LİYAKAT AHLAKI, BİLİM VE KAPİTALİZM
Transcript of LİYAKAT AHLAKI, BİLİM VE KAPİTALİZM
1
Liyakat ahlakı, Bilim ve Kapitalizm
“Başkalarının aklı ile bilge olmaktansa, kendi aklımla deli olmayı tercih ederim”
Erasmus
Birinci giriş: nereden nereye?
Kapitalist bilim etiği
Kapitalizm-Bilim ilişkisi üzerine tartışmalar belli başlı birkaç eksen üzerinden gelişim gösterdi. Bu
eksenlerden ilki modernlik çözümlemeleri üzerinedir. Modern kapitalizm ile modern bilim
arasındaki sosyolojik akrabalık birçok yorumcu için bir dizi fikir açıcı çağrışımı beraberinde
getiriyordu. En sık vurgulanan ayrıntı modern olmaktan kaynaklanan ortak duyuş ve yapış
biçimlerinin tek bir rasyonellik tarafından yönlendirildiği gerçeğiyle ilgiliydi. Bu argüman setine
göre Batılı toplumlar erken Rönesans’tan, yani 13.yüzyıldan beri yeni bir gerçeklik anlayışına
doğru yol almaya başlamışlar, Reform, Rönesans, din savaşları, devrimler çağı ve sanayi devrimi
gibi birbirini tamamlayan siyasal sosyolojik-sosyolojik dönüşümlerden sonra modern yaşamın ideal
biçimine ulaşmışlardı. İçinde hatırı sayılır bir çeşitliliği barındıran modern yaşamın özneleri,
aralarındaki tüm sınıfsal ve kültürel farklara rağmen aslında dünyaya ve o dünyadaki doğal ve
beşeri olaylara tek bir özde kristalleşmiş hakim bir bakış açısıyla bakmayı öğrenmişlerdi. Bu bahsi
geçen bakma-kavrama biçimi Bacon, Descartes ve Newton felsefeleri tarafından olgunlaştırılan
kartezyen ideolojiydi. Kartezyen duyuş modern olan her şeyi kapsıyor, modern zamanları tek bir
paradigma içinde bütünleştiriyordu. Kartezyen olmak gerçeği kavramada ve kavranılan bu gerçeği
ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden şekillendirmede “öngörülebilirlik”, “kesinlik” ve “biçimsellik”
gibi unsurları önemsemek anlamına geliyordu. Bu bağlamda modern insanın gerçekle ilişkisi iki
biçimliydi: Birbiriyle eş zamanlı olarak gerçek hem keşfediliyor hem de icat ediliyordu. Keşif
işinden daha çok bilim, icattan ise kapitalizm-bilim kompleksi sorumluydu. Bilim ile kapitalizm
arasındaki bağlantı toplumdan ve doğadan elde edilen bilgilerin fayda getirecek icatlara
dönüştürülmesi pratiği bakımından hayati derecede önemliydi. Bu bağlantı doğa-kapitalizm
ilişkileri özelinde teknoloji, toplum-kapitalizm ilişkileri açısından ise sosyoloji tarafından
yürütülmekteydi. Teknoloji-sosyoloji ikilisi toplumu ve doğayı nesneleştirerek meta üretimini
destekliyordu. Teknolojinin görevi doğadan emek yoluyla daha çok meta elde etmenin uygun
biçimlerini bulmaktı. Sosyoloji ise meta tüketimini destekleyecek istikrarlı bir toplumsal düzenin
2
inşasına yardımcı olacaktı. Tüm bu süreçleri bir söylem seti içinde tutkallayan ve bilimi kapitalizme
kapitalizmi bilime bağlayan başlıca enstrümanlar ilerleme düşüncesi ve emek kavramıydı. Emek
ortaya çıkan değeri meşru hale getiriyor, ilerleme ise itirazları ideal bir gelecek adına susturup
kurtuluşa olan inancı tazeliyordu. Kurtuluş inancı modern kapitalizm ile modern bilim arasındaki
ilişkinin tinsel yönünü ifade ediyordu. Bilim insanlığı bilgisizlikten kurtaracağını, kapitalizm ise
bolluğa ulaştıracağını vaat ediyordu. Cehaletten kurtulmak ve bolluğa ulaşmak üzerine dile getirilen
idealler aslında tek bir üst ilkenin türevi gibiydi. Son kertede bilim de, kapitalizm de kendini
özgürlükle meşrulaştırmaktaydı.
Sosyalist bilim etiği
Bilim-kapitalizm ilişkisini kesinleyen ve önemli ölçüde Avrupa sosyal tarihindeki değişim-
dönüşümlerden etkilenen bu bildik hikaye Marksizmin ortaya çıkışı ile birlikte ilk önemli krizini
yaşadı. Marx ve izleyicileri ilke olarak ne bilime, ne kapitalizme, ne de aydınlanmaya karşıydı.
Marx kendi çözümlemelerini bilim katına çıkartmaktan kaçınmadı. Bilim kendine bilim diyen
etkinliğe tinsel bir tat veriyordu çünkü. Bilimsel olmak ek bir meşruluğa sahip olmak anlamına
geliyordu. Ayrıca Marksist anlayış kapitalizmin insanlığı ilerlettiği tezini de tümüyle yadsımadı.
İnsanlık kapitalizmin ötesine geçmeyi başarabilmeliydi. Ama böylesi bir adım ancak kapitalizmin
nasıl işlediği iyi bilinir ve bu bilgi üzerine tarihin gereğinde devrimci bir çaba eklenebilirse
mümkün olabilirdi. Diyalektik bir tamlıkta kapitalizmin ötesine giden yol kapitalistleşmeden
geçiyordu. Marksistler aklın özgürleşmesi ve toplumsal ilerleme gibi aydınlamacı beklentilere de
sonuna kadar sadıktılar. Peki tüm bu bağlılıklar ölçüsünde Marksizmi kapitalizm-bilim ilişkisi
bakımından devrimci kılan neydi?
