Kemal Özer: Şiir, Şair ve Politika

31
10 Ekim 2015 1 Kemal Özer: Şiir, Şair ve Politika “Ölümler ve yıldönümleri. İkisinin temelinde de anmalar yatıyor. Anma kültürünün belli başlı dayanağı ise birtakım sloganlar. Ölenler “hayatını kaybetmiş”tir. “Yeri doldurulamayacak”tır. Ve “anısı yaşatılacak”tır. “Eserleriyle yaşayacak”tır. Oysa “hayatını kaybettiği” söylenenin, yaşadığı süreçte “kaybettiği”, “kaybettirdiği” başka şeyler olabilir. Hatta bunlar, yerine göre, çok daha önemli şeyler olabilir. Öte yandan, “yeri doldurulamayacak” diyenlerin önemli bir bölümü, insan yaşamı üzerine konuşurken, onun biricikliğini vurgulayan, bireysel yaşamı yücelterek onu yere göğe koymayan kişilerden oluşmaktadır. “Anısı”nın nasıl yaşatılacağına gelince, akla ilk gelen onun adına ödül koymak, bir parka ya da sokağa onun adını vermektir. “Eserleriyle yaşamak” ise, söyleyenin bunu söylerken yaptığı bir değerlendirmeye, vardığı birtakım sonuçlara dayanmaz. Çoğu zaman, bu sloganların maddi temeli yoktur. Ses düğmesine aceleci bir haber ağının bastığı bir korodur karşımızda bulunan. Koroya ses verenlerin sloganları bellidir, katılmayanlar ise nankör bir suskunluğu yeğlemiş sayılır.” 1 YAYIM FOTOĞRAF Kemal Özer Bir fotoğraf kalacaksa bizden, biri ona baktığında bizi birbirimize aşılayan ikiz duyarlığımızı görsün 1 http://kemalozer.blogcu.com/koroya-kapilmadan-bakmak/4071539

Transcript of Kemal Özer: Şiir, Şair ve Politika

10 Ekim 2015

1

Kemal Özer: Şiir, Şair ve Politika

“Ölümler ve yıldönümleri. İkisinin temelinde de anmalar yatıyor.

Anma kültürünün belli başlı dayanağı ise birtakım sloganlar. Ölenler

“hayatını kaybetmiş”tir. “Yeri doldurulamayacak”tır. Ve “anısı

yaşatılacak”tır. “Eserleriyle yaşayacak”tır. Oysa “hayatını kaybettiği”

söylenenin, yaşadığı süreçte “kaybettiği”, “kaybettirdiği” başka

şeyler olabilir. Hatta bunlar, yerine göre, çok daha önemli şeyler

olabilir. Öte yandan, “yeri doldurulamayacak” diyenlerin önemli bir

bölümü, insan yaşamı üzerine konuşurken, onun biricikliğini

vurgulayan, bireysel yaşamı yücelterek onu yere göğe koymayan

kişilerden oluşmaktadır. “Anısı”nın nasıl yaşatılacağına gelince, akla

ilk gelen onun adına ödül koymak, bir parka ya da sokağa onun adını

vermektir. “Eserleriyle yaşamak” ise, söyleyenin bunu söylerken

yaptığı bir değerlendirmeye, vardığı birtakım sonuçlara dayanmaz.

Çoğu zaman, bu sloganların maddi temeli yoktur. Ses düğmesine

aceleci bir haber ağının bastığı bir korodur karşımızda bulunan.

Koroya ses verenlerin sloganları bellidir, katılmayanlar ise nankör bir

suskunluğu yeğlemiş sayılır.”1

YAYIM

FOTOĞRAF

Kemal Özer

Bir fotoğraf kalacaksa bizden, biri ona baktığında

bizi birbirimize aşılayan ikiz duyarlığımızı görsün

1 http://kemalozer.blogcu.com/koroya-kapilmadan-bakmak/4071539

10 Ekim 2015

2

Sözün örtüsünü açıp eylemi çıkarmak için ışığa

her adımda sınavdan geçiren alınyazımızı görsün

Yıkımın çarkı kırılsın da acıdan arınsın diye dünya

onca çileye sabırla direnip kafa tutmamızı görsün

Boğulan bir çığlık mı var zindan duvarları ardında

kimse duymasa bile bizim duyacağımızı görsün

Sessizliğe bürünse ortalık, herkes susacak olsa

yine de kısılmayan bir sesle konuşan ağzımızı görsün

Biri baktığında sevgilim bizden kalacak o fotoğrafa

her sevinci bir hasatta devşirip yaşadığımızı görsün

Yaşamın ürettiği sevinç ömrümüzün hasadıyla buluşunca

birbirimizin yüzünde bir yıdıza baktığımızı görsün

Bu sevdalı buluşmadan bir görüntü yansırsa yarına

ona bakan bizi değil, bizde ışıyan o yıldızı görsün 2

Kemal Özer’in önemli bir özelliği de, “yayıncı”lık geçmişidir. Şairin

yayıncılık serüveni, üniversite öğrenciliği sırasında, -1955-1960 yılları

arasında-, arkadaşlarıyla birlikte çıkardığı “a dergisi” ile başlar. Şair daha

sonra o günleri şöyle anlatır:

“A Dergisi de İstanbul’da ondan birkaç yıl sonra bir arkadaş

çevresinin, birbirini tanıyan bir grubun çıkardığı bir dergi. Üniversite

2 http://kemalozer.blogcu.com/altinoluk-siir-aksamlari/2844421

10 Ekim 2015

3

kantininde, hararetli tartışmalar arasında “Neden biz de dergi

çıkarmayalım ki?” düşüncesinden doğan bir yayın. ‘50’li yılların

anatomisinde, Soğuk Savaş koşullarının yarattığı boşlukta genel bir

arayış görülür. Dünyada da, Türkiye’de de. Yoğun bir arayış içinde

olan insanlar da o arayışı kendi çevresinde, kendi dergilerinde

sürdürmeye daha yatkın oluyorlar. Herkesin harçlığından ayırdığı

paralarla çıkıyordu A Dergisi de. O zaman anımsadığım kadarıyla

10’ar lira verebiliyorduk, dergi de 200 liraya falan çıkabiliyordu.

Ama A Dergisi’ni bir gençlik dergisi olmaktan çıkaran öğeler var

tabii, yeri gelmişken söylenebilir. Yaşça daha büyük veya başka

çevreden bazı insanlar da katılmıştı bize. Edip Cansever örneğin 40

lira veriyordu, ama tek koşulla, parayı verdiğini kimse

duymayacaktı. Bir de önceki kuşaktan Yusuf Atılgan vardı.

Manisa’nın Hacırahmanlı köyünde çiftçilik yaptığından biraz daha

fazla para veriyordu biz öğrencilere göre. Bir gençlik dergisi olduğu

halde, belki böyle çok etkili olmayabilir kaygısıyla bizden biraz daha

büyük insanlara yer vermiştik. Örneğin Asım Bezirci de katıldı bir

süre sonra. (…) Dergi iki defa kesintiye uğradı. ‘57’den sonra bir ara

verildi. 27 Mayıs’ın hemen sonrasında ise Haziran sayısını çıkarıp

kendi isteğimizle dergiyi kapattık. Çünkü ‘50’lerin baskıcı

uygulamalarına karşı çıkan bir konumdaydık, 27 Mayıs’ı da bu

dönemin sona ermesi olarak yorumladık o zaman. Ve dergi işlevini

bitirdi düşüncesiyle, son sayısını 4000-5000 basıp üniversite

kapısında coşkulu bir biçimde dağıttık. Derginin koleksiyonunda o

son sayıdaki yazılara bakmakta yarar var. Biz şairler ürün

koyamadık, ama Fazıl Hüsnü’nün 27 Mayıs’ı destekleyen bir şiirini

yayımladık. 1960’ta dergi böylelikle sonra erdiğinde zaten bizim

öğrenci grubunda da herkes yaşama atılmaya başlamıştı. Onat

[Kutlar] Paris’e, Hilmi Yavuz İngiltere’ye, Adnan [Özyalçıner] ile

ben de köy öğretmeni olarak askere gittik. Doğal bir ayrışma oldu ve

bir süre birbirimizden kopuk kaldık. (…) Ama 12 Mart’la, bizi yeniden

10 Ekim 2015

4

bir araya getiren siyasi bir ortam ortaya çıktı. Tabii herkes ’60 ile ’70

arasında kendini biraz yenilemiş, değiştirmişti denebilir. Yeniden bir

araya gelip, Yeni A Dergisi’ni çıkarmaya karar verdik aynı kişilerle.

