Üçüncü Dünyacılık Küreselleşirken?: Ulusla- rarası Düzenlemenin Değişen Eleştirisi The...

30
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 45, Sayı 1, Mart 2012, s.21-50. Üçüncü Dünyacılık Küreselleşirken?: Ulusla- rarası Düzenlemenin Değişen Eleştirisi Ali Murat Özdemir * - Göksu Uğurlu * - Ebubekir Aykut* Özet: Uluslararası Hukuka Üçüncü Dünya Yaklaşım(lar)ı (TWAIL) başlığı altında gelişen yazın uluslararası hukuku “gelişmekte olan” dünyanın ülkelerine adil ve hakkaniyetli bir yaklaşımı desteklemek maksadıyla çözümlemektedir. Mevcut uluslararası hukuka muhalefet yeni bir olgu değildir. TWAIL’in yeniliği uluslararası hukuka klasik Üçüncü Dünya muhalefetini küreselleşme çağında yeniden formüle etme çabasında bulunabilir. Elinizdeki çalışma TWAIL tarafından geliştirilen savları ekonomi politik bir yaklaşıma dayanarak sergilemekte ve eleştirel olarak değer- lendirmektedir. Anahtar Sözcükler: Küreselleşme, ekonomi politik yaklaşım, üçüncü dünya, uluslarara- sı hukuka üçüncü dünya yaklaşım(lar)ı (UHÜDY). The Globalization of Third Worldism?: Changing Appraisal of International Regulation Abstract: The literature developing under the banner of the ‘Third World Approaches to International Law’ (TWAIL) analyzes international law in order to promote a fair and equitable approach to the countries of ‘developing’ world. The opposition to the prevailing system of international law is not a new phenomenon. The novelty of the TWAIL is to reformulate the classical Third World opposition to international law in the era of globalization. This article aims to demonstrate and evaluate critically the argu- ments provided by TWAIL from a political-economy approach. Key Words: Globalization, political economy approach, third world, third world ap- proaches to international Law (TWAIL). GĐRĐŞ Küreselleşme sürecinin azgelişmiş ülkelerin insanları üzerinde yarattığı tah- rip edici sonuçlara bir tepki olarak gelişen Uluslararası Hukuka Üçüncü Dünya Yaklaşım(lar)ı (TWAIL 1 ) geçen on yılın uluslararası hukuk teorisi üzerinde esaslı bir etkiye sahiptir. 1997 senesinin Mart ayında Harvard Hukuk Fakülte- sinde düzenlenen bir konferansla 2 entelektüel dolaşıma girmiş bulunan TWAIL’in ardında yine Harvard Hukuk Fakültesi merkezli olup 1990’lar orta- sından başlayarak gelişen Uluslararası Hukuka Yeni Yaklaşımlar (ew Appro- * Hacettepe Üniversitesi, Öğretim Elemanı. 1 Kısaltmanın Đngilizce açılımı: Third World Approaches to International Law -Uluslararası Hukuka Üçüncü Dünya Yaklaşım(lar)ı-. 2 1997 senesinin Mart ayında Harvard Hukuk Fakültesinde yapılan toplantı TWAIL üzerine ilk akademik kon- ferans olarak kabul edilmektedir (Fidler, 2003: 29).

Transcript of Üçüncü Dünyacılık Küreselleşirken?: Ulusla- rarası Düzenlemenin Değişen Eleştirisi The...

Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 45, Sayı 1, Mart 2012, s.21-50.

Üçüncü Dünyacılık Küreselleşirken?: Ulusla-rarası Düzenlemenin Değişen Eleştirisi

Ali Murat Özdemir* - Göksu Uğurlu *- Ebubekir Aykut*

Özet: Uluslararası Hukuka Üçüncü Dünya Yaklaşım(lar)ı (TWAIL) başlığı altında gelişen yazın uluslararası hukuku “gelişmekte olan” dünyanın ülkelerine adil ve hakkaniyetli bir yaklaşımı desteklemek maksadıyla çözümlemektedir. Mevcut uluslararası hukuka muhalefet yeni bir olgu değildir. TWAIL’in yeniliği uluslararası hukuka klasik Üçüncü Dünya muhalefetini küreselleşme çağında yeniden formüle etme çabasında bulunabilir. Elinizdeki çalışma TWAIL tarafından geliştirilen savları ekonomi politik bir yaklaşıma dayanarak sergilemekte ve eleştirel olarak değer-lendirmektedir.

Anahtar Sözcükler: Küreselleşme, ekonomi politik yaklaşım, üçüncü dünya, uluslarara-sı hukuka üçüncü dünya yaklaşım(lar)ı (UHÜDY).

The Globalization of Third Worldism?: Changing Appraisal of International Regulation

Abstract: The literature developing under the banner of the ‘Third World Approaches to International Law’ (TWAIL) analyzes international law in order to promote a fair and equitable approach to the countries of ‘developing’ world. The opposition to the prevailing system of international law is not a new phenomenon. The novelty of the TWAIL is to reformulate the classical Third World opposition to international law in the era of globalization. This article aims to demonstrate and evaluate critically the argu-ments provided by TWAIL from a political-economy approach.

Key Words: Globalization, political economy approach, third world, third world ap-proaches to international Law (TWAIL).

GĐRĐŞ

Küreselleşme sürecinin azgelişmiş ülkelerin insanları üzerinde yarattığı tah-rip edici sonuçlara bir tepki olarak gelişen Uluslararası Hukuka Üçüncü Dünya Yaklaşım(lar)ı (TWAIL1) geçen on yılın uluslararası hukuk teorisi üzerinde esaslı bir etkiye sahiptir. 1997 senesinin Mart ayında Harvard Hukuk Fakülte-sinde düzenlenen bir konferansla2 entelektüel dolaşıma girmiş bulunan TWAIL’in ardında yine Harvard Hukuk Fakültesi merkezli olup 1990’lar orta-sından başlayarak gelişen Uluslararası Hukuka Yeni Yaklaşımlar (9ew Appro-

* Hacettepe Üniversitesi, Öğretim Elemanı. 1 Kısaltmanın Đngilizce açılımı: Third World Approaches to International Law -Uluslararası Hukuka Üçüncü

Dünya Yaklaşım(lar)ı-. 2 1997 senesinin Mart ayında Harvard Hukuk Fakültesinde yapılan toplantı TWAIL üzerine ilk akademik kon-

ferans olarak kabul edilmektedir (Fidler, 2003: 29).

22 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 45 Sayı 1

aches to International Law - 9AIL) hareketinin3 entelektüel birikiminin bulun-duğu söylenebilir (bkz. Natarajan, 2008: 77). TWAIL’in Uluslararası Hukuka Yeni Yaklaşımlar (NAIL) hareketi ile bağlantısı, TWAIL hareketinin Amerika Birleşik Devletleri eksenli entelektüel üretimden ziyadesiyle etkilenmesi ile so-nuçlanmıştır. Hareketi derinlemesine inceleyen yazarlardan Natarajan (2008: 55), akıma dahil Üçüncü Dünya kökenli yazarlar bulunmakla birlikte, akımın Üçüncü Dünya’da yerleşik sosyal iletişim kanalları ekseninde gelişmediğini; bu nedenle de Üçüncü Dünya’ya ait sayılamayacağını belirtmektedir. Bahsi geçen konferansın sonuç bildirgesinde katılımcılar kendilerini yeni dünya düzeninde Üçüncü Dünya insanlarının karşılaştığı sorun ve fırsatlarla ilgilenen uluslararası hukuk uzmanları olarak tanımladılar. Aynı katılımcılar ana akım uluslararası hukukun Üçüncü Dünya halkları üzerinde etkin küresel marjinalleştirme ve ta-hakküm süreçlerini güçlendirdiğini de vurguladılar (Fidler, 2003: 29).

TWAIL uluslararası hukukun Üçüncü Dünya devletleri üzerindeki etkilerine yoğunlaşarak, eleştirel bir uluslararası hukuk yorumu sunmaktadır. Akıma dahil yazarların hukuk yorumlarında, sömürge sonrası dönemde de sürmekte olan kü-resel eşitsizliği Batı-Üçüncü Dünya ilişkileri ekseninde öne çıkarmak eğilimi bulunmaktadır (bkz. Gandhi, 1998: 129). TWAIL yorumları, uluslararası huku-kun, Üçüncü Dünya halkları üzerinde etkin küresel marjinalleştirme ve tahak-küm süreçlerini güçlendirdiği ve Batı’nın küresel konumunu sağlamlaştırdığı yönünde gelişmektedir (Gathii, 2000b). Buna göre, uluslararası hukuk baskıcı pratiklerle belirlenmektedir. Ancak uluslararası hukukun baskıcı yönü, onun yönlerinden yalnızca biridir. Uluslararası hukuk aynı zamanda biçimsel de olsa eşitliği gündeme getirip, gücün aşırı kullanımını engelleyerek küresel düzeni yaşanılır kılma potansiyellerine de sahiptir.

Đncelemekte olduğumuz yaklaşıma dahil yazarlar, uluslararası hukukun Üçüncü Dünya halkları üzerindeki etkilerine odaklanan savlarını, edebiyat, sa-nat, tarih ve dil bilim alanlarındaki sömürgecilik-sonrası (post-colonial) çalış-maların4 etkisi altında biçimlendirmektedirler (bkz. Natarajan, 2008; Orford, 2003). Sömürgecilik-sonrası çalışmalar teorik olduğu kadar politik içeriğe de sahiptir: Yalnızca akademik çözümlemelerle sınırlı olmayıp, emperyalizmin va-roluş biçimlerinin tümünün sonlandırılmasına yönelik politik-pratik eylem tarz-

3 Uluslararası Hukuka Yeni Yaklaşımlar hareketi, akademi ile gevşek bağları olup, kendi siyaseti ve iktidar

stratejisine sahip olma iddiası içerisinde bulunan bir grup tarafından yürütülmektedir. Gruba dâhil yazarlar, devletler hukuku yanı sıra, eleştirel ırk teorisi, feminizm, sömürgecilik sonrası kuramla ilgilenmektedirler (Kennedy, 2000).

4 Sömürgecilik-sonrası terimi, sömürgeciliğin sona ermesine gönderme yapmaz. Aksine sömürgeciliğin, sö-mürge imparatorlukları sonrasında da eski sömürge insanlarının zihinlerinde ve ilgili ülkelerin kurumlarında devam ettiğini savlar. Terim geniş anlamıyla sömürgeciliğin modern biçimlerinin ürettiği etkilerin, siyasi, kültürel, toplumsal ve tarihsel sonuçlarını inceleyen disiplinler arası bir çalışma alanını adlandırmaktadır (bkz. Childs -Williams, 1997; Gandhi, 1998; Said, 1994).

Üçüncü Dünyacılık Küreselleşirken?: Uluslararası Düzenlemenin Değişen Eleştirisi 23

larını içerirler/önerirler. Uluslararası Hukuka Üçüncü Dünya Yaklaşım(lar)ı da ağırlıklı olarak uluslararası hukuk üzerinden aynı tutumu benimser.

Ancak uluslararası hukukun, Üçüncü Dünya halkları üzerinde etkin küresel marjinalleştirme ve tahakküm süreçlerini güçlendirdiği iddiası ne yenidir ne de TWAIL ve esin kaynaklarına özgüdür (Mutua, 2000; Mickelson, 1998). Politik pratiğe ayrıcalıklı yer vermek olarak özetlenebilecek tutum da TWAIL ve sö-mürgecilik-sonrası çalışmalarla sınırlı değildir. TWAIL’in yorumu, Üçüncü Dünya hareketinin küresel ölçekte etkin olduğu 1950-1970 arası dönemde ürün veren bağımsızlıkçı, sosyalist, Marksist yazarların eserlerinden bildiğimiz çö-zümlemelerin -önceki “başarısızlıkların” ışığında ve küreselleşme koşullarında- özgün bir yeniden-değerlendirilmesini içerir. Ancak bununla sınırlı kalmaz: Ön-ceki dönem çalışmaların ürünleri akımın kendi öncelikleri ve kavramları ekse-ninde ele alınmışlar ve yeni bağlamları içerisinde yeni bir içerik edinmişlerdir (bkz. Anghie - Chimni, 2003).

TWAIL, kapitalist uluslararası hukuk sisteminin kendi iç tutarlılığı, (Avrupa merkeziyetçilikten kurtarılabilecek) evrenselciliği ve biçimselliği neticesinde Üçüncü Dünya lehine sonuçlar üretebileceğini savlamaktadır. Bir başka deyişle, TWAIL “gelişmekte olan” (azgelişmiş) dünyanın halkları için daha adil ve hak-kaniyetli bir uluslararası hukuku, mevcut uluslararası hukuk sisteminden türet-me arayışı içindedir. TWAIL çalışmaları eşitliğe dayalı bir sistemin, artan güç ve refah orantısızlıklarına rağmen nasıl işletilebileceği sorusu ekseninde biçim-lenmektedir. “Üçüncü Dünya lehine yorum ilkesi” de diyebileceğimiz bir nevi “Üçüncü Dünyacı” duruş TWAIL’in ayırd edici özelliğidir. Ancak gelinen nok-tada kısaca belirtmekte yarar var; ileride göreceğimiz gibi 1990 sonrası dönemin “Üçüncü Dünyacı”sı bir önceki dönemin Üçüncü Dünyacısından bir hayli farklı iddia ve önvarsayımlarla ortaya çıkmaktadır.

Okumakta olduğunuz yazı önce TWAIL’i kendi öncellerinden farklılaştıran hususlara değinecektir. Đkinci olarak, TWAIL’i oluşturan yazarların teorik tu-tumları ele alınacaktır. Bu ikinci kalem altında TWAIL’i diğer eleştirel akım-lardan farklılaştıran özellikler irdelenecektir. Đkinci kalem kapsamında incele-nen özelliklerden ilki Üçüncü Dünya’nın halen mevcut bir politik gerçeklik ola-rak kabul edilmesi hususundaki TWAIL vurgusudur. Đkincisi hiyerarşi karşıtlı-ğıdır. Üçüncüsü TWAIL’in karşı-hegemonik bir duruş üretme gerekliliği ekse-ninde biçimlenen teorik pratiğidir. Dördüncü özellik Avrupa merkeziyetçi ol-mayan bir evrenselliğin savunusunda yatmaktadır. Son özellik TWAIL’in daha en başından klasik anlamıyla bir ekol ya da doktrin olmayı reddedişi ve kendi açılımlarından bazılarını yeni teorik ittifaklarla yaygınlaştırmaya yönelik çaba-sıdır. Her bir kalem aynı anda TWAIL’i oluşturan tezlerin sergilenmesi ve eleş-tirileri içerdiğinden çalışmamız kısa bir değerlendirme paragrafı ile sona erecek-tir.

