AB'NİN ÜÇ TARZ-I SİYASETİ: MISIR’DAKİ DARBEYE VE KATLİAMLARA BAKIŞI

10
AB'NİN ÜÇ TARZ-I SİYASETİ: MISIR’DAKİ DARBEYE VE KATLİAMLARA BAKIŞI* Mesut ÖZCAN- Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Lisans Öğrencisi ÖZET Bu çalışmanın temel amacı gelinen süreçte AB’nin Mısır politikasını ele almaktır. Bu çalışmada Mısır’da gelinen son durum ele alınacak ve bu kapsamda AB’nin Mısır’daki darbe karşısında izlediği politika AB’nin temel değerleri olan demokrasi ve insan hakları ekseninde ele alınacaktır. Bizim buradaki amacımız AB’nin insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkeleri üzerinden Mısır’daki politikasını ve katliamlara karşı tepkisini ele almaktır. Bu çalışmada hukukun üstünlüğü ilkesi insan haklarıyla birlikte aynı başlık içerisinde yer alacaktır. AB’nin sahip olduğu en önemli değerler arasında yer alan demokrasi ve insan hakları, hukukun üstünlüğü ile bir araya gelerek oluşturduğu üçleme ile bize AB’nin Mısır politikasını ve katliamlara verdiği tepkiyi değerlendirme imkânı sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: Mısır, AB, demokrasi, darbe, katliamlar, Müslüman Kardeşler Giriş: Avrupa Birliği'nin kuruluş serüvenini bilenler, AB'nin bugün sahip olduğu kurumsal yapıya ve değerlere nasıl ulaştığını da bilirler. II. Dünya Savaşı'nın Avrupa'da yarattığı yıkımın etkilerini silmek ve Avrupa kıtasında barış ve güvenliği sağlamak amacı ile bir araya gelen Avrupalı devletler çok boyutlu birliğin de temellerini atmışlardır. Birlik başlangıçta ekonomik ve ticari işbirliğini artırmak amacıyla kurulmuşsa da zamanla siyasi ve politik alanlarda da bütünleşmeyi sağlamaya başlamıştır. Soğuk Savaşın sona ermesi ve Avrupa için en büyük tehdit olarak görülen Sovyetler Birliği'nin yıkılması Avrupa Birliği’nin politikalarında da değişiklik meydana getirmiştir. İlk olarak 1970'li yıllarda AB genişleme

Transcript of AB'NİN ÜÇ TARZ-I SİYASETİ: MISIR’DAKİ DARBEYE VE KATLİAMLARA BAKIŞI

AB'NİN ÜÇ TARZ-I SİYASETİ: MISIR’DAKİ DARBEYE VE KATLİAMLARA BAKIŞI*

Mesut ÖZCAN- Sakarya Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Lisans Öğrencisi

ÖZET

Bu çalışmanın temel amacı gelinen süreçte AB’nin Mısır politikasını ele almaktır. Bu

çalışmada Mısır’da gelinen son durum ele alınacak ve bu kapsamda AB’nin Mısır’daki darbe

karşısında izlediği politika AB’nin temel değerleri olan demokrasi ve insan hakları

ekseninde ele alınacaktır. Bizim buradaki amacımız AB’nin insan hakları, demokrasi ve

hukukun üstünlüğü ilkeleri üzerinden Mısır’daki politikasını ve katliamlara karşı tepkisini

ele almaktır. Bu çalışmada hukukun üstünlüğü ilkesi insan haklarıyla birlikte aynı başlık

içerisinde yer alacaktır. AB’nin sahip olduğu en önemli değerler arasında yer alan

demokrasi ve insan hakları, hukukun üstünlüğü ile bir araya gelerek oluşturduğu üçleme ile

bize AB’nin Mısır politikasını ve katliamlara verdiği tepkiyi değerlendirme imkânı

sağlayacaktır.

Anahtar Kelimeler: Mısır, AB, demokrasi, darbe, katliamlar, Müslüman Kardeşler

Giriş:

Avrupa Birliği'nin kuruluş serüvenini bilenler, AB'nin bugün sahip olduğu kurumsal

yapıya ve değerlere nasıl ulaştığını da bilirler. II. Dünya Savaşı'nın Avrupa'da yarattığı

yıkımın etkilerini silmek ve Avrupa kıtasında barış ve güvenliği sağlamak amacı ile bir araya

gelen Avrupalı devletler çok boyutlu birliğin de temellerini atmışlardır. Birlik başlangıçta

ekonomik ve ticari işbirliğini artırmak amacıyla kurulmuşsa da zamanla siyasi ve politik

alanlarda da bütünleşmeyi sağlamaya başlamıştır. Soğuk Savaşın sona ermesi ve Avrupa

için en büyük tehdit olarak görülen Sovyetler Birliği'nin yıkılması Avrupa Birliği’nin

politikalarında da değişiklik meydana getirmiştir. İlk olarak 1970'li yıllarda AB genişleme

hamlelerini başlatmış ve Doğu Bloğunun yıkılması ile birlikte Doğu Avrupa devletlerinin de

birliğe katılımının yolu açılmıştır. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra süper güç haline

gelen ABD’nin karşısında AB dengeleyici bir rol üstlenmeye çalışmış ve bu yüzden

politikalarında da değişiklikler yapmıştır. Bu döneme kadar Avrupa kıtasında barış ve

istikrar arayışında olan AB, bu dönemden sonra dünya siyasetinde önemli bir rol

üstlenmeye çalışmıştır.

