Şizofreni Hasta Yakınlarında Damgalanma Algısı ve İçselleştirilmiş Damgalanma

37
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ DİL VE TARİH – COĞRAFYA FAKÜLTESİ SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ NİTEL ARAŞTIRMALAR ŞİZOFRENİ HASTA YAKINLARINDA DAMGALANMA ALGISI VE İÇSELLEŞTİRİLMİŞ DAMGALANMA Ezgi POLAT Prf. Dr. Aytül KASAPOĞLU

Transcript of Şizofreni Hasta Yakınlarında Damgalanma Algısı ve İçselleştirilmiş Damgalanma

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

DİL VE TARİH – COĞRAFYA FAKÜLTESİ

SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ

NİTEL

ARAŞTIRMALAR

ŞİZOFRENİ HASTA

YAKINLARINDA

DAMGALANMA ALGISI VE

İÇSELLEŞTİRİLMİŞ DAMGALANMA

Ezgi POLAT Prf.

Dr. Aytül KASAPOĞLU

08010888

Sosyoloji III

ANKARA

2011

İçindekiler

Sayfa

BÖLÜM I

Gİriş ....................................................

..........................................................

....... 2

1.1

Problem ..................................................

.......................................................

4

1.2

Amaçlar ..................................................

.......................................................

1

6

1.3 Önem

….........................................................

.................................................

6

1.4 Yaklaşım ve

Sayıtlılar................................................

...................................... 7

1.5

Sınırlıklar...............................................

.........................................................

7

1.6 Yöntem

1.6.1 Araştırma Tipi …………………………………………………………….………………………….

8

1.6.2 Araştırma Tekniği …………………………………………………………………………………..

10

1.6.3 Odak grubun özelliklerine dair veriler

…………………………………………………… 12

BÖLÜM II

BULGULAR VE TARTIŞMA …………….……………………………………………………………………..

13

2

BÖLÜM III

Sonuç ve Öneriler ………………………………………………………………………………………….

19

Kaynakça ………………………………………………………………………..……………………………..21

BÖLÜM I

GİRİŞ

En geniş tanımıyla şizofreni, ruhsal durumun hemen

tüm alanlarında belirti ve bulgular gösteren, genellikle

gençlik yıllarında başlayan, gidiş ve sonlanışı hastadan

hastaya ve süreç içinde değişen, henüz etiyolojisi tam olarak

bilinmeyen ve önemli ölçüde yeti yitimine yol açan bir toplum

sağlığı sorunudur (Saka, Atbaşoğlu, 2007). Kaplan ve Sadock

(2004) ’un tanımıyla şizofreni, işlevselliğin önemli derecede

bozulduğu, duygu, düşünce ve davranış bozukluklarının görüldüğü

psikotik semptomlarla belirli, kronik bir ruhsal bozukluktur.

Diğer tüm ruhsal hastalıklar da olduğu gibi şizofreni

hastaları da toplumda damgalanmaya maruz kalmaktadır. Damga

3

(stigma), her ne kadar sözcük olarak “delik,delme,yara,iz”

anlamına gelse de, bugün daha çok “kara leke” anlamında

kullanılmaktadır. Sözcüğün bu anlamda kullanılmaya başlanması,

ortaçağda suçlu kişilerin, şuçluluğun göstergesi olarak kızgın

demirle dağlanmalarından sonradır. Böylece “damga” , bir kişi

ya da grup için utanılması gereken bir durumun varlığı ya da

normal dışı olarak, kabul edilemezliğin belirtisi olarak

değerlendirilir olmuştur (Taşkın, 2007:17).

Soygür (2007) damgalamayı, genel olarak, bir kişiyi

olumsuz yönde bilişsel olarak mimleyerek tek tek bireylerin o

kişi hakkındaki düşüncelerini ortadan kaldırıp toplumsal

itibarını yok eden sürecin davranışsal bir göstergesi olarak

ele alabileceğimizi söylüyor. Bu damgalama sürecinde, kişiyi

sadece etiketlediğimiz ve etikete atfettiğimiz olumsuz

değerlerle görme ön yargısına sahip olur ve kişiyi sadece

etiketiyle özdeşleştirerek, onun başka tüm özellikleri göz ardı

edilerek algılarız. Goffman (1963)’ e göre de, damgalanma

sonucu bireyin diğer toplumsal kimlikleri bir tarafa bırakılır.

Diğerleri gözünde bireyin kredisi kaybolur. Birey toplumsal

olarak dışlanır. (akt. Bahar, 2009).

Goffman damgalamayı, “damgalanan bireye daha az değer

verme davranışı, bu etiketi taşıyan insanların daha az

istenebilir ve neredeyse insan gibi algılanmaması” olarak tarif

etmiştir. Becker’a göre ise toplumsal gruplar, oluşturdukları

kurallara uymayanları “dışarıdakiler” olarak etiketler ve

sapmayı yaratırlar. Gruplara ait kurallar, grup içinde olan

davranışı tanımlamaktadır. Bu kurallara uyulmadığı takdirde, bu

kişinin grup dışında kalması kaçınılmazdır (Bakacak 2002).

4

Goffman (1963) ‘nın damgaya ilişkin tipolojisinde

damgalamanın üç türünden bahsedilir: “Bedensel

tiksinti/iğrenme”, “bireysel karakterin kusurları” ve

“kabilesel damga”. Bunlardan ilki, fiziksel görünüşe yönelik

olumsuz yüklemelere işaret etmekte; ikincisi, kişisel karaktere

yönelik olumsuz yüklemeleri; üçüncüsü ise, belirli ırksal,

dinsel özelliklere sahip bir topluluğa yönelik olumsuz

yüklemeleri içermektedir (akt. Saillard, 2010). Taşkın (2007)’e göre, damgalama’nın ortaya çıktığı

süreçlere bakarsak eğer;

Etiketleme, damgalama sürecinin başlangıcı olarak görülen

ruhsal hastalık tanısının yada etiketinin alınması durumunu

ifade eder. Bu etiket, toplumun ortak görüşünü temsil eden

streotipleri uyandırmaktadır. Stereotipiler, ruhsal hastalığı

olan kişilerin nasıl kişiler oldukları konusun toplumun daha

önce üzerinde hemfikir olduğu tanımları belirleyen bir

kavramdır. Toplumdaki “ruhsal olarak hasta kişi stereotipi de

pek çok çalışmada gösterildiği üzere “tehlikeli” ve “ne

yapacağı belli olmaz” stereotipidir. Bu sonuç zaten hazır

bekleyen bir önyargının ortaya çıkmasına yol açar. Önyargılar,

stereotipileri destekler ve bazı duygusal reaksiyonlara neden

olurlar. Önyargılar sonucu hastalara karşı oluşan duygular

genellikle korku ve öfkedir. Sonuç olarak toplum, bu kişilerden

uzak durma eğiliminde olduğu gibi hastaları da kendilerinden ve

toplumdan uzak tutmak istemektedirler. Bu da ayrımcılığa ve

dışlamaya sebep olmaktadır.

5

Ayrımcılık toplumdaki kişi ya da grupların diğerlerini

damgalama ve önyargı nedeniyle bazı hak ve menfaatlerden yoksun

bırakmasıdır. İşe alma konusunda gösterilen isteksizlik, sağlık

hizmetinden yararlanma ve sigortalanma gibi durumlarda

adaletsizliğe uğrama, yasalar karşısında zor durumda kalma,

ruhsal hastalığı olan kişilerin sosyal ortamlara dahil olma

konusunda engellerle karşılaşması gibi sorunlar şizofreniye

bağlı ayrımcılık şekillerinden bazılarıdır (Üçok, 1999).

Damganın ikinci ana özelliği, kişinin toplumsal

kimliğindeki değersizliğin farkında olmasıdır (Soygür,

Cankurtaran, 2007). Damgalamadaki bu ikinci özellik ilgiyi

“içselleştirilmiş damgalanma” kavramına çekmiştir. Bu noktada

algılanmış damgalanmadan bahsetmek gerekir. Algılanan

damgalanma, ruhsal hastalığı olan kişilerin dış çevreden gelen

olumsuz tutum ve dışlayıcı yaklaşımlardan kaynaklanan ya da

hiçbir uyarı olmaksızın damgalanmışlık duygusu taşımasıdır.