Her şeyden önce meta fetişizmi, yabancılaşma, sömürü gibi kavramlaştırma biçimleri
aracılığıyla düzenin işleyişindeki aksaklıklar dile getirildi. Aksaklıkların dile getirilme biçimi
hegemonik kapitalist söylemi bir hayli yıprattı. Marksistler eşitlik, özgürlük ve ilerlemeye dair
liberal inancı paylaşıyor, aslında amaçlar bakımından bir liberalle aynı şeyi istiyorlardı. Ama
sistemin işleme biçiminin insanlığı özgürlüğe ve refaha götürmediğini, modern yaşamın
temelindeki idealler bakımından kapitalizmin ve kapitalist bilimin bariz bir şekilde yetersiz
kaldığını ileri sürüyorlardı. Yani sorun amaçlarda değil araçlardaydı. İnsanlık özgürlük ve bolluğa
ulaşma isteğinden vazgeçmemeli; bizi bu amaçlara götürmede yetersiz kalan sömürücü kapitalizm
eşitlikçi sosyalist toplum modeliyle, idealist-ideolojik bilimse tarihsel materyalist bir anlayışla yer
değiştirmeliydi. Sömürünün ortadan kalkması hem insanları kendini gerçekleştirme noktasında daha
özgür kılacak hem de bu yeni durum üretimi arttırarak insanlığı bolluğa bir adım daha
yaklaştıracaktı. Tabii bollukta en nihayetinde yine özgürlükçü çağrışımlar yapan bir istekti. Bolluğa
3
yaklaşmak yaşama baskısının hafiflemesi anlamında zorunlu kölelikten kurtulmayı ifade ediyordu.
Bilim de kendini yenilemeliydi. Kesin bilgiye tutkuyla yaklaşmak ve aklı kölelikten kurtarmanın
kınanası bir yanı yoktu. Ama kesin bilgi denilen şey o güne kadar söylendiği üzere yozlaştırıcı bir
idealizm içinde bulunamazdı. İnsan tarihi bir varlıktı. Gerçeği tarihin içinde aramak, ve kesin
bilginin ya da nesnel yasaların görecelikle çelişmediğini, hayatın kökeninde çelişkileri birleştiren ve
birlikleri çelişki ile parçalayan diyalektik bir ontolojinin olduğunu unutmamak gerekirdi.
Klasik kapitalizm-bilim ilişkisine yönelik Marksist saldırı nesnel bilgiye dayalı evrensel
yasaların kapitalizm ile olan birliğini sarstı. Ancak bu yıkım kapitalist ve aynı zamanda bilimsel
olan modern zihniyetin sosyalist ritüeller aracılığıyla devamı noktasında başarısız oldu. Reel
sosyalist tecrübe içinde kapitalizm bir tür devlet kapitalizmi olarak varlığını devam ettirdi. Nesnel
olana duyulan tutkulu inanç öncü parti, entelektüeller ve bürokratik elit özelinde bilgiyi iktidara
dönüştüren bir totalitarizmi beraberinde getirdi. Yanlış bilinç, yapay ihtiyaç gibi kuram içinde hatırı
sayılır öneme sahip kavramlaştırma biçimleri de totaliterleşen bilim iktidarını meşrulaştırmakta
kullanıldı. Sonuçta ortaya çıkan tablo dehşet vericiydi: Birçok sosyalist halkı yanlış bilinç içinde
yaşayan kendi gerçek çıkarına yabancılaşmış nesneler olarak görüyor ve onun devrimler yoluyla ve
gerekirse de ona karşı zor kullanılarak kurtarılması gerektiğini düşünüyordu. Kapitalizmi insanları
nesneleştirdiği için olumsuzlayan sosyalist düşünce kendi politik pratiği içinde kapitalizmle aynı
hatayı işlemiş, insanları kurtarılacak nesneler haline getirerek siyasal yabancılaşmayı ekonomik
yabacılaşma yerine ikame etmişti.
Post kapitalist bilim etiği
Tüm bu tartışmalar 20.yy’ın ikinci yarısından itibaren önemini yavaş yavaş yitirmeye başladı. Ama
daha öncesinde kapitalizm ve bilimin kendini meşrulaştırmakta kullandığı amaçlara başka araçlarla
ulaşma niyetindeki sosyalist muhalefet kapitalizmi ve kapitalist bilimi paradigma değişikliğine
zorladı. Kapitalist düşünce emek değer kuramından vazgeçti ve fayda değer anlayışı ile bundan
böyle tüm insanlık için özgürlük ve refah peşinde koşmayacağını, temel ekonomik politik doğrultu
olarak hazcı bireyciliği desteklediğini ilan etti. Kapitalizmin evrensel amaçlara yönelik güçlü
vurguyu terk ettiği dönemde eş zamanlı olarak hem doğa bilimleri hem de sosyal bilimler özelinde
görecelik ön plana çıkmaya başladı. Böylelikle kapitalizmin yeni rasyonelliği bilime de yansımış
oldu. Tümel düşünce yerine tekil düşünce, evrensellik yerine yerellik, diyalektik şablon yerine
nihilizm yükselen post modern bilincin temel bileşenleri oldu. Tanrı öldü söylemi ile başlayıp insan
öldü söylemi ile doruğa ulaşan bu anlayış belirsizliğe, belirsizlik riske, risk ise kapitalizme hizmet
ediyordu. Post modern koşullama altında artık hiç kimse kendinden emin değildi. Deneyim
haritaları parçalanmış; normal ile anormal birbirinden ayırt edilemez hale gelmişti. Dahası post
4
modern epistemoloji siyasetin alanını iyice daraltmış durumdaydı. Bulduğumuz şeyin aradığımız
şey olduğunu ispatlayacak olanaklardan yoksunduk artık. Bu dehşet verici belirsizlik hali
bilimcilerin ya da daha genel bir bağlamda aslında tek tek bütün bireylerin ortak bir sonuca
ulaşmasını engelleyen epistemolojik bir sete dönüşmüş durumdaydı. Bu bağlamda rahatlıkla
denilebilir ki post bilim ile post kapitalizm meta çeşitliliğini destekleyen fark rasyonelliği üzerinde
gizli bir anlaşmaya varmış gibidir. Böylesi bir paradigma altında bilim insanından beklenen ise yapı
kurmaktan çok yapıları bozarak dünyayı daha da anlaşılmaz bir yer haline getirmekten ibaretti.
