LİYAKAT AHLAKI, BİLİM VE KAPİTALİZM

14
1 Liyakat ahlakı, Bilim ve Kapitalizm “Başkalarının aklı ile bilge olmaktansa, kendi aklımla deli olmayı tercih ederim” Erasmus Birinci giriş: nereden nereye? Kapitalist bilim etiği Kapitalizm-Bilim ilişkisi üzerine tartışmalar belli başlı birkaç eksen üzerinden gelişim gösterdi. Bu eksenlerden ilki modernlik çözümlemeleri üzerinedir. Modern kapitalizm ile modern bilim arasındaki sosyolojik akrabalık birçok yorumcu için bir dizi fikir açıcı çağrışımı beraberinde getiriyordu. En sık vurgulanan ayrıntı modern olmaktan kaynaklanan ortak duyuş ve yapış biçimlerinin tek bir rasyonellik tarafından yönlendirildiği gerçeği yle ilgiliydi. Bu argüman setine göre Batılı toplumlar erken Rönesans’tan, yani 13.yüzyıldan beri yeni bir gerçeklik anlayışına doğru yol almaya başlamışlar, Reform, Rönesans, din savaşları, devrimler çağı ve sanayi devrimi gibi birbirini tamamlayan siyasal sosyolojik-sosyolojik dönüşümlerden sonra modern yaşamın ideal biçimine ulaşmışlardı. İçinde hatırı sayılır bir çeşitliliği barındıran modern yaşamın özneleri, aralarındaki tüm sınıfsal ve kültürel farklara rağmen aslında dünyaya ve o dünyadaki doğal ve beşeri olaylara tek bir özde kristalleşmiş hakim bir bakış açısıyla bakmayı öğrenmişlerdi. Bu bahsi geçen bakma-kavrama biçimi Bacon, Descartes ve Newton felsefeleri tarafından olgunlaştırılan kartezyen ideolojiydi. Kartezyen duyuş modern olan her şeyi kapsıyor, modern zamanları tek bir paradigma içinde bütünleştiriyordu. Kartezyen olmak gerçeği kavramada ve kavranılan bu gerçeği ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden şekillendirmede “öngörülebilirlik”, “kesinlik” ve “biçimsellik” gibi unsurları önemsemek anlamına geliyordu. Bu bağlamda modern insanın gerçekle ilişkisi iki biçimliydi: Birbiri yle eş zamanlı olarak gerçek hem keşfediliyor hem de icat ediliyordu. Keşif işinden daha çok bilim, icattan ise kapitalizm-bilim kompleksi sorumluydu. Bilim ile kapitalizm arasındaki bağlantı toplumdan ve doğadan elde edilen bilgilerin fayda getirecek icatlara dönüştürülmesi pratiği bakımından hayati derecede önemliydi. Bu bağlantı doğa-kapitalizm ilişkileri özelinde teknoloji, toplum-kapitalizm ilişkileri açısından ise sosyoloji tarafından yürütülmekteydi. Teknoloji-sosyoloji ikilisi toplumu ve doğayı nesneleştirerek meta üretimini destekliyordu. Teknolojinin görevi doğadan emek yoluyla daha çok meta elde etmenin uygun biçimlerini bulmaktı. Sosyoloji ise meta tüketimini destekleyecek istikrarlı bir toplumsal düzenin

Transcript of LİYAKAT AHLAKI, BİLİM VE KAPİTALİZM

1

Liyakat ahlakı, Bilim ve Kapitalizm

“Başkalarının aklı ile bilge olmaktansa, kendi aklımla deli olmayı tercih ederim”

Erasmus

Birinci giriş: nereden nereye?

Kapitalist bilim etiği

Kapitalizm-Bilim ilişkisi üzerine tartışmalar belli başlı birkaç eksen üzerinden gelişim gösterdi. Bu

eksenlerden ilki modernlik çözümlemeleri üzerinedir. Modern kapitalizm ile modern bilim

arasındaki sosyolojik akrabalık birçok yorumcu için bir dizi fikir açıcı çağrışımı beraberinde

getiriyordu. En sık vurgulanan ayrıntı modern olmaktan kaynaklanan ortak duyuş ve yapış

biçimlerinin tek bir rasyonellik tarafından yönlendirildiği gerçeğiyle ilgiliydi. Bu argüman setine

göre Batılı toplumlar erken Rönesans’tan, yani 13.yüzyıldan beri yeni bir gerçeklik anlayışına

doğru yol almaya başlamışlar, Reform, Rönesans, din savaşları, devrimler çağı ve sanayi devrimi

gibi birbirini tamamlayan siyasal sosyolojik-sosyolojik dönüşümlerden sonra modern yaşamın ideal

biçimine ulaşmışlardı. İçinde hatırı sayılır bir çeşitliliği barındıran modern yaşamın özneleri,

aralarındaki tüm sınıfsal ve kültürel farklara rağmen aslında dünyaya ve o dünyadaki doğal ve

beşeri olaylara tek bir özde kristalleşmiş hakim bir bakış açısıyla bakmayı öğrenmişlerdi. Bu bahsi

geçen bakma-kavrama biçimi Bacon, Descartes ve Newton felsefeleri tarafından olgunlaştırılan

kartezyen ideolojiydi. Kartezyen duyuş modern olan her şeyi kapsıyor, modern zamanları tek bir

paradigma içinde bütünleştiriyordu. Kartezyen olmak gerçeği kavramada ve kavranılan bu gerçeği

ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden şekillendirmede “öngörülebilirlik”, “kesinlik” ve “biçimsellik”

gibi unsurları önemsemek anlamına geliyordu. Bu bağlamda modern insanın gerçekle ilişkisi iki

biçimliydi: Birbiriyle eş zamanlı olarak gerçek hem keşfediliyor hem de icat ediliyordu. Keşif

işinden daha çok bilim, icattan ise kapitalizm-bilim kompleksi sorumluydu. Bilim ile kapitalizm

arasındaki bağlantı toplumdan ve doğadan elde edilen bilgilerin fayda getirecek icatlara

dönüştürülmesi pratiği bakımından hayati derecede önemliydi. Bu bağlantı doğa-kapitalizm

ilişkileri özelinde teknoloji, toplum-kapitalizm ilişkileri açısından ise sosyoloji tarafından

yürütülmekteydi. Teknoloji-sosyoloji ikilisi toplumu ve doğayı nesneleştirerek meta üretimini

destekliyordu. Teknolojinin görevi doğadan emek yoluyla daha çok meta elde etmenin uygun

biçimlerini bulmaktı. Sosyoloji ise meta tüketimini destekleyecek istikrarlı bir toplumsal düzenin

2

inşasına yardımcı olacaktı. Tüm bu süreçleri bir söylem seti içinde tutkallayan ve bilimi kapitalizme

kapitalizmi bilime bağlayan başlıca enstrümanlar ilerleme düşüncesi ve emek kavramıydı. Emek

ortaya çıkan değeri meşru hale getiriyor, ilerleme ise itirazları ideal bir gelecek adına susturup

kurtuluşa olan inancı tazeliyordu. Kurtuluş inancı modern kapitalizm ile modern bilim arasındaki

ilişkinin tinsel yönünü ifade ediyordu. Bilim insanlığı bilgisizlikten kurtaracağını, kapitalizm ise

bolluğa ulaştıracağını vaat ediyordu. Cehaletten kurtulmak ve bolluğa ulaşmak üzerine dile getirilen

idealler aslında tek bir üst ilkenin türevi gibiydi. Son kertede bilim de, kapitalizm de kendini

özgürlükle meşrulaştırmaktaydı.

