Kemal Özer: Şiir, Şair ve Politika
-
Upload
independent -
Category
Documents
-
view
1 -
download
0
Transcript of Kemal Özer: Şiir, Şair ve Politika
10 Ekim 2015
1
Kemal Özer: Şiir, Şair ve Politika
“Ölümler ve yıldönümleri. İkisinin temelinde de anmalar yatıyor.
Anma kültürünün belli başlı dayanağı ise birtakım sloganlar. Ölenler
“hayatını kaybetmiş”tir. “Yeri doldurulamayacak”tır. Ve “anısı
yaşatılacak”tır. “Eserleriyle yaşayacak”tır. Oysa “hayatını kaybettiği”
söylenenin, yaşadığı süreçte “kaybettiği”, “kaybettirdiği” başka
şeyler olabilir. Hatta bunlar, yerine göre, çok daha önemli şeyler
olabilir. Öte yandan, “yeri doldurulamayacak” diyenlerin önemli bir
bölümü, insan yaşamı üzerine konuşurken, onun biricikliğini
vurgulayan, bireysel yaşamı yücelterek onu yere göğe koymayan
kişilerden oluşmaktadır. “Anısı”nın nasıl yaşatılacağına gelince, akla
ilk gelen onun adına ödül koymak, bir parka ya da sokağa onun adını
vermektir. “Eserleriyle yaşamak” ise, söyleyenin bunu söylerken
yaptığı bir değerlendirmeye, vardığı birtakım sonuçlara dayanmaz.
Çoğu zaman, bu sloganların maddi temeli yoktur. Ses düğmesine
aceleci bir haber ağının bastığı bir korodur karşımızda bulunan.
Koroya ses verenlerin sloganları bellidir, katılmayanlar ise nankör bir
suskunluğu yeğlemiş sayılır.”1
YAYIM
FOTOĞRAF
Kemal Özer
Bir fotoğraf kalacaksa bizden, biri ona baktığında
bizi birbirimize aşılayan ikiz duyarlığımızı görsün
1 http://kemalozer.blogcu.com/koroya-kapilmadan-bakmak/4071539
10 Ekim 2015
2
Sözün örtüsünü açıp eylemi çıkarmak için ışığa
her adımda sınavdan geçiren alınyazımızı görsün
Yıkımın çarkı kırılsın da acıdan arınsın diye dünya
onca çileye sabırla direnip kafa tutmamızı görsün
Boğulan bir çığlık mı var zindan duvarları ardında
kimse duymasa bile bizim duyacağımızı görsün
Sessizliğe bürünse ortalık, herkes susacak olsa
yine de kısılmayan bir sesle konuşan ağzımızı görsün
Biri baktığında sevgilim bizden kalacak o fotoğrafa
her sevinci bir hasatta devşirip yaşadığımızı görsün
Yaşamın ürettiği sevinç ömrümüzün hasadıyla buluşunca
birbirimizin yüzünde bir yıdıza baktığımızı görsün
Bu sevdalı buluşmadan bir görüntü yansırsa yarına
ona bakan bizi değil, bizde ışıyan o yıldızı görsün 2
Kemal Özer’in önemli bir özelliği de, “yayıncı”lık geçmişidir. Şairin
yayıncılık serüveni, üniversite öğrenciliği sırasında, -1955-1960 yılları
arasında-, arkadaşlarıyla birlikte çıkardığı “a dergisi” ile başlar. Şair daha
sonra o günleri şöyle anlatır:
“A Dergisi de İstanbul’da ondan birkaç yıl sonra bir arkadaş
çevresinin, birbirini tanıyan bir grubun çıkardığı bir dergi. Üniversite
2 http://kemalozer.blogcu.com/altinoluk-siir-aksamlari/2844421
10 Ekim 2015
3
kantininde, hararetli tartışmalar arasında “Neden biz de dergi
çıkarmayalım ki?” düşüncesinden doğan bir yayın. ‘50’li yılların
anatomisinde, Soğuk Savaş koşullarının yarattığı boşlukta genel bir
arayış görülür. Dünyada da, Türkiye’de de. Yoğun bir arayış içinde
olan insanlar da o arayışı kendi çevresinde, kendi dergilerinde
sürdürmeye daha yatkın oluyorlar. Herkesin harçlığından ayırdığı
paralarla çıkıyordu A Dergisi de. O zaman anımsadığım kadarıyla
10’ar lira verebiliyorduk, dergi de 200 liraya falan çıkabiliyordu.
Ama A Dergisi’ni bir gençlik dergisi olmaktan çıkaran öğeler var
tabii, yeri gelmişken söylenebilir. Yaşça daha büyük veya başka
çevreden bazı insanlar da katılmıştı bize. Edip Cansever örneğin 40
lira veriyordu, ama tek koşulla, parayı verdiğini kimse
duymayacaktı. Bir de önceki kuşaktan Yusuf Atılgan vardı.
Manisa’nın Hacırahmanlı köyünde çiftçilik yaptığından biraz daha
fazla para veriyordu biz öğrencilere göre. Bir gençlik dergisi olduğu
halde, belki böyle çok etkili olmayabilir kaygısıyla bizden biraz daha
büyük insanlara yer vermiştik. Örneğin Asım Bezirci de katıldı bir
süre sonra. (…) Dergi iki defa kesintiye uğradı. ‘57’den sonra bir ara
verildi. 27 Mayıs’ın hemen sonrasında ise Haziran sayısını çıkarıp
kendi isteğimizle dergiyi kapattık. Çünkü ‘50’lerin baskıcı
uygulamalarına karşı çıkan bir konumdaydık, 27 Mayıs’ı da bu
dönemin sona ermesi olarak yorumladık o zaman. Ve dergi işlevini
bitirdi düşüncesiyle, son sayısını 4000-5000 basıp üniversite
kapısında coşkulu bir biçimde dağıttık. Derginin koleksiyonunda o
son sayıdaki yazılara bakmakta yarar var. Biz şairler ürün
koyamadık, ama Fazıl Hüsnü’nün 27 Mayıs’ı destekleyen bir şiirini
yayımladık. 1960’ta dergi böylelikle sonra erdiğinde zaten bizim
öğrenci grubunda da herkes yaşama atılmaya başlamıştı. Onat
[Kutlar] Paris’e, Hilmi Yavuz İngiltere’ye, Adnan [Özyalçıner] ile
ben de köy öğretmeni olarak askere gittik. Doğal bir ayrışma oldu ve
bir süre birbirimizden kopuk kaldık. (…) Ama 12 Mart’la, bizi yeniden
10 Ekim 2015
4
bir araya getiren siyasi bir ortam ortaya çıktı. Tabii herkes ’60 ile ’70
arasında kendini biraz yenilemiş, değiştirmişti denebilir. Yeniden bir
araya gelip, Yeni A Dergisi’ni çıkarmaya karar verdik aynı kişilerle.
Eski arkadaşlardan Ece Ayhan, Cemal Süreya katılmadılar.(…)
Yeni A Dergisi de iki buçuk yıl kadar çıktı. İlk dönemde olduğu gibi
bir araya gelip ortak üretim yapma çabasını sürdürdük. Ama Yeni A
Dergisi daha derli toplu bir yayındı. Derginin çıkış amacı değişmişti
bir kere. Hem de öyle az buz değil, epeyce siyasal olmuştu. (…) Bir
çıkış bildirisi üzerinde ortaklaşıldı. Naif bir sanatsal heyecanın sonucu
olarak değil, siyasi sözü de olan bir edebiyat-sanat dergisi oldu. (…)
Geçmiştekilerle kıyaslayınca elbette onlardan öğrenilecek şeyleri
almalı ama bugünün isterlerini o günün koşullarından ayırmak gerek.