İkinci giriş: içeriden bir bakış
Kapitalist, sosyalist ve post-kapitalist tartışma eksenleri bilim-kapitalizm ilişkisini çözümlerken
dikkate almamız gereken tarihsel durakları ifade ediyor. Bu duraklar yalnızca bilim tarihinin son
birkaç asırlık serüvenindeki epistemolojik kırılmaları değil, aynı zamanda farklı toplumsal çıkarlar
ve farklı siyasal beklentileri de karakterize eder. Sonuçta her bir bilim etiği birer ideoloji yatağına
ve tabii ki dünyayı okuma kılavuzuna karşılık gelir. Dolayısıyla bilim-kapitalizm ilişkisi üzerine
konuşurken bu durakların farkında olarak çözümleme yapmak son derece öğreticidir. Ancak bu
söylem setine haddinden fazla değer vermek ve bilim-kapitalizm ilişkisini değişen rasyonellikler
özelinde açıklamaya çalışmak kapitalist zihniyetin bilim içinde hangi enstrümanlar aracılığıyla/nasıl
üretildiği noktasında bize içerden bilgi vermeyi engellemektedir. Kapitalizm ile bilim hep beraber
yaşadı. Böylesi bir kader ortaklığı bilimde ne tür bir yozlaşmaya yol açtı? Bilim etkinliği uzun
serüveni içinde kapitalizmin hangi öğelerini içselleştirdi? Bilim insanı olmanın gereğinde yapılan
edimlerin kapitalist kurumlarla gizli/açık şekilde bir ilgisi olabilir mi? Bilim kuramcılarının
kendilerini zor durumda bırakma pahasına bu tür sorularla hesaplaşması ve bilim-kapitalizm
ilişkisini birinci giriş bölümünde bizim belli başlı yönlerini özetlediğimiz üzere dışsal bir mesele
olarak tartışmaktan vazgeçmesi ve içe dönük alternatif bir eleştiri seti geliştirmesi gerekir.
Bu makalede bilim ile kapitalizm arasındaki ilişkinin bir dizi yapısal unsur tarafından
desteklendiği ve bilimin kapitalizm tarafından koşullanmasının sistemin kendi iç dinamiklerini
önemli ölçüde belirlediği tezleri üzerinde durulacaktır. Tartışmamızın merkezinde ise, “alıntı
yapmak” olgusu ve genel olarak alıntı özelinde yetkinleşmiş referans sistemi gerçeği vardır.
Referans sisteminin emek değerci bir özel mülkiyet savunusu olduğu, bu savununun yine kapitalist
çağrışımlar yapan liyakat ahlakına temel sağladığı ve sonuçta referans ve liyakat üzerine kurulu
bilim prosedürünün zorunlu olarak bilgiyi iktidarlaştığı tezleri dile getirilecektir. Tartışmaların
nihayetinde ise, kapitalizm-bilim ilişkisini dışsal bir düzenek özelinde açıklayan bilim felsefesi-
bilim sosyolojisi edebiyatına alternatif olabilecek daha içten bir soruşturmanın yolu açılmaya
çalışılacaktır.
5
Peki, böyle bir soruşturmanın yapılmasından kazancımız ne olacaktır? Her şeyden önce
bilim ile kapitalizm arasında şu ana kadar deşifre edilmiş ilişki türlerinden farklı bir bağlantının en
başından beri bulunduğu şüphesi bizi kendimizi sorgulamaya itecektir. Bilim yapma prosedürlerinin
liyakat ahlakı yoluyla özel mülkiyetçi zihniyeti beslediği tezi bizim makaleler ve kitaplar basıp
konferanslar vererek kapitalizme nasıl ve ne ölçüde yardım ettiğimiz gerçeğini gözler önüne
serecektir. Ama daha da önemlisi bu makale içinde savunulacak argüman seti bilim insanlarının
içinde kökleşmiş özel mülkiyetçi anlayışı bir ölçüde de olsa ortaya çıkaracaktır. Tabii böylesi bir
keşif bizi başka bir sorunun kıyısına kadar götürür. Alıntı yapmak ile başlayan sürecin
muhafazakarlık ve liyakat ahlakı ile sonuçlandığı gerçeği bilim insanlarının gözünden nasıl
kaçabilmiştir? Yoksa bilim yapma etkinliği en başından beri onu yapan kişilere özel mülkiyet
karşısında anlamlı bir körlük mü kazandırmaktadır? Yoksa bilim yapa yapa kapitalizme karşı
bağışıklık mı kazandık?
Referans sistemi
Alıntı-özel mülkiyet ilişkisi
Alıntı oldukça mahrem bir şey olarak ortaya çıkar bilimsel sürecinin en başında. Ama referans
kişiyi (bilim insanını) kamuya bağlayan bir unsurdur aynı zamanda. Bilim adamı, bilim dünyası ve
insanlık arasındaki iletişim referansa dayanan anlamlandırma sistemi aracılığıyla sağlanır. Bilimi
insanlığa bağlayan temel mekanizma olarak referans sistemi doğrudan doğruya kapitalizmin
rasyonellik anlayışını temsil eder.
Bu bahsi geçen genel iddia bir dizi alt önerme ile açılabilir. Her şeyden önce referans sistemi
özel mülkiyetçi bir hak anlayışından meşruluğunu alır. Bir makaleye ya da bir kitaba alıntı
verdiğimiz ya da bizim eserlerimiz başka çalışmalarda alıntıya konu olduğunda aslında özel
mülkiyetin en önemli unsurunu (bir nesnenin ancak bir kişiye ait olduğu, nesnelerin aynı anda
herkese ait olamayacağını) kabul etmiş oluruz. Bir esere alıntı yapmak açıkça o eserin yazarının
çalışmanın sahibi olduğunu ve zımnen de eserin herkesçe sahiplenemeyeceğini benimsemek
anlamına gelir. Bu haliyle referans özel mülkiyetçi düşüncenin onanması ve ortak mülkiyetin
yadsınması pratiğini destekler.
Referans her bilginin özünde bir tek kişinin sahipliğinde olduğunu, bilim adamının hem
kendi yarattığı hem de başkalarınca üretilen bilgiye bakışında bu temel gerçeğe göre hareket etmesi
gerektiğini hatırlatır. Özel mülkiyetçi bilim anlayışı referans vermeden bilgi kullanımına karşı
piyasa ahlakının gereğinde denetim mekanizmalarını işletmekten de çekinmez. Çünkü bu hakim
bakış açısına göre referans vermemek hırsızlıktır. Diğer mülkiyet hakkı kavramlaştırmalarında
6
olduğu üzere özel mülkiyeti tanımayan zihniyetin ahlaken kınanası nitelikte bir şey yapmış olduğu
tezi işlenir. Tabii bu tez aslında özel mülkiyete karşı işlenen suçun değil de, özel mülkiyetin suç
olduğu, özel mülkiyeti tanımayanın değil de, özel mülkiyeti onayanın hırsızlıkla suçlanması
gerektiği üzerine geliştirilebilecek daha derin bir okumanın olası sonuçlarına kapalıdır. Bir düşünce
ya da bir bilgiden bahsederken özel olarak o düşünceyle birlikte birilerin adını neden anmamız
gerektiği sorusu her bilim insanının öncelikle hesaplaşması gereken bir meseledir. Kanımca referans
verme alışkanlığın ardında sonuçları ve nedenleri itibariyle oldukça sorunlu bir ruh hali vardır. Bu
ruh hali üzerinde ayrıntılı bir şekilde durmadan önce genel iddiamızı yeniden formüle edebiliriz:
Referans sistemi hem emeğin değerinin korunmasını önemsemesi bakımından emek değerci hem de
bu değerden elde edilecek faydanın denetime konu olması bakımından fayda değerci bir anlayışı
ifade eder. Bu haliyle kapitalizmi bilimde devam ettirir; bilgiyi özel mülkiyetçi hassasiyetler
doğrultusunda özeleştirir ve mülkleştirir.
