causes of deterioration on the wall paintings and conservation treatments
Transcript of causes of deterioration on the wall paintings and conservation treatments
T.C. İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Anabilim Dalı
Yüksek Lisans Tezi
Duvar Resimlerinin Bozulmasına Neden Olan Etkenler ve
Koruma Uygulamaları
Gülseren DİKİLİTAŞ 2501020119
İstanbul 2005
T.C. İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Anabilim Dalı
Yüksek Lisans Tezi
Duvar Resimlerinin Bozulmasına Neden Olan Etkenler ve
Koruma Uygulamaları
Gülseren DİKİLİTAŞ 2501020119
Danışman: Doç. Dr. Ahmet GÜLEÇ
İstanbul 2005
ii
DUVAR RESİMLERİNDE BOZULMAYA NEDEN OLAN ETKENLER VE KORUMA UYGULAMALARI Gülseren DİKİLİTAŞ
ÖZ
Duvar resimlerinin yapımında kullanılan malzemelerin fiziksel ve kimyasal
özellikleri, bunların kullanış biçimleri ve bozulma mekanizmaları, içinde
bulundukları ortam koşulları ile doğrudan ilişkili olduğundan, bu tezde öncelikle
tarihsel gelişim süreci içinde duvar resmi teknolojisi ele alınmıştır.
Tezin devamında duvar resminin katmansal incelenmesi, yapım teknikleri,
yapımlarında kullanılan malzemeler, bozulmaya neden olan sorunlar ve bu sorunların
nedenleri incelenmiş, bozulmanın yavaşlatılması yada durdurulmasına yönelik
alınabilecek önlemler ve koruma ilkeleri doğrultusunda yapılan belgeleme, teşhis,
temizlik, sağlamlaştırma, dolgu ve tümleme çalışmaları genel olarak ele alınmış ve
yapılmış olan bazı çalışmalardan örnekler verilmiştir.
THE CAUSES OF DETERIORATION ON THE WALL PAINTINGS AND CONSERVATION TREATMENTS Gülseren DİKİLİTAŞ
ABSTRACT
The physical and chemical properties of the materials used for wall paintings
their applications and deterioration mechanisms are directly related to their
environmental conditions. Regarding to this fact, in this thesis priority is given to the
technology of wall paintings in the historical devolopment progress.
The stratigraphy and execution techniques, the materials, types and causes of
deteriorations and preservation techniques are examined with in the principles of
conservation science. The documentation, diagnosis and interventions such as
cleaning, consolidation, filling and reintegration are considered in general and some
case studies are sited in the thesis.
iii
ÖNSÖZ
Bu tezin amacı, ülkemizde genellikle koruma ilkeleri dikkate alınmaksızın, gerekli ön araştırma ve incelemeler yapılmadan yürütülen duvar resimlerinin onarımı çalışmalarına sorunların ve çözümlerinin nasıl araştırılabileceği konularında rehber olarak geçerli ilkeler dahilinde sistemli hale gelmelerine katkıda bulunmaktır.
Bu amaç doğrultusunda tez kapsamı içeriğinde, duvar resimlerinin yapımında kullanılan malzemeler ve teknolojileri, bozulma biçimleri ve nedenlerini araştırma yöntemleri, uygulama basamaklarının amaç ve yöntemleri sistematik bir yaklaşımla ele alınmıştır.
Bu çalışmayı başından sonuna kadar destekleyen ve bilgisi ile her türlü katkıyı sağlayan danışmanım Doç. Dr. Ahmet GÜLEÇ’ e teşekkür ederim.
Tez yazımı sırasında özellikle de bilgisayar kullanımı konusunda karşılaştığım sorunları çözerek bana yardımcı olan meslektaşım Y. Heykeltıraş Ali Osman Avşar’ a ayrıca teşekkür ederim. Eylül, 2005 Gülseren DİKİLİTAŞ
iv
İÇİNDEKİLER Sayfa No
Öz-Abstract ......................................................................................................... iii Önsöz ................................................................................................................. iv İçindekiler ........................................................................................................... v Resim Listeleri .................................................................................................... vii Şekil Listesi......................................................................................................... ix Kısaltmalar Listesi .............................................................................................. x GİRİŞ ................................................................................................................. 1 Konunun Tanımı ve Amaç ............................................................................ 1 1. TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİNDE DUVAR RESMİ TEKNOLOJİSİ 5 2. DUVAR RESMİNİN YAPISI .................................................................... 17 2.1. Duvar Resmini Oluşturan Unsurlar...................................................... 17 2.1.1. Taşıyıcılar................................................................................. 17 2.1.2. Sıva ve Zemin .......................................................................... 17 2.1.2.1. Kil Sıvalar ................................................................... 17 2.1.2.2. Alçı Sıvalar ................................................................. 18 2.1.2.3. Kireç Sıvalar ............................................................... 19 2.1.2.4. Sıvalarda Kullanılan Dolgu Maddeleri ....................... 20 2.1.2.5. Sıvalarda Kullanılan Katkı Maddeleri ........................ 21 2.1.2.6. Sıvalarda Kullanılan Su ............................................. 21 2.1.3. Boya Tabakası .......................................................................... 22 2.1.3.1. Renk ............................................................................ 22 2.1.3.2. Pigmentler ................................................................... 23 2.1.3.3. Bağlayıcılar ................................................................. 28 2.2. Duvar Resmi Teknikleri: Fresko yada Sekko ...................................... 29 3. DUVAR RESİMLERİNİN BOZULMASINA NEDEN OLAN ETKENLER................................................................................................. 31 3.1. Fiziksel Etkenler .................................................................................. 31 3.1.1. Su Nedeniyle Meydana Gelen Bozulmalar .............................. 32 3.1.1.1. Suyun Sıvalarda Bozucu Etkileri ................................ 34 3.1.1.2. Islak Duvarlarda Kuruma............................................ 35 3.1.1.3. Nemin Kaynağının Araştırılması ................................ 35 3.1.2. Tuzlar Nedeniyle Meydana Gelen Bozulmalar........................ 36 3.1.2.1. Tuzların Bileşimi ve Davranışları ............................... 37
v
3.1.2.2. Çözünür Tuzların Kökenleri ve Etkileri...................... 38 3.2. Kimyasal Etkenler................................................................................ 41 3.3. Biyolojik Etkenler ................................................................................ 42 3.4. Arkeolojik Alanlardaki Duvar Resimleri ............................................. 43 4. DUVAR RESİMLERİNDE KORUMA EVRELERİ............................... 47 4.1. Korumanın Genel İlkeleri .................................................................... 47 4.2. Korumanın Evreleri.............................................................................. 47 4.2.1. Belgeleme................................................................................. 48 4.2.1.1. Belgeleme Yöntemleri ................................................ 48 4.2.2. Teşhis ....................................................................................... 49 4.2.2.1. Analizler...................................................................... 50 4.2.2.1.1. Analiz Teknikleri ve Değerlendirilmesi................ 51 4.2.3. Temizlik ................................................................................... 53 4.2.3.1. Temizlik Yöntemleri ................................................... 54 4.2.4. Yapıştırma, Dolgu ve Tümleme............................................... 55 4.2.5. Sağlamlaştırma ve Koruma...................................................... 58 4.2.6. Bakım ....................................................................................... 59 4.3. Koruma Uygulamaları ve Malzemeleri................................................ 60 4.3.1. Temizlik ................................................................................... 62 4.3.1.1. Mekanik temizlik ........................................................ 62 4.3.1.1.1. Tozların Alınması ................................................. 62 4.3.1.1.2. Katı Yüzey Birikintilerinin Kaldırılması .............. 63 4.3.1.2. Temizlikte Kullanılan Sıvılar ve Çözeltiler ................ 63 4.3.2. Sıva Tabakasının Sağlamlaştırılması ....................................... 64 4.3.3. Boya Tabakasının Sağlamlaştırılması ...................................... 68 4.3.4. Sıva ve Harç Tabakasındaki Boşlukların Doldurulması .......... 68 4.3.5. Boya Tabakasındaki Boşlukların Yeniden Renklendirilmesi .. 69 SONUÇ............................................................................................................... 73 KAYNAKÇA ..................................................................................................... 75 EKLER............................................................................................................... 79 Resimler .............................................................................................. 80 Duvar Resimleri Belgeleme ve Çizimlerinde Kullanılan Semboller .. 89 Duvar Resimlerinde Kullanılan Belgeleme Örneği ............................. 91
vi
RESİM LİSTESİ
Resim 1. Sıva-duvar arasına giren bitki kökleri nedeniyle ayrılma. Alanya Kalesi Kazısı. Resim 2. Sıvada çatlama, boya tabakasında aşınma ve böcekler. Alanya Kalesi Kazısı. Resim 3. Önceki onarımlardan kalan, işlevini yitirmiş bez destek. Alanya Kalesi Kazısı. Resim 4. Su sızıntısı ve biyolojik etkenler nedeniyle aşınmış boya tabakası.
Side Tiyatrosu Kazısı. Resim 5. Su sızıntısı nedeniyle boyalı yüzeyde oluşan kalkerleşme ve üst üste çalışılmış farklı dönemlere ait resimli sıva tabakaları. Side Tiyatrosu Kazısı. Resim 6. Sıva tabakaları arasına giren toprak nedeniyle sıva tabakasında meydana gelen taşıyıcıdan ayrılma, kırılmalar, çatlaklar ve su sızıntısı nedeniyle boyalı yüzeyde oluşarak resimleri örten kalker tabakası. Side Tiyatrosu Kazısı. Resim 7. Bölgedeki yoğun kalkerli su sızıntıları nedeniyle duvar resmi yüzeyinde meydana gelen aşınma, ve bazı alanlarda oluşan ince yada çok kalın traverten oluşumu ile birlikte yüzeye yapışmış olan taş, toprak, kum parçaları. Hierapolis, Roma Hamamı Kazısı.Denizli. Resim 8. Tabandan yükselen su. Perge, Nekrapol Kazısı, resimli mezar odaları. Antalya. Resim 9. Yapısal çatlaklardan yapı içine sızan su nedeniyle boya tabakasında ve
kaya yüzeyinde oluşan aşınma. Elmalı Kilise. Göreme Açık Hava Müzesi.
Resim 10. Çatıdan yapı içine sızan su nedeniyle sıva tabakasında oluşan çatlaklar ve boya tabakasında kayıplar. Santa Silvia Şapeli. Roma, İtalya. Resim 11. Taşıyıcıdan yüzeye doğru taşınan su ve çözünür tuzların boyalı sıvada meydana getirdiği bozulmalar. Ayasofya, Ana kubbesi. İstanbul. Resim 12. Sıva, ve boya tabakasında kayıp ve grafitti. Elmalı Kilise, Göreme Açık Hava Müzesi. Resim 13. Boya tabakasında yapraklanma ve tozuma. Aios Vasileos Kilisesi, Ürgüp, Mustafa Paşa. Resim 14. Fresko resim yüzeyine sonradan yapılmış üstten boyamalar. Santa Silvia Şapeli, Roma, İtalya. Resim 15. Yüksek ısı nedeniyle sarı pigmentin kırmızıya dönüşmesi. Pompei, İtalya. Resim 16. Fresko resim üzerindeki varak süslemelerde kayıp. Bükreş, Romanya. Resim 17. Gökyüzünü renklendirmede kullanılan azuritin nem nedeniyle malahite dönüşmesi. Resim 18. Beyaz ve kırmızı kurşun tuzu pigmentlerin nem nedeniyle siyaha dönüşmesi. Resim 19. Kararmış verniğin kısmen kaldırılarak temizlenmesi için denemeler. Ayasofya, Ana kubbesi, İstanbul.
vii
Resim 20. Fresko duvar resmindeki azurit kullanılmış alanların temizliği. Sermoneta, İtalya. Resim 21. Kavlamış ve tozuyan boya tabakasının Japon kağıdı üzerinden Primal AC33 ile sağlamlaştırılması. Aios Vasileos Kilisesi, Mustafa Paşa. Resim 22.. Kavlamış boya tabakasının yerine yapıştırılması ve nemli pamuk ile yüzeydeki reçine fazlalıklarının temizlenmesi. Aios Vasileos Kilisesi, Mustafa paşa, Ürgüp. Resim 23. Koruma- onarım çalışmaları öncesi ana apsis. Elmalı Kilise, Göreme
Açık Hava Müzesi. Resim 24. Kayadaki derin yarıklara ICCROM GROUT enjeksiyonu. Elmalı Kilise, Göreme Açık Hava Müzesi. Resim 25. Taşıyıcıdaki derin boşlukların kireç harcı ile doldurulması. Elmalı Kilise, Göreme Açık Hava Müzesi. Resim 26. Konservasyon çalışmaları sonrası ana apsisin görünümü, Elmalı Kilise, Göreme Açık Hava Müzesi. Resim 27. Arkeolojik alanlardaki duvar resimlerine ilk müdahale. Kazı toprak
alınırken taşıyıcıdan ayrılmış durumdaki sıva tabakasının enjeksiyon harcı ile sağlamlaştırılması. Zindan Mağarası, Manastır Kilisesi Kazısı, Isparta.
Resim 28. Sıva-duvar arası ayrılma olan alanda el matkabı ile enjeksiyon deliği açılması. Zindan Mağarası,. Manastır Kilisesi Kazısı, Isparta. Resim 29. Aynı alanda açılan delikten enjektör ile sıvı harç enjeksiyonu. Zindan Mağarası,. Manastır Kilisesi Kazısı, Isparta. Resim 30. Duvar resimli mezar odalarının bulunduğu alanın üstünde oluşturulan koruyucu çatı. Perge, Nekropol alanı, Antalya. Resim 31. Sıva tabakasındaki boşluk kireç harcı ile doldurulduktan sonra yeniden renklendirme tekniklerinden biri olan tratteggio ile yapılmış renklendirme. Elmalı Kilise, Göreme Açık Hava Müzesi. Resim 32. Duvar resimlerinin koruma-onarım öncesi ve sonrasını göstermek
amacıyla hiç dokunulmadan bırakılmış bir örnek ve yanında onarımı tamamlanmış alan. Karanlık Kilise, sağ yan apsis, Göreme Açık Hava Müzesi.
viii
ŞEKİL LİSTESİ
Şekil 1. Duvar resimlerinin çizim ile belgelenmesinde kullanılan semboller.
Şekil 2. Duvar resmi belgelemesine bir örnek (Elmalı Kilise, 2003 yılı, duvar
resimlerinin konservasyonu çalışması raporu, R.Ozil, T.C. Kültür ve
Turizm Bakanlığı İstanbul Restorasyon ve Konservasyon Merkez
Laboratuarı Müdürlüğü) .
ix
KISALTMALAR LİSTESİ
Bkz. : Bakınız
ICCROM : International Center for the Study of the Preservation and Restoration of Cultural Property of Rome
İ.Ö. : İsa’dan Önce
İ.S. : İsa’dan Sonra
v.b. : Ve benzeri
v.d. : Ve diğerleri
yy : Yüzyıl
x
GİRİŞ
Konunun Tanımı ve Amaç Prehistorik dönemden günümüze kadar her dönemde karşımıza çıkan duvar
resimleri, kullanılan malzeme ve bu malzemelerin kullanılış biçimleri açısından
yapıldıkları döneme yada coğrafyaya göre değişiklik veya benzerlik gösterirler. Her
dönemi belirten özellikler dışında kalan farklı uygulamalarla karşılaşılsa da
dönemlerine ve coğrafi dağılımlarına göre genel bir gelişim süreci izlenebilmektedir.
Duvar resimlerinin, tarihsel gelişim süreci içinde yapım teknikleri ve kullanılan
malzemelerin bilinmesi, bozulma nedenlerinin anlaşılabilmesi ve korunmaları için
seçilecek yöntem ve malzemelerin belirlenebilmesi bakımından önemlidir
Duvar resmi taşıyıcısı, sıvaları ve boyalarıyla dönem(ler)inin yapı teknolojisi
ve resim sanatı hakkında önemli bilgiler verebilecek belgesel kaynaklar olduğundan
oldukları gibi korunmaları gereklidir.
Ülkemizde “kalem işi restorasyonu” adı altında yapılan çalışmaların çoğunda
koruma prensipleri dışında hareket edilmekte, duvar resimleri yada süslemeler
yeniden boyanarak orijinal yüzey kapatılmakta, hatta kimi zamanda tamamen yok
edilmektedir. Bu olumsuzlukların yanı sıra, bozulmaya neden olan sorunlar
giderilmeyip sadece geçici bir süre için görünmez hale getirilmektedir. Koruma
onarım çalışmalarının gerektiği gibi yapılamamasının nedenlerinin başında yakın
zamana kadar bu konuda yeterli düzeyde eğitim verebilecek bir kurumun olmayışı ve
duvar resmi koruma konusunda ülkemizde yeterli miktarda yazılı kaynak
bulunmaması gelmektedir.
Duvar resimlerinin sağlıklı olarak onarılabilmesi ve yaşatılabilmesi için
mevcut orijinal malzemelerine uygun olan onarım tekniğinin tespit edilmesi ve
onarım malzemelerinin hazırlanması gereklidir. Diğer tüm eski eserlerde olduğu gibi
duvar resimlerinin de onarımları öncesinde gerek orijinal malzemelerinin gerekse
kullanılacak malzemelerin tüm özellikleri bakımından tanımlanması gereklidir.
Kullanılacak olan yeni onarım malzemelerinin orijinallerle uyumlu olması için bu
tanımlamaların yapılması zorunludur. Orijinaline uygun olmayan yapı malzemeleri
(harç-sıva) ve boyaların kullanılmasıyla ortaya bir çok sorun çıkmaktadır.
Ayrıca dökülmüş olan sıvaların yeniden üretilmesinde yada düşme tehlikesi
olan sıvaların yerine yapıştırılmasında modern çimentonun bağlayıcı olarak
kullanılması orijinal malzemelere oldukça tehlikeli zararlar verecektir. Modern
çimentonun yaratacağı tehlikelerin başında,
• Yapı malzemelerine suda çözünebilir tuzlar yüklediği için orijinal
malzemeler ile resimlerin ve sonradan yapılan resimsel tamamlamaların
bozulma ve yıpranma hızının artması,
• Çimento sıvaların yoğunluğu ve ısıl iletkenlik katsayıları yüksek olduğu için
yoğuşma*ya yol açarak nem sorunlarını artırması,
• Çimento sıvaların gözenekleri çok küçük olduğundan anıtın içerdiği veya
herhangi bir yolla oluşan suyun buharlaşması zorlaştığı için düşük
sıcaklıklarda donma yüksek sıcaklıklarda buharlaşma gerilimi oluşmasına,
dolayısıyla onarım sıvalarının yada yüzeyindeki boyaların kolayca
dökülmesine yol açması gelmektedir.
Eski malzemelere benzer veya uygun yeni sıva ve boya kullanılabilmesi için
orijinal boyaların ve varsa bağlayıcılarının niteliklerinin, orijinal sıvalarının da
içeriklerinin (bağlayıcı, dolgu, katkı) bilinmesi gereklidir. Bu malzemelere bağlı
olarak da özellikle üretim malzemelerini hazırlama ve uygulama teknolojileri, önceki
durumları, zamanla göstermiş oldukları bozulma mekanizmaları ve nedenleri
bilinmelidir. Ancak bu bilgiler sonucunda doğru onarım malzemelerinin ve
uygulama tekniklerinin seçilmesi mümkün olabilir. Eski taşıyıcı, sıva ve boyaların
özelliklerini anlamak için yapılan çalışmalar bu malzemelerin bozulmaları
konusunda oldukça faydalı bilgiler vermektedir. Bu bilgilerden yararlanarak bilinen
koşullara uygun çözümler bulmak orijinal malzemelerin bozulmasını önleyecek
uygulamanın sağlıklı ve uzun ömürlü olmasını sağlayacaktır (ICCROM, 1995).
Bozulmalar bazı durumlarda doğrudan çevresel etkenlere bağlı olduğundan
sorunun tespitinden sonra alınacak uygun önlemlerle sorun giderilebilmektedir.
Örneğin İtalya, Padua’daki Scrovegni Şapelindeki, Giotto’nun fresko duvar resimleri
yüzeyindeki çiçeklenme ve tehlikeli boyutlardaki alçı taşı oluşumu üzerine Artroli,
Marabelli ve Meucci tarafından yapılan analizler ve araştırmalar şapelîn iç * Bkz. bölüm 3.1.1.
2
duvarlarında ki sülfatlaşmanın hava kirliliği ile ilişkili olduğunu ortaya koymuştur.
Yüzeyden alınan tüm örneklerde kalsiyum sülfat bulunurken 1-2 mm derinden
alınanlarda hemen hemen hiç bulunmamış, giriş kapısına yakın alanlardaki
yüzeylerde de daha fazla sülfata rastlanmıştır. Resimlerin bozulmalarının hava
kirliliği ile ilgili olduğunu gösteren bu araştırmalar sonunda, koruma uygulaması
olarak dışardan giren havanın filtre edilmesi önerilmiştir (Artioli v.d., 1979:689-
697).
Fransa, Lascaux Mağarasındaki resimlerin yüzeyindeki kalkerleşmenin
hızlanması ve kaya yüzeyindeki bozulmalar üzerine yapılan araştırmalarda da bu
bozulmaların kaynağının ziyaretçilerin taşıdığı organik kirlilikler nedeniyle yosun
oluşumu, ışıklandırma ve karbon dioksit gibi gaz sorunları olduğu tespit edilmiş,
resimlerin korunabilmesi için mağara 1963’te ziyarete kapatılmıştır. Bu tarihten
itibaren de mağaradaki kontrollere devam edilmektedir (ICOM, 1990).
Koruma çalışmaları farklı uzmanlık alanlarının birlikte çalışmasını da
gerektirmektedir. Örneğin İs. 79’daki Vezüv Yanardağı patlamasından sonra
volkanik küller altında kalan Pompei‘de en iyi korunmuş evlerden biri olan
Menander Evinin sağlamlaştırma uygulamaları mimari konservatörler ve duvar resmi
konservatörleri tarafından yapılmış, öğrencilerden oluşan bir başka ekip ise alanın
belgelemesini yapmıştır. Mimarideki geniş çatlaklar ve yağmur suyunun zeminde
birikmesi sonucu oluşan nem ve tuz hareketleri sıva-duvar arası ayrılmalara, sıva ve
boya tabakasında çatlamalara ve bozulmalara neden olmuş, alanın kazısı sırasında
çimento ile yapılan onarımlar ve yüzeye koruyucu olarak uygulanmış mumun
kaldırılması da üzerinde çalışılması gereken başka sorunlar ortaya koymuştur. Bu
çalışmada geniş çatlaklar ve ayrılmalar ICCROM GROUT∗ enjeksiyonu ile
sağlamlaştırılmıştır. Temizlik öncesi ve sonrasında yüzeye biyosit uygulanmış,
yosun, küf ve likenler mekanik yöntemlerle alınmıştır. Yüzeydeki mumun
kaldırılmasında düşük oktan, kurşunsuz benzin kompresleri kullanılmış, çimento
dolgular mekanik yöntemlerle kaldırılmıştır. Orijinal kaba sıva ve ince sıvaya benzer
olarak hazırlanan edilen harç ve sıva dolgular orijinalden biraz daha düşük seviyede
kullanılmıştır. Yüzeye Paraloid B-72 (%5 tinerde) uygulanarak koruma altına
∗ ICCROM GROUT için bkz. bölüm 4.3.2.
3
alınmıştır. Islak duvarlarda kullanılan Paraloid B-72, 1.1.1-trikloroetan’da
çözünmüştür (Mora v.d., 1986:38-43).
Özellikle spesifik konularda, uygulamaların geçerliliğini saptamak için
sistematik çalışmalara ve gerektiğinde uzun araştırmalara ihtiyaç olmaktadır.
Matteini ve Moles duvar resminin sağlamlaştırılması ve alçı taşı oluşumunun
önlenmesi konusunda çalışmışlardır. Ancak 20 yıllık sistematik çalışma sonunda
duvar resimlerinde baryum hidroksit (Ba(OH)2) ile sağlamlaştırmanın uygulama
koşullarını ve reaksiyon tiplerini belirlemişlerdir. Tuskani duvar resimlerinde
yaptıkları çalışmada sıvada bulunan çözünebilir sülfat tuzlarını suda çözünmeyen
baryum sülfat (BaSO4) tuzu haline getirmişler ve dağılmakta olan sıvaları da baryum
karbonat (BaCO3) haline getirip sağlamlaştırmışlardır. Burada yapılan uygulamanın
güvenilirlik testlerini yapıp diğer yöntemlerle karşılaştırdıktan sonra bu yöntemi
geçerli bir uygulama olarak önermişlerdir (Matteini v.d.,1984).
Yukarıda bahsedilen çalışmalardan da anlaşıldığı gibi, bir duvar resmi
koruma çalışması, sadece genel bilgilere ve yöntemlere bağlı kalarak değil, eser
üzerinde sistematik bir araştırma yapıldığı taktirde başarılı ve uzun ömürlü
olmaktadır. Bu tezin amacı ülkemizdeki duvar resimlerini koruma çalışmalarının
daha sağlıklı olarak yürütülmesini, geçerli prensipler (Ahunbay, 1996:146-167)
dahilinde sistemli hale getirmek, sorunların ve çözümlerinin nasıl araştırılabileceği
hususunda rehber olmaktır.
Bu amaç doğrultusunda duvar resimlerinde kullanılan eski malzemeler ve
teknolojileri, bozulma biçimleri ve nedenlerini araştırma yöntemleri, uygulama
basamaklarının amaç ve yöntemleri tez kapsamı içeriğinde ele alınmıştır. Duvar
resmi terminolojisinde özellikle dışarıdan doğrudan alınarak kullanılmakta olan
yabancı sözcüklerle ilgili farklı yada yanlış anlama ve kullanıma yol açmamak için
bu kavramlarla ilgili açıklamalara metin içinde yada dip notlarda yer verilmiştir.
4
1. TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİNDE DUVAR RESMİ
TEKNOLOJİSİ
Mora’lara göre ilk duvar resimleri Üst Paleolitik başlangıcında, İ.Ö.
30.000’lerde mağara duvarlarına basılmış pozitif ve negatif el izleridir. Pozitif el
izleri, genellikle kırmızı toprak boya veya kan gibi renkli bir madde içine daldırılan
elin taşıyıcı yüzeye bastırılarak izinin çıkartılmasıyla yapılmıştır. Yağ ile kaplanan
taş yüzeyine bastırılan elin etrafına kuru pigmentlerin bir boru yardımı ile
üflenmesiyle elde edilen negatif el izleri ise Avusturyalı aboriginler (Mountford,
1964; Mora v.d., 1984; 70-71) tarafından hala kullanılmaktadır. Bilinen en eski
örneklerde kırmızı toprak boya kullanılmışken sonrakilerde kömür siyahına da
rastlanmıştır.
Altamira ve Lascaux mağaralarında görüldüğü gibi Paleolitik kaya resimleri
Magdalenian döneminde tam gelişimlerine erişmiştir. Paleolitik resimlerde kullanılan
başlıca pigmentler doğal demir, manganez ve oksitlerdir; bu pigmentlerden
kahverengiden sarıya uzanan renkler elde edilmiş, bazen bunlara kemikten elde
edilen siyah ve olasılıkla bir tür kil olan beyaz eklenmiştir. Lascaux Mağarasında,
mağaranın duvarlarında yüzyıllar boyunca kayadan sızan su nedeniyle, yüzeyde
biriken kalsiyum karbonatın oluşturduğu kabuk, kuru pigmentleri, ıslak taşıyıcıya
sabitlemiştir. Lascaux, doğu galeride ise, duvarın gözenekliliği ve neminden başka
pigmentleri bağlayacak bir sızıntı olmadığı için resim giderek yok olmaktadır.
Sızıntının fazla olduğu, Fond de Goume Mağarası’nda ise tam tersi olarak resimler
çok kalın bir kalsiyum karbonat tabakası altında kalmıştır. Jeolojik ve iklimsel
koşullar ile ilgili olan bu sonuçlar, resimlerin korunmasında içinde bulundukları
koşulların etkisini göstermesi bakımından önemlidir (Brunet, v.d., 1990:7-11; Mora
v.d., 1984:71-72).
Afrika, Asya ve Avrupa’daki palaeolitik ve sonraki kaya resimleri genellikle
sıva olmaksızın doğrudan kaya yüzeyine yapılmıştır. Resimler ve yüzey rölyefi
arasında yakın bir ilişki görülür; duvar yüzeyinin pürüzlerinin ortaya koyduğu
biçimler resimlerin oluşturulmasında bilinçli olarak kullanılmıştır. Bu dönem
resimlerinde, yağ, kan, idrar, yumurta ve süt gibi bağlayıcıların pigmentlerle
5
karıştırılmasıyla elde edilen boya, yüzeye tüy veya ucu fırça haline getirilmiş olan
çubuklarla uygulanmıştır.
Neolitik dönem resimlerinde taş yüzeyinin doğal düzensizliği insan tarafından
inşa edilen duvarın düzlüğü ile yer değiştirerek, duvar yüzeyi resimler için zemin
işlevi gören kil sıva ile kaplanmıştır. Bu dönemde yapılmış olan resimlerde
kullanılan pigmentlerinin çoğu kil kökenlidir.