İçselleştirilmiş damgalanma, bireyin toplumdaki olumsuz kalıp

yargıları kendisi için kabullenmesi ve bunun sonucunda

değersizlik, utanç gibi olumsuz duygularla kendisini toplumdan

geri çekmesidir. Bir bakıma damgalanma algısı kişinin

damgalandığını hissetmesiyken, içselleştirilmiş damgalanma

kişinin kendisini damgalamasıdır. Bu kavram nesnel olarak

dışlanma ya da ayrımcılığa maruz kalma eğiliminden bağımsızdır

ve ruhsal hastalık tanısı ve etiketi alma ile birlikte

kendisini göstermektedir (Taşkın, 2007:32).

Geniş kapsamlı bir kavram olan yaşam kalitesi, bireyin

temel gereksinimlerinin, toplumsal beklentilerinin karşılanması

6

ve yaşadığı toplumun sunduğu olanaklardan yararlanması olarak

tanımlanmaktadır. Sağlık, sadece bir hastalığın veya

maluliyetin olmayışı değil, aynı zamanda bedensel, ruhsal ve

toplumsal olarak tam bir huzur ve iyilik içinde bulunmaktır. Bu

geniş tanımıyla sağlık, tüm yaşam kalitesi kavramını

içermektedir. Bununla birlikte yaşam kalitesinin sağlık

alanında kullanılabilmesi için daha dar bir tanımlama olan

sağlıkla ilgili yaşam kalitesi kavramından yola çıkmak

gereklidir. Sağlıkla ilgili yaşam kalitesi, bireyin bir tıbbi

durum veya tedaviden etkilenen, genel ya da beklenen fiziksel,

duygusal ve sosyal iyilik halinin ifadesidir ve bireyin günlük

olağan yaşamını ve işlevlerini yerine getirmesini esas alır

(akt. Doğanavşargil, 2009).

1.1.Problem

Birey ya da toplum kendisini ürküten, rahatsız eden

bir durumla karşılaştığında sıklıkla onu kendisinden dışlayıp

yabancılaştırma yoluna gider. Bu süreç bazı hastalıklara

vurulmuş damgaya da katkıda bulunmaktadır. Bu damga zaman zaman

hastalığın kendisi kadar tehlikeli olabilmektedir. Kanser,

tüberküloz, lepra, sifilis, epilepsi ve AIDS üzerinde ürkütücü

bir damga bulunan hastalıklardan ilk akla gelenleridir (Üçok,

1999). Bu damgalamaya en çok maruz kalanlardan biri de

psikiyatrik hastalıklardır. Toplumun ruhsal hastalıklara

ilişkin tutumlarını belirleyen en önemli etken hastaların

“tehlikeli” ve “ne zaman ne yapacağı bilinmez kişiler” olarak

7

algılanmasıdır. Hastaların önceden kestirilemeyen, alışılmışın

dışında davranışları, kısaca düzen gereksinimini bozmaları,

toplumda anksiyete uyandırmaktadır. Birey ya da toplum

kendisini ürküten, rahatsız eden bir durumla karşılaştığında

sıklıkla onu kendisinden dışlayıp yabancılaştırma yoluna gider.

Bu da ayrımcılığın başlangıcıdır. Toplum açısından, düzeni

bozan, huzursuzluk yaratan ve toplumsal yaşantı için tekin

olmayan kişiler damgalanıp dışlanarak toplum dışına atılırlar

(Taşkın, 2007).

Bütün ruhsal hastalıklar arasında damgalanmadan en

fazla etkilenen grup şizofrenlerdir (Kocabaşoğlu ve

Aliustaoğlu, 2003). Şizofrenide, yaşam boyu hastalanma riski,

yani 15–45 yaş arasındaki nüfusta şizofreni görülme olasılığı

%1 dolayındadır. Ülkemizde her yıl altı binden fazla bireye

şizofreni tanısı konmakta, 15–44 yaş grubu içinde toplam 600

bin dolayında şizofreni hastası bulunduğu kabul edilmekte ve

iki yüz binden fazla ailenin de bu hastalıktan etkilendiği

belirtilmektedir (Öniz 2001, Öztürk ve Uluşahin 2008).

Şizofreni hastalığının kendisi ve kullanılan bazı ilaçların yan

etkileri hastalarda toplumdaki diğer insanların dikkatini çeken

görünüme ve farklı davranışlara yol açmaktadır (Kıvırcık Akdede

ve ark., 2004). Toplumda var olan damgalama eğilimi, şizofreni

hastalığının yeterince tanınmaması ve şizofreniyle ilgili

önyargılarla yakından ilişkilidir (Kıvırcık Akdede ve ark.,

2004). Bu önyargılar ve damgalanmanın sonucunda da hastalar ve

hasta aileleri toplumdan dışlanma ve ayrımcılık ile karşı

karşıya kalmaktadır. İş bulmadaki zorluklar, sağlık hizmetinden

yaralanmada ki adaletsizlikler, hukuksal açıdan eksiklikler

8

nedeniyle yaşanan sıkıntılar, sosyal ortamlara dahil olmadaki

zorluklar gibi sorunlar şizofreniye bağlı ayrımcılık

şekillerinden bazılarıdır (Üçok, 1999).

Günümüzde geçerli olan bio-psikososyal modele göre

özellikle kronik ruh hastalarının tedavisinde medikal-

biyolojik tedavilerin yanı sıra psiko-sosyal rehabilitasyonlar

da son derece önemlidir (Güney, 2001). Biyopsikososyal model

ile birlikte özellikle ruhsal hastalıklar da aileler birincil

bakım verici konumuna gelmişlerdir. Fakat, aile üyeleri

hastanın durumuyla ilgili çeşitli güçlüklerle karşılaşmaktadır.

Aile üyelerinin etkilenmeleri ve yaşadıkları güçlükler hastanın

toplumsal çekilmesiyle, düşünce ve davranış bozukluklarıyla,

aile ilişkilerindeki bozuklukla ilgili olabileceği gibi; aile

üyelerinin suçluluk ve utanma duygularıyla, aşırı duygu dışa

vurumuyla, sıkıntı ve depresif belirtilerle, ekonomik

sorunlarla da kendini gösterebilir (Yıldırım, 2007).

Ruhsal bozukluğu olan bireylerin toplum içindeki

konumları, kabul görmeleri ya da dışlanmaları başta hasta

yakınları olmak üzere toplumun hastalığa bakışı ile doğrudan

ilişkilidir (Sağduyu ve ark., 2003). Bir çalışmada hasta

yakınlarının çoğunluğu şizofreni hastalarını saldırgan ve kendi

hayatları ile ilgili doğru kararlar alamayacak durumda olarak

belirtmişlerdir. Hastaların saldırgan olarak algılanması sosyal

mesafeyi olumsuz yönde etkilemektedir (Sağduyu ve ark., 2003).

Şizofreni tanısı almış hastaların yakınları damgalanmaya

ilişkin olarak birçok olumsuz deneyime sahiptir. Bu

deneyimlerden yola çıkarak da kendilerine toplum içinde farklı

davranıldığı için kaygı duymakta ve yakınlarının hastalığını

9

gizlemeye çalışmaktadırlar (Kıvırcık Akdede ve ark., 2004).

Sağduyu ve arkadaşlarının çalışmasında (2003) hasta

yakınlarının kendilerinde de şizofreniye yönelik damgalanma

olduğu belirlenmiştir. Aileler damgalanmayı içselleştirir ve

utanır, suçluluk, kızgınlık ya da başkalarına karsı – doktorlar

ve diğer ruh sağlığı çalışanları da dahil – güvensizlik

hissedebilirler (Weisman,2000; akt. Katkak, 2008).

