Japon Kalkınması

21
1 Hüseyin Zengin JAPON KALKINMASINA TEORİK YAKLAŞIM A. GİRİŞ Bu çalışmada Japonya’nın mucize olarak kabul edilen iktisadi kalkınması ve yüzyıllarca kapalı kalmaya alışmış bir ülkenin dünya piyasasında başat rollerden biri haline gelmesi inceleniyor. 1854’e kadar -Çin ve Kore’yi saymazsak- kendi dışındaki dünyayla nadiren ve isteksiz olarak iletişim kuran bir devletin, zoraki olarak dünyaya açılmasına yol açan uzun ve sancılı sürecin sonunda bugünkü Japonya oluşu zekice, sistemli, disiplinli, özverili bir uğraş gerektirir. Dünyaya açıldıktan sonra uzun süre dünyanın büyük devletleriyle ilişkileri sürekli bozuk olan bir ekonominin nasıl olup da kendini bir şekilde koruması veya ortaya çıkan olumsuzlukların altından diğer dünya devletlerine kıyasla hızlıca kalkması ekonomi nin, siyasetin, uluslararası ilişkilerin, daha genelce söyleyecek olursam sosyal bilimlerin en ilgi çekici konularından biri. Dünyadan iyice haberdar olup sömürgecilik faaliyetleriyle gerek güçlü devletlere karşı savunma amaçlı, gerekse de ekonomik kalkınmasını daha bol kaynaklarla daha rahat gerçekleştirebilmek adına çevresindeki toprakları işgale hazırlanıp iki büyük dünya savaşına da bu güdüyle taraf olan ve İkinci Dünya Savaşı’nda belki de Almanya dâhil savaşın tarafları olan devletler içinde en çok hasara uğramış olanının bugün GDP bakımından dünya üçüncüsü olması tesadüf veya basit bir doğal kaynak kullanımı, enflasyon, para vs. politikalarıyla gerçekleştirilemeyecek bir durum. TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi

Transcript of Japon Kalkınması

1

Hüseyin Zengin

JAPON KALKINMASINA TEORİK YAKLAŞIM

A. GİRİŞ

Bu çalışmada Japonya’nın mucize olarak kabul edilen iktisadi kalkınması ve yüzyıllarca

kapalı kalmaya alışmış bir ülkenin dünya piyasasında başat rollerden biri haline gelmesi

inceleniyor. 1854’e kadar -Çin ve Kore’yi saymazsak- kendi dışındaki dünyayla nadiren ve

isteksiz olarak iletişim kuran bir devletin, zoraki olarak dünyaya açılmasına yol açan uzun ve

sancılı sürecin sonunda bugünkü Japonya oluşu zekice, sistemli, disiplinli, özverili bir uğraş

gerektirir. Dünyaya açıldıktan sonra uzun süre dünyanın büyük devletleriyle ilişkileri sürekli

bozuk olan bir ekonominin nasıl olup da kendini bir şekilde koruması veya ortaya çıkan

olumsuzlukların altından diğer dünya devletlerine kıyasla hızlıca kalkması ekonominin,

siyasetin, uluslararası ilişkilerin, daha genelce söyleyecek olursam sosyal bilimlerin en ilgi

çekici konularından biri.

Dünyadan iyice haberdar olup sömürgecilik faaliyetleriyle gerek güçlü devletlere karşı

savunma amaçlı, gerekse de ekonomik kalkınmasını daha bol kaynaklarla daha rahat

gerçekleştirebilmek adına çevresindeki toprakları işgale hazırlanıp iki büyük dünya savaşına

da bu güdüyle taraf olan ve İkinci Dünya Savaşı’nda belki de Almanya dâhil savaşın tarafları

olan devletler içinde en çok hasara uğramış olanının bugün GDP bakımından dünya üçüncüsü

olması tesadüf veya basit bir doğal kaynak kullanımı, enflasyon, para vs. politikalarıyla

gerçekleştirilemeyecek bir durum.

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi

2

Çalışmada, Japon kalkınması daha çok kalkınma teorileri çerçevesinde incelenecek olup kısa

da olsa eğitim, kadın ve bazı spesifik politikalardan bahsedilecektir. Cevaplanmaya

çalışılacak olan şunlardır:

- Japonya iktisadi kalkınmasını hangi aşamalarla ve nasıl gerçekleştirebildi?

- Kalkınma konusunda Japonya’ya yardımcı olan faktörler nelerdir?

- Hangi teoriler Japon kalkınması ile uyumluyken hangileri çelişki halindedir?