O gün yapılan işler, bugünün gereksinimlerinden farklı. İşte
yayınevlerinin durumu, dağıtım ağının sorunları vb. Etkili işler
yapmak bugün çok daha zor.” 3
Daha sonra, 1965-1970 yılları arasında, kendisinin açtığı (Uğrak)
kitabevinde Şiir Sanatı dergisiyle birlikte, şiir ve sinema alanlarında 13
kitap yayımlar. Karacan Yayınları ve Varlık dergisinde görev yapan Özer,
1989 yılında Yordam Yayınları’nı kurmaya karar verir. Bu kararda, “1980
sonrasında dayatılan yeni koşulların hem yazılanları, hem yayınevlerinin
yayın politikalarını etkilemesi” önemli rol oynar. Özer bu süreci şöyle
anlatır:
3 (Sanat Cephesi dergisinin Nisan 2008 sayısında yayınlanmıştır)
http://kemalozer.blogcu.com/kemal-ozer-ile-edebiyatta-toplu-hareketler-
uzerine/3421329
10 Ekim 2015
5
“80 sonrası, yayın dünyasına egemen olan koşullar, dayatılanı kabul
etmeden üretimlerini sürdürenler için sıkıntılı bir ortam yaratmıştı.4
1989'da Yordam Yayınları'nı kurmaya karar verdiğimde amacım bu
yeni koşullarda ortaya çıkan duruma ödün vermeden yazmayı ve
yazdıklarımı yayınlamayı sürdürmekti. (…) Ama tükenen kitaplarımın
yeni basımlarını yapacak ortam kalmadığı gibi, benim sanat
anlayışımı çağdışı sayan bir saldırı sözkonusuydu. Buna karşılık,
elimde birikmiş epeyce yazı ve kafamda oluşmuş epeyce tasarı
vardı. Yaşımsa 55'e varmıştı. Köklü bir karar vermem gerekiyordu.
Niyetim genel anlamda bir yayınevi kurmak değil, yalnızca kendi
kitaplarımı yayınlamaktı. (…) Bugün baktığımda, koşullara boyun
eğmemek, piyasanın dışına çıkmak bana çok şey kazandırdı diye
düşünüyorum. Öncelikle yayınladığım kitapların sayıca 62'ye
(bunların 55'i kendimindi) ulaşması. Ama daha önemli olan, girdiğim
savaşımın bana kattıkları. Yazmakla yetinmeyip yazılanları (bir çeşit
çağdaş trubadur gibi) okura götürmenin, onlarla dünya görüşümü,
sanat anlayışımı sınamanın bana sağladığı direnç. Yurt içinde ve
dışında irili ufaklı pek çok yere gidip etkinliklere katılmak, değişik
çevrelerden pek çok insana ulaşmak, bir çeşit aşı gibiydi. (…)
Ozanlara bir iletide bulunacaksa, şiirin yazmakla biten bir süreç
olmadığını, sürecin ozanla başladığını, şiirle sürdüğünü, ama okurla,
okurda yeniden üretilerek bütünleneceğini, bunun için de ozanın
şiiri ulaştırmayı üstlenmesinin yazmaya “dahil” olduğunu
anımsatsın isterim.”5
4 (Bu söyleşi Cumhuriyet Kitap'ta yayınlandı - 8 Mart 2007)
http://kemalozer.blogcu.com/sirada-iki-siir-kitabi-ve-anilar-var/1154271
5 http://kemalozer.blogcu.com/kemal-ozer-le-siiri-konustuk/4344473
10 Ekim 2015
6
Kemal Özer 2006 yılında blog yazarı olarak internete dahil olur, Şubat
2007 tarihinden itibaren de www.sol.org.tr sitesinde yazmaya başlar.6
Blogundaki ilk paylaşımı “yaşam öyküsü” olan Özer’in son paylaşımı
(Haziran 2009) Ali Mert’in “Berfin Uğur İçin de Yaşar, Üretir mi Acaba”
başlıklı yazısıdır.7 Uluslararası Nazım Hikmet Şiir Ödülü’nü alan (2009)
Danimarkalı şair Erik Stinus ve İskandinav şair Niels Hav’dan çeviriler
yapar ve bloguna koyan Kemal Özer’in şiirlerini çokça paylaştığı bir şair de
Cansu Fırıncı’dır.
KARANLIKTA KERTENKELE AVLAMAK
Niels Hav
Cinayetler işlendiği sırada biz
farkında bile değildik göl kıyısında yürürken.
Sen Szymanowski’den söz açtın,
köpek bokunu didikleyip duran
bir kargayı inceledim ben.
Tutsağız kendi içimizde her birimiz
önyargılarımızı koruyan
bir cehalet kabuğu kuşatmış çevremizi.
Dünyayı bir bütün olarak görelim diyenler
Himalayalarda yaşayan bir kelebeğin
etkileyebileceğine inanırlar bir kanat çırpışıyla
Güney Kutbu’nda iklimi. Belki doğrudur.
6 http://kemalozer.blogcu.com/sol-gazetesi-nden-yazilar/3572129
7 http://kemalozer.blogcu.com/berfin-ugur-icin-de-yasar-uretir-mi-
acaba/5690376
10 Ekim 2015
7
Ama tanklar daldı mı bir yerden içeri
et ve kan damlamaya başladı mı ağaçlardan
kalmaz ki teselli.
Gerçeği aramak, kertenkele avlamaya benzer
karanlıkta. Güney Afrika’dan geldi üzüm,
pirinç Pakistan’dan, hurma ise İran ürünü.
Sınırlar açık olsun diyenleri destekliyoruz
meyve ve sebze için,
ama kıvırıp kaçmaya çalışsak ne kadar
kıçımız yine de arkamızda hep.
Gazetelerin içlerine gömülüdür ölüler,
etkilenmeksizin oturalım diye
cennetin dış mahallelerinde bir sıraya
ve kelebekler görebilelim diye düşlerimizde.
Türkçesi: Kemal Özer – Gülşah Özer8
İKİNCİ YENİ
Kemal Özer’in ilk şiirleri 1951 yılında Ankara’da yayımlanır. Bu dönemi
kendisinin “içgüdüsel dönem” olarak nitelediği bireyselliği ağır basan şiirler
izler. 1956-60 arasında yayımladığı şiirleriyle İkinci Yeni etkisinde bir biçim
ustası olarak belirir. Çağrışımlara dayanan, soyut imgelerle örülü,
betimleyici şiirlerinde onu öteki şairlerden ayıran altını çizdiği çelişkilerdir.
1965’ten başlayarak gelişen toplumsal ve siyasal ortamdan etkilenerek
8 http://kemalozer.blogcu.com/niels-hav-dan-iki-siir/4052935
10 Ekim 2015
8
“toplumsal kavganın içerisinde şiirin de etkin bir yeri vardır” düşüncesiyle
toplumcu gerçekçi akımı benimsediğinde bu çelişkileri şiirine yansıtmanın
rahatlığını da kullanır.9 Kemal Özer de bu dönemleştirmeye katılmakta ve
kendisi için temelde iki dönemden söz edilebileceğini belirtmektedir: “İlki,
içgüdü kaynaklı ilk şiirlerden sonra İkinci Yeni'yle tanımlanabilecek, benim
bilinçli dönem dediğim ve içinde ilk üç kitabımın yeraldığı 1955-63 arası.
İkincisi, 1970'ten başlayan ve bugüne sürüp gelen toplumcu dönem. İki
dönem, iki ayrı estetik anlayış demek aynı zamanda.”