Neolitik dönemin başlarına ait (karbon 14 tarihlemesine göre yaklaşık İ.Ö.
altı binler) önemli bir duvar resmi örneği James Mellaert tarafından Anadolu’da
Çatalhöyük’de bulunmuştur. Buradaki kerpiç duvarlara, yüksek oranda kalkerimsi
madde içeren beyaz ince bir kil tabakası uygulanarak resimler doğrudan bu zemin
üzerine çalışılmıştır. Ayinsel amaçlarla bir çok kez yenilenen bu resimlerde
kullanılmış olan pigmentler toprak boyalar, hematit, azurit ve kömür siyahıdır. Bazı
yerlerde yeni bir kompozisyon oluşturmak için eskisi beyaz bir kil tabakası ile
tamamen kapatılmıştır (Mora v.d. 1984:72-73). Pigmentler belki de hayvansal yağlar
veya yumurta akıyla karıştırılıyordu (Mellaart, 2000:101).
Neolitik dönemde kullanılan sıva tekniği, özellikle kuruma anında daha fazla
iç tutunum sağlamak için kile kıyılmış saman karıştırılması uygulaması ile Mısır ve
Mezopotamya’da geliştirilmiştir. Mısır’da İlk Sülaleler döneminden itibaren
kullanılan Nil balçığı, genellikle bir miktar doğal kalsiyum karbonat ve alçı içeren
kum ve kil karışımıdır. Mısır duvar resimlerinin hazırlığı taşıyıcının yapısına bağlı
olarak iki farklı türdedir. Duvar düzgün kesme taş olarak yapıldığında, prehistorik
dönemden beri bilinen alçı taşının 130˚C’ de ısıtılmasıyla elde edilen alçı ile
sıvanmıştır. Düzgün olmayan duvar yüzeyi ise, Yeni Krallık mezarlarında
kullanılmış olduğu gibi, balçık ve kıyılmış saman karışımı ile düzeltildikten sonra
alçı ile sıvanmıştır. Mısır sıvalarında kullanılan alçının içeriği, değişken oranlarda
kalsiyum sülfat ile kalsiyum karbonattır. 19. Sülaleden itibaren yüzey sıvası
yapımına daha az dikkat edilmiş; kil ve saman karışımı kaba bir sıva üstüne beyaz
yada sarı ince bir tabaka hazırlık badanası uygulaması ile sınırlı kalınmıştır. Mısır
resimleri kuru sıva üstüne bir bağlayıcı ile çalışılmıştır. Resimlerde bazı bölümleri
parlatmak için kullanılan mum, vernik gibi malzemeler değişerek renklerin
bozulmasına ve bazen de yapraklanmalarına neden olmuştur. Mısır duvar
resimlerinde toprak boyalar, kireç beyazı (kalsiyum karbonat), mavi ve yeşil için
6
bakır esaslı bir frit* (Egyptian Blue) ve is siyahı gibi pigmentler kullanılmıştır (Mora
v.d. 1984:73-74).
Mezopotamya’da Mısır’da olduğundan daha fazla sayıda farklı teknik
kullanılmıştır. Neolitik dönemden beri kullanılan kil sıva geleneksel olmakla beraber,
kireç esaslı harç ve sıvalar Mezopotamya’da daha erken dönemlerde ortaya çıkmıştır.
İkinci binin başlarına tarihlenen Alalakh (Atchana) daki Yarim-Lim Sarayı resimleri,
kireç sıva üstüne yapılmıştır. Ayrıca burada tespit edilen kalsit parçacıkları, inört
(etkisiz, reaksiyona girmeyen, burada olasılıkla dolgu maddesi) madde olarak
mermer tozunun kullanıldığını göstermiştir. Resmin ana hatları yaş sıva üstüne
kazınmış, fresko∗∗ resim üzerine ayrıntılar sekko∗∗∗ çalışılmış olan Alalakh resimleri
bilinen ilk fresko resimlerdir (Mora v.d. 1984:74-75).
Til Barsib’te bulunan ve İ.Ö. sekiz ile altıncı yüzyıllar arasına tarihlenen neo-
Assyrian döneminden kalan resimler kil ve kıyılmış saman karışımı bir sıva üstüne
uygulanmış olan kireç badana zemine çalışılmıştır. Mezopotamya ve Mısır’da daha
sonraki dönemlerde uygulanan sıvalar daha kaba olup, Yunan ve Roma etkisine
rağmen neolitik dönemin geleneksel formülü devam etmiştir. Genellikle çamur ve
kum içeren saman katkılı bir kaba sıva üzerine uygulanan ince bir kaolin tabakasına
sekko olarak yapılmış geleneksel teknik, İ.S. onuncu yüzyıla kadar, Mısır, Nubia,
Coptik resimlerinde kullanılmıştır (Mora v.d. 1984:75).
Yunan ve Roma’da fresko tekniği gelişirken, Asya kültürleri kendi
tekniklerini neolitik dönemin geleneksel yöntemlerinin üstünde geliştirmiştir. Bu
durum Budizm’le ilgili olarak, özellikle İ.S. ikinci ve yedinci yüzyıllar arasında
Hindistan’ın kuzeyinden Sri Lanka, Türkistan, Çin, Kore ve Japonya’ya yayılan
resimler için geçerlidir (Mora v.d. 1984:75).
Hint ve Akdeniz uygarlıkları arasında kültürel değişimin önemli bir merkezi
olan İran’da, Akhaemenid ve Sasani dönemi resimleri önemli bir bilgi eksikliği
bırakarak neredeyse tamamen yok olmuş, sadece Persepolis’teki Treasury of Darius’
* Bakır silikat ve kalsiyum glaucophane ile elde edilen mavi renk. ∗∗. Kireç esaslı yaş sıva üzerine herhangi bir bağlayıcı kullanmadan genellikle sadece su ile karıştırılarak uygulanan pigmentlerin taşıyıcıya (sıva) sıvanın pirizlenmesi ile oluşan karbonatlaşma ile bağlandığı duvar resmi tekniği. ∗∗ ∗ Kil, alçı yada kireç esaslı kuru sıva üzerine pigmentlerin bir bağlayıcı ile karıştırılarak uygulandığı duvar resmi tekniği
7
ta çok iyi perdahlanmış, çakıl taşı ve kireç sıva yüzeyine kırmızı boyalı bir döşeme
örneği kalmıştır. Pakistan Butkara’da, bulunan ve İ.S. 6.yy.’a tarihlenen bazı
dekoratif resim parçalarından incelenen bir örnek, çok iyi düzetilmiş kireç esaslı bir
ince sıva üzerine fresko tekniği ile çalışılmış gibi görünmektedir. Bununla beraber
Safavi dönemine (6-7. yy) ait çok sayıda duvar resmi bulunmaktadır. Genellikle tuğla
yada kerpiç duvar, çamur ve saman karışımı bir kaba sıva ile düzgün hale getirilmiş,
resimler zemin işlevi gören alçı esaslı ince bir sıva üzerine, tempera∗ (olasılıkla
yumurta esaslı) çalışılmış, altın varaklar Arap zamkı ile yapıştırılmıştır (Mora v.d.,
1984:76).
Hint duvar resimlerinde genelde kil esaslı olan kaba sıva kıyılmış saman,
bitkisel lifler veya hayvan kılı katkılıdır. Dolgu olarak kullanılmış olan çeşitli toprak,
kum, tuğla veya deniz kabuğu tozu gibi malzemeler içermektedir. Resim zeminini
oluşturan ince sıva daha düzgün olup beyaz kil (kaolin), alçı veya kireç esaslıdır.
Eski Hint metinlerinde fresko tekniğinden hiç bahsedilmezken, bağlayıcı olarak
zamklar, reçineler, mum, meyan kökü, melas, şeker, çeşitli bitki özleri, bitkisel
sıvılar ile yağ, hayvansal tutkal gibi maddelerin kullanıldığı, kuru zemin üstüne
yapılan, renklendirici olarak vermilyon, kırmızı, sarı ve yeşil toprak, cinnabar,
minium, lapis lazuli, indigo, malahit (Bölüm 2.1.3.2.), kireç, tebeşir, kaolin, lamba
isi, kömür siyahı ve altın kullanılan tempera resimden söz edilmektedir.
Hindistan’da bilinen en eski kireç esaslı sıva, yedinci yüzyılın başında Bagh
Tapınağının bir duvarına uygulanmıştır. Bu tapınaktaki resimler, kil sıva üzerinde bir
bağlayıcı, kireç sıva üzerinde ise kireç ile çalışılmışlardır. Bu tarihten sonra kireç ve
kum esaslı sıva kullanımı giderek daha yaygın hale gelmiştir. Avrupa tipi bir fresko
yada Racastan’ın fresko lustro∗∗gibi olmasa da ortaya çıkan fresko resim, Roma
kaynaklı olan fresko tekniğinin İran yoluyla geç varmış yada bağımsız keşfedilmiş
bir şeklidir. Bununla birlikte bir tür fresko resim günümüze kadar Racastan’da
uygulana gelmiştir (Mora v.d., 1984:76-80).
∗ kazein-tempera, yumurta-tempera gibi bağlayıcının sadece emülsiyon olduğu durumlarda kullanılmalıdır, çok uygun olmamakla birlikte su bazlı boya sistemleri için (tutkal-tempera, zamk-tempera) yada yanlış bir biçimde secco resmin yerine de kullanılmaktadır (Schmid, 1992). ∗∗ parlak görünümlü bir tür fresko tekniği.
8
Budizm’in kuzey Hindistan ve Afganistan’dan Orta Asya, Çin ve Japonya’ya
yayılması, kayaya oyulmuş tapınaklar ve kil esaslı sıvalar üzerine tempera çalışılan
duvar resimleri tekniğini bu bölgelere de taşımıştır. Bazı araştırmacılara göre Budist
sanatçılar hayvansal tutkal kullanmamıştır. Tayland’daki sayısız duvar resmi 14-18.
yy arasındaki Ayudhya dönemine tarihlenir. Normalde kireç esaslı bir sıva yüzeyine
olasılıkla demirhindi bitkisinin çekirdeklerinden elde edilen ve suya dayanıklı
olmayan zamk bağlayıcı ile tempera çalışılmıştır (Mora v.d., 1984:82).
Önemli bir grup duvar resmi de Kore, Koguryo dönemi mezarlarında
bulunmuştur. Kireç esaslı 3-4 mm kalınlığında iyi düzeltilmiş bir sıva üstüne
çalışılmış olan ve fresko olduğu düşünülen bu resimlerde pigmentler sıvanın
karbonatlaşması ile sabitlenmiştir (Mora v.d., 1984:83).
1500’ler öncesi Amerika’nın piramit ve tapınakları, kırmızı zeminli sıvalarla
kaplı ve mabetlerin ve sarayların iç odaları resimlerle süslenmiştir. Meksika’da
Roma freskosuna benzer bir fresko tekniği kullanılmıştır. Peru kıyılarındaki,
Pachacamac gibi bölgelerde bulunan resimler, kil esaslı sıvalar üstüne sekko
çalışılmış neolitik türdeki resimlere benzemektedir. Bu teknik Birleşik Devletlerin
güneybatısındaki Awatovi ve Kawaika’daki Hopi kızılderilileri tarafından son
zamanlara kadar kullanılmıştır. Her seferinde yenilenerek sadece tören sırasında
kullanılmak üzere yapılmışlardır (Mora v.d., 1984:83).
Klasik Dönem, Girit ve Miken duvar resimleri teknik ve estetik olarak Mısır,
Mezopotamya ve Yunanistan’dakilere benzemektedir. Knossos Sarayı’nda iki tabaka
halinde uygulanmış olan sıvanın üst tabakasına kazınmış kurgulama çizgileri ve
Tiryns’ta yaş sıva üstünde ip izleri ve düşey sıva geçişi izleri bulunmuştur.
Boyalarında bağlayıcı bulunmayan resimlerin fresko olduğu düşünülmektedir.
Raehlmann tarafından yapılan analizlere dayanarak Eibner yaş sıva üstüne çalışılmış
olan kireç fresko∗ (Kalkfresco), kuru sıva üstüne çalışılmış kireç resim∗∗ (Kalksecco),
kireç kazein∗∗∗ (Kaseinkalk-technik) ve alçı sıvalar üzerine uygulanmış resimler
olmak üzere dört farklı teknik belirlemiştir. Eibner’e göre yaş kireç sıva ve alçı sıva
∗ Kireç esaslı yaş sıva üstüne pigmentlerin kireç bağlayıcı ile karıştırılarak uygulandığı resim tekniği. ∗∗Kuru sıva üstüne pigmentlerin kireç bağlayıcı ile çalışıldığı resim tekniği. ∗∗∗ Pigmentlerin kireç-kazein karışımı bir bağlayıcı ile çalışıldığı resim tekniği.
9
teknikleri Mısırdaki Yeni Krallık döneminde özellikle Tel El Amarna’da kullanılan
tekniğe benzemektedir (Mora v.d.,1984:84).
Klasik dönem duvar resimlerde belirlenmiş olan pigmentler; siyah toprak
boya toprak kökenli kırmızı ve sarı demir oksitler, Mısır friti ve malahittir.
Arkaik dönem anıtsal yunan resminin kalan tek şekli pişmiş toprak mimari
destekler üzerine çalışılmış olanlardır. Renklerin mat oluşu ve pişirilmemiş olmaları
nedeniyle vazo resminden farklıdırlar. En önemli grup İ.Ö. 7. yy’a tarihlenen
Thermos’taki Apollo tapınağının metop∗larıdır. Siyah, kırmızı, turuncu ve beyaz
renkler kullanılarak sarımsı bir astar üstüne Korint pişmiş toprakları ve Clazomenae
Lahitlerinde kullanılan tekniğe benzer olarak yapılmışlardır. Bir çoğunda resimlerin
sekko çalışıldığı, yüzeyi mum ile kaplanmış renkli yada renksiz kireç sıva
kullanıldığı belirlenmiştir. Bu teknik, Gordion’da (Firig) bulunan İ.Ö. 6. yy’a ait
duvar resmi parçaları ve arkaik stellerdeki siyah hazırlık çizimi kalıntılarında da
belirlenmiştir. Morötesi floresan ışık ile 4. yy’a ait Attic stellerinde boya izleri
görülmüştür. Versuchsanstalt, Münih’te yapılan analiz sonuçlarına göre 5. yy Arkaik
dönem Yunan sıvalarının hiç alçı içermediği, kireç esaslı oldukları tespit edilerek
Girit ve Miken sıvalarıyla ilişkilendirilmiştir. İtalya, Paestum’ da 1968’de keşfedilen
ve ‘Tomb of the Diver’ diye adlandırılan mezar İ.Ö. 5. yy’da Yunanlı bir sanatçı
tarafından duvar resimleriyle süslenmiştir. Mezarın dikkatlice düzeltilen büyük kaya
blokları, kireç esaslı bir sıva üstüne ince bir kireç badana kaplanmıştır. Çizim yaş
sıva üzerine kazınarak, renkler düz tonlar halinde, kırmızı figürlü vazolarda olduğu
gibi uygulanmıştır. Bir çok pentimento∗∗ üstünden renk ve siyah ile geçilerek yapılan
düzeltme çizgilerinden sonra, dış hatlar vurgulanarak ayrıntılar çalışılmıştır. Bu
teknik İ.Ö. 4 ve 3. yy’ lara kadar devam etmiştir (Mora v.d., 1984:85-87).
Roma tekniğine doğru önemli bir gelişme, Bulgaristan, Kazanlak’ta
keşfedilen ve 4. yy sonu ile 3. yy başlarına tarihlenen bir mezarda görülmüştür. Üst
kısım Etrüsk mezarlarında olduğu gibi kabaca düzeltilmiş bir sıva yüzeyine fresko
çalışılmıştır. Mezarın alt kısımlarındaki resimler ise sıva henüz yaşken parlatılarak
∗ metope:dorik mimarisinde çatıyı taşıyan sütun üstündeki kabartmalı dört köşe taş (Redhouse İngilizce-Türkçe Sözlük) ∗∗ resmin çalışıldığı sırada sanatçının yaptığı fikir değişikliklerini gösteren izler.
10
Helenistik ve Roma mermer taklidi süslemeleri gibi çalışılmıştır (Mora v.d., 1984:
86).
Etrüsk resimli mezarları İ.Ö. 7. yy’dan 1. yy’a tarihlenen ve genellikle
yumuşak olan kalkerimsi bir tüfe oyulmuştur. En erken aşaması İtalya,
Campana’daki Veio’nun mezarında ve Tarquinia’da bazı tavanlarda bulunan stil olup
renklerin duvara doğrudan uygulandığı mağara resimleriyle ilişkilendirilebilir.
Chiusi’deki İ.Ö: 490-470 arasına tarihlenen ‘Tomb of the Mokey’de’ kil sıva
kullanılmış, bunu yöresel taş tozu ve kireç karışımı bir sıva takip etmiştir. Helenistik
dönemde ise, farklı kalınlıklardaki bu sıva düzelterek, çok ince bir sıva yüzeyine
uygulanan badana tekniği geliştirilmiştir. Perdahlanmadan bırakılan kaba sıva
yüzeyine, dekoratif kısımları yüzeye ip çarptırılması ile yerleştirilen resmin ana
hatları yaş sıvaya kazınmış, bazı yerlerde de kırmızı toprak boyaya batırılmış fırça ile
düzeltilmiştir. Fresko tekniği uygulanmış olmakla birlikte, bazı renklere kireç
katılmış ve son olarak da siyah ile ana hatlar belirginleştirilmiştir. İ.Ö. 5.yy’ da
gelişen Fresko tekniği İ.Ö. 4.yy’ da son perdahlama ile aşama kaydetmiş, Helenistik
dönemde mermer taklidi süslemelerin yaygınlaşmasıyla daha fazla önem kazanmıştır
(Mora v.d., 1984:87-88).
Fresko tekniği Roma duvar resminde gelişmiş, Cumhuriyet döneminde
tempera kullanımı azalmıştır. Vitruvius tarafından da önerildiği gibi duvarın ayna
gibi parlatılması resimsel illüzyonizmin gelişmesiyle yeni bir stil ve estetik değer
kazandırmıştır. Resim ve rölyef arasında sıkı bir ilişki bulunan Roma resminde
perdahlama yüzey sıvasına katılan mermer tozu veya kil yardımıyla yapılmıştır.
Zeminde kullanılan başlıca renkler perdahlanabilir toprak boyalar olup, yumuşak ve
kil esaslı pigmentlerdir. Cinnabar ve siyah gibi diğer renklere kaolin katılarak
perdahlanabilme özelliği kazandırılmıştır. Son kat sıvasına perdahlamayı
kolaylaştırmak için katılan kil, aynı zamanda zeminin hafifçe renklenmesini
sağlamıştır. Vitruvius tarafından kullanılan perdahlama sözcüğü sadece kil
karakterleri nedeniyle perdahlanma özelliği olan renkleri belirtmektedir. Sıvanın
içindeki mermer tozu ve kilsi pigmentler, perdahlamanın verdiği baskı nedeniyle
sıvanın çatlamamasını ve kurumanın yavaşlamasını sağladığı gibi fresko çalışmak
için de süre kazandırmıştır. Kalın kullanılan boyaya (impasto) karakteristik bir
parlaklık veren kil ve kireç, yanlışlıkla mum zannedilmiştir. Roma duvar resimlerinin
11
yaş sıva üstüne ganosis (parlatılmış, cilalı) veya stukko lustro teknikleriyle çalışılmış
olabileceği gibi farklı görüşler olsa da Pliny ve Vitruvius sadece duvarların
korunması için mumun koruyucu olarak kullanımından söz etmişlerdir.
Bununla beraber Pliny Roma duvar resimlerinde geleneksel kil esaslı
sıvaların ve sekko yöntemlerin kullanıldığını, kuru sıva üstünde kullanılan hayvansal
tutkal, zamk, yumurta, bal ve sütün bağlayıcı olarak bilindiğini de ifade etmiştir.
Duvarlar iskele seviyelerini takip eder şekilde sıvanarak resimlenmişse de bazı
durumlarda alanın geneli bitirilip ayrıntıların çalışılacağı yerlerdeki kısmın sıvası
kesilip çıkarılarak yeni sıva uygulanıp resim bu yaş sıva üstüne çalışılmıştır. Büyük
figürlerin bulunduğu bazı alanlarda ise figürlerin sınırlarını takip eder biçimde
günlük çalışma sıvası uygulandığı anlaşılmakta ve bazı resimlerin yerlerinden
kaldırılarak taşındıklarından da söz edilmektedir.
Roma resminde fresko tekniği kullanılmış, mum yüzeye koruyucu olarak
sürülmüş. Yapılan incelemelerde encaustic (mum ile yapılan) resim olduğuna dair
hiçbir ize rastlanmazken, fresko tekniğe işaret eden sinopia∗, pontata∗∗, giornata∗∗∗
kazımalar ve tırnak izine rastlanmıştır (Mora v.d., 1979:89).
Roma tekniğinin basitleştirilmesi geç İmparatorluk zamanında başlar. Bu
özellikle katakomp resimlerinde görülmektedir. Sıva iki tabakaya inmiş, klasik çağın
sıkı özelliğini kaybetmiş, ince sıva daha baştan savma bir biçimde düzeltilmeye
başlanmıştır. Gerçek fresko yada kireç fresko geniş sıva yüzeyleri perdahlanmadan
hızlı bir şekilde çalışılmıştır. Malzeme ve uygulamadaki kabalık yeni bir estetik
değer getirmiştir. Bizans ve Romanesk resimlerde yaygın biçimde kullanılan bu
teknik de bazen sıva birleşme yerlerini ayırt etmek zordur. Genellikle saman yada
hayvan kılı içermeyen Batı Avrupa sıvalarında bu katkılara rastlanması olasılıkla
doğu etkisiyledir. İ.S. 8.yy’a tarihlenen Lucca’nın el yazmaları, Ortaçağ duvar resmi
tekniklerine dair bilgi veren ve bilinen tek metindir.
∗ Sinopia genellikle fresko resim tekniği için kullanılan günlük çalışma sıvalarının yerleri, biçimleri ve boyutlarının ayarlanabilmesi için tüm kompozisyonun duvara yada kaba sıva (arriccio) üstüne yapılmış kaba bir çizimidir. ∗∗ iskele seviyesi boyunca uygulanan sıva tabakası. ∗∗∗ fresko tekniği için gereken yaş sıvanın gerekli biçim, yer ve boyutlarda uygulandığı çalışma sıvası
12
4. ve 9. yy arası Bizans resminde üç boyutlu resimleme reddedilerek, kırmızı
yada sarı toprak boya ile yapılmış hazırlık çizimi, katı zemin rengi, orta tonlar, ışıklı
alanlar, gölgeler ve son süslemeler gibi yapım aşamalarının daha açık bir şekilde
ayrıldığı, katı bir disiplinle çalışılmaya başlanmıştır. Bu sistemde, tüm resim değilse
de, hazırlık çizimi ve zemin renkleri yaş sıva üstüne çalışılmıştır. Bazen son
renklendirilen alanların bazen de zemin renklerinin yüzeyden ayrılmış olması,
kurumaya başlamış olan bir zemin üzerine (kireç katılarak yada katılmaksızın) fresko
çalışılmış olması yada tempera çalışılmış olmaları nedeniyledir. İkonoklazma sonrası
Bizans resminde önceki yöntem köklü bir değişiklik olmadan biraz yenilenmiştir.
Dionysius of Fourna (1701-1745) açıkça kireç freskodan söz etmese de pigmentlerin
kireçle karıştırılması tekniğinin Ortodoks Balkanlarda kullanıldığından
bahsetmektedir. 15. yy’dan sonra Rusya’da tempera tamamlamalar gelişmiştir.
Elyazmalarına göre Bizans sıvalarında arriccio (kaba sıva) ve intonaco (ince sıva)
olmak üzere iki tabaka olan sıvada bağlayıcı kireç olup, Roma ve batı sıvalarından
farklıdır. Dolgu olarak sadece az miktarda kum ilave edilen sıvada katkı olarak
saman, hububat kabuğu ve domuz kılı tespit edilmiştir. Bu içerik Bizans sıvalarının
kil sıvalara kadar geri giden eski doğu geleneğini izlediğini göstermektedir. Sıvaların
toplam kalınlığı yüzeyin düzensizliğine bağlı olmakla birlikte tuğla duvarlar suyu
daha fazla emdiğinden fresko çalışılırken sıvanın yaş kalabilmesi için genellikle sıva
daha kalın yapılmıştır. Roma resmindeki ayna gibi bir yüzey elde etme girişimi,
İmparatorluğun geç dönemlerinden sonra işlevini yitirmiş, yüzey perdahlanması
sadece hazırlık çiziminden sonra sıvanın ıslak kalma süresini uzatmak ve fresko
boyama amacıyla yapılmıştır. Erken dönem ortaçağ resimlerinin basit oluşu model
veya sinopia kullanımını gerektirmemiştir. Bizans rahip ressamları (zograflar)
genellikle sinopia kullanmadan iskele seviyesi boyutlarında sıvanmış olan (pontate)
intonaco üstüne doğrudan fresko çalışmışlardır (Mora v.d., 1984:89-101).
Kapadokya’ daki 9-12. yy’lar arasına tarihlenen kayaya oyulmuş kiliseler
genellikle üç farklı teknik ile resimlenmiştir. Doğrudan taş yüzeyine çalışılmış olan
şematik, soyut süslemelerin kayanın havayla sertleşmesiyle sabitlenmiş olduğu
düşünülmektedir. Klasik Bizans fresko resim formülü ile doğrudan ilişkili olan ikinci
yöntem ikonoklazma sonrası döneme ait olup genellikle ilkinin üstüne uygulanmıştır.
Düzgün olmayan taş yüzeylerinde Balkanlarda olduğu gibi, resimler kireç, kum ve
13
kıtık karışımı bir arriccio üstüne uygulanan benzer içerikli bir intonaco yüzeyine
yapılmıştır. Taş yüzeyinin daha düzgün olduğu bazı alanlarda ise resimler sıva
uygulanmadan yada sadece kayadaki çentik ve çukurların sıva ile kapatıldığı pembe
renkli hazırlanmış kireç badana zemin üstüne çalışılmıştır (ICCROM, 1995).
Ihlara Vadisi’ndeki bazı kiliselerde olduğu gibi, nadir olarak karşılaşılan bir
başka yöntemde ise resimler alçı sıva üstüne sekko çalışılmıştır.
Aynı dönemde Moldavya dış cephe resimlerinde kullanılan ve ışığa karşı
dayanıksız olan yeşil, mavi gibi renklerin dayanıklılığını sağlamak için süt veya
kazein katılarak güçlendirilmesi, Fresko tekniğinin farklı bir uygulama biçimi olması
bakımından önemlidir (Mora v.d., 1984:105-107).
15. yüzyıldan sonraki resimsel değişiklikler nedeniyle uygun bir çalışma
yöntemi olmaktan çıkan Bizans fresko tekniği yerine gelişen Romanesk teknikte,
başlıca çalışma biçimi kireç resim, zaman zaman da tempera bitirilen freskodur.
Bizans işlerinde kazıma çizim çok yaygınken Romanesk resimde hemen hemen hiç
yoktur. Bu durum Romanesk sanatçıların Bizanslı sanatçılardan daha özgür olup
hazırlık çizimi boyamanın son evresine kadar görme zorunlulukları olmaması
nedeniyledir. Bir başka neden de son kat boyamaların daha ince ve daha az opak
olmasıdır. Romanesk resimlerin yüzeyi perdahlanmış olup hale, taç, giysi, yıldızlar
ve dekoratif unsurlar gibi ayrıntılarda rölyef ve varak kullanımı karakteristiktir
(Resim 16). 13.yy sonu 14.yy başında inorganik bağlayıcılarla yarı şeffaf bir
görünüm veren glaze∗ tekniğinin kullanılmaya başlanması Gotik sanata geçişi
göstermektedir (Mora v.d., 1984:117-123).
Erken dönem Gotik sanatçılar Romanesk kurallarını uygulamaya devam
etmiştir. Romanesk stilin masif duvarlarına karşın 13.yy dan sonra mimaride ışıklı,
vitraylı pencerelerin yer almasıyla duvar resminde de benzer bir etkinin, farklı bir
estetik kalite ile elde edilebilmesi için yarı şeffaf bir glaze tekniğin kullanımını
getirmiştir. Arşivlerden altın, gümüş, kurşun beyazıyla, kurşun kırmızısı ve yağ ile
vernik kullanımına dair bilgiler elde edilmiştir. Zemin renkleri bazen gümüş varak
üzerine çalışılmış, bağlayıcı olarak yağ, tutkal ve reçineler kullanılmış, ara
tabakalarda ve son katta vernik kullanılmıştır. Sıvada genellikle yüzeye toprak boya ∗ özel bir kromatik etki elde etmek için daha açık renkler üzerine uygulanan şeffaf yada yarı şeffaf renkler.
14
ile renklendirilmiş tutkal veya yağ esaslı bir astar boya emdirilmiştir. Süslemelerde
cam parçaları, altın ve yarı değerli taşlar kullanılmıştır.
Yukarıda bahsedilen resim tekniklerindeki gelişmelerin yanı sıra, Bizans
resminde de görüldüğü gibi, 13.yy’ın ikinci yarısına ait yüzeyi kabaca dikdörtgenlere
bölen en erken giornatalar (günlük çalışma sıvaları) giderek kompozisyonun
biçimlerini daha fazla takip edecek şekilde uygulanmaya başlanmıştır. Giornatalar
portreler, eller gibi daha küçük alanlara ilk olarak Giotto tarafından Toskana’ da
uygulanmış, buradan kuzeye ve tüm İtalya’ya yayılmıştır. Tekrarlanan desen ve
süslemelerin duvara aktarılmasında silkme* yönteminin kullanılması 14.yy. ortasına
doğru ortaya çıkmıştır (Mora v.d., 1984:123-132).
