AB'NİN ÜÇ TARZ-I SİYASETİ: MISIR’DAKİ DARBEYE VE KATLİAMLARA BAKIŞI
Transcript of AB'NİN ÜÇ TARZ-I SİYASETİ: MISIR’DAKİ DARBEYE VE KATLİAMLARA BAKIŞI
AB'NİN ÜÇ TARZ-I SİYASETİ: MISIR’DAKİ DARBEYE VE KATLİAMLARA BAKIŞI*
Mesut ÖZCAN- Sakarya Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Lisans Öğrencisi
ÖZET
Bu çalışmanın temel amacı gelinen süreçte AB’nin Mısır politikasını ele almaktır. Bu
çalışmada Mısır’da gelinen son durum ele alınacak ve bu kapsamda AB’nin Mısır’daki darbe
karşısında izlediği politika AB’nin temel değerleri olan demokrasi ve insan hakları
ekseninde ele alınacaktır. Bizim buradaki amacımız AB’nin insan hakları, demokrasi ve
hukukun üstünlüğü ilkeleri üzerinden Mısır’daki politikasını ve katliamlara karşı tepkisini
ele almaktır. Bu çalışmada hukukun üstünlüğü ilkesi insan haklarıyla birlikte aynı başlık
içerisinde yer alacaktır. AB’nin sahip olduğu en önemli değerler arasında yer alan
demokrasi ve insan hakları, hukukun üstünlüğü ile bir araya gelerek oluşturduğu üçleme ile
bize AB’nin Mısır politikasını ve katliamlara verdiği tepkiyi değerlendirme imkânı
sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: Mısır, AB, demokrasi, darbe, katliamlar, Müslüman Kardeşler
Giriş:
Avrupa Birliği'nin kuruluş serüvenini bilenler, AB'nin bugün sahip olduğu kurumsal
yapıya ve değerlere nasıl ulaştığını da bilirler. II. Dünya Savaşı'nın Avrupa'da yarattığı
yıkımın etkilerini silmek ve Avrupa kıtasında barış ve güvenliği sağlamak amacı ile bir araya
gelen Avrupalı devletler çok boyutlu birliğin de temellerini atmışlardır. Birlik başlangıçta
ekonomik ve ticari işbirliğini artırmak amacıyla kurulmuşsa da zamanla siyasi ve politik
alanlarda da bütünleşmeyi sağlamaya başlamıştır. Soğuk Savaşın sona ermesi ve Avrupa
için en büyük tehdit olarak görülen Sovyetler Birliği'nin yıkılması Avrupa Birliği’nin
politikalarında da değişiklik meydana getirmiştir. İlk olarak 1970'li yıllarda AB genişleme
hamlelerini başlatmış ve Doğu Bloğunun yıkılması ile birlikte Doğu Avrupa devletlerinin de
birliğe katılımının yolu açılmıştır. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra süper güç haline
gelen ABD’nin karşısında AB dengeleyici bir rol üstlenmeye çalışmış ve bu yüzden
politikalarında da değişiklikler yapmıştır. Bu döneme kadar Avrupa kıtasında barış ve
istikrar arayışında olan AB, bu dönemden sonra dünya siyasetinde önemli bir rol
üstlenmeye çalışmıştır.
Soğuk Savaşın sona ermesi ile hız verdiği genişleme politikasına 1995 yılında yeni
üyelerin de katılımıyla devam eden AB, yeni bir politik söylemle Avrupa kıtasının dışında da
politika üretmeye başlamıştır. Avrupa Kıtasında geniş bir istikrar alanı oluşturmaya çalışan
AB, 1995 yılında kabul edilen Barselona Süreci kapsamında Akdeniz’e komşu olan
devletlerle ilişkilerini geliştirmeyi amaçlamıştır.1 Buradaki temel amaç Akdeniz’e komşu
olan devletlerle ekonomik ilişkileri geliştirmek, siyasal ve güvenlik alanlarında işbirliğine
gidecek yolun önünü açmaktır. Barselona Süreci kapsamında birçok Ortadoğu devleti ile
ekonomik ilişkilerini geliştirme imkânı bulmuş ve 2003 yılında buna paralel olarak Avrupa
Komşuluk Politikasının (AKP) temellerini atmış ve 2004 yılında imzaladığı Strateji Belgesi
ile de AKP’nin uygulama yöntemlerini belirlemiştir.2 Buna göre AB, kendisine yakın olan
devletlerle işbirliğini artıracaktır. Burada AB’nin temel amacı Avrupa’da entegrasyonu
sağladıktan sonra Avrupa kıtasının dışında yer alan komşu ülkelerle ilişkileri geliştirmektir.