Alıntı-kavramsal ampirizm ilişkisi
Bilim insanı olmanın gereğinde alıntılar aracılığıyla düşüncelerini ortaya koyan kişi bu hareketi ile
bir ruh çağırma ayininin kapısını da aralamış olur. Başkalarının aklıyla konuşmak alışkanlığında ise
bir benzerine ilkel insanın olaylar karşısındaki tavır alış biçiminde rastladığımız üzere belli belirsiz
bir güçsüzlük hali vardır. Bir ilkel (ilkel insan) sorunla karşılaştığında dedelerinin, geçmişte
yaşamış atalarının ya da kurdun, ayının, üyesi olduğu klanın toteminin ruhuna yalvarırmış. İlkelin
sorun karşısında yaptığı şey, o sorunun kendi aklından daha büyük olduğunu kabul ederek ruh
çağırmaktan ibarettir. Bu bağlamda tarlasına düşün şimşek barakasını yaktığı için atalarının ruhunu
çağıran zihniyet ile bir bilimsel eserde argümanlarını kanıtlamak için Foucault'tan, Freud’dan ya da
Marx’tan alıntı yapan zihniyet arasında ciddi bir koşutluk vardır. Alıntı pratiği epistemolojik özü
itibariyle bir ruh çağırma eylemi gibi iş görür. Kişinin tanıtlamaya konu olan sorunla kendi
olanakları aracılığıyla baş edemediğini, bir anlamda o mesele karşısında güçsüz olduğunu kabul
etmesidir alıntı yapmak. Aslında bir ruh çağırma eylemine karşılık gelen ve kişiye tinsel-dinsel haz
veren referans, epistemolojik açıdan ise ampirizmi çağrıştırır. Her referans aslında rasyonalizm
karşısında ampirizme verilen bir tavizdir. Bilginin akıldan türemediği, dışarıdan elde edildiği
üzerine bir ön varsayım ile ancak yapılan alıntı meşru hale gelir. Tabii böyle bir şeyi
varsaydığımızda bilim yapma etkinliğini ciddi ölçüde krize sokacak bir sürecin kapısını da aralamış
oluruz.
Alıntı yaratıcı bilimsel etkinliğini birkaç nedenden dolayı olanaksız hale getirir. Öncelikle
alıntı yapmayı önemseyerek ulaşılması beklenen sonucun etik geçerliliği bir yana, alıntı aracılığıyla
öylesi bir sonuca ulaşmanın olanaksız olduğu iddia edilebilir. Referans sistemi metodolojik açıdan
7
başarısız olmaya mahkum bir tarzı içinde barındırır. Referans bizden önce söylenmiş olanları bizim
söylediklerimizden ayırt etmeyi amaçlayan bir yöntem ayracıdır. Ancak söylediğimiz bir şeyin
bizden önce söylenip söylenmediğini kanıtlamak olanaksızdır. Hiçbir kişi bilim insanı olsun ya da
olmasın, bir konuşmaya ya da bir yazıya başlamadan önce ifade etmek istediklerinin bir başkası
tarafından daha önce dile getirilip getirilmediğini tümüyle kontrol edemez. İnsanlık tarihinin en
başından beri söylenen ve daha sonra da yazılan şeylerin bir kopyası ortak bir dünya hafızasında
tutulmamaktadır çünkü. Ayrıca böyle bir varsayımsal bilgi bankası olsa, olduğu bir an için hayal
edilse dahi, söylediklerinizi söylemeye başlamadan önce onların daha önce söylenip söylenmediğini
bulmak için zaman ve çaba ayırmak oldukça yıpratıcı olacaktır. Bugün dahi büyük sıkıntılarla
işleyen referans sistemi kişiye benzer güçlükler çıkarır. Düşüncelerimize destek bulmak için kaynak
taraması yaparken oldukça fazla zaman kaybederiz. Bu bağlamda söylenebilir ki, referans sistemi
bir tür “mış” gibi davranma modelidir. Bilim etiğinin gereğinde yeni bir şey bulmak zorunda olan,
ama maddi kısıtları nedeniyle bulduğunun aslında yeni olup olmadığını bir türlü kanıtlayamayan
bilim insanı bir göstermelik/görünüşte çaba ile kendini ve bilim camiasını kandırır. Elindeki verileri
olanakları ölçüsünde çevredeki verilerle karşılaştırarak ya da karşılaştırıyormuş gibi yaparak
üzerindeki sorumluluktan kurtulmaya çalışır.
Özgün olma ihtiyacı ile özgün olanı öyle olmayandan ayırt etme ihtiyacı arasındaki
varoluşsal gerilim akademisyeni kavram üretme gibi oldukça yozlaştırıcı bir alışkanlığa doğru
sürükler. Bilim dilinin halk dilinden bu denli uzaklaşması ve bu sürecin sonunda bilimsel bir metnin
dışarıdakiler için anlaşılmaz hale gelmesi önemli ölçüde kavramlara dayalı iletişim etiğinden
kaynaklanmaktadır. Bugün itibariyle geldiğimiz noktada kavramlar çoğu kez yeni bir düşünceyi ya
da ilişkiler ağını ifade etmez. Kavram yaratan kişi aslında içi boş formlar icat ederek kendisine
yönelmiş entelektüel ilgiyi bertaraf etmeye çalışır. Kavram icat etme ve kavramları yine kavramlar
cinsinden açıklama alışkanlığı bir süre sonra o etkinliği ya da bilimi dünyaya kavramlar aracılığıyla
bakmaya çalışan, gerçeği kavramların içine sokmaya uğraşan bir kaba idealizme doğru sürükler.