Ancak yeni perspektif görüş ve gerçekçi eğilimler, doğrudan yerinde yapılan
sinopia kullanımını imkansızlaştırmıştır. 14.yy’ da kompozisyon perspektif ve
oranların kuralları ile oluşturulmaya ve ayrıntılar giderek daha fazla kişiselleşmeye
başlamıştır. Bu pratikte önce küçük boyutlu ön çizimlerin yapılmasını ve bunların
duvara ızgaralama yöntemi ile aktarılmasını gerektirmiştir. Bir başka aktarma
yöntemi 14.yy sanatçılarının kartondan oluşturdukları çizimlerin izini yaş sıva
üzerine çıkartmalarıdır. Önceden tekrarlanan dekoratif süslemelerin yüzeye
aktarılmasında kullanılan silkme ve şablon yöntemleri 15.yy. ortasına doğru figüratif
kompozisyonların çiziminde de kullanılmıştır. 15.yy. sonuna doğru fresko resimde
ilk krizler görülmeye başlanmıştır. Leonardo da Vinci, hatları belirgin olmayan
resimleme (sfumato) ve renk yoğunluğu yada şeffaflık gibi elde etmek istediği teknik
özellikler ve resim üzerinde yeniden düşünüp düzeltmeler yapmasına elverişli
olmadığı için fresco tekniğini kullanmak yerine, Palazzo Vecchio’daki ‘The Battle of
Anghiari’ ve Sta Maria delle Grazie’deki ‘the Last Supper’ sahnelerinde sonuçları iyi
olmasa da çeşitli denemeler yapmıştır. Tuval ve ahşap pano resmindeki etkiyi
duvarda sağlama olanağı verdiği için yağlıboya duvar resmi giderek yaygınlaşmıştır.
Vasari kuru sıva üstüne bir kaç tür yağlıboya uygulamasından söz etmiştir. Birinci
yöntem intonaco üstüne, duvar daha fazla yağ emmeyinceye kadar devam eden
pişirilmiş yağ emdirilmesidir. İkinci yöntem mermer tozu veya tuğla tozundan bir
arriccio’ya keten yağı uygulanmasından sonra, düzgün bir yüzey elde etmek için
* Silkme: Kağıt veya parşömende açılan deliklerden içine kömür tozu konmuş gazlı bezden küçük bir torbacık ile tampon yapılarak desenin yaş sıva üstüne noktacıklar şeklinde aktarılmasıdır.
15
reçine ve ince vernik karışımının kaynatılıp yüzeye yayılmasıdır. Üçüncü yöntem ise
Vasari tarafından geliştirilen ve Palazzo Vecchio’da kullanılan kireç, kum veya tuğla
kırığı içerikli arriccio üstüne eşit oranlarda kireç, tuğla kırığı ve demir cürufu
karışımının yumurta beyazı ve keten yağı ile dövülmesiyle hazırlanan intonaco
uygulanmasıdır (Mora v.d., 1984:132-144).
17.yy. sonunda Baroğun gelişiyle fresko resim tekniği, kazein ilavesiyle de
kireç fresko tekniği gelişmiştir. Barok dönem intonaco’su, resimsel özellikler
gerektirdiği için, 1300’lerin intonaco’sundan daha kabadır. Boya tabakası
yağlıboyaya benzer biçimde ve kalın tabakalar halinde çalışılmıştır. Barok dönemi
sanatçıları, yağlıboya resmin getirdiği kolaylıklar nedeniyle, duvara yapıştırılan tuval
üzerine yağlıboya tekniğiyle çalışmaya yönelmişlerdir (Mora v.d., 1984:144-157).
Daha sonraki dönemlerde fresko resim geleneği sadece balkanların Ortodoks
ressamları ve Orta Avrupa ressamlarının dejenere olmuş popüler resim tarzı
Kirchenmaler’de korunduysa da giderek yaratıcı gücünü ve anlamını yitirmiştir.
Duvar kağıdı ve duvarda tekstil kullanımı yaygınlaştığı ve daha ekonomik hale
geldiği için Romantik dönemden sonra evlerin duvarlarının süslenmesinde duvar
kağıdı başlıca teknik haline gelmiştir. Fresko resmine duyulan büyük nostaljiye
rağmen 19.yy. resminin bir çoğu tutkal, kazein veya yağlıboya ile genellikle sekko
çalışılmıştır (Mora v.d., 1984:157-160). .
Empresyonizmden sonra duvar süslemesi Avrupa resminde yeniden gündeme
gelmiş ancak fresko artık çözüm olmaktan çıkmıştır. Tuval resmi ve mozaik,
seramik, altın işleri gibi sanatlardan ödünç alınan Art Nouveau stile ait teknikler,
içeriği ve davranışları tam olarak bilinmeyen sentetik, ticari ürünlerin kullanılmasını
yaygınlaştırmıştır. 1923’te yeni Meksika okulunun ortaya çıkışı fresko resmin son
Rönesans’ını getirmiştir. Cennini’nin savunduğu teknikleri adapte eden Diego
Rivera’nın yaş sıva üstüne kazınmış çizimleri ve giornata’ları, yapım tekniği ve fikir
açısından kusursuz bir uyum sergilemiştir. Duvar resmi çalışan Meksikalı genç kuşak
ressamlar ise akrilik veya vinil gibi sentetik reçinelerle hazırlanan boyaları, farklı
modern malzemelerle oluşturulan zeminler yada metal rölyefler üzerinde kullanarak
geleneğin bu son parçasını da terk etmiştir (Mora v.d., 1984:161; Gombrich, 1986).
16
2. DUVAR RESMİNİN YAPISI Duvar resmi duvar yüzeyine çeşitli malzeme ve teknikler kullanılarak yapılan
her tür resimleme tekniğine verilen genel bir adlandırmadır. Çoğunlukla duvar
yüzeyine boya ile yapılan resimler için kullanılmaktaysa da mozaik∗ ve sgraffito∗∗
gibi diğer teknikler de duvar resmi teknikleri içindedir.
Bu tezin konusunu boya ile yapılan duvar resimleri oluşturmaktadır. Duvar
resimleri ana taşıyıcı, sıva ve boya tabakalarından oluşan çok katmanlı yapılardır.
2.1. Duvar Resmini Oluşturan Unsurlar Duvar resimlerinin ana taşıyıcıları ile ilgili konular yapısal sorunlar olduğu ve
mimari restorasyonun ilgi alanına girdiği için burada ayrıntılı bir biçimde ele
alınmamıştır. Sıva tabakaları yada resimlenmek üzere oluşturulmuş zeminler ve boya
tabakası ile ilgili konular tezin asıl konusunu oluşturmaktadır.
2.1.1. Taşıyıcılar Taşıyıcı, resimlerin üzerine doğrudan veya yüzeyini düzeltmek ve uygun bir
zemin hazırlamak üzere yapılmış sıva veya boyama zemini üzerine çalışıldığı doğal
bir kaya yada kerpiç, taş, tuğla, ahşap ve benzeri malzemelerin birlikte veya tek
başına kullanılmış olduğu yapay bir duvardır.
2.1.2. Sıva ve Zemin Kil, çamur, alçı ve kireç gibi bağlayıcı özelliği olan çeşitli malzemelerin tek
başına yada dolgu malzemesi karıştırılmasıyla elde edilen ve ana taşıyıcı yüzeyini
düzeltmek ve boyamaya hazırlamak için kullanılan tabakalardır.
2.1.2.1. Kil Sıvalar
En eski sıvalar kil esaslıdır. Ağaç dalları ve sazdan yapılan kulübelerin
duvarlarının kil sıvalarla kaplanması mimarinin kökenine kadar gider. Daha sonraki
dönemlerde kerpiç ve tuğla kullanımı gelişmiş, yapı taşının az, kil yataklarının çok
olduğu Mezopotamya’da ilk olarak Sümerler tuğla üretmişlerdir. Mısır’da kullanımı
∗ Genellikle küçük küpler şeklinde kesilmiş, taş, tuğla, cam parçacıklarının yaş harç içine bitişik olarak yerleştirilmesi ile yapılan resim yada süslemeler. ∗∗ Farklı renklerde üst üste uygulanan sıvaların, desene göre istenen rengin açığa çıkarılabilmesi için üstündeki sıva tabakalarının kesilip alınmasıyla yada koyu renkli sıva yüzeyindeki açık renk kireçli tabaka kazınarak yapılan duvar resmi yada süsleme tekniği.
17
günümüze kadar devam etmiş olan kerpiç, Asya, Afrika ve Amerika’nın bazı
bölgelerinde de kullanılmıştır.
Kil farklı tipteki taşların eskimesi veya sıcaklık ve nemin sedimantasyon
sürecindeki etkisiyle ve rüzgar veya nehirler tarafından oluşturulmuş doğal
birikintiler olarak bulunur. Bileşimindeki ana maddeler silisyum dioksit (SiO2) ve
alüminyum oksit (Al2O3) olan kil çeşitli miktarlarda su yanında demir, alkali metaller
ve alkali toprak metaller içerebilir. Bu maddeler 2-4 mikrondan daha küçük kristal
parçacıklar halindedir. Yapısal özelliklerine ve kimyasal yapılarına göre killer kaolin,
halosit, montmorillonit ve illit gibi isimler alırlar.
Kilin kuruma esnasında çekme özelliği nedeniyle oluşan çatlamaları azaltmak
için kum gibi inorganik dolgu maddeleriyle saman gibi bitkisel katkı maddeleri, veya
çalışılabilirliğini ve gücünü arttırmak için bağlayıcı işlevi gören bitkisel özler ilave
edilmiştir.
Kil sıvalar yüzeyleri, düzeltilerek olduğu gibi yada beyaz homojen bir yüzey
elde etmek için badanalanarak kullanılmışlardır. Bu badana, erken dönemlerde kaolin
gibi daha saf olan kil, daha geç dönemlerde alçı veya kireçtir (Mora v.d.,1984:34-
38).
2.1.2.2. Alçı Sıvalar Kil sıvaların kullanımından daha sonraki dönemlerde, teknolojinin
gelişmesiyle, genellikle kaba sıva olarak kullanılmış olan kil sıva üzerinde, alçı
sıvalar kullanılmıştır.
Alçı harç ve sıva olarak İ.Ö. 3000 yıllarında Ortadoğu ve Mısır’da yoğun
biçimde kullanılmıştır. Alçı doğal yada yapay olmasına veya içeriğindeki suyun
molekül sayısına göre sınıflandırılır. Doğada selenit (CaSO4·2H2O) ve anhidrit
(susuz CaSO4) olarak iki ana çeşidi vardır. Harç ve sıvalarda kullanılan alçı,
alçıtaşının veya selenitin 130°C sıcaklıkta ısıtılmasıyla elde edilir.
130°C
CaSO4·2H2O CaSO4· 1/2H2O + 3/2H2O
Alçıtaşı Alçı
Başka hiçbir katkıya gerek duyulmadan basit harçlar gibi kullanılmış olan
anhidrit ve ½ mol sulu alçı gibi türlere ek olarak pozzolana veya kum içeren
18
karışımlar da kullanılmıştır (Güleç, 1992). Kalsiyum oksit (CaO) doğrudan alçı ve su
ile karıştırılarak da farklı türde harçlar elde edilmiştir. İstisnalar olsa da, iç
mekanlarla ve ahşap ve tuval hazırlanması ile sınırlı kalmış olan alçı kullanımı
günümüzde de devam etmektedir (Mora v.d., 1984:39-47).
2.1.2.3. Kireç Sıvalar Teknolojinin ilerlemesi sonucunda, çeşitli inört malzeme katkılı kireç esaslı
sıvaların kullanımı ortaya çıkmıştır. Orta Doğu’da kireç kullanımı ve Mısır’da
alçının yanı sıra kireç kullanımı İ.Ö. 2000’lerle görülür. Neolitik çağ sıvalarında da
görülen kirecin sistematik olarak kullanımına Miken ve Minoik (İ.Ö. 1700)
uygarlığında, Knossos Sarayı’nda rastlanmış, Mısır’da çok daha geç dönemlerde
(İ.Ö. 300) ortaya çıkmıştır. Anadolu’da kil ve kireç esaslı sıvaların birlikte kullanımı,
Bizans resimlerinde bulunan türde kireç ve hayvansal veya bitkisel lifler içeren
sıvaların kullanımını geliştirmiş, sıvaların güçlendirilmesi amacıyla bitkisel özler,
hayvansal tutkallar ve şeker gibi maddeler de katkı olarak kullanılmıştır.
Sönmemiş kirecin hazırlanması alçıya göre çok daha yüksek sıcaklık
gerektirdiğinden, kireç teknolojisinin gelişmesi daha geç dönemlerde ortaya
çıkmıştır. Sönmemiş kireç, kalsiyum karbonatın (CaCO3; kireçtaşı, mermer) yüksek
sıcaklıkta kızdırılması ile elde edilir.
> 900°C
CaCO3 CaO + CO2↑
Kireç taşı Sönmemiş kireç
Elde edilen sönmemiş kireçten kaliteli ürün alınabilmesi için söndürülmesi
dikkatli yapılmalıdır.
CaO + H2O Ca (OH)2
Sönmemiş kireç Sönmüş kireç
Reaksiyon ekzotermik (ısı veren) olduğu için ısı açığa çıkmakta ve sıcaklık
400 °C’ ye kadar yükselebilmektedir. Eğer belli bir miktarda su kullanılırsa toz
halinde, fazla su kullanılırsa da kaymak halinde sönmüş kireç {Ca (OH)2} elde edilir.
Bu ürüne; yağlı kireç veya havayla teması sonucunda katılaştığı (prizlendiği) için
hava kireci denir.
19
Kaymak halinde söndürülen kireç birkaç ay, hatta bazen birkaç yıl bekletilirse
plakalar halinde olan kalsiyum hidroksit (portlandit) kristalleri oluşması sağlanarak
kirecin plastiklik özelliği arttırılır. Sönmüş kirecin prizlenmesi, havada bulunan
karbondioksit ile olur.
Ca (OH)2 + CO2 CaCO3 + H2O
Sönmüş kireç Kireç taşı
Bu şekilde üretilen kireç taşı granüller halinde olduğu için tek başına
bağlayıcı özelliği çok zayıftır. Bununla beraber, sönmüş kireç su ve dolgu maddeleri
ile karıştırılırsa, sağlam ve dayanıklı sıvalar ve harçlar üretilir.
Kirecin ve kireç kullanılarak üretilen harç ve sıvaların prizlenmesi olayında
yukarıda verilen reaksiyonun yürümesi için malzemenin havayla sürekli temas
halinde olması ve yavaş yavaş kuruması gereklidir. Hızlı kuruma çatlaklar
oluşmasına neden olabilmektedir (Güleç, 1992).
Kireç harcı karıştırıldıktan sonra prizlenme başlar. Duvara uygulanan harcın
suyu duvar tarafından emildiğinde ve su buharlaşma ile uzaklaştığında harç çeker.
Aynı zamanda havadaki karbondioksit ile reaksiyona girer, reaksiyon harcın iç
kısımlarında daha yavaştır, karbondioksit yüzeyde reaksiyona başlar, kılcal yolla
içlere ulaşır ve reaksiyon dışarıdan içeriye doğru ve suyun çıkışıyla olur. Harç
uygulanmadan önce iyi ıslatılmış duvarlarda harcın suyu duvar tarafından fazla
emilmeyeceği için pirizlenme süreci olumsuz yönde etkilenmeyecektir (Mora v.d.,
1984: 47-54).
2.1.2.4. Sıvalarda Kullanılan Dolgu Maddeleri Doğal yada yapay kaynaklı olabilen dolgu maddelerinin bir kısmı bağlayıcı
ile hiçbir şekilde reaksiyon vermezken, bazıları kireç ile yavaşça reaksiyona girer.
Kum, pozzolana, trass∗, kırılmış taş, mermer ve tuğla parçacıkları yaygın
olarak kullanılan dolgu maddeleridir. Taş tozu, mermer tozu, tuğla tozu yapay olarak
hazırlanır, harcın gücünü azaltacak herhangi bir özellikleri yoksa da dolgu
maddesinin bağlayıcıya oranı ve parçacık boyutları önemlidir, sadece tuğla tozunun
∗ Pozzolana ve Trass: Pozzolanalar (Pozzuoli toprağı, İtalya, Campania’daki Pozzuoli toprağından gelen gelen genel bir terim) volkanik kökenli kayalardır, yapışmadan hemen hemen yoksun, az çok volkanik tüfler gibi kompaktırlar. Bu volkanik mineraller kalsiyum hidrat ile karıştırılarak yoğun ve suya karşı dirençli harçlar elde edilebilmektedir.
20
pozzolana gibi hidrolik özelliği vardır. Pozzolana ve sönmüş kireç oranı hacim
olarak 1:2 ile 1:3,5 arasında değişebilir. Hidrolik özellikli harçlarda yeterince su
kullanılmaması ve düşük sıcaklık harcın mekanik gücünü azaltabilir fakat pirizlenme
su içinde yada çok nemli atmosferde artar. Çok çabuk kuruması ise harcın neredeyse
pudra halinde kalmasına neden olur.
Harç ve sıvaların dayanımları, öncelikle dolgu maddelerinin kalitesiyle
ilgilidir. Bozulmuş kaya parçaları, organik madde, kil çözülebilir veya az çözülebilir
tuzlar gibi safsızlıklar içermeyen dayanıklı parçacıklar kullanılmalıdır. Parçaların
kenarları yuvarlaklaşmamış, köşeli olmalıdır, böylece harç daha sağlam olacaktır.
Dolgu maddelerinin boyutları da çok önemlidir, çünkü harç içindeki
boşlukların miktarı bağlayıcının miktarını belirler. Büyük parçacıklar arasında kalan
boşluklar küçük parçacıkların iyice doldurabileceği kadar olmalıdır, böylece
parçacıkların yüzeyleri kireç tarafından olabildiğince az örtülecek ve kuruma
sırasında hacim küçülmesi en aza indirgenmiş olacağı için karışım daha dayanıklı
olup, çatlama riski azalacaktır. Bağlayıcı, dolgu oranı hacim olarak normalde 1: 2-
3’tür.
2.1.2.5. Sıvalarda Kullanılan Katkı Maddeleri Harçların özelliklerini geliştirmek için kan, yumurta akı, şeker, tutkal, arap
zamkı, kemik tutkalı, bitkisel sıvılar ve reçineler gibi pek çok organik madde
yapıştırıcı ve katkı maddesi olarak kullanılmıştır. Vitrivius’tan öğrenildiğine göre
katılaşmayı sağlamak için incir sütü, çavdar hamuru, domuz yağı, kesilmiş süt,
katılaşmayı geciktirmek için yumurta akı, hava sürükleyici olarak katılaşmadan sonra
dayanımı arttırmak için kan, malt ve idrar kullanılmıştır. Bunlardan başka sıvalara
keten, saman hatta çimen gibi bitki lifleri ve hayvan kılları katılarak dayanma
gücünün arttırılmasına çalışılmıştır. Kireç ve alçı sıvalar için katkı maddesi olarak
sağlam, yağ ve diğer kirlerden uzak olan öküz ve at kılları ile seyrek olmakla beraber
keçi kılı ve insan saçı kullanılmıştır (Güleç, 1992).
2.1.2.6. Sıvalarda Kullanılan Su Harç yapımında kullanılan su temiz ve taze olmalı, organik yada inorganik
kirlilikler içermemelidir. Su miktarı fazla olmamalıdır. Çok emici olmayan bir
yüzeyde fazla sulu hazırlanmış harç kullanıldığında, bu suyun buharlaşması ile
21
sıvada boşluklar ve yüzeyde bir kabuk oluşarak elde edilen harç gözenekli ve
dayanıksız olacaktır (Mora, 1984:52-54).
2.1.3. Boya Tabakası
Kullanılan tekniğe bağlı olarak belirgin bir kalınlık yapmayacak kadar ince
yada kabartma oluşturacak kadar kalın tabakalar halinde uygulanmış olabilen boya
tabakası, pigment ve bağlayıcı karışımından oluşup, duvar resminin görsel ve
fiziksel olarak kendini ortaya koyduğu tabakadır.
2.1.3.1. Renk “Renk” ışık tayfında, dalga boyu 380-700 nanometre arasında bulunan ve
cisimlerin görülmesini sağlayan “görünen” (visible) ışık olarak adlandırılan bölgenin
yaydığı radyasyonun fiziksel sonucudur. Çeşitli renkler, her hangi bir kaynak (güneş,
ateş, lamba gibi) tarafından üretilen ışığın, üzerine düştüğü cisimler tarafından
yansıtılan radyasyonu olup insan gözünün algıladığı dalga boylarını açıklar. “Renk” sözcüğü bir yüzeye yada nesneye renk veren malzemeyi belirtmeyip
sadece görülen ışık tarafından üretilen insan gözünün hissedebildiği rengi açıklar.
Renk, beyaz ışığın dalga boyu bileşeninin seçici emilişine bağlı bir olgudur. Görünür
aralıktaki renklerin toplamı beyaz ışık olarak algılanır. Bir malzeme görünür ışınların
tümünü yansıtırsa insan gözüne beyaz, tüm ışınları emerse, göze ışık gelmeyeceği
için siyah görünür. Eğer malzeme kırmızıyı yansıtır diğerlerini emerse madde
kırmızı, sadece yeşil ışınlar yansıtılırsa yeşil görünür. Bu nedenle maddenin rengi
ışığın seçici emilmesine bağlıdır. Genelde rengin yoğunluğu pigmentin
öğütülmesiyle arttırılır. Bu, vermilyon gibi daha ince pigmentleri daha yoğun renk
vermesi anlamına gelir. Ancak istisna olarak azurit, lapis lazuli ve zümrüt yeşilin
yoğunluğu öğütülmeyle azalır.
Pigment parçacıklarına çarpan ışığın bir kısmı parçacıklara doğru emilirken
bir bölümü yansır ve saçılır. Rengin yoğunluğunu en fazla belirleyen ışığın
yayılmasıdır.
Her maddenin ışığı yansıtma ve kırma açıları arasındaki oran farklı olup bu
durum sadece sıcaklık ve ışığın dalga boyu ile değişir. Şeffaf bir malzemenin
yüzeyine rasgele çarpan ışının bir kısmı yansır, diğer kısmı hafif bir sapmayla kırılır
22
2.1.3.2. Pigmentler
“Boya” sözcüğü ile ifade edilen renk verici malzeme, duvar resimlerinde
yağlıboya, tempera, kireç boya veya başka bir renk verici karışım olabilir. Boya
olarak hazırlanan karışımlarda kullanılan renk verici maddelerin başında pigmentler
gelmektedir. Pigmentler tane boyutları genellikle 0,5 - 10 mikron arasında değişen
boyutlarda öğütülerek bağlayıcı ile karıştırılan renkli maddelerdir.
Yapılarına ve özelliklerine bağlı olarak;
inorganik pigmentler / organik pigmentler,
doğal pigmentler / yapay pigmentler,
tarihi pigmentler / modern pigmentler,
kalıcı pigmentler / kalıcı olmayan pigmentler gibi çeşitli sınıflandırmalar
yapılabilir.
Doğal inorganik pigmentler doğrudan minerallerden, maden cevherlerinden
veya tortul birikintilerinden (azurit, doğal ultramarin, tebeşir) elde edilmiş olup,
sadece öğütme ve saflaştırma gerektirmiştir. Antik dönemden beri bir çok inorganik
pigment, daha saf olması için yapay olarak, kimyasal reaksiyonlarla da elde
edilmiştir (Egyption blue, beyaz-kırmızı kurşun, vermilyon, verdigre gibi). Doğal
organik pigmentler çoğunlukla renkli sıvı kökenli olup bitkilerden veya böceklerden
elde edilir. Bir çoğu erken dönemlerden beri kullanılmıştır. Organik pigmentlerin bir
başka grubu ahşap, reçine veya kemik gibi organik malzemelerin kısmen
karbonlaşmasıyla üretilen (kandil isi siyahı, asma siyahı, fildişi siyahı gibi) karbon
siyahlarıdır.
Pigmentlerin kalıcılığını, ışığa ve kimyasal etkenlere karşı dayanıklılıkları
belirler. İnorganik pigmentler ışığa ve kimyasal etkenlere karşı, organik
pigmentlerden daha fazla dayanıklıdır. Örneğin azurit ve kurşun beyazı gibi bazı
pigmentler bazik ortamlara dayanıklı olmadıkları için fresko ve kireç resmi için
uygun değildir. Öte yandan kurşun beyazı kurumayı sağladığı için özellikle
yağlıboya için belirleyicidir. Organik pigmentler doğrudan güneş ışığına maruz
kaldıklarında çabuk solar fakat iyi korundukları bazı durumlarda oldukça
dayanıklıdır.
23
Yapılacak olan koruma uygulamalarına karar verebilmemiz için pigmentlerin
kimyasal yapılarını bilmemiz önemlidir. Pigmentler kimyasal içeriklerine göre
oksitler, karbonatlar, sülfürler ve diğerleri olarak sınıflandırılırlar.
Genel formülü metal oksit (MexO) olan kırmızı ve sarı toprak boyalar (okra),
viridian, çinko beyazı, titanyum beyazı, kurşun ve kalay sarısı, kurşun kırmızısı en
genel olanlardır. Genel formülü metal karbonat {Mex(CO3)y} olan pigmetlerden
kurşun beyazı, San Giovanni beyazı, azurit, malahit bu grubun önemli üyeleridir.
Bileşimleri çok farklı olduğu için genel bir formül verilmesi mümkün olmayan sülfür
grubu pigmentlerin en genel örnekleri lapis lazuli ve yapay ultra marine, Egyptian
blue, toprak yeşilidir. Prusya mavisi, blue verditer gibi inorganik pigmentlerle
indigo, kırmızı ve sarı lak gibi organik pigmentler birbirlerinden farklı kimyasal
yapılara sahip karmaşık grup olarak sınıflandırılmaktadır (Schmid,1992).
Beyaz Pigmentler
Kurşun Beyazı (2PbCO2 . Pb (OH) 2) ışığa dayanıklı olup kireç veya mineral
silikat boyalara uygun değildir. Kükürt dioksit (SO2) bulunduğunda kahverengi-siyah
sülfür oluşturduğu için sülfür pigmentlerle (ultramarin, cadmium pigmentleri,
cinnabar, lithopone) kullanılmazlar. Yağlıboyalarda çok kullanılmış olan kurşun
beyazı akvarel, pastel ve tempera (temperada çoğu kez koyulaşmıştır) boyalarda da
kullanılmıştır. Yağlıboyanın kurumasını hızlandırır. Eski kurşun beyazı yağlıboyalar
kurşun sabunu oluşumu nedeniyle biraz şeffaflaşabilirler. Duvar resimlerinde kalıcı
değildir.
Çinko Beyazı (ZnO) antik dönemde de kullanılmış yapay bir pigmenttir.
18.yy’ın ikinci yarısından sonra su bazlı boyalarda kurşun beyazı ile yer
değiştirmiştir. Işığa ve sülfür dioksite dayanıklıdır, kurşun beyazından daha az
opaktır. Bazik malzemelerde zinkat oluşumu nedeniyle değişime uğrayabilir, çinko
sabunu oluşturmaya meyillidir. Çoğunlukla tempera, guvaş, ve suluboya gibi sulu
tekniklerde pigment olarak kullanılmıştır, bazı sanat boyalarda opaklık elde etmek
için kurşun beyazıyla karıştırılmıştır.
Kireç Beyazı (CaCO3) antik dönemden beri kullanılmış en yaygın beyaz
pigmenttir. Çoğunlukla yağlıboya ve renkli heykellerin astar tabakalarında bulunur.
Su bazlı boyalarda ve temperalarda iyi sonuç verir, yağlıboyalarda nadiren
kullanılmıştır. Asitlere ve asit bakır pigmentlere karşı dayanıklı değildir.
24
Alçı Beyazı (Bologna alçısı; CaSO4 . 2H2 O) antik dönemden beri
kullanılmıştır. Doğal veya yapay kökenli olabilir. Çoğunlukla resimlerin hazırlık
tabakasında yada yüzey kaplamada kullanılmıştır.
Titanyum Beyazı (TiO2) ilk olarak 1909’da Norveç’te ve Amerika’da
Kronos-Titan beyazı olarak üretilmiştir. 1928’e kadar üretilen pigment kristal yapılı
bazen yağ esaslı bağlayıcılarla ve organik pigmentlerle okside olur, 1938’den beri
Kristal formunda üretilmektedir. Yüksek opaklık ve tüm bağlayıcı ve pigmentlerle
uyumlu olması nedeniyle 1940’tan beri kullanılan en yaygın beyaz pigmenttir. Yağ
bağlayıcıda kurşun ve çinko beyazları gibi kuruma özelliği yoktur.
Yeşil Pigmentler
Verdigre, doğal yeşil (Cu (CH3 COO) 2 . H2O)
Mavimsi yeşil, 2Cu (CH3 COO) 2 . Cu (OH) 2 . 5 H2O) veya
Cu (CH3 COO) 2 . Cu (OH) 2 . 5 H2O) veya
Cu (CH3 COO) 2 . Cu (OH) 2
Antik dönemden 19.yy’a kadar yaygın olarak kullanılmış, Akdeniz
bölgesinde yapay olarak üretilmiştir. Yağlıboya ve temperada dayanıklı olmakla
birlikte, su bazlı boyalarda doğrudan gelen gün ışığında bozulabilir. Bazik ortamlara
karşı hassasiyeti nedeniyle duvar resimlerinde çok kalıcı değildir. Sülfür esaslı
pigmentlerle siyahlaşır.
Krom Oksit Yeşili (Cr2O3) 1809’da ilk olarak Vauquellin tarafından
hazırlanmış, resimlerde 20 yıl sonra kullanılmaya başlanmıştır. Işığa, ısıya, bazlara
ve asitlere karşı çok dayanıklıdır. Tüm pigmentlerle karıştırılabilir.