Soğuk Savaşın sona ermesi ile hız verdiği genişleme politikasına 1995 yılında yeni

üyelerin de katılımıyla devam eden AB, yeni bir politik söylemle Avrupa kıtasının dışında da

politika üretmeye başlamıştır. Avrupa Kıtasında geniş bir istikrar alanı oluşturmaya çalışan

AB, 1995 yılında kabul edilen Barselona Süreci kapsamında Akdeniz’e komşu olan

devletlerle ilişkilerini geliştirmeyi amaçlamıştır.1 Buradaki temel amaç Akdeniz’e komşu

olan devletlerle ekonomik ilişkileri geliştirmek, siyasal ve güvenlik alanlarında işbirliğine

gidecek yolun önünü açmaktır. Barselona Süreci kapsamında birçok Ortadoğu devleti ile

ekonomik ilişkilerini geliştirme imkânı bulmuş ve 2003 yılında buna paralel olarak Avrupa

Komşuluk Politikasının (AKP) temellerini atmış ve 2004 yılında imzaladığı Strateji Belgesi

ile de AKP’nin uygulama yöntemlerini belirlemiştir.2 Buna göre AB, kendisine yakın olan

devletlerle işbirliğini artıracaktır. Burada AB’nin temel amacı Avrupa’da entegrasyonu

sağladıktan sonra Avrupa kıtasının dışında yer alan komşu ülkelerle ilişkileri geliştirmektir.

Bu politikaya dâhil olan devletler genel olarak Ermenistan, Azerbaycan, Mısır, Belarus,

Cezayir, Gürcistan, İsrail, Ürdün, Libya, Moldova, Fas, Filistin, Suriye, Tunus, Ukrayna’dır.

Burada temel amaç siyasi işbirliğini artırmak, özgürlüklerin ve demokrasinin yayılmasını

sağlamak, ekonomik ilişkileri geliştirmek, komşu ülkelerin kalkınmasına destek olmak,

çevre, silahlanma ve terörizm konularında ortak çalışmalar yürütmektir.3 2000’li yılların

başından itibaren komşu ülkelerle ekonomik ve siyasi konularda işbirliğine daha fazla

önem vermeye başlayan AB, 2007’de de Avrupa Komşuluk ve Ortaklık Aracı oluşturmuş ve

Avrupa kıtasının dışında yer alan ülkeler için kullanılmak üzere 12 milyar Euro ayırmıştır.4

*Bu makalenin başlığını oluşturan “Üç Tarz-ı Siyaset” ismi Yusuf Akçura’nın çalışmasıyla isim benzerliği olan bir çalışmadır. Akçura’nın çalışması için bkz. Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Ankara, Türk Dil Kurumu Basımevi, 1987. Ayrıca bu çalışmada, Ali Balcı’nın Türkiye’nin AB üyeliğine bakışını İslamcı, laik ve Kürt bloklar temelinde ele alan makalesi bizim için bir örnek olmuştur. Ancak bu çalışmamızda ele alınan konu ve kullanılan yöntem farklıdır. Ali Balcı’nın makalesi için bkz. Ali Balcı, Türkiye’de Üç Tarz-ı AB Siyaseti: Post-Yapısalcı Bir Okuma, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt:9, Sayı:35, ss. 1-19, 2013

1 Barselona Süreci Kapsamında AB-Akdeniz Ticari İlişkileri, Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı, http://www.ekonomi.gov.tr/avrupabirligi/index.cmf? 2 Senem Aydın Düzgit, “Avrupa Birliği Genişlemesi ve Komşuluk Politikası”, Avrupa Birliği’ne Giriş, der. Ayhan Kaya,

İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2013, s.51

3 A.g.e, s.51

4 A.g.e, s.53

1995 yılında başlatılan Barselona Sürecinin bir devamı niteliğinde olan ve Fransa

Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin önerisi ile 2008’de oluşturulan Akdeniz Birliği ( Union for the

Mediterranean )’nin temel amacı da Akdeniz’e komşu olan devletler ile ekonomik, siyasi,

terörizm ve ağırlıklı olarak çevre konularında ortak çalışmaktır.5

AB, özellikle ekonomik, siyasi ve güvenlik açısından Akdeniz’e kıyısı olan devletlerle

ilişkilerini geliştirmeye önem vermiştir. Bu çerçevede AB, Akdeniz’in ve Ortadoğu’nun en

önemli ülkelerinden biri olan Mısır ile de ilişkilerini geliştirmeye büyük bir önem vermiştir.