Bu politikaya dâhil olan devletler genel olarak Ermenistan, Azerbaycan, Mısır, Belarus,
Cezayir, Gürcistan, İsrail, Ürdün, Libya, Moldova, Fas, Filistin, Suriye, Tunus, Ukrayna’dır.
Burada temel amaç siyasi işbirliğini artırmak, özgürlüklerin ve demokrasinin yayılmasını
sağlamak, ekonomik ilişkileri geliştirmek, komşu ülkelerin kalkınmasına destek olmak,
çevre, silahlanma ve terörizm konularında ortak çalışmalar yürütmektir.3 2000’li yılların
başından itibaren komşu ülkelerle ekonomik ve siyasi konularda işbirliğine daha fazla
önem vermeye başlayan AB, 2007’de de Avrupa Komşuluk ve Ortaklık Aracı oluşturmuş ve
Avrupa kıtasının dışında yer alan ülkeler için kullanılmak üzere 12 milyar Euro ayırmıştır.4
*Bu makalenin başlığını oluşturan “Üç Tarz-ı Siyaset” ismi Yusuf Akçura’nın çalışmasıyla isim benzerliği olan bir çalışmadır. Akçura’nın çalışması için bkz. Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Ankara, Türk Dil Kurumu Basımevi, 1987. Ayrıca bu çalışmada, Ali Balcı’nın Türkiye’nin AB üyeliğine bakışını İslamcı, laik ve Kürt bloklar temelinde ele alan makalesi bizim için bir örnek olmuştur. Ancak bu çalışmamızda ele alınan konu ve kullanılan yöntem farklıdır. Ali Balcı’nın makalesi için bkz. Ali Balcı, Türkiye’de Üç Tarz-ı AB Siyaseti: Post-Yapısalcı Bir Okuma, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt:9, Sayı:35, ss. 1-19, 2013
1 Barselona Süreci Kapsamında AB-Akdeniz Ticari İlişkileri, Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı, http://www.ekonomi.gov.tr/avrupabirligi/index.cmf? 2 Senem Aydın Düzgit, “Avrupa Birliği Genişlemesi ve Komşuluk Politikası”, Avrupa Birliği’ne Giriş, der. Ayhan Kaya,
İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2013, s.51
3 A.g.e, s.51
4 A.g.e, s.53
1995 yılında başlatılan Barselona Sürecinin bir devamı niteliğinde olan ve Fransa
Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin önerisi ile 2008’de oluşturulan Akdeniz Birliği ( Union for the
Mediterranean )’nin temel amacı da Akdeniz’e komşu olan devletler ile ekonomik, siyasi,
terörizm ve ağırlıklı olarak çevre konularında ortak çalışmaktır.5
AB, özellikle ekonomik, siyasi ve güvenlik açısından Akdeniz’e kıyısı olan devletlerle
ilişkilerini geliştirmeye önem vermiştir. Bu çerçevede AB, Akdeniz’in ve Ortadoğu’nun en
önemli ülkelerinden biri olan Mısır ile de ilişkilerini geliştirmeye büyük bir önem vermiştir.
Mısır ile Avrupalı devletlerin ilişkileri de uzun bir geçmişe sahiptir. AB ile Mısır arasındaki
ekonomik ve siyasi ilişkiler özellikle de Hüsnü Mübarek döneminde gelişmeye başlamıştır.
Bunun temel sebeplerinden birisi Mübarek’in Batılı devletlerin çıkarlarıyla uyumlu olan bir
dış politika izlemesi ve AB’nin de Mısır ile ekonomik, siyasi ve güvenlik konularında
işbirliğine önem vermesidir. Mübarek’in Batılı devletlerle ile işbirliğine önem vermesi, onun
otuz yıl boyunca devam eden iktidarı boyunca destek görmesini ve demokratik seçimlerle
gelmemiş olmasına rağmen iktidarının sorgulanmamasını sağlamıştır.