Özer’in bilinçli dönem dediği “İkinci Yeni” etkisindeki dönem, “İçgüdü
kapsamlı” yazdıklarının sonucunda karşılaşılan bunalıma getirilen bir
çözümdür. Yazdıklarına “benim” diyememek, bir bakıma dönemin şiir
ortalamasıyla yetinememekten kaynaklanan bunalıma aranılan çözümü,
yazdıklarına kendi yaşantısını koymakta bulur. Ancak bu, içinde bulunulan
koşulların elverdiği/yönlendirdiği bilgi ve bilinç düzeyiyle yapılır. Sonradan
İkinci Yeni ile yolların ayrılması, bu çözümün değişmesinden
kaynaklanmaz, değişen “kimlik ve yaşantının artık farklı tanımlanması”dır
ve İkinci Yeni biçemi buna izin vermediğinden terk edilir 10 :”Çözüm, yine
kendimi, kendi yaşantımı yazdıklarıma koymaktaydı. Değişim bu çözüme
götüren tanımlarda oldu. Kimliğimi ve yaşantımı tanımlarken, bilgi ve
bilinç düzeyim aynı değildi, değişmişti çünkü. Yeniden tanımladığım kendi
kimliğim ve yaşantımla dünyaya bakmak, bakılanı görünür kılmak
9 Sennur Sezer, 1950 Sonrası Şiir ve Kemal Özer (30 Ocak 2008 günü
Edebiyat Söyleşisi’nde yapılan konuşma)
http://kemalozer.blogcu.com/1950-sonrasi-siir-ve-kemal-ozer/3075699
10 http://kemalozer.blogcu.com/soylesiyorum-kemal-ozer-le-
soylesi/2015227
10 Ekim 2015
9
istiyorsam, yazdıklarım bir niyet olarak kalmamalıydı. Niyetin
gerçekleşmesi gerekiyordu. Bunun için de estetiğin değişmesi gündeme
gelmişti. İkinci Yeni, söylemek istediğinizi doğrudan söylemenize, bakılanı
görünür kılmanıza uygun bir yazış biçimi değildi. Tam tersine, sözcükler
arasında olsun, imgeler arasında olsun, yalnız çağrışımsal ilişkileri
önemseyen, dolayısıyla organik bir anlam ve anlatım bütünlüğüne tümüyle
karşı çıkan bir anlayışa dayanıyordu.” 11
Bu bireysel ilişkilenmenin, özelin yanında, Kemal Özer’in İkinci Yeni’ye
“genel” olarak bakışı olumsuzdur: “30 Ocak 2008 / İkinci Yeni, sanıldığı
gibi, edebiyat ortamında karşımıza çıkan bir yenilik devinimi değil. İkinci
Dünya Savaşı ardından, yükseliş içine giren toplumcu değerlerin önünü
kesmek için Batı’da başlatılan yeni bir toplumsal ve siyasal tasarımla
birlikte ele almalıyız. Soğuk Savaş bir bütün çünkü. Toplumsal, siyasal
olduğu kadar düşünsel, sanatsal amaçları da var. Dünyaya yeni bir düzen
getirmenin arayışı içinde karşımıza çıkanların tümü. Her şey birbirini
bütünleyerek bir araya geliyor ve aynı amaca hizmet ediyor. (…) İkinci
Yeni, Türk şiirinin toplumsallaşma ve siyasallaşma doğrultusunda içine
girdiği yolu kesintiye uğrattı. O doğrultuda gelişmek adına yapılması
gereken arayışı, Soğuk Savaş’ın araya girmesinin sağladığı aykırı ortamla
birlikte çelmiş, geciktirmiş, yanlışı örnekleyerek ve geçerli kılarak
engellemiş oldu. (O ortamın koşulları içinde hâlâ bakamayan Muzaffer
Erdost, bunun bir özgürleştirme atılımı olduğunu ileri sürmekten
çekinmiyor.)” 12
11 http://kemalozer.blogcu.com/salihli-siir-ikindileri-nin-onur-konugu-
kemal-ozer-le-so/4519406
12 http://kemalozer.blogcu.com/gunluk-ten/2927417
10 Ekim 2015
10
KEMAL ÖZER ŞİİRİ ÜZERİNE
Sabri Kuşkonmaz’a göre Kemal Özer, “acının peşinde” bir “cankurtaran
şair”, hem ülkenin hem de dünyanın takipçisi bir “şiir emekçisi”dir: “Kübalı
bir atletin 400 ve 200 metre olimpiyat şampiyonluğuna şiir yazacak denli
dünyanın farkındadır. Aynı zamanda “Yaralı Temmuz Semahı” ile de
ülkemizi yakan acıların peşine düşer. İspanya’da 1975’te öldürülen beş kişi
onun şiirinde boylu boyunca uzanıp yatmaktadır. Şairin duyarlı dizelerinin
kucağında yoldaşça sarmalanmıştır.”13
Mustafa Bayram Mısır da Kemal Özer’i, “metafizik değil materyalist” olan
gerçek bir şiir işçisi olarak nitelendirir. Kemal Özer'in toplam beş yapıtı
üzerine eleştirel incelemeler yapan Mısır, Özer’in şiirini tipik kılan üç temel
özelliğin “güncellik, evrensel sınıf duyarlılığı ve yalınlık” olduğunu
belirtir. Güncellik, günlük olayların şiirleştirilmesinden daha çok “o günkü o
anki bir olayı, durumu tarihsel bütünlüğü içinde kurup olanaklı bir
geleceğe bağlayan bir şiir bilincini ve bu bilinç üzerinde yükselen bir şiir
duyarlılığını gösterir”. Mısır bunu “evrenselleşmiş olan güncel ya da
tarihsel tanıklık; Güncelirizm” olarak adlandırır: “Kemal Özer'deki güncellik
gazete haberine bağlı değildir, tarihseldir. Güncellik, şiire onu
toplumsallaştıracak bir nesne olurken, şaire bu nesneyi tarihselleştirecek
bir toplumsal bildiriyi şiirleştirme imkanı verir.”14 Özer’e göre güncellik savı
kendi içinde bir eksiklik taşımaktadır. Gündelik olan, günü gününe
yaşanan ile kendini sınırlamak değil, dünya görüşünün ve sanat anlayışının
13 30 Mart 2009 http://www.birgun.net/haber-detay/kemal-ozer-sahtenin-
bollugunda-gercegin-yuceligi-18081.html
141 Temmuz 2009 http://bianet.org/bianet/emek/115582-durur-sarkacin-
gitgeli-kavganin-yuregi-durmaz
10 Ekim 2015
11
getirdiği bir yaklaşım sözkonusudur. Oysa güncellik bir ele alış biçimi
olarak yalnız bugüne değil, geçmişe, hatta geleceğe de uygulanabilir. 15
Kemal Özer şiirinin ikinci özeliği, işçi sınıfının evrensel duyarlılığıyla
yazılmış olmasıdır. Mısır’a göre Kemal Özer şiiri, gündelik heyecanların,
acıların, kavga coşkusunun, yani öfke ve sevincin belirtik duygular olarak
sloganlaştığı şiirlerden değildir: “Tarihselleşmiş bilincin dingin etkinliği
olarak belirir bu tür duygular. Kemal Özer şiirinin tipikliği; gerçekliği, işçi
sınıfının tarihsel bilinci içinde kurarak üretmesinden kaynaklanır. Ozan,
kendisini yalnızca toplumsal kurtuluşçuluğun genel ilkeleriyle bağlı kılar,
güncelliği bu temelde şiirleştirerek onu evrensele bağlar.”16
Kemal Özer şirinin önemli niteliklerinden biri de yalınlığıdır. Bu, her iki
anlamda da şiirin yalınlığıdır: hem bir anlam örgütlenmesi olarak hem de
bir anlam aktarım aracı olarak. Yalınlık, anlaşılırlığa ya da açık bir dili
kullanmaya indirgenemez, şairin ya da yazarın okuruyla kurduğu iletişim
köprüsünün bir niteliğidir: “Yalın bir anlatım tarzı, örneğin ağdalı bir dil
kullanmayarak değil söylediğini okuruna sanatsal bir imge düzeneği içinde
aktaracak en dolaysız formu inşa ederek geliştirilebilir. Kemal Özer şiiri her
iki anlamda da yalındır.”17
15 http://kemalozer.blogcu.com/kemal-ozer-le-siiri-konustuk/4344473
16 http://bianet.org/bianet/emek/115582-durur-sarkacin-gitgeli-kavganin-
yuregi-durmaz
17 http://bianet.org/bianet/emek/115582-durur-sarkacin-gitgeli-kavganin-
yuregi-durmaz
10 Ekim 2015
12
Kemal Özer, şiirinde gerçeği yansıtmakla yetinen, gelecekle ilgili umutlar
sezdiren bir ozan değildir. Kendine verdiği şu yönergeyi izler: “Şiir (...)