Sosyalist bilim etiği

Bilim-kapitalizm ilişkisini kesinleyen ve önemli ölçüde Avrupa sosyal tarihindeki değişim-

dönüşümlerden etkilenen bu bildik hikaye Marksizmin ortaya çıkışı ile birlikte ilk önemli krizini

yaşadı. Marx ve izleyicileri ilke olarak ne bilime, ne kapitalizme, ne de aydınlanmaya karşıydı.

Marx kendi çözümlemelerini bilim katına çıkartmaktan kaçınmadı. Bilim kendine bilim diyen

etkinliğe tinsel bir tat veriyordu çünkü. Bilimsel olmak ek bir meşruluğa sahip olmak anlamına

geliyordu. Ayrıca Marksist anlayış kapitalizmin insanlığı ilerlettiği tezini de tümüyle yadsımadı.

İnsanlık kapitalizmin ötesine geçmeyi başarabilmeliydi. Ama böylesi bir adım ancak kapitalizmin

nasıl işlediği iyi bilinir ve bu bilgi üzerine tarihin gereğinde devrimci bir çaba eklenebilirse

mümkün olabilirdi. Diyalektik bir tamlıkta kapitalizmin ötesine giden yol kapitalistleşmeden

geçiyordu. Marksistler aklın özgürleşmesi ve toplumsal ilerleme gibi aydınlamacı beklentilere de

sonuna kadar sadıktılar. Peki tüm bu bağlılıklar ölçüsünde Marksizmi kapitalizm-bilim ilişkisi

bakımından devrimci kılan neydi?

Her şeyden önce meta fetişizmi, yabancılaşma, sömürü gibi kavramlaştırma biçimleri

aracılığıyla düzenin işleyişindeki aksaklıklar dile getirildi. Aksaklıkların dile getirilme biçimi

hegemonik kapitalist söylemi bir hayli yıprattı. Marksistler eşitlik, özgürlük ve ilerlemeye dair

liberal inancı paylaşıyor, aslında amaçlar bakımından bir liberalle aynı şeyi istiyorlardı. Ama

sistemin işleme biçiminin insanlığı özgürlüğe ve refaha götürmediğini, modern yaşamın

temelindeki idealler bakımından kapitalizmin ve kapitalist bilimin bariz bir şekilde yetersiz

kaldığını ileri sürüyorlardı. Yani sorun amaçlarda değil araçlardaydı. İnsanlık özgürlük ve bolluğa

ulaşma isteğinden vazgeçmemeli; bizi bu amaçlara götürmede yetersiz kalan sömürücü kapitalizm

eşitlikçi sosyalist toplum modeliyle, idealist-ideolojik bilimse tarihsel materyalist bir anlayışla yer

değiştirmeliydi. Sömürünün ortadan kalkması hem insanları kendini gerçekleştirme noktasında daha

özgür kılacak hem de bu yeni durum üretimi arttırarak insanlığı bolluğa bir adım daha

yaklaştıracaktı. Tabii bollukta en nihayetinde yine özgürlükçü çağrışımlar yapan bir istekti. Bolluğa

3

yaklaşmak yaşama baskısının hafiflemesi anlamında zorunlu kölelikten kurtulmayı ifade ediyordu.

Bilim de kendini yenilemeliydi. Kesin bilgiye tutkuyla yaklaşmak ve aklı kölelikten kurtarmanın

kınanası bir yanı yoktu. Ama kesin bilgi denilen şey o güne kadar söylendiği üzere yozlaştırıcı bir

idealizm içinde bulunamazdı. İnsan tarihi bir varlıktı. Gerçeği tarihin içinde aramak, ve kesin

bilginin ya da nesnel yasaların görecelikle çelişmediğini, hayatın kökeninde çelişkileri birleştiren ve

birlikleri çelişki ile parçalayan diyalektik bir ontolojinin olduğunu unutmamak gerekirdi.

Klasik kapitalizm-bilim ilişkisine yönelik Marksist saldırı nesnel bilgiye dayalı evrensel

yasaların kapitalizm ile olan birliğini sarstı. Ancak bu yıkım kapitalist ve aynı zamanda bilimsel

olan modern zihniyetin sosyalist ritüeller aracılığıyla devamı noktasında başarısız oldu. Reel

sosyalist tecrübe içinde kapitalizm bir tür devlet kapitalizmi olarak varlığını devam ettirdi. Nesnel

olana duyulan tutkulu inanç öncü parti, entelektüeller ve bürokratik elit özelinde bilgiyi iktidara

dönüştüren bir totalitarizmi beraberinde getirdi. Yanlış bilinç, yapay ihtiyaç gibi kuram içinde hatırı

sayılır öneme sahip kavramlaştırma biçimleri de totaliterleşen bilim iktidarını meşrulaştırmakta

kullanıldı. Sonuçta ortaya çıkan tablo dehşet vericiydi: Birçok sosyalist halkı yanlış bilinç içinde

yaşayan kendi gerçek çıkarına yabancılaşmış nesneler olarak görüyor ve onun devrimler yoluyla ve

gerekirse de ona karşı zor kullanılarak kurtarılması gerektiğini düşünüyordu. Kapitalizmi insanları

nesneleştirdiği için olumsuzlayan sosyalist düşünce kendi politik pratiği içinde kapitalizmle aynı

hatayı işlemiş, insanları kurtarılacak nesneler haline getirerek siyasal yabancılaşmayı ekonomik

yabacılaşma yerine ikame etmişti.