B. KALKINMA

Ekonomik kalkınma, olumlu bir kavram olarak, dünyada ilk kez feodalizm sonrası

İngiltere’de Sanayi Devrimi ile birlikte ortaya çıktı. Merkezileşen devlet sermaye

biriktirmeye, yeni bir sınıf algısı oluşturmaya başladı ve gerek yeni oluşan sınıflar için

gerekse zenginliğini artırmak isteyen devlet için üretim fazlasını satıp kâr elde edebilmek

maksadıyla pazar kavramı ortaya çıkarıldı. Japonya iki yüz yıllık bir feodalizm dönemi

yaşamasına rağmen feodal süreçleri tamamlaması Avrupa’ya göre daha geç oldu. Hubert

Brichier’e göre Japon feodalizminin Avrupa feodalizminden farkları, Japon feodalizminin

sanayi müteşebbis sınıfına dönüşmesi, ilerleyen dönemlerde geçilecek olan kapitalizme zemin

hazırlaması ve 1854 sonrası dünya ekonomik sistemine geçiş sürecine kolaylık sağlamasıdır.1

Küçük küçük beyliklerin iktisadi büyümesine nazaran otoriter merkezli bir ulus devletin

iktisadi kalkınmasının, kalkınma olmasa da büyümesinin daha rahat gerçekleşebildiğini hem

sermaye birikiminin daha rahat olmasından, hem askeri gücün daha yerinde

kullanılabilmesinden çıkartabiliriz.

Japon kalkınmasının gerçekleşmesini sağlayan faktörlerin bu mucizeyi nasıl başardıklarını

anlayabilmek için Meiji dönemine kadar gitmemiz gerekir. O dönemin önemini

1 BRICHIER, Hubert, Japonya’nın Ekonomik Mucizesi, Paris, 1965, s. 70

3

kavrayabilmek için ise Tokugawa üzerinde durmak ve kalkınmayı etkileyen faktörler üzerinde

bağımsız değişken olarak kullanmak faydalı olabilir. Kalkınma iktisatçılarının bir kısmı

coğrafyayı öne çıkarırken, diğer bir kısmı liderleri, bazıları doğal kaynaklarının çokluğunu,

bazıları ise kültürel faktörleri öne çıkarır. İktisat literatüründeki kurumsalcı kalkınma anlayışı

üzerinde durmak Japon kalkınmasını anlamak için yeni bir pencere açabilir ama bu

pencerenin açılması bizi Tokugawa dönemini ve çok kısa olsa da önceki dönemleri

araştırmaya itecektir. Ayrıca Fareed Zakaria’nın ‘kazanılmamış zenginlik’ kavramı da doğal

kaynakların bolluğunun kalkınmayı tetiklediği başka bir tez ile çelişmektedir.

C. MEİJİ ÖNCESİ DÖNEMLERE KISA BİR BAKIŞ

Japonya’nın eski tarihine bakarsak on ikinci yüzyılda genel hatlarıyla ortaya çıkan savaşçı

sınıfını görürüz.2 Toplumun savaşçı bir geleneğinin veya savaşçı bir kesiminin olması

insanların disiplinli olmalarını sağladı. Tarihsel kurumsalcılık kavramına binaen, geçmişten

gelen toplumsal özelliklerin, üretilen ve uygulanan politikaların, kurumların işleyişlerinin

günümüzdeki politika ve kurumlar gibi yapıları etkileyeceğini göz önünde

bulundurduğumuzda bu disiplin anlayışının zamanla şirket yapılarına etki ettiği sonucuna

varabiliriz.

Savaşçı sınıfını diğer sosyal sınıfların oluşumu takip eder: aristokratlar, kentliler, köylüler3

(Farklı bir ayrım savaşçı, köylü, zanaatkâr, tüccar şeklindedir4). On üçüncü yüzyılda

monarşiden(liderin daimyo olduğu) askeri görünümlü feodalizme geçildi5. Feodalizm,

beraberinde üretici sınıfa yani köylülere bir takım baskılar ve ağır vergiler getirmek demektir

ve toplumun geneline hâkim olan elit bir sınıfı ve bu elitin zoruyla zenginleşemeyen, istenilen

2 ÖZGÜVEN, Ali, İktisadi Büyüme, İktisadi Kalkınma, Sosyal Kalkınma, Planlama ve Japon Kalkınması,

Filiz Kitabevi, İstanbul, 1988, s. 253 3 ÖZGÜVEN, Ali, a.g.e., s. 254

4 GORDON, Andrew, A Modern History of Japan, Oxford University Press, 2009, s. 18

5 ÖZGÜVEN, Ali, a.g.e., s. 254

4

ölçüde sermaye biriktiremeyen, hayatı ve asgari ihtiyaçları için başındaki feodaller için üreten

sınıfı meydana getirmiştir.

Bu sırada Japonya’nın Asya ülkeleri ile ticari ilişkiler vardı, hatta bu dönemde tüccar

burjuvazisinin temeli atılmıştı (yani günümüz ve kalkınma mucizesinin olduğu dönemdeki