içinde bulunduğumuz durumu, yaşadığımız olayların, düşlediğimiz
geleceğin ne olduğunu, nasıl olacağını sezdirmeli, giderek kavratmalı. Bu
yüzden, güncel olanı, yakından izlemeli. Somutlamalı güncel olanı. İnancı,
umudu, aydınlığı, yarını, arkadaşlığı, cesareti soyut kavramlardan çıkarıp
günlük yaşamamızda yerleri, anlamları olan somut karşılıklarına
ulaştırmalı. (...) Ozanı bir bilinç işçisi saydığım için insan yüreğini bilinçle
doldurmanın bir yolu diyorum şiire.”18
BİLİNÇ VE EMEK
BİR MAYIS GÜNÜ
Kemal Özer
İçimizdeki bu utanç,
avuçlarımızdan birinde tuttuğumuz para,
kulaklarımıza çarpan sözcükler,
bu kaygan dünya,
her şeyin eridiği bu Mayıs günü,
öfkeyle umutsuzluk, acıyla ölüm
kuşkuyla döneklik yan yana,
satıyorlar günün bütün saatlerini,
sermişler kaldırımlara.
18 Sennur Sezer, 1950 Sonrası Şiir ve Kemal Özer (30 Ocak 2008 günü
Edebiyat Söyleşisi’nde yapılan konuşma)
http://kemalozer.blogcu.com/1950-sonrasi-siir-ve-kemal-ozer/3075699
10 Ekim 2015
13
İçimizdeki bu uğultu
bakarken çocuklarımızın yüzüne,
titreyişi, uzatırken, ellerimizin,
bu kimseyi bağışlamayan duygu;
ardımızdan geliyor nereye yönelsek,
giriyor otobüslerden içeri,
yapıların tırmanıyor üst katlarına,
bu vakitsiz şafak, gece yarısı,
yürekleri dağlayan bu aydınlık.
Dolarken damarlarınıza bir anda
birlikte yürümenin coşkusu,
yaşamı bilinçle kavramanın
parlaklığı vururken alnınıza,
ne kadar biçerlerse biçsinler
umut daha gür sürecektir.
Hiçbir şeye yenilmediğini inancın
kim daha güzel anlatabilir
onurla söylenen bir türküden?
(Kavganın Yüreği kitabından, 1973)19
Özer’e göre yanlış anlaşılan, “bilincin kesinliği”dir. Bir konuda ya da alanda
bilince varıldı mı, bunun artık kesin bir sonuç olduğu kabul edilir. Oysa
bilinç durmadan sınanan ve yeniden üretilen bir süreç olarak
anlaşılmalıdır. Tıpkı kumsalda açtığımız ayak izlerini denizin silip örtmesi,
yeniden o izlerin açılması gerektiği gibi yaşananlar, bilinci de durmadan
siler, yıpratır, değişikliğe uğratır. Bu nedenle onu yeniden üretmeniz
19 http://kemalozer.blogcu.com/35-yilinda/1518527
10 Ekim 2015
14
gerekir. Buradan hareketle şiir, bilincin sınanmasında ve yeniden
üretilmesinde kendine özgü bir görev üstlenmeli ve buna uygun bir estetik
anlayışına yönelmelidir. Bu estetik, bir yapı kurmayı, bu yapının kaypak,
çağrışımlara dayanan, izlenimci eğilime değil, açık/anlaşılır/doğrudan bir
söyleme elverişli olmasını benimsemelidir. Böyle bir yapı ise şiirde
organikliğe, çoksesliliğe yönelimi gösterir. Organik şiir, dizelerin birbirine
eklemlendiği, bir merdivenin basamakları gibi birinden öbürüne geçilerek,
dolayısıyla gelişerek sonuca (şiirin ortaya koyduğu bütüncül imgeye)
doğru ilerlediği bir yapıyla varolur. Bilinçle ilişkili şiirin yapı anlayışı, o
anlayışın özü burdadır: “Benim İkinci Yeni'yle ilişiğimi kesmemin nedeni de
burda. Ancak bu yapıda bir şiirle, bilinç oluşturmayı, bilinci sınama ve
yeniden üretmede sorumluluk almayı üstlenebilirsiniz.”20
Yapısal bir bütünlük ortaya konacaksa, imge bu bütünlüğün öğelerinden
biridir. Ama şiirin içinde hiçbir imge bağımsız olmamalı ve tek başına işlev
üstlenmeden, birbirini hazırlayarak ve geliştirerek ilerlemelidir. Özer tek
şiir için düşündüğünü, kitap kapsamında da düşünür. Kitabı oluşturan
şiirler de, tıpkı şiirdeki imgeler gibi, birbirini bir bütüncül imgeye doğru
geliştirerek art arda gelmelidir. Özer için “Savaşımcı ozan”ın yaklaşımı,
“yaşanan”a bakışta, bakılan nesneyi/kişiyi/olayı görünür kılmak için, onları
bir ilişkiler toplamı olarak ele almaya dayanır. Yaygın deyişle, tekilde
tümeli, özelde geneli dile getirmek amacını benimser. Bu da nesne ve
ilişkilere bakıştaki farkındalığı sağlayan en önemli özellik sayılır.”21 Sanat,
bu arada şiir, yaşamı ve dünyayı değiştirmek isteyenlerle buna karşı
20 http://kemalozer.blogcu.com/kemal-ozer-le-siiri-konustuk/4344473
21 http://kemalozer.blogcu.com/salihli-siir-ikindileri-nin-onur-konugu-
kemal-ozer-le-so/4519406
10 Ekim 2015
15
çıkanlar arasında “kavga”nın “kiminle ve niçin” edildiğini, edilmesi
gerektiğini bilinç düzeyine çıkaracak özgül bir alandır. 22
Şair bu kavgada kimin tarafında yer alacaktır? Özer, kendi seçimini
“emek”ten yana yaptığını söyler:
“Emeğin savunusunu üstlenen savaşım kültürü23 Kemal Özer: 21
Mayıs 2009 / Kültür ortamı, doğal ortam gibi. Gözümüzü onun içine
açıyoruz. Konuştuğumuz dille, içine doğduğumuz aileyle,
oturduğumuz yöreyle, bulunduğumuz coğrafyayla iç içe bu ortam.
Bir de bu doğallığa, aldığımız eğitimle gelen etkilenimler ekleniyor.
Ama kültürle asıl ilişkimiz, bir seçim yapma gereksinimi duyduğumuz
zaman başlıyor. Doğallığın ötesine geçtiğimizde yani.
Kendi adıma, bu seçimi emek doğrultusunda yaptığımı
söyleyebilirim. Emeği temel alan, emeğin odağında uzanımları olan
bir kültür. Şiir anlayışımın özünde 'bakış' yer alıyorsa, yazdığım şiiri
de 'bakılan'ı 'görünür' kılmaya adadığımı söyleyebilirim. Baktığımız
(nesne, kişi, olay) her neyse, 'görünür' kılmak için onu oluşturan
ilişkileri görmemiz gerekir. O ilişkileri görmek için de edindiğimiz
bilgiler ve kültür donanımı önemli. Şiirin kültürle ilişkisini burada
görüyorum. Emeği temel alan, emeğin savunusunu üstlenen bir
savaşım kültürü diyebilirim bu donanımın adına.