Post kapitalist bilim etiği

Tüm bu tartışmalar 20.yy’ın ikinci yarısından itibaren önemini yavaş yavaş yitirmeye başladı. Ama

daha öncesinde kapitalizm ve bilimin kendini meşrulaştırmakta kullandığı amaçlara başka araçlarla

ulaşma niyetindeki sosyalist muhalefet kapitalizmi ve kapitalist bilimi paradigma değişikliğine

zorladı. Kapitalist düşünce emek değer kuramından vazgeçti ve fayda değer anlayışı ile bundan

böyle tüm insanlık için özgürlük ve refah peşinde koşmayacağını, temel ekonomik politik doğrultu

olarak hazcı bireyciliği desteklediğini ilan etti. Kapitalizmin evrensel amaçlara yönelik güçlü

vurguyu terk ettiği dönemde eş zamanlı olarak hem doğa bilimleri hem de sosyal bilimler özelinde

görecelik ön plana çıkmaya başladı. Böylelikle kapitalizmin yeni rasyonelliği bilime de yansımış

oldu. Tümel düşünce yerine tekil düşünce, evrensellik yerine yerellik, diyalektik şablon yerine

nihilizm yükselen post modern bilincin temel bileşenleri oldu. Tanrı öldü söylemi ile başlayıp insan

öldü söylemi ile doruğa ulaşan bu anlayış belirsizliğe, belirsizlik riske, risk ise kapitalizme hizmet

ediyordu. Post modern koşullama altında artık hiç kimse kendinden emin değildi. Deneyim

haritaları parçalanmış; normal ile anormal birbirinden ayırt edilemez hale gelmişti. Dahası post

4

modern epistemoloji siyasetin alanını iyice daraltmış durumdaydı. Bulduğumuz şeyin aradığımız

şey olduğunu ispatlayacak olanaklardan yoksunduk artık. Bu dehşet verici belirsizlik hali

bilimcilerin ya da daha genel bir bağlamda aslında tek tek bütün bireylerin ortak bir sonuca

ulaşmasını engelleyen epistemolojik bir sete dönüşmüş durumdaydı. Bu bağlamda rahatlıkla

denilebilir ki post bilim ile post kapitalizm meta çeşitliliğini destekleyen fark rasyonelliği üzerinde

gizli bir anlaşmaya varmış gibidir. Böylesi bir paradigma altında bilim insanından beklenen ise yapı

kurmaktan çok yapıları bozarak dünyayı daha da anlaşılmaz bir yer haline getirmekten ibaretti.

İkinci giriş: içeriden bir bakış

Kapitalist, sosyalist ve post-kapitalist tartışma eksenleri bilim-kapitalizm ilişkisini çözümlerken

dikkate almamız gereken tarihsel durakları ifade ediyor. Bu duraklar yalnızca bilim tarihinin son

birkaç asırlık serüvenindeki epistemolojik kırılmaları değil, aynı zamanda farklı toplumsal çıkarlar

ve farklı siyasal beklentileri de karakterize eder. Sonuçta her bir bilim etiği birer ideoloji yatağına

ve tabii ki dünyayı okuma kılavuzuna karşılık gelir. Dolayısıyla bilim-kapitalizm ilişkisi üzerine

konuşurken bu durakların farkında olarak çözümleme yapmak son derece öğreticidir. Ancak bu

söylem setine haddinden fazla değer vermek ve bilim-kapitalizm ilişkisini değişen rasyonellikler

özelinde açıklamaya çalışmak kapitalist zihniyetin bilim içinde hangi enstrümanlar aracılığıyla/nasıl

üretildiği noktasında bize içerden bilgi vermeyi engellemektedir. Kapitalizm ile bilim hep beraber

yaşadı. Böylesi bir kader ortaklığı bilimde ne tür bir yozlaşmaya yol açtı? Bilim etkinliği uzun

serüveni içinde kapitalizmin hangi öğelerini içselleştirdi? Bilim insanı olmanın gereğinde yapılan

edimlerin kapitalist kurumlarla gizli/açık şekilde bir ilgisi olabilir mi? Bilim kuramcılarının

kendilerini zor durumda bırakma pahasına bu tür sorularla hesaplaşması ve bilim-kapitalizm

ilişkisini birinci giriş bölümünde bizim belli başlı yönlerini özetlediğimiz üzere dışsal bir mesele

olarak tartışmaktan vazgeçmesi ve içe dönük alternatif bir eleştiri seti geliştirmesi gerekir.

Bu makalede bilim ile kapitalizm arasındaki ilişkinin bir dizi yapısal unsur tarafından

desteklendiği ve bilimin kapitalizm tarafından koşullanmasının sistemin kendi iç dinamiklerini

önemli ölçüde belirlediği tezleri üzerinde durulacaktır. Tartışmamızın merkezinde ise, “alıntı

yapmak” olgusu ve genel olarak alıntı özelinde yetkinleşmiş referans sistemi gerçeği vardır.

Referans sisteminin emek değerci bir özel mülkiyet savunusu olduğu, bu savununun yine kapitalist

çağrışımlar yapan liyakat ahlakına temel sağladığı ve sonuçta referans ve liyakat üzerine kurulu

bilim prosedürünün zorunlu olarak bilgiyi iktidarlaştığı tezleri dile getirilecektir. Tartışmaların

nihayetinde ise, kapitalizm-bilim ilişkisini dışsal bir düzenek özelinde açıklayan bilim felsefesi-

bilim sosyolojisi edebiyatına alternatif olabilecek daha içten bir soruşturmanın yolu açılmaya

çalışılacaktır.

5

Peki, böyle bir soruşturmanın yapılmasından kazancımız ne olacaktır? Her şeyden önce

bilim ile kapitalizm arasında şu ana kadar deşifre edilmiş ilişki türlerinden farklı bir bağlantının en

başından beri bulunduğu şüphesi bizi kendimizi sorgulamaya itecektir. Bilim yapma prosedürlerinin

liyakat ahlakı yoluyla özel mülkiyetçi zihniyeti beslediği tezi bizim makaleler ve kitaplar basıp

konferanslar vererek kapitalizme nasıl ve ne ölçüde yardım ettiğimiz gerçeğini gözler önüne

serecektir. Ama daha da önemlisi bu makale içinde savunulacak argüman seti bilim insanlarının

içinde kökleşmiş özel mülkiyetçi anlayışı bir ölçüde de olsa ortaya çıkaracaktır. Tabii böylesi bir

keşif bizi başka bir sorunun kıyısına kadar götürür. Alıntı yapmak ile başlayan sürecin

muhafazakarlık ve liyakat ahlakı ile sonuçlandığı gerçeği bilim insanlarının gözünden nasıl

kaçabilmiştir? Yoksa bilim yapma etkinliği en başından beri onu yapan kişilere özel mülkiyet

karşısında anlamlı bir körlük mü kazandırmaktadır? Yoksa bilim yapa yapa kapitalizme karşı

bağışıklık mı kazandık?

Referans sistemi

Alıntı-özel mülkiyet ilişkisi

Alıntı oldukça mahrem bir şey olarak ortaya çıkar bilimsel sürecinin en başında. Ama referans

kişiyi (bilim insanını) kamuya bağlayan bir unsurdur aynı zamanda. Bilim adamı, bilim dünyası ve

insanlık arasındaki iletişim referansa dayanan anlamlandırma sistemi aracılığıyla sağlanır. Bilimi

insanlığa bağlayan temel mekanizma olarak referans sistemi doğrudan doğruya kapitalizmin

rasyonellik anlayışını temsil eder.