Japon halkı için kapitalizm yeni bir düzen değil). Burjuvazinin olması da mülk sahibi

olabilmekten, yani büyük meblağda ve iktisadi büyümeyi doğrudan etkileyecek ölçüde olmasa

da sermaye fazlasını(Marksist karşılığı artı değer) tutabilmekten ve kendilerinden sonra da bu

fazlanın birikmesini sağlayabilmekten geçer (O dönemin tüccar burjuvazisi şimdiki kadar

modern bir düzen içinde değildi. Japon feodalizminin Avrupa feodalizminden farkı olan sınıf

algısı ölçüsünde, Japon tüccarların Avrupa’dakinin aksine köylülerden daha aşağıda temsil

edildiğini söyleyebiliriz. Bunda ülkelerin tarihsel ve geleneksel olarak üretime bakış açıları

etkili olmuştur. Bugünün Batı’sından da görülebileceği gibi tüketici kesimi ekonominin temel

direği ve yapıtaşıdır, oysa Japonya için üretici tüketiciden daha önemlidir). Burjuvanın

ticaretle elde ettiği bu birikim beklenmedik bir şekilde zaman içinde köylülerin kente göçünü

tetikledi. Şöyle ki; on yedinci yüzyılda gitgide zenginleşen burjuva kesimi toprakları satın

alarak fakir köylü için yaşam alanı, üretim için de ekim alanı bırakmamaya başladı ve bu da

köylüleri kente göç etmeye zorlayan ana etkendi6.

1603’te ‘shogun’luğunu* ilan eden Ieyasu Tokugawa ile birlikte Japonya coğrafyası

merkezileşse de (Tokugawa merkeziyetçiliğini feodalite çerçevesinde kurmuştu. İki yüzden

fazla domain mali ve askeri konularda otonomilerini sürdürseler de Edo’daki otoriter

hükümeti de tanımış ve ona hizmet etmişlerdir)7 sermaye birikimi kalkınmayı getirecek

ölçüde olmadığı gibi iktisadi gelişimi sağlayacak özel veya devlet girişimleri yoktu. Bunda en

önemli faktör Tokugawa döneminde benimsenen ve yaklaşık iki yüz elli yıl boyunca sürmüş

6 ÖZGÜVEN, Ali, a.g.e., s. 255

* Tüm derebeylerin lideri sayılan merkezi otorite

7 http://aboutjapan.japansociety.org/content.cfm/the_meiji_restoration_era_1868-1889)

5

olan yabancı düşmanlığıdır. Geleneklerinin bozulacağı ve dinlerini kaybedecekleri korkusu

(yasaktan önce üç yüz bin Japon, misyonerler aracılığıyla Hristiyanlığa geçmişti8)

yabancılarla iletişimin yasaklanmasını körüklemiş ve bu sebeple dış dünyadan azami ölçüde

izole kalmışlardır (Misyonerlerle gelmemek şartıyla, Tokugawa’nın iç savaş sırasında

destekleyicileri olmaları nedeniyle ve dış dünyada neler olup bittiğini öğrenmek maksadıyla

sadece Hollandalılarla belirli bir bölgeyle kısıtlı olarak ticarete izin verilmiştir). Dünyaya

kapılarını açma konusundaki isteksizlikleri Rönesans’tan, Sanayi Devrimi ve getirilerinden

doğrudan etkilenememelerine yol açmış olduğu gibi dış ticaretin kısıtlanmış olması da

karşılaştırmalı üstünlüklerini kullanamamalarına, dolayısıyla toplum olarak –refahın tüketim

arttıkça artacağı varsayımı altında- refahlarının yükselmesine engel olmuştur. O dönem

Japonya’sında dış dünyayla sınırlı bağlantılı durum, modern dünyada kalkınmanın

sömürülmemek ve kolonize edilmemek adına gerekli ve hatta zorunlu olmasının göz ardı

edilmesine yol açmıştı, ta ki İngiltere ve Fransa ile Çin arasındaki Afyon Savaşları’na kadar.

Japonlara göre o dönemde bölgenin en güçlüsü olan ve Doğu Asya’nın birçok ülkesinden

vergi toplayabilme gücüne sahip Çin’in Batı tarafından bu kadar rahatça yenilmesi ve

imtiyazlı olarak Japonya ile ticaret yapma şansını elinde bulunduran Hollandalıların Batı’daki

gelişmeleri haberdar etmeleriyle Batı’nın ileride Japonya’yı da Çin’i düşürdüğü duruma

düşürebileceği korkusu, Japonları çözüm yolları üzerine düşünmeye ittiyse de korktukları

başlarına 1854’te Batı’nın öbür yüzü ABD’den gelmişti. Commodore Matthew C. Perry

öncülüğünde gerçekleşen askeri girişim ile Japonya dünyaya açılmaya zorlanmış ve hâkim

ekonomik sistemle bütünleşik hale getirilmeye çalışılmıştı. Başarılı olan bu girişim,

Japonya’nın bugüne ulaşmasını sağlayan dönüm noktalarından biridir (diğeri İkinci Dünya

Savaşı yenilgisidir) ve ülkede hem politik hem ekonomik kırılmalar meydana getirmiştir.

8 GORDON, Andrew, a.g.e, s. 5

6

D. MEİJİ DÖNEMİ VE DEĞİŞİM

Özellikle 1854-1868 döneminde - Commodore Matthew C. Perry* karşısında aciz kalan-

Tokugawa hanedanlığında egemenlik sorunu baş göstermiş ve meşrulukları sorgulanır

olmuştur. Nitekim 1868’deki Boshin Savaşı’nda yenilen tarafın Tokugawa ve yandaşlarının

olması ve ardından imparatorun tek otorite olarak (Satsuma, Choshu, Tosa domainlerinin

aracılığıyla) gücü elinde toplaması ile birtakım reformların önü açılmıştı. Toprak ve vergi

reformu yapıldı, samurai ve domain**

düzenine son verildi, 1889’da Meiji Anayasası

yürürlüğe kondu.