Günümüzde aile ortamının ve aile bireylerinin

tutumlarının şizofreni için bir neden olmadığı bilinmekle

birlikte duygu dışavurumu, iletişim şekli, duygulanım tarzı

gibi bazı aile özelliklerinin hastaneden taburcu olduktan sonra

hastalığın alevlenmesi üzerine etkisinin olduğuna ilişkin

kanıtlar artmaktadır. (Berksun, 1992). Ailenin hastalığın

tedavisi üzerindeki etkileri pek çok araştırmada

vurgulanmıştır. Bu araştırmanın da problemini oluşturan hasta

yakınlarının, şizofreni hastalarına karşı toplumdaki

damgalanmayı içselleştirmeleridir. Ailelerin bu

içselleştirilmiş damgalanmanın farkında olup olmadıkları ve bu

damgalanmayı ve beraberinde gelen ayrımcılığı ne ölçüde

hissettikleri ve “yaşam kalitelerin”deki değişmeler

araştırılacaktır.

1.2 Amaçlar

- Hasta aileleri/yakınları hastalığı nasıl tanımlıyor

(biyolojik/sosyal/psikolojik)?

- Hastalığı çevrelerine nasıl anlatıyorlar ve

karşılaştıkları tepkiler ile ilgili algıları nelerdir?

10

- Hasta yakınları olarak dışlanma ile karşılaşıldı mı?

Sosyal ilişkilerinde ne tür değişimler oldu?

- Şizofreni etkiketi konulmadan önce hastalığa bakışları

nasıldı ve tanıştıktan sonra hastalığı algılamada

kendilerinde ne tür değişimler gözlemlediler?

- Damgalanmanın sebepleri ne olarak görüyorlar ve bu konuda

neler yapılması önerirler? Kendileri neler yapıyorlar?

1.3. Önem

Daha çok psikiyatri geleneği içerisinde gelişen

kültürel psikiyatri akıl hastalığının anlaşılmasında kültürün

önemine dikkat çekerken çalışmaların hastalık türleri etrafında

şekillendirilmesine engel olamamıştır. Aynı şekilde toplumsal

pratiklerin anlamlandırılmalar yoluyla oluşturulduğunu belirten

fenomenolojik sosyoloji geleneği de akıl hastalığı/sağlığı

kavramına ilişkin hastalık türleri temelinde bir yorumlamaya,

bireylerin hastalık türüne ilişkin aldıkları pozisyonlara

dikkat çekmiştir. Türkiye’de ise, daha çok, hastalık türünün

kültürel yaşam alanları temelinde farklılaşıp

farklılaşmadığına, hastaların sosyo-demografik ve sosyo-

kültürel özelliklerinin belirlenmesine ilişkin çalışmalar

psikiyatristler ve psikologlar tarafından yapılmıştır (Bakacak,

2008). Aynı şekilde akıl hastalığı/sağlığının hasta yakınları

tarafından nasıl algılandıkları ve hasta yakınlarının toplumsal

önyargılar ile mücadelesi üzerine daha çok psikiyatristler ve

11

psikologlar tarafından çalışmalar gerçekleştirilmiştir.

Hastalığı hasta kadar yaşayan ve kendi yaşamında ve yaşam

kalitesinde de pek çok değişmeler yapmak durumunda kalan hasta

yakınları bu konuda ihmal edilmiştir denilebilir. Hasta

yakınlarının toplumsal önyargılar ile ilgili algıları ve bu

önyargıları içselleştirilmeleri olgusunu araştırılması

bakımından sosyolojik bir bakış açısı sunması ile bu çalışmanın

önem arz ettiği söylenebilir.

1.4.Yaklaşım ve Sayıtlılar

Nitel bir sosyal araştırma olan bu çalışma, Sembolik

Etkileşimci yaklaşımdan etkilenen Yorumlayıcı paradigma içinde

yer alır. Kuramın temel düşüncesi, normatif paradigmanın

anlayışının aksine, insanların, körü körüne yerleşik kural ve

sembollere göre davranmadığıdır. Sosyal eylemler, yorumlama

gerektiren, etkileşim süreçleridir. Bilim insanları da birer

“yorumcu” olmak durumundadır.(Meyring,2000:2)

Sembolik etkileşimci gelenek, insanı sosyal bir

fenomen olarak anlamak için öznellik yaklaşımını kabul eder. Bu

yaklaşıma göre, insanların sosyal davranış ve inançlarını

belirleyen yaşamın olgusal koşulları fazlaca nesnel değildir.

Onlar aslında insanların bu koşullar hakkındaki öznel

algılamaları ve yorumlarıdır. Sembolik etkileşimcilere göre

kişilerin olaylara yüklediği, etrafında ördüğü öznel anlamın da

bilinmesi gerekir. İnsanların etraflarındaki dünyayı nasıl

12

algıladıkları ve yorumladıkları ve buna bağlı olarak nasıl

eylemde bulundukları son derece önemlidir (Kasapoğlu, 1992).

1.5. Sınırlılıklar

Bu çalışma, Ankara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü

üçüncü sınıf dersi olan Nitel Araştırmalar dersi kapsamında

yapılmıştır. Zaman sınırlılığından ve görüşmecilere ulaşmanın

zorluğundan dolayı tek bir odak grup yapılmıştır. Bu tür

çalışmalarda, buna benzer durumlarda, katılanların az sayıda

olması, bulguların geniş nüfusa genellenmesini imkansız

kılabilir; gruba zaman ayırmaya gönüllü olan az sayıda kişinin

ilgi, çıkar ve tutumları geri kalanları yansıtan özelliklerde

olamayabilir (Stewart ve Shamdesani,1990; akt. Kasapoğlu,2001).

Çalışmada kadın hasta yakınlarıyla görüşülmüş ve

gruplara ulaşmanın zorluğu nedeniyle görüşme yedi kişiyle

gerçekleştirilmiştir. Görüşmecilerin yaş aralıkları ve sosyo-

ekonomik durumlarının benzer nitelikte olmasına homojen yapının

korunması açısından özellikle dikkat edilmiştir. Nitel

araştırmalarda, araştırma kaynaklarının sınırlılığı ve bilgi

toplama-analiz yöntemlerinin özelliği nedeniyle çok sayıda

birey örnekleme dahil edilemez: örneklem seçimi araştırma

probleminin özelliği ve arştırmacının olanaklarıyla yakından

ilişkilidir (Yıldırım ve Şimşek,2008:87).

1.6.Yöntem

13

1.6.1.Araştırma Tipi

Bu araştırmada, nitel bir araştırmadır.

Nitel araştırmada, geleneksel-nicel araştırmanın aksine,

kesin sınırları olan bir başlangıç noktası ve değişmeyen kesin

aşamalar söz konusu değildir. Nitel araştırmanın aşamaları,

doğrusal değil, etkileşime dayalı bir süreç içinde şekillenir.

Araştırma problemi, diğer aşamaları etkiler ve bu aşamalardan

etkilenir (Yıldırım ve Şimşek, 2008:83-84)

Sosyal olaylar, doğaları gereği, durağan değildir,

süreklilik ve değişkenlik gösterir. ayrıca ortama ve zamana

göre de değişiklik gösterir; dolayısıyla, nitel bir sosyal

araştırmanın bulgularını diğer sosyal olaylara genellemek

mümkün değildir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 89-90). Bunun

yanında nitel araştırmalar, genellemelere ulaşma konusunda

nicel araştırmalardan farklı bir bakış açısına sahiptir:

araştırma, daha çok, uygulayıcılar için deneyim ve bakış açısı

niteliği taşır. Bulgularsa, nesnel bir gerçeklikten ziyade,

katılımcı bireylerin algılarıdır; araştırmanın çerçevesi ve

sınırlılıklarını dikkate almak ve belirtmek kaydıyla, sınırlı

genellemeler yapılabilir. (Yıldırım ve Şimşek, 2008:90-97)

Meyring(2000:17-27)’e göre nitel araştırmanın temelinin

oluşturan beş belirgin postula şunlardır:

- Özneye İlişkinlik: araştırma sorularının muhatabı olan

öznelerin, araştırmanın kalkış noktası ve esası olması

gerekliliği.

14

- Araştırma öznesinin betimlenmesine önem verilmesi,

olgunun kapsamlı bir betimlemesinin(description) yapılması

- Araştırma olgusun yorumlanması: insan bilimlerinde olgu

hiçbir zaman açık değildir, yorumlanması gerekir.