Mübarek, otuz yıllık iktidarı boyunca halktan gelen talepleri göz ardı etmiş ve kendi
iktidarını güçlendirmeye çalışmıştır. Bu durum da 2010’nun başında Tunus’ta başlayan halk
hareketlerinin Mısır’ı da etkilemesine ve halkın Tahrir Meydanında toplanarak Mübarek’i
istifaya çağırmasını tetiklemiştir. Ülkede yaklaşık bir ay süren olayların ardından Mübarek
istifa ederek yetkilerini Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’ne devretmiştir. Mısır halkı, Arap
Baharıyla birlikte ülkedeki otoriter rejime son vererek demokrasiye geçişte büyük rol
oynamıştır. Ülkede yapılan ilk demokratik seçimleri Müslüman Kardeşlerin siyasi partisi
olan Hürriyet ve Adalet Partisi kazanarak iktidara gelmiştir. Ülkenin demokratik yollarla
seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi, iktidara geldikten sonra ülkenin içinde
bulunduğu siyasi ve ekonomik krizlere karşı bir takım reformlar gerçekleştirmeye
çalışmıştır. Ancak, Mursi’nin ortaya koyduğu siyaset, yargı ve ordu bürokrasisi tarafından
kırılmaya çalışılmıştır.6 Mısır’da ve Ortadoğu’nun birçok ülkesinde köklü bir geleneğe
sahip olan Müslüman Kardeşler, her ne kadar uzun bir geçmişe sahip olsalar da daha önce
tarihin hiçbir döneminde iktidar gücünü ellerinde bulunduramamışlardır. Tarihlerinde ilk
defa demokratik bir seçim sonucu iktidara gelmiş olan Müslüman Kardeşler, acemiliklerinin
de etkisi ile Mısır iç siyasetinde bazı hatalar da yapmışlardır. Ancak şurası bir gerçek ki,
Müslüman Kardeşlerin izlemeye çalıştığı siyaset Mısır’ın “yerleşik düzeni” tarafından
sürekli bir engellemeyle de karşılaşmıştır. Mısır’da devrimle birlikte iktidar değişikliği
olmuş ancak Mısır’daki otoriter devlet yapısı Mübarek döneminden kalan otoriter rejimden
beslenmeye devam etmiştir.7 Bunu biraz açmamız gerekirse Mısır’da eskiden beri var olan
5 A.g.e, s.54
6 Nebi Miş ve İ. Numan Kurtulmuş, Devrime Darbe: Mısır’da Askeri Vesayet Dönemi, Star, 6 Temmuz 2013
7 Nebahat Tanrıverdi O Yaşar, “Geçmişin Gölgesinde Mısır’da Darbe”, ORSAM, ORSAM Rapor No: 168, 2013, s.15
askeri bürokrasinin üstünlüğü düşüncesi devrimden sonra kendini “siyaset üstü” bir
konuma taşımıştır. Mısır’daki büyük petrol şirketleri, fabrikalar vs. gibi önemli kurumların
başında genel olarak eski emekli askerler ve elit gruplar bulunmuş ve bulunmaya devam
etmiştir. Yerleşik düzenin içerisinde yer alan üçüncü ve en önemli aktörlerden birisi ise
Mısır’daki yargı bürokrasisidir. Mursi’nin iç politikadaki alanını daraltan iç aktörler ( asker,
yargı ve medya) Yaşar’ın da belirtiği üzere yargının eliyle Mısır iç siyasetinde “yumuşak
bir darbe” yaparak meclisi feshetti ve yeniden seçimlere gidilmesi kararı aldı.8 Mursi
bunun karşısında bir kararname ile bütün yetkileri kendisinde topladı. Bu durum muhalif
gruplar tarafından “Mursi’nin Mübarek gibi otoriter olmaya çalışması” olarak algılandı ve
Mursi’ye karşı olan cephe genişledi ve ülkede 2013’ün başından itibaren Mursi’ye karşı
protestolar başlamıştır. Müslüman Kardeşler, iktidardaki ilk yıllarını kutlamaya
hazırlanırken muhalefet Mısır devriminin sembolü haline gelen Tahrir Meydanında
toplanmış ve Mursi’yi istifaya davet etmiştir.
Mısır Ordusu, olayların başından itibaren yaptığı açıklamalarla olayların seyrini
değiştirmiş ve olayların içinde yer almıştır. Ordunun 1 Temmuz günü yaptığı açıklamayla
iktidar ile muhalefet arasında bir anlaşmanın sağlanması için iktidara 48 saatlik süre
vermesi muhalefetin elini güçlendirmiş ve iktidarı daha da kırılgan hale getirmiştir.9 Ordu,
3 Temmuz akşamı yönetime el koyarak ülkedeki demokrasi sürecini kesintiye uğratmıştır.
Bundan sonraki süreçte Mursi tutuklanmış ve Müslüman Kardeşler teşkilatı darbeye karşı
direnişe geçmiştir. Bu darbe karşısında başta ABD olmak üzere Batı ve özellikle AB darbe
demekten özellikle kaçınmıştır. Ülkede meydana gelen katliamlara ve hukuksuzluğa karşı
AB ses çıkarmamış sadece “endişelerini” belirtmiştir.
Bu çalışmanın temel amacı gelinen süreçte AB’nin politikasını ele almaktır. Bu
çalışmada Mısır’da gelinen son durum ele alınacak ve bu kapsamda çalışmanın başlığını
oluşturan “Üç Tarz-ı Siyaset” doğrultusunda AB’nin Mısır’daki darbe karşısında izlediği
politika AB’nin temel değerleri olan demokrasi ve insan hakları ekseninde ele alınacaktır.