Japonya için en uygun görülen Almanya Anayasası (ABD Anayasası aşırı liberal, Britanya

Anayasası ise parlamentoya aşırı yetki veriyordu)9 benimsenmiş ve ‘anayasal monarşi’

yönetim sistemi uygulanır olmuştu. Demokratikleşme beraberinde iktisadi olgularda değişimi

getirir ve bu değişim demokrasinin liberalliği ölçüsünde ülkede kamuoyu oluşturur, yeni

fikirlerin üretilmesinin yolunu açar ve liberalizmin iktisadi boyutuna önem verilmiş olması

hâlinde dış ticarete açılması destekleneceğinden devlete doğrudan bağımlı olmayan bir

burjuva sınıfı oluşur. Bağımsız burjuvanın oluşumu hem Fareed Zakaria’nın hem de Daron

Acemoğlu’nun kalkınma tezleri üzerinde argüman olarak kullanılacaktır.

Meiji döneminde işleri kolaylaştıran bir etken Tokugawa dönemindeki sermaye birikimiydi.

Yaklaşık iki yüz elli yıl dış dünyaya kapalı kalan ve ticareti sadece çok kısıtlı olarak yapan bir

ülke için bu süre zarfında kendi kaynaklarıyla idare edebilmek(self-sufficiency veya autarky)

zaten bir başarıdır. Klasik iktisatçıların savunduğu liberal ekonominin gereklerinden biri olan

‘uluslararası ticarete açılım’ın getireceği avantajı ve bu avantajdan doğması muhtemel refah

artışını reddeden bir iktisat politikası benimseyen Japonya’yı inceleyen klasik iktisatın babası

* Japonya’yı dünyaya entegre etmeye çalışan ABD askeri

** Derebeylik

9 http://aboutjapan.japansociety.org/content.cfm/rights_responsibilities

7

sayılan Adam Smith, kırsalda ve kentlerde sermayenin oluştuğunu ve ileride Japonya’nın

ekonomik olarak sıkıntı çekmemesini sağlayacak girişimci bir güruhun varlığın bulunduğunu

söyler.10

1. ZAKARIA-SCHMIDT BAĞLAMINDA JAPON KALKINMASI İNCELEMESİ

Fareed Zakaria Özgürlüğün Geleceği, Yurtta ve Dünyada İlliberal Demokrasi kitabında

Japonya kalkınması ile ilgili olabilecek iki argüman sunmaktadır. Bunlardan birincisi

‘Yoksullar Kutsanmıştır’ başlığı altında doğal kaynakların ülkeler için lanetli olabileceğini

açıkladığı tezidir. Doğal kaynakların bolluğu ülkeye ucuz yoldan sermaye sağlayacağı ve

dışarıya bağımlılığı azaltacağından üretim için büyük bir avantaj olarak görülür.11

Oysa

Zakaria, doğal kaynak bolluğunun beraberinde iktisadi ve demokratik kalkınmayı getireceği

denklemini reddetmekle birlikte zenginliğin kazanılmış olması gerektiğini savunmuş ve bu

argümanı için petrol zengini ülkeleri örnek göstermiştir. Bu tür kazanılmamış lanetli

zenginliklerin neden lanetli olduğunu ise ‘modern siyasal kurumların, yasaların ve

bürokrasilerin gelişimini engellediği’12

şeklinde gerekçelendirmiştir. Ülke toprakları üstünde

veya altında üretim sürecinde kullanılacak ve ek gelir elde etmek için ihraç edilebilecek

yeterli doğal kaynağın bulunması devleti kalkınmayı teşvik edici politikaları yapmaya

gönülsüz veya kayıtsız bırakabilecek ve daha kötüsü halkın bu duruma tepki vermesini

engelleyebilecektir. Eğitim seviyesi yükseldikçe devletten demokratik talepler yükselir

varsayımı altında, petrol zengini ülkelerdeki düşük eğitim seviyesinin neden otoriter rejimin

garantisi olduğunu ve devletten bağımsız bir burjuvanın ortaya çıkmadığını görebiliriz.

10

ESENBEL, Selçuk, Çağdaş Japonya’ya Türkiye’den Bakışlar, Simurg Yayınları, İstanbul, 1999, s.15 11

ZAKARIA, Fareed, Özgürlüğün Geleceği, Yurtta ve Dünyada İlliberal Demokrasi, Kırmızı Yayınları,

İstanbul, 2007, s. 75 12

ZAKARIA, Fareed, a.g.e., s. 77

8

Zakaria’nın kazanılmış zenginlik kavramının Japonya için gayet uygun olduğu görülebilir,

zira Japonya gerek petrol, doğal kaynak ve değerli madenler bakımından gerekse de geniş

verimli ve tarıma, hayvancılığa uygun arazilerden yoksundur. Bu da Japonya’ya kalkınma

yolunda tek şans bırakmaktır: halkı zenginleştirerek, oturmuş kurumları kurarak

zenginleşmek. Eğer Japonya’da petrol gibi değerli kaynaklar bolca bulunsaydı Zakaria’nın

belirttiği gibi devletin halka ‘sizden vergi beklemiyoruz ama siz de bizden hizmet istemeyin

ve siyasal beklenti içine girmeyin’13

deme ihtimali gün yüzüne çıkacaktı. Oysa Japonya adeta

yoksunluklarıyla kutsanmış olarak sanayileşmeye ve kendi burjuvazisini oluşturmaya

mecburdu.

