen gibi şekil alırsınız diye­lim buna. Ama Hecate gücü insanı "Y"ye çevirir. Yani kişiyi parçalar.

Nasıl yapıyor bunu? Kendinize sorduğunuz sorularla. İnsan bütünlükteyken

kendine "Ben iyi biri miyim?" der. Eş olunca, "iyi bir eş mi­yim? ", "iyi bir baba mıyım?", "iyi bir anne miyim?" . Sordu­ğunuz soruyu tersine çevirirlerse, "ben iyi bir toplumda mı­yım?" "iyi bir eşim mi var? Beni mutlu ediyor mu? Yoksa be­ceremiyor mu?" "Çocuklarım iyi mi. Yoksa nankör ve şıma­rıklar mı?" Hep sorular dışarıyı soruyorsa, içeriyle ilgin kal­maz. Dışa bükey olursun dışa yönlenirsin.

Dünyadaki geçici dolayısıyla sanal varyasyon, o kadar önem kazanır ki özbenliğinle ilgin kalmaz. Peki, sorulan so­ruların cevabı ne olur? Tabi ki olumsuz. Çünkü hiç kimse ku­sursuz eş, kusursuz evlat olamaz, kusursuz toplumda yaşa­yamazsınız. Bir sürecik memnun olsanız da çok zaman kötü­lük, mutsuzluk, ümitsizlik içinde olacaksınız demektir. Her şey sizi mutlu etmek için var olmamıştır. Siz her şeye rağmen

67

A N K E B U T

mutlu olabilmelisiniz. Mutluluk ehli ya da saadet ehli diye­lim, dünya koşullarına göre değil, özbenliklerine sordukları soruların müspet cevabına göre mutludurlar. Değiştiremeye­ceğiniz şeylere bakarak nasıl mutlu olabilirsiniz ki? Soru yan­lış sorulmuştur. Alacağınız cevap da yanlıştır. Sizi memnun etmek için var olan bir dünya değil bu dünya.

Herkes dünyanın kendisini mutlu etmesini beklerken ve dünyadakileri mutlu etmek adına bir şey yapmazken nasıl mutlu bir dünya olur ki? Hepsi bir tarafa her zevkin ve mut­luluğun son bulacağı bir dünya hayatında insan sonsuz mut­luluğa nasıl kavuşabilir ki? İşte Hecate insanı yanlış, cevabı iyi olmayacak sorulara yöneltir. Bu soruların sonunda bölü­nüp parçalanır ve her bir parçanız da ateşte tutuşturulur. Üç ateş sahibi olursunuz. Altı kolda üçü ateş yakmış. Hecate'nin diğer kollarına gelince: Anahtar, ip ve hançer. Bütün her şeyi kötü algılayan kişi, kötülüğü kullanmaya başlar. Madem her şey kötüdür o da kötülükle cevap vermeye başlar.

Bir elinde anahtar vardır. İnsanlara yaklaşır, özel hayatı­na girer. Girerken çok sessiz ve kurnazdır. Kolayca açar kapı­larını insanların. Hanelerine dalar sonra ipiyle bağlar onları. Bütün kurbanlara yapıldığı gibi. Çaresizlik içinde bırakır. Dünyevi arzularla bağlar. Ulaşamayacakları isteklerle. Ulaştı­ğından hep .daha fazlasını isteyen kişiler yapar onları. Bu da hiçbir zaman tatmin olamamaktır. İstekler sonsuz, dünyanın kaynakları belirlidir. Dünya herkese her istediğini sunamaz. Kişi bu yüzden ümitsizlik içine düşer. İyice ümitsizlikle bağ­lanan kurban ne yapılır? Kalbinden hançerlenir ki hiç seve­mesin, duyguları ölsün.

Hecate hançer kullanır kılıç ya da bıçak değil. Bu da sin­sice arkadan, habersizce yapar demektir. Öyle sinsidir ki han­çerlediğini anlamazsınız. Bir zamanlar seven bir kalbiniz ol-

68

ll E S M E L f

duğunu hatırladığınızda suçladığınız diğer insanlardır. Oysa biri hanenize girmiş özelinizi öğrenmiş, derdinizi dinler gibi kafanıza kötülükleri sokmuş, sevgi de yok olmuştur. Kari­a'nın anlamını kişi bazında incelerken Kapıyı çalan dünyanın cezbesidir. Eğer içerdeki çok meşgulse Onu duymaz bile. Ama hiçbir işi yoksa yani yüksek ide�lleri. Yani Allah'a var­ma yolu arama isteği ve merakı yoksa. Tembel tembel oturu­yorsa ve bomboşsa içerdeki akıl, eninde sonunda kapıyı açar. Niye defalarca "nedir anlamadın mı?" diye soruluyor, çünkü insan bu dişi felaketi anlamak istemez. Onun bohçasında cez­bedici takım taklavat var. Bir açtı mı bohçasını önünüze bak­madan durabilir misiniz? Bir de ağzı laf yapar ki sormayın gitsin. Bunları bedavaya mı verecek sanırsınız. Olur mu? Çok pahalıdır onlar. Sizden alacakları sizin en kıymetli varlığınız­dandır. Amacınızı, kişiliğinizi, duygularınızı ister o. İşte pey­gamberin kaçtığı dünyadır O.

4. İnsanların dağılmış kelebekler gibi olduğu. O bohçayı açtığında, insanlar aklı dağılmış kelebekler gi­

bi saçılır. Her biri bir tarafa konar, "şunu da isterim, bunu da isterim" der. O hepsini birden deneyimlemek ister. Her çiçek­te gözü vardır artık. Dünyaya niye geldiğini unutur. Bir Yara­tıcısı olduğu ve kendisinin bütün bunların hepsini deneyim­leyecek kadar burada kalamayacağını unutur. Vicdan, aklı se­lim basbas bağırsa da, artık o onları duymaz olur.

5. Vücutların (ya da dağların) atılmış, renkli yüne dönüştüğü gündür. Aklın dağılmasıyla dikkat her tarafa uçuşmuştur. Kişilik

de aklın akıbetine uğrar. Artık kişi, amaçlarına ulaşmak için her rengi dönüşmüş, karışmıştır. O bir karakter taşımaz. Boh-

69

A N K E B U T

çacının gösterdiklerini almaya kararlıdır. Bunun için karakte­rinden ödün vermeye hazırdır. Gün olur dürüstmüş gibi gö­rünür, gün olur yalancı hilekar olur, gün olur insan hayahnı hiçe sayar, gün olur masum rolü oynar. O, hepsini istediği için asla gözü doymaz. Onun karakteri ahlmış yün gibi karış­mış, bulanık renktedir artık. Şunu yapmaz diyemezsiniz. Çünkü istediklerini elde etmek için her şeyi yapabilir.

h

6. O gün herhangi bir (dişi) dengeyi oluştunnak için ağırlık tartıp koyarsa (yani iki kefeyi dengelemek için iki tarafa eliyle ek ağırlık koyarak eşitleme. dengeyi gerçekleştinne) İşte bu noktada insanın kendi bünyesindeki Rahman-Ra­

him ikilemini izah etmek zorundayız. İster erkek olun, ister dişi, çift yaratıldınız. Yani kendi bünyenizde ikisini de taşı­yorsunuz. Ama görüntü olarak dişiyi ya da erkeği seçmiş ol­makla, ikisinden birini baskın deneyimlemektesiniz. Ve den­geyi oluşturma görevi dişi tarafınızdadır. Yani Rahim oluşu­munuz.

İnsanın üst bilinci mi kastedilen yoksa başka bir şey mi? Veya Ruh nefis diye lasawufta anlahlandan nefis görevi mi bu? Nasıl ki dünyanın bir siyah bedeni var, fert olarak hepi­

nizin bir siyah bedeni vardır. Uzun ve karmaşık bir izahata hazır ol. Beni yine uzun yola soktun.

Sormayayım mı yani? İstersen vazgeç anlatma. Hayır, sormuş olduğun sorunun cevabını vermekle yü­

kümlüyüm. Artık geri dönüşü olmaz. İnsandaki siyah beden, Kur' anda gölge diye meallendirilmiş. Rad Su.resi ayet 15' de:

70

.1

B E S M E L E

"Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sadece Allah'a secde ederler. 11

Dernek ki, her canlının bitkiler de dahil bir zıt bedeni var. Rad Suresi ayet 8:

"Her dişinin neye gebe olduğunu ve rahimlerin neyi eksik, neyi ziyade edeceğini Allah bilir. Onun katında her şey öl­çü iledir. 11

Bu ayetle de insanın dengesinden bahsediliyor. Dengeyi oluşturma görevi Rahim oluşurnundur demiştim. Rahim olu­şumu Rahrnan'a kıyaslarsak, suyla buz gibi tarif ederiz. Ra­him oluşumun buza benzediğini varsaysak, kalıplaşmış ve aynı zamanda işlem görmüş halidir. Dolayısıyla dünya yaşa­mına sabit zemine ve belirli zamana haps olmuş ve görevli oluşumunuzdur. İşte bu yüzden dünyaya uyum bakımından o, insanın son şekli, son merhalesidir ve dünya gibi dişi ad­landırılır. Bu ayette de dişi olduğu vurgulanan "rahimlerin ne­yi eksik neyi ziyade edeceği" derken dünyevi oluşumunuzdan bahsediyor.

Peki siyah bedenin konumu ne burada? Anlahyorurn. (Rad Suresi açıklamasında anlatılan bey­

nin bölümleri ve dengesi) İnsanın düşünce sisteminin ve bey­ninin tıpkı YinYang dengesi gibi olduğunu daha doğrusu ol­ması gerektiğini anlatmıştım sana. Sağ lob üst beyin (sağ kor­teks) ve sol alt beyin, siyah bedenin negatif oluşumunun pa­ralelindedir. Musibet kadın, felaket dişi diyebileceğimiz, dünyanin negatif oluşumu (bohçacı kadın dediğim) bu tara­fınızla deneyirnlenir.

71

A N K E B U T

Yani siyah beden dediğin negatif oluşumumuz olmasa dünyayı deneyimleyemez miydik? Evet tamamen öyle. Yani o sizin bir tarafınız onsuz ol­

maz. Tıpkı sizin sindirim sisteminiz gibi, görevi sevimsiz gö­rünebilir ama olmazsa olmaz olandır. Bu bedenle ilgili zihnin, beynin, aklın, zekanın dengesi, benliğinizin dengesini oluştu­rur ki dengeyi bulmuş bilge kişilik olur ve tekamüle doğru yol alırsınız. Size karışan, ayarlayan bastıran o tarafınızdır. Kapıyı çalan musibete kapı açmayan insan çok azdır. Kapı açıldıktan sonra onunla hesaplaşan, ondan kurtulan kişi an­cak ve ancak dengeyi bulan kişidir. Bu nasıl olur? Duygusal deneyimlerden sonuç çıkarıp (her olay bir duygusal deneyim yaşatır) bunu dengeyi oluşturmada kullanan kişi kurtulur.

8. Ve eğer kim (dişi) dengeyi hafife alır önemsemez (ağırlık koyup uğraşmaz) aptallık ederse 9. Onun anası Haviye (hevaya uymuş şımarık ka­dın) olur. 10. Onun mahiyetini ne olduğunu anladın mı? 11. Ha17Jiye ateştir. (sa ldıran ateş ordusu ya da iyice kızgınlaşmış dişi. )

İnsan bu dengeyi önemsemezse aptallık eder. Aklını kul­lanmamış olur. Bunun için ağırlık koymazsa hafifletmiş olur. Ama bu denge tıpkı bir binanın çatısı gibidir. Bir binaya çatı . yapmazsanız ne olur? Binaya yağmur, kar işler çürür ve za­manla yıkılır. İnsanın çatısı da bu dengedir. Fakat kafanıza göre çatı kuramazsınız. Bunun için bir çatı ustasından akıl al­mak zorundasınız. Çatının iki yanı öyle ayarlanmalı ki çatı çökmesin. Bu denge nasıl oluşturulur araştırıp öğrenmek zo­rundasınız. Uzun düşünceler, kesin kararl ?r, çabalar . . . Yoksa

72

I! li 1

B E S M E L E

tehdit açıkça bildiriliyor. Bunu yapmazsan sen, anan bir kız­gın dişi ateş, veya diğer manasıyla ateş gibi yayılan yetişen bir ordunun ferdi olursun. Niye dişi bir ateş? Çünkü bu dün­yanın siyah bedeni olan dişiyle bütünleşmek, yakıcı kahredi­ci bir güç haline gelmektir. ·

Bu denge nasıl oluşturuluyor? Denge, bünyenizdeki dişil-eril gücün programını iyi yap­

makla ve bunu hayata geçirmekle olur. Davranışlarınızda ilk önce kadının ve erkeğin hakkını yerli yerine oturtmalısınız. Hak ve adaleti çok iyi öğrenmelisiniz. Kafanıza göre hak ve adalet oluşturamazsınız. Şekilde dindar olmakla ya da tam tersi din ve inanç tanımaz olmakla, "her şeyi düşüncemde,

duygularımda halledeyim hiçbir şekle bürünmeyim" de­mekle olmaz. Kendinize ve çevrenize aynı şeyi istemek ve yapmakla olabilir. Haksızlığa uğramak istemiyorsanız en kü­çük haksızlığa yol açmamalısınız. Çünkü haksızlık, siyah-ak bedenlerinizin işleyişini bozar.

Bir de ak beden var öyle mi? Peki bulunduğumuz beden bir ayrı oluşum mu? Yani üçüncü bir beden? Esasen bu şekilde insanı üçe bölemezsin. "İnsan sadece

ruhtur". Fakat dünyevi deneyimi için bir beden ve bir akıl ve­rilir. Bunlar ruhun araçlarıdır. Siyah beden de sadece araçtır ve ruhun deneyimi için gerekli bir araçtır. Öldüğünüz zaman ruh gidip aklınız ve siyah bedeniniz geride kalmıyor. Hepsi birden gidiyor, Siyah bedeni kötülükle karıştırma. O kötü iğ­renç v.s. bir şey değil. O sadece negatif. Kötü olarak görülen­ler ise sadece dengesizlik. Arıza yapmış robot gibi o kadar. Ruh, zaten diğerleri tarafından herhangi bir işleme maruz bı­rakılamayacağı için, nefis diyebileceğimiz siyah beden aracı­nın iyi kullanılması yani terbiye edilmesi, akıl denilen araçla

73

A N K E B U T

olabilir. Aklın ruhla bağlantısında sorunlar varsa bütün aksi­likler buradan kaynaklanıyor. Bu bağlantıları oluşturmak ise, merhamet anahtarını kullanmakla olur.

Peki neden ayette dengeyi oluşturan unsur dişi olarak nitelendirilmiş? Çünkü siyah beden dişi, negatif unsurdur. Dünyevi akılı

yani aklın dünyevi yönünü siyah beden kullanır. Burada nef­sin bu işi yapacağını yani dengeyi oluşturacağını anlatıyor. Çünkü terbiye olması gereken nefistir. Ruhun terbiyeye değil, deneyime, gözleme, yaşama ihtiyacı vardır. Ruhu dengeye sokmaya gerek yok. Çünkü o bir araç değil, o bir amaçtır. Of! Ne zor anlıyorsun! Rabbimiz insanı, kendini tanıtmak için ya­rattı.

Nasıl yani? Rab insanı meleklerine gösterdi, kendini tanıtmayı arzu­

ladı ve böylece kendine muhatap elde etti. Bu dünya hayatın­da "ben ilahım" diyen kaybetti. "Sen Rabbimsin" diyen ka­zandı. Çünkü ancak Ona muhatap olabilen varlık mutlak varlığa erebildi.

İnsanların çok azı ilôhlık iddiasında bulunmuştur. Pek çoğu ise "Sen Rabbimsin" demiştir. Öyleyse çoğu kazanmışhr. Değil mi? Hayır. Maalesef dillerin söylediği ile gönüllerin söylediği

bir değildir. "Sen Rabbimsin" diyebilmek için Rabbi tanımak sonra kulluğu bilmek gerek. Bu ise çok azına nasip olur. Ön­ce kendindeki Rabb ile tanışıp, sonra O'na kul olmanın şük­rünü, rızasını sindirip sonsuz saadete erişmek. Bu iş çetin bir iştir. Uğraş gerektirir, itina, azim, sadakat, doğruluk v.b. Acı-

74

B E S M E L E

larla yanıp pişmek, olgunlaşmak. Bu zorluğu aşabilmek için insan denen kıymeti yetmiş kat bohçaya sarar gibi yetmiş kat perdeledi, yetmiş kat korumaya aldı.

Kimden korumak için kötü varlıklardan mı? Hayır, hayır, kendinden Zahndan korumak için. Çünkü

böyle olmayınca insan muhataplığı başaramıyor. Hemen Ya­radan olarak var olmaya yöneliyor. Peki, biri bir diğerine mu­hatap niye olur? Tabi ki tanışmak için. Niye karşılıklı sohbet edilir? Tanımak ve öğrenmek için. Niçin kulluk en yüce ma­kam? Çünkü kul olan Rabbe muhatap olur. Veliler, Rabb'e "dost" derler. "Veliyullah" "Allah dostu" demektir. Dost sır­daş, dost gönüldaş, dost cömerttir. Rabb'e kul olan O'na dost olur. Kişi, kendinle kavgalıysa, nasıl Rabb' e dost olur? Niye kendinle kavgalı olur insan? Karşı cinse buğzediyorsa . . ..

Haydaa! Nerden geldin buraya şimdi? Özellikle yeni tanışmada ya da bir suçunu affettirmek

için erkek niçin kadına çiçek verir?

Niye? Neden bahsediyorsun? O çiçek tıpkı beyaz bayrak gibidir. Barış sağlamak çaba­

sıyla konur ortaya. Çünkü karşıdaki düşmandır. Düşman ola­rak algılanır.

Eeee niye? Çünkü bu bir olması gerekendir ve olmuştur. Araf Sure­

si ayet 23 ve 24' de Adem ve Havva valideniz yasak meyveyi yediklerinde şöyle yalvardılar:

75

A N K E !l U T

23. O ikisi: "Ey Rabbimiz! Biz kendimize yazık ettik. Bizi ba,�ışlamaz ve bize merhamet etmezsen, hiç şüphesiz, kay­bedenlerden olacağız!" dediler.

24. " İnin, birbirinize düşman olarak!" dedi. "Yeryüzün­de bir süre için konacak bir yıırt ve geçiminizi sağlayan şeyler bulacaksınız. "

Yaptıkları hatanın telafisi, düşman olarak yeryüzüne in­mektir. Bu Allah'ın kullarına rahmetidir. Bu, Onun öfkesinin intikam şekli değildir. Bu konu pek çokları tarafından yanlış anlaşılmış olabilir. Bu iniş onların selameti için bir çıkar yol­dur. Okunduğunda sanki onlar özür diliyor fakat Allah, çok kızgın olduğundan önce onlara ceza verip sonra acılar içinde kıvrandırıp öyle affediyor gibi anlaşılıyor. Ama öyle değil. Bu bir kurtuluş çaresidir.

Eyvah yine anlaşılması zor bir konunun içine girdik değil mi? Ben yine zor anlayacağım, sen yine sıkılacaksın. Çok anlaşılır bir şekilde anlatıyorum. Düşmanlıklar ne­

den doğar? Mesela iki ülke arasında paylaşılamayan bir top­rak meselesi. Biri diğerinin herhangi bir kıymetini gasbetmiş­se, sevdiği birinin ya da bir şeyin diğeri tarafından alınması v.b. Bir değerin iki güç arasında paylaşılamaması mesela. Ya­sak meyve yendiğinde bu oldu işte. Biri baskın eril güç, diğe­ri baskın dişil güce dönüştü. Birbirlerini gördüklerinde önce yabancılaştılar. İki dost birbirini farklı algıladı. İkisi de birbi­rinden gizlenme gereği duydu. Çünkü ikisi de birbirini çok özel ve güzel buldu. Fakat birinde olan öbüründe yoktu. Her ikisinde olan ikiye bölünmüş, birine bir tarafı, diğerine öbür tarafı verilmişti. İkisi aynı değillerdi artık. Düşünün, birden

76

}

B E S M E L F

vücudunuz ikiye bölünse ve bir yarısı, diğer yarısından cin­sel olarak ayrı olsa ne hissederdiniz? Korku? Yabancılık? Yok­sa iki parça başına gelenden dolayı birbirine kızar mı? Kar­makarışık duygular . . .

Biri diğerinde olanı kendine aldı, öbürü de öyle. Artık birleşmeleri de mümkün görünmüyorsa ne olacak? Bunu te­lafi etmek için Yüce yaratıcıya başvurdular. "Biz kendimize ya­zık ettik" dediler. Yeryüzüne düşman olarak indiler ki, ikisi de birbirlerinden kendilerini alsınlar. Kadın cinsel birleşmeyle eril güce, erkek de dişil güce kavuşur. İşte tam orgazm halin­de bu tamlığı hissettiklerinden doyumsuz bir tat alırlar. Bu kısa anlar birbirlerini tanımaları için fırsat olur. Çünkü artık hep bir arada kalamazlar sadece çok kısa bir zaman . . . Mıkna­tısın iki kutbu var. İki mıknatısın aynı yüklü kutbunu karşı­laştırırsan birbirini iter, farklı olan birbirini çeker.

Valla sen yine açılmaya başladın. Ben yine ucunu kestiremiyorum. Bok karışmam olduğu gibi yazarım. Sonunu sen getir. Evet dinliyorum. Hangi kulakla?

Tabi ki can kulağıyla. Öğrettiğin gibi. Tamam o zaman. Onların farklı olarak düşman olarak in­

dirilmeleri, onların bir olabilmeleri için bir dönüşümdü. Farklı kutup birbirini çeker çünkü birbirini merak eder cezbe­ye kapılır. Aynı olan birbirinde ne bulacak? Kendini. Öyleyse niye cezbetsin onu.

77

A N K E l:I U T

Yalnız benim anlayamadığım bir şey var. Rab onlara farklı olarak inin demiyor, düşman olarak inin diyor. Düşman kelimesi birbirine kast ehniş iki yıkıcı güç değil mi? Evet öyle.

Peki nasıl oluyor da faydalı oluyor bu düşmanlık? Kadınlar bir araya gelir de samimi bir sohbet başlarsa

"erkek milleti" diye söylenmeye başlarlar. Erkekler de kadın­lan çekiştirmekte geri kalmazlar. Ama evde birbirlerinden et­kilenip ister istemez birleşmek isterler. Aşık olursunuz, sevdi­ğinize sayıp dökersiniz, kızarsınız ama onun çekim gücün­den bir türlü kurtulamazsınız. Ona direnmek istersiniz ama boşuna .. .

Sadede gelsek . . •

Hala anlamadın mı? Bu çekim gücünü ortaya çıkarmanın yolu farklılıkhr. İşin kuralı bu. Mıknatıs muhatabını bulma­dan ne işe yarar? Ne gücü vardır ne çekimi. Siz de böylesiniz. Aşk gücünüzün ortaya çıkması için farklılığa ihtiyaç duyu­yorsunuz. Aşk gücü ise bütün evrenin gücünün, enerjisinin kaynağıdır. Bu gücü zararlıdan yararlıya çevirmek gerekiyor. İnsanlar bunu yapmalı.

Yalnız hôlô anlamıyorum. Aşkla düşmanlığı nasıl bağdaşhrabilirim? Biri sevgi biri nefret kaynaklı. Bak, daha da açık bir şekilde anlatacağım. Düşmanlığı

özetlersek birincil duygu: korku, endişe. İkincisi: Tehlikeden korunma içgüdüsü. Üçüncü: Saldırı. Niçin? "O saldırmadan

ben saldırayım" güdüsü. Dördüncüsü: Etkileşim (saldırının neticesi) iki tarafın birbirine hasar vermesi. Bu hasar da, duy­gusal yıpranma, travma.

78

B E S M E L E

Aşktaki kıskançlık, bu nereden geliyor? Bütün düşmanlığın kaynağı kıskançlık zaten. Onda ol­

mayan öbürkünde var. "Benim olmayan ölsün" ya da "barış imzalamak lazım" anlatışlarından biriyle sonuçlanır. Kim sevgiyi öğrenirse barışa koşar. Başka sevgilerde acı çekilmez. Sevgi mutlu eder. Ama kadın erkek sevgisinde bol acı çek­mek vardır. Evlilik denilen barış anlaşması imzalanana kadar. Evlilik düşmanlığın ilacıdır.

Evlilik hakkında pek iyi düşünmeyen bir kitle var. HaHa "evlilik aşkı öldürür'' derler. Tabii. İşte benim anlathğımla paralel. Evlilik aşkı öldürür

çünkü yabancılaşmadan, düşmanlıktan kurtarır. Aşk denilen ıstırabı hafifletir. Bunu huzur veren bir sevgiye dönüştürür. Evlilikten hoşlanmayanlarsa, düşmanlıktan sadistçe bir zevk alanlardır. Zinada güven yoktur. Dolayısıyla düşmanlık sürer gider.

Cinsel yönden ne kadar başarılı olursa olsun, zina halin­de olan birliktelik düşmanlıktan kurtarmaz öyle mi? Evet canım. Her şeyi sebep ve sonucuyla değerlendirme­

lisiniz. Sonuca bakmazsan "adrenalin heyecanı" diyerek hır­sızlığı hatta katilliği bile hoş görebilirsiniz.

Peki bu düşmanlığın tedavisi evlilikse her evli çift bundan kurtulabilir mi? Maalesef tedavi şeklidir. Ancak nasıl her tedaviyle her

hasta iyileşemiyorsa evlilikle de düşmanlığı bitiremeyenler pek çok. Ama şunu kesin söyleyebilirim. Zina ilaç olamaz an­cak zehir olabilir.

79

A N K E B U T

Tamam öyledir öyle olmasına da, bana bunu öyle açıkla ki kimsenin tereddüdü kalmasın bu konuda. Bir genç ebeveynine "Neden zina yasakhr? Çok sevdi­

ğim biriyle birlikte olmanın, onun da rızası varsa nesi suçtur? Ben kime karşı suç işlemiş oluyorum? Bu kimi ilgilendirir?" demesi durumunda, ebeveyninin kem küm etmesi ve "çünkü Allah öyle istiyor" deyip konuyu kapatmaya çalışması, in­sanların bu kuralı hiçe saymalarını getirdi. Çünkü görsel ola­rak zinaya o kadar çok davet var ki. Kanı kaynayan bir gen­cin, bunlara karşı koyması için geçerli bir nedeni olması la­zım değil mi?

Öyleyse ayrınhlara girerim. önce aşkla zinanın bağdaş­madığından bahsedeyim. Çünkü insanlar "aşık oldum, daya­namadım yaptım, ne yapayım!" deyip aşkı zinaya kulp ya­parlar. Şimdi bir kadın düşün. Bir adama aşık olmuş, "Ah! Ona bayılıyorum. Onu görmezsem dayanamam Onsuz yaşa­yamam. Ne isterse yaparım. Yeter ki beni alsın!" diyor. Bu gerçek bir aşık kadının sözleri. Kadın ne istiyor? Onu hep görmek, onunla hep beraber olmak, onun yokluğuna dayana­mayacağından, ölene kadar onunla olmak istiyor. Ama erke­ğin onu kabul edip alması gerekiyor. Aksi halde kadın erke­ğin de onu sevdiğini düşünemez. Ya seven erkek ne der: "Sevdiğim kadın için dağları delerim ama yeter ki benim ol­sun". Erkek kapsadığı için sahiplenir ve ikinci biriyle asla paylaşamaz. Bu korkudan dolayı kadının hep gözetimi altın­da olmasını ister. Kendini diğer erkeklere sunmaya hazırmış gibi görsel tavırlar sergileyen kadına, aşkı ne kadar büyükse o kadar öfke duyar. Demek ki aşkın gereği birlikte bir yaşam sürmektir. Evlilik denilen şey de birbirine söz vermektir. Or­tada bir ahit yoksa, iki insanın birbirine sadakati nasıl olur? Her an kaybedebileceğin birini nasıl bir aşkla seversin ki? Bu bir cehennem azabı değil mi? Bu azaptan eninde sonunda bı-

80

B E S M E L E

karsın ve hiç istemeden de olsa sevdiğini uzaklaşhrırsın ken­dinden. Hiç bir insan böyle bir azabı hak etmiyor. Niye genç­lere bu kıyım yapılıyor ve birbirlerini mutsuz etmeleri sağla­nıyor ki? Hele bir de kişi, sevdiğini elde etmek için yatağı ça­re görüyorsa onun hüsranını düşünmüyorlar mı?

Bunun şöyle bir gerekçesi var sanırım: "Gençler cinsel tahninsizlikle kıvranıyor. İnsanımız cinsel açıdan aç geziyor. Bu da saldırganlığa, serseriliğe sebep oluyor. Evlenip düzgün bir yuva kurana kadar bari zinayla idare etsinler'' diyorlar. Tabi aç olunca kamını doyurmalısın ama karnımı doyu­

rayım derken zehirli olduğunu bile bile bir yemeği yer misin? Bu da ona benziyor. Bekleyip temiz yemek için açlık çekmek mi? Yoksa zehri -ki bu zehir insanı asla bırakmaz- yemek mi? Saldırganlığa gelince; oruç tutan kişi yemeğe saldırmaz. "Açım, ne bulursam onu yerim!" diyen saldırgan olur. Yaptı­ğını kendine hak görenler, adam öldürmeyi de kendine hak görür. Tecavüzden sonra kurbanım öldürenler bu mantığı gütmüyor mu? Zina bir hak haline gelirse, öldürmek de gele­bilir. İkisi de nefsi için gereklidir. Kamını, gasp ile çalarak do­yurdu ise görgü şahidini de öldürmek gerekir. Böylece hapis yatmaktan, toplumda güvenilmez biri olarak tanınmaktan kurtulur. Bu da onun egosal hakkı değil mi?

8 1

A L A K S O R E S i

Bismi l lahirrahmanirrahim

1 - 2 : Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı "alak" dan yarattı.

3 : Oku! Senin Rabbin en cömert olandır.

4- 5 : O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bi lmediğini

öğretendir.

6- 7 : Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınl ık eder.

8 : Şüphesiz dönüş ancak Rabbinedir.

9- 1 O : Sen, namaz kıldığında kulu (bundan) engelleyeni

gördün mü?

1 1 - 1 2 : Ne dersin, ya o (engellenen kul) hidayet üzere ise; ya da takvayı (Allah'a karşı gelmekten sakınmayı) emrediyorsa!?

1 3 : Ne dersin engelleyen, Peygamberi yalanlamış ve yüz

çevirmişse!?

14 : O Allah'ın, her şeyi gördüğünü bilmiyor mu?

1 5- 1 6 : Hayır! Andolsun, eğer vazgeçmezse, muhakkak onu perçeminden; o yalancı, günahkar perçeminden yakalarız.

1 7 : Haydi, taraftarlarını çağırsın.

1 8 : Biz de zebanileri çağıracağız.

1 9 : Hayır! Sakın sen ona uyma; secde et ve Rabbine yaklaş.

83

A N K E B U T

1- 2- Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı ataktan yarattı.

"Alak", kelime anlamı olarak alaka ile aynı kökten gelir. İlgi, sevgi, ilişki, duygusal bağ manalarına geldiği gibi; bir ye­re asılıp duran nesne, kan pıhtısı, zıtlık, düşmanlık manaları­na da gelir. Bu kelimeyi bütün manalarıyla incelememiz gere­kiyor. İnsanın yaradılışını tamamıyla izah eden bu çok mana­lı kelime, hem mükemmel hem de çok ilginçtir.

İnsan alakadan yaratıldı. Maddi ve manevi alaka . . . Yapış­kan, çamur gibi pıhtılaşmış ve aşılanmış kandan yaratıldı. Hepsi bu kelimenin mana içeriğinde. Kelimenin tutkulu sev­gi ve zıtlıklar manaları, bebeğin anne karnında taşıdığı hisle­ri anlatıyor. Bebek bu hislerle anne kClrnında oluşmaya başlar. Tanımadığı ve bilmediği her şey onda ya sevgiyi ya da zıddı olan düşmanlığı büyütür. Bu nasıl olur derseniz şöyle diyebi­liriz: Bebek dış dünyadan duyduğu, annesinin hisleriyle bağ­lantılı olarak hissettikleriyle ya korkup düşmanlık hissedecek ya da merak edip sevecektir. Bütün duygularımızın, yaşantı­mızın temelini bu iki ana his oluşturacaktır. Merak; ilgi, sev­gi yani alaka ya da zıddı olan korku; tutku ve düşmanlık. Bü­tün olumsuz duygular korku ve düşmanlıktan çoğalıyor. Korkan, gerçeklerden kaçar ve inkar eder, tanıyamaz, empa­tiyi oluşturamaz, bu haliyle düşman kesilir. Düşmanlık, hase­di, kibri, egoizmi doğurur. Diğer insanları öldürerek rahatla­yan psikopatlar, gerçekte hayattan, ölümden, insanlardan, bütün dünyadan korkanlardır.

Ayetin ilk cümlesi: "Yaratan Rabbinin adıyla oku" daha doğrusu "kıraat et". Bu kelime (ikra) okumak, mütalaa et­mek, incelemek, kadının hayızdan temizlendiği şekilde te­mizlenmek manalarına geliyor. "Hayızdan yani adet kanın­dan temizlenmek" manası üzerinde durursak, okuyup anla-

84

A L A K S Ü R E S i

yıp, idrak edip, inceleyip, menfi olan her şeyden temizlenmiş oluruz diyebiliriz. Fakat bunu sadece ve sadece Rabbinin adıyla yapabilirsin mesajı veriliyor. Bu Rab, Yaradan yani de­vamlı surette seni yaratmaya devam eden, her an, saniye ve salisede seni yeniden yaratan Rab. İnsanı bir balçığa benze­yen kan pıhhsından, basit görünen bir şeyden yaratıp, yarat­masını sürekli olarak yenileyerek onu şekilden şekle sokan O Rab.

İnsan hücrelerinin devamlı yenilenip altı yıl gibi bir za­man zarfında öncekinden hiç eser kalmamacasına yeni hücre­ler oluşturduğu düşünülürse, yaşlılığın nasıl oluştuğunu sor­gulamak gerek. Bu eskime anlamına gelmez. Vücut eskimi­yor ki, aksine devamlı yenileniyor. Öyleyse yaşlı vücut tıpkı ruhu gibi yeni haline bürünüyor. Aslında yaşlı insan, genç halinin yenilenmiş şeklidir. Bu onun bilgeliğinin nişanıdır. Dünyaya katlanmasının görüntüsüdür. Yaşlanmak, insanın yerinin burası yani dünya olmadığının göstergesidir. İnsan, burada yıpranıyor ve yoruluyor, ruh dünyayı benimsemiyor, yavaş yavaş toprağa yaklaşan bir görüntüye bürünüyor. Bili­yor ki topraktan sonsuzluğa geçecek.

Bu güne kadar öğrendiğimiz bilgiler, hayatın çok güzel olduğu yönünde olabilir. Bu bir şeyi değiştirmez. Seni yarat­maya bir an bile ara vermeyen Rabbinin adıyla oku. Yoksa hiçbir gerçeğe varman mümkün değil.

3: Okut Senin Rabbin en cömert olandır. 4- 5: O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmedi­ğini öğretendir.

"Kalem" kelimesini incelediğimizde, onun yazı yazılan nesneden ibaret olmadığını görürüz. Arapça' da. Kalem, bir

8 5

A N K E B U T

miktar kesilen kısım, parçadır. Bu parçayla yazı yazılırsa o kalem olur. İnsana bilmediğini O Rab öğretti. İnsan hiçbir şe­yi kendi bilmiş değildir. "İnsana kendinden bir parça vere­

rek, bilmediklerini öğretti". Allah'ın, Alim (Her şeyi bilen) sıfahndan insana sundu. O da, o küçük parça kadar bildi. O tek parça, aynı zamanda ilmin kaynağının kalem gibi yani Elif gibi olduğuna işaret ediyor. Aynı zamanda Levh-i Mah­fuzu yazan kalem, Arş' da Kur' anı yazan Kalem' in (Tasavvuf­ta onun canlı bir varlık olduğu söylenir) insana bilmediğini öğrettiği de anlaşılır. Bu kalem, Levh-i mahfuzu, kaderi, Kur' anı yazmıştır. Tıpkı bir bilgisayar programını oluşturan harfler gibi şifrelerle. Kur' anın tamamı, kainatın şifresidir, programıdır. Öyleyse insan bilmediğini Kur' an' dan öğrene­bilir.

Bu gün bi l im, kainatın sürekli genişlemekte olduğunu ifade etmektedir. Yani bundan bir mi lyon yıl öncesine gittiğimizde evren şimdikinden daha küçüktü. Beş mi lyon yıl olce daha da küçüktü. Mi lyarlarca yı l ön­ce daha da küçüktü. Aynı b i l imadamları, evrenin ilk anına gittiğimizde yani sürekli genişleyen evrenin, bu sürecini tersine çevirdiğimizde, bir nokta olduğunu ifade etmektedirler ve her şey bu noktadan meydana gelmiştir.

Bu şu anlama da gel ir : Bir tek noktanın patlaması, tezahür etmesi ve genişlemesiyle meydana gelen evrenin her unsuru, bir ve aynı bi lgiyi özünde taşır. Bu, bu gün bir çok deneyle de kanıtlanmaktadır. Holog­ram tekniği i le çekilen fotoğraflar bu deneylerin basit örneklerinden bi­ridir. Bu teknikle çekilen fotoğrafın her hücresine, fotoğrafın bütününe ait bi lgi yüklenmektedir. Siz fotoğrafı ikiye de bölseniz, yirmiye de böl­seniz, o küçük parçada fotoğrafın bütününü görürsünüz. Ancak biraz fludur. O parçanın izin verdiği kalitedir. Tıpkı sürede ifade edildiği gi­bi , "insana kendinden bir parça vererek, b i lmediklerini öğretti" ifadesi­ni izah eder gibidir.

86

A L A K S Ü R E S i

6- 7: Hayır, insan kendini yeterli gördüğü. için mutlaka azgınlık eder. 8: Şüphesiz dönüş ancak Rabbinedir.

İnsan haddini aşıp tıpkı sel baskını gibi kendini yıkar mahveder, delirir. Çığrından çıkar, tahammülünü aşar. Mu­hakkak ki o, olaylan Yüce Rabbin gerçekleştirdiğini bildiğin­de sakin huzurlu olur. Eğer ilmi kendinden bilirse, hayatında olan olumsuz her şeyi de kendinden bilmek durumundadır. Bu insanı delirtir. Ruh halini perişan eder. İnsan kendini ken­dine yeterli görürse yardım isteyecek hiçbir kimsesi kalmaz. Oysa o yardıma her an muhtaçtır. İnsan eninde sonunda öle­rek Rabbine dönecektir.

9- 10: Sen, namaz kıldığında kulu (bundan ) engelle­yeni gördün mü?

Buradaki "salla" kelimesi İslam' dan sonra namaz olmuş, ondan evvel "bir şeyin pişmesi için ateşe koymak" gibi bir manaya geliyor. Evet, Rab, dünya denilen bu ocağa insanı koymuş pişiriyor adeta öyle değil mi? Dünya varlığı olgun­laştıran bir yer. Bir bebekten, bir çocuğa, sonra ergin, sonra yaşlı bilgeliğe çeviren, çocuktan olgun bir varlığa döndürebi­len bir yer. Eğer biri mani olmazsa insanlar pişip olgunlaşa­cak. Tıpkı meyvenin güneşte olgunlaşması gibi. Ham varlıklar başka varlıklara da mani olup, onun da olgunlaşma­sını engellemek istiyorlar.

87

A N K E B U T

11- 12: Ne dersin, ya o (engellenen kul) hidayet üzere ise; ya da takvayı (Allah'a karşı gelmekten sakın­mayı) emrediyorsa!? 13: Ne dersin engelleyen, Peygamberi yalanlamış ve yüz çevirmişse!? 14: O Allah'ın, her şeyi gördüğünü bilmiyor mul

Bu ayete iki türlü bakmak lazım. Kulun kula olan etkisı ve kişinin nefsinin kendine etkisi. "Gördün mü;' ise görmesi gerektiğine dair bir uyarı. Doğru yolda hidayette olanlar ve onu engellemeye, onun olgunlaşmasına engel olmaya çalı­şanlar, Allah'ın gördüğünü bilmez mi? Elbette ki bilir. İnsana yerleştirilen vicdan programı doğruyu söyler. Ama o yalancı olduğundan bilmezden gelir. Mani olmaya çalışır.

15- 16: Hayır! Andolsun, eğer vazgeçmezse, muhakkak onu perçeminden; o yalancı, günahkar perçeminden ya­kalarız. 1 7: Haydi, taraftarlarını çağırsın. 18: Biz de zebanileri çağıracağız. 19: Hayır! Sakın sen ona uyma; secde et ve Rabbine ya"k­laş.

Bu ilk indirilen sO.�e diyor ki: Ruhun Allah'ın kudretini görüp eğilsin, secde etsin. İnsanın yanılgı ve gitgide artan bit yanlış içinde olduğunu söylüyor altıncı ayette. Ancak insan "gani"yi bilir anlarsa, O Allah'a dönüşmeye başlar. (yedi ve sekizinci ayetler) O ise nefsin sesidir. İki ses geliyor insana. Ya doğru yola çağıran, teslimiyeti emreden vicdanın sesi ya da şeytanına uymuş nefsin sesi. İnsan bu iki ses arasında bo-

88

A. L A K S Ü R E S

catar durur. Ama hayır! Rab, insanı perçeminden tutup, al­nından tutup çeker kendine. Burada insan m alnından yaka­lanıyor olması manidardır. Yani buradan şunu anlayabiliriz: Kişiyi akıl kurtarır . . .

89

T A R I K S ü R E S

T A R I K S Ü R E S İ

: Semaya( 1 ) ve Tarık'a(2) yemin olsun.

2 : "Anlamadın mı Tarık nedir? 3 O sakıb(3) bir necmdir.(4)

4 Eğer her nefis üzerine bir (eril) koruyucu varsa ki (mutlaka öyle).

5 İnsan hemen yaradılışına baksın! (yani yaradıl ış hikayesi buna ıspattır. şüphesi varsa oradan öğrensin.

6 O dafık(5) bir sudan yaratı lmıştır. 7 O sulb(6) i le kadının teraibi(7) arasından çıkar. 8 : Muhakkak o, onun dönüşüne kadir olur. (Bu olaya dikkat eder,

öğrenirse, insan dönüşe kadir olur) 9 : O gün ki, sırlar tecrübe edilip kullanı lacak. 1 O : (Bunun aksi yani olmaması için) ne bir kuvvet ne de yardımcı

yoktur. ( l ) SEMA: Yörünge, tavan, gök, bulut, ya§mıır, ot. (2) TARIK: Geceleyin gelip do§an, beliren, yola giren. (3) SAKIB: Parıldayan, yanan parıltılı ateş, ışık. (4) NECM: Beliren, zuhur eden, donan şey, yıldız, sütü çok deve veya koyun yani bol ürün­lü canlı. (5) DAFIK: Birden coşup dökülüveren, akan su. (6) SULB: Erke§in omurgası, sert kemik. (7) TERAIB: Kadının omurga kemiöi veya le§en kemi§i.

93

A N K E B U T

1 1 : Yemin olsun ki sema dönüş sahibidir. 1 2 : Arz çatlama sahibidir. 1 3 : Muhakkak o, kesin bir hüküm -açıklama- dır. 1 4 : O bir şaka değild ir. 1 5 : Muhakkak onlar (buna karşı) bir hi le hazırl ıyorlar. 1 6 : Ve ben de hile -tuzak- hazırlıyorum. 1 7 : Sen kafirlere mühlet ver. acele etme. Onları yavaşça ertele.

Kelime anlamı olarak Tarık Suresi'nin anlamı bu. Açıklama ve sembolik anlahm sana ait. Sema bizi çepeçevre saran atmosfer, sema yörüngemiz ki

böylece diğerlerine çarpmadan güvenlikle yol alıp varlığımı­zı sürdürebiliyoruz. Sema bizim bereketimiz, yaşam kaynağı­mız, yağmurlar bizi besliyor, temizliyor. Sema her şeyin kay­nağı. Peki Tarık ne? Kim ki Tarık, semadan sonra önem arz ediyor? Tarık, semanın dünyaya kathklarının sebebidir. Sema kafaysa, Tarık eldir.

Nasıl yani? Tarık, semanın işlevlerinin dünyada gerçekleşmesini sağ­

layandır. Tarık, ince ince dünyayı işlemiş, onu eşi bulunmaz bir hayat alanı yapmayı başarmıştır. O dünyanın koruyucusu ve onun oluşumunu sağlayan faktördür. Kelime "sema" ola­rak tekil geçtiğinden, yedi kat göklerin kastedilmediği anlaşı­lıyor. Tarık üzerine de yemin ediliyor. Ayrıca "Tarık'ı anladın mı?" diye soruluyor. Muhatap insan olduğuna göre, Tarık'ın üzerinde çok düşünülmesi, araştırılması gerektiğinin ve çok önemli olduğunun vurgusu var ayette. İnsan, mutlaka Tarık'ı anlamalı, daha doğrusu bir gün mutlaka anlayacaktır.

Tarık'ı tarif ediyor ve bu tariften onun çok parlak oJdu­ğunu ve sonradan görünmeye başlayacağını anlıyoruz. He-

94

T A R I K S Ü R E S i

nüz görünmeyen çok parlak bir gezegen, gök varlığı. Onun bereket getiren bir özelliği de var. Ayrıca sonraki ayette, Onun qünyanın korunmasıyla ilgili bir rolü olduğu vurgula­nıyor. Her nefis yani varlık kalıbındaki her canlının bir koru­yucusu olduğu ve Tarık'ın da bir koruyucu olduğu ortaya çı­kıyor. Ayrıca Tarık'ın ve nasıl bir koruyuculuk üstlendiğini bulmamız için kaynak açıklanıyor: "İnsan yaradılışına he­

men baksın!"

Anladığım kadarıyla Tarık, dünyadan gözlemlenebilecek bir gök varlığı. Peki insanla ilgisi ne? Tarık'ın insanın yar:ıdılışında rol aldığı açıkça söylenmiş.

Kur' an ayetlerinde asla kopukluk yoktur. Bir ondan, bir bun­dan bahseden, atlama yapan ayetler aynı surede yer almaz. Burada hem bir gök cisminden hem de insanın yaradılışın­dan bahsediyorsa, bunları bağdaşhrmak gerekir. Bağdaşhra­mayan ise anlamlandırmış sayılmaz.

Ne kadar açıklasak da eksik olduğumuzu unutmayalım. Ancak bir ipucu yakalamak için uğraşıyoruz. İpin ucunu tu­tarsanız yolu bulursunuz. Mantığını çözersiniz. Bunun için ayetteki kelimeleri sıraya koyalım:

• Sema • Tarık • Necmu sakıb (delip geçen yıldız) • Koruyucu • İnsan • Sırların tecrübe edilişi • Semanın dönüş sahibi olduğu • Arzın çatlama sahibi olduğu • Bunların hüküm olduğu gerçeği.

95

A N K E !I U T

İpin ucundan tırmanmaya başlıyoruz. İnsanın yaradılışı Tarık'la ilgiliyse, insan yaradılışı esnasında Tarık'tan yardım gördü. Adem'e Araf denilen yerden dünyaya bir yolculuk yaptırıldığını biliyoruz. Adem ile Havva dünyaya gelmeden, dünyanın onların yaşamaları için gerekli olan her şeyi barın­dırdığını biliyoruz. Ayetlerden her şeyin bir sebeple olduğu­nu da biliyoruz. Adem'in dünyaya inişinde de bir sebep kul­lanıldı elbette.

Sebepleri yani yarattıklarıyla hükmeden Allah, dünyayı Adem için bir mekan kılarken kimler sebep teşkil etti? Yara­dılış macerasında Tarık'ın rolü ne? Onun dünyaya gelişinin yolunu Adem' in nesli de takip ediyor mu? Sorular ve cevap­ları:

Dünya bir ateş topundan, verimli topraklar, tatlı ve tuzlu sular, bol yağan yumuşak yağmurlar barındıracak bir anaç gezegen haline Tarık sayesinde gelmişti.r. İnsan Suresi 2. ayet­te şöyle deniyor:

"Biz insanı iki çeşitten oluşan bir nutfeden yarattık"

Burada "biz" denmesinin nedeni Rabbin insanı yaratma­da sebepler yani bilinçli varlıklar kullanmasıdır. Oysa Tarık Suresi'nin 16. ayetinde "Ben de düzen kurarım" diyen Rabbin zatıdır. Ayetlerde "ben" dendiğinde zatını, "biz" dendiğinde sebep teşkil eden varlıkları kastettiği anlaşılıyor. Demek ki Yüce Halik, insanın yaradılışında da, dünyanın yaradılışında da mahlfıklarını kullanmıştı. Ama düzeni O kurar.

Dünya sönmüş bir ateşti. Bu yangını su söndürdü. Dün­yanın büyük bölümü suyla dölu. Suyun oluşumu tam bir muammadır. Peki ya sönmüş lavın verimli toprak haline ge­lişi nasıl olur? Hayat suyla başlamış ve suda her türlü mine-

T A R I K S Ü R E S i

ral barınmıştır. Arı su olarak yağan yağmur bu mineralleri nasıl yeryüzüne getirmiştir? Bu mümkün bir şey değil. Öy­leyse toprağın zenginleştirilmesi için birileri uğraşmış olmalı. İnsan henüz dünyada yokken bunları yapan hizmet ehlinin Tarık'la bir ilgisi olduğunu söyleyebiliriz. Toprakta altın, de­mir, bor v.s. pek çok maden bulunmaktadır. Üstelik bunların tümü insan vücudunda da mevcuttur. Bunlar yağan yağmur­la g�lemeyeceğine göre dünya dışından hizmetliler tarafın­dan yerleştirilmiştir.

3. Ayette Tarık'ın tarifi "Necmu Sakıp" yani delip geçen yıldız ile yapılıyor. Necm kelimesinin sözlükte: "yıldız, Ülker yıldızının ôlemi, kabak benzeri yere yatan bitki, muayyen vakit, asıl, belli vakitte ödenecek taksit, kök" anlamları geçiyor. Ayrıca necm kökünden türemiş "men­cem" kelimesinin de: "maden, açık yol, asıl, menba" ma­naları var. Sakıb kelimesi ise "delik açan erkek, ateş tu­tuşturan, sütü çok deve ya da koyun, keskin zekôlı, ha­valanıp dönen" gibi manalar taşıyor. Tarık'ın bir şeyin kökü, bir şeyin aslı, muayyen vakitle taksit ödeyen, bir maden, bir açık yol, bir menba, delik açan, ateş tutuştu­ran, ürünü bol bir varlık olduğu çıkartılabilir. Ayrıca Ta­rık kelimesini yola sokan, görünmezken karanlıktan be­liren manasıyla da ele alabiliriz. Bunlardan Tarık'ın dün­yaya neler yaphğı ortaya çıkıyor gibi. Dünyayı yola sok­tuğu yani yörüngesini belirlemiş olabileceği, dünyanın madenleri, canlı hayahnın kökü olduğu, dünyada delik açıp maden işleriyle, yeralh kaynaklarıyla uğraşhğı ve keskin zekôlı olduğu ortaya çıkıyor. Bunlara göre 1 2.

gezegen adlı kitapta anlatılanlar doğru mu?

97

A N K E B U T

Hayır. Bazı gerçekler yakalanmışsa da yanlışı doğrusun­dan daha fazla. Tarık'la dünyaya hizmet edenler vardır. Bun­lar "Melek" diye genel bir kavramda toplanır. "Melek" keli­mesi Arapçada "elk" kökünden gelir. "Elk", ahn ağzındaki gemi çiğnemesine denir. Aynı kökten gelen "eluk" ise "risa­let'' manasınadır. Zira risalet de ağızla, yani dille yerine geti­rilir. Buradaki risalet, genel manada birini herhangi bir vazi­fe ile bir yere gönderme demektir. "Melek" kelimesinin aslı "mel'ek"tir. Arada hemze vardır ama dile zamanla "melek" olarak yerleşmiştir. Melek, Rabbinin isteğini yerine getiren el­çilerdir. Aksine hareket edemez. Bu yönüyle Ademoğulların­dan ayrılır. İnsan yeryüzüne inmeden önce, meleklerin buna itiraz ettiği Kur' an' da yazılıdır:

"Hatırla ki Rabbin meleklere: 'Ben yeryüzünde bir halife kılacağım' dedi. Onlar: 'Bizler hamdznla seni tesbih ve takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek olanı mı?' dediler. Allah da onlara: 'Sizin bil­mediğinizi herhalde ben bilirim' dedi. " (Bakara 30)

Buradan anlaşıldığına göre melek ile adlandırılan varlık­lar, Ademoğullarına hizmet etmek istememişler. Dünya be­zendi, süslendi, ince ince işlendi, hayat alanı haline getirildi ve tüm bu hazırlıklardan sonra Adem buraya halife kılındı. Ama Adem dünyaya indirilmeden önce benzeri Havva'yla birlikte öğrenim gördü. Orada İblis tarafından tuzağa düşü­rülmüş ve erkekle dişiye dönüşerek farklılaşmış ve düşman­laşmış, Adem ile Havva birlikte dünyaya indirilmişti (Bkz. Besmele Bölümü). Adem dünyaya nasıl indirildiyse her insan aynı şekilde indirilir. Hızla akan su içinde geliyorsa ve iki çe­şit sudan bahsediliyorsa, dönüşü de ancak bununla olur. Er-

98

T A R I K S Ü R E S İ

kek omurgasından ve kadın kaburgasından geçen bu yol bi­ze burada iki tür enerjiyi ve iki yolun birleşimini işaret edi­yor: Yolun birisi omurgadan akan düz ve boğumlu, diğeri ka­burgadan akan kavisli boğurnsuz.

İyi de ne olabilir? Anlamadım Bunu uzay fiziği ve matematiğiyle ilgilenen bilim adam­

ları ispatlayabilir. Ayet, iz vt:ya işaret dernektir. Öyleyse Kur' an işaretler verir, yol gösterir ama onun kullanılır hale gelmesi için insan düşünmelidir. Bu konuyla da bilim adam­ları ilgilenmelidir. Bu bilim adamları, ışık hızıyla uzayda se­yahat edebileceğini sananlardan olamaz tabi. Madde tünelle­ri ile ilgilenebilirler. Bunlar kuanturn fiziği ile ilgili konular.

Yine de sen benim anlayacağım bir tarzda anlatmaya çalış. Peki, şöyle söyleyeyim: Oluşmuş bir fetusun macerasını

filme alınmış kabul edelim ve bu filmi geriye doğru saralım. Fetusun eridiğini, sonunda bir larvaya döndüğünü, daha sonra yumurtadan bir sperm hücresine dönüşünü, en sonun­da yok olduğunu seyrederiz. O sperm bir yere gitmiştir ama nereye? Tabi ki geldiği yere. Bu arada gözden kaçırılan gerçek ise, spermin annenin sıvısıyla yani menisiyle kaplandığıdır. İşte bu konu üzerinde durulmalı ve bebeğin oluşumunda an­ne menisinin rolü iyice ortaya çıkarılmalıdır. Yoksa dönüş yo­lu bulunamaz.

İşte insan geri dönüş macerasını çözerse geri dönüşe ka­dir olacaktır. Bir şeyi vurgulamak gerek: Dünya maddesi (arz diye geçiyor) iki tür enerjiden oluşur. Biri dişi yani doğurgan, sabit, yoğun, diğeri ise eril yani kaynak olan, değişken, yo­ğun olmayan. Öyleyse iki yolun, tünelin, madde ve madde ötesinden olduğunu unutmamak gerek. Yoktan meydana çık-

99

A N K E !l U T

ma erkek spermiyle, olanı şekillendirme kadın menisiyle ol­duğuna göre, görünmeyene geçiş için omurgadan hareket et­mek zorunlu.

İnsan vücudunda omurgahın dikey tüneli, kaburganın ise yatay olan düzlemi temsil ettiğini düşünürsek, kaburga­dan bir üst kaburgaya geçiş için omurgadan geçmek gerekti­ği belli. Bir düzlemden diğerine geçiş ise daha göklerin yedi kat olduğundan haberi olmayanların, bunu kabul dahi etme­yenlerin işi değil. Kaburganın üzerinde omurgaya çıkarak, tahayyül bile edilemeyen mesafelere yolculuk mümkün olur. Zamanda yolculuk da bu manhkla mümkündür. Farkı ise düzlem değiştirmeksizin ileri, geri seyahat. İşte bu gerçeklik­lere kavuşmuş insanoğlu, artık sırları tecrübe edebilecek. Bi­linmeyen ve anlaşılamayanları.

Araf' a yolculuk! Çok heyecan verici ve harikulade. Ölmeden evvel ölmek gibi. Araf cennet değil ama öyle değil mi? Hayır değil. Ama oradan bilgi alımı gerçekleştiğinde in­

san sırlara kavuşacak.

Bir sonraki ayet: "Ona bir kuvvet ve nasır yoktur." diyor. Kuvvet: güç, ipin kanadı, zayıflığın zıddı, şiddet, zor. Nasır: yardım edici, suyun vadilere akan mecrası anlam­larına geliyor. Bu ayet ne demek istiyor? Farz et ki bir iş için kuvvet ve yardımcı istedin. Lehine

bir kuvvet ve yardımcı seni bir iş üzerinde kılar. Kelimenin özünden şunu çıkarabiliriz ki bir mecra yani akıntıya uymuş gidiyorsundur. Bir iş üzerindeyken ona odaklanır, onun üze­rinde karar kılarsın. Aleyhine bir kuvvet aynı şekilde, senin önünde engel teşkil ettiğinden, sen yine o iş için uğraşmak zorundasındır. Lehine ve aleyhine kuvvet ve yardımcılar ara-

1 00

T A R 1 K Ü R E S İ

dan çıkarsa sen, özgür ve çok işlevli olabilirsin. Ne seni sü­rükleyen, ne de engel olan kalmazsa öğrenim ve kemalatta çok ilerleyebilirsin. Bu zaman ve mekan aşımı bir konu oldu­ğuna göre çok olağandır. Buradan bakabilecek duruma gelen semayı, birliğe yani çıktığı noktaya, tek mutlaklığa dönüş ya­parken, arzı ise çatlayan, birbirinden ayrılan bir durumda gö­rür anlarsın. Galaksinizin yörüngesi, geldiği noktaya doğru sizi götüren bir spiraldir. Arzınız ise birbirinden uzaklaşan, ayrılan kümelerdir. Galaksilerin birbirinden uzaklaştıkları bi­linen bir gerçek.

İyi de önceki ayetle alôkasını kuramadım. Bir de "sır" kelimesini inceledim. Sır: Kök, kıymetli, orta, vadinin ortası, bir şeyin halisi, efdali, asıl, nikôh gibi anlamlar içeriyor. Buna göre önceki ayetle ilgisini anlatır mısın? Kök ve asıl anlamları "necm" kelimesinde de var öyle

değil mi? Sır, bir şeyin özü, katışıp bulanmamış hali, aslı, ef­dali, kıymetlisi, gerçeğin ortası, kendisidir. Bir anlamı da ni­kahtır ki bu da varlığın membaı olan dişil ve eril gücün bir­leşmesi anlamındadır. İşte sır böyle açığa çıkar. Arzınızın bir dişil yolu var. Bunu kaburga temsil ediyor. Bu, sizin semanı­zın yani yörüngenizin gözle göremediğiniz varlığıdır. Dünya en ufak bir sapma göstermeksizin aynı yörüngede nasıl git­mektedir? Bunun bir tek açıklaması vardır: Yörüngeniz aslın­da Dünya'nın içinden çıkamadığı bir tüneldir. Bu dünyanın kaburga semasıdır. Bu yüzden bu sema tekildir, "semavat" olarak geçmez. Oysa semavat çok başka bir kavramdır. Omurga ve kaburga kesişmesiyle yapılan yolculuk, insanı sırrına kavuşturur.

101

A N K E B U T

Peki bu omurga tüneli nedir? Nasıl bir şeydir? Kaburga tünel zamanınızın, omurga tünel de mekanını­

zın oluşumunu sağlar. Sen şimdi bunun formülünü de ister­sin. Ama şu kadarını söyleyeyim E=mc ile ilgisi yok. Neyse ne diyorduk? Sırlar böylece tecrübe edilir. İnsan bu noktada arzı, içten gelen bir kuvvetle çatlarken ayrılırken bulur. Sema­yı da geldiği noktaya geri dönerken bulur.

"Arz sad' sahibidir" diye geçen ayette sad' kelimesinin: Bitkinin çıkmak için toprağı yarması, baş ağrısı, ikiye ayrılma, ayrılmadan çatlama manalarını buldum. Buna göre nedir arzın sad' sahibi olması? Yeni oluşumları içinde barındıran bir yapıda olması gibi.

Zamanınız ve mekanınız yani arzınız ve semanız, değişim as­lına dönüş yolundadır. Büyük değişimler geçirerek ilk yara­tıldığınız eşref ve efdal insan örneğine döner, maddenizde, zamanınızda olacak değişiklikleri izlersiniz. "Bu kesin bir hü­kümdür. (Bu kesinlikle olacaktır.) Şaka değildir."

Sonraki ayet: Onlar tuzak (hile düzen) kuruyorlar ve ben hile, düzen kuruyorum. Buradaki "keyd" kelimesi içten tasarlanan bir planın dı­

şa vurumu, uygulamaya geçirilmesi anlamını taşır. Düşünce­de kalmadığını eyleme geçirildiğini yani. Bu tuzak kurma işi­ni açayım: Bir avcı düşün, bir aslan avlamak için balta girme­miş bir ormanda tuzak kuruyor. Böylece aslan tehlikeye gir­miş oluyor. Fakat avcı da evinde otururken bir tehdit altında değilken, çıkmış vahşi bir ormanda, vahşi bir hayvanla uğra­şırken kendini tehlikenin kucağına atmıştır. Tehlike aslan için olduğu kadar avcı için de vardır. Aslanın yakalanması ne ih­timal taşıyorsa, avcının başına bir şey gelmesi de ihtimal da-

1 02

1 1 '

T A R I K S Ü R E S i

hilindedir. Av kadar kendisi de avdır. Arkadan başka bir hay­vanın, bir yılanın bir leoparın, bir gorilin hışmına uğrayabilir. Oysa hiçbir tuzakla uğraşmayan güven içinde evindedir. Kı­sacası her kötülük peşinde olan kötülüğün önüne kendini atar. "Onlar tuzak kurar, Ben kurarım" derken, bütün kuru­lan tuzakların, aslında Rabbin sonsuz zekasının olması gere­keni oldurması olduğunu anlatıyor. İşte bu yüzden bırak ol­ması gereken olsun, "Sen kafirlere mühlet ver. Acele etmeden ya­vaşça bekle" diyor Rab. Aslana kurulan tuzak ne ise, avcının kendini tehlikeye atmakla kendine kurduğu tuzak odur. Yap­tığı eylem kendi sonunu getirmek için kurduğu bir ihtimal­dir.

Peki önceki ayetlerle ilgisi ne? İnsanın yaradılışına, dönüş yolculuğunda tuzak kuranla­

rın, aslında bu oluşuma farkında olmadan yardım edeceğini ifade ediyor. Nasıl ki İblis Adem'e tuzak kurarken kendi la­netini hazırlamış oldu ve Adem Araf' da başaramayacağı ka­dar bilgelik ve kemalatla Araf' dan daha yüce mertebeye eriş­tiyse, bütün bu insanlık macerası sonunda herkes kendi yeri­ni hazırlar. Görünürde bunu kendileri yapar ama aslında Al­lah onlarla yapar. Bu sırların ortaya çıkmasından sonra tu­zakçıların bu dönüşüme yardımcı olacaklarını açıkça ifade ediyor.

103

A N K E B U T

TARIK SÜRESİ'NİN İKİNCİ SEMBOLİK ANLAMI

1- Sema; sembolik anlamda, sapmaya uğramayan yörün­genin oluşumuyla ilgili olarak, varlıkların kaderine işaret ediyor. Tarık ise bu kaderde bir dönüm noktası oluşturacak olan kişi. Bunlara yemin olsun ki deniyor.

2- Tarık nedir anladın mı? 3- Necm, sakıbtır. Tarık, necm, sakıp kelimelerinden bu

kişinin özellikleri anlatılıyor. Onu anlatan kelimeler müzekker öyleyse bu kişi erkek. Bu kişi delik açıp, ateş çıkaran, bereketli, ürün semeresi bol, verimli bir kişi. O keskin zekalı ve havalanıp konabiliyor. Bu kişi karan­lıkta beliren biri. Yani ümitlerin tükendiği, bir umut ışığı. Görünmez olduğu bir vakitte insanlığa zuhur ediyor. Öyle muhteşem biri ki her yere aydınlığını ve ihtişamını gösteriyor. Bu iyilik ve ilim membaı kişi, herkese fayda sunuyor. Fakat düşmanlarına ateş saçı­yor, onlarda gedik açıyor. Onları tarumar edecek güce sahip biri.

4- Her nefis üzerine bir koruyucu varsa O da bir koruyu­cudur. Yol gösteren kişidir.

5. İnsan onun yaradılışına bir baksın! O özel bir yaradılı­şa sahip mucizevi' bir şahsiyettir.

6/7- O kaburgadan ve omurgadan çıkan coşup akan bir suyla yaratıldı. Yani O, zaman ve mekan ötesi bir yol­culukla seyahat ederek gelir. Tıpkı Adem' in kendisi gi­bi gelir. O, zaman ve mekan tünellerinde seyahat eder.

8- Muhakkak O, geri dönüşe de kadirdir. Yani Adem gel­di fakat geri dönmeye kadir değildi. Oysa O kişi geri dönüşe de kadirdir.

9- O gün (O zuhur ettiği zaman) sırlar açığa çıkıp tecrübe edilir.

104

1 f

1 ,l

T A R I K S Ü R E S İ

10- O, bütün engellerin üstesinden gelebilecek yegane kişi­ye karşı ne bir kuvvet ne de bir yardımcı yoktur. Onu asla yenemezler.

11- O zaman sema, yani kader çizgisi dönüşe açık olacak. Çünkü zamanda ve mekanda yolculuk mümkün kılı­nacak.

1 2- Ve arz yani insan beyni ve yapısı kabuk değiştirir gibi bir değişime uğrayarak boyut atlar. Bu değişim ağrılı, sancılı olabilir. Bu baş ağrısı sonucunda değişim ger­çekleşir.

13- Bu kesin bir hükümdür. 14- Şaka değildir. 15- Onlar yani onun karşıtları onun geleceğini önceden öğ­

renip önlem almak isterler ve tuzak kurarlar. 16- "Ben tuzak kurarım" diyerek Allah, bu tuzakların ken­

disinin zaten onlara karşı bir tuzak olduğunu ifade ediyor.

17- Kafirlere mühlet ver karışma yavaş yavaş kendi sonla­rını hazırlasınlar. Bu müddet zarfında yani o gelene kadar onlarla savaşa girme. Ancak o geldikten sonra onların sonu gelir.

Anlatılan bu kişi kim? Bu kişi ahir devirde Hz. Muhammed'in soyundan gelen

Muhammed Mehdi' dir. Bir gezegenin dünya semasında be­lirmesiyle, Mehdi'nin gelişi aynı vakitte olur. Bu yüzden aynı sure ikisine de işaret ediyor.

105

A N K E B U T

Mehdi ile gözükecek gezegen arasında bir ilgi mi var demek istiyorsun? Yani birlikte hareket ediyorlar gibi. Tarık bir yıldız daha doğrusu bir gezegen ve O ne zaman

dünya semasında görünse büyük bir bilinç atlaması gerçekle­şir. Hz. Musa ve Hz. Muhammed zuhur ettiğinde göründü. Bu iki geliş de insan bilincine yükselişi getirdi. Hiç şüphe yok ki Hz. Muhammed'in getirdiği bilinç düzeyi Hatemul enbiya olarak adlandırıldığında anlaşıldığı gibi binanın son tuğlası gibi son seviyedir. Ancak O bilincin anlaşılıp yaşanabilmesi, ahir devirde Tarık'ın bir daha gelişiyle gerçekleşecek. Zaten Mehdi, Hz. Muhammed' in bilincini taşır.

Ben şunu anlıyorum, bütün kehanetlerin birleştiği bir nokta var. O da alhn bir devir yaşanacağı ve bu devir· de insanlığın en üst düzeye geleceği. Bunların bir geze· genin belirmesiyle olacağı ancak İslam inancında bu ko­nu, yani gezegen belirmesi pek bilinmiyor. Ama Tarık Suresi bunu işaret ediyor öyleyse. Bütün inanışların ortak bir kaynaktan ortaya çıktığı, da­

ha sonra değişikliklere uğradığı gerçeğiyle ilgili bu durum.

Bu surede bunların oluş zamanı ve çıkış yeri var mı? Evet var. Anlayan ebced ustaları bulabilir. Mehdi'nin

özelliklerine küçük bir ek yapabilirim. Tarık'ı yani Mehdi'yi Necm ve Sakıp kelimeleriyle sıfatlandırıyor bu sure. Mehdi zaman ve mekanda yolculuk yaptığı gibi arkadaşlarına da yaptırabilecek kabiliyettedir. Bunun için Onun tünel açan de­lik açan olduğunu hatırlatayım. O bir anda bir delik açıp bu­lunduğu yerden hemen yok olabilir. O bir ateş huzmesiyle düşmanına saldırabilir. O bir madendir ki, maddeyi başka maddeye dönüştürebilir. Kendi gücünü arkadaşlarına bir

106

T A R I K S Ü R E S i

müddetliğine bölüştürebilir. Onun çok üstün hayal dahi edil­meyen yetenekleri mevcuttur.

TARIK SÜRESİ'NİN ÜÇÜNCÜ SEMBOLİK ANLAMI

Burada ruhun özellikleri dile getirildiğinden tamamen sembol olarak bakmalıyız. Çünkü ruh tamamen idrak edile­miyor biliyorsunuz.

1- Semaya and olsun. Bir gezegenin yörüngesi nasıl onun çıkamayacağı bir yolsa, insanın yörüngesi de onun çı­kamayacağı kaderidir. İnsan yönünden bu kelime ka­der denilen hazırlanmış, anlaşılmış, zaman ve mekana yerleştirilmiş hükümdür. Bu hüküm bozulabilir mi? Evet. Fakat diğer bütün kaderleri etkilediğinden biri değişince hepsi değişmiş olur. Nasıl ki güneş sistemi­nizde birazcık da olsa yörüngelerden birinde bir kay­ma olsa, bu gezegenlerin çarpışması sonucunu doğu­rursa, kader de onun gibi bir yön, bir çizgidir. Bir yö­rünge kaysa bütün sistemlerin yörüngeleri değişmeli­dir ki her şey yerli yerine oturabilsin. Yörüngesine ya­ni kaderine ve Tarık olan insana yemin olsun ki, O ge­ce vakti görünen parlaklık, muhteşem ışık, kapı çalan adam! (Tarık kelimesinin bir anlamı da "kapı çalan adam"dır.) O karanlıkta fark edilir, o zaman parlar. Çünkü parlaklıkta parlak şey parlayamaz. Onun ihti­şamı, güzelliği karanlıkta seyredilir. İşte Yüce Yarahcı kendi güzelliğini, parlaklığını, fevkaladeliğini İnsan' -da sergiler. Bunun için insan bu karanlıklara gönderil­di.

107

A N K E B U T

Karanlıktan kastettiğin bu evren mi? Evet. Uzayınız karanlık değil mi? Güneş çekilince karan­

lık basmasının sebebi aslında sizin karanlıkta yaşadığınız gerçeği değil mi?

İnsan tekamülde ilerlediğinde kapı çalar. Bu bir sonraki tasavvufta makam dediğiniz bilinç seviyesine, yüksek boyu­ta geçiş içindir.

2- Nedir bu kapı çalan adam anladın mı? 3- O, necmussakıpdır. Rabb' den gelmiş bir öz, bir menba,

O, Rabbin bir kısmı (taksiti), O kendisi Rabb'e varan bir yoldur. Yarathkları adedince Rabb'e giden bir yol vardır. O varlık da işte onlardan biridir. O, gönlünde aşk ateşini tutuşturan Aşık, O, zeki, kavrayışı yüksek bilinç.

4- Rab, işte bu Eşref-i mahluk'u, bu karanlıklara yalın, ko­runmasız göndermedi. Onun üzerinde bir koruyucu vardır.

5- Hemen yaradılışına bakarsa insan koruyucuyu görür.

Burada ne demek isteniyor? Bu bulunduğunuz alem şahadet alemidir. Yani her şeye

şahit olarak inanırsınız. Şahit olunan şeye gerçek dersiniz. Bütün evreniniz bu tezahürden ibaret olduğuna göre burayı gerçekleyen şey, siz varlıkların müşahedeleridir. Sizler gö­rüntüsünüz. Sizleri gerçekleştiren gözlem, anlayış, bilinçtir. Sizler birbirinizle birbirinizi var edersiniz. Sizlerin her birini-

. zin kaybolmaması için sizi koruyan, kollayan, gözleyen bilinç olan koruyucunuz vardır.

108

T A R I K S Ü R E S i

Bu konuyu daha açık anlatmanı rica edeceğim. Her nefis üzerinde bir koruyucu vardır bu koruyucu " se­

bep" tir. Nasıl ki her gezegenin bir yörüngesi var. Bu yörünge­lerden en ufak bir sapma olmuyor. Tıpkı sizde gezegenler gi­bi bir kadere sahipsiniz. En ufak bir sapma olmaksızın kade­rin vuku bulması için çalışan görevliler var. Şüphesiz her şey bir sebepledir. Birbirini çeviren çarklar gibi. Hiç biri yerinden oynamaz. Sizler her an bir kere daha yaratıldığınız halde, bir­denbire ortadan yok olmazsınız. Bütün bu hayatlar koruma altındadır. Hiç bir kader zayi olmaz.

6- O dafık (kuvvetle dökülüp atılan) bir sudan 7- O sulb ile teraib arasından çıkandır.

Erkeğin omurgasından çıkan sperm ile annenin teraib denilen kemiğinden çıkan su ile oluşuyor insan. Bu su, annenin yumurtalığında çoğalarak bebeğin korunma­sını, oluşmasını sağlıyor. Annenin suyuyla karşılaştığı andan itibaren spermin insanlaşması başlar. Çünkü onu insan haline getirecek koruyucuyla karşılaşmıştır.

Bir yerde sperm hücresinin hangisi içeri girecekse onun, bir şeyle kaplandığı, bu şekilde başı yumurtalığa girme­ye müsait olan spermin yumurtalığa girebilmeyi başardı­ğını görmüştüm. Nasıl bir şey bu koruyucu? Bu koruyu· cu insanı neden koruyor? İnsandan başka bir şey olmasından. Anne karnında ko­

ruyucu, insanın harikulade fıtratının oluşmasını korur. O, dünyaya ahsen-i takvim, en güzel yaradılışta gelir. Bu koru­yucu, insan dünyaya geldikten sonra onun tekamülüne koru­yucudur.

109

A N K E B U T

Kötü olsa da mı? Evet kötü de olsan, iyi de olsan her nefis için vardır ko­

ruyucu.

O koruyucuya rağmen insanlar kötülük yapıyor ama. Ben insanın tekamül için korunduğunu söyledim, kötü­

lük yapmaktan korunduğunu söylemedim. Kötülükten veya iyilikten. Hangi yoldan giderse gitsin tekamüle varacakhr. Mecburdur.

Konu ilerlemeden sormam gereken bir konu var. Tarık, kapı çalan eril kişi. Karia, kapı çalan kadın. Tarık necmussakıp diye övgüyle anlahlırken, neden karia olunca yani kapı çalan kadın olunca dişi felaket, kıyamet, musibet oluyor? Kapıyı yalnız erkek mi çalar? Kadınlar ne yapacak? Evet. Kapı eril tarafından çalınır. Eril güç Rahman sıfat­

tan doğar. Rahman olmayan kapı çalmamalıdır. Eğer çalarsa bu felakettir.