Bizim buradaki amacımız AB’nin insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü
ilkeleri üzerinden Mısır’daki politikasını ve katliamlara karşı tepkisini ele almaktır. Yusuf
Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” isimli çalışmasını çağrıştıran bu başlık bize AB’nin
politikasını anlamakta kolaylık sağlayacaktır. Bu çalışmada hukukun üstünlüğü ilkesi insan
haklarıyla birlikte aynı başlık içinde yer alacaktır. AB’nin sahip olduğu en önemli değerler
arasında yer alan demokrasi ve insan hakları, hukukun üstünlüğü ile bir araya gelerek
oluşturduğu üçleme ile bize AB’nin Mısır politikasını ve katliamlara verdiği tepkiyi ( aslında
tepkisizliği ) değerlendirme imkânı sağlayacaktır.
8 A.g.e., s.13
9 Nebi Miş ve İsmail Numan Telci, “Devrimden Darbeye: Mısır’da Askeri Vesayet Dönemi”, Ortadoğu Analiz, Cilt: 5,
Sayı: 56, 2013, s. 23
Üç Tarz-ı Siyaset ve AB’nin Mısır Çıkmazı
a.) Demokrasi ve Darbe Arasında AB’nin Mısır Politikası
AB, kuruluşundan beri Avrupa kıtasında demokrasiyi kurumsallaştırmaya çalışan
bir birliktir. Özellikle Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte Doğu Avrupa devletlerinin
demokrasiye geçiş süreçlerinde büyük katkılar sunan AB, üye olmak isteyen ülkelerin de
demokratik, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne saygılı ülkeler olması gerektiği
şartlarını getirmiştir.10 Daha öncede belirttiğimiz üzere AB, Barcelona Süreci ile birlikte bu
ilkeleri Kıta Avrupası’nın dışına da transfer etmek istemiş ve bunun için bazı çalışmalar
yürütmüştür. Bu çerçevede AKP ve Akdeniz Birliği’ni de oluşturan birlik kendi bölgesine
yakın ülkelerde demokrasiye geçişi sağlamaya yönelik politikalara da önem vermiştir. Arap
Baharıyla birlikte en çok merak edilen sorulardan birisi de AB’nin Doğu Avrupa’daki
demokrasiye geçiş sürecinde üstlendiği role benzer bir rolü Arap Devrimleri ile birlikte
Ortadoğu’daki demokratik dönüşümde üstlenip üstlenmeyeceğiydi.
2004 yılında imzalanan AKP anlaşması ile AB ve Ortadoğu ülkelerinin ilişkileri daha
da gelişmiştir. Bu yakınlaşmanın sonucunda birçok alanda Ortadoğu ülkeleri ile işbirliği
kuran ve bunun devamını isteyen Batı, Arap Baharının başlangıcında Ortadoğu halklarını
karşısına almamak için “bekle-gör” taktiği izlemiş ve genel olarak halka karşı yapılan şiddeti
kınamıştır. Tunus’taki Yasemin Devriminin başarıyla sonuçlanması ve bu halk
hareketlerinin Libya ve Mısır gibi ülkelere sıçraması sonrasında AB, halkın isteklerine cevap
verilmesi gerektiğini belirtmiş ve demokrasiye geçişi desteklemiştir. Mısır’da Mübarek’in
devrilmesinden sonra yönetimin Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’ne devredilmesi
sonrasında AB, ülkede bir an önce demokratik seçimlerin yapılması gerektiğini belirtmiştir.
Mısır’daki ilk demokratik seçimlerin yapılmasında önemli bir rol üstlenmeye çalışan
AB, seçimlerden sonra bu desteğini yeterince devam ettirememiştir. İslami bir geleneğin
temsilcisi konumunda olan Müslüman Kardeşlerin tarihlerinde ilk defa Ortadoğu’da
seçimleri kazanarak iktidara gelmesi AB tarafında birçok konuda endişeli bir durumun
ortaya çıkmasına neden olmuştur. Batılı devletler Mısır üzerindeki hâkimiyetlerini
kaybedecekleri korkusunu yaşamışlardır. Çünkü Müslüman Kardeşlerin sahip olduğu İslami
söylem ve bir yıllık iktidarları döneminde izledikleri dış politika Batılı devletlerin şimdiye
kadar alışık oldukları Mısırlı siyasi liderlerin siyasetinden de farklı olmuştur. Bu yüzden
hem ABD, İsrail ve Suudi Arabistan hem de Avrupa Birliği, Müslüman Kardeşlerin izledikleri
politikalardan memnun olmamışlardır. Mübarek rejiminin aksine Mursi yönetiminin
10
Kopenhag Kriterlerine bkz. Kopenhag Kriterleri, http://www.milliyet.com.tr/content/belge/kopenhag.html
politikaları eskiden beri var olan Mısır-Batı ittifakını zedeleyebileceği endişesini ortaya
çıkmıştır. AB, demokrasiye geçiş sürecinde Mısır’da yapılması gereken reformlara ve
iktidara güçlü bir destek sağlamamıştır. AB, İhvan Hareketini genel anlamda Mısır’ın iç
politikadaki aktörlerinin, medyanın, yargının ve askeriyenin yaratığı algı üzerinden okumuş
ve demokrasiye geçiş sürecinde Mısır’a gerekli desteği sağlamamıştır. Bu durumda
Mısır’daki demokratik dönüşüm sürecini daha da kırılgan hale getirmiş ve 3 Temmuz
2013’de askeri darbeyle sonuçlanmıştır.