22 http://kemalozer.blogcu.com/soylesiyorum-kemal-ozer-le-
soylesi/2015227
23 http://kemalozer.blogcu.com/gunluk-ten/5589705
10 Ekim 2015
16
Bu anlamda görebileceğimiz gibi, şiiri bir kültür taşıyıcısı olarak da
görebiliriz. Kendi seçimimde geleneksel bir halka saydığım Yunus
Emre'nin, Pir Sultan Abdal'ın şiirini bir kültür taşıyıcısı sayabiliriz aynı
zamanda. Şiirin taşıyıcısı olarak dili öne sürmek ise yanlış olmaz. Dil,
kendi içinde bir kültür taşıyıcısı olduğu gibi, dilin doğasını şiir diline
dönüştürdüğümüzde, yani doğal kültür ortamını kendi seçimimize
göre nasıl dönüştürüyorsak, dil ile şiirin ilişkisini de öyle yeniden
düzenlemiş oluruz. 'Bakılan'ı 'görünür' kılmayı amaçlayan bir şiirin
açımlayıcı bir dille yazılması gereği ortaya çıkar.”
Kemal Özer’in kaleme aldığı aşağıdaki bildiri, onun sanat anlayışını özetler:
“DÜNYA ŞİİR GÜNÜ BİLDİRİSİ (KEMAL ÖZER)
YALIN SÖZÜ YEĞLESE DE YALINAYAK DEĞİLDİR ŞİİR!
Bir yüzleşme günündeyiz yine.
Yine şiire bakıyoruz. Yine şiir ne işe yarar diyenlerle göz göze
gelerek.
Sesimizde yankılanan yine öncelikli bir soru: Hangi niteliklerle yüz
yüze getirir bizi şiir?
Sayabiliriz o niteliklerin birkaçını hemen: Yaratıcı eyleme merak,
dönüşü olmayana cesaret, sıradana açılan savaş, emeğe gösterilen
saygı, duyarlığa tanınan özgürlük, tasarlananı genişleten ufuk…
Şöyle diyebiliriz örneğin:
“Çin Seddi bittiği akşam duvarcılar nereye gittiler?” diye soran
meraktır şiir.
Kralı çıplak gördüğünde korkağın söyleyemediği cesur sözdür.
Sıradanın yavanlığına başkaldıran çeşitlilik, emeği hor görene
indirilen tokattır.
Duyarlığı sınırlı tutanın karşısına yeni bir dil ile, tasarlananı güdük
bırakanın karşısına yeni bir dünya ile çıkandır.
10 Ekim 2015
17
Neruda’nın dediğini bir kez daha yineleyebiliriz öyleyse: Yedi canlıdır
şiir. Bunca sömürü ve yoksulluğun insana yaşamı dar ettiği, işkence
ve savaşlarla bunca zulmün, zorbalığın, kıyımın yeryüzünü kana
boğduğu günlerde şiirin payına da canından olanların acısı düşer,
soluğunun önüne birtakım engeller dikilir. Ama her keresinde
yeniden canlanacaktır o, yüzleşmek için ayağa yeniden kalkacaktır.
Her yüzleşme gününde kıyıcıya, zorbaya, işgalciye karşı diyeceği bir
söz, yapacağı bir eylem, her yüzleşme gününde suskun kalanlara,
boyun eğenlere karşı dolaşıma çıkaracağı bir öfke vardır çünkü.
Eylemini kendisi kalarak gerçekleştirmeyi, öfkesini sözcüklere
bürüyerek biriktirmeyi, sözünü çoğu kez yalın söylemeyi yeğlese de,
onlarla kıyıcının, zorbanın, işgalcinin ve suskunluğun üstüne
yürürken yalınayak değildir. Çıkarıp kafalarına fırlatacağı bir
ayakkabısı her zaman vardır.”24
SUÇÜSTÜ
ADIM METİN OLSUN
KEMAL ÖZER
Hadi gel birlikte yazalım bu şiiri
adım metin olsun bu kez benim de
hadi benim sesimle ama senin hüznünden
hadi benim acımdan ama senin sesinle
birlikte söz edilsin bu şiirde
24 http://kenanyucel.blogcu.com/dunya-siir-gunu-bildirisi-kemal-
ozer/5390497
10 Ekim 2015
18
Birlikte yazalım hadi ölüme karşı
konuşalım bir yürekten hadi bir ağızla
kimse ayırt etmesin kimin söylediğini
nereye kadarı benim nerden sonrası senin
kıvrıla kıvrıla yanan bir kağıtta
Değdirir değdirmez kanatlarını yüzüme
senin kaşlarında yuva kurmuş sorular
hadi gel bir yangın öksüzlüğünün ardından
kalan külü bile tanımayan çocuklara
nasıl anlatırızı konuşalım susmak yerine
Nasıl direnirizi elimize bir gül almadan
bir sözün içinden geçen kıvılcımları
nasıl taşırızı konuşalım herkes sussa bile
bir külden nasıl dirilirizi bir şiirle
ne kadarını kimin söylediği belli olmadan
Her dizeyle biraz daha ilerlesin bu çerçeve
her sözcük bütünlesin içine konan resmi
hadi benim yüzümle ama senin kanatılmış yazgın
hadi benim bitimsiz özlemim ama senin yüzünle
birlikte dile gelsin bu resimde 25
“Ozanın gözü her yıl yeniden bakmalı” ve “suçüstü” yapmalıdır: “Tıpkı Geo
Milev gibi, tıpkı Miklos Radnoti gibi. Katillere suçüstü yapan ozanın gözüyle
bakabilmeliyiz. Üstü ne kadar örtülürse örtülsün, ozanın gözüyle
görmeliyiz bir daha. Gömüt tanımayan gözüyle, gömülse de örtülmeyen
25 http://kemalozer.blogcu.com/siir-ve-siyaset-iki-siir/2984221
10 Ekim 2015
19
gözüyle.” Özer, “Sivas’a yeniden bakmalı ve suçüstü yapmalı” der ve
“Yangın Şiirleri” çıkar ortaya: “Anti-faşist Bulgar ozanı Geo Milev,
gözaltında yok edilmesinden 30 yıl sonra, bir toplu gömütte bulunan
kafatasındaki takma gözüyle, onu yok edenlere suçüstü yapmıştı. İkinci
Dünya Savaşı'nda bir toplama kampına götürülen Macar ozanı Miklos
Radnoti, yine yıllar sonra bir toplu gömütte bulunan şiirleriyle kendini
öldürenlere suçüstü yapmıştı. Yangın Şiirleri, aynı geleneğin yeni bir
örneği olarak, Sivas kıyımına, o kıyımda yitirilenlere, onlardan geriye
kalanlara, giderek toplumun duyarlı varlığına karşı işlenen suçu
sorgulamak, suçlulara bir suçüstü yapmak amacı güdüyor.” 26
“16 Haziran ve 2 Temmuz: İki Kavşak
16 Haziran 2007 / Semizkumlar. Her sabah olduğu gibi bakkala
yürüyüş. Alışverişten sonra gazetelerde gezinti. Bugünün tarihi
hiçbirinde yoktu. Yalnızca Cumhuriyet, iç sayfalarından birinde
anımsamış ve anımsatmış. İşçilerin haklarını aramak üzere sokağa
çıktıklarından, o gün yaşananlardan ve 3 ölümden söz ediliyor.
(İnternete bağlanamadığım için Sol gazetesini göremedim; ama
önümüzdeki hafta kente dönünce ona da bakacağım) 16 Haziran, bir
kavşak olarak söz edilmeyi bekliyor hâlâ. 2 Temmuz, nasıl bir
suçüstü bekliyorsa, 16 Haziran da öyle! Unutanlara, unutturmak
isteyenlere suçüstü! Unutanlar arasında şiir varsa, ona da! Ozanlar
varsa, onlara da!