Dahası kavramcılık bir tür adcılık biçimi olarak içe kapanmayı kolaylaştırır ve epistemolojik
muhafazakarlığa yol açar.
Alıntı yapmaya dair sürecin bir diğer sıkıntısı analitik-eleştirel zeka üzerindeki karartıcı
etkisidir. Alıntı yapmak boş bir odaya eşya koymak gibidir. Odanın daha alıntı yapılmadan önceki
ilk halinde kişi kendi zihnini istediği gibi kullanabilir. Ancak her yeni eşya eklentisi hareket
edilecek alanı daraltır. Alıntı yapmada aşırıya kaçarak özgür/özgün düşünceyi tümüyle ortadan
kaldırmak da mümkündür. Bu bağlamda entelektüel piyasada yazarının içinde esaslı bir katkısı
olmayan, sadece bir literatür derlemesi, bir kolajdan ibaret olan sayısızca eser vardır. Başkalarının
düşüncelerine haddinden fazla değer vermek kendi düşüncelerimizi toparlamamamızı
engelleyebilir. Ama sorun yalnızca diğerlerinin görüşlerine kendi görüşlerimizi karartma pahasına
8
önem vermemiz ile sınırlı değildir. Referans sistemi düşüncelerin onları dile getiren kişilerden
bağımsız olarak incelenmesini olanaksız hale getirir. Kişisel olarak sempati ya da antipati
duyduğumuz ya da şahsen tanıdığımız yazarların eserlerine kaçınılmaz bir şekilde ön yargı ile
yaklaşırız. Alıntı düşüncenin sahibini deşifre ederek önermelerinin gerçek değerinin onları dile
getiren kişilerinin değerinden bağımsız olarak ortaya çıkmasına engel olur. Tabii alıntı bu son
tartışma bağlamında yalnızca bilim adamlarının önerme setlerine tarafsız bir şekilde ulaşmasını
engellemez, aynı zamanda özellikle genç akademisyenlerin akademi içinde yükselişlerini ciddi
ölçüde geciktirir. Konferans değerlendirme jürilerinde ya da dergi yayın kurullarında genelde belli
isimler, o isimler adına yapılan çalışmanın niteliğine bakılmaksınız ön plana çıkar. Özellikle kendi
alanında belli bir kariyere sahip orta yaşlı ve yaşlı bilim insanları bu kayırmadan bolca nasiplenirler.
Geriye kalan tanınmamış isimlerden oluşmuş büyük kalabalık içinse liyakat kriterleri işletilir. Bu
kıyıcı-kayırmacı değerlendirme sürecinin sonunda ise birçok görüş, kanı, eleştiri veya yargı kamuya
çıkma şansından mahrum bırakılır. Tabii Türkiye gibi gelişmekte olan bilim camialarında alıntı
yapma eylemi yukarıda dile getirilen sorundan daha da yozlaştırıcı bir şekilde de kullanılabilir.
Alıntı yalnızca kişi-düşünce bağlantısına yol açarak düşüncelerin kişisel olmayan bir şekilde
değerlendirilmesine yol açmaz. Yozlaştırıcı etki daha da geneldir. Birçok bilim insanı referans
sayesinde toplumdaki verili güç ilişkilerini bilimsel çalışmasına yansıtır. Örneğin genellikle bir
konuyu Batılı kaynaklara, özellikle de belli bir yabancı dille, İngilizce ile yazılmış kaynaklar
bağlamında tartışan bir çalışma, yerli kaynaklara daha çok atıfta bulunan bir başka çalışmadan daha
değerli görülür. Batılı kaynaklara atıfta bulunmayı aşırı ölçüde önemsemek merkez-çevreci
bağımlılık ilişkileri bağlamında merkezde yapılan bilime çevrede yapılan bilim üzerinde hegemon
bir konum verme anlamına gelecektir. Sonuçta denilebilir ki referans analitik ya da entelektüel
değerden bağımsız bir algıda seçiciliğe, böylesi bir tavır alışta yozlaştırıcı bir bilim etiğine yol açar.
Alıntı-muhafazakarlık ilişkisi
Referans sistemi ile ilgili bir diğer sorun böylesi bir bilim yapma stilinin aynı zamanda bilimde
muhafazakarlığın yolunu da açmış olması gerçeğinde saklıdır. Bilimin muhafazakarlaşması
olgusuna referansçı pratiğin katkısı iki biçimde formüle edilebilir. 1) Referans bilgiyi ve bilen
insanı iktidar haline getirir. Bu bağlamda referans sistemi bilimde sıra düzenci bir örgütlenmenin
kurulmasını kolaylaştırır. 2) Alıntı sürekli bir biçimde geçmişe doğru yapıldığından, bugünün ve
bugün aracılığıyla geleceğin bilimi üzerinde geçmiş geleneklerin hakimiyeti söz konusu olur.
Alıntının bilginin iktidarına verdiği destek daha çok referansın işlevi ile ilgilidir. Yazıda kişi
kendini saklar. Zorunlu olmadıkça birinci tekil şahıs olarak konuşmaz. Çünkü her yazı o yazıyı
yazan tek bir kişi olsa dahi, içinde birçok kişiyi barınındır. Referans yaptıkça makale kalabalıklaşır.
9
Sağdan soldan, geçmişten bugünden yazınıza davet ettiğiniz kişiler sizinle birlikte yazıda yer alırlar.
Peki yazar neden böyle bir yolu tercih eder? Kendi yazısına kendisi dışındaki kişileri de davet
ederek yazıyı kendine ait olmaktan neden çıkarır? Kanımca referans bilimsel hiyerarşinin üst
katlarında bulunan kimselere mesaj vermenin, bir anlamda haddini bilmenin simgesel değeri olan
bir yoludur. Referans ile kişi kendi yazısını (mülkünü) başkalarıyla paylaşır. Verdiği bu ödün
karşısında ise eseri bilim cemaati tarafından onanır ve bilimsel sıra düzen içinde kendisine uygun
bir yer verilir. Bu ilişkiye tersten bakıldığında ise referans vermemek haddini bilmemek anlamına
gelir. Referans vermeyen yazar bilimsel olmamakla itham edilir ve bilim dünyasından dışlanır. Bir
tür kısaltmadır referans, daha büyük bir dünyaya atıfta bulunursun referans vererek. Bu bahsi geçen
büyük dünya çoğu kez içinde bilim iktidarın palazlandığı bir cemaatimsi ilişkiler ağına karşılık
gelir. Belli bir alanda otorite olan bilimsel bilgiyi otoritenin bilgisi olarak tanımlayan geniş bir
kesim oluşmuştur. Bu kesim referans düzeninden gücünü alır. Referans vererek iktidara onun
karşısında değil yanında olduğumuzu anlatmak isteriz. Referans vermeyi kabullenen kişi bilimsel
olan ile bilimsel olmayan arasındaki tartışmalı metodolojik ayrımı ve tabii ki bilimsellik adına kendi
özgür iradesi üzerinde diğer bilim adamlarının denetim hakkını da kabul etmiş olur. Tabii bu son
anlamda referans profesyonelce bir hesap kitap işi ve aynı zamanda masumiyetinin de yitimidir.