Öyleyse yalnız erkekler öyle mi? Rahim, Rahman' dan yoğunlaşarak, sabitlenerek oluş­

muştur. Dolayısıyla Rahim'in özü Rahman' dır. Bir erkek kişi­nin XY kromozomlarından oluştuğunu, kadının XX den oluş­tuğunu düşünerek, kadının hiç eril özellik taşımadığını düşü­nebilirsin. Oysa X'in muhtevası, özü Y' dir. Yani X kromozo­mu Y'nin yoğun ve sabitleşmiş halidir. Kadın kapı çalmaya ancak Rahmanlaşmaya geçtikten sonra kabiliyet kazanır. Vü­cudu kadın olduğu halde olgunluğuyla O kadın bir erdir. Ay­nı şekilde vücudu erkek olduğu halde hamlığıyla kadın du-

1 10

T A R I K S Ü R E S i

rumunda olanların olması gibi. Yani aslında görüntünüzü oluşturan bedenlerinizin cinsiyeti Kapı' da başka olur. Kapıyı çalmak için rahman sıfata geçiş yapılır. Bu, sevginin katılık­tan, sıkılmışlıktan kurtulup genişlemesiyle olur. Tarık sizin tezahür aleminizde algılanmaz ama kapıyı açabilecekler tara­fından O, tıpkı parıldayan bir yıldız gibi görünür. Spiritü­alizmde titreşim frekansı diye adlandırılan, ışığın yüksek tit­reşimi göz kamaştıran yıldız gibidir. Orada ancak sevgi, ışık olarak görünür. Ne kadar sevgi gücü varsa, o kadar parlak olursun. Yeterince parladığında ise kapıdan geçersin.

Yahu ne olur söyle! Nasıl çalınır bu kapı? Başka ayetlerde de "kapı sahipleri" (ulul el bab) diye geçen bir kavram vardı. Bu kapıyı geçenlere verilen isim mi? O kapıyı çalmak, ancak sevgi ve bilincin inançla pişmesi

sonucu mümkün olur. O kişi artık ilahi cezbe haline geçebil­meye namzet olur.

Peki ilahi cezbe nasıl anlaşılır? O cezbe, can fedadır.

Nasıl yani? O cezbe geldiğinde bütün varlık diye algıladıklarının eri­

diğini ve tekliğe karıştığını algılarsın. Bu duygunun bütün zerrelerinin tir tir titrettiğini fark edersin. İşte bu anda aşkın yeterince güçlüyse canını, ona, tekliğe feda edersin. Bunu ba­şaramazsan, tezahür aleminin tadı kalmadığından (çünkü onun artık bir görüntüden ibaret olduğunu algılamışsındır) diğer tarafa geçemediğinden arada kalmanın sıkıntısıyla ya­şarsın. O arzu içini yakmaya başlar. Yeterince yanarsan nar­dan nura dönersin yine kapıdan geçersin.

1 1 1

A N K E B U T

Mevlana'nın "hamdım, piştim, yandım" sözü bunu mu anlatıyor. Evet

Zor işler bunlar. Bu şekilde yaşamanız daha zor.

Peki kapı çalan Karia olunca felaket nasıl oluşuyor? Kapı çalan Karia, Rahmanlaşmamış Rahim, yalnız çocu­

ğunu hatta daha da gerileyerek yalnız kendini seven, yoğun, sabit sevgiye dönüşmüş kişi de yeterince kendini severse tit­reşimini yükseltir. O da kapıya namzet olur. Eğer O kişi Bu haliyle tezahürün düşünceden kaynaklandığını bilirse, teza­hür alemini etkilemeye başlar. Kişi, yalnız ve yalnız kendini sevdiğinden ve tekliği haşa Rabb'lığı kendinde gördüğünden bencilliğiyle tezahürü felakete sürükler.

Böyle kişiler var mı? Tabii var, hep var olmuştur. Bundan sonra da var olacak-

tır.

Öyleyse niye dünya yok olmuyor? Çünkü onlara karşıt Rahman sıfatlı Tarıklar var da on­

dan. Yalnız şunu da belirteyim: Kapıdan geçmese de hatta ka­pıyı bilmese de her insan birer Tarık ya da Karia gibidir. Eğer zihninizde hep kahır, hep haset, hep kinle yoğrulmuş düşün­celer varsa bunların gerçekleşmesi için yeterince arzu duyu­yorsanız, siz bir Karia sayılırsınız. Tam aksine varlıklara şef­kat duyar, düşüncelerinizde hep iyilik hayallendirir gerçek­leşmesi için arzu ve inanç taşırsanız siz bir Tarık gibisiniz de-

1 1 2

T A R I K S lJ R E S I

mektir. Ve bulunduğunuz zaman Tarık'la Karia'nm tam bir cepheleşmeye, ayrıma uğramaya başladığı bir zamandır. Müslümanım diyen caniler, Hristiyanım diyen şefkatliler gö­rünce şaşırmayın, kafanız karışmasın. "Her bir kişi, mensup

olduğunu söylediği dinle değil, kalbinde ve zihninde taşı­

dığı din ile dengeyi bulacaktır. Sonunda aslında tek bir din

olduğu ortaya çıkacaktır. O dinin adı, kurtuluş, tekliğe tes­

lim oluştur. Yani asıl anlamıyla İslam' dır. Yoksa dillerin

söylediği İslam değil".

Kaldığımız yere geri dönüyorum. İnsandaki koruyucu­dan bahsediyorduk. Rab dişiyi koruyuculukla görevlendir­miştir. Bebeği doğana kadar ve doğduktan sonra anne korur. Annenin sütü bile çocuğu hastalıklardan koruyucudur. Anne, tezahür aleminin kurallarını öğreterek çocuğu korur. Bu özel­lik, hayat koruma programı, her birinizde "X" kromozomu olarak vardır.

8- Muhakkak O, onun dönüşüne kadir olur: İnsan, hayat koruma programının, yalnızca tezahür alemi için oluş­muş bir koruma olduğunu idrak eder. Yaradılışındaki X'in özünü görmeye başlarsa, yani yaradılışını kavrar, özünün tezahürden ibaret olmadığını anlarsa, geri dö­nüşe kadir olur. Bu özbenliğine dönüştür.

9- O gün sırlar tecrübe edilir: O, tekliğe ulaştığında fena­fillah ve bekabillah' da sırları öğrenir tecrübe eder.

10- Ne bir kuvvet ne de bir yardımcı yoktur: O, bütün ko­rumaların ötesinde kuvvet ve yardımcı istemez olur. Çünkü O ayrık kuvvet ve yardımcının kendisi olmuş­tur. O ihtiyaç sahibi olmaktan çıkmıştır. Kadir-i Mutlak Rabb ile özleşmiştir.

1 1 3

A N K E B U T

11- And olsun ki sema dönüş sahibidir. 12- Arz çatlama sahibidir: İlk manada semanın dönüş sa­

hibi olduğunu açıklamıştık. Semanız, uzayınız, geldiği yere geri dönen bir yörüngededir. Nasıl ki dünyanızın bir yörüngesi var, uzayınızın da bir yörüngesi var. Bu aynı zamanda uzayınızın kaderidir. en sonunda kıya­metle ölür. Arzınız yani maddi tezahür olarak beş du­yunuzla algıladığınız her şey ayrışma sahibidir. Bu de­mektir ki yaratıldığından beri madde ayrışmaktadır.

Nasıl yani? Ayrışma, genleşme, uzaklaşma. Yani maddeniz, gitgide

yoğunluğunu azaltacak, böylece kütle ve hacim hafifleyecek­tir. Daha açıkça madde gitgide gazlaşmaktadır. Gazların sı­kışmasıyla oluşan maddeniz tekrar çözülmektedir.

Öyle olsaydı her şey gitgide hafiflerdi ve ağırlıklar değişirdi. Bunu ağırlık ölçülerimizle anlardık. Her şey birlikte ağırlığını yitirmeye devam ettiğinden

bunu anlayamıyorsunuz. Asıl anlatmaya çalıştığım bunların sembolik tarafıdır. Sizler semanızda yani kişisel üst bedenle­rinizde geldiğiniz noktaya dönüşüm sahibisiniz. Maddeniz gitgide ruhsallaşmakta böylelikle manevi şuur tarafınız yük­selmektedir. İnsan gitgide maddenin katılığından yani hap­sinden kurtularak, kabiliyet ve şuurunda artış gösterecektir. Yani daha doğrusu göstermektedir.

1 14

T A R I K S Ü R E S i

Bu ne demek oluyor şimdi? Eski insanlara göre bizler daha yoğunluğu kaybehniş, daha ruhsal, daha üst bilince sahibiz öyle mi? Bizden sonraki nesiller daha da ...

Evet daha da şuurlu ve bedenleri daha latif. Türkçeyle bunları anlatmak çok zor. Konuyu özetlersek: İnsan, uzayın­da yarahldığı noktaya dönüş sahibidir. İnsan, tekamülde dö­nüşe sahiptir. Rabb'den gelmiş ve Rabb'e dönüşecektir. Ayrı­ca madde denen tezahürü, ayrışmaya uğrayarak fizikten me­tafiziğe dönüşüme gitmektedir. Bir de uzayınızın ayrışması vardı. O da galaksiler arası mesafelerin gitgide uzaması. Ko­nu anlaşıldı mı?

Evet sanırım.

13- Muhakkak o söz ayırt edicidir. 14- 0 bir hezl (boş söz) değildir. O söz, hak ile batılı,

gerçekle sahteyi ayıran bir sözdür. Sen de bir fasıl­sın (bölüm, parça). Her bir varlık birer fasıldır.

Yahu bir dakika. Hak ile bahlı ayıran söz diyorsun sonra da sen de bir fasılsın diyorsun. Ne alôka? Bunların birbiriyle ne ilgisi var? Bak şimdi çok basitçe açıklayacağım. (Bir sehpaya uzun

bardaklar dizdi. Bunlar su doluydu. Sonra birini gösterip): Bak bu sensin. Sen bir açıklamasın. Sen, aynı sudan bir bar­dak susun. Sen ne yapıyorsun? Kendin oluyorsun. Seni ken­din yapan nedir? İşte bu bardak. Sen bu bardakta durarak kendini ifade ediyorsun. Bu ifade nedir? Allah'ın bir sıfatıdır. Sen bir sıfatı kendini ifade ederek açıklamış oluyorsun.

1 1 5

A N K E B U T

Anladım ama batıl ile hak nerede burada? Bak bu bardakların hepsi Hak. Fakat içlerinden biri şöy­

le bir ifade de bulunuyor: "Ben kendimim. Başka bir öz,

efendi tanımam." Efendisini inkar eden soysuz oluyor. (Veda hutbesinde geçer) Böylece bu bahl olur. İllaki ilahlık iddiasına gerek yoktur batıl olmak için. Şöyle dese de olur. "Ben Allah' a inanmıyorum." Efendisini peşin peşin inkar ettiğinden oto­matikman batıl olur. Ya da "Ben Allah' a tabii ki inanırım. Ama ben bir başkayım canım. Ben farklıyım. Diğerleri gibi değilim." Bu da hemen batıl olur.

Peki, bu batılı haktan ayıran söz, hüküm nedir biliyor musun? İşte budur. (Bardağın birini yere attı. Bardak tuz buz oldu. Sonra sırayla diğer bardakları da ) Şimdi ne oldu? Batıl gitti. "hak geldi batıl zail oldu. "Artık "benim" diyen kalma­dı. Çünkü hepsi aynı su artık. Şimdi biri çıkıp "ben ilahım, ben başkayım" falan diyemez. İşte hüküm budur. Böylece Hak ile Batıl ortaya çıkar. Batıl olan aslında Hak olduğunu görür.

Bu ayetler aynı zamanda şunu demek istiyor: "Arz çatla­ma sahibidir" Sizler, yani arzlar zaman geçtikçe çatlıyorsu­nuz. Yavaş yavaş ölüme gidiyorsunuz. Her şeyin kabı kırıla­cakhr. "Sema dönüş sahibidir" O kapları taşıyan sema ise gel­diği kaynağa dönüp karışacakhr. Ne olacak o zaman her şey birliğini idrak edecek. Peki, bütün bu olanlar neydi? Suları bardaklara koyup sonra onları tuz buz edip, kendileri olduk­larını sandikları oyundan uyandırdık. Bu olanlar neydi? Al­lah'ın şakası mı? Hayır, elbette hayır! Allah varlıklara şaka, oyun kurup eğleniyor değil elbette. Bütün bunların amacı var. Kaplara koyar sonra kırar, sonra yine kaplara koyar, yine kırar. Bu böyle/devam gider. Çünkü O ebedidir. Böylece Rab daha iyi bir öğrenci, daha iyi bir öğretmen olmaya devam eder. Tecrübe yaşamışlar ebedi hayata dönüştürülür.

1 16

T A R I K S Ü R E S i

IS-Muhakkak onlar hile hazırlıyorlar: Batılı gerçek saymak hilesini kurmaya çalışırlar. Hatta bir illüzyon gibi varlıklar kandırılır. Kişinin özünün farkmdalığına varışı engellenir. Ya tamamen Hakkı in­kar ederler ya da şuurları donmuş hipnoz altında gibi yaşayan cahiller hileye kapılmışlar tuzağa düşmüşler­dir.

16-Ve hileyi Ben hazırlıyorum. Bu batılı yaratan bu illüz­yonu kuran kim? Batıl olan kim? O da Allah. Hileyi kuranın diyor Allah. Bütün kalıplar ve bütün özler O' dur. İllüzyonu kurar ve illüzyondan kurtarır.

17-0nlara yavaşça mühlet ver. Bu ayette hitap bunu anla­yan herkesedir. Batıl olan ve hile kuran, hileye dahil olanlara mühlet ver emri geliyor. Bu emir, kulun elde ettiği güç ne kadar büyük olursa olsun, hilecilerin al­datmasını cebren kaldıramayacağını anlatır. Hz. Mu­hammed'in büyük maneviyatı, karşısındaki insanı bir bakışıyla allak bullak edip onun durumunu tamamen değiştirecek durumdaydı. Büyük velilerin hepsinde vardır bu güç. Bir kutbu-zamanın gücü, dünyadaki her şeyi istediği şekle getirecek durumdadır. Ama bu gücü batılı tamamen yok edip Hakkı kurmaya kulla­namazlar. Bunu yapmalarına müsaade edilmediği bu ayette açık bir emirdir. Kaderin akışında, sadece istek­lilere yardım edilir. Şifa almak istemeyen hastaya şifa yapılmaz, hidayeti istemeyene hidayet olunmaz. Al­lah, Kur'an'ında 'zalimlere hidayet olunmaz' sözünü veriyor. Yani karanlıkta durmaya kararlıysan kimse sa­na ışık tutmayacak.

1 17

A N K E B U T

Şifa almak istemeyen hasta olur mu? Hidayetin ne olduğunu bilen hidayet istemez mi hiç? Bu nasıl bir irade sınırı? Şifa almak istemeyen hasta üst bilinçte gözükmez. Üst bi­

linç, üst beyin şifa istediğini söyler. İnsanlar gerçekleri öğren­mek istediğini söyler. Fakat alt beyindeki seçim başkadır. O, şifaya kapı açarsa şifa giriş yapar, hidayete bir delik bile olsa hidayet içeri girer. İşte hidayete delik açma yetkisi verilen ki­şi bunu gerçekleştirir. Ama ancak Rabbin izniyle. O izin ver­meden veli inanmayan birini etkilemez. Bu olanlar Rabbin yazgısı, Onun tecrübe edişidir. Rabb böylece kendini dene­yimler. İnanmayana yanılgısı için, zalime zülmü için, isyan­kara isyanı için mühlet verilirki bütün bunlar Hakkı yaşaya­rak öğrenme lutfu olsun. Çirkin olmadan güzellik takdir edi­lemiyor. Parça bütünden ayrı düşmeden bütünde olduğunu idrak edemiyor. Anlamaya çalış. Evet arhk buraya kadar an­lattıklarımızın tümünü kapsayacak öz manayı açıklayalım.

DÖRDÜNCÜ ANLAM

1- Semaya andolsun. Semaya ilginizi dikkatinizi yöneltin. "Nedir sema" di­ye düşünün. Sema kelime anlamıyla: yörünge, tavan, bulut, yağmur, ot, gök. Yani bütün yaşam sebepleri de­mek. Yörüngeniz yani kaderiniz. Yağmurunuz yani suyunuz. Otunuz yani dünyadaki yeşerme, doğal ha­yat.

Ve Tarık' a and olsun. 2- Tank nedir idrak ettin mi?

1 1 8

T A R I K S Ü R E S i

Tarık, kelime anlamıyla geceleyin gelip doğan, beliren, . yola giren. Gecenin karanlığında yani belirsizlikte be­liren yol gösterici yıldız. Yola giren değil, kendisi yol oluşturan. Kendisi bir hidayet yolu olan O övülmüş Zat.

3- "Necmüssakıb" dır. Necm Süreyya takımyıldızı, sütü bol canlı, bereketli varlık, beliren düşünce ve bilinç Sa­kıb; parıldayan, yanan ateş, karanlığı delen ışık (lazer gibi). Bunları toparlarsak "necmüssakıb" isim tamlaması ka­ranlığı delen, sütü bol (süt sembolik olarak ilimdir) il­mi çok ve dağıtan kişiliğin beliriveren bilinç düzeyidir. Bu kişi öyle bir gelişle gelmiştir ki, karanlığa bile say­gı göstererek karanlığı delmiş ama onu aydınlıkta yok etmemiştir. Çünkü O, cüz'i iradeye saygılıdır. Bu Nur Hz. Muhammed'in nurudur. Bu bilinç onun bilincidir.

Bir ışık parladığında karanlık yok olur, hpkı güneş doğduğunda karanlığın yok olması gibi. O karanlığı yok ehnedeA parlıyor öyle mi? Niye? Çünkü karanlık istenmese de deneyimin bir diğer yüzü­

dür. Hiç şüphe yok ki Hz. Muhammed isteseydi hiçbir karan­lık bırakmazdı. O, ayı ikiye bölen, üstelik bunu bir işaretiyle yapan kişidir. Ama düşmanlarıyla mücadelede sadece dün­yevi gücünü kullanmıştır. İsteseydi bir anda bütün hepsini öldürebilirdi. O, rahmet ışığı karanlığı yok etmeden delip ge­çip gelerek aydınlığı isteyenlere sunmuştur. Karanlık isteyen ise karanlıkta kalmıştır.

1 19

A N K E B U T

Süreyya takımyıldızı nedir peki? İlginç bir şey geldi aklıma, "taleal bedru"diye başlayan ve Hz. Muhammed Medine'ye girerken söylenen coşkulu ilahinin bir yerinde "Sen Süreyya yıldızısın" diye geçiyor. Bu ne demek? Süreyya yıldızı denmesinin iki sebebi var. Birincisi Sü-

reyya yıldızı karanlı\ta yolunu kaybedenlerin yolunu bulma­sına yardım eden yıldızdır. Çöl de kaybolanlar bile yönlerini bu yıldızla bulurlar. Sembolde yol gösterici, kaybolanın yeri­ne varmasına yardımcıdır. İkincisi ise Süreyya takım yıldızı semanızın aklını barındırır. Siz semanızm kalbindeki kara nokta gibisiniz. Her kalpte bir kara nokta vardır. Buna sevda denir. Aşık olup hasret çekenlere bu noktaya işaretle "kara sevda çekiyor" denilir. Zaten sevda, kara demektir. Sizin se­manızın aklının size Süreyya takım yıldızından geldiğini işa­ret ediyor. Bu akıl Ruhul Kudüs'ün aklındandır. O da Cebra­il' dir. Yani semaıuzın aklı Cebrail, Ruhül Kudüs'ten Süreyya takımyıldızındaki bilinçlere geçmiş, oradan size aktarılmış. Ama hisseden yer, acı çeken, seven, öfkelenen v. s. kalptir. Bu yüzden sizler 99 ismi yani 99 duyguyu yaşayıp gösteren var­lıklarsınız.

Cebrail bir melek değil mi? Sen onu bir akıl, bir bilinç gibi anlahyorsun. Evet O, hem melek, hem de ruhların en bilinçlisi, en kut­

sal ve temizi olarak Ruhul Kudüs, hem de semamzın bilinci­dir. Melek kavramının ne olduğunu bilemeyeceğiniz için bu kadar söylenebilir.

Melek kavramı neden bilinemiyor? Melek kavramı çok geniş bir kavram. Cin, size yabancı

olan yani sizi tanımayan kendi hayatını yaşayan ve size dost-

1 20

T A R I K S Ü R F S I

luğu pek olmayan varlıklar. Oysa melek, Allah'ın hükmünün dışına çıkmayan, yalnızca hizmet üzere olan, çok kudretli varlıklara denir. Ama o kadar çok melek türü var ki bunları yazmak için bir kitap yetmez, ciltlerle kitap ancak özetler. Bir kelamla nasıl anlatılır melek?

4- Eğer her nefis üzerine bir koruyucu varsa, eğer nefsi bir koruyucu kuruyorsa,

5- İnsan, onun yaradılışına baksın. Eğer hepiniz korunu­yorsanız, insan bunun neden olduğuna, bu koruyucu­nun yaradılışına, huyuna, ahlakına baksın. Her nefis üzerine olan koruyucu, insanın tekamülünün yarım kalmasından korur. Sizin semanızın bilinci, sizi teka­mülde yarım bırakınamak için koruyor. Bu rahmeti büyük bilincin yaradılışına bir bakın. O zaman anlarsı­nız O'nu. Size model, örnek olarak gönderildi O, O'nu inceleyin, Onu anlayın diye. Onun rahmetini anlamak, sizi Ona benzetıneye başlar. Siz de kat kat, yedi kat be­denden oluşuyorsunuz. Dünyadaki bedeninizin bir adı var, diyelim Ali, Ayşe. Ya üst bedeninizin adı? Ve en üst bedeninizin adı nedir? Bilemezsiniz. Ama sema­nızın bilinci Cebrail, Ruh-ül Kudüs, dünyadaki bedeni Muhammed adını almıştır. Bunları biliyorsunuz öy­leyse iyice inceleyin onu. Kendinizi anlamanıza yar­dım eder bu inceleme.

6- O dafık bir sudan yaratılmıştır. O coşup fışkıran bir su­dan yani coşup fışkıran bir su gibidir. Sembolde su rahmettir. Ne derlerdi eskiler yağmur yağınca: "rah­met yağıyor" Ondaki rahmet bir su kanalı gibi değil, dağılan fışkıran bir rahmet, coşkulu bir rahmet.

121

A N K E B U T

7- O sulb ile teraib arasından çıkar: O dikey ve yatay enerji arasından çıkar. O insanlık tarihinin yani Nuh ile kıyamet arasındaki zamanın ve karanın ortasından çıkar. Karaların ortası Mekke' dir.

Ama bu pek öyle görünmüyor. Yani karalar dağınık. Ortasını nasıl tespit edebilir miyiz? Senin derini parçalayıp yaysalar bir ortası yok mudur?

Karalar da parçalanıp yayılmış. İlk haline baksan tam ortası Kabedir. Yani kalbinin siyah noktası, sevdası.

Zamanın da ortasından yani iki zamanın arasından mı çıkmışhr? Evet. Nuh Peygamber'in ikinci Adem olduğu düşünü­

lürse, evvel zaman ile ahir zamanın arasından çıkmıştır. Ahir devir, işlerin sonucuna ulaşma yolundaki zamandır.

Gelelim diğer yönüne. O, dişil ve eril gücü kendinde dengelemiştir. Mesela dişil özellikler: kibarlık, letafet, bilincin inceliği, sunumdaki zarafet, mizacın yumuşaklığı, ince dü­şünmesi, yoğunlaşmış sevgisi. Veya eril özellikler: cesaret, mertlik, cömertlik, sorumluluk, yöneticilik, sonuca bakan bi­linç, dağınık sevgi. Kısaca Rahman ve Rahim sıfatların arası­nı bulmuş. Bunları mükemmel bir dengeyle yaşayan kişi, ör­nek oluşturan kişi. O da tıpkı sizin gibi bir yaradılışla yaratıl­dı. Etten ve kandan, babasının ve anasının suyundan. Ve sizin aranıza gönderildi.

8- Muhakkak O, onun dönüşümüne kadirdir: O kişinin hidayet yolu, onun Allah' tan aldığı rehber sayesinde tekamül ile biten bir hayat mümkündür. Bu bir hayatta bitmesi pek mümkün olmayan bir şeydi. Önceki ümmetlerden bunu ba-

122

T A R I K S Ü R E S i

şarabilen kişiler Nebi olurdu. Oysa Muhammed ümmetinden tekamülü tamamlayarak amaca diğer adıyla vuslata erenler pek çok oldu. Onlar hpkı Beni İsrail Peygamberi gibidir, on­ların vuslahna onların makamına erişmişlerdir. Hz. Muham­med'in yolunu takip edip ermek mümkün, bu yol dönüşüme Kadirdir. Onun hayat çizgisi tam bir döngüdür. Çünkü O, Al­lah' tan hiç uzak olmamıştır ki yakınlığa ersin. O tıpkı bir çember gibi başladığı noktada bitirmiştir. İşte O, bu bakım­dan da döngüye Kadirdir. Bazı büyük Muhammed ümmeti velileri de aynı özelliğe sahiptirler.

9- O gün ki sırlar tecrübe edilip eskitilecek.

10-Bunun için ne bir kuvvet ne bir yardımcı yoktur: Onun gelişiyle perde kalktı. Gözleri gördüklerine, ku­lakları duyduklarına inanamayanlar, hala gözlerini, kulaklarını kapatıp eskilerin tabularıyla yaşamaya ça­lışıyorlar. Onun ışığına bakamayan gözler, elbette ki gözleri yumar. O gün ki, Muhammed ümmetinin sırla­rı öğrendiği, kullandığı gündür. Günden kasıt bir de­virdir. O devir geldiğinde bilinemeyenler bilinecek, tam bir aydınlanma olacak. Zaten o süreçtesiniz, dola­yısıyla ahir devir denen gün, bütün sırlar tecrübe edi­lecek. İnsanın merakı durmak bilmediğinden karanlı­ğa merak yönlenecek, kıymeti de bu getirecektir. Bu sürecin durdurulması veya mani olunması mümkün değildir. Tam aydınlanma için ümmetin üstün genleri buna yeterli olacaktır. Çünkü bu ümmet muhakkak ki genetik olarak yükselmededir. Öncekilerin hayatları, tecrübeleri size geçmiştir. Hz. Muhammed'in zatında ise bu mana, Onun Habi-

123

A N K E B U T

bullah olmasından dolayı yakınlığa, aydınlığa erişmek için bir kuvvete ve yardımcıya ihtiyacı olmadığı ile il­gilidir. Gerçekten O, daha hayatını yaşıyorken Miracı gerçekleştirmiş kişidir. Öyle ki Onun geçtiği yere Ceb­rail de geçememiştir. Öyleyse Ona kim yardımcı bir kuvvet olabilir ki? O sırları öğrenmiş, çok çeşitli işlem­lerden geçerek özleşmiş, sırları tecrübe etmiş kadim ruhtur.

11-Yemin olsun ki sema dönüşüm sahibidir: Semanız yani içinde bulunduğunuz evren bilinci ya da logosu (evrendeki bilinçlerin tamamını barındıran şu­ur) dönüşüm bilincindedir. O logos Muhammed bilin­cidir. Bu dönüşüm noktadan dağılıp çoğalma ve tekrar toplanmadır. Noktadan patlayarak dağılan parçacıklar birer tohumdur. Küçücüktür ama o parçacıklar dön­dükçe etrafına madde oluşturup büyüyen tanecikler olurlar. Daha sonra büyür büyür birer gezegen, birer yıldız olurlar. Bunlar yaşamlarını bitirince tekrar to­humlaşarak küçülürler. Karadelik olarak geldikleri ye­re dönüş yaparlar. Hepsi büyük merkezi güneşe doğ­ru yol almaktadır. Bazıları tohumlaşıp karadelik olur­ken diğerleri büyük merkezi güneşe karışmaya doğru giderler. Spiral şeklinde dizilmiş nebulalar, galaksiler orada toplanır. Aynen geldikleri gibi tek bir noktaya dönüşürler. Bir evren hayatı içinde ömrünü büyük merkezi güneşe katılarak tamamlayanlar kendi teka­mülünü tamamlamış olanlardir. Ama yıldız ve geze­genlerden çok azı bunu başarabilir. Çoğu yan yolda tohumlaşıp başka bir evrenin yaşamında tekamülünü tamamlamaya yol alır. Evreniniz, iki elinizin serçe par-

1 24

T A R I K S Ü R E S i

maklannın ve başparmaklarının birleşmiş halidir. Par­maklar, ağaç dalları gibi görünür. El çizgileri ise insa­nın yıldız haritasıdır. Evrendeki koordinasyonu, dün­ya hayatındaki kaderidir. Ortası ise büyük merkezi gü­neşin döndüğü kase biçimli büyük güç merkezidir. El çizgileriniz evrendeki yeriniz, durumunuz, tekamülü­nüz hakkında bilgi verir. Yahudilerin kullandığı do­kuzlu şamdan, iki elin serçe parmaktan birleşiminin sembolüdür. Ellerinizi açhğınızda sema güçlerini tem­sil eden ellerinizle, sema güçlerinizden yardım istersi­niz.

Ama iki elimizi açhğımızda şamdan olarak açmıyoruz. Ayrı tutuyoruz. Bunun anlamı ne? Bulunduğunuz evren birleşik iki el şeklindedir. Bu şekil

aynı zamanda ağaca da benzediğinden "kainat ağacı" da den­miştir. Bu birleşim sadece serçe parmaklar tarafından olursa görüntüsü dokuzlu şamdana benzer.Baş parmaklarla da birle­şirse önden yedili şamdana benzer. Musevilikde bu şekiller kullanılır ve dua edilirken eller birleşik dua edilir.Bu sembol­de ise sadece ameli yani eylemlerinizden sorumlu olmayı an­latır. Çünkü ne istiyorsanız ellerinize, amelinize istiyorsunuz demektir. Bunun dindeki tanımı ise sadece şeraitte kalmaktır. Eller vücudun bütün organlarının temsili olduğu yerdir. Ref­lekseloji bunu ispatlamışhr. Ellerimizdeki her bir nokta, vücu­dumuzdaki bir organın karşılığıdır. Bu elleri önemli kılar. Ama vücudun kendisi de vardır. Sizin evreniniz ki bundan kastım on boyutu içeren uçsuz bucaksız gördüğünüz evrendir. Bunun da bağlı olduğu vücut evreninizin kalbi, beyni, diğer organla­rı yani bedeninin tamamı da vardır. Hz.Muhammed, iki elini açarak isteğini genişletmiştir. Bu, sorumluluğu da genişletir.

125

- -- - - - - ---

A N K E B U T

Artık sadece ameline değil, zihnine de hakimiyet istenmekte­dir. Bunu şöyle örnekleyebiliriz: Hasetinden dolayı bir insanı öldürmek istiyorsun diyelim. Bunun kötü bir amel olduğunu bildiğinden bunu yapmamak için kendine hakim oluyor ve bu kötülüğü yapmıyorsun. Ve kendine diyorsun ki: "Ben iyi bir insanım çünkü kötülük yapmıyorum. Allah da bunun müka­fatını bana verecektir". Yani bir mükafat beklentisine giriyor­sun. Oysa kalp yani duygu, beyin yani zihin kontrolünü öğre­nebilmiş bir insan böyle bir şeyden mükafat beklemek şöyle dursun, utanç içinde tövbeye yönelir. O der ki: "Ben nasıl bir insanım ki haset edebiliyorum. Allahım cahilliğimden dolayı beni affet!" Evrenin tamamını kapsayan başka bir bilinç üstün­lüğü yoktur.

12- Arz çatlama (bitkinin toprağı yarıp çıkması) sahibi dir: Arz, yani yaşamların oluştuğu bedenler, tohumunu ya­rıp çıkarak tekrar canlanma sahibidir. Her bir ruh taşı­yan canlı tohumlaşacaktır. Yani vücudundaki tohum, toprağa karışıp bekletilecek, günü gelince aynı özellik­te aynı geçmiş bilgisiyle tohumunu yarıp tekrar yaşam sahnesine çıkacaktır. Kısacası sema bilinciniz, yıldız ve gezegenleri tek bir noktadan dağıtıp çoğaltıp tekrar toplayacak, hayat sa­hibi arzlar, yani ruh taşıyan canlılar da tohumlaşıp bü­tün yaşam bilgileriyle tekrar filiz verip canlanacaklar. Gezegen ve yıldızlar da birer ruh taşıyan, hareket eden canlılardır. Onlar da hayat sahibidir. Dolayısıyla onlar da birer arzdır.

13-Muhakkak o fasıldır. 14-Ve o bir hezl değildir.

126

T A R I K S Ü R E S i

Fasl; açıklama, hüküm, bir şeyin bir parçasıdır. Buna göre fasl, bir kitabın sayfaları gibi parça parça açıkla­ma yapan kesin hükümdür. Sen de bir fasılsın. Ama bunların hiçbiri bir hezl değildir. Hezl, şaka ve ciddi­yetsiz iş demektir. Şaka, eğlenmek için kandırmacadır ve ciddiyetsizliktir. Oysa bütün bu dönüşümler Alla­hın oyun için, eğlence için yaptığı işler değildir. Rab­bin işlerinde saçmalık, boşluk, gayesizlik, ciddiyetsiz­lik bulunmaz. Bütün bu sahneler, yani yaşamlar, ruh­lara birer açıklama, anlatımdır. Bazen çektiği aalar ağır geldiğinde insanlar "bu dünyaya niye geldim? Ya Rabbi beni niye unuttun? Bana acı çektirip eğleniyor musun?" gibi sorular sorarlar. Yalvarıp karşılık alama­dıklarında, istekleri gerçekleşmediğinde, olan bitenler Rabbin eğlencesi şakası gibi görünür bazı insanlara. Siz hiç sevdiğiniz biriyle eğlenir misiniz? Onu ciddiye almaksızın oynar mısınız? Öyleyse Rahman ve Rahim olan Bütün sevginin kaynağı Yüce Rab nasıl olurda si­zinle bir eğlence, bir şaka, bir deney yapar. O, her şeyi bilen ruhlarına da öğretir. Ham olanları olgunlaştırır. Fussilet Suresi'nde bu konu kapsamlı açıklanır.

15-Muhakkak onlar hile hazırlıyorlar. 16-Ve Ben de hile hazırlıyorum. 17-Sen kafirlere mühlet ver. Acele etme. Onları yavaşça er­

tele.

Hz. Muhammed'e hitap eden ayetlerde, onlar hile hazır­lıyorlar diyor Rab. Herkes çok azı müstesna hile hazırlar. Bu hile bizzat Allah' a karşı hazırlanır. Kul Rabbini çok sever, onun için her şeyi yapmaya hazırdır. Önce Allah, sonra Pey-

127

A N K E B U T

gamber, en son kendi nefsi gelir. Allah, peygamber canından azizdir. Ama bütün bunlarda samimi değildir. Çünkü sevgi­sinin içine nefsi için tuzaklar yerleştirir. Bu tuzaklarla nefsine pay kapma peşindedir. En içte Allah'ı kandırma fikri vardır.

Ama herkes Allahın kandırılamayacağını bilmez _mi? Bilir mi -dersin? Öyleyse niye kandırmaya çalışır Ade­

moğlu? "Rabbim Seni canımdan çok seviyorum" iddiasında bulunur ama malından bile vazgeçemez. "Allah için türlü ibadet yaparım" der ama ibadetle öbür dünyasına yahrım yapmaktadır. "Allah için nefsimin arzularından vazgeçerim" der, pek çok günaha tevessül etmez ama diğer kullarla kendi­ni kıyaslamaktan, dedikodudan vazgeçemez. Bütün bunları geçsek en basitinden "Allaha inanıyorum" diyen bile hile ya­par bazen. Allaha inanan, Onun gördüğünü bilerek, Onun yasak ettiklerine pervasızca uzanır mı? Allahın gördüğünü bilerek hırsız çalabilir mi? Zina yapabilir mi? İmandan sıyrıl­madan nasıl işlenebilir ki gözden uzak günahlar? "Allah için savaşıyorum, Ona canımı feda ediyorum" derken bile hile yapabilir kul. Parasını bir fakire cömertçe veren bir kul, bir yandan kendini övüyorsa, büyükleniyorsa, verdiğini Allah için mi, kendisi için mi veriyor? Şimdi söyle bakalım hilesiz kaç iyilik yapabildin hayatın boyunca? İyice incele. Oysa Rab diyor ki: "Gecenin sülüsünde benim için uykusunu bölme­yen, beni sevdiğini iddia etmesin" Şimdi Allah'ı sevdiğini, nefsinden daha çok sevdiğini söyleyebilir misin?

Peki ben dürüstçe "yok Rabbimi sevememişim" diye itiraf etsem kurtarabilir miyim kendimi? Hah ha! Nereye kurtarıyorsun kendini? Allah'tan mı

kurtarıyorsun? İtirafla ya da yalanla Allahtan uzaklaşan ken­dini kurtarabilir mi? Hem bak hala kendimi diyorsun. Hala

1 2 8

T A R I K S Ü R E S i

nefsinin peşindesin değil mi? Bu soru bile hile yaptığının is­patıdır. "Nasıl vuslata erebilirim?" diye sormuyorsun. İşiniz gücünüz cennetten güzel bir köşe kapmak. Ama özetle derim ki Allah' a hile yaparsan, O da sana yapacaktır. Ta ki nefsini kurban etmeden amacına erişemeyeceğini anlayana kadar.

Bu hilelerden kurtulmanın yolu yok mu diye sorsam? Önce kaynağını bilmek lazım. Hilenin başlangıcı hayat

koruma programınızdır. Bu program doğduğunuzda başlar. Aeıktığınızda ağlarsınız, açlıktan ölmemek için. Canınız ya­nınca ağlarsınız, vücudunuzu korumak için. Gerçekten de bedeninize çok iyi bakmalısınız. Hz. Muhammed' de öyle ya­pardı. Çünkü ölene kadar bedeniniz sizi taşıyacak. O sizin ambalajınız ama o kadar, ölene kadar. Sonra sıyrılıp çıkacak­sınız içinden. Öldükten sonra doyurmanız gereken bir karnı­nız, uyku saatiniz, dinlenmeniz, herhangi bir cinsel organınız olmayacak. Eğer ambalajın sizi taşımak için var olduğunu, sonunda atılacak olduğunu unutursanız, hayat amacınızı ambalajı rahat ettirmek sanırsınız.

Ne saçma bir şey değil mi? Bedeninin rahatı ve zevki için uğraşmayı bırak. O bedeni bırakacaksın. Birileri seni gözün­de büyütsün diye uğraşmayı bırak. Çünkü o birileri de bir sü­re sonra ambalajı bırakacak. Seni hatırlayan kimse ölümsüz değil mi? Öyleyse baki kalan kişi için uğraş sen. O senin yap­tığını takdir etsin. O sevsin, O şefkat göstersin sana yeter. Bir gününü daha zevkli geçirmek için değil, cehennemden bede­nini kurtarmak için de değil, cennette zevklerin zirvesine çık­mak için de değil senin yaşamın. Sadece O zat için. Sadece O.

Önce bedenin sonra da Allah için bir şeyler yapıp, Allah'ı çok sevdiğini iddea edip, sonrada karşılık ücretimi gönder dersen O da sana hile yapar.

129

A N K E B U T

O nasıl hile yapar? "Hilene karşılık istediklerini verir''. O zaman aynı yol­

da devam edersin. Bir iki iyilik yapar bedenin için yaşarsın. Bedenin isteklerini gitgide arttırırsın. Cenneti dünyada yaşa­mak istersi'1. Ama dünya kederi çok, sevinci az bir mekand11·. Eninde soı-c1..mda acı çekersin. Canın yanınca ona kızarsn- . "Sen niye bana acı çektiriyorsun? " diye çıkışırsın. Hani çok seviyordun Rabbini, hani onun için yaşıyordun. Gülü seven dikenine katlanmaz mı? Hem zaten amacın Allah'a varmak ise bedeni zaruret ve acıların ne önemi var ki?

Ama daha da ileri gidersen acılardan kurtulmak için in­kar etmeye başlarsın. Düştüğün çukur, uzaklık yani cehen­nemdir. Ama kişi zülüm içinde olduğunu anlar, bütün hilele­rini görürse, sadece Allah'tan yardım dilerse, o kmtuluşa erer. Çıktığı seviye O zatın bahçesi olan cennettir. "Onlar hi­le yapıyorlaı; onlara mühlet ver, mühlet ver ı1e ertele." Ta ki acılaı·la pişerek olgunlaşana kadar. Küfürle1·ini görene kadar o kı'ifirlere mülılet ver" diyor. Emir böyle. Öyleyse cebren öğ­retilmeyecek, siz yaşayarak yavaş yavaş, sindire sindire, pey­d�rpey öğreneceksiniz küfür ettiğiniz gerçekleri. Evren bilin­cinize verilen emir bu.

130

İ B R A H İ M. S Ü R E S İ

.�:

İ B R A H İ M S Ü R E S İ ( D i y a n e t Ç e v i r i s i )

Bismil lahirrahmanirrahim

l /2- Elif Lam Ra. Bu Kur'an, Rablerinin izniyle insanları karanlık­lardan aydınl ığa, mutlak güç sahibi ve övgüye layık, göklerde­ki ve yerdeki her şey kendisine ait olan Allah'ın yoluna çıkar­man için sana indirdiğimiz bir kitaptır. Şiddetli azaptan dola­yı vay kafirlerin haline.

3- Dünya hayatını ahirete tercih edenler, (insanları) Allah yolun­dan çevirip onu eğri ve çelişkili göstermek isteyenler var ya, işte onlar derin bir sapıklık içindedirler.

4- Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin dil iyle gönderdik ki, onlara (Allah'ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah dilediğini saptırır, di lediğini de doğru yola iletir. O mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

5- Andolsun, Musa'yı da, "Kavmini karanl ıklardan aydınl ığa çıkar ve onlara Allah'ın (geçmiş mil letleri cezalandırdığı) günlerini hatırlat" diye ayetlerimizle gönderdik. Şüphesiz bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

6- Hani Musa kavmine, "Allah'ın size olan n imetini anın. Hani O sizi, Firavun ailesinden kurtarmıştı. Onlar sizi işkencenin en ağırına uğratıyorlar, oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda size Rabbinizden büyük bir imtihan

133

A N K E B U T

vardır" demişti.

7- Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: "Andolsun, eğer şükreder­seniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederse­niz hiç şüphesiz azabım çok şiddetl idir."

8- Musa şöyle dedi: "Siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi nan­körlük etseniz de gerçek şu ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övgüye layık olandır."

9- Sizden önceki Nuh, Ad, ve Semud kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin -ki onları Allah'tan başkası bilmez- haberi size gelmedi mi? Onlara peygamberleri mucizeler getirdiler de onlar (öfkeden parmaklarını ıs ırmak için) ellerini ağızlarına götürüp, "Biz sizinle gönderileni inkar ediyoruz. Bizi çağırdı­ğınız şeyden de derin bir şüphe içindeyiz" dediler.

1 O- Peygamberleri dedi ki:"Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkın­da şüphe mi var? (Halbuki) O, günahlarınızı bağışlamak ve si­zi belli bir zamana kadar ertelemek için sizi (imana) çağırı­yor. Onlar, "Siz de bizim gibi sadece birer insansınız. Bizi ba­balarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir del i l getirin" dediler.

1 1 - Peygamberleri onlara dedi ki: "Biz ancak sizin gibi birer insa­nız. Fakat Allah kullarından di lediğine (peygamberlik) nimeti­ni bahşeder. Allah'ın izni olmadıkça bizim size bir delil getir­memiz haddimize değil. Mü'minler ancak Allah'a tevekkül et­sinler."

1 2- "Allah bize yollarımızı dosdoğru göstermişken, biz ne diye ona tevekkül etmeyelim? Bize yaptığınız eziyete elbette kat­lanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah'a tevekkül etsinler."

1 3- İnkar edenler peygamberlerine, "Andolsun, ya sizi yurdu­muzdan çıkaracağız, ya da bizim dinimize dönersiniz" dedi­ler. Rableri de onlara şöyle vahyetti: "Biz zalimleri mutlaka yok edeceğiz."

1 34

İ B R A H I M Ü R E S İ

1 4- "Onlardan sonra sizi elbette o yere yerleştireceğiz. Bu, ma­kamımdan korkan ve tehdidimden sakınan kimseler içindir."

1 5- Peygamberler Allah'tan yardım istediler ve her inatçı zorba hüsrana uğradı.

1 6- Hüsranın ardından da cehennem vardır. Orada kendisine irinli su içirilecektir.

1 7- Onu yudumlamaya çalışacak fakat boğazından geçiremeye­cektir. Ona her yönden ölüm gelecek fakat ölmeyecek, arka­sından da şiddetli bir azap gelecektir.

1 8- Rablerini inkar edenlerin durumu şudur: Onların işleri, fırtı­nalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu küle benzer. (Dünyada) kazandıkları hiçbir şeyin (ahirette) yararını gör­mezler. İşte bu derin sapıklıktır.

1 9- Allah'ın gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattı­ğını görmedin mi? Dilerse sizi giderir ve yeni bir halk getirir.

20- Bu Allah'a hiç de güç gelmez. Bu harflerle ilgili olarak Baka­ra suresinin i lk ayetin in dipnotuna bakınız.

2 1 - İnsanların hepsi Allah'ın huzuruna çıkacak ve güçsüzler bü­yüklük taslayanlara diyecek ki: "Şüphesiz bizler size uymuş­tuk, şimdi siz az bir şey olsun Allah'ın azabından bizi koruya­bilecek misiniz?" Onlar da, "Eğer Allah bizi doğru yola eriş­tirseydi biz de sizi doğru yola eriştirirdik. Şimdi sızlansak da, sabretsek de bizim için birdir. Artık bizim için hiçbir kurtu­luş yoktur" derler.

22- İş bitirilince şeytan da diyecek ki: "Şüphesiz Allah size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece si­zi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O halde beni kı­namayın, kendinizi kınayın.Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Al­lah'a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere

1 3 5

A N K E B U T

elem dolu bir azap vardır."

23- İnanan ve salih ameller işleyenler, Rablerinin izniyle, ebedi kalacakları ve içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokula­caklardır. Oradaki esenlik dilekleri "selam" dır.

24- Görmedin mi Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir.

25- Bu ağaç Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt al­sınlar diye Allah insanlara misaller getirir.

26- Kötü bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkanı olmayan kötü bir ağacın durumu gibidir.

27- Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle sağlamlaştırır, zal imleri ise saptırır.Ve Allah di­lediğini yapar.

28/29- Allah'ın nimetini küfre değişenleri ve kavimlerini helak yurduna, yaslanacakları cehenneme sürükleyenleri görmedin mi? O ne kötü duraktır!

30- Allah'ın yolundan saptırmak için ona ortaklar koştular. De ki: "Bir süre daha faydalanın. Çünkü varışınız ateşedir."

3 1 - İnanan kullarıma söyle, namazı dosdoğru kı lsınlar, hiçbir alış­veriş ve dostluğun bulunmadığı b ir gün gelmeden önce ken­dilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda gizli­ce ve açıktan harcasınlar.

32- Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten yağmur indiren ve onunla size rızık olarak türlü meyveler çıkaran, emri gereğin­ce denizde yüzmek üzere gemileri emrinize veren, nehirleri de hizmetinize sunandır.

33- o. adetleri üzere hareket eden güneşi ve ayı sizin hizmetini­ze sunan, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verendir.

34- O, İstediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah'ın ni­metlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan

136

I B R A H İ M S Ü R E S i

çok zalimdir, çok nankördür.

35- Hani İbrahim demişti ki: "Rabbim! Bu şehri güvenli kı l, beni ve oğul larımı putlara tapmaktan uzak tut.''

36- "Rabbim! Çünkü o putlar insanlardan birçoğunu saptırdılar. Artık kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelir­se şüphesiz sen çok bağışlayan, çok merhamet edensin."

37- "Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını , senin kutsal evinin (Kabe'nin) yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rab­bimiz! Namazı dosdoğru kı lmaları için (böyle yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının gönül lerini onlara meylettir, onları• ürünlerden rızıklandır, umulur ki şükrederler.''

38- "Rabbimiz! Şüphesiz sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumu­zu da bil irsin.Yerde ve gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz."

39- "Hamd, iyice yaşlanmış iken bana İsmail'i ve İshak'ı veren Al­lah'a mahsustur. Şüphesiz Rabbim duayı işitendir."

40- "Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyum­dan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.''

4 1 - "Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana-babamı ve ina­nanları bağışla."

42- Sakın, Allah'ı zal imlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah onları ancak, gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteli­yor.

43- O gün başlarını dikerek (çağırıldıkları yere doğru) koşarlar. Gözleri kendilerine bile dönmez, kalpleri de bomboştur.

44- (Ey Muhammed!) İnsanları, kendi lerine azabın geleceği gün i le uyar. Zira o gün zalimler, "Ey Rabbimiz! Yakın bir süreye kadar bizi ertele de senin çağrına uyalım ve peygamberlerin izinden gidelim" diyecekler. Onlara şöyle denilecek: "Daha önce siz, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydi-

. 1" nız.

1 37

A N K E B U T

45- "Kendilerine zulmedenlerin yerlerinde oturdunuz. Onlara ne yaptığımız ise size belli olmuştu. Size misal ler de vermiş­tik." Ayetteki "sabit söz" ile kel ime-i tevhid kastedilmektedir.

46- Onlar gerçekten tuzaklarını kurmuşlardı.Tuzakları yüzünden dağlar yerinden oynayacak olsa bile, tuzakları Allah katında­dır (Allah onu bil ir).

47- Sakın Allah'ın, peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma! Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.

48- O gün yer, başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştü­rü lür ve insanlar bir ve kahhar (her şeyin üzerinde yegane hakim) olan Allah'ın huzuruna çıkarlar.

49- O gün, suçluları zincirlere vurulmuş olarak görürsün. 50- Gömlekleri katrandandır.Yüzlerini de ateş bürüyecektir.

5 1 - Allah herkese kazandığının karşıl ığını vermek için böyle ya­par. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.

52- Bu Kur'an; kendisiyle uyarılsınlar,Allah'ın ancak tek ilah oldu­ğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye in­sanlara bir bildiridir.

Eli/ Lam Ra

Bu üç harfle yani Elif, Lam, Ra ile başlayan surelerin bir sonraki ayetleri, Kitap'ı tarif eder. Demek ki Elif, Lam, Ra Ki­tap'la ilgili onu temsil eden harflerdir. Elif şekil olarak yalnız­lığı, tekliği ve hiçbir şey yokken var olan tek sonsuz gücü temsil eder. Lam ise bir Eliftir ki, bu Elif Rabbin kendini baş­ka türlü halk etmesidir. Şöyle de diyebiliriz: Lam; Elifin ayna­sıdır.

Mutlak varlık Elif, O'nun görüntüden ibaret olan karşıh Lam' dır. Lam'm kuyruğunun Ra'ya bitişmesi, Yüce varlığın

138

İ B R A H I M S Ü R E S i

aksinin aşağıya iniş yaptığı, bu inişle birlikte Rabbin varlık denilen sanal alemde dolaşmaya başladığını gösterir. Rabbin evrende dolaşması, yarattığı insan denilen görüntünün bey­nine yerleştirilen, bütün bilgileri kapsayan Kitap'la, en aşağı­da, yani dünyada dolaşmasıyla olur. Her insan O Kitap'ın bir yönünün görüntüsü olarak yeryüzünde dolaşır. Evren Lam, insandaki Kitap Ra harfiyle temsil ediliyor.

1- Elif Lam Ra. Rablerinin izniyle insanları karan­lıklardan (haksızlık, belirsizlik) aydınlığa (Nura, hidayete) yani her şeye galip, övgüye layık olan Al­lah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz Ki­tap'tır.

Kitabın özellikleri, Elif, Lam, Ra ile başlayan ayetlerle açıklanıyor. Burada Kitap, "insanları belirsizlikten, cahillik­

ten, önünü göremeyen zavallılar olmaktan kurtarmak için

Nur' a yani sonsuz gücün aydınlığına erişip etrafı aydınla­

tan olmaya, başkalarını da eriştirmen için indirdiğimizdir"

deniyor. "Onları Rabbinin izniyle Aziz ve Hamit yola getir­

men, eriştirmen içindir".

Kur'an'da, salat, zikir, zekat, kafir gibi kelimeler çok sayıda geçer. Bunların her tekrarı, bu kavramların başka bir yönünü verir. Mesela zikir, Allah'ı anmanın kaç yönü varsa zikir kelimesi o sayıda geçer, her seferinde Allah'ı anmanın başka bir şekline işaret eder. Tespih, namaz, Kur' an okumak, tefekkür, hepsi ayrı zikirlerdir. Kitap, kelime karşılığıyla "ya­zılmış şey" demekse, her Kitap kelimesinde "yazılmış şey" in ne şekilde, nasıl yazıldığı ve yazılan şeylerin neler olduğu an­latılmıştır diyebiliriz. Kitap kelimesi Elif Lam ile başlayan di­ğer surelerde şöyle anlatılıyor:

1 39

A N K E B U T

"Ta Sin. Bunlar Kur'an'ın ayetleri ve apaçık kitap­tır." (Nemi 1 ) "Elif Lam Mim. O Kitap, Onda asla şüphe yoktur, O müttakiler (sakınanlar, arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir." (Bakara 1. 2. ) "Elif Lam Mim Ra. Bunlar Kitap'ın ayetleridir. Sa­na Rabbinden indirilen Haktır, fakat insanların ço­ğu inanmazlar." (Rad 1) "Elif Lam Ra -Bunlar apaçık Kitabın ayetleridir. Anlayasınız diye biz Onu Arapça bir Kur' an olarak indirdik." (Yusuf 1. 2.) Elif Lam Ra-Kitap, Hikmet sahibi, Her şeyden ha­berdar olan tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış sonra da açıklanmıştır. (Hud 1 ) Elif Lam Ra İşte bunlar hikmet dolu Kitap'ın ayet­leridir. (Yunus 1 )

Bunlar, Kitabı anlatan birçok ayetten bazıları. Demek ki Kitap, anlamamız için Arapça bir Kur' an olarak indirilen son­suz ilimdir. Bu Kitap' a insanların pek çoğu inanmazlar. O, inananlar için yol gösterici, ayetleri sağlamlaştırılmış sonra açıklanmış olandır. Kitap'ın ne olduğunu anlamak için bütün bu ayetleri toplayıp öyle mütalaa etmeliyiz. Kur'an ayrı, Ki­tap ayrıdır. Bunu aynı ayette hem Kur'an hem Kitap'ın geç­mesinden anlıyoruz. Kitap "sana indirdiğimizdir" denilme­sinden anlaşılıyor ki, insanda mevcut bir şeydir. Kitap, insan­da yazılmış kodlanmış bir program ama insanların pek çoğu buna inanmadıklarından, şifreyi giremeyip, bu sonsuz ilme kavuşamazlar� Şifre nerede mi? Tabi ki Kur' an' da. "Anlayası­

nız diye Arapça bir Kur'an olarak indirdik" deniyor. Kur'an'ı tamamen çözüp Kitap'a ulaşan ilk ve Onu tamamıy­la bilmesi yönüyle de tek insan Hz. Muhammed' dir. Bizim

140

I B R A H I M S Ü R E S i

Kitap'ı öğrenebilmemiz için, onu başarmış insanı modelleme­miz doğaldır. Onun hislerine ne kadar yaklaşırsak O Kitap'a o kadar yaklaşırız.

2- O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Ona­dır. Şiddetli a7:aptan dolayı kiifirleriq vay haline!

Kafir, gerçeği örten, saklayan demektir. İster başkaların­dan, ister kendinden gerçeği saklayanlar kafirdir. Hak yani gerçek, kolay elde edilen bir şey değildir. Çünkü O bir bütün­dür, orasından burasından çekiştirip "işte l:m Hak'hr" denil­mez. Bu yüzden "Allah yoktur" diyenlere "kafir" deyip di­ğerlerini kafirlikten sıyıramayız. Gerçeği bütün olarak, daha doğrusu öz olarak bulamayanlar, bundan kurtulamaz. Bura­da, kafirin kim olduğu hakkında bir ipucu daha veriyor. Gök­te, ve yerde olanlar Allah' a ait olduğuna göre, bir kısmına sa­hip çıkıp sanki onu hiç bırakmayacakmış gibi kıskananlar, ih­tiyaa olanlarla paylaşmayanlar.

3- Dünya hayatını ahrete tercih edenler, AUah yo­lundan alıkoyanlar ve onun eğriliğini isteyenler var ya, işte onlar, sapıklık içindedirler.

Bütün enerjisini, zamanını, çabasını dünya hayatı için sarf ederek dünyayı ahrete tercih edenler, insanları Allah yo­luna yani tek gerçek yola, kurtuluş yoluna girmelerinden alı­koyanlar ve o yolu yalanla, riyayla, kendi menfaatleri yönün­de eğri hale sokarak insanların o yolda ilerleyememelerine ya da kaçmalarına sebep olanlar, işte bunların hepsi sahip ol­duklarının geçici olduğu gerçeğini saklayarak, kendilerinin­miş gibi kabul edenlerdir. Onlar doğru yoldan epey uzaklaş­mışlar, iyice sapmışlardır.

141

A N K E B U T

4- Onlara açıklasın diye her peygamberi ancak ken­di diliyle gönderdik. Artık Allah dileyeni saptırır, dileyeni de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir.

Bu ayet gösteriyor ki her kavme sahip olduğu genetik ya­pı gereği, kapasitesi gereği her peygamberi, onların anlayaca­ğı dille yani o tarzda anlatmak üzere göndermiş Allah.

Allah'ın dileyeni saptırıp, dileyeni doğru yola iletmesine gelince; bu, bir annenin yaramaz çocuğuna ders vermesi gibi­dir. Allah, en merhametli anneden yüz kat daha merhametli­dir. Anne, çocuğunun devamlı ateşe gidip kendisini yakma­sından men etmek için onu devamlı uyarır. Fakat yaramaz çocuk, ateşe merak duyuyor, ona koşmaya devam ediyorsa, arhk annenin evladının, ateşe gidip, kendini yakarak ateşin ne olduğunu öğrenmesinden başka yolu kalmaz. Çocuğu, ne yolu tercih etmişse, kendini bulması için o yolda serbest bı­rakmak tek çaredir. İnsanın kendini bulması, kendini tanıma­sı sağlanır.

5- Ve nitekim Musa'yı ayetlerimizle gönderip kendi­sine: "Halkını kopkoyu karanlıklardan aydınlığa çı­kar ve onlara Allah'ın günlerini hatırlat! Şüphesiz bunda sabreden, şükreden herkes için ayetler (yani işaretler) vardır.

Allah, Musa Peygamber devri gibi devirlerin tekrarlana­bileceğini bildiriyor. Bu devirlerde kopkoyu bir karanlık yani cehalet ve adaletsizlik hüküm sürdükten sonra Musa gibi bir kurtarıcının çıkıp kurtuluş müjdesi ve aydınlanma getireceği­ni söylüyor. Hz. Musa'nın benzeri alametler, işaretler çıkaca­ğını vurguluyor. Onun peygamber olduğu ve halkına /1 Al-

142

İ B R A H M S Ü R E S İ

lah'ın günü" yani devrinin geldiğini bir takım işaretlerle an­lattığı ve bu devrin, sabreden, şükredenlere benzerinin, ben­zer şekilde vuku bulacağı belirtiliyor. Bunlardan biri Musa devrinde görülen çok parlak bir yıldızın belirmesidir. Bu yıl­dız Kur' an' da Tarık adıyla geçer. Karanlık, bu ayette /1 zulüm" kelimesi olarak geçiyor. Zulüm kelimesinin zıddı ise ışıktır. Nerede zulüm varsa orada ışığa erişememe vardır.

İnsan, kendine yaptığı zulümden kurtulmadan toplumu kurtarmaya girişemez. Işık sistemin kurulabilmesi için halkın umutsuzluktan kurtarılması gerektiği açıktır. İyice karanlık çökmüşse bilinmeli ki arkası aydınlıktır. Bu birbirini izleyen zulüm yani karanlık ve ışıkta muhakkak insana kendini öğre­ten işaretler vardır. Fakat öğrenme durumunda olan, sabır ve şükür üzere değilse öğrenemez. Çünkü zulüm zamanı isyan eden, ümitsizliği büyüterek karanlığa kapılır ve kötüleşir; ni­mete şükretmeyen, Allah'tan geldiğini unutup azar.

6- Hani Musa halkına: "Allah'ın size bahşettiği ni­meti hatırlayın! "demişti. O sizi Firavun yönetimi­nin elinden kurtarmıştı. Size dayanılmaz acılar çek­tiriyor, oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı sağ bı­rakıyorlardı. Size Rabbinizden büyük bir sınamaydı bu.

(Kelime karşılığı olarak anlamı: Bunu müteakiben Musa kavmine dedi: /1 Allah'ın üzerinize olan nimetini hatırlayın; ardından sizleri Firavun ailesinden kurtardı . Serbestçe size kötü bir azapta bulunuyorlar, oğullarınızı kesip ayırıyor ka­dınlarınızı kabuğundan ayrılmış bırakıyorlardı. Ve bu durum içindeyken, size Rabbinizden büyük bir beladır.)

Kelimeleri yorumlamadan olduğu gibi gördüğümüzde anlamın epey genişlediğini, bir olaya değil, pek çok olaya işa-

143

A N K E B U T

ret ettiğini görebiliriz. Burada Firavun ailesinin sembolik ol­duğu fark ediliyor. Bu aile, hiçbir kurala, insan hakkına uy­maksızın serbestçe istediklerini yapan, bu yönetimi kuranlar­dır. Bunlar kötü azap diye nitelendirilen, büyük bir bela olan işkenceyi yapıyorlar topluma. Bu işkence, erkek çocuklarını kesip ayırarak kadınları kabuksuz ağaç gibi korumasız, orta­da bırakmalarıdır. İlgi çekici taraf, Arapça asılda kesilip ayrı­lanlar oğlan çocuğu, bırakılanların yetişkin kadın olması. As­lında büyüyememiş olan erkeklerin, kadınlardan sıyrılmala­rı. Kabuk ağaçtan ayrılınca, ağaç kabuksuz kalınca varlığını sürdüremez. Erkek korumasının, kapsamasının kadınlardan kaldırılmasının, yöntem nasıl olursa olsun devam edegelen bir azap olduğu ortadadır. "Şimdinin Firavun ailesini, kan

bağıyla değil, menfaat bağıyla birbirine bağlananlar oluş­

turuyor."

7- Ve (yine hatırlayın ki) Rabbiniz size izin verdiği zaman şükrederseniz size çok arttınrım. Eğer kafir­lik ederseniz muhakkak azabım şiddetlidir.

8- Ve Musa ekledi: "Siz ve yeryüzünde yaşayan baş­ka kim varsa, hepiniz Hakk'ı inkar.etseniz dahi, Al­lah, muhakkak Gani ve Hamid'dir . .

Yeryüzündekilerin hepsi gerçeği inkar etse dahi, Allah kullarına karşı zengin bir cömertlik göstermeye devam eder. Allah veren, verdikçe eksilmeyen Gani ve O, yeryüzündeki­leri her şeye rağmen övgüye değer kılan Hamid' dir. Herkes gerçekleri anlayamamakla, gerçekleri örten durumuna düşer. İnsan bildiği az olan, bilmediği çok fazla olandır. Kafirliğin zıddı 7. ayette şükür olarak geçiyor. Şükür yani bahşedilen varlığının Allah' a ait olmasından haz duyan kulun sadece

144

I B R A H İ M S Ü R E S i

Onu görüp Ona yönelerek teşekkür etmesi, kişiyi kafirlikten kurtarır dernek oluyor. "O zaman arttırırım" diyor. Bu arttır­ma maddi olmaktan çok ilmi ve manevi bir arttırmadır. Kişi­yi yavaş yavaş karanlıktan, cahillikten nura çıkarma. Yeryü­zündekilerin gerçekleri örtmelerine rağmen Allah'ın onlara duyduğu yüce şefkat de vurgulanıyor.

9- Sizden önce gelip geçen inkarcı toplumların başi­na gelenlerden hiç haberiniz olmadı mı; Nuh kavmi­nin, Ad ve Semud kavimlerinin ve onlardan sonra gelip geçen daha nicelerinin? Onları Allah'tan başka kimse bilmez. Onlara da kendileri için görevlendiril­miş olan elçiler, Hakk'ı tüm açıklığıyla gösteren de­lillerle gelmişlerdi. Fakat onlar ellerini ağızlarına koyup: "Biz sizinle, gönderildiğini iddia ettiğiniz mesajın hak olduğuna inanmıyoruz. "dediler ve " Doğrusu bizi çağırdığınız şeyin mahiyetinden yana ciddi bir şüphe ve şaşkınlık içindeyiz.

Bu ayet, insanlık tarihinin üç patlama noktasına işaret et­tiği ve bu üç patlamanın sebebini anlattığı için önemli. Adı geçen Nuh, Ad ve Sernud kavimleri çok geniş ve büyüklerdi. Üçü de tamamen yok oldu. Onların yok oluşlarındaki sırrı Allah'tan başka kimse bilmez. Bu üç kavmin ortak noktası, kendilerine her şeyi izah eden elçiler geldiği halde, onların anlamakta başarılı olamamalarıdır. Kabul etmeyişleri, onların bu sözlerden, tebliğden bir şey anlayamayacak kadar akli noksanlık içinde bulunmalarındandı. Kavrayışları gelişme­mişti ya da tamamen körelmişti. Onlar helak oldu ve onların yerine kavrayanlar yerleşti.

145

A N K E B U T

Ama bu bir suç mudur? Anlayamamaları yani. Anlayamamak değil, anlayamayacak duruma gelmek.

Öylesine günaha saplanmak. Aslında bunların içeriğini Al­lah' tan başka kimse bilmez. Görülen o ki, insanlık üç aşama­dan geçmiş. Bu aşamalar gerekli miydi? Sebebi neydi? Hangi fiziksel sebeplerle? Hcıngi tabiat kurallarına göre gerçekleşti? Bilmediğimiz pek çok şey var. Nuh kavminin yok oluşundaki o tufanın oluşumunun, yerden bile su fışkırmasının, insanla­rın akıl almaz bir süratle suların altında kalışının hikayesi ve sırlarını, onların niçin yok edildiğini kim izah edebilir? Öyle ya her suç işleyen, böyle helak edilmiyor. Öyleyse bunlarınki neden böyle?

10- Bu toplumlara gönderilen elçiler: "Hiç göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah'ta11 şüphe edilebilfr mi?" dediler. "Sizi gütıalılarınızdan ötürü bağışla­mak ve sizi bir süreye kadar mühlet vermek üzere ça­ğıran O' dur. Onlar: "Sizler bizim gibi ölümlü insan­lardan başka kimseler değilsiniz!" diye cevap verdi­ler. "Bizi atalarımızın tapınageldikleri şeylerden uzaklaştınnak istiyorsunuz; madem öyle o zaman açık bir delil getirin bize!"

Bunlar Allah'ı hiç kabul etmeyen kavimler. Bu da alt bey­ne inememek demektir. Sonsuz güç olan Rabbin varlığına inanmayan, kendindeki sonsuzluğa da inanmaz ve böylece hiçbir zaman alt beyine geçemez. Maalesef kendi geçemediği gibi neslini de bozarak, genetik aktarımı da zararlı olacakhr. Onlardan gelen nesilde alt beyine geçme olasılığı düşecektir. Yedi nesil inançsız olduğunda, inanca kavuşan çok çok azalır. Ayrıca bu kavimler helak olmasaydı zaten çok geçmeden kendileri her şeyi yok ederlerdi. İnsanlığın devamı için helak edilmişlerdir.

146

I B R A H I M S Ü R E S İ

Şunu mu demek istiyorsun: Alt beyinden nasibi olmayanlar yani duygusal zekôya sahip olamayanlar her şeyi yok mu eder? Tabi yok eder. "Bu nasıl olur?" dersen, kendi hayalını

dünyada yaşadığı kadar sanan bir zavallı mahluk, dünyadan ve diğer varlıklardan alabildiği kadarını. almak ister. Her bir fert böyle davrandığında ise, çekirge sürüsünün talanı gibi bir talanla varlıklar yok edilir.

Hem Allah'ın varlığına inanmayan hem de iyilik yapmayı sevenler yok mu? Şöyle anlatmaya çalışayım: Her insan kendisine iyilik

eden kişiye pozitif enerji gönderir. Bu enerji insanda bir hoş­luk yarahr. İnanmayan birinin yaptığı iyilik de almaya yöne­liktir. Çünkü yaptığının karşılığını dünyada alması gerekir. Bir şeyler verir, karşılığını alır. Bu pozitif enerji onun tarafın­dan emilir. Bu onu adeta şişirir. Bu kişiler, topladıkları enerji­yi başkalarına göndermezler. Minnet duymaz ve şükür et­mezler. Çünkü her ne olursa olsun esas olan kendi varlıkları­dır. Bu kısacık ömrünü en hazlı, zevkli biçimde geçirmek zo­rundadır. Ona haz ve zevk veren her şeyi emer. Pozitif ener­jinin emilmesi ise dünyayı ayakta tutan enerjinin de yok ol­ması demektir. Ayette "Sizi bir mühlet, bir ömür için getiren ve yaptıklarınızı, günahlarınızı affetmek için çağıran O'dur" denirken, onların kısacık ömürle kısıtlanmadıklarını, aynca ne günah işlerlerse işlesinler, onları kusurlarıyla kabul edip çağıran bir yaratıcı olduğunu hatırlatılıyor. Fakat onların bu­na inanabilmeleri için bir Sultan gerekli. Ayette geçen sultan kelimesinin anlamları: P.adişah, Vali, Huccet, Delil, Kuvvet, Kudret. Öyle bir kuvvet, öyle olağanüstü bir olay istiyorlar ki bu görülmemiş bir afetten başka bir şey olamaz. Onları sap­lanıp kaldıkları karanlıktan çıkarabilecek tek çare, olağanüs­tü bir helak olma şeklidir. Onların tercihi bu yöndedir.

147

A N K E B U T

11- Elçiler onlara: "Doğru, biz de sizler gibi sadece ölümlü kimseleriz." diye cevap verdiler, "ama işte Allah nimetini kullarından dilediğine bahşeder. Ay­rıca Allah'ın izni olmadıkça bir delil getirmek bizim harcımız değildir. Bu hususta inananlar yalnızca Allah' a güvenmelidir".

12- Hem izlediğimiz yolu bize gösteren Allah oldu­ğuna göre, artık nasıl güvenmeyebiliriz ki O'na? Bu­nun içindir ki bize çektirdiklerinize mutlak göğüs gereceğiz; çünkü bir kere Allah'a güven bağlamış olanlar sonuna kadar O'na güvenmekte devam ede­ceklerdir!"

Ayetin kelime karşılığına baktığımızda "Allah, kulların­dan dileyen kimseye nimetini verir" anlamı da çıkıyor. Elçi­ler, "Biz de sizin gibi ölümlü kims�lerjz" dediklerinden, o kavmin, ölümlü olmayanlara itibar ettiklerini anlıyoruz. Bah­si geçen kavmin, üstün güçler sergileyerek, sıradan insanlar olmadıklarını ispatlayan varlıklara inandıkları ortaya çıkıyor. Burada yeni bir inanç oluşumunun gelişi anlatılıyor. Elçilerin en önemli özelliği, sahip oldukları gücü kullanmada izne ta­bi olduklarıdır. Çünkü onlar, güce -ki burada sultan olarak geçiyor- (padişah, vali, huccet, burhan, delil, kuvvet) sahip olmadıklarını söylemiyorlar, gücü kullanmak için Allah'tan izin almaları gerektiğini söyleyerek, Allah'a ne kadar yakın olduklarını anlatıyorlar.

Onlar, Allah ile bağlantı kurmuş ölümlü kişilerdir. Bu kavram, çok uzun ömürlü, üstün güçler sergileyen varlıkları i lah olarak kabul eden kavme çok yabancı bir kavramdır. El­�iler, sultan olarak kendi güçlü inanç, cesaret ve güvenlerini 5österiyorlar. Hangi ölümlü insan, bu derece güvenmese öl-

148

I B R A H I M S Ü R E S i

dürülmeyi göze alarak bu kavminin karşısına geçer? O Allah, Kullarının O'na güvenmesiyle O'nlara bir yol bahşeder deni­yor. Bu kelime "subul", anlamı ise: Büyük, açık yol, Huccet, Çare, Sebep, Günah, Umumi su içme yeri. Buna göre: O öyle bir Rabdir ki, tapınılan diğer ilahlara benzemez. O, kendisine güvenenlere açık, büyük bir yol açar. Bu yol, huccettir, çare­dir sons�zluğa ulaşmak için sebeptir. Hatalarımızı bilebilme­miz, günahlarımızı görebilmemiz için bir çaredir. O yola va­ran, son�nda Rahman sevgiye kavuşur. Bütün Rahman güç­lerin sevgilerini alabildikleri (ayette: toplu su içme yeri, subul kelimesinin anlamlarından biri) Rahman çeşmesine götürür. (Rahman sevgi, Kur'an'da su ile sembollendirilir. ) İşte bun­dan dolayı inananlar yalnızca Allah' a güvenirler.

Tam olarak ne demek isteniyor? Biraz daha açar mısın? Allah'ın inananlara bahşettiği doğruluk, gerçeklik yolu

en büyük delildir. İnananlar, doğruluğun, gerçekliğin verdiği huzurla yaşarlar. Hayatlarında sergiledikleri iyilik ve güzel­lik, onların üstünlüğünü gösterir. Onlar her zaman yapıcı, güzelleştiricidirler. Ayetin devamında "Bize çektirdiklerinize göğüs gereceğiz" diyorlar. Kendilerine yapılan kötülük ve zu­lümler karşısında saldırganlaşmayan, bozulup dağılmayan, inancından bir nebze olsun şaşmayan inananlar, diğerlerin­den üstün olduklarını gösteriyorlar. Allah'tan başka şeye ta­panların, (Paraya, şöhrete, hilesine, kurnazlığına, zekasına, güzelliğine v.s. Allah'tan daha çok güvenenler) ne kadar ça­buk dağıldıkları, soğukkanlılıklarını kaybettikleri görülür. Bunlar sonunda kendi sonlarını, kendileri getirirler ve maale­sef helak olurlar. Oysa Allah' a güvenenler öyle büyük huzur ve güce kavuşurlar ki, hayalında bir kez olsun O'na güvenen artık hep güvenmeye devam eder.

149

A N K E B U T

13- Ama Hakk'ı inkar eden toplumlar, elçilerine şöy­le dediler: "Ya bizim yolumuza dönersiniz ya da ke­sinlikle sizi ülkemizden sürüp çıkarırız. "Bunun üze­rine Rableri elçilerine: "Biz bu zalimleri mutlaka te­peleyeceğiz!" diye vahyetti.

14- "Ve onlar yok olup gittikten sonra yeryüzüne el­bette sizi yerleştireceğiz. Bu, benim makamıma kar­şı saygı ve sakınma gösteren ve tehdidimden korkan kimseler içindir!"