(…) Bu noktada durup şiirin ne yapması gerektiğine bakarsak,
‘yaşanan’ı yeniden ‘mekân’ içine yerleştirmeli diyebiliriz. Nasıl
yapacak bunu? Elimizden alınmak istenene kafa tutarak. Olayı
yeniden ‘yaşandığı mekân’ içinde görerek ve göstererek.
26 http://kemalozer.blogcu.com/kemal-ozer-le-temmuz-icin-yarali-
semah/3800841
10 Ekim 2015
20
Belleğim burda bir ayraç açıyor ve 1994’te Almanya’ya 2
Temmuz’u anmak için gittiğimizde, Mölln kentine yaptığımız
yolculuğu getiriyor gözlerimin önüne. Faşistler bir Türk ailenin
yaşadığı evi yakmışlardı o kentte. Mahkemesi hâlâ sürüyordu. Biz de
girmiştik duruşmalardan birine. Ama yakılan ev ortadan kaldırılmıştı
çoktan. Yerinde boş bırakılmış, çağrışımlarından boşaltılmış bir arsa
vardı. ‘Yaşanan’ın mekânı, yaşayanların elinden alınmıştı. İkinci
adım, hiç kuşkusuz arkadan gelip o boşluğu yeni bir yapıyla
dolduracak, çağrışımları tümüyle kazıyacaktı oradan. Belleğim, aynı
şeyin Sivas’ta da yapıldığını anımsatıyor şimdi. Madımak Oteli’nin
olduğu gibi bırakılması, orda yaşananları sürekli anımsatması
istenmişti. Ama bu sağlanamamış, tıpkı Mölln’deki ev gibi, otel de
ortadan kaldırılmıştı. Yaşananların mekânı yaşayanların elinden
alınmıştı.
(Veysel Atayman) ortaya çıkan bu değişimin ‘zaman’a
bağlanmasını sorgulayarak, ‘nostalji’yi ‘bir çaresizliğin adı’ diye
niteliyor ve “coğrafyayı bozan, yozlaştıran, silen ya da yok eden şey
‘zaman’ değil: Hayata, insana düşman o ilişkiler” sonucuna varıyor.
Atayman’a göre, “yanlış bir bilinç”tir nostalji. “Zamanı kör bir güç
gibi görme yanılgısı”dır.
O halde, şiir için, ne yapması gerektiğine yanıt ararken,
‘yaşanan’ı yeniden ‘yaşandığı mekân’a yerleştirmenin, anımsamayı
nostaljiden sıyırmanın, ‘zaman’ı bir ilişkiler toplamı olarak görmenin
yollarından biri olduğunu söyleyebiliriz. Elimizden alınanı, alınmak
isteneni geri almak olduğunu da. Şiirden sanata doğru
genişlettiğimizde, bütün sanat dalları, bu işlevi ayrı ayrı ve kendi
özgüllüğünün sağladığı olanaklarla gerçekleştirecek demektir. Resmi
yapılacak, sineması yapılacak, fotoğrafı çekilecek, müziği
10 Ekim 2015
21
bestelenecek ve ‘yaşanan’lar ‘yaşandıkları mekân’ın içine yeniden
yerleştirilecek.” 27
ÇEŞİTLEME
Carl Scharnberg
Resmen bildiriliyor ki
pencerede
olmayan
bir çengele bağladığı
bir havluyla
asmış kendini tutuklu.
Farkına varılana dek
asılı kalmıştır
birkaç saat rahmetli
diye bitiyor
resmî açıklama.
Dünyanın
en iyi korunan tutukevinde
en küçük devinimi bile
her saniye
TV kameralarının izlediği
dünyanın en sıkı denetlenen
tecrit hücresinde
ölü bulunmuşsa eğer
bir tutuklu
kullanamazlar artık
27 http://kemalozer.blogcu.com/gunluk-ten/1837980
10 Ekim 2015
22
şu eski ifadeyi:
Kaçarken vuruldu.
Ellerini eskiden
böyle yıkamaya çalışırdı sorumlular.
Şimdiyse kirlerini
bir havluya siliyorlar yalnızca.
Türkçesi: Kemal Özer – Hüseyin Duygu28
Milliyet’in 23 Aralık 2000 tarihli baskısında “ÜMRANİYE 83 saat sonra
teslim oldular. HAYATA Dönüş Operasyonu dün Ümraniye'deki direnişin
bitmesiyle son buldu. Cezaevinde ikisi kadın 16 yaralı hastanelere
kaldırıldı.”29 haberinin verildiği, İçişleri Bakanı Tantan’ın basın brifinginde
“Hayata Dönüş Operasyonu, devletin ayıbını temizlemiş oldu” dediği30 gün
Kemal Özer günlüğüne şunları yazar:
“23 Aralık 2000 / Bir yüz düşünün, her yanı doldurmuş olsun.
Gözlerinizi ne yana çevirirseniz onunla karşılaşıyorsunuz. Hatta
gözkapaklarınızı kapattığınız zaman bile.
Nasıl bir yüz? Bir sırtlan yüzü!
Günlerdir bu durumdayız. Her yanda onunla karşılaşıyoruz: Ancak
bilim-kurgu filmlerinde rastlanabilir böylesi sahnelere. Ama gerçek.
28 http://kemalozer.blogcu.com/iskandinav-siirinden/3962965
29 http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/Arsiv/2000/12/23
30 http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2000/12/23/hurriyet.asp
10 Ekim 2015
23
Kocaman ve soluk alacak en ufak bir boşluk bırakmadan dolduruyor
görünüm alanını. Kocaman ve işitecek en ufak bir ses bırakmadan
dolduruyor kulaklara yönelen her şeyi.
Soluk almak acı veriyor o yüzden. Bakmak ve duymak da öyle.
Acıdan başka bir şeye yer bırakmıyor. Ama daha acısı; onun
görülmemesi, görülmek istenmemesi, çıkardığı sesin, yaydığı
kokunun, ağız şapırtısının örtülmeye çalışılması, doğallığa
büründürülmesi.
Tek avutucu yanı ise; böyle günlerin aynı zamanda yeniden görmeyi,
yerli yerine oturtulmayı, aymazlığın sona ermesini sağlayacak
olanağı, fırsatı taşıması. Olağanı görüp tanımak için olağandışının
hazırladığı bu fırsattan ne ölçüde yararlanacağız? Herkesi kendi
sınırları dışına çıkaran, ortak bir paydada buluşturan bu olağandışı
anda, hep birlikte bakabilecek miyiz aynı noktaya? Herkes kendi
sınırları içine yeniden çekilmeden önce? Kulaklarımız yalnız o sesi
duyarken, burnumuz yalnız o kokuyu alırken? Birine çektirilen acı
hepimizin derisinde dolaşırken? Suskunluğun açtığı kuyu hepimizin
başını döndürürken?
Birlikte yaşanan böylesi anların sürekli olmasını önleyen, üstüne
basılmış bir damarda kanın alttan alta zorlaması: Yürümek,
beslenmek, çalışmak, ilişkiler ağında yerini almak, olağandışını
kemiren bir sürü edim.
Kendinden söz etmek, küçük bir avuntu, insanca bir mutluluk, bunlar
acı veriyor şu anda. Yitirdiğimiz bir insanın ardından dolu dolu
yaşadığımız o an, şu anda ortak paydamız. Ne yaparsak onlar için
yaptığımızı, ne düşünürsek, ne duyarsak onlar adına söylediğimizi
yaşıyoruz, bir süre daha yaşayacağız. Ama sonra? Damarın üstüne
basılan parmak kalktıktan sonra?