- Öznenin/olgunun bir laboratuar ortamında değil, doğal

ortamda incelenmesi

- Sonuç çıkarılmasından bir genelleme sürecinin

anlaşılması: her bir durum için genelleme dayanaklarının adım

adım oluşturulması.

Meyring(2000:17-27), nitel düşüncenin istikrarlı bir

inşası için on üç dayanak belirler:

1- Tekil Olaya İlişkinlik : İncelemelerin sonuçlarında tek

tek olaylardan kopma ve uzak soyutlamalara düşme riski

fazladır; bunların tekrar tekil olaylarla bağlarının

kurulmasına dikkat edilmelidir. Tekil olaylarla ilgili veriler

çözümlemeye dahil edilerek, yöntem ve sonuçlar sınanmalıdır.

2- Açıklık : Bu, hem kuramsal hem de yöntemsel esaslarla

ilgilidir. Araştırmada, olgu karşısında açık olunmalı; hem yeni

kuram ve kavramlara hem de metodolojik yenileme tamamlama ve

düzeltmelere açık olunmalıdır.

3- Yöntem Denetimi : Yapılacak işlemler açıkça ortaya

konmalı ve gerekçelen-dirilmelidir. Yöntem, belli kurallara

göre ürütülmeli ve bu doğrultuda denetli olmalıdır.

4- Öngörü : Sosyal bilimlerde, araştırmacının öngörüleri,

yorulamaya etki eder. Bu yüzden öngörüler açıkça oraya konmalı

ve konuya etkileri her aşamada dikkate alınmalıdır.

15

5- İçebakış : Öngörülerin açımlanması, içebakış olmaksızın

mümkün değildir. İçebakışla, konu yorumlanabilir; içebakış,

gerekçelendirilerek ve sınanarak araştırmanın bilgi

kaynaklarına dahil edilebilir.

6- Araştırmacı-Olgu Etkileşimi : Araştırma sürecinde hem

araştırmacı hem de araştırdığı olgu(birey) değişime uğrar; bu,

bir etkileşim olarak algılanmalıdır (Hoffman-Riem 1980,akt.

Mayring 2000:22). Etkileşim sürecinde değişime uğrayan

araştırmacı ve öznelerin kendileri de nitel araştırmanın

verilerine dahildir.

7- Bütünlük : Nitel düşüncenin özne anlayışında insanlar

bir bütündür. İnsani işlevler ve yaşam alanlarıyla ilgili

analitik ayrımlar yapılsa da, bunlar yeniden birleştirilerek

bütünsel bir yorum yapılmalıdır.

8- Tarihi Süreklilik : İnsan bilimlerinde olgular, tarihi

bağlama oturtulmalıdır.

9- Sorun Yönelimi : İnsan bilimlerinde araştırma konuları,

pratik sorunlardan seçilmelidir ve nitel düşüncenin esasına

uygun olarak, araştırma sonuçları pratiğe yansımalıdır.

10- Argümantatif Genelleştirme : her bir tekil olay için

yapılan sınırlı genellemenin neden geçerli olduğunun

gerekçelendirilmesi…

11- Tümevarım : Sosyal bilim araştırmalarında sonuçlar,

denetimi yapılmak kaydıyla, tümevarımla genelleştirilmelidir.

12- Kural Arayışı : İnsan bilimlerinde, doğa

bilimlerindekine benzer, zaman ve mekandan bağımsız genel bir

yasa arayışı anlamsızdır. Nitel düşüncede, yasa arayışı yerine,

16

olgu alanlarındaki benzerliği ifade eden, bağlama dayalı kural

arayışı daha uyundur.

13- Nicelleştirilebilirlik : nitel analizler dahilinde

elde edilen sonuçların genelleştirilmesinde, nicelleştirme

önemli bir koşuldur.

Araştırmacının amacı sınırlı bir durumu, sınırlı sayıda

araştırma sorusuyla incelemekse, bu amaca en iyi hizmet edecek

yöntem, nicel bir yöntemdir.(Yıldırım ve Şimşek, 2008:155)

1.6.2. Araştırma Tekniği

Bu çalışmada, bir nitel araştırma tekniği olan odak

grup tekniği kullanılmıştır.

Yıldırım ve Şimşek(2008), odak grup görüşmesini, “ılımlı

ve tehditkar olmayan bir ortamda önceden belirlenmiş bir konu

hakkındaki görüşleri elde etmek üzere planlanmış bir tartışma

serisi” olarak tanımlar.

Morgan(1997)’a göre, odak grup görüşmesi, araştırmanın

konusu olan problem üzerine, grup içinde ortaya çıkan bir

etkileşimdir(akt. Yıldırım ve Şimşek,2008:152). Patton(2002)’a

göre odak grup sürecinde katılımcılar, diğer katılımcıların

tepkilerini ve yanıtlarını duyarlar buradan hareketle önceden

dile getirdikleri görüşlerine ekleme yaparlar(akt. Yıldırım ve

Şimşek,2008:153)

Odak grup çalışması, birbirinin içine geçmiş yedi süreçle

açıklanabilir: amacın belirlenmesi,araştırma ve odak görüşme

sorularının geliştirilmesi, yer ve teknoloji planlaması, bütün

sürecin plot denemesinin yapılması, katılımcıların belirlenmesi

17

ve davet edilmesi, yönetici özellikleri ve çalışmanın

gerçekleştirilmesi, verinin düzenlenmesi ve analizi(akt.

Yıldırım ve şimşek, 2008:155).

Odak grubu çekici kılan nitelikleri, odak grubun sosyal

bilimlerde canlanmasında önemli rolü olan Morgan(1988) şu beş

maddede açıklar(akt.Kasapoğlu, 2000).

1.Odak grup çalışması, araştırmacıların, tecrübi, söze

dökülmemiş olan bilgiye erişmelerini sağlar. Burada

araştırmacının görevi, katılımcıların deneyimlerinden

“öğrenmek”tir.

2.Odak grup, araştırmacının, katılımcıların kanaatlerine

erişmesini sağlar; araştırmacı, empoze etmesi yerine,

katılımcıların görüş ve his ve deneyimlerini kendi cümleleriyle

ifade etmelerine olanak sağlar.

3.Odak grup çalışması, katılımcıların, “anlamlarına”

erişmeye olanak sağlar. Bireylerin, olguları nasıl

sınıflandırdıklarını, hangi çerçeveye oturttuklarını anlamayı

sağlar.

Odak gruplar insanların nasıl davrandığı ve neden o

şekilde davrandıkları sorularına cevap bulmayı sağlar

(Akşit,1998:4)

4. Bireyler, soyut birer nomad olarak değil,

kolektivitenin bir parçasıdır, moderatörün amacı, sinerjidir.

Grup etkileşimi, içe bakışla, bilgi üretiminde doğrudan

kullanır.

18

5. Odak grup çalışmaları diğer araştırma teknikleriyle

biararada kullanılabilir.

Arıca Akşit(1998:3), odak grup çalışmasında, gerçek

hayattakine benzer bir etkileşim ortamı oluşarak, niteliksel

verinin kullanılır hale geldiğini belirtir.

Daha geniş bir açıklamayla,odak grup çalışmasının

avantajlarına şunlar eklenebilir (Stewart ve Shamdesani,1990,

akt. Kasapoğlu,2000).

-Yanıtlayıcılarla doğrudan ilişkiye girilmesini sağlar. Bu

durum cevapların açıklığa kavuşmasına, birbirini izleyen

soruların sorulmasına ve sondaj yapılmasına olanak sağlar.

Ayrıca araştırmacının sözel olmayan tepkileri gözlemleyerek hem

varsa çelişkileri yakalamasına hem de ek bilgiler edinmesine

olanak sağlar.

- Odak grubun açık uçlu cevap formatıyla,

cevaplayıcılardan daha çeşitli ve daha fazla bilgi, onların

kendi sözleriyle elde edilir. Araştırmada böylelikle “anlam”a

daha fazla derinlemesine ulaşılabilir. Önemli ilişkiler

kurulabilir. İfade ve anlamlardaki önemli farklar, eğer varsa

saptanabilir.

