Post on 25-Jan-2023
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ÖZEL HUKUK ANABİLİM DALI
MEDENÎ HUKUK BİLİM DALI
HAKSIZ FİİLDEN DOĞAN MANEVÎ ZARAR
Hazırlayanlar
Azim ÖNCÜ (138248116)
Bayram ASLAN (148248201)
Tez Danışmanı
Yrd. Doç. Dr. Dilşad Keskin
Ankara – 2014
I
İÇİNDEKİLER
Sayfa
İÇİNDEKİLER…………………………………………………………………………… I
KISALTMALAR…………………………………………………………………………. III
GİRİŞ…………………………………………………………………………………….. 1
1. ZARAR KAVRAMI………………………………………………………………….. 2 1.1. Tanımı Ve Haksız Fiilin Unsuru Olarak Zarar Kavramının Değerlendirilmesi
……………………………………………………………………………………………. 2
1.2. Zarar Türleri…………………………………………………………………….. 3 1.2.1. Maddi Zarar - Manevî Zarar Ayrımı…………………………………… 3 1.2.2. Zarar Kavramının Çeşitli İfadeleri……………………………………... 4
1.2.2.1. Fiili Zarar-Mahrum Kalınan Kâr-Normatif Zarar……………… 4 1.2.2.1.1. Fiili Zarar…………………………………………………. 4 1.2.2.1.2. Mahrum Kalınan Kâr……………………………………. 4 1.2.2.1.3. Normatif Zarar…………………………………………… 5
1.2.2.2. Doğrudan Zarar-Dolaylı Zarar-Yansıma Zarar………………. 5 1.2.2.3. Mevcut Zarar- Müstakbel Zarar-Muhtemel Zarar……………. 6
2. MANEVÎ ZARAR……………………………………………………………………. 7 2.1. Genel Olarak…………………………………………………………………… 7 2.2. Manevî Zarar Konusundaki Görüşler………………………………………8
2.2.1. Sübjektif Görüş…………………………………………………………. 8 2.2.2. Objektif Görüş…………………………………………………………… 9 2.2.3. Değerlendirme…………………………………………………………. 10
2.2.3.1. Sübjektif Görüşün Değerlendirilmesi…………………………. 10 2.2.3.2. Objektif Görüşün Değerlendirilmesi…………………………… 12
2.3. Kişilik Hakları…………………………………………………………………… 13 2.3.1. Genel Olarak…………………………………………………………….. 13 2.3.2. Kişilik Haklarına Konu Olan Değerler
……………………………………………………………………..…………………….. 14
2.3.2.1. Şeref Ve Haysiyet………………………………………………. 14 2.3.2.2. İsim……………………………………………………………….. 16 2.3.2.3. Resim Ve Ses…………………………………………………… 16 2.3.2.4. Yaşam Alanları………………………………………………….. 17
2.3.2.4.1. Ortak Yaşam Alanı……………………………………… 18 2.3.2.4.2. Özel Yaşam Alanı………………………………………. 18 2.3.2.4.3. Sır Alanı………………………………………………….. 18
2.3.2.5. Bedensel Bütünlük……………………………………………… 19 3. MANEVÎ ZARARIN GİDERİMİ: MANEVÎ TAZMİNAT………………………….. 20
3.1. Kavram…………………………………………………………………………. 20
II
3.2. Hukukî Niteliği………………………………………………………………….. 21 3.2.1. Ceza Görüşü…………………………………………………………….. 21 3.2.2. Tatmin Görüşü………………………………………………………….. 22 3.2.3. Telafi Görüşü……………………………………………………………. 23
3.3. Şartları…………………………………………………………………………... 23 3.3.1. TBK m. 56’ya Göre Manevî Tazminat Davasının Şartları………...... 24 3.3.2. TBK m. 58’e Göre Manevî Tazminat Davasının Şartları…………… 26
3.4. Taraflar………………………………………………………………………….. 28 3.4.1. Davacı……………………………………………………………………. 28 3.4.2. Davalı…………………………………………………………………….. 29
3.5. Manevî Tazminat Talep Hakkının Mirasçılara İntikali……………………… 29 3.6. Zamanaşımı……………………………………………………………………. 30
SONUÇ………………………………………………………………………………….. 31
KAYNAKÇA……………………………………………………………………………... 33
III
KISALTMALAR
ABD : Ankara Barosu Dergisi
AÜHFD : Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
bkz : Bakınız
c : Cümle
C : Cilt
E : Esas
HGK : Hukuk Genel Kurulu
K : Karar
m. : madde
T : Tarih
TBK : Türk Borçlar Kanunu
TMK : Türk Medeni Kanunu
s. : sayfa
vd : ve devamı
vb : ve devamı
YHD : Yargıtay Hukuk Dairesi
Yarg : Yargıtay
1
GİRİŞ
Borçlar Hukuku’nda sorumluluk doğuran sebepler çeşitlidir. Bu sebeplerden
birisi de kanundur1. İşte haksız fiil sorumluluğu da kanunda kaynaklanan bir
sorumluluk olup bir kimsenin başka bir kimseye hukuka aykırı bir fiil ile kusurlu olarak
vermiş olduğu zarardan sorumlu olmasını ifade etmektedir(TBK m. 49/1). Buradan da
anlaşılacağı üzere zarar, haksız fiil sorumluluğunun gündeme gelebilmesi için aranan
şartlardan birisidir. Yani zarar olmazsa sorumluluk da olmaz2. Eğer bir zarar
meydana gelmişse zarar veren açısından haksız fiil sorumluluğu gündeme gelir ve
ondan vermiş olduğu zararın tazmin etmesi talep edilir3. İşte burada da gündeme
zararın tazmini konusu gelir.
Zararın tazmin edilmesi gerektiğinde ise ilk olarak zararın türünü belirleme
zorunluluğu doğar. Çünkü zararın türünü belirlemek, kapsamının tayin edilmesi
açısından da mühim bir husustur. Zararın kapsamı, mal varlığında mı şahıs
varlığında mı doğduğuna göre değişecektir. Mal varlığına gelen zararlar açısından
maddî zarar, şahıs varlığına gelen zararlar açısından ise manevî zarar söz konusu
olacaktır.
Eğer haksız fiil bir kimsenin kişilik değerlerine yönelmiş ve ihlal etmişse kişinin
manevî zarara uğradığı kabul edilecektir. Şüphesiz bunun için öncelikle kişilik
değerleri kavramının çerçevesini çizmek elzemdir. Çalışmamızda buradan yola
çıkarak ilk planda haksız fiil sorumluluğunun şartları bağlamında zarar kavramı ve bu
kavramın içine giren hususlar incelenecektir. Çalışmanın devamında ise asıl
inceleme konumuz olan manevî zarar kavramı, bu zarar türünün kaynağı olan kişilik
değerlerinin neler olduğu belirtilerek açıklanmaya çalışılacaktır. Zira manevî zarar
kavramının kapsamının açıklanması, özellikle kişilik değeri ihlal edilen kişilerin
uğramış olduğu zararın giderilmesi noktasında önem arz etmektedir. Son bölümde
ise manevî zarar söz konusu olduğunda bunun ne şekilde tazmin edileceği üzerinde
durulacaktır.
1 EREN, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara, 2014, s. 457.
2 EREN, s. 520.
3 ÜNAL, Mehmet; “Manevî Tazminat Ve Bu Tazminat Çeşidinde Kusurun Rolü”, AÜHFD, Yıl: 1978, C. 35,
Sayı: 1-4, Ankara, s. 399.
2
1. ZARAR KAVRAMI
1.1. Tanımı ve Haksız Fiilin Unsuru Olarak Zarar Kavramının
Değerlendirilmesi
Borçlar Hukuku anlamında sorumluluk kaynaklarından birisi de haksız fiil
sorumluluğudur(TBK m. 49). Haksız fiil sorumluluğu borca aykırılıktan doğan
sorumluluktan farklı bir sorumluluk türüdür. Haksız fiil sorumluluğu; bir kimsenin
hukuka aykırı ve kusurlu bir davranış ile başka bir kimseye vermiş olduğu zararın
giderilmesini öngören bir sorumluluk türüdür4. Bu sorumluluğun doğabilmesi, TBK m.
49/1 hükmüne göre bazı şartların bulunmasına bağlıdır. Bu şartlar; hukuka aykırı bir
fiil, fiilin işlenmesinde failin kusurlu olması, fiilin kişide bir zarar doğurması ve fiil ile
zarar arasında illiyet bağı bulunmasıdır5. Buradan da anlaşılıyor ki haksız fiil
sorumluluğunun doğabilmesi için mutlaka bir zararın doğmuş olması gerekir6.
Haksız fiil sorumluluğunu düzenleyen TBK m. 49’da zarardan söz edilmiş fakat
tanımı yapılmamıştır. Doktrin ise zararı tanımını “geniş anlamda zarar” ve “dar
anlamda zarar” olarak iki gruba ayırarak yapmaktadır7:
Dar anlamda zarar, bir kimsenin mal varlığında iradesi dışında meydana gelen
bir eksilmedir8. Dolayısıyla dar anlamda zarar aslında maddî zararı ifade etmektedir9.
Maddî zarar ise bir kimsenin mal varlığının azaltılması şeklinde olabileceği gibi
çoğalmasının engellenmesi şeklinde de olabilir10.
Geniş anlamda zarar ise zarar kavramının içine maddî zararın yanında manevî
zararın da dahil olduğunu ifade edecek şekilde açıklanmaktadır11. Buna göre geniş
anlamda zarar, hukuken korunan maddî ve manevî varlıkların, bunlara bir saldırı
yapılmadan önceki halleri ile saldırıdan sonraki halleri arasındaki farkı ifade
etmektedir12.
4 EREN, s. 516.
5 OĞUZMAN, Kemal/ ÖZ, Turgut; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. 2, İstanbul, 2012, s. 12.
6 EREN, s. 520.
7 TANDOĞAN, Haluk; Türk Mes’uliyet Hukuku, İstanbul, 2010, s. 63.
8 TANDOĞAN, s. 63.
9 EREN, s. 521.
10 ÜNAL, s. 398.
11 EREN, s. 521.
12 TANDOĞAN, s. 63.
3
Doktrin ve uygulamada zarar kavramı ile ağırlıklı olarak maddî zarar
anlaşılmaktadır13. Fakat kanaatimize göre zarar kavramı geniş anlamda
anlaşılmalıdır. Çünkü hem TBK’da hem de TMK’da hem de bazı özel kanunlarda
şahıs varlığına yapılacak saldırı neticesinde de zarar meydana gelebileceği ve
tazmininin mümkün olduğu düzenlendiği için bunu göz ardı etmek isabetli
görünmemektedir. Dolayısıyla zarar denildiğinde akla hem maddî hem de manevî
zarar gelmelidir.