İnkarcıların "yolumuz" dedikleri kelimenin aslı "millet" olarak geçiyor ayette. Lügatte: "Din, Şeriat, Diyet, Taife" ma­nalarına geliyor. Aynı ayette "ülkemiz" denilen kelimenin Arapça aslı "Arz" dır. Arz: Alt, Parça, Dünya v.s. manalarına gelir, müennes yani dişil bir kelimedir. İnkarcılar, kendilerine kurdukları sistemden onları saf dışı etmekle tehdit ediyorlar. Çünkü bu onlar için en korku verici cezadır. Kalıptan çıkmak, kabuğu kırmak, yalnız kalmak demektir. Hakim olan düzen hemen her zaman Rahim'dir. Rahman'ın tersine Rahim dü­zen cezalandırıcı, yaphrımcı, zorlayıcı, hükmedici v.s. bir ya­şantı demektir. Bundan çıkamayanlar, varlıklarının özgür, hoşgörülü, gezgin v.s. veçhesini keşfedemeden hayatlarını bi­tirirler. Bu keşif, ölüm sonrasına ve çok uzun bir yolculuğa kalır.

Oysa bağımlılıklarından kurtulanlar, gerçek sevginin an­lamını kavrarlar. İnkarcılar, elçilere: "Sizi her şeyden mah­

rum ederiz" diyorlar. Siyasetten, ticaretten, mevki sahibi ol­maktan, yönetimden, tanınıp fikirlerini anlatabilmekten, pa­radan v.s. mahrum etmekten bahsediyorlar. Gerçekten seven­lerin, sesi çıkamaz, dinlenemez olmaları; güç, mevki sahibi olamamaları, toplumun daha betere gidişini getirir. İşte bu

1 50

I B R A H İ M Ü R E S

toplum, durmadan kurbanlarına eziyet eder. Devamlı zulme uğrayanlar da büyük çoğunlukla zalim olur. Kötülük, hasta­lık gibi yayılır, adeta yeryüzü cehennemi olur.

Elçilere bu zalimlerin helak edileceği, "Biz" denilerek an­latılıyor. Bu da, verilen bütün cezaların, zulme uğrayanların adalet istemiyle ortaya çıkan o dehşet verici büyük güçle be­raber olduğunu haber veriyor. Zulme uğrayan hiçbir varlığın (Hayvanları unutmamak gerek) isteği geri çevrilmez ve mut­laka bir zaman-mekanda ortaya çıkar. Dünya da meydana ge­len can alıcı afetlerin sebebi budur. Zulüm ne kadar büyükse helak da o derece dehşetli ve kayıp vericidir.

Bu helaklerle dünyanın şekli bile değişir. Mesela Avrupa ülkelerinin kurdukları sömürge sistemi hiç bitmeyecek gibiy­di. Onlar, çok teçhizatlı ve güçlüydü, sömürge ülkeleri ise çok cahil güçsüz görünüyordu. Fakat çok bilgili Avrupa, birbirine iki sefer girdi. I. ve II. Dünya savaşları süper yönetimi Ame­rika'ya kaydırdı. O da zulümde son safhasına geldiğinde, onun da sonu hiç umulmadık ve zulmü derecesinde olur. Başta ifade edilen " Allah'ın günleri" bunlardır. (5. ayette) 14. ayette onların helakinden sonra inananların yerleştirileceği belirtiliyor. Ancak bunun olabilmesi için Allah'ın makamına saygı gösteren ve tehdidinden korkan, sakınan kimseler ol­ması gerekir.

Makamdan ve vaadden korkmak ne demek oluyor? Sen bir emniyet müdürünün kendisinden mi, makamın­

dan mı korkarsın?

Makamından tabi. O emniyet müdürünün, suçlulara verdiği bir vaat olsa, o

vaadden çekinilmez mi? Allah, bu ayette kesin bir vaadden söz ediyor -ki Allah, işinde hiç gevşeklik göstermez-. Bu vaat suçluların toplumdan alınıp, masumların kalmasıdır. Tıpkı

1 5 1

A N K E B U T

emniyetin suçluları hapse göndererek toplumun devamını sağlaması gibi. Kişiye düşen görev, o makamın ve vaadin var­lığını kabul edip saygıyla çekinmektir. O makamı bizzat gör­mek, yükselmişlerin işidir.

İnsan bazen zalimlerin zenginlik hana ihtişam içinde yaşa�larını sürdürdüklerini görüyor ama.. . '

Evet ihtişam içinde yaşayabilirler fakat ölümlerinin ma­sumlardan farklı olduğunu görürsün. Onlar ortadan kaldırıl­ma şeklinde ölürler.

15- Onlar (istediler) açtılar ve bütün Hakk'ı bildiği halde tersini yapan cebbarlar (zor kullananlar, ka­badayılık yapanlar) susuz olduklarından suya muh­taç oldular.

16- Onun ardında diğer tarafta cehennem ve sadid suyundan içirilme (sadid: iğrenç su, irin, ayrılık su­yu)

17- Onu yudumluyor ve boğazından geçmiyor ve Ona ölüm her mekandan geliyor ve o ölümlü değil­dir. Ve diğer tarafta (bundan ötede) sert, katı düş­manlık azabı vardır.

Elçiler istedikleri açılımı sağladılar. Onlar diğerlerinin gerçeği görmelerini istemişlerdi. İstekleriniz, dualarınız, ger­çeklerin kapısını açar. Bu öyle bir güçtür ki, değil yeryüzü­nün, uzayın şeklini değiştirir. Bu açılım cebbarlara susuz kal­dıkları gerçeğini gösterdi. Kur' an sembol dilinde su, Rahman sevgidir. Bütün yarahlmışlar Rahman sevgiye muhtaçhrlar. Fakat insan, bu gerçeği yeryüzüne indiğinde unutabilir. Bu­rada sevgiye muhtaç olduklarını ölÜmle de olsa anlayanlara

1 52

I B R A H I M S Ü R E S i

diğer tarafta yani geçişte, ayrılık suyundan içirilir. Bunu iç­mek çok zor gelir. Çünkü ayrılık, hasret, hicran içinde bir ya­şam demektir. Birlik sevgisini tadamayanlara Rab, bunu ayrı­lık acısıyla öğretir deniyor.

Burada azabın üç kademesi anlahlmış. Önce cehaletin verdiği rahatlıktan çıkaran açılımla, cebbar sıfatta olanların, Rahman sevgiye muhtaç olduklarını anlamalarının muhtaç olma acısını tatmaları, ilk gelen bilinçle yerleşen azaphr. Son­ra, Onlara ayrılık suyundan içiriliyor. Çünkü Onlar, diğerleri­ni kendilerinden ayrı görmüşler, ayırmışlardır. Onlar, vicdan­ları ile çelişkiye düşerek ayrılığa düşmüşlerdir. Onlar varlık­larının, dişil ve eril taraflarını görüntülerine kanarak ayırmış­lardır. Bütün bu ayrılıklarla, cebir kullanmışlar, cüz'i iradeyi çiğneyerek, güçlüyü, güçsüzden ayırmışlardır. Aslında ayrı­lık suyunu, kendileri kendilerine içirmişlerdir.

Bu ayrılık acısının ardından üçüncü kademe, ölümü ta­darak aslında ölümsüz olduğu gerçeğini bir türlü anlayama­dıklarından, devamlı ölürler. Bu onlara katı bir zeminde, düş­manlık yaşahyor. Çünkü ölümle dost olamıyorlar, her an kor­kuyla yaşıyorlar. Oysa insan, Allah'ın görünen yüzlerinden biridir ve ölümle birlikte gerçek varlığına bir adım daha yak­laşır. Cehennem, Allah'ın kullarından intikam aldığı bir yer değil, aksine rahmetinin bir başka yönünü gösterdiği, insanı öz benliğine kavuşturmak için bir terbiye ve tedavi yeridir.

Bazıları, cehennemi, intikamlarını alabilecekleri bir yer olduğunu düşünerek, kinlendikleri herkesin cehenneme gir­mesi arzusuyla yaşarlar. Ama bu düşüncenin kendisi de bir tedavi gerektirir. Resulullah: "Zalime de mazluma da yar­

dım edin" buyurur. Çünkü zalim, kendinde onulmaz yaralar açmış, doğruyu bulamamanın azabıyla saldırganlaşmış bir zavallıdır.

153

A N K E B U T

Kötülük, kendini tanıyamamanın sonucu bir delilik, kudurma gibi acının getirdiği bir saldırganlık mıdır? Evet tabi. Hepiniz bir kudurmuş tarafından ısırılırsınız.

Fakat aşı olan kurtulur. Aşının tarifi Kur' an' dadır.

"Sadid" yani iğrenç ayrılık suyunun bir manası da "irin suyu". Bunun anlamı ne? İrin, derin bir yaradan akan bir sıvıdır. Bu sıvı o yarayı

iyileştirmek için gereklidir. İrin, vücudun yarayı iyileştirmek için gönderdiği şifa salgısıdır. Bu sembolik olduğu için nasıl bir şey olduğunu anlatmak mümkün değildir. Hatta orada, "içirilmek" kelimesinin de aslında sizin bildiğiniz içirilme ol­madığını söylemeliyim. Bu içirilme, nüfuz ettirme, enjekte et­me gibi bir şey olabilir.

Şunu ifade eder diyebilirim: Yaranın iyileşmesi için gere­keni vücut üretemiyorsa, bu ona bir şekilde verilir. Bu işlem­ler, Rabbin kullarına başka türlü ihtimamı ve nimetidir. Amaç, insanın idrakini açmak, onu tedavi etmektir. Her bün­yenin tedaviye cevap verme süresi farklıdır. Onyedinci ayet­te: "Onu yutmaya çalışacak, boğazından geçiremeyecek. Ölüm ona her mekandan gelir, O ölümlü değildir. Ve onun ar­kasından, sert, (zorlu) azab." Ölüm burada "mevt" olarak geçiyor. Kelimenin köküne bakarak şunları anlayabiliriz ki mevt; hayat sahibi olmayan, kendisinde bir canlı varlık var olmamış hpkı hasat edilmemiş, tohumu filiz vermemiş, kim­senin sahip olmadığı ekip biçmediği yer gibi olan. İşte insan kendisinden sonsuz zeka fışkırabilecekken varlıkların en şe­refli ve faydalısı olabilecekken, hiç birini olamayan ama bu potansiyeli taşıyan hükmünde olur.

1 54

I B R. A H I M S Ü R. E S i

Madem bunu olamamak, kendini keşfedememek insanı azaba sürüklüyor, bu idraki Allah ondan kaldırsa buna da üzülmese ne olur? O zaman insan olmaktan çıkar. Yok olur da diyebiliriz.

Yani insan olarak dünyaya gelen zaten belli bir idraki elde ehniş, bitkiden, hayvandan üstün bir varlıkhr öyle mi? Evet öyle. İnsan olma sorumluluğunu kabul etmeden

hiçbir varlığı Allah, dünyaya ya da başka bir mekana indir­mez. O, istemeyene zorla yaptırmaz. Herkes kendi cüz'i ira­desiyle insan olma şerefini kabul eder.

Tasavvufta geçen "Kolu bela" (Evet, kabul ettik sözü) bunu mu ifade ediyor? Evet bütün insan ruhlarından bu söz alınır. Sorumluluk,

şeref, acılar, nimetler v. b. her şey kabullenilir, insan olunur.

Peki, "Ona ölüm her mekôndan geliyor fakat o ölümlü, ölü hükmünde değil" nedir? Bütün mekanlar, bütün varoluş katmanları (boyutlar) dır.

Ölüm bir anlamda geçiştir. Ölümle birlikte boyut değiştirilir. Ama kişi bunu yapamıyor çünkü kabiliyet kazanamamış.

Bunu yapamayan, boyutlar arası bir boyutta bulunuyor öyle mi? Ya zaman? Bu geçişi yapamıyor ve zamanda mekanda yer alamıyor.

İşte bu ayrı yer cehennem oluyor.

Cehenneme gidiş için kabir, mahşer, hesap, sırat gibi sıralamalardan geçmek gerekli değil mi? İdrakine kavuşamamış ruhlar, bütün bu sıralamalardan

155

A N K E B U T

geçerek cehenneme girerler. Zaman olmayan bir yerde, bütün hepsi ayrı ayn ancak aynı doğrultuda, birlikte ve tek tek ya­şanır. Mahşer, toplanılan, hesap verilen yerdir. Kabir, insanın kendi kendini sorguladığı yerdir. Oysa idrake kavuşmuşlar için bunlar gerekmez.

Merak ettiğim bir şey daha var. Bir insan hayahnın bir devresinde idrake erişse bir daha sapar mı? İdraki yakaladıktan sonra da sapabilir. Aydınlığa erişir

de bir de karanlığı merak ederse ya da Hak' tan başka şeylere sevgisi üstün gelirse, onu ters kutba doğru yönlendirir.

Ömründe bir kere "Allah'ım beni sapmaktan koru! " diye duada bulunmuşsa? Eğer duası katıksız saflıkta ise kabul edilmiştir, asla sa­

pıklık üzerinde ölmez yani geçişi üstünlüğe doğru olur. An­cak bazen büyük günah işleyebilir. Yine de bu onu tövbeye götürür sapma olmaz.

Öyleyse insanın kendisi için yapabileceği en iyi şey duadır. Öyle, ancak saf dua için şartlar vardır. Bu da, insana, her­

hangi bir yolla hizmet etmek ya da kendini adamaktır. Yani şöyle söyleyeyim: merhamet taşımayanın, başka insanları hatta mahlukatı umursamayanın duası halis dua sayılmaz.

18- Rablerini inkara şartlanmış olanların yapıp et­tikleri, ftrtınalı bir günde rüzgarın hışımla saçıp sa­vurduğu küle benzemektedir. Böyleleri kazandıkları şeylerden hiçbir yarar sağlayamazlar. Çünkü bu sa­pıklıkların en kötüsüdür.

Burada "Onlar kendi Rableriyle gerçeklerin üstünü ört-

1 56

I B R A H I M S Ü R E S i

tüler, sakladılar'' manası da çıkar. Yani onlar, kendilerine başka şeyleri Rab edindiler ve onunla gerçeklerin üstünü ör­ten, Hakk' a kavuşamayan, gerçekliği benimseyemeyen, anla­yamayan oldular. Demek ki kafirlik başka bir şeyi Rab edin­mekle oluyor. Neden dersen, İblis bile şaşırmış, isyan etmiş, lanet halkasını boynuna geçirmiş, insanları azdırmaya me­mur olmuş ama her şeye rağmen asla Allah'ın yasasını inkar etmemiştir. Bu yüzden şeytana tapanların da dinler kuralları­na inandıkları halde bilerek ve isteyerek kötülüğü seçtikleri görülür. Oysa diğer ortada kalanlar, kendilerini çeşit çeşit ya­lanlarla kandırıp, gördükleri şeyleri dahi kabul etmemekte inat ederler, dine uymak yerine dini kendilerine uydurmayı tercih ederler. "Güya kötülük sevmezler ama iyilik için hiç­

bir fedakarlıkta bulunmazlar''. Her şeyleri yalan ve sahte ol­duğundan hayattan ders alamazlar. Onlar yaşayan ölülerdir. Hayvanlar dahi bu dünyadaki hayatlarından çok daha fazla şey öğrenirler. Resulullah'ın "Hayvan öldürmek kafir öldür­mekten daha günahhr" demesi bundandır. Kafir, yalanlarıyla yaşadığı, sahte Rabbine taphğı için delirir. Ölümün sonra da kabirin yaşanmasından da bir şey öğrenemezse, onu ancak cehennem denilen ıslah yeri akıllandırır. Ayette de bundan bahsedildiğini anlarız. Amelleri yani hayatları savrulan kül­ler gibi olanların, dünyayı terk ederken �ekamülleri adına hiçbir arhları olmaz. Ayetin kelime derinine inersek, yani ke­limelerin tam karşılığını verirsek, başka bir mana daha çıkar:

18- Mesela Rablerini inkar edenlerin amelleri, okun hedef­ten saptığı günde, rüzgarla katılaşıp şekillenen kül gibidir. Kazandıkları şeye kadir değillerdir (yani kudretleri yok­tur.) Uzak sapıtma odur.

Rüzgar, burada "Rih" olarak geçiyor. Bu da bizim bildi-

1 57

A N K E B U T

ğimiz -Ruh' dur. Hayatın ve eylemlerin rüzgar yani ruhla şe­killenen küle benzetildiğini görüyoruz. Demek ki Ruh, öyle bilinçli bir rüzgardır ki canlıya şeklini ve bütün eylemlerini meydana getirir. Hayatın anne karnında zerrelerle şekillen­mesinden sonra canlı, büyürken ve yaşlanırken, zerreleri, hücreleri değişime uğrar. Yaşam bittiğinde ise bedeninin zer­releri eriyerek gözden kaybolur.

Burada önemli olan nokta, kişinin bu amellerle kazandı­ğına Kadir olup olmamasıdır. İşte bu bir sır ve uyarıdır. Okun hedeften saptığı gün, insanın bilinçsizce yaşadığı hayatıdır. "Yevm" kelimesi her ne için kullanılırsa onun ömrünü kast eder. Bizim bildiğimiz anlamda "Gün" güneşin doğup battı­ğı zaman aralığıdır, bu da bir günün ömrü sayılır. Dünyanın ömrü, Kainatın ömrü de "Yevm" kelimesiyle ifade edilebilir. İnsan eğer okun hedeften saptığı gibi amacından sapmış bir hayat yaşarsa, onun amelleri savrulup giden kül gibidir ve o, kazandığına sahip, Kadir olamaz.

Ancak buradan şunu öğreniyoruz ki kişi, eğer tersini ya­par ve amacına uygun bir yaşam sürerse, amelleriyle kazan­dığına kadir olur. Bu kudret nasıl bir kudrettir? Kadir-i Mut­lak ancak Allah olduğuna göre, insandaki kudret de ancak Allah'tandır. Öyleyse kişi hedefinden saparsa, Kadir olan Al­lah'ın kudretini elde edemez. Dünya da kendini kudretli sa­nan zavallılar, ölüm sonrası kendilerinde bir kudret bulun­madığını görürler ama Allah'ın kudretini de tanımadıkların­dan muallakta kalırlar. Burada kişilerin hem hedefe yol alan­ları, hem hedeften sapanları kazanç sahibidir. Bu kazanç, de­neyimdir. Hedefi bulan kazanç, kişiye kudretli olan Allah'la birlikte kudreti bulmayı sağlarken; hedeften sapanların, sah­te bedenlerinin, sahte zekalarının Allah'ın kudretinin üstün­de olduğunu sanan ve kendilerini Allah'tan ayıranların mut­lak kudretle tanışma talihini kaçırdıkları anlaşılıyor. Ayetin

1 58

I B R A H İ M S Ü R E S İ

bilimsel yönü ise, maddenin kullanıldıktan sonra yani zaman denilen yenilenme ve dönüşümden geçtikten sonra evrene kül gibi dağıldığının vurgulanmasıdır. Kazanılmış yani ya­şanmış bir hayat olmasına rağmen bu hayatın kül zerreleri gi­bi kainatta saçılmış bir halde olduğunu söylüyor. İnsanlar ya­şadıkları hayatın bu zerre halindeki kayıtlarını toplamaktan acizdirler. Buna kudretleri yoktur ve olmayacaktır. Bu epey büyük bir yitirmedir. (ayette geçen sapıklık anlamının karşı­lığı -Dalal- aynı zamanda yitirme, unutma anlamlarına da gelir.)

19- Görmüyor musunuz? Gökleri ve yeri belli bir gerçekliğe (Hakk ile) yaratan Allah'tır. Dilerse sizi ortadan kaldırır ve yeni bir yaratılmışlar topluluğu getirir.

20- Ve bu Allah için hiç de zor değildir.

Gökler ve yer, Hakk'la Allah tarafından yaratıldı. Hakk olan yasayla. Ya da şöyle diyebiliriz: Allah'ın koyduğu ger­çeklikle, Allah'ın kuralları ve hukukuyla.

Peki nedir Hakk? Çok geniş bir kavram ancak öz bir açıklama yapabilirim:

Hakk; 1- Kainatta var olan değişmez yaratılış kanunu. Bu ka­

nun, asla kuralsız, düzensiz bir oluşum olamaz, öyle olsa varlık olamaz, demektir. Kainatta varlığı meyda­na getiren unsurlar, asla sahtecilik tembellik yapamaz, her şey mükemmel bir işleyişle çalışır, (güneşin bir da­kika bile geç doğmaması gibi) bu kainatı mükemmel kılar. Oysa insan, mükemmelliğe kendisi tekamül et-

1 59

A N K E B U T

mek üzere halk olundu. Bu yüzden deneye-yanıla, ha­talar yaparak, ancak Allah'ın kendisine sunduğu teka­mül kurallarını yerine getirerek mükemmelliğe yol alır. Bu kul olmanın Hakkıdır. Kul olmanın hakkı ana hatlarıyla budur.

2- İnsanın kendine ol;;m hakkı -ki bu da gerek vücudu­nun, gerekse ruhunun huzura ermesi için gerekli, as­gari bireyin hakkıdır.

3- İnsanın toplumdaki yeri, hakkı. 4- Toplumun bireydeki hakkı.

Bunların hepsi Kur' an' da belirtilmiştir. Bu Haklar yerli yerine oturduğunda huzur, tekamül için gerekli ortam oluş­muş olur. Bu hak dağılımı İslam' da, toplumdan başlayarak bireye intikal ettirilir. Hakkın önceliğine riayet edilmezse, bi­rey ikincil derinlik olan tarikatta (Türkçesi: yolda) tekamül edemez. Zamanımızda tarikat oluşumlarının faydasındaki düşüş bundandır. Çünkü büyük çoğunluğu, bireyden hareket ederek toplum hakkı benimsemiş durumdalar. Oysa büyük peygamberin yaşadığı dönemde toplum, zulüm ka­ranlığını epey kaldırmış, doğrular, yanlışları yeteri kadar geç­miş durumdaydı. Tekamül için gerekli ortam oluşmuştu. Oy­sa şimdi tekamül için gerekli ortam yoktur. Bireylerin kendi tekamülünü gerçekleştirmeye çalışmaları, havanda su döv­mek gibidir. Aslında şöyle de izah edilebilir. Bugün tekamül için fazlasıyla imkan ve olay olmakla birlikte, insanlarda, tekamüllerini gerçekleştirmek için, yaşadıkları olayları süzecek içinden sıyrılıp çıkabilecekleri bilgi yok. Büyük bir bilgi kirliliği var. Bu yüzden insan için gerekli ve çok önemli olan bireysel tekamül, havanda su dövmek gibi bir hale dönüşüyor.

İnsanlar, toplumun acılarına uzak durma, olan bitenleri tevekülle karşılama bahanesini uydurma hatasına düşerler.

1 60

I B R A H I M S Ü R E S

Bir insan, kendisine tekamül ile sonsuz zekanın getirisi olan sonsuz rahmeti giydirmek isterken, nasıl olur da yanı başın­da inim inim inleyenlere kayıtsız kalır. Üstelik merhametsiz­liğine kulp takıp "Biz Allah'tan merhametli değiliz, Al­

lah'ın işine karışmayız" der. Bu aldatmacayla yüreğini kas­kab eder de kendisini makamlarda geziniyor zanneder. Körü körüne gidiş, iyi niyetli olduğunu söylemekle insanı çukura düşmekten kurtarmaz.

Büyük bir deprem yaşadık. Bu depremden sonra gördük ki en az Müslümanlar kadar yabancılar yardıma koştu. Hatta gösterdikleri duyarlılık ve ilgi çok daha fazlaydı. Niye böyleydi diye çok sordum. Onlar merhamette biz­den ileri gihniş olabilir mi? Yine başı yanılgı olan sorunun sonu da yanılgı diyece­

ğim. Bir kere Müslümanlar-Yabancılar diyorsun. "Ben müslü­manım" diyenleri Müslüman, adı başka bir şey olan fakat inançta pek aşağı kalmayan, inandığını uygulamakta ise çok daha gayretli olabilenleri Müslümanlık dışı addediyorsun. "Ben müslümanım" diyen kişi Müslümanlığa adaylığını ko­yar. Gerçekte ise Müslümanlığa kimin daha yakın olduğunu ancak Allah bilir. Ahlakıyla Müslüman olmuş birinin, kendi­sine o ismi çok görmesinden dolayı "Ben müslümanım" de­meye cesaret edememesi, onun içinde taşıdığının adını koya­mamasıdır. Tekamülde kim ileri gitmişse, merhameti kim da­ha ince ve duyarlı kılmışsa o daha müslümandır.

Nasıl yani? Bir kişi Muhammedi olmaksızın Müslüman nasıl olur? Merhamette ilerlemiş birinin Hz. Muhammed'i reddet­

mesi mümkün değildir. Ona saygı ve sevgi duymaması düşü­nülemez. Ancak O'nun getirdiğini tam olarak yapamayaca-

1 6 1

A N K E B U T

ğından korkup, şahsını o daireye uygun bulmaz. Zaten Hz. Muhammed: "Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderil­

dim" demiyor mu? Öyleyse esas olan güzel ahlaktır. Güzel ahlak kötülükten uzaklaşmaktır. İşte bu kurtuluştur. İslam, kurtuluş demektir. Yani güzel ahlak İslam' dır, güzel ahlaklı da Müslüman'dır. Yalnız kişi, İslam olduğunu açıklamadan diğer Müslümanların onu işlerine vekil kılmaları yasaktır. Çünkü niyeti içinde saklıdır. Tekrar ayete dönelim. Ayetin de­vamında: "Dilerse sizi ortadan kaldırır ve yeni bir yaratılış gelir, siz gidersiniz."deniyor. Bu şunu anlatır ki kıyamet, bir kere değil, Allah'ın bildiği kadar kopar. Ve yeni evrenler ya­ratılır. Yeni bir evrenin yeni tabiat kanunları da yaratılır.

21- Ve hepsi Allah 'ın huzuruna çıkacaklar; işte o za­man zayıf olanlar bir vakitler büyüklük taslamış olanlara: "Bakın bizler sizin izleyicilerinizdik" di­yecekler, "O halde Allal(ın azabını biraz olsun sa­vabilecek güçte misiniz?" (Ötekiler buna) cevap ve­recekler: "Eğer Allah bize yolu gösterirse, şüphesiz biz sizi de peşimizden sürükleriz, fakat, görebildiği­miz kadarıyla, şimdi artık sızlansak da, katlansak da, hepsi bir. Bizim için artık kurtuluş yok!"

Zayıf olanlardan kasıt korkularına yenik düşen, birinin koruması altına girerek bir çeşit köle durumuna düşen kişi­lerdir. Bunlar kendilerini, sıradan insanlara göre güçlü göste­ren kişilere adarlar. Onların peşine takılıp emri altına girerler. Bu zayıflık, akli bir zayıflıktır. Çünkü bu zayıflar güçlü kud­retli görünenlere uyarak korkularından kurtulacaklarını sa­nırlar. Halbuki büyüklük taslayanlar sadece bunları kendi menfaatleri için kullanırlar. Yaptıklarının sonucunu düşüne­meyen, kendilerine doğru bir yol edinemeyen, başkalarını peşine takmaktan çekinmeyenlerdir bunlar.

162

I B R A H 'I M S Ü R E S i

Bunlar kimlerdir? Mafya babaları filan mı? Hayır. Çünkü burada bir inanç sistemi oluşturup, doğru

yolun o olduğuna ikna edip, akli zayıfları kendilerine uydu­ranlardır. Bunlar daha çok sapık mezhep liderleri, rahipler, bazı tarikat liderleri v.s. Genelde bir dini inanışın başındaki­ler ya da dindışı bir ekol oluşturup insanları ona uydurmaya çalışanlardır. Ayette bazı insanların liderlerine seslenişi dile getiriliyor. Demek ki öldükten sonra bile hala onlara inanma­ya devam ediyorlar. Ölüm bile onları liderlerine inanmaktan alıkoyamamış.

Hitler gibi liderler ve din adamı, mürşit gibi görünenler yani Allah'ı bulup yakınlaşamadığı halde, veli olmadığı halde öyleymiş gibi sahtekôrlık yapanlar bunlardır. Evet. Bunlar kendilerine yapay üstünlükler addederler.

Diğer insanlardan daha üstünmüş gibi görünürler. Sık sık bu­nu dile getirirler, ya da o tavrı takınırlar. Akli zayıflar bunla­rın cazibesine kapılırlar.

Gerçek bir mürşit ile sahtesi nasıl ayırt edilir? Sap ile samanı karışhrmamak gerekir. Gerçek mürşit do­

ludur ama göstermeyi sevmez, diğeri boştur ama dolu gö­zükmeye çalışır. Gerçek olanı sen kovalarsın zor bulursun, sahte olan seni avlamaya çalışır. Gerçek olan batağa düşmek­ten alıkoymaya çalışır, sahte olan "Ben seni kurtarırım" der. Gerçek olan seni sana kazandırmaya gayret ederken, sahte olan seni kendine ister. Gerçek olanın merhameti kalbinde, sahtesinin dilindedir. Daha pek çok vasıf sayabiliriz ama bu kadarı da yeterli olur sanırım. Ayetin son kısmında (mahis =

Demirin pasının açılması için ateşe verilmesi) kelimesi geçi­yor. Sahte yol göstericiler: "Arlık sızlansak da, sabretsek de pasımızı yani bizdeki marazı, hastalığı gidermek için bizi ate-

1 63

A N K E B U T

şe atacaklar, bize mahis'den başka bir şey yok." diyorlar. On­lar büyüklenme hastalığından kurtulmak için, aklı zayıf olan­larsa şuursuzluktan kurtarılmak için tedaviye alınıyorlar.

22- Ve her şey olup bittikt� (emir yerine getirildik­ten) sonra Şeytan: "Gerçek şu ki, Allah size gerçek­leşmesi kaçınılmaz bir söz vermişti! Bense size bir takım sözler verdim ama sizi hep yüzüstü bıraktım. Yine de benim sizin üzerinizde gerçek bir nüfuzum yoktu. Sizi sadece çağırıyordum siz de icabet ediyor­dunuz. Bunun içindir ki, beni suçlamayın, yalnızca kendinizi suçlayın. Ne ben sizin imdadınıza yetişe­cek durumdayım, ne de siz benim imdadıma yetişe­bilecek kimselersiniz. Çünkü bakın ben, sizin vak­tiyle beni ortak koşmanızda bir doğruluk payı oldu­ğunu hep reddetmişimdir. Doğrusu tüm zalimleri can yakıcı bir azap beklemekte."

İlk cümlede "geri dönüşü olmayan hüküm, emir yerine getirilmiş, her şey olup bitmiş" manası vardır. Şeytan diye ge­çen, insanları, kendisi gerçeği bildiği halde, sapıttıran, yanlı­şa sürükleyen her türlü şuurlu varlıktır. Sapıttıran, sapıttır­dıklarına karşı kendini şöyle savunuyor: "Allah size Hak va­

atle vadetti. Ben ise sizin hilafınıza yani aleyhinize olanı

vadettim." Hak vaat: Haklar, hukuklar, kısacası insan için ge­rekli ve kurtarıcı olanlardır. Allah insana, bu kurallara uyun, kurtulun vaadinde bulunduğu halde şeytan gücü -siyah güç­insana ryiçbir şekilde faydası olmayan, hem dünya hayatını bozan, hem de sonsuz hayattaki gelişimini engelleyen, tama­men zarar verici ve zaten zararı hemen fark edilen şeylerle vaatte bulunuyor. Mesela Şeytan bir adama; "Çok para ka­

zan, kazandığını nasıl kazandığını düşünme, güç elde et,

1 64

I B R A H I M S Ü R E S i

insanları hiçe say, sevgilerle vakit kaybetme, acımasız ol,

güçlü olursun! v.s." gibi vaatlerde bulunduğunda o adam, yapacağı kötülüklerin sonucunda sevilmemeyi, yalnızlığı gö­ze alır. Ayrıca bu işleri yaphktan sonra insanlar tarafından ce­zaya çarptırılabileceği korkusuyla yaşamaya da razı olur. Hiç bir dini inanc olmasa da bunlar görünür inkar edilemez ger­çeklerdir. Ama o kişi, bu çirkin ve acı verici vaade uyar. Üste­lik şeytanın insan üzerinde, dediklerinin yapilmaması halin­de cezai bir nüfuzu yoktur. Şeytan gücü insana hiçbir şey ya­pacak güçte değildir. Siyah güçler tarafından bedeni zarara uğrayanlar ancak kaderinde olanı yaşar. Yani kaderin dışında hiçbir şeytan ona en ufak bir zarar veremez, o kişinin sonsuz hayatına en ufak bir zarar veremez. Fakat insan her şeye rağ­men onun çağrısına uyar. Oysa şeytan sadece çağırandır, Sul­tan değildir. "O halde kendinizi ayıplayın, suçlayın. Beni

suçlamayın" diyor şeytan; "benim bir gücüm yoktu ki kendi­mi şu durumdan kurtarayım, kendime yardımım dokunsun, ki size imdat edeyim. Ayetin son kısmı: "Muhakkak ki ben o şeyle sakladım (kafirlik yaptım) ki önceden ortak koştunuz." Bunu açıklarsak: "Siz insanlar idrakte, şuurda daha ilkel­

ken, genetik yapınız henüz gelişmemişken cahilce, aptalca

pek çok şeyi Allah' a ortak koşma eğilimine sahiptiniz. To­

temlere, Tanrıçalara, güneşe, ateşe v.s. tapıyordunuz. İyi ve

kötü, akıl ve cehalet genetik olarak sizde bulunuyor. Sizi

sapıttıran şey aslında sizde var olan o cahilliğin değişik te­

zahürleridir. Ben sizden gerçeği saklayabildiysem sizdeki

cahillikten dolayı yaptım. Sizde olmayan bir şeyi size soka­

rak yapmadım." Siyah güçlerin insanlara yaptıkları kötülük­lerin tümünü, insanın taşıdığı kötülükler nedeniyle hak ettik­lerini düşünerek yaptıklarını anlatıyor. Siyah güç, şeytan gü­cü her zaman böyle düşünür. Tıpkı şimdi satanistlerin düşün­düğü gibi.

165

A N K E B U T

23- Ama imana erip doğru ve yararlı işler yapanlar, içinde akarsulann çağıldadığı has bahçelere sokula­caklar; ve orada Rablerinin izniyle "Selam" ile kar­şılanıp yaşayacaklar.

Kelime karşılığına göre: /1 Aydınlık bir ışıkla alttan hare­ket eden, seyreden cennetler yani bahçeler. "Daha açık hali: 11 Aydınlık bir ışığın alttan akarak götürdüğü, gezdirdiği cen­netler. Kur'an' da pek çok defa geçen 11cennatin nehar=aydın­lık cennetler" deki nehar kelimesi nehir ile aynı köktendir. Nehir akarsu, nehar gün, aydınlık, ışık anlamlarına geliyor. Nehir aslı itibariyle akan aydınlık demektir.

Burada çok ilginç bir şey var. Su ile ışık sembolde birleşiyor öyle mi? Evet. Çünkü su denilen madde iki gazdan oluşmuş, gök­

ten inmiştir. Su, göksel rızıkhr. Göksel rızık olmadan dünya, üzerinde hiçbir nimeti oluşturamazdı. İnsana inen göksel ma­neviyat hpkı yağan yağmur gibi insana devamlı gönderilir. Bazıları bununla hayat bulur bazıları bulamaz çürür. Herke­se eşit gönderilen göksel rızık herkes tarafından alınamaz. Bu göksel rızıkın ışıkla çok benzerliği vardır.

Peki son cümlede "selam ile karşılanıp yaşamak" anlahlıyor, bu nedir? İslam dünyasında insanları olgunlaşhrmak için açılan

okullar hükmünde tekkeler, dergahlar açılmıştı. Buraya gelen müritlere ilk önce Besmele, Kelime-i Tevhit, Hayy ve Hakk esinaları sonrada Selam esması verilirdi. Bunlar insanın alt beyine kavuşabilmesi için araçtır. Hayy, kişinin yeşermesi, hayata geçmesi, Hakk, insanın gerçekleri görmesi içindir. Amaç ise selamdır. Selam, İslamla aynı köktendir. Kurtuluşa

1 66

l B R A H İ M S Ü R E S i

ermek demektir. Kişi, Hayy ile alt beyni hayata geçirerek Hakk'ı, gerçekliği görür. Bunu tutar, Hakk için mücadele ederse Selam' a kavuşur. Yani Hayy ile iman, Hakk ile ameli salih kazanılır. Böylece Selam kişiye açılır. Selama kavuşanda artık tatminsizlik, ıstırap, korku, v. b. hastalıklar tamamen or­tadan kalkar.

24- Allah'ın güzel doğru bir söz için nasıl bir misal verdiğini görmüyor musunui? Kökü sapasağlam, dal­ları göğe doğru uzanan güzel, diri bir ağaç gibidir o.

25- ki, Rabbinin izniyle her mevsim meyvesini verip durur. Allah insanlara misaller veriyor ki, (değişme­yen gerçeği) düşünüp kendilerine ders çıkarsınlar.

Allah'ın insanlara öğütlediği güzel söz, hükümdür. Al­lah' ın verdiği, gösterdiği hükümler canlılığını hiçbir zaman kaybetmez ve sabittir. Bu sabitlik bu sözlerin hiçbir şekilde, hiçbir koşulda değişmeyeceğidir. Bir yaptırımın, bir hükmün, bir nasihatin Allah'tan geldiğini anlamanın yolu o sözün her durumda geçerliliğini koruduğuna ve sabit olduğuna göre anlayabiliriz. Kur' an ya da hadis anlamlandırıldığında eğer o tevil her ortamda ve zamanda geçerliliğini koruyorsa o ger­çektir, bozulmamıştır.

Bir örnek verir misin? Mesela mümin erkeklerin gözlerini haramdan sakınma­

ları söylenmişse, bu hüküm tüm evrende geçerlidir. Yani di­şiyle erkeğin olduğu her yerde hüküm aynıdır. Zamanda es­kimez, mekanda değişmezdir. Bu değişmez, eskimez gerçek­lik, ara dönemlerde o söze uyanlar da meyvesini verir. Yani görünür ve inkar edilemez bir dönem yaşatır. Tabii bir mey-

167

A N K E B U T

venin oluşması belirli evreleri gerektirdiği gibi, gerçekliği, hakkı, hakikati yakalayıp ona uyan grup ya da bireylerde de belli evrelerden sonra ortaya çıkar bu devir. Surenin başında (5. ayette) söz edilen Allah'ın günleri bu devreleri anlahyor.

26- Ve çirkin bir sözün durumu ise, kökü toprağın üs­tüne çıkarılmış, bütünüyle kararsız, dayanıksız çü­rük bir ağacın durumuna benzer.

Mevarid sözlüğünde bu ayet şöyle meallendirilmiş: "Kö­

tü bir kelime de, yeryüzünden gövdelenmiş meyvesi kötü

ağaç gibidir. Onda karar bulunmaz." Buradaki kötü, ayette habise olarak geçiyor. Habise: Habis kelimesinin dişil (müen­nes) hali olup, kirli, pis, mundar, iğrenç, zararlı, şerli, bozuk, haram, kötü, hileci, entrikacı anlamlarını taşıyor. "Kelime" sözcüğü ise Arapça da Türkçedekinden daha kapsamlı bir sözcük. Buna göre her eyleme kelime denilebiliyor. Konulan hükme de kelime denilebilir. Kısaca kötü, hileci işler arzdan beslenen ağaca benzetiliyor ve bu müennes bir sözcük olan habise ile adlandırılmış. Önceki ayette geçen temiz, hoş ağaç da müennes bir sözcük olan "tayyibe" ile adlandırılmış. Biri tayyibe biri habise. Birinin kökü sabit, sağlam diğerininki ise çürük, toprağın üzerinde yani köksüz ve "karar" kelimesi ile (karar: Suyun toplandığı basık yer ya da yanmasın diye piş­tikten sonra tencereye dökülen su) belirtildiği gibi susuz. Bu­rada içine girildikçe derinleşen sembol dili var. Bu ayetler çok geniş anlam gücüne sahip. Doğrusu pek çok manası var fakat herkesi ilgilendiren, anlaşılabilir manası şu olabilir: Tefekkür yani düşüncenin "kelime" ile belirtildiğini düşünürsek ağaç­ların yeri de beyindir. Buraya düşünce tohumu ahldığında derine düşen tohum sulanarak yani sevgiyle pekişerek yeşer­miş, köklenmiş, meyve vermesi mutlak hale gelmiş, her mev­sim meyvesini verir durumda. İnsanın dünyadaki yaşamını

1 68

l B R A H İ M S Ü R E S

bir mevsim, ölümden sonrasını bir sonraki mevsim olarak düşünürsek, bu ağacın meyvelerini her mevsim vermesi an­laşılır. Diğer kötü tohum ise üstte kalmış yani üst beyinde. Bu tohum sevgiyle sulanmamış. Bunun ağacı da üst beyinde gövdelenmiş, fakat kök salamamış, çünkü alt beyne set var, aşağıya kök salamamış bu tohum. Ne kadar cüsseli görünür­se görünsün çürümüş, pis, mundar olmuş. Hileci ve entrika­cı bir "kelime" bu. İnsanlar her ikisini de aynı sanabilirler oy­sa incelense, akılla bakılsa birinin çürük ve murdar, birinin te­miz ve hoş olduğu görülür.

Niye "habise" ve "tayyibe" diye müennes (dişil) kelimelerle adlandırılmış bu ağaçlar? Çünkü Kur' an' da sabit olan her şey müennes, gezgin,

dolaşan, serbest olan her şey müzekker (eril) olarak isimlen­dirilir. Bunların müennes olması dünyevi yani yeryüzündeki hayatla ilgili olduğundandır.

Peki o sözünü ettiğin tohum nedir? O tohum bilgidir. Şöyle anlatayım; herkese İslam bildiri­

liyor ama herkes başka türlü oluşturuyor Müslümanlığı. Ki­misi öyle bir duruma sokuyor ki, o kişinin Müslümanlık kav­ramı şerli, entrikacı, pis, murdar bir hal alıyor. Hiç müslüma­nım demese çok iyi olur, ama tam aksine bu mundarlar daha da Müslüman kesilmek için uğraşıp duruyorlar. Herkes bilgi edinir ama herkes meyve verdiremez.

27- Allah imana erişenlerin durumunu sapasağlam ve dosdoğru bir sözle hem dünya hayatında hem de ahirette sağlamlaştırır; haksızlık yapanları ise Allah sapıklık içinde bırakır; çünkü Allah dilediğini yapar.

Ancak imana erişenler ağacının köklerini derinlere indi-rip köklendirir ve ancak imana erenler onu sular. Diğerleri

1 69

A N K E B U T

ağaana su veremez. Hiç bir tohum rahmetsiz büyüyemez, hiçbir bilgi de öyle. Bu büyüyen ağaç o kişinin evrenidir. Her insan kendine bir evren yapar. İmana erişip rahmetle sula­nanların evreni cennettir. Sapanlar, sağlamlaştıramayanlar, merhameti geliştiremeyenlerin kendine yaptığı, gövdelendir­diği cehennemdir. İster dünya da ister ahirette olsun, büyüt­tükleri ağaçlar yaşarlar.

Yalnız şunu merak ettim. Tohumu üstte kalan yani alt beyine inemeyen herkesin ağacı çürür mü? Evet tabi.

Şu durumda şeriat yani din kurallarıyla insanın olgunlaş­ması mümkün değil mi? Konuyu yanlış yorumluyorsun. Burada bahsedilen yer­

yüzüne köklenmişlik, dünyevi amaçlardır. Bunlar çürüktür çünkü bu dünya da oluşup, burada son bulacaktır. Sadece dünyevi arzular için oluşan düşünceler ve işler insanı köklen­dirmez yani alt beynini çalıştırmaz. Sadece Ölüm sonrası ha­yata inananlar dünya ötesi bir varoluşa inanabileceğinden yeraltına kök salar. Tohumu üstte fakat köklenebilmiş ağaç da tohumu derine gömülmüş gibi hayat bulur büyür. Şeriat evliyası da pek çoktur. Fakat bu daha güç bir iştir. Rahmetle sulanan kök salar nerde olursa olsun.

Hz. Ömer derin ilimden alamayan bir insandı. Her şeyi görünürüyle yargılardı. Fakat bu onun velayetine engel ol­madı. Çünkü rahmetten bol bol nasipliydi. Şunu eklemem yanlış anlaşılmamam için şarttır: Şeriat olamadan tarikat ol­maz. Yani üst beyne d?ğrular verilmeden derine inmek, ağa­cı çürüten başka bir faktördür. Derine atılıp fazlaca suyla çü­rüyen tohum da vardır. Din, insana ağacını büyütmesi için gerekli şartları açıklar ve tohumlar serper. Kurallarıyla sağ-

1 70

I B R A H I M S Ü R E S i

lam ve dosdoğru büyük, köklü ve göğe yani yüceliğe erişen ağacı büyütmek gerekir. Zalimlerin ağacını büyütüp, meyve vermesini sağlaması mümkün değildir. Kısacası kişi inanç to­humunu dünyaya değil ahirete köklendirmeli ve ağacını rah­metten mahrum bırakmamalı ki kemale ersin, ağacı göklere, ulvi aleme erişsin.

28- Hakkı inkar tavrını Allah'ın nimetine yeğ tutup kavimlerinin önünde o yıkım yurdunun önünü açan kimseleri görmüyor mu(sunuz)?

29- (O yıkım yeri) katlanmak zorunda kalacakları cehennemdir. Ne kötü bir konaklama yeridir orası.

Ayetin çeviri kar�ılığı: 28- Görmedin mi? Öyle ki Al­lah'ın nimetini küfürle değiştiriyorlar (bedelliyorlar) ve ka­vimlerine hiçbir şey ekilmemiş boş araziyi (verimsizliği) he­lal kılıyorlar. (mübah görüyorlar)

Bundan şu anlaşılır ki her insana Allah'ın nimeti sunulur. İsteyen onu satın alır, isteyen küfürle değiştirir. Bu bir seçim­dir. Hiç kimse bu konuda birini suçlayamaz. Küfürle değişti­renler, cennet mekanları ve güzelliklerini reddedip hiç hayat olmayan çorak toprakları tercih ediyorlar. Cennette yer al­mak istemiyorlar. Cennetlerini oluşturmak yerine çoraklığı tercih ediyorlar. Bu tercihin sonunda onlara cehennem verilir. Ayette geçen "kavim" insanın kendi çok yönlü varlığını sem­bolize eder. Aklı, nefsi, bedeni hisleri, deneyimleri v.s. İnsan cehenneme kavimleriyle girer.

29- Cehennemde pişecekler, Ateşe maruz kalacaklar. Ne kötü kalma yeri (ya da "ne kötü pişirme suyu") Dünya haya­tında "salat" yani pişme gerçekleşmemişse bu işlem cehen­nemde gerçekleştirilecek.

1 7 1

A N K E l\ U T

Olgunlaşma, meyvenin güneşte pişmesi gibidir. Çok gü­neş ışığı meyveyi yakar, pörsütür, güneş ışığının az gelmesi ise meyveyi ham bırakır. İnsan olgunlaşarak meyvesini yani cennetini yapar. Çürük ağaç meyve vermez, o da cehennemi­ni hazırlar. /'Karar"ı yani suyu kabul etmeyene "karar" ce­hennemde başka şekilde verilir. Dolayısıyla orası da Allah'ın rahmetinden yapılmış bir hastanedir. Fakat maalesef tedavi çok ıshraplı ve uzun olur.

30- Çünkü onlar, Allalı'a rekabet edebilecek güçlerin var olduğunu vehmettiler ve sonuç olarak O'nun yo­lundan saptılar. De ki: "(bu dünya da) avunup durun bakalım, nasıl olsa yolunuzun sonu ateş olacak!"

Lafzen: Ve Allah için meclisler (kulüp, topluluk) kıldılar (oluşturdular), O'nun yolundan saphrmak için. De ki: Fayda­lanın (uzalın)! Sizin bağırsanız (dakiler) ateşe. Açıklamaya gerek yok sanırım. Bağırsakta gezinenlerin ne olduğu anlaşı­lıyor.

31- İmana erişen kullarıma da söyle! Hiçbir pazarlı­ğın, dostluğun olmadığı (la/zen: alış veriş, satın alıp verme) O gün gelip çatmadan önce, salatta devamlı ve duyarlı olsunlar. Kendilerine rızık olarak verdiği­miz şeylerden (bizim yolumuzda) gizli, açık harca­sınlar.

Ayetin Çeviri karşılığı: İman eden kullarıma söyle salatta ayakta dursunlar (yıkılmasınlar, kararlı, dikkatli olsunlar. )Ve nifak etsinler o şeyle ki onları gizli ve açık nzıklandırdık. Alış veriş, Pazarlık ve hiçbir gediğin olmadığı gün gelmeden ön­ce. Burada da salatın üzerinde duruluyor.

1 72

i l3 R A H I M S Ü R E S i

Kur'an-ı kerimde altı yüzden fazla "salat" kelimesi geçi­yor. Her geçtiği yerde salatın başka bir yönü vurgulanıyor. Ayetteki "gizli ve açık olarak verilen rızık" uhrevi ve dünye­vi rızıktır. Dünyevi rızık görünür, yeryüzüne ait rızık, uhrevi rızık görünmeyen göksel rızıktır. Herkes dünyevi rızkı aynı oranda kazanamadığı gibi, semavi rızkı da aynı alamaz. Eğer biri, semavi rızka talip olup ondan ruhunu besliyorsa, insan­lara da bundan dağıtmak durumundadır. Bu dağıtma, ilmiy­le nasihat etme şeklinde olduğu gibi, nazarla, duayla da ola­bilir.

Kişi, aldığı semavi rızkı hemen dağıhnalı mıdır? Bunun ne olduğunu ayırt ehneden, kendisi olgunlaşmadan kişi bunu yaparsa ne olacak? Zararlı olmaz mı? Eğer semavi rızkı alabiliyorsa (ki almayan almadığını,

alan aldığını bilir) bunu dağıtmak zorundadır. Aynı madden zengin birinin zekat vermesinin farz olduğu gibi farzdır.

Kimse onu dinlemese de mi? Elbette. Onu dinleyip dinlememek kulların kişisel takdi­

ridir. İsteyen dinlemez. Fakat o, kendisinden bu rısıktan fay­dalandırana kadar uğraşmalı, dinleyen birine rastlayana ka­dar denemelidir. Aksi halde bu enerji birikir, kendisini de ra­hatsız eder. Helal kazancın paylaşılmadığında haram olması gibi, göksel rızık da ferdi kalırsa zarara dönüşür. İlim olarak paylaşamazsa enerji olarak yaymalıdır. İnsanlık bu yüceler­den gelen enerjilerle ayakta durur.

Veliullah karşısındakini bakışlarıyla da ihya eder. Onla­rın geceleri duayla geçer. Bununla sorumludurlar. Bunu yap­mayan bir gün gelir aldığını satamaz. Bu ayette, işte o gün için uyarı var. Hiç bir pazarlık alış verişin olmadığı günden bahsediliyor. Sorumluluktan kaçış yolları ve kişinin kendinle

1 73

A N K E B U T

ettiği pazarlık ya da cezadan kurtulmak için yapılan pazarlık, rüşvet. Bunlar dünya hayatına mahsus. Kişiyi vicdanı sıkış­hrdığında vicdanını kandırıp kendine haklar iddia ederek ce­zadan kurtulmaya çalışır. Ya da o kişiyi yaphğı suçtan dolayı diğer insanların cezalandırmasından bir kaçış yolu, bir pazar­lık, bir rüşvetle kurtulabilir. İnsan kendisine verilen manevi­yattan dolayı sorumluluk alhna girer. Bu sorumluluk ağırdır. Buradan da yarına erteleyerek, kendine bahane bularak "yapmak istiyorum ama yapamıyorum" veya "şu olursa ya­

parım, olmazsa yapamam" gibi sözlerle kurtulma çabasına girebilir. Oysa ne sorumluluk ne de ceza yok olmaz, sadece kısacık bir süre ertelenir.

32- (Ve hatırlayın ki)Allah'tır gökleri ve yeri yoktan var eden; gökten su indirip onunla size rızık olsun diye ürünler çıkaran; bağlı kıldığı yasalar uyarınca denizde seyretmek üzere gemileri hizmetinize veren ve sizi nehirlerden yararlandıran.

Mealde "ürün" olarak geçen kelimenin aslı "semarat"hr. Bu kelime: meyve, fayda, kar, netice, nesil, evlat, mahsul an­lamlarını taşır ve müennes çoğuldur.

Size suyu, rahmeti, sevgiyi gökten, gök ehlinden indire­rek orada yeni oluşumlar, nesiller, neticeler çıkaran Allah' tır deniyor. Burada "deniz" diye geçen kelime de "bahr" dir. O'nun emriyle yani yasalarıyla seyreden gemiler, bahirde ya­ni enginliklerde seyrediyor. Bunun olabilmesi için, bunu gö­ğe emirle yaptıran yani yörüngeler ve gemilerin seyri için ku­rallar yaratan Allah'hr deniyor. Bu gemiler denizdeki gibi uzay düzleminde seyreden gemilerdir. Bu gemilerin yolculuk edebilmesi için yörüngeler oluşturulmuş. Bu uzay yolculuğu­dur.

174

I B R A H İ M S Ü R E S i

Devamında: "nehirlerden faydalandıran" sözü geçiyor. Bu nehir bildiğimiz nehre benzetilebilecek "ışık nehri" ya da "sıvı ışık" veya "akıcı ışık"tır. Zamanda yolculuk, gidilmesi imkansız görülen mesafelere, ışıkta da hızlı seyahat imkanı sağlayan ışık nehridir. Demek ki "semarat" diye geçen mah­sul yani istenen düzeye gelebilmiş nesil, yani tekamül etmiş, meyve vermiş dünya insanı uzayda ve zamanda yolculuk edecek.

Uzayda yolculuk için gereken yörünge, dünyanın çevresinde dönen uyduların yörüngesi mi? Hayır. O dünyanın yörüngesi. Ayrıca güneş sisteminin,

galaksinin, galaksi topluluğunun yörüngeleri var.

Dünya yörüngesine bir uyduyu oturhnak için fırlahyorlar. Güneş sisteminin yörüngesine nasıl geçecekler? Fırlatma kuvvetinden çok daha fazla ışık kuvveti, ondan

da fazla bir kuvvet ışınlanma kuvveti, en büyük kuvvet ise ruh enerjisi.

Üçü için teknolojik diyebiliriz. Ama ya ruh kuvveti? O da teknolojiyle elde edilebilir mi? Teknoloji, dijital v.s. Bunlar insanın beyin gücüne vasıta,

sebep olan illüzyonlardır. Ruh kuvvetine geçilmesi için bu il­lüzyonların ortadan kalkması gerekir. Ruh kuvveti dediğim gerçeklik arza ait değildir. İşte o noktaya gelindiğinde arz yok olacak, kıyamet gerçekleşecektir.

Kıyametin bir geçiş için gereklilik olduğunu mu söylüyorsun? Tabi öyle. Yoksa Yüce Rabbin bunları oyun olsun diye mi

sergileyeceğini sandın. O, kullarına sevgisi ve saygısında ek­sik olmayandır.

1 75

A N K E B U T

Peki Kur' an nereye kadar işaretler taşıyor? Ruh kuvvetini de anlahyor mu? Kur' an, kıyamete kadar öğretici niteliğinde, kıyamet

sonrasına da işaret edici durumundadır.

33- Ve her ikisi de kendi istikametlerinde seyreden güneşi ve ayı sizin içitı bağlı kılan ve gece ile gündü­zü sizin için (koyduğu yasalara) bağlı tutan.

Burada "daibeyn: iki hal, iki durum, iki adet" geçiyor. Bu kelime zoraki ve ücretsiz, karşılıksız, insanların hizmetine ve­rilen varlıkların ve durumların, birbirinin karşıtı, birbirine bağlı, birbirini tamamlayan nitelikte, negatif ve pozitifliğine işaret ediliyor. Çin felsefesindeki Yin ve Yang gibi. Ateş-su, gece-gündüz, güneş-ay, dişi-erkek, görünen-görünmeyen, ten-ruh v.s. Varlıkların ikilemi, negatif ve pozitif oluşumu. Her ikisi de olmazsa olmaz, birbirini tamamlayıcı ve birbiri­nin zıttı.

Önceki ayetle ilgisini kuramadım. Önceki ayetin açıklaması bu ayet; orada zaman-uzay an­

latılıyordu. Demek ki zaman-uzay da tıpkı bunlar gibi ikilem. Negatif-pozitif birbirini tamamlayıcı.

Sen belki açıkladın ama ben bir şey anlamadım. Anlamayacak bir şey yok aslında. Gece gidince gündüz,

güneş gidince ay çıkar ortaya. Nefesi verince almak başlar. Görünenler (zahir) gidince, görünmeyenler (batın) çıkar orta­ya. Uzay zamanı, zaman uzayı gizler.

176

i P. R A H i M S Ü R E S İ

Tamam daha açıklama kafam durdu. Sen bir de açıklamadan anlatsan. Zamanda yolculuk, uzayı aşarak mümkündür. Uzayın

sakladığı zamandır.

Hah tamam! Şimdi hiçbir şey anlamadım teşekkürler. Senin uzmanlık alanın değil, fizikçiler düşünsün. Fizikçi­

ler dedim ama sanırım fizikten ötesine ihtiyaç var. Metafizik­le fiziğin birleşimi komple fizik. Varlığı, negatif ve pozitifiyle inceleyen bir fizik. Şimdiye kadar ortaya atılan fizik kuralla­rı, tek tek elden geçirilip ayıklanacak ve sıfırdan başlanacak.

Fizik kuralı diye savrulan iddiaların bazıları insanlığı duraklamaya sokmuştur. Eistein'in izafiyet teorisi bunlardan biridir. Einstein, hızı fazlaca abartmış yani her şeyi hıza bağ­lamış. Halbuki yönü, yörüngesi olmayan hız, ışık hızı da olsa ancak uzayda, eski deyimiyle mekanda yolculuk, yani ayette geçen "bahir" de, enginliklerde yolculuk sağlar ki bir insan ömrü bir galaksiden diğerine geçmeden bitebilir. Yani bu hız da evren için çok az kalır.

Önemli olan ışınlanmadır. Belirsiz bir noktada ışınlansa­nız dahi, yine zamanda yolculuk mümkün değildir. Zaman­da yolculuk, ışık nehrinde giderek mümkündür. Bu nehir, su­yun yatağında akması gibi yörüngesinde akan yıldız ve geze­genlerin rotasında giderek mümkündür. Mesela şu anda Tür­kiye' desin ve öğle vaktindesin. Geceye, güneşin daha doğma­mış olduğu yere gitmek istiyorsun. Bir anda ışık hızıyla do­ğuya gider ve geceyi görürsün. Peki, dünyanın dışına dikey bir doğrultuda ışık hızıyla gitsen ne göreceksin? Bu anlattı­ğım bir günlük zamanın karışımıdır. Yılda geri veya ileri git­mek, güneşin rotası yani yörüngesinde ışınlanmayla olur. Einstein, ışık hızından bahsetmiş de nasıl ışık olunur, onu an­latmamış. Çünkü bunu gerçekleştirmek ışınlanmayı gerçek-

177

A N K E B U T

leştirmekten çok daha zor. Işık hızına dikkat çekerek yön de­ğiştirmiş, yanıltmıştır insanları. İzafiyet teorisine takılıp, ışın­lanmayla uğraşamadılar.

Bunu bilerek mi yaph? Evet öyle. Çünkü O bir Yahudi'ydi ve birader yasasına

göre insanlığın Yahudi bilincini geçmesine izin vermemelidir. Eğer öyle olursa Yahudiler insanları yöneten sistemlerini ku­ramazlardı. Tabi ki bu bütün Yahudiler böyle düşünür demek değildir. Ancak haddinden fazla ünlenmiş Yahudilere dikkat etmek gerekir. Onlar yaptıkları hizmetten dolayı Yahudi sis­temine göre ödüllendirilirler. Nostradamus, müthiş kehanet­lerini Muhyiddin-i Arabi'nin kitaplarından öğrenmiştir. Ke­hanetlerini sembol dilinde yazmıştır. Çünkü Yahudiler sem­bol dilini bilirler. Bu yüzden Onun kehanetlerini onlar anla­yabiliyorlar. Bu gibi kehanetler sayesinde dünya kaderini kendilerine kullanıyorlar. Onlar zamanın getireceklerini avantaja çeviriyorlar. Ancak kendi uçurumlarını kendileri ya­pacaklardır. Çünkü Allah'ın hilesi hepsinin üstündedir.

Ayete dönüp özetlersek: Yörüngelerinde kendi durumla­rında emre (yasaya) bağlı olarak hareket eden ay ve güneşin izlediği nehirde seyahat edebileceksiniz. Tıpkı dünyadan fay­dalandığıruz gibi o yörüngelerden de faydalanabileceksiniz.

34- O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah'ın ni­metini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu in­san çok zalim, çok nankördür.

Allah'ın "istediğiniz her şeyden verdi" demesi geçmişe ait değildir. Kur' an' da zaman mefhumu yoktur. Bize göre geçmiş veya gelecek olan her olay, Kur' an' da geçmiş kipiyle

178

I B R A H I M S Ü R E S i

anlatılır. Bu şu demektir ki insanların aklına gelen bütün ha­yal ve istekler gerçekleşecek, insanlara istedikleri her şeyden verilecek. Ancak istedikleri her şeyin hepsi birden değil. Şu anda insanların her biri başka bir şey istiyor. Biri yağmur, bi­ri güneşli hava ister. Hepsininki birden gerçekleşmez. Bi� in­san diyelim ki uçmayı istedi ama ömrü boyunca bunu ger­çekleştiremedi. Taşıdığı istek, genetik olarak taşınır ve neslin­den biri tarafından gerçekleşir.

Hepsi bir gün gerçekleşeceğinden insanlann istekleri çok önemli öyleyse öyle mi? İnsanın istediği yaptığından daha önemlidir. Her istek

gerçekleşeceği için bunlar insanın ürettiği matematik hesap­larına sığmaz. O kadar çoktur ki kimse sayamaz, bilemez. Al­lah'ın kullarına nimeti o derece çoktur.

35- İbrahim şöyle dediği zaman "Rabbim! Bu şehri emniyetli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!"

36- "Çünkü onlar insanlardan pek çoğunun sapma­sına neden oldular, Rabbim, şimdi kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık sen ger­çekten çok bağışlayan, çok esirgeyensin.

"Hz. İbrahim' in duası, her istediğinizden veren Allah'ın, isteklere karşı duyarlılığı ve merhametine işaret var. Hz. İbra­him öyle bir dua ediyor ki, şimdi birisi aynı durumda aynı duayı etse, insanların hemen hepsi komik bulur ve o adamın deli olduğuna inanırlar. Çünkü Hz. İbrahim, en sevdiği varlı­ğı olan oğlunu ve en sevdiği hanımı Hacer'i çölün ortasına bir duayla, sadece kalben ve lafzen ettiği bir tek duayla hıra-

179

A N K E B U T

kıyordu. O, Allah' a güvende yani tevekkülde en dorukta olanlardandı.

Duanın gerçekleşmesi için Hz. İbrahim'inki gibi tevekkül mü gerekiyor. Tevekkülün yanında tam inanç, yoğun istek gerekir. İstenen şey "olursa olsun, olmasa da olur" gibi bir alt yapıdaysa gerçekleşmesi pek mümkün olmaz. Ya da iste- · nen şeyin, "bunun gerçekleşmesi imkansız ama ben yine de

isteyeyim, belki olur" düşüncesiyle de gerçekleşmesi müm­kün değildir. Dua, inanç, yoğun arzu ve tam tevekkülle teka­mül eder. Hz. İbrahim kendine ve ailesine dua etmekle kalmı­yor, kendinden sonra gelecek nesline, anne ve babasına hatta ona karşı gelenlere dahi dua da bulunuyor. Nesline ettiği duanın neticesi olarak kendisinden en temiz nesil gelişiyor ve o nesilden de Hz. Muhammed dünyaya geliyor. O çok geniş kapsamlı bir duada bulunuyor. Bu dua bize bir örnek olarak sunulmuş. Oysa insanlar genelde isterken bir tek şeye sapla­nır. Bir otomobil, bir ev, bir evlat v.s. isterler ve duayı müm­kün olduğu kadar dar tutarlar. İnsan sanır ki dar kapsamlı duanın gerçekleşmesi daha mümkün. Oysa tam tersi doğru­dur.

Neden peki? Dar kapsamlı dua az kişiyi ilgilendirir. Bu yüzden gücü

de dardır. Ne kadar çok kişiyi ilgilendiriyorsa o kadar güçlü­dür. Bir de şu var: Dua gerçekleşmese de duanın kapsadığı kişi sayısı kadar duanın niyet sevabı vardır. Genetik olarak bu istek taşınacak ve bir zaman ve mekan bileşiminde gerçek­leşecektir.

180

I R R A H I M S Ü R E S i

Mesela ben bütün insanlığın barış ve huzuru için dua ediyorum. Tabi bu konudaki inancım çok zayıf kalıyor. Bir gün gerçekleşeceği kesin gözüyle mi bakmalıyım? Bir zaman ve mekanda muhakkak gerçekleşecektir. Fa­

kat şunu da unutmayın bu olumsuz dualar için de geçerlidir. "Batsın bu dünya" gibi, "Allah topunun belasını versin" gi­bi beddualar vardır. Gelelim Hz. İbrahim'in duasının içeriği­ne. Hiç bir kötü ya da iyi etkinin olmadığı bir çölde "Bu şeh­

ri emniyetli kıl" diye dua ediyor. Ortada hiçbir şey yokken orasının bir şehir haline geleceğinden emin ve olmuş kabul ediyor. Bu duayı bir amaç için ediyor.

Hz. İsmail, Hz. İbrahim' in oğluydu. Hiç şüphesiz O, sıra­dan bir çocuk gibi değildi. Bunu anlayan Hz. İbrahim oğlu­nun toplum öğretilerinden kirlenip tekamülünde eksiklik ya da gecikmenin çılmaması için Onu, kimsesiz ıssız yere getir­di. İyi bir nesil için emniyetli bir şehir ve putlardan arınma is­tedi. Bütün peygamberler dualarında itinalı ve duyarlıdır. Si­yah güçlerin hakimiyet kuramayacağı bir emniyet, tekamül için vazgeçilmez bir unsur. Putlar, korkuların doğurduğu materyallerdir. Kim Allah'tan çok veya Ona eşit bir şeyden korkuyor ya da seviyorsa o, kişinin putu var demektir. Putun kaynağı müennestir yani dişildir. Daha doğrusu maddesel­dir. Ayette putlar (hunne=kadınlar için Onlar) zamirinin kul­lanılmasından anlıyoruz. Zaten (esnam= putlar) kelimesi de Arapça da müennes bir kelimedir. Dünyevi, arzi şeyler mü­ennes, göksel yani semavi şeyler müzekker (erkek) tir demiş­tik. Putların müennes olması, korkuların maddi olması de­mektir.

181

A N K E B U T

"Ateş Rahim" etkisinden uzak bir yerde oğlunun ve eşinin tekamülünü bekleyen peygamber, onları büyük tehlikeden korumuş oluyor. Oysa onları orada bırakıp gihnesi tehlike gibi görünüyor. Çöl, susuz, kimsesiz bir kadın ve bebeği. Bu, bir acımasızlık, tedbirsizlik gibi görünüyor. Babalar, böyle davranmaya kalkarsa ne olur?

Biliyorsun ki peygamberlerin davranışları örnektir. Ay­nen uygulamak için değil, davranışın bize ne anlattığını anla­mamız içindir. Çünkü Onun sahip olduğu tevekkül derecesi­ne ermeden aynen taklit edilmez. Burada sembole bakacağız. Bazen rahmani düşünce acımasız görünebilir. Oysa dar ve yoğun olan merhamet yani Rahim düşünce, sonuç olarak da­ha zor ve olumsuz şartları getirebilir. Yani dar açılı' anlık mer­hamet, geniş ve ileriye dönük merhametle ters düşebilir. Ör­neğin savaşı ne Rahim ne de Rahman düşünce istemez ama bazen Rahman merhamet, savaşı kaçınılmaz görebilir ve fert­leri ölüme gönderir. Evladını savaşa gönderebilen bir kadın Rahmanlaşmışhr. Ama "niye ölsün onun yaşamaya hakkı

var" düşüncesi Rahimdir. İki düşünce de kendi açısından haklı ve ikisi de gereklidir. Burada anlatılan Hz. İbrahim'in Rahman düşüncesidir. Tekamül için Rahman düşünce şarttır. İnsanlar sadece Rahim düşüncede takılıp kalırlarsa tekamül gerçekleşmez. Bu ayetler buna işaret ediyor. Rahman düşün­ce geniş kapsamlı olduğundan, Hz. İbrahim, kendine yani Rahman düşünceye �yanlara da uymayanlara da bağışlanma ve esirgenme istiyor.

37- Ey Rabbimiz! Ey Sahibimiz! Salatta devamlı ve duyarlı olsunlar diye ben, neslimden bir kısmını se­nin Beyt-i Harem'inin yanında ziraat yapılmayan

1 82

I R R A H I M S Ü R E S i

bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyve­lerden bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler.

Bu ayetin tamamen sembol anlatımına değineceğim. Sa­latta yani tekamül, olgunlaşma üzere olsunlar diye genetik kodunun birini alışılmışın dışında bir yöntemle yetiştirmek istiyor. Hz. İbrahim, daha önce insan aklına tohumun yani il­min düşeceğini, insanın bunu sevgiyle (sembolde suyla) bü­yüteceğini ve böylece semeresine kavuşacağını biliyor. Hz. İbrahim oğulları olan İshak ve İsmail' in kapasitesini bildiğin­den birini kendi terbiyesinde yani nebilik terbiyesinde büyü­türken, İsmail'in genetik kapasitesi kendini aştığından onu Rabbin terbiyesine bırakmıştır. Tabi ki Rab, terbiyesini yarat­tıklarıyla verir. Ayet lafzen şöyle: Rabbimiz, muhakkak ben zürriyetimden, senin haram beytinin yanında ziraat sahibi ol­mayanı iskan ettim. (burada yaşamak üzere bıraktım) Rabbi­miz, salat üzere kıl, insanlardan kalpleri meftun kıl, (sevdir, el verdir) onlara ve onları semerattan rızıklandır. Umarım ki şükrederler. Duada, zürriyeti olan İsmail'i çölün ortasında bı­rakırken, Onları Allah' a emanet ederken, senin kötülük gel­mesine yasak koyduğun beytinin yanına deniyor.

Orada daha Kabe yokken orasının Kabe toprağı olduğu­nu bildiği anlaşılıyor. Onları kötülüğün hakim olmasının ya­sak olduğu, ziraat sahibi olmayanı yani henüz ona hiçbir ekim, sembolde bilgi vermeksizin daha bebek olanı getirdim diyor. Kötülüklerden temiz olan yere, tertemiz olan zürriyeti­ni bırakıyor. Onları insanların kalplerinde yetişen semerattan rızıklandır diyor. Her iyi kalpte oluşan semere yani üründen rızıklandır. Demek oluyor ki onların kalbinde çok büyük zen­ginlik olacak. Çünkü onlar herkesten bir semere alacaklar

183

A N K E B U T

böylelikle hepsinden çok semereye sahip olacaklar. İnsanlar bunu seve seve yapacak. Bunun neticesi olarak umuyor ki Hz. İbrahim, şükrederek daha da arttıran bir hal alırlar.

Her peygamber duası bize bir örnek teşkil ediyorsa, biz bu duayı nasıl modelleyebiliriz? Tabii ki sembolünü görürsen modelleyebilirsin. Yoksa

Kabe'ye gidip veya boş bir araziye gidip bebeğini bırakacak halin yok. Bu dua çocuğu olması isteğiyle cima yapacak bir adamın, cimadan evvel okuması uygun olan bir duadır. Ama o vakitte bu duayı yapamadıysa, çocukları için sonradan da yapabilir.

Nasıl yani? Açıklar mısın? Bu zürriyetini ana rahmine emanet ederken: "henüz ekil­

memiş olanı senin yasak evin olan kalbimin indinde sükun ettiriyorum" demektir. Yasak ev kalptir. Çünkü oraya Al­lah' tan başka sevgi giremez.

Biz insanlar pek çok şeyi sevip durmuyor muyuz? Pekala da seviyoruz Allah'tan başkasını. Allah' tan başka sevgi olmaz. Sizin sevgi zannettikleriniz

merak, ihtiras, tutku, korkudan ibarettir. Siz o duyguları sev­gi sanırsınız. Gerçek sevgi ise Allah'la sevmektir.

Zürriyyetini yani genetik mirası ana rahmine bu duayla oturtursan çocuğun umulur ki salatta devamlı ve kararlı, ay­nı zamanda şükredip arttıranlardan olur. Bu duanın bir de ferdi sembolü vardır ki o da, veled-i kalbini dünya hayatı içinde Allah' a emanet etmektir. Bu açıdan bakarsan muhte­şem bir duadır. Zürriyyetten maksad senden hasıl olacak ha­yırlardır. Henüz ekmediğin beyti haramın olan Kabe'ni, bil­diklerinden, bildiğini sandıklarından arındırdığın kalbini, bir bebek gibi Rabbinin terbiyesine sunmaktır. Bu duayı bunun

1 84

1 ,•

I B R A H İ M S Ü R E S i

için edersen umulur ki, Rab seni iyi kalplilerin semeresinden faydalandırıp, şükrederek ilmini, irfanını arttıranlardan ey� ler.

Bir Dakika, öbür ayete geçmeden Allah'la sevmek nasıl oluyor onu anlat. Çocuğunu severken, ona bakarken, ne güzel, ne şırın

derken, senin çocuğun olduğu için egonu tatmin etmektesin­dir. Çünkü sen o varlığı değil, senden hasıl olanı beğenmek­tesin. Oysa ona bakarken Allah'ın onu ne güzel yarathğını düşünürsen, onda gördüğün sen değil Yüce yaratıcı olur. O zaman ona duyduğun sevgi olabilir. Ama gerçek manada Al­lah'la sevmeyi açıklamam mümkün değil, o anlatılmaz yaşa­nır.

38- Ey Rabbimiz! Şüphesiz, gizlediğimizi de açığa vurduğumuzu da bilen Sensin. Çünkü yerde ve gökte olan hiçbir şey Allah'tan gizli kalmaz.

Bu ayette geçen aleni-açığa vurulan ve hafi-gizlenen ke­limelerini anlamlandırmaktan başlamak gerek. Bilinçaltımız her şeyin olduğu kitabımızdır. Kimileri okur o kitaptan kimi­leri okuyamaz. Beynimizin beyaz hücrelerinde her şey var. Bizim gizlediğimiz ancak kendi benliğimizden gizlediğimiz­dir; açığa vurduğumuz da kendimize öğrettiğimiz. İnsan Rabbiyle bağlantıdaysa o kitaptan bilgi edinme ihtimalini ka­pamamış olur. Eğer Allah'a inanmamak felaketindeyse ger­çek ve öz bilgiyle ilişiğini kesmiştir. Duanın oluşabilmesi için bazı bilgi kodlarını açık tutmak gerekir. İşte burada "yerde ve gökte olan hiç bir şey Allah' tan gizli kalmaz" derken arz-yer, sema-gök kelimeleriyle bilinç üstü ve altından bahsediliyor. Arz bilgileri dünyevi, sema yani beynin okuyamadığımız kıs­mı uhrevi bilgileri kastediyor.

185

A N K E B U T

Yalnız sormam gereken bir şey var. Dua ederken zaten bildiğimiz gerçekler tekrarlanıyor. Sadece Hz. İbrahim'in duasında değil pek çok Veliullah'ın dualarında da Allah'ın sıfatları anılıyor. Öyle dua ediliyor. Neden? Buna ne gerek var? Bazı kanalları açıp, duanın gerçekleşmesi için dedim ya.