Zümrüt Yeşili (Viridian; Cr2O (OH)4) ilk olarak Pannetier tarafından 1838’de
Paris’te üretilmiştir. Asitler, bazlar ve ışığa karşı dayanımı iyidir, her türlü resim
malzemesinde kullanılabilmektedir.
Zümrüt Yeşili (Emerald green, Veronez yeşili; bakır arseno-asetat; (Cu (CH3
COO) 2 . Cu (AsO2) 2) ilk olarak Rust tarafından 1778, Viyana’da üretilmiş, ticari
olarak 1805’den beri Viyana’da bulunmaktadır. Zehir özelliği nedeniyle 1920’den
beri kullanılması önerilmemektedir. Asit, baz ve sülfürlere dayanıksızdır.
Yağlıboyalarda ve hayvansal tutkallı temperalarda dayanıklı, sülfür pigmentler veya
hava kirliliği olduğunda dayanıksızdır. Zehirlilik özelliğine rağmen yoğun parlak
yeşil rengi nedeniyle çok kullanılmaktadır.
25
Malahit (dağ yeşili; CuCO3 . (OH)2) olasılıkla bilinen en eski parlak yeşil
pigmenttir. Kimyasal olarak azurite benzeyen doğal bazik bakır karbonattır.
Asitlerden, asetik asitten bile etkilenir, ışıktan etkilenmez. Resimlerde kullanım tarihi
azurit ile paralellik gösterir. Sina ve Mısır’ın doğu çöllerinde ortaya çıkar.
Hanedanlık öncesi Mısır’da göz boyası olarak kullanılmış olan malahit Tun
Huang’daki Çin resimlerinde de kullanılmış ve doğuda kullanımı günümüze kadar
devam etmiştir. Avrupa resminin her döneminde kullanılmış, 1800’lerde malahitin
yerini yapay yeşil pigmentler almıştır. Malahitte azurit gibi temperalarda
yağlıboyadan daha iyi sonuç vermiştir. (Gettens v.d., 1966:127-128)
Mavi Pigmentler
Azurit (bazik bakır karbonat; 2 Cu Co3 . Cu . (OH) 2) antik dönemden beri
bilinen, 17.yy’dan sonra nadiren kullanılan, doğal, mineral bir pigmenttir. 19.yy
ikinci yarısından sonra çoğunlukla alçı ile karıştırıldığından çok daha düşük kalitede
yapay olarak üretilmiştir. Su, tempera, yağlıboyalarda dayanıklı olup sülfür
pigmentler veya sülfür dioksit kirliliği olduğunda koyulaşmaktadır. 19.yy’da Prusya
Mavisi ile yer değiştirinceye kadar Antik dönemden beri en çok kullanılan mavi
pigment olmuştur.
Ultramarin mavisi (Na8 - 10 Al6 Si6 O24 S2 - 4 ; sodyum alüminyum silikat ve
sülfür) İ.Ö. 3500’lerden beri Sümerlere ait objelerde mevcuttur. 18.yy’a kadar
kaynağı Afganistan’daki madenlerdir. İlk olarak 1829’da yapay olarak üretilmiştir.
Işık ve bazlara dayanıklı, asitlere daha az dayanıklı olduğundan asidik hava
kirliliklerine daha az dayanıklı olup kurşun ve bakır esaslılar hariç diğer tüm
pigmentlere karşı dayanıklıdır. Doğal malzeme olarak çok pahalıdır, yapay şekli
19.yy’dan beri suluboya, tempera, yağlıboya ve duvar resimlerinde kullanılmaktadır.
Prusya Mavisi (Fe4 [Fe (CN) 6] 3; ferric ferrocyanide) ilk olarak 1704’te ortaya
çıkmıştır, ticari olarak 1725’ten beri bulunmaktadır. Çok dayanıklı, bazlara karşı
hassas, kireç veya silikat esaslı boyalarda sorun yaratır, tutkallarla, tempera,
yağlıboya, kazein ile kullanıldığında dayanıklıdır.
Kobalt Mavisi (Co O . Al2O3) (kobalt aluminat) 1795’ten beri ticari olarak
bulunabilmektedir. Işığa ve havaya dayanımı yüksektir, asitler, bazlar, diğer
pigmentler ve yüksek ısılara dayanıklı olduğundan tüm resim teknikleri yanında
seramik sırlamada da kullanılmıştır.
26
Kırmızı Pigmentler
Kırmızı Toprak Boya (Fe2 O3; demir oksit) antik dönemden beri çok yaygın
olarak kullanılmıştır. Doğal kökenli yada yapay hazırlanmış olabilir. Işığa, eskimeye,
tüm bağlayıcı ve pigmentlere çok dayanıklıdır.
Vermilyon (HgS; civa sülfür, sülyen) doğal ve yapay pigmentleri antik
dönemden beri bilinmektedir. Opaklığı ve kalıcılığı iyidir (doğrudan gün ışığına
maruz kaldığında koyulaşır). Tüm resim tekniklerinde kullanılabildiği gibi tüm
pigmentlerle de karıştırılabilir.
Kurşun Kırmızısı (Pb2 O4; kurşun tetraoksit, minium) antik dönemden beri
biliniyor, 17.yy’dan beri endüstriyel olarak hazırlanmaktadır. Işığa maruz kalırsa
koyulaşır, sülfürlere ve sülfür pigmentlere dayanıklı değildir. Yağ bağlayıcıda
dayanıklıdır. Mimari dekorasyonlarda sık kullanılmıştır. Siyah kurşun dioksit (PbO2)
birikimi nedeniyle genellikle koyulaşır.
Sarı Pigmentler
Kurşun monoksit (Litharge, Massicot; PbO) kırmızımsı bir kahverengine
dönmesi nedeniyle antik dönemden beri bilindiği halde yaygın olarak
kullanılmamıştır. Asit ve baz esaslı bağlayıcılara dayanıksız olup yağlı bağlayıcılarla
daha iyi kullanılmıştır. Sülfür esaslı olanlar hariç tüm pigmentlerle karıştırılabilir.
Bazen varak yapımında zemin olarak kullanılmıştır.
Sarı Toprak Boya (Fe2 O3 . nH2 O; sulu demir oksit) Prehistorik dönem
mağara resimlerinden beri kullanılmıştır. Doğal veya yapay hazırlanmış olabilir.
Tüm bağlayıcı ve renklere karşı dayanıklıdır. Tüm sanat boyalarında ve mimari
boyalarda yaygın olarak kullanılmıştır.
Kadmiyum Sarısı (Cds; kadmiyum sülfür) ilk olarak 1825’te Almanya’da
üretilmiştir. Kaliteli sanat boyalarında yaygın olarak kullanılmıştır. Doğrudan gelen
ışığa, asitlere ve bazlara karşı dayanımı iyidir. Tüm pigmentlerle ve bağlayıcılarla
kullanılabilir. Bazen yeşil renk hazırlamak için ultramarin ile karıştırılmıştır.
Stronsiyum kromat; (SrCrO4) ve Baryum Kromatlar; (Ba CrO4), 19.yy’dan
beri üretilmektedir. Işığa karşı oldukça dayanıklı, asit ve bazlara hassas olup sülfit
pigmentler ve sülfür dioksit içeren hava kirliliği bulunduğunda kararır. Kireç veya
silikatlı resimlerde kullanılmaz, tempera ve yağlıboyalarda kullanılmıştır.
27
Kobalt Sarısı (potasyum kobaltinitrit; K3 [CO(NO2) 6 . H2O]), ilk olarak
1848’de üretilmiştir. 1861’den beri ticari olarak bulunmaktadır. Yağlıboyada zayıf
opaklıkta olup su bazlı boyalarda daha sık kullanılmış, dayanıklı bir pigmenttir.
Krom Sarısı (kurşun sülfat-kromat; 2 PbSO4 . Pb CrO4) 1882’den beri
Almanya’da ticari olarak bulunmaktadır. Davranışı ve özellikleri diğer kromatlarınki
(baryum ve stronsiyum) ile aynıdır (Matero, 1992).
Siyah Pigmentler
Karbon Siyahı çok erken dönemlerden beri pigment olarak kullanılmıştır.
Gri-siyah görünümlü olup boyama gücü düşüktür. Odunun fırında yada kapalı
mekanlarda ısıtılmasıyla elde edilir.
İs Siyahı mavimsi renktedir, mineral yağların veya reçinelerin yakıldığı
yerlerin tuğla duvarlarından toplanan istir (Mora v.d., 1984:58 ).
2.1.3.3. Bağlayıcılar Bağlayıcı olarak kullanılan doğal yada yapay maddelerin tamamı film
yapıcıdır. Bu malzemeleri tanımlamada kullanılan terimlerin belirgin olmayışı ve
zaman içinde anlamlarının değişmiş olması nedeniyle kullanımları neredeyse insanın
kendisi kadar eski olduğu halde keşfediliş tarihleri tam olarak bilinmemektedir.
Doğal film yapıcı malzemeler sayısız çeşitlilikte olup geniş kategoriler
halinde sınıflandırılabilirler.
a) Lipitler ve yağlı malzemeler; hayvansal yağlar, bitkisel yağlar, kuruyan ve yarı
kuruyan yağlar, mineral mumlar* (parafin ve mikrokristalin mum gibi petrolden
elde edilen mumlar), bitkisel mumlar, hayvansal mumlar, steroidler (yumurta
sarısı, ox-gall),
b) Proteinler veya albuminsi malzemeler; jelatin ve hayvansal tutkallar, balık
tutkalı, kazein, yumurta beyazı ve sarısı, temperalar-distemperler,
c) Glusitler veya şeker bileşimleri; polisakkarit zamklar (arap zamkı gibi), bitkisel
musilages (nişastalar, dextrinler), selüloz kökenliler (selüloz nitrat, asetat ve
selüloz eterler),
d) Terpenler, reçinemsi malzemeler; terebentin yağları, Kanada balzamı, sandarak,
damar, mastik, elemi, *Burada sözü edilen mumlar, İngilizce “Wax” olarak tanımlanan jel ya da katı haldeki ağır yağlardır
28
e) Emprenye malzemeler; tars, bitümler olarak sınıflandırılmaktadır (Masschelein-
Kleiner 1985).
Yapay film yapıcı malzemeleri ise, doğal malzemelerin zayıflıklarını
gidermek üzere üretilmiş polimerlerdir. Sayısız çeşitlilikte ve geniş kategoriler
halinde sınıflandırılan polimerlerden duvar resimlerinde ve diğer eski eserlerde
sağlamlaştırıcı, koruyucu, yapıştırıcı ve bağlayıcı olarak kullanılanlar akrilikler,
asetatlar, epoksiler, silanlar, siloksanlar ve silikonlar gibi gruplardır.
2.2. Duvar Resmi Teknikleri: Fresko yada Sekko Genellikle bir resmin fresko veya sekko olması veya sekko tamamlamaların
olduğu bir fresko olması, farklı temizlik, dezenfeksiyon vs. malzemelerine karşı
direncinin anlaşılması bakımından önemlidir. Üzerinde çalışılan resim az bilinen bir
türse ve özel, hassas bir durumu varsa resmin tekniği tam olarak incelenmelidir.
Günlük çalışma sıvası izlerinin olmayışı, ince sıvada başka bölünmelere
gidilmeden iskele sıvası boyutunda çalışılmış olabileceği için gerçek fresko olmadığı
anlamına gelmez.
Kalın yada çok kalın boya tabakasının varlığı veya boya tabakasının tozuması
fresko yapılmış olma olasılığını kuraldışı yapmasa da boya tabakasının çatlaması ve
bağlayıcının kuruması sırasında ortaya çıkan tipik çekme yapraklanmalarının
oluşmuş olması genellikle sekko çalışılmış olmasının göstergesidir.
Bir duvar resminin fresko veya sekko çalışıldığını anlamak çoğu durumda
oldukça zordur. Araştırmanın büyük kısmı, yerinde yapılan teknolojik incelemeye ve
restoratör/konservatörün deneyimine dayanır. Laboratuar analizleri sadece kısmi
yanıt verebilir, yanlış yorumlanmaları doğru olmayan varsayımlara yol açabilir.
Bunlara örnek vermek gerekirse;
a) Orijinal organik bağlayıcı tamamen bozulmuş ve pigmentler ikincil bir
karbonatlaşma süreciyle sabitlenmiş olabilir (sekko resim fresko’ ya dönüşür),
b) Fresko resmin boya tabakası geçmişte sağlamlığını yitirmiş ve şimdi boyanın
bağlayıcısı gibi görünen bir organik sağlamlaştırıcı emdirilmiş olabilir (fresko
resim sekko’ya dönüşür).
29
Bir duvar resminin fresko yada sekko olduğunu tespit etmek üzere
laboratuarda yapılan analizlerin sonuçları yanıltıcı olabilmektedir. Bu gibi yanılgılara
düşmemek için aşağıda belirtilen noktalara dikkat edilmelidir.
a) Katmansal morfolojisi incelenerek bir duvar resmi tekniğini belirlemek mümkün
değildir. Fresko tekniğinde renklerin sıvaya nüfuz ettiği kanısı doğru olmayıp
pigmentler kalsiyum hidroksitin kalsiyum karbonat halinde katılaşmasıyla yani
sıvadaki kirecin karbonatlaşmasıyla, tuzaklanarak sabitlenir. Dolayısı ile
freskonun ince kesit analizinde, pigment tabakasının katmansal morfolojisi sekko
tekniğininkiyle benzer görülecektir,
b) Bir sekko resmin orijinal bağlayıcısını saptamak çok zordur. Bağlayıcı
saptanması mümkün olmayacak bir şekilde yok olmuş olabilir. Organik yüzey
birikintilerinin bulunması ve/veya önceki uygulamalarda kullanılan organik
bileşenler saf bir örnek elde edebilmeyi genellikle olanaksızlaştırmaktadır.
Fresko tekniği için gereken başlıca özellikler:
a) Kireç esaslı hazırlığın ve boyayı tutan kireç sıva veya kireç tabakaların varlığı,
b) Mevcut renklerin çoğunun fresko tekniği ile uyuşmasıdır.
Fresko tekniğine işaret eden teknik özellikler:
a) Günlük çalışma sıvalarının (giornata) varlığı,
b) Yapımı sırasında sanatçının yüzeyde bıraktığı parmak izlerinin bulunmasıdır.
Fresko tekniğine işaret etmesi gerekmeyen teknik özellikler:
a) Sıvada iskele seviyesi boyunca uygulanan sıva bağlantılarının (pontata)
bulunması,
b) Doğrudan veya dolaylı kazıma izlerinin bulunması,
c) Kaba sıva üzerinde hazırlık çizimi (sinopia) bulunmasıdır (Schmid, 1992).
30
3. DUVAR RESİMLERİNİN BOZULMASINA NEDEN OLAN
ETKENLER Duvar resimlerindeki bozulmalar, yapımlarında kullanılan malzemelerinin
yapısı, yapım teknikleri ve içinde bulundukları çevre koşullarıyla doğrudan
ilişkilidir. Eserlerin zarar görmesine neden olan etkenlerin anlaşılabilmesi için
bozulmalar ve nedenleri doğru tanımlanmalıdır. Eserlerin bozulmasına neden olan
etkenler genel olarak üçe ayrılabilir.
Fiziksel Etkenler: Duvar resimlerinin taşıyıcıları olan taş, tuğla, harç ve
sıvaların yapısal sorunlar nedeniyle zarar görmesi, duvarlarda meydana gelen çatlak
ve yıkılmalarla sıva tabakalarının parçalanması, taşıyıcıdan ayrılması (Resim 1),
yoğun ışık alan ortamlarda renklerin solması, ısı-nem değişkenliklerinin yaşandığı
nemli ortamlarda tuzların su ile taşınarak kurumayla kristallendikleri yere göre
taşıyıcının ve boya tabakasının parçalanması, donma/erime döngüsü nedeniyle
oluşan parçalanmalar ve akan su tarafından aşındırılması (Resim 9) gibi etkenlerle
malzemenin yapısının tahrip olmasıdır.
Kimyasal Etkenler: Hava kirliliği kaynaklı asitlerin kireçtaşı ve kireç esaslı
harç ve sıvalarla reaksiyona girerek çözünmelerine neden olması, pigmentlerin
kimyasal yapılarının etkilendiği nemli ortamlarda moleküllerine su alarak değişime
uğramaları (örneğin azuritin malahite dönüşmesi), yada yüksek ısıya maruz kalan
resimlerde sarının kırmızıya dönmesi gibi pigmentlerdeki renk değişimleri
malzemelerin kimyasal yapılarının değişimi sonucunda meydana gelen
bozulmalardır.
Biyolojik Etkenler: Yaşamaları için yeterli ısı, ışık ile bağıl nemin % 65’in
üstünde olduğu ortamlarda, duvar resimleri ve sıva yüzeyinde lekeler veya benekler
halinde oluşan mantar, yosun, liken ve bakteri gibi mikroorganizmaların neden
olduğu kimyasal ve fiziksel bozulmalardır (Resim 4).
3.1. Fiziksel Etkenler Duvar resimleri, içinde bulundukları yapıyı etkileyen sorunların hemen
hepsinden etkilenirler. Yangın, deprem gibi afetler, kullanım aşamasında yapılan
değişiklikler, çeşitli kaynaklardan gelebilen çözünür tuzlar, rüzgarın taşıdığı toz ve
taneciklerin yüzeye çarpmasıyla oluşan aşınma, özellikle denize yakın alanlarda
31
tuzlu deniz suyu zerreciklerinin rüzgarla taşınması, toz, titreşim, yapıların
kontrolsüzce ısıtılması, zararlı güneş ışınları ve yoğun ışık, duvar resmi yapımında
kullanılan malzemelerin kalitesi ve hatalı yapım teknikleri fiziksel değişim meydana
getiren etkenlerden sık karşılaşılanlarıdır.
Duvarların yada resmin taşıyıcısının tamamen kuruması sonucu bağlayıcı ile
çalışılmış resimlerin boya tabakasında çekme oluşur. Işığın etkisi ise daha
karmaşıktır çünkü genellikle renklerde solmaya yada yağ bağlayıcılı (özellikle bezir
yağı) resimlerde sararmaya neden olurken uzun süre karanlıkta kalan resimlerde
kararma olduğu görülmüştür. Ancak bu resimler tekrar ışığa maruz kaldıklarında
renkleri orijinal değerlerine geri dönmektedir. Eskimeyle oksidasyon ve
polimerleşme meydana gelir, asit bileşenler oluşur, boyanın kırılma indisi artar ve
bazı pigmentler şeffaflaşır. Vermilyon bezir yağının bozulmasını arttırırken
verdigre’nin azalttığı gözlenmiştir (Masschelein, 1985:46)
3.1.1. Su Nedeniyle Meydana Gelen Bozulmalar Sıklıkla karşılaşılması ve çeşitli bozulma biçimlerinde üstlendiği aracı rol
nedeniyle, sıvı yada gaz halindeki su, yukarıda bahsedilen etkenlerin pek çoğunun
tetikleyicisidir. Mikroorganizma, yosun ve liken oluşumu ve gelişimi, zemindeki ve
yapı malzemelerindeki mevcut tuzların yada kimyasal reaksiyonlar sonucu ortaya
çıkan tuzların hareketleri nedeniyle oluşan bozulmalar, ortamda su olmadan meydana
gelemezler. Bu nedenle nem sorunu olan duvarlardaki resimlere herhangi bir
müdahalede bulunmadan önce yapılması gereken ilk uygulama, suyun kaynağının
belirlenmesi ve ortadan kaldırılmasıdır .
Duvardaki nemin kaynakları;
1) Sızan su,
2) Yükselen nem,
3) Yoğuşma,
4) Nem çekici tuzlar,
5) Diğer su kaynaklarıdır.
Genellikle suyun duvarlardan yapıya sızmasıyla meydana gelen nemin
kaynağı yağmur suyunun doğrudan ve/veya düzgün yapılmayan çatı, oluk ve
32
drenajlardan duvarı ıslatmasıdır (Resim 10). Bu sorunun önlenmesi için ilgili
bozuklukların giderilmesi ve düzenli bakımlarının yapılması yeterlidir.
Suyun herhangi bir kaynaktan, kılcal (kapiler) hareketle duvarların üst
seviyelerine taşınarak meydana getirdiği ıslanmaya yükselen nem denir. Fiziksel bir
olay olan yükselen nem, tabandan duvara giren su miktarı ile yüzeyden buharlaşan su
miktarının eşitlendiği seviyede duracaktır. Düşük sıcaklıklarda yüzey buharlaşması
azalacağı için sıcaklık düştükçe kılcal yükselme gücü artacak, buharlaşmanın az
olduğu veya olmadığı durumlarda ise nem, yaklaşık 10.5 m yüksekliğe kadar
ulaşacaktır (Resim 8).
Havadaki mutlak nemin doygunluğu aştığı durumlarda bağıl nem %100’e
ulaşır ve artan su buharı, soğuk yüzeylerde sıvı hale geçer. Yoğuşma olarak
tanımlanan bu olay, ortamdaki havaya göre yeterince düşük sıcaklıktaki sıva, taş,
metal, cam gibi yüzeylerde ıslaklık yada damlacıklar halinde görülür. Genellikle her
yıl aynı mevsimde ortaya çıkan ve yapıda herhangi bir yükseklikte bulunabilen
yoğuşma havalandırma ve/veya ısıtmayla önlenilebilirse de, bakım yapılmadığı
takdirde tekrarlayabilir.
Yapı malzemelerinde bulunan ve/veya sonradan yapısına katılmış olan suda
çözünebilir tuzlar, nem çekici özellikleri ile daha fazla suyun malzemeye geçmesine
neden olurlar. Bu tür nemlenmeyi önlemek için duvar içeriğinde bulunan tuzların
uzaklaştırılması, onarımda kullanılan malzemelerin tuz içermemesi, toprak, taş,
tuğla, harç ve sıva gibi komşu malzemelerden sızma, yükselen nem gibi su
kaynaklarıyla tuzların taşınmasının önlenmesi gerekir.
Su borularının patlaması, kanalizasyonların tıkanması, kuyulardan su sızması,
yer altı sularının (göl ve derelerin) oluşması gibi çoğunlukla kazara oluşan ve
aralıklarla meydana gelen diğer nem kaynakları, tespit edildikleri taktirde, uygun
önlemlerle durdurulabilir (Massari, 1977).
Tuzları ve diğer sorunları tetiklemesinin yanı sıra sıcaklıktaki ani
değişikliklerle donma- erime döngülerine maruz kalan su, içeriğinde bulunduğu
esnek olmayan yapı malzemelerinin ayrışarak hızla tozumasına, çatlamasına hatta
parçalanmasına neden olacaktır.
33
3.1.1.1. Suyun Sıvalarda Bozucu Etkileri Neme aşırı duyarlı olan kil bağlayıcılı sıvalar genellikle kuru bölgelerde
kullanılmıştır. Suyun fiziksel etkisiyle yumuşayarak, şişerek ve kolayca yıkanarak
dağılırlar. Yüzeyin herhangi bir şekilde ıslanmasıyla tüm süslemeler yok olabilir.
Ayrıca ıslanma kuruma döngüleri, kerpiç duvar ve kil bağlayıcılı sıvaları hızla
erozyona uğratarak yok olmalarına neden olurlar.
Benzer özelliğe sahip alçı bağlayıcılı sıvalara iklimin kuru olduğu bölgelerde
rastlanmaktadır. Suya karşı aşırı hassas olan alçı sıvalar da, su ile ilişkide olduğunda
hızla ayrıştığı gibi, yüzeyindeki boya tabakası da zarar görebilir hatta tamamen yok
olabilir. Kil sıvalardan farklı olarak alçı sıvalar aşırı kuruluğa karşı da hassastır. 30
C° derecenin üstündeki sıcaklık ve düşük (30-40 %) bağıl nemin bulunduğu
ortamlarda alçı (CaSO4.2H2O) yavaş yavaş bileşimindeki suyu kaybedip anhidrite
dönüşür ve sıvanın zayıflamasına neden olur (Güleç,1992).
Özellikle fresko veya pigmentlerin kalsiyum karbonat tarafından sabitlendiği
kireç bağlayıcılı sıvalarda, kalsiyum karbonat ile çözünmüş karbondioksit içeren su
reaksiyona girerek bozulmaya neden olabilir. Yüzeyde oluşan kalker (CaCO3) kabuk
sıvanın karbondioksitle reaksiyonunu azaltır. Sonuç olarak kuruduktan sonra
kalsiyum hidroksitin tamamı karbon dioksitle reaksiyona girmediği için tamamen
karbonatlaşmamış zayıf bir yapı üstünde sert bir kalsiyum karbonat tabakası oluşur.
Böylece görünüşte sağlam olan bir sıva içeriğinde bazen, henüz reaksiyonunu
tamamlamamış kuru ve zayıf kalsiyum hidroksit kütleleri bulunur. Bu eksik oluşum
dayanıksızlığa neden olduğu gibi suya, özellikle de yağmur suyuna karşı hassastır.
Benzer bir olay bazen mağara ve zemin seviyesinin altındaki duvar resimlerinde
oluşur. Kalsiyum bikarbonat (Ca(HCO3)2) içeren sızan suyun su ve karbon dioksitin
kaybetmesiyle oluşan kalsiyum karbonatın (kalker) yüzeyde birikmesi söz
konusudur. Sonuçta nem ve karbon dioksitin olduğu ortamlarda suda çözünmeyen
kalsiyum karbonatın kalsiyum bikarbonata dönüşmesi, yüzeye taşınması ve yüzeyde
tül benzeri kalker kabuk oluşturması kaçınılmazdır (Resim 5,7).
CaCO3 + CO2 + H2O Ca(HCO3)2
Kalsiyum karbonat oluşumu Kalsiyum bikarbonat oluşumu
34
Bütün bozucu bu etkenlerin önlenebilmesi ve ortadan kaldırılabilmesi için,
duvarların ve diğer yapı malzemelerinin içeriğine su girişini engellemek üzere
gereken tedbirler alınmalıdır.
3.1.1.2. Islak Duvarlarda Kuruma Normal iklim koşullarında, duvarın yada sıvanın tamamen kuruması
kohezyon kaybına neden olur. Sıvanın ve boya tabaksının kurumayla zayıflaması
duvara yada duvardan dışarı doğru su hareketi olduğunda duvar henüz yaşken
başlayan bir bozulma sürecidir. Kurumayla yüzeye hareket eden tuzlar yüzeyde
kristalleneceği için önlem alınmalıdır. Ayrıca, hayvansal tutkallar ve bitkisel zamklar
gibi bazı organik bağlayıcı maddeler kurumayla çeker ve kırılganlaşır. (Mora,
1984:183-205)
3.1.1.3. Nemin Kaynağının Araştırılması Nem kaynağının saptanmasına yönelik araştırma, günlük, aylık, mevsimlik ve
yıllık döngüler halinde bağıl nem, sıcaklık ve rutubet ölçümleri ile yapılabilir.
Önceden psikometre, doğal (saç kılı, kağıt ..) veya elektronik sensörlü
higrometre ve higrograf gibi ölçüm aletlerinden birinin kullanılmasıyla yapılan bağıl
nem ölçümleri günümüzde data logger sistemleriyle çok daha hassas ve kolay
biçimde yapılmaktadır. Yüzey neminin ölçülmesi protimetreler ile, sıcaklık ölçümleri
ise termometre, termohigrometre ve termohigrograf gibi basit ve kombine aletlerle
yapıldığı gibi infra-red termometre, termovision, data logger gibi modern sistemlerle
yapılmaktadır. Özellikle geniş anıtsal yapıların dış yüzeylerinin mikro ikliminin
araştırılmasında, termovision tekniği kullanılarak, çok geniş alanlarda 0,2 ºC sıcaklık
farklılıklarını bile saptamak mümkündür. Bu ölçüm sistemi sıva tabakaları arasındaki
boşluklar ve homojen olmayan alanlar hakkında bilgi elde edilmesinde de
kullanılmaktadır. (Mora, 1984;187-194)
Duvar resminde nemin kaynağının ve bozulmaya neden olan
mekanizmalarının anlaşılması için gereken ölçümler kolay değerlendirilebilecek
nitelikte olmalıdır.
Duvar resimlerine müdahale etmeden önce duvar yüzeyinde ıslanmanın olup
olmadığı belirlenmek üzere yapılacak ölçümlerde dikkat edilmesi gereken hususlar
şunlardır.
35
1) Duvardaki nemin dağılımı ve miktarı ölçülerek nemin kaynağının, yani
yükselen nem (zeminden), sızıntı ( duvardan yada tavandan ), yoğuşma (yüzeyden)
veya diğer nedenlerin olup olmadığı belirlenmelidir.
2) Yapının tamamında ve dışında bağıl nem ve sıcaklık ölçümleri
yapılmalıdır. Bu araştırma sırasında nem, rutubet ve sıcaklık farklılıkları ve
dağılımlarını görmek için ölçümler yıl boyunca sürdürülmelidir. Mevsimsel
değişikliklere bağlı yoğuşma kaynaklı nemin olup olmadığı ancak bu şekilde
yapılacak ölçüm ile anlaşılabilir.
3) Duvarın iç ve dış sıcaklıkları karşılaştırılarak, duvarın ısı iletkenliğinin
değerlendirilmesi, yoğuşmanın artmasına yol açan durumların bulunup
bulunmadığının anlaşılmasını sağlar (Massari v.d., 1993)*.
4) Protimetre ölçümleri, malzeme içeriğindeki mevcut suyun miktarına göre
değişen iletkenliğe bağlıdır. Ölçüm yapılan duvarda, suyun yanında çözünebilir tuz
gibi iletkenliği artıracak maddeler olduğundan, yanılgıya uğramamak için bu
ölçümler daima aynı noktalar üzerinde yapılmalıdır ( Güleç, 1994, Güleç,1996).