- Odak grup, katılanların birbiriyle etkileşime girmesini

ve cevapların diğer grup üyeleriyle birlikte oluşturulmasına

olanak sağlar. Oluşan sinerji sonucunda, mülakat ile elde

edilemeyen fikir ve bilgilere ulaşılır.

- Odak grup sonuçlarını anlamak kolaydır. Araştırmacılar

ve karar vericiler, gruba katılanların cevaplarını hemen

19

anlayabilirler. Buna karşılık istatistik analizlerle sunulan

survey sonuçları herkes tarafından kolaylıkla anlaşılamaz.

Akşit(1998),odak grubun sınırlılıklarınıysa şu maddelerle

açıklar:

- Araştırmacı bireyle çalışırken olduğundan daha az

kontrole sahiptir. Katılımcıların görüşlerini rahatça

paylaşabilmesinin hedeflendiği ortam, aynı şekilde bir

dezavantaj olarak konuşmanın araştırmacının ilgilenmediği bir

alana kaymasına neden olabilir.

- Toplanan verilerin analizi oldukça zordur. Grup içindeki

etkileşim, bir sosyal çevre yaratır; verilerin de bu çerçeve

içinde değerlendirilmesi gerekir.

- Bu teknik iyi eğitilmiş görüşmecileri gerekli kılar.

Açık uçlu soruların nerede ve nasıl sorulacağına, soruların ne

zaman değiştirileceği, ne zaman ara verileceğine çok dikkatlice

karar verilmelidir.

- Her grup kendi içinde farklı özellikler gösterir.

Çalışılan birkaç grup arasındaki farklılığı dengelemek için

yeterli sayıda grupla çalışılmalıdır.

- Özellikle homojen bir grup elde etmek için, belli

ölçütlerde insanları belli bir zamanda toplamak her zaman

mümkün olmayabilir.

- Katılımcıları konuşmaya teşvik edecek bir ortam

yaratmak, lojistik problemleri beraberinde getirebilir.

Moderatör, konuşmacılar arasındaki deneyi sağlamak zorundadır.

20

1.6.3. Odak Grubun Özelliklerine Dair Veriler

Grup, şizofreni hastalarının yakınlarından oluşmaktadır.

Bu çalışmanın yapıldığı grup, “Şizofreni dostları derneği”

üyesi olan hasta yakınlarından oluşmaktadır.

İdeal olarak odak grubun birbirini tanımayan kişilerden

oluşması; kişilerin sosyal hayatlarındaki etkileşimlerin

araştırmaya etki etmemesi için, tercih edilir(Akşit,1998: 3)

Ancak bu çalışmanın sırlılıklarından ötürü, grup aynı derneğe

üye birbirini tanıyan kişilerden oluşmuştur.

BÖLÜM II

BULGULAR VE TARTIŞMA

Odak grup görüşmesi, yaklaşık bir buçuk saat sürmüş ve

tek oturumda yapılmıştır. Görüşülenlerin konuşmaları italik

yazı karakteriyle belirtilmiştir. Katılımcılara konu ve odak

grup görüşmesinin yapılma amacı kısaca açıklandıktan sonra

görüşmeye başlanmıştır.

1. HASTALIĞIN TANIMLANMASI

SORU 1: “Hasta aileleri/yakınları hastalığı nasıl tanımlıyor

(biyolojik/sosyal/psikolojik)?”

21

M.- Dış etkenlerden kaynaklanıyor. Dış çevre, aile öyle başladı. Hastalığın sebebi aile

baskısı ve sosyal sebepler.

MN.- Bizimki Almanya da hasta oldu. Lise bitince Almanya’ ya götürdük. İnsanlar

saçma saçma bakıyor diyor. Biz de bilerek yapıyor sanıyorduk. Yüklendik çocuğa.

Beni Türkiye’ ye yollayın diyordu polise. Bir gün Türkiye’ ye gidiyorum demiş. Biz de

çalışmaya gidiyor sandık. Sonra biz de geldik Türkiye’ ye. Sonra kabul etmedik

hastalığı. Süper kafadan kaynaklanıyor. Son yıllarda beyinden geldiğini düşündük.

Polis mantıklı konuşuyor dedi. Beyni süper kafadan akmış dedi.

S. - Hocalar bana bu aptal hastalığı değil dedi. Akıllı hastalığı dedi. Çocuk bebeklikten

itibaren çok soru soruyorsa, meraklıysa, hareketliyse o çocuğa özel eğitim gereklidir.

Anne baba çok dikkat etmelidir. İlk başta yaşa bağlı olduğunu düşündük. Geç kaldık

inanmadık en başta. Yaşa bağlıdır, geçer dedik. Aile eğitimi çok önemli. Bir daha

çocuğum olsa aynı hataları yapmazdım. Çok iyi eğitirdim.

S.G - Biz baştan beri psikolojik olduğunu düşündük. Biz çok baskı yapmadık. Lisede

içe kapanıklık vardı. Ergenlikten kaynaklanıyor sandık. Bir iki sene kendimizi

oyaladık. Eşim bir trafik kazası geçirmişti. Oğlum bundan etkilendi. Eşim Öğretim

görevlisi olduğu için tayin ile Erzurum’ dan Samsun’ a geldik. Orda PDR öğretim

görevlisi bir arkadaşa bahsettik. O, oğlunuzun durumu ciddi, kulağına sesler

geliyormuş dedi. Psikiyatriye gösterin demiş. O da şizofren olduğunu söyledi. Çeşitli

haplar kullandı. Sonra iyi geldi.

A. - İlk başta doktora götürmedik. Hocaya götürdük. Çevreden herkes hocaya götür

dedi. Cin var dediler. İyileşsin diye her yolu denedik. Çok paramızı yediler hep

hocalar. İşe gidemiyordu. Korkuyordu. Bizi öldürecekler diyordu. Otobüse falan

binemiyordu. Sonra ben bunun süper zeka olduğunu anladım. O yönde eğitim

almaya götürdük. Öyle bir öğretmen yok dediler.

22

P.(Hasta Bakıcı) - Çocukluğunda başlamış bu hastalık. Hiç doktora götürmemişler.

Ailesi varlıklı bir aileymiş. İki ablası var ikisi de okumuş, yüksek mevkilerdeler. Babası

da ölünce annesiyle evde kalmış. Evden dışarı çıkmıyormuş. Annesi de hasta olduğu

için kimse ilgilenmemiş bunla. Ablaları zaten ilgilenmiyorlar. Annesi ölünce ben

ilgilenmeye başladım. Doktora götürdüm.

H. - Askere gideceğinde korkuyla başladı. En başta biz de hiç böyle biriyle

karşılaşmadık, korktuk. Askere doktor göndermedi. Otobüse bile binemiyordu,

korkuyordu. Şimdi tedavi oldu, rahat. Biz hemen doktora götürdük. Çok değiştiği için

hemen götürme ihtiyacı duyduk. Hemen hastaneye yattı. Sıkıntılar oldu.

Ailelerin hastalığı daha çok sosyal çevre ve psikolojik

etmenlere bağladığı görülüyor. Aile’nin öneminden bahsediliyor.

Her ne kadar bunu genelleyemesek de odak grup dışındaki ve

kendi aralarındaki konuşmalardan da anladığımız üzere, aileler

hastalıktan kendilerini de sorumlu tutuyor ve ailedeki eğitimin

kalitesinin hastalığın oluşmasında etkili olduğu düşünülüyor.

Süper zeka’dan olduğunu düşünmeleri de hastalığa daha olumlu

yaklaşmaları, belki de bir avunma yöntemi geliştirmiş olmaları

şeklinde yorumlanabilir. Çoğunlukla hastalık belirtilerinin

ortaya çıkmasından hemen sonra doktora götürmek yerine bir süre

bekledikleri, bazılarının alternatif yöntemlere (hocaya

götürmek gibi) başvurdukları ve son olarak durum ciddileşince

doktora gitmeye karar verdikleri görülüyor. Ailelerin ilk anda

çocukların da sorun olabileceğini kabullenmeyip kendilerince

sebeplere bağlamaları (ergenlik, askere gitme gibi) süreci,

profesyonel yardım alıp hastalık etiketinin konmasına kadar

devam ediyor.