Rab, ancak bizim zihnimizdeki gibi muamele eder. Allah hak­kında ne düşünüyorsan onu bulursun. İşte bu yüzden Rabbi bütün. eksik sıfatlardan tenzih etmek gereklidir. Şöyle deyip duaya başlasan mesela: "Sen ne istesem vermezsin ama yi­

ne de şunu şunu isterim. Belki bu sefer bir şey verirsin di­

ye bir ümit istiyorum." Bu haliyle duanın gerçekleşme ihti­malini iyice daraltmış olursun. Çünkü sen Rabbin hakkında yanlış zan taşıyorsun. Ona iftirada bulunuyorsun. Dünyaya gelmen bir tarafa, nefes alman bile bir mucizeyken, her an se­ni yeniden halk ediyorken, Rabbini cahillikle itham ediyor­sun. Bundan kurtulabilmen için bunun başına gelmesi gere­kir. İşte bu, Yüce Terbiyecinin kulunu tekamül ettirme yolu­dur.

Tövbe de, yapmadığım şey değil hani. Öyleyse ne yapmak gerekiyormuş, Allah hakkında zihni­

ni olumsuz düşüncelerden arındırmak, kötünün uzaklaşma­sı için iyiyi zihne koymak.

39- Hamd, kocamış halimle bana İsmail ve İshak'ı bahşeden Allah'a özgüdür! Muhakkak Rabbim, dua­yı işitendir.

Duanın gerçekleşmesi için gerekli olan ikinci kanal açış da, Rabbin kendisine verdiği ve hamd ettiren, kişiyi imanda tatmine erdiren her ne ise onu anmakhr. Örneğin pek müm-

1 86

I B R A H I M S Ü R E S i

kün görünmeyen bir olay dua ettiğin zaman gerçekleşmişse dua sırasında bunun için bir şükürde bulunmak yeni duanın gerçekleşmesi için arhrım sağlıyor. Dua kelimesi Arapçada değişik bir anlam daha taşır ki bu davet, çağrı anlamı taşıdı­ğından hayvan sağıldığında memede bırakılan süttür. Çünkü memedeki sütün tamamı sağılırsa süt azalır oysa yeni sütü davet etsin diye bir miktarı memede bırakılırsa aynı miktar veya daha fazla süt elde edilebilir. İşte bu yüzden ümide çağ­rı yapmalı ve daha önce kabul olmuş bir duayı duada anma­lısınız.

Bu ayette "alel kiberi-büyüdüğüm zamanda ya da bü­yüklük üzerinde" kelimeleri geçiyor. Mealde kocamışlık diye geçiyor oysa orada yaşlanmaktan değil yaşlılığın getirisinden bahsediyor. Bu da şu demektir ki erkek yaşlandığında teka­mülünde ilerleme büyüme olur ve bu genlere taşınırsa doğan çocuklar daha bilge olabilir. Demek ki yaşlılıkta çocuk sahibi olmanın başka bir avantajı var. Hz. İbrahim bunun için de şükrediyor.

"Rabbim duayı işitendir'' diye yine bildik bir söz söylemesinin nedeni nedir? Buradaki işitme başka türlü bir işitme, senin sandığın gi­

bi değil. İnsanda yedi şakra, yedi enerji giriş yeri olduğundan hpkı neye benzer. Bu ney yalvarış çağrıları sırasında güzel nağmeler çıkarır. Dua çağrıdır. Rabbe sesleniştir. Bu sesleni­şin ruhsal boyuttaki nağmeleri ise kendisi duymasa da Rabbi tarafından duyulur. Güzel duygulara sahipseniz güzel nağ­meler çıkarırsınız, çirkin şeyler varsa çirkin sesler. Kur' an' da en çirkin ses olan eşeğin sesine benzer nağmeler kınanıyor. Duanın kabulü için güzel nağmeler çıkması lazım. (Yürüyü­şünde tabii ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini herhal­de eşeklerin sesidir! LOKMAN SÜRESİ-31)

187

A N K E B U T

40- Rabb, beni ve zürriyetimi salata mukim kıl. Rabbimiz, bu duayı kabul buyur.

41- Hesabın günü, beni ana babamı ve müminleri ba­ğışla.

Burada öncesine ve sonrasına bir hat çeken Hz. İbrahim, ata geniyle zürriyetine bir kanal açıyor. İşte bu kanaldandır ki onun zürriyetinden Hz. Muhammed gelmiştir. Neslini hayır­lı kılmak için ana baba genlerini de temizleme gereğini duya­cak kadar bilge bir peygamber. Bu duanın Hz. Adem' den kı­yamete kadar nesline yapılmış bir dua olduğunu söylemek gerek. İşte onun çektiği hat budur, bu duayla açtığı kanal bu kadar kapsamlıdır. Ana baba mümin olmasa da dua edilir bu­radan anlaşıldığı kadarıyla. Çünkü "ana babamı ve mümin­

leri bağışla" diyor. Ata genlerinin temizlenmesi için geçmiş­ten kanalın açılması için ölmüş dahi olsalar ana babaya bağış­lanmaları için dua edilmesi gerekir. Ve tabi müminlerin tü­müne. Böylece Hz. Adem' den bu yana gelen ve gelecek olan müminleri anarak duayı tekmil bir hale getirmiş. İşte size ör­nek bir dua. Evladına dua etmek istiyorsan ata genlerini an­man gerekiyor.

Bu niye böyle biraz açıklar mısın? Sen zaten evladına karşı merhamet taşıyorsun. Ona gen

aktarımında bulunuyorsun, senin onun üzerinde hakkın var. Evlada yardım onun senin hükmün altında olan sürecinde ona kazandırdıklarındır. Ama ona duada egonun payı vardır. Çünkü o senden bir parçadır. Zalimler de evladını sevebilir. Bu sevgi evladın kendinden görülmesindendir. Rahmeti ta­

mamlamak için sana aktarım yapan ebeveynine de merha­

met taşımak zorundasın. Bu senin dualarının kabulü için ge­rekli.

188

I B R A H I M S Ü R E S i

Çocuğunu terbiye, ana babaya hakkı söylemek, sana muhtaç olduklarında merhametle muamele etmek, fiili dua şeklidir. Eğer fiili duayı iyi yapmışsan, kavli (sözlü) duaya geçebilirsin ve onlar üzerinde dualarının gerçekleşmesi muh­temel olur. Her hizmetin bir bedeli vardır. Allah'ın verdikle­rinin bedeli ödenemez olduğuna göre karşılık, ancak sevgi­dir. Anne ve babanın Allah tarafından aldığı bir hediye olan evlada, sevgisiyle anne ve baba sevgi bedelini ödemiş olur. Ancak bu defa hizmetin karşılığına borçlanan evlat olur. Eğer evlat anne ve babaya sevgi duyup göstermezse borçlu kalır. İşte bu borç alhnda kişinin duasında tıkanma olur. Eğer yan­lışlık üzerindeyseler ve uyarılarına rağmen değiştiremiyor­san onların yanlıştan dönmesi için, eğer bu şansları da kalma­dıysa yani ölmüşlerse, bağışlanmaları için dua bir yükümlü­lüktür.

Bir şeye daha dikkat çekmem gerek. "Ve tekabbel dua" kelimeleri "Kabele" fiili Arapçada kabul, öne almak, cevap vermek anlamları taşıyor. Üçünü birden ele alırsak, tekabbel derken "Rabbim, duamı kabul et, cevap ver,, ve onu öne al, önceleştir" deniyor. Öne almak ne demektir? Siz dualarınızı edersiniz, kimileri kabul gördü gerçekti, kimileri boşa gitti sanırsınız. Oysa duaların hiçbiri yok olmaz. Onların gerçek­leşmesi zaman ve mekana gönderilir ve bir gün, bir yerde mutlaka gerçekleşir. Bu yüzden beddualara çok dikkat etmek gerekir. Eğer bedduayı bir masuma etmişseniz o size çarpa­caktır bir gün.

Bu duayı öne al demekle duanın gerçekleştiğini bu dün­ya hayatında görebilmeyi sağlamlaştırmış olursunuz. "Hesa­bın günü" diye bir günden yani bir devirden bahsolunuyor. Hesap, bir şeyin tahmini, zannıdır. Hesabın görüleceği gün, insan vicdanlarının taşıdığı ağırlıkların ortaya serileceği gün­dür. İnsan yaptıklarının cezasını yaptığı andan itibaren çeker.

1 89

A N K E B U T

Hesap günü ise bu yükten kurtulma zamanıdır. İçteki acı or­taya çıkarılıp, içteki hesaplaşma bitirilmelidir ki, insan kendi­ni karartan günahlardan arınabilsin.

42- Allah'ı zalimlerin yaptıklarından gafil sanma; O, onları, gözlerin kırpılmadan bakacağı Gün'e son­landırır.

43- Kendi taraflarına dönmeden, başlarını dikenle­rin, hiç ayırmadan bakanların. Ve onların kalpleri havadandır.

Bu ayetleri açıklamakla, bilinenlerin epey dışına çıkmak zorunda kalacağız. Burada geçen "zalim" bildiğimiz şekilde zalim değil. İbn-i Arabi'nin de bahsettiği gibi bu zalimlik, in­sanlara zulmetmek değil nefsine zulmetmektir. İnsanın nefsi­ne zulmetmesi ise, onu yermesi kınaması, yetersiz, hakir gör­mesi gibidir. Tekamül için yapılır bu. Bunu biraz açıklamaya kalkarsak, insan başka nefislere zulmedince kendini hak et­mediği bir büyüklenmeye sokar bu haksızlıktır. Ama kendine zulrnedince kendini hak etmediği bir hakarete uğratır ki bu da haksızlıktır. Dolayısıyla ikisi de zulüm olarak adlandırılır. Yani bu ayetlerde geçen kendine zulmeden zalimler, gerçekte Allah sevgisinin, tekamül ve yakınlığın peşinde olanlardır. Allah kullarına verdiği değeri anlatıyor burada. İnsanın yap­tığı her hareket, her düşünce, hiçbir şeyi gözden kaçırmaya­cak bilinçli varlıklar tarafından izlenmektedir.

Melekler mi bunlar? Hayır, bunlar sizin vücudunuzdaki gözlemciler. Mini mi­

ni, henüz mikroskopların tespit edemediği kadar küçük var­lıklar. Bu küçük şahitler, hiç göz kapağı olmayan gözler şek-

190

I B R A H I M S Ü R E S i

lindedir. Durmadan ve gaflete düşmeden bakarlar, bakarlar. Bu gözler, kendilerine dönmez. Hesap günü diye anlahlan devirde bu gözler hep birlikte şahitlik edeceklerdir. Onların bir bilinç ve ruh taşıdıkları da "onların kalpleri havadır". Ya­ni onlar da kendilerine göre kalp taşıyorlar.

44- İnsanları azabın gelmekte olduğu gün ile uyar. Zalimler derler ki: "Rabbimiz, bizi, acele yakınlıkla sonlandır. Davetine icabet edelim, resulüne tabi ola­lım. (onlara denir ki) "Siz zt;valden önce yemin et­miş değil miydiniz?"

1

45- Ve siz, nefislerine zulmedenlerin oturduğu (yaşa-dığı) yerlerde oturdunuz. Ve size onların nasıl yap­tıkları misaller getirilerek açıklandı.

Aslında dünya hayatı da mümin bir kul için zulümdür. Fakat bilerek ve isteyerek dünya deneyimi cesareti gösteren insan, zeval yani Araf'tan dünyaya inmeden önce yeminli in­di. Bu yemin, Rabbin öğretisini kabullenmeyi gerektirdi. On­lar yani tekamül için nefsine zulmedenler, Rablerinden acele yakınlık talep ediyorlar. "Davetini tam anlayarak resulüne ta­biyet gösterebilelim" diyorlar. Onlar yakınlığa erenlerin nasıl yaptıklarını soruyorlar. Cevap olarak onlara daha önce dün­yada yaşayarak yakınlığa ermiş olan kulların size misaller ge­tirip bıraktıklarına bakmaları gerektiği vurgulanıyor. Yani Rabbin öğretisi öyle gökten inip geliveren bir öğreti değil. O öğreti insana yine insan yoluyla, insan mirasıyla veriliyor. Demek ki çabuk yani bu dünya hayatı bitmeden bir yakınlı­ğa ermek için, insan incelenecek. Öncekiler incelenip neleri niçin yaptıklarına bir anlam verildiğinde insan, kendine yol­culuk edebilir. Bu yolculuk onu Yakınlığa götürür.

191

A N K E B U T

46- Fakat, onlar kendi hileleriyle mekrediyorlar ve (o hileler) Allah'ın indindedir. Ve onların hileleri ci­bali (cibal: dağlar, gövdeler, kişinin özel doğası, de­ğiştirilmek istense de değiştirilemez olan yapısı ve­ya karakteri) zevletmek için idiyse. (zevl=Bir şey meylederek yolundan ayrıldı, yoldan çıktı)

47- Allah'ın elçilerine verdiği vaadin hilafına san­mayasın. (buna göre hesap yapmayasın) Muhakkak Allah, aziz intikam sahibidir.

Mekr hile, düzen aynı zamanda kırmızı çamurla boya­mak anlamları taşıyor. Burada geçen hile, bilindiği gibi kötü­lerin insanları saphrmak için yaptığı eylemlerden daha fazla anlama geliyor?

Bir şey dikkatimi çekti. Burada "onlar hile yapıyor'' de­niyor. Bazı ayetferde biz, bazı ayetferde siz, az sayıda ayette ben özneleri geçiyor. Ben yaphm dediğinde Al· lah'ın zah, biz yaphk dediğinde hayırla hizmet veren ya· rattıkları kastediliyor diyelim. Siz ve onlar ile kimler kas· tediliyor? Mesela niye biz hile yapıyoruz değil de onlar hile yapıyorlar oluyor?" Bu yaratma üçgeniyle ilgili bir konu. Allah, yarahrken

zahndan yansımaya, ordan da yaşam düzlemine görüntüle­nir. Öyleyse "sen" diye hitap ettiği aynadaki yansıması, bu aynanın kırık ayna gibi çoğaldığı görüntülenme "siz" hitabı, aynanın yaşam düzleminde görünen görüntüsü ise "onlar" hitabına karşılıkhr. Anlayabildin mi? Ancak, kişi muhataplık makamında "sen" konumuna gelebilir. Zaten ayette geçen "onlar hile yaparlar" bununla ilgili. Yaratma üçgeni demiştik ya yaşam düzleminde olan her yaşam formu bir hiledir.

1 92

I B R A H I M S Ü R E S i

Yok arhk ... Sen de bir hilesin. Yani bir illüzyonun bir küçük parçası.

Bulunduğunuz illüzyonun yapıcı kuvvetleri yaptı bütün bunları. Yani tahayyülünüzün çok dışında, üstün bilinçli var­lıklar evreninizi meydana getirdi. Rabb yarathklarıyla iş gö­rür. En alttan en üste mükemmel bir hiyerarşi ile meydana getirilmiş evreniniz ve daha pek çok evrenler. Bu hile yani il­lüzyon, Allah indindedir. Niçin kurulmuş bu illüzyonlar? "Cibali zevletmek için idiyse" ile açıklanıyor.

O ne demek acaba? Rabbin her bir yarattığına verdiği değerden dolayı söyle­

niyor bu. İki tür anlamdan söz etmem gerekiyor. Birincisi in­sanın karakterinin özgür iradesi yok edilmeden adeta dağla­rın yürümesi gibi yavaş ve kolay anlaşılmayan bir şekilde te­kamüle sokulması için hilelerin kullanılması. Bu hileler kötü­lük hizmetinde bulunanlar tarafından kişiye zorlayıcı sınav­lardır. İnsan bu hileleri yaşayarak, acısını çekerek çözümle­dikçe tekamül yoluna sokulur. Her bir varlık bilinci bu şekil­de Rabbe dönüştürülecektir. Uzaklaşma yoluna düşenlerin yolları tersine çevrilecektir ama bu size göre çok uzun zaman ve çok fazla işlem demek olabilir. Rabbin şer yaratması bun­dandır.

İkinci anlamda ise zaten varlık, kendini bir var oluşla Rabb' den ayırır ki bu da bir mekrdir; bulunduğunuz evren bir mekr yani illüzyondur. Anlayamayan bilinçlerin anlama­sı, bu anlayışla Rabbin neyi niçin yaptığına bilinçlenerek Onu anlaması içindir bu hileler. Çünkü kul, ancak o şekilde yakın­lığa erebilir. Rabb insanı çeşitli yaşam formlarından bitki, hayvan olarak geçirdikten sonra Onu insan formunda bir ka­rakterle biçimlendirir. İnsan bilinci en zor sınavlardan bu formda geçer. Şunu da belirtmem gerekir ki Rabb, imtihanı

1 93

A N K E B U T

kulunu ölçmek için yapmaz. Sanki Rabb, kulunu bilmiyor­muş gibi imtihan edip cennete hak kazanıp kazanmayacağını sınıyormuş gibi söylemler var yanlıştır bunlar. Kul kendini tanımak için sınava sokulur. Nasıl ki çocuk dersini iyi öğre­nip öğrenemediğini testlerle anlayabiliyor ve zaten testleri yaparken dahi öğrenmeye devam ediyorsa kul da zora girin­ce kendini anlar.

Başkalarının yaptığı hataları kınar durursunuz. Ama ay­nı şey aynı şekilde başınıza geldiğinde kınadığınız davranışı sergileyebilirsiniz. Hatayı daha az yapanların ise kınaması çok az olanlar olduğunu görürsünüz. Çünkü kınamaktan korkan kişi, nefsinden emin olmayan kişidir. Emin olmadı­ğından dolayı hataya düşmekte daha temkinlidir. İnsanları kınamanın bir fayda elde edemeyenler işi daha ileri götürüp, henüz yeterli bilince ulaşamadığından Rabb'i kınamaya baş­lar. "Bütün kötülüklerin kaynağı O' dur'' der. Oysa Rabb, bütün bu illüzyonları her bir varlık yakınlığa ersin diye halk eder. Çünkü O her bir bilinçten daha zarif, daha şefkatli, dü­şünemeyeceğiniz kadar ince düşünceli bir Zattır.

Onun yaptıklarını bu yüzden kötü görmek cehalettir. O ne yaparsa yapsın kerih olmaz. O, her işin sonunu tekamül ile ahirler. İşte bu yüzden 47. ayette "Sakın Allah'ı resulleri­ne verdiği vaadin hilaftna iş görüyor diye hesap yapma" di­yor. Hep kötülüğün yaygın olduğunu, biri bitince başka bir kötülükten muzdarip olduğunuzu görürsünüz. O zaman "Ya

Rabbi! Hani resullerinle bize verdiğin vaat. Ne zaman biz

kazançlı çıkacağız sabır ile. Ne zaman selamete ereceğiz.

Kötüler bazen ceza bulsa da bu bizim acılarımıza bir çare

olmuyor ve bir kötülük daha başımıza geliyor. Bu dünya

hayatı acı ve tatsız. Her şeyi fani ve geçici. Oysa cennet var­

sa da çok uzak ve dolambaçlı, nasıl hayırla sonlanacağız?"

diyebilirsiniz tabi. Bu da yanlış hesaptır ki bütün hayrı uzağa

194

I B R A H I M S Ü R E S i

atmış olursunuz. Rabb size eğer; "ameli salih işleyenler, sab­redenler ve sabrı tavsiye edenler kurtuluşa erecek" diye vade­diyorsa, kul bunu uzakta hesaplarsa kendini pek uzun bir yo­la sokar. Hayır öyle değil . Cennet uzakta değil sadece sen yanlış hesaplıyorsun.

Açıkla . . . Sen bir küçük evren modeli olduğuna göre, saadet veya

tatmin içindeysen cenneti kendinde yaşarsın. İster dünya ha­yatında ol, ister kabirde, ister mahşerde . . . Cennet, vicdanın rahatlığıyla, doğru bilgi ile ve yakınlığın verdiği tatmin yani yakınlık hazzıyla dolu olman demektir. Sen bunu kendinde yaşar ve yaşatırsın ve hiçbir dünyevi acı seni bu durumdan çıkarmaz. Cehennem de sendedir ve Allah aziz intikam sahi­bidir.

Allah kötülerden intikam alır demek oluyor değil mi? "Allahu azizun zuntikam" denirken "muntakim" sıfatı

zikredilmemiş. Bunun yerine "zuntikam" denmiş. "Zu" takı­sı bir şeyin başına gelince onun sahipliği aslında onu kulla­nan anlamını taşır. Yani bir yeteneği kullanan kişinin sahip olduğu yetenekte de bu "zu" 'takısı kullanılır. Aziz kelimesi, üstün, şerefli, mükerrem, sevgili, varlığı nadir, kuvvetli, ga­lip, melik anlamına kullanılır. Sipesial yani özel kişi gibi bir anlam da taşıyor. Buna göre Rabb, intikam hissini kullanmak­ta özeldir. Yani anlaşılması zor. Özellikte intikamı kullanır. Rabbin zatının kullarından alacağı intikamı olamaz tabi. İnti­kam, zarar görenin karşısına bunu ödetme hissidir. Dilerse Rabb, bütün intikamları unutturur. Ama O, intikamları teka­mülde kullanmak üzere saklı tutacağının vadini veriyor. Bü­tün intikamlar bilinçte Rabbe yakınlaşamayanların tekamülü için kullanılacak, bunun için kurulur mizan, mahşer . . . Oysa

195

A N K E B U T

çoğunlukla kişi, kabir hayatında bunlarla baş edemez. Vicdan sorguladığı zaman, verecek cevap bulamaz. Hesapta herkes birbiriyle hesaplaşınca kişi, iç azaptan kurtulur. "Azizun zun­tikam" da Aziz kök itibariyle sert zemin anlamını içerir. Buna göre zemin yani yaşam düzlemleri yaratıp bunlardaki inti­kamları kullanandır Rabb.

Şöyle bir toparlarsak konuyu; 'Önce mekr yani toprağın kırmızıya, kana bulanması vardı 46. ayette. Demek ki bütün savaşlar hile yüzünden çıkıyor, hile yeryüzünü kana buluyor. Bütün bunlar Allah indindendir. Öyleyse bütün intikamlar Rabbin öğretisi içindir. Bu Allah'ın yakınlık vaadinin oluşma­sı içindir. Onun vaadinin hilafına davranacağını zannetme­yin. Mekr, kırmızı çamurla boyamak anlamı taşıdığından ay­nı zamanda insanın yapıldığı çamuru, kanı, bedenlenmesini de anlatır ki, bütün yaşam formları birer ayrılık illüzyonudur.

48- Arzın başka bir arzla değiştirildiği gün, and ol­sun göklere Vahidül Kahhar olan (Tek ve Üstünlüğü­ne hudut olmayan galip) Allah için saklıyken orta­ya çıktılar.

Mealde: Yerin başka bir yere, göğün başka bir göğe dö­nüştürüleceği ve (bütün insanların) var olan her şeyin üstün­de hükümran olan o tek Allah'ın huzuruna çıkacakları gün (Onun sözü gerçekleşecektir)

Mealde verilen mana ile lafzen mana çok değişik. Lafzi manada göklerin saklıyken ortaya çıkması diye bir kav· ram var. Neden bahsediyor? Bir açıklama yapacağım ama şaşırma! Dikkat edilmesi

gereken ilk kelime arz. Arz biliyorsun hem insan, hem de dünya için kullanılan bir kelime. Çünkü ikisi de topraktan

1 96

I B R A H I M S Ü R E S i

meydana gelmiştir. Bir de şunu bir düşün, toprak değişirse ne olur? Yarahlış hammaddeniz toprak olduğuna göre toprakta değişme olursa her şey değişir. Çünkü bedenlerinizde ve ye­rinizde bulunan bütün nesneler, canlılar, her şey topraktan meydana geliyor.

İkinci dikkat çekici kelime semavat. 1Sema=gök, sema­vat=gökler olduğuna göre burada kastedilen sizin semanız değil, yedi kat göklerden bahsediliyor.

Üçüncü dikkat Vahidiül Kahhar kelimelerine. Burada Al­lah, Vahidül Kahhar ile sıfatlandırılmış. Önceki ayette Azizun zuntikam ile sıfatlandırılmışh. Sıfatlar çok dikkat edilmesi gereken kelimelerdir. Vahid yani teklik bilinçlerde yerini şek ve şüphesiz yerini bulacağına bir vaat hissedilmiyor mu? Üs-

. telik tek olan Kahhar yani savaşılmasında bir anlam olmayan yenilmez, galip. Demek ki bilinçler bu noktada arlık tek olur, arzın başka bir arzla değiştirildiği gün. Saklıyken ortaya çı­kan semavat üzerine ve bağlaa değil, vav-ı kasem daha uy­gun görünüyor. Bu ifade "berezu" fiiliyle veriliyor. "Berezu", vücudun içindekinin dışarı çıkıp görünür olması anlamını ta­şıdığına göre, zaten var olan ama göremediğiniz semavah görmeye başlayacaksınız demektir bu değil mi?

49- Ve yevmeizin (dikkat edilen, kulak verilen, izin verilen gün) mücrimini (cisimleri, tenleri, renkleri, sesleri, semavi varlıkları) iplerin içinde birbirlerine bağlantılı, bağlanmış olarak görürsün.

Mealde: O gün bütün suçluları zincirlerle, bukağılarla birbirlerine bağlanmış olarak göreceksin.

Buna iki yönlü mana vermek zorunluluğu var. Birincisi, mücrimini suçlular olarak manalandlrırsak, bütün kişilerin suçlu olduğunu, çünkü herkesin suçta bağlantılı olduğunu

197

A N K E B U T

anlarız. Çok iyi bir insan olabilirsin, ya da çok günahsız sana­bilirsin kendini. Ama günahta ortakhr insanoğlu.

Niye? Biri bir günah işlerse ben niye ortak olayım ki? Çünkü mükemmel olamazsın. Her şeyi tam mı yaptın ki

kendini toplum günahından sıyırdın. Gördüğün halde bir fa­kire yardım etmediğin olmadı mı? Yapacak bir yardımın ol­duğu halde hasta komşunu umursamadığın? Kötü bir amaca hizmet ettiğini bildiğin halde bir şeylere para vermedin mi?

Bunlar küçük günahlar, büyük günahlara niye ortak olayım? Yapmadığım iyilik niye beni başkalarının günahına ortak etsin? Çünkü büyük günahlar, büyük zulümler küçüklerin biri­

kiminden oluşur. Mahallende biri açlıktan ölse sen katil değil misin? Herkes biri yardım eder diye sorumluluğu başkasına atarken, bir insan bu yüzden hırsız ya da katil olabiliyor. Her ihmal bir insanın hayatını kötülüğe doğru kaydırıyor. Unut­ma, kötülük bulaşıcı virüs gibidir. Çok küçük olabilir ama öl­dürücüdür. Kötülükte usta olanlar bu küçük suçlardan kötü­lük imparatorluğu kurdular. Sizler de bu imparatorluğun kö­lesi olarak yaşıyorsunuz.

Bütün ekonominiz onların elinde. Oysa iyilik de yayılır. "Benim hisseme ne düşer?" diye sorgulayın kendinizi. Daha önce ne ihmaller yaptığınızı da sorgulayın. Göreceksiniz, dik­kat ettiğiniz, vicdanınızın konuşmasına izin verdiğiniz gün, günahta ortak olduğunuzu.

İkinci mana ise o günün yani "yevmeizin"in diğer bir yö­nü. Bu ayet, bilime ışık tutuyor. Kuantum fiziğinin gerçekli­ğinden ve bunun görünür hale gelmesinden bahsediyor. İn­san, bütün madde ipliklerini görebilecek. Mücrimin, ten, ce­set, ses, renk semavi varlık anlamlarının hepsini içeriyor. De-

1 98

I B R A H I M S Ü R E S i

mek ki iplerin içinde olanlar bunlar. Maddeniz iplerin içinde. Bilindiği gibi kuantum fiziği maddenin ışık ipliklerinden oluştuğunu iddia eder.

Peki ses? Renk, ışık ipliklerini kastediyor olsa, sesin iplerin içinde olması nasıl oluyor? Ses, maddeyi çözer ya da bağlar. O madde ipliklerinin bir

araya gelişini, kulağınızın duyamadığı çok düşük ya da çok yüksek sesler sağlamışhr. Sura üfürülme, çok yüksek bir se­sin evreninizin var oluşunu sağlamasıdır. İkinci sur ise var olanı paramparça eder. Evrenir�iz zaten ses, ışık ve :r,uhtandır. Ses ışığı, ışık da sesi bağlar, ruh, oluşuma yerleşir. Hayat baş­lar. Hemen burada belirteyim, tiz sesleri ve sıcak renkleri azalhn. Bir kadehi parçalayabilen tiz soprano sesi sizde nele­ri parçalar hiç düşündünüz mü? Ayrıca kımızı rengin özellik­le erkekler üzerinde çok olumsuz etkileri vardır. Kırmızı be­denin rengidir. Egoyu kuvvetlendirir, kan ve et yapısı için faydalıdır. Kadınlar adet gördüklerinden kan yapıcı kırmızı­ya adet bitiminde ihtiyaçları olabilir. Ama erkek, fiziksel ola­rak zaten eksik değildir. Kırmızı renk erkeği öfkelendirir. Ha­yat koruma programını ateşlediğinden saldırganlık yapar ve savaş zamanı kullanılır. Diğer zamanlarda erkeğin insan iliş­kilerini bozar hatta hastalık yapar.

Aa neden!? ... İnsan soğuk renklerle daha bilinçli, sıcak renklerle daha

egoist bir hal alır. Kırmızının fiziksel güçlendirici etkisi oldu­ğundan bazı hastalarda faydası olur. Ama devamlı kırmızı bir şeyleri üzerinizde taşımak hiç de iyi değildir, saldırganlı­ğa neden olur. Tiz ses ise parçalayıcıdır ç9k zararlıdır. Bu yüz­den kadın sesi yasaklanmıştır. Hele bu öfkeyle bağıran bir ka­dınsa maazallah. Bir de aokh ve olumsuz bir tiz şarkı da ça-

199

A N K E l\ U T

lınırsa zararı tam olur. Çocuklara da bu konuda dikkat etmek gerekir.

Ha bir de mücrimin kelimesinin semavi varlıklar anlamı­na bakarsak, semavi varlıkları da iplerin bağlantıların içinde görür hale gelebileceksiniz. Önceki ayette saklı olanı semava­tın ortaya çıkmasıyla bu bağlantıların farkına varacaksınız ve evrende, bu madde ipleri sayesinde seyahat edebileceksiniz demek. Bütün bunlar insanlığın geldiği bir üst düzey duru­mu izah ediyor.

50- Giysileri katran (eriyik), ve veçhelerini (yüz, gö­rünüşlerini) nar (ateş, parlak ışık) bürür.

Bu ayet öncekinin devamı niteliğinde. Buradaki giysiden kasıt insanın bedenidir. Beden anlamını taşıyan pek çok keli­me varken Arapçada gömlek, elbise anlamına gelen serabil kelimesi kullanılmış. Çünkü burada elbise gibi değiştirilme özelliği olan bir bedenden bahsediyor. Bu bedenin yapısı eri- ·

yik gibi yani bir kalıba döküldüğünde şekil alan eriyik katran gibi, ağaç usaresi gibi v.s. bir oluşum. Ve bedenlerin görünüş­leri parlak ışıklı olacağını anlatıyor. İki tür evren yapı enerjisi var: Biri nar, biri nur. Nurdan oluşan evrenler melekut alemi­dir. Sizin yaşadığınız tür ise tükenme özelliği olan nar enerji­sidir. Madde yapınızın enerjisi nar denen enerjiden oluşur. Tıpkı güneşiniz gibi bir müddet sonra sonlanır. Siz, çok kuv­vetli nar enerjisi olduğu için güneşinizin narını görebiliyor ama çıplak gözle bakamıyorsunuz. Bunun sebebi sizin görüş yeteneğinizin henüz nan göremeyecek kabiliyette olmasıdır. İşte o gün, yani değişik bir devre girdiğiniz zaman, insan için bunlar mümkün olacak ve siz birbirinizin bedenlerini parlak ışıklı olarak göreceksiniz.

200

1

I L\ R A H I M S Ü R E S İ

51- (Bunlar) Allah, her nefse kazandığı şey ile karşı­lık verdiği içindir. Muhakkak Allah, Seriulhisab (he­sabı çabuk olan)dır.

Burada bahsedilen kazanma nedir? Her nefisin kazandı­ğının karşılığı önceki ayetle nasıl bir ilgi içindedir? Allah'ı zihninizde gerçek bilgilerle tanımlamalısınız. An­

cak, her nefis aynı tekamül düzeyinde olmadığından her ki­şiden aynı anlayış beklenmez. Bir bilgi verildiğinde bazıları o bilgiden günaha doğru bir kapı açarken, bazıları bulunduğu iyi hali de beğenmeyerek daha üst düzey bir ahlaka kapı açar.

Örneğin biz bu ayetleri açıklamaya çalışıyoruz. Ama ba­zı kişiler bu ayetleri, yaptıkları kötü işler için bir kaçış olarak görebilir. Çünkü diğer meallerde bunlar kötülüğe verilen ce­hennem azaplarının bir tarifiyken, biz burada başka yönleri olabileceğini göstermeye çalışıyoruz. Bazıları için bütün bun­lar; "demek ki dedikleri gibi cehennem yokmuş, ayetler

başka şeylerden bahsediyormuş, oh ya artık istediğimi ya­

parım" anlamına gelebilir. Her nefise kazandığı şey ile karşı­lık veriliyorsa, bu ne şekilde olursa olsun, kazanan ve kaza­namayan var dernektir. Bir önceki ayetle ilgisini kurarsak in­sanlardan ancak kazananlar yani bilinç düzeyleri yeterli olanlar bu deviri görebilir dernek ki. Ancak "Allah hesabı ça­

buk olandır'' dernek bu düzeye gelen her nefsin bunu elde edebileceği dernektir. Bazıları için dünyanın geçireceği bir de­virde bunları görmek mümkün olabilecekken yani geleceğe atfolunurken, bazıları için yaşadığı anda mümkündür. Bu yüzden hiçbir şeyi ileriye atmamak, her şeyi bu anda aramak gerekir. En doğrusu ve insanı en tekamül ettiren yol işte bu­dur.

201

A N K E B U T

Şimdi ben istediğim norma girebilen, yüksek ışıkla parlayan, bağlantıları görüp istediğim yere seyahat edebilen bir kişi olabilir miyim? Kazanabilirsen olabilirsin. Ya bütün ayıklamalardan son­

ra o devri görecek kadar uzun yaşayıp o zaman içinde insan­lığın gelebileceği noktada bunları görürsün ya da velayet yo­luyla zihninde açtığın kapılardan girerek bunları görürsün. Bu düzeye gelen pek çok peygamber ve veliullah olduğuna göre buna inanmalısın bu mümkündür. Unutma bütün bun­ları uzağa gönderip durmamalısın. Allah hesabı çabuk olan­dır. Kazandığının karşılığını hemen verir. Şimdi ...

52- Bu, insanlar için bir tebliğdir (mesajdır) ve onun­la uyan bulmalan için ve muhakkak Onun tek ilah olduğunu bilmeleri için ve de kapı sahiplerinin bunu zikretmeleri içindir.

Mealde: Bütün insanlığa bir uyarıdır bu. Öyleyse artık onunla uyarı bulsunlar ve bilsinler ki, Tek İlah O' dur; ve sağ­duyu sahipleri de bunu akıllarında tutsunlar.

Farkındaysan bu iki çeşit uyarıdır. Biri tüm insanlara uyan bulmaları ve Allah'ın tek ilah olduğunu bilmeleri, ikin­cisi ise "ulul el bab= kapı sahipleri" zikretmeleri için. İnsan­lar uyarı bulup bilirken, kapı sahipleri zikrederler çünkü ka­pı sahipleri zihinlerinde derin tefekkür kapılarını açtıkların­dan, onlar bilmekte değil hatırlamaktadırlar. Yani zaten bü­tün evren bilgilerinin beyninizin beyaz hücrelerinde mevcut olmasından dolayı bilmekle değil, hatırlamakla, zikretmekle uğraşırlar. Kapı sahipleri zaten uyarı bulmuşlar ve bilmişler­dir. Daha önce de söylediğim gibi, insanlığın geleceği, teka­mül düzeyine ferdi olarak gelebilirler. Sizin keramet dediği-

202

I B R A H I M S Ü R E S i

niz haller, onlar için bir kapıdan içeri girmek gibidir. Ama in­sanlık, pek çok uğraş ile kademe kademe tekamül edip, gen­leri yoluyla üst düzeye ulaşabilen bir yol izler. Bütün bu uğ­raşlar sonucunda geldikleri düzey, daha önce nebiler, veliul­lahların geldiği düzeydir. İşte o düzeyde bütün insanlık, tek bir bedenin hücreleri, tek bir zahn değişik elbiseleri gibi ol­duklarını anlayacak, iman edemeyen kalmayacaktır.

203

1 . .

N E M L S ü R E S

N E M L S Ü R E S İ ( D i y a n e t Ç e v i r i s i )

Bismillahirrahmanirrahim 1 - Ta-Sin. Bunlar Kur'an'ın, apaçık bir kitabın ayetleridir. 2,3- Kur'an, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahirete de ke­

sin olarak inanan mü'minler için bir hidayet rehberi ve bir müjdedir.

4- Şüphesiz, ahiret hayatına inanmayanların işlerini biz kendi le­rine güzel göstermişizdir de o yüzden bocalayıp dururlar.

5- Onlar, azabın en kötüsü kendilerine has olan kimselerdir. Onlar ahirette en çok ziyana uğrayanlardır.

6- Şüphesiz bu Kur'an sana, hüküm ve hikmet sahibi, hakkıyla bi len Allah tarafından verilmektedir.

7- Hani Musa ailesine, "Ben bir ateş gördüm, ondan size bir ha­ber, yahut ısın�sınız diye bir kor ateş getireceğim" demişti.

8- (Musa) Ateşe varınca ona şöyle seslenildi: "Ateşin başındaki de çevresindekiler de kutlu olsun! Alemlerin Rabbi olan Al­lah eksikliklerden uzaktır."

9- "Ey Musa! Gerçek şu ki, ben mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah'ım."

1 O- "Değneğini at." (Musa değneğini attı) Onu yılanmış gibi hare­ket eder görünce, dönüp ardına bakmadan kaçtı. (Allah şöy­le dedi): "Ey Musa korkma! Benim katımda peygamberler korkmazlar."

207

A N K F. ll lJ T

1 1 - "Ancak kim zulmeder de sonra (yaptığı) kötülüğün yerine iyilik yaparsa bilsin ki şüphesiz ben çok bağışlayıcıyım, çok merhamet edenim."

1 2- "Elini koynuna sok; Firavun'a ve onun kavmine gönderilen dokuz mucizeden biri olarak, kusursuz bembeyaz olarak çık­sın. Çünkü onlar fasık bir kavimdir."

1 3- Nitekim ayetlerimiz kendilerine gerçeği gösterecek biçimde gelince, "Bu apaçık bir sihirdir" dediler.

1 4- Kendileri de bunların hak olduklarını kesin olarak bildikleri halde sırf zal imliklerinden ve büyüklük taslamalarından ötü­rü onları inkar etti ler. Ama bozguncuların sonunun nasıl ol­duğuna bir bak!"

1 5- Andolsun! Biz Davlıd'a ve Süleyman'a ilim verdik. Onlar, "Hamd, bizi mü'min kullarının bir çoğundan üstün kılan Al­lah'a mahsustur" dediler.

1 6- Süleyman, Davud'a varis oldu ve, "Ey insanlar, bize kuş dil i öğ­retildi ve bize her şey veri ldi. Şüphesiz bu, apaçık bir lütuf­tur" dedi.

1 7- Süleyman'ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen orduları onun önünde toplandı. Hep birlikte düzenli olarak sevk edil iyorlardı.

1 8- Nihayet karınca vadisine geldikleri vakit bir karınca, "Ey ka­rıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman ve ordusu farkına var­madan sizi ezmesinler" dedi.

1 9- Süleyman, onun bu sözüne tebessüm ile gülerek dedi ki: "Ey Rabbim! Beni; bana ve ana-babama verdiğin nimetlere şük­retmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!"

20- Süleyman kuşlara göz atıp yokladı ve şöyle dedi: "Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı ?"

2 1 - "Bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirmedikçe kesinlikle onu ağır bir şekilde cezalandıracağım, ya da kafası-

208

N E M L S Ü R E S i

nı keseceğim." 22- Derken Hüdhüd çok beklemedi, çıkageldi ve (Süleyman'a)

şöyle dedi: "Senin bi lmediğin bir şey öğrendim. Sebe'den sa­na sağlam bir haber getirdim."

23- "Ben, onlara (Sebe halkına) hükümdarlık eden, kendisine her şeyden bolca veri lmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadın gör­düm."

24- "Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe taptıkların ı gör­düm. Şeytan onlara yaptıklarını süslü göstermiş ve böylece onları yoldan çıkarmış. Bu yüzden de onlar doğru yolu bula­mıyorlar."

25- "Göklerde ve yerde gizli olanı ortaya çıkaran, sizin gizlediği­niz ve açığa vurduğunuz şeyleri bilen Allah'a secde etmesin­ler diye (şeytan onları yoldan çıkarmış.)"

26- Allah kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayandır. Büyük Arş'ın Rabbidir.

27- Süleyman, Hüdhüd'e şöyle dedi: "Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancılardan mısın, göreceğiz."

28- "Benim şu mektubumu götür onlara at, sonra da yanlarından ayrıl ve ne sonuca varacaklarına bak."

29- Sebe kraliçesi Belkıs dedi ki: "Ey i leri gelenler! Bana çok önemli bir mektup atıldı."

30,3 1 - "Mektup Süleyman'dan gelmiştir. O, "Bismil lahirrahmanir­rahim" diye başlamakta ve içinde 'Bana karşı büyüklük tasla­mayın ve teslimiyet göstererek bana gelin' denilmektedir."

32- "Ey ileri gelenler! Durumum hakkında bana görüş bildirin. Sizler yanımda bulunmadıkça hiçbir işe kesin olarak karar vermem:'

33- Dediler ki: "Biz güçlü kimseleriz ve çetin savaşçı larız. Emir senin. Ne emredeceğini düşün."

34- (Kraliçe Belkıs) şöyle dedi: "Krallar bir memlekete girdi mi, orayı harap ederler ve halkının i leri gelenlerini zelil hale ge-

209

A N K E B U T

tirirler. İşte onlar böyle yaparlar." 35- "Ben onlara bir hediye gönderip elçilerin ne haber i le döne­

ceklerine bakacağım." 36- (Elçilerin sözcüsü) Süleyman'ın huzuruna gelince, Süleyman

ona şöyle dedi:"Siz beni mal ile desteklemek (ve böylece et­kilemek) mi istiyorsunuzr Oysa Allah'ın bana verdiği size verdiğinden daha hayırlıdır. Fakat hediyenizle ancak siz sevi­n irsiniz."

37- "Sen onlara dön.Andolsun, biz onlara, karşı koyamayacakla­rı ordularla gelir ve onları oradan aşağı lanmış ve küçük dü­şürü lmüş olarak çıkarırız."

38- Süleyman, "Ey ileri gelenler! Onlar bana tesl im olmadan ön­ce hanginiz bana onun (kral içenin) tahtını getirebilirr"

39- Cinlerden bir ifrit, "Sen yerinden kalkmadan ben onu sana getiririm ve şüphesiz ben, buna güç yetirecek güveni l ir biri­yim" dedi.

40- Kitaptan bi lgisi olan biri, "Ben onu, gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm" dedi. Süleyman tahtı yanında yerleşmiş halde görünce şöyle dedi: "Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lüt­fudur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim her bakımdan sınırsız zengindir, cömerttir."

4 1 - Süleyman, "Tahtını tanınmaz hale getirin. Bakalım tanıyacak mı, yoksa tanımayacaklardan mı olacakr" dedi.

42- Belkıs gelince, "Senin tahtın böyle mir'' denildi. O da, "Sanki o! Fakat zaten daha önce bize bilgi verilmişti ve biz teslimi­yet göstermiştik" dedi.

43- Daha önce Allah'tan başka taptığı şeyler ona engel olmuştu. Çünkü o inkar eden bir kavimden idi.

44- Ona "köşke gir" denildi. Köşkü görünce onu(zeminini) derin bir su sandı ve eteklerini topladı. Süleyman ona "Bu, (zemini)

210

N E M L S Ü R E S i

bil lurdan döşenmiş bir köşktür" dedi. 44- Belkıs,"Ey Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmetmiştim. �ıı ı ı­

di ise Süleyman ile birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a tes­l im oldum" dedi.

45- Andolsun biz, "Allah'a kulluk edin" diye (uyarması için) Se­mud kavmine, kardeşleri Salih'i peygamber olarak gönder­miştik. Bir de ne görsün, onlar birbiriyle çekişen iki grup ol­muşlar.

46- Salih onlara, "Ey kavmim! Niçin iyilikten önce kötülüğün ace­le gelmesini istiyorsunuz? Merhamet edilmeniz için Allah'tan bağışlanma dileseniz ya!"

47- Onlar, "Sen ve beraberindekiler yüzünden uğursuzluğa uğra­dık" dediler. Salih, "Sizin uğursuzluğunuzun sebebi Allah ka­tında(yazılı)dır. Aslında siz imtihan edilmekte olan bir kavim­siniz" dedi.

48- Şehirde dokuz kişilik bir çete vardı. Bunlar yeryüzünde boz­gunculuk yapıyorlar ve ısla.ha çalışmıyorlard ı.

49- Aralarında Allah adına and içerek şöyle dediler: "Mutlaka onu ve ailesini geceleyin öldüreceğiz sonra da velisine; 'Biz onun ailesinin öldürülüşüne şahit atmadık. Biz kesinlikle doğ­ru söyleyenleriz', diyeceğiz:'

50- Onlar bir tuzak kurdular. Farkında değil lerken Allah da bir tuzak kurdu.

5 1 - Bak onların tuzaklarının sonucu nasıl oldu: Biz onları ve ka­vimlerini topyekün helak ettik.

52- İşte zulümleri yüzünden harabeye dönmüş evleri ! Şüphesiz bunda bilen bir kavim için bir ibret vardır.

53- İman edip Allah'a karşı gelmekten sakınmakta olanları ise kurtardık.

54- Lut'u da (Peygamber olarak gönderdik.) Hani o kavmine şöyle demişti:"Göz göre göre o çirkin işi mi yapıyorsunuz?"

. İfrit, "Şeytani özelliklerde ileri gitmiş, tuttuğunu devirir, güç-

21 1

A N K E B U T

lü, becerikli, ele avuca sığmaz" demektir. İfade, hem insanlar hem de cinler için kullanı l ır. Ayetteki "Allah'ın tuzak kurma­sı" ifadesi mecazi olup, "inkarcılara mühlet verip sonra onla­rı ansızın yakalaması", "inkarcıların inkarlarına ceza ile karşı­l ık vermesi" gibi anlamlar ifade eder.

55- "Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi varıyorsunuz? Doğrusu siz ne yaptığını bilmez bir toplumsunuz."

56- Bunun üzerine kavminin cevabı ancak şöyle demek oldu: "Lut'un ailesini memleketinizden çıkarın. Çünkü onlar temiz kalmak isteyen insanlarmış(!)"

57- Biz de onu ve ai lesini kurtardık.Ancak karısı başka. Onun ge­ride kal ıp helak olmasın ı takdir ettik.

58- Onların üzerine bir yağmur (gibi taş) yağdırdık. (Başlarına gelecekler konusunda) uyarılanların yağmuru ne kötüydü!

59- (Ey Muhammed!) De ki : "Hamd Allah'a mahsustur. Selam onun seçtiği kullarına." Allah mı daha hayırlıdır yoksa onların ortak koştukları mı?

60- Yahut gökleri ve yeri yaratan ve size gökten yağmur indirip, onunla, ağaçlarını sizin yetiştiremeyeceğiniz gönül alıcı güzel bahçeler meydana getiren mi? Allah i le birl ikte başka ilah mı var!? Hayır onlar (Allah'a) eş tutan bir kavimdir.

6 1 - Yahut yeryüzünü karar kılma yeri yapan, içinde nehirler akı­tan, onun için oturaklı dağlar yapan ve iki denizin arasına bir engel koyan mı? Allah ile birlikte başka bir ilah mı var!? Ha­yır onların çoğu bilmiyor!

62- Yahut kendisine dua ettiği zaman zorda kalmışa cevap veren ve başa gelen kötülüğü kaldıran, sizi yeryüzünün halifeleri kı­lan mı? Allah ile birl ikte başka i lah mı var!? Ne kadar az dü­şünüyorsunuz!

63- Yahut karanın ve denizin karanlıklarında size yolunuzu gös­teren ve rahmetinin önünden rüzgarları bir müjdeci olarak gönderen mi? Allah ile birlikte başka bir ilah mı var!? Allah

212

N E M L S Ü R E S i

onların ortak koştuklarından yücedir. 64- Yoksa, başlangıçta yaratmayı yapan, sonra onu tekrarlayan ve

sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı? Allah i le birlikte baş­ka bir ilah mı var!? De ki, "Eğer doğru söyleyenler iseniz ke­sin delilinizi getirin."

65- De ki: "Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Al­lah bil ir. Onlar öldükten sonra ne zaman diriltileceklerinin de farkında deği ldirler."

66- Ahiret (gününün gerçekleşeceği) hakkında bilgi (peygamber­ler aracılığı i le)onlara peşpeşe gelmiştir. Fakat onlar bu konu­da şüphe içindedirler. Daha doğrusu onlar ahiretten yana kördürler. ·

67- İnkar edenler dediler ki: "Biz ve babalarımız toprak olmuş iken mi, gerçekten bizler mi (diriltilip) çıkarılacağız?"

68- "Andolsun, bizler de bizden önce babalarımız da bununla tehdit edilmiştik. Bu öncekilerin masallarından başka bir şey değildir."

69- De ki:"Yeryüzünde dolaşın da suçluların sonunun nasıl oldu­ğuna bir bakın."

70- Onlardan yana üzülme. Kurdukları tuzaklardan ötürü de sı­kıntıya düşme.

7 1 - Onlar, "Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?" d iyorlar.

72- De ki:"Belki de acele gelmesini istediğiniz şeyin bir kısmı si­ze çok yaklaşmıştır."

73- Şüphesiz senin Rabbin insanlara karşı lütuf sahibidir. Ancak onların çoğu şükretmezler.

74- Şüphesiz senin Rabbin onların kalplerinin gizlediği şeyleri de, açığa çıkardıklarını da mutlaka bi l ir.

75- Gökte ve yerde giib (gizli) hiçbir şey yoktur ki apaçık bir Ki­tap'ta (Levh-i Mahfuz'da) olmasın.

76- Şüphesiz bu Kur'an İsrailoğul larına üzerinde ayrıl ığa düştük-

213

A N K E B U T

leri şeylerin çoğunu açıklıyor. 77- Şüphesiz o, elbette mü'minler için bir hidayet ve bir rahmet­

tir. 78- Şüphesiz senin Rabbin onların arasında hükmünü verecektir.

O, mutlak güç sahibidir, hakkıyla bilendir. 79- Öyle ise Allah'a tevekkül et. Çünkü sen apaçık bir hak üze­

re bulunuyorsun. 80- Şüphesiz sen ölülere duyuramazsın.Arkalarına dönüp kaçar­

larken sağırlara da çağrıyı duyuramazsın . 8 1 - Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola getiremezsin.

Ancak ayetlerimize inanıp da müslüman olmuş olanlara du­yurabi l irsin.

82- (Kıyametin kopacağına dair) o söz başlarına gelince onlar için yerden kendi lerine bir dabbe (canlı bir yaratık) çıkarırız. O, onlara insanların ayetlerimize kesin olarak inanmadıkları­nı söyler.

83- Her ümmetten ayetlerimizi yalanlayanlarından bir grubu toplayacağımız ve bunların (topluca hesap yer:ine) sevk edi­lecekleri günü hatırla.

84- Hesap yerine geldiklerinde Allah şöyle der: "Siz benim ayet­lerimi, onları i lmen kavramamışken yalanladınız öyle mi�Yok­sa ne yapıyordunuz ki�!"

85- Zulümlerinden dolayı sözü edi len azap tepelerine iner de artık konuşamazlar.

86- Onlar görmüyorlar mı ki biz geceyi içinde rahat etsinler di­ye, gündüzü de (her şeyi) gösterici (aydınl ık) olarak yarattık. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için elbette (Allah varlığı­nı gösteren) deli l ler vardır.

87- SGr'a üfürüleceği ve Allah'ın dilediği kimselerden başka gök­lerdeki herkesin, yerdeki herkesin korkuya kapı lacağı günü hatırla. Hepsi de boyunlarını bükerek O'na gelirler.

88- Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Halbuki onlar

214

N E M L S Ü R E S i

bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır. Şüphesiz O yaptıkları­n ızdan hakkıyla haberdardır.

89- Her kim iyi amel getirirse, ona ondan daha hayırlısı vardır. Onlar o gün korkudan emindirler.

90- Kimler de kötü amel getirirse, yüzüstü ateşe atı l ırlar. (Onla­ra), "Ancak yaptıklarınızın karşı l ığını görüyorsunuz" (denir.)

9 1 ,92- De ki:"Bana ancak, bu beldenin (Mekke'nin); onu mukad­des kılan ve her şey kendisine ait olan Rabbine kulluk yap­mam emredildi. Yine bana, müslümanlardan olmam ve Kur'an'ı okumam emredildi." Artık kim doğru yola girerse yalnız kendisi için girer. Kim de doğru yoldan saparsa de ki: "Ben ancak uyarıcı lardanım:·

93- De ki:"Hamd Allah'a mahsustur. O ayetlerini size gösterecek ve siz de onları tanıyacaksınız. Rabbin yaptıklarınızdan haber­siz deği ldir."

1: Ta. Sin. Bunlar Kur'an'ın, açıklayan kitabın ayetleridir.

Bunlar yani Ta Sin harfleri, arşta bulunan mahlukların temsili resmidir. Yani insanı resmetsek o insana benzer, ama insanın tıpkısı değildir. Ayrıntısı yoktur. Ta ve Sin harfleri de arşta bulunan melek gibi ama melek olmayan daha başka mahlfıkların resmidir. Arap alfabesindeki harflerin hepsi bi­rer varlığın resmidir. Onlarla görüşebilen insanlar onlardan çok derin ilimler öğrenebilir. Bu surenin Ta Sin ile başlama se­bebi, bu iki varlıktan bu surenin tam manasını öğrenebilirsi­niz. Bu ikisi, Kur'an'ın ve açıklayan kitabın yani açıklaması­nın ayetleri yani memurlarıdır.

2 1 5

A N K E B U T

2- 3: Namazı kılan, zekatı veren ve ahirete de kesin olarak iman eden müminler için bir hidayet rehberi ve bir müjdedir. (Müjdeli haberdir).

Burada hem bildiğimiz namaz ve zekat hem de kelime manası olan ateşte pişirerek kıvama gelme ve arhrarak ver­me, dağıtma, taşırma manalarının hepsi birliktedir. İçinde ol­gunluğa ermek, başkalaşmak için istek taşıyan kişi, bu arzuy­la yanan kişi, içindeki insanlık özlemini ayakta tutan, ikame ettiren kişi ve bunu başkalarına da hissettirmeye çalışan, baş­ka ruhları da gördüğü doğru yola sokmaya çalışan kişi ancak bu hidayet rehberi ve müjdeli haberle yolunu bulur.

Bir insan düşünün vahşi bir ormana düşmüş, daha önce hiç görmediği bilmediği bir yerdedir. Etrafında kendisi gibi kaybolmuş insanlar görür. Bu tehlikeli, uçurumlu, vahşi or­tamda kendine yürüyüp emniyete çıkabileceği bir yol bulma­ya çalışır. Akıllı insanın yapacağı budur. Fakat ne yapacağını, ne yöne gideceğini bilmemektedir. Derken bir kitap bulur, bu kitapta kaybolduğu ormanın bütün özellikleri ve ne yapması gerektiği yazmaktadır. Fakat kitabı hiç bilmediğinden tam olarak anlayamaz, birde bakar ki açıklaması vardır. Daha ön­ce o ormanda kaybolup yolunu bularak aklın alamayacağı ni­metlerle dolu bir yere varan insan yazmışhr bu kitabı, bu in­san bütün insanların en bilgesidir. Bir de bakar ki bu yolda ilerleyenler hep o insanın kılavuz kitabından faydalanıyor. İş­te bu da Peygamber'in sünnetidir. Resulullah sünnetiyle Kur'an'ın açıklama kitabıdır. Tatbikatlı kılavuz kitap, ona doğru yolu olduğu gibi göstermektedir. Fakat bakar ki, etra­fında oraya buraya şaşkın şaşkın koşuşup duran zavallı in­sanlar var. "Olmaz" der "onları da kurtarmalı ve bu doğru yolu göstermeliyim yoksa heba olup gidecekler" Tuttuğuna anlatmaya çalışır fakat dinletemez.

2 1 6

ı ı ,

N E M L S Ü R E S i

4: Şüphesiz biz ahirete inanmayanların işlerini kendilerine süslü gösterdik; o yüzden bocalar dururlar.

Dinletemez, çünkü bu zavallı insanlar bu ormandan çı­kıp nimetlerle dolu bir başka yerin varlığına ve onları buraya birer dağ komandosu gibi güçlenip olgunlaşsınlar diye biri­nin koyduğuna inanmazlar. Bunlar başkalaşıma yani ahirete inanmazlar. Ahiret kelime olarak son manasıyla birlikte baş­kalaşım yeri anlamına da gelir. Başkalaşabilinir, değişime uğ­ranabilir ve fark etmediğimiz pek çok gücümüz olduğunu görebiliriz. Üzerimizdeki ağır giysileri bir bir çıkarıp kendi­mizin neye benzediğini ve aslında çok güçlü olabileceğimizi görürüz. Fakat inanmadıkları için bocalayıp duranlar, tıpkı bir çocuğun tehlikeli olduğunu hiç düşünmeden her buldu­ğunu merak edip ağzına atması, oynaması gibi, gördüğü pa­rıltılı şeylerin peşine düşenlerin, gördüklerini hakiki nimet sanmaları, onları süslü görmeleri, onların başkalaşıma yönel­memelerine sebep olur. Sonunda ormandaki pek çok uçu­rumdan birine düşerler.

5: İşte bunlar, azabı en ağır olanlardır; ahirette en çok ziyana uğrayacaklar da onlardır. (en çok hüsrana uğrayacaklar)

Sonunda düştükleri çukurun farkına varırlar, fakat çıka­mazlar. O çukurun içinde çeşit çeşit korkunç canavarlar bu­lurlar. Bu canavarlar onların korkularının büyüttüğü cana­varlardır. Ormana dönmek, doğru yola yönelmek imkansız­dır. Çıkışı olmayan bir çukura yani kahire düşmüşlerdir. Piş­manlıkları geri dönmeyi sağlamaz, hüsran içinde kıvranırlar. O canavarlarla yüz yüze o çukurda yaşamak zorundadırlar.

2 17

A N K E B U T

6: Şüphesiz ki bu Kur'an hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından sana verilmektedir.

Bu senin tehlikeli ormandan kurtulman için her şeyi en ince detayına kadar bilen Allah tarafından sana verildi. Ne kadar büyük bir lütfa uğramışsın kıymetini bil ey insanoğlu!

7: Hani Musa ailesine şöyle dediği zaman "Gerçek­ten ben bir ateş gördüm. (gidip) Size oradan bir ha­ber getireceğim, yahut bir ateş parçası getireceğim, umarım ki ısınırsınız.

Önce Musa'dan kasıt kimdir bunu bulalım. Musa, "me­sa" kökünden türemiş bir kelime olup Allah'ın eliyle yani müdahalesiyle kötülük ortamından iyilik ortamına çıkarıl­mış, kurtarılmış kişi demektir. Kelimenin özüne inersek bu kurtulmanın sürüklenerek yani kendi iradesi ve çabası değil de Allah'ın takdiriyle, çekip çıkarmasıyla olduğu anlaşılır. Hem Hz. Musa'nın kendisi hem de bu kişiler kastedilmekte­dir. Yani kötü bir çevreden çıkarılmış ve doğruyu görmeye başlamış tövbekar kişiler bu kelimenin kapsamına girer.

Şu ormanda kaybolan kişi Allah'ın kendisini kurtarma­sıyla rehberi ve açıklamasını bulur ve o vahşi çevreden kur­tulup kendisi gibi doğruyu arayanlarla birlikte yoluna de­vam eder. Bu yoldan kendisine iyi bir eş, dost, evlat v.s. kura­rak kendine güvenebileceği insanlardan oluşan ehil kurar ya­ni aile. Onlara şöyle der: "ilerde bir ateş gördüm". Bu de­mektir ki ya orada ateş yakıp ısınanlardan bir şey öğrenirim ya da o ateşten bende tutuşturup size getiririm. Hep birlikte ısınır, barınırız.

2 1 8

I

N E M L S Ü R E S i

8: Oraya geldiği,nde şöyle seslenildi; "ateş ve çevre­sindekiler mübarek kılınmıştır! Alemlerin Rabbi olan Allah, eksiklerden münezzehtir!"

(Ayette ateşin bulunduğu yerdekiler manası, mealen yan­lış verilmiş. Aslı ateşin kendisidir. ) Şimdi gelelim ateşe; bu kastedilen ateş sembolde ne anlahr. Karanlıkta ve soğukta kalmış kaybolmuş insana ne ifade ederse işte bu ateş doğru yolu arayana onu ifade eder. O ateşle karşılaşmak hayahnda hiçbir sıcaklık hissetmemiş, ormanda kaybolup emniyet ara­yan o yolcunun en büyük sevincidir. Kendisi ve ona uyan ya­kınlan, sevdikleri üşüyorlar ve karalıktadırlar. O yolcu bir ateş görüyor. Ya başkaları var ya da o ateşten tutuşturup fay­dalanma imkanı var. O ateş Allah' a ulaşma arzusudur. Hani yemeği pişiren ateş vardı ya ilk ayette. Bu ateş daha farklıdır. Bu öyle bir ateş ki onun kendisi de etrafında mübarek kılındı. Yani yüceltildi. O ateş gerçek gücün ve emniyetin kendisi. O ateş Allah'ın Musa Peygamber' e gözükme şeklidir. Alemlerin Rabbi olan Allah eksiklerden münezzehtir deniliyor. Bu Al­lah'ın zahnda birlikte olma, tekliğe varmayı ifade eder. Tıpkı ateşin yakhğı her nesnenin ateşe karışması gibi. O ateş ki et­rafında toplaşanlara, fakat ateşe dahil olamayanlara da mü­barektir. Onları da faydalandım.

9: Ey Musa! "İyi bil ki, ben mutlak galip ve hikmet sahibi olan Allah'ım! "

10: Asanı at! (Musa asayı atıp) onu yılan gibi depre­nir görünce dönüp arkasına bakmadan kaçtı. "Ey Musa! Kokma; çünkü benim huzurumda peygamber­ler korkmaz.

Gördüğü ateş onunla, konuşmaya başladı. Bu bildiğimiz konuşmaya benzemez, ses kulaklardan girmez, bütün vücu-

2 1 9

A N K E B U T

dunun her zerresinden hissedilir. Bunun tarifi imkansızdır. Sadece yaşamakla anlaşılır. Bu ses ona asanı at diyor. Sembol dilinde asa insana zararı olmayan ondan hiçbir şey istemeyen fakat dayandığı, güç aldığı bazen savaştığı, ağaçların erişe­mediği yerlerine uzandığı vazgeçilmez dosttur ormanda kay­bolan adam için. Bu dost gerçeklik, doğruluktur. Yani hayat­ta edindiği dosdoğru bilgilerdir. Fakat doğru bilgi ne kadar önemli olursa olsun onun canlılığını tam olarak göremez in­san. İşte o doğruluk gerçeklik, duyduğu, bildiği gerçeklik canlanınca yani gözü gönlü görmeye başlayınca, insan yalan­larla kuşandığı için kendini çıplak hisseder ve korkar.

Yapay olan her şey yalandır aslında. Çocuğa yapılan her yapay hareket yalanı öğretir. Çocuk bunlarla büyür. Birden bire gerçeklik gözünün gönlünün önünde canlanınca korkar tabi insan. Korkar ve arkasına bakmadan kaçar. Kabullene­mez yani bocalar ve onu terk etmeye çalışır. Tekrar yalanlar­la yaşamak üzere. Fakat o muhteşem ihtar onu olduğu yere çiviler. "Korkma! Çünkü benim huzurumda resuller yani el­çiler korkmaz" Kelime olarak resul bilgileri ileten elçi mana­sına gelir. Böyle olunca doğruluğa şahit olmuş ve başkalarına anlatmakla görevlendirilmiş her ruh elçi konumundadır.

Bu ihtarla şu anlaşılıyor ki gerçekleri bütün çıplaklığıyla gördün artık geriye dönemez ve korkamazsın, kaçamazsın, çünkü sen başkalarına da anlatıp ikna etmekle görevlendiril­din.

11: Ancak kim haksızlık eder, sonra, işlediği kötülük yerine iyilik yaparsa, bilsin ki ben (ona karşı ) da çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.

Kişi gerçekten kaçmakla haksızlık yani kendine zulme­derse bu kötülüktür bedeli ise ancak iyilik yapmaktır. O za­man bilsin ki ben onu bağışlarım.

220

N E M L S Ü R E S i

12. Elini koynuna sok da kusursuz bembeyaz çıksın. Dokuz mucize ile Firavun ve kavmine (git). Çünkü onlar artık yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır. (Yani fasıklardan oldular).

Hz. Musa eliyle bir Kıptiye vurmuş onu öldürmüştü. Oy­sa o kavgayı ayırmak istiyordu. Bu ölüm ona çok tesir etmiş, katil olduğunu düşünüp kendini suçlamıştı. İşte o eli koynu­na sok o el sana yolunu aydınlatan bir kusursuz beyazlıkta çıksın. İşlediğin hata sana yolunu bulmanda yardım etsin.

Sembolik düşünürsek el amellerin işlendiği organdır. Ameli temsil (lder, koynu ise gönlünün yumuşak, mütevazi, pişman, tövbekar güzel halini. Amelini gönlüne sok oradan tövbe etmişsen bembeyaz ışıklı çıkacaktır ey kul! Dernek ki işlediğin günah senden temizlendiği gibi o günahı işleme­yenlerin sahip olmadığı bir aydınlığa kavuşacaksın. Bu ay­dınlık içine düştüğün pişmanlık azabının sana verdiği dene­yimdir. Bir daha günah işleyecek olsan bu aydınlık sana yol gösterir ve işlemezsin. Artık diğer insanlardan daha bilge olursun, bir özelliğe bir güzelliğe kavuşursun. Ardından do­kuz mucizeyle Firavun ve kavmine git deniliyor. Bu dokuz mucize şunlardır.

1- O devirde hiç kimsede olmayan bir cesarete sahip kılındı. Tek başına hiç korkmadan firavun'un kar­şısına çıkıp resullüğünü tebliğ etti. Firavun insanı

· öldürmekle bırakmaz akla hayale gelmedik işken­celer yapardı. Ölümü göze alan kişiler dahi onun işkencelerine dayanamazdı.

2- Asanın yılana, sihirleri yutan canavara dönüşme­si. Yani gerçeklikle yalanları yutma sembolize edi­lebilir.

221

A N K E B U T

3- Elinin bembeyaz çıkması, ışık saçması.

4- Tur dağında "Allah'ı ancak görerek inanırız" de­yip, görünce orada ölüveren Yahudilerin, duasıyla dirilmesi. Onlar yanarak ölmüşlerdi, dirilip hayat­larını sürdürdüler. Ancak bir müddet durup kok­tukları için ömür boyu ceset kokusuyla dolaşhkla­rı rivayet edilir.

5- Kardeş'i Harun'u, Hz. Musa'nın duası peygamber etmiştir. Bu da bir mucizedir. Duayla birlikte bir­den bire peygamber oluverdi.

6- Hz. Musa'nın elinde çok büyük bir güç vardı. Bir tokatla bir insanı öldürebiliyordu.

7- Ona inanmamakta direnen Firavun ve ahalisine ceza olarak Nil'in suyunu kana çevirmiştir.

8- Firavunun elinden kurtardığı Yahudilere gökten bıldırcın eti ve kudret helvası indirmiştir.

9- Denizi asasıyla yarmış ortasından kendisi ve Ya­hudiler kaçmışhr. Denizin suları iki yanlarında koskoca dağlar gibi dikilmişti. Firavun da beyin gücüyle oradan geçeceğini sanmış bu onun son hatası olmuştu.

222

N E M L S Ü R E S i

Peki bu dokuz mucizeyle 'Hz. Musa gibi tövbekôr, Firavun'un sarayında büyüyüp sonra o ortamdan kurtu­lan bir kişinin ilgisi ne? Bu dokuz mucizedeki sembolik ifadeleri açarsak;

1- Cesaret sahibi arlık hiçbir şeyden korkmayan bir insan olabilir tövbekar kişi.

2- Arlık gerçeklerle hurufelerini, korkuları, yalanları, hileleri yutabilir. Hz. Musa'nın asası gibi.

3- Elin beyazlığını anlatmıştım.

4- Ölmüş, ümitsizliğe düşmüş günahkarları dirilte­bilir. Yani doğru yola ulaşması imkansız görünen­lerin hidayetine sebep olabilir.

5- Sevdiği ve kendisine yardımcı olup, tebliğinde yalnız kalmamak için gerekli olacak kişiyi de ken­disi gibi biri olması sebebi olabilir. Amelinde bü­yük bir güç bulur. Artık yapacağı işler çok etkili ve güçlü olacaklır.

7- Kötülere cezalarını gösterebilir. Firavun ve adanı­lan kan akıtan zalimlerdi. Nil ise onların hayat kaynağı idi. Nil'in sularının kana dönüşmesinin sembolü, insan hayalının gerçek yüzünü ve amel­lerini kaçamayacak şekilde gösterebilmektir. On­lar işledikleri cinayetleri Nil yüzünden devamlı görmek, karşılaşmak zorunda kaldılar.

8- Allah yoluna kendini adayan tövbekar elçi, yanın-

223

A N K E B U T

daki kişilere ona uyup kurtuluş için peşinden ge­lenlere emniyet ve rızık sebebi olur. Bu rızık bildi­ğimiz rızık değil, gökten inen manevi rızka işaret eder. Hep birlikte maneviyattan nasiplenirler aç bırakılmazlar.

9- Ne kadar imkansız görünürse görünsün, okyanus gibi aşılması imkansız bir hayat bile olsa, gerçek­likle kendisini ve yanındakilere yol açıp kurtarabi­lir. Hayat insana nasıl bir engel koymuş görünür­se görünsün doğruluk ve gerçekliğin mucizesiyle her zaman zalimlerden kaçacak bir yol açılabilir. Bu aştıkları yolda zalimler heba olur giderler.

13: Ayetlerimiz onların gözleri önüne serilince:" Bu apaçık bir büyüdür" dediler.

14: Kendileri de bunlara yakinen inandıklan halde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onlan ceht ettiler. Bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak?

Buradaki mucize, ayetler olarak geçer yanlış mealdir. Si­hir deyip geçmemek, izah etmek gerekiyor. Sihir aldatmaca­dır. Bir şeyi olduğundan farklı göstermek.

İnanmayanlar inananlarla karşılaşıp onların kendilerin­de olmayan özelliklerini gördüklerinde, kendilerini yanlışın içinde görürler. Fakat bunu kabul etmek onlara zor gelir ve "bu benim bilemediğim bir sebepten bana öyle görünüyor.

Bu bir aldatmaca ben kanıyorum. Mutlaka bunun bir hile­

si ya da açıklanacak bir tarafı var fakat ben anlayamıyorum.

Evet bu muhakkak beni aldatan, kandıran bir olay." derler. Allah'ın varlığına birliğine ait, Peygamberlerinin, kitap­

larının dosdoğruluğuna ait, diğer mahlukatlara (başka bo­yutta yaşayanlara) ait bir iz, nişan gördüklerinde inandıkla-

224

N E M L S Ü R. E S i

rında hatta hayretten dona kaldıklarında, gözleriyle gördük­leri, kulaklarıyla duydukları halde "bu bir aldatmacadır" de­yiverirler. 14. ayetteki inkar ettiler değil de savaşhlar yanlış meal.

Evet, işlerinde gördükleri gerçekle, kendilerine öğrettik­leri yanlış, bir savaş yapar. Bu savaş devamlı hayat boyu de­vam eder. İnkar edebilmek sanıldığı kadar kolay değildir. Bir savaş gerekir. Eğer insan bu savaşı kötülükleri ortadan kal­dırmak için yapsaydı, dünyada kötülük namına hiçbir şey kalmazdı. Zavallılar! Bir de bu müfsidlerin kendi kendini bo­zanların, koskoca alem olan insanlığa neler yaptıklarına ve akıbetlerine bir bak! Onların sonu korkunçtur. Bu dünyaday­ken de, onlar ölmeden önce gözlemlenir. Tarafsız bir gözle seyret onların hepsi delidir! Bu deliler güzel konuşabilir, nor­mal davranışlar sergileyebilir. Ama hayat ve ölüm hakkında­ki düsturları saçmalıkhr. Gerçek düşüncelerini ortaya dök­tüklerinde bir yığın saçmalık ve bir o kadar da korkuyla kar­şılarşırsın. Azap onları dünyada bulmuştur. Huzuru rüyala­rında bile göremezler. Bir de ölüm anlarına bir bak! O zaman "aman Ya Rabbi! " demekten başka bir söz yoktur.

15: Andolsun ki biz Davud'a Süleyman'a ilim ver­

dik. Onlar: bizi mümin kullarının birçoğundan üs­tün kılan Allah'a hamd olsun dediler.

16: Süleyman Davud' a varis oldu ve dedi ki: Ey in­

sanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden ve­rildi. Doğrusu bu apaçıp bir lütuftur (aslında fazi­lettir yazıyor)

Allah, Davud' a ve Süleyman' a ilim verdik buyuruyor. Farkındaysanız dünya mukadderatıyla ilgili her şeyde "biz"lik vardır. Ben yaptım demiyor biz yaptık diyor.

225

A N K E P. U T

Burada büyük bir sır vardır. Çok önemlidir. Bizliğin, tek­likle eşanlamlılığı vardır. Şu kadar söylenebilir -ki ötesini açıklamaya çalışırsak okyanusta kalan adamın okyanusun ta­mamını anlatmaya çalışması gibi komik olur, eksik olur, yan­lış olur.

Allah, hiçbir ruhu boşuna halk etmemiştir. Hiç bir ruh yok olmayacaktır. Aslında hiçbir ruh zamana ve mekana bağ­lı değildir. Dolayısıyla bizdir ve tektir ruhlar. Onlara ilim ve­rerek onları üstün kılmamıştır. Maalesef mealle yine başımız dertte, üstünlük değil faziletlilik söz konusu. Faziletlilik gü­zel ahlak, davranış, ifade gibi algılanabilir. Asla üstünlük de­ğildir. Bu kelimeyi Nisa Suresi 34' de de erkekleri kadınlardan üstün kıldı gibi bir manayla yorumlamışlar, yanlıştır.

Bu kelimeyle ilmin insana ne getirdiği anlaşılıyor, şöyle ki: İlim varsa fazilet vardır. İnanç olsa da ilim yoksa faziletli­lik mümkün olamaz. Yani doğru ahlak davranış ve ifade. Sü­leyman Davud' a varis oldu. Bu veraset tıpkı bir adamın mal mülk edinip oğluna bırakması, ona intikal etmesi gibi genetik anlayış, doğuştan iyi kavrayış miras kalmış. Bu anlayışla ade­ta babasının yan bakışından bile ilmini öğrenmeye muvafık bir çocuk olmalı ki babasının ilmini aynen almış olsun. Aynı zamanda bu anlayışı bozmayacak, pekiştirecek bir anası ol­malı ki bu veraset aynen kalsın.