Mısır ile Avrupalı devletlerin ilişkileri de uzun bir geçmişe sahiptir. AB ile Mısır arasındaki

ekonomik ve siyasi ilişkiler özellikle de Hüsnü Mübarek döneminde gelişmeye başlamıştır.

Bunun temel sebeplerinden birisi Mübarek’in Batılı devletlerin çıkarlarıyla uyumlu olan bir

dış politika izlemesi ve AB’nin de Mısır ile ekonomik, siyasi ve güvenlik konularında

işbirliğine önem vermesidir. Mübarek’in Batılı devletlerle ile işbirliğine önem vermesi, onun

otuz yıl boyunca devam eden iktidarı boyunca destek görmesini ve demokratik seçimlerle

gelmemiş olmasına rağmen iktidarının sorgulanmamasını sağlamıştır.

Mübarek, otuz yıllık iktidarı boyunca halktan gelen talepleri göz ardı etmiş ve kendi

iktidarını güçlendirmeye çalışmıştır. Bu durum da 2010’nun başında Tunus’ta başlayan halk

hareketlerinin Mısır’ı da etkilemesine ve halkın Tahrir Meydanında toplanarak Mübarek’i

istifaya çağırmasını tetiklemiştir. Ülkede yaklaşık bir ay süren olayların ardından Mübarek

istifa ederek yetkilerini Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’ne devretmiştir. Mısır halkı, Arap

Baharıyla birlikte ülkedeki otoriter rejime son vererek demokrasiye geçişte büyük rol

oynamıştır. Ülkede yapılan ilk demokratik seçimleri Müslüman Kardeşlerin siyasi partisi

olan Hürriyet ve Adalet Partisi kazanarak iktidara gelmiştir. Ülkenin demokratik yollarla

seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi, iktidara geldikten sonra ülkenin içinde

bulunduğu siyasi ve ekonomik krizlere karşı bir takım reformlar gerçekleştirmeye

çalışmıştır. Ancak, Mursi’nin ortaya koyduğu siyaset, yargı ve ordu bürokrasisi tarafından

kırılmaya çalışılmıştır.6 Mısır’da ve Ortadoğu’nun birçok ülkesinde köklü bir geleneğe

sahip olan Müslüman Kardeşler, her ne kadar uzun bir geçmişe sahip olsalar da daha önce

tarihin hiçbir döneminde iktidar gücünü ellerinde bulunduramamışlardır. Tarihlerinde ilk

defa demokratik bir seçim sonucu iktidara gelmiş olan Müslüman Kardeşler, acemiliklerinin

de etkisi ile Mısır iç siyasetinde bazı hatalar da yapmışlardır. Ancak şurası bir gerçek ki,

Müslüman Kardeşlerin izlemeye çalıştığı siyaset Mısır’ın “yerleşik düzeni” tarafından

sürekli bir engellemeyle de karşılaşmıştır. Mısır’da devrimle birlikte iktidar değişikliği

olmuş ancak Mısır’daki otoriter devlet yapısı Mübarek döneminden kalan otoriter rejimden

beslenmeye devam etmiştir.7 Bunu biraz açmamız gerekirse Mısır’da eskiden beri var olan

5 A.g.e, s.54

6 Nebi Miş ve İ. Numan Kurtulmuş, Devrime Darbe: Mısır’da Askeri Vesayet Dönemi, Star, 6 Temmuz 2013

7 Nebahat Tanrıverdi O Yaşar, “Geçmişin Gölgesinde Mısır’da Darbe”, ORSAM, ORSAM Rapor No: 168, 2013, s.15

askeri bürokrasinin üstünlüğü düşüncesi devrimden sonra kendini “siyaset üstü” bir

konuma taşımıştır. Mısır’daki büyük petrol şirketleri, fabrikalar vs. gibi önemli kurumların

başında genel olarak eski emekli askerler ve elit gruplar bulunmuş ve bulunmaya devam

etmiştir. Yerleşik düzenin içerisinde yer alan üçüncü ve en önemli aktörlerden birisi ise

Mısır’daki yargı bürokrasisidir. Mursi’nin iç politikadaki alanını daraltan iç aktörler ( asker,

yargı ve medya) Yaşar’ın da belirtiği üzere yargının eliyle Mısır iç siyasetinde “yumuşak

bir darbe” yaparak meclisi feshetti ve yeniden seçimlere gidilmesi kararı aldı.8 Mursi

bunun karşısında bir kararname ile bütün yetkileri kendisinde topladı. Bu durum muhalif

gruplar tarafından “Mursi’nin Mübarek gibi otoriter olmaya çalışması” olarak algılandı ve

Mursi’ye karşı olan cephe genişledi ve ülkede 2013’ün başından itibaren Mursi’ye karşı

protestolar başlamıştır. Müslüman Kardeşler, iktidardaki ilk yıllarını kutlamaya

hazırlanırken muhalefet Mısır devriminin sembolü haline gelen Tahrir Meydanında

toplanmış ve Mursi’yi istifaya davet etmiştir.