Eski arkadaşlardan Ece Ayhan, Cemal Süreya katılmadılar.(…)

Yeni A Dergisi de iki buçuk yıl kadar çıktı. İlk dönemde olduğu gibi

bir araya gelip ortak üretim yapma çabasını sürdürdük. Ama Yeni A

Dergisi daha derli toplu bir yayındı. Derginin çıkış amacı değişmişti

bir kere. Hem de öyle az buz değil, epeyce siyasal olmuştu. (…) Bir

çıkış bildirisi üzerinde ortaklaşıldı. Naif bir sanatsal heyecanın sonucu

olarak değil, siyasi sözü de olan bir edebiyat-sanat dergisi oldu. (…)

Geçmiştekilerle kıyaslayınca elbette onlardan öğrenilecek şeyleri

almalı ama bugünün isterlerini o günün koşullarından ayırmak gerek.

O gün yapılan işler, bugünün gereksinimlerinden farklı. İşte

yayınevlerinin durumu, dağıtım ağının sorunları vb. Etkili işler

yapmak bugün çok daha zor.” 3

Daha sonra, 1965-1970 yılları arasında, kendisinin açtığı (Uğrak)

kitabevinde Şiir Sanatı dergisiyle birlikte, şiir ve sinema alanlarında 13

kitap yayımlar. Karacan Yayınları ve Varlık dergisinde görev yapan Özer,

1989 yılında Yordam Yayınları’nı kurmaya karar verir. Bu kararda, “1980

sonrasında dayatılan yeni koşulların hem yazılanları, hem yayınevlerinin

yayın politikalarını etkilemesi” önemli rol oynar. Özer bu süreci şöyle

anlatır:

3 (Sanat Cephesi dergisinin Nisan 2008 sayısında yayınlanmıştır)

http://kemalozer.blogcu.com/kemal-ozer-ile-edebiyatta-toplu-hareketler-

uzerine/3421329

10 Ekim 2015

5

“80 sonrası, yayın dünyasına egemen olan koşullar, dayatılanı kabul

etmeden üretimlerini sürdürenler için sıkıntılı bir ortam yaratmıştı.4

1989'da Yordam Yayınları'nı kurmaya karar verdiğimde amacım bu

yeni koşullarda ortaya çıkan duruma ödün vermeden yazmayı ve

yazdıklarımı yayınlamayı sürdürmekti. (…) Ama tükenen kitaplarımın

yeni basımlarını yapacak ortam kalmadığı gibi, benim sanat

anlayışımı çağdışı sayan bir saldırı sözkonusuydu. Buna karşılık,

elimde birikmiş epeyce yazı ve kafamda oluşmuş epeyce tasarı

vardı. Yaşımsa 55'e varmıştı. Köklü bir karar vermem gerekiyordu.

Niyetim genel anlamda bir yayınevi kurmak değil, yalnızca kendi

kitaplarımı yayınlamaktı. (…) Bugün baktığımda, koşullara boyun

eğmemek, piyasanın dışına çıkmak bana çok şey kazandırdı diye

düşünüyorum. Öncelikle yayınladığım kitapların sayıca 62'ye

(bunların 55'i kendimindi) ulaşması. Ama daha önemli olan, girdiğim

savaşımın bana kattıkları. Yazmakla yetinmeyip yazılanları (bir çeşit

çağdaş trubadur gibi) okura götürmenin, onlarla dünya görüşümü,

sanat anlayışımı sınamanın bana sağladığı direnç. Yurt içinde ve

dışında irili ufaklı pek çok yere gidip etkinliklere katılmak, değişik

çevrelerden pek çok insana ulaşmak, bir çeşit aşı gibiydi. (…)

Ozanlara bir iletide bulunacaksa, şiirin yazmakla biten bir süreç

olmadığını, sürecin ozanla başladığını, şiirle sürdüğünü, ama okurla,

okurda yeniden üretilerek bütünleneceğini, bunun için de ozanın

şiiri ulaştırmayı üstlenmesinin yazmaya “dahil” olduğunu

anımsatsın isterim.”5

4 (Bu söyleşi Cumhuriyet Kitap'ta yayınlandı - 8 Mart 2007)

http://kemalozer.blogcu.com/sirada-iki-siir-kitabi-ve-anilar-var/1154271

5 http://kemalozer.blogcu.com/kemal-ozer-le-siiri-konustuk/4344473

10 Ekim 2015

6

Kemal Özer 2006 yılında blog yazarı olarak internete dahil olur, Şubat

2007 tarihinden itibaren de www.sol.org.tr sitesinde yazmaya başlar.6

Blogundaki ilk paylaşımı “yaşam öyküsü” olan Özer’in son paylaşımı

(Haziran 2009) Ali Mert’in “Berfin Uğur İçin de Yaşar, Üretir mi Acaba”

başlıklı yazısıdır.7 Uluslararası Nazım Hikmet Şiir Ödülü’nü alan (2009)

Danimarkalı şair Erik Stinus ve İskandinav şair Niels Hav’dan çeviriler

yapar ve bloguna koyan Kemal Özer’in şiirlerini çokça paylaştığı bir şair de

Cansu Fırıncı’dır.

KARANLIKTA KERTENKELE AVLAMAK

Niels Hav

Cinayetler işlendiği sırada biz

farkında bile değildik göl kıyısında yürürken.

Sen Szymanowski’den söz açtın,

köpek bokunu didikleyip duran

bir kargayı inceledim ben.

Tutsağız kendi içimizde her birimiz

önyargılarımızı koruyan

bir cehalet kabuğu kuşatmış çevremizi.

Dünyayı bir bütün olarak görelim diyenler

Himalayalarda yaşayan bir kelebeğin

etkileyebileceğine inanırlar bir kanat çırpışıyla

Güney Kutbu’nda iklimi. Belki doğrudur.

6 http://kemalozer.blogcu.com/sol-gazetesi-nden-yazilar/3572129

7 http://kemalozer.blogcu.com/berfin-ugur-icin-de-yasar-uretir-mi-

acaba/5690376

10 Ekim 2015

7

Ama tanklar daldı mı bir yerden içeri

et ve kan damlamaya başladı mı ağaçlardan

kalmaz ki teselli.

Gerçeği aramak, kertenkele avlamaya benzer

karanlıkta. Güney Afrika’dan geldi üzüm,

pirinç Pakistan’dan, hurma ise İran ürünü.

Sınırlar açık olsun diyenleri destekliyoruz

meyve ve sebze için,

ama kıvırıp kaçmaya çalışsak ne kadar

kıçımız yine de arkamızda hep.

Gazetelerin içlerine gömülüdür ölüler,

etkilenmeksizin oturalım diye

cennetin dış mahallelerinde bir sıraya

ve kelebekler görebilelim diye düşlerimizde.

Türkçesi: Kemal Özer – Gülşah Özer8

İKİNCİ YENİ

Kemal Özer’in ilk şiirleri 1951 yılında Ankara’da yayımlanır. Bu dönemi

kendisinin “içgüdüsel dönem” olarak nitelediği bireyselliği ağır basan şiirler

izler. 1956-60 arasında yayımladığı şiirleriyle İkinci Yeni etkisinde bir biçim

ustası olarak belirir. Çağrışımlara dayanan, soyut imgelerle örülü,

betimleyici şiirlerinde onu öteki şairlerden ayıran altını çizdiği çelişkilerdir.