Bu bahsi geçen genel iddia bir dizi alt önerme ile açılabilir. Her şeyden önce referans sistemi

özel mülkiyetçi bir hak anlayışından meşruluğunu alır. Bir makaleye ya da bir kitaba alıntı

verdiğimiz ya da bizim eserlerimiz başka çalışmalarda alıntıya konu olduğunda aslında özel

mülkiyetin en önemli unsurunu (bir nesnenin ancak bir kişiye ait olduğu, nesnelerin aynı anda

herkese ait olamayacağını) kabul etmiş oluruz. Bir esere alıntı yapmak açıkça o eserin yazarının

çalışmanın sahibi olduğunu ve zımnen de eserin herkesçe sahiplenemeyeceğini benimsemek

anlamına gelir. Bu haliyle referans özel mülkiyetçi düşüncenin onanması ve ortak mülkiyetin

yadsınması pratiğini destekler.

Referans her bilginin özünde bir tek kişinin sahipliğinde olduğunu, bilim adamının hem

kendi yarattığı hem de başkalarınca üretilen bilgiye bakışında bu temel gerçeğe göre hareket etmesi

gerektiğini hatırlatır. Özel mülkiyetçi bilim anlayışı referans vermeden bilgi kullanımına karşı

piyasa ahlakının gereğinde denetim mekanizmalarını işletmekten de çekinmez. Çünkü bu hakim

bakış açısına göre referans vermemek hırsızlıktır. Diğer mülkiyet hakkı kavramlaştırmalarında

6

olduğu üzere özel mülkiyeti tanımayan zihniyetin ahlaken kınanası nitelikte bir şey yapmış olduğu

tezi işlenir. Tabii bu tez aslında özel mülkiyete karşı işlenen suçun değil de, özel mülkiyetin suç

olduğu, özel mülkiyeti tanımayanın değil de, özel mülkiyeti onayanın hırsızlıkla suçlanması

gerektiği üzerine geliştirilebilecek daha derin bir okumanın olası sonuçlarına kapalıdır. Bir düşünce

ya da bir bilgiden bahsederken özel olarak o düşünceyle birlikte birilerin adını neden anmamız

gerektiği sorusu her bilim insanının öncelikle hesaplaşması gereken bir meseledir. Kanımca referans

verme alışkanlığın ardında sonuçları ve nedenleri itibariyle oldukça sorunlu bir ruh hali vardır. Bu

ruh hali üzerinde ayrıntılı bir şekilde durmadan önce genel iddiamızı yeniden formüle edebiliriz:

Referans sistemi hem emeğin değerinin korunmasını önemsemesi bakımından emek değerci hem de

bu değerden elde edilecek faydanın denetime konu olması bakımından fayda değerci bir anlayışı

ifade eder. Bu haliyle kapitalizmi bilimde devam ettirir; bilgiyi özel mülkiyetçi hassasiyetler

doğrultusunda özeleştirir ve mülkleştirir.

Alıntı-kavramsal ampirizm ilişkisi

Bilim insanı olmanın gereğinde alıntılar aracılığıyla düşüncelerini ortaya koyan kişi bu hareketi ile

bir ruh çağırma ayininin kapısını da aralamış olur. Başkalarının aklıyla konuşmak alışkanlığında ise

bir benzerine ilkel insanın olaylar karşısındaki tavır alış biçiminde rastladığımız üzere belli belirsiz

bir güçsüzlük hali vardır. Bir ilkel (ilkel insan) sorunla karşılaştığında dedelerinin, geçmişte

yaşamış atalarının ya da kurdun, ayının, üyesi olduğu klanın toteminin ruhuna yalvarırmış. İlkelin

sorun karşısında yaptığı şey, o sorunun kendi aklından daha büyük olduğunu kabul ederek ruh

çağırmaktan ibarettir. Bu bağlamda tarlasına düşün şimşek barakasını yaktığı için atalarının ruhunu

çağıran zihniyet ile bir bilimsel eserde argümanlarını kanıtlamak için Foucault'tan, Freud’dan ya da

Marx’tan alıntı yapan zihniyet arasında ciddi bir koşutluk vardır. Alıntı pratiği epistemolojik özü

itibariyle bir ruh çağırma eylemi gibi iş görür. Kişinin tanıtlamaya konu olan sorunla kendi

olanakları aracılığıyla baş edemediğini, bir anlamda o mesele karşısında güçsüz olduğunu kabul

etmesidir alıntı yapmak. Aslında bir ruh çağırma eylemine karşılık gelen ve kişiye tinsel-dinsel haz

veren referans, epistemolojik açıdan ise ampirizmi çağrıştırır. Her referans aslında rasyonalizm

karşısında ampirizme verilen bir tavizdir. Bilginin akıldan türemediği, dışarıdan elde edildiği

üzerine bir ön varsayım ile ancak yapılan alıntı meşru hale gelir. Tabii böyle bir şeyi

varsaydığımızda bilim yapma etkinliğini ciddi ölçüde krize sokacak bir sürecin kapısını da aralamış

oluruz.

Alıntı yaratıcı bilimsel etkinliğini birkaç nedenden dolayı olanaksız hale getirir. Öncelikle

alıntı yapmayı önemseyerek ulaşılması beklenen sonucun etik geçerliliği bir yana, alıntı aracılığıyla

öylesi bir sonuca ulaşmanın olanaksız olduğu iddia edilebilir. Referans sistemi metodolojik açıdan

7

başarısız olmaya mahkum bir tarzı içinde barındırır. Referans bizden önce söylenmiş olanları bizim

söylediklerimizden ayırt etmeyi amaçlayan bir yöntem ayracıdır. Ancak söylediğimiz bir şeyin

bizden önce söylenip söylenmediğini kanıtlamak olanaksızdır. Hiçbir kişi bilim insanı olsun ya da

olmasın, bir konuşmaya ya da bir yazıya başlamadan önce ifade etmek istediklerinin bir başkası

tarafından daha önce dile getirilip getirilmediğini tümüyle kontrol edemez. İnsanlık tarihinin en

başından beri söylenen ve daha sonra da yazılan şeylerin bir kopyası ortak bir dünya hafızasında

tutulmamaktadır çünkü. Ayrıca böyle bir varsayımsal bilgi bankası olsa, olduğu bir an için hayal

edilse dahi, söylediklerinizi söylemeye başlamadan önce onların daha önce söylenip söylenmediğini

bulmak için zaman ve çaba ayırmak oldukça yıpratıcı olacaktır. Bugün dahi büyük sıkıntılarla

işleyen referans sistemi kişiye benzer güçlükler çıkarır. Düşüncelerimize destek bulmak için kaynak

taraması yaparken oldukça fazla zaman kaybederiz. Bu bağlamda söylenebilir ki, referans sistemi

bir tür “mış” gibi davranma modelidir. Bilim etiğinin gereğinde yeni bir şey bulmak zorunda olan,

ama maddi kısıtları nedeniyle bulduğunun aslında yeni olup olmadığını bir türlü kanıtlayamayan

bilim insanı bir göstermelik/görünüşte çaba ile kendini ve bilim camiasını kandırır. Elindeki verileri

olanakları ölçüsünde çevredeki verilerle karşılaştırarak ya da karşılaştırıyormuş gibi yaparak

üzerindeki sorumluluktan kurtulmaya çalışır.