Referans yaparak başladığımız kavramsal yolculuk bizi muhafazakar bir bilim ahlakının
kıyısına kadar götürür. Ancak bilim ahlakından bahsederken tekrar başladığımız yere referans
yapma pratiğine geri döneriz. Çünkü daha sonra liyakat kuralları özelinde ayrıntılı bir şekilde
eleştireceğimiz üzere bilim etiği bilimi muhafazakarlaştıran karartıcı bir ideolojiyi beraberinde
getirir. Böylelikle bilimi meşru kılan eleştirel akılda yerini kuru bir biçimsel akla bırakır. Bilimin
rahatsız edici, ezber bozucu bir etkinlik olmaktan çıkarak uyumu kolaylaştıran tamamlayıcı bir
geleneğe dönüşmesinde referansın hayati bir işlevi vardır. Referans yapma alışkanlığı kişiyi sürekli
olarak belli bir yönde davranmaya zorlar. Aslında referans pratiği özü itibariyle düşüncelerin,
yargıların geçmişte yaşamış kişilerin düşünceleri ile desteklemesi gibi bir amaca yöneliktir.
Referansla makale yazmak görüşlerini senden önce yazılanları dikkate alarak, onlara kendi duruşun
karşısında ayrıcalıklı bir yer vererek kamuya açıklamak demektir. Tüm referanslar geçmişe dönük
olduğu ve geleceğe hiçbir şekilde referans yapılmadığı için geçmiş epistemolojik-ontolojik anlamda
bir üst gerçeklik düzeyine yükselir. Yargılarına bilimin geçmişinden dayanak arayan yazar zamanla
bu geçmişin epistemolojik üstünlüğünü kabul eder hale gelir. Referans arttıkça özgünlük azalır;
yeni şeyleri ortaya koyabilme potansiyeli ortadan kalkar. Bu durum aynı zamanda aklın özgürlüğü
anlamında bilimin yaratıcı ruhunun da ölümüdür.
10
Liyakat ahlakı
Referans sistemi kapitalist liyakat ahlakının bilimsel işleyiş içinde ön plana çıkmasına yardımcı
olarak kapitalizm ile bilim arasındaki ilişkiyi etik politik anlamda tamamlar. Referans rejimi
kapitalist bilime hem liyakate dayanan fayda-maliyetçi pratiğinin işlemesi için teknik destek sağlar
hem de daha genel bir bağlamda kaynak tahsisi üzerinden güç eşitsizliğini bilim içinde
meşrulaştırır. Bu anlamda alıntı liyakat sistemi için atılmış bir adımdır. Böylesi bir ilk adım
olmaksızın liyakat ile sonuçlanacak zincirleme ilişkiler ağı kurulamaz.
İktidar olarak bilgi anlayışına yönelik teknik bilimlerde teknolojinin sağladığı meşrulaştırma
işlevini sosyal bilimlerde referans sistemi üstlenir. Referans hem bilgiyi teknikleştirir, bilginin belli
bir standart (biçim) olarak akılda kalmasını sağlar, hem de bilgiyi hesaplanabilir hale getirerek
fayda-maliyetçi rasyonelliğe yardımcı olur. Referansa konu olan her bir makale aynı zamanda eser
sahibi bilim insanı için yeni bir faydaya karşılık geldiğinden bilimde yükselmenin ancak daha çok
fayda toplayarak mümkün olabileceği gibi çarpık bir faydacı sonuç genel bilim etiği haline gelir. Bu
bağlamda öğretim üyelerinin yükseltilmesinde esas alınan puantaj sistemi araçsal rasyonellik
temelinde işleyen bir ussallık mekanizmasıdır. Bahsi geçen mekanizma kimin ne yaptığını kayıt
altına alan bir genel muhasebe sistemi gibi işler. Bilgiyi kayıt altına alan referans sistemi böylelikle
bilim adamları için bir genel geçer kontrol sistemine dönüşür. Her bir yeni referans bilim insanları
üzerindeki denetime yeni bir katkıdır. Bilginin iktidara dönüşmesi ya da iktidarın bilgi üzerinden
bilimi ve insanlığı kontrol etmesi olgusu referans sistemi sayesinde mümkün olur. Referans ise daha
büyük bir koordinat düzeninin, liyakat ahlakının kıyısına kadar götürür bizleri. Özel mülkiyetçi
referans uygulaması kişilerin birbirlerine göre değerlendirileceği (değer kazandığı) bir genel
karşılaştırma rejimine, böylesi bir rejimde layık olanı başarılı olana indirgeyen bir ahlak biçimine
yol açar.
Liyakat ahlakı kapitalist sistemin kendini meşrulaştırdığı üst yapısal bir söylem setini ifade
eder. Bilim de kapitalist dünyanın bu kendine özgü ahlak modelini içselleştirmiş durumdadır.
Liyakat ahlakı sayesinde kapitalizmin tekelci ve rekabetçi yönleri bilim aynasına yansır. Liyakatçi
rejim üniversiteler arasında ve öğretim üyelerinin kendi arasındaki yarışı destekler. Ama aynı
zamanda üniversitelerin yaşlı profesörlerin gözetiminde bir tür kast sistemi aracılığıyla
yönetilmesinin de yolunu açar. Bu sistem birçok başka işlevinin yanında öğretim üyeleri emek
piyasasına girişi de kontrol eder. Böylelikle bilim adamları cemaati dış dünyaya kapanır. Sistem içi
iletişim sorunu ise halkın anlamadığı bir bilim dili yaratılarak çözülür.