3.1.2 Tuzlar Nedeniyle Meydana Gelen Bozulmalar Isı ve nem değişkenliklerinin olduğu ortamlarda duvarın kuruması yani
içerikteki suyun buharlaşarak uzaklaşması durumunda, su çözdüğü tuzları da
beraberinde duvarın iç kısımlarından yüzeye taşıyarak yüzeyde ve/veya yüzeye yakın
gözeneklerde yığılmasına neden olur. Çiçeklenme (efflorecence) yani tuzların
malzeme yüzeyinde kristallenmeleri (Resim 11) ve kabuk altı çiçeklenmeler (crypto
efflorecence) yani tuzların malzeme yüzeyine yakın bölgelerde kristallenmeleri
sonucunda, eğer gözenekler mevcut tuzların tamamının kristallenmesine izin verecek
yeterlikte hacme sahip değilse, katılaşan tuz kristalleri gözenek duvarlarında
“kristallenme basıncı” adı verilen mekanik basınca neden olur. Meydana gelen bu
basınca malzemenin sağlam kısımları dayanabilirse de dış yüzeye yakın olan
* Yükselen nem sorunu ve buna karşı kullanılan Kettenacker Hipotezi, Kuch Yöntemi, Massari’nin Mekanik Yöntemleri, reçinelerle kapilaritenin durdurulması, Knopen Sifonları, electro-osmosis (aktif, pasif) gibi eski ve yeni yöntemlerle duvarların kurutulması, iç mukavemet duvarları ile ilgili konular ve bunların olumlu yada olumsuz yanları Massari’ nin Damp Building, Old and New adlı yayınlarında kapsamlı biçimde ele alınmıştır.
36
bölümlerin dayanabilmesi zor olduğundan duvar yüzeyinde çatlama, parçalanma,
kopma ve boya tabakasında kayıplar olması kaçınılmazdır.
Farklı malzemeler, tuzlu suyla karşılaştığında gözeneklerinin miktarı, tipi ve
boyutlarına göre farklı direnç gösterirler. Suyun hızla yer değiştirdiği küçük
gözenekli malzemeler tuz kristallenmelerine karşı dayanıksız, geniş gözenekli
malzemeler ise daha dayanıklıdır.
Yüzeyde çiçeklenmeye, kabuk oluşumuna, aşınma ve yapısal parçalanmalara
neden olan çözünür tuz hareketlerinin başlıcaları kılcal yükselme, sıvının ıslak
alandan kuru kılcal alana doğru hareketi olayı ve çözelti içindeki tuzların dinamik
denge nedeniyle yayılması, yani çözeltinin yoğun olduğu alandan daha seyreltik
olduğu alana hareketidir. Tuzların taşınmasındaki tek araç olan, su hareketini
önlemek bir çözüm olsa da, uygulanması her zaman mümkün olamamaktadır.
Yükselen nem, yağmur, yoğuşma veya bir başka kaynaktan suyun duvara girişi
uygun yöntemlerle, mümkün olduğunca durdurulmaya çalışılmalıdır (Tabasso, 1992)
3.1.2.1. Tuzların Bileşimi ve Davranışları Boyalı yüzey ve duvar için en tehlikeli tuzlar sodyum, potasyum, magnezyum
ve kalsiyum sülfatlardır ve kristallendikleri yere göre malzemelerin bağdaşıklığını
(kohezyon) ciddi biçimde bozabilirler. Kalsiyum karbonatın asit yağmuru etkisiyle
kalsiyum sülfata dönüşmesi ve su ile taşınması sonucu yüzeyde alçıtaşı kabuk olarak
adlandırılan beyaz bir tül biçiminde kabuk oluşur. Asit yağmuru (H2CO3) veya başka
nedenlerle oluşan kalsiyum bikarbonat, kalsiyum karbonat olarak kristallendikten
sonra tahrip edici bir etkiye sahip değildir, fakat yüzeyi örten ve kaldırılması zor olan
kalker kabuk oluşturur. Suda çözünebilir tuzlar olan kalsiyum, sodyum ve potasyum
nitratlar yoğun bir çiçeklenme yapmalarına karşın, temizlenmeleri kolaydır. Ancak
tahrip etkileri sülfatlara göre çok daha fazladır. Kaynağı yapı malzemeleri, toprak
yada deniz suyu zerrecikleri olan sodyum klorür, suda çözünen diğer tuzlar gibi nem
çekici olduğundan duvarda ıslanmaya ve kuruma sürecinin uzamasına neden olarak
bozulmayı arttırabilir. Bunların dışında bazı taşlarda, killerde ve çimentolarda
bulunan silikatlar çok yavaş biçimde yüzeye taşınarak uzun süreçte sert beyaz bir
kabuklanma oluştururlar(Mora, 1984:180-183).
37
3.1.2.2. Çözünür Tuzların Kökenleri ve Etkileri Karbonatlar
Çiçeklenen diğer tuzlara benzemeyen kalsiyum karbonat pratikte suda
çözünmez. Ancak atmosferde doğal olarak bulunan ve endüstriyel faaliyetlerin
olduğu yerlerde veya çok sayıda insanın bulunduğu kapalı mekanlar gibi bazı özel
durumlarda havadaki konsantrasyonu artan karbondioksit su ile bir araya geldiğinde
karbonik aside dönüşmektedir. Karbonik asitle kolaylıkla reaksiyona giren kalsiyum
karbonat, suda daha çok çözünebilen kalsiyum bikarbonata (Ca(HCO3)2) dönüşür.
Doğada yavaş gelişen Ca(HCO3)2’ın oluşum reaksiyonu (mağaralardaki
sarkıt-dikit, toprak altı eserlerin kalker kabuk kaplanması ..gibi), yüksek yoğunlukta
karbondioksitin (CO2) bulunduğu, yada çok taze CaCO3’ın oluştuğu (yeni harç, sıva
gibi) durumlarda oluşur. Duvar kurumaya başladığında, çözeltideki bikarbonat
tuzları yüzeye gelir ve içeriğindeki su ve CO2’nin buharlaşarak ayrılması ile
reaksiyon ters yönde ilerleyerek yüzeyde tekrar suda çözünmeyen CaCO3 oluşur.
CaCO3 + CO2 + H2O Ca(HCO3)2
Kalsiyum karbonat oluşumu Kalsiyum bikarbonat oluşumu
Bu döngü; boyalı yüzeyi örten bir kalker kabuk oluşumu, sıva, harç ve taştaki
kalsiyum karbonatın bir kısmının kaybedilmesi, dolayısıyla dayanımın azalması ve
gözenekliliğin artması, boya tabakası ve sıvanın tozuması gibi hasarlara neden olur.
CaCO3’ın yanı sıra yapı malzemelerinde sıkça rastlanan sodyum karbonat ve
potasyum karbonatın en yaygın kaynağı, portland çimentosu, beyaz çimento gibi
harç, sıva ve dolgularda bağlayıcı olarak kullanılan modern çimentolardır.
Sülfatlar
Yapı malzemelerinde rastlanan kalsiyum sülfat (alçı taşı, CaSO4.2H2O),
magnezyum sülfat (MgSO4) gibi sülfat tuzlarının olası kaynakları ve içeriğe katılma
biçimleri şunlardır.
Tarım alanlarında kullanılan yapay gübrelerde bulunurlar ve duvara yükselen
nem ile taşınabilirler.
Deniz suyu, klor tuzlarına ek olarak az miktarda sülfat tuzlarını, özellikle
magnezyum sülfatı içerir. Rüzgar tuzlu deniz suyu zerreciklerini kilometrelerce
38
uzaklığa bile taşıyabilir. Eğer duvar resimleri bu nemli rüzgarlara maruz kalırsa,
diğer deniz tuzları ile birlikte sülfatlar da malzeme içeriğine katılabilir.
Harç ve sıva yapımında bağlayıcı olarak doğrudan alçı kullanımı, ıslanma ile diğer
malzemelere sülfat transferine sebep olur.
Portland çimentosu, beyaz çimento gibi bağlayıcılara katkı olarak katılan alçı
ve alçı taşı, ıslanma ile diğer malzemelere sülfat transferine sebep olur.
Sülfatların bir başka olası kaynağı mikrobiyolojiktir. Belirli tipteki sülfürün
indirgenmiş biçimleriyle yaşayabilen bazı mikroorganizmalar kükürdü sülfatlara
çevirirken, diğer türleri kükürdün indirgenmiş biçimleri yerine sülfit üretirler. Bu
“sülfür bakterisi” özellikle dış ortamdaki kalker türü taşlarda bulunur. Kalkerli taşlar
ile kalsiyum karbonat esaslı harçlar arasındaki tam benzerlik nedeniyle bu
bakterilerin harç ve sıvalarda gelişebileceği düşünülebilir.
Fosil kaynaklı yakıtların içeriğinde bulunan kükürt, yanma ile kükürt dioksite
(SO2) dönüşür. Çeşitli oksitleyicilerle kükürt trioksite (SO3) dönüşen bu ürün
havadaki veya malzeme içeriğindeki su ile reaksiyona girerek sülfürik aside (H2SO4)
dönüşerek içeriğinde kalsiyum karbonat (CaCO3) bulunan harç, sıva ve kireçtaşı ile
reaksiyona girerek alçıtaşını (CaSO4.2H2O) oluşturur. Eğer SO2 okside olmaz ise
havadaki veya malzeme içeriğindeki su ile reaksiyona girerek sülfüroz aside (H2SO3)
dönüşerek kalsiyum sülfiti (CaSO3) oluşturur. Daha sonra havada bulunan oksitleyici
parçacıkların da yardımıyla, kalsiyum sülfit alçı taşına (CaSO4.2H2O) dönüşür.
S + O2 SO2
SO2 + 1/2 O2 SO3
SO3 + H2O H2SO4
H2SO4+ CaCO3 + H2O CaSO4.2H2O + CO2
Veya
SO2 + H2O H2SO3
H2SO3+ CaCO3 CaSO3.1/2H2O + 1/2H2O + CO2
CaSO3.1/2H2O + 3/2H2O + 1/2O2 CaSO4.2H2O
Genel olarak sülfatlar hem duvardaki nem hem de bağıl nem ve sıcaklığa göre
çiçeklendikleri (tekrar tekrar kristallendikleri) için oldukça tehlikeli tuzlardır.
Özellikle sodyum sülfat (Na2SO4) kolay çözünen bir tuz olması aşırı molekül suyunu
tutması ve susuz halden sulu hale (Na2SO4.10H2O) geçerek hacmini çok fazla
39
artırması nedeniyle en tehlikeli tuzlardan biridir. Alçı taşı ise az çözünür olması,
hatta is, toz gibi su itici maddeleri de bünyesine alıp çözünemez hale gelmesi
nedeniyle, yüzeyde sert kabuk oluşturan, eski eserler için en problemli tuzlardan
biridir.
Klorlar
Suda kolaylıkla çözünen bu tuzlar, özellikle sodyum klorür (NaCl) ve
kalsiyum klorür (CaCl2) duvarlara rüzgarlar tarafından denizden su zerrecikleri
içeriğinde taşındıkları gibi harç ve sıva yapımında kullanılan ve yeterince
temizlenmeyen deniz kumu ile de gelebilir.
Klorürler havadan çektikleri su ile çözünebilen ve bu suyu duvarda tutan çok
çözünür tür tuzlar olmaları nedeniyle büyük zarar verirler. Kristallendikleri zaman su
emmeye neden olan kılcal gücü arttıran çok gözenekli birikintiler oluştururlar. Bu
tuzların varlığı hidratların ısı iletimini düşürdüğü için özellikle kabuk oluşturan
sülfat grubu tuzların ıslanma kuruma döngülerini kolaylaştırır. Bunun sonucunda,
kendileri yapmasa bile, gözenekli malzemelerin tozuyarak tahrip olmasına büyük
oranda katkıda bulunurlar.
Nitritler ve Nitratlar
Bunlar nitros asit (HNO2) ve nitrik asit (HNO3) tuzlarıdır. Duvarda nitritlerle
sık karşılaşılmaz çünkü bunlar hızlı biçimde okside olarak nitratlara dönüşürler.
Genellikle canlı varlıkların atıkları, gübreler ve organik malzemelerin
ayrışması, sonucunda oluşan bu tuzlar, duvarlara atık su sızıntısı yada toprağı
yıkayan yağmurun suyu ile duvarlara ulaşırlar.
Ayrıca şimşekler, havadaki azottan (N2) azot oksit (NOx) gazlarını
oluştururlar. Havadaki nem ile temas eden azot oksit (NOx) gazları nitros aside
(HNO2) ve nitrik aside (HNO3) dönüşerek taşlarla reaksiyona girerler ve tuzlarını
oluştururlar. Bu tuzlar da klor tuzları gibi nemlenmeye ve diğer tuzların hasar verici
etkilerini harekete geçirdikleri gibi biyolojik aktivitenin başlamasına ve hızlanmasına
neden olurlar (Tabasso , 1992; Mora v.d., 1984; -181-183).
40
3.2. Kimyasal Etkenler Bölüm 3.1.2.2.’de anlatılan asit yağmurları ile reaksiyonu sonucunda
kalsiyum karbonatın alçıtaşı yada kalker kabuk oluşturma prosesi aslında kimyasal
bozulmalardır. Bu reaksiyonlar yapı malzemelerinin kimyasal içeriklerini
değiştirerek suda çözünebilir yada az çözünebilir tuzlara dönüşmekte nem ile yüzeye
ve yüzey altına taşınarak fiziksel hasarlara neden olmaktadır.
Bu tip reaksiyonlar dışındaki kimyasal bozulmalar çoğunlukla duvar resminin
yapımında kullanılan bazı renklerin değişimine neden olmaktadır.
Azuritin (2Cu(CO3).Cu(OH)2) malahite (CuCO3.Cu(OH)2) dönüşmesi,
2{Cu(OH)2.2CuCO3} + H2O 3{Cu(OH)2 .CuCO3} + CO2
kurşun beyazının (2PbCO3 . Pb(OH)2) kurşun sülfüre (PbS) dönüşerek siyahlaşması,
2PbCO3 . Pb(OH)2 + 3H2S PbS + 4H2O + 2CO2
gibi renk değişimine neden olan reaksiyonlar karşılaşılan diğer kimyasal
bozulmalardır (Resim 17, 18). Bu tip reaksiyonlar atmosferik basınçta, bağıl nemin
yüksek olduğu ortamlarda, meydana gelir. Bazı reaksiyonları kolaylaştıran etkenlerin
başında çözelti ortamının asidik veya bazik olması gelmektedir. Örneğin azuritin
malahite dönüşmesi için su yanında ortamın bazik olması gereklidir. Sıva içeriğinde
bulunan kireç, ıslandığında ortamı bazik yaptığı için bu reaksiyonla sıklıkla
karşılaşılabilmektedir. Kuru olan sıva yüzeylerinde ise, amonyak, amonyum tuzları
ve aminler gibi bazik çözücülerin kullanılmasıyla aynı reaksiyonla
karşılaşılabilmektedir. Bu nedenle azurit ile boyanmış yüzeylerin temizliğinde
kuvvetli bazik çözücüler kullanılmamalıdır (Resim 20).
Ayrıca duvar resimleri yangın ve benzeri nedenlerle yüksek ısıya maruz
kaldıklarında, pigmentlerin içindeki molekül suları uzaklaşarak kimyasal değişimlere
neden olur. Bu tip reaksiyonlar sonucunda da renklerde değişmelerin olması
kaçınılmazdır (Resim 15), (Feller, 1967,. Mora, 1984:183-184)
Duvar resimlerinin zarar görmesine neden olan atmosferik kirlilik doğal ve
yapay kökenli olmak üzere ikiye ayrılıp insan etkinlikleri sonucu oluşmaktadır.
Doğal kirlilik yapıcılardan karbondioksit, kısmen doğal kaynaklı, kısmen de kapalı
mekanlarda çok sayıda insanın bir arada bulunması durumundaki gibi insan
kaynaklıdır. Doğal aerosoller, çok küçük ve hafif parçacıklar olup durağan havada
41
dağılmış olarak bulunabilirler. Normalde topraktan, çoğunlukla denizden gelen alkali
metal, ince silis ve kalsiyum karbonat ve kalsiyum sülfatlardır. Yapay kirlilik
yapıcılardan sülfür dioksit kömür ve mineral yağlar gibi sülfür içeren malzemelerin
yanmasından kaynaklanır. Okside olarak atmosferdeki nem ile sülfürik aside
dönüşen sülfür trioksit oluşturur. Sülfürik asit kireçtaşı ve mermer gibi kalkerimsi
malzemeleri olduğu gibi kireç esaslı sıvaları da etkiler. Yüzeylerinde giderek
kalınlaşan kalsiyum sülfata dönüşürler. Özellikle endüstri bölgelerindeki
yerleşimlerin atmosferlerinde oluşan yapay aerosol parçacıkların kökeni yanmadır.
Bu aerosoller yüzeyde katı birikintiler oluştururlar. Havada bulunan amonyak sülfür
dioksit ve sülfür tiroksiti ilgili asitlere dönüştürerek bu asitleri suyla temas halinde
nötralize eder (Brocco,1988:393-407; Tabasso,1992).
Hem sıva hem de boya tabakalarında kimyasal bozulmalara neden olan diğer
bir etken de okside edici bazı mikro organizmalardır. Ancak bu konu Biyolojik
Etkenler bölümünde geniş olarak anlatılmıştır.
3.3. Biyolojik Etkenler İnorganik yapı malzemelerinin yüzeylerinde atmosferik kirlilikler, polenler,
önceki biyolojik oluşumların artıkları, kuş pislikleri, mikroflora gelişimi, uygun
olmayan eski koruma uygulamaları (mumlar, yağlar gibi) ve yeni uygulamalar
(organik esaslı yüzey koruyucuları, sağlamlaştırıcılar gibi) gibi duvar resimlerine
zarar verebilen pek çok organik birikinti ile karşılaşılmaktadır.
Harçlar, sıvalar, duvar resimleri, seramikler, taş ve tuğlalar kimyasal
bileşimleri bakımından farklı olsalar da gözenekli olmaları nedeniyle, özellikle
mikroflora gelişimine uygundurlar. Buna ek olarak bağlayıcılar ve/veya pigmentler
bu tip canlıların yaşamasını sağlayacak besinler de içerebilmektedir
(Torraca,1988:49-51).
Mikroorganizmalar, mantarlar, algler ve likenler bağıl nemin % 65’in üstünde
olduğu ortamlarda hızla gelişirler. Lekeler veya benekler halinde görünen bu tür
biyolojik aktivasyonlar sıvada ve boya tabakalarında çeşitli bozulmalara ve ilk
bakışta fark edilmeyen küçük boşluklar halinde renk kayıplarına neden olurlar. Nem
kaynağı belirlenip ortadan kaldırılmadığı taktirde, duvar resimlerinde biyolojik
aktivasyon resmin tamamı tahrip oluncaya kadar yayılabilecektir. Bu tip sorunları ve
42
kaynakları uzaklaştırmadan uygulanacak herhangi bir tedavi edici işlem de kalıcı
olamayacaktır.
Duvar resimlerinde bozulmaya neden olan biyolojik oluşumlardan başlıcaları
bakteri ve mantarlardır.
Bakteriler inorganik yapı malzemelerini sadece artıklarıyla kimyasal olarak
etkilerler. Bakterilerin sebep olduğu siyah kabuklanma, tozuma, yapraklanma gibi
bozulmalar diğer kimyasal kaynaklı bozulmalardan farklı değildir. Bakterilerin
bozulma sürecine katkılarını değerlendirirken miktarları, yani “patojenik sayısı”,
sadece rastlantısal olarak bulunup bulunmadıkları yada eskime olayında önemli bir
rol oynayıp oynamadıklarının belirlenmesi gereklidir. Örneğin alçı taşının biyolojik
oluşumu sülfür-oksidasyonlu bakterilerden özellikle Thiobacillus türleri
nedeniyledir. Bu bakteriler kükürt dioksiti (SO2) kükürt trioksite (SO3) dönüştürür ve
bölüm 3.1.2.2.’de anlatıldığı gibi oluşan H2SO4, CaCO3 ile reaksiyona girerek alçı
taşını (CaSO4.2H2O) oluşturur.
İnorganik yapı malzemeleri mantarların yaşaması için uygun bir besi sunmasa
da çeşitli kaynaklardan gelen organik kalıntılar varsa mantarlar gelişebilir. Mantarlar
taş ve duvar resimlerinin yüzeyinde ve içinde koyu benekler halinde lekelenmelere
neden olurlar. Mantarlar duvar resmi sıvasına nüfuz edebildiği için boya tabakasının
ayrışmasına da neden olurlar. Mantarların ürettiği karbonik asit, nitrik asit, sülfürik
asit ve diğer pek çok organik asit (citric, oxalic, gluconic, lactic, fumaric) taşlarla
hızla kimyasal reaksiyona girerken, organik asitler malzemedeki silikatlı mineralleri
(özellikle mikalar, ortoklas gibi), CaCO3’ı demir ve magnezyum içeren mineralleri
(biyotit,olivin, piroksen gibi) çözerek komplekslerini oluşturur ve taşları ayrıştırırlar
(Caneva v.d., 1991:87-99).
3.4. Arkeolojik Alanlardaki Duvar Resimleri Arkeolojik alanlarda yapı duvarlarının üst kısımları yıkılmış olduğundan,
toprak altından çıkarılan duvar resimleri genellikle duvarların zemine yakın alt
bölümlerinde bulunmaktadır. Bulundukları derinliğe, üzerlerinde bulunan ağırlığa ve
yıkılırken aldıkları darbelere göre duvar resimlerinin aşırı yük altında kalmaları,
kırılmaları ve parçalanmaları söz konusu olmaktadır. Bu nedenle duvar resimli
43
alanlarda yapılan kazılar sırasında kazı toprağı içinden, resimli veya resimsiz, sıva
parçaları da ele geçmektedir.
Arkeolojik alanlardaki zarar verici etkenlerin başında da sıvı yada gaz
halindeki su gelmektedir. Suyun duvar resmi ve diğer taşınır – taşınmaz eserler
üzerinde yarattığı olumsuz etkiler bölüm 3.1.1’de anlatılmıştır.
Arkeolojik alanlardaki diğer önemli etken ise eserlerin uzun yıllar içinde
bulundukları toprağın aşırı asidik veya bazik olmasıdır.
Toprağın asidik olduğu durumlarda eser içeriğinde bulunan ve çözünmeyen
iyonların (Ca2+, Mg.2+, Na+, K+ gibi) çözünür hale gelmesi söz konusudur. Bu
özellikle kil, feldspat gibi minerallerin içeriğinde bulunan alüminyum iyonlarının
hidroliz yoluyla çözünür hale geldiği yerlerde belirgin olup 3’e kadar düşen PH’a
neden olabilir.
Organik içerikli maddelerin ve/veya döküntülerin bozulmaya devam ettiği
yerlerde, eğer oksijen bulunmazsa, organik madde anaerobik ayrışma ile organik
asitleri meydana getirir. Bu asitlerin yıkanamadığı alanlarda PH düşerek organizma
aktivitesi sona ererken ortamın asidik olmasına neden olurlar.
Kurak iklimlerde ve buharlaşmanın çok düşük olduğu yerlerde ise genelde
bazik ortamlar daha yaygındır. Bu tip koşullarda kaya, harç, sıva parçacıklarının
ayrışmasıyla oluşan bazik iyonlar birikintide kalır. Suyun buralara gelmesi ve
buharlaşmasıyla yüzeye doğru taşınarak birikirler. Genelde bu birikintilerin PH’ı 7-9
olup nadiren aşırıdır.
Bir ortamın asidik yada bazik olmasının esas nedenleri tanımlanırken
içeriğinde bulunan farklı kirlilikler ve koşullar göz önüne alınmalı, bölgesel
farklılıkların olabileceği düşünülmelidir. Bu değişkenlikler bir bitkinin köklerinin
çevresinde veya aerobik organizmaların aktif olduğu yerlerde yüksek oranda
karbondioksit açığa çıkarması ve nem ile reaksiyona girerek karbonik asit (H2CO3)
oluşturması gibi doğal bir olgunun sonucu olabileceği gibi odun külü birikintisi, harç
veya kireçtaşının yavaşça çözünerek bölgesel alanları bazikleştirmesi gibi yapay bir
olgunun sonucunda da oluşabilir.
Asitlerle bazların birleşmesi sonucu suda çözünmeyen tuzlar oluşabileceği
gibi (CaCO3), suda çözünebilir (CaCl2) veya az çözünebilir (CaSO4) tuzlarda
oluşabilir. Organik birikintilerin oluşturduğu organik asitler, daha hızlı ve fazla tuz
44
oluşumuna neden olurlar. İnsan ve hayvan atıkları, çöpler, gübreleme ve mezarlıklar
fosfat (PO4-3), klor (Cl-), nitrat (NO3
-) gibi iyonların toprağa eklenmesine katkıda
bulunurlar. Odun külü ise kalsiyum (Ca2+), potasyum (K+), sodyum (Na+), sülfat
(SO42- ) ve bikarbonat (HCO3
-) iyonlarını içerir.
Ayrıca toprak altında bozulmakta olan eserlerde problem yaratıcı iyonları
oluşturabilir. Örnek vermek gerekirse cam silikat (SiO3-), metaller demir (Fe+3) ve
bakır (Cu+2) iyonlarını oluştururlar. Tuz yoğunluğunun aşırı olduğu yerler ise tuz
yatakları ve deniz kıyısı gibi alanlardır.
Sıcaklık değişiminin eserler üzerindeki bozucu etkileri bölüm 3.1.1.1.’de
anlatılmıştır. Arkeolojik alanlarda, toprak altında ve iklim koşulu sabitlenmiş kapalı
hacimlerde, sıcaklık değişimi ile ilgili problemlere rastlanmamakla birlikte yüzeye
yakın yerlerde bulunan eserlerin etkilenmesi kaçınılmazdır. Bu koşullarda bulunan
eserlerin yapısı donma-erime döngüleri nedeniyle zarar görürken, sıcaklık
yükseldiğinde kimyasal reaksiyonları ve biyolojik oluşumları arttıracaktır. Ancak
sorunlar, genellikle malzemelerin gömülü oldukları serin ortamdan gerekli önlemler
alınmadan dışarı çıkarıldıklarında meydana gelmektedir (Cronyn, 1996:17-19).
Toprak altında bulunan duvar resimlerinin tabakaları arasına giren bitki
kökleri ve toprak nedeni ile tabakalar halinde ayrılmaları hatta parçalanmaları söz
konusudur (Resim 6). Bitki kökleri sıva tabakalarını iterek taşıyıcıdan ayırmakta,
resimli sıvada yer yer delikler açıp tekrar yüzeye çıkarak sıva tabakasında irili ufaklı
kayıplara, çatlaklara, parçalanmalara ve deformasyona neden olmaktadır (Resim
1,2).
Nemli koşullarda gelişen Mikro-organizmalar, mantarlar, yosunlar, bakteriler
ve likenler de arkeolojik alanlarda bulunan duvar resimlerinde karşılaşılan zarar
verici biyolojik etkenlerdir.
Ortamdaki değişikliklere karşı daha hassas olan. mikro-organizmaların
metabolizmaları etkin değilse de yaşamaları için gereken enerjiyi sağlamak için
yakın çevrelerinde bulunan diğer organizmaları yada mineralleri organik asitler
salgılayarak parçaladıklarından zarar verici olabilmektedir (Resim 4). Sıvı haldeki
suyun bol ve sürekli olduğu alanlarda gelişebilen yosun gibi bitkilerin yaşam alanları
ise oksijen ve ışığın bulunmadığı ortamlarla sınırlanmıştır.
45
Tek hücreli mayalar dışında, solunum için oksijene ihtiyaç duyan mantarların
yaşayabilmeleri için malzeme en azından %20 oranında nem içermeli, havadaki bağıl
nem % 65’den az olmamalıdır. Mantarlar diğer mikro-organizmalara göre genellikle
daha asidik ortamlarda yaşayabilse de nötr PH ortamlarda gelişebilmekte ve
beslendikleri malzemenin bünyesine doğru nüfuz eden kütleleri şeklinde
görülmektedir. Malzemelerin bozulmaları ile ilgili olan en yaygın grup olan
mushroom mantarları, eserleri lekeleyen çoğunlukla siyah bazen de açık parlak renkli
pigment parçacıkları üretirler.
Çıplak gözle görülebilen, koloniler halinde büyüyen, tek organizmalar gibi
aerobik olan ve önemli bir miktarda organik asit salgılayan likenler, mantar ve
yosunların birliktelikleridir. Bu ortak yaşamsal ilişki aşırı kuruluk ve ıslaklığa
dayanıklı olmalarını sağlamıştır.
Bakteriler mantarlar gibi nemli birikintilerde büyüyebilirken gelişebilmek için
atmosferde yüzde 70’den daha yüksek bağıl neme ihtiyaç duyan organizmalardır.
Ortamın asidik olması büyümelerini yavaşlatır. Genellikle 6-8 arasındaki PH
ortamlarını tercih eden bakteriler için ışığın varlığı yada yokluğu, türlere bağlı olarak
yavaşlatıcı bir etkendir.
Biyolojik aktivitenin gelişmesinde önemli bir rol oynayan ışık aynı zamanda
uzun bir zaman boyunca tamamen karanlık bir ortamda bulunan eserlerin
pigmentlerinde, solma, renk değişimi gibi bozulmalara neden olabilmektedir
(Cronyn,1996:19-24).