1.2. Zarar Türleri
1.2.1. Maddi Zarar - Manevî Zarar Ayrımı
Maddî zarar bir kimsenin iradesi dışında mal varlığında meydana gelen
eksilmedir14. Eksilmenin söz konusu olabilmesi için değeri para ile ölçülebilir
malvarlığı değerlerinin eksilmiş olması gerekir15. Eksilme aktifte azalma veya pasifte
çoğalma şeklinde ortaya çıkabilir16. Haksız fiil malvarlığı değerlerine yönelik de olsa
şahıs varlığı değerlerine yönelik de olsa neticede ortaya çıkan zarar malvarlığında
eksilme meydana getiriyorsa maddî zarardan söz edilebilecektir17. Örneğin bir
kimsenin otomobiline zarar verildiğinde malvarlığı değerine saldırı söz konusu olur ve
mal varlığı değerinde eksilme meydana getirilmiş olur. Şayet kişinin yaralanması söz
konusu olursa saldırı o kişinin şahıs varlığına yapılmış olur ancak kişi bu saldırı
sonrası hastanede tedavi görmüşse tedavi giderleri mal varlığında bir eksilme
doğuracaktır.
Manevî zarar ise konunun devamında ayrıntılı açıklanacağı için burada
sadece kavramın ne ifade ettiği belirtilecektir. Buna göre manevî zarar haksız fiil
13
EREN, s. 521. 14
KARAHASAN, Mustafa Reşit; Tazminat Hukuku-Manevî Tazminat, İstanbul, 2001, s. 46. 15
ANTALYA, Gökhan; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. 1, İstanbul, 2013, s. 451. 16
ANTALYA, s. 451. 17
KILIÇOĞLU, Ahmet; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara, 2013, s. 292.
4
neticesi bir kimsenin kişilik değerlerinin yani malvarlığı dışında hukuksal değerlerinin
ihlal edilmesinden dolayı meydana gelen eksilmedir18.
Maddî zarar ile manevî zarar arasındaki tek ortak nokta, her ikisinin de
hukuken korunan varlıklara bir saldırının sonucu olmasıdır19.
1.2.2. Zarar Kavramının Çeşitli İfadeleri
1.2.2.1. Fiili Zarar-Mahrum Kalınan Kâr-Normatif Zarar
1.2.2.1.1. Fiili zarar
Fiili zarar, zarar görenin malvarlığının mevcut net durumunda iradesi dışında
meydana gelen azalmaya denir. Zarar veren fiil sonucunda malvarlığının mevcut
miktarı ve değeri azalmaktadır20. Örneğin; trafik kazası sonucu hasara uğrayan
otobüsün tamiri, yeniden sefere konulması için yapılan harcamalar ve bu kaza
nedeniyle araçta meydana gelen değer azalması fiili zarardır21. Malvarlığının mevcut
miktarı ve değerindeki azalma; malvarlığının aktif kısmının azalması şeklinde
olabileceği gibi, pasif kısmının artması şeklinde de olabilir22.
1.2.2.1.2. Mahrum Kalınan Kâr
Mahrum kalınan kâr, elde edilebilecek bir kazançtan yoksun kalma anlamına
gelmektedir. Bu zarar, genellikle malvarlığının artmasına engel olunmasından
kaynaklanır. Ancak bazen malvarlığının pasifinin azalmasına engel olma şeklinde de
meydana gelebilir23. Örneğin; trafik kazası sonucu hasara uğrayan otobüsün sefere
konulamaması nedeniyle uğranılmış olan zarar bu türdendir. Zarar görenin, mahrum
kalınan kâr çerçevesinde istisnai bir kazancı talep edebilmesi, bu kazancın elde
edilebilmesinin çok muhtemel olduğu durumlarda söz konusu olur24.
18
KARAHASAN, s. 56. 19
TANDOĞAN, s. 63. 20
EREN, s. 526. 21
KILIÇOĞLU, A. – Genel, s. 297. 22
EREN, s. 526. 23
OĞUZMAN/ÖZ, s. 40; EREN, s. 527. 24
EREN, s. 527.
5
1.2.2.1.3. Normatif Zarar
Alman öğretisinde bir görüşe göre; malvarlığında herhangi bir azalma olmasa
dahi, sırf bazı malları kullanma imkânından veya bir tatil yapma imkânından, haksız
fiil sonucu yoksun kalınması durumunun da zarar olarak nitelendirilmesi ve bu
zararların tazmin edilmesi gerektiği savunulmaktadır25. Bu zarar türüne normatif zarar
denilmektedir. Normatif zarar, Alman Federal Mahkemesi tarafından benimsenmiş ve
karar vermede gerekçe olarak kullanılmıştır. Günümüzde Alman hukukunda, Alman
Medeni Kanunu’na eklenen m. 651f ile normatif zarar kabul edilmiş bulunmaktadır26.
1.2.2.2. Doğrudan Zarar-Dolaylı Zarar-Yansıma Zarar
Doğrudan zarar, hukuka aykırı bir fiile maruz kalan kimsenin bu fiilden dolayı,
araya eklenen bir sebep girmeden kendisinin uğradığı zarardır. Dolaylı zarar, hukuka
aykırı fiilin mağdura verdiği doğrudan zarara bağlı olarak eklenen bir sebeple
mağdurun uğramış olduğu zarardır27. Başka bir ifadeyle, doğrudan doğruya zarar
haksız ilk ve en yakın sonucu olan zarardır. Dolaylı zarar, haksız fiilin ilk sonucu
olarak meydana gelen zarara bağlı bulunan ve ondan tevellüd eden zarardır28. Örnek
olarak; (A)’nın (B)’nin kamyonunu yakması durumunda, kamyonun değerinin (B)’nin
malvarlığından çıkması, (B)’nin uğradığı doğrudan zarardır. Bu kamyonun taşıması
gereken yükleri haksız fiil sebebiyle taşıyamamasından dolayı (B)’nin, yük sahibine
ödemek zorunda kalacağı tazminat, dolaylı zarardır29.
Yansıma zarar ise, hukuka aykırı bir fiile maruz kalan kimseden farklı olarak,
başka bir kişinin de bu fiil sebebiyle uğradığı zarardır. Örneğin; hukuka aykırı bir fiil
sonucu ölen ses sanatçısı (A)’nın yakınlarının, destekten mahrum kalmaları
nedeniyle uğradıkları zarar, yansıma zarardır. Aynı zamanda, (A)’nın çalıştığı
gazinonun bu haksız fiilin sonucu olarak bir süre çalışamaması sebebiyle gazino
sahibinin uğramış olduğu zarar da bu türden bir zarardır30.
25
OĞUZMAN/ÖZ, s. 40; KILIÇOĞLU, A. – Genel, s. 298. 26
KILIÇOĞLU, A. – Genel, s. 298. 27
OĞUZMAN/ÖZ, s. 41. 28
TANDOĞAN, s. 70. 29
OĞUZMAN/ÖZ, s. 42. 30
OĞUZMAN/ÖZ, s. 42.
6
1.2.2.3. Mevcut Zarar- Müstakbel Zarar-Muhtemel Zarar
Mevcut zarar, zararın hesap edildiği tarihe kadar gerçekleşmiş olan zarardır.
Müstakbel zarar ise, bu tarihte gerçekleşmiş olmayan fakat başka bir unsurun
eklenmesine gerek olmaksızın normal olarak gerçekleşmesi beklenen zarardır. Sağ
kolu kesilen kişinin ekonomik geleceğinin sarsılması sebebiyle uğrayacağı zarar
müstakbel zarara örnektir. Müstakbel zararın miktarının ispatı imkansızdır. Bunu
hakim takdir edecektir31.
Muhtemel zarar, henüz var olmayan ancak eklenecek bir riskin gerçekleşmesi
halinde var olma ihtimali bulunan zarardır. Yaralandığı için ağır bir ameliyat geçiren
bir kimsenin ölmesi riskine bağlı zararlar, muhtemel zarara örnek olarak verilebilir.
Muhtemel zararın tazmini, risk gerçekleşmedikçe söz konusu olmaz32.
31
OĞUZMAN/ÖZ, s. 43. 32
OĞUZMAN/ÖZ, s. 43.
7
2. MANEVÎ ZARAR
2.1. Genel Olarak
Manevî kelimesi Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde; “Görülmeyen, duyularla
sezilebilen, ruhani, tinsel, maddî karşıtı”33 şeklinde geçmektedir. Kelimenin kökenine
bakacak olursak, bir sözlükte, Arapça kökenli olduğu ve mana kelimesinden türediği
ve “1. anlama ilişkin, 2. özellikle gizli ve derin anlama ilişkin…”34 şeklinde bir karşılığı
olduğu ifade edilmektedir. Buradan anlaşılacağı üzere manevî kelimesi, kökeninden
gelen anlamdan uzaklaşmış ve günümüz Türkçesinde farklı anlamlarda kullanılmaya
başlanmıştır. Kelimenin anlamına ilişkin karmaşıklık, manevî zarar kavramına da
yansımıştır. Şöyle ki, manevî kelimesine atfedilen anlamlar “manevî zarar” kavramı
ile birlikte düşünüldüğünde ortaya belirsiz bir kavram çıkmaktadır. Örneğin,
görülmeyen zarar, duyularla sezilebilen zarar, tinsel zarar, ruhsal zarar, dinle ilgili
zarar gibi. Manevî kelimesi anlaşıldığı üzere “maddî karşıtı” anlamı kast edilerek
hukukumuza yerleşmiştir. Ancak manevî kelimesinin kullanıldığı yerlerde, kelimeye
yüklenilen diğer anlamlar da akla gelmektedir. Böylelikle “manevî zarar” kavramı,
anlaşılması güç hâle gelmektedir ve kavramın tanımının yapılması zorlaşmaktadır.
Hukukun en temel özelliklerinden biri belirliliktir, açıklıktır. Manevî kelimesi hukukun
belirliliği ilkesini bu yönü itibariyle zedelemektedir35. Alman Hukuku’nda manevî zarar
kavramının karşılığı olarak “immateriellen schaden” kavramı kullanılmıştır. Bu
kelimenin Türkçedeki karşılığı maddî olmayan zarar gibi bir anlama sahiptir. Bu
durumu ise anlamı belirsiz olan manevî kelimesi karşılamamaktadır. Bunun yerine
kanaatimizce, gayrimaddî ifadesinin36 kullanılması daha yerinde olacaktır.
Manevî zarar, manevî bir varlığın (şeref) saldırıya uğramasıyla da maddî bir
varlığın (vücut bütünlüğü) saldırıya uğramasıyla da ortaya çıkabilir. Kişilik varlığına
dâhil olmayan maddî bir şeye zarar verilmesinden dolayı kural olarak manevî zarar
ortaya çıkmaz. Ancak maddî şeyin zarar görmesiyle birlikte kişisel değerlerimiz de
33
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5351247b387667.95641938,
Erişim Tarihi: 18.04.2014. 34
http://www.nisanyansozluk.com/?k=manevî&lnk=1 Erişim Tarihi: 18.04.2014. 35
SAYMEN, Ferit H.; Manevî Zarar ve Tazmini Sureti, İstanbul, 1940, s. 17. 36
Bu çalışmada gayrimaddî zarar konusu incelenirken karışıklığa sebebiyet vermemek için manevî zarar ifadesi
kullanılmaya devam edilecektir. Çünkü doktrinde genel olarak bu kavram benimsenmiştir.