Zakaria’nın ikinci tezi ise ‘bağımsız burjuva’ üzerine olup Japonya’daki kalkınmayla çelişiyor

görünmektedir. Kendi doğal süreci içinde ortaya çıkan ve devlete kendini bağımlı

hissetmeyen, devlet tarafından baskı altına alınmayan, dilediği gibi mülk sahibi olabilen

burjuva sınıfı serbest piyasa ortamında kârını maksimize edebilecek, böylece toplumsal

refahı, artırdığı istihdam ve oluşturduğu katma değer çevresinde yükseltecektir. Devletten

beklentisinin olmaması ise kendisini diğer firmalara karşı rekabetçi konuma sokacak ve

verimliliğin artışına yol açacaktır. Japonya’daki feodal sistemin her ne kadar mülkiyet hakkı

halka karşı tarihsel süreçte Avrupa feodalizmindekinden daha cömert olsa da sağlıklı bir

üretim sürecine sahip, büyük çaplı üretim kapasitesi olan firmalar kurmak için sermaye

biriktirmeye yetecek ölçüde değildi. Bu birikim devlet eliyle yapıldı, yani Avrupa tarzı

burjuva gibi devlete rağmen değil devlet sayesinde firmalar uluslararası ekonomik sistem

içinde bugünkü yerine gelmesini sağlayacak temellerini atmış oldu. Devletin, dolayısıyla

girişimci firmaların ilk önceliklerinin ekonomiden ziyade toplumsal hedefler olması

Japonya’daki ekonomik sistemi ABD ve Batı Avrupa ekonomik sisteminden ayırt etmemizi

gerektiriyor. Zakaria’nın ‘bağımsız burjuva’ üzerine düşüncesinin Japonya kalkınmasını

13

ZAKARIA, Fareed, a.g.e., s. 79

9

açıklayamamasının sebebi ise kapitalizme çok geniş bir perspektiften bakmış olması veya

kapitalizmle liberalizmi birbirinden ayırt etme ihtiyacı duymaması olabilir. Japonya’da sistem

genel hatlarıyla kapitalizm olarak görülse de ‘toplumun birey faydası veya firma kârından

daha öncelikli olması’ piyasada hâkim liberalizm anlayışının olmadığını gösterir. Oysa

Japonya’daki kapitalizme kalkınmacı kapitalizm, Şinto kapitalizmi, kolektif kapitalizm gibi

isimler verilmiş, yani kapitalizm kendi içinde farklılaştırılmıştır. Vivien A. Schmidt bir

makalesinde kapitalizmi market capitalism, managed capitalism, state capitalism olarak üçe

ayırmış ve Japonya’ya state capitalism(devlet kapitalizmi) içinde yer vermiştir.14

Devlet

kapitalizmi, Türkiye’deki devletçilikten piyasaya müdahaleye ve firma teşviklerine verdiği

anlam ve önem kapsamında ayrışır. Devletler, savaştan çıktıktan, az gelişmişlikten kurtulup

modernleşme veya sanayileşme yoluna gitmeye karar verdikten veya vatandaşına sermaye

birikimi fırsatı vermeye başladıktan hemen sonra özel girişimci güruhun eksiklerini kapatmak

maksadıyla bazı firmaları destekleme yoluna gider ve bu destekleme süreci yeterli özel

sermayenin oluştuğu düşünülünceye kadar devam eder. Teşvikler ve müdahale zorunluluğun

sonucudur. Oysa Japonya’nın içinde bulunduğu ‘devlet kapitalizmi’ uygulayan devletler için

bu müdahale ve teşvikler zorunluluk değil tercihtir. Bu tercih, Japonya’ya ileride

bahsedeceğim Marksist teorilerden ‘yapısalcılık’ın piyasaya açılan devletlerin yaşayacağını

öne sürdüğü problemleri elimine etme imkânı vermiştir.

Zakaria’nın ‘yoksullar kutsanmıştır’ teziyle aynı paralellikte olan Alexander Gerschenkron’un

‘geri kalmışlığın önemi’ tezine göre, geri kalmış ülkeler ne kadar çok geri kalmışlarsa

kalkınma sürecinde o kadar tarımdan vazgeçip sanayiye geçmeye çalışacaklardır. Devlet,

Japonya’da olduğu gibi bu süreç içinde müdahaleci olmalı ve geç kalmanın avantajı olarak

kalkınmış ülkelerin tecrübeleri ve bilgilerinden faydalanmalıdır.15

Yapısal eleştiri ile ters

14

SCHMIDT, Vivien A., French capitalism transformed, yet still a third variety of capitalism, Economy and

Society Volume 32, November 2003, s. 528 15

DOĞANER GÖNEL, Feride, Kalkınma Ekonomisi, Efil Yayınevi, Ankara, 2010

10

düşen bu kalkınma teorisi, Japonya’nın ABD gibi kalkınmış ülkeleri model alarak kalkınmayı

başarabilmesini açıklaması bakımından önemlidir.