46
4. DUVAR RESİMLERİNDE KORUMA EVRELERİ
4.1. Korumanın Genel İlkeleri 1964’te Venedik’te Anıtların ve alanların korunması konusunda oluşturulan
Uluslar arası Tüzük’te korumanın çağdaş ilkeleri şu sözcüklerle açıklanmıştır:
“Günümüze kalan insanlığa ait kültür varlıkları, geleneklerin canlı şahitleri
gibi geçmişten mesaj verirler. Ortak miras olarak insanlık değerlerinin birliği ve eski eserlere saygı konusunda bilinçlenilerek gelecek nesiller için korunmaları sorumluluğu anlaşılmıştır. Kültür varlıklarını tüm otantik zenginlikleriyle nesilden nesle aktarmak görevimizdir” (Jokilehto, 1992).
Kültür varlıklarının değişmeden ve sağlıklı olarak geleceğe aktarılması, yani
korunması farklı disiplinlerin bir araya gelerek oluşturduğu ve uyguladığı
konservasyon biliminin temel görevidir. Konservasyon bir nesnenin korunmasıdır.
Bir nesnenin korunması, sadece biçiminin değil, kökeni hakkında bilgi veren üretim
malzemesinin ve yapım teknolojinin değiştirilmeden yaşatılmasıdır. Zaman içinde
geçirmiş olduğu değişiklikler de, nesnelerin korunması gereken özellikleridir.
Koruma aktif ve pasif uygulamalar olarak ikiye ayrılmaktadır. Pasif koruma
esere doğrudan müdahale gerektirmeyen, sadece eserler için olumsuz olan çevre
koşullarının düzeltilerek uygun hale getirilmesi, bunların düzenli kontrolünün
sağlanmasıyla sınırlı tutulabilecek, ancak sonuçları bakımından aktif koruma kadar
önemli olan uygulamaları içeren etkinliklerdir. Aktif koruma ise, belirlenen ilkeler
dahilinde doğrudan eser üzerinde yapılan bir dizi uygulamayı kapsamaktadır.
Önceki kuşakların yaptığı onarımlar ile zaman içinde bu onarımların yarattığı
sorunlar yada yapılan araştırmalar sonunda edinilen yeni bilgiler, korumada yeni
yaklaşımlar ve zaman içinde değişim gösteren bazı ilkelerin kabul edilmesini
sağlamıştır. Çağdaş koruma bu ilkeler doğrultusunda benimsenen anlayışlarla
geliştirilen teknik, yöntem ve malzemelerle yapılmaktadır (ICCROM, 1995: 49-56),
(Resim 23,24,25,26).
4.2. Korumanın Evreleri Gerektiğinde iç içe girse ve/veya uygulama sıralaması değişse yada bazılarına
gerek duyulmasa da, bu basamaklar;
1) Belgeleme,
47
2) Teşhis,
3) Temizleme,
4) Yapıştırma, dolgu ve tümleme,
5) Sağlamlaştırma ve koruma,
6) Bakım olarak sıralanmaktadır. (Güleç, 1997)
4.2.1. Belgeleme Çeşitli ölçeklerde yapılan çizim ve fotoğraf, video gibi görsel tekniklerle
eserle ilgili ayrıntılarının belgelenerek saptanmasıdır. Belgeleme aşaması, duvar
resminin ve taşıyıcısının koruma uygulamaları öncesi genel durumu, teşhis esnasında
elde edilen veriler, koruma uygulamaları aşamasında yapılan işlemler ve
uygulamalar sonrasındaki durumunun fotoğraf ve çizim ile belgelenerek sonuç
raporuyla tamamlandığı tüm çalışmalar boyunca devam eden bir süreçtir. Daha sonra
karşılaşabilecek sorunlarda konservatörlerin gerek duyacağı tüm bilgiler, yapılan
araştırma ve analizler, uygulamalar ve kullanılan malzemeler tam olarak rapor haline
getirilmeli, mümkünse yayınlanmalıdır. Bu belgeler zarar görmeyecek şekilde
istendiğinde kolay ulaşılabilecek bir düzen içinde arşivlenmelidir.
4.2.1.1. Belgeleme Yöntemleri Bir duvar resminin tarihsel, teknolojik ve koruma açısından tanımlanması ve
belgelenmesi için, çizimle belgeleme, fotoğrafik belgeleme ve yazılı rapor olmak
üzere üç tamamlayıcı yöntem gerekir. Çizimle belgeleme geometrik araştırma, temel
çizimler∗ ve tematik haritalardan∗∗ oluşur. Geometrik araştırma, işlem yapılacak
yüzeylerin ölçümlerinin alınması, bunların plan, kesit ve görünüşler (genel
görünümler, detaylar, axonometrik görünümler gibi) halinde araştırmanın
kullanımına bağlı olarak ihtiyaca cevap verecek şekilde uygun ölçekte (1:50, 1:20,
1:10, 1:5 gibi) hazırlanmasıdır.
Herhangi bir test ve doğrudan uygulamaya başlamadan önce alınan her
örneğin, çekilen fotoğrafların ve test alanlarının gösterileceği bir temel çizim
∗konunun ana hatlarıyla gösterildiği çizimler. ∗∗ temel çizimler esas alınarak, eserin yapım tekniği, bozulma durumu ve yapılan uygulamaların konuya bağlı olarak birlikte yada ayrı ayrı sembollerle gösterildiği çizimler.
48
yapılmalıdır. Temel çizimlerde, koruma yapılacak olan resmin en belirgin özellikleri
gösterilerek yapılan yeni çizim grafik belgelemenin esası gibi kullanılır.
Tematik haritalar ise korunmuşluk durumu ile ilişkili tüm notların, yapım
tekniklerinin, önceki uygulamaların, yapılacak uygulamaların uygun bir
sembolleştirme ile temel çizimler üzerinde gösterilmesidir (Şekil 2).
Çizimlere esas olarak, şantiyede doğrudan kullanılabildiği ve kontrollere
olanak verdiği için paralel fotoğraflama ile çekilen ve uygun ölçekte bastırılan
fotoğrafların kullanımı yararlıdır.
Yapım teknikleri, bozulmalar ve bozulmaya neden olan etkenler yandan
verilen ışıkta yapılan fotoğraflama ile belgelenebilir. Bu nedenle, tüm koruma
uygulamaları boyunca ayrıntılı bir fotoğrafik belgeleme yapılmalıdır.
Genellikle koruma işlemleri sonunda tamamlanan raporun yazımı belgeleme
aşamasında başlamaktadır. Toplanan tüm tarihi ve bilimsel bilgi, yapım tekniklerine
ilişkin gözlemler, uygulamaların geçerliliğini kanıtlayan denemeler (testler),
uygulanan yöntemler ve kullanılan malzemeler ile önceki uygulamalar ve korumada
karşılaşılan sorunlar raporda belirtilmelidir (Cavezzali,1992). Çizim ve sembollerle
yapılan belgeleme konusunda ortak bir sistem oluşmasına katkıda bulunabilmek için
hazırlanan bir örnek şekil 1’ de verilmiştir.
4.2.2. Teşhis Korumada hangi yöntem ve malzemelerin kullanılacağı, uygulamalara
başlamadan önce yapılan teşhisle, yani eserlerin içeriklerinin, fiziksel ve kimyasal
özelliklerinin, bozulmanın türünün, boyutlarının ve nedenlerinin tespit edilmesiyle
mümkündür. Uygun yöntem ve malzemelerin seçilebilmesi için bu aşamada elde
edilen sonuçlar esas alınarak denemeler yapılmalıdır. Yeterince araştırma ve deneme
yapılmadan alınan kararlar geri dönüşümü olanaksız zararlara neden olabilmektedir.
Teşhis aşamasındaki görsel incelemeler, basit laboratuar analizleri yada gerektiğinde
daha gelişmiş teknikler kullanılarak yapılan incelemelerle sorunların türü ve
boyutları doğru saptanabilecektir.
Bozulma mekanizmaları, malzemelerin fiziksel/kimyasal özellikleri ve
uygulanış biçimleriyle doğrudan ilişkili olduğundan duvar resminin yapım tekniği,
49
malzemelerinin içeriği ile bozulmaya neden olan sorunlar ve bu sorunların nedenleri
bilinmelidir.
Teşhis aşamasında elde edilen veriler kaynağına göre birincil ve ikincil olmak
üzere ikiye ayrılabilir: Birincil kaynak eserin kendisi olup, sanatçı tarafından
kullanılan tekniğin belirlenmesi için yapılan teknolojik inceleme ile değişimlerin,
bozulmaların ve nedenlerinin saptanması için çıplak gözle, büyüteçlerle yada
morötesi (UV) ışığı gibi basit aletlerle yerinde yapılan genel bir inceleme ve alınan
örneklerin laboratuarda yapılan içerik analizleridir. Örnek alırken dikkat edilmesi
gereken önemli bir nokta, örneğin bir şüpheyi aydınlatma ve/veya bir varsayımı
onaylama gibi belirli amaçlara göre alınmasıdır. Dikkatli bir yerinde inceleme ile
yapılmamış olan bilimsel analizler çok zor yorumlanabilen sonuçlara neden
olabileceği gibi, sadece örneklerin incelenmesiyle bir resmin tekniğinin anlaşılması
da olanaksızdır.
İkincil kaynaklar ise eski bilimsel araştırmalar, el kitapları, arşiv belgeleri,
sözleşmeler, ödeme makbuzları gibi belgeler ile duvar resimlerinin yapım tekniği
konusunda bilgi veren teknolojik yayınlardır. Duvar resminin yapım tekniğinin
saptanması için yerinde yapılan incelemeler güvenilir bir bilgi sağlasa da ikincil
kaynaklardan elde edilen bilgiyle karşılaştırılmalıdır (Schmid, 1992).
4.2.2.1. Analizler Duvar resminin mevcut durumu ve görünür sorunları görsel incelemeler ve
basit taşınabilir aletlerle, çoğunlukla yerinde yapılarak saptanmaktadır. Ancak
malzeme içerikleri, bozulmaya neden olan unsurların saptanması gibi incelemeler,
alınan örnekler üzerinde laboratuarda yapılacak analizlerle mümkün olmaktadır.
Duvar resminin teknik/bilimsel incelenmesi, katmanlarının (taşıyıcıdan
yüzeye doğru) aşağıdaki ayrıntılarla kontrol edildiği kronolojik bir yaklaşımla
yapılmalıdır.
Taşıyıcının yapısı, yapı malzemeleri, orijinal inşa teknikleri, duvar işçiliği,
korunmuşluk durumu, sonraki yapısal ilaveler, statik sorunlar, değişiklikler ve
değişimlerin nedenleri incelenmelidir.
Sıva tabakaların sayısı ve ortalama kalınlıkları, her tabakanın içeriği (bağlayıcı,
dolgu maddeleri, güçlendiriciler, katkı maddeleri), dolgu maddelerinin renk ve
50
ortalama tane boyutları (ince, orta, kaba), yüzey dokusu ve diğer yüzey özellikleri
(alet izleri vs.), uygulama biçimi (iskele sınırı, günlük çalışma sıvası), korunmuşluk
durumu ile varsa değişimleri ve nedenleri saptanmalıdır.
Resmin duvara çizilmesinde yararlanılan teknikleri saptamak için kurma
çizgileri (ip izi, kazıma, kareleme gibi), figüratif ve/veya dekoratif kısımların yüzeye
aktarılmasında kullanılan doğrudan veya dolaylı kazıma, silkme, serbest el hazırlık
çizimi, pergel izi ve kaba sıva üstündeki hazırlık çizimlerinin olup olmadığı
araştırılmalıdır.
Boya tabakasında ise resim tekniği (kuru sıva durumunda bağlayıcısı),
kullanılan renkler (pigmentlerin isimleri sadece bilimsel inceleme ile tanımlanmaları
durumunda kullanılmalıdır), boyayı uygulamadaki özellikler (şeffaf boya, kalın boya
gibi), boyamanın kronolojik sırası, stil özellikleri, değişik sanatçıların bulunduğuna
dair izler, süslemeye ait özel ayrıntılar (metal aplikasyonu, rölyef, varak vs.
kullanımı), çizim yada boyamada görülebilen fikir değişikliklerinin izleri
(pentimento), yüzey bitirme uygulamaları (parlatma, vernikleme gibi), sonraki
resimsel ilaveler, rötuşlar, değiştirmeler, üstten boyamalar, korunmuşluk durumu ile
varsa boyadaki değişimler ve nedenleri saptanmalıdır (Schmid, 1992).
Yukarıda bahsedilen saptamaların yapılabilmesi için görsel ve basit aletlerle
yerinde yapılan incelemelerin yanında laboratuarlarda yapılan basit analizler ve ileri
teknikler de kullanılmaktadır.
4.2.2.1.1. Analiz Teknikleri ve Değerlendirilmesi Görsel analizle duvar resminin görünür özelliklerinin ayrıntılı bir biçimde
tespit edilmesi, araştırmayı yapan kişinin bu konudaki uzmanlığına bağlıdır. Çıplak
gözün yetersiz olduğu durumlarda ve ayrıntıların incelenmesinde, çeşitli boyutlarda
büyütme yapan optik aletler ve morötesi ışık gibi aletler kullanılmaktadır.
Yüzeye farklı açılardan yansıtılarak düşürülen ışık kaynağı kullanılarak çıplak gözle
ve optik aletlerle yapılan inceleme, sonraki analizler için bir temel oluşturur. Küçük
bir izden yola çıkarak bir tekniğin tanımlanmaya çalışılması hemen hemen hiç bir
zaman kesin sonuç vermemektedir. Bu izler resmin sadece bir parçasını
oluşturabileceği için bütünün değerlendirilmesi gibi düşünülmemelidir. Yüzeyin
durumu, dokusu, sertliği, şeffaflığı veya opaklığı, çatlamaların yapısı gibi bir dizi
51
inceleme birlikte yapılmalıdır. Bununla beraber benzer etkiler farklı tekniklerde de
olabilir, özellikle fresko tekniği ile çalışılmış resimler, sıvanın dokusu ve yapısı,
boyanın kalınlığı yada inceliği, yapımın belli bir aşamasında parlatma yapılmış
olması, pigmentlere kireç katılmış yada katılmamış olması durumlarına göre çok
farklı etkiler sunabilmektedir.
Güçlü bir yansıtılmış ışıkla, çıplak gözle kolay anlaşılamayan iskele sınırı ve
günlük çalışma sıvalarının karakteristik birleşmeleri görülebilir. Yansıtılan güçlü ışık
aynı zamanda kireç badananın ince paralel karakteristik çizgilerini, parlatmada
kullanılan aletlerin izlerini ve farklı tipteki kazımaları da görmemizi kolaylaştırır.
Yaş sıva üzerine uygulanan silkeleme izleri ise genellikle çıplak gözle görülebilir.
Kısa dalga boyuna sahip olan morötesi ışık ile görünür (gün) ışıkta görülemeyen bazı
farklılıkları açığa çıkarılır. Morötesi ışık ile;
1. Gün ışığında görülemeyecek kadar az kalmış olan boya kalıntılarının neredeyse
tamamı görülebilir,
2. Tempera, yağlıboya, tutkal veya reçine ile çalışılmış olan kısımlar belirlenebilir,
3. Nispeten koyu zemin üzerindeki yeni rötuşlar, suluboya rötuşlar ile taze kireç ve
eski kireç farklıkları saptanabilir.
Eser üzerinde yerinde yapılan yukarıdaki analizlerin doğruluğunu pekiştirmek
ve eksikliklerini tamamlamak üzere alınan örnekler, laboratuarda basit yada
karmaşık analiz yöntemleri kullanılarak incelenir.
Laboratuarda yapılan analizlerin uygunluğu, örneklerin yerinde yapılan
incelemelerden elde edilen bilgi ile ilişkili yerlerden ve çözülecek belirli sorunların
olduğu alanlardan alınmasına ve ihtiyaç duyulacak bilgileri cevaplayacak nitelikte
olmasına da bağlıdır. Ayrıca resimlerle ilişkili tüm teknolojik bilginin bu analiz
sonuçları ile karşılaştırılması ve doğru yorumlanması da yapılan analizler kadar
önemlidir.
Sıva tabakaları ve genel doku parlatılmış kalın kesit, mineralojik içerik ince
kesit (petrografi), varsa organik maddelerin niteliği ve dağılımı lekeleme için
hazırlanan kesit, çeşitli nitelikte mikroskoplarla (stereo ve polarizan mikroskoplar)
incelenirken, bağlayıcı-dolgu-katkı maddelerinin nitelikleri ve miktarları ise
kimyasal analizlerle tespit edilmektedir.
52
Boya tabakasının ve yabancı yüzey malzemelerinin (rötuşlar, üstten
boyamalar, koruyucular) katmanlarının mikroskobik incelenmesi parlatılmış kalın
kesit, pigmentlerin ve diğer inorganik bileşenlerin mineralojik incelenmesi
petrografik analiz ile, inorganik pigmentlerin ve protein, yağ, mum, reçine ve diğer
organik bağlayıcıların nitel (kalitatif) analizleri basit spot testlerle yapılabilir.
Hemen hemen her standart laboratuarda yapılabilecek yukarıdaki analizlerin
yanı sıra, zaman zaman daha karmaşık ve pahalı aletlerle yapılabilen analizlere de
baş vurmak gerekebilir. Yararlanılan başlıca “aletli analizler” ve kullanım amaçları
şunlardır:
1) Taramalı Elektron Mikroskobu ve Enerji Dağılımlı X- Ray Difraksiyon (SEM-
EDX) analizi ile örneklerin dokusu, mineralleri istenilen boyutlarda büyütülerek
görsel olarak incelenebildiği gibi kimyasal içerikleri de belirlenebilir.
2) X-Ray Difraksiyon (XRD) analizi ile örneklerin içeriğinde bulunan inorganik
maddelerin nitelikleri ve yaklaşık (kabaca) miktarları analiz edilebilir.
3) X-Ray Floresan (XRF) analizi ile örneklerin içeriğinde bulunan inorganik
maddelerin nitelikleri ve miktarları analiz edilebilir.
4) İnce Tabaka Kromatografisi (TLC) analizi ile protein, yağ, mum, reçine ve diğer
organik kökenli katkıların ve bağlayıcıların nitelikleri analiz edilebilir.
5) İnfrared Spektrafotometresi (IR) analizi ile organik bileşenlerin niteliğini
belirleyen uç grup analizleri yapılabilir.
6) Atomik Absorbsiyon (AA) Spektrafotometresi analizi ile içerikte bulunan
inorganik kökenli bileşenlerin miktarlarının hassas olarak analizi yapılabilir.
7) Karbon-14, Nötron Aktivasyon gibi diğer analiz yöntemleri yanında İnfrared
Reflaksiyonu, Thermovisyon, Ultrases, Termohigrometrik incelemeler ve hava
kirliliği ölçümleri gibi ihtiyaca göre çok özel amaçlar için kullanılan aletli analiz
yöntemleri de vardır.
Pigment analizleri için sıklıkla yapılan analizler ise minerolojik mikroskop,
mikro-kimyasal analizler, X ray floresan, SEM ile mikroanalizler, X ray difraksion,
ince tabaka kromatografisidir (TLC).
4.2.3. Temizlik
53
İncelemeler ve analizler sonucunda elde edilen verilerin değerlendirilmesi
(teşhis) doğrultusunda yapılacak uygulamalar planlanıp projelendirilmelidir. Koruma
uygulamasında, önceliği bazı durumlarda değişse de, genel olarak ilk yapılacak
uygulama temizliktir.
Temizlik yüzeyi örten, tarihi ve/veya estetik değeri olmayan yüzey
birikintileri ile içeriğinde bulunan ve esere zarar veren kirliliklerin
uzaklaştırılmasıdır. Geri dönüşümsüz bir uygulama olan temizlikte, yüzeyde zamanın
oluşturduğu koruyucu bir tabaka olan patinayı ve eserin orijinal yüzeyini korumak
için dikkatli ve aşırıya kaçmadan, uygulayıcıya iyi kontrol etme olanağı verecek
yavaşlıkta temizlik yapılmalıdır.
Temizlik yöntemi ve kullanılan malzemeler, gelecekte koruma sorunlarına
neden olabilecek artık madde bırakmamalı, orijinal malzemenin direncini azaltacak
aşınmalara ve mikro çatlaklara neden olmamalıdır. Temizlik yöntemi giderilecek
kirin türüne, orijinal malzemenin karakteristiğine ve sağlamlığına, temizlenecek
yüzeyin büyüklüğüne uygun olarak seçilmelidir.
4.2.3.1. Temizlik Yöntemleri Uygulanacak olan temizlik yöntemlerinin seçimi, duvar resminin yapımında
kullanılan malzemelerin türüne, çevresinde bulunan malzemelerin durumuna,
uzaklaştırılacak kirliliğin türüne ve miktarına bağlıdır.
İlke olarak, tam olarak zararsız ve kesin sonuç verecek bir temizlik
yönteminin olmadığı bilinmelidir. Bu nedenle, uygun yöntemin seçimi için mümkün
olduğu kadar çok sayıda ve çeşitte analiz ve deneme yapılmalıdır (Resim 19).
Özellikle de kimyasal yöntemlerin kullanılması gereken durumlarda uygulama
süresinin ölçülmesi önemlidir. Bazı durumlarda iki veya daha fazla yöntem
birleştirilerek uygulama yapılabilmektedir.
Genel olarak duvar resimlerinin temizliğinde önerilebilecek yöntemler sulu
yada susuz mekanik, fiziksel ve kimyasal yöntemlerdir.
Mekanik temizlik yöntemlerinde temel prensip mekanik güç kullanımı ile
kir ve orijinal yüzey arasındaki bağlantıyı kopararak, kirin yüzeyden
uzaklaştırılmasıdır. Fırçalar, plastik ve ahşap kazıyıcılar, silikon veya lastik silgiler,
bisturiler, çeşitli dişçi aletleri, mikro vibratörler, ulrasonik dişçi aleti, mikro kumlama
54
aletleri gibi genel aşındırıcılarla son zamanlarda kullanılmaya başlanan ve halen
deneme aşamasında olan, ısı kullanımına dayalı lazer gibi aletlerle yüzeydeki kirlilik
olarak tanımlanan kabuk halindeki tabakanın mekanik güç uygulayarak kaldırılması
bu yöntemde kullanılan başlıca tekniklerdir. Kontrol edilebilir olduğu için güvenli bir
yöntem olmasına rağmen, dikkatli yapılmadığı takdirde yüzey aşınarak yada
çizilerek zarar görebildiği gibi mikro-makro çatlaklar, kopmalar ve dökülmeler de
meydana gelebilmektedir.
Fiziksel Temizlik yöntemi genel olarak suda çözünebilir tuzların eser
bünyesinde yada yüzeyinde çözelti haline getirilip çıkartılarak (ekstraksiyon)
uzaklaştırılması prensibine dayanmaktadır. Duvar, sıva yada boya tabakasında
bulunan tuzların çözünebilmesi ve ekstraksiyonu için deiyonize su (saf su)
kullanılarak hazırlanan kağıt hamurları, killer ve jeller yüzeye uygulanmaktadır.
Nispeten kontrolsüz olan bu yöntemi kullanırken uygulama koşullarına ve esere ait
sudan etkilenecek orijinal malzemenin olmamasına dikkat edilmelidir. Çözünebilir
tuzların kaynağının sürekli olduğu durumlarda öncelikle tuz kaynağı ortadan
kaldırılmalı, bunun mümkün olmadığı durumlarda ise tuz ekstraksiyonundan
kaçınılarak koruyucu başka önlemler alınmalıdır.
Kimyasal temizlik yöntemi ise kirliliklerin su, saf su, non ionik deterjan ve
çözücülerle çözünebilir hale getirilerek uzaklaştırılmasıdır. Kontrolsüz olan bu
yöntemde, genellikle çözelti haline getirilerek kullanılan kimyasalların
uygunluğunun ve yüzeyde kalma sürelerinin ölçülmesi için mutlaka önce küçük
alanlarda testler yapılmalı, denenmiş malzemeler seçilmeli, daha önce denenmemiş
maddeler doğrudan eser üzerinde denenmemelidir. Kimyasal temizlik PH aralığı 6-8
olan temizleyici çözelti ve jellerin yanı sıra iyon değiştirici reçineler kullanılarak da
yapılabilir (Resim 20). Reaksiyonları sonucunda zarar verici yan ürün bırakan
kimyasallar, temizlik amacıyla kullanılmamalıdır.
4.2.4. Yapıştırma, Dolgu ve Tümleme Restorasyonun en önemli ilkelerinden biri de sahte bir şey yapmadan ve
geçmişine ait önemli izleri yok etmeden eserin potansiyel birliğini yeniden
kurmaktır. Bir eser, kırıklar halinde olsa bile potansiyel olarak parçalarında
yaşamaya devam eden bir ‘bütün’ olarak düşünülmelidir. Bozulmuş olan bütünlüğü
55
yeniden oluşturmak için yapılan tamamlamalar yakından incelendiğinde daima ayırt
edilebilir olmalı, uzaktan ise görsel bütünlüğü bozmamalıdır.
Tümlemede kullanılan dolgu malzemeleri ve yapıştırıcılarda aranan
özellikler şunlardır.
1) Orijinal malzeme ile benzer fiziksel ve mekanik özellikte olmalıdır.
2) İstendiğinde orijinal malzemeye zarar vermeden geri alınabilmelidir.
3) İyi tutunma (yapıştırma) özelliği olmalıdır.
4) Dayanıklı (zamanla yapıştırıcı özelliğini yitirmemelidir) olmalıdır.
5) Hacim değiştirmemeli veya az oranda hacim değiştirmelidir.
6) Elastik olmalıdır (bazı durumlarda bükülmez olmalıdır).
Geçmişte gerçekleştirilen bazı “cesur” restorasyon projelerinde estetik veya
bilgilendirici içeriği çarpıtılan eserlerin belgesel ve görsel açıdan zarar görmeleri,
‘minumum müdahale prensibi’ diye adlandırılan koruma kuralının benimsenmesini
sağlamıştır.
Ayrıca yapılan restorasyon daha sonra yapılabilecek koruma uygulamalarını
engellemeyip kolaylaştırmalıdır. Çok fazla tahrip olmuş ve potansiyel birliğini
kaybetmiş durumdaki bir eserde uygulama sonucunda, ortaya çıkacak baskın bir
‘yeni gerçeklik’ ile otantikliğinin kaybedilmesi söz konusu olduğu için tamamlama
yapılmamalıdır. Bu durumda mevcut kalıntılar oldukları gibi korunmalıdır. Resimsel
kayıpların, çok ve büyük boşluklar halinde olduğu durumlarda, varsayımlara dayalı
tamamlama yapılmayıp, bu tip alanların yeniden resimlenmesi düşünülmemelidir.
Restorasyonda kullanılmış olan bazı malzemeler, çimentoda olduğu gibi
çözünür tuzlar veya inorganik silikatlar gibi tehlikeli yan ürünler oluşturarak orijinal
malzemede bir takım bozulmalara sebep olabilmektedir. Özellikle önceki
onarımlarda, sağlamlaştırma ve koruma amaçlı kullanılmış organik malzemeler,
oksidasyon yada biyolojik bozulma sürecine girerek orijinal malzemede bozulmalara
neden olabildiği için kaldırılmaları gerekmektedir.
56
Minumum müdahale ilkesini destekleyen bu durum orijinal malzemenin
benzeri malzemelerin kullanılmasının gereğine ve böylece özellikleri bakımından
eski malzemelerden çok farklı olan çimento yada sentetik reçineler gibi bazı modern
malzemelerin dışlanmasını öneren bir tür “uygun teknoloji” yaklaşımının kabul
edilmesine yol açmıştır. “Homojenlik” olarak tanımlanan bu prensibe rağmen doğal
veya yapay çeşitli homojen (türdeş) olmayan veya kompozit (bileşik) malzemeler ve
birlikte kullanılan yapay malzemelerin (kireç harçlı tuğla duvar, cam ile
güçlendirilmiş plastikler) varlığı işlevlerini gayet iyi yerine getirdiklerini
göstermektedir. Bu nedenle prensipte eski malzemeye yeni bir malzeme ile
uygulama yaparak iki farklı malzemenin uyum içinde birlikte var olabildiği bir
bileşim yaratmak mümkündür. Ayrıca eser tarafından taşınmış olan bilginin
korunması bakımından türdeş malzemelerin kullanımı taklit tehlikesi içermesi
nedeniyle, bazı durumlarda riskli olabilmektedir.
Korumada modern malzemelerin kullanımı, eski ve yeninin birlikte
kullanımında oluşan bileşimin, beklenilen çevre koşullarında uyumlu davranmaları
‘uyumluluk prensibi’ ile açıklanmaktadır. İdeal olan; müdahale edilmiş bir eserde
yeniden bozulma başlarsa, modern malzemenin eskisine istenmeyen bir zarar
vermeksizin öncelikle bozulmasıdır.
Uyumluluk üç biçimde açıklanabilir:
Mekanik uyumluluk, eski ile yeninin mekanik özelliklerinin uygun bir
biçimde denk olması, bunun farklı ısısal genleşme veya çevre tarafından verilen
diğer etkilerle orijinal kısma baskı uygulamamasıdır.
Fiziksel uyumluluk, eski ile yeninin gözeneklilik, su buharı geçirgenliği ile
suya maruz kaldığındaki davranışı gibi özelliklerin benzemesidir.
Kimyasal uyumluluk, katılaşma reaksiyonlarında çözünür tuzlar gibi yan
ürünlerin oluşmaması veya korumayı amaçladığımız nesnenin zarar görmesine yol
açan kükürt içeren gazlar gibi, kirliliklere karşı güvence sağlamasıdır.
Tam uyumluluk çok güç bir hedeftir. Ancak eserin ışığa maruz kalması,
sıcaklık - nem değişkenlikleri ve su ile ilişkisi gibi bozucu etkenler engellenir veya
azaltılırsa, ortam koşullarının neden olduğu baskı azaltılacak, yani pasif yöntemlerle
koruma sağlanabilecektir (Torraca, 1992; Jokilehto,1992).