1965’ten başlayarak gelişen toplumsal ve siyasal ortamdan etkilenerek

8 http://kemalozer.blogcu.com/niels-hav-dan-iki-siir/4052935

10 Ekim 2015

8

“toplumsal kavganın içerisinde şiirin de etkin bir yeri vardır” düşüncesiyle

toplumcu gerçekçi akımı benimsediğinde bu çelişkileri şiirine yansıtmanın

rahatlığını da kullanır.9 Kemal Özer de bu dönemleştirmeye katılmakta ve

kendisi için temelde iki dönemden söz edilebileceğini belirtmektedir: “İlki,

içgüdü kaynaklı ilk şiirlerden sonra İkinci Yeni'yle tanımlanabilecek, benim

bilinçli dönem dediğim ve içinde ilk üç kitabımın yeraldığı 1955-63 arası.

İkincisi, 1970'ten başlayan ve bugüne sürüp gelen toplumcu dönem. İki

dönem, iki ayrı estetik anlayış demek aynı zamanda.”

Özer’in bilinçli dönem dediği “İkinci Yeni” etkisindeki dönem, “İçgüdü

kapsamlı” yazdıklarının sonucunda karşılaşılan bunalıma getirilen bir

çözümdür. Yazdıklarına “benim” diyememek, bir bakıma dönemin şiir

ortalamasıyla yetinememekten kaynaklanan bunalıma aranılan çözümü,

yazdıklarına kendi yaşantısını koymakta bulur. Ancak bu, içinde bulunulan

koşulların elverdiği/yönlendirdiği bilgi ve bilinç düzeyiyle yapılır. Sonradan

İkinci Yeni ile yolların ayrılması, bu çözümün değişmesinden

kaynaklanmaz, değişen “kimlik ve yaşantının artık farklı tanımlanması”dır

ve İkinci Yeni biçemi buna izin vermediğinden terk edilir 10 :”Çözüm, yine

kendimi, kendi yaşantımı yazdıklarıma koymaktaydı. Değişim bu çözüme

götüren tanımlarda oldu. Kimliğimi ve yaşantımı tanımlarken, bilgi ve

bilinç düzeyim aynı değildi, değişmişti çünkü. Yeniden tanımladığım kendi

kimliğim ve yaşantımla dünyaya bakmak, bakılanı görünür kılmak

9 Sennur Sezer, 1950 Sonrası Şiir ve Kemal Özer (30 Ocak 2008 günü

Edebiyat Söyleşisi’nde yapılan konuşma)