11
Sonuç yerine
Bu makalede yerleşik kabuller ile çelişen bir iddia dile getirildi. Referans sisteminin özel mülkiyetçi
bir pratik olduğu ve alıntı yaparak muhafazakar bilim etiğine hizmet edildiği vurgulandı. Böylesi
bir savı bu denli radikal yapan asıl unsur ise argüman setinin içeriğinden çok, formüle ediliş
biçimindeki kapsayıcılıktan kaynaklanmaktaydı. Kapitalizm ile bilim arasındaki ilişkiye itiraz eden
kesimler ortaya koydukları tartışmaları belli birkaç eksen üzerinden yürütmekteler. Kapitalizm-
bilim ilişkisine genellikle ideolojik-metodolojik nedenlere ya da ekonomik-ideolojik nedenlere
bağlı kalarak itirazlar yapılmaktadır. İlk grupta yer alan eleştirilerde bilimin devlete ve piyasaya
haddinden fazla yakın olduğu ve bu yakınlığın doğal sonucu olarak bilgi üretme etkinliğinin
toplumdaki halihazırda var olan iktidar odaklarını meşrulaştırmaktan başka bir işe yaramadığı
vurgulanır. Bu bağlamda özelikle olguculuğa yönelik eleştiriler ve yeni bilim yöntemi tartışmaları
oldukça dikkat çekicidir. İkinci tür eleştiri biçimi ise daha çok bilim-eğitim etkinliği özelinde bir
dizi kapitalizm karşıtı soruşturmanın sonuçlarını içermektedir. Bugün geldiğimiz noktada öğrenciler
ve diğer bilgi kullanıcıları müşteri, bilim adamları tüccar, bilgi de meta haline gelmiş durumdadır.
Kamusal ruhun çözülüşüne paralel bir şekilde üniversiteler yozlaştırıcı niteliği ağır basan bir
işletme zihniyetine teslim oldular. Patent tartışmaları, özel üniversiteler, paralı eğitim, öğrenci
harçları, teknoparklar bilim eğitiminin gündeminde bugün itibariyle daha ağırlıklı bir yeri işgal
ediyor. Bu bağlamda özgür eleştirel düşünce temelinde sosyal bilim hem bilginin hem de paranın
iktidarının kıskacı altındadır.
Böylesi bir tonda kurgulanan kapitalizm-bilim ve kapitalizm-pozitivizm ilişkisi üzerine
eleştirilere önemli ölçüde katılmakla beraber, bu tür bir ele alış tarzının bizi derinlemesine bir bilim-
kapitalizm ilişkisi çözümlemesinden uzak tutacağı kanaatindeyim. Çünkü bilimin kapitalizme
fazlasıyla yakınlaştığından dert yananlar ya da olguculuk üzerinden bilim iktidarı eleştirisi yapanlar
genelde sorunu kendileri dışında bir yerde tartışmaktalar. Oysa kapitalist bilim olguculuğa ve
işletmeci zihniyete göre daha derin ve daha incelikli enstrümanlar aracılığıyla varlığını devam
ettiriyor. Tabii ki böylesi bir süreçte kapitalizme ve kapitalist bilime karşı olanların da önemli
ölçüde payı var. Özel mülkiyet ve muhafazakarlık bağlamlarında ve tabii ki referans sistemi
özelinde burada yapılmaya çalışılan çözümleme kapitalist bilime karşı olanların bilimin
kapitalistleşmesine olan katkılarını deşifre etmesi açısından oldukça önemlidir.
Bu makalede esas olarak kapitalizmin-bilim ilişkisi liyakat ahlakı çerçevesinde
değerlendirilmiştir. Alıntılara konu olarak ve alıntı yaparak referans piyasasına katkıda bulunuruz.
Kendi emeğimizi özel mülkiyetçi-emek değerci bir hırsla koruruz. Makalelerin üzerine adımızın
yazılması hoşumuza gider. Yine benzeri bir şekilde oda arkadaşımızdan daha fazla puan
toplayabildiğimiz için belli belirsiz bir gurur duygusuna kapılırız. Sahip olmak bize güç verir. Sahip
12
olanlar ile olmayanlar arasındaki farkın kendisi de. Tabii özel mülkiyetçi bilim anlayışının
davranışlarımızda yarattığı tahribat bu kadarla sınırlı değildir. Referans sistemi sayesinde güç
hiyerarşisine karşı olan insani bağışıklığımızı önemli ölçüde yitirir, sıra düzenci ilişkileri daha bir
doğal görmeye başlarız. Hiyerarşiye olan sadakat bilim adamlarını düşüncelerini açıklarken
haddinden fazla dikkatli olmaya zorlar. Hatta çoğu kez kendi düşüncelerini bile açıklamaz bilim
insanı; ismine ve ününe itiraz edilmeyecek kişilerden alıntılarla dengeli bir ton tutturmayı yeterli
görür eserinde. Tüm bu süreçlerin sonunda vardığımız yer ise, yaratıcı zekadan uzak bir şekilde
kaleme alınmış, hemen hemen hiç kimsenin okumadığı minyonlarca yayından oluşan şık bir
yığındır. Bu bağlamda kadim bilgeliğe kulak vermeli ve “başkaların aklıyla bilge olmaktansa, kendi
aklımızla deli olmayı tercih etmeliyiz”. Önemli olan kendi olmaktır çünkü.
Peki, bu kendi gibi olmak çözümü nasıl formüle edilebilir? Öncelikle kişisel bir dram var bu
çalışmada. Ona değinmek gerekir. Yazar bu yazıyı kaleme alarak ve altına imza atmış bir şekilde
bir dergiye yayımlanmak üzere göndererek kendi tezini yanlışlıyor, bir anlamda kendine ihanet
ediyor. Ne yazık ki bilimde liyakat sistemine karşı çıkan bu çalışmada liyakati ölçen o bildik
değerlendirme süreçlerine dahil olacak. Derginin hakemleri metnin akademik açıdan yeterli olup
olmadığına karar verecek. Yeterli değilse burada dile getirilen tezlerin kamuya ulaşmasının yolu
kesilecek. Yeterli görülürse derginin sayılarından birinde yazarın adıyla yayımlanacak. Bu yayımı
takip eden süreçte ise büyük ihtimalle başka bir makalenin dipnotlarında Liyakat Ahlakı, Bilim,
Kapitalizm makalesinin adına ya da burada dile getirilen görüşlerden biri ya da bir kaçına
rastlayacağız. Bilimde ölçmeye karşı çıkan bir yazının bile ölçülmesi katılımcıları olarak
deneyimlediğimiz bilimsel etkinliğin yapısal sınırlarını ortaya koymaktadır.