Özgün olma ihtiyacı ile özgün olanı öyle olmayandan ayırt etme ihtiyacı arasındaki

varoluşsal gerilim akademisyeni kavram üretme gibi oldukça yozlaştırıcı bir alışkanlığa doğru

sürükler. Bilim dilinin halk dilinden bu denli uzaklaşması ve bu sürecin sonunda bilimsel bir metnin

dışarıdakiler için anlaşılmaz hale gelmesi önemli ölçüde kavramlara dayalı iletişim etiğinden

kaynaklanmaktadır. Bugün itibariyle geldiğimiz noktada kavramlar çoğu kez yeni bir düşünceyi ya

da ilişkiler ağını ifade etmez. Kavram yaratan kişi aslında içi boş formlar icat ederek kendisine

yönelmiş entelektüel ilgiyi bertaraf etmeye çalışır. Kavram icat etme ve kavramları yine kavramlar

cinsinden açıklama alışkanlığı bir süre sonra o etkinliği ya da bilimi dünyaya kavramlar aracılığıyla

bakmaya çalışan, gerçeği kavramların içine sokmaya uğraşan bir kaba idealizme doğru sürükler.

Dahası kavramcılık bir tür adcılık biçimi olarak içe kapanmayı kolaylaştırır ve epistemolojik

muhafazakarlığa yol açar.

Alıntı yapmaya dair sürecin bir diğer sıkıntısı analitik-eleştirel zeka üzerindeki karartıcı

etkisidir. Alıntı yapmak boş bir odaya eşya koymak gibidir. Odanın daha alıntı yapılmadan önceki

ilk halinde kişi kendi zihnini istediği gibi kullanabilir. Ancak her yeni eşya eklentisi hareket

edilecek alanı daraltır. Alıntı yapmada aşırıya kaçarak özgür/özgün düşünceyi tümüyle ortadan

kaldırmak da mümkündür. Bu bağlamda entelektüel piyasada yazarının içinde esaslı bir katkısı

olmayan, sadece bir literatür derlemesi, bir kolajdan ibaret olan sayısızca eser vardır. Başkalarının

düşüncelerine haddinden fazla değer vermek kendi düşüncelerimizi toparlamamamızı

engelleyebilir. Ama sorun yalnızca diğerlerinin görüşlerine kendi görüşlerimizi karartma pahasına

8

önem vermemiz ile sınırlı değildir. Referans sistemi düşüncelerin onları dile getiren kişilerden

bağımsız olarak incelenmesini olanaksız hale getirir. Kişisel olarak sempati ya da antipati

duyduğumuz ya da şahsen tanıdığımız yazarların eserlerine kaçınılmaz bir şekilde ön yargı ile

yaklaşırız. Alıntı düşüncenin sahibini deşifre ederek önermelerinin gerçek değerinin onları dile

getiren kişilerinin değerinden bağımsız olarak ortaya çıkmasına engel olur. Tabii alıntı bu son

tartışma bağlamında yalnızca bilim adamlarının önerme setlerine tarafsız bir şekilde ulaşmasını

engellemez, aynı zamanda özellikle genç akademisyenlerin akademi içinde yükselişlerini ciddi

ölçüde geciktirir. Konferans değerlendirme jürilerinde ya da dergi yayın kurullarında genelde belli

isimler, o isimler adına yapılan çalışmanın niteliğine bakılmaksınız ön plana çıkar. Özellikle kendi

alanında belli bir kariyere sahip orta yaşlı ve yaşlı bilim insanları bu kayırmadan bolca nasiplenirler.

Geriye kalan tanınmamış isimlerden oluşmuş büyük kalabalık içinse liyakat kriterleri işletilir. Bu

kıyıcı-kayırmacı değerlendirme sürecinin sonunda ise birçok görüş, kanı, eleştiri veya yargı kamuya

çıkma şansından mahrum bırakılır. Tabii Türkiye gibi gelişmekte olan bilim camialarında alıntı

yapma eylemi yukarıda dile getirilen sorundan daha da yozlaştırıcı bir şekilde de kullanılabilir.

Alıntı yalnızca kişi-düşünce bağlantısına yol açarak düşüncelerin kişisel olmayan bir şekilde

değerlendirilmesine yol açmaz. Yozlaştırıcı etki daha da geneldir. Birçok bilim insanı referans

sayesinde toplumdaki verili güç ilişkilerini bilimsel çalışmasına yansıtır. Örneğin genellikle bir

konuyu Batılı kaynaklara, özellikle de belli bir yabancı dille, İngilizce ile yazılmış kaynaklar

bağlamında tartışan bir çalışma, yerli kaynaklara daha çok atıfta bulunan bir başka çalışmadan daha

değerli görülür. Batılı kaynaklara atıfta bulunmayı aşırı ölçüde önemsemek merkez-çevreci

bağımlılık ilişkileri bağlamında merkezde yapılan bilime çevrede yapılan bilim üzerinde hegemon

bir konum verme anlamına gelecektir. Sonuçta denilebilir ki referans analitik ya da entelektüel

değerden bağımsız bir algıda seçiciliğe, böylesi bir tavır alışta yozlaştırıcı bir bilim etiğine yol açar.

Alıntı-muhafazakarlık ilişkisi

Referans sistemi ile ilgili bir diğer sorun böylesi bir bilim yapma stilinin aynı zamanda bilimde

muhafazakarlığın yolunu da açmış olması gerçeğinde saklıdır. Bilimin muhafazakarlaşması

olgusuna referansçı pratiğin katkısı iki biçimde formüle edilebilir. 1) Referans bilgiyi ve bilen

insanı iktidar haline getirir. Bu bağlamda referans sistemi bilimde sıra düzenci bir örgütlenmenin

kurulmasını kolaylaştırır. 2) Alıntı sürekli bir biçimde geçmişe doğru yapıldığından, bugünün ve

bugün aracılığıyla geleceğin bilimi üzerinde geçmiş geleneklerin hakimiyeti söz konusu olur.

Alıntının bilginin iktidarına verdiği destek daha çok referansın işlevi ile ilgilidir. Yazıda kişi

kendini saklar. Zorunlu olmadıkça birinci tekil şahıs olarak konuşmaz. Çünkü her yazı o yazıyı

yazan tek bir kişi olsa dahi, içinde birçok kişiyi barınındır. Referans yaptıkça makale kalabalıklaşır.