8
bundan etkileniyorsa (maddî şeye duyulan ilgi dolayısıyla, hatıra eşya gibi37) manevî
zarar ortaya çıkabilir38.
Manevî zararın tanımı ile ilgili, genel olarak bu şekilde bir açıklama yapılabilir.
Ancak manevî zararın tanımı hakkında öğretide fikir birliği söz konusu değildir. Bunun
nedenlerinden biri manevî zararın, kişilerin manevî varlıkları ile ilgili olmasındandır.
Şöyle ki, kişinin manevî varlıklarının hukuka aykırı bir saldırıya uğrayarak
zedelenmesi sonucunda manevî zarar meydana gelmektedir39. Manevî varlıkların ne
olduğu ise; zamana, kültüre ve toplumsal yapıya göre değişmekte ve farklılık arz
etmektedir. Örneğin; Yargıtay verdiği bir kararda, ruh bütünlüğünü de bu varlıklardan
kabul etmiş ve kararını bu anlayışa göre vermiştir40. Manevî zararın ne olduğu ile ilgili
olarak öğretide farklı görüşler sunulmuş ve bu zorluk aşılmaya çalışılmıştır.
2.2. Manevî Zarar Konusundaki Görüşler
2.2.1. Sübjektif Görüş
Öğretide hâkim olan bu görüşe göre; manevî zararın ortaya çıkması için, zarar
gören kişinin acı ve üzüntü duyması gerekir41. Zarar görenin manevî varlığına hukuka
aykırı fiille yapılan saldırı sonucunda, zarar gören; yaşama sevincinde eksilme
hissetmeli, huzur, rahat ve mutluluk duyguları azalmalı, iç dengesi ve özellikle ruhsal
bütünlüğü bozulmalıdır42. Bu görüşe gerekçe olarak da, bir insanın elini kaybetmesi
örneği üzerinden açıklama getirilmektedir. Bir insanın elini kaybetmesi doğrudan
maddî tazminat talep hakkı doğurmaz. Maddî tazminat talep hakkı, bu olayın olumsuz
sonuçlarının kişinin malvarlığına yansımasıyla birlikte ortaya çıkar. Benzer şekilde de,
bir insanın elini kaybetmesinin olumsuz sonuçları, kişinin psikolojik varlığına
yansıdıktan sonra manevî tazminat talep hakkı doğacaktır. Yani kaybın bilince
varmasıyla duyulan acılardan dolayı manevî tazminat talep hakkı doğmaktadır43.
37
Konuyla ilgili Yargıtay kararı için bkz. KILIÇOĞLU, Mustafa; Tazminat Hukuku, İstanbul, 2010, s. 954. 38
TANDOĞAN, s. 330. 39
ÇETİN, Pınar; Manevî Tazminat Davasının Hukuki Niteliği ve Özellikle Tazminat Miktarının
Belirlenmesi, s. 8. 40
KILIÇOĞLU M., s. 943. 41
ÇETİN, s. 8. 42
EREN, s. 532. 43
KOCAYUSUFPAŞAOĞLU, Necip: “Kişilik Haklarını Koruyan Manevî Tazminat Davasına İlişkin Yeni
Gelişmeler”, Sorumluluk Hukukunun Güncel Sorunları, Ankara, 1977, s. 149.
9
Yine bu görüşe göre, gerçekleşmiş bir saldırı sonucunda, zarar görenin acı ve üzüntü
hissetmemiş olması durumunda, manevî zarar doğmamış sayılacaktır. Ve zarar
görenin manevî tazminat talebinde bulunma hakkından da söz edilemeyecektir44.
Doktrinde savunulan bir görüş şu şekildedir; zarar gören kişi temyiz kudretine
sahip değilse, bu kişinin manevî zarara uğradığının kabul edilmemesi
gerekmektedir45. Çünkü temyiz kudretine sahip olmayan bir kişinin, acı ve üzüntüyü
hissetmesi mümkün değildir, şeklinde savunulmaktadır4647.
Ayrıca bu görüşün kabul edilmesi halinde tüzel kişilerin de manevî tazminat
talep edebilmeleri mümkün değildir. Çünkü tüzel kişilerin de acı çekmesi, üzüntü
duyması söz konusu değildir48.
2.2.2. Objektif Görüş
Objektif görüşü savunan yazarlarca manevî zarar; hukuka aykırı bir saldırı
sonucunda zarar görenin manevî varlığında objektif olarak meydana gelen eksilme
olarak tanımlanmaktadır49. Kişilerin, hukuken kişi olmalarının sonucu olarak sahip
oldukları; yaşam, vücut bütünlüğü, sağlık, hürriyet, isim, resim, şeref gibi hukuken
korunan değerler mevcuttur. Bu ve buna benzer değerlerin tamamının bir araya
gelmesiyle kişilik hakları meydana gelmektedir. Bu görüş doğrultusunda, kişilik
haklarından herhangi birine hukuka aykırı olarak yapılan her saldırı, objektif olarak bir
zarara yol açar. Manevî zararın doğmuş sayılması için ayrıca zarar görenin acı
çekmesine gerek yoktur50.
Bu görüşü savunan yazarlar arasında da görüş farklılıkları mevcuttur. Objektif
görüşün katı bir şekilde uygulanmasını savunan görüşe göre; hukuka aykırı fiilden
doğan ruhsal acı ve ıstıraplar ancak bedensel ve özellikle ruhsal bir hastalığa neden
olacak kadar ağır ve yoğun ise, yansıyan ve takip eden bir zarar olarak tazmini
44
ÇETİN, s. 9. 45
ÇETİN, s. 9 -10. 46
ÇETİN, s. 10. 47
Konuyla ilgili bir mahkeme kararında: Trafik kazası geçirerek komaya giren bir genç kızın, uğramış olduğu
manevî zararın tespit ve tazmin edilmesi talebi, mahkeme tarafından; komaya girmiş kızın mutlak bilinçsizlik
halinde olmasından dolayı acıyı hissedemeyeceği öne sürülerek reddedilmiştir. (ÇETİN, s. 10) 48
ÇETİN, s. 10. 49
EREN, s. 532. 50
ÇETİN, s. 11.
10
gerekli manevî zarar niteliği kazanabilir51. Yani ilk zarara eşlik eden bir zarar olarak
değerlendirilebilir.
Objektif görüşün katı bir şekilde uygulanmasını eleştiren görüşe göre; manevî
zarar birden fazla kalemde ele alınmalıdır.52 Çünkü manevî zararı, sadece kişilik
değerlerinin ihlali dolayısıyla zarar görenin acı ve ıstırap duyması olarak
değerlendirmek ve acı ve ıstırabın duyulmaması halinde manevî zararı yok saymak
eksikliktir. Bununla birlikte yine kişilik değerlerinin ihlali halinde, zarar görenin duymuş
olduğu belli yoğunluktaki acı ve ıstırapların, manevî zarar olarak değerlendirilmemesi
de eksikliktir.53 Bu duyulan acı ve ıstırapların çok yoğun olmasına ya da yansıma
yoluyla bir ruh hastalığına neden olmasına gerek yoktur. Ancak sosyal hayatta her
zaman duyulabilecek olan sıradan, hafif acı ve ıstıraplar54 da manevî zarar olarak
değerlendirilemez55.
2.2.3. Değerlendirme
2.2.3.1. Sübjektif Görüşün Değerlendirilmesi
Her iki görüşe de öğretide eleştiriler getirilmiştir. Sübjektif görüşe getirilen
eleştiriler genel olarak, bazı kişilerin hukuken kişi olarak değerlendirilmesine rağmen,
manevî tazminat talebinde bulunma hakkından yoksun bırakılması üzerinde
yoğunlaşmıştır56.
Sübjektif görüş doğrultusunda ayırt etme gücü olmayan gerçek kişilere ve
tüzel kişilere manevî tazminat talep etme hakkı tanınmamaktadır. Hâlbuki bu kişilerin,
kişilik haklarının tamamına ya da bir kısmına sahip oldukları açıktır. Hukuk, herkesin
kişilik hakkını koruduğu gibi bu kişilerin de kişilik haklarını korumaktadır57. Aksine
ihtimal vermek, hukukun (eşitlik gibi) evrensel ilkelerine zıt bir düşüncenin doğmasına
neden olacaktır.
51
EREN, s. 533. 52
EREN, s. 535. 53
EREN, s. 534. 54
Konuyla ilgili Yargıtay kararı için bkz. KILIÇOĞLU M., s. 944. 55
EREN, s. 533. 56
ÇETİN, s. 12. 57
EREN, s. 535.
11
Bu durum birkaç örnekle açıklanabilir. Gerçek kişilerin sahip olduğu kişilik
haklarından; isim, şeref ve haysiyetin korunması gibi haklar, tüzel kişiler için de
mevcuttur58. Bu haklara saldırı durumunda, gerçek kişiler için getirilen hukuki
korumaların tüzel kişiler için tanınmaması adaletsizliğe ve hukuka güvenin
zedelenmesine yol açacaktır. Burada şunu belirtmek gerekir ki, zarar görenin haksız
saldırıyı önleme, durdurma ve tespit gibi davaları açabilme hakkı tazminat davasının
yerine geçemez. Çünkü bu davaların işlevleri ve şartları birbirinden farklıdır59. Bir
diğer örnek ise; ayırt etme gücüne sahip olmayan bir kişinin vücut bütünlüğüne ağır
bir saldırı halinde, bu kişiye manevî tazminat talep etme hakkı tanınmazken, bir diğer
kişiye sadece hakaret edildiği için manevî tazminat talep edilme hakkı tanınacaktır.
Görüldüğü üzere bu durum da haksız sonuçlara neden olmaktadır. Yargıtay; tüzel
kişilerle60, sağ doğmak şartıyla ana rahminde olanlar, küçükler, akıl hastaları ve akıl
zayıflığı olanlar açısından objektif teoriyi benimsemektedir61.
Sübjektif görüşü savunan yazarlar tarafından da, ortaya çıkan bu olumsuz
sonuçlara meydan vermemek için, bu görüşün katı bir şekilde uygulanmaması
gerektiği savunulmaktadır62. Örneğin; tüzel kişilerin manevî tazminat talep edebilme
haklarının olduğu şu şekilde savunulmaktadır. Tüzel kişinin organlarını oluşturan
gerçek kişilerin duymuş oldukları acı ve ıstıraplar, tüzel kişinin acı ve ıstırabı
varsayılır, denilmektedir63. Ancak ortaya çıkan bu olumsuz sonuçların nedeni, bu
görüşün katı bir şekilde uygulanmasından kaynaklanmamaktadır. Sorunun asıl
kaynağı, manevî zararın varlığını; kişilerin manevî varlıklarının hukuka aykırı fiille
saldırıya uğraması durumunda, iç dünyasındaki64 yaşadıklarına bağlanmış olmasıdır.