O diyor ki bize kuş dili öğretildi ve her şeyden verildi. Kuşdili orada mantık olarak geçiyor. Kuş aklı, kuş mantığı, kuş ifadesi, kuş tavrı manalarının hepsini içeriyor. Demek ki kuş dilini öğrenen kişi her şeyden alır. Ne alır, haber alır, ilim alır. Her şeyden verilir ona. Bu nasıl olur derseniz şöyle: Bü­tün hayvanların ortak bir hareketi vardır. Onların yaşamları, ölümleri, göçleri, türleri doğal dengeyi tamamlar. Bir afet bir kaos ortamında tabiatın müthiş bir akılla kendini telafi ede­rek onardığı görülür. Ne olursa olsun hayati denge bozul-

226

� )

N E M L S Ü R E S i

maz. Bu ancak hayvanların, mahlukatın birbirinden haber al­masıyla mümkün olabilir.

Bugün bilim adamlarını şaşkına çeviren tabiatın aklı ve bütünlük içindeki hareketini sağlayan etken kuşların manh­ğıdır. Kuşlar yiyecek aramak için uçuyorlar ve çiftleşmek için ötüyorsa neden bu kadar çok ötüşme oluyor. Onlar sadece yı­lın küçük bir zamanında çiftleşip yuva kurarlar. Niye bütün kuşlar öter, karnı doyduğu halde uçarlar. Onların bu hareket­liliği insanlara sebepsiz görünebilir. Tabiatta hiçbir oluş se­bepsiz olamaz. Onlar, doğadaki iletişim ağını oluştururlar. Hani kulaktan kulağa söylenen sözün yayılma hızını hesap­layınca müthiş bir hız çıkar ya ortaya, kuşlar bir de uçuyor­lar. Dolayısıyla onların kulaktan kulağa yayma gücü çok da­ha fazladır. Hayvanların bazıları onların mantığını bilir ve sü­rülerini ona göre sevk ederler.

17: Süleyman'ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlar­dan müteşekkil orduları toplandı; hepsi bir arada düzenli olarak sevk ediliyordu.

18: Nihayet karınca vadisine geldikleri zaman bir karınca: Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süley­man ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin! dedi.

Bu ayeti sembolik olarak anlatmak gerekiyor. Zaten gö­rünen mana bir vakayı anlatıyor ve çok açık. Bir de sembolü vardır her ayetin.

Bu ayette bir ordudan bahsediliyor, Hz. Süleyman'dan bahsediliyor. Hz. Süleyman bir peygamberdi ama onun sem­bollediği kişiler de vardır elbette. Kimdir bunlar? Bunlar tev­hit ordusunun komutanı kutublardır. Onlar birer birer gelir geçer başa. Bir ordunun iki komutanı olmaz. aynı Hz. Da-

227

A N K E B U T

vud' dan Hz. Süleyman' a miras kaldığı gibi bir kutuptan di­ğerine geçer bu vazife.

Niye bu ordu insanlar, cinler ve kuşlardan oluşuyor peki? Başka varlıklar niye anılmıyor? Çünkü gerçek şuur sahibi ve aynı zamanda fedakarlık

sahibi topluluk sadece bu üç topluluktur. Kendilerini başka­larına feda edebilme yani başka ruhları kendine tercih etme, onları kendi nefsinden üstün tutma özelliği bu üç gürühta vardır. Diğer hayvanlarda hayatın devamlılığı için gerekeni yapma davranışı görülürken, kuşlarda bütün tabiatın sela­meti için fedakarca bir koşuşturma bir uğraş, bir hizmet söz konusudur. Bu fedakarlık çok azınlık olsa da insanlarda ve cinlerde görülür. İşte fedakarların ruhları bir ordu oluşturur. Bu ordu gözle görülmez, onlar cismi olarak toplanmaz birlik için onlar ruhi olarak toplanırlar.

Bu ordu Allah'ın sevk ettiği bir ordudur. Biraz daha aç­mak gerek.irse bir ruh gücü ordusu, kuvveti denilebilir. Onlar birliği yaymak, nifakı inkarı yok etmek için savaşırlar. Bütün bunların yanı sıra "tayran"yani mealde kuş olarak geçen ke­lim_!!!!n içeriğine bakarsak havalanarak gezip dolanan her nesneye tayran denilebileceğini anlarız. Nedir öyleyse "tay­ran"? Fil Suresinde geçen "tayran ebabil" nedir? Ebabil kuş­ları ki insanları ve filleri başlarından ayaklarına kadar dele­rek öldürmüşlerdir. Bu olayın pek çok tanığı vardır. Bir teva­türdür denilemeyecek kadar şahitli bir olaydır. Ancak "tay­ran ebabil" in nasıllığı ve niceliği hep. tartışılmıştır. Bunların ışın silahıyla aynı etkide öldürmesi biraz üzerinde düşünül­mesi gereken bir konu değil mi? Peki kısaca insan, cin ve tayr ile kurulmuş bu ordunun bildiğimiz kuşların yanı sıra uçan, dolanan, Hüdhüd gibi yukardan su olan yerleri fark eden, haber getiren olağanüstü yeteneklere sahip bir bilinç toplulu-

228

' 1

N E M L S Ü R E S i

ğundan söz etmemiz gerekir herhalde. Bir nokta daha var ki vurgulamadan geçemeyiz. "manh­

kuttayr" dilimize kuş dili olarak çevrilmişse de dil, Arapçada lugat kelimesiyle ifade edilir. Oysa "manhkuttayr"ın tam ke­lime karşılığı uçan dolanan nesnelerin manhğı demektir. Manhk, onların akıl işleyiş düzeneği, neyi niçin yaptıklarının anlaşılması demektir. İnsan mantığı desek ne anlaşılır ise ay­nı şekilde uçan dolanan nesnelerin manhğı yani.

Doğan Cüceloğlunun savaşçı kitabında tanımladığı savaşçılar bu ordudan mıdır? Evet niye olmasın. İnsanlık için kaygı taşıyan, bütün ruh­

ların birliğine tekliğine ve yüce, büyük ruha ait olduğuna ina­nan, onun uğruna savaşan her kimse bu orduya bilerek veya bilmeyerek dahil olur. Dünyanın neresinde olursa olsun, na­sıl bir görüntüye sahip olursa olsun gerçek inanca kavuşmuş, alt beyine inmiş, değişime şahit olmuş her ruh. Ama bunların sayısı diğerlerine oranla çok azdır. Fakat bu ordu öyle güçlü­dür ki karınca kadar çok olsa da diğerleri aciz kalır bu ordu­nun karşısında.

Evet Neml yani karıncalara geldi sıra. Sembolde karınca­lar her taraftan toplayan, topladıklarını yeralh dünyasına in­diren, haris, paylaşmayı bilmeyen, bencil, mal mülk düşkü­nü, sistematik ve sistem içinde durmadan didinen kişileri temsil eder. Ama bunlar kendi sistemlerini kurdukları yerde bile olsa tevhit ordusuna saldıramaz ancak kaçarlar. Karınca­lar vadisi onların sistemini kurduğu yerleri sembolize eder. Zaten tevhit ordusunun savaştığı karıncalar değildir. Onlar nifaka ve inkara savaş açmışlardır. O yüzden ayette karınca­ların başkanı "bilmeden bizi ezmesinler" diyor. Demek ki bi­lerek ve isteyerek tevhit ordusu karınca türü kişileri yok et­meyi düşünmez.

229

A N K E B U T

19: (Süleyman) onun sözünden dolayı gülümsedi ve dedi ki; Ey Rabbim! Beni, gerek bana gerekse ana-babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat.

Hz. Süleyman karıncayı duymuş anlamış. Peki bir karın­canın çıkardığı ses nasıl işitilebilir. Bu duyuş kulakla değildir. Telepatiyle algılamadır. Kuş dili de bu türden bir anlaşma şeklidir. Demek ki mahlukatla telepatik anlaşma mümkün­dür, yapılabilir. Kur' an-ı Kerim' de pek çok peygamberin duası vardır ve bu duaların her biri ayrı bir konuda yapılmış­tır. Kendi içinde bulunduğumuz duruma en uygunu hangi­siyse bizde o duayı yaparız.

Dualar giriş parolası gibidir. Dua etmeyi bilmek yetmez, nasıl dua edileceğini bilmek gerekir. Örneğin: bir kız, bir gen­ci sevmiştir. Şöyle dua eder durmadan "Allah'ım benim onu

sevdiğim gibi oda beni sevsin" bu da çok ısrarla yaptığı için gerçekleşir. Fakat ona iyilik getirmez. Çünkü o genç de onu sevdiği gibi sever fakat duasını "hayırlısıyla kavuşalım" di­ye yapmamıştır. Pek çok sebep girer araya sevdikleri halde kavuşamazlar. Peki duayı sadece "birbirimize kavuşalım"

şeklinde yapsaydı onun için en iyisi mi olacaktı o da meçhul. Çünkü kavuşup mutsuz olabilirlerdi ya da biri ölebilirdi v.s.

Doğru dua dünyadaki bütün değerlerden daha değerli­dir. Bazen dualar insanın felaketine açılan bir kapı bile olabi­lir. Nasıl dua edildiği çok önemlidir. Bu yüzden Hz. İbra­him'in, Hz. Eyüb'ün, Hz. Yusuf' un v.s. pek çok peygamberin duası kıssasının içinde geçer. Demek ki onların karşılaştığı hadiseleri hayatımızla karşılaştırıp içinde bulunduğunuz ha­le en uygun duayı keşfetme talihimiz var. Hz. Süleyman'ın duasından şunu anlayabiliriz. Hz. Süleyman gibi nimete, lüt-

230

N E M L S Ü R E S i

fa kavuşmuş biri bu nimetin kendisine manevi felaket getire­bileceği düşüncesini unutmaması gerektiği açıktır. Bu yüz­den Hz. Süleyman "verdiği nimete şükretmeye ve hoşnut

olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl, rahmetinle beni

iyi kullarına dahil et" duasını ediyor.

Neden başında "bana ve ana babama verdiğin nimet­ler'' diye başlıyor duaya. Pek çok duaya niye ana baba anılarak başlanıyor. Mesela: Rabbi firliğ veli valideyye ve lil mü'minine . • • diye başlayan namazda okunan dua var. Beni annemi, babamı, bağışla şeklinde başlıyor. Bu­nun sebebi ne? Bir insan tek başına gökten inerek gelmez dünyaya, ona

emek veren anne baba vardır. İyi bir insan, iyiliğin kadrini bi­lir. Dua geçmişe yönelik yapılır. Evlatlarına dua edersin ama o ayrıdır. Çünkü geleceğe yönelik duadır o. Gelecekte evladı­nın nasıl biri olacağını bilmeden dua edersen bunun mesuli­yetini de almış olursun. Mesela çocukken çok şirin biri olan evlat, babasının şöyle duasını alır: "Allahm benim evladımı

yaptığı her işte muvaffak kıl" Fakat babası öldükten sonra bu evlat tam bir despot zalim olur çıkar. Babasının duası yü­zünde� yaptığı her işte başarıya ulaşır. Bu onun zalimliğine bir o kadar daha güç katar. Dua geçmişe yapılırsa yani ana babaya dolayısıyla genetik yapımıza, bilinen ve minnet du­yulan, ve duanın gerçekleşmesi halinde hiç kimsenin zarara uğrama ihtimali olmayan bir hale yapılır.

Hz. Süleyman kendisine ve ana babasına verilen nimete şükretmek için dua ediyor. Ana babasının nimete şükürde noksanlık göstermesi halinde, onun şükrü onlara da kefaret olsun diye. Bu durumdan hiçbir olumsuzluk çıkar mı? Birine bir zarar dokunur mu? Ana babasının selameti kişide huzu­run artmasına vesile olur.

231

A N K E B U T

Nasıl yani anlamadım? Birini düşün, annesi ve babası çok günahkar yaşamış, bu

hal üzere ölmüşler. O ruhların hapis ve azapta ruh olması do­layısıyla kendisine hiçbir faydalan yoktur. Oysa serbest ve huzurda olan anne baba ruhları kişiye hayah boyunca mane­vi destek sağlarlar. Bunu kişi görmez, bilmez fakat bu olur. Çünkü serbest ruhlar boş durmaz. İlk öncelikli olarak da ev­latlarına yardımda bulunurlar. Hele bu evlat onların serbest ruh haline dönüşmesi için ruhlarını dualarla, Kur' an okuya­rak beslemeye çalışmışsa. Gördüğün gibi sorduğun her soru­da bir alemin kapısı açılıyor ve orada kalmak zorundayız.

20: (Süleyman) kuşları gözden geçirdi ve şöyle dedi:

Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı

karıştı?

Hüdhüd kuşlardan bir kılavuz. Bu kılavuz ordunun yo­lunu bulmasında, sevkinde önemli bir vazifesi var. Bu kuş, aynı zamanda epey akıllı bir varlık. Bu yüzden ağır bir vazi­fe yüklenmiş ve akıl sahibi biri bu vazifesini yapmayınca ce­zaya çarphrıldığı gibi, Hz. Süleyman ona ceza vereceğini söy­lüyor. Hayvanlar arasından aynı insan aklı ve zekasına sahip bireyler çıkar. Bunlar hayvanlar alemi için çok önemlidirler, aynı zamanda tevhit ordusu için. Hüdhüd de kuşların en ze­kisi ve lideriydi ve Hz. Süleyman'ın emrindeydi.

21: Ya bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil ge­

tirecek ya da onun canını yakacak yahut onu boğaz­

layacağım!

22: Çok geçmeden (Hüdhüd) gelip: ben dedi senin bil-

232

N E M L S Ü R E S i

mediğin bir şeyi öğrendim. Seb'e'den sana çok doğru

bir haber getirdim.

Seb' e bir etken dolayısıyla deri, soyulan yer manasına da gelir. Aynı zamanda şaraptır. Fakat muhtemelen deri soyulan yerdir. Sembolde deri soyulması, insanın kişiliğinin gösterge­si yüzü, derisi olduğunu düşünürsek, kişiliğin yok edilmesi dernektir.

23: Gerçekten onlara (Seb'elilere) hükümdarlık eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım.

24: Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklannı süslü göstermiş de onlan doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar.

Bu topluluk kişiliğini niye kaybetmiş? Çünkü başlarında onlara hükmeden bir kadın var. Hükmeden kadın güneşe ta­pıyor, onlar da o kadına uyup güneşe tapıyorlar. Sembolde güneş rahmi ifade eder. Öyleyse o ve kavmi rahme tapıyor. İnsanlar Kur'an'ı okuyunca bir zamanlar varmış ama şimdi hiç ilgisi yokmuş gibi hikaye okur gibi okuyorlar. Oysa sern­boldeki anlamı çıkarsa anlaşılır ki bu gibi durumlar hep var.

Bu toplum tipi şöyle: Ana gücü, dişiliği tanımayan kadı­nın sahip olduğu tek güç. Aha tesiri öyle güçleniyor ki, öyle baskın çıkıyor ki kişi Rabbini tanıyamıyor, Rahim'e tapıyor. Ben rnüslümanırn diyen bir lafza sahip olması, onu bu du­rumdan kurtaramaz. Büyüyemeyen, çocuk kalan, kişilik oluşturamayan, ne istediğini bile bilemeyen fert1er rabbini bi­lemez, tanıyamaz, dolayısıyla Rahim'e takılıp kalır, bilmeden

233

A N K E B U T

ona tapar. Yani alt beyni tanıyamayan taklidi imanı geçeme­yen her fert, Rahim'e tapar.

Anlayamıyorum. Bir insan hem Müslümanlığı kabul eder hem de nasıl Rahim'e tapar? Kişi anneden aldığı öğretileri Kur'an'ın demek istedikle­

rinden, Peygamberin sözlerinden üstün tutarsa, bu kişi Al­lah' a mı yoksa Rahim'e mi tapıyor? Neyi neyden üstün tutar­san o senin taptığındır. İnsanlar öğrendikleri bilgilerden bir türlü kurtulamıyor ve "acaba gerçek başka bir şey olabilir

mi" diyemiyor. O yanlışın peşinden ömür boyu gidiyor. Ya da yanlış olduğunu kavradığı halde o yanlıştan çıkamıyor. Mesela doğuda bir gence anası: "Babanı öldürdüler sen de

git kanlım öldür bu senin namus borcundur" dediğinde o oğul "Yahu babamı öldüren hapse girdi ben niye gidip

onun oğlunu öldüreyim. Bu niye benim namus borcum ol­

sun" diyemez. Öyle öğretilmiş herkes öyle yapmıştır. Zaten kişiliği oluşmamıştır, anası ne düşünürse o da onu düşünmek durumundadır, ya da karşı koyacak hali yoktur, henüz adam olmamıştır çünkü. Gider bir masumu öldürür hapislerde çü­rür, bilir ki onun çocuğunu da kanlısı öldürecek. Bu kişi Müs­lüman görünümündedir hatta namazını orucunu kaçırmaz. Ama Allah'ın emrine tamamen zıt bir işi, anası, töresi öyle is­tiyor diye yapar. Bu kişi Allah' a mı tapıyor yoksa Rahim'e mi? Oysa Rahim'e değil Allah'a tapınış olsaydı zaten zayi olacak hayatını töresine değil Allah' a adardı. Belki yine öldü­rülürdü ama bir masumun kanına girmemiş olurdu. Ayette onlar doğru yola inat ediyorlar demiyor, doğru yolu bulamı­yorlar diyor. Demek ki bir acziyet söz konusu. Bu acziyet ana öğretilerinden dolayı adam olamamaktır.

234

N E M L S lJ R E S I

25: (Şeytan öyle yapmış ki) göklerde ve yerde gizle­neni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah'a secde etmesinler.

26: (Halbuki) büyük Arşın sahibi olan Allah'tan baş­ka Tanrı yoktur.

Laf da değil gerçekte Allah' a tapana, göklerde ve yerde gizlenen açığa çıkar. Zaten büyük Arşın sahibi yani her mad­denin sahibi Allah'tan başka tapılacak bir şey yok. Başka bir Tanrı yok.

27: (Süleyman Hüdhüd'e) dedi ki: Doğru mu söyle­din, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız.

28: Şu mektubumu götür, onu kendilerine ver, sonra onlardan biraz çekil de, ne sonuca varacaklarına

bak.

29: (Süleyman'ın mektubunu alan Seb'e melikesi) "Beyler, Ulular! Bana çok önemli bir mektup bıra­kıldı" dedi.

Seb' e melikesinin özelliği var. Onun bir tahtı var ve da­nıştığı bir heyeti var. Bu kadın gerek cazibesiyle, gerek çevre­siyle, gerek zekasıyla, havası, vakurluğuyla etkili yani taht­ı olan bir kadın. O bir kraliçe. Bu tip kadınlar toplumda çok itibar görür ve sözleri dinlenir. Dolayısıyla ailesi üzerindeki tesiri de çok kuvvetlidir. Böyle bir insanı kendine getirecek doğru yolu bulduracak tek etken bir Rahman güçtür. Yani Rahman sıfatında biri. Ona bir mektup gidiyor. Bu mektup mecazi olarak orgazmı ve kadınlığı, dişiliği tanımayı temsil

235

A N K E B U T

eden bir haberdir. Nedir bu haber? Rahim güçten üstte Rah­man güç, ondan üstte Allah vardır. Yani şu demektir ki Ra­him güç insanlara etkili olsada, Rahman güç daha etkilidir. Bu ikisinin bütün gücü Allah'tan ibarettir, ondan gelmekte­dir. Bu uyarıyla karşılaşan Melike hemen heyetine danışıyor.

30: Mektup Süleyman'dandır, Rahman ve Rahim olan Allah 'ın adıyladır.

31: "Bana baş kaldırmayın, teslimiyet gösterip bana

gelin diye (yazmaktadır)"

32: Dedi ki: Beyler Ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan hiç bir işi kestirip atmam. Melikenin danıştığı heyet sembolde onun mantığıdır. Rahman güce tabi olma teklifiyle karşı karşıyadır.

33: Onlar şu cevabı verdiler. Biz güçlü kuvvetli kim­seleriz, zorlu savaş erbabıyız; buyruk ise senindir; artık ne buyuracağını sen düşün.

34: Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. (Herhalde) onlarda böyle yapacaklardır, dedi.

Mantığıyla aklıyla oldukça güçlü, zor savaşların erbabı kadın, yani ince bir zeka ve kavrayışla ince planlarla pek çok şeyin üstesinden gelebilen kadın bu uyarı karşısında bir kor­kuya kapılır. Bu korkunun sebebi Rahman güçlerin yani er­keklerin girdikleri yeri perişan edip, halkının ulularını alçalt­malarıdır. Bu erkeklerin kaba tavrı ve karşısındakini aşağıla-

236

1

N E M L S Ü R E S i

malarıdır. Bu davranış her kadının erkeklere karşı için için bir nefret ve karşı koyuşun sebebidir. Kırılgan ve hassas yapılı kadın erkekler tarafından duygulan düşünülmeden hoyratça davranışlar ve aşağılamalara maruz kalınca büyük bir çökün­tüye uğrar. Bu gücü alt etmenin yollarını arar, bir savaşa giri­şir. Savaş erbabı olur yani. Bu durumu görünce yine bir hile­ye başvurur.

35: Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, ba­kayım elçiler ne ile dönecekler.

Hediye sembole göre burada kadının tatlı dili hoş tavrıy­la kendinden güçlü olanın gururunu okşamasıdır. Böylelikle onu kendine zarar veremez bir duruma getirmeye çalışır.

36: (Elçiler, hediyelerle) Süleyman 'a gelince şöyle de­di: Siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah 'ın bana verdiği sizin verdiğinizden daha iyidir. Hedi­yenizle siz sevinirsiniz.

Böyle bir aldatmacayı Hz. Süleyman kabul etmedi, geri çevirdi.

37: (Ey elçi!) Onlara dön; iyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onlan muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkan­nz!

Seb'e kavmi gibi kavimler tevhit ordusu önünde acizdir. Ama inat ederlerse ve değişmezlerse bu ordu onları zelil bir halde yaşadıkları yerden çıkarır. Bu bir uyarıdır. Bu uyarı Seb'e kavminin durumuna düşmüş bütün toplulukları içine alır. Onlar gibi olmak bir hışıma bir azaba uğrama sebebidir.

237

A N K E B U T

38: (Sonra Süleyman müsavirlerine) dedi ki; Ey ulu­lar! Onlar teslimiyet gösterip gelmeden önce, hangi­niz o melikenin tahtını bana getirebilir?

39: "Cinlerden bir ifrit: Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz." dedi.

Seb'e melikesinin bir tahh var. Hüdhüd ondan haber ge­tirdiğinde "kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadın" diye anlatmıştı. Kelime olarak bakarsak arş, şan, şeref manalarına da gelir. Sembolden şunu anlıyoruz: kendi­sine her şey verilmiş, bununla şana şöhrete kavuşmuş, etrafı­nı etkisi alhna almış, kendi ve çevresini güneşe yani Rahim'e taptırmış bir kadın. Bu kadın tek durumda yani eşi yok. Rah­man gücü tanımamış henüz. Hz. Süleyman onun tahhnı isti­yor. O anlamış ki, bütün bu kötü durumun sebebi o taht. "On­

daki üstünlükleri bana getirin, böylece kendi acziyetini

hissetsin" demek istiyor. Cinlerden ifrit türünden biri, (Bura­dan cinlerin de türleri olduğu anlaşılır) bir müddet zarfında o gelmeden önce getiririm diyor.

40. Kitaptan Allah tarafından verilmiş bir ilmi olan kimse ise: "Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm." dedi. Süleyman onu yanı başına yerleş­miş olarak görünce: Bu, dedi, şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin lütfundadır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.

238

1 (

\.

J

N E M L S Ü R E S i

Kitapta bir ilmi olan kimse kimdir? Kitap o zaman Kur'an inmediğine göre sadece Davud'a inen Zebur olabilir denebilir. Fakat kitap alt beyine konulan kainahn bilgilerinin tümüdür. Çünkü Zebur denmiyor kitap deniyor. İnsanlardan bazıları bir şekilde alt beyin bilgilerinin bir kısmını elde ede­biliyorlar. Bunlara keramete ermiş kişiler, veliler, mürşitler v.s. isimler verilmiş. Hz. Mevlana mesneviyi bu şekilde yaz­mışhr.

O kişi anında tahtı getiriyor. O devirde bir ışınlama olayı gerçekleştiriyor. İfrit'in ilmi o kimsenin ilmine yetişemiyor. Bundan şunu anlayabiliriz. İnsanlar alt beyinlerinden öğren­dikleriyle cinlerin ilmi ve kabiliyetini geçerler. İnsan cinden üstte yer alır. Eşref-i mahluk insandır. Tahtın gelmesi Hz. Sü­leyman için bir imtihan oluyor. Bunu söylüyor. Dernek ki çi­leler gibi nimetler, lütuflarda sınanmak için verilir. Hz. Süley­man her lütuf karşısında şımarma korkusuyla kendisine ve etrafına bunu hatırlatıyor. Özellikle bu lütuf kadının erkeğe itaati olursa çok daha önemli olur ve nankörlük etme tehlike­si büyür.

Gerçekten dünya da bir erkek için en büyük nimet, ken­disine sevgi ve saygı gösteren, ona itaat eden, uyum sağla­yan, yumuşak başlı olgun bir eştir. Eş öyle olursa evlatların­dan da büyük ölçüde aynı tavrı görür. Hz. Nuh'un ilk eşin­den olan evlatları (ya da önceki eşleri) kendisine iman edip gemiyi yaparken yardım ettiler. Fakat son eşi ona saygı duy­mayan bir kadındı ve ondan olan oğlu Kenan, annesine uy­du, inatları yüzünden ikisi de helak oldu. Rahim hakimiyet ne kadar iyi niyetli olsa da babayı yani Rahman gücü tanıma­mayı getireceğinden eksik insanlara sebep olur. Bu eksiklik kişiliğin oluşmasına izin vermez.

239

A N K E B U T

41: (Süleyman) dedi ki: Onun tahtını bilemeyeceği bir hale getirin; bakalım tanıyacak mı, yoksa tanı­mayanlar arasında mı olacak.

Hemen düzeltelim diyanetin bu mealinde verilen tanı­mak manası, doğruyu gerçeği bulmak, hidayete ermek gibi manalar taşıyan "heda" köklü fiilin manasıdır. Bakalım doğ­ruyu bulacak mı? Manası daha akla yatkındır. Başta onun bi­lemeyeceği bir hale getirilmesi, şeklinin tanımaz hale getiril­mesidir. Sembolde tahtının şanı şerefi toplumdaki göze batan üstünlüğü daha doğrusu itibarı olarak düşünürsek onun şek­li nasıl değişir? Hz. Süleyman tahtı yok etmiyor onu o meli­keye tekrar iade etmek üzere yanına getirtiyor, şeklini değiş­tiriyor. Zaten melike bütün çareleri tükendiği için ona itaat için yola çıktı. Fakat Hz. Süleyman onu aşağılamak için tahtı­nı yakıp yıkmıyor aksine ona bıraktığı daha doğrusu bırak­mak zorunda olduğu tahtını iade etmek istiyor. Onun bir şe­refi ve bir itibarı vardı fakat bu şeref ve itibar şeytanın işine yarıyordu, onları yanlışa düşürüyordu. Oysa onun şerefinin ve itibarının şekli değişirse yani kötülüğe değil iyiliğe sebep olan bir hal alırsa o zaman her şey değişecek, melikede gerçe­ği bulacak hidayete nail olacak.

Hayatımıza uygularsak böyle kadınlara yapılacak en gü­zel şeyi anlatıyor. O artık başka bir çevrede itibar görecek, ta­pılmayacak ama saygı ve sevgi görecek. O güzelliği, mülkü, zenginliği için değil, kendisindeki hanımefendiliği, akıllılığı, vakarı için, şeref ve itibar görecek.

Bu gerçekten çok büyük bir sorun; güzelliği, zenginliği yüzünden devamlı pohpohlanan ağzının içine bakılan, ne ya­parsa yapsın örnek alınan, çok şöhrete kavuşan kadınları top­lum zorla kraliçe yapıp tapıyor. Sırf güzel diye bir insan ör­nek alınıp taklit edilir mi? Bu saçmalığı insanlar hep yapıyor.

240

N E M L S Ü R E S i

O kadın, güzelliği devam ettiği müddetçe bundan memnun olduğunu zannedebilir. Oysa bir gün yaşlanacağını ve zen­ginliğin yok olacağını düşündüğü de olur. Bu düşünce o ka­dını büyük bir acı ve korkuya maruz bırakır. Halbuki her in­san gibi sadece üstün insanlığı, ahlakı ve irfanı için itibar gör­mek onun da hakkı. Hep güzelliği ön planda olan kadın ken­di kişiliğini gösteremiyor bile.

42: Melike gelince: Senin tahtında böyle mi? dendi. O şöyle cevap verdi: Tıpkı o! Bize daha önce bilgi ve­rilmiş ve biz müslüman olmuştuk.

43: Onu, Allah 'tan başka şeyler alıkoymuştu. Çünkü kendisi inkarcı bir kavimdeydi.

"Senin tahtında böyle izzet, şeref ve itibar var mıydı?"

deniyor. O da hpkı o! yani üstünlükler yine burada. O ardın­dan şunu ekliyor bize daha önce bilgi verilmiş ve biz rnüslü­rnan olmuştuk. Yani tahtından ayrılıp yola çıktığında zaten rnüslüman olmuş ve o durumdan kurtulmuştu. 43. Ayet onu Allah'tan başka taphğı şeylerden alıkoymuştu. Onları bıraktı­ğında kurtulmuş oldu dernek istiyor. Çünkü kendisi inkarcı bir kavimdi. Onun yanlışta olmasının sebebi kavminin tutu­muydu. Kavmi gerçekleri inkar ettiği için melike yanlışa düş­müştü.

44: Ona "köşke!" dendi. Melike onu görünce derin bir su sandı, ve eteğini yukarı çekti. Süleyman Bu bil­lurda

.n yapılmış, şeffaf bir zemindir, dedi. Melike de­

di ki: Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmi­şim. Süleyman'la beraber alemlerin Rabbi . olan Al­lah 'a teslim oldum.

241

A N K E B U T

Köşke davet ediliyor çünkü o müslüman oldu. Sembolde köşkün ne olduğunu açıklamak gerekiyor. Köşk binanın, in­sanı içine alıp koruması, yuva olup onu barındırması, rahat ettirmesi gibi erkeğin gönlünü temsil ediyor. Bir erkeğin bir kadına duyduğu aşkı sevgiyi köşkten daha güzel ne temsil edebilir. Erkeğin sevgisi sahiplenme, güven verme, kapsama, kadınınki sığınma, teslim olmadır. Buna göre köşke girmesi, kadının her şeyi kabullenerek teslim olmasıdır.

Daha önce hediyesini kabul etmeyen Hz. Süleyman hile­lerinden kurtulup teslimiyetle ona gelişiyle onu köşküne al­dı. Melike köşke girdiğinde derin bir suyla karşılaştığını san­dı. Erkeğin Rahman sıfatlı sevgisinin sembolü şudur. Melike bu sudan zarar geleceğini, ıslanacağını, suya batacağını sanı­yor. Onu derin bir su zannediyor. O yüzden çekiniyor. (Arap­ça aslında etek kelimesi geçmiyor. Zeminin camdan parlatıl­mış bir zemin olduğu Arapça asıla daha uygun.) Rahman gü­cü tanımayan kadın onda batıp boğulacağını yok olacağını sanıyor. Sembolde kendini ve iradesini tamamen Rahman gü­ce kaptıracağını sanıyor. Oysa o aksine üzerine basıp duraca­ğı güvenli bir zemin oluyor. Zemin olması, rahmani sevginin tevazusunu temsil ediyor. İşte o zaman Melike pişmanlık du­yuyor. O zamana kadar Rahman güçten korkarak onunla sa­vaşmış, gönlünü Rahmani sevgiye teslim etmemişti. Rah­manla beraber Allah'a teslim oldum diyor.

45: Andolsım ki, "Allah 'a kulluk edin " (diyen) kar­deşleri Salih 'i Semud kavmine gönderdik. Hemen birbirileriyle çekişen iki zümre oluverdiler.

Salih kişi doğru yolu bulmuş, kendiyle barışmış, sorum­luluğunu anlamış ve gereklerini yerine getirendir. Bu kişinin tebliği de barış içindir, iyiliğin yayılması içindir. Semud ise

242

N E M L S Ü R E S i

(Arapça) semede kökünden gelen suyu çekilmiş, suyu azal­mışlar manasına geliyor. Su sembolde Rahman gücün sevgi gücünü temsil ettiğine göre merhameti şevki, iyilik isteği ve gücü azalmış kavim Semud. Onlara iyiliği getirmek isteyen kişi, sevgi güçlerini kazanabilmenin yolunu göstermeye çalı­şıyor. Tek çareyi gösteriyor. "Allah'a kulluk edin" diyor. Ger­çekten sevgi büyük güçtür. Daha doğrusu hayah sağlayan su olduğu gibi ruhun hayahru sağlayan sevgidir. Sevgisiz kalp- ·

ler suyu yok olmuş tabiat gibi ölüdür. Onlara kardeşleri Salih gelince birbirleriyle çekişmeye başladılar deniyor. Onları se­ven ve iyiliğini isteyen, dost olan kişi. Fakat onlar içlerinde sevgi gücü kalmadığından birbirleriyle çekişiyorlar.

46: Salih dedi ki: Ey kavmim! İyilik dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Allah 'tan mağfiret dilese­niz olmaz mı? Belki size merhamet edilir.

47: Şöyle dediler: Senin ve beraberindekilerin yüzün­den uğursuzluğa uğradık. Salih: Size çöken uğursuz­luk Allah katındadır. Hayır, siz imtihana çekilen bir kavimsiniz, dedi.

Şöyle daha doğru oluyor.

47: Şöyle dediler: Senin ve beraberindekilerle bize dağınık­lık geldi, (dağıldık) Sizin dağılmanız, kaderiniz, Allah in­dindedir. Bilakis siz fitne (üreten) yapan bir kavimsiniz. Salih kimseler iyilik için bir uyarıda bulunduğunda, sev­gisi bitmiş kavimler, kişiler hemen karşı suçlamaya geçer­ler. Bu suçlamanın aslı astarı olmadığı halde karşısındaki­ni susturmak için yaparlar. Kendilerinde bulunanı karşı tarafa yansıtırlar.

243

A N K E B U T

48: O şehirde dokuz kişi (ya da grup) vardı ki, bun­

lar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar, iyilik tara­

fına hiç yanaşmıyorlardı.

Şehir medeniyet olan yer yani. Bir sisteme oturtulmuş bir yaşam. Bu sistemin dokuz elebaşısı, sistemin en önemli nok­talarındakiler yeryüzünde fesada yol açıyorlar. Niye bir şe­hirde olan kötülük, zulüm"yeryüzünde fesat" olarak geçi- . yor? Çünkü beyaz güç tevhit ordusu tek ve birlik halinde ol­duğu gibi zulüme uğramışların yaydığı siyah enerji de tek ve bütündür. Yani yeryüzünün bir bölgesinde "çok büyük bir zulüm yapılıyormuş, bize ne canım" denirse onların yaydığı siyah enerji bir gün gelir afet, savaş, kıtlık vs. durumların yer­yüzünde oluşmasını sağlar, bir gün olur "bana ne" diyeni de vurur. Buradan şunu anlamak mümkün; nerde bir felaket, afet oluyorsa bunun sorumlusu zulme yol açanlar, fitne çıka­ranlardır. İnsanların umutlarını yok edenler, cahil bırakanlar, adaletini elinden alanlardır. Hiçbir "ah" yok olup gitmez, dö­ner dolaşır, yeryüzüne düşer ve yıkar, atar. Dokuz elebaşı kimlerdir? Toplumda söz sahibi dokuz zümre. Bunlar;

1 -Her türlü yoldan para kazanan güçlü zenginler. Bun­lar için her yol mubahhr, önemli olan vurgunu vur­makhr. Salih kimselerse onların menfaatini zedeleye­cek en büyük düşmanlarıdır. "Kim fakirin hakkı fakire derse" o, zenginlere darbe indirmiş olur.

2- Sistemin fiskosçuları, doğru mu yanlış mı demeden her dedikoduyu ayyuka çıkararak, bazen hiç var olma­yan olayları, salihleri yıkmak için varmış gibi göstere­rek, iftiralar düzerek halkı etkileyenler.

244

N E M L S Ü R E S İ

3- Yeraltı dünyası. Her türlü cinayet, fuhuş, uyuşturucu v.s. suçlarla güç elde eden hırsız, katil takımı.

4- Toplumda söz sahibi çok bilgili görünen daha doğrusu topluma kendini aydın olarak kabul ettirmiş kişiler.

5 -Sistemin yönetiminde yer alanlar.

6- Halkın asayişini sağlayanlar. Bunlar sadece yeraltı dünyasından bazılarının kötülüklerine göz yumsa, bu bile fesat için yeterli oluyor.

7- Adaleti hakkıyla dağıtmayan, menfaatinin icabı karar­lar veren hukuk adamları.

8- Toplumda popülerlik kazanmış, böylelikle söz sahibi olmuş kişiler. Eskiden şairler bu konumda bulunuyor­du. Genel anlamda sanatçıların şöhretlileri denilebilir.

9- Toplumun üçüncü ve en önemli silahlıları askerler. Her devirde askerin sözü geçer. Bu grupların menfaat düşkünleri, toplumu kendi menfaatleri için sömürür ve yönlendirirler. Hepsi birbirlerinin menfaatini kolla­yarak bir birlik oluştururlar. Halkın onları yıkmaya gücü yetmez. Ayrıca halk zaten uyuşmuş, düşünemez duruma getirilmiş, suyu çekilmiş tabiat gibi duygula­rından koparılmış hale geldiğinden bunu isteyemezler bile. Başlarındaki belaların kötülüklerin tek sebebi sa­lihlerdir. Halk buna ikna edilir.

245

A, N K E B U T

49: Allah 'a and içerek birbirlerine şöyle dediler: Ge­ce ona ve ailesine baskın yapalım (hepsini öldüre­lim); Sonra da velisine: "Biz (Salih) ailesinin yok edilişi sırasında orada değildik inanın ki doğru söy­lüyoruz" diyelim.

Her türlü entrika ve güç kullanımına rağmen Salihleri susturamayanların yapacağı şey onları öldürmektir. Bunu aşikar yapamazlar çünkü halkı kandırmışlardır, kendilerinin katil olduğunu gören halk gerçek yüzlerini görecektir. İtimat­ları bitecektir. Bu yüzden gizli gizli yok edip "biz orda değil­dik" demek menfaatlerine en uyanıdır.

50: Onlar böyle tuzak kurdular. Bizde kendileri far­kına varmadan, onların planlarını alt üst ettik.

51: Bak işte, tuzaklarının akıbeti nice oldu: Onlan da kavimlerini de toptan helak ettik!

52: İşte haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! Anla­yan bir kavim için elbette bunda bir ibret vardır.

Burada yine biz öznesi kullanılıyor. Biz, tevhit ordusu ya da ah'ların oluşturduğu güç veya her ikisi birden olabilir. Önemli olan şu ki maalesef planları yapan elebaşılarla birlik­te onlara kanan kavim de helak oluyor. Demek ki kandırılmış olmak masumiyet sebebi olmuyor. Koyun sürüsü gibi güdü­len irade göstermeyen, düşünmeyen, korkularına yenik dü­şenler de bu cezaya uğruyorlar. Çünkü elebaşı olanlar ne ka­dar güçlü olurlarsa olsunlar, halktan daha güçlü değildir. Güçlerini halktan alırlar, halka karşı kullanırlar.

Bir şeye daha dikkat çekmek gerekiyor: Bu helak olanlar

246

1

\

,

� }

N E M L S Ü R E S i

inkarcı veya kafirler zümresi değildir, öyle bir kelime geçmi­yor. Sadece "Allah'a kulluk edin" diye uyarıldıklarından anlı­yoruz ki gerçek manada Allah'a değil korkuları ya da menfa­atlerine kulluk edenlerdir. 52. Ayette çökmüş evler, içi boşal­mış ıssız kalmış manasına gelir. Bu şu demektir: Semud kav­mi gibi olanların yani rahman gücü çekilmiş toplumların akı­beti yuvalarının dağılması, aile hayatlarının çöküşüdür. Aynı zamanda olmuş bir olaya işaret ediyor tabii. Fakat zaman içinde oluşan Semud kavmi gibilerinin akıbetinin illa yerle bir olmuş evler olması gerekmiyor. Aileleri dağılır deniliyor. Defalarca tekrarlanan "Anlayan bir kavim için bunda bir ib­ret vardır" sözü bunun üzerinde durun düşünün diyor.

53: İman edip Allah 'a karşı gelmekten sakınanları ise kurtardık.

Karışmış kavgacı bir toplum aile hayatı da çökerek helak oluyor. Onlara uymayan kendi halinde barışçı ve sevgi dolu bir hayat yaşamak için mücadele edenler kurtuluyor. Bu da ancak bu fitnenin içinde onlara benzememek için inanç ve sa­kınmayla mümkün oluyor. Bu çok kolay değildir. Herkesin saldırgan, kavgacı olduğu bir toplumda barışçı olmak.

54: Lut'u da (peygamber olarak kavmine gönderdik) Kavmine şöyle demişti: Göz göre göre hala o haya­sızlığı yapacak mısınız?

55: Siz, ille de kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşacak mısınız? Doğrusu siz, beyinsizlikte de­vam edegelen bir kavimsiniz!

Tam manası şöyle: Ve Lüt o zaman kavmine siz o kötülü­ğü yapacak mısınız? Ve siz görüyorsunuz? Her şeyi bilerek

247

A N K E B U T

yaptıkları anlaşılıyor. Fakat bu kavim kötülüklerinin sonucu­nu hiç umursamıyor.

56: Kavminin cevabı "Lut ailesini buradan çıkarın, çünkü onlar (bizim yaptıklarımızdan) uzak kalmak isteyen insanlarmış" demelerinden ibaret oldu.

Ayetin Çeviri Karşılığı: (Buna karşı) kavminin cevabı: "Lut ailesini memleketinizden çıkarın, çünkü onlar temizliğe zor­lar (temizlik taslayan) insanlardır." Demelerinden başka (bir­şey) olmadı.

57: Bunun üzerine onu ve ailesini kurtardık. Yalnız karısı Müstesna; onun geride kalmasını takdir ettik.

Kavmi aynı lakaytlıkla, dayanamayıp bize mani olmaya çalışacağınıza, çıkın gidin burdan uzaklaşın diyor. Onlar da öyle yapıyor. Kötülük söz geçmez bir hal aldığında her şey bile bile yapıldığında o toplum helak olacaktır. Bu helak her türlü olabilir. Bu durumda uzaklaşmak tek çaredir. Burada karısının da helak olduğu vurgulanıyor. Lut' un karısı kavim­deki kadınlarla birlik olup dişiliği reddediyor. Lut'a uyum sağlamıyor. Bunun sebebi birbirleriyle ilgilenen erkeklerin toplumundaki kadınların tamamen siyahlaşması yani siyah güce dönmeleri ve Lut'un eşinin de bu kadınlarla birlik olma­sı. Asıl helak budur.

Kadınlar ve erkekler iki cepheye bölünürse, aile kavramı ortadan kalkarsa toplumun her şeyi biter. Salih'in kavminin suyu çekilmiş yani merhamet kalmamıştı. Bunun devamı, sonrası ise Lut kavmi gibi ciıı,si sapıklığa yönelmektir. Ailele­ri ayakta tutan merhamettir. Merhamet kalkınca birbirlerine yabancılık taşıyan kadın, erkek artık bir araya gelmek iste-

248

\ 1 \

N E M L S U R E S i

mez. Şunu kesin olarak söyleriz: "Herkes kendi cinsel terci­

hinde özgürdür, isteyen istediği gibi yaşasın" demek toplu­mun beline indirilen balta gibidir. Her cinsi sapık başka biri­ni sapıttırmaya uğraşır. Eşcinsellik saldırganca yayılan bir sa­pıklıktır.

58: Onların Üzerlerine müthiş bir yağmur indirdik. Korkutup sakındırılanların yağmuru ne kötüdür!

Sembolde su, Rahman sevgi gücüydü. Fakat burada su, güç, helak edici bir güç olarak geçiyor. Yani su biçim değiştir­miş, hayat sebebiyken helak sebebi olmuş. Biçim değiştirme Rahman sevgi gücünün hayatın devamına değil, geleceğe de­ğil, zevke yönelmesidir. Bu zevk uğruna toplum kurban edi­liyor. Saldırganlaşan erkekler birbirlerini yoldan çıkararak çoğalıyorlar. Enerjileri siyaha dönüşüyor. Bu yüzden bu yağ­mur için "ne kötü"bir yağmur deniyor.

59: De ki: Hamd o lsun Allah 'a selam olsun seçkin kıldığı kullarına, Allah 'mı daha hayırlı, yoksa ona koştukları ortak mı?

Buraya kadar seçkin kullar ve onların karşıtlarının hangi ortamda, hangi davranışta bulundukları ve bulunacaklarını anlattı ayetler. İlk önce Hz. Musa'nın kurtuluşu, kurtulan ku­lun tevhit ordusuna dahil olacağı ve burada Rahim gücünün eğitilişi, ardından salih yahi sulh isteyen ve bunu söyleyen toplumu düzeltmeye uğraşan bir insana dönüşmesi, daha sonra Hz. Lut gibi toplumun cinsel hayatını düzeltmeye çalı­şan biri olması. Bunlar sırasıyla anlatılmış ve ne gibi kötü davranışlarla karşılaşabileceği bildirilmiş. Her defasında kur­tuluşun bu seçkin kullara, helakin ise onlara kulak asmayan­lara olduğu söyleniyor.

249

A N K E B U T

İşte sonuçta bütün bu olanlara şunu de: Hamdolsun, Al­lah'a selam olsun seçkin kıldığı kullarına. Başına gelenler Al­lah'ın seni eğitmek istemesinin sonucudur. İster nimet, ister külfet görüntüsünde olsun hamd olsun de. Selam olsun seç­kin kullara diyerek, bu eğitimde görevli kişilere minnetini be­lirterek onlara "selam" yani kurtuluş dile. Bu eğitimi kabul­lenmeyerek Allah'a ortaklar koşanlara işaret de ediliyor. Bu ortaklar Allah için değil de başka şeyler için yapılan her şey olabilir. Allah'ın kullarının selameti için dilediği, kullarından istediği bu dünya okulunun kurallarını uygulamak yerine kendi zevki için, kendi korkuları için, toplumu için, ebeveyni için v.s. için yaşayan, onların kurallarını uygulayanlara şu de­niliyor "Allah mı daha hayırlı, yoksa ona koştukları ortak­

lar mı?"

60: (Onlar mı hayırlı) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten sizi su indiren mi? O suyla bir ağacını bile bi­tirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah 'tan başka bir Tanrı mı var? Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur.

Su, Rahman gücü temsil eder. Ağaç hayatin işareti ve de­vamı unsurlarından biridir. Gökten gelen su saf, temiz, duru bir sudur. Bu duru su arzda yani temsilen insan yapısında vücudunda bahçeler oluşturur. Orada bir hayat başlar. Bu ha­yat, manevi hayathr. Yani duyguları tam oluşmuş, duygusal zekaya yani akıla sahip olmuş insanın hayatı. "Ne kadar uğ­

raşsanız bu hayatı oluşturmaya gücünüz yetmez. Bir tek

ağacı bile bitiremezsiniz". deniyor. Akıl tamamen Allah'ın lutfuyla hayata geçen bir oluşum. "Allah'tan başka bir Tanrı

mı var" açıklaması, tam manayı vermiyor. Doğrusu Allah'la birlikte bir Allah mı var"? Aklınızı kullanmaya kudreti olma-

250

)

t

N E M L S Ü R E S i

yan ey kullar! kendi kendinize bir şeyleri oluşturacağınızı mı sanıyorsunuz? diyerek insanın kendinde gördüğü kuvvetle hiç bir şeye gücünün yetmeyeceği izah ediliyor. Daha açık an­latmak gerekirse "gizli şirk" denilen tehlikeye işaret ediliyor. Bir insan bunu "ben icad ettim" "şunu ben bildim, yazdım" v.s. sözlerle yaptığını kendine ait görürse Allah'a ortak koş­muş olur. "Allahla birlikte bir Allah mı var ki bir şeyin

kudretini kendinde görüyorsun! " ihtarı yapılıyor. Bir eyle­mi söylerken "Allah'ın izniyle şunu yaptım" ya da "Bunu

bana Allah yaptırdı" demek gerekir. Bu söz de o kadar önem­li değildir. Önemli olan insanın öyle düşünmesidir. Biri biri­ne: "Efendim ne kadar muhteşem eserler meydana getirmiş­

siniz" diyerek iltifat etse karşıdaki "tevecühünüz" diyerek ki­barlık yapsa ama içinden o kişinin iltifatına aynen katılsa, gizli bir nefsaniyet içinde olmaktan kendini kurtaramamış olur.

61: (Onlar mı hayırlı ) yoksa yeryüzünü oturmaya el­verişli kılan, aralanndan (yer altından ve üstünden) nehirler akıtan, arz için sabit dağlar yaratan, iki de­niz arasına engel koyan mı? Allah 'la birlikte bir Al­lah mı var) Doğrusu onların çoğu bilmiyorlar.

Başka türlü meal edersek: "Kim yeryüzünü karar kıldı". deniyor! "Karar" kelimesi (Arapça) ocakta yanmakta olan tencereye konulan soğuksu" manasına da gelir. B��--��_şJQ­puyken dünyanın soğuması suyla sağlandı. Bu su ne eksik ne fazla miktar verildi yeryüzüne. Böylece yeryüzünde alttan ve üsten akan nehirler oluştu. Bu, tıpkı insan vücudundaki da­marlar gibi suyu canlılar için gezdirerek, bütün yeryüzünün su ihtiyacını karşılıyor. Bundan sonra "ona sabitler (ya da köklüler) kıldı" cümlesi burada "arz için sabit dağlar yaratan"

251

A N K E ll U T

şeklinde yorumlanmış oysa dağların sabit olmadığı ve yürü­düğü (hpkı bulutlar gibi) başka ayette geçiyor. Öyleyse bu sa­bit ya da köklüler her ne ise dağlar değil. Yeryüzününde sa­bit olan ateş ve topraktır. Yani mağma ve toprak. Bunu kök­lüler olarak ele alsak yine mağma çıkar ortaya. Çünkü mağ­ma tıpkı ağaç kökü gibi yeryüzüne çıkar ve kökler oluşturur. (Beş element denilen insan varlığının beş unsuru ateş, toprak, hava, su, ruh bunlardan sabit olanlar toprak ve ateştir. Bunun yeryüzüyle aynı oluşu yani dört unsurun ve yer alışının ben­zerliği şunu gösterir ki beşinci element olan ruh yeryüzünde de vardır. Arz canlıdır, bir ruhu vardır)

Ayette arz için müennes bitişik zamir kullanılmış. Sabit .. olan arz öğeleri müennestir. Yani dişi özelliktedir. Tıpkı güne­şin sabit gezegenlerin gezici, yumurtalığın sabit, spermlerin hareketli olması gibi. Hava ve su Rahman güce, ateş ve top­rak Rahim güce bağlıdır. Ayette geçen magma yani sabit ateş insan vücudundaki iliklerle benzeşir. Toprağın oluşum kay­nağı mağma olduğu gibi insanın et ve kanının oluşum kayna­ğı da iliktir. İnsanı olduğu gibi mahşere taşıyacak olan tohu­muda iliktedir.

Daha sonra iki deniz arasını ayıran (engel koyan değil) sözleri geçiyor. Burada arz ve insan benzeşmeleri geçiyor. Bir çok manaya gelen bu söz, burada insan alt ve üst beynini temsil ediyor. Dünya için okyanuslar ve insan için beyin aynı önemi taşıyor. Bulutlar denizlerden buharlaşarak dünyanın su ihtiyaç ve dengesini oluşturduğu gibi, sinir hücreleri de vücudun ihtiyacına karşılık verir. Dünyanın ve insanın düze­nini, yapı kimyasallarını aynı yaratan Allah "işte görün aynı düzeni mikrodan makroya nasıl kurmuş Allah'la birlikte Allah var mı? Başka bir irade var mı?" diyor. Kfılli ve cfız'i iradenin aynı irade olduğu söyleniyor. Maalesef insanların çoğu bunu bilmiyorlar. Kendi iradelerinin bir şey yaptığını sanarak Allah' a ortak koşmuş oluyorlar.

252

N E M L S Ü R E S i

62: (onlar mı hayırlı ) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzüne halife kılan mı? Allah'tan başka bir Tanrı mı var! Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz!

Burada meal sorunu var. Mealin daha doğrusu şöyle:

"Çaresizlikten başı sıkışana onu çağırdığında (ya da dua ettiğinde) karşılık veren ve kötülüğü kaldıran, sizi yeryü­züne halife kılan mı?"

Bu şu demektir: Allah, hiç şüphe yok ki kötülüğü, ağır yükü insanın üzerinden kaldırır. Ama ne zaman? Kişi ken­dinde hiç bir çare olmadığını idrak edip "tek yegane çare Al­lah' tandır" diyerek yalnız ona yönelip onu yardıma çağırdı­ğında ona icabet eder ve ondan sıkınhyı kaldırır. İnsan hep kaos zamanlarında iyice köşeye sıkışhğında türlü türlü çare­ler üretmeye çalışır. Bu yetersiz çabalar sonuç vermediğinde bazıları ümitsizlikle şeytanın yoluna yönelebilirler bazıları ise; "çareler tükendiyse Allah' da tükenmez, elbet onun bu­

na gücü yeter" diyebilir. İşte o zaman kendi varlığını aradan çıkarmış olur ve Allah'ın yeryüzündeki halifesi olur.

Bu "halife" kelimesi üzerinde çok durulması gereken bir konu. Ne kadar büyük bir makam, ne büyük bir lütuf! Bede­li ise sadece içten bir yakarış, tevazuya bürünmek, acziyetini görmektir. Halife olan kul Allah adına, Allah'ın yetkisiyle yeryüzünün yönetiminde rol oynayan kişi oluyor. Allah'la bir olmak insana yüceliği getiriyor. "Allah'la birlikte bir Al­

lah' mı var! Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz!" Düşününce şunu da anlarız ki bizi kurtaran her çare, Allah'ın kendisidir. Oysa biz onu falandan filandan sanırız. Öyle, gerçekten ne kadar kıt düşünüyoruz. Şunu da eklemeliyim ki bunlar ta-

253

A N K E B U T

savvuf erbabının bıkmadan usanmadan tekrarladığı düstur­lardır. Fakat maalesef Müslümanız diyenler tasavvufu dinin lüksü saymışlar, "biz Kur'an'a sünnete uyalım da tasavvufa

dalarsak içinden çıkamayız bu herkesin işi değildir" deyip tasavvufun yüzüne bile bakmadan ömür tüketmeyi marifet sanmışlar. "Çok derine dalma boğulursun! Aman çok oku­

ma, kafayı üşütürsün!" deyip de uyarmaya çalışırlar insanla­rı. İşte bu ayetler gösteriyor ki taşavvufta üzerinde durulan­lar farzdır ve tasavvuf bilmeden K��;;�ı;mn:��ez. Tasavvuf yoksa hakiki din yoktur. Din sanılan olgu, insanları iyiliğe, barışa götüreceğine çelişkilere, kavgaya götüren bir araç ola­bilir. Tabii şunu söylemek de gerekir. Yanlış bile olsa, dine da­hil olmak, dinsiz olmaktan iyidir. Fakat başkala'"ına karışıp dini empoze ederken, yanlış içindeki dindarın müdahalesi bazen insanları din namına cinayet işleyen canilere bile çevi­rebilir. Din adına kötülük, bütün kötülüklerden daha büyük­tür.

63: (Onlar mı hayırlı) yoksa karanın ve denizin ka­ranlıklannda size yolu bulduran, rahmetinin önün­de rüzgarlan müjdeci olarak gönderen mi? Allah'la birlikte Allah mı var? Allah onlann koştukları or­taklardan çok yücedir, münezzehtir.

Karanın ve denizin karanlıkları insanın Rahimi ve Rah­mani yapısının, öğretilerinin belirsizliğinden çıkaran Allah gücüne işaret ediliyor. Besmeledeki üçlü gücün kapsamını Allah, Rahman, Rahim oluşturuyor. Allah, Rahman ve Rahim gücü kapsar durumda olunca yolu bulduruyor. Yoksa bu güçler birer karanlık dehliz olur. Bu dehlizde yolu buldurma rahmetini ihsan etmeden evvel müjdeci rüzgarlar geliyor.

2 54

)

f \

l

\

N E M L S Ü R E S i

Nedir bu müjdeci rüzgôr? Rüzgar zahirde (görünürde) nasıl ki yaşam sebeplerin­

den biridir, batındaki rüzgar da öyledir. Rüzgar, havanın yer­yüzündeki dolaşımıdır. Vücutta havanın taşınması, dolaşımı, hücrelerin oksijenlenmesi, kalbin işlevidir. Bu işlev, vücudun da hayat sebeplerinden biridir. Yani olmazsa olmazlardan. Batındaki rüzgar vardır ki o da ruhun rüzgar özelliğine ka­vuşması yani görünmeyen varlığımızın zaten mevcut olan (nasıl ki hava vardır esince rüzgar olur) yapısının işleve dö­nüşmesi, harekete geçmesi, kah şekilden, dolaşan ve şekilsiz bir varlığa dönüşümü başka bir açıdan ele alınırsa kah kişili­ğin, belirsiz ve uyumlu kişiliğe dönüşmesi. Kısaca özetlersek bir insanın karanlıklarda yolunu bulacağını anlamak için onun kah kişiliğinden kurtulduğunu (kişiliksizlikten bahset­miyorum) yani kurallardan kurtulup, kendini kurallarla kı­sıtlayan biri olmaktan çıktığını, Rahmanlaşhğını (kadın ya da erkek olsun fark etmez) görmemiz, gözlemlememiz gerekir.

Rahmanlaşmakla havanın ilgisi ne? Rahmanın sembolü su değil miydi? Su nedir? Gazlardan oluşan akışkan bir madde değil mi?

Öyleyse havanın maddeleşmiş hali su, ateşin maddeleşmiş hali toprakhr. Dünya bir ateş topuydu su onu soğuttu, top­raklaşh hayat başladı.

Rahimlik kahlık, sabitlik, maddesellik, kurallar yani dün­ya, Rahmanlık elle tutulamayan, şekilsizlik değişkenlik, kuralsızlık yani latifi olmak mı? Öyleyse Rahimlik Şeytanın malzemesi olan her şey mi? Bu noktada saptıran yanlışa dönenler çok oldu. Aman

dikkat! Evet şeytanın malzemesi maddeselliktir. Bunlar da ta­mamen Rahim kaynaklıdır. Ama insanı latifi mahluklardan

255

A N K E ll U T

ayıran özellikleri de Rahim kaynaklıdır. Yani insanı insan ya­pan. Rahimi şeyleri hayattan tamamen çıkarmaya kalkmak, Rahimliğe karşı çıkmak insanı siyah güçlerin akıl hocası İb­lis' in yapısına da yaklaştırabilir. O da latifi yani zahiri, görü­nen bir mahluk değil. Rahimi şeytanlaştırmak da Rahman'ı şeytanlaştırmak da mümkün, ikisini de Allah'la bir etmek, yüceltmek mümkün.

Şu senin Rahimin aşağı olduğu konusundaki takıntından kolay kolay kurtulamıyoruz. Bir daha açıklamak zorunda ka­lıyorum. Ayetin sonunda yine aynı söz tekrarlanıyor. Al­lah'tan başka Allah mı var? Bu soruyu insan kendine çok sık sormalı aslında. Müjdeci rüzgarlar insanda başladığında, ya­ni ruhu gezici ve değişken bir hal aldığında o ruh Allah'la bir­likteliğe hazırdır. İnsanın yüceliği bundadır. Başka bir yolu mu var. Başka yol aramakla Ona ortak koşarsanız oysa Allah bunlardan daha yücedir (en yücedir) ve müezzehtir.

64: (Onlar mı hayırlı) yoksa ilk baştan yaratan, son­ra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem yerden nzıklandıran mı? Allah 'la birlikte bir Allah mı var? Deki: Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin de­lilinizi getirin.

İlk başta insanı rahimde yaratan, ona göksel ve yersel rı­zık vererek büyüten böylelikle devamlı suretle yeni yapı ve­rerek, onu değiştirerek yaratmaya devam eden Allah' tan baş­ka Allah mı var? Gökten gelen nzık Rahmani güçle Allah'ın birlikte gönderdiği rızık, insan eğer sadece bu nzıkla rızık­landırılsaydı melek olur, bu da onu Eşref-i Mahluk yapmaz­dı. Bir süre gökte meleklerle birlikte yaşayan veliler olmuş, ancak onlar tekrar yere dönmüşlerdir. Yerden gelen rızık, top­rağın insanca sunduğu, bitkisel, hayvansal, madensel v.s. ya-

256

N E M L S Ü R E S i

pıdaki bütün nzıklardır. Ancak bu rızıklarla birlikte insana bazı kimyasallar katılır. Bunlar insanın savaşması gereken ne­fis denilen olgunun bir bölümüne sebep olur. Üstelik yer ver­diği rızkı daha sonra insandan geri alır. Ne verdiyse hepsini, oysa gökten gelen rızık geri alınmaz. İnsan sadece gökten ge­len rızka odaklanırsa melekleşir, yerden gelen rızka odakla­nırsa ateş rahim denilen, siyah güçle bütünleşir. İkiside insa­nın yapısına aykırıdır. Önemli olan dengeyi bulmak hem yer­den, hem gökten beslenmek.

Bütün manevi rızıklar gökten geliyorsa, insandan insana geçen manevi rızık nasıl oluyor? İnsanların çok azı yerde dolaşan gök kapıları gibidir.

Bunlar farkında olsun olmasın göğe açılan rahmet kapıları gi­bidir. Bunların giriş yeri ise gözleridir. Bu rahmet yüklü naza­ra uğrayanlar, bir anda o kapıdan içeri giriverirler. Bu ancak yoğun sevgiyle, bütünleşmeyle gerçekleşir. "Zevk-i manevi" diye adlandırılan bir duygu rüzgarına kapılıp gider bir süre bu kişi, sonra gerektiği için geri döner.

Birbirlerinin yapısını tam anlayarak bütünleşen eşler de bu kapıya yaklaşabilir hatta geçer fakat yol gösteren aydınlı­ğı bulmaları şarttır. Sonuçta bütün bu manevi rızıklar gökten gelir. İnsanların çektiği acılar, ahlar da göğe yükseldiğinden göksel rızkın önüne bir set oluşturur. Bu ahları hafifletmek bütün insanların farzıdır, şartıdır. Bundan bütün insanlar so­rumludur. Zulmü azaltmak gerekir. İsmi üstünde zulüm ka­ranlıktır. Yolu bulmak için zulüm karanlığını açmak gerekir. Bu da iyi niyetlerin beyaz enerjisi, dünyayı kapsayan rahma­ni güçtür.

257

A N K E B U T

"Orgazm yani seksteki zevk, şeytandandır" diye bir düşünce satanistler kanalıyla yayılmaya çalışılıyor. Buna inanan iyi niyetli kişi kendini mümkün olduğu kadar bundan çekmek, azaltmak tarafına gidebiliyor. Bu zevk gökten mi yoksa şeytandan mı? ,Hiçbir zevk şeytandan değildir. Bu şeytanın yalanıdır.

Kötülük yapıp zevk aldığını sananlar gerçekte kendilerini kandırırlar. Bu zevk değildir. Bir yiyecekten aldığın tat bile asla şeytani değildir. Şeytanın hi'i�.�

ı:. �()!1Uçl� !Jiı;y�tk!s.i rok­tur ki şeytandan gelsin. Şeytan ancak güzellikleri çirkin g()!'; tererek, aldatarak şeytanlaştırır. Aldığın her zevk J\llah'ın lut­fudur. Yasaklananları yapbktan sonra aldığın zevk değil öğ­retiden oluşan aldatmacadır. Alkollü içkinin tadı güzel değil­dir. İçen kişiye onun çok lezzetli olduğu öğretilince ona güzel gibi gelir. Tıpkı ipnotik transtaki birinin biberi salatalık niye­tine yiyip tat alması gibi.

Neyse başa dönelim, yer, verdiği rızkı tekrar geri alır. Bu­na ölüm denir. Ölmeden evvel gökten rızıklanmayan kişi ölüm sonrası aç kalır, açık kalır, azaptadır. Maddenin insana zevk vereceğini umarak hipnozlananlar, yani uyuyanlar, dünyanın kendisine verdiklerini geri almasıyla uyanırlar. Uyandıkları ortam, onları delirtmeye yetecek kadar fecidir. Ayetin sonunda "Allah'la birlikte bir Allah mı var? Siz

maddeye inanıyorsunuz madde her şeydir diyorsanız bunu

ispatlayın" delilinizi getirin. Öldüğünüzde dünya yok olu­yor hani ispabnız? O sanki bir sabun köpüğü gibi yok oldu gitti.

65: Deki: Göklerde ve yerde, Allah 'tan başka kimse gaybi bilmez. Ve onlar ne zaman diri itileceklerini de bilmezler.

Bu kendini bilmezlere deki: Allah'la bir olmayan hiçbir

258

1

1

) t i

\

N E M L S Ü R E S İ

şey, gözle görüp dokunmadıklarını bilemez: (Ben Müslüman oldum diyenler sadece lafta kalanlar da bilmez) işte bu bilme­yenler kabirlerinde bir belirsizlik kaybolmuşlukla baş başa kalırlar. Tekrar dirilteceklerini de bilemiyorlar.

66: Hayır, onların ahiret hakkındaki bilgileri yeter­siz kalmıştır. Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da ötesinde, onlar ahiretten yana kördürler.

Onlar ahiret, başkalaşım yeri hakkında yetersiz bilgiye sahiptirler. Bir kısmı daha kötü durumda olup bu konuda şüphe içindedirler. Bir kısmı bunun da ötesinde ahireti hiç görmez, bilmez körlerdir. Ahiret, hakkında yeterli bilgi kitap­lardan okuyarak, kulaktan kulağa duyarak öğrenilen bilgiler­den değildir. Ancak hissedilerek, yaşayarak, ölmeden evvel ölerek öğrenilir. Sadece yerden gelen rızıklara yönelenler, gökten gelen rızıktan nasiplenemezler. Veya bu rızıkla bilgi­lerini arttıramazlar. Göksel rızSkı, ahiret bilgilerini çoğaltmak için kullanmayanlar ölüm sonrası şaşkınlıkta kalırlar.

67: İnkarcılar dediler ki: sahi biz ve atalanmız, top­rak olduktan sonra gerçekten çıkanlacak mıyız?

68: Andolsun ki, bu tehdit bize yapıldığı gibi daha önce atalanmıza da yapılmıştır. Bu öncekilerin ma­sallarından başka bir şey değildir.

Onlar kabirde "sahi biz tekrar dirilip buradan çıkacak

mıyız?" diye soruyorlar. Genetik yapılarından aktarılan ata­sal bilgiye göre böyle bir şey var olduğunu düşünüyorlar. Fa­kat bunun gerçek bilgi mi yoksa masal mı olduğunu ayırd edemiyor "bunlar öncekilerin masallarıdır" diyorlar. Çünkü

259

A N K E B U T

onlar hayatlarında ölüm sonrasıyla ilgilenmediler, başkalaşı­mı düşünmediler. Maddeye olan bağlılıkları onları kör etti, uyuttu. Bu körlük ölüm sonrasında da devam ediyor, öldük­ten sonra insanın kavuşacağı serbestliğe, adeta hapisten kur­tuluşa inanamadıkları için kabirde de hapislikleri devam edi­yor.

69: De ki: Yeryüzünde gezin de, suçluların akıbeti nice oldu, görün!

Burada bahsedilen akıbet ölüm sırası veya ölüm değil. "yeryüzünde gezin, görün" dendiğine göre onların hayatları sırasında uğradıkları korkunç akıbettir. Evet bazı azgın ka­vimlerin helak olup ardında bıraktığı kalıntılara bakıp ibret alın" manasına gelebilir. Asıl anlatılan, insanların yaratılışı dışına çıktığında arıza yapanlarıdır. Bu arıza onları deliler sı­nıfına sokar. Bu delilik öyle bir illettir ki artık mutluluk ve hu­zuru yakalayamazlar. Kurtulamayacaklarına inanıp (Halbuki her an kurtuluş mümkündür) bulundukları duruma başkala­rını da düşürmek isteyen zararlı deliler, çektikleri ısdırabı gösteremezler. Gerçeklikleri kaybolmuş, hisleri korkuda yok olmuş, yeryüzünde saçma sapan işler, çeşitli tuzaklarla meş­gul olurlar.

70: Onların yüzünden tasalanma, kurmakta olduk­ları tuzaklardan ötürü sıkıntı duyma.

71: Eğer doğru sözlü iseniz bu tehtid ne zaman ger­çekleşecek derler.

72: Deki: Çabucak gelmesini istediğiniz şeyin bir kısmı herhalde yakında başınıza gelecektir.

260

'

)

1 � 1

1 '

)

\

N E M L S Ü R E S i

Hidayete ermiş kullar bu zavallıları uyarmak için adeta kendilerini harab ederler. Üzülür, sıkılır, defalarca anlatır fa­kat pek çoğuna anlatamazlar. Bu yüzden üzülüp sıkılma, baş­kalarını tuzaklarına düşürecekler diye kaygılanma deniyor. Ne kadar "şunu yaparsan sonunda şöyle olur" diye nasihat edilse de onlar alay edercesine "ne zaman gelecek bu tehdit,

bu azab" diyerek lakayt bir tavır takınırlar. "Atın ölümü ar­

padan olsun", "adam sende" derler, kul hakkı yersen sonun felaket olur desen onlar: "devletin malı deniz yemeyen do­

muz" derler, buna benzer sözlerle, sözü söyleyene başka bir alternatif bırakmayacak şekilde sustururlar. Bu gibileri için kendini fazla harab etme deniyor. Sadece şunu de: "O çok is­

tediğiniz azabın bir kısmı yaşlanmanızla başınıza gelecek.

Çok sevdiğiniz dünyanın gücünüzden, teninizden aldıkla­

rını görerek bunu fark edeceksiniz, yaşlılık size çok ağır

gelecek."

73. Şüphesiz Rabbin insanlara karşı fazl sahibidir, fakat insanların çoğu şükretmezler.

74. Rabbin elbette onların kalplerinin gizledikleri de, açığa vurduklarını da bilir.

Rab, insanlar üzerine fazl gönderir. Fazilet onlara Allah tarafından mütemadiyen ikram edilir. Maalesef pek çoğu şükretmediği için bu faziletten nasibini alamaz. Hatta onu reddetmiş olur. İnsan her geçen gün hatta her an biraz daha fazilete kavuşamıyorsa "ben şükrediyorum ama maddi, ma­

nevi yücelme olmuyor" diyerek Allah'ın lütfundan şüpheye girmemeli, bunun sebebini kendinde bulmalı. Dil ne kadar güzel söylerse söylesin, insan ne kadar iyi davranışlar sergi­lerse sergilesin kalbindekini Allah bilir. Bu lütuf bu fazilet

261

A N K E B U T

kalbe göre verilir. Kısacası şükür, hissedilerek yapılmayınca insan yücelemeyecektir.

75. Gökte ve yerde göze görünmeyen (gayb yani giz­li) olan hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta bu­lunmasın.

Allah'tan hoşnut olan, kötülüklerden arınmış kalp yani hisler, Allah'ın fazlı keremiyle zaten insanda mevcut olan o apaçık kitabı önüne açacak, gökte ve yerde bilinmeyen her şeyi o kulun önüne serecektir. Tabii' ki bu kitabı okumaya in­sanın ömrü yetmez. Muhyiddin Arabi gibi dokuz kişi olup kitap yazsan da yazmaya ömrün yetmeyecektir. Ölüm sonra­sı bu ilim devam eder, mahşerde meleklerden daha yüce ola­rak kalkar insan.

76. Doğrusu bu Kur'an, İsrailoğullarına, hakkında ihtilaf edegeldikleri şeylerin pek çoğunu anlatmak­tadır.

77. Ve o müminler için gerçekten bir hidayet rehberi ve rahmettir.

İnsanda apaçık yazılı kitabın özü olan Kur' an Yahudiler tarafından incelenmekte, onların çözümleyemediği pek çok konuyu çözmelerini sağlamaktadır. Böylece onlar dünya üze­rinde az sayılarına rağmen, çok söz sahibi, başarıda en ileri, yönetmekte çok bilgili bir millet oldular. Müslümanlar ise Kur'an'ı o yolda kullanmıyorlar, Kur'an, müminler için hida­yet rehberi (Allah'ı bulmada) ve bundan dolayı bir rahmettir. İnsanları sömürmek için Kur'an'ı asla kullanmazlar.

262

I ı r t '

r

N E M L S Ü R E S i

78: Rabbin şüphesiz, onlar arasında hükmünü vere­cektir. O mutlak galiptir, her şeyi bilendir.

Yahudiler öyle yapıyor ama Rabbin bu iki zümrenin hük­münü verecektir. Bu hükmün gelecekte onların yani Yahudi­lerin başlarına gelecek büyük bir ceza olması ve aynı zaman­da ahirette uğrayacakları azap olması gerekir.

79: O halde sen Allah'a güvenip dayan. Çünkü sen apaçık hakikat üzeresin.

80: Bil ki sen ölülere işittiremezsin, arkalarına dö­nüp giderlerken sağırlara da daveti duyuramazsın.

81: Sen körleri sapıklıklarından çevirip doğru yola getiremezsin. Ancak ayetlerimize inanıp da teslim alanlara duyurabilirsin.

Sen eğer Kur'an'ı kendin ve başkaları için bir hidayet rehberi olan rahmet olarak görüyorsan, apaçık hakikat üzere­sin. Bunun dışında hareket edenlerin birer ölü, sağır ya da kör olduğunu anla. Onlar ruhen sakat ya da hayatı anlama­dıklarından ölüdürler. Bu hakikati ancak gönderilen işaretle­re, ispatlara, mucizelere, kerametlere v.s. inanıp (inanmak yetmiyor) inancına teslim olanlara duyurabilirsin. Hani sure­nin başlagıcında bir ormanda kaybolan bir hidayet rehberini bulan, başkalarını da buna inandırmak isteyen kuldan bah­setmiştik, bütün sure o kula anlatılıyor aslında. Ona seslenili­yor, teselli ediliyor. Bu Müslümanların dünya üzerinde olan bunca zülum, tuzak, günah içinde yaşayıp yürekleri yandı­ğında teselli sözleridir.

263

A N K E P. U T

82: O söz vuku bulduğu zaman, onlara yerden bir dabbe çıkarınz da bu onlara insanların ayetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyle.

83: O gün her ümmet içinden ayetlerimizi yalan sa­yanlardan bir cemaat toplarız da onlar toplu olarak sevkedilirler.

84: Nihayet geldikleri zaman Allah buyurur: "Siz be­nim ayet/erimi, ne olduğunu kavramadan yalan say­dınız öyle mi? Değilse yaptığınız neydi?"

85: Yaptıkları haksızlıktan ötürü, o söz gerçekleş­miştir, artık onlar konuşamazlar.

86: Dinlesinler diye geceyi sükun için ve çalışsınlar diye gündüzü görünür kıldığımızı görmediler mi? İman eden bir kavim için elbette bunda bir çok ibret­ler vardır.

Gecenin karanlığın�, gündüzün aydınlığını bile düşün­meyenler, yani "gece niye karanlık, gündüz niye aydınlık?" demeyenler, iman eden kavime dahil olamazlar. Bu kadar ba­sit bir şeyin bile sebebini düşünmek için kafa yormayanlar gerçek imana nasıl kavuşur. Bilmediği şeye insan nasıl iman edebilir ki? 2 yaşında bir çocuğa " Allah'a, peygamberlerine,

kitaplarına meleklerine, ahiret gücüne iman et bakayım"

deseniz o çocuk da "tamam iman ettim" dese bu iman gerçek iman mıdır? Öyleyse insan düşünüyorsa inanç sahibidir. "El­

hamdülillah Müslüman'ım" diyen birine "sen inançsızsın"

deseniz elbette kabul etmez.