2. KURUMLAR ÜZERİNE

Kalkınma iktisatçıları coğrafya, kültür, liderlerin tavırları gibi kalkınmayı etkileyen

faktörlerin yanına artık özellikle kurumları da koymaktalar. Daron Acemoğlu ve James

Robinson kurumları kapsayıcı(inclusive) ve dışlayıcı(extractive) olmak üzere ikiye ayırıp

kurumların özelliklerini kalkınmanın temel belirleyicileri olarak sunmuşlardır. Şöyle ki;

kapsayıcı kurumlar hiçbir elit sınıfa hizmet etmeyen, herkese açık, toplumun geneliyle

barışık, değişime açık, dış dünyayla bağlantılı diyebileceğimiz kurumlardır. Bunun aksi olan

dışlayıcı kurumlar ise özel mülkiyete önem vermeyip ülke içindeki kısıtlı bir sınıfa hizmet

eder. Böylece kapsayıcı kurumlara sahip devletler kalkınmaya açık, halkının refahını

artırmaya meyilli iken; dışlayıcı kurumlara sahip veya dışlayıcı kurumlar tarafından yönetilen

devletler için kalkınma dolayısıyla toplumsal refah ön planda olmayabilir.

Bu teorinin Japon kalkınmasını açıklamak için kullanılabilmesi Meiji dönemi öncesine

dönüşü gerektirir. Shogun Edo’dan, dış ticareti kontrol ettiği, yasaklar koyduğu ve yabancı

girişlerini engellediği yerden, devleti yönetirdi. Kalkınmayı teşvik edecek bürokratik yapı ve

ekonomi politiği mevcut değil, aksine feodal yapı içinde elit sınıfın yararına hizmet eden

ekonomik yapı mevcuttu. Politik ve ekonomik kurumlar dışlayıcıydı ve Japonya bu yüzden

fakirdi. Japon halkının gerçekten çok çalıştığını söyleyebiliriz ama Japonya’daki ekonomik

gelişim temelinde kültürel değildir. 1860’lara, politik devrimin modern iktisadi gelişimin

yolunu açtığı ana kadar Japonya çok fakir bir feodal toplum içinde olup modern bir devletten

mahrumdu.16

Japonya tarihsel olarak iki ayrı kurumsal değişim sürecine girmiştir. İlki 1868

Meiji Restorasyonu ile başlayan ve feodalizmden daha merkezi bir yapıya bürünen devlet

16 ACEMOĞLU, ROBINSON, Why Nations Fail The Origins of Power, Prosperity, and Poverty, s. 336

11

sistemine geçişe, ikincisi ise İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika Birleşik Devletleri’nin

(ABD) müdahalesi sonucu daha liberal bir sisteme geçişe tekabül eder. Acemoğlu’na göre,

Japonya’daki iktisadi büyüme anayasaya, ‘Diet’ adında meclise ve bağımsız bir yargı

sistemine sahip olunan 1890’dan İkinci Dünya Savaşı’na kadar çok denemeyecek

boyuttadır.17

Savaşın yenilgisi ve ABD işgali ile Japon toplumu radikal biçimde kapsayıcı

yöne doğru ilerler. Gerek toprak reformu, gerek anti tröst yasalar çerçevesinde kapatılan

‘zaibatsu’lar ve gerekse de yeni anayasa çok daha kapsayıcı politik sistemin oluşturulmasına

yardımcı olmuştur(ileride zaibatsu’nun yerini keiretsu’lar alacaktır). Politik haklar daha geniş

kesime yayıldı ve güçlü merkezi devletin ünlü kurumu MITI(Ministry of International Trade

and Industry- Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı) yatırımı cesaretlendirme ve savaş

sonrası ekonomiyi büyütme konusunda önemli rol oynamıştır.

Acemoğlu ve Robinson, devletin kapsayıcı hale gelmesinin adımlarından daha çok ikincisine

odaklanmakta ve Japon mucizesine, 1945 sonrası kurumların dışlayıcılıktan kurtulup ABD

aracılığıyla kapsayıcı olarak ekonomik kalkınmaya mahal vermesinin yol açtığını

savunmaktadır. Meiji dönemiyle başlayan ve İkinci Dünya Savaşı yenilgisi sonrası yeni bir

boyut kazanan kurumlardaki eksen kaymasının Japon kalkınmasının temel belirleyicisi

olduğunu savunan ikili, yine kurumlar tezini gerekçe göstererek kültürün rolünü

dışlamaktadır. Meiji öncesi dönemi göz önüne aldığımızda zaten dışarıyla bağlantısı

minimumda olan ülke ve kültürlerine sıkı sıkıya bağlı bir toplum görürüz. Öyle ki, Tokugawa

döneminde dışa kapanmanın sebeplerinden birinin Japon adalarında meydana gelebilecek

kültürel bozulma korkusu olduğunu dikkate alırsak, dışa açılmaya zorlandıkları 1853-54

tarihinden sonra da Japonya’nın kendi kültürüne yabancılaşmadığını, yani eski kültürünü,

geleneklerini, toplum yaşantısını koruyabildiğini görebiliriz. O halde, Japon kalkınmasının

belirleyicisi kültür değildir, zira bağımsız değişken olan kültür sabit kaldığı halde bağımlı