Kendi olmanın ne anlama geldiği sorunsalına geri dönersek şöyle bir açıklama yapmak
yerinde olur sanırım. Kapitalizm insanı biçimselleştirir. Kapitalizmi besleyen ve ondan beslenen
bilimde bilim insanlarını biçimselleştiriyor. Aslında bu metin içerisinde yapmaya çalıştığımız şey
birazda bu biçimselliğin yarattığı tahribatın gözler önüne serilmesi üzerineydi. Peki bu
standartlaşma baskısına karşı ne tür bir öneri savunuldu? Önceden öngörülebilir bir şekilde
davranmaya alışmış, bu bağlamda kendisi farkında olmasa dahi öznelliğini yitirerek nesneleşen
birey yerine yaratıcı birey ön plana çıkmalıydı. En basit anlatımla yaratıcı bilim insanı sürekli
olarak kendi farkını ortaya koyan, bilimsel hiyerarşi gibi otorite üreten mekanizmalara karşı
konuştuğu ya da yazdığı zaman/yazdığı oranda insanları şaşırtan, onlarda mutluluk ya da kızgınlık
cinsinden duygusal tepkimelere neden olan kişiydi. Tabii bu özlemi dile getirirken tezin kötüye
kullanımlarına karşı dikkatli olmalıyız. Teknisyen haline gelmiş ya da memurlaşmış bilim
insanlarına karşı yaratıcılık vurgulandı. Ama bu vurgu bir deha savunusu olarak algılanmamalıdır.
Çünkü şiddetle karşı çıktığımız ve bilimde kendini devam ettirdiğini varsaydığımız kapitalizm
dehayı kutsama eğilimdedir. Dilini dışarıya çıkarmış Einstein imgesi bilim cemaati için bir rol
13
modeli gibi iş görür. Çünkü kapitalist bilimin bizleri inandırmaya çalıştığı üzere deha bilimsel
hiyerarşinin en tepesinde bulunan kişidir. Deha imgesi bir anlamda hepsi köle olan bilim insanlarını
kandırmada kullanılan bir özgürlük vaadidir. Kapitalist bilim bilim adamlarını daha fazla çalışmaya
ve daha fazla yaratıcı olmaya zorlar. Böylelikle hiyerarşide bir üst basamağa geçilebileceği söylenir.
Bilim adamı yazdığı kitapların ve makalelerin her üniversitede ya da her türlü diğer bilimsel
çalışma ortamlarında büyük beğeni kazanacağını umar. Bu hayal ondaki bilimsel motivasyonun
temel katalizör gücüdür. Ama bu hayal aynı zamanda fakirlere çok çalışırlarsa bir gün zengin olup
yaşadıkları kötü koşullardan kurtulacaklarını vadeden kapitalizmin sömürücü mantığının da devamı
niteliğidir.
Biz yaratıcı bilime atıfta bulunurken kafasına düşen elma sayesinde yerçekimi yasasını
keşfeden dehalara öykünmüyoruz. Çünkü bu tür bir öykünmenin fakirleri zengin olma düşüyle
kandıran kapitalist sisteme hizmet etmek olduğu kanısındayız. Altı çizilen nokta sadece bizi sürekli
olarak daha iyi olmaya zorlayan liyakat ahlakına karşı, yerimizde sayma, hatta gerileme, gerekirse
bir şey yapmayarak gerileme hakkında (talebinde) somut bir içeriğe kavuşur. Yaratıcılığımızı
kapitalist bilime hizmet etmek için değil, onu dağıtmak için kullanmalıyız. Pratikte bu çaba, en
azından bu makale bakımından referans sistemine karşı referans vermeden bir metin kaleme alıp,
bahsi geçen yazıyı hakemli bir dergiye göndererek ve hakemleri bilim yapma alışkanlıklarını
eleştiren bir görüşü yine bilim yapma alışkanlıkları içinde değerlendirmeye, bir anlamda bilim
insanlarını hem celladı hem de kurbanı oldukları kapitalist iktidarla yüzleşmeye zorlayarak
hepimizin içinde olduğu kara mizahi durumu açık bir şekilde ortaya koymak şeklinde olacaktır. Son
cümlede bu iddiayla ilgili olmalıdır. Bilim nedir? Bu yazı neden bilimsel değil, dolayısıyla
yayımlanmadı? Ya da bilim nedir? Bu yazı neden bilimsel sayıldı ve yayımlandı?
14
Özet:
Bu makalede bilim ile kapitalizm arasındaki ilişkinin bir dizi yapısal unsur tarafından desteklendiği
ve bilimin kapitalizm tarafından koşullanmasının sistemin kendi iç dinamiklerini önemli ölçüde
belirlediği tezi üzerinde durulacaktır. Tartışmamızın merkezinde ise, “alıntı yapmak” olgusu ve
genel olarak alıntı özelinde yetkinleşmiş referans sistemi gerçeği vardır. Referans sisteminin emek
değerci bir özel mülkiyet savunusu olduğu, bu savununun yine kapitalist çağrışımlar yapan liyakat
ahlakına temel sağladığı ve sonuçta referans ve liyakat üzerine kurulu bilim prosedürünün zorunlu
olarak bilgiyi iktidarlaştığı tezleri dile getirilecektir. Tartışmaların nihayetinde ise, kapitalizm-bilim
ilişkisini dışsal bir düzenek özelinde açıklayan bilim felsefesi-bilim sosyolojisi edebiyatına
alternatif olabilecek daha içten bir soruşturmanın yolu açılmaya çalışılacaktır.
Anahtar kelimeler: Bilim, kapitalizm, liyakat ahlakı, referans, muhafazakarlık
Desert ethics, science and Capitalism
Summary:
In this article, we will emphasize that the relation between science and capitalism is supported by a
serial of structural factor and the science to be conditioned by capitalism is determining the inside
basics of the system. At the center of our discussion, there is fact of “to quote” and the reality of
reference system that has been completed on quoting in general. The thesis of that the reference
system is private ownership advocate that values effort, this advocacy makes prove base to desert
ethics that makes capitalist connotations again and in the end the science procedure that is
constructed on reference and desert has made power to the information necessarily, will be uttered.
At the solution of the discussions, the way of more candid ascertainment that can be alternative to
the science philosophy – science sociology literature that explains the relation of capitalism –
science on the external mechanism, will be tried to be opened.
Key Words: Science, capitalism, desert ethics, reference, conservatism