Yıllar içinde kimbilir kaç kez bu fırsat çıktı önümüze. Neyin ne
olduğunu, kimin kim olduğunu tanıma fırsatı. Onları tanıyanların,
bıkıp usanmadan tanıtmaya çalışanların sesleri kimbilir kaç kez böyle
10 Ekim 2015
24
kulaklara değil, gözlere de yansıyacak yaygınlığa ulaştı.
“Söylemişlerdi, demek istedikleri buymuş!” yaygınlığına. Duymakla
değil, yaşamakla bir şeylerin bilinir olması yaygınlığına.
Göz önünde olan bir yüz. Her gün çeşitli vesilelerle gördüğümüz.
Kanıksatılan bir yüz. Doğallaştırılan. Yüzgöz olduğumuz bir yüz.
Şimdi o yüzü değil, onun içyüzünü görme fırsatı elimize geçti.
Bakışlarımızı ne yana döndürürsek döndürelim onu göreceğiz daha
bir süre. Verdiği acıya anlamsız gözlerle bakan, üzerine sıçramış
kanlara alabildiğine duyarsız, ağzı arada bir şapırdayan o tiksindirici
yüzü, o sırtlan yüzünü!”31
YARIN
“Yarına kalma konusunu farklı algılıyorum. Bu konudaki en yaygın söylem,
yazılanların içinden kimi ürünlerin sonraki dönemlerde, giderek yüzyıllarda
da okunması. O yüzden de şiire bakışta ister istemez bir metafiziğin
oluşması akla geliyor. Oysa ben kalıcılığın ürün üzerinden konuşulması
yerine, işlev açısından ele alınmasından yanayım. Ozan hangi toplumda,
hangi çağda yaşamışsa o topluma, o çağa göre yapması gerekeni ne
ölçüde üstlenmiş, üstlendiğini ne ölçüde yerine getirmiş? Çağının,
toplumunun şiirini yazabilmiş mi? Metafizik bakışın götürdüğü yerdeki
büyü değil, gerçekçi bakışın içeriğindeki emekle ilişki öne çıkarılarak
sonuca varılmalı. Şöyle de diyebiliriz: Ürünün sonraki zaman dilimlerinde
de okunabilmesi, kalıcılığın tek ölçütü olmasından değil, o çağda
yaşananların ve yaşayanların da gereksinimlerini karşılayabilmesinden
kaynaklanacaktır.”
KAĞIT GEMİ
31 http://kemalozer.blogcu.com/gunluk-ten/5262157
10 Ekim 2015
25
CANSU FIRINCI
işte bir işçi de
tulumunu giydiği vakit bir ırmaktır
iki işçi geldiği vakit ağaçların altına
tulumları gökten bir renk kazanır
üçüncü işçi hiç deniz görmemişse de
bozkırdaki evin penceresine iliştirilmiş
bir gemi maketidir
zonguldak’ta yalnız gözlerinden tanıyabileceğimiz bir işçi
pekala da kömür tozundan bir yelken yapabilir
dört işçiyi değilse de
dört yüz işçiyi yan yana getirmek biraz sıkar
ama kim demiştir size
ırmağın denize döküldüğü yerde
kağıttan bir gemiye binmek kolaydır 32
O DA GÜZEL (Mourid Banghouti)
Yatağımızda ölmek ne güzel
temiz bir yastık
ve yanımızda dostlar
32 http://kemalozer.blogcu.com/cansu-firinci-dan-siirler/3538627
10 Ekim 2015
26
Ölmek güzel, bir kereliğine,
ellerimiz göğsümüzde bağlı
boş ve solgun
yarasız, zincirsiz, pankartsız
ve dâvasız
Tozsuz bir ölümle gitmek güzel,
gömleğimizde bir delik
kaburgamızda nişanı olmadan
Ölmek güzel
yanağımızın altında kaldırım değil, beyaz bir yastık,
ellerimiz sevdiklerimizle,etrafımızda çaresiz doktorlar ve
hemşireler,
zarif bir elvedadan başka hiçbir şeyimiz olmadan,
tarihle ilgisiz,
dünyayı olduğu gibi bırakıp,
bir gün bir başkası değiştirir
diye umarak 33
“YAŞAMÖYKÜSÜ
Kemal Özer, 1935’te İstanbul’da doğdu. İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdikten
sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
bölümünde öğrenim gördü. Kim dergisi, Cumhuriyet Gazetesi ve Karacan
Yayınları’nda çalıştı. Uğrak Kitabevi’ni kurup kitapçılık ve yayıncılık yaptı.
Şiir Sanatı dergisini çıkarıp a ve Yeni a Dergisi yönetimlerine katıldı. Varlık
dergisini yönetti (1983-90). Kendi kitaplarını yayınlamak amacıyla Yordam
33 http://kemalozer.blogcu.com/istanbul-siir-festivali-nden-siirler/5541428
10 Ekim 2015
27
Yayıncılık’ı kurdu (1989-2000). Türkiye Yazarlar Sendikası ikinci
başkanlığında bulundu.
İlk yayınlanan şiiri 1951’de, ilk yayınlanan şiir kitabı (Gül Yordamı)
1959’da çıktı. İlk üç kitabıyla İkinci Yeni hareketi içinde yer alıp
çağrışımlara dayanan, soyut imgelerle örülü, estetik ve bireysel kaygıları
öne çıkaran bir şair olarak değerlendirildi. 1970’ten sonra, dünyaya yeni
bir bakış ve ona bağlı olarak toplumcu gerçekçi denebilecek yeni bir
anlayışla yazdığı şiirlerde ise, toplumsal ve siyasal olaylara, insanların bu
olaylar karşısında tepkilerine, duygu ve düşüncelerine tanıklık etmeyi
amaçladığı görüldü. 1970-80 arasında yayınladığı 4 kitapta ağır basan bu
eğilim, sonraki kitaplarında yeni boyutlar kazanıp yeni ilgi alanlarına
yayıldı.
Şiirden başka öykü, deneme, gezi, anı, günlük, mektup türlerinde kitaplar
yayınladığı gibi, çocuklar için yazmayı ve şiir çevirileri yapmayı da
sürdürdü. Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya kitabıyla 1976 TDK Şiir
Ödülü’nü, Kimlikleriniz Lütfen kitabıyla 1982 Toprak Şiir Ödülü’nü, İnsan
Yüzünün Tarihinden Bir Cümle kitabıyla 1991 Yunus Nadi Ödülü’nü, Bir Adı
Gurbet kitabıyla 1993 F.O.Bayır Ödülü’nü, 1999’da Damar Dergisi Edebiyat
Emek Ödülü’nü, 2000’de Truva Kültür ve Sanat Ödülü’nü, 2001’de
Dionysos Şiir Ödülü’nü aldı. Şiirleri 20 dile çevrilip dergi ve antolojilerde,
Bulgaristan, Danimarka ve Hollanda’da ise kitap olarak yayınlandı.
Şiir kitapları: Gül Yordamı (1959), Ölü Bir Yaz (1960), Tutsak Kan (1963),
Kavganın Yüreği (1973), Yaşadığımız Günlerin Şiirleri (1974), Sen de
Katılmalısın Yaşamı Savunmaya (1975), Geceye Karşı Söylenmiştir
(1978), Kimlikleriniz Lütfen (1981), Araya Giren Görüntüler (1983),
Sınırlamıyor Beni Sevda (1985), İnsan Yüzünün Tarihinden Bir Cümle
(1990), Bir Adı Gurbet (1993), Oğulları Öldürülen Analar (1995), Onların
Sesleriyle Bir Kez Daha (1999), Sevdalı Buluşma (2005).”34
34 http://kemalozer.blogcu.com/yasamoykusu/529608
10 Ekim 2015
28
Biography35
Poet (b. 1935, İstanbul). He graduated from İstanbul High School for
Boys (1955). He attended İstanbul University, Faculty of Literature,
Department of Turkish Language and Literature but didn’t graduate.