57
4.2.5. Sağlamlaştırma ve Koruma Sağlamlaştırma ve korumanın amacı eseri oluşturan malzemenin, değişime
uğramadan yaşamasını sağlamaktır.
Sağlamlaştırma uygulamaları eserin kaybetmiş olduğu mekanik direncin
yeniden kazandırılmasıdır. Sıva ve boyadaki tozuma, erozyon ve benzeri sorunların
giderilerek kohezyonunun artırılması ile tabakalar arası ayrılmaların yapıştırılarak
adhezyonun artırılmasının sağlanması, çevre koşullarına ve dokunmaya karşı daha
dayanıklı hale getirilmesi, duvar resmi sağlamlaştırılmasında yapılan genel
uygulamalardır. Gerektiğinde kullanılacak kimyasal sağlamlaştırıcılarda aranan
özellikler şunlardır.
1) “Geri dönüşümlü” olmalıdır.
2) Duvar resimlerinin içeriğinde bulunabilecek bir takım mineral ve tuzlarla
tepkimeye girerek, zarar verici yan ürün oluşturmamalıdır.
3) Duvar resmi katmanları tarafından düzenli emilebilmeli ve derine nüfuz
edebilmelidir.
4) Orijinal malzemede renk ve görünüm değişikliğine neden olmamalıdır.
5) Kalıcı olmalı, zamanla renk değişimine uğramamalıdır.
6) Orijinal malzemenin fiziksel, kimyasal ve mekanik özellikleri ile uyumlu
olmalıdır.
7) Sağlamlaştırıcıda su itici özellik varsa, buhar geçirgenlik özelliği bulunmalıdır.
8)Yüzeyde film tabakası oluşturmamalıdır.
Eski (orijinal ve/veya daha önceki onarım) ve yeni malzemelerin değişken
çevre koşullarından farklı yönlerde etkilenmeleri nedeniyle emdirme yoluyla yapılan
sağlamlaştırma veya taşıyıcıya yapılan esnek olmayan bir bağlantıyla bir objenin
sonsuza kadar stabilize edilebileceği gibi bir düşünce ile yapılan sağlamlaştırma
bozulma oranının artmasına neden olabilmektedir. Bu gibi durumlarda konservatör
58
tarafından yaratılmış olan mekanik karşıtlık genellikle birleştirilen taraflardan zayıf
olan eski malzemenin dezavantajına çalışır.
Doğal yada yapay kimyasal maddelerin kullanıldığı sağlamlaştırma
uygulaması, ihtiyaç duyulmadığı takdirde kesinlikle yapılmamalıdır. Bunun nedeni
eser içeriğine katılan her türlü yabancı malzemenin (sağlamlaştırıcı, koruyucu,
yapıştırıcı vs.), uzun vadede çeşitli gerilimlere yol açabilmesi ve beklenmeyen
sorunlara neden olabilmesidir. Az olsa da bazı tecrübeler, yukarıdaki şartlara uyan
koruma malzemelerinin bile zaman içinde değişerek geri alınması zor, hatta imkansız
hale gelebildiğini göstermiştir. Kullanılan bazı modern malzemelerin geri alınması
gelecekte daha da zor olacaktır. Art arda tekrarlanan geri alma uygulamaları da
orijinal malzemenin bozulmasına neden olabilecektir (Resim 14). Bu nedenle
koruma uygulamalarında “minumum müdahale” en çok kabul gören ilke olarak
yerini almıştır.
Kimyasal koruma, gerektiğinde eserin çevresinden gelebilecek zararlı
etkenlere karşı koyabilmesi için yüzey özelliklerinin artırılması amacıyla kimyasal
koruyucu ve/veya su itici bir maddenin emdirilmesidir. Sağlamlaştırıcılar için gerekli
olan tüm koşullar, koruyucular için de geçerli olup ek olarak;
1) Morötesi (UV) ışığına karşı dirençli olması,
2) Su iticilik ve buhar geçirgenlik (nefes alma) özelliği olması,
3) Darbelere karşı dayanıklı olması gibi özellikleri de taşımalıdır (Newey v.d., 1983).
4.2.6. Bakım Vurgulanan ilkelerin bir sonucu olarak modern koruma “yumuşak” olmalıdır.
Korumanın yumuşak olması, kullanılan malzemelerin gücü ve miktarının azaltılıp
çevresel kontrole güvenerek bozulma hızının kabul edilebilir bir seviyeye
düşürülmesi anlamına gelen pasif korumanın öne çıkarılmasıdır.
Orijinal malzemenin değişmesine veya zarar görmesine neden olmaksızın
temizlik, sağlamlaştırma veya tamamlama yapılması hemen hemen mümkün
olmadığından, ideal bir koruma uygulamasında esere olabildiğince az dokunulması
ve orijinal malzemenin gücünün artırılmasından çok, ortam koşullarının uygun
biçimde düzeltilerek pasif koruma sağlanması önerilmektedir.
59
Koruma ve restorasyon uygulamaları tamamlanan eserlerde bakım
yapılmadığı taktirde sorunların tekrarı yada yeni sorunların ortaya çıkması
kaçınılmazdır. Periyodik olarak yapılan bakım ve inceleme ile eserde ortaya çıkan
sorunlar ve aksamalar erken fark edilerek ciddi zararlar uzak tutulabilir. Böylece
küçük müdahalelerle sorunlar büyümeden çözümlenirken, ekonomik kazanım da
sağlanmış olacaktır (Torraca, 1992; Güleç, 1997).
Taşınır yada taşınmaz tüm eserler ait oldukları yerlerde korunmalı, kesin bir
zorunluluk olmadıkça sergileme yada başka amaçlı yerleri değiştirilmemelidir.
Bulundukları ortam koşulları ideal olmasa da eserler zaman içinde bulundukları
ortamla belirli bir uyum içine girmekte ve yerlerinin değiştirilmesiyle maruz
kalacakları yeni çevre koşullarının baskıları sonucunda az yada çok zarar
göreceklerdir.
4.3. Koruma Uygulamaları ve Malzemeleri Ait oldukları mekanın ayrılmaz bir parçası olan duvar resimleri geçmişte
çeşitli nedenlerle orijinal yerlerinden kaldırılarak müzelere getirilmiş, bir çoğu
teşhire bile konmamış müze depolarında koruma uygulamasını beklemektedir.
Herhangi bir duvar resminin yerinden kaldırılması işlemi en iyi uygulamacı
tarafından yapıldığında bile, eğer sıva tabakası ile duvar arasındaki yapışma sağlam
ise, sıvada çatlama ve kırılmalar oluşmakta, buna bağlı olarak boya tabakasında
kayıplar meydana gelmekte, sonuçta da duvar resmi az yada çok zarar görmektedir.
Duvar resimlerinin yerinde korunmaları durumunda ortaya çıkacak olumlu yada
olumsuz durumlardan bazıları aşağıdadır.
Alanın sahip olduğu arkeolojik özellikler, görsel bütünlük ve bilgi aktarımı
kaybedilmemiş olur,
Düzenli denetim ve bakımı yapılan duvar resimleri yada mozaikler sayesinde
alan ve diğer taşınmazlar da korunur,
Yerinde korunmaları durumunda, yapılan kesmeler ve diğer uygulamaların
getirdiği riskler nedeniyle oluşan çeşitli derecelerdeki kayıplar meydana gelmez,
Yukarıdaki yararlara karşılık, alanlardaki duvar resmi ve mozaikler olumsuz
çevre koşullarından etkilenecek, düzenli denetimi, bakımı yapılmaz ve gerekli
önlemler zamanında alınamazsa zarar göreceklerdir,
60
Yeterli güvenliğin sağlanamadığı alanlarda ise insan kaynaklı tahribatlara
uğramaları da söz konusudur.
Duvar resmi veya başka bir taşınır taşınmaz eserin kesin bir zorunluluk
bulunmadıkça yerinden kaldırılması, neredeyse tamamen terkedilmiş bir “koruma”
yöntemidir. Bu sebeple duvar resimlerinin yerinden kaldırılması ile ilgili
uygulamalar bu tez konusu dışında bırakılmıştır.
Duvar resimlerine doğrudan herhangi bir müdahalede bulunmadan önce çevre
koşullarından olumsuz yönde etkilenmelerini engelleyici uygun önlemler alınmalıdır.
Özellikle arkeolojik alanlardaki eserler yüzlerce yıldır içinde bulundukları
ortam ile belli bir iklimsel denge kurarak varlıklarını sürdürmüştür. Alınacak
önlemlerle bu denge korunmalı, içerdikleri nem oranının hızlı değişimi mümkün
olduğu kadar engellenerek, bu eserler için öngörülen uygun ortam koşullarına zarar
görmeden geçişleri sağlamalıdır. Bu nedenle duvar resimleriyle karşılaşılan kazı
alanında resimler tamamen açığa çıkarılmadan önce geçici bir çatı oluşturulmalıdır.
Kalıcı çatı, güneş ısısı ve ışınları, yağmur suyu ve kar gibi zarar verici etkenlerin
resimlere ve mevcut yapı kalıntılarına ulaşmasını engelleyecek, bu suları oluklar
yardımı çatıda toplayarak alandan uzaklaştıracak ve rüzgarlara dayanıklı bir biçimde
yapılmalıdır. Çatı, yapı kalıntılarına ağırlık yüklememeli, paslanmaz malzemelerden
yapılmış olmalı, sera etkisi yapmamalı, gerektiğinde tamir ve ilaveler
yapılabilmelidir (Alva v.d.,1984:109-115), (Resim 30).
Duvar resimlerinin bulunduğu alanlarda zeminden kaynaklanan bir su
hareketi sorunu olması durumunda bir drenaj sistemi oluşturularak suyun duvarlara
ve zemine ulaşması engellenmelidir.
Kazı ekibinde gerekli müdahaleleri yapabilecek duvar resmi koruması
konusunda deneyimli bir konservatör bulunmalıdır. Çoğunlukla zamanında ve uygun
yöntemle müdahale edilemeyen eserler zarar görmektedir. Bazı durumlarda,
taşıyıcıdan ayrılmış durumdaki sıva tabakaları önündeki kazı toprağının alınmasıyla
desteksiz kalmakta, meydana gelen hızlı kuruma sonucunda sıva tabakası duvardan
daha fazla ayrılmakta, oluşan deformasyon nedeniyle de bu sıva tabakaları tam
olarak yerine oturtulamamaktadır. Bu tip problemlerin olduğu alanlarda kazı toprağı,
61
ön sağlamlaştırma, geçici destekleme gibi müdahalelerde bulunabilecek bir
konservatörün eşliğinde kaldırılmalıdır.
Arkeolojik alanlarda yada diğer yapılardaki duvar resimlerinin korunmasına
yönelik aktif koruma uygulamaları temelde aynıdır.
Öncelikle duvar resimlerinin korunmuşluk durumu, yapılan uygulamalar ve
uygulamalar sonrasındaki durumu yazı, çizim ve fotoğraf ile belgelenmelidir.
Duvar resimlerinin yapımında kullanılan malzemelerin belirlenebilmesi,
karşılaşılan sorunların anlaşılabilmesi için bu amaca yönelik alınan örnekler
laboratuar ortamında incelenmeli, uygulanacak yöntem ve kullanılacak malzemeler
bu analizlerin sonuçları doğrultusunda belirlenmelidir.
Çevresel etkenlerin tam olarak kontrol altına alınamadığı alanlarda gereksiz
uygulamalardan kaçınarak, ‘minimum müdahale’ ilkesi ile hareket edilmeli, çevre
koşullarından etkilenebilecek malzemeler kullanılmamalı, fiziko-mekanik ve
kimyasal özellikleri bakımından orijinal malzemeyle uyumlu, benzer malzemeler
kullanılmalıdır.
Uygulamaların sıralaması bazı durumlarda değişebilirse de koruma
uygulamalarına genellikle yüzeydeki tozun yumuşak fırçalar yardımı ile kaldırılması
ile başlanır. Herhangi bir dokunmayı tolere edemeyecek kadar kötü durumdaki duvar
resimlerinin koruma uygulamalarına ise ön sağlamlaştırma yada sağlamlaştırma
işlemleriyle başlanmalıdır.
4.3.1. Temizlik Kir, bulunmaması gereken yerde olan ve uzaklaştırılması gereken yüzey
birikintileri, kalıntılar ve lekelerdir. Yüzeydeki kirlilik, birikinti yada yüzeyin
durumuna göre, daha önce söz edilen sulu yada susuz mekanik, fiziksel ve kimyasal
yöntemlerden uygun olan(lar) tespit edilerek kullanılır. Bu aşamada dikkat edilmesi
gereken en önemli hususlardan biri, temizlik işlemleri sırasında eserlerin yüzeyindeki
patina’nın korunmasıdır.
4.3.1.1. Mekanik temizlik
Tüm mekanik temizlik yöntemleri, uygulamacının göz, cilt ve ciğerlerinin
korunmasını gerektirir.
Bir mekanik temizlik yöntemi seçilirken,
62
Yüzey ve kir arasındaki yapışmanın ne kadar güçlü olduğu,
Uzaklaştırılacak birikinti yada kabuğun kırılgan yada dayanıklı olup olmadığı,
Temizlenecek yüzeyin mekanik özellikleri nasıl olduğu sorularının cevapları
bilinmelidir.
4.3.1.1.1. Tozların Alınması
Tozlar, parçacıkları birbirine yada yüzeye güçlü bir biçimde yapışmayan
birikintilerdir. Bu nedenle kolayca alınabilir. Ancak işlem çok hassas yapıldığında
bile sadece tozun alındığı garanti edilemez. Tozun yüzeyden fırçalama ile alınması
durumunda toz ortama dağılarak tekrar yüzeye çökecek yada fırçanın ucundaki tozlar
yeniden yüzeye yapışacaktır. Elektrikli süpürge kullanılarak yüzeyden kaldırılan
tozlar etrafa yayılmadan toplanabilir. Ancak boya tabakasının kavlamış yada
tozumakta olduğu durumlarda veya toz tabakasının yüzeyden daha güçlü olduğu
durumlarda, elektrik süpürgesiyle yapılacak temizlik zarar verici olacaktır. Hangi
yöntem kullanılırsa kullanılsın, temizlik sürecinin kendisi de duvar resimlerinin az da
olsa zarar görmesine neden olabileceğinden çok dikkatli yapılması gerekmektedir.
4.3.1.1.2. Katı Yüzey Birikintilerinin Kaldırılması Yüzeydeki tuz kristallenmeleri ve kabuk oluşumu gibi sık karşılaşılan
sorunların anlaşılması için çıplak gözle veya büyüteçler yardımı ile yapılan inceleme
yeterlidir. Boya tabakasının sağlamlığı, kavlama olup olmadığı ve yüzeyin genel
durumu yansıtılmış ışıkta daha kolay incelenebilir. Daha sonra bu sorunların
çözümüne yönelik analizler ve testler yapılmalıdır. Yüzeyin ve yüzey birikintisinin
durumuna göre plastik, ahşap yada metal spatül ve bisturilerle mekanik bir baskı
uygulayarak kabuklar yüzeyden tabaka halinde uzaklaştırılabilir. Daha sağlam
tutunan ve tabakalar halinde uzaklaştırılamayan birikintiler ise dişçi aletleri, cam
elyafı fırçalar ve hassas çalışılabilecek diğer aletler yardımıyla aşındırılarak
uzaklaştırılmaları mümkündür. Bu yöntemde, özellikle yüzeyin hassas olduğu
durumlarda yüzeyin çizilmesine yada aşınmasına yol açmadan nerede durulması
gerektiğine dikkat edilmesi önemlidir. Bir birikintinin yüzeyden uzaklaştırılması için
gereken güç kullanımı yada hassasiyet uygulamacının beceri, deneyim ve dikkatine
bağlıdır.
63
4.3.1.2. Temizlikte Kullanılan Sıvılar ve Çözeltiler Çözücülerle kirlerin temizlenmesinde,
Temizleme amacıyla kullanılan çözücünün kiri çözüp çözemeyeceği,
Çözücünün orijinal malzeme ile reaksiyona girerek zarar vermesinin söz konusu
olup olmadığı,
Kirin malzemenin içine nüfuz etmiş olduğu durumlarda, kullanılan çözücünün
yeterli derinliğe nüfuz edip etmeyeceği,
Uygun sıcaklıkta yeterince buharlaşabilme veya kirin temizlik esnasında yeniden
birikmesine yol açacak kadar çabuk buharlaşma özelliğine sahip olup olmadığı,
Çıkardığı buharın zehirli yada yanıcı olup olmadığı sorularının cevapları
bilinmelidir.
Yukarıda bahsedilen özelliklerin bilinebilmesi için temizleme amacıyla
kullanılacak çözücülerin kaynama noktaları, buhar basınçları, fiziksel bağ tipi
(hidrojen bağı, dipol dipol çekim gücü ve dispersiyon bağı) ve polaritesi, yüzey
gerilimi, viskozitesi, kılcal hareketi gibi özellikleri bilinmelidir (Moncrief v.d.,
1983).
4.3.2. Sıva Tabakasının Sağlamlaştırılması Taşıyıcıdan ayrılmış durumdaki sıva tabakasının yerine bağlanması
ayrılmanın olduğu bölgeye çeşitli harçlar veya yapıştırıcılar enjekte edilerek
yapılmaktadır.
Sıva tabakasını yerine yapıştıracak enjeksiyon maddeleri,
Enjekte edilen harç, kuru yada ıslak ortamlarda, havayla temas halinde yada
değilken uygun bir süre içinde katılaşabilmeli,
Hamur halden katı hale geçerken meydana gelen hacim değişmesi mümkün
olduğunca az olmalı (% 4’ten az olmalıdır),
Yeni harcın mekanik gücü eski harçtan çok fazla olmamalı,
Su buharı geçişine izin vermeli,
İçeriğinde çözünür tuzlar bulunmamalı,
Enjeksiyondan hemen sonra belli bir yapışkanlık sağlayarak düşmek üzere olan
parçaların yerlerine tutunmasını sağlamalıdır.
64
Geçmişte kullanılan kireç-kazein karışımı, nemli ortamlarda katılaşmadığı ve
katılaşırken hacimsel olarak çok küçüldüğü için istenen özelliklere sahip
olmadığından kullanılması uygun değildir. Daha sonraları kireç-kazein karışımındaki
kazein yerine yapıştırma gücü daha fazla olan kireç-sentetik reçine emülsiyonu
karışımları kullanılmıştır. Ancak bu karışımlarda metil selüloz veya polivinil alkol
gibi suda çözünen polimerlerin stabilizer olarak kullanılması, su tutma gibi bazı
önemli kusurlara neden olmaktadır. Fiziko-mekanik özelliklerinin eski haçlarla
uyuşmaması ve içerdiği çözünür tuzlar nedeniyle çimento içerikli enjeksiyon
şerbetlerinin kullanılması da zarar verici olup kesinlikle kullanılmamalıdır. Termoset
sentetik reçine kullanımı, katılaştıktan sonra aşırı sert olması ve hata yapılması
durumunda geri alınamaması, su buharı geçirimi olmaması ve ısıl genleşme
katsayılarının yüksek olması nedenleriyle kullanılmaları uygun değildir.
İstenen özelliklerde enjeksiyon harcı karışımları çeşitli uzmanlar tarafından
ICCROM’da denenmiştir (Ferragni v.d. 1984:110-116). Bu araştırmanın sonucunda
yukarıda belirtilen özelliklere sahip olması ve en basit karışımların kolaylıkla
hazırlanabilmesine olanak sağlaması nedeniyle, Fransız Lafarge firmasının ürettiği
‘chaux blanche’ adlı hidrolik kireç bağlayıcı olarak uygun bulunmuştur.
Dolgu maddesi olarak seçilen malzemenin katılaşma anında hacimsel olarak
değişmemesi ve mekanik gücü kontrol edebilmesi gerekir. ICCROM’un
çalışmasında, dolgu maddesi olarak, çözünebilir kalsiyum komplekslerinin
oluşumunu kısmen yada tamamen durdurduğu için reaktif doğal puzzolanik maddeler
seçilmiştir. Bir miktar alkali iyonu oluşturduğu ve bağlayıcının oluşturduğu çözünür
kalsiyumu çok az engelleyebildiği ve karışıma kırmızı renk verdiği için yapay
puzzolanik dolgu olarak tuğla tozu kullanımı çok uygun olmasa da kabul edilebilir
bulunmuştur. Beyazımsı renkli doğal bir puzzolanik toz olan ‘diatomaceous toprak’
da kireç ile tuğla tozu kadar reaksiyona girer. Karışımı olasılıkla jelleştirerek enjekte
edilebilirliğini azalttığı ve karışımda 2:1 oranından fazla kullanılması durumunda
çekme sorunlarına neden olabileceği için kullanımı sorun yaratabilir. Yapışkanlığı
arttırıcı ve su içeriğini azaltan Primal AC 33 emülsiyonu (100 ölçek hidrolik kirece
10 ölçek %10’luk Primal AC 33) ve akışkanlığı ayarlamak için sodyum glukonat
(100 ölçek hidrolik kirece 1 ölçek %10’luk sodyum glukonat) ilave edilmiştir.
Karışımın enjekte edilebilirliği, dağılımın akmazlığına, parçacık boyutlarına,
65
enjeksiyon alanının ıslatılmasına, su kaybına ve diğer etkenlere bağlıdır. ‘ICCROM
Grout’* olarak adlandıran bu enjeksiyon malzemesinin hacim değişmesini azaltmak
için karışımdaki su miktarı düşük tutulmuştur. Ancak bu durum uygulamada
enjeksiyonu güçleşmiştir (Ferragni, v.d.,1984).
Enjeksiyon Uygulama Yöntemleri
Sıva-duvar yada sıva-sıva arasında ayrılmalar olan alanlar, bakıldığında
anlaşılabildiği gibi bazen de çeşitli kontrol yöntemleri ile tespit edilmektedir. Parmak
ucuyla hafif hafif yüzeye bastırılmasıyla sıva tabakasının hareket edip etmediği,
parmağın tersiyle sıva yüzeyine hafifçe vurularak boşluk sesi gelip gelmediği yada
titreşimle sallanma olup olmadığı anlaşılabilir. Duvardaki farklılıklar nedeniyle bu
ses bazen yanlış yorumlamaya neden olabilir, emin olunamayan sesler genellikle
büyük olmayan sorunları belirtir. Ultrasonik dalga ve thermovision teknikleriyle de
sıva duvar arası ayrılmalar saptanabilmektedir.
Ayrılmanın fazla olduğu, düşme tehlikesi bulunan alanlar uygulamalar sırasında
zarar görmemesi için ‘facing’∗ (Resim 3). ile sağlama alınmalıdır. Ayrılma ve
boşluğun durumuna göre enjeksiyon deliği açılacak alanlar belirlenir. Delik açarken
yüzeyi zaten zarar görmüş olan boya tabakasının düşmüş olduğu alanlar yada önemli
resimsel ayrıntıların bulunmadığı alanlar tercih edilmelidir (Resim 28). Gerektiğinde
enjeksiyon yapılan malzemenin sıva-duvar arasındaki hava ile yer değiştirebilmesi
için enjeksiyon deliğinden biraz daha yukarıda hava çıkış deliği açılmalıdır.
Enjeksiyon yapmak için çatlakların kullanılması durumunda dışarıya sızıntı olmasına
neden olabilecek diğer çatlaklar önceden plastirin yada pamuk ile kapatılmalıdır. İlk
olarak içerideki tozlar lastik bir puar yada elektikli süpürge yardımı ile açılan
delikten dışarı alınmalıdır. Daha sonra içeri etil alkol**-su karışımı (genellikle 1:3
* ICCROM tarafından geliştirilmiş olan enjeksiyon harcı (ICCROM Grout)’ : Hidrolik Kireç 1 ölçü Puzzolana 1 ölçü Su 1 ölçü Primal AC 33 emülsiyonu (100 ölçek hidrolik kireç için 10 ölçek %10’luk Primal AC 33) Karışıma akıcılık sağlamak için katılan 1/20 ölçü sodyum glukonat veya baryum hidroksit artık katılmamaktadır. ∗Facing: düşme tehlikesi olan alanlara geri dönüşümlü bir reçine ile Japon kağıdı, gazlı bez vb. yapıştırılması. ** Etil alkol suyun yüzey gerilimini ortadan kaldırıp yüzeylerin ıslanmasını ve suyun nüfuz etmesini kolaylaştırmak için katılmaktadır.
66
oranında) enjekte edilerek yüzeylerdeki toz uzaklaştırılmalı ve yüzeylerin ıslanması
sağlanmalıdır. Enjeksiyon yapılacak alanın büyüklüğüne göre, etil alkol katılmadan
biraz daha su enjekte edilerek harç tabakasının ve taşıyıcının yüzeyinin iyice
ıslanması sağlanmalıdır.
Tabakalar arası ayrılmaların dar ve küçük olduğu alanlarda sadece Primal
AC 33 emülsiyonu (%30-50) enjekte edilerek sıva-duvar arası sağlamlaştırma
yapılabilir. Ayrılmanın biraz daha geniş ve ayrılan alanın daha büyük olduğu
alanlarda, kullanılan yapıştırıcının gücü ayrılan tabakayı taşımaya yeterli
olmadığında bu tip alanlarda kullanılmak üzere geliştirilmiş hazır hidrolik-
puzzolanik özellikli karışımlar kullanılmaktadır. Sıva-duvar arası boşluğun geniş ve
ayrılan alanın büyük olduğu yerlerde ise gereken miktarda hazırlayıp bekletmeden
kullanabileceğimiz hidrolik-puzzolanik özellikli enjeksiyon harcı (karışımları)
hazırlanabilir (Resim 24). Diğerlerine göre daha kaba dolgulu ve viskoz olan bu
harcın ulaşmasının mümkün olmadığı, ayrılmanın dar olduğu alanlara ulaşabilmek
için harç enjekte edilmeden önce Primal AC 33 (%30-50) enjeksiyonu yapılmalıdır.
Harç tabakasında ayrışma olan alanlarda konsantrasyonu daha düşük bir Primal AC
33 emülsiyonu (%5-10) enjekte edilerek harcın kendisi sağlamlaştırılmalıdır.
Uygulama sırasında yapıştırıcı yada enjeksiyon harcının yüzeye akabileceği
tüm noktalar önceden kireç harcı, plastirin yada pamuk ile kapatılmalıdır. Enjeksiyon
deliğinden dışarı taşmaya engel olmak için iğnenin etrafına sarılan pamuk ile delik
tamamen kapatılmalıdır. Özellikle arkeolojik alanlardaki duvar resimlerinin büyük
bir kısmı kaybedilmiş olduğundan, resimli sıva kenarlarında daha fazla sağlamlık
kazandırma ve enjekte edilen malzemenin bu kısımlardan dışarı akmasına engel
olmak için bu alanlara uygulanan kenar sıvası, görsel bütünlüğü etkilediği ve farklı
bir görünüm yarattığı için zorunlu durumlar dışında uygulanmamalıdır. Alınan
önlemlere rağmen yüzeye yapıştırıcı yada enjeksiyon harcı akmaları olduğunda
yüzeyde kuruyup katılaşmasına izin vermeden su ile temizlenmelidir. Enjeksiyon
sırasında gereğinden fazla harç enjekte edilmesi, oluşan baskı nedeniyle sıvanın
duvardan daha fazla ayrılmasına neden olacaktır. Bu nedenle gerektiği kadar
malzeme enjekte edilmeli, enjeksiyon esnasında sıva tabakasının araya dolan
malzeme tarafından itilip itilmediği yüzeye dokunan el sayesinde hissedilmeye
çalışılmalıdır. Çok küçük boşluk yada ayrılmaların olduğu alanlar herhangi bir
67
tehlike oluşturmuyorsa doldurulmaya çalışılmamalıdır. Bu tür boşluklar sıvanın ilk
yapıldığı anda bile oluşmuş olabileceği için bu biçimde koruna gelmiş
olabilmektedir. Düşme tehlikesi olan bazı alanlarda, enjeksiyon yapılacak alan
yüzeye hafif bir baskı uygulayacak şekilde önceden desteklenerek çalışılmalıdır. Sıva
duvar arası ayrılmanın geniş olduğu alanlar enjeksiyon işlemleri sonrası mutlaka
preslerle desteklenmeli ve uygulanan baskı ile ayrılan kısmın taşıyıcıya daha iyi
yapışması sağlanmalıdır. Alanın durumuna göre birkaç gün yada bir hafta sonra
presler kaldırıldığında uygulama yapılan alan, yukarıda belirtilen yöntemlerle,
kontrol edilerek sonuçtan emin olunmalıdır.
4.3.3. Boya Tabakasının Sağlamlaştırılması Boya tabakasında tozuma yada sudan etkilenme sorunu olup olmadığı çubuğa
sarılı, ıslatılmış bir pamuk ile dokunularak anlaşılabilir. Etkilenen renkler pamuğa
geçecektir. Tozuyan renkler yüzeyin durumuna göre, spreyleme yada fırça ile geri
dönüşümlü bir sağlamlaştırıcı emdirilerek sağlamlaştırılabilir. Tozuyan boya
tabakasının sağlamlaştırılmasında, zamanla renk değiştirmemesi ve uygun
konsantrasyonlarda kullanıldığında yüzeyin nefes almasını engellememesi gibi
özellikleri nedeniyle uzun zamandır Paraloid B-72 çözeltisi kullanılmaktadır. Dikkat
edilmesi gereken nokta, çözeltinin yüzeyde bir parlama yada film tabakası
oluşturmayacak konsantrasyonlarda olması, uygulanmanın homojen bir tabaka
halinde, akmalar meydana gelmeyecek şekilde yapılmasıdır. Uygun konsantrasyonda
hazırlanan çözelti uygulandıktan sonra çözücünün buharlaşması beklenmelidir.