24 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 45 Sayı 1

TWAIL’i Kendi Öncesinden Koparan Unsurlar

Daha önce de belirtildiği gibi, uluslararası hukukun Üçüncü Dünya’yı oluş-turan coğrafyada yer alan toplumlar yararına kullanılması önerisi yeni bir öneri değildir. Bu öneriyi Sovyetler Birliği’nin mevcut olduğu bir dünyada sahiplenen yazarlarla, TWAIL’i oluşturan yazarların sahiplenişleri esaslı olarak farklıdır. Önceki kuşak homojen bir grup oluşturmadığı gibi, salt uluslararası hukuk yazı-nı ile sınırlanamaz. TWAIL ve önceki kuşak arasındaki ilişki bir devamlılık de-ğil, kopuş ilişkisidir.5 Bu farkı yaratan koşullara değinmek, akımın özgüllüğü-nün anlaşılması açısından elzemdir. TWAIL’i kendi öncellerinden farklılaştıran hususlar, bu duruşa sahip yazarların ele aldığı konuların güncelliğinde ve ele alış biçiminde bulunabilir.

Öncelikle, TWAIL sesini önceki kuşak Üçüncü Dünyacı yorumlar setinin geliştiği koşullardan oldukça farklı koşullarda yükseltmekte, sermayenin küresel ölçekli birikiminde yeni bir döneme denk gelen sorunlar ve perspektifler içinden yorum yapmaktadır (bkz. Chimni, 2006). Egemen eşitlik ve iç işlerine karış-mama ilkelerinin öne çıktığı önceki kuşak Üçüncü Dünyacı yorumlar, uluslara-rası hukuk normlarını ilgili ülkelerin egemenliği ile çelişmeyecek şekilde yo-rumlamaya yönelmişlerken (bkz. Ferguson, 1987; Flory, 1987), bugün Üçüncü Dünya insanlarının menfaatiyle devlet egemenliğinin her zaman örtüşmediğini savlayan TWAIL’in, egemen eşitlik ve iç işlerine karşımama ilkelerin üstünlüğü konusunda ısrarcı olduğunu söylemek mümkün değildir (Anghie - Chimni, 2003: 82-83; Rajagopal, 2003). Konu TWAIL yazarları tarafından açıkça tartı-şılmamış olsa da, TWAIL’in, Üçüncü Dünya insanlarının bireysel menfaatini onların ortak siyasal süreçlere katılarak yurttaş olma pratiklerinden ayırdığı ya da bu pratikleri imkânsız hale getiren devletlerin egemenliğini savunmaktan ka-çındığı savlanabilir (bkz. Anghie, 2005; Baxi, 1993; Rajagopal, 2003). Diğer yandan, TWAIL perspektifinden bakıp, insanlarına yurttaşlık haklarını tanıma-yan devletlere karşı, uluslararası toplumun müdahalesinin her durumda istenilir sonuçlar üreteceğini iddia etmek kolay değildir. Zira, muhalif bir akım için, yurttaşlık hakları konusunda baskıcı ulus devletlerin, “uluslararası koalisyonlar tarafından kurulan geçici idari otoritelerden” daha duyarsız olduğu iddiasını sa-vunmak gerçekten zordur (bkz. Orford, 2003). Uluslararası hukukta egemenlik, devletin sahip olduğu niteliklerden olup, (devletten ayrı olarak tasavvur edilen) halklara bırakılmamıştır. Bir başka deyişle, devletsiz halklar egemen değildir.

5 TWAIL değerlendirmeleri, önceki kuşak Üçüncü Dünyacı yaklaşımlarla TWAIL arasındaki çeşitli farkları

saptamaktadır. Ancak bahsi geçen çalışmalar hem önceki kuşak Üçüncü Dünyacı yaklaşımlar üzerindeki Marksist etkiyi görmezden gelip bu grubu homojenleştirmekte, hem de iki grup arasındaki ilişkiyi devamlı-lık ilişkisi şeklinde yorumlamaya meyletmektedirler (bkz. Anghie - Chimni, 2003; Gathii, 2000b; Mutua, 2000). Elinizdeki çalışma önceki kuşağın homojen bir grupmuşçasına ele alınmasının mümkün olmadığını savlamaktadır. Ayrıca, koşullardaki dönüşümün herhangi bir devamlılık ilişkisine müsaade etmeyecek kadar kesif/radikal olduğundan hareketle, TWAIL yazarlarının kendileri üzerine yaptıkları değerlendirmeleri red-detmektedir.

Üçüncü Dünyacılık Küreselleşirken?: Uluslararası Düzenlemenin Değişen Eleştirisi 25

Egemenlikle devlet arasındaki irtibatı savunmak konusunda isteksiz görünen TWAIL’in tutumu, sermayenin küresel ölçekli birikiminde yeni bir döneme te-kabül eden sorunlar ve perspektifler içerisinde sivrilen ulus devlet tartışmaların-dan ayrı düşünülemez.

TWAIL ve öncesini ayrıştırmak için bir diğer ölçüt katılım sorunu tarafından verilmektedir. Önceki kuşak yorumcular katılımdan bahsettiklerinde, devletler düzeyinde uluslararası hukukun oluşumuna katkı vermekten, örf ve adet hukuku ile andlaşmalar hukukunu biçimlendirmekten bahsetmektedirler (bkz. Alexand-rowicz, 1967; Ferguson, 1987). TWAIL yorumlarında belirdiği haliyle katılım hedefi için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. TWAIL lisanındaki katılım, piyasalar başta olmak üzere küresel kapitalizmin düzenleyici kurum ve örgütle-rinde ses sahibi olmak ve egemen uluslararası hukukun Avrupa merkeziyetçi di-lini değiştirmek hedeflerinin ötesine geçememektedir (bkz. Anghie - Chimni, 2003: 95).

Öyleyse TWAIL kendi öncesinden ayıran birinci unsur, TWAIL’in geliştiği yapının etkisi olarak belirir. Ekonomi politiğin teorik üretim araçlarını kullan-maktan kaçınan TWAIL yorumcuları - Đkinci Dünyanın çökmesiyle birlikte an-lamı bulanıklaşan- Üçüncü Dünya lehine yorumlar üretirken; bir dönem “ba-ğımsızlık”, “kendi kaderini tayin”, “ulusal kaynaklar üzerinde tam hâkimiyet” gibi talepleri içeren siyasi bir hareket içerisinde bulunan sömürgecilik-sonrası (post-colonial) kuşağa ait ülkelerin, bugünün dünya sistemi içerisindeki pozis-yonlarını (ve sınıf yapılarının kendi uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk politikaları üzerindeki etkilerini) değerlendirme dışı bırakmaktadırlar.

Önceki kuşak yorumcular iktisadi ve sosyal hakları, kendi kaderini tayin hakkını, bütün halklar ve devletler için kalkınma hakkını savunurlarken, kolek-tif bir hak olarak ulusal kalkınmayı uluslararası hukukun gündemine getirmek-teydiler (Flory, 1987). Burada kalkınacak olan birey devlet ya da belirli bir top-lumun içerisindeki girişimciler değil, toplumun (halkın) kendisidir. Korunan menfaat, özel mülkiyet ya da sınırsız zenginlik hakkı değil, toplumsal var olma hakkıdır. 1960’lar ve 1970’lerde küresel gündemi belirleyen “Yeni Uluslararası Đktisadi Düzen” önerilerinin ve bu öneriler ekseninde gelişen uluslararası düzen-lemelerin ardındaki mantık budur. G-77 olarak adlandırılan koalisyon Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda çıkardıkları kararlarla kendi doğal kaynakları üze-rinde egemenlik ve denetim kurmaya çalıştığında, Üçüncü Dünya’nın toplumsal var olma haklarını savunmaktaydı6 (bkz. Agrawala, 1987; Bedjaoui, 1979; Ma-lanczuk, 1997; Zakaria, 1987). Bir toplumun emek ve doğal kaynaklar başta olmak üzere kendi kolektif varlıklarını ve insanlığın ortak mülkü olarak bilgiyi sahiplenebilme hakkı, ilaç patentleri başta olmak üzere başka birçok düzlemde

6 Ancak Genel Kurul Kararları yumuşak/esnek hukuk düzeyinde olup, doğrudan hukuki bağlayıcılık kapasite-

sine sahip değildir.

26 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 45 Sayı 1

ileri sürüldü (Zakaria, 1987). Aynı mantık Birleşmiş Milletler sistemi ile ulusla-rarası para ve finans sistemini düzenleyen Bretton Woods sistemi arasındaki uçuruma karşı geliştirilen tutumda da gözlemlenebilir. Üçüncü Dünya lehine yorum yapan önceki kuşak yazarlar, Bretton Woods sisteminin Birleşmiş Mil-letler çatısı içerisine alınmasını talep ederlerken, kolektif bir hak olarak ulusal kalkınmayla ilgili iktisadi düzenlemeleri, katılımcı bir uluslararası hukukun nesnesi haline getirmeye çalışmaktaydılar (Ferguson, 1987).

Oysaki TWAIL çizgisini sahiplenen insanların ürün vermeye başladığı dö-nem, her ülkenin kendi ulusal sınırları içerisinde benzer aşamalardan geçerek bağımsız bir ulusal kalkınmanın imkânlarından yararlanacağı önvarsayımına dayalı kalkınmacı projelerin/ekonomi politikalarının kredilerini yitirdiği bir za-man dilimine denk gelir (bkz. Gathii, 2000b; Rajagopal, 2003). Yeni zamanların belirleyeni “Yeni Uluslararası Đktisadi Düzen” projesi değil, küreselleşmedir (Malanczuk, 1997). Buna bağlı olarak TWAIL yorumlarında belirdiği haliyle kalkınma hakkı, kolektif içeriğini kaybetmeye başlamış, bireylerin ve bir piyasa aktörü olarak devlet ve diğer tüzel kişiliklerin kendi bağımsız teşebbüslerini gerçekleştirebilmek için uluslararası imkânlardan (genelde kredilerden, ticaret kolaylıklarından, uluslararası kurum ve örgütler içerisinde oy kullanabilmekten vs.) yararlanma hakkına (bireysel haklara) dönüşme eğilimi göstermiştir. TWAIL emeğin ve doğal kaynakların metalaşmasına karşı bütünsel/programlı bir tepki geliştirmez.

Kolektif bir hak olarak ulusal kalkınmayı uluslararası hukukun gündemine getiren önceki kuşağın ilgileri azınlık, kadın, köylülük, tarım gibi sorunları kap-samamaktaydı (bkz. Ferguson, 1987). Bu meseleler uluslararası hukuk tarafın-dan değil, ilgili devletler tarafından halledilmeliydi. TWAIL bu alanlarda kendi öncellerinden farklı bir tutum sergileyerek azınlık, kadın, köylülük, tarım gibi sorunları ele alma yoluna gitmiştir. Ancak TWAIL’in teorik cephaneliğini oluş-turan nosyonların, sömürgecilik-sonrası devletlerin homojenleştirici ulus-inşa politikalarındaki başarısızlıkları değerlendirmekte yetersiz kaldığı söylenebilir. Anılan durumun nedenlerinden birisi TWAIL içinde bütünsel bir anlayış geliş-tirme yönündeki itkilerin zayıflığında bulunabilir. Bütünsel anlayışlar dışlayıcı olup, farklı perspektiflerden gelen teorisyenler arasında oluşması beklenen pra-tik-yönelimli ittifak sistemleri tarafından kolayca benimsenemezler. Olayların etkilerine odaklanmış bulunan TWAIL yorumları gündeme bağlı olarak geliş-mektedir. Bu strateji katılımı yükseltmekte, ancak karşılaşılan tekil sorunları birbirine bağlayan ilişkilerin bütünsel analizini imkânsız hale getirmektedir. Đşin yıpratıcı kısmı, bütünsel teorik bir tutum geliştirmeyi reddeden TWAIL yorum-cularının, 1990 öncesinde geliştiği haliyle Üçüncü Dünya lehine yorum gelişti-ren yazarları yasacılığa sıkışmakla itham ettikleri noktada başlamaktadır (bkz. Anghie, 2000; Anghie - Chimni, 2003; Mutua, 2000; Otto, 1996). Tıpkı TWAIL

Üçüncü Dünyacılık Küreselleşirken?: Uluslararası Düzenlemenin Değişen Eleştirisi 27

yazarları gibi farklı7 teorik perspektifler içerisinden gelen önceki kuşak yazarla-rının ortak noktaları, toplumların kolektif varlıklarının kolektif haklar çerçeve-sinde savunulmasıydı. Metalaşma süreçlerine karşı tutarlı bir tutum sergiliyor-lardı. Teorik bütünsellikten yoksun haliyle, metalaşma süreçlerini ve bu süreçle-rin amillerini karşılarına almaksızın yasacılığı aşmaya kalkan TWAIL yorumcu-larının vardığı nokta, okumakta olduğunuz çalışma boyunca tartışılacaktır.

Öyleyse TWAIL’i kendi öncesinden ayıran ikinci unsur, kapsayıcı bir teorik-pratik inşa etmedeki gönülsüzlüğü ve kifayetsizliğidir. Bu durum yaklaşımı be-timleyen ve kendisini bu başlık altında değerlendiren yazarlarca da kabul edil-miştir (bkz. Anghie - Chimni, 2003: 102). TWAIL çizgisine dahil yazarların pa-ralel/benzer siyasi iktisadi veya ideolojik duruşları olduğu söylenemez (bkz. Fidler, 2003; Mickelson, 1998; Mutua, 2000). Yaklaşımı bütünleştiren olgu, dünya düzeninin ürettiği olumsuz etkilere yönelik muhalif duruştur (bkz. Ken-nedy, 2000). Yapılan bu ikinci saptama, yapısal koşullara dayanan birinci sap-tamayla uyumludur.

TWAIL’i Oluşturan Yazarların Teorik Tutumları

TWAIL’i oluşturan yazarların teorik tutumları “Üçüncü Dünyacılık”, “Hiye-rarşi Karşıtlığı”, “Karşı Hegemonik Duruş”, “Avrupa Merkeziyetçi Olmayan Bir Evrenselliğin Savunusu” ve “Teorik Đttifak Stratejisi” başlıkları altında ele alınacaktır. Đncelememize geçmeden önce Mutua’nın (2000: 31-32) TWAIL için verdiği üç birleştirici özelliğe eğilebiliriz: TWAIL’e dahil yazarlar hakim uluslararası hukuku ırkçı ayrımlara dayalı bir uluslararası normlar ve kurumlar hiyerarşisinin yaratılması ve sürdürülmesi için araç/dolayım olarak görürler (bkz. Anghie - Chimni, 2003). Anılan hiyerarşik bütün içerisinde Avrupalı ola-nın olmayana karşı üstünlüğü bulunmaktadır (bkz. Anghie, 2005; Chimni, 2006). TWAIL’e dahil yazarları birleştiren ikinci özellik (Mutua’nın TWAIL’e biçtiği ikinci amaç) uluslararası yönetişime yapılan olumlayıcı vurguda yatar. TWAIL çizgisini sürdüren kimseler uluslararası yönetişim için alternatif bir ya-sal çatı/bünye inşa etmek ve sunmak maksadına sahiptirler (bkz. Gathii, 2000a). Nihayetinde TWAIL, entelektüel irdeleme, siyasa ve politikalarla Üçüncü Dün-ya’da geri kalmışlığın koşullarını ortadan kaldırmayı hedefler (bkz. Okafor, 2008). Yaklaşıma dahil yazarların kendi alternatif uluslararası hukuk siyaseti önerileri de, uluslararası hukuku geri kalmışlığın koşullarının ortadan kaldırıl-ması için bir araç olarak kullanmayı içerir. Bu üçüncü özellik TWAIL çizgisinin pratik içeriğini oluşturur. Öyleyse TWAIL çizgisi, daha en başından kendi hede-fini ve katılımcılarının duruşlarını, bu katılımcıların ne olacağına değil ama ne olamayacağına yaptığı vurguyla belirlemektedir.