3 Temmuz’daki darbe sonrasında ABD ve Körfez ülkeleri Mısır’daki darbeyi, darbe
olarak nitelendirmekten kaçınmıştır. AB’de yaptığı açıklamayla bu ülkelere benzer bir
tutum sergileyerek Mısır’da ordunun yönetime el koymasını “darbe” olarak
nitelendirmemiştir. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine
Ashton Mısır’da ordunun yönetime el koymasının ardından yaptığı açıklamada “Mısır’ın
bütün tarafları serbest ve adil bir cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin yapılması
ve anayasanın onaylanması dahil demokratik sürece dönmeye zorluyorum. Bunlar ülkenin
kaldığı yerden devam edebilmesi ve demokratik dönüşümünü tamamlayabilmesi için
tamamen kapsayıcı yaklaşımla yapılmalı” ifadelerini kullanmıştır.11 AB Komisyonunun bir
sözcüsü ise darbeye giden süreci değerlendirirken “Mısır’da ordunun, gerginlik ve
kutuplaşmanın yükselmesi sebebiyle ve Mısır halkının önemli bir çoğunluğunun desteğiyle
harekete geçtiğini” belirtmiştir. 12 Aynı şekilde Avrupa Parlamentosunda yapılan
konuşmalarda genel olarak “Mursi iktidarının halkın beklentilerine cevap veremediği ve
ülkede gereken reformları yapmadığı” fikri ön plana çıkmış ve darbeye kısık bir sesle tepki
gösterilmiştir. Almanya Dışişleri Bakanı Westerwelle, Mısır’daki gelişmeleri “demokrasi için
çok büyük bir gerileme” olarak nitelendirmiş ve Mısırın tekrar anayasal düzene geçmesi
çağrısında bulunmuştur.13 AB’nin demokrasi ilkeleriyle çelişen bu açıklamalar aslında
AB’nin de bölgede “istikrar” ve “insan hakları” arasında ikilemde kaldığını gösteriyor.14
Demokrasiye doğru bir dönüşümün yaşanmaya başladığı Mısır gibi ülkelerde iktidara gelen
yeni partilerin Batı ile ilişkilerine hangi düzeyde önem verecekleri, dönüşüm
tamamlandıktan sonra Batının bölgedeki çıkarlarını koruyup koruyamayacağı ve “siyasal
İslam” gibi endişeleri Batının eskiden beri var olan “istikrarı” da tercih edebileceği
yorumlarına neden olabilmektedir.
AB’nin Mısır ordusu üzerinde ABD kadar etkili olamaması darbe sonrasında ülkede
kontrolü elinde bulunduran askerin üzerinde yeterince baskı oluşturamamasına neden
11
AB’de Mısır Çatlağı (Mısır son durum), Bugün, 4 Temmuz 2013
12 AB: Mısır Ordusu’nun halkın desteğiyle harekete geçtiği anlaşılıyor, Zaman, 5 Temmuz 2013
13 Mısır’ın demokrasisi için bu ciddi bir gerilemedir, Zaman, 4 Temmuz 2013
14 Batı’nın Mısır Çıkmazı, Deutsche Welle Türkçe, 23 Ağustos 2013
olmuştur. Bunun yanı sıra AB’nin darbeye karşı takındığı tavır Müslüman Kardeşler
tarafından eleştirilmesi de AB’nin ülkede üstlenebileceği rolü zayıflatmıştır. İsveç Dışişleri
Bakanı Bildt’ göre AB, fırsat olduğunda çözüm için bir rol üstlenebilmek adına tüm
taraflarla görüşmeye ve iletişim kanallarını açık tutmaya çalışacaktır.15 Avrupa Birliği, AB
Dışişleri Yüksek Temsilcisi Catherina Ashton ve AB’nin Güney Akdeniz özel temsilcisi
Bernardino Leon aracılığıyla taraflar arasında arabuluculuk yapmak için önemli bir rol
üstlenmek istemiştir. Ancak Mısır’da ordunun sivil halka yönelik şiddeti ve katliamlar bu işi
daha da zorlaştırmıştır. Ülkede sivil halka yönelik katliamlar AB’nin de politikasında bazı
değişiklikler meydana getirmiştir.