Günümüzde, kişinin iç dünyasında ne yaşamış olduğunu tespit edecek bir araç
keşfedilmediği için, manevî zararı tespit etmenin bu şekilde mümkün olmayacağı
açıktır.
58
EREN, s. 535. 59
EREN, s. 535. 60
Konuyla ilgili Yargıtay kararı için bkz. KILIÇOĞLU M., s. 957 vd. 61
YHD. 22.6.1973 T. E. 7879. K. 6928; (KARAHASAN, s. 1210); UYGUR, Mad. 47, s. 654; Y4HD. 1.12.1980
T. E. 1989. K. 3442; Y9HD. 6.7.1968 T., 5455/5969 K.; (UYGUR, Mad. 47, s. 659 -660). (EREN, s. 535, dn.
70’ten naklen). 62
Bkz. ÇETİN, s. 13 -14. 63
NOMER, Halûk; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 2013, s. 184. 64
ÇETİN, s. 14.
12
2.2.3.2. Objektif Görüşün Değerlendirilmesi
Objektif görüşe getirilen eleştirilerin başında, kişilik değerleri zedelenmiş
olanların duydukları acı ve ıstırapların manevî zarar olarak görülmemesi65, vardır.
Çünkü kişilik değerleri ile bir insanın iç dünyası arasında doğrudan doğruya bir
bağlantı mevcuttur. Bir kişilik değerinin varlığı, kişinin o değere iç dünyasında nasıl ve
ne kadar yer ayırdığı ile ilgilidir. Bu durumu kısa ve öz bir örnekle açıklayalım;
doğuda toplumsallık batıda ise genel olarak bireysellik anlayışı hâkimdir. Doğu
toplumlarında aile ve topluma ilişkin değerler daha ön planda iken, batı toplumlarında
birey ve bireyin gelişimine ilişkin değerler daha ön plandadır. Bu durum toplumların
hukuk düzenlerini de etkilemiştir. Kişilik değerlerinin nisbî yapısı karşısında, bu
değerlerin zedelenmesi durumunda duyulan acı ve ıstırapları görmezden gelmek,
manevî zarar kavramına uygun düşmeyecektir.
Kişilik değerlerinin zedelenmesi halinde duyulabilecek acı ve ıstırapların
dikkate alınmaması, kişilerin hukuka aykırı fiilden hiç etkilenmemiş olmalarına
rağmen manevî tazminat alabilmelerinin önünü açabilecektir. Örneğin; babası ile
sorun yaşayan ve ölmesi için planlar yapan bir çocuğun, babasının hukuka aykırı fiil
soncunda ölmesi halinde, sorumlu kişilerden manevî tazminat talep etmesi gibi.
Bir diğer eleştiri de manevî zararın tam olarak hangi anda doğduğu ile ilgilidir.
Yukarıda da ifade edilen bir görüşe göre; maddî zarar, hukuka aykırı fiilin
gerçekleştiği anda değil, bu fiilin etkisiyle zarar görenin malvarlığı olumsuz
etkilendiğinde maddî zarar oluşmaktadır. Aynen böyle de manevî zarar, hukuka aykırı
fiil gerçekleştiğinde değil, bu fiilin etkisiyle zarar görenin psikolojik varlığı olumsuz
etkilendiğinde manevî zarar oluşmaktadır66. Eğer bu tanım kabul edilecek olursa
objektif görüş anlamını kaybedecektir.
Her iki görüş için de gerekçeleri sağlam olan eleştiriler getirilmiştir. Bu
eleştirileri değerlendirip her iki görüşün de olumsuz yanlarını bir kenara bırakıp,
karma bir görüşün mevcudiyetini ve geçerliliğini savunan yazarlar da mevcuttur67.
65
ANTALYA, s. 489. 66
KOCAYUSUFPAŞAOĞLU, s. 149. 67
ANTALYA, s. 490; KOCAYUSUFPAŞAOĞLU, s. 147; EREN, s. 533 vd.
13
2.3. Kişilik Hakları
2.3.1. Genel Olarak
Manevî zarar konusuyla ilgili olarak üzerinde durulması gereken konulardan
biri de kişilik haklarıdır. Çünkü manevî zarar; kişilik haklarının, hukuka aykırı olarak
zedelenmesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Kişilik haklarına ilişkin doktrinde ayrıntılı bir
tanım yapılmamıştır. Doktrindeki bu eksiliği doldurmak üzere bu çalışmada bir tanım
verilmeye çalışılacaktır. Elbette ki bu eksikliğin bu çalışmada verilen tanımla
doldurulması mümkün değildir. Ancak bu eksiklik konusunda herhangi bir çaba
gösterilmeyeceği anlamına da gelmez. Bu eksikliği tamamlamak üzere bir tanım
yapılmaya çalışılmıştır. Kişilik hakları kanaatimizce68, bir kişinin kendini tanımladığı
şekilde hayat içerisinde var olmasını ve kabiliyetlerinin inkişafı için elverişli ortamı
sağlayan haklardır. İmkânlar yeterli değilse bile, kabiliyetlerin inkişafının
engellenmesinin önüne geçen haklardır. Doğal olarak bu haklar her kişi için geçerlidir
ve bir başkasının hakkını sınırlamayacak şekilde var olur.
Genel olarak kişilik hakları tanımlanırken şu ifadelere yer verilir; insanın insan
olması dolayısıyla sahip olduğu haklardandır. Kişinin kendisine ayrılmaz şekilde
bağlıdır. Mutlak hak niteliği taşıdığından, herkese karşı ileri sürülebilir. Bu haklar para
ile ölçülemez.69
Kişilik haklarını koruyan hükümler hukukumuzda mevcut olduğu gibi, İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi70 ve Avrupa İnsan Hakları Bildirisi’nde71 de yer
almaktadır.
Kişilik hakları vazgeçilebilir nitelikte değildir. Başka bir kişiye devredilmesi de
söz konusu değildir, ölümle son bulur. Kişilik haklarının bir başkasına devredilmesi
mümkün değilken, kişilik haklarının zedelenmesinden doğan dava ve alacak hakkı,
bir başkasına devredilebilir. Kişilik haklarının bazılarının da kullanımı
devredilebilmektedir. Örneğin, isim hakkı kullanımının devredilmesi gibi.
68
Kişilik hakları kavramı Alman Hukuku’nda “Persönlichkeitsrechte” kavramı ile ifade edilir. Persona kelimesi
ise Latince bir kelimedir ve kökeni itibariyle tiyatroda role uygun olarak takılan maskeye verilen isimdir. 69
ÇETİN, s. 16. 70
Bkz. 12., 15., 16., 17. Maddeler (10 Aralık 1948 tarihli beyanname) 71
Bkz. 8. Madde (4 Kasım 1950 tarihli bildiri)
14
Borçlar Kanunu’nda bir kişinin, kişilik haklarının zedelenmesi sonucunda ağır
bedensel zarara uğraması ya da ölmesi halinde, yakınlarına manevî tazminat davası
açma hakkı tanınmıştır. Ancak bu hakkın tanınması, hakkın miras yoluyla mirasçılara
geçtiğini göstermez. Çünkü zarar görenin yakınları, zarar görenin değil kendi kişilik
haklarına yapılan saldırının tazminini talep edebilmektedirler72.
Kişilik haklarının nelerden ibaret olduğu ise zamana, yere ve kültürel yapıya
göre değişmektedir. Örneğin, geçmişte teknolojik imkânların yeterli olmamasından
dolayı resim ve ses üzerindeki kişilik hakları gündeme gelmemekte iken; günümüzde
teknolojik imkânlar sayesinde resim ve ses üzerindeki kişilik hakları geniş kapsamlı
olarak değerlendirilmekte ve koruma altına alınmaktadır. Daha açık ve net bir örnek
verecek olursak, geçtiğimiz yüzyıla kadar kölelik kurumu varlığını hukuken
korumaktaydı. Günümüzde ise yaşanan olumlu gelişmelerle birlikte hukuken anlamını
yitirmiş ve kişilik haklarının kapsamı genişletilmiştir.
2.3.2. Kişilik Haklarına Konu Olan Değerler
2.3.2.1. Şeref ve Haysiyet
Bu kavram doktrinde; kişilerin hem doğuştan sahip oldukları, hem de hal ve
hareketleri ile kişiye çevresi tarafından tanınan iyi ve güzel değerlerin toplamı, olarak
ifade edilmektedir73. Cinsiyet, ırk, din ve vatandaşlık gibi değerler doğuştan sahip
olunan değerlerdir. Ahlâkî yapı, hukuk kurallarına saygı duyulması, mesleki
faaliyetler, yetenekler, yaşam ve dünya görüşü gibi değerler, sonradan çevre
tarafından tanınan değerlerdendir74. Çevre tarafından tanınan bu değerler, ahlâkî,
hukuksal, toplumsal, ticarî ve mesleksel konulara ilişkin olabilir75.
Yukarıda belirtmiş olduğumuz kişilik hakları tanımında, kişilik hakları; bir kişinin
kendini tanımladığı şekilde hayat içerisinde var olmasını ve kabiliyetlerinin inkişafı için
elverişli ortamı sağlayan haklardır, şeklinde ifade etmiştik. Bu tanımdan hareketle,
şeref ve haysiyeti de; kişinin kendini tanımladığı şekilde hayat içerisinde var olmasını
ve bu varlığını pekiştirmesini sağlayan değerlerdir, diye tanımlayabiliriz. Yani kişi
72
KILIÇOĞLU A. – Genel, s. 434. 73
KILIÇOĞLU A. – Genel, s. 436. 74
KILIÇOĞLU A. – Genel, s. 436. 75
KILIÇOĞLU A. – Genel, s. 436.
15
kendini nasıl tanımlarsa, şeref ve haysiyeti de bu tanımla şekillenir. Kişinin kendisini
tanımladığı şekilde hayat içerisinde var olmasının engellenmesi de şeref ve haysiyet
değerlerinin zedelenmesidir, diyebiliriz. Örneğin, bir kişi kendisini akademisyen olarak
ve bu doğrultuda çok bilen ve araştıran kişi olarak tanımlayabilir. Bu tanımla birlikte o
kişinin şeref ve haysiyeti büyük ölçüde bilgisi ve araştırmacılığı üzerinde
yoğunlaşacaktır. Eğer bu kişi dışarıdan, bilgisi ve araştırmacı yapısı aleyhine bir söz
veya hareketle karşılaşırsa; bu durumu şeref ve haysiyet değerlerine saldırı olarak
nitelendirecektir.