7 TWAIL yazarları arasındaki farklılıklar için bkz. Fidler (2003).

28 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 45 Sayı 1

Üçüncü Dünyacılık

Birinci olarak, TWAIL’e göre Üçüncü Dünya’nın halen mevcut bir politik gerçeklik olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Yeryüzünde mevcut belli başlı hammaddelerin üzerine yerleşik olup, dünya nüfusunun çoğunluğunu barındıran Üçüncü Dünya’nın insanları, kendi toplumsal zenginlikleri üzerinde etkin kont-role sahip değildirler (Nyerere, 1983). Rajagopal’e (2003) göre geri kalmışlık ve yetersizlik algısı Üçüncü Dünya’nın tarihsel ve coğrafi anlam dünyasının mer-kezinde bulunur. Üçüncü Dünyalılığın yalnızca ekonomik göstergelerle sapta-namayacağı söylenmişse de (bkz. Sen, 1999), iktisadi büyüme ölçütü, Üçüncü Dünya’nın hem içeriden hem de dışarıdan tanımlanması sürecinde belirleyici olmuştur.8

TWAIL’e göre Sovyet Bloğunun çöktüğü ve ulusal kalkınmacılık söylemi-nin kredisini yitirdiği bir dünyada Üçüncü Dünya’yı imkân dahiline sokan un-surlar onun Batı karşısındaki coğrafi, siyasi ve ideolojik farklılıklarıdır (Mickel-son, 1998; Mutua, 2000). Batı karşısındaki coğrafi, ideolojik ve siyasi farklılık-lar kendilerini Batı’yla kurdukları diyalektik ilişki içerisinde yeniden üretirler ve Üçüncü Dünya ülkelerinin benzer deneyimlerinden kaynaklanırlar (Mutua, 2000: 35). Üçüncü Dünya kendisine ait bir sese, daha doğrusu, her zaman har-moni içermese de, ortak endişelerini iletmeye yarayan bir koroya sahiptir (Mic-kelson, 1998: 409). Üçüncü Dünya yalnızca bir devletler koalisyonuna değil, aynı zamanda Üçüncü Dünya halklarına, toplumsal hareketlere, sivil toplum ku-ruluşlarına ve diğer devlet dışı aktörlere dayanır (Rajagopal, 2006). Uluslararası hukuk ancak Üçüncü Dünya insanlarının, uluslararası hukukun soyut normları-nın uygulamadaki etkilerine odaklanan gerçek tecrübeleri ışığında anlam kaza-nır (bkz. Anghie - Chimni, 2003: 78). Anılan perspektife göre, Üçüncü Dünya ülkelerinin benzer deneyimleri ve ihtiyaçları, entelektüel ve siyasi bilinç açısın-dan Üçüncü Dünya’nın -bütünün ortak sesi olmasa da- bütününe yayılan ortak çağrının temelini oluşturur. Bu bağlamda “Üçüncü Dünya” terimi, Avrupalı olan ve olmayan arasındaki karşılıklı ve çekişmeli diyalektiği yakaladı-ğı/içerdiği ve uluslararası hukuki ve siyasi düzeneğin sömürgen ve gayrı-adil yanlarını tanıdığı için, “güney ülkeleri”, “azgelişmiş”, “kriz eğilimli”, “sanayi-leşen”, “kalkınmakta olan” ya da “kalkınamamış” gibi terimlerden9 farklıdır (Mutua, 2000: 36). Terim bu haliyle, direniş ve özgürleşme için kullanılan stra-tejik bir paradigmaya işaret eder.

Diğer yandan bu stratejik paradigma, kendi iç tutarlılık ölçütlerini koyan bü-tüncül bir teoriyle desteklenmediğinden, çelişkiler, tutarsızlıklar ve içerik üzeri-

8 Bu nedenle, Asya Kaplanları olarak bilinen gruptaki ihracat yönelimli sermaye birikim süreçlerinin geldiği

nokta Üçüncü Dünya’nın bittiği yönündeki argümantasyonu iddiaları beslemiştir (Berger, 2004; Harris, 1987; Warren, 1980).

9 Anılan terimlerin karşılıklı konumunu tartışan bir çalışma için bkz. Mickelson (1998).

Üçüncü Dünyacılık Küreselleşirken?: Uluslararası Düzenlemenin Değişen Eleştirisi 29

ne anlaşmazlıklarla doludur. Her şeyden önce, Birinci ve Đkinci Dünyalardan ayrı bir Üçüncü Dünya düşünülemez. Đkinci Dünya, azgelişmiş ülkeler toplamı olmaktan fersah fersah öteye geçip politik program ve talepleri ile kendisini var eden Üçüncü Dünya’yı imkân dâhiline sokan siyasi, ideolojik ve iktisadi kay-naklar sunarak dünyanın bölümlenmesine müdahale etmiştir. Onun yokluğunda bir Üçüncü Dünya’dan bahsetmek mümkün değildir. Onun yokluğunda Batı’nın küresel hegemonyasına karşı çıkışın temelleri ortadan kalkacaktır. Onun yoklu-ğunda, menfaatini Batılı devletler içerisinde temsil ettiren güçlü gruplar karşı-sında talepler üretip siyasal iktidara dönüştüren insan gruplarının Üçüncü Dün-yası da yoktur. Kendisini oluşturan ideolojileri, politikaları ve iktisat programla-rıyla bir Üçüncü Dünya yoktur.

Hiyerarşi Karşıtlığı

Đkinci olarak belirtmek gerekir ki, -Avrupa egemenliğinde gelişen ve örtük olarak beyaz adamın diğerlerini uygarlaştırma görevini tanıyan klasik uluslara-rası hukukun aksine-TWAIL çizgisinin savunduğu uluslararası hukuk hiyerarşi karşıtıdır (Mutua, 2000: 36). Đlk bakışta uluslararası hukuka eleştirel yaklaşım-ların bütününü kapsayan bir tutumla karşı karşıya olduğumuzu, anılan iddianın TWAIL’e özgü olamayacağını - onu diğerlerinden ayırmak için bir ölçüt olarak kullanılamayacağını- düşünebiliriz. Bir başka deyişle uluslararası hukuka içkin hiyerarşiye karşıtlık yeni bir duruş değildir: Bir ölçüde Birleşmiş Milletlerin ku-ruluşunda da gündeme gelmiş ancak tamamlanamamış bir projedir (bkz. Evans, 1996; Sponeck, 2006). Diğer yandan hiyerarşi karşıtlığının daha en başından uluslararası bir sistem olarak gelişen kapitalizmin farklı birikim dönemlerine göre farklı içerikler edinebileceği (bkz. Chimni, 1993; Miéville, 2005), bu özel-liklerin saptanması suretiyle iddianın TWAIL’e özgü yanlarının ayrıt edilebile-ceği söylenebilir.

Uluslararası hukukun başlangıç tarihi, dönemleri ve bu dönemlerin karakteri üzerine farklı perspektiflerden farklı argümanlar üretilmiştir (bkz. Chimni, 1993; Ishay, 2004; Malanczuk, 1997; Miéville, 2005). Bugün bildiğimiz haliyle uluslararası hukuku kapitalist dünya sisteminin doğuşuyla başlatsak ve uluslara-rası hukukun doğuş ve şekilleniş yerini Avrupa olarak değerlendirsek bile, dö-nemselleştirme sorunu ile yüz yüze gelmekten kaçınmak mümkün değildir. Ka-pitalizmin her dönemi hem ulusal hem de uluslararası düzlemlerde ayrı düzen-leyici mekanizmaların doğuşuna karşılık gelmektedir zira.

Dönemselleştirme problemiyle uğraşırken, emperyalist dönemin uluslararası hukuku, 1945-1990 arası dönemde geliştiği haliyle uluslararası hukuk ve 1990 sonrasının uluslararası hukuku ayrıştırılacaktır. Bu ayrım, kapitalizmin dünyayı kendi döngüsüne çeken ulus-üstü yapısının sürekliliği ve sömürünün değişen biçimleri dikkate alınarak, Marksist ekonomi politik ve uluslararası ilişkiler teo-risinin kazanımları üzerinden yapılacak ve Marksist bir yazar olmakla birlikte

30 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 45 Sayı 1

TWAIL yazarları ile pek çok ortak çalışmaya ismini koymuş Chimni (1993) ta-rafından önerilen taksonomi takip edilecektir. Emperyalist dönemin uluslararası hukuku bize Đkinci Dünya Savaşı sonrasının uluslararası hukukunun anlaşıla-bilmesi için temel kriterleri sunacaktır. Ortaya koyduğumuz analiz son olarak Sovyet-sonrası dönemin özelliklerini deşifre etmek için kullanılacaktır. Nihaye-tinde hem TWAIL’in bahsettiği haliyle hiyerarşi karşıtlığını anlamamıza yara-yacak düşünsel bir harita elde etmeyi ummaktayız.

Emperyalist dönem, tekelci sermayenin, karmaşıklaşan sosyal işbölümü ne-deniyle uluslararası bağımlılığın arttığı bir dünyada, ulusal devlet içerisinde güçlenen temsiline dayanarak, siyasi iktidarı diğer ülke sermayelerinin ve işçi sınıfının aleyhine kullanma eğiliminde açığa çıkmaktaydı. Sermayenin temsi-lindeki artış olgusu, mevcudiyetini hem sanayi devrimi sonrasında -öncesine göre- çok daha etkin hale gelen para sermayenin finans kapital olarak bilinen formuna hem de mamul mal üretimini gerçekleştiren tekil sermayelerin –finans kapitalin belirleyiciliğinde- merkezileşme ve yoğunlaşmasına borçluydu. Bu sü-reçte eski sömürgeciler ve eskiden sömürgeci olamamış olan diğer (Japonya dı-şında tümü Avrupalı) ulus devletler tarafından yürütülen silahlı bir yarış başla-dı: Dünyada daha önce sömürge haline gelmemiş topraklar -Afrika’nın neredey-se tümü, Asya’nın önemli bir kısmı ve okyanus adaları- teker teker düştü (bkz. Ferro, 2002; Luraghi, 2000). Fiilen işgal edilmemiş topraklar (Đran, Çin ve Os-manlı Đmparatorlukları) ise Lenin'in terimleriyle yarı-sömürge haline dönüştü-ler. Sömürgeci dönem boyunca Avrupa ekseninde gelişmiş olan uluslararası hu-kuk, emperyalist dönemde Avrupa için uluslararası hukuka dönüştü. “Medeni” olan-olmayan ayrımı, aynı dönemin ırkçı ideolojileriyle birleşti (bkz. Fidler, 2001; Gathii, 2007). Diğer yandan uluslararası hukukta Avrupalı ve Hıristiyan olmayan hak süjelerinin tanınması zorunluluğu10 uluslararası hukukun diline se-küler ve dünyanın tümünü kapsayan kavramlar enjekte etti (Chimni, 1993:233). Bu suretle, barbar ve uygar olmayan terimleri ve bunlarla nitelenenlere reva gö-rülen hukukun, uluslararası hukukta hak süjesi olarak kabul edilenlere (egemen devletlere) tatbik edilen hukuktan farkını açıklama işi kabuk değiştirdi: Belirli bir devlet formuna sahip olup uluslararası ilişkileri belirli tarzlarda yürütmeye ehil olanlar bir yana, dünyanın çoğunluğunu oluşturan diğerleri de öteki yana sı-ralandılar. Ancak Yirminci Yüzyıl boyunca önce Milletler Cemiyeti daha sonra da Birleşmiş Milletler çatısı altında devlet sayısı ve bunlara ait toprakların ge-nişliği arttıkça, egemenlik kavramının içerdiği hakların kısıtlanması işi, arala-rında, insani müdahale, rejim değişikliği, önleyici saldırı gibi bilindik tamlama-ların bulunduğu yeni ve gelişmiş hukuk teknolojilerine bırakılacaktı.

10 Emperyalist dönemin uluslararası hukukuna dahil edilen Avrupalı-olmayan hak süjeleri bu sıfatı tam anla-

mıyla hiçbir zaman edinemediler. Hak süjesi olduğu 1856 tarihinde kabul edilen Osmanlı Đmparatorluğu için bkz. Bhuta (2006: 199-200).

Üçüncü Dünyacılık Küreselleşirken?: Uluslararası Düzenlemenin Değişen Eleştirisi 31

TWAIL yazarları da egemenlik kavramının her devlette aynı içeriğe gön-derme yapmadığı hususunu saptamışlardır. Onlara göre egemenlik kavramının, Üçüncü Dünya gerçekliğinde somut ve her durumda aynı sonuçları veren pratik-lerden oluşan bir içeriği yoktur. Kavram, daha ziyade, Üçüncü Dünya’da mev-cut, esnek ve tutarsız pratiklerin ürünü olarak şekillenmiştir. Uluslararası huku-kun verili kabul ettiği egemenlik göstergesi, Batılı emperyal güçlerin devlet ik-tidarının ürünü olup; Üçüncü Dünya pratiklerinde gözlemlenen haliyle egemen-lik terimi ile aynı göndergeye sahip değildir. Egemenlik kavramının, ayrı ortam-larda ve zamanlarda ayrı içeriğe sahip olabilmesi, aynı ortam ve zamanda farklı taraflara farklı şekilde tatbik edilebilmesi, uluslararası hukukun şekillendirilme-sinde nesnel görünümlü öznelliklerin kullanılmasını kolaylaştırmıştır (bkz. Anghie, 2005).

Emperyalist dönemde sömürgeci pratikler geliştirilerek sürdürülmüştür. Me-deniyet prensibi ve medenileştirme görevi gibi kavramlar uluslararası hukuka dahil edilmiş; medeni olmayanlar ya da daha az medeni kabul edilenler, stan-dartları belirsiz bir medeniyet çizgisine ulaşmak yükümlülüğü ile donatılmışlar-dır. Buna göre, dünyanın talihsizleri medeniyete ulaştıklarında eşit kabul edile-ceklerdir. Ancak “neden bu medeniyete ulaşmak durumunda oldukları”, “bu medeniyetin kriterlerinin ne olduğu” ve “ona ne zaman ulaşılmış sayılacakları” gibi soruların cevabını onlar veremeyeceklerdir. Devlet sorumluluğu hukukuna bakıldığında bu mantığın gelişimi net bir şekilde gözlemlenebilir (bkz. Miéville, 2005; Verzijl, 1978).