b.) AB ve Mısır’daki Katliamlar
Mısır’da ordunun darbe yaparak ülkenin ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı olan
Muhammed Mursi’yi devirmesinden sonra darbe karşıtları Rabiat’ül Adeviyye Meydanında
toplanarak darbeyi protesto etmiş ve Mursi dönmeyene kadar meydanlardan
çekilmeyeceklerini açıklamışlardı. Darbeden sonra ülke genelinde artan çatışmalarda can
kayıpları yaşanmış ve darbenin ilk iki günü 17 kişi hayatını kaybetmişti. AB Dış İlişkiler ve
Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Ashton’ın “tüm tarafların temsil edildiği bir geçiş
süreci için çaba gösterilmesi” yönündeki çağrısına rağmen Mısır ordusu ve güvenlik
birimleri tarafından İhvan’ın önde gelen liderleri tutuklanmış ve Mursi gözaltına alınmıştır.
Mısır ordusu darbenin ilk günü başta ülkenin ilk demokratik yollardan seçilmiş
Cumhurbaşkanı olan Mursi ve ekibi olmak üzere 300 kişiyi tutuklamıştır. AB, bu
tutuklamalara tepki göstermişse de bir sonuç elde edememiştir. Darbeye karşı ülkede
başlayan gösteriler sonucunda can kayıpları giderek artmış ve darbenin beşinci gününde
Mursi’nin tutulduğu iddia edilen karargâhın önünde namaz kılan göstericilere askerler
tarafından ateş açılmış ve 53 kişi hayatını kaybetmiştir.16 AB, Mısır’da meydana gelen bu
katliamları “endişe verici” olarak karşıladığını açıklamış ve olayları kınamıştır. Avrupa
Parlamentosu Başkanı Martin Schulz da Mısır’da halka ateş açılmasını kınamış ve “Mısır’da
artan ölümcül çatışmalar dehşet verici ve şok edicidir” demiştir.17
AB, bu katliamlardan sonra 14 Temmuz’da Avrupa Birliğine üye olan bütün
devletlerin ortak açıklaması ile orduyu uyarmıştır. Ashton’ın yaptığı açıklamada “Mısır’ın
hızla meşru bir hükümete ve halkın sosyo-ekonomik ve demokratik özlemlerini karşılayan
demokratik yapılara dönmesi son derece önemlidir” uyarısında bulunulmuştur.18 AB, bu
15
Bildt: AB’nin Mısır’daki ahlaki pozisyonu net, çözüm için iletişim kanalları açık tutulmalı, EurActive.com, 16 Ağustos 2013
16 Mısır’da Katliam, Zaman, 9 Temmuz 2013
17 AB’den Mısır’a Kınama, Hürriyet, 9 Temmuz 2013
18 AB’den Mısır için geri adım sinyali, Ntvmsnbc, 14 Temmuz 2013
açıklamasında hukukun üstünlüğüne, insan haklarına ve adil yargılanma hakkına tam saygı
istemiştir. AB’nden gelen bu açıklama darbe sonrasında orduya karşı verilen en sert mesaj
olmuştur. Kimi uzmanlar AB’nin bu açıklama ile Mısır’ın yeni yönetimini gayrimeşru ilan
ettiğini de söylemişlerdir. Mısır’daki darbe destekçileri ile darbe karşıtlarının ülke
çapındaki gösterilerinde sık sık çatışmaların yaşanması sonucu ölen kişilerin sayısı daha da
artmıştır. Temmuz ayı içerisinde iki defa Mısır’ı ziyaret eden Ashton, burada Mısır’ın yeni
geçici yönetimiyle ve darbe sonucu görevden uzaklaştırılmış Cumhurbaşkanı Mursi ile
görüşerek tarafların uzlaşması için bir takım çözüm önerileri sunmuştur. Ashton ilk ziyareti
esnasında geçici yönetimden Mursi’nin ve bütün siyasi tutukluların serbest bırakılmasını
istemiştir.19 Avrupa Birliği, AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Catherina Ashton ve AB’nin
Güney Akdeniz özel temsilcisi Bernardino Leon aracılığıyla taraflar arasında arabuluculuk
yapmak için önemli bir rol üstlenmeye çalışmış ancak başarılı olamamışlardır.
Ağustos ayında da darbe karşıtlarının protestoları devam etmiş ve gösterilerde çok
sayıda kişi hayatını kaybetmiştir. Ülkedeki en büyük katliamın gerçekleştiği tarih olarak
kayıtlara düşen 14 Ağustos’ta ise güvenlik güçleri Rabiat’ül Adeviyye ve Nahda
meydanlarındaki göstericilere müdahale etmiş ve binlerce kişi hayatını kaybetmiştir.