Kişinin kendisini tanımladığı şekilde hayat içerisinde var olmasının
engellenmesi durumu; hukuk kurallarına uyularak, diğer bir kişinin kendini koruması
ya da bir insan topluluğunun haklarının korunması amacıyla yapılırsa, elbette bu
durumda şeref ve haysiyetin zedelendiği söylenemeyecektir.
Doktrinde bu konu üzerinde iç ve dış ya da objektif ve sübjektif şeref ve
haysiyet gibi ayrımlar konulmuş ve üzerinde tartışılmıştır76. Bu tanımla birlikte bu
ayrımlar da işlevini yitirmektedirler.
Burada bazı sorunların ortaya çıkma ihtimalinin olduğu söylenebilir. Şöyle ki,
her kişinin kendini tanımladığı şekilde hayatta var olması ve bu duruma herkes
tarafından saygı duyulması gerekliliği bazı sorunlara neden olabilecektir. Örneğin, bir
insan kendini iyi bir içici olarak tanımlayabilir ve alkol almasına hiçbir şekilde
karışılmamasını iddia edebilir. Yahut bir insan kendini iyi bir aktör/aktris olarak
tanımlayabilir ve insanları oyun oynayarak kandırmaya çalışabilir. Ya da bir insan
kendini adı duyulmamış bir dinin mensubu olarak görebilir ve o dinin gereği olarak
kamuya açık alanlarda çıplak dolaşması gerektiğini iddia edebilir. Tüm bu ve buna
benzer durumlarda, bu kişilerin kişilik haklarının zedelenmemesi için müdahale
edilemeyecek midir? Bu soruların cevapları kişilik hakları tanımındadır. Çünkü kişilik
hakları, sadece bir kişinin kendini tanımladığı şekilde hayat içerisinde var olmasını
sağlayan haklar değildir. Bu haklar herkes için geçerlidir. Alkol alan kişinin trafiğe
çıkması, diğer kişilerin haklarını zedeleyebilecektir. İnsanları kandırmaya çalışan
kişinin, diğerlerinin kişilik haklarını zedelemesi söz konusu olacaktır. Kamuya açık
alanlarda çıplak dolaşan kişi, genel ahlaka aykırı bir davranışı söz konusu olacaktır.
Bunların yanında, kişilik haklarının hukuka ve ahlaka aykırı olan durumları içermesi
ve kişilik hakkı olarak bu durumların korunması zaten söz konusu olmayacaktır.
76
ÇETİN, s. 22 vd.
16
2.3.2.2. İsim
İsim, kişinin kendisini tanımlayıp toplum içerisinde var olabilmesi için
bütünleyici parça niteliğindedir. Kişiyi diğer varlıklardan ayırmaya yarar. İsim olmadan
kişinin varlığı eksik kalır. Bu önemli görevinden dolayı kişilik haklarından biri olarak
koruma altına alınmıştır.
Kişilerin isim ve soyisimlerinden farklı olarak, takma isimleri ya da lakapları da
olabilir. Bazı kişiler, gerçek isimlerinden çok takma isim ya da lakaplarıyla tanınır ve
bilinir. Özellikle bu gibi örnekler açısından, kişinin takma isim ya da lakabının
saldırıya uğrama ihtimali söz konusudur. Bundan dolayı, takma isim ve lakaplar
üzerindeki hakkın zedelenmesi de, ismin hukuksal korunmasına dâhil olacaktır77.
Tüzel kişiler de isimleri üzerinde kişilik hakkına sahiptir78. Yukarıda belirtilmiş olan
kişilik hakları tanımı kapsamında aksine bir ihtimal de söz konusu değildir. Çünkü bu
tanım, gerçek kişi ile tüzel kişi arasında hiçbir fark gözetmemektedir, diyebiliriz.
2.3.2.3. Resim ve Ses
Kişilerin resim ve sesleri de kişilik haklarındandır79. Kişinin herhangi bir madde
üzerindeki görüntüsünün, kişinin rızası olmadan ve menfaatlerine aykırı olarak
kullanılması kişilik haklarının zedelenmesine neden olmaktadır. Fotoğrafın deforme
edilmesi, fotomontajda kullanılması, gelir elde edilmesi ve bu amaçla son olarak
çoğaltılması da kişilik haklarının zedelenmesine neden olmaktadır. Aynı zamanda
fotoğrafın kişinin rızası olmadan başkalarına gösterilmesi de kişilik haklarını
zedeleyebilmektedir80. Konu ile ilgili bir mahkeme kararında; genç bir kızın
fotoğraflarının rızası olmadan başka birine verilmesi ve kızla ilgisinin bulunulduğunun
söylenmesi, olayın küçük bir çevrede geçmesi de göz önüne alınarak, manevî
tazminat ödetilmesine konu olan yerel mahkeme kararı, temyiz mahkemesi
tarafından onaylanmıştır.81
77
ÇETİN, s. 25. 78
SAYMEN, s. 223. 79
KILIÇOĞLU A. – Genel, s. 437. 80
KARAHASAN, s. 130. 81
Yargıtay 3. HD, 30.12.1960, E. 8667, K. 7010 (KARAHASAN, s. 130).
17
Politikacı, sanatçı, sporcu gibi meslekleri gereği sürekli olarak halkın gözü
önünde ve ilgisi dâhilinde olan kişilerin ise durumları biraz farklıdır. Bu kişilerin resim
ve seslerinin yayımlanması için onay gerekmeyebilir82. Toplumun haber alma
özgürlüğü çerçevesinde bir haber ve bilgi paylaşılıyorsa onay gerekmeyecektir83.
Eğer ilgili kişinin kişilik haklarını ağır bir şekilde zedeleme ihtimali olan bir haber veya
bilgi paylaşımı söz konusu ise onay aranacaktır. Burada şunu belirtmek isteriz ki,
politikacılar gibi toplumun gözü önünde olan ve bu kimliklerinin varlığı toplumun
onayına bağlı olan kişilerin durumunu diğerlerinden ayırmak gerekecektir. Bir
politikacı bulunduğu konuma toplumun onayını alarak gelmiştir. Toplumun onayını
almasının nedeni ise toplum nazarında oluşturmuş olduğu kimliktir. Eğer bu kişide,
oluşturmuş olduğu kimliğe aykırı olarak bir takım fiil ve alışkanlıklar mevcut ise ve
bunu toplumdan gizliyor hatta bunu yalanlıyorsa; bu fiil ve alışkanlıklara ilişkin doğru
ve ispatlanabilir bir haberin yayımlanması toplumun haber alma özgürlüğü
kapsamına dâhil olacaktır. Bu politikacının böyle bir haberde resim ve seslerinin
rızası dışında paylaşıldığını gerekçe göstererek kişilik haklarının zedelendiği iddiası
doğru olmaktan uzaktır. Çünkü bu durumda toplumun ve toplum içerisindeki tek tek
kişilerin kişilik hakları devreye girmektedir. Bir kişinin kendisine yalan söylenerek
kandırılması da kişilik haklarının zedelenmesi olarak öngörülebilir. Yukarıda belirtilmiş
olan kişilik hakları tanımından hareketle, bir kişi kendisini aldatmaz ve aldanmaz
dürüst ve gerçekçi biri olarak tanımlayabilir. Bu durumda o kişinin aldatılmış olması
ve gerçeğin kendisinden kasten gizlenmiş olması bu kişinin kişilik haklarını
zedeleyecektir.
2.3.2.4. Yaşam Alanları
Kişinin toplum içindeki yaşamını paylaştığı kişi çevreleri farklıdır. Bu yaşam
alanları doktrinde üçe ayrılmaktadır84:
82
KARAHASAN, s. 133. 83
ÇETİN, s. 26 -27. 84
KILIÇOĞLU A. – Genel, s. 436.
18
2.3.2.4.1. Ortak Yaşam Alanı:
Bu yaşam alanında, kişiler yaşamlarını doğal olarak diğer kişilerle paylaşırlar.
Kişilerin bu alandaki faaliyetlerini herhangi bir kişinin gözlemlemesi mümkündür85.
Yani bir faaliyetin bu alanda kabul edilmesi için başkaları tarafın gözlemlenmesi
zorunlu değildir, gözlemlenebilir olma ihtimali yeterlidir. Örnek olarak; pazardaki
alışveriş, sinema veya tiyatro gösterisine katılma, spor karşılaşmalarını izleme vb.
verilebilir86. Bu yaşam alanındaki faaliyetler; başkaları tarafından izlenebilir,
anlatılabilir, görüntülenebilir. Kişilik haklarını zedelemeyecektir87. Ancak, kişinin bu
alandaki görüntülerinin, görüntü içerisindeki diğer kişiler ayıklanarak bu kişi aleyhine
özel olarak işlenmesi hukuka aykırıdır88.
2.3.2.4.2. Özel Yaşam Alanı:
Bu yaşam alanına, kişinin tanıdığı, bildiği arkadaş çevresiyle paylaştığı yaşam
faaliyetleri girmektedir. Örnek olarak; davetlilerin katılabildiği yaş günü, düğün, şirket,
dernek, vakıf toplantıları gibi89. Kişinin bu alandaki faaliyetleri, tanıdıkları tarafından
izlenebilir, görüntülenebilir, anlatılabilir90. Ancak bu fiilleri, o çevrenin dışından
yabancı birilerinin yapması durumunda hukuka aykırılık söz konusu olacaktır.
2.3.2.4.3. Sır Alanı:
Bu alan, kişilerin yaşam alanlarının en mahrem kısmıdır ve kişinin güvendiği
kişiler dışında kimseyle paylaşmak istemediği yaşam alanıdır91.
Kişi bu alanda, özgürce düşünme ve davranma hakkına sahiptir92. Kişi bu
alandaki faaliyetlerini, kendine özgü kılabildiği ölçüde özgürce yaşayabilir. Yani
85
KILIÇOĞLU, Ahmet; Şeref Haysiyet ve Özel Yaşama Basın Yoluyla Saldırılardan Hukuksal
Sorumluluk, Ankara, 1993, s. 83. 86
KILIÇOĞLU A. – Genel, s. 436. 87
KILIÇOĞLU A. – Genel, s. 436. 88
KILIÇOĞLU A. – Genel, s. 437. 89
KILIÇOĞLU A. – Genel, s. 437. 90
KILIÇOĞLU A. – Genel, s. 437. 91
KILIÇOĞLU A. – Şeref Haysiyet, s. 84.
19
kişiye, bu alandaki faaliyetlerini sır olarak tutma ve başkalarıyla paylaşmama hakkı
tanınmıştır93. Kişi bu alanı sır olarak tutarken, başka birinin bu faaliyetleri öğrenmesi
veya müdahil olmaya çalışması durumunda kişinin kişilik haklarını zedelemesi söz
konusu olacaktır.