Emperyalist dönemde uluslararası hukuk -diğerleri arasında- emperyalist ül-kelerin uyruklarına ait mülkiyet haklarının korunması esası üzerinde gelişmiştir. Buna ek olarak iç hukukların uyumlu hale getirilmesi sürecinden bahsedilebilir. Emperyal ülkenin uyrukları işgal edilen ülkenin topraklarında da kendi hukuku ile hareket edebiliyor ise; bir başka deyişle, emperyal ülkenin uyruklarına ait menfaat müdahale edilen ülkede de kendi ülkesindeki gibi korunabiliyor ise emperyalizmden bahsetmek mümkündür. Bahsedilen “koruma” çeşitli şekiller-de belirebilir. Bir açılımda, emperyal ülke müdahale edilen ülkede kendi uyruk-larına kendi hukukunu uygulayacağını tek taraflı olarak ilan edebilir. Bir diğe-rinde, müdahale edilen ülkenin hukuku yine o ülkenin kendi karar alma meka-nizmaları tarafından emperyal ülkenin hukuku ile uyumlaştırılabilir. Bir başka-sında uyumlaştırma süreçleri uluslararası anlaşmalar eşliğinde yürütülebilir.

Emperyalizmin devlet siyasetine indirgenemeyeceği, siyasi iktidarın doğru-dan kullanımının yanı sıra üretim ve dolaşımın uluslararası koordinasyonu ve dolayısı ile ticari faaliyet aracılığıyla yürütülen düzenli sömürüye dayandığı göz önüne alındığında, emperyalizmle hukuk arasındaki ilişkinin önemi kolaylıkla anlaşılabilir (bkz. Marks, 2008b). Birazdan ele alacağımız 1945 sonrası döne-min (yeni emperyalizmin) emperyalist dönemle ilişkisi de yine merkez ülkelere ait teşebbüslerin korunmasındaki süreklilikte bulunabilir. Zaman içerisinde, fi-

32 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 45 Sayı 1

nansal serbestleşme, kar transferi, fikri mülkiyet, uluslararası tahkim, uluslara-rası ticaret, uluslararası yatırım, gümrükler başlıkları altında düzenlemeler geti-ren anlaşmalar ve benzerleri, anılan korumanın arttırılması maksadına hizmet ederek gelişmişlerdir. Hedef açıktır: Uluslararası ölçekte sermayenin üretim ve dolaşımının sağlanması.

Anlatılanlardan hareketle TWAIL çizgisinin eşitsizliğinden dem vurduğu uluslararası hukukun Avrupa’nın emperyalist döneminin şekillendirdiği ulusla-rarası hukuka denk geldiği ve kabaca 1870-1945 arası dönemi kapsadığı savla-nabilir. Tekrar edelim: Bu dönemde uluslararası hukuk, ulus devletler içerisinde temsilini giderek arttıran ulusal sermayelerin, küresel ölçekte sermaye birikimi-nin koşullarını oluşturan ülkesel unsurları diğer ulusal sermayelere karşı kapat-mak maksadıyla kullandığı bir araç haline gelmiştir. Yine aynı dönemde merke-zi kapitalist dünyanın imparatorluk adını alan ulus devletleri, kendi ülkelerinde-ki sermaye birikimini arttırmak maksadı başta olmak üzere pek çok belirleyeni olan politikalar eşliğinde dünyanın geri kalanında hammadde, işgücü ya da pa-zar imkânlarını işgal yolu ile arttırma stratejisi benimsemişlerdir. Bu dönemde işgal edilen topraklardaki zenginliklerin mülk edinilmesi başka bayraklara ait sermaye gruplarına kapatılmış, uluslararası hukuk da bu maksadı temin edecek anlaşmalar ve teamüllerle donatılmıştır.

1945’ten başlayarak 1990’a kadar geçen zamanı kapsayan dönemin uluslara-rası hukuku klasik emperyalist politikaların tortularından ya da yeni dönemin emperyalizmi için gerekli düzenekten azade olmasa da farklı bir doğaya sahiptir (bkz. Malanczuk, 1997). Anılan dönemde sömürgecilik karşıtı hareketin siyasi hedeflerinin bir kısmını gerçekleştirebildiğini görüyoruz (bkz. Evans, 1996). Diğer yandan belirtilmelidir ki sömürgeciliğin tasfiyesi, emperyalizmin sonu anlamına gelmez. Aksine sömürgeci politikaların meşruiyetini yitirdiği noktada yeni bir emperyalizmden, emperyalizmin yeni bir aşamasından bahsetmek mümkündür. Sömürgecilik azgelişmişliğin yeniden üretilmesinde etkin meka-nizmalardan yalnızca birisiydi. Sömürgeciliğe ait silahlı ve dışlayıcı mekaniz-malar yerini sermaye birikiminin küresel ölçekte korunmasına, kontrolüne ve idaresine dayalı bir başka sisteme bırakırken, yeni emperyalizm sömürünün ger-çekleştirilmesinde (sömürülen ülkenin toplumsal kaynaklarının sömürenlerin inisiyatifiyle biçimlendirilmesinde) küresel yatırım ve kredi düzeninin kontro-lünden, çok uluslu şirketlerin faaliyetine; hukuksal düzenlemelerin küreselleşti-rilmesinden, yapısal uyum programları ekseninde yönlendirici koşullar getiren yardımlara; finansal serbestleşmeden (karların ve önceden üretilmiş artı-değerin transferinden), özelleştirmelere; yeni bir devlet biçiminin dayatılmasından “in-sani/insancıl” müdahalelere kadar pek çok “buluş”la/keşifle kendini yeniden üretebilmiştir. Anılan “buluş”ların/“keşif”lerin küresel ölçekli tatbiki silahlı şiddetten azade olmamakla birlikte, esas olarak sınıf eşitsizliklerini iktisadi ve medeni (insani) düzenlemeler ekseninde gerçekleştirdiğinden, yeni emperyalist

Üçüncü Dünyacılık Küreselleşirken?: Uluslararası Düzenlemenin Değişen Eleştirisi 33

dönemin uluslararası hukuk kurumları -en azından 1990’a kadar-“barış” ilkesi ekseninde dönüşebilmiştir (bkz. Arato, 2006:227).

Đkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde şekillendiği haliyle Amerikan hege-monyasının yeni bir uluslararası ilişkiler sistemine ve hukuka tekabül ettiği söy-lenebilir. Bu hegemonyanın 1990’lı yılların başına kadar süren dönemi, yeni sömürgeci ve emperyalist dönemleri kapsayan Đngiliz hegemonyasından pek çok açıdan farklıdır: Birinci olarak, ele aldığımız dönemin uluslararası hukuku ağırlıklı olarak savaş merkezli ilişkileri düzenleyen bir önceki döneme kıyasla daha “barışçı”dır. Buradaki “barışçı” tutumun ardında Soğuk Savaş (Sovyet mevcudiyeti) kadar, uluslararasılaşmanın etkileri de bulunmaktadır. Anılan “ba-rışçı” dönüşümün neticesinde jus ad bellum’a (güce başvurma hakkını düzenle-yen kurallara) yüklenen anlam dönüşmüş, bunun neticesinde savaş açma hakkı-nın kullanımı Birleşmiş Milletler Şartı’nın VII. Bölümü gereğince silahlı saldı-rıya karşı güç kullanımı veya Güvenlik Konseyinin kararları doğrultusunda to-parlanan uluslararası güçlerin eylemleri ile sınırlandırılmıştır (bkz. Gray, 2008). Artık haklı neden, yetke ve müdahalenin kriterleri anılan metinler içerisinden tespit edilecektir. Tıpkı jus ad bellum gibi jus in bello (savaş esnasında gözetil-mesi gerekli kurallar) da dönüşmüş; savaş içerisinde tatbik edilen şiddetin -şiddetin muhataplarının şiddeti tatbik edene verdiği zararla- orantılı olması ve savaşan unsurlarla savaşmayan unsurların birbirlerinden ayrılıp savaşmayan un-surların gözetilmesi gerekliliği öne çıkmıştır11 (bkz. Yoder, 1984). Koalisyon güçlerinin 2003 saldırısından hemen sonra, jus ad bellum’un kendilerini ya da uluslararası barışı korumak için yeterli olmadığını savlamaları; içinde bulundu-ğumuz dönemin kendi öncesinden farklarını anlamak için önemli bir göstergedir (bkz. Kolb, 1997). Đkinci olarak, sermayenin uluslararasılaşması süreci uluslara-rası hukukta devlet haricindeki hak süjelerinin önemini arttırmış, gerek Birleş-miş Milletler çatısı altında gerekse müstakil çabalarla (çoğu kez uluslararası ör-güt biçiminde) pek çok düzenleyici mekanizma akdedilmiş, düzenleyici meka-nizma kararlarından oluşan yeni bir uluslararası hukuk gündeme gelebilmiştir.

1990’ların başında yaşayan kadın ve erkekler tanık oldukları olaylar silsile-sinin dünya tarihine kalın harflerle kazınacağını biliyorlardı. Đkinci Dünya akıl almaz bir hızla çöktü. Onunla birlikte dünyanın coğrafyası (en başta da kutupla-rı), tarih anlayışları, gelecek tahayyülleri, toplumsal aidiyetler ve daha niceleri tarumar oldu. Đki kutupluluk basit bir silahlı güç dengesinden ötesini ifade edi-yordu: Đki ayrı uluslararası işbölümü ve iki ayrı anayasal kuruluş. Bu iki ayrı dünyanın kesişme noktasında azgelişmiş ülkeler için bir üçüncü dünyanın imkânı bulunuyordu.

11 Latince isimlerinin uyandırabileceği eskilik izlenimine rağmen her iki kurum da Yirminci Yüzyılın ürünü

olup, Milletler Cemiyeti döneminde entelektüel dolaşıma girmiş, Đkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde de-taylı olarak ele alınmışlardır (bkz. Kolb, 1997).

34 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 45 Sayı 1

1990’ların başında yaşayan kadın ve erkekler siyasi, iktisadi ve ideolojik an-lam haritalarının değişimini izlerlerken, bir kez daha Birinci Dünya’nın doğru-dan kontrolüne girecek olan uluslararası hukukun yeni içeriğini bilebilecek du-rumda değildiler. Yeni içerik, IMF güdümündeki yapısal uyum programlarının kahrettiği Afrika ülkelerinin yüzleştiği yeni iç savaşlarla (bkz. Chossudovsky, 1999), Bosna, Irak, Afganistan ve benzeri müdahalelerle ve Birleşmiş Milletler hukukunun bu hukuku yaratan ülkeler tarafından yetersiz bulunması gibi semp-tomların açığa vurduğu dinamiklerin yoğun baskısı altında yavaş yavaş şekille-necekti. Yeni içeriği belirleyen temel faktörlere bakalım: En temel faktör yeni emperyalizmin artık tek bir ulus devlet-imparatorluğu altında diğer ülkelere kar-şı güdülen devlet politikalarından oluşmamasıydı (bkz. Harvey, 2004; Panitch ve Gindin, 2004). Artık, Fransızları uzak tutmak için Afrika’nın belirli bir yerini işgal eden Đngilizlerden ve benzeri müdahalelerden bahsetmek mümkün değildi. Gerçi bu özellik 1990’lar sonrasına değil, Đkinci Dünya Savaşı sonrasına aitti. Ancak 1980’lerdeki dönüşümler ve 1990’lar sonrasının çıplak şiddet ortamında oldukça belirgin bir hale gelmişti. Yeni içeriğin diğer iki esaslı ögesi yokluk (absence) durumundan türetilebilir. Öncelikle Sovyetler Birliği yoktur. Đkinci yokluk durumu küresel kapitalist bir devletin (uluslarüstü bir siyasi otoritenin) yokluğunda bulunabilir. Đkinci yokluk durumu da yeni bir olgu değildir ancak birinci yokluk durumunun (Sovyetler Birliği’nin yokluğunun) yarattığı ortamda ikinci yokluk durumu yeni anlamlar edinmiştir. Her iki yokluk halinin kapitalist üretim ilişkilerinin küresel düzlemde yeniden üretilmesinde etkin kurumsal ve örgütsel düzenekler üzerindeki etkisini kavramak bugünün uluslararası hukuku-nu anlamak için elzemdir.

Şu durumda hem sermayenin kendisine uygun bir ulusüstü kılıf yaratarak “tek ülkede kapitalizm”i gerçekleştirmeye yöneldiği iddiasının (bkz. Hardt - Negri, 2001; 2004; Negri, 2005), hem de çağdaş kapitalizmi ulus-devlet formla-rı arasındaki emperyalist rekabetle sermayenin uluslararasılaşması eğilimleri arasındaki gerilim üzerinden okuma iddiasının (bkz. Callinicos, 2001) reddi üzerinden şekillenebilecek bir açıklamayı savunmak mümkündür (bkz. Panitch - Gindin, 2004). Buna göre, sermaye kendi yeniden üretimini bölgesellik bazında sağlama çabasından vazgeçememekle birlikte, bu bölgesellik artık bir ulus dev-letle sınırlı değildir. Emperyal iktidarın sınırların kalkmasıyla değil de iç içe geçmesi ile karakterize edilebilecek bu yeni enformel biçimi yalnızca merkez kapitalist ülkeleri değil, mümkün olduğu her yerde üçüncü dünyayı da kapsa-maktadır. Bu özgün içerilme biçimi, Negri’nin (2005) tahayyül ettiği gibi bir imparatorluk yoluyla değil, ama mevcudiyetini muhafaza eden tekil devletlerin, Amerikan Đmparatorluğunun bütünleyici unsurları olarak yeniden inşası yoluyla gerçekleşmektedir. Amerikan Đmparatorluğu’nun da bu yeniden inşa süreçlerin-den nasibini aldığını vurgulayalım. Bütünleşmeyi sağlayacak düzenlemeler uluslararası hukukun etkinlik alanı içerisindedir. Bu bağlamda ulus devletler,

Üçüncü Dünyacılık Küreselleşirken?: Uluslararası Düzenlemenin Değişen Eleştirisi 35

sosyal ilişkilerin ve sınıf kurumlarının, mülkiyetin, paranın, sözleşmenin ve pi-yasaların tesis edildiği ve yeniden üretildiği ve sermayenin uluslararası biriki-minin (devletler arası eşgüdüm üzerinden) yürütüldüğü araçlar olarak varlıkları-nı sürdürmektedirler. Öyleyse paranın (üretilen değerin) bölgesel dağılımı her ne olursa olsun, doğrudan yabancı yatırımların küresel düzlemde aşırı genişle-mesi olgusu, sermayenin devletten kaçışına değil, sermayenin “pek çok devlete” (ve “pek çok devletin” de sermayeye) karşı bağımlılığına işaret eder12 (bkz. Pa-nitch - Gindin, 2004). Aynı anda uluslararası hukukun öznesi, akdedicisi ve uy-ruğu olmak gibi çelişik rolleri üstlenen ulus devletin imkân ve sınırları da bu kapsamda değerlendirilmelidir.