23

2.AÇILAMAMA

SORU 2: “Hastalığı çevrelerine nasıl anlatıyorlar ve

karşılaştıkları tepkiler ile ilgili algıları nelerdir?”

M.- Bana çok yabancıydı. Lise bilgilerimle kısıtlıydı. Asla iyileşmez bu hastalık.

Oğlumda şizofreni çıktığında dünyam yıkıldı. Belli bir eğitim gördük. Bu işi

hazmetmeye başladık. Şimdi bile arkadaşlarım Volga’nın şizofren olduğunu bilmiyor.

Algılama farklı. İlk başlarda anlatamadım. Çevreme sıkıntıları var diye söylerim. Ya

da psikolojik rahatsızlık derim hep. Bankadan arkadaşlarım bile bilmezler hala.

S. - Beyin rahatsızlığı olduğunu düşünüyorum. Baskıcı olmayacaksınız. Çevreme

psikolojik rahatsızlığı var dedim. Dersleri çok ağır olduğu için ona yorumlardım.

Oğlumun rahatsızlığı üç hastalığın karışımı. Hastalıktan rahatsızlık duymadım.

Herkese açıkladım. Bu çocuklar cin gibi, çok zeki. Çevremdeki insanların zeki

çocuklarına da uyarıda bulundum. Ben bu rahatsızlıktan sonra şeker hastası oldum.

Hiçbir zaman utanmadım. Sonuçta Allah’tan gelen bir hastalık.

S.G.- Toplumumuz bu hastalığı yanlış algılıyor. Toplumda diğer hastalıklar normal

karşılanıyor, şizofreniye tepkili yaklaşılıyor. Ben hala oğlumun şizofreni olduğunu

söyleyemiyorum. Toplum bunu yadırgıyor. Şizofren denilince vuran, kıran, döken

akıllara geliyor.

P.(hasta bakıcı) - Hastanın ailesi ilgilenmediği için ben ilgileniyorum. Onun ailesi

ben oldum artık. Benim evimde ben ve çocuklarımla kalıyor. Daha önce de dediğim

gibi ben en başta annesi yaşlı olduğu için ona bakıyordum. Sonra annesi ölünce

Ünsal tek kaldı. Ablaları ilgilenmiyor. Görmeye bile gelmiyorlar. İkisinin de durumları

iyi. Biri mimar. Annesi öldükten sonra ablası “sen bizim sırtımızdaki kambursun”

dedi. Çok uysal biri. Başlarda çok içine kapanıktı. Şimdi insanlarla iletişime geçmek

istiyor.

24

M.- Benim kardeşim hastaydı. Fakat kaybettik on yıl oldu. Hastalığın farkındaydı ve

iyileşemeyeceğini bildiği için intihar etti. Başkalarına yardım etmek için buradayım

(Derneği kastediyor). Çevremiz sağlıkçı olduğu için hastalık hep normal karşılandı.

Doktorlar ilaç verip eve yolladı. Sonra da zaten intihar etti. Şimdi doktorlar,

hastaneler daha iyi. Bizler bile eğitildik şimdi.

A.- Ailemizde böyle bir hastalık yok, oğlum ilkti. Doktora önce beni tedavi edin, sonra

oğlumu dedim. Eskiden kendimi çok kötü hissediyordum. Ağlıyordum sürekli. Şimdi

öyle değilim. Tedaviden sonra iyileşmeye başladı. Akrabalarım bana çok destek oldu

ama mücadelemi tek başıma yaptım.

H.- En başta isim telaffuz edemiyorsunuz. Ancak çok yakınlarınıza, doktorlara, işi

anlayanlara söyleyebiliyorum. Hala şizofreni olduğunu söyleyemiyorum. Birine

anlatınca yanlış anlıyorlar, bilmiyorlar. Bilmelerinden değil, yanlış bilmelerinden

korkuyorum.

Genel olarak hastalığı çevrelerine olduğu şekliyle

anlatmadıkları, daha çok yakın akrabalara, devamlı iletişimde

oldukları ve kendilerini anlayabileceğini düşündükleri

insanlara anlattıkları görülüyor. Özellikle “şizofreni”

kelimesini kullanamadıkları dikkat çekiyor. Hastalığı başka

isimlerle tanımlıyorlar. Bu da şizofreni etiketinin toplumdaki

algısını içselleştirmelerinden kaynaklanıyor olabilir. Hasta

yakınlarından birinin hastalığı, “Allah’tan gelen bir hastalık”

olarak tanımlaması, hastalığı kabullenmeyi kolaylaştırmak için,

dine sığınma olarak yorumlanabilir. Hastalığın inançlarla

bağlantılı olarak yorumlanması, hasta yakınlarının kendilerini

suçlamasını da engelleyici bir nitelikte olduğu söylenebilir.

25

3.SOSYAL DIŞLANMA (İZOLASYON)

SORU 3: “Hasta yakınları olarak dışlanma ile karşılaşıldı mı?

Sosyal ilişkilerinde ne tür değişimler oldu”

M.- Uzun yıllardır oğlumun psikolojik rahatsızlığı bilindiği için çevremde, dışlanma

olmadı. 7-8 sene önce “ bu çocuk deli” dediler, ama bunu dışında bir şeyle

karşılaşmadım. Anneme bir komşumuz dikkatli ol, yalnız kalma, kapını falan kitle

gece yatarken demiş. Annem bu komşusuyla irtibatı kesti. Medya yanlış aksettiriyor.

S.- Yakın çevrem hastalığını başından veri bildiği için bana yardımcı oldu. Değer

verdiğim kişilerden olumsuz bir davranış gördüğümde bu kişilerle irtibatımı derhal

kestim, keserim.

S.G.- Ben hiç dışlanma görmedim. Çevremdekiler eğitimli insanlardı. Tabiî ki oğlum

hastalıandıktan sonra sosyal yaşantımızdan ödün verdik. İlk zamanlar bazı şeylerden

kendimizi çektik. Gece yalnız kalamıyordu çünkü. Biz de dışarı çıkmamaya başladık.

P.- Erkek bir hastaya baktığım için eski eşim tepki gösterdi. Misafirliğe gelenler de “

bu deliye bakma, korkmuyor musun, kapıyı kilitle” dediler bana. Asla kilitlemedim.

Şimdi tanıyan komşularım da onu çok seviyor.

M.- Olayı anlattıktan sonra anlayışla karşılıyorlar.

H.- Bizim toplumumuzda önce aile çocuklarını sahipleniyor. Avrupa’da öyle değil.

Orada önce anne terk eder, devlet hastaya sahip çıkar.

M.- Sosyal devlet olamadık hiçbir zaman. O yüzden iş bize düşüyor.

A.- Dediğim gibi çevremiz hep sağlıkçı olduğundan yakın akrabalarımızdan dışlama

görmedik.

26

M.N.- Dışlamayla karşılaşmadık. Çok yakın davrandılar. Komşularımızdan da tepki

görmedik.

H.- Dışlanmayla karşılaşmadık. Ailem,çevrem çok ilgilendi. Kimse kötü bir tepki

göstermedi. Çocuklarımız saldırgan olmadığı için. Komşular da zarar görseler onlar

da kötü yaklaşırlar. Bu çocuklar rehabilite edildiği için saldırganlıkları yoktu çevreye.

Çevrede onlardan değilsen dışlanıyorsun, onlardansan tamam. Sadece şizofreniye

has bir durum değil dışlanma.

Genel olarak sosyal çevreden dışlanmadan onların kendilerini

sosyal çevreden dışladıkları ya da uzaklaştırdıkları görülüyor.

Çevreden gelebilecek tepkilere karşı hastalığı onlara

anlatmaktansa anlamayacakları önyargısına dayanarak, geri

çekilmeyi ve ilişkilerini sonlandırmayı seçtikleri görülüyor.

Sosyalleşme güçleştiği gibi var olan sosyal çevreden de

uzaklaşılmasıyla birlikte yaşam kalitesinde değişmeler olduğu

söylenebilir. Dernek ile iletişime geçen ailelerin

sosyalizasyon süreci deneyim ortaklığı üzerine kuruluyor.