2.3.2.5. Bedensel Bütünlük
Kişinin bedensel bütünlüğünün sağlanması kişilik değerlerindendir. Hak olarak
ise en temel insan haklarındandır. Bu hak kapsamı itibariyle, kişinin bedensel
bütünlüğüne herkes tarafından saygı gösterilmesini ve buna yönelik saldırılar
karşısında hukuken korunma talep etmeyi içermektedir94.
Türk Borçlar Kanunu’nun manevî tazminata ilişkin hükümlerinde, bedensel
bütünlüğe yönelik saldırılardan doğan manevî zarar, önemi nedeniyle ayrıca
düzenlenmiştir. TBK 56. madde’de; “Hâkim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün
zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun
bir miktar paranın manevî tazminat olarak ödenmesine karar verebilir.” şeklinde
düzenlenmiştir.
Bedensel bütünlük, sadece fiziksel olarak bedensel bütünlükten ibaret değildir.
Psikolojik olarak da bedensel bütünlükten bahsedilebilir. Kişiye bir saldırı halinde
bedensel bütünlüğün zedelenmesi ile ilgili olarak, incelenmesi gereken sadece
fiziksel olarak bedensel bütünlüğü değildir. Psikolojik olarak bedensel bütünlüğün
zedelenip zedelenmediği de incelenmelidir95.
92
KILIÇOĞLU A. – Şeref Haysiyet, s. 85. 93
ÇETİN, s. 30. 94
ÇETİN, s. 31. 95
ÇETİN, s. 31.
20
3. MANEVÎ ZARARIN GİDERİMİ: MANEVÎ TAZMİNAT
3.1. Kavram
Zararın özelliğine, yani zararın şahıs varlığı ya da malvarlığı üzerinde
meydana gelip gelmediğine göre tazminatın boyutu ve türü belirlenir96. Zarar, kişinin
şahıs varlığında iradesi dışında bir eksilme doğurmuşsa manevî zarardan bahsedilir
ve bu zararın giderilmesi için manevî tazminat yoluna başvurulur97. Netice olarak
denilebilir ki, manevî tazminat manevî zarara uğramış kişinin zararının
giderilmesidir98.
Manevî tazminat kurumu mevzuatımızda Türk Medenî Kanunu ve Türk Borçlar
Kanunu’nda düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu hükümlerden TMK’da düzenlenmiş
bulunanlar özel hallerdir99. Ancak TBK’da 58. maddede yer alan manevî tazminata
ilişkin düzenleme ise genel bir hüküm niteliğindedir100. TBK m. 58 hükmü, kişilik
değerlerinin ihlalinden kaynaklanan manevî zararların giderimini amaçlayan manevî
tazminat davasını düzenlemektedir101. İhlali söz konusu olduğunda manevî tazminat
davası açılabilecek kişilik değerleri; özellikle şeref ve haysiyet, özel hayat, evlilik
birliği, aile bütünlüğü, ticarî itibar gibi kişi özgürlüğü kapsamındaki değerlerdir.
Türk Borçlar Kanunu m. 58 hükmündeki kişilik değeri ihlalinden kaynaklanan
manevî tazminat talebi dışında bir de TBK m. 56 hükmünde düzenlenmiş manevî
tazminat istenebilecek özel bir hal bulunmaktadır. Bu hükme göre, fizikî kişilik değeri
ihlali halinde manevî tazminat talebi düzenlenmektedir. Fizikî kişilik değeri olarak
özellikle, yaşama hakkı ve bedensel bütünlüğün ihlalinden doğan manevî zarar bu
hükmün kapsamına göre manevî tazminatın konusudur102.
Kanun’un 56. maddesinin 1. fıkrası, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün ihlal
edilmesi halinde, hâkimin olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun
bir miktar paranın manevî tazminat olarak ödenmesine karar verebileceğini
düzenlemiştir. Aynı hükmün 2. fıkrasında ise ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde,
96
ÜNAL, Mehmet; “Manevî Tazminat Ve Bu Tazminat Çeşidinde Kusurun Rolü”, AÜHFD, Yıl: 1978, C. 35,
Sayı: 1-4, Ankara, s. 397. 97
EREN, s. 780. 98
EREN, s. 780; TANDOĞAN, s. 330; KILIÇOĞLU, A. – Genel, s. 430. 99
TANDOĞAN, s. 332. 100
EREN, s. 781. 101
EREN, s. 781. 102
KILIÇOĞLU, A. – Genel, s. 431.
21
zarar görenin veya ölenin yakınlarının da manevî tazminat talebinde bulunabileceği
ifade edilmektedir.
Sonuç olarak belirtilebilir ki; hem TBK m.56 hem de TBK m. 58 hükmü, kişilik
hakkının ihlali durumunda manevî tazminat talebini düzenlemektedir. Bu hükümler
arasındaki fark; 56. maddede fizikî(maddi) kişilik değerlerinin yani yaşama hakkı ve
bedensel bütünlüğün ihlali durumunda manevî tazminat, 58. maddede de maddî
olmayan(duygusal ve sosyal) kişilik değerlerinin ihlali durumunda manevî tazminat
talep edilebilmesidir103.
3.2. Hukukî Niteliği
Manevî tazminatın hukukî niteliği ile ilgili doktrinde çeşitli görüşler
bulunmaktadır. Bu görüşler genel hatlarıyla şunlardır:
3.2.1. Ceza Görüşü
Bu görüşe göre nakden ödenen manevî tazminat, zarar vereni cezalandırmak
anlamına gelmektedir104. Bu görüşü savunanlar, manevî tazminatın özel hukuk
kurumu olması yanında ceza karakteri de içerdiği, bu yüzden bir çeşit özel hukuk
cezası olduğunu belirtmektedirler105. Burada ceza unsuru olarak nitelendirilse de
ceza hukuku anlamında cezadan farkı şudur ki; zarar vereni cezalandırma amacı ile
ödetilen manevî tazminat bedeli devletin değil zarar görenin malvarlığına dahil
olmaktadır.
Bu görüşün eleştirildiği nokta; manevî tazminatın kusursuz sorumluluk
durumunda da talep edilebileceği kabul edildiği zaman, kusur olmadan cezanın
mümkün olmadığı gerçeğini göz ardı etmesidir106. Kusursuz sorumluluk hallerinde kişi
kusuru olmadan zarardan sorumlu tutulmaktadır107. Ancak manevî tazminatın ceza
olduğu kabul edilirse, zarar verenin kusurlu olmasını aramak gerekirdi108.
103
KILIÇOĞLU, M; s. 431. 104
GÜRSOY, Kemal Tahir; “Manevî Zarar ve Tazmini”, AÜHFD, Yıl: 1973, C. 30, Sayı: 1-4, Ankara, s. 21. 105
ÇETİN, s. 48. 106
EREN, s. 785. 107
OĞUZMAN/ÖZ, s. 132. 108
EREN, s. 785.
22
Bizim görüşümüze göre manevî tazminatın ceza fonksiyonu gördüğü fikri
isabetli değildir. Nitekim özel hukuk kapsamında değerlendirilen ve hukukîlik
kazandırılan manevî tazminatı ceza hukuku kavramları ile tanımlamaya çalışmak
doğru değildir. Ayrıca manevî tazminatın kabul edilmesindeki yegâne amaç zarar
verenin cezalandırılması değil, zarar görenin uğradığı manevî zararı hafifletmektir.
Yani denebilir ki manevî tazminatın merkezinde zarar verenden ziyade zarar gören
yer almaktadır.
3.2.2. Tatmin Görüşü
Bu görüş doktrinde hakim olan görüştür. Bu görüşe göre manevî tazminat;
zarar görenin maruz kaldığı manevî zararı, acı ve üzüntüleri hafifletecek, dindirecek
bir tatmin vasıtasıdır109. Yine bu görüşe göre manevî zarara uğrayan kişiye manevî
tazminat adı altında bir miktar para ödendiği zaman, uğramış olduğu acı ve sıkıntılar
belli bir oranda da olsa azaltılmış olur. Belirtilmelidir ki hiçbir manevî zararın parasal
karşılığı yoktur, fakat manevî zararın ortaya çıkardığı olumsuzluklar ödenecek para
ile kısmen de olsa hafifletilebilir. Burada mühim olan, ödenecek para ile uğranılan
manevî zararın yerine yeni bir değer koyarak kişilik değerindeki azalmanın
dengelenmesidir110.
Bu görüşü savunanlara göre; manevî zarara uğrayan kişinin şahıs varlığındaki
eksilmeye karşılık kendisine manevî tazminat olarak sağlanan mal varlığı değeri ile
ona manevî bir tatmin ve rahatlama duygusu kazandırılmaktadır111.
Bu görüşün eleştirildiği nokta da mevcuttur: Belirtilebilir ki bu görüşün
benimsenmesi için öncelikle sübjektif manevî zarar teorisi kabul edilmelidir112.
Dolayısıyla zarar görene ödenen paranın onda tatmin duygusu doğurabilmesi onun
tatmin hissini anlayabilme yeteneğine bağlıdır. Bu kabul edildiği zaman da ayırt etme
gücüne sahip olmayan veya bilinci yerinde olmayanlar için tatmin duygusunun ortaya
çıkamayacağı sonucu doğar113. Neticede ayırt etme gücü olmayan ya da bilinç
kaybına uğrayan kişilerin manevî zarara uğrayamayacağı gibi bir sonuç da şüphesiz
109
OĞUZMAN/ÖZ, s. 245. 110
EREN, s. 784. 111
ÇETİN, s. 53. 112
EREN, s. 785. 113
EREN, s. 785.
23
adalet anlayışı ile bağdaşmaz. Dolayısıyla bu görüşe biz de katılma imkânı
bulamıyoruz.
3.2.3. Telafi Görüşü
Telafi görüşü manevî tazminatın, uğranılan manevî zararı aynen ya da nakden
telafi etme düşüncesine dayandığını ifade etmektedir114. Bu görüşe göre, zarar
görende meydana gelen acı, manevî tazminat ile giderilip telafi edilmektedir115.
Aynen tazmin, zararın niteliğinden dolayı pek mümkün görünmediği için çoğunlukla
nakden tazmin suretiyle zarar görenin uğradığı manevî zarar telafi edilmek
istenmektedir. Burada zarar görenin manevî zarar neticesinde bir acı ve ızdırap
hissedip hissetmemesi önemli değildir. Önemli olan objektif olarak manevî zarara
maruz kalmasıdır. Dolayısıyla kolaylıkla söylenebilir ki bu görüş kabul edildiği
takdirde, ayırt etme gücünden yoksun olanlar ve tüzel kişiler açısından da manevî
zarar doğmuş kabul edilerek manevî tazminat istenilebilir116.
Mevzuatımızda tüzel kişilerin ya da ayırt etme gücüne sahip olmayan kişilerin
manevî tazminat isteyemeyeceğine yönelik bir hüküm yer almadığı için telafi görüşü
mevcut hukuk sistematiğimize daha uygun düşen bir görüştür. Zira yukarıda da
belirttiğimiz gibi telafi görüşü manevî zararı objektif yönden ele alarak zarar görenin
sübjektif ve iç dünyası ile ilgilenmeden zararın tazmin edilmesi düşüncesine
dayanmaktadır.