http://kemalozer.blogcu.com/1950-sonrasi-siir-ve-kemal-ozer/3075699

10 http://kemalozer.blogcu.com/soylesiyorum-kemal-ozer-le-

soylesi/2015227

10 Ekim 2015

9

istiyorsam, yazdıklarım bir niyet olarak kalmamalıydı. Niyetin

gerçekleşmesi gerekiyordu. Bunun için de estetiğin değişmesi gündeme

gelmişti. İkinci Yeni, söylemek istediğinizi doğrudan söylemenize, bakılanı

görünür kılmanıza uygun bir yazış biçimi değildi. Tam tersine, sözcükler

arasında olsun, imgeler arasında olsun, yalnız çağrışımsal ilişkileri

önemseyen, dolayısıyla organik bir anlam ve anlatım bütünlüğüne tümüyle

karşı çıkan bir anlayışa dayanıyordu.” 11

Bu bireysel ilişkilenmenin, özelin yanında, Kemal Özer’in İkinci Yeni’ye

“genel” olarak bakışı olumsuzdur: “30 Ocak 2008 / İkinci Yeni, sanıldığı

gibi, edebiyat ortamında karşımıza çıkan bir yenilik devinimi değil. İkinci

Dünya Savaşı ardından, yükseliş içine giren toplumcu değerlerin önünü

kesmek için Batı’da başlatılan yeni bir toplumsal ve siyasal tasarımla

birlikte ele almalıyız. Soğuk Savaş bir bütün çünkü. Toplumsal, siyasal

olduğu kadar düşünsel, sanatsal amaçları da var. Dünyaya yeni bir düzen

getirmenin arayışı içinde karşımıza çıkanların tümü. Her şey birbirini

bütünleyerek bir araya geliyor ve aynı amaca hizmet ediyor. (…) İkinci

Yeni, Türk şiirinin toplumsallaşma ve siyasallaşma doğrultusunda içine

girdiği yolu kesintiye uğrattı. O doğrultuda gelişmek adına yapılması

gereken arayışı, Soğuk Savaş’ın araya girmesinin sağladığı aykırı ortamla

birlikte çelmiş, geciktirmiş, yanlışı örnekleyerek ve geçerli kılarak

engellemiş oldu. (O ortamın koşulları içinde hâlâ bakamayan Muzaffer

Erdost, bunun bir özgürleştirme atılımı olduğunu ileri sürmekten

çekinmiyor.)” 12

11 http://kemalozer.blogcu.com/salihli-siir-ikindileri-nin-onur-konugu-

kemal-ozer-le-so/4519406

12 http://kemalozer.blogcu.com/gunluk-ten/2927417

10 Ekim 2015

10

KEMAL ÖZER ŞİİRİ ÜZERİNE

Sabri Kuşkonmaz’a göre Kemal Özer, “acının peşinde” bir “cankurtaran

şair”, hem ülkenin hem de dünyanın takipçisi bir “şiir emekçisi”dir: “Kübalı

bir atletin 400 ve 200 metre olimpiyat şampiyonluğuna şiir yazacak denli

dünyanın farkındadır. Aynı zamanda “Yaralı Temmuz Semahı” ile de

ülkemizi yakan acıların peşine düşer. İspanya’da 1975’te öldürülen beş kişi

onun şiirinde boylu boyunca uzanıp yatmaktadır. Şairin duyarlı dizelerinin

kucağında yoldaşça sarmalanmıştır.”13

Mustafa Bayram Mısır da Kemal Özer’i, “metafizik değil materyalist” olan

gerçek bir şiir işçisi olarak nitelendirir. Kemal Özer'in toplam beş yapıtı

üzerine eleştirel incelemeler yapan Mısır, Özer’in şiirini tipik kılan üç temel

özelliğin “güncellik, evrensel sınıf duyarlılığı ve yalınlık” olduğunu

belirtir. Güncellik, günlük olayların şiirleştirilmesinden daha çok “o günkü o

anki bir olayı, durumu tarihsel bütünlüğü içinde kurup olanaklı bir

geleceğe bağlayan bir şiir bilincini ve bu bilinç üzerinde yükselen bir şiir

duyarlılığını gösterir”. Mısır bunu “evrenselleşmiş olan güncel ya da

tarihsel tanıklık; Güncelirizm” olarak adlandırır: “Kemal Özer'deki güncellik

gazete haberine bağlı değildir, tarihseldir. Güncellik, şiire onu

toplumsallaştıracak bir nesne olurken, şaire bu nesneyi tarihselleştirecek

bir toplumsal bildiriyi şiirleştirme imkanı verir.”14 Özer’e göre güncellik savı

kendi içinde bir eksiklik taşımaktadır. Gündelik olan, günü gününe

yaşanan ile kendini sınırlamak değil, dünya görüşünün ve sanat anlayışının

13 30 Mart 2009 http://www.birgun.net/haber-detay/kemal-ozer-sahtenin-

bollugunda-gercegin-yuceligi-18081.html

141 Temmuz 2009 http://bianet.org/bianet/emek/115582-durur-sarkacin-

gitgeli-kavganin-yuregi-durmaz

10 Ekim 2015

11

getirdiği bir yaklaşım sözkonusudur. Oysa güncellik bir ele alış biçimi

olarak yalnız bugüne değil, geçmişe, hatta geleceğe de uygulanabilir. 15

Kemal Özer şiirinin ikinci özeliği, işçi sınıfının evrensel duyarlılığıyla

yazılmış olmasıdır. Mısır’a göre Kemal Özer şiiri, gündelik heyecanların,

acıların, kavga coşkusunun, yani öfke ve sevincin belirtik duygular olarak

sloganlaştığı şiirlerden değildir: “Tarihselleşmiş bilincin dingin etkinliği

olarak belirir bu tür duygular. Kemal Özer şiirinin tipikliği; gerçekliği, işçi

sınıfının tarihsel bilinci içinde kurarak üretmesinden kaynaklanır. Ozan,

kendisini yalnızca toplumsal kurtuluşçuluğun genel ilkeleriyle bağlı kılar,

güncelliği bu temelde şiirleştirerek onu evrensele bağlar.”16

Kemal Özer şirinin önemli niteliklerinden biri de yalınlığıdır. Bu, her iki

anlamda da şiirin yalınlığıdır: hem bir anlam örgütlenmesi olarak hem de

bir anlam aktarım aracı olarak. Yalınlık, anlaşılırlığa ya da açık bir dili

kullanmaya indirgenemez, şairin ya da yazarın okuruyla kurduğu iletişim

köprüsünün bir niteliğidir: “Yalın bir anlatım tarzı, örneğin ağdalı bir dil

kullanmayarak değil söylediğini okuruna sanatsal bir imge düzeneği içinde

aktaracak en dolaysız formu inşa ederek geliştirilebilir. Kemal Özer şiiri her

iki anlamda da yalındır.”17

15 http://kemalozer.blogcu.com/kemal-ozer-le-siiri-konustuk/4344473

16 http://bianet.org/bianet/emek/115582-durur-sarkacin-gitgeli-kavganin-

yuregi-durmaz

17 http://bianet.org/bianet/emek/115582-durur-sarkacin-gitgeli-kavganin-

yuregi-durmaz

10 Ekim 2015

12

Kemal Özer, şiirinde gerçeği yansıtmakla yetinen, gelecekle ilgili umutlar

sezdiren bir ozan değildir. Kendine verdiği şu yönergeyi izler: “Şiir (...)

içinde bulunduğumuz durumu, yaşadığımız olayların, düşlediğimiz

geleceğin ne olduğunu, nasıl olacağını sezdirmeli, giderek kavratmalı. Bu

yüzden, güncel olanı, yakından izlemeli. Somutlamalı güncel olanı. İnancı,

umudu, aydınlığı, yarını, arkadaşlığı, cesareti soyut kavramlardan çıkarıp

günlük yaşamamızda yerleri, anlamları olan somut karşılıklarına

ulaştırmalı. (...) Ozanı bir bilinç işçisi saydığım için insan yüreğini bilinçle

doldurmanın bir yolu diyorum şiire.”18

BİLİNÇ VE EMEK

BİR MAYIS GÜNÜ

Kemal Özer

İçimizdeki bu utanç,

avuçlarımızdan birinde tuttuğumuz para,

kulaklarımıza çarpan sözcükler,

bu kaygan dünya,

her şeyin eridiği bu Mayıs günü,

öfkeyle umutsuzluk, acıyla ölüm

kuşkuyla döneklik yan yana,

satıyorlar günün bütün saatlerini,

sermişler kaldırımlara.

18 Sennur Sezer, 1950 Sonrası Şiir ve Kemal Özer (30 Ocak 2008 günü

Edebiyat Söyleşisi’nde yapılan konuşma)

http://kemalozer.blogcu.com/1950-sonrasi-siir-ve-kemal-ozer/3075699

10 Ekim 2015

13

İçimizdeki bu uğultu

bakarken çocuklarımızın yüzüne,

titreyişi, uzatırken, ellerimizin,

bu kimseyi bağışlamayan duygu;

ardımızdan geliyor nereye yönelsek,

giriyor otobüslerden içeri,

yapıların tırmanıyor üst katlarına,

bu vakitsiz şafak, gece yarısı,

yürekleri dağlayan bu aydınlık.

Dolarken damarlarınıza bir anda

birlikte yürümenin coşkusu,

yaşamı bilinçle kavramanın

parlaklığı vururken alnınıza,

ne kadar biçerlerse biçsinler

umut daha gür sürecektir.

Hiçbir şeye yenilmediğini inancın

kim daha güzel anlatabilir

onurla söylenen bir türküden?

(Kavganın Yüreği kitabından, 1973)19

Özer’e göre yanlış anlaşılan, “bilincin kesinliği”dir. Bir konuda ya da alanda

bilince varıldı mı, bunun artık kesin bir sonuç olduğu kabul edilir. Oysa

bilinç durmadan sınanan ve yeniden üretilen bir süreç olarak

anlaşılmalıdır. Tıpkı kumsalda açtığımız ayak izlerini denizin silip örtmesi,

yeniden o izlerin açılması gerektiği gibi yaşananlar, bilinci de durmadan

siler, yıpratır, değişikliğe uğratır. Bu nedenle onu yeniden üretmeniz

19 http://kemalozer.blogcu.com/35-yilinda/1518527

10 Ekim 2015

14

gerekir. Buradan hareketle şiir, bilincin sınanmasında ve yeniden

üretilmesinde kendine özgü bir görev üstlenmeli ve buna uygun bir estetik

anlayışına yönelmelidir. Bu estetik, bir yapı kurmayı, bu yapının kaypak,

çağrışımlara dayanan, izlenimci eğilime değil, açık/anlaşılır/doğrudan bir

söyleme elverişli olmasını benimsemelidir. Böyle bir yapı ise şiirde

organikliğe, çoksesliliğe yönelimi gösterir. Organik şiir, dizelerin birbirine

eklemlendiği, bir merdivenin basamakları gibi birinden öbürüne geçilerek,

dolayısıyla gelişerek sonuca (şiirin ortaya koyduğu bütüncül imgeye)

doğru ilerlediği bir yapıyla varolur. Bilinçle ilişkili şiirin yapı anlayışı, o

anlayışın özü burdadır: “Benim İkinci Yeni'yle ilişiğimi kesmemin nedeni de

burda. Ancak bu yapıda bir şiirle, bilinç oluşturmayı, bilinci sınama ve

yeniden üretmede sorumluluk almayı üstlenebilirsiniz.”20

Yapısal bir bütünlük ortaya konacaksa, imge bu bütünlüğün öğelerinden

biridir. Ama şiirin içinde hiçbir imge bağımsız olmamalı ve tek başına işlev

üstlenmeden, birbirini hazırlayarak ve geliştirerek ilerlemelidir. Özer tek

şiir için düşündüğünü, kitap kapsamında da düşünür. Kitabı oluşturan

şiirler de, tıpkı şiirdeki imgeler gibi, birbirini bir bütüncül imgeye doğru

geliştirerek art arda gelmelidir. Özer için “Savaşımcı ozan”ın yaklaşımı,

“yaşanan”a bakışta, bakılan nesneyi/kişiyi/olayı görünür kılmak için, onları

bir ilişkiler toplamı olarak ele almaya dayanır. Yaygın deyişle, tekilde

tümeli, özelde geneli dile getirmek amacını benimser. Bu da nesne ve

ilişkilere bakıştaki farkındalığı sağlayan en önemli özellik sayılır.”21 Sanat,

bu arada şiir, yaşamı ve dünyayı değiştirmek isteyenlerle buna karşı

20 http://kemalozer.blogcu.com/kemal-ozer-le-siiri-konustuk/4344473

21 http://kemalozer.blogcu.com/salihli-siir-ikindileri-nin-onur-konugu-

kemal-ozer-le-so/4519406

10 Ekim 2015

15

çıkanlar arasında “kavga”nın “kiminle ve niçin” edildiğini, edilmesi

gerektiğini bilinç düzeyine çıkaracak özgül bir alandır. 22

Şair bu kavgada kimin tarafında yer alacaktır? Özer, kendi seçimini

“emek”ten yana yaptığını söyler:

“Emeğin savunusunu üstlenen savaşım kültürü23 Kemal Özer: 21

Mayıs 2009 / Kültür ortamı, doğal ortam gibi. Gözümüzü onun içine

açıyoruz. Konuştuğumuz dille, içine doğduğumuz aileyle,

oturduğumuz yöreyle, bulunduğumuz coğrafyayla iç içe bu ortam.