Mısır’da darbe sonrasında devam eden gerginlikler yerini kanlı çatışmalara ve katliamlara
bırakmıştır. Uluslararası toplumun bu katliamlar karşısında sessiz kalması da Mısır’daki
geçiş sürecine olumsuz yansımıştır. Ülkede gerçekleşen en büyük katliam olan 14 Ağustos
katliamından sonra AB’nin tavrında da bazı değişiklik meydana gelmiştir. AB Dış Politika
Temsilcisi Ashton’ın sözcüsü Mann yaptığı açıklamada katliamları “aşırı derecede endişe
verici” olarak değerlendirmiş ve Mısırlı yetkilileri sağduyulu olmaya davet etmiştir.20
Almanya Dışişleri Bakanı tarafları diyaloğa davet ederken geçici hükümetin barışçıl
gösterilere izin vermesi gerektiğini vurgulamıştır. İngiltere’nin Dışişleri Bakanı Yardımcısı
yaptığı açıklamada yaşanan olaylardan endişe duyduklarını açıklamışlardır. 21 Kanlı
katliamdan sonra AB Dışişleri Bakanları “acil olarak” toplanarak Mısır’daki geçici yönetimle
ilişkilerini gözden geçirme kararı almıştır. Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Herman Van
Rompuy ve Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, ortak bir açıklama
yayınlayarak Mısır’daki son gelişmelerin “endişe verici” olduğunu açıklamıştır. Konsey ve
Komisyon Başkanları yaptıkları açıklamada “… Hepimizin azami itidal göstermesi gerekir ve
çatışmaların sona ermesi için geçiş yönetimi ile orduya büyük sorumluluk
düştüğünün altını çizeriz. Mısır halkının demokrasi ve temel özgürlükler için
talepleri göz ardı edilemez ve kanla ortadan kaldırılamaz” ifadelerini kullanmışlardır.22
19
Ashton’dan, darbe yönetimine ‘Mursi’yi serbest bırak’ talebi, Zaman, 18 Temmuz 2013
20 Mısır’daki şiddetli müdahaleye “şiddetli” kınama, Hürriyet, 14 Ağustos 2013
21 A.g.e
22 AB dışişleri bakanları Mısır için acil olarak toplanacak, EurActiv.com, 19 Ağustos 2013
AB, bu açıklamalarla geçiş hükümetini ve orduyu ilk defa net bir biçimde uyarmış ve
katliamlara sert tepki göstermiştir. 14 Ağustos’taki katliama kadar olan süreçte AB genel
olarak Mısır’da meydana gelen olaylar karşısında “endişelerini” dile getirmekle yetinmiş ve
orduyu uyarmaktan kaçınmıştır. Bu katliamla birlikte ilk kez AB orduyu ve geçiş
hükümetini sorumluluk almaya davet etmiş ve halkın taleplerini dikkate almaları
gerektiğini vurgulamıştır. Bu katliamların ardından AB, Mısır ile ilişkilerini gözden geçirme
kararı almış ve ekonomik yaptırımlarla Mısır’daki geçiş hükümetine baskı yapmanın
sinyallerini vermiştir. AB Konseyi Başkanı Rompuy ve Avrupa Komisyonu Başkanı Barosso,
AB’nin Mısır ile olan “ekonomik ilişkilerinin şiddetin sonlandırılması için gözden
geçirilmesi” gerektiği belirtmişlerdir. Ancak AB’nin bir baskı aracı olarak kullanmak istediği
ekonomik yardımları kesme çıkışına karşılık Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve
Kuveyt Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin görevden alınmasından sonra toplamda 9
milyar Euro yardım vaadinde bulunmuştur.23 AB’nin yardımı kesme tehdidine karşılık
Körfez ülkelerinin Mısıra söz verdikleri yardım AB’nin Mısır üzerinde kurmak istediği
baskıyı da azaltmıştır.
Mısır’ın geçici yönetimi Müslüman Kardeşlerin bütün siyasi faaliyetlerini yasaklamış.