264

N E M L S Ü R E S i

İman için evrenin dilini öğrenmek şarttır. Gecenin din­lenmek için, gündüzün görünenleri yapmak için meydana getirildiğinde birçok ibret vardır deniyor

1. İbret: Vücut gündüz yorulur, gecenin sükunuyla insan uyur, dinlenir, hücreler gece yenilenir. İnsan tazenele­rek uyanır.

2. � Gündüz "mubsiran" denilen görünen yani üst beyinsel faaliyetler gerçekleştirilir, gece alt beyin çalı­şıyor. Öyle ya üst beyin bütün gün kullanıyoruz, gece uykumuzdaki rüyalar olmasa altbeynin hiç çalışacağı yok.

3. İbret: İnsanın maneviyatında bazen sükün olur bazen görünen başarılar elde edilir. İnsan bazen maneviyatı­nın geliştiğini görür sevinir bazen de tamamen dura­ğan bir hal alır, buna tasavvufta "kabz hali" denir. Ve­layet yolundaki kişi bu kabz hali sırasında kendi aczi­yetine daha vakıf olur. Rabbinin yüceliğini, kendinin acizliğini daha iyi anlar. Sonra açılır, gök rızkı gelmeye başlar. Yani maneviyat akımı.

87: Sur' a üfürüldüğü gün Allah 'ın diledikleri müstes­na göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete kapılır. Hepsi boyunları bükük olarak O'na gelirler.

İsrafil adlı meleğin hayatı sura üfürerek başlattığı ve son­ra üfürerek bitireceği bilinir. Rahimdeki cenine de ruh üfürü­lür, sperm hücresi olan nutfe bir kişi olur. Yaşasa da yaşama­sa da o bir kişidir. Bunlar hep üfürme diye adlandırılan ya da teşbih edilen olaylar. Hz. İsa'nın diğer insanlardan farklı ola­rak Cebrail tarafından üfürülen bir ruh olması, onun Ruh-ul

265

A N K E B U T

Kudüs olmasına neden olmuştur. Ruh kelimesi Arapçadır "rih" yani rüzgarla aynı köke sahiptir. Bunun bir tesadüf ol­duğunu sanmıyorum. Ruh da rüzgar gibi hareket eden şekil­siz, nevisiz fakat varlığını hissettirebilen bir yapıda olması (fazla ileri gidilemeyecek konulardan olduğundan anlatıla­maz niteliktedir. ) muhtemeldir. Yerin, göklerin çekirdeği, in­san vücudunun ve yapısının da yerin çekirdeği olduğunu söyleyebilirim. Bütün gök katmanlarının ve arzın yok olması, daha doğrusu başka boyuta ve şekle geçişi olan kıyametin kopuşunun sura üfürülmekle başlayacağını biliyoruz.

Bu süreç zaman mefhumunun gerekleri olan güneş, ge­zegenler vs. birbirine girmesi sebebiyle her ruh için başka bir süre zarfında olup bitecek. Bazı ruhlara bu milyonlarca yıl uzunlukta bile gelebilir. Pek çoğuna dehşet verecek, çok azı­na hayret ve hayranlık duygusu verecek, işte onlar Allah'ın "korkmazlar ve mahzun olmazlar" diye vasıflandırdığı en­der kişilerdir. Bu geçiş yani kıyamet, (kıyamet kelimesinin kökü kıyam, yani dikiliş, ayağa kalkıştır) göklerde olan ve dehşet duygusuna kapılan yerde yaşayanlaradan başka var­lıklara da kopacak. (Bu varlıkların melek olduğunu· sanmıyo­rum. Melekler, günaha ve nefse sahip olmadıklarından deh­şet hissetmezler.( Bu varlıklar, bizim uzaylı diye adlandırdı­ğımız gök ehlidir. Onların nefsi vardır ancak İblis onlarla biz­zat uğraşmadığından suçlan insanlara göre daha değişiktir. Onlar birbirilerini öldürecek kadar ileri gitmez mesela. Kibi­re bencilliğe kapılır, hileye başvurabilirler ancak "Yeryüzünü

kana bulayacak" diye meleklerin şikayet ettiği tür, yerde ya­şayan Ademoğullarıdır. Sur hadisesi evren için olduğu gibi insan için de geçerlidir. Tıpkı kainat gibi üfürülmeyle başla­yan insan hayatı üfürülmeyle son bulur. Azrail de o ruhu tes­lim alır.

İslam' d�.��s.an nefes denilen son an, çok önemlidir. İnsan _ __.. -··-" - ··---

266

( I { 1 t

ı

ı \

N E M L S Ü R E S İ

o an hissettikleriyle kabir hayatını sürdürür. İnsanın sur'u ya -aa kairiatin.stii'u, ancak Allah'ın dilediklerine müstesna deh­şet veren bir hadisedir. Bunu korkuyla değil de güzel duygu­larla yaşamak mümkün olduğuna göre, insanın buna kendi­ni alıştırması, benimsemesi için bunlar bildirilmiş.

88: Sen dağları görürsün de, onları yerinde durur sa­nırsın. Oysa onlar bulutların yürümesi gibi yürü­mektedirler. (Bu) her şeyi sapa sağlam yapan Al­lah'ın sanatıdır.

Her şey bir sona doğru hareket eder. Yerinde durduğunu sandığın dağlar bile yerkabuğunun yürümesiyle yürümekte­dir. Hepsi kar tanesi gibi olan fakat ömür süreleri farklı olan kainat nesnelerini sağlam sanmak bir yanılgı. Şüphesiz yap­tıklarınızdan tamamıyla haberdardır. Bu yanılgıya düşmeni­zin sebebi Allah'ın bu kainat sahnesini yapışındaki sanatın­dandır. İnsan "peki öyleyse bu serap niye, bu sahte sahne­

ler niye kurulmuş" geçmişimizi, geleceğimizi, bilen Allah bi­zi niye burada sahneliyor?" diyebilir.

89: Kim iyilikle (ilahi huzura) gelirse, ona daha iyi­si verilir. Ve onlar o gün korkudan emin kalırlar.

90: (Rablerinin huzuruna) kötülükle gelen kimseler ise yüzükoyun cehenneme atılır. (onlara) "Ancak yaptıklarınızın karşılığını görmektesiniz!" denir.

Bu sahne iyilikle gelenlere daha iyisi verilsin ve bütün korkularından kurtulsunlar diye oynatılıyor. Kötülükle ge­lenler ise korkularından ancak hepsini birden çok yoğun ya­şayarak kurtulabileceklerinden cehenneme atılırlar. Korku

267

A N K E B U T

Allah'ın en sevmediği duygu, bu yüzden gazaba uğrarlar. Bu azabın sebebini sorsalar "yaptıklarınızın karşılığını gör­

mektesiniz" cevabını alırlar. Kendilerinde zaten var olan aza­bın ve çirkinliklerin somut halini yani. (Dağların yürümesi sembolünde insanın kişiliğinin hiç hissedilmeden değiştiğini de ifade eder. Arzın şeklini oluşturan dağlar, insanın şeklini oluşturan da kişiliktir. Şeklini diyorum çünkü bebekler birbi­rine benzer, insan büyüdükçe şekli farklı bir hal alır, gençlik çağı geçince yüzündeki masumiyet yerini olgun ve müşfik bir ifadeye ya da tuttuğunu parçalamaya hazır vahşi bir hay­vanın ifadesine bürünebilir. Bu farklılaşma tıpkı dağların yü­rümesi gibi hissedilmeden olmaktadır. Buradan şunu da an­lıyoruz ki kutup noktalarının değişmesinin sebebi arzın ka­buğunun yürümesidir.)

91- 92: (De ki: ) Ben ancak, bu şehrin Rabbine -ki o burayı dokunulmaz kılmıştır- kulluk etmekle emro­lundum. Her şey de zaten O'na aittir. Bana Müslü­manlardan olmam ve Kur'an okumam emredildi. Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gel­miş olur; kim de saparsa ona deki: Ben sadece uyarı­cılardanım.

İster bu dünyadaki hayatında ister diğer hayatında Resu­lullah' a büyük bir sevgiyle bağlılık ifade eden kişi, onun şeh­rine yani gönlüne girmeyi başarır. "Ben ilmin şehriyim Ali

kapısıdır" diyen Resulullah bize kapıyı da göstermiş ama kim dinliyor ki. O şehre girmek için Hz. Ali'yi ve sülbünden gelen büyük imamları sevmek gerekir. Öyle ya pencereden, bacadan v.s. bir eve girmek mümkün olsa da kapısından gir­mek gerekir. "Her şey o şehredir" diyor ayette bütün bu sah­ne o şehre aittir.

268

1

,

ı '

I

N E M L S Ü R E S i

93: Ve şöyle de: "Hamd Allah'a mahsustur o ayetle­rini size gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksı­nız. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.

Bütün nimetler için teşekkür Allah'a yapılmalıdır. Ona verdiklerini yargılamadan, razı olarak teşekkür etmek gere­kir. Bütün bu evren ve zaman zarfında Allah, ayetlerini size gösterecek siz de onları görüp tanıyacaksınız. Demek ki kai­nat sahnesi "emin şehire" girebilecek kullar oluşsun diye ve Kur'an'daki ayetler açıklığa kavuşsun diye oluşturulmuş. Ayetlerin tamamı anlaşılmadan kıyamet kopmayacakhr. Bü­tün olanları en ince ayrıntısına kadar bilip kayda alan Allah, her olanı biteni bilir"

EKLEME VE ÖZET

Hz. Musa gibi tövbe eden kişi Hz. Süleyman'ın ordusu­na yani tevhit ordusuna dahil olabilir. Hz. Süleyman'ın Hüdhüd kuşu gibi gönlünü dolaşhrır, eşini bulur. Bulduğu eşi ararken gönlünü mesuliyetten uzaklaştığını düşünüp Hz. Süleyman'ın Hüdhüd e kızması gibi gönlüne kızar. Oysa gönlü ona bilmediği hisleri tanıtan bir habercidir' ve ona her şeyden verilen yani kendisi gibi olan kadını tanıtacaktır. Sü­leyman kelimesi "selim ve eman" kelimelerinin birleşimin­den oluşur diyor İbn-i Arabi. Demekki eril güç yani rahmani güç selamet getirici ve emin olunan kişi olmalıdır. Belkıs'ı yo­la getirmek, gerçek imana erdirmek için Hz. Süleyman'ın yapması gerekenler vardır.

Ona önce mektup gönderir, sevgiyi, aşkı anlahr. Ama ka-

269

A N K E B U T

dm bu aşkın kendisine zarar verebileceğini düşünüp ondan kurtulmanın yolunu aramaya başlar. Aklına, mantığına danı­şır fakat çıkar yol bulamaz. Ehline, halkına olan mesuliyet hissi onları kurtarmak için bu kişiyle görüşmesini mecbur kıl­maktadır. Bu, görüşmeden çok kraliçeliğini terk edip, karşı koyamadığı güce teslim olduğunu bildirmesi, zararından emin olmak için söz almaya uğraşmasıdır.

Kadınlar erkekten güvence isterler. Kadının teslim olma­sı karşısında iyi erkek (rahman güç) ona tahtının şeklini de­ğiştirerek iade eder. Kadının Rahman güce tabii olmamasının sebebi o tahttı zaten. Onu bırakmasıyla, hidayete ermesi bir olmuştur. Hz. Süleyman komutan, Belkıs ise melike. "Ben de

güç sahibiyim sen komutansan ben de kraliçeyim" diyen tabii olmayan kadın yanlışlıktan kurtulamaz. Erkeğe tabilik onun kuşatan ve zarar vermeyen su misali sevgisindedir. İyi erkek der ki: Sen kraliçeliğini bırakmak zorunda değilsin. Ben seni olduğun gibi seviyorum. Senin tahtın senin olsun, yalnız onun şeklini değiştirdim. Böylece o zararsız olacak. Ben seni tahtınla birlikte köşküme davet ediyorum. Bu köşk senin sandığın gibi seni boğacak değildir. Aksine kendini gü­vende ve selamette hissedeceğin şeffaf yani içi bilinen saflık­ta bir billur zemindir.

Köşk erkeğin gönlündeki yeri temsil ediyor. Ama erkek kadının "hediye" tuzağına düşmemelidir. Belkıs'ın: "Muhak­

kak ben bir mürsileyim (alınan mesaja cevap vermek duru­

munda kalan dişi kişi), bir hediye gönderip onlara (ne ya­

pacaklarına) bakacağım." demesi Belkıs'ın Rahman güçden kurtulmak için hileye yönelmesini anlatır. Bu hile, "hediye" olarak geçiyor. Hediye ise yola koyulmuş hediye, bir anlamı da damada gönderilmek üzere yola koyulmuş gelindir. Bu gelin sembolde Belkıs'ın yani kadının, erkeği ele geçirmek için onun güvencesi ve hükmü altına girmeden bedeniyle

270

N E M L S lJ R E S I

onu etkilemeye ve onun rahmanlığından tavizler koparmaya işaret eder.

Bunu yaparsa eril gücün hükmünden kurtulur, onu ken­di kurallarına alıştırır. Bu demektir ki halkı gibi güneşe yani rahim güce tapar hale getirecek Süleyman'ı. Çünkü O Rah­man eril güçden korkmaktadır. Onun davetini almışsa, artık Onu kalbinden aklından çıkaramıyorsa, Onu kendi hükmüne sokmalıdır. Oysa onun davetine tabiyetle icabet ederse hük­mü altında incinmekten korkar. Kadının bütün bu hileli çaba­larının altında yine korku vardır. Süleyman, yani erkek ger­çekten de selim ve emin olunan bir kişilik ise, onun dediği gi­bi "Siz bana bir mal ile mi destek veriyorsunuz? Allah'ın

bana verdiği, size verdiğinden daha kıymetlidir. Sizin he­

diyenizle ancak siz ferahlanırsınız."der. Ayette geçen "mal" kelimesi bizim kullandığımızdan başka "meyil edilen şey" anlamındadır, yani saptıran şey, sapmaya yol açan şey. O böylelikle meyi yani sapmadan kurtulur. Bütün bu anlatılan­lardan, erkeğin bir kadını ömür boyu kapsamı, koruyuculu­ğu ve hükmü altına alma teklifine karşılık kadının bedeniyle onu amacından saptırmak için çabası olabileceği anlaşılıyor.

İşte bu noktada erkeğin kesin kararından dönmemesi ge­rektiği, bunun sonucunda da onun tahtını yani rahim gücü­nü o gelmeden önce getirtebileceği anlaşılıyor. Erkeğin karar­lı ve bilgili olması, o geldiğinde ise dürüstlüğü, müşfikliğiyle onu etkilemesi gerekiyor. Surenin sonrasında erkeklerin yap­ması gerekenler anlatılıyor. Salih kişi olmak için nasıl davra­nılacağı anlatılıyor. Eğer iyi bir eş edindiysen Salih kişi olabi­lecek duruma geldiysen etrafındakilere sorumlusun demek­tir. Fakat bu durumda dışlanacak, belki de horlanıp hakarete uğrayacaksın. Çünkü insanlara barışı ve adaleti sunarsan ço­ğundan düşmanca tavır görürsün. Yani "doğru söyleyeni do­

kuz köyden kovarlar''. Kendi uğursuzluklarını üstüne atma-

271

A N K E B U T

ya kalkarlar. Ama yine de doğrudan vazgeçmemelisin. Ka­dınları bırakıp birbirleriyle ilgilenen erkeklerden bahsedili­yor. Kadını eve bırakıp orda burada vakit geçirmeyin onu yalnız, şefkatsiz bırakmayın mesajı veriliyor. Maazallah bir de bu biseksüellik boyutundaysa o zaman helakdan bahsedi­liyor. Bu helak büyük bir doğal felaket gibi değil ailenin hela­kıdır, toplumun dejenerasyonudur.

272

R A ' D S Ü R E S

-'

RA'D SÜRESİ ( D i y a n e t Ç e v i r i s i )

1 . Elif Lam Mim Ra. İşte bunlar Kitabın ayetleridir. Sana Rabbin­den indirilen gerçektir, fakat insanların çoğu inanmazlar.

2. Allah, gökleri gördüğünüz herhangi bir direk olmadan yük­selten, sonra Arş'a kurulan, güneşi ve ayı buyruğu altına alan­dır. Bunların hepsi bell i bir zamana kadar akıp gitmektedir. O, her işi (hakkıyla) düzenler, yürütür, ayetleri ayrı ayrı açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız.

3. O, yeri yayıp döşeyen, orada dağlar; nehirler meydana geti­ren, orada her türlü meyveden (erkeklidişili) iki eş yaratan­dır. O geceyi gündüze bürüyor. Şüphesiz bunlarda, düşünen bir kavim için (Allah'ın varlığını gösteren) delil ler vardır.

4. Yeryüzünde birbirine komşu kara parçaları, üzüm bağları, ekinler; bir kökten çıkan çok gövdeli ve tek gövdeli hurma ağaçları vardır ki hepsi aynı su ile sulanır. Ama biz ürünleri konusunda bir kısmını bir kısmına üstün kılıyoruz. Şüphesiz bunda akl ını kullanan bir kavim için (Allah'ın varlığını göste­ren) deliller vardır.

5. Eğer şaşacaksan, asıl şaşılacak olan onların, "Biz toprak olun­ca yeniden mi yaratı lacakmışız�" demeleridir. İşte bunlar Rablerini inkar edenlerdir. İşte onlar boyunlarına demir hal­kalar vurulanlardır ve i şte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.

275

A N K E B U T

6. Bir de senden, iyilikten önce kötülüğün acele gelmesini isti­yorlar. Oysa onlardan önce ibret alınacak birçok azap gel ip geçmiştir. Şüphesiz Rabbin, insanların zulümlerine rağmen bağışlama sahibidir. Bununla beraber Rabbinin azabı pek şid­detlidir.

7. İnkar edenler, "Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!" diyorlar. Sen ancak bir u'yarıcısın. Her kavim için de bir yol gösteren vardır.

8. Allah, her dişinin neye gebe olduğunu, rah imlerin artırdığı şe­yi ve eksilttiği şeyi bil ir. Her şey onun katında bir ölçü i ledir.

9. O, gaybı da, görülen alemi de bilendir. Çok büyüktür, çok yü­cedir.

1 O. (O'na göre) içiniz'den sözü gizleyen ile açığa vuran, geceleyin gizlenenle gündüz ortaya çıkan eşittir.

1 1 . İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Al­lah'ın emriyle onu korurlar. Şüphesiz ki, bir kavim kendi du­rumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştir­mez. Allah, b ir kavme kötülük di ledi mi, artık o geri çevrile­mez. Onlar için Allah'tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.

1 2. O, korku ve ümit vermek için size şimşeği gösterendir, yağ­mur yüklü bulutları meydana getirendir.

1 3. Gök gürlemesi O'na hamd ederek tespih eder. Melekler de O'nun korkusundan tespih ederler. O yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar: Onlar ise Allah hakkında müca­dele ediyorlar. Halbuki O, azabı çok şiddetli olandır.

1 4. Gerçek dua ancak O'nadır. O'ndan başka yalvardıkları ise onların isteklerine ancak, ağzına u laşmayacağı halde, ulaşsın diye avuçlarını suya uzatan kimsenin isteğine suyun cevap verdiği kadar cevap verirler. Kafirlerin duası daima boşa çı­kar.

1 5. Göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez kendileri de göl­geleri de sabah akşam Allah'a boyun eğer:

276

R A ' D S Ü R E S İ

1 6. De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" "Allah'tır" de. De ki, "O'nu bırakıp da kendilerine (bile) b ir faydası ve zararı ol­mayan dostlar (mabutlar) mı edindiniz?" De ki, "Kör i le gö­ren bir olur mu? Ya da karanlıklarla aydınlık bir olur mu? Yok­sa Allah'a, O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma ile Allah'ın yaratması onlara göre birbirine mi benzedi?" De ki: "Her şeyin yaratıcısı Allah'tır. O, birdir, mut­lak hakimiyet sahibidir.''

1 7. O, gökten su indirdi de dereler kendi ölçülerince dolup aktı ve sel üste çıkan köpüğü aldı götürdü. Süs eşyası veya yarar­lan ılacak bir şey elde etmek için ateşte erittikleri şeylerden de böyle köpük olur. İşte Allah. hak ile batıla böyle misal ge­tirir. Köpüğe gelince sönüp gider. İnsanlara yararlı olan ise yerde kal ı r. İşte Allah böyle misaller verir.

1 8. Rablerinin emrine uyanlar için mükafatın en güzeli vardır. Ona uymayanlar ise, yeryüzünde olan her şey ve onun yanın­da bir katı daha kendi lerinin olsa, kurtulmak için hepsini kur­tuluş fidyesi olarak verirlerdi. İşte hesabın kötüsü bunlar içindir. Varacakları yer de cehennemdir. O ne kötü yataktır!

1 9. Rabbinden sana indiri lenin gerçek olduğunu bilen kimse, (onu bilemeyen) kör gibi olur mu? (Bunu) ancak akıl sahip­leri anlar.

20. Onlar, Allah'a verdikleri sözü yerine getiren ve sözleşmeyi bozmayanlardır.

2 1 . Onlar, Allah'ın riayet edilmesini emrettiği haklara riayet eden, Rablerine saygı besleyen ve kötü hesaptan korkanlar­dır.

22. Onlar, Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dos­doğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldı­ranlardır. İştE bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu vardır.

23. Bu sonuç da Adn cennetleridir. Atalarından, eşlerinden ve

- 277

A N K E B U T

çocuklarından iyi olanlarla beraber oraya girerler. Melekler de her bir kapıdan yanlarına girerler (ve şöyle derler):

24. "Sabretmenize karşılık selaİTi_sizlere. Dünya yurdunun sonu­cu (olan cennet) ne güzeldir!"

25. Allah'a verdikleri sözü, pekiştiri lmesinden sonra bozanlar;Al­lah'ın korunmasını emrettiği şeyleri (akrabal ık bağlarını) ko­paranlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya; işte linet on­lara, yurdun kötüsü (cehennem) de onlaradır.

26. Allah rızkı di lediğine bol verir, (di lediğine de) kısar. Onlar ise dünya hayatı ile sevinmektedirler. Halbuki dünya hayatı, ahi­retin yanında çok az bir yararlanmadan ibarettir.

27. İnkar edenler diyorlar ki: "Ona (Muhammed'e) Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!" De ki: "Şüphesiz Allah di lediğini saptırır, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir."

28. Onlar, inananlar ve kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşan­lardır. Bil iniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.

29. inanan ve salih amel işleyenler için, mutluluk ve güzel bir dö­nüş yeri vardır.

30. (Ey Muhammed!) Böylece seni, kendilerinden önce nice üm­metlerin geçmiş olduğu bir ümmete gönderdik ki, onlar Rah­min'ı inkar ederken sana vahyettiğimizi kendilerine okuya­sın. De ki: "O, benim Rabbimdir. O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. Ben yalnız O'na tevekkül ettim, dönüşüm de yalnız O'nadır."

3 1 . Kendisiyle dağların yürütüleceği veya yeryüzünün parçalana­cağı, ya da ölülerin konuşturulacağı bir Kur'an olacak olsay­dı (o yine bu kitap olurdu). Fakat bütün emir yalnız Allah'ın­dır. İman edenler anlamadılar mı ki,Allah di leseydi bütün in­sanları doğru yola eriştirirdi. Allah'ın sözü yerine gelinceye kadar, inkar edenlere yaptıkları işler sebebiyle devamlı ola­rak, ya büyük bir felaket gelecek veya o felaket yurtlarının yakınına inecektir. Şüphesiz Allah verdiği sözden dönmez.

278

) R A ' D S Ü R E S i

32. Andolsun, senden önce de nice peygamberler alaya alındı da ben inkar edenlere bir süre (mühlet) verdim, sonra da onla­rı yakalayıverdim. Benim cezalandırmam nası lmış!

33. Herkesin kazandığını görüp gözeten Allah inkar edil ir mi? Halbuki onlar, Al lah'a ortaklar koştular. De ki: "Onların isim­lerini açıklayın. Yoksa siz (bununla) O'na yeryüzünde bilme­diği bir şeyi mi haber vermiş olacaksınız, yoksa boş söz mü etmiş olacaksınız?" Hayır inkar edenlere hileleri güzel göste­rildi ve onlar doğru yoldan saptırıldılar. Allah kimi saptırırsa artık onu doğru yola iletecek yoktur.

34. Onlara dünya hayatında bir azap vardır. Ahiret azabı ise da­ha ağırdır ve onları Allah'ın azabından koruyacak kimse de yoktur.

35. Allah'a karşı gelmekten sakınanlara va'dolunan cennetin du­rumu şudur: Onun içinden ırmaklar akar, yemişleri ve gölge­leri devamlıdır. İşte bu Allah'a karşı gelmekten sakınanların sonudur. İnkar edenlerin sonu ise ateştir.

36. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indiri len Kur'an ile sevinirler. Fakat (senin aleyhinde olan) gruplardan onun bir kısmını inkar edenler de vardır. De ki:"Ben ancak Al lah'a kul luk etmek ve O'na ortak koşmamakla emrolundum. Ben yalnız O'na çağırıyorum ve dönüşüm de yalnız O'nadır."

37. Böylece biz onu (Kur'an'ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Sana gelen bu ilimden sonra eğer sen onların heva ve heves­lerine uyarsan.Allah tarafından senin için ne bir dost vardır, ne de bir koruyucu.

38. Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik.Allah'ın izni olmadan hiçbir pey­gamber bir mucize getiremez. Her ecelin (vadenin) bir yazı­sı vardır.

39. Allah di lediğini siler, dilediğini de sabit kı l ıp bırakır.Ana kitap (Levh-i Mahffız) O'nun yanındadır.

279

A N K E B U T

40. Onlara vadettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek de, (göstermeden) senin ruhunu alsak da senin görevin sadece tebliğ etmektir. Hesap görmek ise bize aittir.

4 1 . Onlar, bizim yeryüzüne (kudretimizle) gelip onu etrafından eksi lttiğimizi görmediler mi? Allah hükmeder. Onun hükmü­nü bozacak hiçbir kimse yoktur. O, hesabı çabuk görendir.

42. Onlardan öncekiler de tuzak kurmuşlardı. Bütün tuzaklar Al­lah'a aittir. O, her nefsin kazandığını bilir. İnkar edenler de dünya yurdunun sonunun kime ait olduğunu bileceklerdir.

43. İnkar edenler, "Sen peygamber deği lsin" diyorlar. De ki: "Be­nimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve bir de yanında ki­tap (Kur'an) bilgisi bulunanlar yeter." (Diyanet Çevirisi'nden)

1: Elif lam, mim, Ra. Bunlar Kitabın ayetlaridir. Sa­na rabbinden indirdiği Haktır. Fakat insanların ço­ğu iman etmezler.

2: Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yük­selten, sonra Arşa istiva eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren (ister istemez yaptıran) Allah'tır. Her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O

Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip açıklamaktadır.

Herhangi bir nesneyi havada öylece döndüremezsiniz. Bunun sebebi yerçekimidir derseniz öyleyse iç içe geçmiş gök katmanlarının birbirine karışmadan düzenlerini bozmadan rotalarında nasıl döndüklerini yerçekimsiz ortamda düşü­nün. Bu da imkansızdır. Çünkü yerçekimsiz ortamda nesne oraya buraya uçan kontrolsüz bir tehlikedir. Yani birbirilerine çarparlar, rota izlemezler. Bu ancak ve ancak bir gezegen, yıl-

280

1 i

1 i } r �

\

R A ' D S Ü R E S İ

dız ve göğün bir aklı, gücü tabiah olduğunu gösterir. Bu çok güçlü, akıllı varlıklar eğer bir düzene sokulmamış olsaydı. Yani bu hizmete mecbur olmuş olmasalardı. Gökler bu şe­kilde duramazdı.

İstiva: yükseltip karar kılmak demektir. Gökleri yüksel­tip onlara rotalarını karar kılan ve devamlı surette dönmele­rini emreden Tek Yaratıcı olmasa, her bir varlık kendi şuuruy­la hareket etse, kainat var olabilir mi? Güneş ve ay gibi yapı­sı farklı iki varlık, arz için emre ve hizmete girdiler. Bunlar sembolde iki farklı ışığı, enerjiyi, sevgiyi temsil eder. Ay eril, Güneş dişil güç. Fakat ikisi çok farklı ve bir araya gelmeleri, birbirilerine tabi olmaları mümkün olmayan iki güç. Bunlar arz için yani insanlık için bir uyuma ve birlikteliğe tabi olmak zorunda bırakıldılar. Arz yani dünya nötron gibi nötr, ay ve güneş, elektron, proton gibi ( +) ve (-) yüklü iki güçtür. Ay dünyanın etrafında dönerek çekim gücüyle dünyanın güne-

-şin etrafında dönmesine sebep olur.

Dünya'nın yerçekimi sayesinde ay dünyanın etrafında dönmekte değil mi? Dünyanın yerçekimi daha güçlü de­ğil mi? Bu nasıl oluyor. Ay dünyaya çekim yüzünden tabi oluyorsa niye ona ya­

pışıp kalmıyor da etrafında dönüp duruyor. Bütün bu dönüş­lerin turları rotaların tek bir sebebi var, o da her birinin şuur­lu olması ve her birinin vazifesini aksatmayan hadim (hiz­metçi) olmalarıdır.

Sembolde ay eril, güneş dişil güce işaret eder dedin. Peki insana ve arza etkisi sembolik olarak nasıl açıklanır, bu iki gücün? İnsan beş elementten, arz da aynı şekilde beş elementten

oluşur. Bunları biliyorsun. Ateş, hava, su, toprak, ruh. Güneş

281

A N K E B U T

arzın,_ate� ve toprak kısmına, ay da su ve havasına tesir eder. Bu-iki tesif dengeyi ve-yaşamı sağlar. Ayın önemini bilim adamları da pek bilmiyorlar. Bunu yalnız en iyi yaradan kişi bilir. ayetlerde açıklıyor ki insanların "evet bu konuyu ancak onu yaradan bilebilir" itirafını yapmak zorunda kalmaları, inançsızlığa açık kapı bulamamaları için. Nasıl ki dişil güç (anne) çocuğunun bütün özelliklerinin bir kısmını, baba bir kısmını oluşturuyorsa, güneş ve ay da arzın özelliklerini, iş­leyişini paylaşan vazifelilerdir.

Ay'ın ahnosfere de etkisi var mı? Evet var. Bunu sana uzun uzun açıklamayacağım. Fakat

med cezire etkisi olduğu gibi Ay'ın atmosfere de etkisi vardır.

3: Yen;üzünü yayıp genişleten ve onun üzerine yerin­

den oynatılmaz dağlar yerleştirip vadilerinden ne­

hirler akıtan ve orada her bir bitkiden iki çift yara­

tan ve gündüzü geceyle örtüp bürüyen O' dur. Doğru­

su bütün bunlarda düşünen insanlar için mutlaka

dersler vardır.

Orada yeryüzünde yayıp genişleten Arapça (Medde) fi­ilinin anlamı. Bir şeyi yaymak döşemek, Arapça (Meddel er­da) yani arz ile birlikte kullandığınızda lugatta bir arazinin gübrelenmesi, toprağın gübrelenmesi manasına da geliyor. Dolayısıyla yayıp zenginleştiren demek, yayıp genişletmek­ten daha doğru gibi. Bu zenginleştirme toprakta bulunan zenginlik çeşitlilik olabilir. Arkasından sağlam dağlar vadiler, nehirler yerleşmesi de bu zenginlik için ortam oluşturulması­dır. Dünya eğer dümdüz olsaydı çeşit çeşit hayvan, bitki va­di ve tatlı su nehirleri olamazdı. Dağda bambaşka bir hayat,

282

R A ' D S Ü R E S i

çölde başka, ovada başka, bataklıkta başka vs. hayat ve ona göre hayvanat var. Her bir hayvan türünün doğal dengeye katkıda bulunması tartışılmaz bir gerçek.

Gelelim sembole ve arz ile insanı karşılaştırmaya. Dağlar ve insanın kemikleri değişmesi çok yavaş ve sağlam katı, ku­ru yapıs1, nehirler ise vücudun değişken, gezen, taşıyıcı su yapısıyla yani kan ve damarlarıyla benzeşir.

Bunun gibi dağlar kişilik yani yargılarla oluşan üst beyin öğretilerini, nehirler ve denizler ise belirsiz, renksiz, duygu­sal, değişken, etki eden kaderi oluşturan alt beyini yani duy­gusal alemi temsil eder.

Bu, insanın son derece bileşke, çok çeşitli çok karmaşık, zengin bir varlık olmasını sağlar. Bunlar Kur' an' da, tıpkı bir robotun tamiri ya da değişikliği için, onu yapan mucidi ve ustasına başvurmak zorunda kalanlar gibi, insanların her tür­lü çözüm için en nihayet ve çaresiz Kur' an' a başvurmak zo­runda kalacaklarını anlatılıyor. Arkasından her tür semere­den (mealde bitki diye geçiyor) iki çift yaratan deniyor. Seme­re, bir ekimin sonundaki mahsul, meyva demek. Nehir ve dağ, gece ve gündüz hep bize (+) ve (-) ya da maddi manevi görünen, gizli olan, alt ve üst v.s. gücü, ikilemi anlatıyor. Bu ikilem ancak Rab' da toplanabilir ve tekliğe, tamlığa, tatmin olmaya, olgunlaşmaya gidilebilir.

Bu ikilemin semerede yani insanın kemalatında ya da her tür gelişimin sonucunda alınan üründe kendi arasında iki ol­duğunu söylüyor ayet. Bu, tıpkı eski Çin kültürünün herkes­çe bilinen "siyahta beyaz beyazda siyah" sembolü gibi. Bu­nu en güzel bu sembol açıklar. İnsanın çözümünde alt ve üst beyin (bilinçaltı, bilinç üstü) sağ ve sol kavramları söz sahibi oluyor.

283

A N K E B U T

Yani sağ ve sol lobun, alt ve üst gibi ayrılığı var öyle mi? Bu biraz karmaşık bir konu olduğu için yine şu meşhur

sembolle açıklayacağım; Pozitif sağ alt beynin üstünde nega­tif sağ üst beyin, negatif sol alt beynin üstünde pozitif sol üst beyin ve ayrı işlevleri var. Bu insanın dengeli bir akla sahip olabilmesinin tek yolunu gösterir.

Sol alt beyin büyüdü sol üst beyin ve sağ alt beyin küçül­dü. Bu şunu gösterir: Kişi sol alt beyni besleyen korku, öfke, egoizm, haksızlıkla zevk, haset duygularıyla fazla meşgul ol­muş, gereğinden fazlasını yüklenmiş, sonuç olarak da pozitif üst beyin öğretileri olan haklar, dini kurallar, bedelini ödeme, minnet, teşekkür vs. düşünceleri yutmuş ve küçültmüş. Bu tabii olarak sağ üst beynin negatif düşüncelerine inancı artır­mış onu büyütmüş. Bunlar günahın zevki, kandırmacanın kaçış yolu olduğu hakların baskısı, dini kuralların sıkıcılığı özgürlüğün kısıtlandığı v. s düşüncelerini çoğaltmış.

Önce duygular sonra düşünceler öyle mi? Evet önce duygular hissedilir sonra düşünceler yerini

alır. Burada Ashab-ı Şimale işaret ediyorum. Sağ alt beyin beslenmiş sağ üst beyni küçültmüş, sol üst beyinde dolaylı olarak beslenmiş. Bu durumdaki kişi cömertliğin hazzı, te­vekkülün rahatlığı, ibadetin zevki, karşılıklı sevecen zevk ve aşkı, masumiyeti, cesareti sükuneti, hakkı v.s. benimsemiş onunla beslenmiş. Bunun sonucu olarak sol üst beyinde insan hakkının önemli olduğunu, hasetin gereksizliğini, Allah' a duyulan bağlılığın kendisini yücelttiğini, haksızlık yapma­dan ve karşılıklı zevkin doyurucu olduğunu, sonucunda hu­zursuzluk ve korku duyabileceği şeylerden kaçınmasının ge­rekliliğini v.s. öğretileri beslemiş yerleştirmiş. Bu kişi ashab-ı yemin yani sağ ehli olmuştur. Sağ ehli kişi, tatmin olur fakat dengeyi kaçırdığından dünya hayatında pasifize olur. Vakıa

284

� 1

R A ' D S Ü R E S i

Suresi'nde anlatılan kişilerden sağ ehli olanlar, cennetle ödül­lendirirler. Sol ehli yani eshab-ı şimal ise cehenneme yaklaş­tırılırlar.

Dengede olanlar, sabikan ve mukarrebunlar. Bunlar orta yolu izleyenlerdir. Bunlar Allah' a yaklaştırılanlardandır. En önemli insanlar bunlardır. Bunlar sağ ehlinden daha üstün olurlar. En zor olanı dengeyi başarmışlar ve sırat-ı müstakim ipinin adeta cambazı olmuşlar, tehlikeli fakat en kestirme ve üstün yolda ilerlemektedirler. Onlar bütün duygularını den­geleyebildikleri için dünya hayatını zevklere ve korkulara kaptırmadan yaşamayı, aynı zamanda elini ayağını çekerek inzivaya çekilmeden kendini soyutlamadan faydalı olmayı başarmışlardır. Bunlar zevkleri de tadar, ibadetin ve şükrün huzurunu da yakalar. Bunlar yılmaz savaşçılar, kendi içinde oluşturduğu Hakk'ı başkalarına da yansıtanlardır. Onlar hak­kı çiğnemeye meyletmeleri halinde cezayı, ümitsizliğe düş­tüklerinde sabrın ve sebatin getireceği mutluluğu ve umudu hatırlayanlardır. Ne kendi haklarını ne de başkalarının hakla­rını asla çiğnemez ve çiğnetmemek için elinden gelini yapan­lardır. En güzel semereyi bunlar verir.

Ayette "gündüzü geceyle örtüp bürüyen (ansızın gelip kuşulan) O'dur. " Kısmı var bu ne demektir? Gündüz somutluğu gece soyutluğu getirir. Nasıl ki her

gün insanlar somut hayatını yaşayıp gece soyut olan yaşam olan uykuda rüyalara dalıyor, ömrü bitirdiğinde görünen so­mut hayatından soyut hayata geçecek. Gününü iyi yaşama­yan kişinin rüyasında olumsuz işaretler olması, bazen kabus­larla boğuşması gecenin ona kendisini anlatmasıdır. Gündü­zü gece bürür ve insana serap olan dünya hayatının ona ne­ler kazandırdığını gösterir. Tıpkı ölümün insana neler kazan­dırdığını göstermesi gibi.

285

A N K E B U T

Semereler işte o zaman ortaya çıkar ve insan kendini ta­nır. Eğer akıllı ve kamil bir insansa bunu ölmeden evvel başa­rır ve kendini rüyada tanır. Hatta uyumasına gerek kalmadan gece el ayak çekilince duygu tahlilini yaparak sağ alt beynini besleyerek kendini olgunlaşhrır. Şu yaşadığınız hayat koşul­larında kişinin sağ ehli olması çok zor veya imkansız görünü­yor. Yani inziva riyazatla sağ alt beyni büyüterek işi başar­mak. Bu koşullarda bir kişi hem dünya hayahnın gereklerini yerine getirmek, topluma ayak uydurmak, hem de dünya ha­yahnın bitiminde karşılaşacağı uzun yolculuğa hazırlanmak zorundadır. Aksi takdirde nesline faydalı olamadığı gibi di­ğer insanlara da erişemez.

Ayeti toparlarsak şunu diyebiliriz: İnsanı duygusal fizik­sel yönden çok zengin ve bileşke halk eden (yaratan) Allah, orada karakter ve duygusal değişkenliği, sabitlikle gezginliği birlikte oluşturmuştur. Bunun sonucu olarak negatif ve pozi­tif olan sağ ve sol, alt ve üst beyni iki çift olarak ona yerleştir­miş, ondan her ürün iki çift bileşke olarak meydana gelir. Ve zahiri, bahnla (görüneni görünmeyenle) örtüp ona sonuçlan gösterecektir. Eğer bütün bunlarda düşünürseniz kendinize bir ders çıkarır ve asıl gece olan ölüm gelmeden her gece ken­dinizi tanırsınız.

4: Ve yeryüzünde birbirine komşu ama yine de yapı olarak birbirinden ayrı nice kara parçaları üzüm bağları, hububat ekili tarlalar, bir kökten sürgün ve­rip küme halinde ya da tek başına boy veren hurma ağaçları vardır ki hepsi de aynı suyla sulanırlar. Hal böyleyken yine de (insanlara ve hayvanlara sağla­dıkları) ürünler bakımından biz onların bazılarını bazılarına üstün kılıyoruz. Doğrusu bütün bunlarda aklını kullanan insanlar için mutlaka dersler vardır.

286

R A ' D S Ü R E S i

Bu ayete geçmeden önce dağ - nehir ve gece - gündüz faktörlerinin insanın alt ve üst beynini anlathğını teşbih­lediğini anladım da sağ ve soldaki negatif pozitif denge­sinin nasıl oluşturulacağı hakkında pek bir şey anlama­dım. Dağlar kişilik, kişinin topluma karşı kendine verdiği gö­

rüntüsü, maskesi ya da değişmez hal ve tavrı. Aynı zamanda inandığı değiştirmediği düşünceleri, öğretileri Nehirler tıpkı insan vücudundaki damarlar gibi yerin altından da üstünden de giden ama aşağıda olan oluşumlar yaşamı sağlayan ve ta­şıyan gezginler. Ruhi oluşum yani. Aslında ruhun cinsiyeti de kişiliği de yoktur. Ama hayat ona bağlıdır.

Nehrin Arapçada "nehar" kelimesiyle kök benzerliği ta­şıdığını bu yüzden aydınlık akan yer anlamına geldiğini söy­lemiştim. Neyse senin sorduğun negatif pozitif dengeyi nasıl oluşturabileceğiz. Bunlara beyaz siyah diyelim. Bir terazimiz var ne kadar beyaz koyarsak karşısına o oranda siyah koyu­yoruz. Bu bize ne getiriyor. Özellikle nasıl ki arz, toprak (ya­ni ateşin soğumuş hali) ve sudan oluşuyor. İnsanda siyah ve beyazdan. Siyahı tamamen yok etmeye kalkmanın başarısız­lık getirdiğini tasavvuf kitaplarında yer yer bulursunuz. "Ne­

fis asla ölmez, bu yüzden hep dikkatli olmalıdır" öğüdü sık sık verilir. Onlarda bu siyaha "nefs" demişlerdir. Nefsi terbi­ye etmenin gerekliliğini söylemişlerdir. Fakat maalesef insan­ların büyük kısmı bunu anlayamamış bir müddet olması ge­reken riyazatı (aç yoksun bırakmak) bir ömür boyu uygula­maya kalkmışlar, nefs denen siyahlığı üstten küçültüp altta büyütmüşler, iyice şişen beyaz üst beynin altında baskıya uğ­ratmışlar. Bu da sonunda korkunç patlamalara, en tehlikeli si­yahlık olan kibire kapılmaya sebep olmuş, bütün uğraşlar ki­bir seline kapılıp heba olmuştur. Bunlar sağ beyaz alt beyini de besleyememişlerdir. Çünkü o yöntem farklıdır. İsteyerek

287

A N K E B U T

bastırmakla değil uzaklaşmak görmek istemez hale gelmekle /

olur. Sağ ehlinin yolu budur, insan melek değildir hiçbir za-man bembeyaz olamaz.

İnsan kendini iyileştirmek için çok dikkatli ve düşünen bir varlık olmalı ki ilacının terkibini iyice ölçerek hazırlasın her hastalığın ilacı farklı, her insanın semeresi farklı olur. Al­lah: "Mahh'.lkatımın adedince Allah'a giden yol vardır" bu­yurmuştur. Fakat bazı şeyler vardır ki bütün insanlar için iyi­lik getirir. Yılda bir ay riyazat zamanı, günde beş kez dingin­lik zamanı ayırmak, kazandığının kırkta birini vermek böyle­ce iç huzuru sağlamak. Kısaca ana hatlarıyla dini kurallar. İn­sanların pek çoğu bunları baskı unsuru görmüş, uygulaması­nın sıkıntı vereceğini sanmışlardır. Oysa hangi koca karısının bütün güzelliklerini bütün erkeklere teşhir etmesinden hoşla­nır. Hangi kadın kendisinden daha güzel ya da değişik ka­dınların içine kocasını sokup sıkı fıkı ilişkiler yaşamak ister. Bunların kendisine nasıl baskı yaptığını nasıl sıkıntı duyduk­larını anlamamak için gösteriş zevkiyle idraklerini köreltmiş­ler. Örnekleri çoğaltayım: Hangi insan ondan bir parça mad­di iyilik isteyenleri geri çevirip mutlu olabilir, hangi insan al­kol ve uyuşturucu alıp şuursuz halde yaptıklarından mem­nun olabilir, sağlığına verdiği zarardan rahatsız olmaz, hangi insan kendini kısa bir müddet günlük hezeyanlanlardan, mo­notonluktan çıkarıp meditasyon yapmaktan haz duymaz. Bunların hepsi siyah üst beyin öğretilerinin sonucu olarak sı­kıcı, gereksiz baskılar olarak algılamıştır. Bunları yapmak çok söylendiği gibi Allah' a borç ödemek değildir. Çünkü Rabbin buna hiç ihtiyacı yoktur. Bunlar insanın kendi bulunmaz, şe­refli, güzel varlığına olan borcudur. Çünkü Rabbi onu en gü­zel şekilde yarattı.

288 .

\

) R A ' D S Ü R E S i

Peki denge için nasıl yaşamak gerekiyor? . Her şeyi kararında tabnak, kararında men etmek gerçek

dindarlık da budur zaten. Çok fazla yiyip vücudunun kimya­sını bozmamak, zararlı maddeleri vücuda yüklememek, (al­kol, uyuşturucu, v.s . ) (şeker hastası olan birinin sağlığına za­rar vereceğini bilerek şeker yemesi bile yasaktır). Fazla seks­le bıkkınlığa ya da şehvete yol açmamak tatmin olduğunda bırakmak yeteri kadar sevmek, sevilmek vermek, biraz al­mak, dünya için uğraşmak, doğal dengeyi gözetmek sonsuz yolculuk için manevi rızık yüklemek. V.s.

T ao felsefesi bu gerçekleri yakalamış mı? Yin-Yang dengesi tamamen aynı şey mi? Aynı özü anlatır. Rahim-Rahman dengesiyle Yin-Yang

dengesinin özü aynıdır.

Ben niye bu kadar teferruatçıyım bilmiyorum. Ama iyice ayrınhlara inmeden bilgide tahnin olamıyorum. Çin Ta­o'sunda Yin kadın toprak, su ve kışa, Yang erkek gök­yüzü, ateş ve yaza işaret ediyor. Oysa Rahim dişi: ateş, toprak, gündüz, dağ, kara v.s. Rahman erkek: hava, su, gece nehir deniz v .s. Ayrıntılara inip durmanız, durmadan araştırmanız, ilmi

durmadan çoğaltmanız hep bu erkek-dişi yabancılığını aşa­mamanızdandır. Kendini suçlama bütün insanlığın sorunu bu. Bu basit bir şey değildir. Öyle olsaydı birbirlerinin farkını gören Adem ile Havva'yı bunları anlaması için yere indir­mezdi Rab. Allah Adem' in yaratılışını Rahman kıldı. Vücudu toprak, ruhi idraki Rahmani yani bütünlükten tek' e varan, anlayan yapıdadır. Havva'yı ona tezat Rahim idrakte kıldı. O da tekten tüme varan anlayan yapıdadır. Aynı idraki taşıyan ruhlar dünyaya dişi olarak, Ademinkini taşıyanlar erkek ola-

289

A N K E B U T

rak indi. İblis, öğrendiklerine takılıp kalan, bütünlükten tek­liğe varamayan idrakteydi. Adem'e haset duyup ona düşman olunca, onu korumasız tarafından, tezatlıktan, Rahim olan Havva' dan yakalamak istedi. Bunu yapabilmek için onları ayırmalı farklı göstermeliydi. Böylece tamamlanamayan ya­rımlar hcıline getirecek, bu çaresizliklerinde onları mahvede­cekti. Rahim-Rahman tezatı İblis'in Rahim idraki Adem'e karşı kullanmasıyla başladı. Dünyaya indiklerinde Rahim id­rak uyum sağladı. Adem ise Rahman idrakte olduğundan bütünlüğü kavrayamıyor yeryüzünde daralıyordu. Birbirle­rini bulup idraklerini paylaşınca ve farklılıklarının birbirini tamamladığını anlayınca tekrar cennete kavuştular. İşte den­geyi bulan çiftler Tao felsefesindeki Yin-Yang' a dönüşürler, birbirlerindeki gerçekliği kavrar ve birleşir, tekleşirler. Fakat iblis onların başardıklarını başaramayanlar çok olsun diye uğraşır durur. İşte siyah dediğimiz şeyin Rahimle aynı ku­tupta olması, İblis'in silahının Rahim idrak olmasındandır. İnsanları tek tek ayrıntılarda yakar. Çünkü o ateş yaratılışlı­dır. Alıcı olup almadan veremeyen yapıda olan dişi, ham di­şidir. Olgun dişi ise çok faydalı ve vericidir. Ama Rahman id­raki kavraması şarttır. O zaman İblis'in silahı değil, onu alt eden bir savaşçı olur ki, erkeği her türlü iblis tehlikesinden korur.

Ham dişi, yani siyah, ateş rahim ise, rahman idraki pa­ramparça ederek hem kendini hem erkeği ateş Rahim'e dön­dürür. Oysa Havva'nın yapısında İblisten farklı bir ateş var­dı. O tıpkı güneş gibi aydınlatan, ısıtan, yerini bilen faydalı ateştir. İblis ise yakıcı kül edici.

Her neyse konu iyice uzuyor. Ayete geçelim: Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar vardır. Bunlarda üzüm, hububat, hur­ma bahçeleri yani cennetleri vardır. Bunlar aynı suyla sulanır­lar. İnsanların dengeyi elde edenlerinin birbirinden farklı se-

290

I )

{ 1

I

1 } 1

R A ' D S LJ R E S İ

mereleri vardır. İnsan dünyada oluşturduğu semerelerin hep­sini cennet bahçesinde bulacaktır. Bu semereler bazı insanda üzüm bağı gibi, bazısında hububat tarlası gibi bazısında hur­ma bahçeleri gibidir. Üzüm bağda, hububat tarlada, hurma bahçede yetişir. Üçü ayrı bakım, ayrı toprak, ayrı iklim, ayrı çaba gerektirir. Lezzetleri sunumları farklıdır. İnsana verdiği fayda da farklıdır. Bu insanların ayrı ayrı yapıya sahip olma­ları, farklı fayda sunabilmeleridir. İnsanlar birbirilerine bakıp "bu benim gibi niyete sahip değil, benim gibi usul kullan­

mıyor, benim gibi faydalı değil" diyerek birbirileri dışlamak tarafına gidebiliyorlar.

Örnek verirsen daha iyi olur. Mesela üç adam düşün. Biri kaba saba konuşarak, rahat

davranarak iyi niyet taşıyor, biri son derece nazik, ince dü­şünceli, ikna etmeye çalışan iyi niyette, başka biri ne zaman nasıl davranacağını kestirilemeyen, son derece siyasi, herke­se uyan ama aslında kimseye pabuç bırakmayan iyi niyetli. Hububat yetiştirirken tarlaya nasıl davranılır? Bağda üzüm yetiştirirken bağa nasıl davranılır? Hurma yetiştirirken ağaç­lara nasıl davranılır? Hangi toprakta hububat olur? Hangi­sinde bağ, hangisinde bahçe kurulur? Bağ yetiştiren bir adam hububat tarlasında yapılanlara bakıp şöyle dese: "Ne kadar

kaba saba hoyratça davranıyorlar toprağa burada hiçbir şey

yetişmez" doğru mu olur? Başka bir nokta daha var. Üzümü kolayca koparıp hemen faydalanırsın. Hububatı hemen yiye­mezsin. Öğütüp un yapıp, undan ekmek yaparsın. Ondan faydalanmak için başka işlemler gerekiyor. Hurma ise en fay­dalı en lezzetli meyvadır ama hemen ulaşamazsınız ağaca tır­manman gerekir. Kısaca herkesin faydası üzüm gibi değildir. Ama en faydalılar zor ulaşılanlardır.

2 9 1

A N K E B U T

Üzüm kibar ve hemen sunucu kişi hububat kaba görü­nen fakat yine de işini bilen, ondan faydalanabilmek için işlem, yani usul bilmesi gereken kişi, hurma ise en fay­dalı fakat zor ulaşabilen kişi öyle mi? Kişi değilde fayda ya da usul diyebiliriz. Çünkü bazı ki­

şiler üç yöntemi, üç faydayı da kullanabilirler.

Nasıl yani böyle kişiler var mıdır? Olabilir mi? Evet imkansız değil. Fakat bunlar olağanüstü olanlardır,

çok azdır. Bunlar herkese fayda sunabilecek insanlardır. İşin ehli olanlar bu üç çeşit yapıyı tanıyarak, üç çeşit fayda sunan­ları bilir. Böylece iyi niyet taşıyan insanları yanlış anlamamış olur. Sırf. bu yüzden iyi insanlar bir araya gelemiyor, birbiri­lerini kınayarak uzak durmayı tercih ediyor.

Mesela ince insan her konuda incelmiş, hemen fayda sunmaya hazır bir insan, kendisiyle başka birini şöyle kıyas­layabilir. Ben hemen vermeye çalışırım. Hatta insanlar iste­mezse bile ben vermeye gayret ederim. Oysa şu adam, para kazanmak için büyük çaba harcıyor, insanlara da hiç nazik davranmıyor. Onların yüzlerine hatalarını pervazsızca söylü­yor. Şu adam da siyaset yapıyor, çok dürüst davranmıyor. Her nabza başka şerbet veriyor. Öyleyse bunlar iyi niyetli ve faydalı adamlar değiller. Onlardan uzak durmalı, hatta insan­ları onlara karşı uyarmalıyım. Oysa beğenmediği adamların ilişkisi de son derece iyi niyetli ve faydalı adamlardır. Biri çok para kazanıp, parasını faydaya dönüştürmek istemektedir. İnsanlara hatasını söylemenin doğru olduğuna inanıyor. O zaten kaba bilindiğinden çok da kırıcı olmuyor. Çünkü insan­lar onu öyle tanıyor. Siyaset yapan insanlara anlamadan usul­ca birkaç doğru sokmaya çalışıyor. Bu örnekler çoğalhlabilir. Sonuç olarak usule değil, faydaya bakmak gerektiği anlaşıl­malıdır. Çünkü hepsi aynı suyla sulanırlar. Hepsi Rahman

292

R A ' D S Ü R E S i

gücü alıp fayda verenlerdir. Kimisi tek başına kimisi küme halinde fayda verirler. Yani kimisi tek başına faydalı olabile­ceğini kimisi ancak bir araya gelip, birlikte hareket ederek faydalı olabileceğini düşünür.

5: Fakat eğer (Allah'ın farklı yarattıklarına) şaşı­

yorsan inkarcıların şu sözlerine şaş asıl. (Asıl aca­

yiplik inkarcıların sözleridir). "Nasıl yani! Biz toza

toprağa karıştıktan sonra (yeniden hayata dönmek üzere) bir kez daha mı yaratılacağız?" Bunlar Rab­

lerini inkara kalkışan kimselerdir; işte böyleleri bo­

yunlarında bukağılar taşıyan kimselerdir. Ve işte

böyleleri yerleşip kalmak üzere ateşe girecek olan kimselerdir.

Ayette "acayip" geçiyor. Yani bizim kullandığımız aca­yip le aynı kökten (Şaşılacak şey, taaccüb) Eğer şaşarsan (taac­cüb edersin) acaib olan onların sözleridir. Farklılıklara şaşır­ma, çok farklı olan acayip yarahklara şaşır. Bunlar öyle saç­malıyorlar ki şaşılmayacak gibi değil. Onlar "biz toprağa ka­

rıştıktan sonra tekrar mı dirileceğiz" diyorlar. Sanki kendisi bir nutfeden yaratılmamış yoktan var edilmemiş. Sanki hep varmış da toprağa karışınca yok olacakmış. Bir vücudu yok­ken nutfeyken var olduğuna inanıyor ama toprağa karışınca yok olacağını düşünüyor. Bir insan "ben inançsızım" diyebi­lir. Bu asla doğru olamaz. Allah'ın var olduğuna inanmamak da bir inançtır. Öldükten sonra dirilmeyeceğine inanmak da bir inançtır. Öyleyse bunlar kendilerine bir inanç uydurmuş­lar. Bu inanç uğruna her şeyi feda ediyor, ahirete inanmama­nın getirdiği maddeye tapınmayla avunuyorlar. Hem de "ya

bizim inandığımız doğru değilse", korkusunu bile duyma-

293

A N K E B U T

dan. Bu saçma mantıkla hayatlarını harcıyorlar. Hakikaten bu tür ne ilginç ve acaib öyle değil mi? Bunlara "bukağılar taşı­

yorlar'' deniyor. Bu ağır saçmalık yükünde eziliyorlar, inanç­sızlık inancında inat edebilmek için kıvranıyor acı çekiyorlar. Kendilerine azaba düçar bırakıyorlar. Bunlara "Ashab-unnar ateş arkadaşları" deniliyor ayette. Tıpkı Resulullah'ın etrafın­da pervane olanlara "ashab" denildiği gibi bunlar da inanma­manın getirdiği zorlukları kaldırmaya çalışan arkadaşlar (as­hab )dır. Birbirileriyle kenetlenirler fakat sadece inanca karşı, başka zamanlarda çok kavgacı olabilirler. İnsan tahlilleri de­vam edecek. İman sahibini ve inançsızlık imanı taşıyanları yakında tanımak, tahlil etmek bu ayetlerle mümkün.

6. Senden iyilikten önce kötülüğe acele ediyorlar.

Halbuki onlardan önce ibret alınacak nice azap ör­

nekleri gelip geçmiştir. Doğrusu insanlar kötülük et­

tikleri halde Rabbin onlar için mağfiret sahibidir.

Rabbinin azabı da çok şiddetlidir.

Haseneden iyi ve güzel olandan önce kusur, ayıp ve gü­nahta acele ediyorlar sana. Kelimeleri incelediğimizde bunlar çıkıyor. Kur' an' da hitaba muhatab Resullullah ve onun nu­rundan nasiplenen beyaz güçlerdir. Sana iyilikten önce kötü­lüğe acele ediyorlar demek, senden iyilik meydana gelmesin diye sana karşı kusur ve günahta acele ediyorlar demektir. Adeta iyilik ve güzellikten korkuyorlar ve iyilere fırsat ver­memeye çalışıyorlar. İşte ikinci acayipler. Halbuki sakinleri­nin helak olduğu tenha ıssız yerleri biliyorlar duyuyorlar. Kö­tülükte devam etmenin sonucunun bu olacağını biliyorlar. İyilere fırsat verilse bu böyle olmaz ama maalesef toplumla­rın pek çoğu buna engel oluyor. Evet Allah çok merhametli

294

, j ( l

1 )

i

J

R A ' D S Ü R E S i

bunlara rağmen toplumlara uzun süre yaşam hakkı veriyor, onları mütemadiyen affediyor fakat bir nokta var ki ondan sonra azabı çok şiddetlidir.

7. Kafirler diyorlar ki: Ona Rabbinden bir ayet indi­rilseydi ya! (Halbuki) sen ancak bir uyarıcısın ve her toplum için hidayetçi.

Çeviri anlamı: Kafirler diyorlar ki; eğer ona Rabbinden ayet indirilmediyse; Muhakkak o şeyle sen bir uyarıcısın ve bütün kavimlere hidayet veren.

Kelimelere baktığımızda Hz. Muhammed' e inen kitabın Allah' tan indirilmediğine dair şüpheleri olanlar hatta bu şüp­heleri çok ciddiye alanlar hakkında bir ayet bu. Şeytan ayet­leri adlı kitabın bu kadar önemsenmesi bu konunun günü­müz bilincinde dahi varlığını sürdürmesi de üçüncü acayip. Peygamber'in getirdiği eğer Allah'tan inmeseydi zaten de­ğerli olmayacaktı. O, insanları uyaran ve hidayet verin bir rehber olamayacaktı. Nasıl oluyor da insanlar Kur'an'ın bu­güne ışık veren bilimsel bir kitap olduğunu biliyorlar, ondan faydalanıyorlar da yine de onu çok zeki bir adamın uydurdu­ğunu ya da ardan buradan karıştırdığını düşünüyorlar. Bu çok acayip gerçekten. Eğer onu bir insan uydursaydı bunca sene sonrasına nasıl ışık tutardı? Ondan faydalanan insanla­rın idraki ve ahlaki yüksekliği nasıl olurdu? Burada büyük bir iddia var dikkat çekmek isterim. Her kavim için hidayet rehberi olduğunu söylüyor ayet. Hz. Muhammed'in diğer peygamberlerden farklı olarak bütün mekan ve zamanlarda­ki kavimlere hidayet rehberi olduğuna iŞaret ediliyor. Kavim kelimesini, sadece dünyada yaşamış, yaşayacak topluluklar olarak almayın. Diğer galaksilerdeki farklı şuurlu kavimleri, insanları da içine aldığını düşünün.

295

A N K E B U T

8. Her dişinin neye gebe olduğunu ve Rahimlerin ne­yi eksik neyi ziyade edeceğini Allah bilir. Onun ka­

tında her şey ölçü iledir. La/zen bakarsak her dişinin ne taşıdığını, rahimlerin neyi eksiltip neyi ziyade­leştirdiğini Allah bilir. Ve her şey onun indinde mik­tarladır.

Çok önemli. Acayipleri tahlil edip onlara şaştıktan sonra o acayipliklerin sebebini tahlil etmeye geldi sıra. Evet gerçek­ten her dişi ne taşıyor. Bakın kelimelere dikkat edince "her di­şi" dediği görülüyor. Oysa her dişi doğurmaz ya da gebe kal­maz. Öyleyse dişinin taşıdığı bebekten bahsetmiyor. Taşıdığı başka bir şeyden bahsediyor. Bu eksilten artıran bir güç aynı zamanda.

Peki neyi eksilten veya neyi çoğaltan; Ben buna insanı insan yapan özellikleri diyebilirim. En

önemlisi aklını azaltıp çoğaltması. Arz denilen şu görünür dünyanın şekli şemali kadınların, daha doğrusu dişilerin ürünüdür. Kadın potansiyel güçtür. Onu yönlendirmek siyah ya da beyaz yapmak erkeğin görevi ve yetkisidir. Eğer bece­remezse veya umursamazsa, cahilce davranırsa bedelini hem kendi, hem de çocukları, hatta başkaları öder. Kadın bu gü­cün farkında olmaz çoğunlukla. O kendini güzel hoş nadide göstermek isteyen bir varlıktır. O görüntünün altında ne ol­duğunu kim bilebilir.

Kadın gizemlidir, erkek gibi değildir. Bir adamın iyi ya da kötü olduğu biraz aklıselim olan herkes tarafından algıla­nır. Fakat kadının siyah gücü gizlidir. Öyle gizlidir ki çoğun­lukla siyah gücü taşıyan kadın bile onu göremez bilemez. Bu gizli gücün hesabını verecek de değildir tabii. Ya da şöyle di­yelim bu gücü kötüye kullanışı bilinçli olsa dahi bu hesabı tek

296

R A ' D S Ü R E S i

başına vermeyecektir. Hep horlanan, aşağılanan, takdir edil­meyen, tatmin edilmeyen, kötüye kullanılan, sömürülen, süs diye kullanılan, üzerinden para kazanılan v.s. bir dişinin si­yah güce dönüşmesi kaçınılmazdır. Ne kadar esef verici ki hala Müslümanlık iddiasında bulunan cahiller kadını alaşağı etmenin gerekliliğinden emindirler. Bu potansiyel gücü ikin­ci sınıf muamelesiyle bashrıp kontrol edeceklerini sanırlar. Bir kısım şaşkın da onu ortalığa korumasızca salarak emni­yetsizlik, çaresizlik içinde siyahlaşmasını sağlarlar. Dişilik, annelik, kişilikten oluşan saç ayağının birini kırarak onu te­petaklak ederler. O biçare de sadece anne, sadece erkeksi güç­lü olmaya çalışan bir kişilik ya da sadece dişi olan biri olur ki o asla "Saliha" denilen sulh verici, barışhncı, esenlik ve hu­zur verici o mucizevi kadına dönüşemez. O kadın öyle latif öyle nazenin, öyle dayanıklı, sabırlı öyle barıştırıcı ve ihsan edicidir ki ona sahip olan eş çok talihlidir. Hz. Peygamber, "Saliha" olan bir eşi, ferah bir evi, bir zamane bineği olan

kişi başka dünyalık istemesin" buyurur.

Kadın büyük bir gayret göstererek her türlü kötü şarta rağmen beyaz güç olmayı başaramaz mı? Rahibe hayatı gibi bir hayatla mümkündür. Fakat evle­

nirse şu kadarını söyleyebilirim: Kadın eğer kocasının kapsa­masını kabullenir, itaat eder, olgunlaşmayı arzu eder, iffetini muhafaza ederse artık ondan meydana gelebilecek hiçbir si­yahlıktan mesul tutulmaz, hesabı o vermez, o kişisel olarak kendini kurtarır. Ondan hasıl olabilecek bütün kötülükler (alt beyninden demek istiyorum) eşinden, ailesinden sorulur.

Kadının alt beyni mi eksiltir artırır? Öyle. Kadının ister istemez kullandığı rahim, onun üst

beyninin isteği olmaz çoğunlukla. O hep dişi olmak arzusu taşıdığı halde birden bir Rahim'e yani anneye dönüşür.

297

A N K E B U T

Tamam anladım. Dişiliğini tanıyamayan kadının Rahim'e dönüşmesi konusunda hem fikirsiniz. İşte ayette yazıyor niye hem fikir olmayacağım. Bu rahim

eksiltir, karnındaki bebeğin aklını eksiltir. Kocasının da aklını eksiltir, hatta etrafına büyük zarar verir. Çünkü bu tipler say-

,( gıdeğer hanımefendi kılığında olurlar, genellikle de akıl ver-meyi çok severler. Bu akıllıların sonucu çok kötüye varan fi-kirler olması kaçınılmazdır. Kadın bunu iyilik diye yapar ge-nelde.

Çoğaltan rahim sac ayağını kurmuş, tatmin olmuş ra­himdir. Bu haldeki rahim aklı çoğaltır, arza beyaz güç katar. Önceki ayetlerde bahsedilen üç acayip hal siyahlaştırılmış rahmin meydana getirdiği düşüncelerdir. Öldükten sonra di­rileceğine inanamayan, şüphe edenler, iyilikle halletmeye ça­lışmadan hemen kötülüğe başvurup kötülükte acele edenler, Kur'an'ın ayetlerinden şüphe edenler ya da Peygamber'in yanlış şeyler getirdiğini düşünenler, siyahlaşmış rahimlerin eksilttiği akılların ürünüdür.

Eskiden tekkelerde sesli dua yapıldığında mutlaka "Al­lah'ım bizi taife-i nisanın şerrinden muhafaza eyle" denirdi. Bu söz yanlış anlaşılmamalı Allah' a sığınılan kadın değil, ka­dının şerridir. Yani kadınlarda meydana gelebilen şuuraltı si­yah güç.

Merak ettiğim bir konu var. Erkek, kadına dişiliği öğrettiğinde bu iş halloluyor mu? Kadındaki siyah güç 1ehlikesi kalkıyor mu? Büyük ölçüde ama maalesef tamamen değil. Bundan iba­

ret değil. Bu birinci aşamadır. İkinci aşama dişiliği öğretip tat­min ettiği kadını kapsama alanına sokmak ve kapsamayı ona cazip hale getirmektir.

Burada sık yapılan korkunç bir hatayı da ayrıca belirte-

298

' l I

) )

R A ' D S Ü R E S i

yim: "Erkeğin sürekli olarak kadınını anne�iyle kıyaslama­

sı". Bu kadına karşı yapılacak en büyük hatadır. dişiliği öğ­retse dahi bunu yaparak kadını anneliğe rahimliğe zorlar. O kadın asla onun annesi gibi olamaz ve üstüne basarak söyle­yeyim asla olmamalıdır. Erkek bir kez kadını kapsamayı ba­şardı mı bu hep böyle sürer gider sanır genelde. Oysa o kap­sama kadına ıshrap verici bir hapis olarak görünmeye başlar­sa, kadın oradan kaçabilmek için annelikten başka yol bula­maz. Bir eşle değil de bir anne ile evli olan adamın vay ha­

line! Sürekli suçlanan kadın, suçlayan anneye, sürekli aşağı­lanan, aşağılayan anneye sürekli öfkeye maruz kalan, savun­ma mekanizması olarak öfkeli anneye, sürekli yalanla avutu­lan kadın, iki yüzlü yalancı anneye v.s. dönüşebilir. Kısaca ka­dının üçlü sac ayağını oluşturmasını sağlamayan erkek yani onu eksilten erkek, aynı muameleyle karşılık bulacaktır. Üs­tüne üstlük eksik akıllı çocuklar da cabası olacakhr. "Ne eker­sen onu biçersin" sözünü kadına söylemişlerdir herhalde. Kadın ektiğinin karşılığını bulacağın tarladır.

Ayette "kadınların taşıdığını, neyi eksiltip neyi çoğalttığını Allah bilir. Bunlar Allah indinde miktarladır'' deniyor. Bu miktar nedir? Bedensel erkek ve kadın sayısı dünya genelinde eşitse,

ruhen Rahman ve Rahim sayısı da miktarladır. Terazinin iki kafesi gibi dengede tutulur. Bu dünyanın varlığını sürdürme­si, okul olma özelliğini koruması, siyah ve beyaz güçlerin hodri meydanı olması için gereklidir. Hatta bir kadının bir ço­cuğu çok iyi, bir çocuğu çok kötü olabilir. Hatta hatta bir ka­dının karnında taşıdığı ikizlerden biri iyi biri kötü olabilir.

299

A N K E B U T

Bu nasıl oluyor peki? Sperm hücreleri birbirinden tamamen farklı oluşumlar­

dır. Onlar her biri ayrı ayrı insan tohumudur. Onların ortak özellikleri anne karnında oluşur. Birinin aklı artmaya başlar­ken, birininki eksilebilir. Bu tohumun taşıdığı korku veya sevgi (merak) hissi doğrultusunda olur. Bunları Alak Sf.ıre­si'nde anlatmıştım. Korku taşıyan tohum dışarıda, içeride olan her şeyden korkarak aklını azaltırken, diğeri merak ede­rek sevgi duyar ve devamlı gelişir. Eğer anne bütün hamileli­ği süresince hep siyah değilse, arasıra beyaz etki de söz konu­suysa, biri beyaza biri siyaha yatkın olduğundan, biri siyah biri beyaz güç olur.

Hamilelik müddetince hep siyahsa ne olur? O zaman devamlı depresyona yatkın, hatta ömrü boyun­

ca depresyon yaşayan, aklı olan fakat aklı taşıyamayan bir be­yaz ya da daha doğrusu gri alaca bir insan olacaktır. Bu kişi ömrü boyunca kendinle savaş halinde olur, savaşı ne tarafın kazanacağı pek belli olmaz. İşte bu tür kişilerin dini (doğru din) kurallara sıkı sıkıya yapışması, bu savaştan kazanmış çıkmasına neden olur. Dini kurallar bu kişiler için çok önem­lidir.

Kadının yapabileceği bilinçli olarak bir şeyi yok mu? Ve erkek ne yapmalı da siyah gücü yok ehneli? Kadın eğer akıllıysa fakat partneri tam bir rahim kodlu

erkekse kadının dişiliğini benimsemez: Kadını devamlı anne koduna sokmaya çalışır, bunu bilmelidir. Bunu bilen kadın erkeğini bu �tkiden çıkarabilmesi için dişi kodunu kullandığı zamanlarda cinsel ilişkiye ön hazırlık yaptığı zamanlarda süslenerek ve düşleyerek sabırla erkeğe dişiyi sevdirmeye, benimsetmeye ve ondan olumlu enerji almaya bakmalıdır. Bu

300

( 1

l l

R A ' D S Ü R E S İ

kadının kendi dişiliğini benimsetmesini sağlar. Ön hazırlığı başarılı bir cinsel ilişkinin sonunda kadın hüsrana uğrayacak­tır. Çünkü erkek çok aceleci davranabilir. O zaman kadının sabrı çok önemlidir. Hiçbir şey anlamadığı hatta hoşlanmadı­ğı cinsel ilişkiye aynı sebatla; aynı tarzla devam etmelidir. Ta ki erkeği söyleyerek uygulayarak bu acelecilikten kurtarabil­sin. Erkeği kendisine iyi davranan şefkatli, kimseyi incitme­yen hale sokabilsin. Erkeğe gelince: Erkek partnerini rahim kodundan dişi koduna sokmak için şu beş kaideyi esas alma­lıdır.

1- Su�lama yok: Suçlamasız barış yani bunu yapabilmek için günde 50 sefer kendine bunu hatırlatsa da başka birini görevlendirip "sakın suçlama" diye uyarılsa da bir şekilde bundan vazgeçmelidir. Suçlanacak tek şey içinizdeki "nefs" denilen siyah oluşumdur. İnsan ol­duğu gibi tamamıyla asla suçlanmaz. Bir şeyler iyi ol­muyorsa tek sorumlusu iyi bilmemektir. Öyleyse bir şeyin doğrusu, öğrendikten sonra artık suçlama eyle­minden vazgeçmek ve öğrenileni uygulamak gerekir.

2- Kıyas yok: Onu hiçbir varlıkla kıyas etmemelidir. Çünkü her varlık kendine özgüdür. Bunu yaparsa onu kendisi olmamaya zorlar. Bu bir işkencedir. Hiçbir in­san bunu hak etmez. Hele hele annesiyle kıyaslarsa ka­dını rahim koduna girmeye zorlamış ve onu çaresiz bı­rakmış olur. Çünkü devamlı "annem şöyledir sen böy­lesin" şeklindeki kıyas eninde sonunda en akıllı ve ira­deli kadını dahi bezdirir ve rahimleştirir. Kıyas siyah gücün ürünüdür. İlk kıyası İblis Adem'e karşı yapmış­tır.

J.:_Çamur yok: Çamur ya da batak onu alçaltmak, aşağı-

301

A N K E !I U T

lamak manasında kullanıyorum. "Sen değersizsin, süfli işe yaramaz v.s. birisin" muamelesi. Bunu her­hangi bir insana uzun süre uygulayın garantili olarak batağa batırırsınız. Erkek ya da kadın benliğini kaybe­der. (istisnai insanlar olabilir). Onu umursamamak bu batağın başka bir yönüdür. ı

4- Öfke yok: Öfkeyle söylenen söz yerini bulmaz.

5- Cinsel ilişkide partneri düşünmek: Onun da kendisi gibi hissedebilmesini sağlamak, mutlu etmeye çalış­mak yani. Bunlara dikkat eden yavaş yavaş hayatları­nı huzura kavuşturur, çok başarılı cinsellik sağlanır. Yuvada barışı yakalayan dışarıya da barışı götürecek­tir. Artık güneşe kavuşacaklar başkalarını da aydınla­tacaklar.

Ne Güneşi? Kadındaki güneş. Kadında güneş vardır. Onun yumurta­

lığı tıpkı güneş gibidir. Baştan ikinci ayette güneş ve ay' dan bahsedilmişti. Kadındaki güneş gücü, erkekteki ay gücü. Böylece şunu anlıyoruz ki baştaki ayetleri sonraki ayetler açıklıyor. Fakat açıklama yaparken kendisi açıklanacak yeni konular ortaya koyuyor. İşte bu yüzden Kur' an açıklanmak­la bitecek bir kitap değil. Onu her devirde binlerce defa açık­lamak gerekir.