Bir de bu doğallığa, aldığımız eğitimle gelen etkilenimler ekleniyor.

Ama kültürle asıl ilişkimiz, bir seçim yapma gereksinimi duyduğumuz

zaman başlıyor. Doğallığın ötesine geçtiğimizde yani.

Kendi adıma, bu seçimi emek doğrultusunda yaptığımı

söyleyebilirim. Emeği temel alan, emeğin odağında uzanımları olan

bir kültür. Şiir anlayışımın özünde 'bakış' yer alıyorsa, yazdığım şiiri

de 'bakılan'ı 'görünür' kılmaya adadığımı söyleyebilirim. Baktığımız

(nesne, kişi, olay) her neyse, 'görünür' kılmak için onu oluşturan

ilişkileri görmemiz gerekir. O ilişkileri görmek için de edindiğimiz

bilgiler ve kültür donanımı önemli. Şiirin kültürle ilişkisini burada

görüyorum. Emeği temel alan, emeğin savunusunu üstlenen bir

savaşım kültürü diyebilirim bu donanımın adına.

22 http://kemalozer.blogcu.com/soylesiyorum-kemal-ozer-le-

soylesi/2015227

23 http://kemalozer.blogcu.com/gunluk-ten/5589705

10 Ekim 2015

16

Bu anlamda görebileceğimiz gibi, şiiri bir kültür taşıyıcısı olarak da

görebiliriz. Kendi seçimimde geleneksel bir halka saydığım Yunus

Emre'nin, Pir Sultan Abdal'ın şiirini bir kültür taşıyıcısı sayabiliriz aynı

zamanda. Şiirin taşıyıcısı olarak dili öne sürmek ise yanlış olmaz. Dil,

kendi içinde bir kültür taşıyıcısı olduğu gibi, dilin doğasını şiir diline

dönüştürdüğümüzde, yani doğal kültür ortamını kendi seçimimize

göre nasıl dönüştürüyorsak, dil ile şiirin ilişkisini de öyle yeniden

düzenlemiş oluruz. 'Bakılan'ı 'görünür' kılmayı amaçlayan bir şiirin

açımlayıcı bir dille yazılması gereği ortaya çıkar.”

Kemal Özer’in kaleme aldığı aşağıdaki bildiri, onun sanat anlayışını özetler:

“DÜNYA ŞİİR GÜNÜ BİLDİRİSİ (KEMAL ÖZER)

YALIN SÖZÜ YEĞLESE DE YALINAYAK DEĞİLDİR ŞİİR!

Bir yüzleşme günündeyiz yine.

Yine şiire bakıyoruz. Yine şiir ne işe yarar diyenlerle göz göze

gelerek.

Sesimizde yankılanan yine öncelikli bir soru: Hangi niteliklerle yüz

yüze getirir bizi şiir?

Sayabiliriz o niteliklerin birkaçını hemen: Yaratıcı eyleme merak,

dönüşü olmayana cesaret, sıradana açılan savaş, emeğe gösterilen

saygı, duyarlığa tanınan özgürlük, tasarlananı genişleten ufuk…

Şöyle diyebiliriz örneğin:

“Çin Seddi bittiği akşam duvarcılar nereye gittiler?” diye soran

meraktır şiir.

Kralı çıplak gördüğünde korkağın söyleyemediği cesur sözdür.

Sıradanın yavanlığına başkaldıran çeşitlilik, emeği hor görene

indirilen tokattır.

Duyarlığı sınırlı tutanın karşısına yeni bir dil ile, tasarlananı güdük

bırakanın karşısına yeni bir dünya ile çıkandır.

10 Ekim 2015

17

Neruda’nın dediğini bir kez daha yineleyebiliriz öyleyse: Yedi canlıdır

şiir. Bunca sömürü ve yoksulluğun insana yaşamı dar ettiği, işkence

ve savaşlarla bunca zulmün, zorbalığın, kıyımın yeryüzünü kana

boğduğu günlerde şiirin payına da canından olanların acısı düşer,

soluğunun önüne birtakım engeller dikilir. Ama her keresinde

yeniden canlanacaktır o, yüzleşmek için ayağa yeniden kalkacaktır.

Her yüzleşme gününde kıyıcıya, zorbaya, işgalciye karşı diyeceği bir

söz, yapacağı bir eylem, her yüzleşme gününde suskun kalanlara,

boyun eğenlere karşı dolaşıma çıkaracağı bir öfke vardır çünkü.

Eylemini kendisi kalarak gerçekleştirmeyi, öfkesini sözcüklere

bürüyerek biriktirmeyi, sözünü çoğu kez yalın söylemeyi yeğlese de,

onlarla kıyıcının, zorbanın, işgalcinin ve suskunluğun üstüne

yürürken yalınayak değildir. Çıkarıp kafalarına fırlatacağı bir

ayakkabısı her zaman vardır.”24

SUÇÜSTÜ

ADIM METİN OLSUN

KEMAL ÖZER

Hadi gel birlikte yazalım bu şiiri

adım metin olsun bu kez benim de

hadi benim sesimle ama senin hüznünden

hadi benim acımdan ama senin sesinle

birlikte söz edilsin bu şiirde

24 http://kenanyucel.blogcu.com/dunya-siir-gunu-bildirisi-kemal-

ozer/5390497

10 Ekim 2015

18

Birlikte yazalım hadi ölüme karşı

konuşalım bir yürekten hadi bir ağızla

kimse ayırt etmesin kimin söylediğini

nereye kadarı benim nerden sonrası senin

kıvrıla kıvrıla yanan bir kağıtta

Değdirir değdirmez kanatlarını yüzüme

senin kaşlarında yuva kurmuş sorular

hadi gel bir yangın öksüzlüğünün ardından

kalan külü bile tanımayan çocuklara

nasıl anlatırızı konuşalım susmak yerine

Nasıl direnirizi elimize bir gül almadan

bir sözün içinden geçen kıvılcımları

nasıl taşırızı konuşalım herkes sussa bile

bir külden nasıl dirilirizi bir şiirle

ne kadarını kimin söylediği belli olmadan

Her dizeyle biraz daha ilerlesin bu çerçeve

her sözcük bütünlesin içine konan resmi

hadi benim yüzümle ama senin kanatılmış yazgın

hadi benim bitimsiz özlemim ama senin yüzünle

birlikte dile gelsin bu resimde 25

“Ozanın gözü her yıl yeniden bakmalı” ve “suçüstü” yapmalıdır: “Tıpkı Geo

Milev gibi, tıpkı Miklos Radnoti gibi. Katillere suçüstü yapan ozanın gözüyle

bakabilmeliyiz. Üstü ne kadar örtülürse örtülsün, ozanın gözüyle

görmeliyiz bir daha. Gömüt tanımayan gözüyle, gömülse de örtülmeyen

25 http://kemalozer.blogcu.com/siir-ve-siyaset-iki-siir/2984221

10 Ekim 2015

19

gözüyle.” Özer, “Sivas’a yeniden bakmalı ve suçüstü yapmalı” der ve

“Yangın Şiirleri” çıkar ortaya: “Anti-faşist Bulgar ozanı Geo Milev,

gözaltında yok edilmesinden 30 yıl sonra, bir toplu gömütte bulunan

kafatasındaki takma gözüyle, onu yok edenlere suçüstü yapmıştı. İkinci

Dünya Savaşı'nda bir toplama kampına götürülen Macar ozanı Miklos

Radnoti, yine yıllar sonra bir toplu gömütte bulunan şiirleriyle kendini

öldürenlere suçüstü yapmıştı. Yangın Şiirleri, aynı geleneğin yeni bir

örneği olarak, Sivas kıyımına, o kıyımda yitirilenlere, onlardan geriye

kalanlara, giderek toplumun duyarlı varlığına karşı işlenen suçu

sorgulamak, suçlulara bir suçüstü yapmak amacı güdüyor.” 26

“16 Haziran ve 2 Temmuz: İki Kavşak

16 Haziran 2007 / Semizkumlar. Her sabah olduğu gibi bakkala

yürüyüş. Alışverişten sonra gazetelerde gezinti. Bugünün tarihi

hiçbirinde yoktu. Yalnızca Cumhuriyet, iç sayfalarından birinde

anımsamış ve anımsatmış. İşçilerin haklarını aramak üzere sokağa

çıktıklarından, o gün yaşananlardan ve 3 ölümden söz ediliyor.