3.3. Şartları
Manevî tazminat davası Türk Borçlar Kanunu’nun 56 ve 58. maddelerinde
düzenlenmiştir. TBK m. 56 hükmünde yaşama hakkı ile beden bütünlüğü ihlalinden
doğan manevî tazminat talebi, TBK m. 58 hükmünde de kişilik değerlerinin ihlalinden
doğan manevî tazminat talebi düzenlenmiştir. Buna göre:
114
EREN, s 785. 115
GÖKCAN, Hasan Tahsin; Haksız Fiil Hukuku ve Maddî-Manevî Tazminat Davaları, Seçkin Yayınları,
Ankara, 2008, s. 670. 116
EREN, s. 787.
24
3.3.1. TBK m. 56’ya göre Manevî Tazminat Davasının Şartları:
aa) Ölüm vuku bulmalı veya beden bütünlüğü ihlali söz konusu olmalı
Haksız fiil sonucunda kişi bedensel zarara uğramışsa bundan kaynaklanan
manevî zararının tazmin edilmesini TBK m. 56/1 hükmüne göre talep edebilir117. Kişi
haksız fiil nedeniyle, olay sırasında bedensel bütünlüğünde acı ve ızdırap hissetmiştir
ve bunun tazmin edilmesi gerekir. Haksız fiil sonucu kişiye tıbbi müdahalede
bulunulmuş, kişi buna rağmen sağlığına kavuşamamış, sakat kalmış ya da
bedeninde iz kalmış olabilir. Bu durumlarda kişi bedensel bütünlüğünde meydana
gelen bu tarzdaki değişikliklerin acı ve elemini çekeceği için bunların tazmin edilmesi
gerekmektedir118.
TBK m. 56/2 hükmünde açıkça belirtildiği üzere bedensel zarar ağır
nitelikteyse manevî tazminat isteme hakkı sadece beden bütünlüğü ihlal edilene
değil, onun beden bütünlüğünün ihlal edilmesinden manevî zarar gören yakınlarına
da tanınmıştır119. Yani haksız fiil sonucu beden bütünlüğü ağır bir şekilde ihlal
edilmişse ve bundan dolayı haksız fiile maruz kalan kişinin yakınları manevî zarara
uğramışsa onların da manevî tazminat talep edebilmeleri mümkündür. TBK yürürlüğe
girmeden önce de Yargıtay’ın bu yönde vermiş olduğu kararlar mevcuttur120 Burada
belirtmekte fayda vardır ki bedensel bütünlüğü ihlal edilen kişinin bundan dolayı
bizzat manevî tazminat talep edebilmesi için uğradığı bedensel zararın ağır olması
şartı aranmaz121.
117
KILIÇOĞLU, A. – Genel, s. 433. 118
KILIÇOĞLU, A. – Genel, s. 433.. 119
GÜRSOY, s. 13. 120
Yarg. HGK 26.4. 1995, 11-22/430, “...Cismani zarar kavramına, ruhi bütünlüğün ihlali, sinir bozukluğu veya
hastalığı (ruhi ve asabi sağlık bütünlüğü) gibi hallerin de girdiği kabul edildiğine göre, eğer bir kimsenin
cismani zarara maruz kalması sonucunda onun (ana, baba, karı, koca gibi) çok yakınlarından birinin de (aynı
eylem) nedeniyle hukuken korunan ruhi ve asabi sağlık bütünlüğü ağır şekilde halel-dar olmuşsa onlar da
manevi tazminat talep edebilirler. Çünkü bu durumda onların zararları ile haksız eylem arasında uygun illiyet
bağı vardır ve zararla-rının niteliği itibariyle onların da ihlal edilen normun (BK m. 47) koruma amacı içinde
bulunduklarının (Hukuka aykırılık bağının gerçekleştiğinin) kabulü gerekir. Başka bir anlatımla, böyle hallerde,
yansıma yoluyla değil, doğrudan doğruya zarara maruz kalma söz konusudur.”( ERLÜLE, Fulya; “6098 Sayılı
Türk Borçlar Kanununda Beden Bütünlüğünün İhlalinden Doğan Manevi Tazminat Talebi”, 6098 Sayılı Türk
Borçlar Kanunu Hükümlerinin Değerlendirilmesi Sempozyumu (3 - 4 Haziran 2011), Prof. Dr. Cevdet
Yavuz'a Armağan, s. 158’den naklen). 121
KILIÇOĞLU, A. – Genel, s. 434.
25
Ayrıca TBK m 56/2 hükmünde haksız fiile maruz kalan kişinin ölümü halinde
de yakınlarına, ölüm nedeniyle kendi uğradıkları manevî zararın karşılığı olarak
manevî tazminat talep edebilme hakkı tanınmıştır122. Ancak tazminat talebinin karşılık
bulabilmesi için ölen kişi ile kanunun tabiri ile “yakınları” arasında yakın ve yoğun bir
ilişkinin bulunması ve olayın özelliklerinin yani yakınların hissetmiş oldukları duygusal
acının ağırlığının da manevi tazminatı haklı kılması gerekir123.
bb) Manevî zarar meydana gelmeli
Ölüm halinde ve ağır bedensel bütünlüğün ihlali halinde ölenin veya beden
bütünlüğü ihlal edilen kişinin yakınlarında; ağır olma şartı aranmaksızın da beden
bütünlüğü ihlal edilen kişinin bizzat kendisinde manevî zarar meydana gelmiş olmalı
ki TBK m. 56 hükmü dolayısıyla manevî tazminat talep edilebilsin124.
cc) Uygun illiyet bağı bulunmalı
Manevî tazminat talebinde bulunan kişilerin uğradığı manevî zarar ile haksız
fiil teşkil eden eylem arasında uygun illiyet bağı bulunmalıdır125.
dd) Hukuka aykırılık unsuru olmalı
Adam öldürülmesi veya bedensel bütünlüğün ihlal edilmesi hukuka aykırı
olmalıdır126. Bu fiiller zaten yaşama hakkı ve beden bütünlüğü gibi mutlak hakların
ihlali teşkil edeceği için kural olarak hukuka aykırılık unsuru zaten mevcut olacaktır127.
Ancak belirtmek gerekir ki olayda hukuka uygunluk sebepleri varsa hukuka aykırılık
unsuru gerçekleşmiş sayılmaz128.
ee) Olayın özellikleri manevî tazminat takdir etmeyi haklı göstermeli
122
KILIÇOĞLU, A. – Genel, s. 435. 123
ERLÜLE, s. 154. 124
EREN, s. 790. 125
GÖKCAN, s. 671. 126
EREN, s. 790. 127
EREN, s. 790. 128
GÖKCAN, s. 671.
26
Manevî tazminata hükmedilebilmesi için olaya özgü hal ve şartların, olayın
özelliklerinin tazminatı haklı kılması gerekir. Bunlardan birisi zarar verenin kusurlu
olması gerektiğidir129.
Olayın özellikleri denildiğinde, saldırı kişilik hakkı ihlal edilen kişinin manevî
kişilik değerlerinde meydana getirdiği eksilmenin boyutu değerlendirilebilir130. Örneğin
zarar görenin ağır kusuru söz konusu ise olayda manevî tazminata hükmedilmemesi
söz konusu olabilir131.
3.3.2. TBK m. 58’e Göre Manevî Tazminat Davasının Şartları:
TBK m. 58 hükmünde; “Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören,
uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para
ödenmesini isteyebilir.” denilmektedir. Bu hükme göre manevî tazminatın şartları:
aa) Kişilik hakkı ihlal edilmiş olmalıdır
Bu hükme göre manevî tazminata hükmedilebilmesi için kişilik haklarından
özellikle sosyal ve duygusal kişilik değerlerinin ihlal edilmiş olması gerekir132. Bunlara
örnek olarak ise, şeref ve haysiyet, özel hayat ve aile hayatının gizliliği gibi kişilik
hakları gösterilebilir.
bb) İhlal neticesi manevî zarar doğmuş olmalıdır
İhlal neticesinde kişilik değerlerinde objektif eksilme meydana gelmelidir ki
manevî zarardan söz edilebilsin133.
cc) Hukuka aykırı bir fiil olmalıdır
129
EREN, s. 791. 130
ANTALYA, s. 501. 131
GÖKCAN, s. 671. 132
EREN, s. 792. 133
EREN, s. 793.
27
Kişilik hakkı ihlalini sayılan fiil açıkça hukuka aykırı olmalıdır134. Türk Medeni
Kanunu m. 24/2’de de belirtildiği gibi “Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha
üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması
sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka
aykırıdır.”
dd) İlliyet bağı bulunmalıdır
Kusur sorumluluğu söz konusu ise zarar verenin fiili ile manevî zarar arasında,
kusursuz sorumluluk söz konusu ise sorumluluğu gündeme getiren olay ile manevî
zarar arasında uygun illiyet bağı bulunmalıdır135.
ee) Kusur şartı
Bir kişinin fiili neticesi başka bir kimsenin kişilik hakkının ihlal edilmesinden
dolayı manevî tazminatla sorumlu tutulabilmesi için zarar verenin kusuru bulunmalıdır
veya onun sorumlu tutulabileceği kusursuz sorumluluk hallerinden birisi söz konusu
olmalıdır136.
Belirtilebilir ki zarar görenin kusuru zarar verenin kusurundan daha ağır olsa
bile manevî tazminata hükmetmeye bir engel bulunmamaktadır137. Burada olsa olsa
hakimin tazminat miktarından indirim yapması gündeme gelebilir138. Ancak zarar
görene yükletilecek olan kusur, illiyet bağını kesecek ağırlıktaysa zarar verenin
sorumluluktan kurtulacağı söylenebilir139.
134
OĞUZMAN/ÖZ, s. 250. 135
EREN, s. 794. 136
OĞUZMAN/ÖZ, s. 258. 137
EREN, s. 795. 138
ÜNAL, s. 408. 139
EREN, s. 495.
28
3.4. Taraflar
3.4.1. Davacı
Adam öldürülmesi durumunda davayı, TBK m. 56/2 hükmüne göre ölenin
yakınları açabilir140. Ölenin yakınlarına verilen manevî tazminat davası açma hakkı
mirasçı sıfatlarından kaynaklanan bir hak değil, doğrudan doğruya sahip oldukları bir
haktır141. Ölenin yakınları kavramının kapsamında da öncelikle ölenin eşi, çocuğun
ölümü halinde ölen çocuğun anne ve babası, anne babanın ölümü durumunda
çocukları, belli koşullar altında ölenin kardeşleri ve nişanlısı değerlendirilebilir142.