Mısır Ordusu, olayların başından itibaren yaptığı açıklamalarla olayların seyrini

değiştirmiş ve olayların içinde yer almıştır. Ordunun 1 Temmuz günü yaptığı açıklamayla

iktidar ile muhalefet arasında bir anlaşmanın sağlanması için iktidara 48 saatlik süre

vermesi muhalefetin elini güçlendirmiş ve iktidarı daha da kırılgan hale getirmiştir.9 Ordu,

3 Temmuz akşamı yönetime el koyarak ülkedeki demokrasi sürecini kesintiye uğratmıştır.

Bundan sonraki süreçte Mursi tutuklanmış ve Müslüman Kardeşler teşkilatı darbeye karşı

direnişe geçmiştir. Bu darbe karşısında başta ABD olmak üzere Batı ve özellikle AB darbe

demekten özellikle kaçınmıştır. Ülkede meydana gelen katliamlara ve hukuksuzluğa karşı

AB ses çıkarmamış sadece “endişelerini” belirtmiştir.

Bu çalışmanın temel amacı gelinen süreçte AB’nin politikasını ele almaktır. Bu

çalışmada Mısır’da gelinen son durum ele alınacak ve bu kapsamda çalışmanın başlığını

oluşturan “Üç Tarz-ı Siyaset” doğrultusunda AB’nin Mısır’daki darbe karşısında izlediği

politika AB’nin temel değerleri olan demokrasi ve insan hakları ekseninde ele alınacaktır.

Bizim buradaki amacımız AB’nin insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü

ilkeleri üzerinden Mısır’daki politikasını ve katliamlara karşı tepkisini ele almaktır. Yusuf

Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” isimli çalışmasını çağrıştıran bu başlık bize AB’nin

politikasını anlamakta kolaylık sağlayacaktır. Bu çalışmada hukukun üstünlüğü ilkesi insan

haklarıyla birlikte aynı başlık içinde yer alacaktır. AB’nin sahip olduğu en önemli değerler

arasında yer alan demokrasi ve insan hakları, hukukun üstünlüğü ile bir araya gelerek

oluşturduğu üçleme ile bize AB’nin Mısır politikasını ve katliamlara verdiği tepkiyi ( aslında

tepkisizliği ) değerlendirme imkânı sağlayacaktır.

8 A.g.e., s.13

9 Nebi Miş ve İsmail Numan Telci, “Devrimden Darbeye: Mısır’da Askeri Vesayet Dönemi”, Ortadoğu Analiz, Cilt: 5,

Sayı: 56, 2013, s. 23

Üç Tarz-ı Siyaset ve AB’nin Mısır Çıkmazı

a.) Demokrasi ve Darbe Arasında AB’nin Mısır Politikası

AB, kuruluşundan beri Avrupa kıtasında demokrasiyi kurumsallaştırmaya çalışan

bir birliktir. Özellikle Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte Doğu Avrupa devletlerinin

demokrasiye geçiş süreçlerinde büyük katkılar sunan AB, üye olmak isteyen ülkelerin de

demokratik, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne saygılı ülkeler olması gerektiği

şartlarını getirmiştir.10 Daha öncede belirttiğimiz üzere AB, Barcelona Süreci ile birlikte bu

ilkeleri Kıta Avrupası’nın dışına da transfer etmek istemiş ve bunun için bazı çalışmalar

yürütmüştür. Bu çerçevede AKP ve Akdeniz Birliği’ni de oluşturan birlik kendi bölgesine

yakın ülkelerde demokrasiye geçişi sağlamaya yönelik politikalara da önem vermiştir. Arap

Baharıyla birlikte en çok merak edilen sorulardan birisi de AB’nin Doğu Avrupa’daki

demokrasiye geçiş sürecinde üstlendiği role benzer bir rolü Arap Devrimleri ile birlikte

Ortadoğu’daki demokratik dönüşümde üstlenip üstlenmeyeceğiydi.

2004 yılında imzalanan AKP anlaşması ile AB ve Ortadoğu ülkelerinin ilişkileri daha

da gelişmiştir. Bu yakınlaşmanın sonucunda birçok alanda Ortadoğu ülkeleri ile işbirliği

kuran ve bunun devamını isteyen Batı, Arap Baharının başlangıcında Ortadoğu halklarını

karşısına almamak için “bekle-gör” taktiği izlemiş ve genel olarak halka karşı yapılan şiddeti

kınamıştır. Tunus’taki Yasemin Devriminin başarıyla sonuçlanması ve bu halk

hareketlerinin Libya ve Mısır gibi ülkelere sıçraması sonrasında AB, halkın isteklerine cevap

verilmesi gerektiğini belirtmiş ve demokrasiye geçişi desteklemiştir. Mısır’da Mübarek’in

devrilmesinden sonra yönetimin Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’ne devredilmesi

sonrasında AB, ülkede bir an önce demokratik seçimlerin yapılması gerektiğini belirtmiştir.