AB bunun karşısında Mısır’ın geçici hükümetinden Müslüman Kardeşlerin faaliyetlerini
yasaklama gerekçelerini izah etmelerini ve olağanüstü halin kaldırılmasını talep etmiştir.24
Ancak Avrupa Birliği’nin Mısır’da üstlenmeye çalıştığı rol taraflarca yeterince kabul
görmemiş ve Avrupa Birliği sorunların çözümünde yeterince etkili olamamıştır. AB, darbe
karşısında sessiz kalmış ve bu durum daha sonraki süreçte ülkede meydana gelen
katliamların etkisi ile değişmeye başlamışsa da gereken düzeyde etkili olmamıştır. AB’nin
ülkede meydana gelen katliamlara karşı Mısır’daki geçiş hükümeti üzerinde baskı kurma
girişimleri Körfez ülkelerinin de desteğiyle zayıf düşürülmüş ve AB, Mısır’da katliamların
durdurulması konusunda etkili politikalar üretememiştir. Mısır’da yapılan katliamlar
sonucunda üç bini aşkın insan öldürülmüş ve on bini aşkın insan da yaralanmıştır. Darbenin
yapıldığı 3 Temmuz tarihinden itibaren darbeyi darbe olan nitelemeyen AB, aynı zamanda
Avrupa Kıtası’nda öncüsü olduğu demokrasi, insan hakları ve ifade özgürlüğünün de
Mısır’da zarar görmesine seyirci kalmıştır.
Sonuç
2011 yılında Arap Baharı Tunus’ta başladığında başta otoriter rejimlerin bulunduğu
ülkeler olmak üzere bütün Ortadoğu’da büyük bir dönüşüme neden olacağı öngörülüyordu.
Tunus, Mısır, Libya ve Yemen gibi ülkelerde otoriter rejimlerin yıkılması da bu tezi
desteklemiştir. Mısır devriminden sonra yapılan demokratik seçimleri kazanarak iktidara
23
Fikret Aydemir, AB’nin Mısır Çaresizliği, Akşam, 26 Ağustos 2013
24 Ashton’un Mısırlı yetkililerle görüşmesi, Turkish IRIB, 3 Ekim 2013
gelen Müslüman Kardeşler ülkede demokratik dönüşümü sağlamaya çalışmıştır. Ülkede
Mübarek rejimi yıkılmış olmasına rağmen yargı, ordu, kamu kurumları ve diğer önemli bir
çok kurum yıllarca otoriter bir şekilde ülkeyi yöneten Mübarek rejimi döneminin otoriter
yerleşik düzenini yansıtmaya devam etmiştir. Ordu ve yargı birimleri ellerinde
bulundurdukları güçle Mursi’nin izlemeye çalıştığı politikaları engellemeye devam
etmişlerdir. Uluslararası toplum ve AB, Mısır’ın demokratik dönüşümünde gerekli desteği
sunamamıştır. Doğu Avrupa’nın demokratik dönüşümünde önemli rol üstlenen AB, Mısır’ın
demokratik dönüşümü konusunda etkili bir rol üstlenmemiştir. Mursi’nin izlediği
politikalardan rahatsız olan muhalefet kesimlerinin başlattığı gösteriler ve yargının
parlamentoyu feshetmesi devrimin ardından ülkede yeni bir krizin doğmasına neden
olduğu gibi Mursi yönetiminin de bu kararlara uymaması ve anayasa değişikliğini tüm
baskılara rağmen referanduma götürmesi ülkedeki krizi daha da derinleştirmiştir. Haziran
ayında Mursi yönetimine karşı başlayan gösteriler 3 Temmuz’da ordunun darbesiyle
sonuçlanmıştır. Ordunun ülkede gerçekleştirdiği darbeye karşı Müslüman Kardeşlerin
başlattığı direnişe ordunun sert müdahalesi ve göstericilere karşı giriştiği katliamlar
karşısında AB ve ABD başta olmak üzere uluslararası toplum sessiz kalmıştır. Ülkede
demokratik yollardan seçilmiş olan Mursi yönetiminin darbe sonucunda devrilmesi
karşısında AB sessiz kalmış ve darbeyi “darbe” olarak nitelemekten kaçınmıştır. Daha
sonraki süreçte ülkedeki krizin çözümü konusunda ordu ile Müslüman Kardeşler arasında
arabulucu olmaya çalışan AB, darbe sürecinde izlediği politikalarından ve ordunun üzerinde
yeterli baskıyı oluşturamadığından dolayı taraflar arasında uzlaşmanın ortaya çıkmasını
sağlayamamıştır. Gelinen süreçte darbe yönetimi ve onu destekleyen kesimler ülkede
demokrasi sürecini kesintiye uğratmış ve Mısır’da krizin derinleşmesine neden olmuştur.
AB ve uluslararası toplumun darbe karşısında sessiz kalması darbe yönetimine bir
“meşruluk” kazandırmıştır. Mısır’ın içinde bulunduğu kriz Arap Baharıyla birlikte bölgede
gerçekleşmesi beklenen değişimi de olumsuz etkilemiştir. Uzun yıllar boyunca Arap
coğrafyasında liderlik etmiş olan Mısır’ın içinde bulunduğu kriz ve bu krizin daha uzun
sürebileceği endişesi Mısır’ı ve bölgeyi kısa vadede olumsuz etkilemeye devam edecektir.