(İnternete bağlanamadığım için Sol gazetesini göremedim; ama

önümüzdeki hafta kente dönünce ona da bakacağım) 16 Haziran, bir

kavşak olarak söz edilmeyi bekliyor hâlâ. 2 Temmuz, nasıl bir

suçüstü bekliyorsa, 16 Haziran da öyle! Unutanlara, unutturmak

isteyenlere suçüstü! Unutanlar arasında şiir varsa, ona da! Ozanlar

varsa, onlara da!

(…) Bu noktada durup şiirin ne yapması gerektiğine bakarsak,

‘yaşanan’ı yeniden ‘mekân’ içine yerleştirmeli diyebiliriz. Nasıl

yapacak bunu? Elimizden alınmak istenene kafa tutarak. Olayı

yeniden ‘yaşandığı mekân’ içinde görerek ve göstererek.

26 http://kemalozer.blogcu.com/kemal-ozer-le-temmuz-icin-yarali-

semah/3800841

10 Ekim 2015

20

Belleğim burda bir ayraç açıyor ve 1994’te Almanya’ya 2

Temmuz’u anmak için gittiğimizde, Mölln kentine yaptığımız

yolculuğu getiriyor gözlerimin önüne. Faşistler bir Türk ailenin

yaşadığı evi yakmışlardı o kentte. Mahkemesi hâlâ sürüyordu. Biz de

girmiştik duruşmalardan birine. Ama yakılan ev ortadan kaldırılmıştı

çoktan. Yerinde boş bırakılmış, çağrışımlarından boşaltılmış bir arsa

vardı. ‘Yaşanan’ın mekânı, yaşayanların elinden alınmıştı. İkinci

adım, hiç kuşkusuz arkadan gelip o boşluğu yeni bir yapıyla

dolduracak, çağrışımları tümüyle kazıyacaktı oradan. Belleğim, aynı

şeyin Sivas’ta da yapıldığını anımsatıyor şimdi. Madımak Oteli’nin

olduğu gibi bırakılması, orda yaşananları sürekli anımsatması

istenmişti. Ama bu sağlanamamış, tıpkı Mölln’deki ev gibi, otel de

ortadan kaldırılmıştı. Yaşananların mekânı yaşayanların elinden

alınmıştı.

(Veysel Atayman) ortaya çıkan bu değişimin ‘zaman’a

bağlanmasını sorgulayarak, ‘nostalji’yi ‘bir çaresizliğin adı’ diye

niteliyor ve “coğrafyayı bozan, yozlaştıran, silen ya da yok eden şey

‘zaman’ değil: Hayata, insana düşman o ilişkiler” sonucuna varıyor.

Atayman’a göre, “yanlış bir bilinç”tir nostalji. “Zamanı kör bir güç

gibi görme yanılgısı”dır.

O halde, şiir için, ne yapması gerektiğine yanıt ararken,

‘yaşanan’ı yeniden ‘yaşandığı mekân’a yerleştirmenin, anımsamayı

nostaljiden sıyırmanın, ‘zaman’ı bir ilişkiler toplamı olarak görmenin

yollarından biri olduğunu söyleyebiliriz. Elimizden alınanı, alınmak

isteneni geri almak olduğunu da. Şiirden sanata doğru

genişlettiğimizde, bütün sanat dalları, bu işlevi ayrı ayrı ve kendi

özgüllüğünün sağladığı olanaklarla gerçekleştirecek demektir. Resmi

yapılacak, sineması yapılacak, fotoğrafı çekilecek, müziği

10 Ekim 2015

21

bestelenecek ve ‘yaşanan’lar ‘yaşandıkları mekân’ın içine yeniden

yerleştirilecek.” 27

ÇEŞİTLEME

Carl Scharnberg

Resmen bildiriliyor ki

pencerede

olmayan

bir çengele bağladığı

bir havluyla

asmış kendini tutuklu.

Farkına varılana dek

asılı kalmıştır

birkaç saat rahmetli

diye bitiyor

resmî açıklama.

Dünyanın

en iyi korunan tutukevinde

en küçük devinimi bile

her saniye

TV kameralarının izlediği

dünyanın en sıkı denetlenen

tecrit hücresinde

ölü bulunmuşsa eğer

bir tutuklu

kullanamazlar artık

27 http://kemalozer.blogcu.com/gunluk-ten/1837980

10 Ekim 2015

22

şu eski ifadeyi:

Kaçarken vuruldu.

Ellerini eskiden

böyle yıkamaya çalışırdı sorumlular.

Şimdiyse kirlerini

bir havluya siliyorlar yalnızca.

Türkçesi: Kemal Özer – Hüseyin Duygu28

Milliyet’in 23 Aralık 2000 tarihli baskısında “ÜMRANİYE 83 saat sonra

teslim oldular. HAYATA Dönüş Operasyonu dün Ümraniye'deki direnişin

bitmesiyle son buldu. Cezaevinde ikisi kadın 16 yaralı hastanelere

kaldırıldı.”29 haberinin verildiği, İçişleri Bakanı Tantan’ın basın brifinginde

“Hayata Dönüş Operasyonu, devletin ayıbını temizlemiş oldu” dediği30 gün

Kemal Özer günlüğüne şunları yazar:

“23 Aralık 2000 / Bir yüz düşünün, her yanı doldurmuş olsun.

Gözlerinizi ne yana çevirirseniz onunla karşılaşıyorsunuz. Hatta

gözkapaklarınızı kapattığınız zaman bile.

Nasıl bir yüz? Bir sırtlan yüzü!

Günlerdir bu durumdayız. Her yanda onunla karşılaşıyoruz: Ancak

bilim-kurgu filmlerinde rastlanabilir böylesi sahnelere. Ama gerçek.

28 http://kemalozer.blogcu.com/iskandinav-siirinden/3962965

29 http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/Arsiv/2000/12/23

30 http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2000/12/23/hurriyet.asp

10 Ekim 2015

23

Kocaman ve soluk alacak en ufak bir boşluk bırakmadan dolduruyor

görünüm alanını. Kocaman ve işitecek en ufak bir ses bırakmadan

dolduruyor kulaklara yönelen her şeyi.

Soluk almak acı veriyor o yüzden. Bakmak ve duymak da öyle.

Acıdan başka bir şeye yer bırakmıyor. Ama daha acısı; onun

görülmemesi, görülmek istenmemesi, çıkardığı sesin, yaydığı

kokunun, ağız şapırtısının örtülmeye çalışılması, doğallığa

büründürülmesi.

Tek avutucu yanı ise; böyle günlerin aynı zamanda yeniden görmeyi,

yerli yerine oturtulmayı, aymazlığın sona ermesini sağlayacak

olanağı, fırsatı taşıması. Olağanı görüp tanımak için olağandışının

hazırladığı bu fırsattan ne ölçüde yararlanacağız? Herkesi kendi

sınırları dışına çıkaran, ortak bir paydada buluşturan bu olağandışı

anda, hep birlikte bakabilecek miyiz aynı noktaya? Herkes kendi

sınırları içine yeniden çekilmeden önce? Kulaklarımız yalnız o sesi

duyarken, burnumuz yalnız o kokuyu alırken? Birine çektirilen acı

hepimizin derisinde dolaşırken? Suskunluğun açtığı kuyu hepimizin

başını döndürürken?

Birlikte yaşanan böylesi anların sürekli olmasını önleyen, üstüne

basılmış bir damarda kanın alttan alta zorlaması: Yürümek,

beslenmek, çalışmak, ilişkiler ağında yerini almak, olağandışını

kemiren bir sürü edim.