Mısır’daki ilk demokratik seçimlerin yapılmasında önemli bir rol üstlenmeye çalışan

AB, seçimlerden sonra bu desteğini yeterince devam ettirememiştir. İslami bir geleneğin

temsilcisi konumunda olan Müslüman Kardeşlerin tarihlerinde ilk defa Ortadoğu’da

seçimleri kazanarak iktidara gelmesi AB tarafında birçok konuda endişeli bir durumun

ortaya çıkmasına neden olmuştur. Batılı devletler Mısır üzerindeki hâkimiyetlerini

kaybedecekleri korkusunu yaşamışlardır. Çünkü Müslüman Kardeşlerin sahip olduğu İslami

söylem ve bir yıllık iktidarları döneminde izledikleri dış politika Batılı devletlerin şimdiye

kadar alışık oldukları Mısırlı siyasi liderlerin siyasetinden de farklı olmuştur. Bu yüzden

hem ABD, İsrail ve Suudi Arabistan hem de Avrupa Birliği, Müslüman Kardeşlerin izledikleri

politikalardan memnun olmamışlardır. Mübarek rejiminin aksine Mursi yönetiminin

10

Kopenhag Kriterlerine bkz. Kopenhag Kriterleri, http://www.milliyet.com.tr/content/belge/kopenhag.html

politikaları eskiden beri var olan Mısır-Batı ittifakını zedeleyebileceği endişesini ortaya

çıkmıştır. AB, demokrasiye geçiş sürecinde Mısır’da yapılması gereken reformlara ve

iktidara güçlü bir destek sağlamamıştır. AB, İhvan Hareketini genel anlamda Mısır’ın iç

politikadaki aktörlerinin, medyanın, yargının ve askeriyenin yaratığı algı üzerinden okumuş

ve demokrasiye geçiş sürecinde Mısır’a gerekli desteği sağlamamıştır. Bu durumda

Mısır’daki demokratik dönüşüm sürecini daha da kırılgan hale getirmiş ve 3 Temmuz

2013’de askeri darbeyle sonuçlanmıştır.

3 Temmuz’daki darbe sonrasında ABD ve Körfez ülkeleri Mısır’daki darbeyi, darbe

olarak nitelendirmekten kaçınmıştır. AB’de yaptığı açıklamayla bu ülkelere benzer bir

tutum sergileyerek Mısır’da ordunun yönetime el koymasını “darbe” olarak

nitelendirmemiştir. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine

Ashton Mısır’da ordunun yönetime el koymasının ardından yaptığı açıklamada “Mısır’ın

bütün tarafları serbest ve adil bir cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin yapılması

ve anayasanın onaylanması dahil demokratik sürece dönmeye zorluyorum. Bunlar ülkenin

kaldığı yerden devam edebilmesi ve demokratik dönüşümünü tamamlayabilmesi için

tamamen kapsayıcı yaklaşımla yapılmalı” ifadelerini kullanmıştır.11 AB Komisyonunun bir

sözcüsü ise darbeye giden süreci değerlendirirken “Mısır’da ordunun, gerginlik ve

kutuplaşmanın yükselmesi sebebiyle ve Mısır halkının önemli bir çoğunluğunun desteğiyle

harekete geçtiğini” belirtmiştir. 12 Aynı şekilde Avrupa Parlamentosunda yapılan

konuşmalarda genel olarak “Mursi iktidarının halkın beklentilerine cevap veremediği ve

ülkede gereken reformları yapmadığı” fikri ön plana çıkmış ve darbeye kısık bir sesle tepki

gösterilmiştir. Almanya Dışişleri Bakanı Westerwelle, Mısır’daki gelişmeleri “demokrasi için

çok büyük bir gerileme” olarak nitelendirmiş ve Mısırın tekrar anayasal düzene geçmesi

çağrısında bulunmuştur.13 AB’nin demokrasi ilkeleriyle çelişen bu açıklamalar aslında

AB’nin de bölgede “istikrar” ve “insan hakları” arasında ikilemde kaldığını gösteriyor.14

Demokrasiye doğru bir dönüşümün yaşanmaya başladığı Mısır gibi ülkelerde iktidara gelen

yeni partilerin Batı ile ilişkilerine hangi düzeyde önem verecekleri, dönüşüm

tamamlandıktan sonra Batının bölgedeki çıkarlarını koruyup koruyamayacağı ve “siyasal

İslam” gibi endişeleri Batının eskiden beri var olan “istikrarı” da tercih edebileceği

yorumlarına neden olabilmektedir.