17

ACEMOĞLU, ROBINSON, a.g.e., s. 338

12

değişken olarak düşünebileceğimiz kalkınma bir şekilde gerçekleşmiştir. Kültür aynı kültür

olduğu halde kalkınmanın sağlanmasını ise Acemoğlu ve Robinson kurumlara

atfetmektedirler.18

3. RAUL PREBISCH’İN KALKINMA ELEŞTİRİLERİ VE LİBERALİZM

“Yapısalcılık, liberal kapitalist dünya ekonomisinin gelişmiş ekonomiler ve azgelişmiş

ekonomiler arasındaki eşitsizlikleri koruma ya da arttırma eğiliminde olduğunu

tartışmaktadır.”19

Yapısalcılık Marksist bir teori olup tanımından da anlaşılacağı gibi serbest

piyasa ekonomisine ve liberal dış ticari ilişkilere kuşkuyla bakar ve bu tür ilişkilerin

liberallerin iddia ettiği gibi kazan-kazan ilişkisinden (positive-sum relationship) ibaret

olduğunu reddeder. Yapısalcılara göre, Japonya’nın geç gelişen ülkelerden biri olması

kalkınmasına ket vuracak bir nitelik taşımakta ve hatta yoksulluk tuzağına sokabilmektedir.

Bu durumun gerekçesi ithal/ihraç edilen mallar arasındaki olası dengesizliktir. Dünya

ekonomik sisteminde zaten gelişmiş olan Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri, kalkınma

süreçlerinde geliştirdikleri sanayi sektörlerince üretilen katma değerce yüksek ürünleri

gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelere hammadde karşılığında ihraç etmekteydi. Tabi ki bu

ticaret aynı veya benzer ölçüde getiri sağlayan ticaret mallarını kapsamıyor, aksine bir tarafı

ötekine bağımlı hale getirebilecek asimetriye sahip ürünleri içeriyordu. Yapısal eleştiri,

azgelişmiş ülkelerin, gelişmiş olanların tecrübelerinden yararlanarak kalkınabileceklerini

reddeder. Oysa Japonya, önce militarist döneminde Almanya’yı model alarak, savaş sonrası

deneyim ettiği yıkım sonrasında da ABD tarafından liberal anlayışa maruz kalarak gelişen

ülkelerin tecrübelerinden yararlanmış bulunmaktadır. Bunda kalkınma öncüllerinden biri

olarak görülebilecek ‘şans faktörü’ etkili olmuştur. Şöyle ki; Japonya ilk olarak 19. yüzyılın

18

ACEMOĞLU, ROBINSON, http://whynationsfail.com/blog/2012/12/13/a-damaged-culture.html 19

GILPIN, Robert, Uluslararası İlişkilerin Ekonomi Politiği, Kripto Yayınları, Ankara, s. 332

13

sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında İngiltere tarafından Rusya’ya karşı desteklenmiştir. İki

büyük devlet arasındaki rekabet(Rusya-İngiltere) görece üstün olan İngiltere’nin etkisiyle

Japonya’ya Uzak Doğu’da hareket alanı sağlamıştır, aynı zamanda birliğini geç tamamlamış

olan Almanya’nın iktisadi ve siyasal başarıları da Iwakura Misyonu sayesinde daha yakından

görülür olmuştur. İkinci olarak ise, İkinci Dünya Savaşı’nı müteakip Mac Arthur öncülüğünde

girişilen restorasyon dönemi en başta Japonya’yı silahsızlandırmaya yönelikken, ilerleyen

dönemlerde Japonya’nın müttefik olabileceğinin ve olması gerektiğinin anlaşılması üzerine,

Sovyet ideolojisinin de etkisiyle Uzak Doğu’da güvenilir bir müttefik yaratmaya yönelik hale

gelmiştir. Kore Savaşı’nın ateşlenmesi de bu fikri bir nevi zorunlu hale getirmiş ve ABD’nin

öncülüğünü yaptığı serbest piyasa ekonomisi fikrinin Asya’daki zuhuru Japonya olagelmiştir.

Böylelikle yapısalcılığın eleştirilerinden biri ‘şans’ eseri Japon kalkınmasında yeterli teorik

zemin bulamamış oldu.