Ancak ölenle ilişkinin yoğunluğu göz önünde tutularak, manevî zarara uğradığını
iddia eden, sayılanların dışındaki kişilerin de bu hükme göre manevî tazminat
isteyebilmeleri mümkündür ve hakimin takdirindedir143.
TBK m. 56 hükmüne göre beden bütünlüğü ihlal edilen kişiler de manevî
tazminat isteyebilir144. Bu suretle zarar gören kişilerin manevî tazminata hak
kazanabilmeleri için ihlalin ağır olma şartı da aranmaz145. Ancak beden bütünlüğü
ihlalinin ağır olma şartı zarar görenin yakınlarının manevî tazminat isteyebilmeleri
açısından gerekli bir şarttır146. Eğer beden bütünlüğü ihlal edilen kişinin yakınları,
ihlalin gerçekten ağır olduğunu ve bu olaydan ruhsal bütünlükleri bozulacak kadar
etkilenmiş olduklarını kanıtlarlar ise onlar da manevî tazminat davasının davacısı
olabilirler147.
TBK m. 58 hükmüne göre de, kişilik değerinin ihlalinden zarar gören kişi bu
davayı açabilir148. Zarar gören ayırt etme gücüne sahip küçük veya kısıtlı ise bizzat
manevî tazminat talebinde bulunabilir, ancak ayırt etme gücüne sahip değilse kanunî
140
ERLÜLE, s. 153. 141
EREN, s. 798. 142
ERLÜLE, s. 154; TANDOĞAN, s. 335. 143
EREN, s. 798; Ayrıca bu konudaki bir Yargıtay kararında çok yakın bir arkadaşın dahi manevî tazminata hak
kazanabileceği hakkında: 11. HD, 17.2.1983 T, 592/699 E, (GÖKCAN, s. 672, 272 numaralı dipnot). 144
GÖKCAN, s. 675. 145
GÖKCAN, s. 676. 146
EREN, s. 798. 147
GÖKCAN, s. 677. 148
EREN, S. 799; GÜRSOY, s. 22.
29
temsilcisi onuna adına tazminat talebinde bulunabilir149. Ayrıca, kişilik hakkı ihlalinden
zarar görerek manevî tazminat talep edebilecek gerçek kişilerin yanına tüzel kişileri
dahil eden görüşler de bulunmaktadır150.
3.4.2. Davalı
Manevî tazminat talep edilmesine yol açan olay kusur sorumluluğuna
dayanıyorsa davalı, zararı veren fail olacaktır151. Failin ölmesi durumunda, mirası
reddetmemeleri şartıyla mirasçılarına karşı da tazminat davası açılabilir152. Eğer
manevî tazminat talep edebilmenin şartları müteselsil sorumlu olanlardan her biri
açısından gerçekleşmiş ise birden çok kişi aleyhine de manevî tazminat davası
açılabilir153.
Şayet manevî tazminat talebine yol açan olay kusursuz sorumluluk halinden
kaynaklanmış ise tazminat davasının davalısı, sorumluluk olgusunu gerçekleştiren
adam çalıştıran, hayvan bulunduran, bina sahibi, motorlu araç işleten gibi kişiler
olacaktır154.
3.5. Manevî Tazminat Talep Hakkının Mirasçılara İntikali
Manevi tazminatın mirasçılara intikali konusunda doktrinde üç görüş öne
sürülmüştür. Bunlardan birine göre, manevi tazminat talebi hakkı hiçbir şeklide
mirasçıya geçmez155. İkinci görüşe göre, bu hak, kayıtsız şartsız olarak mirasçıya
geçer156. Karma görüşe göre ise, bu hakkın mirasçılara geçmesi, zarar görenin
ölmeden tazminat talebi yönünde iradesini açıklamış olmasına bağlıdır157.
149
TANDOĞAN, s. 334. 150
EREN, s. 799; TANDOĞAN, s. 333. 151
EREN, s. 800. 152
TANDOĞAN, s. 336. 153
EREN, s. 800; TANDOĞAN, s. 336. 154
EREN, s. 800. 155
EREN, s. 752, 235’ten naklen. 156
EREN, s. 753. 157
TANDOĞAN, s. 334.
30
Mevzuatımızdaki mevcut düzenleme ise, karma görüşe uygundur. Talep
hakkının mirasçılara geçebilmesi, miras bırakanın ölümünden önce bu hakkı ileri
sürmüş olması şartına bağlanmıştır (TMK 25/4, c. 2).
3.6. Zamanaşımı
Haksız fiilden doğan sorumluluk için zamanaşımı süresi TBK m. 72/1
hükmünde düzenlenmiştir. Bu düzenleme bütün haksız fiil sorumlulukları için geçerli
olan genel bir hükümdür. Eğer bazı haksız fiil sorumlulukları bakımından özel
kanunlarında özel zamanaşımı düzenlemesi bulunuyorsa o takdirde TBK m. 72/1’
deki genel hüküm yerine bu özel hükümler uygulama alanı bulacaktır158.
TBK 72/1’e göre manevî tazminat alacağı
“zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren 2
yıl”,
“her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına
uğrar”.
Bundan başka, haksız fiil sorumluluğunu gerektiren eylem aynı zamanda
cezayı gerektiren bir eylemse ve ceza kanunlarında daha uzun bir zamanaşımı süresi
söz konusu ise manevî tazminata ilişkin zamanaşımı süresi buna tabidir (TBK m.
72/1, c. 2).
158
NOMER, s. 186.
31
SONUÇ
Haksız fiil sorumluluğunun gündeme gelebilmesi için zararın varlığı şarttır.
Eğer bir zarar meydana gelmişse zarar veren açısından haksız fiil sorumluluğu
gündeme gelir ve zarar verenden vermiş olduğu zararın tazmin etmesi talep edilir.
Bu çalışmada, haksız fiil sorumluluğunun doğması için gereken şartlardan biri
olan zarar kavramının türlerinden manevi zarar kavramı ve manevi zararın giderimi
üzerinde durulmuştur.
Manevi zarar kavramı üzerinde durulmadan önce, zarar kavramı ele alınmıştır.
Zarar, kanunda isabetli olarak tanımlanmamıştır. Doktrinde ise dar anlamda ve geniş
anlamda olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Dar anlamda zarar, bir kimsenin mal
varlığında iradesi dışında meydana gelen bir eksilme, olarak tanımlanmıştır.
Dolayısıyla dar anlamda zarar aslında maddi zararı ifade etmektedir. Geniş anlamda
zarar ise manevi zarar ile birlikte maddi zararı ifade etmektedir.
Bundan sonra ise zararın türleri ve doktrinde zararın çeşitli ifadeleri üzerinde
durulmuştur.
Manevi zarar kavramı incelenirken, manevi kelimesinin bu zarar türünü
yeterince iyi nitelemediği ifade edilmiştir. Bu kelime yerine gayrimaddi kelimesinin
kullanılmasının daha yerinde olacağı ifade edilmiştir.
Manevi zarar kavramı hakkında doktrinde savunulan sübjektif ve objektif
görüşler ortaya konulmuş ve bu görüşlerin eleştirisi yapılmıştır.
Manevi zararın konusu, kişilik haklarının ihlalidir. Manevi zararın tam olarak
anlaşılabilmesi için kişilik haklarını tanımlamak gerekmektedir. Kişilik haklarına ilişkin
doktrinde ayrıntılı ve günümüz şartlara uygun bir tanım yapılmamıştır. Bu çalışmada
var olan bu eksikliği doldurmak için kişilik haklarına ilişkin ayrıntılı bir tanım yapılmaya
çalışılmıştır. Bu tanıma göre, kişilik hakları; bir kişinin kendini tanımladığı şekilde
hayat içerisinde var olmasını ve kabiliyetlerinin inkişafı için elverişli ortamı sağlayan
haklardır. Bu tanımdan hareketle soyut bir kişilik hakkı olan şeref ve haysiyet de
tanımlanmaya çalışılmıştır. Bundan sonra ise, diğer kişilik hakları üzerinde
durulmuştur.
Son olarak ise, manevi zararın giderimi incelenmiştir. Manevi zararın
gideriminin hukuki niteliği ile ilgili olarak doktrindeki görüşler ortaya konulmuştur. Bu
32
görüşlerden telafi görüşü, manevi zararı objektif yönden ele alarak tazmin edilmesi
gerektiğini belirttiğinden isabetli görülmüştür.
33
KAYNAKÇA
ANTALYA, Gökhan; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. 1, 2. Baskı, Beta
Yayınevi, İstanbul, 2013.
ÇETİN, Pınar; Manevi Tazminat Davasının Hukuki Niteliği Ve Özellikle Tazminat
Miktarının Belirlenmesi, Yüksek Lisans Tezi(YÖK Ulusal Tez Merkezi), Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2007.
EREN, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 16. Baskı, Yetkin Yayınları,
Ankara, 2014.
ERLÜLE, Fulya; “6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununda Beden Bütünlüğünün
İhlalinden Doğan Manevi Tazminat Talebi”, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu
Hükümlerinin Değerlendirilmesi Sempozyumu (3 - 4 Haziran 2011), Prof. Dr.
Cevdet Yavuz'a Armağan, s. 141-203.
GÖKCAN, Hasan Tahsin; Haksız Fiil Hukuku ve Maddî-Manevî Tazminat Davaları,
Seçkin Yayınları, Ankara, 2008.
GÜRSOY, Kemal Tahir; “Manevî Zarar Ve Tazmini”, AÜHFD, Yıl: 1973, C. 30, Sayı:
1-4, Ankara, s. 7-56.
KARAHASAN, Mustafa Reşit; Tazminat Hukuku-Manevî Tazminat, 6. Baskı, Beta
Yayınevi, İstanbul, 2001.
KILIÇOĞLU, Ahmet; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 17. Baskı, Turhan Kitabevi,
Ankara, 2013. (KILIÇOĞLU A. - Genel)
KILIÇOĞLU, Ahmet; Şeref Haysiyet ve Özel Yaşama Basın Yoluyla Saldırılardan
Hukuksal Sorumluluk, Ankara, 1993. (KILIÇOĞLU A. – Şeref Haysiyet)
KILIÇOĞLU, Ahmet; “Manevî Tazminatın Hukuksal Niteliği”, ABD, Yıl: 1984, Sayı:1,
Ankara, s. 15-22. (KILIÇOĞLU A. – Manevi Tazminat)
KILIÇOĞLU, Mustafa; Tazminat Hukuku, İstanbul, 2010. (KILIÇOĞLU M.)
KOCAYUSUFPAŞAOĞLU, Necip: “Kişilik Haklarını Koruyan Manevî Tazminat
Davasına İlişkin Yeni Gelişmeler”, Sorumluluk Hukukunun Güncel Sorunları,
Ankara, 1977.
NOMER, Halûk N.; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 13. Bası, Beta Yayınevi,
İstanbul, 2013.
OĞUZMAN, Kemal/ ÖZ, Turgut; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. 2, 9. Baskı,
Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2012.