9

Sağdan soldan, geçmişten bugünden yazınıza davet ettiğiniz kişiler sizinle birlikte yazıda yer alırlar.

Peki yazar neden böyle bir yolu tercih eder? Kendi yazısına kendisi dışındaki kişileri de davet

ederek yazıyı kendine ait olmaktan neden çıkarır? Kanımca referans bilimsel hiyerarşinin üst

katlarında bulunan kimselere mesaj vermenin, bir anlamda haddini bilmenin simgesel değeri olan

bir yoludur. Referans ile kişi kendi yazısını (mülkünü) başkalarıyla paylaşır. Verdiği bu ödün

karşısında ise eseri bilim cemaati tarafından onanır ve bilimsel sıra düzen içinde kendisine uygun

bir yer verilir. Bu ilişkiye tersten bakıldığında ise referans vermemek haddini bilmemek anlamına

gelir. Referans vermeyen yazar bilimsel olmamakla itham edilir ve bilim dünyasından dışlanır. Bir

tür kısaltmadır referans, daha büyük bir dünyaya atıfta bulunursun referans vererek. Bu bahsi geçen

büyük dünya çoğu kez içinde bilim iktidarın palazlandığı bir cemaatimsi ilişkiler ağına karşılık

gelir. Belli bir alanda otorite olan bilimsel bilgiyi otoritenin bilgisi olarak tanımlayan geniş bir

kesim oluşmuştur. Bu kesim referans düzeninden gücünü alır. Referans vererek iktidara onun

karşısında değil yanında olduğumuzu anlatmak isteriz. Referans vermeyi kabullenen kişi bilimsel

olan ile bilimsel olmayan arasındaki tartışmalı metodolojik ayrımı ve tabii ki bilimsellik adına kendi

özgür iradesi üzerinde diğer bilim adamlarının denetim hakkını da kabul etmiş olur. Tabii bu son

anlamda referans profesyonelce bir hesap kitap işi ve aynı zamanda masumiyetinin de yitimidir.

Referans yaparak başladığımız kavramsal yolculuk bizi muhafazakar bir bilim ahlakının

kıyısına kadar götürür. Ancak bilim ahlakından bahsederken tekrar başladığımız yere referans

yapma pratiğine geri döneriz. Çünkü daha sonra liyakat kuralları özelinde ayrıntılı bir şekilde

eleştireceğimiz üzere bilim etiği bilimi muhafazakarlaştıran karartıcı bir ideolojiyi beraberinde

getirir. Böylelikle bilimi meşru kılan eleştirel akılda yerini kuru bir biçimsel akla bırakır. Bilimin

rahatsız edici, ezber bozucu bir etkinlik olmaktan çıkarak uyumu kolaylaştıran tamamlayıcı bir

geleneğe dönüşmesinde referansın hayati bir işlevi vardır. Referans yapma alışkanlığı kişiyi sürekli

olarak belli bir yönde davranmaya zorlar. Aslında referans pratiği özü itibariyle düşüncelerin,

yargıların geçmişte yaşamış kişilerin düşünceleri ile desteklemesi gibi bir amaca yöneliktir.

Referansla makale yazmak görüşlerini senden önce yazılanları dikkate alarak, onlara kendi duruşun

karşısında ayrıcalıklı bir yer vererek kamuya açıklamak demektir. Tüm referanslar geçmişe dönük

olduğu ve geleceğe hiçbir şekilde referans yapılmadığı için geçmiş epistemolojik-ontolojik anlamda

bir üst gerçeklik düzeyine yükselir. Yargılarına bilimin geçmişinden dayanak arayan yazar zamanla

bu geçmişin epistemolojik üstünlüğünü kabul eder hale gelir. Referans arttıkça özgünlük azalır;

yeni şeyleri ortaya koyabilme potansiyeli ortadan kalkar. Bu durum aynı zamanda aklın özgürlüğü

anlamında bilimin yaratıcı ruhunun da ölümüdür.

10

Liyakat ahlakı

Referans sistemi kapitalist liyakat ahlakının bilimsel işleyiş içinde ön plana çıkmasına yardımcı

olarak kapitalizm ile bilim arasındaki ilişkiyi etik politik anlamda tamamlar. Referans rejimi

kapitalist bilime hem liyakate dayanan fayda-maliyetçi pratiğinin işlemesi için teknik destek sağlar

hem de daha genel bir bağlamda kaynak tahsisi üzerinden güç eşitsizliğini bilim içinde

meşrulaştırır. Bu anlamda alıntı liyakat sistemi için atılmış bir adımdır. Böylesi bir ilk adım

olmaksızın liyakat ile sonuçlanacak zincirleme ilişkiler ağı kurulamaz.

İktidar olarak bilgi anlayışına yönelik teknik bilimlerde teknolojinin sağladığı meşrulaştırma

işlevini sosyal bilimlerde referans sistemi üstlenir. Referans hem bilgiyi teknikleştirir, bilginin belli

bir standart (biçim) olarak akılda kalmasını sağlar, hem de bilgiyi hesaplanabilir hale getirerek

fayda-maliyetçi rasyonelliğe yardımcı olur. Referansa konu olan her bir makale aynı zamanda eser

sahibi bilim insanı için yeni bir faydaya karşılık geldiğinden bilimde yükselmenin ancak daha çok

fayda toplayarak mümkün olabileceği gibi çarpık bir faydacı sonuç genel bilim etiği haline gelir. Bu

bağlamda öğretim üyelerinin yükseltilmesinde esas alınan puantaj sistemi araçsal rasyonellik

temelinde işleyen bir ussallık mekanizmasıdır. Bahsi geçen mekanizma kimin ne yaptığını kayıt

altına alan bir genel muhasebe sistemi gibi işler. Bilgiyi kayıt altına alan referans sistemi böylelikle

bilim adamları için bir genel geçer kontrol sistemine dönüşür. Her bir yeni referans bilim insanları

üzerindeki denetime yeni bir katkıdır. Bilginin iktidara dönüşmesi ya da iktidarın bilgi üzerinden

bilimi ve insanlığı kontrol etmesi olgusu referans sistemi sayesinde mümkün olur. Referans ise daha

büyük bir koordinat düzeninin, liyakat ahlakının kıyısına kadar götürür bizleri. Özel mülkiyetçi

referans uygulaması kişilerin birbirlerine göre değerlendirileceği (değer kazandığı) bir genel

karşılaştırma rejimine, böylesi bir rejimde layık olanı başarılı olana indirgeyen bir ahlak biçimine

yol açar.

Liyakat ahlakı kapitalist sistemin kendini meşrulaştırdığı üst yapısal bir söylem setini ifade

eder. Bilim de kapitalist dünyanın bu kendine özgü ahlak modelini içselleştirmiş durumdadır.