Kadındaki yumurtalık, güneşin bir modeli gibi durur ka­dında. Eğer onu bir kara delik kapmazsa devamlı arttıran bir güç olur. Tıpkı güneşin yeryüzündekileri ışığıyla beslemesi gibi. Onun ışığı sadece ısıtıa değil, besleyicidir de. İç organ­lar alt beynin emrindedir. Ayrıca her birinin kendine özgü şu­ur ve düzeni vardır. Yumurtalık bir sperm hücresini seçerek

302

R A ' D S Ü R E S i

içine alır. Fakat dışarıdan bakıldığında uğraşan sperm hücre­lerinin bir çatlak meydana getirip içeri birinin girmeyi başar­ması gibi görünür. Yumurtalığın seçimi kadının o andaki du­rumuna (duygusal olarak) en yakın olan sperm hücresi ola­caktır. Yani korku hakimse korkak, sevgi hakimse meraklı bir hücre.

9: O görüleni de görülmeyeni de bilir; çok büyüktür, yücedir.

Ayetin Çeviri Karşılığı: Büyük Muteal, gaybı ve şehadeyi bilir. Gayb; lugatte belirsiz, görünmeyen gizli şey. Şehade: Şe­hadet; ikrar, şahidin ikrar ettiği şey, delil. Gayb evrendeki hiç­bir aklın idrak etmediği ilim, ortaya çıkmamış ilimdir. Şeha­de orta_y_� çıkmış, ruhlar şahid olup ikrar etmiş, böylece idra­ke sunulmuş ilimdir.

O en yüce olan Ra,b oluşan ve oluşmayanların hepsini bi­lir, insan ise oluşmuşları bilebilir. Ne kadar yükselirse yüksel­sin oluşmuş varlıklardan haberdar olabilir ancak. İnsanın ha­yal ettikleri bile ancak oluşmuş olanlardır. Yani insan cinsi ya­ni şuurlu akıllı etli kanlı varlık, sadece evrenin bir yerinde oluşmuş olandan hayal kurabilir. Tahayyül ancak oluşmuş­tandır.

10: Sizden sözü gizleyenle onu açığa vuran, geceleyin gizlenenle gündüzün yürüyen (O'nun ilminde) eşittir.

Sözün gizlenmesi nedendir? Öyle ilim sahipleri vardır ki sözü ağızlarıyla konuşarak açıklamazlar. Çünkü eğer öyle ya­parlarsa onu anlayamayanlarda istenmeyen sonuçlara sebep olunabilir. Onu gizlerler ama sözü yok etmezler. İletişime açıktır o ilim yani söz. Fakat ancak frekansı yüksek olanlar

303

A N K E B U T

onu duyabilir, algılar. Bunlar da zaten anlar. Sözü gizlemeyen açıkça her şeyi anlatanlar da vardır. Bunlar sözü zarar verme­yecek bir hünerde anlatabilenlerdir. Bunların sözleri anlaşıl­sın veya anlaşılmasın hiçbir kötü sonuca yanlış anlamaya se­bep olmayacak niteliktedir. Geceleri ihtiyacını gideren, kena­rından nasibini alan kişiyle, gündüzün yol alan, hayır namı­na harekete geçen, böylece kazançlı çıkan arasında fark yok­tur.

Biraz karışık oldu anlaşılmıyor öyle değil mi? Haklısın öyleyse şöyle anlatayım: İki kişi düşün biri bü­

yük bir gayretle bir okul yapıyor, orada öğretmenlik yapıyor. Hem bedeni hemde zihni yorulduğu halde bu yolda akıp gi­den zamanda ilerliyor. Bu yaphklarından kazançlı çıkıyor. Diğeri ise başka bir şekilde fayda sağlıyor. Onun yaptığı an­cak alabilecek kabiliyette olanlara frekanslar göndererek ilmi yaymaya çalışmak. Bunun çabası ise daha çok geceleridir. Çünkü geceler varlıkların uyumasında yani üst beyinlerinin tatilde olduğu zamanlardır. Üst beyin faaliyetlerini durdur­duğunda alt beyin tamamen alıcı durumdadır. Daha da önemlisi geceleri kalkıp bu frekansları almaya çalışan kullar vardır. Bunlar gecenin getireceği hazineleri içgüdüsel sezinle­diklerinden kalkarlar, düşünmeye dalarlar. İşte bunlar bu da­ğıtılan frekanslardan faydalanırlar. Asıl söylemek istenen bu­rası. Nasibini gece alanlar bu alıcılar aynı zamanda hemen vericiye dönüşürler. Böylece ilmi yayan, dağıtan, alıcı verici, istasyon durumuna gelirler. Aynı ayetin anlatmak istediği tam zıt yönde de bu faaliyetleri işaret eder ki bunlar kötülü­ğü açıkça yayan elinden geleni ardına koymayan faaliyetçi­lerle, gecenin yani görünmeyen ortamın arkasında, insanla­rın bilmediği yerlerde planlar kurarak sadece büyük kötülük­lere kabiliyeti olanlara aktarım yapanlar arasında fark yoktur.

304

R A ' D S Ü R E S i

Kısaca kazançta ya da kaybedişte gizli ya da aşıkar çalışan eşittir.

Bu niye söyleniyor? Alınacak ders nedir? İnsanların görülen şeyleri takdir etme ya da yerme kına­

ma eğilimleri vardır. Ortaya çıkan, görülen iyilikleri veya fa­aliyetleri takdir ettiklerinden gizli yaptıklarını faydasız göre­bilirler. Bir adamın bedeni ya da maddi durumu hayır yap­maya müsait olmayabilir. Bu kişinin ettiği dualar kazanç yö­nünden eşit duruma gelebilir. Aynı şekilde kötülüğün planla­yıcısı akıl vericisi olan ya da kötülüğü bilinmeyen, görülme­yen yönlerde yapan kişi, kendini aşıkar kötülük yapanlardan farklı görebilir. Oysa eşittir.

11. Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler vardır. Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulu­nanı değiştirmez. Allah bir topluma bir kötülük (fe­laket) diledi mi artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur.

Çeviri karşılığı: "Allah'm emriyle" değil Allah'm emrin­den ifadesi doğrudur. Burada Allah'm emrinden koruyan muakkibat-takipçiler kimdir? Allahın emri nedir? Onun önünde arkasında denilen kimlerdir? Önünden arkasından kastedilen nedir? Bu soruları sormak gerekir.

Allah'm emri başka bir ayette geçtiği gibi kişinin doğru yolda bulunması, dosdoğru olması sapmamasıdır. "Emrolun­duğım gibi dosdoğru ol!" ayeti de geçer Kur'an' da. Allah'ın emrinden koruyan takipçiler ise kişiyi yolundan alıkoyan, onun ilerlemesini yavaşlatan etkenlerdir. Bunlar "şeytan" di-

305

A N K E B U T

ye anılanlardır. Kötülükle engel olanlardır. Bunlar etkilerini kişinin önünde ve arkasında yaparlar. Kişinin önündeki gele­ceği, arkasındaki geçmişidir.

Ne demek oluyor bu? Kişinin geçmişi ve geleceği kötü güçler tarafından etkide, takipte oluyor da niye şimdiki zamanı olmuyor? Tam anlayamadım. Biraz karışık anlatmaya çalışacağım. Kişinin yaşadığı an

kendisidir, takipçileri geçmişinde ve geleceğinde bulunur. Bunu iki mıknatısın arasındaki demir parçasına benzetece­ğim. Olumsuzluklar, siyahlar, insanın geçmişinde ya da gele­ceğinde bulunmaktadır. Geçmişinden gelen etkiye yenilmez­se, o anı iyi yolda yaşarsa, geleceği de şimdiki zamanına uyum sağlayarak iyi durumda olacaktır. Geçmişi şimdiki za­manını, şimdiki zamanı da geleceği oluşturur.

Ben yine pek anlayamadım. Bir filmi seyrederken yansıyan görüntünün, filmin ken­

disi olduğu söylenebilir mi? Film daha önce stüdyolorda çev­rildiği gibi görüntü verir. Perdedeki görüntü insanın fiziksel varlığı diyebiliriz. Filmin oynamış kısmı geçmiş, oynayacak kısmı geleceğidir. Dolayısıyla takipçiler geçmişte ve gelecek­te bulunur. Daha fazla açıklamak mümkün değil. "Allah bir

toplum için kötülük diledi mi artık geri çevrilmesi müm­

kün değil" deniyor. Mukadderat yazıldıktan sonra ve çevril­miş film aksiyona girdikten sonra, o filmin görüntüsünün bir şey yapması mümkün değil. Bunu yapabilecek Allah' tan baş­ka bir yardımcı yok. Sadece Allah'ın kendisi bunu başarır. Öyleyse filmin görüntüsünden başka bir varlığı olmayan in­sanların, kötülüklerden kurtulmak için sadece Allah' a yöne­lip, istekte bulunması gerekmektedir. (Orada geçen kavim ke­limesi insanın kendi bedenleridir. )

306

, .

ı 1

R A ' D S Ü R E S i

Bunlar insanın fiziksel, duygusal, zihinsel, ruhsal bedenleri öyle değil mi? Bunu ruhsal şifa tekniklerinde okudum. Öyle. Evet. Burada "bir toplum kendilerindeki özellik­

leri değiştirmeden Allah, onlarda bulunanı değiştirmez"

deniyor, insan kendindeki kötülükleri iyiliğe çevirmeyi arzu etmeden Allah onu değiştirmeyecek. Öyleyse insanın yapaca­ğı hep iyiliği dilemektir. Olumsuz takipçiler, insana geçmiş­ten ve gelecekte abluka uyguladığına göre insan bulunduğu andaki zihinsel faaliyetleriyle kurtuluşa erebilir.

12: O size korku ve ümit içinde şimşeği gösteren (yağmur dolu) ağır bulutları meydana getirendir.

Çeviri karşılığı: O öyle ki size korku ve ümit şimşeği gösteriyor. Ve yüklü bulut meydana getiriyor. (oluşturuyor)

Önce görünen, cismani bir anlam var onu anlatayım. Fi­zik ve doğa bilimcilerine göre bulutlardan biri ( +) pozitif, bi­ri (-) negatif güç taşır ve bunlar çarpışınca şimşek çakar, yağ­mur inmeye başlar. Şimşek çarpışmadan ortaya çıkar biliyor­sunuz. Ama ben tam tersini söylüyorum.

Korkuya benzetilen negatif kutuplu bulutla, ümide ben­zetilen pozitif kutuplu bulut şimşeğin ortaya çıkmasıyla bir­leşirler ve yüklü bulutlar yağmuru yeryüzüne indirmeye baş­lar. Bütün negatif ve pozitif bulutlar çarpışmaz. Bazen bulut­lar yoğun bir şekilde gökte dolaşır fakat hiç yağmur yağmaz. Oysa bazen güneşli bir havada bile yağmur yağar. Demek ki mesele ( +) (-) yüklü bulutların karşı karşıya gelmesinden iba­ret değil. Bunu gerçekleştiren şimşek adım verdiğimiz ışık kuvvettir.

Şimdi sembolik anlamını açıklayayım. İnsanın sol tarafı­m negatif, sağ tarafını pozitif diye adlandıralım. Sol tarafı

307

A N K E B U T

korku, sağ taraf ümit tarafı diyelim. Çünkü solda negatif alt beyin sağda pozitif alt beyin mevcut. Dolayısıyla korkuyu sol taraf, ümidi sağ taraf hissediyor. Tasavvufta müritlere verilen ilk derslerden biri (havfu reca) korku ve ümidi birlikte hisset­mek gerektiği, kişinin iki duyguyu aynı anda hissetmesi ge­rektiğidir. Bu genelde "Allah'tan hem korkun, hem de onda

ümidvar olun" anlamında yorumlanır. Fakat birliğe ulaşmış, idrak etmiş biri, bunun bütün insanlık için olduğunu düşü­nür, öyle hisseder. İnsanlık adına korku ve ümidi hisseder. Bu onun duygusallık yoğunluğunu maksimum seviyeye çıkarır. Yalnızca ümit kanadını, ya da korku kanadını kullansa bu böyle olmayacakhr. İşte bu maksimum düzeyde ona adeta şimşek gelir. Bu şimşekten sonra yüklü bulut, manevi rızık, göksel rızık yağmaya başlar ki bu gözleri kapatınca gözlem­lediğin mor ışınlardır. Çeşitli renklerde olabilir, en önemlisi mor ışındır. İşte bu duygu yoğunluğunda, başının üzerinde duran ve ona göksel rızkı yağdıran bir enerji kütlesi arkadaş­lık eder. Arhk bu rahmet ona her an istemli istemsiz yağma­ya devam eder.

13: Gök gürültüsü Allahı hamd ile tespih eder. Me­lekler de onun heybetinden dolayı tespih ederler. On­lar Allah hakkında mücadele edip dururken, o yıldı­rımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar. Ve o azabı pek şiddetli olandır.

Çeviri Karşıl� Ve gök gürültüsü onun hamdı ile ve me­lekler onun korkusundan tespih ederler. Ve yıldırımlar gön­derir ya da (helak edici azap) ve onunla hedefini vurur (isa­bet ettirir) dilediği kimseye. Ve onlar Allah için de mücadale ederler. Ve o insanın aklıyla kuşatamayacağı hikmetli, ince, derin ve tutarlı planlar yapmakta ve gerçekleştirmekte sınır­sız kudret sahibidir.

308

) \

R A ' D S Ü R E S i

Şimşek ışık, gök gürültüsü heybetli bir sestir. Kişiye rah­met gökten inmeye başladığında, o artık gökten ses ve ışık al­maya başlar. Bu ses ilahi ve kudretll bir sestir ki kişinin ben­liğini titretir. Bu gök gürültüsü yani nidası, Rabbini hamd ile tespih eden ve meleklerin de onun korkusundan Rabbini tes­pih ettiği bir sestir. Bu korkudan çekinme, derin saygı ve onun hükümlerine uymakta gösterilen dikkat ve duyarlılığı anlıyoruz. Kişi bu gök sesinden başka nida işitmez olur. Çün­kü o, bütün seslerin üstünde baskın bir sestir. Rabbini hamd ile tespih eden nidayı duyan kişi, meleklerin de onun korku­sundan tespih ettiklerini duyar. Artık o kendi benliğini cüzi iradesini Rabbine katmış, onunla dilediğine yıldırımlar gön­derir. Bunda kendi iradesinin bir rolü yoktur. O kimseler Al­lah'ın içinde mücadele eder. Onun iradesinde yani. Ve o Al­lah, planı ince ve tutarlı olan gerçekleştirmekte ise sınırsız gü­cü olandır.

Peki mealdeki gibi "gök gürültüsünün Allah'ı tespih ettiği" mana doğru değil mi? Pek çok defa söylediğim gibi; arz ile, dünya gezegeniyle

insanın aynı özelliklerde olduğunu tekrar etmeme gerek var mı? Şöyle bir sıralama var olayda, -aynısı insanda da oluyor: Önce (+) ve (-) yüklü bulutları birbirine yaklaştırıyor. Ardın­dan bir şimşekle birlikte yağmur yağmaya başlıyor. Bu arada gök gürültüsü duyuluyor. Bu ilahi ve heybetli ses bütün dik­katleri üzerinde topluyor. Rahmetin yanı sıra yıldırım düşü­yor ve bu yakıcı kuvvetin indiği her ne olursa olsun onu yok ediyor. Bu demektir ki insan ilahi rahmeti ve kudretinin sesi­ni aldıktan sonra artık benliğinde yakıp yok edemeyeceği olumsuzluk yoktur.

Yıldırım hep yüksek sivri yerlere düşer. Aynı şekilde in­sandaki yıldırım da onun benlik hissine egosuna (veya kibir

309

A N K E B U T

diyelim) düşer. Eğer kusuru başka bir şeyse yani her ne ise sivrilmiş kötülüğü ona düşer.

Anlamı aynı şekilde globalleştirebiliriz: İnsanların Yin ve Yang kµvvetleri erkek ve dişiyi eşitler birbirine yaklaştırırsa, iki kuv�etin ayrılığını eşitliğini kabul edip birleştirirse, rah­met, şimşek yani kuvvetli ışıkla birlikte aydınlanma meyda­na getirebilir. Bu da adaletin gerekliliği olan iki unsur merha­met ve cezayı birlikte harekete geçir. Bunu ilahi emrin nida­sıyla yapar ve suçluları cezalandırmaları anlaşılır. Buradaki gök gürültüsü, ilahi emir ve yasaklardır. Yani Kur'an'ın red­dedilemez gerçekliğidir.

Merhamet ve cezayı korku ve ümitle özdeşleştiriyor musun? Ceza çekinmeyi, merhamet ümidi getirecek. Yeryüzünde

kötüler korkacak, iyiler ödülü ümit edecek hale gelinmeden esenlik kurulmayacaktır.

Pek çok medyomun dünya üstü varlıklardan haber aldıkları ve dünyanın alhn bir devir yaşayacağı doğru mu? Bu konuya kesin bir yorum yapmak yerine şu kaideyi

hatırlatayım: Ne zaman kötüler pervasızca, hiçbir ceza kor­

kusu duymadan kötülük yapmaya başlarsa, iyiler mazlum­

lar, ümitlerini yeryüzünden kestiklerinde, ümidi doğrudan

Rabbe yöneltirler ve cezayı insanlar birbirine vermedikle­

rinden, Yüce Rab cezayı bizzat verir ve bu cezanın şiddeti,

heybeti, tıpkı yıldırım gibidir. Şimdi . .y:eryüzüncle .kötülük pervasızlık ve mazlumda "ah" öyle arttı ki şiddetli helakten çekinme vaktidir. Çünkü insanlar kendi hakkını arayamaz durumda. Onların hakkını gök varlıkları yerine getirecektir. Akıllı kişi karıncanın hakkından bile korkmalıdır. Bir şeyi da­ha hatırlatayım; olaylara kayıtsız kalmak, haksızlığa katıl­

maktır. İnsan haklarına ayrım yapmaksızın uymak ve uyma­yanlara hiç değilse düşünce ve duada karşı koymak gerekir.

3 1 0

r

) , ) (

!

1 (

R A ' D S Ü R E S İ

14- El açıp yalvarmaya layık olan ancak O'dur. Onun dışında el açıp dua ettikleri onların istekleri­ni hiçbir şeyle karşılamazlar. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibi­dir. Halbuki (suyu ağzına götürmedikçe) su onun ağ­zına girecek değildir. Kafirlerin duası kuşkusuz he­defini şaşırmıştır.

Ayetin çeviri karşılığı: Gerçek dua O' nadır. O'nun yam sıra dua ettikleri, onlara icabet etmez bir şeyle. Ancak şöyle ki iki elini suya uzahp suyun kendisini tatmin etmesini (susuzlu­ğunu gidermesi) sağlaması gibi ve o onun susuzluğunu gide­ren (suyu kendisine veren) balığ (ulaşhran) değildir. Kafirle­rin, delalet içinde olandan başka duaları olmaz.

Burada anlatılmak istenenin, mealde verildiği gibi anla­şılması mümkün değildir. Zaten kendileri de anlamadıkların­dan uydurup bir manaya çevirmeye çalışıyorlar. Kelime keli­me açıklasalar büyük iyilik yaparlar. Maalesef yorum katı­yorlar. Böylece anlam anlamsız hale geliyor. Ne güçte olursa olsun hiçbir varlık icabet eden ve kişiyi tatmin eden olamaz. Gerçek dua (hak dua) yalnız Allah' a yapılandır. Gerçek üze­re olan kişi yani gerçek iman sahibi sebebin ve müsebbibin ne olduğunu bilip ayırd ederek dua eder.

Türbelere, yahrlara dua edenler bôhl mı dua ediyorlar. Bunu mu demek istiyor ayet. Bu dua edenin taşıdığı niyetle düşünceyle ilgili. Ölen fa­

kat yeryüzündekilerden daha canlı ruhlar vardır ki bunlar devamlı hizmettedirler. İnsanların yaptığı, �.ğer onların Al­lah'ın kullarına lütufta bulunması için birer sebep olduğunun farkında olarak duada bulunursa yanlış değildir. Avam

' yani İdraki çok yüksek olmayanların böyle dua etmesi, ettikleri

3 1 1

A N K E B U T

duanın gerçekleşmesi imanını kuvvetlendirmesi için faydalı olabilir. Çünkü bu insanlar Allah'ın bizzat ruhunda bulundu­ğunun kendisine zihninden, duygularından, cisminden daha yakın olduğunun farkında olamayanlardır. Bunlar saf duy­gularla bir sebebe ihtiyaç duyarlar. İnsan olmanın farkında olan ve bunu hisseden ise bütün sebepleri kaldırıp müsebbi­be (sebepleri halk edene) yönelir, ondan ister. Onlar suyu iç­mek için eli aracı kılmaya gerek duymayanlardır. Suyu başka türlü içemeyeceğini düşünenler ise araya elini koymak ihti­yacı duyar ve bir vasıta koyar. Oysa su sadece Allah' tan gel­mektedir.

Bazıları ise araya koyduğu avucu, suya ulaştıran olarak görür. İşte sapıklık budur. Bu sapıklığa düşenler kafirdir. Çünkü gerçeği göremeyen, örten kişidir. Şunu da söyleyeyim ki bu sapıklığa düşenler türbe, evliya ziyaretinde bulunup dua edenlerden ziyade, güçlüleri müsebbib görü,p onlara ta­bii olanlar semavi (göksel) varlıklardan yardım isteyenlerdir. Niye sapıtırlar derken şundandır: İsteklerini bu şekilde etme­leri halinde, yaptıklarını muhakeme etmeden isteğine kavuş­manın rahatlığı ve şımarıklığıyla hayra iyiliğe adamazlar, kendileri için egoları için kullanırlar. Oysa Allah' tan, geldiği­ne tam bir inançla inanan kimse lütfu, nimeti, kullanırken yü­reği titrer. Onu gücendirmekten korkar, asla egosuna kapıl­maz.

15- Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgele­ri de sabah akşam ister istemez sadece Allah 'a secde ederler.

312

)

} /ı

R A ' D S Ü R E S i

1 4. Ayette geçene göre semavi varlıklarla irtibat kurmak ve velileri (Allah dostu) yardıma çağırmak doğru değil midir? Bu Allah' a şirk koşmak gibi bir günah mıdır yok­sa? Bir yanlış anlamaya meydan vermeyip bu soruyu sor­

man iyi oldu. Nasıl ki su içmek için çeşme kullanılır, bir şeyi çekmek için ip kullanılır, onun gibi Allah'ın lütfuna, inayeti­ne kavuşmak içinde ayette geçtiği gibi suyu içmek için elin yardımına ihtiyaç duyulur. Onlar kişiyle Nur-u ilahi arasında bir ayardır. Akarsuyun alhnda su içmeyi hiç denedin mi? Bo­ğulabilirsin eğer avucunla ayar yapmazsan. Bu bir gereklilik­tir. Burada sadece şu anlatılıyor, su kaynağından sana veril­mek üzere akmaktadır. Kaynak Rab' dır. Sana onu ulaştıran ve seni tatmin ettiren fakat tıpkı onu içmek için avucunu su­ya tutman gibi bir aracı kullanırsan aptal olma ve araya sok­tuğunu, onu sana verenle karıştırma. İnsan bunu yapar. Belki çok basit ve cahilce ama maalesef insan pek çok defa bu ca­hilliği yapar. Mutlu olduğunda kendisini mutlu edenin bir in­san olduğunu düşünür ya da dünya nimeti ve yahut güçlü zengin bir adam v.s. kendisine verilenin kaynağını görmez. Kişiye, nesneye varlığa takılıp kalır. İşte o zaman sapıtır. Şu­nu hemen ekleyeyim; eğer suyu aracısız içmeyi beceremez­sen mutlaka bir aracı koymalısın.

Gelelim 15. ayete: Bu ayete geçmeden önce bir açıklama yapmam gerekiyor. İnsan bedenin dört kat olduğunu oku­muştun (Ruhsal şifa teknikleri -sherwood-) fiziksel, duygu­sal, zihinsel, ruhsal beden. Din kuralları, bu bedenleri fark et­mek ve onları besleyip tatmin etmek konusunda yardımcı ol­mak için indirilmiştir. Bu sadece böyle başarılır demiyorum. Fakat büyük bir aşkla Tek olan Yaradan'ın farkına varmadan asla.

3 1 3

A N K E B U T

Kitapla bu bedenleri üst üste konmuş birbirini kapsayan kaplara benzehniş bu böyle midir? O da doğru fakat ben daha çok yelpazeye benzetirim.

Yelpazenin sap kısmı fiziksel beden, bu aynı zamanda topla­yan noktadır. Yelpazenin parçalarını toplayan nokta yani. Fi­ziksel beden ve üst bedenler bana göre tek parçadır. Fakat bu bölümlere ayrılıp izah edilebilir.

Şöyle anlatayım: Fiziksel bedeninin farkında olan şeriat, duygusal yoğunluğu anlatmaya ve geliştirmeye çalışan tari­kat, zihinsel gücünün farkına varıp kullanmaya başlayan ha­kikat, Rabbınla tek ve bir olmaya yönelen ve başarmaya çaba­layan marifet kahndadır. (Bir şekil çizsen daha iyi olur). Bu şekilde her ne kadar yelpazeye bir sınır koyduysak da yelpa­zenin son katının bir sınırı yoktur. O sonsuz olan Allah varlı­ğına karışır ve ona artık alt bedenler hapishane gibi gelir. O ancak öldüğünde huzura erer. Çünkü o artık Bekabillah (Al­lah'la var olma) halindedir. Sonsuz zeka ve kudrete karışıp gitmiştir. Şimdi gelelim ayette geçen kelimeleri incelemeye:

Tav' an: Boyun eğmek, yumuşamak, (Kerhen) bir şeyden tiksinip iğrenerek bir şeyi çirkin görmek .

Guduvv: Fecir (Tan vakti) ile güneşin doğması arasında­ki zaman.

Esal: İkindi ile akşam arasındaki zaman. Yani namaz için iki kerahat vakti. Bu vakitlerde namaz kılmak (hükmen mek­ruh olur)

Zilal: Gölge her şeyin karaltısı, kalıbı, kendisi, kuytu, iz­zet ferahlık.

Şimdi çeviri anlamı olarak açıklamaya gelelim: Göklerde ve yerde olan kimseler Allah için secde ederler, isteyerek (ita­at ederek, yumuşuyarak, boyun bükerek) ve istemeyerek (be­nimsemeyerek, isteksiz) ve onların gölgeleri (yani negatif be-

314

R A ' D S Ü R E S i

denleri, eterik beden ve üstü) fecir ile güneşin doğuşu arasın­daki zamanda ve ikindi ile akşam arasındaki zamanda.

Önce şunu belirtmekte fayda var, burada geçen secde, namazda yapılan bildiğimiz secde değildir. O da emrediliyor tabii' ki ama başka ayetlerde. Bu ayette geçen secde başka bir secde. Bu kerahat vakti diye adlandırılan namaz kılmanın mekruh olduğu vakitlerde, ister istemez yapılan secde. Her ne kadar mekruh dense de bu vakitlerde namaz kılmak mek­ruhtan öte bir hatadır. Epey sakıncalıdır yani.

Ama niye? Çünkü bu vakitlerde, ayette okuduğun gibi başka bir

alım vardır. Bu sabahın insana getirdiği, fiziksel bedenini il­gilendiren (zahirini yani) enerji alımı ve akşamın getireceği eterik ve üstü bedenine (Batıni') enerji alımıdır. Bu bir arınma değildir. Bu bir şarjdır. Bu yüzden günlük namazda yapılan arınma meditasyonu, yani zihni bütün düşüncelerden soyut­layarak durmadan insana dır dır yapan ve yorandan kurtul­mak değil. Bu secde ister istemez yüklenip almak zorunda olunan enerjilerdir. Eğer kişi bu enerjileri almayı reddedebil­seydi hemen yaşamını sona erdirirdi. Bunlar yaşam enerjile­ridir.

Niye bu vakilterde namaz kılmak yanlışhr? Tam şarj olma zamanında arınma yapılmaz. Açıklamaya

çalışayım. Namaz kılmak, alım için kabını hazırlama ve te­mizlemektir. Oysa burada sözü edilen secde boşalmış, hazır­lanmış kabın dolum aşamasıdır. Hem temizlik, hem dolum aynı anda yapılmaz. Bu enerjiyi en verimli haliyle almayı en­geller.

3 1 5

A N K E B U T

Peki bu enerjiyi en iyi şekilde nasıl alabiliriz? Sabah bu vakitte uyumayıp aktif olarak, akşam o vakitte

pasif yani dinlenme durumunda olarak iki millet bunu alır. Biri Çinliler; tam güneş doğumu ve batımı esnasında yavaş hareketlerde jimnastik yaparlar. İngilizler, saat beş gibi bir dinlenme molası (beş çayı molası) verirler. Avrupalıların ve Amerikalıların pek çoğu, güneş doğumu zamanı aktif du­rumdadır. En iyisi, yani iyinin iyisi durum, bu zamanlarda sabah hareket halindeyken, akşam dinlenirken derin nefes al­mak ve enerji dolumunu hissederek birliğe yönelmektir. Bir vakit daha vardır ki o vakit gecenin üçte ikisi geçtiğinde kal­kıp tefekkür etmek, düşünceye dalmak ve tespih etmektir. Bu tefekkür için de kısa bir namaz kılarak arınma yapılırsa daha aladır.

Baştan bir toparlasan, tam bağdaşhramadım. İstisnasız herkes, Allah için yani Allah'ın hükmünü icra

etmesi için şarj edilir. Bu bilincinde (üst beyinde) istediği bir şey olsa da olmasa da yerine gelir. Bu onların hem fiziksel hem de eterik bedenlerine uygulanır. Bu şarj vakti, güneşin doğumu ve batımı vaktidir. İki sınır, günü ikiye bölen sınır­lardır. Bu sınırlarda enerji aktarımı gerçekleşiyor. Güneşin doğumu esnasında günlük dünya hayatının gereklerini, batı­mı esnasında gece hayatının rüya faaliyeti için gereken eterik beden faaliyetlerinin gereklerini temin eder. Doğum esnasın­da iyi enerji alan bolluk, rızık, işlerinin yolunda gitmesi, mü­cadele ve faal olma isteği, zorluklarla başa çıkabilme v. b. ta­raflarını geliştirir. Batım esnasında enerjiyi iyi alabilen eterik bedeninin özgür ve güçlü dolaşımını, alt beyninin bilgilerini pekiştirip asıl vatanının yani dünyaya gelmeden önceki du­rumunun hatırlanmasını sağlar. Bu enerjiyi alan aklı ve duy­guları gelişmiş, duygularının olumsuz olanlarının üstesinden

3 1 6

( ; )

ı I

R A ' D S Ü R E S İ

gelmeyi başaran bir kişi olabilir. Şunu hemen ekleyeyim iyi veya kötü amaç için kullanmak mümkündür bu enerjileri. Bu enerjiler iyiye de, kötüye de istisnasız aktarılır. Enerjiyi en iyi biçimde almak için gerekenleri yapmak gerekir.

16: De ki: göklerin ve yerin Rabbi kimdir? Deki: Al­lah 'tır. O halde de ki: Onu bırakıp da kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz? De ki körle gören bir olur mu? Yoksa onun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki Allah her şeyi yaratandır ve o birdir, karşı du­rulamaz güç sahibidir.

İnsana burada, kendine vereceği telkin, kendi yapısına yapacağı uyarı dile getiriliyor. Ey kişi, de ki kendine: (tasav­vufta nefis denilen fiziki oluşumundan zamanla meydana ge­len kirlenme, olumsuz, anlayışsız, cahil tarafına) "Göklerin

ve yerin Rabbi kimdir?" sonra ekle "Allah'tır" de. Tabii' ki akla ilk gelen "canım zaten biliyoruz bu bildik şeyleri,

Kur' an niye tekrar ediyor defalarca" olabilir. Göklerin ve ye­rin Rabbinin Allah olduğunu biliyorsun da niye başkalarını dost ediniyorsun.

Burada ciddi bir uyarı var ki "Allah'tan başka hiçbir

varlığı dost edinme ve bu bana yardımcıdır diye sarılma ve

ona sakın muhtaç olma". İnsanın onurunu koruması aslında budur. İnsan söylediği şeylere gerçek bir imanla inansa, "Rabb Allah'tır. Her şeyi o yaratır ve o ihsan eder, tek yar­

dımcı O'dur." dediği halde kendisine fayda gelir umuduyla kendilerine bir fayda ya da zarar verecek kudreti olmayan yarahlmışlardan yardım istemez, onlara dostum deyip Al­lah' tan gafil olmaz. Bildiğimizi sandığımız şeyleri aslında

317

A N K E B U T

gerçekten bilmiyor ya da hissetmiyoruz. Öyle olsaydı iman . sahibi olduğunu iddia eden kişiler hiç kimseye yönelmez, yardım istemez, kimseyi dar gününde ona yetişip kurtaracak dost edinmezdi. De ki: "Ey nefis! Körle gören bir olur mu?

Karanlıkla aydınlık aynı mıdır?" Bu uyarı insanı kendine getirebilir. Gerçekleri gören akıllı kişi ile göremeyen bir olur mu? Her şeyin belirsiz olduğu karanlık, nurla aynı olur mu? Bu yanılgıya düşmene sebep, birilerinin Allah'ın yarattığı gi­bi yaratan ortaklar bulmaları ve bunların yaratmasını Al­lah'ın yaratmasına benzer bulmaları mı? Teknolojik bilimi, yaratmanın bir tarafı, sanat eserlerini bir tarafı bulanlar var günümüzde. Bunlar çok önceleri de oldu. Çok sonraları çok daha ileri teknoloji ve yaratma iddiası olacak. İnsanlar şimdi­den uzaylı varlıklara tapmaya başladılar bile. Onların tekno­lojisi o kadar ileri ki ışınlanarak seyahat edip sıvı ışıkla yol alabiliyorlar, görünüp kaybolabiliyorlar v.s. Bu onların şimdi­den Tanrı olarak tanımlanmasına sebep olmuş durumda.

Onların bu inançlarını çürütecek bir söz söyler misin? Elbette. Hangi varlık ne kadar ileri düzeyde olursa olsun,

teknoloji, bilim yolunda ne kadar ilerlemiş olursa olsun yok­tan var edemez. O ancak ve ancak var olan maddelere deği­şiklik yapar. Hammadde Rab' den, işleme kuldan tezahür edebilir. Daha soyut bir tarafını da söyleyeyim. O varlıklar Allah' tan başka bir şey değil, fakat Allah'ın kendisi de değil­dir. Kim ne yaparsa yapsın Allah'ın üzerindeki sıfatı ve kud­retiyle yapabilir.

3 1 8

R A ' D S Ü R E S i

Tam burada aklıma takılan bir konu var. Allah'tan baş· ka hiçbir varlığı dost edinmemekten bahsettin. Hiçbir varlıktan yardım almamak mı kastettiğin, veliler, melek· ler, semavi varlıklar v.s. bunu mu kastediyorsun? Ayette geçen Veli-Evliya kelimesini açıklamak gerekiyor.

Veli: Bir şeye yakın olan. Bir işi üzerine alıp icrasını yüklenen birinin dostu, yari, patron, Veli Evliya, Aziz. Bir şeyin sahibi "Soran dağlan aşmış, sormayan düz yolda şaşmış" demiş­ler. Eğer sormazsan yanılırsın, sormamak ben biliyorum de­mektir. Oysa bilen kişi ne kadar bilmediğini anlayan ve "ne

kadar çok öğrenilecek şey var hayret" diyendir. Sordun açık­lıyorum. Bir kere Veli kelimesi tek başına kullanılmaz bu bü­yük bir yanlış. Şunu demek istiyorum. Ne kadar yüksek ma­kamda olursa olsun birine "Veli" denmez "veliullah" (Allah dostu) denir. Bu bir çocuğa Allah ismi vermek gibidir. Oysa Abdullah Allah'ın kulu) denince bir yanlış yoktur. Anado­lu' da yaygın bir şekilde bir kişiye "Mevlana" (efendimiz)

-denmesi çok abes ve inanarak söylendiğinde sapıklıktır. Al-

lah'tan başka hiç kimse efendi edilmez. Allah' a dost olmuş gibi insanlara dostluk ve sevgi kanalı olur. Asla o kişi "Veli" olmaz. Rab, kullarının bu yanılgıya düşeceğini elbette ki bilir. Bu yüzden zaman-mekan ötesi Kur' an'la uyarır. Onu ancak musluk olarak görebilirsiniz. O suyun kendisi değil, suyu sa­na getiren değildir. Bu bir Allah dostuna söylenebilecek en kötü şeydir. Mevla'mız, Allah' tan başkası olamaz. Aynı şekil­de ceberrut denilen alem (semavi varlıklar namı diğer uzay­lılar) bu meleküt denilen alem (melekler) bir kanaldır. Allah bizi korusun pek çok kişi Kabala, meditasyon v.s. yollarla me­lekleri görmeyi başarıp onları Rabbin kendisi sanmışlardır. Asıl olan ceberrut ve melekuta takılmadan dosdoğru Rabbe yol almaktır. Çünkü yakın gelecekte uzaylı varlıklar insanlar­la sıkı fıkı irtibat kurup görünecekler. Onlardaki üstün özel-

3 1 9

A N K E B U T

likler sebebiyle sapıtmanın alemi yok. (Dost diye mealde ge­çen vell kelimesidir) Öğrenci öğretmenini efendisi olarak gö­rür mü? Öyleyse veliullah niye kişinin velisi olsun. Öğretmen öğrenciden çok şey bilebilir, fakat onun da bir öğretmene ih­tiyacı vardır. Bir şeyler öğrenip sırat-ı müstakimde yol alma­nın yolu birini kendisine Mevla edinmek değildir. Maalesef güzide "tarikat" böyle garipliklere sürüklendi. Öğretmene saygılı olan ve söz dinleyen öğrenci çalışırsa sınıfı geçer, fakat öğretmene tapan sınıfı geçse ne olur, o zaten sapıtmıştır.

17: o gökten su indirdi de vadiler kendi hacimlerin­ce sel olup aktı. Bu sel, üste çıkan bir köpüğü yükle­nip götürdü. Süs veya eşya yapmak isteyerek ateşte erittikleri şeylerden de buna benzer köpük olur. İşte Allah hak ile batıla böyle misal verir. Köpük atılıp gider. İnsanlara fayda veren şeye gelince, o yeryü­zünde kalır. İşte Allah böyle misaller getirir.

Burada hayat işlemi anlatılıyor. Vadi gökten inen suyun mecbur olduğu toplanma yeridir. Çünkü vadi çukurdadır ve su vadiye inip yolunda ilerler. Burada yatak oluşturur. Ayet­tin Arapça aslına bakıldığında "kaderiha yani kader" kelime­si kullanılmış. Su kaderince akar. İnen berrak temiz sudur, fa­kat akarken üste çerçöp ve köpük vurur. Temiz su çeri çöpü köpüğü ortaya çıkarır yani. İşte dünya hayatı da böyledir. Gökten inen yağmur taneleri gibi ruhlar iner yeryüzüne, bun­lardan da işe yaramaz kısım anlaşılır. Akan temiz su bunları kenara atıp ilerler.

Bu işlemin amacı, işe yarayanı ortaya çıkarıp, işe yarayan bir oluşum sağlamaktır. Tıpkı ateşte eritilen maddenin köpü­ğünün alınması gibi. İşte imtihan bunun içindir. Fayda veren şey yeryüzünde kalır. Bu dünyanın uğradığı büyük afetlere

320

·,

- - - ---

R A ' D S U R E S İ

de işaret ediyor. Tıpkı Nuh Tufanı gibi. Bu tufandan sadece işe yarayanlar kurtulmuştur. Buna benzer küçük kıyametler bir daha olmayacak diye bir şey yoktur. Kötülük, işe yara­mazlık iyice su üstüne çıkhğında, köpük berrak sudan iyice ayrıldığında helak olup gidecektir. Kelimenin bir manası da "kaymak"tır. Toplumun kaymak tabakası, yani her zaman işin kaymağıyla doyanlar. Toplumun üstüne çıkanlar ve top­lum tarafından taşınanlar. Aynı zamanda toplum adına işe yarar bir şeyler yapmayanlar bunlar. Oysa toplumdan kendi­lerini ayırmasalar, ilgilenseler, kendilerini onların yerine ko­yabilmek duyarlılığında olsalar kaymak köpük olmazlar.

Bu köpük ve işe yaramaz kısım varlıklı, güçlü kişiler mi sadece? Bunlar fayda vermeksizin hep alan varlıklılarla onlara

dalkavukluk edenler, onları hoş görüp imrenenler; her ��an onlara uşaklık etmekten geri durmayacak zihniyetk olanlar. Güçlüden yana olup bozuk düzenin bir parçası_.2!mayı arzu edenler. Onlar da tıpkı varlıklılar gibi olurlar. Çünkü ellerine imkan geçtiğinde yapacakları aynı şeydir, çünkü onları be­nimsemişlerdir. İşte insan bu noktada batıldan ayrılır, hak ta­rafına geçer. Bu insanların pek umursamadıkları konu maale­sef. Yapılan haksızlığı görüp de o haksızlığa buğzetmiyorsa ne durumda olursa olsun ne kadar mazlum olursa olsun o zulmün bir parçası olur. Haktan batıla sapmış olur.

Niye böyle? Kötülüğü gerçekleştiren olmadığı halde insan nasıl kötülüğün bir parçası oluyor? Kötülüğü gerçekleştirenin etrafındaki nimetlerden başı

dönmüş, dalkavukları şakşaklayıp onu azdırmıştır v.s., yani o kişiyi kötülüğe sevk eden sebepler vardır. Oysa kötülüğe uzaktan bakıp "Ah onun yerinde olabilseydim" diye iç geçi-

321

A N K E B U T

renin durumu onu, teşvik eden hiçbir etken olmamasına rağ­men kötülük, zulüm tarafım tutmakdır. Bir olaya fiziksel ka­tılmakla zihinsel ve duygusal katılmak arasında p� fark yoktur. �� ....

"Köpük, kaymak gider, işe yarar kısım yeryüzünde ka­lır." deniyorsa yeryüzünde kötülük kalmaması gerekmez mi? Hem iyi insanlar da erken ölüyor, bu sözden kasıt nedir? Yeryüzünde kalan işe yarayanların eserleri, kurdukları

düzen, işe yarar bilgiler, kısaca insanların aklındaki doğrular­dır. Hak olan benimsenir, nesillere aktarılır, batıl olan silinir gider. Kim derebeylerinin düzenini kurmak istiyor, kim Ro­ma' nın yaşantısını tatbik etmek idealini taşıyor? Batıl olan ideal olmaz, özenilmez. Böylece silinip gider. Eskiden zalim hükümdarlar vardı astığı astık kestiği kestik. Oysa ki şimdiki nesillere cumhuriyet, özgürlük, insan hakları, v.s. ideal teşkil ediyor. Elbette bu akış esnasında yeni köpükler, yeni hatıllar peydah oluyor ama onlar da silinip gitmeye mahkum. Bunun nasıl olacağı Rabbin yazdığı, dilediği şekilde olur. Bu yüzden bu ayetin ebcet hesabıyla tarih tespitinin yapılmasını tavsiye ederim. Bu ayetin işaret ettiği büyük olayın tarihi çıkar orta­ya.

Hangi büyük olay? Bir Nuh Tufanının misali, bir nebzesi. Kötülüklerin te­

mizlenmesi.

1 6. ayetle ilgiyi kurar mısın? 16. ayette insanın aracıya değil Allah'a yalvarması, tap­

ması söyleniyor. 17. ayette yeryüzüne hayatı onun indirdi­ğini, sizin üstün görüp yardım istediklerinizin birer köpük olduğunu, tek kahredici gücün Allah olduğunu belirtiyor.

322

\.

1 \

R A ' D S Ü R E S i

18: İşte Rablerinin emrine uyanlar için en güzel var­dır. Ona uymayanlara gelince, eğer yeryüzünde olanların tümü ile bunun yanında bir misli daha kendilerinin olsa, onu mutlaka feda ederler. İşte on­lar var ya, hesabın en kötüsü onlaradır. Varacakları yer cehennemdir. O ne kötü yataktır!

Ayetin çeviri karşılığı: (Önceki ayetin sonu: Allah bunun gibi misaller getirir). Öyle ki Rableri için icabet ettiler, (çağrı­sına kayıtsız kalmadılar) en güzellik! (onlara verilir) öyle ki (bu güzellik öyle muhteşem ki) O'na icabet etmeyenler, mu­hakkak onlar yeryüzünün tümünü ve onun mislini (bir o ka­dar dahasını ) beraber feda ederler. O'na (o güzelliğe) ve on­lara en kötü (çetin) hesap ve varış yeri cehennem ve (orası) ne kötü yatak!

İcabet, bir sesleniş, çağrı, bir mesaja yapılır. Yeryüzü kö­tülükleri dışa vurduğu zaman (yeryüzündeki hayat mukad­derat demek daha doğru olur) yani kötülük, zulüm açıkça pervasızca, utanmadan, çekinmeden, hesap verilmeksizin iş­lenmeye başladığında kötülüklerin temizlenme vakti çok ya­kın bir zamandır demektir. İşte böyle bir devirde Rab, insana mesajlar, uyarılar v.s. gönderir. Kimileri kulak asmaz, kimile­ri icabet eder, kendini hesaba çeker, doğruları bulur kötülük­lerinden temizlenir. Nuh kavmine gelecek felaketi haber ver­diğinde O'na inananlar, zulmün böylesine pervasız yapılma­sından, felaketin doğru olduğunu düşünenlerdir. Oysa zalim olanlar çok saçma buldular, güldüler, alay edip hakaret etti­ler. Çünkü onlar insan hakkı çiğnemenin cezasına inanmadı­lar. Eğer insan hakkına inansalardı zaten o hataya düşmez za­lim ve sonra helak edilen olmazlardı. Hala birileri her şeyi mantıksız, mesnedsiz, saçma bulup alay etmekte ama bir "acaba" taşımamaktalar. Oysa mantık her konunun gerçekli-

323

A N K E B U T

ği konusunda araşhrma yapmak, dünya üzerindeki her olaya objektif yaklaşıp doğruyu bulmayı gerektirir. Her kim duy­duğu bir olayı hemen kesin bir yargıyla kesip atıp, "acaba" demeden reddeder hatta alay ederse o manhksızdır, kördür, gerçekten kaçandır. Mesajı alamaz böyleleri ve gerçeğe icabet edemezler. "Allah için icabet" bu demektir bu uyarılara kulak vermeyip "hüsna"yı (muhteşem güzellik) öldükten sonra gördüklerinde duydukları pişmanlık çok büyük olur. Dünya­yı ve onun bir mislini o güzellik için feda etmeye razı olurlar da artık geri dönemezler. Ve onlar çok kötü bir yatakta konak­larlar. Yatak burada kahiri temsil eder.

İyi de her bir insan bilim adamı gibi duyduğu her habe­re kulak verip, nasıl araşhrıp doğruyu bulacak? Bir konu daha var ki insanlar araşhrmacılığa giriştikleri anda din­lerinden kopmaya başlayacakları korkusuna kapılırlar. Mesela çocukluğundan beri bir Müslüman olabilmek için diğer dinlerdeki insanları "kôfir" yahut "gavur" görme­si gerektiğini öğrenmişse, aksini düşünmemesi durumun­da dinden çıkacağı korkusuyla korkutulduysa, bu kişi di­ninden çıkmamak için böyle çetrefilli konularda düşün­memeyi uygun görmez mi? Böylece diğer din hatta mil­letlerdeki insanların dediklerini nasıl araşhrabilir ki?

Peki ya o insanlarda da gerçek söylemler varsa, eğer on­ların da yakaladığı bazı doğrular hatta çok objektif davran­dıkları için onlara layık görülen ilahi bilgiler varsa ne olacak? Herkes kendi çapında araştırmacı ve olabildiği kadar objektif olmalıdır. Celaleddin Rfı.mi'nin dediği gibi "Bir ayağı men­

sub olduğu İslam dinine basarken bir ayağı dünyayı dolaş­

malıdır". Bu konuda ki tehlike şudur ki bir doğruluk tespit ettiklerinde ve İslam dininde o gerçekliğe ters düşen öğretile-

324

1 i

)

1

(

R A ' D S Ü R E S i

ri mevcutsa hemen "İslam dini yanlışmış demek ki" deyip di­nini terk etmeyi düşünmektir. Oysa gerçek İslam' da hiçbir gerçeğe aykırı öğreti yoktur, İslam evrenseldir asla eskimez Kur' an' la sabittir. Ama "gerçek İslam" diyerek üstüne bası­yorum. Son olarak şunu söylüyorum "Lütfen gerçekliğe, me­sajlara icabet edin. Bunu Allah için yapın böylece yanılmazsı­nız ve hüsnayı " kaçırmazsınız. Sadece diğer insanlara değil kendine zulmeden de zalimdir.

19: Rabbinden sana indirilen hak olduğunu bilen kimse, kör kimse gibi olur mu? Ancak akıl sahipleri anlar.

Bu ayette çok önemli bir ihtar var. Hak olanı bilmek! Her­kes kendini iyi tartmalı ve neyi hak olarak bildiğini iyi dü­şünmelidir. Bu söz hem Kur'an'ı hem de insandaki ruh bede­ni işaret ediyor. "Rabbinden sana indirilen" Hz. Muhammed için Kur·an ise de insan için "ruh"tur. Ne Kur'an'ı ne de ru­hu tam olarak bilemiyoruz ki onun hak olduğunu bilelim. Bu yüzden ancak akıl sahipleri anlar deniyor. Yalnız akıl sahiple­ri Kur' an' da nasıl yazılmış Ulul elbab (Kapı sahipleri). Kapı sahipleri Kur'an'ın özünü anlayanlar ve fiziksel varlığın öte­sine geçenler, kapıyı açanlardır. Bunlar kendilerine indirileni görüp bilip anlarlar. Bunlar kör değiller.

20: Onlar Allah'ın akdini yerine getirenler ve verdik­leri sözü bozmayanlardır.

21: Onlar Allah'ın gözeltilmesini emrettiği şeyleri gözeten, Rablerinden sakınan ve kötü hesaptan kor­kan kimselerdir.

325

A N K E B U T

Kapı sahiplerinin niteliğ-ini açıklayan iki ayet geliyor ar­dı ardına. Ahdi yerine getirPnler ve sözü bozmayanlar kapı sahibidirler. Bir ahd ve bir söz var ortada. Bu açıktır ki bu ön­ceden yapılmış ve hayatları P"nasında yerine getiriyorlar. Ah­de vefa gösteriyorlar. Yaptıkları anlaşmayı bozmuyorlar. Bu­rada geçen kelime "misak"tır. Biat etmek, iman etmek, şaha­det etmek v.s. kavramlarınadn farklı bir şey, dolayısıyla kişi­nin şehadetle verdiği İslam olma sözünden farklı bir konu­dur. Bu ruhlardan dünyaya gelmeden evvel alınan bir söz­dür, yapılan bir anlaşmadır. Tasavvufta "Kalu bela" olarak ta­nınır. Ruhların orada Rabbin kendilerine verdiği insan olma yükümlülüğünün kabulü, kulluğun kabulü, dünya meşakka­tinin kabulü gibi konuları içeren bir söz verme, misak yapma­dır.

Dünyanın acılarıyla karşılaşan bu acıların hiç kimseye kötülük etmeden kişinin başına gelmesi durumunda insanın: "Ben bu dünyaya neden geldim? Gelmesem olmaz mıydı?

Ben mi istedim. Bu canımı alsa da kurtulsam. Benim acı

çekmemden Rab hoşlanıyor mu? Yalvarmalarıma rağmen

beni bu ıstıraplarla yaşatıyor. Öyleyse ben de ona isyan

eder ve onun emirlerinden çıkarım. O bana bunu yapıyor­

sa ben de ona kulluk etmem" demesi çok olan bir olaydır. O böyle yaparak Rabbi suçlama ve ondan bir çeşit intikam al­maya çalışır. Oysa başa gelen her şey kişinin kendi kabulü da­hilindedir. Bu Kur' an-ı Kerim' de de başka şekillerde dile ge­tirilir. İnsanın çok cahil olduğu ve bu yüzden insanlık mükel­lefiyetini rahatça kabul ettiğini yazar. Arkasından gelen 21. ayet bunu açıklıyor. Kapı sahipleri sözlerine vefa gösterdiler anlaşmayı bozmadılar. Öyle ki bu anlaşma "ateşe maruz kal­

ma" ve "şiddetle hissetme" olan (yeslune) kelimesiyle anla­tılıyor. Anlaşmanın içeriği de böylece açıklanıyor. Allah'ın,

326

i ' \

R A ' D S Ü R E S İ

onunla ateşe maruz kalarak acıyı şiddetle hissetmesini emret­tiği şeyi hissettiler. Buna rağmen Rabbin kurduğu düzenden çıkılmayacağını bilerek sapmaktan korktular. Kötü hesaba karşı uyanık ve ihtiyatlı oldular. Kötü hesaba uğramaktan en­dişe ettiler.

Bu anlaşmanın kişinin kendisine görünen şekli bir çem­ber gibidir. Sonuç, kaçış çıkış yoktur. Dönüş ancak Rabbedir. Dünya seferinden karlı çıkıp bir an evvel Rabbe döndürül­mek, anlayışını, idrakini kendindeki cüz'i iradenin kudretini anlamak için yapılan anlaşmaya sadık kalmak gereklidir. Rabbin karşısına çıktığında kötü bir hesapla karşılaşmaktan çekinmek gerekir.

Konuyu başka türlü anlatayım: Bir hazine avına çıktınız fakat hazineler nereden çıkacağı belli olmayan yerlerde. Ha­zine haritasına bakıp ararsanız hazineleri bulmak daha kolay ve zaman kazandırıcı. Fakat siz hazine haritasını reddedip dikkate almıyorsunuz hatta daha da büyük bir gafletle hazi­nenin değil hazineyi aradığınız yerdeki tuzakların peşine dü­şüyorsunuz. Hep tuzaklara takılıp kalıyor ve hiç hazine bula­madan sürenizi dolduruyorsunuz. Oysa hazine haritasına uyanlar pek çok hazineyi topluyor. Bazen onlar da tuzaklara düşüyorlar. Düşenlerin bir kısmı bağırıp çağırıp isyan ediyor daha aşağı bir tuzağa düşüyor. Oysa talimata uyup kendisini o tuzaktan hemen kurtaracak tek gücü yardıma çağıranlar eninde sonunda tuzaktan kurtulup başka hazineler aramaya devam ediyor. Hazine avı süresi çok kısa olanlar da var fakat onlar da eğer haritaya uyuyorlarsa süresi yarım kaldığı halde hazineden mahrum olmuyor hatta süresini tam kullananlar­dan daha fazlasıyla bile ödüllendirebiliyorlar. Hiç hazine top­layamayanlar diğerlerine göre çok büyük bir pişmanlık du­yuyorlar ve kendileriyle çok kötü bir hesaplaşmayla karşı

327

A N K [ !\ U T

karşıya kalıyorlar. Bu süre zarfında başka hazine arayıcıları­na engel olmak vazifesini yüklenenler de var bu arada. Bu hased yüklüler hazine bulamamanın hem de başkalarına en­gel olmaya çalışmanın hesabını vermek zorunda kalıyorlar. Yapılan anlaşma bu hazine avının kişi tarafından kabul edil­mesidir, ele geçen harita da din ve Kur'an-ı Kerim'dir.

Ferdin hesap vakti geldiğinde "madem sen Rab'sin ve

her şeye gücün yeter neden beni tuzağa düşmekten koru­

madın benim cüzi aklım o zaman yaptıklarıma tam vakıf

değildi" diyemez. Çünkü kendisi kurulu bir oyuncak gibi dünyaya salınmamıştır. Kendi cüzi iradesini yerine getirmek­le mükelleflendirilip kendisine büyük bir değer verilmiştir. Eninde sonunda sonsuz hayatta hazin�lerini bulmak mecbu­riyetindedir. Ne kadar aptallık yaparsa, o kadar azapla karşı­laşarak başarır bunu. Çünkü bir ahdi vardır. Ve bu sözden dönemez.

22: Ve onlar ki, Rablerinin teveccühünü umarak güç­lüklere göğüs gerip namazda kararlılık gösterirler, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli açık başkaları için harcarlar, kötülüğü iyilikle savarlar. İşte ahirette erişilecek olan nihai huzur, böylelerine özgüdür.

Ayette Rablerinin teveccühü olarak geçen (Vech) kelime­sinin lügattaki manaları: Yüz, Görünüş, manzara, anahtar de­liği, taraf, cihet, anlam, kasıt niyet, yol, sebeb, ön taraf, önem­li şerefli adam, kalp, sabah namazı, bir şeyin nefsi, zatı. Onlar ki Rablerinin vechini istemekte sabreden oldular, salatı ikame ederler. Kişi istediği yöne dönmekte serbesttir. İstediğini se­çer. Bu istekle ilgilidir. Kimi zulmü seçer. Kimi kuralları, kimi cenneti ister, kimi dünyayı, kimi kullar ise sadece Rablerini

328

{ '

( 1 I 1 r 1

(

R A ' D S Ü R E S i

isterler. İşte bu azınlık hiç bir yola sapmadan yalnızca Rable­riyle bütünleşmeyi dilerler, bu konuda sabırlı, sebatlıdırlar. Kulun dünyaya geliş amacı budur zaten. Rabbin sonsuz gü­cü, zekası ve sevgisiyle bütünleşmek. Birbirine aşık iki sevgi­li arasında nasıl ki telepatik bir iletişim oluşuyorsa, kalpleri birbirleri için çarpıyorsa, sadece Rabbini umarak, sadece O'nu isteyerek yaşamını sürdürmüş bir kul, sevgi ve isteği (güçlü arzusu) ölçüsünde Rabbinden karşılık görecektir, bü­tünleşecektir. Dünyaya geliş amacımız üst cennet kademele­rinde arazilerimizi, köşklerimizi hurilerimizi artırmak değil­dir. Yalnız o güzeller güzeline kavuşmaktır. Yoksa kulun dün­ya nimetlerine kapılmasıyla cennet nimetlerine kapılması arasında pek bir fark yoktur. Sadece korkuya dayalı yani ce­henneme girmemek ümidiyle yapılan ameller de kişinin ni­yetine göre değerlenir ve sadece cehennemden kurtulmak ödülüne kavuşabilir. Niyetini halis kılamayan kişi kapı sahip­lerinden olamaz. Önceki ayetlere bakarak bu ayetlerde kapı sahiplerinin tarif edildiğini anlıyoruz. Bahsedilen bu nadide kulların salatı Rabbi için yanıp arzulamaktır: Bu hasret öyle yakıcıdır ki dünyayı gözü görmez bile. Sevgiliye hasret çek­mek kolay değildir.

Salôt bizim kıldığımız namaz mı yoksa yanmak pişmek v .s. şeyler mi? Kur' an-ı Kerim' de yüzlerce defa salat geçiyor, bunların

her biri ayrı bir salat. Bir kısmı namaza diğerleri olgunlaşmak için gerekli olan pişmenin türlerine işaret eder. Zaten namaz da olgunlaşmak için gereklidir. Ve nifak ettiler o şeyle ki biz onları gizli ve aleni rızıklandırdık. Ve kötülüğü iyilikle (hase­ne: güzellik) savdılar. Onlara işte ukba yurdu vardır. Kur' an­ı Kerim' de pek çok yerde (nifak verme dağıtma) geçer. Bu vermenin çok çeşidi olduğu için böyledir. Tıpkı salat gibi ni-

329

A N K E B U T

fak da çok çeşitli. Burada adı geçen nifak bildiğimiz rızkın ni­fakı değildir. Nereden anlıyoruz derseniz, sır ve aleni rızık denmesinden. Kişinin gizlice tasadduk etmesi değil, "biz on­ları gizli ve aleni rızıklandırdık" sözüyle Rabbin "biz"likle rı­zıklandırmasından bahsediliyor. Biz kelimesi geçtiğine göre bunu vasıtalarıyla birlikte gerçekleştiriyor demektir.

Peki nedir sır ve aleni rızık? Sır olan rızık, kişiye bazı varlıklar vasıtasıyla başkaları­

nın bilip göremeyeceği yöntemle verilen ilim, aleni rızık da kişinin kendi gayretiyle elde ettiği saklanmayan ilimdir. Kapı sahiplerinin bir özelliği daha ortaya çıkıyor ki bunlar, hem il­mi ledun denilen sır ilminden, hem de aleni ilimden nasip­lenmiş ve asla kendine saklama gibi bir hataya düşmeden di­ğer insanlara bu rızkından dağıtan, verenlerdir. En son olarak kötülüğün güzellikle savılması var. Bu kapı sahipleri ahdini yerine getirmiş verdikleri sözü bozmamış, acıya maruz kal­mışlar ve sebat etmişler, kötü hesaptan çekinip itinalı davran­mışlar, hem kendilerine hem başkalarına zulmetmemişler. Onlar sadece Rablerinin yönünü, yolunu, güzelliğini, yüzünü ummakta sebatkar olmuşlar. Kendilerine verilen gizli ve açık ilmi başkalarıyla paylaşmış ve kötülüğü iyilikle, güzellikle savmışlar. Kendilerine yapılan bir kötülüğün güzellikle savıl­ması gibi anlaşılıyor olsa da bundan ibaret değildir. Bu daha çok kendilerinde ya da başkalarında olan bir kötülüğün yeri­ni iyilik ve güzellikle doldurarak kötülüğe yer kalmamasını sağlayarak savılmasıdır. Bunu ancak ilim sahibi insanlar ya­pabilir. Yani insan psikolojisini iyi bilenler, işte kapı sahibi ol­manın ayrıcalığı.

Bir örnek verir misin? Tam anlamadım. Bu önemli bir konu. İstersen birkaç örnek vereyim. Bir ki-

330

)

) !

I t

I

} I I } ,

R A ' D S Ü R E S İ

şi tanıyorsunuz, devamlı zina yapıyor. Onu kötülükten men etmeye çalışıyorsunuz. Karşınıza alıp: "Bak! Seni günahkar

kul, yarın öbür gün bu günahlardan dolayı ateşlerde yana­

caksın. Allah'ın gazabına uğrayacaksın. O günahından do­

layı belki de binlerce yıl ateşte kalacaksın. Cennete gireme­

yeceksin, sevdiklerini göremeyeceksin, üstelik mahşerde

hesap vermek öyle zordur ki, dünyaya gelmeseydim de taş

olsaydım diyeceksin . . . v.s." Bu kötülüğü korkuyla savmaya çalışmaktır. Bu hayır ya da sevap değildir. Bir de şöyle yapı­labilir: "Bak kardeşim, senin bir kusurun var, güzellikleri­

ne gölge düşürebilir. Rab kullarını çok sever. Elbette seni

de beğenip halk etmiş ve seni en güzel surette kılmak ister.

Senin dosdoğru olmanı ister ve öyle yakınlaştırır kendine.

Ben de seni çok seviyorum ve iyiliğini isterim".

Kişi devamlı surette meşru olmayan cinsel ilişkiler kurar­sa libidonal enerjisini sağa sola dağıtmış olur. Aynı zamanda ilişki kurduğu herhangi bir insanda büyük bir depresyona se­bep olabilir. Çünkü o kişi, senin ona hissetmediğini sana his­sedebilir. Sen haksızlık etmiş olursun. Tersi de olabilir. O za­man da sen mağdur olursun. Etrafında güvenilmez bir çap­kın olarak tanınırsan kimse sana güvenip bir yuva kurmak is­temez. Bu çapkınlık yüzünden istediğin gibi olan birini kaçı­rabilirsin. Üstelik cinsellik özel ve kutsaldır. Yanlış insanlarla yaşadığın kötü ve gecelik cinsellik sende farkında olmadığın yaralar açabilir. Bütün hayatına etki edebilir. Kapabileceğin hastalıklar, peşine düşebilecek, psikopat ruhlular da ekstra belalar açabilir. Eğer zina, tek bir kişiyle uzun süreli bir ilişki şeklinde yaşanıyorsa bile yıpratıcı olabilir. Çünkü sana karşı bir sorumluluğu yoktur. Ve devamlı beklenti içinde olmak se­ni üzer. Tersi durumda da o üzülür.

Aklın yolu birdir ve zina zararlıdır hem sana hem başka­sına bir üçüncü kişiye de zararı olabilir ki o küçük ve savun-

331

A N K E B U T

masız bir bebek olabilir" . Burada sebepleri açıklamak ve insa­nı ikna etmek çabası olduğundan karşındaki insana onun iyi­liğini istediği konusunda inandırıcılık oluşur. Bu güven ve dostluk getirir. Onu suçlamak ya da aşağılamak ise düşman­lık hissi uyandırabilir ve kişi buna direnir. Korkutmak ise in­sanı her şeyden korkan biri yapabilir. Kötülüğü iyilikle sav­mak böyle olur. Bunun için insan psikolojisinden anlamak, gerçeklerle yaklaşmak, dürüst olmak, sevgi yüklü olmak hat­ta bilimsel olmak gerekir. Evladımıza, akrabamıza, ahbabımı­za telkinimiz hayırlı olmalıdır. Devamlı kötülüklerini gider­mek isteği taşımalı fakat bunu onun için istediğinizi hissetti­rerek yapmalısınız. Mesela çocuğumuz bir şey çaldı. Ona bu­nun için kötü olduğunu anlatıp yerine iyiliği koymaya çalış­malısınız. Kendisinin bir şeyi izinsiz alındığında ne hissede­ceğini sorabilirsiniz. Çocuk düşünüp yargılamayı öğrenecek­tir. Kendisine yapılmasını istemediği şeyi başkasına yapma­ması gerektiğini anlatabilirsiniz. Çocuk adaleti öğrenecektir. Çaldığı şeyi geri verdiğinde hatadan dönmeyi öğrenecektir. İşte yapılan bir hatadan üç doğru şey doğdu. Kötülüğün ye­rine iyiliği değiş tokuş edin. Yaptıklarının ne kadar güzel ol­duğunu düşünüp başkalarına hindi gibi kabaran, onları hata­dan döndürmek için değil, onu aşağılamak için uyarı yapan sevimsizler öte alemden pek ümitli olmasınlar. Sadece dü­şüncede bile olsa başkalarını kendisiyle kıyaslayıp üstünlük addedenlere "Aman dikkat!" diyorum. Kırmızı alarm size çalıyor. Düşünce temiz, niyet halis olmalı. Yapmacık sevimli­lik hemen sezilir, böylelerinin insanlarla uğraşmaması daha iyidir. Kötü düşüncelerden arınıp yerine hasene koyun ve başkalarına da bu konuda yardımcı olun.

332

J \

r

R A ' D S Ü R E S İ

Yani çok kötü bir insana bile onun kötü olduğuna dair düşünce taşımayacağız öyle mi? Kötüler kötüsüne dahi iyi niyet taşımalısınız. Çok kötü

birini buldunuz ve ne büyük talih ki o sizi dinliyor. Ne güzel bir şey bu! Bir şeyler verebileceğiniz biri var karşınızda. Eğer o melek gibi iyi olsaydı ona ne faydanız olurdu ki.

Ya kötülükten sakınmak? Onun yeni bir kötülük yapıp kendisine zarar vermesine

engel olmalısınız. Yine de bir kötülüğe uğrarsanız bu zaten si­zin başınıza gelmesini kabul ettiğiniz bir kötülüktür. Yanlış düşüncelere sapmadan sabırla ecir kazanmaya çalışırsınız. Ama yine de o kötü için üzülürsünüz.

Sen çok şey bekliyorsun insanlardan. Bunları yapabil­seydik meleklerden üstün olurduk. Öyleyse olun! Niye vakit kaybediyorsunuz. Bütün mese­

le kendinizi ne yönde yetiştirmeniz gerektiğini bilmenizdir. Kendinize verdiğiniz telkinler kısa zamanda kendini gösterir. Hızla değişime girersiniz. Bunu birileri başarmışsa siz de ba­şarabilirsiniz. Kur'an bu yüzden örnekler sunuyor size.

23: Adn cennetleri, oraya babalarından, eşlerinden, çocuklarından salih olanlarla beraber girecekler, meleklerde her kapıdan onların yanına varacaklar­dır.

24: Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu ne güzeldir! (Ukba yurdu ile nimet­lendirildiniz!)

Adn esas olarak "bir yerlerde kaldı" veya "bir şeyleri muhafaza etti" manalarına geliyor. Benzer bir isim "eden" ise sevinç, haz, mutluluk manalarına gelir. "Cennet" ise bahçeler

333

A N K E B U T

demektir. Nedir bu muhafaza edilen haz bahçeleri? Nerede kaldılar? Onlar mikro alemin içinde muhafaza edilir. Katlı boyutlarda. Öyle mikrodurlar ki nasıl ki siz uzayı aşıp ötesi­ne gitmekte imkansızlık içindesiniz, bundan daha fazla im­kansızlık mikro uzaklıktadır. "Kün emriyle birlikte bu alem­ler katlanmış, gizlenmiş, muhafaza etmiştir kendisini. Şu an var mı cennetler desen "evet" derim. Önceden de var mıydı desen "evet" derim. Fakat ölür ölmez cennete değil kabir ale­mi denen yere gidersiniz. Çünkü o alem muhafaza edilmiştir, saklıdır. Büyük kıyamet kopup her varlık yokluğa erdikten ve mahşer alemi kurulduktan, hesaplar verildikten sonra o muhafaza edilen haz alemi ortaya çıkar, tabii cehennem de. Bütün bu işlemler kıyamet, mahşer, sırat köprüsü, öncesinde kabir alemi, insanın ruh gücüne dönüşümü içindir. Fakat her­kes illa bu kadar uzun bir süreçten sonra bunlara kavuşaçak diye bir şey yoktur. Hz. Muhammed, yaşamı içinde cenneti ve cehennemi görmüş, gezmiş, Rabbin kahna dahi çıkmıştır. Böylelikle bunların yaşam içinde mümkün olduğunu göster­miştir. "Yok canım, o başka bir insan biz asfa onun gibi ola­

mayız" derseniz Hz. İdris' in de dünya hayatında cennete git­tiğini ve geri dönemediğini düşünün. Böyle bir kestirme yo­lun var olduğuna inanmakta güçlük çekiyor olabilirsiniz ama var! İnanmadığınız şeyi gerçekleştiremezsiniz. Ancak çok yü­celmiş bir ruh cenneti gördükten sonra geri dönebilir. O da yalnızca hizmet aşkıyla olabilir. Başka ruhları da o yüceliğe kavuşturmak için. Resululah cennetin nerede olduğunu açık­ça söylemiş, çağırmış fakat anlaşılmamış tabii. "Cennet ana­ların ayağı altındadır".

Evet. Annelere yapılan iyilik çok fazla olursa, cennetle mükôfatlandırılacağımız söylenmek isteniyor öyle mi? Öyle anlarsan öyle ararsın cenneti. Bu da insanı bir yer-

334

l 1

\

{ ; I I

� I

ı I )

R A ' D S Ü R E S i

lere vardırır mı bilmiyorum. Kişinin iyi niyeti ölçüsünde bel­ki. Fakat benim anlatmaya çalıştığım bu değil. Dünyaya tabi­at ana denir. Çünkü doğurgandır. Bu doğurganlık değişim içinde olmasıyla ilgilidir. Fakat doğurganlık için ölüm vardır. Madde alemi ölümlü ve doğurgan değişimli alemdir. Madde aleminin durduğu yerin altında cennet vardır. Bunu bir düz­lemin üzerinde durmak gibi anlamayın: katlanmış boyutların üzerinde durmak. Altında cennet vardır. Madde aleminde ne kadar mesafe alırsanız alın ukba yoktur yani öte alemi göre­mezsiniz, sonuca varamazsınız. Resulullah'ın miraca çıkışını çok uzak uzayları yedi kat gökleri aşmak olarak düşünüyor­sunuz ama tam olarak böyle değil. Bu zamanın da ötesine geçmeyi gerektirir. Mekan ve zamanın ötesindedir cennet. Uzunluk ölçüleriyle ilgisi yoktur.

Bir başka hadisle "cennet kılıçların gölgesi (ya da pırılhsı) alhndadır" deniyor. Bu ne demektir? Kılıç ikilemlerin çatışmasını temsil eder, Negatif-Pozitif,

iyilik-kötülük, çekim-itim, dişi-erkek, düşüş-çıkış, sevgi-düş­manlık, v.s. Madde alemi bu ikilemlerin etkileşimleriyle var olan alemdir. Bir alemde ölüm olmaması için doğum da ol­maması gerekir. Baki olan ukba alemi bitmez tükenmez, de­ğişmez özelliğe sahiptir. Şimdi size şunu söylüyorum: Cennet denilen boyutta negatif pozitif etkileşimi yoktur. Bu etkile­şimin olmadığı alt alem ukba alemidir. Alt diyoruz saklı de­mek istiyorum. Biz cennetin üzerindeyiz diye düşünmeyin.

Atomların elektron proton yükü olmasa madde olmaz. Yani her şey yok olur. Cennetle maddeden olamaz bu durumda. Cennet nasıl var olacak peki? Sizin bildiğiniz somut varlık gibi değil tabii. Aklınızın

var olması gibi, ruhunuzun var olması gibi. İşte bu yüzden

335

A N K E B U T

orada düşünebileceğinizin ötesinde imkanlar vardır. Beyni­nizdeki mevcut bilginizin ötesinde bilgi, sevgi, güzellik, im­kan v.s. Orada ikilem olmadığı için günah-sevap da olmaya­cak. Kısaca şunu söylemem gerekiyor, ikilemlerinizden kur­tulup alt beynin muhteşemliğine ulaşırsanız dünya yaşamın­da cennet huzurunu elde edersiniz. Çatışmadan kurtulun, yargılamaktan kurtulun, bu iyi, bu kötü, bu cici, bu tu kaka, deyip durmayın. Bunu sevmek zorundayım şundan nefret et­meliyim deyip durmayın. Zihninizin içinde durmadan çarpı­şan kılıçların altına inin. Geçin bunları geçin! Şimdilik bunu bilin size yeter. İşin bilimsel kısmıyla ise bilim adamları uğ­raşsın. Madde aleminin altıyla yani.

Bu iyi bu kötü demezsek iyiyle kötüyü karıştırıp haksızlık yapmaya başlar aynı zamanda din kavramını da yok ehniş olmaz mıyız? Nasıl çıkarız işin içinden? Din size yargılamayı, insanları ayırmayı emretmiyor. Şu

cennetliklerden şu cehennemliklerden demenizi yasaklıyor. ç>jn iyilik için uğraşın diyor. Din insan içindir, insan din için değildir. Tıpkı devletin halk için, halkın devlet için olmadığı gibi. Birilerinin bir şeyleri yanlış yaptığını görüyorsanız, "o

kötü uzak durayım" demeyi tercih edeceğinize yanlışını ha­tırlatmayı seçersiniz. Yargıya varacak sizler değilsiniz. Bu yüzden kimi sevip kimden nefret etmeniz konusunda kendi­nize baskı yapmamalısınız. İnsan düşmanlarının şerrini yok etmek için uğraşır. Bu insanlık görevi fakat kişileri ahreti hak­kında yargılamak, hüküm giydirmek hiç üstüne vazife de­ğil. . . Konuya geri döneyim ayette "Adn cennetleri oraya ba­balarından, atalarından, eşlerinden, çocuklarından, Salih olanlarla beraber girecekler melekler de her kapıdan onların yanma varacaklardır" deniyor. Babaları, eşleri, zürriyetleri içinde salaha ermiş olanlarla birlikte girecekleri söylenirken

336

R A ' D S lJ R E S l

kişinin salaha erememiş yakınlarının buna kavuşamayacağı­nı anlıyoruz. Oysa insanlar dünyadaki ayrılıktan çok korkar­lar. Ya ebedi ayrılık ya da tahayyülümüzü aşan bir uzun za­man boyunca ayrılık. Melekler onlara her kapıdan girecekler yani kişinin yapabileceği bütün açılımlardan fetihlerden gfre­cekler böylece o kişiye her şey aşikar, bilinir durumda olacak. Her kapının görevlisi olan meleklerden ilim konusunda hiz­met gelecek. Orada kişi uğraşıp didinmeyecek, orada nesne­ler canlılar, melekler v.s. ona hizmetle görevli olacak. Bu da kişinin devamlı gelişimini sürdüreceği anlamlarına gelir.