4. HASTALIĞI ÖĞRENME SÜRECİ

SORU 4: “Şizofreni etiketi konulmadan önce hastalığa bakışları

nasıldı ve tanıştıktan sonra hastalığı algılamada kendilerinde

ne tür değişimler gözlemlediler?”

M.- Hastalıkla karşılaşmadan önce hiçbir bilgim yoktu. Daha önce şizofreniyi kötü bir

şey olarak düşünüyordum, tedavi edilemez bir şey. Ama şimdi çok farklı

düşünüyorum.

S.- Bu hastalığı çok yakın bir arkadaşımın çocuğunda tanıdım. Ansiklopediden

baktım. Beyin hastalığı olduğunu öğrendim. Dua ettim bu hastalık benim başıma

27

gelmesin diye. Çünkü tehlikeli bir hastalıkmış gibi görünmüştü bana. Hiç geçmeyen

bir hastalık. Hayaller görüyor, sesler duyuyorlar falan. Korkutucu gelmişti. 5-6 yıl

sonra oğlumda çıktı. 3 kitap aldım hastalığın nedenlerini öğrenmek için okudum.

Şimdi daha bilinçliyiz. Ve başkalarına da anlatıyorum.

S.G.- Saldırgan, korkunç, iyileşmeyen bir hastalık, kötü bir şey olarak biliyordum.

İlgiyle sevgiyle düzeliyor.

P.- Bilmiyordum önceleri. İnternetten araştırdım. Sordum, soruşturdum. Şu anda da

sanıldığı gibi bir hastalık olmadığını anlatıyorum.

A.- Hiçbir şey bilmiyorduk. Çevreden duyduğumuz kadarıyla kötü bir şey olarak

biliyorduk sadece. Sonra kardeşimle öğrendim işte. Doktor, “aklın ikiye bölünmesi”

demişti. Öyle öğrendik.

M.- Bilmiyordum. Doktora götürdüğümüzde kişilik hastalığı demişlerdi. Bu şekilde

öğrendik. Ondan önce tehlikeli bir şey sanıyorduk.

H.- Babamdan hastalığı biliyordum. Çocuğumda sesler duyduğunu söyleyince hemen

doktora götürdüm. Tıp fakültesinde güzel bir ekip vardı. Psikolojik hastalıklar çok

artıyor artık.

M.- Toplumumuz sahiplenici olduğu için daha iyi. Avrupa’da böyle değil.

Hastalığı bilmeden önce toplumla aynı önyargılara sahip

olunduğuna, hastalığı tehlikeli olarak algıladıklarına dair bir

görüş birliği olduğu görülüyor.

5. DAMAGALANMAYA KARŞI ÖNERİLER

SORU 5: “Damgalanmanın sebepleri ne olarak görüyorlar ve bu

konuda neler yapılması önerirler? Kendileri neler yapıyorlar?”

28

M.- Damgalamanın nedeni bilinmezliği herkese anlatmak. Herkes şizofreniyi ne

kadar anlarsa damgalama o kadar ortadan kalkar. Nedeni bilinmezlik. Çeşitli

aktivitelerle, işlerimizi bir kenara bırakıp, bunu tanıtmak için uğraşıyoruz. Bütün

derdimiz hastalık hakkında bilgilendirmek. Burası ilk açıldığında ganyan bayii

zannetmişlerdi. Kiralayacağımız zaman apartmandakiler ev sahibine tepki

göstermişler. “ Biz şizofrenlere kiralamayız” dediler. Ancak zamanla fikirleri değişti.

Bu çevredekiler şizofreninin tehlikeli olmadığını anladılar. Çevredeki esnaflara yemek

götürüyorlardı.

S.- Ben zaten çocuğumla uğraşıyordum. Fazla çabam olmadı. Çevremi

önemsemedim. Damgalayanları uzaklaştırdım. Zaten hastalığın yükü çok büyük. Bir

de hastalığı anlatmak için çevremle uğraşamadım. Anlayışsız olanlarla irtibatımı

kestim.

S.G.- Kendini, bu hastalığı bilenler zaten damgalamaz. İnsanların bu şekilde

davranması bizi çok üzer. Eğer damgalama yapıyorlarsa ben de ilişkimi keserim

zaten.

P.- Çevremdeki insanlar Ünsal’la artık benden daha çok ilgileniyorlar. Tanıdılar,

anladılar artık. Derneği internetten araştırıp buldum. Dernekte çalışarak, hastalarla

irtibata geçerek hastalık hakkındaki damgalamayla mücadele ettim.

A.- Benim çevrem bilinçliydi. Önyargıyla karşılaşmadım. Mavi At’a (kafe) ilk

açıldığında çevredekiler bize saldırırlar mı dediler. Onlara hastalığı anlattım.

M.- Etrafımdakilerden hiç böyle bir şey görmedim. Derneğe gidip geldim. Çok

faydasını gördüm.

H.- Ben hastalığın ismini söylemiyorum. Yakınlarım biliyor. Onlarda zaten soru

sormuyorlar. Zaten bilenlerle konuşuyorum.

29

P.- Bir televizyon programından teklif almıştık. Ünsal’la beni hastalığı anlatmak için

çağırıyorlardı. Ablasını aradım. Ablası sen çıkacaksan çık ama kardeşimi çıkartma,

ailemizin şerefi için dedi. İnternette Ünsal’la olan fotoğraflarımızı koyuyorum. Onları

etiketlediğimde beni etiketleme ben de görülmesin, ben senden bakarım fotoğraflara

diyorlar. Çevrelerinin Ünsal’ı bilmesini istemiyorlar.

Damgalanmayla mücadele konusunda Şizofreni Hastaları Derneği

ile birlikte çalışarak, etkinliklere katıldıkları görülüyor.

Ancak herkesin aynı derecede ilgili olmadığı tartışma öncesi,

sonrası konuşmalarda görülüyor. Çoğu aile yalnızca ara sıra

Derneğe uğradıklarını, onun dışında ilgilenmediklerini

söylüyorlar. Damgalanmanın önlenmesi için hastalığın doğru

anlatımı konusunda ise kendi çevrelerinde bile bunu

uygulamadıkları görülüyor.

BÖLÜM 3

SONUÇ VE ÖNERİLER

Ruhsal hastalıklara yönelik damgalanma dünya da çok sık görülen

bir toplumsal sorundur. Özellikle şizofreni de sosyal çevrenin

hastalığı tetikleyici etkileri olması nedeniyle de toplumun

hastalığa yaklaşımı hastalığın seyrinde çok önemlidir. Sağlık

ve hastalık sosyolojisinde de önemli bir kavram olarak

karşımıza çıkan sosyal destek kavramı önemini en çok da ruh

hastalıklarının gelişiminde göstermektedir. Sosyal destek ile

iyi olma hali ve algısı arasında pozitif yönde bir ilişkinin

varlığından bahsetmek mümkündür. Aile ve arkadaşlar, sosyal

30

destek konusunda ilk dereceden kaynaklar olarak karşımıza

çıkmaktadır. Sosyal destek, hastanın iyileşme sürecinde oldukça

etkilidir (Odabaş, 2011).