Liyakat ahlakı sayesinde kapitalizmin tekelci ve rekabetçi yönleri bilim aynasına yansır. Liyakatçi

rejim üniversiteler arasında ve öğretim üyelerinin kendi arasındaki yarışı destekler. Ama aynı

zamanda üniversitelerin yaşlı profesörlerin gözetiminde bir tür kast sistemi aracılığıyla

yönetilmesinin de yolunu açar. Bu sistem birçok başka işlevinin yanında öğretim üyeleri emek

piyasasına girişi de kontrol eder. Böylelikle bilim adamları cemaati dış dünyaya kapanır. Sistem içi

iletişim sorunu ise halkın anlamadığı bir bilim dili yaratılarak çözülür.

11

Sonuç yerine

Bu makalede yerleşik kabuller ile çelişen bir iddia dile getirildi. Referans sisteminin özel mülkiyetçi

bir pratik olduğu ve alıntı yaparak muhafazakar bilim etiğine hizmet edildiği vurgulandı. Böylesi

bir savı bu denli radikal yapan asıl unsur ise argüman setinin içeriğinden çok, formüle ediliş

biçimindeki kapsayıcılıktan kaynaklanmaktaydı. Kapitalizm ile bilim arasındaki ilişkiye itiraz eden

kesimler ortaya koydukları tartışmaları belli birkaç eksen üzerinden yürütmekteler. Kapitalizm-

bilim ilişkisine genellikle ideolojik-metodolojik nedenlere ya da ekonomik-ideolojik nedenlere

bağlı kalarak itirazlar yapılmaktadır. İlk grupta yer alan eleştirilerde bilimin devlete ve piyasaya

haddinden fazla yakın olduğu ve bu yakınlığın doğal sonucu olarak bilgi üretme etkinliğinin

toplumdaki halihazırda var olan iktidar odaklarını meşrulaştırmaktan başka bir işe yaramadığı

vurgulanır. Bu bağlamda özelikle olguculuğa yönelik eleştiriler ve yeni bilim yöntemi tartışmaları

oldukça dikkat çekicidir. İkinci tür eleştiri biçimi ise daha çok bilim-eğitim etkinliği özelinde bir

dizi kapitalizm karşıtı soruşturmanın sonuçlarını içermektedir. Bugün geldiğimiz noktada öğrenciler

ve diğer bilgi kullanıcıları müşteri, bilim adamları tüccar, bilgi de meta haline gelmiş durumdadır.

Kamusal ruhun çözülüşüne paralel bir şekilde üniversiteler yozlaştırıcı niteliği ağır basan bir

işletme zihniyetine teslim oldular. Patent tartışmaları, özel üniversiteler, paralı eğitim, öğrenci

harçları, teknoparklar bilim eğitiminin gündeminde bugün itibariyle daha ağırlıklı bir yeri işgal

ediyor. Bu bağlamda özgür eleştirel düşünce temelinde sosyal bilim hem bilginin hem de paranın

iktidarının kıskacı altındadır.

Böylesi bir tonda kurgulanan kapitalizm-bilim ve kapitalizm-pozitivizm ilişkisi üzerine

eleştirilere önemli ölçüde katılmakla beraber, bu tür bir ele alış tarzının bizi derinlemesine bir bilim-

kapitalizm ilişkisi çözümlemesinden uzak tutacağı kanaatindeyim. Çünkü bilimin kapitalizme

fazlasıyla yakınlaştığından dert yananlar ya da olguculuk üzerinden bilim iktidarı eleştirisi yapanlar

genelde sorunu kendileri dışında bir yerde tartışmaktalar. Oysa kapitalist bilim olguculuğa ve

işletmeci zihniyete göre daha derin ve daha incelikli enstrümanlar aracılığıyla varlığını devam

ettiriyor. Tabii ki böylesi bir süreçte kapitalizme ve kapitalist bilime karşı olanların da önemli

ölçüde payı var. Özel mülkiyet ve muhafazakarlık bağlamlarında ve tabii ki referans sistemi

özelinde burada yapılmaya çalışılan çözümleme kapitalist bilime karşı olanların bilimin

kapitalistleşmesine olan katkılarını deşifre etmesi açısından oldukça önemlidir.

Bu makalede esas olarak kapitalizmin-bilim ilişkisi liyakat ahlakı çerçevesinde

değerlendirilmiştir. Alıntılara konu olarak ve alıntı yaparak referans piyasasına katkıda bulunuruz.

Kendi emeğimizi özel mülkiyetçi-emek değerci bir hırsla koruruz. Makalelerin üzerine adımızın

yazılması hoşumuza gider. Yine benzeri bir şekilde oda arkadaşımızdan daha fazla puan

toplayabildiğimiz için belli belirsiz bir gurur duygusuna kapılırız. Sahip olmak bize güç verir. Sahip

12

olanlar ile olmayanlar arasındaki farkın kendisi de. Tabii özel mülkiyetçi bilim anlayışının

davranışlarımızda yarattığı tahribat bu kadarla sınırlı değildir. Referans sistemi sayesinde güç

hiyerarşisine karşı olan insani bağışıklığımızı önemli ölçüde yitirir, sıra düzenci ilişkileri daha bir

doğal görmeye başlarız. Hiyerarşiye olan sadakat bilim adamlarını düşüncelerini açıklarken

haddinden fazla dikkatli olmaya zorlar. Hatta çoğu kez kendi düşüncelerini bile açıklamaz bilim

insanı; ismine ve ününe itiraz edilmeyecek kişilerden alıntılarla dengeli bir ton tutturmayı yeterli

görür eserinde. Tüm bu süreçlerin sonunda vardığımız yer ise, yaratıcı zekadan uzak bir şekilde

kaleme alınmış, hemen hemen hiç kimsenin okumadığı minyonlarca yayından oluşan şık bir

yığındır. Bu bağlamda kadim bilgeliğe kulak vermeli ve “başkaların aklıyla bilge olmaktansa, kendi

aklımızla deli olmayı tercih etmeliyiz”. Önemli olan kendi olmaktır çünkü.

Peki, bu kendi gibi olmak çözümü nasıl formüle edilebilir? Öncelikle kişisel bir dram var bu

çalışmada. Ona değinmek gerekir. Yazar bu yazıyı kaleme alarak ve altına imza atmış bir şekilde

bir dergiye yayımlanmak üzere göndererek kendi tezini yanlışlıyor, bir anlamda kendine ihanet

ediyor. Ne yazık ki bilimde liyakat sistemine karşı çıkan bu çalışmada liyakati ölçen o bildik

değerlendirme süreçlerine dahil olacak. Derginin hakemleri metnin akademik açıdan yeterli olup

olmadığına karar verecek. Yeterli değilse burada dile getirilen tezlerin kamuya ulaşmasının yolu

kesilecek. Yeterli görülürse derginin sayılarından birinde yazarın adıyla yayımlanacak. Bu yayımı

takip eden süreçte ise büyük ihtimalle başka bir makalenin dipnotlarında Liyakat Ahlakı, Bilim,

Kapitalizm makalesinin adına ya da burada dile getirilen görüşlerden biri ya da bir kaçına

rastlayacağız. Bilimde ölçmeye karşı çıkan bir yazının bile ölçülmesi katılımcıları olarak

deneyimlediğimiz bilimsel etkinliğin yapısal sınırlarını ortaya koymaktadır.