Günümüzde tek bir emperyal devletin bir takım azgelişmiş ya da gelişmekte olan devlet karşısındaki mutlak üstünlüğünün savunulması için gerekli koşullar bulunmamaktadır. Ulus devlet imparatorlukları arasındaki rekabete ve Yirminci Yüzyıl ırkçılığı tarafından biçimlendirilen uluslararası hukukun arkaik kalıpla-rına karşı çıkmanın retorik değeri her ne olursa olsun, bugün için tutarlı sayıla-bilecek bir hiyerarşi karşıtlığının, devletin uluslararasılaşması olarak adlandırı-lan olgu çerçevesinde düşünülmesi gerekmektedir. Bu noktada TWAIL çizgisi-ne içkin hiyerarşi karşıtlığına dönebiliriz.

TWAIL çizgisi 1945-1990 dönemini karakterize eden unsurlardan sömürge-cilik karşıtı hareketi ve yeni uluslararası iktisadi düzen çağrılarını tanımakta an-cak bu hareket ve buna bağlı yeni iktisadi düzen önerisinin başarısızlığa uğradı-ğını, buralarda üretilen taleplerin pek azının uluslararası hukuka dahil edilebil-diğini saptamaktadır (bkz. Anghie, 2005). Söz konusu başarısızlığın yorumu daha toleranslı bir dünyanın imkânını arayan TWAIL çizgisini karmaşıklaştır-maktadır. Onlara göre bu dönemde sergilenen çabalar kapitalizmin ve sınıf mü-cadelesinin yukarıda değinilen dinamiklerine bağlı olmayıp, uluslararası hukuk-ta -her nasılsa “ortaya çıkmış” bulunan13- çoğulculaşma (pluralization) hedefine yöneliktir (Fidler, 2003). TWAIL yazınında bu hedefin neden ortaya çıktığı, ço-ğulculaşma hedefinin neden saygın kabul edildiği, neden Đkinci Dünya Sava-şı’nı takip eden dönemde gündeme geldiği ve neden ancak kısmi bir başarı elde ettiği soruları ya tarihsel olguların sıralanması suretiyle yanıtlanmış kabul edil-mekte ya da açıkta kalmaktadır.

Bağımsızlıklarını kazanan devletler uluslararası örgütlerde temsil edilir hale geldikçe uluslararası hukukun kaynakları üzerinde sınırlı da olsa etki sahibi ola-

12 Kapitalizmle imparatorluk ilişkisi, devletin uluslararasılaşması (internationalisation of the state) olgusunda

bulunabilir. Kavram, devletin kendi yerel kapitalist düzenini uluslararası kapitalist düzenin işleyişine katkı koyacak şekilde yönetmesi durumuna karşılık gelmektedir.

13 Siyaset teorisinin ana akım yaklaşımlarında “ortaya çıkarak” belirli bir disiplinin gelişmesine katkıda bulu-nan normları açıklamak için insanlık bir özne haline getirilir. Bu özne geçmişindeki felaket ve başarısızlıkla-rı topyekûn değerlendirmeye ve artık daha iyi değer ve normları gündeme getirmeye muktedirdir. Bu iddia-nın doğrulanması için “Đkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği felaketlerden sonra...” ibaresi ile başlayan açıkla-ma biçimlerinin hatırlanması yerinde olacaktır.

36 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 45 Sayı 1

bilmişlerdir. Bu bağlamda kendi kaderini tayin hakkı, iç işlerine karışmama il-kesi, deniz hukuku, uluslararası ticaret hukuku ve doğrudan yabancı yatırımlar hakkında düzenlemeler bir önceki sermaye birikim dönemine ait düzenlemelerin içeriğini değiştirmişler ancak çoğulculaşma esasa ilişkin kapsayıcı bir eşitliği, toleranslı ve yeni bir uluslararası hukuku doğurmamıştır (Fidler, 2003).

Uluslararası hukuka çoğulculaşma gibi bir hedef tespit etmenin sebeplerin-den birisini, TWAIL’e içkin eklektizme egemen olan platonik devlet anlayışın-da bulmak mümkündür. Buna göre devletler her durumda kendi –verili- organik ve kültürel çıkarlarını gütmeye meyilli birer organizmadır. Devlet böyle kav-ramsallaştırıldığında, uluslararası ilişkiler alanına çıkan her devlet, temsil ettiği toplumla birlikte bir bütün teşkil eder. Çıkış noktanız böyle bir devlet kavram-sallaştırmasına dayandığında -tıpkı bir insanın ya da hayvanın kolları ve bacak-ları arasında çıkar çatışması bulunmaması durumunda olduğu gibi- devlet olarak adlandırılan bütünlük yalnızca kendi verili (organik ve çatışkısız) menfaatini kollayan bir entite olarak algılanacaktır. Dahası anılan söylemin taşıyıcıları, söz konusu bütünlüğün (devletin) zaman ve mekân bağımlı bir tür özel rasyonaliteyi (piyasada işlem yapan bağımsız bireyin hesap mantığını), zamandan ve mekândan bağımsız olarak içselleştirdiğini önvarsaymak durumunda kalacak-lardır.

Haksızlık etmemek için ekleyelim: TWAIL, devleti sivil toplum karşısında olumsuzlamaktadır (Rajagopal, 2003). Ancak verilen bu kavramsal çerçeveden kopmamakta, politik toplumun (devletin) karşısına diktikleri sivil toplumu da aynı şekilde müstakil ve organik bir bütün olarak kutsamaktadırlar. Organik bir bütünlük olarak görülen sivil toplumu da yeni Üçüncü Dünyacı muhalefetin ta-şıyıcısı olarak kodlamaktadırlar (Chakrabarty 1996, 2002; Said, 1994). Verili haliyle liberal sivil toplum politik toplum karşıtlığından öteye gitmemektedirler. Çoğulculaşma hedefi de tarihsel deneyimlerin ışığında evrensel rasyonalite ek-seninde tavır geliştiren organizma-devletlerin; organizma sivil toplumların; bu sivil toplumların içerisindeki kendiliğinden muhalif varoluş hallerinin düşünüp taşınarak bulduğu bir çözüm haline gelecektir.

Oysaki toplumsal formasyonlar aynı anda hem devlet hem de sivil toplum içerisinde temsillerini bulan çelişik konumlardan (pozisyonlardan) oluşurlar. Aynı toplumsal formasyon içerisindeki sınıfsal gruplaşmaların birinin menfaati diğerininki ile sürekli olarak çelişecektir. Bu gruplar sınıflar arası bir mücadele-nin tarafı olabilecekleri gibi aynı sınıfsal pozisyon içerisinde de karşı karşıya gelebileceklerdir. Finans kapitali temsil eden gruplar içerisinde bazıları (özellik-le gelecekte üretilecek artı-değeri değil de geçmişte üretilmiş olanı paylaşma ya-rışına girenler), (gelecekte üretilecek artı-değeri temellük etmek üzere örgütle-nen) üretken sermayenin talepleriyle çatışabilirler. Söz konusu toplumsal grup-lar devlet olarak adlandırılan alandaki farklı yapılar içerisinde farklı dönemlerde farklı ölçeklerde temsil edilirler. Sivil toplum kuruluşları da devletin ideolojik

Üçüncü Dünyacılık Küreselleşirken?: Uluslararası Düzenlemenin Değişen Eleştirisi 37

aygıtları konumuna gelebilir. Temsilin mevcut durumuna göre devlet olarak ad-landırılan ilişkiler alanına giren talepler farklı dönemlerde farklı sonuçlar doğu-rabileceklerdir. Aynı damardan ilerlersek, söz konusu taleplerden uluslararası it-tifakları ilgilendirenleri farklı dönemlerde farklı dış politikalar bütününe denk gelecekler bu dış politikalar seti ile bağlantılı olarak mücadelenin yürütüldüğü aygıtlar farklı tarihsel durumlarda farklı işlevler görebileceklerdir.

Söylenenler ışığında sivil toplum örgütlerinin TWAIL’in kuramsal düzene-ğindeki yerine bakalım. Sivil toplum örgütü (ya da hükümet “dışı” örgütler) kavramı, liberal demokrasinin ve bunun radikal varyantlarının savunusu işine soyunan söylemlerde, sınıfsal içeriği ile bağlı olmaksızın demokratik talepler üretmeye yazgılı teorik nesneler olarak kurgulanmıştır. TWAIL de bu açıklama kipliğini kullanır. Buna göre sivil toplum örgütlerinin faaliyeti, personelinin sı-nıfsal yapısı, ürettiği söylem, fonlanma biçimi ile bağlı değildir. Bu durumda li-beral projelerle uyumlu tavırlar sergilemeyen sivil toplum örgütleri “gerçek” si-vil toplum örgütü sayılmaz. Görülen/tanınan sivil toplum örgütlerinin işlevleri mevcut devlet-biçimle uyumludur. Yine liberal söyleme göre sivil toplum ör-gütleri (ya da hükümet “dışı” örgütler) hükümetin ve devletin dışındadır. Dışar-lıklı olma halleri onları devletin baskı ya da ideolojik aygıtı gibi işlev görmek-ten alıkoyar. Çalışanları “sivildir” ve çalıştıkları ortamın devlet-karşıtı menfaa-tini geliştirirler.

Sivil toplum örgütleri olarak adlandırılan aygıtlar için geliştirilen liberal açıklama biçimlerine katılamayacağımızı bildirelim ve bununla ilgili birkaç sap-tama yapalım: Öncelikle bu aygıtlar da diğer aygıtlar gibi, kendilerinde sınıfsal temsillerin gerçekleştiği, içerisine giren ve çıkan taleplerin biçim belirlenimli olduğu yapılardır. Đkinci olarak, bu aygıtlar, devlet içerisinde oluşan sınıfsal temsilin biçimlenmesi ve devlet içerisinde temsil edilen çeşitli menfaatin ifade ediliş biçimi üzerinde doğrudan etkiye sahiptirler. Üçüncü olarak, devlet denilen ayrıksı alanın dışında ve sivil toplumun içerisinde konumlandırılamazlar. Aksi-ne, pek çok durumda devlet olarak adlandırabileceğimiz yoğunlaşmış güç ilişki-leri alanı kapsamına, bu alanı oluşturan yapılar içerisine sokulabilirler. Anılan bu nüfuz ediş süreci, çeşitli şekillerde gerçekleşir. Bazı durumlarda ilgili sivil toplum örgütünün onayı, devletin diğer aygıtları içerisine bir talebi sokmanın gayrı-resmi koşulu haline gelirken, bazı durumlarda talebin ilgili örgütün üyele-ri tarafından geliştirilmiş olmasının esaslı bir önemi ve etkisi vardır. Bazı du-rumlarda ilgili örgütün faaliyeti, devlet denilen alan içerisindeki bir takım dönü-şümlerin dolaylı ya da doğrudan koordinasyonu için kullanılırken, bazı durum-larda bu örgütler, devlet denilen alana girecek taleplerin oluşumu sürecinin vaz-geçilmez uğraklarını oluştururlar. Bazı sivil toplum örgütleri dışlanırken bazı sivil toplum örgütlerinin ürettiği hizmetler (projeler) fonlanır. Bu liste uzatılabi-lir, ancak bu kadarıyla bile, sivil toplum örgütlerinin liberal söylemin önvarsay-dığı tipten oluşumlar olmadığı –insaflı okuyucu tarafından- saptanabilecektir.

38 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 45 Sayı 1

TWAIL perspektifinin ürettiği açıklama güçlükleri, Sovyet sonrası dönemde Üçüncü Dünya’nın yeri gündeme geldiğinde daha da artmaktadır. TWAIL ya-zarları Sovyet sonrası dönemde, Üçüncü Dünya’nın Batı karşısında ortak men-faat ve pozisyon sahibi olduğu iddiasını getirmektedir. Örneğin Fidler (2003: 58) -hiyerarşi karşıtlığı ekseninde- Üçüncü Dünya’nın Batı karşısında ortak menfaat ve pozisyon sahibi olduğu iddiasını destekleyen üç örnek sunmaktadır: Çok Taraflı Yatırım Anlaşmasına karşı geliştirilen tepkiler bize birinci örneği verir. Uluslararası emek standartlarının savunulması ve bunun ticari çıkarlarla bağlantılandırılması istemiyle; uluslararası fikri mülkiyet hukukuna itirazlar14 da ikinci ve üçüncü örnekleri sunarlar. Ancak yine aynı yazara (2003: 59) göre, Üçüncü Dünya’ya dahil ülkelerin ortak pozisyonunun bugün için doğurduğu et-kiler, Soğuk Savaş dönemindeki etkin ve hırslı çoğulculaştırma stratejisiyle kar-şılaştırılamayacak kadar zayıftır. Günümüzde Üçüncü Dünya, talepler üreten ve alternatifler sunan bir önceki dönemin aksine, inisiyatifi kaybetmiş ve savunma pozisyonuna çekilmiştir. Çok Taraflı Yatırım Andlaşması’nın reddinden sonra gündeme gelen ve Çok Taraflı Yatırım Andlaşması’nın hükümlerini hayata ge-çiren muhtelif Đki Taraflı Yatırım antlaşmalarında ya da uluslararası patent hu-kukunu oluşturan sözleşmelerin -büyük küresel salgın halleri dışında- yaygın-laşmasında görüldüğü gibi, Üçüncü Dünya’nın başarıları da geçici olma eğilimi göstermektedirler.

Teorik duruş noktası eksikliği çeken TWAIL, bugünün hegemonik düzenin-de iktidarda olan bloğun eskisine göre daha bütünsel ve güçlü olduğu gerçeğiyle yüzleşmek durumunda kalmış ancak iktidar bloğunu ayakta tutan ilişkileri ana-liz etmek yolunu seçmemiştir. Fidler’in (2003) Üçüncü Dünya’sını oluşturan devletlerin, -diğerleri yanı sıra- yukarıda bahsedilen sınıfsal temsiller ve devle-tin uluslararasılaşması olguları dikkate alınmadan düşünüldüğü ortadadır. Bu bağlamda, neden Dünya Ticaret Örgütü’nün gündeme gelmesiyle birlikte, bir dönem tıbbi ilaçlar alanındaki uluslararası patentleri tanımayı reddeden ülkele-rin bunları kabul eder hale geldikleri ya da neden Çok Taraflı Yatırım Anlaşma-sı reddedildiği halde aynı hükümleri içeren Đki Taraflı Yatırım Anlaşmalarının yaygınlaştığı gibi sorular yanıtsız kalmaktadır.

Yanıtsızlık TWAIL’in teorik üretim araçlarındaki yetersizliğin bir ürünüdür. Anılan bu yetersizlik hali TWAIL’e içkin hiyerarşi karşıtlığını “eşitlik iyidir” türünden normatif bir ifadenin gücüne endekslemiştir. Bu durumda çözümleme için yorumcuların eline, Üçüncü Dünya’yı homojenleştiren zamansız ve mekânsız bir Batı tahakkümü fikri ve onun hoşgörüden azade hukukuna Üçüncü Dünya tarafından çoğulculuk, demokrasi, hoşgörü ve dayanışma başlıkları al-tında gösterilmesi beklenilen tepkiden başka bir dayanak kalmamıştır (bkz. Al-

14 Üçüncü Dünya ülkelerinin yönetimleri, Birleşik Devletler ve Avrupa Birliği'ni, kamu sağlığının patent ko-

rumasına öncelikli olduğunu TRIPS üzerine WTO Bildirgesinde ve Kasım 2001 tarihli Doha Bakanlar Top-lantısında açıklanan Kamu Sağlığı başlıklı belgede kabul etmeye zorlamışlardır (Fidler, 2003: 59).