Kendinden söz etmek, küçük bir avuntu, insanca bir mutluluk, bunlar

acı veriyor şu anda. Yitirdiğimiz bir insanın ardından dolu dolu

yaşadığımız o an, şu anda ortak paydamız. Ne yaparsak onlar için

yaptığımızı, ne düşünürsek, ne duyarsak onlar adına söylediğimizi

yaşıyoruz, bir süre daha yaşayacağız. Ama sonra? Damarın üstüne

basılan parmak kalktıktan sonra?

Yıllar içinde kimbilir kaç kez bu fırsat çıktı önümüze. Neyin ne

olduğunu, kimin kim olduğunu tanıma fırsatı. Onları tanıyanların,

bıkıp usanmadan tanıtmaya çalışanların sesleri kimbilir kaç kez böyle

10 Ekim 2015

24

kulaklara değil, gözlere de yansıyacak yaygınlığa ulaştı.

“Söylemişlerdi, demek istedikleri buymuş!” yaygınlığına. Duymakla

değil, yaşamakla bir şeylerin bilinir olması yaygınlığına.

Göz önünde olan bir yüz. Her gün çeşitli vesilelerle gördüğümüz.

Kanıksatılan bir yüz. Doğallaştırılan. Yüzgöz olduğumuz bir yüz.

Şimdi o yüzü değil, onun içyüzünü görme fırsatı elimize geçti.

Bakışlarımızı ne yana döndürürsek döndürelim onu göreceğiz daha

bir süre. Verdiği acıya anlamsız gözlerle bakan, üzerine sıçramış

kanlara alabildiğine duyarsız, ağzı arada bir şapırdayan o tiksindirici

yüzü, o sırtlan yüzünü!”31

YARIN

“Yarına kalma konusunu farklı algılıyorum. Bu konudaki en yaygın söylem,

yazılanların içinden kimi ürünlerin sonraki dönemlerde, giderek yüzyıllarda

da okunması. O yüzden de şiire bakışta ister istemez bir metafiziğin

oluşması akla geliyor. Oysa ben kalıcılığın ürün üzerinden konuşulması

yerine, işlev açısından ele alınmasından yanayım. Ozan hangi toplumda,

hangi çağda yaşamışsa o topluma, o çağa göre yapması gerekeni ne

ölçüde üstlenmiş, üstlendiğini ne ölçüde yerine getirmiş? Çağının,

toplumunun şiirini yazabilmiş mi? Metafizik bakışın götürdüğü yerdeki

büyü değil, gerçekçi bakışın içeriğindeki emekle ilişki öne çıkarılarak

sonuca varılmalı. Şöyle de diyebiliriz: Ürünün sonraki zaman dilimlerinde

de okunabilmesi, kalıcılığın tek ölçütü olmasından değil, o çağda

yaşananların ve yaşayanların da gereksinimlerini karşılayabilmesinden

kaynaklanacaktır.”

KAĞIT GEMİ

31 http://kemalozer.blogcu.com/gunluk-ten/5262157

10 Ekim 2015

25

CANSU FIRINCI

işte bir işçi de

tulumunu giydiği vakit bir ırmaktır

iki işçi geldiği vakit ağaçların altına

tulumları gökten bir renk kazanır

üçüncü işçi hiç deniz görmemişse de

bozkırdaki evin penceresine iliştirilmiş

bir gemi maketidir

zonguldak’ta yalnız gözlerinden tanıyabileceğimiz bir işçi

pekala da kömür tozundan bir yelken yapabilir

dört işçiyi değilse de

dört yüz işçiyi yan yana getirmek biraz sıkar

ama kim demiştir size

ırmağın denize döküldüğü yerde

kağıttan bir gemiye binmek kolaydır 32

O DA GÜZEL (Mourid Banghouti)

Yatağımızda ölmek ne güzel

temiz bir yastık

ve yanımızda dostlar

32 http://kemalozer.blogcu.com/cansu-firinci-dan-siirler/3538627

10 Ekim 2015

26

Ölmek güzel, bir kereliğine,

ellerimiz göğsümüzde bağlı

boş ve solgun

yarasız, zincirsiz, pankartsız

ve dâvasız

Tozsuz bir ölümle gitmek güzel,

gömleğimizde bir delik

kaburgamızda nişanı olmadan

Ölmek güzel

yanağımızın altında kaldırım değil, beyaz bir yastık,

ellerimiz sevdiklerimizle,etrafımızda çaresiz doktorlar ve

hemşireler,

zarif bir elvedadan başka hiçbir şeyimiz olmadan,

tarihle ilgisiz,

dünyayı olduğu gibi bırakıp,

bir gün bir başkası değiştirir

diye umarak 33

“YAŞAMÖYKÜSÜ

Kemal Özer, 1935’te İstanbul’da doğdu. İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdikten

sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı

bölümünde öğrenim gördü. Kim dergisi, Cumhuriyet Gazetesi ve Karacan

Yayınları’nda çalıştı. Uğrak Kitabevi’ni kurup kitapçılık ve yayıncılık yaptı.

Şiir Sanatı dergisini çıkarıp a ve Yeni a Dergisi yönetimlerine katıldı. Varlık

dergisini yönetti (1983-90). Kendi kitaplarını yayınlamak amacıyla Yordam

33 http://kemalozer.blogcu.com/istanbul-siir-festivali-nden-siirler/5541428

10 Ekim 2015

27

Yayıncılık’ı kurdu (1989-2000). Türkiye Yazarlar Sendikası ikinci

başkanlığında bulundu.

İlk yayınlanan şiiri 1951’de, ilk yayınlanan şiir kitabı (Gül Yordamı)

1959’da çıktı. İlk üç kitabıyla İkinci Yeni hareketi içinde yer alıp

çağrışımlara dayanan, soyut imgelerle örülü, estetik ve bireysel kaygıları

öne çıkaran bir şair olarak değerlendirildi. 1970’ten sonra, dünyaya yeni

bir bakış ve ona bağlı olarak toplumcu gerçekçi denebilecek yeni bir

anlayışla yazdığı şiirlerde ise, toplumsal ve siyasal olaylara, insanların bu

olaylar karşısında tepkilerine, duygu ve düşüncelerine tanıklık etmeyi

amaçladığı görüldü. 1970-80 arasında yayınladığı 4 kitapta ağır basan bu

eğilim, sonraki kitaplarında yeni boyutlar kazanıp yeni ilgi alanlarına

yayıldı.

Şiirden başka öykü, deneme, gezi, anı, günlük, mektup türlerinde kitaplar

yayınladığı gibi, çocuklar için yazmayı ve şiir çevirileri yapmayı da

sürdürdü. Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya kitabıyla 1976 TDK Şiir

Ödülü’nü, Kimlikleriniz Lütfen kitabıyla 1982 Toprak Şiir Ödülü’nü, İnsan

Yüzünün Tarihinden Bir Cümle kitabıyla 1991 Yunus Nadi Ödülü’nü, Bir Adı

Gurbet kitabıyla 1993 F.O.Bayır Ödülü’nü, 1999’da Damar Dergisi Edebiyat

Emek Ödülü’nü, 2000’de Truva Kültür ve Sanat Ödülü’nü, 2001’de

Dionysos Şiir Ödülü’nü aldı. Şiirleri 20 dile çevrilip dergi ve antolojilerde,

Bulgaristan, Danimarka ve Hollanda’da ise kitap olarak yayınlandı.

Şiir kitapları: Gül Yordamı (1959), Ölü Bir Yaz (1960), Tutsak Kan (1963),

Kavganın Yüreği (1973), Yaşadığımız Günlerin Şiirleri (1974), Sen de

Katılmalısın Yaşamı Savunmaya (1975), Geceye Karşı Söylenmiştir

(1978), Kimlikleriniz Lütfen (1981), Araya Giren Görüntüler (1983),

Sınırlamıyor Beni Sevda (1985), İnsan Yüzünün Tarihinden Bir Cümle

(1990), Bir Adı Gurbet (1993), Oğulları Öldürülen Analar (1995), Onların

Sesleriyle Bir Kez Daha (1999), Sevdalı Buluşma (2005).”34

34 http://kemalozer.blogcu.com/yasamoykusu/529608

10 Ekim 2015

28

Biography35

Poet (b. 1935, İstanbul). He graduated from İstanbul High School for

Boys (1955). He attended İstanbul University, Faculty of Literature,

Department of Turkish Language and Literature but didn’t graduate.