25- Ve öyle ki Allah'ın ahdini bozanlar anlaşmadan sonra ve Allah'ın emrettiğini kesenler onunla ekleye­rek fesat çıkaranlar yeryüzünde işte onlara lanet ve onlara kötü yurd vardır.

Mealde, Allah' a verdikleri sözü kuvvetle pekiştirdikten sonra bozanlar Allah'ın riayet edilmesini emrettiği şeyleri terk edenler ve yeryüzünde fesat çıkaranlar; işte lanet onlar içindir. Ve kötü yurt onlarındır.

Bir ahid vardır Allah'ın ahdi vardır ve kulun anlaşması vardır. Bu anlaşma kulun Allah'a kulluk etmesidir. Anlaşma ancak kulun kula ya da dünyalıklara kulluk etmesiyle bozu­labilir.

Kulluk ehnesinden kashn kulun çok ibadet ehnesi, hayır hasenat yapması mı? Önce kulluk kavramını açıklayayım. Kulluk bir şeye ta­

mamen bağlanma, emrine girme, itaat et�e, iradesini onun için kullanma ise kişi bunları herhangi bir ·insan için ya da dünyaya ait değerler için yaparsa sapar, anlaşmayı bozar ve Allah'ın emrini yani programını keser. Allah'ın emri ise kulu-

337

A N K E B U T

nu yüceltmek, kendi bulunduğu boyutlar, nesneler, sapmalar üstü arşa hatta indine eriştirmektir. Yani kulu kendine bir gö­rüntü etmektir. Allah'ın görünen veçhesi olmak üzerine çok fazla konuşmamam gerekir. Öyleyse kısaca Allah'a kulluk, Allah'ın emrine itaat kişinin yükselmesi, yücelmesi, erişmesi, tekamülüdür. Bütün bu serüvenler sırf bunun içindir.

Kişinin Allah' a kulluk anlayışı üzerinde de konuşma­mam gerekir. Her kul başka türlü bir kulluk yapabilir. Bu onun eksikliğini göstermez. Ancak "en mükemmel kulluk

nasıl yapılır?" sorusunu soranlar için bir model olarak Hz. Muhammed, en övgüye layık kul olarak yeryüzüne inmiştir. En fayda meydana getiren ya da en pozitif kulluk O'nunkidir. Bu konuda tarhşmak noksan akıllıların işidir. O ki yetimin sa­çını düzelterek okşar, analı babalı çocuğunkini karıştırarak okşardı. Yetimin düzelteni olmadığından saçını düzeltir. Öbürü ebeveyni tarafından bir daha ilgilenilsin diye saçını karışhrırdı. Bu ince düşünce bu ince merhamet yalnız o kul modeline aittir. İnsanların en zekisi, en akıllısı, en merhamet­lisidir.

Eğer kişi O'nu modellemeyi amaç edinmişse o şekilde kulluk eder. Eğer, O'nun bilgisine tam vakıf değilse, kendisi­ne başka bir kapı açmışsa emeği zayi olmaz. Çünkü niyeti Al­lah' a yakınlaşmak yani kulluktur. Belki kestirmeden gidemi­yordur ama gidiyordur. Oysa Allah'ın varlığını inkar edenler, Allah' a varmak için çalışır görünüp de imanı karışık olanlar, dünya aldatmacasına kapılmış peşinden gidenler, amacı di­ğer kulları yolundan alıkoymak ya da saptırmak olanlar, programı bozulmuş robot gibi abukluk ve sabukluk içinde zarar üretirler. Zarar, fayda üretememenin karşıtıdır. Faydalı olmayan zararlıdır.

Şunu eklemeden geçmeyeceğim. Hz. Muhammed'i an­cak ve ancak tekamül düşmanları kötü görür, sevmez. Teka-

338

R A ' D S Ü R E S İ

mül yolunda uğraşanlar ise dünyanın neresinde olursa olsun hangi dine mensup olursa olsun onu kabul eder, sever. Çün­kü O'nda hiçbir zarar yoktur ki ona buğzetsin. Ama birtakım iftiralarla kafası doldurulmuş insanlar vardır. Onlar eninde sonunda gerçekleri öğrenmek bahtiyarlığına erişirler.

Bu ayette ve daha pek çok ayette yeryüzünde fesat çıkaranlar anlahlıyor. Bu fesadı tam olarak açıklar mısın? Fesat bilardo gibidir birine vurursunuz o başkasına vu­

rur, o da başka birine. SOnüçta biri çukura düşer. _'=3jın,.ı;,9.o us­tası ise bir vuruşta bir sürü topu deliklerine sokar. Oyunu oy­nayanın niyeti ölçüsünde hesabı sorulur. Her çukura düşür­düğünün vebali üzerine olur. Yeryüzü düzenini, dengesini, işleyişini, bozan bir hareket yapan her kişi bozguncudur. İs­tei doğal dengeyi bozsun, ister iki ülke arasında savaş çıkma­sına sebep olsun, ister iki arkadaşın arasını bozsun, ister kul­ların haklarına tecavüz etsin, o kişi fesad çıkarandır. Kimisi bir ülkenin başına geçip fesad çıkaracak yetkiye sahiptir, ki­misi bir kan-kocayı ayıracak kabiliyettir ama fark etmez ikisi de fesat çıkarıcıdır. Bir adam bir adamı öldürdüğünde onun çocuklarını yetim, eşini dul bırakacağını bilerek yapar. Yani bozduğu düzenin farkındadır. Bir devlet görevlisi devlet ma­lını yerken insanların hakkına tecavüz ettiğini, ülkenin işleyiş makanizmasını bozduğunu bilerek yapar. Çıkıp da benim yaptığım kötülük çok cüzi öyleyse önemli değil diyemez. Ki­şi yaptıklarının sonuçlarıyla, etkileşimleriyle hesabım vere­cektir. Kişinin niyeti ne kadar kötüyse hesabı o derece çetin­dir.

339

A N K E B U T

-- --- ------

26- Allah rızkı dilediğine bol verir, (dilediğine de) kı­sar. Onlar ise dünya hayatı ile sevinmektedirler. Halbuki dünya hayatı, ahiretin yanında çok az bir yararlanmadan ibarettir.

Meale göre Rızkı dilediğine bolca dilediğine sınırlı ölçü­de veren Allah'tır. Hal böyleyken bol rızık verilenler dünya hayatıyla sevinirler, oysa ahiret hayatı yanında dünya hayatı yalnızca geçici bir doyumdan, bir avuntudan ibarettir. Ayette geçen "meta"'kelime olarak kendisinden faydalanılan ye­mek, ev eşyası, alet, satılık kumaş v. b. manalarına gelir. Me­aldeki gibi avuntu demek değildir. Kısaca şu mana çıkar ki son cümle: O şeydir ki dünya hayatı ahiret içinde, ancak bir alet, faydalanılan eşya (geçici bir süre gerekli alet).

Ama avuntu dersek insanları yanlış yönlendirme yapılmış olur. Öyle değil mi? Yanlış anlaşılabilir evet. Ben sırıkla atlama müsabakasına

katılmış bir sporcunun atlayacağı yere sıçraması için kullan­dığı sırık gibi yorumlasam belki daha anlaşılır olur. Çünkü iş­lem tamamlanınca sırık yere bırakılır. Sporcu amacına ulaşır başka tarafa gider sırık başka tarafa. "Aman canım bu avun­

tudan başka bir şey değil" deyip sınksız atlamak isteyen varsa buyursunlar efendim. Engeli atlayamadan aşağıda ka­labilirler. Ama çok büyük olağanüstü yeteneğe sahip insanlar olabilir ve bu engeli sırıksız atlayabilirler.

Niye sürekli dünya malı kötüdür denir peki? Kur' an öyle bir şey demiyor. Ama yanlış anlayanlar öyle

anlıyor. Mal ve evlat dünya süsü veya dünya fitnesi diye ge­çer fakat mal ve evlat edinmeyin denmek istenmiyor herhal­de. Burada evlat da fitne deniyor da niye suçlu sadece dünya

340

R A ' D S Ü R E S i

malı olmuş? Efendim aleti yanlış kullanır sırıkla oraya bura­ya zarar verirseniz engel dururken tersine koşarsınız, suç sı­rığın mıdır yoksa delirmiş atletin mi? Ba_na §!r_!�-��)azım na­sıls� l?�p gideceğiz deyip "Allah-Allah-Allah" engele ko­şa11 cia bir garip olmuyor mu yani? Dünya tarihini incelersek fakir düşmüş ya da askeri güce önem vermemiş toplumların diğerleri tarafından katliama uğradıklarını, tarumar edildik­lerini görürüz. Fakirliğin her ülkeye önce cehalet, sefalet, çok zaman ahlaki çöküntü sonunda işgal getirdiğini çocuklar da biliyorken, "dünya hayatı avuntudur boşuna sevinilen bir

faydadır." demekle ne denmek istediğini anlayamıyoruz. En gelişmiş silahlarıyla İsrail, taşlı sopalı Filistinlilerle savaş ya­pıyor. Evet imanları sayesinde Filistinliler direniyor ama dik­katinizi çekeyim devamlı gencecik yaşta ölüyorlar! Bu, sah­neden ibret almak için İsrail' e kahırlar okurken Filistinin fu­karalığını da görmek gerekir. "Evet Allah sevmediklerine

dünyada sevdiklerine ahrette nimetler verir. Bu yüzden

Müslüman dünya da fakirlik çeker'' demek. İşte gerçek avuntu budur. Bu ayet bunun tam tersini söylüyor. Ayeti kelime anlamı olarak ele alırsak: "Allah rızkı genişletir, o kimse için dileyerek yapar ve takdir eder (plan program ya­pıp uygular) ve sevindirir dünya hayatıyla. O şeydir ki dün­ya hayatı ahiret içinde ancak bir meta: Demek ki dileyip eyle­me geçiren o, planlayarak akılla hareket eden herkese dünya hayatıyla sevinmek ve rızık genişletilmek vardır. Herkes için bu böyledir. Asla bu konuda ayrım yoktur. Çok çalışıp kendi­ni fiziksel zorlatmaktan bahsetmiyor, sadece dilemek ve programlamak iyi bir plan yapmaktan bahsediyor ayet.

341

A N K E B U T

Sınırsız güç adlı kitapta insanın istediği şeyi zihninde oluşturması iyi ve ayrıntılı bir plan yapması durumunda istediklerinin biraz çabayla gerçekleşeceğini yazıyor. Bu gerçekten öyle midir.

Evet. Tabii ki Rab bahil değildir. Sevdiği kulunu mahrum etmez yalnızca çok daha yetenekli bulursa dersini zorlaştırır. Böylece kemalat daha fazla olur. Ona daha fazla problem çöz­dürür. Ama çaresizlikle kıvranmak istemiyorsa ona sürekli çare halkeder. Çok problem çözen daha bilge olur. (Eşeddul bela minel enbiya vel evliya vel emsal vel emsal. Yani en şid­detli belalar nebiler, veliler, sonra onlara benzeyenlere gelir). Kişi dileğine başka düşüncelerle ara vermemelidir. Duanın oluşumunu onun olmayacağı düşüncesi keser.

27- Kafirlere derler ki: "Eğer ona Rabbinden ayet in­dirilmediyse" De ki muhakkak Allah dileyeni saptı­rır ve kim yönelirse ona hidayet eder".

Biri var devamlı olarak bir masayı kullanıyor. Onaa yazı­yor, yemek yiyor v.s. Fakat bir gün diyor ki " Ya bu masa sah­

teyse, ya şimdiye kadar ben masa diye başka bir şeyde otur­

duysam". Kişinin durup "Ya Hz. Muhammed'in getirdiği

Kur'an ona Rabbinden indirilmemişse ya o kendi uydur­

muşsa" demesi buna benzer. Hayatı boyunca her şey Kur'an'ı doğruladığı halde insan bu şüpheye na,sıl düşer? Çünkü o sapıtmak istiyordur. Bunu istemezse böyle bir şüp­heye gerek duymaz. Bir şey eğer sahte ise onun sahteliğini is­patlayan herhangi bir delil getirilmelidir. Ama gğ�_fizerin­�_!5.t.ıı:' ?-.:n'ı kıskanan kavimler var güçleriyle bir eksik, bir sahtelik aradıkları halde bulamadılar. Aksine artık pes ettiler de bütün bilimsel araştırmalar için Kur'an'ı kaynak kitap ,

----.... _ _,.,.,,.,,. .. ---.. ,.,,, ....... - � ' -

342

R A ' D S Ü R E S İ

yaptıl�bunu da gizleyemiyorlar. Ancak dileyen sapıtır, ger­ç� kopar, özunif'"gerÇeğl bulmak isteyen ise gerçekten ne kadar uzak olursa olsun ona kavuşturulur. İşte Rab bu ayette söz veriyor.

Ayette geçen enab: Bir hususta birini diğerinin yerine ge­çirmek, yerini tutmak anlamına geliyor. Demek ki kim gerçe­ği her şeyin önüne geçirirse, ararsa, her şeyin önünde gerçe­ği tercih ederse ona hidayet edilir. Hidayet doğuştan, doğdu­ğu çerçeveden alınan ve hep öylece sürüp giden bir miras de­ğildir. Bir kişi İslam üzerine Müslüman olarak büyüdüğü hal­de: Ya Kur'an'ı Allah indirmediyse? Diye şüpheye düşebilir. Menfaati gereği bunu dışa vurmaksızın yaşayabilir. Ama şüphesini gidermek için araştırma yapmaz. Maazallah bir münafık namzeti olur çıkar. Ya da tamamen dini inkar eden bir kafir.. İnsan şüphelerini gidermeyi tercih etmeli, bunu önemsemeli ki bir gün inanmamak ona kolay geldiği için şüphelerine kanmasın.

28- Onlar ki inanmışlar ve Allah'ı anmakla kalpleri huzur ve doyum bulmuştur. Çünkü bilin ki kalpler gerçekten de ancak Allalı 'ı anarak huzura erişir.

Hidayete eren ve ondan şaşmaksızın hidayet üzere olan­lar, Allah'ı anmakla kalpleri huzur ve doyum bulanlardır. Bu zikrin çok yönünden biridir. Burada dil değil kalp zikrinden bahsediliyor. Tabii ki dil zikri de vardır, şarttır fakat bu ayet­teki kalp zikridir. Yani duygusal anma, duygusal adapte. Sev­da çekenler bilirler bir insanı devamlı olarak düşünürsünüz. Düşünceye ara verseniz de kalbiniz oµun için çarpmaya de­vam eder. Rüyalarınızda sık sık onu görürsünüz. Baktığınız her yerde onu hatırlarsınız. Kim aşkı düşünceyle kısıtlı saya­bilir ki. Ayrılık bazen kalbinizi sızlatır. Başka şeyler düşün-

343

A N K E B U T

meye çalışmak sizi ondan kurtarmaz. İnsanın insana duydu­ğu aşkta bir tatminsizlik vardır. Niye aşıklar uzun bir süre tatmin olamaz. Niye aşk arthkça sitemler, intikamlar v.s. ar­tar. Çünkü kalbiniz başka bir insan için var olmuş değildir. O eksikliğin ızdırabını hep hissettirir size. Çünkü sevdiğiniz ki­şi ne kadar güzel, ne kadar iyi huylu olursa olsun, yüreğini­zin kapasitesini doldurmaz. Eğer insan kalbinin tatminsizlik alarmını algılamakta gecikir, bu alarma kulak vermezse ya sağlık problemi ya depresyon ya da ölümle karşılaşır. Ölüm­le karşılaşma, ya kendinin ya sevdiğinin ölümüdür? "Çok se­

viyordum ve çok mutluydum ama kader kurbanı olduk ve

sevdiğim öldü" diyenlere çok acı gelecek ama, kalbinizin uzun meşguliyeti buna sebep olur. Ya ölenin ya da diğerinin kalbi. İncir çekirdeği doldurmayan sebeplerden oluşan ayrı­lıklar da. Velhasıl kalbiniz sadece Rabbin sevgisi ile onun aş­kı ile işlevini yerine getirmenin tatmini, hazzı ve huzuru ile dolar, sizi de memnun bahtiyar eder. İster evlat sevin, ister eş, ister kardeş, ister para, ister kendinizi, ister bütün bir ülkeyi, ister bütün dünyayı yine de kalbiniz tatmin olmaz. Çünkü o her şeyi içine alacak kapasitede yani Rabbi alacak kapasitede yaratılmıştır. O muhakkak mümin kulun kalbine sığar.

29- İman edip iyi işler yapanlara ne saadet (gıpta, rahat, hayır, devlet) Varılacak güzel dönüş yeri yurt da onlar içindir.

Dönüş yeri anlamındaki Meab, geceye kadar gündüz yü­rünerek varılan dönüş yeri anlamıyla daha doğru ve açık an­lamlanıyor. Ayetin bütün özelliği bu kelimede. Gündüz, ay­dınlık, aşikarlık, açıklık, gerçeklik sembolüdür. Gündüzde her şey aşikardır, şüphesizdir. Gündüz yürüyüp yol alıp ge­cede varılan yer, fizikle metafiziğe, zahirle batına, somutla so-

344

R A ' D S Ü R E S i

yuta varmak yani madde ile manaya varmak, sır olmayan gö­rünür gerçeklikle sırlı gerçeğe ulaşmak. Orası gerçekten Tuba yani saadet dolu, hayırlı, faydalıların yeri. Aynı zamanda "hüsn" kelimesiyle de övülmüş bir yer. Önceki ayette herke­sin kapılabileceği şüphe "ya ona Rabbinden ayet indirilme­diyse" den kurtulup Allah'ı kalben çok anarak, ona iştiyak duyarak kalplerini tatmin etmiş kişilerin her şeyin bir ışık ol­maksızın belirsiz olduğu geceye, gündüz yol alanların, gece vardığı yerin ne kadar harikulade güzel ve hayırlı olduğu an­latılıyor. Onlar birer Tuba' dır ve varacakları yer hüsnü me­ab' dır. Gündüz boş şeylerle oyalanıp bir yere varamayanlar gece bastırıp belirsizlikle baş başa kaldıklarında çaresiz ve yardımsız ortada kalırlar. Dünya hayatında kişi eğer araştırır­sa pek çok şeyi öğrenip emin olup inancını pekiştirebilir yani yol alır. Bunu yapmazsa, dikkat inancı bütün olduğunu dü­şünenler de dahil gece bastırdığında zor durumda kalır. Bü­tün şüpheler giderilmelidir. Yoksa İslam' a mensubum demek kişiyi kurtarmayacaktır. Hayat belirliliğinde ölümün gizemi­ne hazır olmak, bilimle ilhamı bağdaştırmak, yol alıp güzel, rahat, tatmin yerine varmak. İşte kalbin tatmini böyle tama­ma erer.

30- Böylece seni kendilerinden önce nice ümmetlerin gelip geçtiği bir ümmete gönderdik ki, sana vahyet­tiğimizi onlara okuyasın, onlar Rahman'ı inkar edi­yorlar. De ki o benim Rabbimdir. Ondan başka Tan­rı yoktur. Sadece ona tevekkül ettim ve dönüş sade­ce O'nadır.

Dönüş diye manalandırılan (Metab) kelimesi hatadan masiyetten dönülen yer ya da dönüş. İnsanlık tarihine bakar­sak bir binaya benzetebiliriz. Biz şu an binanın bir katında

345

A N K E B U T

bulunuyoruz bu sıralamayı da zaman sağlıyor. Şu bir gerçek ki yükselmişsek ve binanın üstündeysek bunun sebebi altı­nızdakilerdir. Genetik yapı yaşandıkça tecrübeleri aktaran bir sistem, böylece üste çıkmak mümkün. Fakat bu binada yapı­landıkça temelden uzaklaşılıyor ve köken gitgide unutulu­yor. Ve bir rüyada yüksenildiğini unutup gitgide o bina sa­hipleniliyor. Şımarıkça: "bu binayı biz yaptık, bir yere gel­

dik, ilerledik" denilebiliyor. Bu bina Rahim taşlardan yapılı­yor, yani doğurgan ve ölümlü gezegenin bize verdiklerinden. Oysa o adı üstünde bir gezegendir yani gezmektedir ve bir yere gelince ömrünü tamamlayacak ve ölecektir. Birbirini do­ğuran evrenin bir yavrusudur, büyüyüp doğurur, üretir so­nunda ölür.

Oysa insanlar Rahman'ı unutmuşlardır. Bir çocuk dese ki beni anam doğurdu, doyurdu, büyüttü, her şeyim odur ben ona aitim ve o bana aittir. Babasını unutsa, anmaz olsa, baba ona demezmi ki "Ey oğul! Sen benim bir parçamsın seni do­

ğurup bakan annendir, rızkını getiren benim". İnsanlar bu iki bileşen kuvvetten birini unuturlarsa sapmışlar ve yanıl­mışlardan olurlar. İşte insan dünyayı seviyor, ona önem veri­yor ve şımarık çocukların yaptığı gibi onu sahipsiz sanarak sahipleniyor, onu kullanıyor ve her zaman affedileceğini dü­şünüyor, Rahman gücü unutup sapıyor. Yer ve gökler ana ile baba gibi Rahim ile Rahman' dır. Kişi Rahimden beslenip Rahmanı unutur ve inkar ederse onun gök rızkından fayda­lanamaz. İşte Rab, Resulünü bu ümmete kendisine vahyedi­leni okumak, anlatmak, idrak ettirmek için göndermiştir. Onun her anı her nefesi bu gaye için harcanmıştır. O insanla­ra unutulan Rahman'ı hatırlatmak için geldi. Yoksa her şeyin yolunda olduğu bir ümmete niye peygamber gelsin.

İşte Rahman'ı inkar edenlere uyarı yapmak istiyorsan ey

346

R A ' D S U R E S i

insan! Onlara de ki: "Şu an üzerinde yaşadığınız rahim dün­

ya ve onun üzerinde bulunduğu Rahman gökler benim

Rabbimdir. Ondan başka tapılacak, değer verilecek, saygı

gösterilecek, adanacak hiçbir şey yoktur. Onunla aynı kefe­

ye hiçbir şeyi koyamazsınız. Ona tevekkül ettim yani bü­

tün işlerimi ona havale ederek yaparım. Yalnızca onu vekil

dost bildim yalnız ona güvendim. Yanlışını anlayıp özür

dilenecek ve dönülecek O' dur, sizi affedecek tek güç

O' dur''.

Evren, Rabbin bir zerre parçasından var olmakta daha doğrusu görünmektedir. Evrenin varlığı görüntüden ibaret­tir. Değişken ve kalıcı olmayan. Bu gerçeği unutmamalısınız. Rahman güce kavuşabilmeniz buna bağlıdır. Bu noktayı nasıl iyice anlatayım bilmiyorum. Şöyle söylesem, şu an maddesi­niz ama daha ötesi olabilirsiniz. Madde alhdır bazen daha üs­tünü vardır. Rahimde kalırsanız yazık olur, siz Rahmanlaşa­bilirsiniz. Maddeyi geçebilirseniz manada yüceleceksiniz. Rahmana kavuşabilmek için Rahimden geçmeniz şarttır. Fa­kat o sadece bir tünel, o bir öğretmen, bir ders fakat amaç de­ğil. Allah, Rahman, Rahim üçlemesinde Rahim kapsanır Rah­man tarafından, Rahman kapsanır Allah tarafından denmek­tedir. Rahimliği Rahman'la kapsayın, maddenin ötesine ka­vuşun, yaratılışınızı idrak edin, sonunuzu da ahretinizi de,

, , dönüşünüzü de. Çünkü Havva'nın Adeİn'de yarahldığı gibi gezegenler göklerden yaratıldı. Madde alemi olan Rahim güçten ötesine Rahman güce geçilmesi insanı özüne daha yaklaştırır. Sonrası ise Allah'tır.

347

A N K E B U T

31- Eğer okunan bir kitapla dağlar yürütülseydi ve­ya onunla yer parçalansaydı, yahut onunla ölüler konuşturulsaydı ( o kitap yine bu Kur'an olacaktı). Fakat bütün işler Allah'a aittir. İman edenler hala bilmediler mi ki Allah dileseydi bütün insanları hi­dayete erdirirdi. Allah'ın vaadi gelinceye kadar in­kar edenlere, yaptıklarından dolayı ya ansızın bü­yük bir bela gelmeye devam edecek veya o bela evle­rinin yakınına inecek. Allah vaadinden asla dön­mez.

Çeviri kar§ılığı: Ve Eğer muhakkak Kur' an'la dağlar yü­rütülürse veya arz kesilirse, veya ölüler konuşturulursa, bila­kis hepsi Allah'ın emri için. Ümidini kesmedi mi (yeise düş­mediler mi) inananlar, Allah dilerse hemen hidayet ediverir bütün insanlara. Zeval bulmaz, (helak olmaz) o kafirler ki yaptıkları şeyle isabet olur, ülkeye (ya da mahal) veya evleri­nin yakınlarına, ta ki Allah'ın vaadi gelinceye kadar. Muhak­kak Allah, vaadine ihtilaf etmez (hilafına davranmaz).

Bu ayette iki türlü mucizevi gelişmeyi haber veren bir gi­riş kısmı var. Birincisi bilim Kur' an sayesinde o duruma gelir ki dağlar yürütülebilir, yer parçalara ayrılabilir ve ölüler ko­nuşturulur. Bunlar bir gün olacak gelişmeler çünkü zaten ön­ceden de olmuştur. Dağı yürüten Haa Bektaşi V:�ll, ayı ikiye bölen Hz. Muhammed, ölüleri konuşturan Hz. İsa' dır. Bir gün bilimsel yolla da yapılacaktır. İkincisi ise sembolik olarak genetik bilimin geleceği noktayı anlatıyor ki kişilik bile belir­lenebilecek yani insanda değişmez sayılan kişilik özellikleri bile genetik müdahale ile belirlenebilecek, vücudu istenildiği gibi şekillendirilebilecek ve ölmüş olan birinin aynısı yapıla­rak ölü konuşturulabilmiş olacak. İnsanlar o zaman yaratma-

348

I )

) ) \

) 1

R A ' D S lJ R E S I

da çok ileri gittiklerini iddia edip kendilerini yaratıcı gözüy­le görecekler. Ama bütün bunlar Allah'ın emrinin gerçekleş­mesi içindir. Yani onun yaptırımlarıdır. Allah'ın emri, insan­ların o düzeye gelmesi yönündedir. "İnananlar bütün insan­lığı imana getirmek için uğraşmaktan bir türlü vazgeçmeye­cekler mi, ümitlerini kesmeyecekler mi?" sorusu vazgeçmele­ri gerektiği yönünde bir uyarı kitabıdır. Eğer Allah dilerse bü­tün bu oluşumlar bunca yaşam, bunca serüven olmadan he­men bütün insanlara hidayet eder ve doğruyu görürler. Bu da Kur'an'la bunca şeyi yapmak mümkün olacağı halde insan­lardan bazısı yine de iman etmeyecekler demektir. Ve bu yap­tıkları şeyleri (bilimsel olayları, gelişmeleri) kötüye kullana­caklar. O yaptıkları onların ülke ya da bölgelerine isabet ede­cek, evlerinin yakınlarına yaptıklarının sonucunda oluşan fe­laketler gelecek fakat ancak Allah'ın vaadi yerine ,getirilene kadar geciktirilecektir. Allah, yazdığı kaderden başkasını ger­çekleştirmez.

Bunlar genetik felaketler de mi olacak? Hem dünya yapısıyla oynayarak tabiat felaketi hem de

insan genetik yapısıyla oynayarak mahluk felaketi söz konu­su.

32- Andolsun senden önceki peygamberlerle alay edildi de, ben inkar edenlere mühlet verdim sonra da onları yakaladım (görseydin ki) azabım nasılmış!

Mealde azap diye anlamlandırılan kelime ikab: Dağda sarp yol, dağın en yükseğindeki yol, engel anlamlarına gelen çoğul bir kelime. Açılması zor yollar ve engeller de denilebi­lir. Ayetin son kısmını, "Ben kafirlere ümid ederek uzattım sonrada onları aldım, ikab nasılmış (veya nasıldı) olarak ma-

349

A N K E B U T

nasında meallendirmek daha doğru görünüyor. Senden önce diye hitab edilen kişi Hz. Muhammed değil sadece Kur 'an'a muhatap olan her okuyucu. Bu demektir ki senden önce re­suller bile alaya, hafife alındı. Ben onlara ümit ederek mühlet verdim ki belki bir aşamaya gelirler bir şeyler öğrenirler. Son­ra mühlet bitince onları bulundukları zaman ve mekandan çekip aldım. Bu, sana zor aşılması güç bir engel teşkil etti. Se­ninle alay edildi, aşağılandın. Bu engel kolay bir engel değil­dir. Zor bir yoldur. Nasılmış anladın mı? önceki ayette ina­nanların bütün insanları hidayete erdirmek için uğraşların­dan bahsediliyordu. Fakat bütün insanlar birden hidayete er­dirilmiyor. Bu Rabbin yasasıdır. Onlara bir mühlet verip ümitle onların iyileşmesini bekliyor. Ve inanan gerçek insan alaya alınıyor, bazen aşağılanıyor çünkü doğruyu iletmeyi amaçlıyor. Doğru söyleyen dokuz köyden kovuluyor yani. Bütün bunlar inananda bir dağ yolu, zorlu bir yola çıkılmışlı­ğı gösteriyor. Çünkü o bir insan ve onların arasında yaşıyor alay edilip aşağılanıp yalnızlığa terk edilen biri nasıl huzurda kalıcı olabilir ki. Bu çok zordur. Bazen öfkelenir onlara kızar, aptallıklarına dayanamaz isyan eder, bazen onlarla uğraşmak için kendini tekrar tekrar güdüler fakat başta ona hiç kulak asmayan alaycıların hiç değişmediğini görüp üzülür, bitkin bir üzüntüye düşer. Ve Rab, diyor ki: "Sen onları iyileştirmek için uğraşan bir hekim gibi uğraşıp durdun ama nasılmış gördün mü onları ? Yapabileceğinizin kısıtlı olduğunu görüp kendinizi he­ba etmeyin zor bir yolda ilerlemektesiniz" denmek isteniyor olsa gerek.

İnanan kişi başkalarını da inandırmak için büyük bir gayret göstermemeli mi yani? Hayır öyle değil. Ama sana bir temayül ve yaklaşımla ge­

len samimi olarak gerçeği arayan kişiler gerçek inanca kavuş-

350

R A ' D S Ü R E S i

turulmak için uğraşılır. Aksi takdirde çaba insanı tüketici, önüne engel oluşturucu zorluk olur. Eski Çin' de insanlara başvuran oldu mu bilgeliği ortaya koyar aksi halde normal bir yaşantıda yaşarlardı. Taliplisi olmadan hiçbir bilgi anlatıl­mazdı. Hatta bu bilge kişiler çok nazlı bir tavırla talipliyi epey bir uğraştınrlardı. Bu yakm geçmişte İslam tasavvufçu­larmda da öyle idi. Talip gelir yalvarır yakarır talebinin çok­luğunu sergilemek zorunda bırakılırdı. Ancak o zaman tale­beliğe kabul edilirdi. Talebe, ismi üstünde talep sahibi kişidir. Önce merak sonra bilgi, gerçeklik gelir. Aksi mümkün olamı­yor. Kötülük ikiye ayrılır. Kötülüğü uygulamaktan bıkmışlar ve kötülüğü büyük bir zevkle yapanlar. Ancak kötülükten bıkmış olanlar diğerini, zıddını merak edip onu denemek is­teyebilirler. Ona çok şey öğretilebilir. Ama kötülükten haz alan kişi, kötülükten bıkmış olanlardan daha ehven-i şer gö­rünse de yola girmeye hiç niyeti olmadığından daha ümitsiz bir durumdadır.

33- Peki, -kimdir elbette o!- yaşayan her varlığı hak ettiği şeye bakarak görüp gözeten? Yine de Allah'a ortak koşuyorlar (öyle mi) De ki: Onlara (istediği­niz) ismi verin sanki ona yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi haber verdiğinizi sanıyorsunuz? Yoksa sade­ce sözcüklerle mi oynuyorsunuz? Hayır tersine hak­kı inkara kalkışmış olanlan çarpık (sinsice) planla­rı kendilerine güzel gösteriliyor ve böylece (doğru) yoldan döndürülüveriyorlar ve zaten Allah'ın sa­pıklık içinde bıraktığı kimseye yol gösteren bulun­maz.

Çeviri karşılığı: O kimse midir bütün nefislerin kazandı­ğı üzerinde duran oturan -ki Allah için ortak koştular? De ki:

351

A N K E B U T

onlara isim koyun (adını koyun) Yoksa Allah'ın yeryüzünde bilmediğini haber mi veriyorlar, yoksa söylenmiş sözü zahir mi ediyorlar (kaderi, anlaşmayı ortaya mı çıkarıyorlar yani bilinmeyen sırları mı biliyorlar) Bilakis kafirlerin hileleri süs­lendi ve yoldan yüz çevirdiler ve Allah kimi saptırırsa ona hi­dayet verici yoktur. Bir söz vardır ya "Üzümünü ye bağını

sorma" tam sapıtmak için gerekli bir kural. Bir üzüm buldun salkımından yedin sonra salkım sapını gördün de "Vay be ne

salkımmış, şu üzümü ne güzel yapmış" deyip sonra da üzü­mün sahibinin salkım olduğunu düşündün. Bağını sormadın araştırmadın.

Her müslümanım diyen imanını beğeniyor ve doğruluk­ta olduğunu iddia ediyor. Ama yediğinin kaynağını araştır­mayan kişi gibiyse ne olacak hali. Her ne kadar diller "Allah

dilerse" deyip söze başlıyorsa da her şeyin yaratıcısı Allah diyorsa da fikren başkalarını ortak koşuyorlar. Hem de bunu gizli yapıyorlar ve hatalarının hiç farkına varamıyorlar. Nasıl mı yapıyorlar birini gözlerinde öyle büyütüyorlar ki haşa Al­lah' tan üste koyuyorlar gönüllerinde. Dilleri Allah'tan çok o kişinin yeteneklerinden, üstünlüklerinden bahseder oluyor. Öyle ki onu sevmeyeni, onda olmayanı reddediyorlar, bazen aileleri ya da ailelerinden biri bile olsa. Onu benimsemeyen diğer müslümanlar, adeta kafirlerle eşleştirip kınıyorlar. Ye­dikleri üzümün salkımına dalıp gidiyorlar, birer fanatik olup mangalda kül bırakmıyorlar.

Ayet ise uyarıyor bunları. "De ki onlara; bir isim koyun. Adını koyun bu sevdanızın, onları neyin yerine koyuyorsu­nuz. Bütün nefislerin kazandığı şeylerin üzerinde ve Kaim midir? Nefislerin kazandıkları iyi veya kötü müstehaklarını onlar mı bilip ödüllendirip cezalandırılacaklar? Yaşayan ya da yaşamayan hangi yüce kula bunu yakıştırma cüretinde bulunabilirsiniz? Yoksa bu kişiler yeryüzünde bilinmeyeni

352

f

R A ' D S Ü R E S i

mi haber veriyorlar, yahut kavli aşikar ediyorlar. Yani söylen­miş sözü, yapılmış misak-ı, mukadderah mı biliyor? Bütün bunlar yoldan sapmak için uğraşanların bulduğu sapkınlık­lar. Bu gibi kişiler hep böyle hilelere başvurur çünkü onlar Al­lah' a kul olmak istemezler. Ve bu yaptıkları kendilerine güzel görünür ve sapıttıklarının farkına varamazlar. Amaç değil araç için uğraşırlar. Onlara hidayet verici olmak için uğraşan halis kulları bile kendi sapıklıkları uğruna Allah' a ortak eder­ler, işte böylelerini bu yüzden doğru yola sokabilecek bulun­maz. Bunların elinden oyuncak olmak istemediklerinden, pek çok Veliullah kerametlerini göstermemiş, sıradan insan­lar gibi yaşamayı tercih etmişler. Hz. Ali gibi büyük bir Veli­ullanh bu yüzden Muavviye'ye galip gelemedi çünkü eğer üstün güçlerini kullansaydı ona tap�nmaya başlayacaklardı. Bu ayet içinizde büyüttüğünüz şirkin önce adını koyun diyor. Ve bunu hahrlatma sorumluluğunu da gerçeği görenlere yüklüyor. Bütün bu deki, diye söz eden ayetler mükellefiye­tini hahrlatmak içindir insana. Kur' an bir psikologdur ve okuyanları da psikiyatrist yapar. Çoğu kez bir hatayı görür ve kavga ederek ya da gereken söz yerine yanlış sözleri ve tavrı sarf ederek kişiyi hatadan döndüremezsiniz. Fakat Kur' an bir kusurun nasıl giderilebileceğini, nasıl bir yaklaşım ve sözle düzeltileceğini gösterir. De ki diyor: Haşa Allah ka­dar önemsediğiniz herhangi bir kişiye bağlılığınızın adını ko­yun ve o kişinin kısıtlı meziyet ve yeteneklerinin Allah kadar olamayacağını hahrlahn. Kur' an' da defelarca şirkten bahse­der ve her seferinde şirkin başka bir türünü tanıtır. Çünkü şirk çok tehlikeli bir sapkınlıkhr. Öyle ki Müslümanım diye­ni kafir yapabilir. Allah muhafaza kafir olduğunun farkına varmaz.

353

A N K E B U T

34- Böyleleri için dünya hayatında zaten bir azap vardır, ahretteki azapsa daha da çetin olacak. Ve on­lar Allah'a karşı kendilerini koruyacak kimse de bu­lamayacaklar.

Çeviri karşılığı: Onlara dünya hayatında azap vardır ve hemen ardından ahrette daha parçalayıcı (daha zorlu) azap. Onlara Allah' tan, himaye edenden yoktur.

Onların azabı parçalanmaktan meydana gelir. Çünkü şirk koştukları kişileri kullanarak insanları hiziplere bölerler. Ümmet içinde yalnızlaşırlar. Bu yüzden de başlarına pek çok musibet, bela gelir. Maalesef bazı kötüler gibi dünyada nimet için bulunmazlar. Bunlar adını bile koymadıkları gizli şirk yüzünden dünya işlerini de berbat eder, dünyada nimet ka­zanmak için de uğraşmazlar. Çünkü dünya işi işbirliğiyle ço­ğalır düze çıkar. Oysa bunlar kendi ortak koştukları kişilerin dışında kimseyi beğenmez, işbirliği yapmaz. "Armudun sapı üzümün çöpü var" derler. Ortak koştukları kişi ise çoğu za­man bunları kendi menfaati için kullandığından, bunlar ken­dilerine de bir fayda sağlayamaz. Bu yüzden ayette daha ayı­rıcı azap var deniyor. Bu ahrette onların daha da yalnızlaşa­caklarının haberidir. Ve onlara Allahın koruyan himaye eden sıfahndan, tarafından yardım gelmez. Çünkü onlar dünya hayatında boş bir şeye siğınmışlar. O'nun himayesini istemiş­lerdi. Ahrette bulacakları budur.

Kısacası şu: Dünyada ayrılıkçılık yaptıklarından ahirette daha da parçalanmış ve dünyada Allah' tan başkasının hima­yesine sığındıklarından ahrette himaye bulamamış olacaklar­dır. Çünkü himayeleine sığındıkları kişinin yani ortağın, şir­kin aslında zaten hiçbir himaye edici gücü yoktur. Şefaat, hi­maye Allah'tan o kişi kanalıyla istendiğinde vardır. Oysa o kişiyi Allah' a ortak koştuklarında ondan asla himaye, şefaat bulamazlar.

354

R A ' D S tJ R E S I

35- Takva sahiplerine vaat olunan cennetin özelliği onun zemininden ınnaklar akar. Yemişleri ve gölgesi süreklidir. İşte bu sakınanların sonudur. Kafirlerin sonu ise ateştir.

Çeviri kar§ılığı: Cennetin muttakilere vadedilen sıfatı (temsilen) öyle ki onun altından ışıltı akar. Onun aşınması da kalıbı (görüntüsü) de daimdir. (devamlı ve kararlıdır) bu muttakilerin sonuçtaki yurdu. Kafirlerin sonuçtaki yurdu ateştir.

Nehar yani ırmak diye manalandırılan kelime esasen akan ışıltılı nesneyi anlatan bir kelimedir. Irmağın akarken görüntüsünü vurgular. Cennet sıvı bir ışığın üzerindedir. Bu cennetin saklı bulunduğu boyuta varabildiğinizde gözlemle­yebileceğiniz bir görüntüdür. Zaten misali anlatılıyor diye ayetin başında belirtiliyor. Yukarıdaki mealde yiyecek diye manalandırılan "ekulu" kelimesi: Meyve, yemiş, geniş rızık manalarına geldiği gibi yenip tükenen nesne, aşınan nesne manaları daha doğru oluyor çünkü kelimenin özü bu. Türk­çede yemek fiilinde yiyecek türediği gibi bu kelimede aşınıp yiten nesneden türemedir (Zillu kelimesi) gölge diye mana­landırılsa da bir nesnenin kalıbı, gölgesi karaltısı, izzet, refah­lık manalarına gelir.

Bu ayeti açıklamaya çalışalım: Muttakiler yani hak üze­re kararlı olarak gerçeği arayan, kulluk mükellefiyetinin idra­�<lnde olan Rabbine varmak için uğraştan vazgeçmeden de­vam eden Öğrenciler, yolcular. Bunlara vadedilen cennet şöy..: le anlatılabilir. O cennet sıvı ışık üzerindedir. Yani evrenin ya­pı taşı olan maddeden değil sıvı ışıktandır. Altından ırmak akması, yapı taşının sıvı ışıktan olması demektir. Daha önce "cennet anaların ayağı altında" derken madde altı bir alem olduğundan bahsetmiştik. Cennetin altına bakılırsa yani yapı

355

A N K E B U T

taşına bakılırsa sıvı ışık görülür denmek isteniyor. Bu öyle bir yapı taşı ki devamlı tüketilip devamlı görüntülenip kalıpla­mr. Yani evrenin de bir görüntü kalıbı olduğunu söylersek cennet denilen alemin kalıbı görüntüsü daimdir denir. Yani cennetin yapı taşı sonlu, tükenen, yaşlanan, ölen, yok olan, görüntüsünü, kalıbını yitiren bir yapıda değildir. Orada ye­nip tüketilen bir nesne, hemen anında kalıplanarak fena bul­mamış olur. Böylelikle orada abk yoktur da deriz rahatlıkla. Şunu da söylemek gerekir ki zaman ötesi bir alemdir orası. Yani zamanla kısıtlanmaz hiçbir şey, bu yüzden yaşlanma, aşınma yoktur. Daha doğrusu aşınması daimdir, çünkü de­vamlı yenilenmektedir. Dünyada olan tabiatın solması, tekrar canlanması, canlıların ölmesi yenilerinin doğması yoktur. Bü­tün bunlar zaman kavramını oluşturduğuna göre zaman yok­tur. Hiç sönmeyen bir ışık gibi cennete karşın cehennem yani kafirlerin ukbası ateştir. Yani oda bpkı cennet gibi sonlu, ölümlü ve doğumlu değildir. Zaman yoktur. Yapı taşı ateştir. Yani yapısı hiç sönmeyen ateştir.

Burada ışık ve ateşi karşılaşhrarak ne denilebilir? Işık herhangi .bir nesneyi değişime uğratmaksızın yayı­

lan bir enerji ise, ateş ortaya çıkarken herhangi bir nesneyi ya­karak açığa çıkan bir enerjidir. Dünya daki enerjiler bir şeyle­rin tüketilmesiyle açığa çıkmıyor mu? Bunun çok daha ileri safhası devamlı yok olarak açığa çıkması yani yanarak var ol­ma olabilir. Anlatması biraz güç burada bırakayım.

36- Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indi­rilene sevinirler. Fakat guruplardan onun bir kısmı­nı inkar edende vardır. De ki: Bana, sadece Allah'a kulluk etmem ve O'na ortak koşmamam emrolundu. Ben yalnız O'na çağırıyorum ve dönüş de yalnız O'nadır.

356

1

R A ' D S Ü R E S i

Çeviri karşılığı; Öyle ki onlara kitap verdik, ferah buldu­lar o şeyle ki sana indi. Hiziplerden o kimse, onun bazısını in­kar ediyor. De ki: Yalnızca Allah' a kulluk etmekle emrolun­dum ve onunla ortak koşmam. Ona çağırıyorum ve dönüşüm O'nadır. Kendilerine kitap diye adlandırılan idrak, yüksek şuur verdiğimiz kimseler yani alt beyinle irtibat kurarak ger­çekliğe varmaya yol alanlar kendilerini Rabbe yaklaştıran bir yol bulduklarında sevinir, ferah bulurlar. İşte bu yol Hak üze­re bir öğreticiye Rab tarafından indirilen bir ışıktır.

Peygamber, en büyük ışığı getirdi. Ondan sonra gelip yol gösterenler ışığını bu yoldan aldı. Onlar da başkalarına ışık tuttu. Fakat sadece kitap verilenler bu ışıktan ferah buldular. Ama hizip olanlar yani bir parça olarak kalanlar ya da (grup) birliğe varamayanlar, indirilen ışığın bilgisini inkar ediyor bunun bir kısmını inkar ederek yapıyor. Burada inkarcı çeşit­lerinden biri anlatılıyor "hiziplerden o kimse onun bazısını inkar ediyor" deniliyor. Hepsini inkar etmiyor fakat hizip oluşturuyor. Bunu olan bilgiyi bozarak yapıyor. Bazı yerini bozup inkar etmiş oluyor ve böylece hakiki birlikten koparak hiziplerden oluyor. Yani örneklersek "Ben Müslüman'ım" di­yor fakat İslam inancında ayrılık yaratan bazı olmadık saç­malıklar üretip, "Din şöyledir, din böyledir" diyerek başka başka yollar gösterimine giriyor, çatallandırıyor, sapıtıyor in­kara giriyor ve başkalarını da bu hiziplere sokarak inkar üze­re devam ediyor. Ve bütün bunları onunla yani yol gösterici kimseye inenle yapıyor.

İşte İslam ümmetini paramparça edenlerden bahsediyor bu ayet. Yol gösterici kişi Peygamber ve ondan sonra uyanlar hep aynı birlikte birleştirici rol oynarken, hizipler bu yol üze­rinde çatal yollar ayırıp ümmeti dağıttılar. Şunu şurada söy­lüyorum ki: Her kim ayrılıkçıdır, inkarcıdır, dinden çıkmıştır. Yoksa başkalarını dinden çıkmakla suçlamasıyla, suçlanan ki-

3 57

A N K E B U T

şiler çıkmaz. Fakat onu bunu dinden çıkmakla ithaf edenler dinden çıkan inkarcı olur. Çünkü birliği bozmuştur. Hz. Pey­gamber bu konuda kuvvetle uyarıp, bir kimse başka birini kafirlikle itham etmesi halinde eğer karşısındaki kafir değil­se, kafir kendisinin olacağını söylemiştir. Buna benzer bir durumda Müslüman'ım dediği halde, diğer müslümanları sapıklık içinde olmakla suçlarsa, kendi hizibinden başka kim­seleri beğenmezse birliği bozmuş olur, kendisi sapıklığa dü­şer.

Bu şu demektir ki "en doğrusu benim hizibimdir diğer­leri doğru yolda değildir" diyemez. Dinle, din içinde ayrılık meydana getirmeksizin bütün ümmeti sevmek, benimsemek tek parça görmek doğrusuyla yanlışıyla kabullenmek zorun­dadır müslüman. "Şu benim gurubumdan, onunla görüşü­rüm diğeri benim gurubumdan değil çünkü başka biriyle doğru yolu bulmaya çalışıyor veya başka bir mezhepten onunla görüşemem" diyenler hatta "benim cemaatimden de­ğildir" deyip de sokakta selam bile verip almayanların hali, dini tümüyle inkar edenlerden çok farklı değildir. İşte böyle­lerine denir ki: Yalnızca Allah' a kulluk etmekle emrolundum. Sizi hiziplere bölen kişilere değil yani. Kula kulluk etmem ve onunla yani grup haline gelmekle ortak koŞmam. O'nu çağı­rıyorum ve dönüşüm O' nadır. Eninde sonunda hepimiz Rabbin sıfatlarına bürüneceğiz. Ona dönüşeceğiz. Yani hepi­miz aynı birden gelip aynı bire dönüşeceğiz.

37- Biz bu (ilahi kelamı) işte böyle Arap dilinde, bir hüküm ve hikmet (kaynağı) olarak indirdik. Ve ger­çek şu ki, eğer sana (vahiy) bilgi geldikten sonra kal­

kıp insanlann gelgeç isteklerine uyarsan, (bil ki)Al­lah'a karşı ne bir koruyucu ne de bir yardımcı bula­bilirsin!

358

R A ' D S Ü R E S i

Çeviri anlamı: Ve böylece onu Arapça bir hüküm olarak indirdik. Ve eğer tabi olursan, heves, kuruntularına sana ilim­den geldikten sonra, sana Allah'tan dosttan, koruyucudan yoktur.

Arapça özel bir dildir. Anlamları özeldir. Yapısı özeldir. İnsanlar kendi · kendilerine oluşturduklarını sansalar d.a ArapÇa ilahi bir dildir. Bilgisayar programlama dili gibi Arap­ça gen programlama dili vardır. Bunu çözemeden gerçek an­lamda gen haritası çözülmez. Bir de metafizik yazılım vardır ki bu alt beyne geçirilmiş ama madde olmayan program sizin alın yazısı dediğiniz şeydir. Kaderin yazısı, programıdır. Alında üçüncü göz bölgesinden okunabilir. Tabii sadece o işin erbabı ve sadece kesitleri; yani tamamı asla okunamaz. İşte bu programlamada insanın bütün hisleri de vardır. Yaşa­yacağı üzüntü, keder, sevinç huzur v.s.

Bu ilim insan tarafından öğrenilir ve ondan sonrada ego­sunun, olumsuz hislerinin etrafında onu kandırıp bu ilmi hak ile değil hak dışı kullanmasına sebep olacak kişilerin istekle­rine boyun eğerse onun dostu veli: Bir şeye yakın olan bir işi üzerine alıp icrasını yüklenen. Birinin dostu, yani patron, ev­liya, bir şeyin sahibi manalarına gelen velisi Allah' tan olmaz, koruyucu da olmaz. Bu şu demektir Allah' tan verilen dost, ic­rasını alıp yüklenen şey, kişinin sorumluluğunu alan vicdani aklıdır. Koruyucu da alhncı his dediğiniz hissi alarmıdır. Sez­gi gücü kişinin koruyucusudur. Bunlar olmadığı zaman kişi yolunu kaybeder, kaybolmuş çocuk gibi korkmuş, tedirgin, çaresiz başına gelecek korkunç olayları bekleyen biri olur çı­kar. Arhk onun huzuru yakalaması imkansızdır.

Burada büyük bir ihtar var. İlmi bulan ve hak uğruna kullanmayan, muhakeme, vicdan ve sezilerini kaybeder ke­sinlikle. Hak için kullanmak insanlık için, hayır için kullan­mak demektir. Genleri çözüp Rabbin yaratığıyla oynamak, mahlukatı oyun malzemesi olarak kullanmak değil.

359

A N K E B U T

38- Andolsun senden öncede peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber için mucize getirme im­kanı yoktur. Her müddetin bir kitabı vardır.

Bu ayette çok hassas ve muazzam ince hesaplı denge ha­ber verilmektedir. Önceki ayette kevni (evren) düzenin Arap­ça bir hüküm olduğunu yazıyordu. Şüphesiz evrenin işleyişi, sırlatı, insanın genetik, ruhi, akli düzeni hepsi akla gelebilen bütün düzenler Arapça' dır. Arap harfleriyledir. Çünkü Kur' an Arapça' dır. Bu şifreler Kur' an baz alınarak çözülecek­se, Arapça sembollerin çözülmesi gerekir. Bunu kabul etme­yen sırları çözemeyecektir. Bunu kabul edecek kadar aklı olup da bu sırların bir kısmına vakıf olan birinin tekrar heva­larına uyması sonucu vicdani aklının kaybolacağı yazıyordu. Niye kaybolacağı sorusuna cevap bu ayetin içinde gizlidir. Çünkü çok ince hesaplarla gönderilen peygamberler ve ki­taplar vardır. Bunların düzenini bozmaya kalkanın aklı tabii ki yok olur. Bu sadece başkalarına değil, kişinin kendisine de yapabileceği en büyük suçtur. Harflerle yapılan büyü nasıl insanın kimyasını, düzenini bozuyor, böylece büyü yapan ki­şi düzenlerle oynayarak kendini düzenin gerekliliği inancın­dan uzaklaşhrıyorsa, genlerin harfleriyle oynayan, evrenin sırlarıyla oynayanın hali de aynı olur. Esasen dünyaya g�le­rek belirli eylemlerde bulunacak bir ruhun işlerini göreceği makinesi olan vücuduyla, beyniyle oynanırsa düzende bo­zulma olacakhr. Fakat bu hareket bile düzenin bir parçası ola­cak başka bir şeyle dengelenecek ve sadece bu suçu işleyenin başına çorap örecektir. Çünkü kişi düzenlerle oynamanın ge­tirdiği akli bozuklukla yaşayıp ölecektir. Öldükten sonra da bu arazı taşıyacakhr.

Ayeti kelime karşılığı olarak ele alalım: Biz senden önce

360

1 '

ı 1

) '

\ l I

R A D S Ü R E S i

resuller gönderdik ve onlara eşler ve zürriyetler kıldık. Alla­hın bilimi, izni müsaadesi, bilgisi olmadan hiçbir resul için bir ayet (mucize, işaret) gelmedi.

Her müddet için bir kitap vardır. Burada insan genetik yapısı, akil, ilmi gelişimi ve bilimde ilerleyişinin peygamber­lerle sağlandığı muhteşem bir denge oluşturulduğu anlatılı­yor. Bu peygamberlere onların ruhlarına tam anlamıyla eş olacak dengelerini sağlayacak, eksiklerini tamamlayacak eş­ler verildiği ve bu eşler vasıtasıyla mükemmel sonuç veren zürriyetler oluşturulduğu anlatılıyor. Bunu Amerika' da ve başka ülkelerde denediler fakat çok başarısız oldular. Çünkü onlar sadece IQ'lara bakarak eşleştirdiler çiftleri ve akıl has­tası çocuklar oluştu. Oysa diğer insanlardan kat be kat üstün özelliklere sahip peygamberler, onlara ideal ruhlarla eşleşti­rildiler. Bu zürriyetler de yeryüzündeki genetik gelişimin odak noktalarıdır ve dengeyi oluştururlar.

Kur' an' da ekseriyetle Ortadoğu bölgelerinde yaşamış büyük peygamberlerin adlarının geçmesi, denge bakımından önemleriyle ilgilidir. Oysa nebiler dünyanın her yerine her kavme gönderilir. Halen nebi özelliklere sahip evliyaullah eş­ruhlarıyla eşlenerek muhteşem zürriyetlerle dengeyi devam ettirmektedirler. Rahman rahimler eşlenince harika zürriyet­ler her insanın genetiğinde yer almaktadır. İlk dünyaya ge­lenler Adem ile Havva olduğuna göre zaten her insana bu genler geçmiştir. Nuh Peygamber'in oğulları da üstün zürri­yetlerdi. Şunu da ekliyor ayet, hiçbir peygamberin getirdiği üstün işaretler, mucizeler Allah'ın bu muhteşem dengesinin dışında değil, aksine bu dengenin en önemli unsurlarından­dır. Peygamberler bütün insani kuralların, insan haklarının, toplumsal hiyerarşinin yapıcılandırlar. Allahın dizdiği domi­no taşlan öyle mükemmeldir ki, her bir taşın geliş zamanı, yeri bile mükemmeldir. Eğer biriyle oynarsanız bütün düze-

361

A N K E B U T

ne zarar verebilirsiniz. Dünyaya gelecek olan ruhların kom­pütürleriyle, aletleriyle oynayıp bozarsanız en büyük insan­lık suçunu işlersiniz. Çünkü bütün fertler birbiriyle dolaylı bir etkileşim halindedir. İşte bu hassas, mükemmel dengenin bir yazılımı programı vardır ki bunlar kitaplardır. İnsanlık ta­rihi ve toplumsal yapısı bu kitaplarla oluşmuştur. Son kitap Kur' an ise bütün evreni ilgilendiren son açılımdır. Her evre­nin bir müddeti, eceli vardır. Bu evrenler için birer kitap ya­zılır. Halen bizimle birlikte pek çok evren ve her evrenin kita­bı yazilıdır. Aynı bunun gibi her insana da bir kitap yani ya-

·---'iılım, program oluşturulmuştur. Her insanın dünyada geçire­ceği sürenin programı yapılır. Negatif ve pozitif tüm etkile­şimler bu programın dahilindedir. Her gönderilen peygam­ber ayn kişilik özelliklerinde ayrı duygu yoğunluğundadır. Her biri ayrı bir özelliği genlere kazandırmışhr.

39- Allah dilediğini siler, dilediğini sabit bırakır. Bütün kitapların aslı onun yanındadır.

Burada çok ilginç bir bilgi var. Bütün kitap yani yazılım­lar yüce Rabbin dilediğinde sildiği bir olgudur. Evet dilerse tama�en siler dilerse sabit bıraklr. E� ufak gördüğümüz ya­zılım cüzü yani ruh taşıyan bir canlı için bir devir değiştirilir yani silinip yenisi yapılır. Hz. Musa'nın kavmine, bir yaşlı eşek yüzünden mahcup olması hikayesini anlatmak gerekir. Kısaca şöyle: Yaşlı bir eşek canı gönülden ömrünün son demi­ni rahat geçirmek için dua eder. Oysa o sırada Hz. Musa kav­mine büyük bir kıtlık olacağını haber vermiş durumdaydı. Bu bilgiyi Rabbinden almıştı. Fakat kıtlık olmadı. Sebebi ise yaşlı eşeğin duasının kabulüydü. Kıtlık kaderdi fakat yaşlı eşek için değiştirildi. Silinip yenisi yazıldı.

362

)

J I

ı

R A ' D S Ü R E S i

40- Biz onlara vaat ettiğimizin bir kısmını sana gös­tersek veya seni öldürürsek de sana tebliğ var. Hesap yalnız bize aittir.

Aslen buradaki öldürmek diye meallendirilen kelime bir şeyin hakkını alması, tamamına ermesi gibi manalara geldi­ğinden dünya hayalının sana öğretisinin hakkını aslında, ta­mama ersende seni olgunlaştırma, haber verme eğitimi de­vam edecektir demek isteniyor (doğrusunu Allah bilir). Her şeyin hakkının tam verilmesi, hisab yalnız bize aittir. Bu ayet­te failin biz olması yine Rabbin yarathklanyla gördüğü işlere işaret eder. İnsana hesap nerede biter veya sonu var mıdır? Bunu Allah bilir. Ona aittir ve onunla bu işlemleri yapanlara.

Bu ne demek? Cennete gitsek yine olgunlaşma, baliğ olma süreci devam mı edecek? Tabii ki öyle. Bana nasıl olduğunu sorma.

41- Bizim yeryüzüne gelip, onu uçlarından eksiltti­ğimizi görmediler mi? Allah hükmeder, O'nun hük­münü bozacak (Onun hükmünden başka bir hüküm­le bozmak) yoktur. Ve o hesabı çabuk görendir.

Burada arz genel manada yani gezegenler hükmündedir. Arza Rabbin gelmesi ve etrafından eksiltmesi geçiyor, bunu anlatmaya çalışayım. Biz geliriz ve etrafını eksiltiriz deniyor. Yine Allah'ın zatı değil bizliği yani yarahklarıyla iş görmesi söz konusu. Belirli bir başkalaşım, bir evrenin ahiri için geze­genlerin etrafı yani onların durmakta olduğu ağ dokusu şek­lindeki yapı eksiltilmektedir. Böylece gezegenler kendi çu­kurlarına, kara deliklerine düşeceklerdir. "Görmediler mi?" Sözüyle bunun bilinip görüleceğini işaret etmektedir. Bu ola-

363

A N K E B U T

yı bozabilecek, değiştirebilecek hiç kimse, güç kudret yoktur. Hesabı çabuk gören diye meallendirilmiş Seri ul Hisab Al­lah' ın bir sıfahdır. Hesabı çabuk görmek bir zaman hızı değil; bekletmeksizin, takılmaksızın, ara vermeksizin hesabı getirir demektir. Yani yazılı kaderde bir ara verme, dinlenme, uzat­ma yoktur. Her şey yazıldığı gibi peşpeşe sırayla işler. Yani bu kaderi ertelemek de mümkün değildir.

Peki "biz" diye zikredilen failler yani arza gelerek etra­fını eksiltenler kimlerdir? Vazifeliler. Nasıl olduklarını sorma.

Bununla ne denmek isteniyor yani bu niçin söyleniyor olabilir? Madde aleminin an be an sona yaklaşmakta olduğunu

hahrlatıyor ve sonra niçin kurulduğunu.

42- Onlardan öncekiler de tuzak kunnuşlardı. Hal­buki bütün tuzaklar Allah'a aittir. Çünkü o herkesin ne kazanacağını bilir. Bu yurdun sonunun kimin ol­duğunu yakında kafirler bileceklerdir!

Çeviri karşılığı: Onlarda önceki hile (ile aldattı illüzyon kurdu) Hilenin(illüzyon) tümü Allah içindir Her nefis ne ka­zandığını bilir. Ve kafirler ukbeddar'ın kimin için olduğunu bilecekler.

Etrafından eksiltilen madde alemi gitgide madde ötesi­ne yaklaşımdadır. Fakat bütün bu aldatmaca serap, illüzyon (ne derseniz diyebilirsiniz) madde alemi, onlardan önceki ta­rafından Allah için kuruldu. Madde aleminin kurucusu Allah tarafından halk olunan bir kurucu kuvvet, bir ilahi ümmül ki­tap var. Bunu kurarak kafirlere de sonuç yurdunun kim için

364

i.

i \

l r,

R A ' D S Ü R E S i

olduğunu bildirecek yani kafir olanlara gerçeği bildirecek. Gerçeği kabul etmeyenler, nefislerinden saklayanlardır kafir­ler. Bütün nefisler bu illüzyon oyunundan ne kazandığını bi­lir. Kafirler de ukba yurdunu görünce bileceklerdir. Herkes gerçekliğe varacak Rabbini bilip O'na döndürülecektir.

43- Kafir olanlar: Sen resul olarak gönderilmiş bir kimse değilsin, derler. De ki: Benim ile sizin aranız­da şahit olarak Allah ve yanında Kitab'ın bilgisi olan yeter.

Çeviri karşılığı: Sen gönderilmiş (ya da haber alıp veren) değilsin diyerek kafir oldular (küfre girdiler). Ayette geçen: Mursel kelimesi: Göğüste uzun sarkan gerdanlıkla aynı keli­medir.

Öyleyse mecazi olarak bir yere bağlı olarak duran kıy­metli varlık diyebiliriz. Bunu kabul etmeyerek gerçeği ört­mek söz konusu burada. Ayetin devamında de ki: Allah'la müşahede kifayet eder, benim ve sizin aranızda ve o kimse ki onun indinde (yanında) kitabın ilmidir. Eğer bu hile illüzyon aleminde üst bilincin hpkı bir gerdanlık gibi durduğunu, var olduğunu kabul etmiyorsa de ki: Ben olan varlık Allah'la mü­şahedeye yeterlidir. Benim aramda ve sizin aranızda ve o kimse, Allah'ın yanında kitabın ilmidir. Kişinin bedeni illüz­yon alemindeki görüntüsü bir gerdanlık gibiyse, onun asılı durduğu nedir? Kimdir? O kimse yazılımın ilmidir. Ben dedi­ğim varlığın arasında ve sizin aranızda yani diğer insanlar arasında (İnsanın çoğul varlıkları arasında ) Allah'la müşahe­de etmeye yeterli olan bir cüzdür, varlıktır.

365

A N K E B U T

Soru: Allah'la var olmak yani Altah'la müşahede ehnek. Kişinin bütün varlığının öğrendiklerinin şahid olduğu her olayın bütün hissettiklerinin Allah'la olduğunu mu anla­hlıyor. Evet. Tabi.

Peki kişinin asılı olduğu boyun (gerdanlık mecazına göre) kimdir ya da nedir? Bunu biraz daha açıkla yazılım ilmini yani. Senin tüm ihtiyacını bilen, seni ü�t bilincinden kıyaslana­

mayacak kadar çok bilen yazılımın bilgisidir. O bir kimsedir fakat senden ayrı bir fail değildir..

Çok iyi anlaşılmıyor, ne demek istedin? Daha fazla veya başka bir anlatımım olamayacak, fakat

bir özet yapabilirim: Sen bir kıymetsin ama bir boyunda asılı duran bir gerdanlık gibisin. Bütün bildiğin benliğin aslında senin inisiyatifinde sayılmaz. Nefsin (ya da egon) bu durumu inkar eder, gerçeği örtmeye çalışır. "Sen bir mürsel değilsin" der. O na de ki: Hayır ben bir mürselim. Ve bu durumumla Allah'la müşahade etmeye kafiyim. Bütün organlarım ve du­yularım Allah'la müşahade etmem için yeterli. Şu an algıla­yabildiğim beden ve üst bilincimle birlikte alt beynim ve ruh­sal varlığım arasında bir kimliğim var ki o Allah indinde ki­tabın ilmidir: Başka bir anlatımla bütün ruhsal araçlarım ara­sında Allah'la müşahade etmeye yeterli olan kimse, Allah'ın yanındaki kitabın ilmi olan yüce ruhumdur. Doğrusunu Al­lah bilir.

366

K E H F S ü R E S

-.�

KE H F S Ü RE S İ ( 8 3 - 9 9 . A y e t l e r )

83- Sana Zulkarneyn hakkında soru sorarlar. De ki: "Size ondan bir hatıra okuyacağım".

84- Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar ve kudret sahi­bi kıldık, ona her şey için bir sebep verdik.

85- O da bir yol tutup gitti.

86- Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir bal­çık gözde batar buldu. Onun yanında bir kavme rastladı. Bunun üzerine biz:"Ey Zulkarneyn! onlara ya azap edecek veya haklarında iyi l ik etme yolunu seçeceksin" dedik

87- O da şöyle dedi "Haksızlık edeni cezalandıracağız, son­ra o Rabbine gönderilecek, sonra Allah'da ona korkunç bir azap uygulayacak.

88- İman edip de iyi davranan kimseye gelince, onun için­de en güzel bir karşı l ık vard ır.Ve buyruğumuzdan ona ko­lay olanını söyleyeceğiz.

369

A N K E ll U T

89- Sonra yine bir yol tuttu. 90- Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık.

9 1 - İşte böylece onunla ilgi l i her şeyden haberdardık.

92- Sonra yine bir yol tuttu.

93- Nihayet iki set arasına ulaştığında onların önünde he­men hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu.

94- Dediler ki : "Ey Zulkarneyn! Bu memlekette Yecüc ve Mecüc bozgunculuk yaparlar. Bizimle onlar arasında bir set yapman için sana bir vergi (ücret) verelim mi"?

95- Dedi ki:"Rabbimin beni içinde bulundurduğu nimet ve kudret daha hayırl ıdır. Siz bana kuvvetinizle destek olunda, sizinle onlar arasına aşılmaz bir engel yapayım".

96- "Bana demir kütleleri getirin. " Nihayet setin iki yanı arasını aynı seviyeye getirince "Üfleyin (körükleyin) dedi. Artık onu kor haline sokunca: "getirin bana üzerine bir miktar bakır dökeyim" dedi

97- Bu sebeple onu ne aşmaya muktedi r oldular nede onu delebildiler.

98- (Zulkarneyn):"Bu Rabbimden bir rahmettir. Fakat Rab­bimin vaadi gelince, O bunu yerle bir eder. Rabbirnin vaa­di haktır" dedi.

99- O gün biz onları, birbirine çarpar bir halde bırakmışız­dır. Sur'a da üfürülmüş, böylece onları bütünüyle bir araya getirmişizdir.

370

I \

!'

\

\

K E l-ı r S Ü R E S i

Ayet 83'de "sana Zülkarneyn'den soru sorarlar" dediği, Yahudilerin gelip Resullullah'a Zülkarneyni sormalarıdır. Onlar bunu Resullullah'ın bilemiyeceğini ve onu mahçup edip Yahudiliğin üstünlüğünü ispatlayacaklarını umdular. Çünkü onlar, Kur'an'ın Tevrat'tan esinlenip geliştirilen bir ki­tap olduğunu söyleyip kendilerini kandmyorlardı. Zülkar­neyn ise hiç bir riyavette hiç tevetürde olmayan (çünkü olay­dan sonra unutturulan bir vaka) bir olay ve kişidir. Fakat Re­sulullaha vahiy gelmiş, açıklamışhr. Onlar da şaşkına dönüp gitmişlerdir.

Zülkarneyn iki devrin, iki vaktin, iki zamanın sahibi de­mektir. Geçmişin ve geleceğin yani. O, zamanda yolculuk edebilen dünyalı fakat başka bir gezegende büyümüş, çeşitli güçler kazanmış olağanüstü bir adamdı. Ayette yeryüzünde olanlar anlatılıyor, dolayısıyla bu kişi dünyadan uzaya, başka gezegenlere gitmiş, onlar üzerinde bir takım yardımlar yap­mış değildir. O, önce geleceğine seyahat etmiş dünyanın en son gün batımını görmek istemiş. Güneşin en son battığı yer orasıdır. Orada bir de bakar ki güneşin kendisi de bir balçık kara göze giriyor, kaybolmak üzere. Yani kara deliğe doğru gidiyor, güneş sisteminin kıyameti kopuyor. Orada yeryü­zünde olan insanlar hakkında Allah ona yetki veriyor ve is­tersen onlara yardım edip daha fazla yaşamalarını sağla, is­tersen kendi hallerine bırakıp azat et. O ise karışmamayı ter­cih etti. "Haksızlık edeni cezalandırmış olacağız iman edip

de iyilik eden ise onun için güzel bir karşılık vardır. Böyle

bir olayda ona kolay olanı söyleyeceğiz. Ona bir kolaylık

gelecektir'' dedi. Sonra zamanın ilk başlangıç anına yani güneşin ilk doğu­

muna, yeryüzüne ışığını gönderdiği ilk noktaya gitti. Dünya­nın dışından bakınca güneşin dünyaya ilk değen aydınlığı görünür. Baktı ki orada daha hiçbir şey, ağaçlar, evler, gölge

371

A N K E B U T

olabilecek hiç bir şey henüz oluşmamış. Zaman seyahatiyle onunla ilgili her şeyden haberdar oldu. Sonra da bu iki zama­nın iki seddin evvel ve ahir seddinin arasına ortasına bir za­mana gitti . Orada o devirde insanları buldu. Fakat anlaşama­dılar. Konuştuğu hiçbir şeyi anlayamıyorlardı. Sonunda on­larla olağanüstü güçleri sayesinde anlaştı. Onlar hemen baş­larındaki en büyük belayı haber verdiler ve bizi Yecüc ve Me­cüc'ten kurtar dediler. İstersen sana bir ücret verelim. Ondaki olağanüstülüğü gördükleri için bunu onun yapabileceğini düşündüler. Onlarla aramıza bir engel yani bir şey yap da on­ların hışmından korunalım.

O insanl�r bütün yiyeceklerini, varlıklarını baskınlar ya­pıp kaçan bu eşkiya kavime kaptırıyorlardı. Onlardan geri alamıyorlar çünkü onlar yerin üstünde yerleşmemişlerdi. Kimse onlara bir şey yapamasın diye yerin bir miktar aşağı­sına yerleşmişler, orada yaşıyorlardı. Bu bozguncuları takip etseler bile bir vadinin içinde yok oluyorlar, izlerini bulamı­yorlardı. Zülkarneyn onlara çok büyük demir kütleler toplat­tı. Yerlerini o gösterdi. Sonra o kütleleleri, onlar yerin altında­ki evlerinde uyurlarken üzerine dizdirdi . Olağanüstü gücüy­le orayı tutuşturup alevi büyük körüklerle körükletti. Kısa bir sürede bütün delikler demirle doldu, yaşadıkları vadiyi kız­gın demirle doldurdular. Üzerine de erimiş bakır döküp sağ­lamlaştırdılar. Bu olayı onlara "bu Rabbimden bir rahmettir" diye açıkladı. Fakat bir gün delinecek dedi.

Bu da gösterir ki Zulkarneyn gelecekten haberdardı. Son ayet 99'da Zukarneyn'in insanları kendi kaderiyle başbaşa bı­raktığını "O gün biz onları birbirine çarpar halde bırakmışız­dır" diye anlatıyor. Zülkarneyn olağanüstü güçleriyle o kav­me olanları unutturdu. Onlar, Yecüc ve Mecüc'ü unuttular, sadece hayal meyal demirleri erittiklerini, körüklediklerini hatırlıyorlardı. O destan, dağı delip dışarı çıkan kavmin des-

372

l

/'

K E H F S Ü R E S i

tanı işte bu hatıralardan doğmuştur. (Zannedersem Ergene­kon destanı). Yecüc ve Mecüc üzerindeki demir kütleyi dele­mediler. Yerin altına doğru ilerlediler. Ne bulurlarsa onu ye­diler, yaşamlarını devam ettirdiler. Fakat yeraltında yaşamak deri renklerini acayipleştirdi, boyları kısaldı ve dişiler çok fazlalaştı. Doğanların çok büyük bir çoğunluğu dişi çok az er­kek çıktı. Bu da onların çok fazla çoğalmalarını sağladı. Gü­neşe maruz kalmadıklarından toprağın nemiyle yaşamlarını sürdürdüler. Onların içtiği su damlalardır. Magma ateşi ise ısı aldıkları yerdir. Yeryüzüne çıkmak için büyük çaba sarfeder­ler fakat Allah onları belli bir vakte kadar orada tutacağı için muvaffak olamazlar. Bu her bulduğunu yiyebilen vahşi yara­tılışlı, dişisel kavim bir gün yeryüzüne çıkacak ve tatlı suları içip bitirecekler, her şeyi telef edip yağmalayacaklar. İnsanla­rın çok azı bu felaketten sağ kurtulacak. Onlar ise yeryüzü­nün şartlarına uyum sağlayamadıkları için ve birden bire yer­yüzüne çıktıkları için yavaş yavaş ölecekler yok olacaklar.

Niçin Zülkarneyn yardım ettiği kavme yaphklarını unutturdu? O insanlar onu tanrısallaştırıp fazlaca yüceltecek belki de

tapacaklardı. Bir şey daha var, demir sonraki nesiller için çok önemli bir maden olduğundan o kütlelerin yerini merak edip onlardan faydalanmak isteyenler çıkabilecek, bu da seddin delinmesine yol açabilecekti.

Bir hatırlatma yapayım: Jules Verne'nin "Dünyanın mer­kezine Seyahat" Adlı kitabı, onun ruhi seyahatiyle yazıldığın­dan, Yecüc ve Mecüc hakkında bir işaret ve izlenimdir. Ayrı­ca Taha Suresi Ayet 6'da "Göklerde yerde ve ikisi arasında bulunanlar ile toprağın altında olanlar hep onundur" buy­rulmuştur. Toprağın altında da hayat vardır. Toprakta demi­yor toprağın altında diyor.

373