AB’nin Mısır ordusu üzerinde ABD kadar etkili olamaması darbe sonrasında ülkede

kontrolü elinde bulunduran askerin üzerinde yeterince baskı oluşturamamasına neden

11

AB’de Mısır Çatlağı (Mısır son durum), Bugün, 4 Temmuz 2013

12 AB: Mısır Ordusu’nun halkın desteğiyle harekete geçtiği anlaşılıyor, Zaman, 5 Temmuz 2013

13 Mısır’ın demokrasisi için bu ciddi bir gerilemedir, Zaman, 4 Temmuz 2013

14 Batı’nın Mısır Çıkmazı, Deutsche Welle Türkçe, 23 Ağustos 2013

olmuştur. Bunun yanı sıra AB’nin darbeye karşı takındığı tavır Müslüman Kardeşler

tarafından eleştirilmesi de AB’nin ülkede üstlenebileceği rolü zayıflatmıştır. İsveç Dışişleri

Bakanı Bildt’ göre AB, fırsat olduğunda çözüm için bir rol üstlenebilmek adına tüm

taraflarla görüşmeye ve iletişim kanallarını açık tutmaya çalışacaktır.15 Avrupa Birliği, AB

Dışişleri Yüksek Temsilcisi Catherina Ashton ve AB’nin Güney Akdeniz özel temsilcisi

Bernardino Leon aracılığıyla taraflar arasında arabuluculuk yapmak için önemli bir rol

üstlenmek istemiştir. Ancak Mısır’da ordunun sivil halka yönelik şiddeti ve katliamlar bu işi

daha da zorlaştırmıştır. Ülkede sivil halka yönelik katliamlar AB’nin de politikasında bazı

değişiklikler meydana getirmiştir.

b.) AB ve Mısır’daki Katliamlar

Mısır’da ordunun darbe yaparak ülkenin ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı olan

Muhammed Mursi’yi devirmesinden sonra darbe karşıtları Rabiat’ül Adeviyye Meydanında

toplanarak darbeyi protesto etmiş ve Mursi dönmeyene kadar meydanlardan

çekilmeyeceklerini açıklamışlardı. Darbeden sonra ülke genelinde artan çatışmalarda can

kayıpları yaşanmış ve darbenin ilk iki günü 17 kişi hayatını kaybetmişti. AB Dış İlişkiler ve

Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Ashton’ın “tüm tarafların temsil edildiği bir geçiş

süreci için çaba gösterilmesi” yönündeki çağrısına rağmen Mısır ordusu ve güvenlik

birimleri tarafından İhvan’ın önde gelen liderleri tutuklanmış ve Mursi gözaltına alınmıştır.

Mısır ordusu darbenin ilk günü başta ülkenin ilk demokratik yollardan seçilmiş

Cumhurbaşkanı olan Mursi ve ekibi olmak üzere 300 kişiyi tutuklamıştır. AB, bu

tutuklamalara tepki göstermişse de bir sonuç elde edememiştir. Darbeye karşı ülkede

başlayan gösteriler sonucunda can kayıpları giderek artmış ve darbenin beşinci gününde

Mursi’nin tutulduğu iddia edilen karargâhın önünde namaz kılan göstericilere askerler

tarafından ateş açılmış ve 53 kişi hayatını kaybetmiştir.16 AB, Mısır’da meydana gelen bu

katliamları “endişe verici” olarak karşıladığını açıklamış ve olayları kınamıştır. Avrupa

Parlamentosu Başkanı Martin Schulz da Mısır’da halka ateş açılmasını kınamış ve “Mısır’da

artan ölümcül çatışmalar dehşet verici ve şok edicidir” demiştir.17

AB, bu katliamlardan sonra 14 Temmuz’da Avrupa Birliğine üye olan bütün

devletlerin ortak açıklaması ile orduyu uyarmıştır. Ashton’ın yaptığı açıklamada “Mısır’ın

hızla meşru bir hükümete ve halkın sosyo-ekonomik ve demokratik özlemlerini karşılayan

demokratik yapılara dönmesi son derece önemlidir” uyarısında bulunulmuştur.18 AB, bu

15

Bildt: AB’nin Mısır’daki ahlaki pozisyonu net, çözüm için iletişim kanalları açık tutulmalı, EurActive.com, 16 Ağustos 2013

16 Mısır’da Katliam, Zaman, 9 Temmuz 2013

17 AB’den Mısır’a Kınama, Hürriyet, 9 Temmuz 2013

18 AB’den Mısır için geri adım sinyali, Ntvmsnbc, 14 Temmuz 2013

açıklamasında hukukun üstünlüğüne, insan haklarına ve adil yargılanma hakkına tam saygı

istemiştir. AB’nden gelen bu açıklama darbe sonrasında orduya karşı verilen en sert mesaj

olmuştur. Kimi uzmanlar AB’nin bu açıklama ile Mısır’ın yeni yönetimini gayrimeşru ilan

ettiğini de söylemişlerdir. Mısır’daki darbe destekçileri ile darbe karşıtlarının ülke

çapındaki gösterilerinde sık sık çatışmaların yaşanması sonucu ölen kişilerin sayısı daha da

artmıştır. Temmuz ayı içerisinde iki defa Mısır’ı ziyaret eden Ashton, burada Mısır’ın yeni

geçici yönetimiyle ve darbe sonucu görevden uzaklaştırılmış Cumhurbaşkanı Mursi ile

görüşerek tarafların uzlaşması için bir takım çözüm önerileri sunmuştur. Ashton ilk ziyareti

esnasında geçici yönetimden Mursi’nin ve bütün siyasi tutukluların serbest bırakılmasını

istemiştir.19 Avrupa Birliği, AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Catherina Ashton ve AB’nin

Güney Akdeniz özel temsilcisi Bernardino Leon aracılığıyla taraflar arasında arabuluculuk

yapmak için önemli bir rol üstlenmeye çalışmış ancak başarılı olamamışlardır.