While studying at university, he published the review a (1956-60) with his

friends. He worked as editor at the Varlık Publishing House. He was also

editor at the Cem Publishing House and at the newspaper Cumhuriyet

(1960-81).

He worked at Karacan Publications (1981-82). He managed Uğrak

Publishing House, which he founded. After retiring, he undertook the

management of the review Varlık (1983-90).

He was the second president of Writers Syndicate of Turkey (1999-2000).

He published his books at Yordam Publishing House, which he also

established (1989-2000).

From 1951 his poems and from 1952 his short stories were published in

the reviews, Kaynak, Seçilmiş Hikâyeler, a, Şiir Sanatı, Yeni Dergi, Yeni

Edebiyat, Yeni a and Milliyet-Sanat. He published the review Şiir Sanatı

(1966-68, 20 issues).

He was among the founders and writers of the review Yeni a Dergisi that

he and his friends started to republish in 1972.

He focused on political and current events in the poems he wrote when he

was part of the literary movement “Second New”.

He collected the Turkish Language Association 1976 Poetry Award with his

book, Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya (You Must Join to Defence

the Life, too), the Ömer Faruk Toprak Poetry Award in 1982 with his work,

Kimlikleriniz Lütfen (Your Papers Please), the 1991 Yunus Nadi Poetry

Award with his book İnsan Yüzünün Tarihinden Bir Cümle (A Sentence

from the History of Man’s Face), the 1993 Ferit Oğuz Bayır Philosophy and 35

http://www.kultur.gov.tr/yazdir?A9DFB6E567086A51B9DA85095E6AA289

10 Ekim 2015

29

Art Award with his book Bir Adı Gurbet (Exile is Its Other Name), the 1999

Damar Review Literature Work Award, the 2000 Troy Culture and Art

Award and the 2001 Dionysus Poetry Award.

He published the poetry anthology prepared by Asım Bezirci, Dünden

Bugüne Türk Şiiri (Turkish Poetry From Past to Present) by extending it to

5 volumes.

The poems he wrote in his first and third books with a new point of view

and consequently with a new artistic point of view after he was involved in

the movement “Second New” had various results.

He aimed at reflecting social and political events and the reactions,

emotions and attitudes of people against these events in a period that can

be defined as socialist realism.

This trend that is dominant in the 4 books he published between 1970-80

reached new dimensions and while his general attitude didn’t change, his

area of interest spread.

Several themes in his work can be seen, Araya Giren Görüntüler

(Interfering Images), psychological witness and questioning; in

Sınırlamıyor Beni Sevda (Love Does Not Confine Me), sociological

comment on love; in Bir Adı Gurbet (Exile is Its Other Name), the problem

of identity and the destiny of people who have been oppressed and have

suffered; in Oğulları Öldürülen Analar (Mothers Whose Sons were Killed),

the sociological accumulation of what mothers experienced because of

their sons’ deaths and in Onların Sesleriyle Bir Kez Daha (Once More with

Their Voices), the re-telling of pain following an severe period of

restriction.

WORKS:

POETRY: Gül Yordamı (The Way of the Rose, 1959), Ölü Bir Yaz (A Dead

Summer, 1960), Tutsak Kan (Captive Blood, 1963), Kavganın Yüreği

(Heart of Strife, 1973), Yaşadığımız Günlerin Şiirleri (Poems of the Days

We Lived, 1974), Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya (You Must Join

to Defence the Life, too, 1975), Geceye Karşı Söylenmiştir (That Which

was Said Against the Night, 1978), Kimlikleriniz Lütfen (Your Papers

Please, 1981), Araya Giren Görüntüler (Interfering Images, 1983), Çağdaş

10 Ekim 2015

30

ve Boyun Eğmeyen (Modern and Submissive, selections from his poems,

1985), İnsan Yüzünün Tarihinden Bir Cümle (A Sentence from the History

of Man’s Face, 1990), Bir Adı Gurbet (Exile is its Other Name, 1993),

Oğulları Öldürülen Analar (Mothers Whose Sons Were Killed, 1995),

Şiirlerden Bir Gökkuşağı (A Rainbow from Poems, poetry cassette, 1996),

Onların Sesleriyle Bir Kez Daha (Once More with Their Voices, 1999), XX.

Yüzyıldan Duvar Kabartmaları 1 (Wall Embossing from the XX. Century 1):

Bütün Şiirleri (All His Poems (1959-1981), 2000), XX. Yüzyıldan Duvar

Kabartmaları 2 (Wall Embossing from the XX. Century 2): Bütün Şiirleri 2

(All His Poems 2, 1983-1999 (2000)), Birlikte (Together), Aynı Ateşten

Geçerek (Going Through the Same Fire, selections from his poems, 2003),

Sevdalı Buluşma (Love Meeting, 2005).

SHORT STORY:Baba ile Kız (Father and Daughter, 1999).

ESSAY:Umut Edebiyatı 7 Canlıdır (Hope Literature Has Seven Lives,

1992), Acı Şölen (The Sorrowful Feast, 1992), Gün Olur Söze Yazılır (One

Day It is Written on the Word, 1992), Yaşadığımız Günlerin Yazıları

(Writing of the Days We Lived, 1996), Benim Ellerimi Al, Benim Gözlerimi

Kullan (Take My Hands, Use My Eyes, 1999), Şiiri Sorgulayan Yazılar

(Writing that Interrogates Poetry, 2000), Bendeki Görüntüler (Images I

Had, 2000).

MEMOIR:İkinci Yeniden Toplumcu Şiire (From “Second New” to Socialist

Poetry, 1999).

TRAVEL LITERATURE:Güldeki Şafak (Dawn on the Rose, notes on

Bulgaria, 1979), Düşmanı Kardeş Yapmak (Counting the Enemy as a

Brother, 1994).

JOURNAL:Tanık Günler 1 (Witness Days 1, 1993), Tanık Günler 2

(Witness Days 2, 1994), Gölgeden Güneşe (From Shadow to Sun, 1999).

CHILDREN’S LITERATURE:Nasreddin Hoca (Nasredin Hoca, 1975), Tatil

Köyünün Çocukları (Children of the Vacation Village, 1981), Trenler Ne

Güzeldir (Trains are Very Nice, 1983), Dünya Onlarla Daha Güzel (With

Them the World is Nicer, 1992), Şiirlerle Ezop Masalları (Aesop’s Tales

with Poems, 1993), Çiçek Dürbünü (Flower Binoculars, 1994), Şiirlerle

Andersen Masalları (Hans Christian Andersen Tales with Poems, 1995),

Sinemayı Seven Çocuk (The Child Who Likes Cinema, 1997), Sorulardan

10 Ekim 2015

31

Bir Gökkuşağı (A Rainbow from Questions, 1999), Güneş Arkasına Baktı

(The Sun Looked Back, 2000).

ANTHOLOGY:Soruların Gündeminde (In the Agenda of Questions, 1995),

Oradaydım Diyebilmek (Being Able to Say that I was There, 1995),

Eleştirilerin Gündeminde (In the Agenda of Critics, 1999), Sanatçılarla

Yazışmalar 1 (Correspondence with Artists I, 1999), 45. Sanat Yılında (In

the 45th Year of Art, 2000).

INTERVIEW:Sanatçılarla Konuşmalar (Conversations with Artists, 1979).

ANTHOLOGY:Şiirlerle İstanbul (İstanbul with Poems, 1992), 100 Şiir (100

Poems, 1995), Dünden Bugüne Türk Şiiri (Turkish Poetry from Past to

Present, 5 Volumes; 1- Folk Poetry 2-Divan* Poetry, 3-New Poetry, 4-New

Poetry, 5-New Poetry; with Asım Bezirci, 2002).

In addition he has translated works.