Kendi olmanın ne anlama geldiği sorunsalına geri dönersek şöyle bir açıklama yapmak

yerinde olur sanırım. Kapitalizm insanı biçimselleştirir. Kapitalizmi besleyen ve ondan beslenen

bilimde bilim insanlarını biçimselleştiriyor. Aslında bu metin içerisinde yapmaya çalıştığımız şey

birazda bu biçimselliğin yarattığı tahribatın gözler önüne serilmesi üzerineydi. Peki bu

standartlaşma baskısına karşı ne tür bir öneri savunuldu? Önceden öngörülebilir bir şekilde

davranmaya alışmış, bu bağlamda kendisi farkında olmasa dahi öznelliğini yitirerek nesneleşen

birey yerine yaratıcı birey ön plana çıkmalıydı. En basit anlatımla yaratıcı bilim insanı sürekli

olarak kendi farkını ortaya koyan, bilimsel hiyerarşi gibi otorite üreten mekanizmalara karşı

konuştuğu ya da yazdığı zaman/yazdığı oranda insanları şaşırtan, onlarda mutluluk ya da kızgınlık

cinsinden duygusal tepkimelere neden olan kişiydi. Tabii bu özlemi dile getirirken tezin kötüye

kullanımlarına karşı dikkatli olmalıyız. Teknisyen haline gelmiş ya da memurlaşmış bilim

insanlarına karşı yaratıcılık vurgulandı. Ama bu vurgu bir deha savunusu olarak algılanmamalıdır.

Çünkü şiddetle karşı çıktığımız ve bilimde kendini devam ettirdiğini varsaydığımız kapitalizm

dehayı kutsama eğilimdedir. Dilini dışarıya çıkarmış Einstein imgesi bilim cemaati için bir rol

13

modeli gibi iş görür. Çünkü kapitalist bilimin bizleri inandırmaya çalıştığı üzere deha bilimsel

hiyerarşinin en tepesinde bulunan kişidir. Deha imgesi bir anlamda hepsi köle olan bilim insanlarını

kandırmada kullanılan bir özgürlük vaadidir. Kapitalist bilim bilim adamlarını daha fazla çalışmaya

ve daha fazla yaratıcı olmaya zorlar. Böylelikle hiyerarşide bir üst basamağa geçilebileceği söylenir.

Bilim adamı yazdığı kitapların ve makalelerin her üniversitede ya da her türlü diğer bilimsel

çalışma ortamlarında büyük beğeni kazanacağını umar. Bu hayal ondaki bilimsel motivasyonun

temel katalizör gücüdür. Ama bu hayal aynı zamanda fakirlere çok çalışırlarsa bir gün zengin olup

yaşadıkları kötü koşullardan kurtulacaklarını vadeden kapitalizmin sömürücü mantığının da devamı

niteliğidir.

Biz yaratıcı bilime atıfta bulunurken kafasına düşen elma sayesinde yerçekimi yasasını

keşfeden dehalara öykünmüyoruz. Çünkü bu tür bir öykünmenin fakirleri zengin olma düşüyle

kandıran kapitalist sisteme hizmet etmek olduğu kanısındayız. Altı çizilen nokta sadece bizi sürekli

olarak daha iyi olmaya zorlayan liyakat ahlakına karşı, yerimizde sayma, hatta gerileme, gerekirse

bir şey yapmayarak gerileme hakkında (talebinde) somut bir içeriğe kavuşur. Yaratıcılığımızı

kapitalist bilime hizmet etmek için değil, onu dağıtmak için kullanmalıyız. Pratikte bu çaba, en

azından bu makale bakımından referans sistemine karşı referans vermeden bir metin kaleme alıp,

bahsi geçen yazıyı hakemli bir dergiye göndererek ve hakemleri bilim yapma alışkanlıklarını

eleştiren bir görüşü yine bilim yapma alışkanlıkları içinde değerlendirmeye, bir anlamda bilim

insanlarını hem celladı hem de kurbanı oldukları kapitalist iktidarla yüzleşmeye zorlayarak

hepimizin içinde olduğu kara mizahi durumu açık bir şekilde ortaya koymak şeklinde olacaktır. Son

cümlede bu iddiayla ilgili olmalıdır. Bilim nedir? Bu yazı neden bilimsel değil, dolayısıyla

yayımlanmadı? Ya da bilim nedir? Bu yazı neden bilimsel sayıldı ve yayımlandı?

14

Özet:

Bu makalede bilim ile kapitalizm arasındaki ilişkinin bir dizi yapısal unsur tarafından desteklendiği

ve bilimin kapitalizm tarafından koşullanmasının sistemin kendi iç dinamiklerini önemli ölçüde

belirlediği tezi üzerinde durulacaktır. Tartışmamızın merkezinde ise, “alıntı yapmak” olgusu ve

genel olarak alıntı özelinde yetkinleşmiş referans sistemi gerçeği vardır. Referans sisteminin emek

değerci bir özel mülkiyet savunusu olduğu, bu savununun yine kapitalist çağrışımlar yapan liyakat

ahlakına temel sağladığı ve sonuçta referans ve liyakat üzerine kurulu bilim prosedürünün zorunlu

olarak bilgiyi iktidarlaştığı tezleri dile getirilecektir. Tartışmaların nihayetinde ise, kapitalizm-bilim

ilişkisini dışsal bir düzenek özelinde açıklayan bilim felsefesi-bilim sosyolojisi edebiyatına

alternatif olabilecek daha içten bir soruşturmanın yolu açılmaya çalışılacaktır.

Anahtar kelimeler: Bilim, kapitalizm, liyakat ahlakı, referans, muhafazakarlık

Desert ethics, science and Capitalism

Summary:

In this article, we will emphasize that the relation between science and capitalism is supported by a

serial of structural factor and the science to be conditioned by capitalism is determining the inside

basics of the system. At the center of our discussion, there is fact of “to quote” and the reality of

reference system that has been completed on quoting in general. The thesis of that the reference

system is private ownership advocate that values effort, this advocacy makes prove base to desert

ethics that makes capitalist connotations again and in the end the science procedure that is

constructed on reference and desert has made power to the information necessarily, will be uttered.

At the solution of the discussions, the way of more candid ascertainment that can be alternative to

the science philosophy – science sociology literature that explains the relation of capitalism –

science on the external mechanism, will be tried to be opened.

Key Words: Science, capitalism, desert ethics, reference, conservatism