Üçüncü Dünyacılık Küreselleşirken?: Uluslararası Düzenlemenin Değişen Eleştirisi 39

lott, 1999). TWAIL’e göre tahammülsüzlük ve hoşgörüsüzlük, Batı’nın Soğuk Savaş sonrasında kazandığı yeni iktidarın ürünü olarak norm haline gelmiştir. Bu esnada; liberal yönetişim, hukuk, iktisat kavramları ve liberal insan hakları söylemi düşünce süreçlerini belirlemektedir (Fidler, 2003: 68).

TWAIL’in teorik üretim araçlarındaki yetersizlik, karşı çıkılması gerekilen şeyin adı konusunda belli belirsiz bir uzlaşma yaratırken, karşı çıkılan şeyin (Batı tahakkümü ve bunu imkân dahiline sokan –çoğu- liberal söylemler) analizi (bir başka deyişle adlandırılarak karşı çıkılanın ne olduğu, onu böyle yapan me-kanizmaların nasıl işlediği, nasıl etki ürettikleri) ihmal edilmektedir. Sorun bu-nunla sınırlı değildir; TWAIL’in isimlendirerek/adlandırarak kötü ilan ettiği şe-ye karşı çıkmak gerekçesi de belirsizdir. Hiçbir şey kendiliğinden iyi veya kötü değildir. Đyilik ve kötülük cisim ya da kavramların özünden değil, bunların diğer kavram ve cisimlerle ilişkileri içerisinde kullanımından ve ürettikleri etkiden kaynaklanır. Mevcut bir düzen, alet, kavram vs. ancak diğeri daha iyi sonuç ya-ratacaksa bir sorun olarak ortaya çıkar/çıkabilir. Bu durum bizi eleştirel duruş noktası sunma problematiğine götürür. TWAIL’in daha önce belirtilen eklek-tizmi böyle bir duruş noktası üretilmesinin önündeki başlıca engeldir.

Eleştirel duruş noktası eksikliği uluslararası hukukun nasıl olması gerektiği konusunda TWAIL tarafından getirilen önerileri oluşturan kavramları da belir-sizleştirmektedir. Takdir edilebileceği gibi çoğulculuk, hoşgörü (tolerans), da-yanışma gibi kavramlar bir hedefi betimlemekten ziyade karmaşıklaştırmaya da yarayabilirler. Zira bu kavramların içeriği verili değildir. 1990’lardan sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin uluslararası hukuk politikası içerisine giren in-sani müdahale (humanitarian intervention) kavramını ele alalım. Yapısal uyum politikaları eşliğinde uluslararası piyasalara yönelik kapitalist tarıma odaklanan Ruanda’da artan toplumsal eşitsizlik ve gerilimlerin neticesinde sekiz yüz bin Tutsi katledilirken (bkz. Chossudovsky, 1999), yapısal uyum stratejilerini bu ülke politikasına dahil edenlerin (ve hoşgörü arayışı içerisinde neyin ayıp neyin ayıp olmadığını vurgulayan muhalefetin) sessizliği, söz konusu katliamın devlet biçiminin şiddet yolu ile yaygınlaştırılması yolunda kullanıldığı müteakip adım-ları (insani müdahaleleri) kolaylaştırmıştır. Doğu Timor ve Yugoslavya, insani müdahaleler dolayımı ile uygulama alanı bulmuş şedit insancıllık (muscular humanitarianism) ve askeri insancılık (military humanism) kavramlarının işle-vini anlamak için önemli örnekler sunmaktadırlar (bkz. Kurasawa, 2006). Yuka-rıdaki örneklerde hoşgörü edimini sergilemesi beklenen kimdir? Gerçekten bu edimi sergileyebilecek yekpare bir özne bulunmakta mıdır? Bir örnekte (Ruan-da’da) faillerden birisi tarafından sergilenen hoşgörü (katliama sessizlik), diğer örnekte (insani müdahale bayrağı altında sergilenen şiddetin somutlaştığı nokta-larda) hoşgörüsüzlüğe mi dönüşmüştür? Çoğulculuk Yugoslavya’da oluşturula-cak olan yeni devletlerin biçiminin saptanmasında merkez kapitalist ülkelerin hep birlikte belirleyici olabilme kapasitelerine verilen bir ad mıdır? Üretim araç-

40 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 45 Sayı 1

ları üzerinde özel mülkiyet veriliyken (verili kabul edilmek durumundayken) ve bu durumun ürünlerinden yalnızca birisi olarak küresel bilgi üretimini sağlayan medya merkezleri(nde baskın iktisadi ve siyasi çıkarlar ve yine burada baskın söylemsel formasyonlar) neyin dünya kamuoyuna gösterilip gösterilmeyeceğini, gösterildiğinde hangi dil içerisinden ve nasıl anlatılacağını belirlerken; -herkesin bağımsız kanallardan edindikleri bilgiye dayanarak mevcut sorunları tam anla-mıyla değerlendirip, kendi bağımsız fikrini ve pratiğini oluşturması anlamında- çoğulculuktan bahsetmek mümkün müdür?

Đnsani müdahale ilkesinin, kendisi ile uygulaması arasındaki açıklığı anla-mamıza ve uygulamayı ilkeye göre düzeltecek kriter ve araçları üretmemize ya-rayacak ideal bir tasviri/tanımı var mıdır (olabilir mi)? Kendi meşruiyetini kendi mevcudiyetinden alan, saptanabilir, evrensel normlar üzerinden üretilen argü-manlara güvenebilir miyiz? Biz kimiz? Üretim araçları üzerindeki özel mülki-yetle sorunu olan insanlar dinozor, ortodoks, arkaik, hayalci gibi terimlerle suç-lanır ve daha en başından kamusal iletişimin kıyısına atılırlarken, kıyıya atma ediminde ifadesini bulan epistemik şiddetin üreticilerini hoşgörülü saymak, on-ları demokrat olarak sınıflamak olası mıdır? Yukarıda örnekleri verilen sorula-rın sorulabilmeleri, bu soruların makul sayılabilmeleri ve yanıtlama işine girişe-bilecek muhatapların oluşabilmesi için gerekli koşulların ve/veya gerekli teorik cesaretin yokluğunda, TWAIL çizgisinden üretim yapan yazarların kendi iddia-larının aksine (bkz. Clark, 1989), reel politika ile ütopyacılık arasında mevcut olduğu iddia edilen boşluğu doldurmaları mümkün görünmemektedir.

Buraya kadar ortaya konulanlardan hareketle TWAIL çizgisine içkin hiye-rarşi karşıtlığı ve eşitlik önerisinin kendisini gerçekleştirmeye yönelik temel un-surlardan yoksun olduğu iddia edilebilir. Öncelikle TWAIL tarafından öne sürü-len eşitlik talebi-“Eşitlik iyidir” önermesinin kutsiyeti veri sayılmadıkça- gerek-çeden mahrumdur. Đkinci olarak eşit olması talep edilen şeyin-Üçüncü Dünya’yı oluşturan devletlerin- ele alınış tarzı sorunludur: “Üçüncü Dünya’yı oluşturan çoğu azgelişmiş devletin eşitliği kendiliğinden toplumsal bir eşitlikle sonuçlan-mayacak ise, bunların eşit olmasından beklenilen fayda nedir?” sorusu -diğer pek çokları gibi-yanıtsız bırakılmaktadır. Üçüncü olarak, en başta Birleşmiş Milletler olmak üzere önerilen eşitliği sağlaması beklenen araçların, bu araçları meydana getiren nesnel ilişkilerden ayrı olarak işlev görmesini gerektiren bir kuramı incelediğimizi belirtmemiz gerekmektedir.

Bu noktada Mutua’nın (2000: 31-32) TWAIL için verdiği birleştirici unsur-lardan ikincisini-yönetişim vurgusunu-hatırlamak önemlidir. Yönetişim vurgu-sunu hatırlayarak, TWAIL çizgisine içkin hiyerarşi karşıtlığının içeriğini ken-dimiz doldurabiliriz. Hatırlanacağı gibi TWAIL’e dahil yazarları birleştiren ikinci unsur (Mutua’nın TWAIL’e biçtiği ikinci amaç) uluslararası yönetişime yapılan vurguda bulunmaktaydı. Jessop (2002), bağımsız sosyal ilişkilerin ko-ordinasyonu olarak kavramsallaştırıldığında, yönetişim teriminin üç alanda ya-

Üçüncü Dünyacılık Küreselleşirken?: Uluslararası Düzenlemenin Değişen Eleştirisi 41

pılan düzenleyici faaliyeti kapsayacak şekilde kullanıldığını belirtir. Bu bağ-lamda yönetişim terimi, piyasa ilişkilerinin anarşik yapısını düzenleyen faaliye-tin eşgüdümünü; hiyerarşik (buyruk içeren) ilişkilerin koordinasyonunu ve (market dışı ve) eşitler-arası örgütlenmelerin yatay/ufuksal çeşitliliğini düzenle-yen (düzenleme etkisi doğuran) normların ve pratiklerin bütününü kapsar. Yö-netim teriminden farklı olarak, yönetişim teriminin gönderme yaptığı faaliyet her durumda devlet iktidarının, bizatihi devlet aygıtı olarak ilan edilmiş örgüt-lerce doğrudan kullanımını içermediği gibi, yönetişimi gerçekleştiren failler de devleti oluşturan yapısal bütünlüğe doğrudan dahil olmak durumunda değildir-ler. Bazı durumlarda yönetişim eylemi farklı hukuksal statülere sahip (ve hatta hepsi aynı anda aynı ulus-devletin normlarına tabi olmayan) faillerin katılımıyla gerçekleşir.

Yönetişim teriminin kapsadığı eylem öbeklerinin birliği, devlet biçimindeki dönüşümün dinamiklerini anlamak için önemli imkânlar sunmaktadır.15 Yöneti-şim teriminin kapsadığı eylem öbeklerinin birliğini sağlayan toplumsal koşullar, devlet içerisinde, uluslararası örgütlerde ve sivil toplum örgütleri denilen yapılar içerisinde sınıfların (ve hakim sınıf fraksiyonlarının) temsil oranlarındaki dönü-şümle doğrudan ilişkilidir. Bir başka deyişle, işçi sınıfının devlet içinde temsili-nin zayıflaması bu yönde geliştirilecek koordinasyon çalışmalarında da yankısı-nı bulacak; özellikle “Üçüncü Dünya’da” yönetişim, iş gücünün toplumsal ye-niden üretimi konusu başta olmak üzere, toplumsal düzenlemeyi yapısal olarak sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendirecektir. Aynı şekilde, devlet iktidarının uluslararası ilişkiler politikası alanındaki kullanımını gerçekleştiren yapılar (genellikle dışişleri bakanlıkları ve hükümetler) tarafından üretilen poli-tikalar da ilgili ülkelerin çalışan insanlarının temsilini ya hiç gerçekleştirmeye-cek ya da yetersiz ölçeklerde gerçekleştirecek; ulusal kaynakların kullanımın-dan, uluslararası ittifaklara; göç politikalarından, kadının statüsüne; geleneksel tarımın tasfiyesinden, azınlıklara; eğitimden, sağlığa kadar uzanan pek çok ko-nuda Üçüncü Dünyacı olmak zorlaşacaktır. Bu bağlamda, TWAIL çizgisine iç-kin hiyerarşi karşıtlığı, fiiliyatta ulus devlet statüsüne sahip uluslararası aktörle-rin hukuk önündeki eşitliğine ve “iyicil” sivil toplum kuruluşlarıyla uluslararası örgütlerin fedakarane gayretlerine endekslenirken; uluslararası ilişkiler alanında

15 Yönetişim terimi üçüncü anlamıyla (eşitler-arası, market dışı örgütlenmelerin yatay ilişkiler dünyasının ko-

ordinasyonu olarak) ele alındığında, yönetişimin, ancak, dernek, vakıf ve benzeri örgütlerden oluşan “sivil toplum örgütlerine” katılmanın ve/veya bu örgütlerin desteğini almanın sınıfsal koşulları içerisinde değer-lendirilmesi gerekir. Bu durum, “sivil toplum örgütleri”yle, bunları fonlayan siyasi otoriteler arasındaki iliş-ki açısından incelendiğinde, anlatılmak istenilen daha net olarak ortaya çıkacaktır. Bir başka deyişle, bu son hali ile yönetişim kavramını “koordine edilen ilişkilere giren hukuksal kişiliklerin teşekkülü ve işleyişinin” önkoşullarından bağımsızlaştırarak ele almak, bu kişileri her nasılsa toplumsal dünyaya gelmiş kişilikler ola-rak göstermenin ötesinde bir anlam taşımayacaktır. Bu noktada, yönetişim kavramının, -kavramın yaygın kullanılan anlamının varsaydığının aksine-, ilgili ülkenin sınıfsal dinamiklerinden muaf olmadığını vurgu-lamak gerekiyor. Sınıf iktidarının güncel yüzü olarak yönetişim terimi, özellikle geç kapitalistleşen ülkeler-deki toplumsal hareketleri anlamak açısından önem taşıyor.

42 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 45 Sayı 1

beliren devlet-dışı aktörlerin ve devletin ürettiği politikaların sınıf içeriği gün-demden düşecektir. TWAIL’in -politik ekonomisini yapmaktan şiddetle kaçın-mak suretiyle- sınıfsal içeriğini örttüğü eşitlik ülküsü, TWAIL’e dahil yazarların hiç düşünmedikleri bir başka teorik açılıma; kapitalist devletin formlarından bi-risi olarak ulus-devlet taşıyıcının kendi kontrolünde olan serveti, uluslararası güç ve sermaye ilişkileri ağına sokma hakkına meşruiyet sağlamaktadır (bkz. Mieville, 2005). TWAIL’e dahil yazarlar farkındalar mıdır bilemiyoruz ama eşitliğin bu tarz kullanımı, uluslararası hukukun Üçüncü Dünya lehine yorumlar geliştirmek maksadıyla kullanılmasını engelleyecektir. Bu durumda, TWAIL çizgisine içkin hiyerarşi karşıtlığı, imparatorluk karşıtı olduğu için muhalif, an-cak kapitalist uluslararası ilişkiler düzeneğinin gerekliliğini savunduğu için he-gemonik bir söyleme denk düşmektedir.