While studying at university, he published the review a (1956-60) with his
friends. He worked as editor at the Varlık Publishing House. He was also
editor at the Cem Publishing House and at the newspaper Cumhuriyet
(1960-81).
He worked at Karacan Publications (1981-82). He managed Uğrak
Publishing House, which he founded. After retiring, he undertook the
management of the review Varlık (1983-90).
He was the second president of Writers Syndicate of Turkey (1999-2000).
He published his books at Yordam Publishing House, which he also
established (1989-2000).
From 1951 his poems and from 1952 his short stories were published in
the reviews, Kaynak, Seçilmiş Hikâyeler, a, Şiir Sanatı, Yeni Dergi, Yeni
Edebiyat, Yeni a and Milliyet-Sanat. He published the review Şiir Sanatı
(1966-68, 20 issues).
He was among the founders and writers of the review Yeni a Dergisi that
he and his friends started to republish in 1972.
He focused on political and current events in the poems he wrote when he
was part of the literary movement “Second New”.
He collected the Turkish Language Association 1976 Poetry Award with his
book, Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya (You Must Join to Defence
the Life, too), the Ömer Faruk Toprak Poetry Award in 1982 with his work,
Kimlikleriniz Lütfen (Your Papers Please), the 1991 Yunus Nadi Poetry
Award with his book İnsan Yüzünün Tarihinden Bir Cümle (A Sentence
from the History of Man’s Face), the 1993 Ferit Oğuz Bayır Philosophy and 35
http://www.kultur.gov.tr/yazdir?A9DFB6E567086A51B9DA85095E6AA289
10 Ekim 2015
29
Art Award with his book Bir Adı Gurbet (Exile is Its Other Name), the 1999
Damar Review Literature Work Award, the 2000 Troy Culture and Art
Award and the 2001 Dionysus Poetry Award.
He published the poetry anthology prepared by Asım Bezirci, Dünden
Bugüne Türk Şiiri (Turkish Poetry From Past to Present) by extending it to
5 volumes.
The poems he wrote in his first and third books with a new point of view
and consequently with a new artistic point of view after he was involved in
the movement “Second New” had various results.
He aimed at reflecting social and political events and the reactions,
emotions and attitudes of people against these events in a period that can
be defined as socialist realism.
This trend that is dominant in the 4 books he published between 1970-80
reached new dimensions and while his general attitude didn’t change, his
area of interest spread.
Several themes in his work can be seen, Araya Giren Görüntüler
(Interfering Images), psychological witness and questioning; in
Sınırlamıyor Beni Sevda (Love Does Not Confine Me), sociological
comment on love; in Bir Adı Gurbet (Exile is Its Other Name), the problem
of identity and the destiny of people who have been oppressed and have
suffered; in Oğulları Öldürülen Analar (Mothers Whose Sons were Killed),
the sociological accumulation of what mothers experienced because of
their sons’ deaths and in Onların Sesleriyle Bir Kez Daha (Once More with
Their Voices), the re-telling of pain following an severe period of
restriction.
WORKS:
POETRY: Gül Yordamı (The Way of the Rose, 1959), Ölü Bir Yaz (A Dead
Summer, 1960), Tutsak Kan (Captive Blood, 1963), Kavganın Yüreği
(Heart of Strife, 1973), Yaşadığımız Günlerin Şiirleri (Poems of the Days
We Lived, 1974), Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya (You Must Join
to Defence the Life, too, 1975), Geceye Karşı Söylenmiştir (That Which
was Said Against the Night, 1978), Kimlikleriniz Lütfen (Your Papers
Please, 1981), Araya Giren Görüntüler (Interfering Images, 1983), Çağdaş
10 Ekim 2015
30
ve Boyun Eğmeyen (Modern and Submissive, selections from his poems,
1985), İnsan Yüzünün Tarihinden Bir Cümle (A Sentence from the History
of Man’s Face, 1990), Bir Adı Gurbet (Exile is its Other Name, 1993),
Oğulları Öldürülen Analar (Mothers Whose Sons Were Killed, 1995),
Şiirlerden Bir Gökkuşağı (A Rainbow from Poems, poetry cassette, 1996),
Onların Sesleriyle Bir Kez Daha (Once More with Their Voices, 1999), XX.
Yüzyıldan Duvar Kabartmaları 1 (Wall Embossing from the XX. Century 1):
Bütün Şiirleri (All His Poems (1959-1981), 2000), XX. Yüzyıldan Duvar
Kabartmaları 2 (Wall Embossing from the XX. Century 2): Bütün Şiirleri 2
(All His Poems 2, 1983-1999 (2000)), Birlikte (Together), Aynı Ateşten
Geçerek (Going Through the Same Fire, selections from his poems, 2003),
Sevdalı Buluşma (Love Meeting, 2005).
SHORT STORY:Baba ile Kız (Father and Daughter, 1999).
ESSAY:Umut Edebiyatı 7 Canlıdır (Hope Literature Has Seven Lives,
1992), Acı Şölen (The Sorrowful Feast, 1992), Gün Olur Söze Yazılır (One
Day It is Written on the Word, 1992), Yaşadığımız Günlerin Yazıları
(Writing of the Days We Lived, 1996), Benim Ellerimi Al, Benim Gözlerimi
Kullan (Take My Hands, Use My Eyes, 1999), Şiiri Sorgulayan Yazılar
(Writing that Interrogates Poetry, 2000), Bendeki Görüntüler (Images I
Had, 2000).
MEMOIR:İkinci Yeniden Toplumcu Şiire (From “Second New” to Socialist
Poetry, 1999).
TRAVEL LITERATURE:Güldeki Şafak (Dawn on the Rose, notes on
Bulgaria, 1979), Düşmanı Kardeş Yapmak (Counting the Enemy as a
Brother, 1994).
JOURNAL:Tanık Günler 1 (Witness Days 1, 1993), Tanık Günler 2
(Witness Days 2, 1994), Gölgeden Güneşe (From Shadow to Sun, 1999).
CHILDREN’S LITERATURE:Nasreddin Hoca (Nasredin Hoca, 1975), Tatil
Köyünün Çocukları (Children of the Vacation Village, 1981), Trenler Ne
Güzeldir (Trains are Very Nice, 1983), Dünya Onlarla Daha Güzel (With
Them the World is Nicer, 1992), Şiirlerle Ezop Masalları (Aesop’s Tales
with Poems, 1993), Çiçek Dürbünü (Flower Binoculars, 1994), Şiirlerle
Andersen Masalları (Hans Christian Andersen Tales with Poems, 1995),
Sinemayı Seven Çocuk (The Child Who Likes Cinema, 1997), Sorulardan
10 Ekim 2015
31
Bir Gökkuşağı (A Rainbow from Questions, 1999), Güneş Arkasına Baktı
(The Sun Looked Back, 2000).
ANTHOLOGY:Soruların Gündeminde (In the Agenda of Questions, 1995),
Oradaydım Diyebilmek (Being Able to Say that I was There, 1995),
Eleştirilerin Gündeminde (In the Agenda of Critics, 1999), Sanatçılarla
Yazışmalar 1 (Correspondence with Artists I, 1999), 45. Sanat Yılında (In
the 45th Year of Art, 2000).
INTERVIEW:Sanatçılarla Konuşmalar (Conversations with Artists, 1979).
ANTHOLOGY:Şiirlerle İstanbul (İstanbul with Poems, 1992), 100 Şiir (100
Poems, 1995), Dünden Bugüne Türk Şiiri (Turkish Poetry from Past to
Present, 5 Volumes; 1- Folk Poetry 2-Divan* Poetry, 3-New Poetry, 4-New
Poetry, 5-New Poetry; with Asım Bezirci, 2002).
In addition he has translated works.