Bir sosyal destek birimi olarak ailenin/hasta yakınlarının,

toplumsal damgalanmadan etkilendiklerine dair pek çok çalışma

gerçekleştirilmiştir. Bir yandan hastalıkla mücadele eden hasta

yakınları bir yandan da toplumsal damgalamayla mücadele

ederler. Bu da zaten ağır olan yüklerini daha da

ağırlaştırmaktadır. Bu araştırmada da görüldüğü gibi hastalıkla

mücadele eden aileler damgalanmaya karşı bir mücadeleye

girmiyor ve kendilerini sosyal çevreden uzaklaştırma yolunu

seçiyorlar. Burada içselleştirilmiş damgalanmadan bahsetmek

mümkündür. Çevrelerinde herhangi bir dışlanmayla

karşılaşmadıklarını söyleseler dahi yine de, hastalığı anlatma

konusunda çekimser davranmaları, hatta “şizofreni” kelimesini

kullanmama gayretleri ve sonuç olarak da kendilerini

çevrelerinden uzaklaştırmaları damgalanmanın içselleştirildiği

şeklinde yorumlanabilir. Çalışmadaki görüşmecilerin eğitim

seviyelerinin ve ekonomik durumlarının yüksek olması ve de uzun

yıllar hastalıkla yaşıyor olmaları bulguların doğru

yorumlanabilmesi için önem arz etmektedir. Özellikle bu tür

yüksek eğitim ve refah durumunda olan bir grubun damgalanmaya

karşı daha bilinçli davranmaları çalışmada beklenen bir sonuç

olmasına rağmen bu yönde bir sonuca varılamamıştır. Daha çok

kendilerini hastalığın seyrine odaklayan, toplumla bir

mücadeleye girmek yerine sosyal çevreden uzaklaşan bir grupla

karşılaşılmıştır. Damgalanma ile mücadele yolunu ise özellikle

psikoloji öğrencilerine bırakmış görünmektedirler. Bu çalışmayı

31

da onların mücadelesine bir katkı olarak görerek,

yardımlarımızı beklediklerini belirtmişlerdir.

Damgalama ile mücadelede; kişilerarası, toplumsal, endüstriyel,

yönetsel, hükümet politikalarını da içine alan bir önlem

uygulaması ile gerçekleştirilmelidir. Bu uygulamalarda hasta

merkezli yaklaşımın hedef grup çalışmaları ile yürütülmesi

önerilmektedir. Günümüzde damgalama hastalığın tedavisini ona

yaklaşımını ve rehabilitasyona zarar veren ana engellerden

birisidir. Özellikle 2001 yılında yayımlanan WHO (World Health

Organization)’nun dünya sağlık raporlarında geniş yer almıştır.

Bu rapor doğrultusunda yürütülecek programların sadece

psikiyatrlar değil tüm tedavi ekibi tarafından

gerçekleştirilmesi önerilmiştir. Hastalığa ve hastalara yönelik

tutumların, yanlış inanışların ve önyargıların değişmesi

toplumun eğitilmesiyle mümkündür. Toplumdaki anahtar kişilerin

doğru bilgilendirilmesi hastaların damgalanmasını ve buna bağlı

ayrımcılığı hafifletmede en etkili yöntem olarak görünmektedir.

Toplumun psikiyatrik hastalıklar ve tedavileri konusunda

bilgilendirilmesi damga etkisini azaltacaktır. Bu nedenle

eğitim programlarının planlanması ve damgalamayla mücadelede

araştırma programlarının oluşturulması önerilebilir. Damgalama

konusunda toplum eğitilirken, hastalar da tedavileri sırasında

damgayla baş etme konusunda bilgilendirilmelidirler

(Kocabaşoğlu, Aliustaoğlu, 2003). Bir psikiyatri hastasını,

onun fiziksel, çevresel ve kültürel ortamı ile ele almak,

toplumla iç içe rehabilite etmek önemlidir. Bu bağlamda gündüz

klinikleri ve dernekler önemli yer tutmaktadır (Oran, Şenuzun,

2008).

32

KAYNAKÇA

Akşit, B. (1998), Odak Grup Görüşmeleri: Niteliksel

Veri Toplama Yöntemi Olarak Sağlık ve Nüfus Bilimlerinde Yeri,

Ankara.

Bahar, H. (2009). Sosyoloji. Ankara: Uşak Yayınları.

Bakacak, A.G. (2002). Modern dönemde Becker ve Goffman’ın

yaklaşımlarında etiketlenmiş suçlu anlayışı ve günümüzdeki yansımaları.

Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Bakacak, A.G. (2008) Normal/ patolojik ayrımı çerçevesinde

akıl hastalığı’na bakışa ilişkin niteliksel bir araştırma. Yayınlanmamış Doktora

33

tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Sosyoloji Anabilim Dalı, Ankara.

Berksun, OE. (1992). Şizofrenide Aile Faktörü: Expressed

Emotion (EE): Ölçek Geliştirme ve Uyarlama Denemesi. A.Ü. Tıp Fak.

Uzmanlık Tezi, Ankara.

Doğanavşargil, Ö. (2009). Şizofreni ve Deprosyanda

İçselleştirilmiş Damgalanma ve Yaşam Kalitesi. Halk Sağlığı Yüksek Lisans

Tezi. Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü,

İzmir.

Güney, M. (2001). Psikiyatrik rehabilitasyonda gündüz

hastanenin yeri. Klinik Psikiyatri Dergisi, 4: 268-276.

Kaplan HI, Sadock BJ. (2004). Clinic Psychiatry.

(2.baskı). Çeviren:ABAY E. İstanbul:Nobel Tıp Kitabevleri.

Kasapoğlu, A. (2000) Nitel Araştırma Dersi

Yayınlanmamış Ders Notları, Ankara.

Katkak, B. (2008). Psikozlu Hasta Yakınlarında

Stigmatizasyon. Doktora tezi, İstanbul Üniversitesi Sağlık

Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.

Kocabaşoğlu N, Aliustaoğlu S. (2003). Stigmatizasyon,

Yeni Symposium, 41(4): 190-192.

Kıvırcık Akdede, B.B.; Alptekin, K.; Topkaya, Ş.Ö.;

Belkiz, B.; Nazlı, E.; Özsin, E.; Piri, Ö. ve Saraç, E. (2004).

Gençlerde Şizofreniyi Damgalama Düzeyi, Yeni Symposium, 42(3): 113-

117.

Mayring,P. (2000) Nitel Sosyal Araştırmaya Giriş

(çev. Gümüş, A., Durgun, M.S.), Adana: Baki.

34

Odabaş, Y. (2011) Sağlık ve Hastalık Sosyolojisi

Yayınlanmamış Ders Notları, Ankara.

Oran NT, Şenuzun F. (2008). Toplumda kırılması gereken bir

zincir: HIV/AIDS stigması ve baş etme stratejileri. Uluslararası İnsan

Bilimleri Dergisi, (5)1: 1-16.

Sağduyu, A.; Aker, T.; Özmen, E.; Uğuz, Ş.; Ögel, K.

ve Tamar, D. (2003). Şizofrenisi Olan Hastaların Yakınlarının Şizofreniye

Yönelik Tutumları, Türk Psikiyatri Dergisi, 14(3): 203-212.

Saillard, E.K. (2010) Ruhsal Hastalara Yönelik Damgalamaya

İlişkin Psikiyatrist Görüşleri ve Öneriler. Türk Psikiyatri Dergisi,

21(1):14-24.

Saka MC, Atbaşoğlu C. Şizofreni Epidemiyolojisi, In:

Soygür H, Alptekin K,Atbaşoğlu C, Herken H, editors.(2007).

Şizofreni ve diğer Psikotik bozukluklar, (1. Baskı). Ankara: Türkiye

Psikiyatri Derneği Yayınları 6, 13-27.

Soygür, H.; Cankurtaran, E.Ş. (2007). Damgalanma ve

Ruh Sağlığı: Tarihsel Süreç İçinde Bir Bakış. In Taşkın E. (Ed.). İzmir:

Turkuaz Yayıncılık.

Stwart, D.W., Shamdesani,P.N. (1990) Focus Groups

Theory and Practice, (çev. Kasapoğlu, A.).

Taşkın, E. (Eds.). (2007). Stigma; Ruhsal

hastalıklara Yönelik Tutumlar ve Damgalama, İzmir.

Üçok, A. (1999). “Şizofreni: Damga, Mitler ve

Gerçekler”, Psikiyatri Dünyası, 3:67-71.

35

World Health Organization (2001). The World Health

Report. Geneva.

Yıldırım, A., Şimşek, H.(2008) Sosyal Bilimlerde

Nitel Araştırma Yöntemleri, Ankara: Seçkin.

Yıldırım, A. (2007). Psikoeğitimsel yaklaşımın ve izleme

çalışmasının şizofreni tanılı hasta ailelerinin aile işlevleri ve hastaların sosyal destek

düzeylerine etkisi. Doktora Tezi. Atatürk Üniversitesi Sağlık

Bilimleri Enstitüsü Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı,

Erzurum.

36