Karşı-Hegemonik Duruş

TWAIL hareketinin temel felsefi ve siyasi ilgileri/hedefleri içerisinde üçün-cü ilgi/hedef, karşı-hegemonik bir duruş üretme gerekliliğinde bulunabilir (Fid-ler, 2003). Mutua’nın (2000) hareketin deklarasyonu haline gelmiş bulunan ça-lışmasında betimlendiği haliyle karşı-hegemonik duruş, Birleşmiş Milletlerin ve küresel ekonomik düzenlemelerin merkezinde bulunan uluslararası örgütlerin (IMF, WB, WTO) yapısına ve işleyişine getirilen eleştiriler ekseninde ifade edilmektedir. Gerçekten de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin veto yet-kisinden daimi üyelik sistemine kadar pek çok mekanizmanın, dünya [devletler] toplumunun Birleşmiş Milletler içerisinde biçimsel/hukuki eşitlik temelinde temsilini imkânsız hale getirdiğini söylemek mümkündür. Hukuki/biçimsel eşit-liğin güncel imkânsızlığı ortadadır. Fırsat eşitliğine gelindiğinde durum daha vahimleşmektedir: Görünür yanı iktisadi formlar üzerinden ifadesini bulan kü-resel düzenlemenin merkezinde bulunan uluslararası örgütler, bütün dünyaya neyin ne koşullarda ve hangi hukuksal ve siyasi düzenlemeler eşliğinde üretile-ceğini dikte ederken, uluslararası işbölümünü de belirlemekte olduklarından, -en mütevazı haliyle bile- fırsat eşitliğinin olasılığından bahsetmek mümkün gö-rünmemektedir.

Bu ahval ve şerait içerisinde TWAIL, karşı-hegemonik duruşunu Üçüncü Dünya devletlerinin, devlet-dışı (non-state) ve hükümet-dışı (nongovernmental) aktörlerin, şehir ve kır yoksullarının sesinin duyulur hale getirilmesi istemi üze-rinden kurmakta ve uluslararası yönetişimin demokratikleştirilmesi talebini üretmektedir (Fidler, 2003: 31). Yukarıda da belirtildiği gibi, TWAIL aynı anda hem Üçüncü Dünya devletlerinin merkez devletlerle egemen eşitliğini, hem de klasik uluslararası hukukta pek de tanınmayan yeni hak süjelerinin yönetişim çerçevesi içerisinde uluslararası hukukun akdediliş ve uygulama süreçlerine ka-tılmalarını hedeflemektedir. Bu çerçevede, hiyerarşi karşıtlığı ilk maksadın (egemen eşitlik hedefinin) gereğini yerine getiren talepleri meşrulaştıracakken;

Üçüncü Dünyacılık Küreselleşirken?: Uluslararası Düzenlemenin Değişen Eleştirisi 43

karşı-hegemonik duruş da ikinci maksadı (uluslararası yönetişimin demokratik-leştirilmesi) hedefleyen politikalara zemin teşkil edecektir.

Avrupa merkeziyetçilik ve modernitenin kalıplarına uymayanların kendi “yönetişim”lerine katılması gerekliliğini savunan bir madunluk (subalternity) projesinde ifadesini bulan bir çeşit uluslararası radikal demokrasi önerisi ile kar-şı karşıya bulunmaktayız (bkz. Mutua, 2000: 37). Oysaki biraz önce iktidarın kullanım biçimlerinden birisi olarak yönetişim kurumunu incelerken belirttiği-miz gibi, yönetişim kurumunun bizatihi biçimi, Avrupa merkeziyetçilik ve mo-dernitenin kalıplarına uymayan madunların sesinin duyulmaz hale gelmesine neden olmaktadır: Bu kesimlerin (madunların), küresel (BM, IMF, WB, WTO), ulusal (bağımsız idari otoriteler, sivil toplum örgütleri, bölgesel oluşumların il-gili devlet içerisindeki temsilcileri, ilgili bakanlıklar, genel müdürlükler vs.) ve ulus-altı yönetişimin gerçekleştiği yapısal biçimler (valilikler, belediyeler, sivil toplum örgütleri) içerisinde temsili, klasik ulus devleti oluşturan yapısal biçim-ler (sosyal devletin kurum ve örgütleri, sendikalar, dernekler) içerisindeki tem-silden daha zor gözükmektedir. Sorun salt temsil meselesiyle de sınırlı değildir. Đlgili örgütlerin ve bunlara yöneltilen taleplerin biçimi de önemlidir. Yönetişim kurumu ve örgütleri madunlardan gelen talepleri kavrayıp, sosyal eşitlikçi bir zeminde siyasal iktidara çevirmek kabiliyetinden mahrumdurlar. Aynı damar-dan ilerlersek, pek çok durumda madunların talepleri mevcut halleriyle kolektif talepler olarak ifade bulurken, yönetişimi gerçekleştiren kurumlara yönelen ta-leplerin bireysel haklar diline çevrilmesi, bir başka deyişle bireyselleştirilmesi gerekecektir. Bu durumda, Üçüncü Dünya’nın madun kitlelerinin marjinalleş-mesine karşı mücadeleyi, küresel, ulusal ve ulus-altı ölçeklerde yönetişimi ger-çekleştiren yapısal biçimler içerisinde madunların temsilini arttırmak stratejisine bağlayan TWAIL çizgisinin, biçim sorununu ihmal ettiğini ve daha en başından en zor yolu seçtiğini söylemek mümkündür.

Peki, TWAIL çizgisinin önerileri bu en zor seçeneği gerçekleştirmek için uygun mudur? Elimizdekilere bir bakalım:16 “Halkların ve kültürlerin ahlaki eş-değerliliği”; “ ‘Ötekileştirmenin’, ‘evrenselci akıl yürütme kalıplarının’ ve ‘Ba-tı’nın kötü kopyalarının türetilmesi ile sonuçlanan politikaların’ reddi”; “hetero-jenliğin ve çoklu kültürlerin tanınması”; “küresel, ulusal ve ulus-altı ölçeklerde yönetişimi gerçekleştiren yapısal biçimlerin bütünüyle demokratikleştirilmele-ri”. Anılan önerilerin neden diğerlerinden iyi olduğu; neden Üçüncü Dünya için iyi olduğu; neden Üçüncü Dünya için iyi olanın küresel, ulusal ve ulus-altı öl-çeklerde yönetişimi gerçekleştiren yapısal biçimler içerisinde temsil edilen çı-karlar karşısında savunulması gerektiği; neden küresel, ulusal ve ulus-altı ölçek-lerde yönetişimi gerçekleştiren yapısal biçimler içerisindeki temsilcilerin (Bi-

16 Burada bahsi geçen öneriler için bkz. Chimni, (2006), Fidler (2003), Gathii (2000), Okafor (2005), Rajago-

pal (2003).

44 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 45 Sayı 1

rinci Dünya’nın temsilcilerinin) temsil ettikleri menfaat yerine bu soyut Üçüncü Dünya’nın çıkarlarını benimsemeleri gerektiği gibi pek çok soru 2011 yılında halen yanıtlanmayı beklemektedir.

TWAIL çizgisinin Üçüncü Dünya’nın madun kitleleri için sunduğu önerile-rin kifayetsizliği konusunda bir ikinci saptama TWAIL’e bağlı yazarlarca getiri-len önerilerin havada asılı duran normatif ilkeler halinde sunuluyor olmasıdır. Bir başka deyişle Birinci Dünya’nın temsilcilerinin yapısal sınırları göz ardı edilmektedir. Temsilci, adı üstünde bir şeyleri temsil etmektedir; kendi adına değil temsil edilen dolayımıyla var olmaktadır. Temsilci normatif pozisyonları benimseyip, temsil edilenin menfaatini reddettiğinde temsil ilişkisi de sona ere-cektir. Temsil edilene gelince; temsil edilen organik varlığını temsil ettirme-mektedir. Öyle olsa temsil edenle edilen arasındaki ayrım anlamsızlaşırdı. Tem-sil edilen belirli bir pozisyonu (toplumsal konumu) doldurduğu için temsil edilmektedir. Pozisyonlar kişilere değil nesnel toplumsal ilişkiler içerisinde dol-durulan yere göre belirlenir. Bir başka deyişle, pozisyonun gereğini talep etme-yen bir temsil edilen, yine bu pozisyonun gereği olarak temsil edilme iktidarını yitirebilecektir. Temsil edilen menfaati anlamak için normatif bir tutumun öte-sine geçebilmek, temsil ilişkisini gündeme getiren ilişkilerin belirleyiciliğine eğilebilmek, temsil edilen menfaati değiştirmek istediğimizde de bu ilişkilere karşı talepler üretebilmek gerekmektedir. Öyleyse, TWAIL çizgisinin önerileri bu en zor seçeneği gerçekleştirmek için uygun değildir. Radikal demokrasi pro-jelerinin ve TWAIL’in içinde bulunduğu teorik kifayetsizlik hali içerisinden va-rılabilir son noktanın bu olması şaşırtıcı gelmemelidir.

Avrupa Merkeziyetçi Olmayan Bir Evrenselliğin Savunusu

Dördüncü olarak, Avrupa merkezli değer ve normların evrenselliği TWAIL tarafından reddedilmektedir. Hukuku yalnızca sosyal ilişkilerin ürünü olarak değil, aynı zamanda dönüp sosyal ilişkileri biçimleyen bir kaynak olarak yo-rumlayan TWAIL çizgisi, kültürün ve dilin hukuk kurallarının belirlenmesi ve yorumundaki etkin rolünü tanımaktadır. TWAIL yazarları, uluslararası hukukun dil, davranış ve inanış tarafından nasıl inşa edildiğini yorumlamakla, tarihsel an-latıların hukukun oluşum süreci üzerindeki etkilerini gündeme getirmişlerdir (Natarajan, 2008: 79). Ancak TWAIL’in bütünü ile postmodern olduğu ya da (radikal demokrasi projelerinde en uç noktasına varan kültürcülüğün ürünlerin-den birisi olarak) rölativizme (görececiliğe) düştüğünü söylemek doğru olmaya-caktır (bkz. Sunter, 2007). Postmodern tutum Üçüncü Dünya’yı ideolojik bir kurgu olarak okuyacaktır. Bu bağlamda TWAIL’in politik hedeflerinin dayan-dığı Üçüncü Dünya’nın gerçekliği iddiasını reddedecektir. Aynı damardan iler-lendiğinde, rölativizmin de TWAIL’in teorik pozisyonu ile uyuşmadığı görülür. Bunun nedeni TWAIL’e içkin olan, küresel ölçekte geçerli değerler vurgusudur. En başta da adalet ve ahlak Hiçbir kültür bir diğerine hangi kurallara göre ya-

Üçüncü Dünyacılık Küreselleşirken?: Uluslararası Düzenlemenin Değişen Eleştirisi 45

şaması gerektiğini dikte etme hakkına sahip değildir kuşkusuz. TWAIL de bu düsturu kabul eder (Rajagopal, 2003). Ancak rölativizm bir kültür içinde mev-cut sınıfsal/ahlaki çatışmalar hakkında bir şey söyleyemez (bkz. Benton ve Craib, 2008: 20-21). Oysaki TWAIL sınıfsal çatışmalara –retorik haricinde- pek değinmese bile, ahlaki çatışmalar konusunda çok şey söylemekte, uluslararası sistem dolayımı ile adaleti çağırmaktadır (bkz. Baxi, 1993; Rajagopal, 2006).

TWAIL’e bağlı yazarlar evrenselliğin kaçınılmaz ve istenir olduğunu ancak bunun Avrupa merkeziyetçilikten çıkarılması gerektiğini savlamaktadırlar (Mu-tua, 2000: 37). TWAIL’e göre uluslararası hukuku ve yaptırımlarını oluşturan normlar ve bunların içerdiği değerler Avrupalıdır.17 Bu gerçekliğin sürekliliğini ve güncelliğini insanlığın ortak malı olan bilgiyi şirket mülkiyetine dönüştürüp özelleştirme maksadını içermekte olan hakim uluslararası fikri mülkiyet hakları anlayışında ve bu anlayışı gerçekleştiren the Treaty on Trade Related Aspects of Intellectual Property Rights (TRIPs) gibi sözleşmelerde bulmak mümkündür. TWAIL’e göre özel mülkiyet rejimine dokunmaksızın insanlığın ortak değerle-rinin korunması mümkün olabilecektir. TWAIL özel mülkiyet, serbest piyasa ve ticari geleneklerin karşısında olmamakla beraber bunların insani değerlere üstün sayılamayacağını belirtir: Ancak bunların çatıştığı noktada hangisinin, hangi kriterlere göre tercih edilebileceğini ve insani değerlerin bağlayıcı tanımının kimler tarafından, hangi kriterlere göre ve nasıl yapılacağını bilemediği gibi; özel mülkiyetin ve serbest piyasanın, normlar ve bunlara zemin teşkil eden de-ğerler tarafından inşa edilmediğinin de farkında değil gibi gözükmektedir. Av-rupa merkeziyetçi olmayan bir kapitalizmin de aynı değerleri aynı tarzda ürete-bileceği, üretmediği zaman başka değerler üzerinden aynı eşitsizlikleri doğura-bileceği saptaması da aynı ekip tarafından göz ardı edilmekte ve tartışma dışı bı-rakılmaktadır.

Teorik Đttifak Stratejisi

Beşinci olarak TWAIL’in bir koalisyon hareketi olduğu iddia edilmiştir (Mutua, 2000: 38). Bir başka deyişle Uluslararası Hukuka Üçüncü Dünya yak-laşım(lar)ı olarak adlandırılan yaklaşım, daha en başından klasik anlamıyla bir ekol ya da doktrin olmayı reddetmekte; kendi açılımlarından bazılarını yeni teo-rik ittifaklarla yaygınlaştırmaya çalışarak siyasi ve ideolojik pratikler üretmeyi taahhüt etmektedir (bkz. Anghie - Chimni, 2003; Mutua, 2000). Her ittifak katı-lımcıları arasında farklılıkları gerektirdiği kadar ortaklıkları da gerektirir. TWAIL’in önerdiği ittifak stratejisinin ortak noktası, sonuçlar arası paralelliğe odaklanan türden bir pragmatizmdir. Bir başka deyişle TWAIL, pragmatizm or-tak tabanında buluşmayan yaklaşımlarla teorik ittifaklar tesis edemeyecektir. Pragmatizm ortak tabanında buluşmanın teorik bedeli eklektizm olarak karşımı- 17 Anaakım Uluslararası Hukuk çalışmalarıyla ilgilenen yazarlar tarafından üretilen karşı görüşler için bkz. Ja-

nis (2007).

46 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 45 Sayı 1

za çıkmaktadır. Bu nedenle, Üçüncü Dünya ve Batı’yı oluşturan coğrafyada benzer tavırlar geliştiren aydınlardan oluşan gruplarla (scholarly communities) ittifak stratejisinde adları olası müttefikler olarak açıkça zikredilen diğer grupla-rın18 Eleştirel Hukuk Çalışmaları Ekolü içerisinde yer alması (bkz. Milovanovic, 2003) okura şaşırtıcı gelmemelidir. Eleştirel duruş noktası olmadan yapılan eleştirinin varacağı yer Amerikan işi pragmatizmin “nurlu” ufuklarını aşamaya-caktır (bkz. Hunt, 1993).