Yeterli sağlamlaştırma elde edilememesi durumunda aynı yada daha yüksek
konsantrasyonda hazırlanmış çözelti tekrar uygulanarak sağlamlaştırma yapılmalıdır.
Gelecekte beklenmedik sorunlara neden olabileceği için gerekmedikçe sadece önlem
olsun düşüncesi ile herhangi bir sağlamlaştırıcı uygulanmamalıdır. Yapraklanmış
yada kısmen altındaki sıva tabakası ile beraber yüzeyden ayrılmış durumdaki boya
tabakasının sağlamlaştırılması Primal AC-33 emülsiyonu enjeksiyon yoluyla yada
Japon kağıdı üzerinden fırça ile uygulanarak yapılmaktadır (Resim 13, 21, 22).
Yapıştırıcı uygulanmadan önce uygulama yapılacak alan etil alkol-su karışımı yada
boya tabakasının alkolden etkilendiği durumlarda sadece su ile ıslatılmalıdır.
68
Yüzeyde yapıştırıcı fazlası kalmamasına ve akıntı izi oluşmamasına dikkat
edilmelidir.
4.3.4. Sıva ve Harç Tabakasındaki Boşlukların Doldurulması Harç ve sıva tabakasındaki boşluklar, büyük çatlaklar, yarıklar ve kenarlar
sağlamlaştırma yada estetik amaçla doldurulur. Sadece büyük çatlaklar ve geniş
yarıklar doldurulmalıdır. Küçük çatlaklar duvar resminin doğal değişimleri
olabileceğinden korunmalıdır. Bölüm 4.2.4.’de belirtilen prensipler ve kullanılan
malzemelerde bulunması gereken özellikler dikkate alınarak, orijinal harç ve sıva
tabakasından alınan örneklerin analiz sonuçları doğrultusunda, eski harç ve sıvalara
benzer nitelikte hazırlanan karışımlar kullanılmalıdır. Sıva ve harç tabakasındaki çok
büyük boyutlu olmayan derin boşluklar doldurulmalıdır. Yeni dolgunun eski zemine
sağlam tutunabilmesi için harç yada sıva uygulanacak yüzey, toz ve diğer
kirliliklerden tamamen arındırılmalıdır. Uygulamanın yapılacağı zemin yeterince
sağlam olmalı yada gerekirse önce sağlamlaştırılmalıdır. Uygulama yapılacak yüzey
su ile temizlenmeli, yeni dolgunun içindeki suyu hızlı çekip çabuk kurumasına ve
çatlamasına neden olmaması için iyice ıslatılmalıdır. Derin boşluklar tek seferde
doldurulmamalı, orijinal sıva katmanlarını takip edecek şekilde, çatlamaya neden
olmamak için yeni dolgu her seferinde bir-iki santimi aşmayacak kalınlıklarda
uygulanmalıdır. Diğer kat bu tabaka katılaştıktan sonra yapılmalıdır. Yeni harcın
tutunabilmesi için yüzeyde çentikler açılmalıdır. Uygulama sırasında çok fazla
bastırılması yada yeterince bastırılmaması çatlamaların ve ayrılmaların oluşmasına
neden olabilecektir. Yeni dolgunun yeri ve büyüklüğüne göre hangi tabaka ile benzer
olması isteniyorsa (kaba sıva, ince sıva gibi) o tabaka ile aynı seviyeye kadar
doldurulmalıdır. Yeni dolgu orijinal sıva yada boyalı yüzeyin üstüne taşma
yapmayacak şekilde, sadece boşluk içine uygulanmalı, uygulama sırasında orijinal
yüzeye harç bulaşmamasına özen gösterilmelidir (Resim 25).
4.3.5. Boya Tabakasındaki Boşlukların Yeniden Renklendirilmesi Boya tabakasında bulunan boşluklar, geri dönüşümlü boyalarla (suluboya
gibi) orijinalden ayırt edilebilir biçimde renklendirilmelidir. Yeniden renklendirme
uygulamasında,
69
Tamamlanan alan daima orijinalden daha az göze çarpmalı (orijinalin gerisinde
kalmalı),
Kayıp kısmın biçim ve renginin tam olarak bilindiği yerlerdeki boşluklar yeniden
renklendirilmeli,
Yakından incelendiğinde kolayca anlaşılabilecek bir şekilde yapılmalı,
Resimsel renklendirme mimimum miktarda yapılmalı,
Sadece geri dönüşümlü sistemler ve dolgular kullanılmalıdır,
Orijinal boya tabakası yüzeyine boyama yapılmamalıdır (Resim 14).
70
Yeniden Renklendirme Yöntemleri
Patinanın yada boya tabakasının kimyasal yada mekanik etkilerle hafifçe
aşınması yada geri dönüştürülemeyen beyazlıklar oluşması durumunda meydana
gelen ve homojen olmayan görüntü, şeffaf renkli glazelerle yeniden homojen hale
getirilebilir. İyi bir sonuç elde edilmesi için çoğunlukla grimsi (nötral) glazeler
kullanılması uygundur.
Boya tabakasındaki yüzeysel boşlukların yeniden renklendirilmesinde başlıca
iki teknik kullanılmaktadır.
“Acqua sporca” (kirli su) tekniği, çok sulu hazırlanmış grimsi suluboya ile boya
tabakası ve boşluk yüzeyi arasındaki ton farkından oluşan karşıtlığı azaltmak için
açık yada koyu gri renklerle yapılır. Lokal rengi yakalamak amacıyla
yapılmamaktadır.
Lokal renk tonu değeri ile ölçülerek, biraz daha açık olacak şekilde, genellikle
biraz aşınmış orijinal renk esas alınarak şeffaf renkli glazelerle yapılır.
Boya tabakasındaki derin boşlukların yeniden renklendirilmesinde de başlıca
iki teknik kullanılmaktadır.
Kayıp kısmın tam olarak bilindiği alanlarda, yeniden renklendirilebilir boşluklar
normal bakış mesafesinden fark edilmeyen fakat yakından incelendiğinde ayırt
edilebilen tekniklerle renklendirilmektedir. Bunlardan en çok kullanılan teknik
“Tratteggio”dur. Tratteggio tekniğiyle renklendirme için yüzeyi perdahlanmış
gibi oldukça iyi düzeltilmiş beyaz bir sıva yüzeyi gereklidir. Boşluk kenarları
orijinal boya yüzeyini kapatmayacak şekilde olmalı, birleşme yerleri kusursuz
biçimde yapılmalıdır. Bu teknik, renkler birbirine karıştırılmadan saf halde ve
yan yana uygulandığında, istenen renk tonu yakalanıncaya kadar üzerlerinden
geçilen, yaklaşık bir santim uzunluğunda dik çizgilerle yapılan bir
renklendirmedir (Resim 31).
Yeniden renklendirilemeyen genellikle büyük boyutlu boşluklar rengi ve dokusu
orijinal kaba sıva esas alınarak hazırlanan yeni harç ile orijinal boya tabakasının
biraz altındaki bir seviyede yapılır (Resim 23, 26).
Renklendirmede çoğunlukla kalıcı ve çevre koşullarına dayanıklı
pigmentlerle hazırlanmış, suluboyalar kullanılır. Suluboyaların bağlayıcısı olan Arap
zamkı geri dönüşümlülük özelliğini kaybetmeyen oldukça kalıcı bir doğal
71
yapıştırıcıdır. Suluboyalarda kullanılan pigmentler çok küçük tane boyutlu olup
boyaya yüksek şeffaflık özelliği verir, renk değişimine uğramamaları için en iyi
kalitede olmalıdır. Korumada kullanılmak üzere on iki kalıcı pigment seçilmiştir.
Renkler bu isimlerle bulunabildiği için aşağıda orijinal isimleri ile verilmiştir.
Parlak renkler: cadmium red, viridian, ultramarine blue, ivory black.
Toprak renkler: English red, Indian red, terre verde, yellow ochre, raw sienna,
burnt sienna, raw umber, burnt umber (Schmid, 1992).
Koruma ve onarım uygulamaları, temel ilkeler esas alınmak koşuluyla, bazı
durumlarda farklı yada özel yaklaşımlar da gerektirebilmektedir. Örneğin Kapadokya
bölgesindeki kaya kiliseleri içinde yer alan duvar resimleri, yoğun vandalizm (Resim
12) (duvar resimlerinin yüzeyinde kazıma yoluyla oluşturulan grafitiler ve yüzeye
atılan taşların neden olduğu çukurlar) nedeniyle, yeniden renklendirme aşamasında
farklı bir yaklaşımla ele alınmayı gerektiren bir sorun ortaya koymuştur İnsanlar
tarafından meydana getirilen bu tahribatın oluşturduğu boşluklar nedeniyle
resimlerin algılanabilirliği neredeyse tamamen kaybolmuştur. Bu nedenle yeniden
renklendirme ilkeleri açısından çok doğru bir uygulama gibi görünmese de resimlerin
görsel bütünlüğünü bozan bu etkinin ortadan kaldırılabilmesi için kazımaların
(grafitti’ler) meydana getirdiği orijinal sıva tabakasındaki boşluklarda, lokal renk
tonundan biraz daha açık olmak üzere, yeniden renklendirme yapılmıştır (Resim 32).
Kazınmış ve çizilmiş alanların içinin tek tek yeni kireç harcı ile doldurularak
renklendirilmesi, ilkeler açısından daha doğru gibi görünse de uygulamada başka
güçlükler ve sorunlar yaratacağı için böyle bir uygulamadan kaçınılmıştır.
Renklendirmede geri dönüşümlü bir malzeme olan suluboya kullanıldıysa da
sıvanın boyayı emmesi nedeniyle istendiğinde tamamen geri alınması mümkün
olmayan bir lekeleme söz konusudur. Ancak, bu biçimde renklendirilen alanların
yansıtılan ışık ile kolayca ayırt edilebilir olması göz önüne alınarak bu tür bir
uygulama yapılmasına karar verilmiştir.
Acil Kurtarma Uygulamaları
Eski eserlerin koruma çalışmalarında rastlanan en güç durum acil kurtarmaya
yönelik yapılan çalışmalardır. Buradaki zorluk, uygulamalardan kaynaklanmayıp,
herhangi bir bilimsel ve teknik veri olmadan ve ön çalışma yapılamadan,
uygulanacak yönteme karar verilmesidir. Uygulama yapılmadığı takdirde duvar
72
resminin kısmen veya tamamen kaybedilecek olması böyle bir uygulamayı zorunlu
kılabilmektedir. Bu tip zorlayıcı koşullarda yapılacak uygulamalar ön sağlamlaştırma
ile yerinde muhafaza etme veya yerinden kaldırılarak sonraki çalışmalar yapılmak
üzere uygun bir yere taşınmasıdır.
Örneğin Isparta İli, Aksu İlçesi, Zindan Mağarası, tepe kazıları sonucu ortaya
çıkarılmış olan Manastır Kilisesi, duvar resimlerine yapılan müdahaleler acil
kurtarma uygulamaları kapsamında yapılmıştır. Daha önce yapılan kazıda açığa
çıkarılan duvar resimlerin sıva tabakalarının duvardan ayrıldığı fark edilmiş ve
yüzeyi tekrar toprakla örtülerek önüne moloz taş ve tuğla parçaları ile bir koruma
duvarı oluşturularak geçici koruma altına alınmıştır.
Buradaki acil kurtarma çalışmasında duvar resimleri önündeki moloz taş,
tuğla parçaları ve toprağın kaldırılması işlemi ile taşıyıcıdan ayrılmış durumdaki sıva
tabakalarının sağlamlaştırılması eş zamanlı olarak yapılmıştır (Resim 27). Sıva
kayıplarının olduğu boşlukların kenarları hem dokunulabilirliği sağlamak hem de
enjeksiyon harcının dışarı sızmasını engellemek için kireç harcı ile kapatılmıştır.
Açma işlemi sırasında toprak içinden çıkan yerinden düşmüş sıva parçaları
toplanmış, yeri belirlenen iki büyük parça yerlerine yerleştirilmiştir. Açma işlemi
sırasında kısmen sağlamlaştırılan resimli sıva tabakası bir çok alanda taşıyıcıdan
ayrılmış, çatlamış ve kırılganlaşmıştır. Sıva-duvar arası ayrılmaların olduğu alanlar
belirlenerek bu alanlar hidrolik esaslı kireç harcı enjeksiyonu ile sağlamlaştırılmıştır
(Resim 28, 29). Derin boşluklar ve sıva kenarları resimli sıvaya destek sağlaması
için kireç harcı ile doldurulmuştur. Yüzeye yapışmış durumdaki toprak tabakasının
temizlenmesi sırasında, özellikle kırmızı ve siyah boyalar dayanıksız olduğu için,
yüzey temizliği kısmen yapılabilmiştir.Yapılan bu ön sağlamlaştırma işlemleri
sonrasında duvar resmi kendisini taşıyabilecek hale gelmiştir. Daha sonra çalışılan
alanların üstü kalın geotekstil (buhar geçişini engellemeyen sentetik bir kumaş) ile
örtülerek önü tekrar toprak, taş ve tuğla ile kapatılarak geçici olarak koruma altına
alınmıştır. Bu aşamadan sonra bu duvar resimlerinin koruma çalışmalarının
yapılabilmesi için projelendirilecek hale gelmiştir.
73
SONUÇ Bu tezde, duvar resimlerinin yapımında kullanılan malzemeler, karşılaşılan
bozulmalar, nedenleri ve korunmalarına yönelik uygulamalar, dört bölüm halinde
incelenmiştir. Tez genelinde de vurgulandığı gibi duvar resimlerindeki bozulmalarla
ilgili sorunların ve bunların çözümüne yönelik uygulamaların tespit edilebilmesi için
öncelikle malzemeleri ve yapım teknolojileri bilinmelidir. Bu nedenle birinci
bölümde duvar resimlerinin ilk örneklerinden itibaren günümüze kadar değişerek
gelen yapım teknolojisi tarihsel gelişim süreci içinde ele alınmıştır. Böylece dönemi
bilinen bir duvar resmi hakkında genel bir fikir edinilmiş olacaktır. Ancak her
dönemin ve bölgenin genel özellikleri dışında kalan duvar resimlerinin bulunduğu da
bilinmektedir.
Duvar resmini oluşturan unsurlar olan taşıyıcılar, sıvalar, pigmentler ve
bağlayıcılarla ilgili genel bilgiler ikinci bölümün konularını oluşturmuştur.
Duvar resimlerinin korunması, içinde bulundukları koşullarla doğrudan
ilişkili olduğundan, her durumda farklılıklar gösteren sorunlar ortaya
koyabilmektedir. Bu nedenle duvar resimlerinin bozulmasına neden olan etkenler
üçüncü bölümde ele alınmıştır. Bunların tek tek incelenmesi bu tezin kapsamını
aşacağı için burada en çok karşılaşılan ve en fazla zarar veren etkenler üzerinde
durulmuştur.
Korumanın en önemli süreçlerinden birisi üzerinde çalışılacak olan eserle
ilgili her tür verinin elde edilmesine yönelik araştırma ve analizlerin yapıldığı
safhadır. Bu verilerin elde edildiği ilk kaynak eserin kendisi olduğu için doğrudan
eser üzerinde yapılan incelemeler ve gereken yerlerden alınan örnekler üzerinde
yapılan basit yada karmaşık laboratuar analizleri yardımıyla eserin yapımında
kullanılmış olan malzemeler, yapım tekniği yada zarar verici etkenler gibi esere ait
bilgiye ulaşılması doğru bir koruma-onarım çalışması yapılabilmesi için gereken bir
zemini oluşturacaktır. Bu nedenle, duvar resimlerinin incelenmesi, kullanılan
analizler, aktif yada pasif korumaya yönelik uygulamalar ve bunların
uygulanmasında yol gösterici ilkeler koruma evreleri içinde ele alınarak koruma
uygulamalarına yönelik örnekler de dördüncü ve son bölümün konularını
oluşturmuştur.
74
Konunun ve sorunun tanımlanmasından sonra önerilen çözüm veya
çözümlerin uygunluğu çeşitli testlerle kanıtlanmalıdır. Bu testler sonunda
uygulanmasına karar verilen yöntem ve kullanılacak malzemeler, eserlerin onarımlar
sırasında yada sonrasında zarar görmesini engelleyebilecektir.
Sonuç olarak bu tezde koruma sırasında duvar resimlerinin zarar görmemesi,
sonrasında sağlıklı olarak yaşamını devam ettirmesi için genel prensipler ve etik
kurallar dahilinde yapılması gereken uygulamalar, teorik ve pratik olarak
açıklanmıştır.
75
KAYNAKÇA Ahunbay, Z.: Tarihi Çevre Koruma ve Restorasyon,
YEM Yayın, İstanbul, 1999 Alma, A., Chiari, G.: Protection and Conservation of
excavated structures of mudbrick Conservation Archaeological Excavations ICCROM, Rome, 1984
Artioli, D., M. Marabelli, C. Meucci : The State of Conservation of the Mural
Paintings of the Scrovegni Chapel in Padua 3 rd International Congress on the Deteioration and Preservation of Stones Venzia,1979
Brocco, D., A.Giovagnoli, Durability of building materials, 5 M. Laurenzi Tabasso, M. Marabelli, “Air Pollutıon in rome ant its Role R. Tappa, R. Polesi : in the Deterionation of Porous Building
Materials”, Elsevier Sicience Publısher B.V, Amsterdam-The Netherlands,1988
Brunet, J., I Dangas, P. Vidal, J. Vouve : La Conservation De L’art Des
Cavernes Et Des Abris, Dossier d’études de la SFIIC, Paris, 1990
Caneva, G., M. P. Nugari, O. Salvadori : Biology in the Conservation of Works
of Art, Editing, computer layout: Cynthia Rockwell, ICCROM, Rome, 1991
Cavezzali, D.: The Documantation of the Mural
Painting, SPC/MPC-Notes, ICCROM, Rome, 1992
Cronyn, J. M.: The Elements of Archaeological
Conservation, Routledge, London and New York, 1996
Feller, R.L : “Studies on the darkening of vermillion
by light in National Gallery of Art”, Reports and Studies in the History of Art, Washington D.C,1967
76
Ferragni, D., M. Forti, J. Malliet, P. Mora, Injection Grouting of Mural Paintings
J.,M. Teutonico, G. Torraca : and Mosaics, IIC Congress, Paris, 1984
Gettens, J., G. L Stout.: Painting Materials, A Short Encyclopedia, Dover Publications, Inc., New York, 1966
Gombrich, E. H.: Sanatın Öyküsü, ©Phaidon Press Limited, 1984, Remzi Kitabevi Yayınları, Çeviri, Cömert, B. İstanbul,1986
Güleç, A.: “Bazı Tarihi Anıt Harç ve Sıvalarının
İncelenmesi”,Yayınlanmamış Doktora Tezi, İ.T.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, 1992
Güleç, A.: “Kariye Müzesinde İklim Araştırması”,
III. Müzecilik Semineri Bildiriler Kitabı,İstanbul, 1994
Güleç, A.: “Ayasofya Müzesinde İklim
Araştırmaları: Pilot Çalışma”, III. Müzecilik Semineri Bildiriler Kitabı,İstanbul, 1996
Güleç, A.: “Tarihi Yapılarda Koruma: Kimyasal
Sağlamlaştırıcılar ve Koruyucular” Yapı, 185, Nisan, Özel Ek, İstanbul, 1997
ICCROM: The safeguard od the Rock-Hewn Churches of the Göreme Valley, ICCROM, Rome, 1995
ICOM: Lascaux, Conservation de L’Art
Rupestre, 1990 Jokilehto, J.: History of Conservation, SPC/MPC-
Notes, ICCROM, Rome, 1992 Jokilehto, J.: Principles for a theory of restoration, C.
Brandi, SPC/MPC-Notes, ICCROM, Rome, 1992
Massari, G. : Humidity in Monuments, ICCROM,
Rome, 1977
77
Massari, G., I. Massari : Damp Buildings, Old and New, ICCROM, Rome, 1993
Masschelein-Kleiner, L.: Ancient Binding Media, Varnishes and Adhesives, ICCROM, Rome, 1985
Matero, F. G. : ICCROM, ARC, Pigmentler, 1992 Matteini, M., A. Moles : “Twenty Years of Application of
‘Barium’ on Mural Paintings: Fundemantals and Discussion of the Methodology”, ICOM Comitee for Conservation 7th Triennial Meeting, Copenhagen, 1984
Mellaart,James: Çatalhöyük, YKY, Yapı Kredi Kültür
Sanat Yayıncılık Tic. Ve San. A.Ş., İstanbul 2001, © 2000 by J. Mellaart
Moncrief, A., G. Weaver : Science for Conservators, Book 2,
Cleaning, ©1983 Crafts Council, London, 1983
Mora, P., L. Mora, P. Philippot : Conservation of Wall Paintings,
Butterworths, Borough Green,England, 1984
Mora, L.,P., G., Torraca, V. A. Bonito : “A Coordinated Methodology for the treatment and Study of the Peristyle
Garden Wall of the House of Menander”, IIC Congress, Bologna, 1986
Mounthford, C., P.: peintures aborigènes d’Australie,
UNESCO, Milano, 1964
Newey, C., R. Boff, V. Daniels, Science for Conservators, Book 3, M. Pascoe, N. Tennent.: Adhesives and Coatings ©1983 Crafts
Council, London, 1983 Redhouse: İngilizce-Türkçe Sözlük Schmid, W.: Technological Study of Mural Paintings,
MPC-Notes, ICCROM, Rome, 1992 Tabasso, M. : ICCROM, MPC Notes, Soluble Salts:
Formation, Decay Mechanisms, 1992
78
Teutonico, J., M.: A Laboratory Manual For Architectural Conservators, ICCROM, Rome, 1998
Torraca, G. : Porous Building Materials, ICCROM, Roma. 1988
Torraca, G.: Processes and Materials Used in
Conservation, ICCROM, MPC-Notes, Rome, 1992
79
RESİMLER
RtA
Resim 1: Sıva-duvar arasına girenbitki kökleri nedeniyle ayrılma.Alanya Kalesi, Saray Kazısı.
Ret
esim 2: Sıvada çatlama, boya abakasında aşınma ve böcekler. lanya Kalesi, Saray Kazısı.
Resim 3: Önceki onarımlardankalan, işlevini yitirmiş facing.Alanya Kalesi, Saray Kazısı,
esim 4: Su sızıntısı ve biyolojik tkenler nedeniyle aşınmış boya abakası Side Tiyatrosu Kazısı.
81
Resim 5: Su sızıntısı nedeniyleboyalı yüzeyde oluşankalkerleşme ve üst üsteçalışılmış farklı dönemlere aitresimli sıva tabakaları. Side Tiyatrosu Kazısı.
Resim 6: Sıva tabakalarıarasına giren toprak nedeniylesıva tabakasında meydanagelen taşıyıcıdan ayrılma,kırılmalar, çatlaklar ve susızıntısı nedeniyle boyalıyüzeyde oluşarak resimleriörten kalker tabakası. SideTiyatrosu Kazısı.
Resim 7: Bölgedeki yoğunkalkerli su sızıntıları nedeniyleduvar resmi yüzeyinde oluşanaşınma, ve bazı alanlardaoluşan ince yada çok kalıntraverten oluşumu ile birlikteyüzeye yapışmış olan taş,toprak, kum vs. parçaları. Denizli, Hierapolis, Roma Hamamı Kazısı.
82
Resim 8: Tabandan yükselensu. Antalya, Perge, NekrapolKazısı, resimli mezar odaları.
Resim 9: Yapısal çatlaklardanyapı içine sızan su nedeniyleboya tabakasında ve kayayüzeyinde oluşan aşınma. Kapadokya, Göreme AçıkHava Müzesi, Elmalı Kilise.
Resim 10: Çatıdan yapı içinesızan su nedeniyle sıvatabakasında oluşan çatlaklar veboya tabakasında kayıplar. Santa Silvia Şapeli, Roma, İtalya.
83
Resim 12:. Sıva, ve boya tabakasında kayıp ve grafitti. Elmalı Kilise, Göreme açık Hava Müzesi.
Resim 11: Taşıyıcıdan yüzeyedoğru taşınan su ve çözünürtuzların boyalı sıvada meydanagetirdiği bozulmalar. Ayasofya,Anakubbe, İstanbul.
Resim 13: Boya tabakasında yapraklanma ve tozuma. Aios Vasileos Kilisesi, Mustafa Paşa, Ürgüp.
Resim 14: Fresko resim yüzeyine sonradan yapılmış üstten boyamalar. Santa Silvia Şapeli, Roma, İtalya.
84
Resim 16: Fresko resim üzerindeki varak süslemelerde kayıp. Bükreş, Romanya.
Resim 15: Yüksek sıcaklık nedeniyle sarı pigmentin kırmızıyadönüşmesi. Pompei, İtalya.
İ
Resim 17: Gökyüzünü renklendirmede kullanılan azuritin nem nedeniyle malahite dönüşmesi. İtalya.
Resim 18: Beyaz ve kırmızı kurşun oksitli renklerin nem nedeniyle siyaha dönüşmesi. İtalya.
85
Resim 20: Fresko duvar resmindeki azurit kullanılmış alanların temizliği. Sermoneta, İtalya.
Resim19:Kararmış verniğin kısmenkaldırılması için denemeler.Ayasofya,Anakubbe, İstanbul.
Resim 21: Kavlamış vetozuyan boya tabakasınınJapon kağıdı üzerinden PrimalAC33 ile sağlamlaştıılması. Aios Vasileos Kilisesi,Mustafa paşa, Ürgüp.
Resim 22:. Kavlamış boya tabakasının yerine yapıştırılması ve nemli pamuk ile yüzeydeki reçine fazlalıklarının temizlenmesi. Aios Vasileos Kilisesi, Mustafa paşa, Ürgüp.
86
Resim 23: Koruma- onarım çalışmaları öncesi ana apsis. Elmalı Kilise, Göreme Açık Hava Müzesi.
R bd
Resim 24: Kayadaki derin yarıklara ICCROM GROUT enjeksiyonu. Elmalı Kilise.
esim 25:.Taşıyıcıdaki derinoşlukların kireç harcı ile oldurulması. Elmalı Kilise.
Resim 26:.Konservasyon çalışmaları sonrası ana apsisin görünümü, Elmalı Kilise. Göreme
87
Resim 27: Arkeolojik alanlardaki duvar resimlerine ilk müdahale. Kazı toprağı alınırken taşıyıcıdan ayrılmış durumdaki sıva tabakasının enjeksiyon harcı ile sağlamlaştırılması. Zindan Mağarası, Manastır Kilisesi Kazısı, Isparta.
Resim 29: Aynı alanda açılan delikten enjektör ile sıvı harç enjeksiyonu. Zindan Mağarası, Manastır Kilisesi Kazısı, Isparta.
Resim 28: Sıva-duvar arası ayrılma olan alanda el matkabı ile enjeksiyon deliği açılması. Zindan Mağarası, Manastır Kilisesi Kazısı, Isparta.
Resim3 0: Duvar resimli mezar odalarının bulunduğu alanın üstünde oluşturulan koruyucu çatı. Antalya, Perge, Nekropol alanı.
88
Resim 31: Sıva tabakasındaki boşluk kireç harcı ile doldurulduktan sonra yeniden renklendirme tekniklerinden biri olan tratteggio ile yapılmış renklendirme. Elmalı Kilise, Göreme Açık Hava Müzesi.
Resim 32: Duvar resimlerinin koruma-onarım öncesi ve sonrasını göstermek amacıyla hiç dokunulmadan bırakılmış bir örnek ve yanında onarımı tamamlanmış alan. Karanlık Kilise, sağ yan apsis, Göreme Açık Hava Müzesi.
89
Duvar Resimleri Belgeleme Çizimlerinde Kullanılan Semboller 1) YAPIM TEKNİĞİ
Hakiki fresko
Pontate yada sahne sınırı
Intonakino yada giornata
Orijinal eskiz yada pentimento
Kazıma yoluyla çizgi
Tırnak izi
Pergel deliği
Orijinal koruyucu tabaka
Taş yüzey üzerinde boya bezeme
Sıva duvar arası boşluk
2) TAŞIYICI-DUVAR ve SIVADA BOZULMA
Çatlak
Sıvada tozuma
Çengel halka
3) BOYALI YÜZEYDE BOZULMA
Tozuma (bağlayıcının yok olması)
Boyalı yüzeyda kavlama / boşluk
Sıva yüzeyinde çukur (aşınma+düşme+grafitti
Aşınma
Renkte değişim (pigment)
Yüksek ısı izi
Şekil:1 Duvar resimlerinin çizim ile belgelenmesinde kullanılan semboller.
90
4) YÜZEYDE KİRLİLİK
Mikroorganizmalar (yosun: yeşil/siyah, mantar:beyaz/kahverengi/siyah..
Tuzlar (yüzeyde beyazlanma)
Kalkerleşme
Yağlı is
Yağ
Çamur
Badana veya sıva
Mum
Tebeşir / kurşun kalem izi
Kuş kirliliği
Önceki onarımlarda kullanılan dolgu malzeme (çimento siyah üçgenle)
Organik kirlilik
UYGULAMA
‘Facing’ (gazlı bez vb. ile sağlama alma)
Enjeksiyon deliği – (malzeme belirtilecek)
BOYALI YÜZEY
Sağlamlaştırma, temizleme, renklendirme notlarda belirtilecek
Acqua sporca
Tratteggio
Sıvadaki çukurların doldurulması
5 Analiz için örnek
Şekil:1
Duvar resimlerinin çizim ile belgelenmesinde kullanılan semboller (devamı).
91