Ağustos ayında da darbe karşıtlarının protestoları devam etmiş ve gösterilerde çok

sayıda kişi hayatını kaybetmiştir. Ülkedeki en büyük katliamın gerçekleştiği tarih olarak

kayıtlara düşen 14 Ağustos’ta ise güvenlik güçleri Rabiat’ül Adeviyye ve Nahda

meydanlarındaki göstericilere müdahale etmiş ve binlerce kişi hayatını kaybetmiştir.

Mısır’da darbe sonrasında devam eden gerginlikler yerini kanlı çatışmalara ve katliamlara

bırakmıştır. Uluslararası toplumun bu katliamlar karşısında sessiz kalması da Mısır’daki

geçiş sürecine olumsuz yansımıştır. Ülkede gerçekleşen en büyük katliam olan 14 Ağustos

katliamından sonra AB’nin tavrında da bazı değişiklik meydana gelmiştir. AB Dış Politika

Temsilcisi Ashton’ın sözcüsü Mann yaptığı açıklamada katliamları “aşırı derecede endişe

verici” olarak değerlendirmiş ve Mısırlı yetkilileri sağduyulu olmaya davet etmiştir.20

Almanya Dışişleri Bakanı tarafları diyaloğa davet ederken geçici hükümetin barışçıl

gösterilere izin vermesi gerektiğini vurgulamıştır. İngiltere’nin Dışişleri Bakanı Yardımcısı

yaptığı açıklamada yaşanan olaylardan endişe duyduklarını açıklamışlardır. 21 Kanlı

katliamdan sonra AB Dışişleri Bakanları “acil olarak” toplanarak Mısır’daki geçici yönetimle

ilişkilerini gözden geçirme kararı almıştır. Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Herman Van

Rompuy ve Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, ortak bir açıklama

yayınlayarak Mısır’daki son gelişmelerin “endişe verici” olduğunu açıklamıştır. Konsey ve

Komisyon Başkanları yaptıkları açıklamada “… Hepimizin azami itidal göstermesi gerekir ve

çatışmaların sona ermesi için geçiş yönetimi ile orduya büyük sorumluluk

düştüğünün altını çizeriz. Mısır halkının demokrasi ve temel özgürlükler için

talepleri göz ardı edilemez ve kanla ortadan kaldırılamaz” ifadelerini kullanmışlardır.22

19

Ashton’dan, darbe yönetimine ‘Mursi’yi serbest bırak’ talebi, Zaman, 18 Temmuz 2013

20 Mısır’daki şiddetli müdahaleye “şiddetli” kınama, Hürriyet, 14 Ağustos 2013

21 A.g.e

22 AB dışişleri bakanları Mısır için acil olarak toplanacak, EurActiv.com, 19 Ağustos 2013

AB, bu açıklamalarla geçiş hükümetini ve orduyu ilk defa net bir biçimde uyarmış ve

katliamlara sert tepki göstermiştir. 14 Ağustos’taki katliama kadar olan süreçte AB genel

olarak Mısır’da meydana gelen olaylar karşısında “endişelerini” dile getirmekle yetinmiş ve

orduyu uyarmaktan kaçınmıştır. Bu katliamla birlikte ilk kez AB orduyu ve geçiş

hükümetini sorumluluk almaya davet etmiş ve halkın taleplerini dikkate almaları

gerektiğini vurgulamıştır. Bu katliamların ardından AB, Mısır ile ilişkilerini gözden geçirme

kararı almış ve ekonomik yaptırımlarla Mısır’daki geçiş hükümetine baskı yapmanın

sinyallerini vermiştir. AB Konseyi Başkanı Rompuy ve Avrupa Komisyonu Başkanı Barosso,

AB’nin Mısır ile olan “ekonomik ilişkilerinin şiddetin sonlandırılması için gözden

geçirilmesi” gerektiği belirtmişlerdir. Ancak AB’nin bir baskı aracı olarak kullanmak istediği

ekonomik yardımları kesme çıkışına karşılık Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve

Kuveyt Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin görevden alınmasından sonra toplamda 9

milyar Euro yardım vaadinde bulunmuştur.23 AB’nin yardımı kesme tehdidine karşılık

Körfez ülkelerinin Mısıra söz verdikleri yardım AB’nin Mısır üzerinde kurmak istediği

baskıyı da azaltmıştır.

Mısır’ın geçici yönetimi Müslüman Kardeşlerin bütün siyasi faaliyetlerini yasaklamış.