Sayılanlara maduniyet çalışmaları eklenebilir mi? Natarajan (2008: 90-91) bu soruya olumsuz yanıt vermektedir. Ona göre, maduniyet çalışmaları ma-dunların kendi dillerini kullanmalarının önündeki engellere karşı bir teorik tu-tumu benimsemektedir. Oysaki TWAIL Batı’lı kavramları kullanarak ve Batı’lı bilimsellik ölçütlerini temel alarak gelişmektedir. Bu bağlamda TWAIL Batı’lı kavramları içeriklerini zorlayarak kullanmaktadır. TWAIL ve etkilendiği sö-mürgecilik-sonrası çalışmalar ya Batı’nın kavramlar ve dil üzerindeki iktidarını reddetmeli ya da bu dili bütünü ile benimseyip kendi amaçları doğrultusunda yeniden inşa etmelidir. Reddetme seçeneği kullanılmamaktadır. Đkinci seçenek de yeterince gelişmemiştir. Şu durumda sömürgecilik-sonrası teori (TWAIL’le birlikte) Batı akademisinin ihtiyaçları doğrultusunda ilerlemekte ve en iyi du-rumda Batı-harici düşünceyi marjinalize etmektedir.

Bu bağlamda TWAIL eleştirel/normatif bir pratikle uluslararası hukukun şeyleşmiş kategorilerini aşmayı ve hukukun ve hukukçuların özgün taahhüdünü uluslararası hukuki pratiğe yerleştirmeyi önermektedir. TWAIL çizgisinin Eleş-tirel Hukuk Çalışmaları Ekolüne katkısının, teorik/siyasi bir pratikle uluslararası hukukun şeyleşmiş kategorilerini Üçüncü Dünya lehine kullanmak ve özgün (güler yüzlü-kapitalist) bir tür Üçüncü Dünya ütopyasını uluslararası hukuki pratiğe yerleştirmek olduğu söylenebilir.

SO.UÇ

Uluslararası Hukuka Üçüncü Dünya Yaklaşım(lar)ı kapitalizmin alternatifini düşünmenin zorlaştığı, küreselleşme olarak adlandırılan sürecin içeriğini oluştu-ran taleplerin 1990’lar öncesine oranla çok daha güçlü bir şekilde bir zamanla-rın Üçüncü Dünya’sını oluşturan ülkeleri etkilediği/şekillendirdiği bir ortamda, sistem-içi araçlarla gerçekleştirilmesi beklenen çözüm önerilerini kapsamakta-dır. Ele aldığımız yaklaşım eleştirel/normatif bir pratikle uluslararası hukukun şeyleşmiş kategorilerini aşarak, ulaşılabilir ve makul çözümler üretme iddiasını taşımaktadır. Genel olarak bakıldığında TWAIL önerilerine meşruiyet kazandı-ran ilkelerin, değerlerin ve normların sistemi nasıl etkileyeceği sorusu yanıtla-namamaktadır (Purvis, 1991; Roth, 2000). Bu koşullar altında hukukun ve hu-

18 Bunlardan birisi Eleştirel Irk Teorisi (Critical Race Theory) diğeri de Uluslararası Hukuka Yeni Yaklaşım-

lar olarak adlandırılmaktadır (Mutua, 2000: 38).

Üçüncü Dünyacılık Küreselleşirken?: Uluslararası Düzenlemenin Değişen Eleştirisi 47

kukçuların özgün taahhüdünü uluslararası hukuki pratiğe yerleştirme ediminin kendisi eşitsizliklerin kaynağı olan sistemin kutsanması anlamına gelebilecek, zayıfların iddiaları güçlüler tarafından -yeniden ve yeniden- araçsallaştırılabile-cektir.

KAY.AKÇA

Agrawala, S. K. (1987), “The Emerging International Economic Order”, Snyder, F.E. ve Sathirathai, S. (Der.), Third World Attiudes Toward International Law: An Introduc-tion içinde, Dordrecht, Martinus Nijhoff Publishers, p. 379-390.

Alexandrowicz, C.H. (1967), An Introduction to the History of the Law of 9ations in the East Indies (16th, 17th, 18th Centuries), Oxford, Clarendon P.

Allott, P. (1999), “The Concept of International Law”, European Journal of Internatio-nal Law, 10, p 31-50.

Anghie, A. (2000), “What is TWAIL: Comment”, Proceedings of the 94th Annual Mee-ting of the American Society of International Law (April 5-8, 2000 Washington, DC.), p. 39-40.

Anghie, A. (2005), Imperialism, Sovereignty and the Making of International Law, Cambridge University Press, Cambridge.

Anghie, A. - Chimni, B.S. (2003), “Third World Approaches to International Law and Individual Responsibility in Internal Conflicts”, Chinese Journal of International Law, 2 (1), p. 77-103.

Arato, A. (2006), “Empire’s Democracy, Ours and Theirs”, Bartholomew, A. (Der.), Empire’s Law: The American Imperial Project and the ‘War to Remake the World’ içinde, Londra, Pluto Press, p. 217-245.

Baxi, U. (1993), Marx, Law and Justice, Bombay, Indian Perspectives.

Bedjaoui, M. (1979), Towards a 9ew International Economic Order, New York, Hol-mes - Meier.

Benton, T. - Craib, I. (2008), Sosyal Bilim Felsefesi, Sentez, Bursa.

Berger, T (2004), “The End of the Third World? History, Destiny and the Fate of Third Worldism”, Third World Quarterly, Vol. 25, No: 1, p. 9-39.

Bhuta, N. (2006), “A New Bonapartism?”, Bartholomew, A. (Der.), Empire’s Law: The American Imperial Project and the ‘War to Remake the World’ , Pluto Press, Londra p. 193-216.

Callinicos, A. (2001), “Periodizing Capitalizm and Analyzing Imperialism: Classical Marxism and Capitalist Evolution ”, Albritton R., Itoh, M., Westra, R., Zuege, A. (Der.), Phases of Capitalist Development: Booms, Crises and Globalisations içinde, Palgrave, New York, p. 230-245.

Chakrabarty, D. (1996), “Modernity and Ethnicity in India”, Bennet, D. (Der.), Multi-cultural States: Rethinking Difference and Identity içinde, Routledge, New York.

Chakrabarty, D. (2002), Habitations in Modernity: Essays in the Wake of Subaltern Studies, The University of Chicago Press, Chicago.

48 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 45 Sayı 1

Childs, P. - Williams, P. (1997), An Introduction to Post-Colonial Theory, Londra, Prentice Hall.

Chimni, B.S. (1993), International Law and World Order: A Critique of Contemporary Approaches, Sage Publications, Londra.

Chimni, B. S. (2006), “Third World Approaches to International Law: A Manifesto”, International Community Law Review, 8, p. 3-27.

Chossudovsky, M. (1999), Yoksulluğun Küreselleşmesi (Çev. Neşenur Domaniç), Çivi-yazıları, Đstanbul.

Clark, I. (1989), The Hierarchy of States: Reform and Resistance in the International Order, Cambridge University Press, Cambridge.

Evans, T. (1996), US Hegemony and the Project of Universal Human Rights, Macmil-lan Press, Londra.

Ferguson, C. (1987), “Redressing Global Injustices: The Role of Law”, Snyder, F.E. ve Sathirathai, S. (Der.), Third World Attiudes Toward International Law: An Introduc-tion içinde, Dordrecht, Martinus Nijhoff Publishers, p. 369-377.

Ferro, M. (2002), Sömürgecilik Tarihi: Fetihlerden Bağımsızlık Hareketlerine, 13. Yüz-yıl - 20. Yüzyıl, Đmge Kitabevi Yayınları, Ankara.

Fidler, D.P. (2001), “The Return of the Standard of Civilisation” Chicago Journal of In-ternational Law, 2, p. 137-149.

Fidler, D.P. (2003), “Revolt Against or From Within the West? TWAIL, the Developing World, and the Future Direction of International Law” Chinese Journal of Internati-onal Law, (31), p. 29-75.

Flory, M. (1987), “Adapting International Law to the Development of the Third World”, Snyder, F.E. ve Sathirathai, S. (Der.), Third World Attiudes Toward Inter-national Law: An Introduction içinde, Dordrecht, Martinus Nijhoff Publishers, p. 801-810.

Gandhi, L. (1998), Postcolonial Theory: A Critical Introduction, St. Leonards, N.S.W., Allen - Unwin.

Gathii, J.T. (2000a), “Neoliberalism, Colonialism and International Governance: Decen-tering the International Law of Governmental Legitimacy”, Michigan Law Review, 98, p, 1996-2000.

Gathii, J.T. (2000b), “Rejoinder: Twailing International Law”, Michigan Law Review, 98, p. 2066-2067.

Gathii, J.T. (2007), “Imperialism, Colonialism, and International Law”, Buffalo Law Review, 54, p. 1013-1066.

Gray, C. (2008), International Law and the Use of Force, Oxford, Oxford University Press.

Hardt, M. - Negri, A. (2001), Đmparatorluk (Çev. Abdullah Yılmaz), Ayrıntı, Đstanbul.

Hardt, M. - Negri, A. (2004), Çokluk: Đmparatorluk Çağında Savaş ve Demokrasi (Çev. Barış Yıldırım), Ayrıntı, Đstanbul.

Üçüncü Dünyacılık Küreselleşirken?: Uluslararası Düzenlemenin Değişen Eleştirisi 49

Harris, N. (1987), The End of the Third World: 9ewly Industrialising Countries and the Decline of an Ideology, Londra, Penguin.

Harvey, D. (2004), Yeni Emperyalizm (Çev. Hür Güldü), Đstanbul, Everest Yayınları.

Hunt, A. (1993), Explorations in Law and Society: Towards a Constitutive Theory of Law, Routledge, Londra.

Ishay, M.R. (2004), The History of Human Rights: From Ancient Times to the Globali-zation Era, University of California Press, Londra.

Janis, M.W. (2007), “Is International Law a European Conspiracy?”, International Community Law Review, Vol. 9, No: 3, p. 317-321.

Jessop, B. (2002), The Future of the Capitalist State, Polity Press, Cambridge.

Kennedy, D. (2000), “When Renewal Repeats: Thinking Against the Box”, 9ew York University Journal of International Law and Politics, 32, p. 335-359.

Kolb, R. (1997), “Origin of the Twin Terms jus ad bellum/jus in bello”, International Review of the Red Cross, 37, 553-562.

Kurasawa, F. (2006), “The Uses and Abuses of Humanitarian Intervention in the Wake of Empire”, Bartholomew, A. (Der.), Empire’s Law: The American Imperial Project and the ‘War to Remake the World’ içinde, Londra, Pluto Press, p. 297-312.

Luraghi, R. (2000), Sömürgecilik Tarihi, E Yayınları, Đstanbul.

Malanczuk, P. (1997), Akehurst’s Modern Introduction to International Law, Routled-ge, Londra.

Marks, S. (2008), “Exploitation as an international legal concept”, Marks, S. (Der.), In-ternational Law On The Left: Re-examining Marxist Legacies içinde, Cambridge, Cambridge University Press, p. 281-309.

Mickelson, K. (1998), “Rhetoric and Rage: Third World Voices in International Legal Discourse”, Wisconsin International Law Journal, 16, p. 353-419.

Mieville, C. (2005), Between Equal Rights: A Marxist Theory of International Law, Le-iden, Brill Academic Publishers.

Milovanovic, D. (2003), An Introduction to the Sociology of Law, Criminal Justice Press, New York.

Mutua, Makau wa (2000), “What is TWAIL?”, Proceedings of the 94th Annual Meeting of the American Society of International Law (April 5-8, 2000 Washington, DC.), p. 31-38.

Natarajan, U. (2008), The 2003 Iraq Invasion and the 9ature of International Law: Third World Approaches to the Legal Debate, Yayınlanmamış doktora tezi, Austra-lian National University.

Negri, A. (2005), Đmparatorluktaki Hareketler: Geçişler ve Görünümler (Çev. Kemal Atakay), Otonom, Đstanbul.

Nyerere, J. K. (1983), “South-South Opinion”, Gauhar, A. (Der.), The Third World Strategy: Economic and Political Cohesion in the South, New York, Praeger, p. 9-16.

50 Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 45 Sayı 1

Okafor, O. C. (2005), “Newness, Imperialism, and International Legal Reform in Our Time: A TWAIL Perspective”, Osgoode Hall Law Journal, Vol. 43, No: 1-2, p. 171-191.

Okafor, O. C. (2008), “Marxian Embraces (and de-couplings) in Upendra Baxi’s Hu-man Rights Scholarship: A Case Study”, Marks, S. (Der.), International Law on the Left: Re-examining Marxist Legacies, Cambridge University Press, Cambridge, p. 252-280.

Orford, A. (2003), Reading Humanitarian Intervention: Human Rights and the Use of Force, Cambridge, Cambridge University Press.

Otto, D. (1996), “Subalternity and ınternational Law: The Problems of Global Commu-nity and the Incommensurability of Difference”, Social & Legal Studies, Vol. 5, No: 4, p. 337-364.

Panitch, L. - Gindin, S. (2004), “Global Capitalism and American Empire”, Socialist Register, 2004, p. 1-42.

Purvis, N. (1991), “Critical Legal Studies in Public International Law”, Harvard Inter-national Law Jorunal, Vol. 32, No: 1, p. 81-127.

Rajagopal, B. (2003), International Law from Below: Development, Social Movements and Third World Resistance, Cambridge University Press, Cambridge.

Rajagopal, B. (2006) “Counter-Hegemonic International Law: Rethinking Human Rights and Development as a Third-World Strategy”, Third World Quarterly, Vol. 27, No: 5, p. 767-783.

Roth, B. R. (2000), “Governmental Illegitimacy and Neocolonialism: Response to Re-view by James Thuo Gathii”, Michigan Law Review, 98, p. 2056-2071.

Said, E. (1994), Culture and Imperialism, New York, Vintage Books.

Sen, A. (1999), Development as Freedom, New York, Alfred A. Knopf.

Sponeck, H. (2006), “The Conduct of the UN Before and After the 2003 Invasion”, Bartholomew, A. (Der.), Empire’s Law: The American Imperial Project and the ‘War to Remake the World’ içinde, Londra, Pluto Press, p. 71-85.

Sunter, A. F. (2007), “TWAIL as a Naturalised Epistemological Inquiry”, Canadian Jo-urnal of Law and Jurisprudence, 20(2), p. 475-507.

Verzijl, J.H.W. (1978), International Law in Historical Perspective IX, Sijthoff - No-ordhoff, Leyden.

Warren, B. (1980), Imperialism: Pioneer of Capitalism, Londra, New Left Books.

Yoder, J. H. (1984), When War is Unjust, New York, Augsburg Publishing House.

Zakaria, H. (1987), “Sovereignty Over Natural Resources and the Search for the New International Economic Order”, Snyder, F.E. ve Sathirathai, S. (Der.), Third World Attiudes Toward International Law: An Introduction içinde, Dordrecht, Martinus Nijhoff Publishers, p. 637-646.