AB bunun karşısında Mısır’ın geçici hükümetinden Müslüman Kardeşlerin faaliyetlerini

yasaklama gerekçelerini izah etmelerini ve olağanüstü halin kaldırılmasını talep etmiştir.24

Ancak Avrupa Birliği’nin Mısır’da üstlenmeye çalıştığı rol taraflarca yeterince kabul

görmemiş ve Avrupa Birliği sorunların çözümünde yeterince etkili olamamıştır. AB, darbe

karşısında sessiz kalmış ve bu durum daha sonraki süreçte ülkede meydana gelen

katliamların etkisi ile değişmeye başlamışsa da gereken düzeyde etkili olmamıştır. AB’nin

ülkede meydana gelen katliamlara karşı Mısır’daki geçiş hükümeti üzerinde baskı kurma

girişimleri Körfez ülkelerinin de desteğiyle zayıf düşürülmüş ve AB, Mısır’da katliamların

durdurulması konusunda etkili politikalar üretememiştir. Mısır’da yapılan katliamlar

sonucunda üç bini aşkın insan öldürülmüş ve on bini aşkın insan da yaralanmıştır. Darbenin

yapıldığı 3 Temmuz tarihinden itibaren darbeyi darbe olan nitelemeyen AB, aynı zamanda

Avrupa Kıtası’nda öncüsü olduğu demokrasi, insan hakları ve ifade özgürlüğünün de

Mısır’da zarar görmesine seyirci kalmıştır.

Sonuç

2011 yılında Arap Baharı Tunus’ta başladığında başta otoriter rejimlerin bulunduğu

ülkeler olmak üzere bütün Ortadoğu’da büyük bir dönüşüme neden olacağı öngörülüyordu.

Tunus, Mısır, Libya ve Yemen gibi ülkelerde otoriter rejimlerin yıkılması da bu tezi

desteklemiştir. Mısır devriminden sonra yapılan demokratik seçimleri kazanarak iktidara

23

Fikret Aydemir, AB’nin Mısır Çaresizliği, Akşam, 26 Ağustos 2013

24 Ashton’un Mısırlı yetkililerle görüşmesi, Turkish IRIB, 3 Ekim 2013

gelen Müslüman Kardeşler ülkede demokratik dönüşümü sağlamaya çalışmıştır. Ülkede

Mübarek rejimi yıkılmış olmasına rağmen yargı, ordu, kamu kurumları ve diğer önemli bir

çok kurum yıllarca otoriter bir şekilde ülkeyi yöneten Mübarek rejimi döneminin otoriter

yerleşik düzenini yansıtmaya devam etmiştir. Ordu ve yargı birimleri ellerinde

bulundurdukları güçle Mursi’nin izlemeye çalıştığı politikaları engellemeye devam

etmişlerdir. Uluslararası toplum ve AB, Mısır’ın demokratik dönüşümünde gerekli desteği

sunamamıştır. Doğu Avrupa’nın demokratik dönüşümünde önemli rol üstlenen AB, Mısır’ın

demokratik dönüşümü konusunda etkili bir rol üstlenmemiştir. Mursi’nin izlediği

politikalardan rahatsız olan muhalefet kesimlerinin başlattığı gösteriler ve yargının

parlamentoyu feshetmesi devrimin ardından ülkede yeni bir krizin doğmasına neden

olduğu gibi Mursi yönetiminin de bu kararlara uymaması ve anayasa değişikliğini tüm

baskılara rağmen referanduma götürmesi ülkedeki krizi daha da derinleştirmiştir. Haziran

ayında Mursi yönetimine karşı başlayan gösteriler 3 Temmuz’da ordunun darbesiyle

sonuçlanmıştır. Ordunun ülkede gerçekleştirdiği darbeye karşı Müslüman Kardeşlerin

başlattığı direnişe ordunun sert müdahalesi ve göstericilere karşı giriştiği katliamlar

karşısında AB ve ABD başta olmak üzere uluslararası toplum sessiz kalmıştır. Ülkede

demokratik yollardan seçilmiş olan Mursi yönetiminin darbe sonucunda devrilmesi

karşısında AB sessiz kalmış ve darbeyi “darbe” olarak nitelemekten kaçınmıştır. Daha

sonraki süreçte ülkedeki krizin çözümü konusunda ordu ile Müslüman Kardeşler arasında

arabulucu olmaya çalışan AB, darbe sürecinde izlediği politikalarından ve ordunun üzerinde

yeterli baskıyı oluşturamadığından dolayı taraflar arasında uzlaşmanın ortaya çıkmasını

sağlayamamıştır. Gelinen süreçte darbe yönetimi ve onu destekleyen kesimler ülkede

demokrasi sürecini kesintiye uğratmış ve Mısır’da krizin derinleşmesine neden olmuştur.

AB ve uluslararası toplumun darbe karşısında sessiz kalması darbe yönetimine bir

“meşruluk” kazandırmıştır. Mısır’ın içinde bulunduğu kriz Arap Baharıyla birlikte bölgede

gerçekleşmesi beklenen değişimi de olumsuz etkilemiştir. Uzun yıllar boyunca Arap

coğrafyasında liderlik etmiş olan Mısır’ın içinde bulunduğu kriz ve bu krizin daha uzun

sürebileceği endişesi Mısır’ı ve bölgeyi kısa vadede olumsuz etkilemeye devam edecektir.