Yapısalcılara göre; gelişmekte olan ülkeler için kalkınma amacıyla düstur edinilen ekonomik

serbestleşme hareketleri başarısızlıkla sonuçlanacak, buna da piyasa aksaklıkları neden

olacaktır. Gelişmekte olan ülkelerde piyasa, liberal felsefede yer alan ‘görünmez el’ işleyişine

uygun olmayabiliyor ve yapısalcıların iddia ettiği gibi tamamlayıcı talep(complementary

demand) ve maddi dışsal ekonomi(pecuniary external economy) başlıkları altında piyasa

mekanizmasında sorunlar ortaya çıkabiliyor.20

İşte burada, Prebisch’in önerdiği, devlet

tarafından yapılacak big push(büyük itiş) müdahalesiyle ancak bu sorunlar ortadan

kalkabilecektir. Tamamlayıcı talep, Japonya gibi kalkınma amaçlı reformlara girişen(toprak

reformu ve ihracata dayalı büyüme modeli) ülkelerde tarımdan sanayiye üretim faktörü

aktarımının küçük çaplı olması neticesinde ortaya çıkan aksaklıktır. Aksaklığın nedeni,

sanayiye yönelecek olan üretim faktörü olan emeğin sahibi insanın tek bir sektöre kalabalık

olmadan yönelmesidir. Oysa sanayi sektörleri, daha yoğun bir işgücü katılımı bekler, böylece

20

OATLEY, Thomas, Uluslararası Politik Ekonomi, s. 119-120

14

tüketim yapabilecek kişi sayısı artabilecek ve piyasadaki üreticiler talep sıkıntısı çekmeden

üretimlerini yapabileceklerdir. Buradaki talep eksikliğini ise piyasa tek başına gideremeyebilir

ve ‘big push’a ihtiyaç duyar. Paul Narcy Rosenstein-Rodan’ın da belirttiği üzere Japonya gibi

toprak reformu sonrası emek hareketliliği ile sanayiye faktör kaydıran ülkelerde “piyasa

mekanizması, normalde toplam yatırımların %30-35’i oranında olması gereken sosyal sabit

sermayenin oluşumuna tek başına yeterli olamaz”21

. Japonya için büyük itiş müdahalesi zaten

olağan bir durumdur, zira büyüme devlet öncülüğünde (state led) yapılmaktadır ve devletin

ekonomideki bu baskın rolü faktör dağıtım ağını iyileştirebilmekte ve Japon firmaları için

teşvik niteliği taşıyabilmektedir. Schmidt’in Japonya için uygun gördüğü ‘devlet kapitalizmi’

sınıflandırması, serbest piyasa ekonomisinin devlete biçtiği rolden daha fazlasını üstlenen

Japonya’nın büyük itiş için müsait durumda olduğunu gösterir. Japon devletinin diğer baskın

rolü ise firmalar arasındaki koordinasyon eksikliğini gidererek girdi-çıktı ilişkisini düzenleyip

arz güvenliğini sağlayabilmesidir.22

Böylece maddi dışsal ekonomi eleştirisinin de önüne

geçilebilmiştir. Bu noktada Japonya’nın devlet kapitalizminin yanı sıra Japon şirketler sistemi

‘keiretsu’lar da yararlı olabilmiş ve piyasada bilgi asimetrisinin varlığı engellenip şeffaflık

artırılarak keiretsu içindeki firmaların birbirlerinin davranışlarını öngörebilmelerinin imkânı

sağlanmıştır.

4. EĞİTİM, TASARRUF VE KADIN İŞGÜCÜNÜN ROLÜ

“19. yüzyılın sonlarına doğru ilkokul yaşındaki çocukların %50’sine okuma-yazma imkânı

sağlanmıştır. İdeolojilere değil dine önem verilmekle birlikte din ve devlet işleri birbirinden

21

DOĞANER GÖNEL, Feride, a.g.e., s. 52 22

OATLEY, Thomas, a.g.e., s. 119-120

15

ayrılmış durumdadır. 1880-1890 arasında Darwin’in, Spencer’in evrimci kitapları, Kant’ın

felsefesi Japoncaya çevrilmiştir.”23

“Tokugawa döneminde geleneksel eğitimle yaratılan toplumsal birikim, beşerî sermaye, Meiji

dönemindeki sanayileşme ve modernleşmede önemli rol oynamıştı. Meiji dönemindeki beşerî

sermaye ise ülkeyi başarılı bir biçimde endüstri toplumu haline getirmişti.”24

Günümüzde

okuma-yazma oranının yüzde doksan dokuz25

olması da işgücü piyasası için kaliteli eleman

sağlama olanağı sunmaktadır. İktisadi uzun dönem büyüme eğrilerinin işgücü ve kapitalle

birlikte üç belirleyicisinden birinin teknoloji olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda,

Japonya’daki eğitim olanaklarının eski dönemlerden beri iyileştirilmesinin, ülkenin

hammadde kaynaklarının ve verimli arazisinin kıt olmasını adeta telafi etmiş ve birim kapital

ve işgücü başına alınan çıktı sayısını artırmış olduğunu görebiliriz. Şöyle ki; İkinci Dünya

Savaşı’ndan hem kapital olarak hem de işgücü olarak büyük kayba uğrayan piyasayı eski

haline getiren en önemli faktörlerden biri eğitimin kaliteli oluşudur.26

İkinci Dünya Savaşı

sonrası ağır sanayisini kaybeden Japonya’nın toparlanmasında çok zorlanmamasının altında

yatan avantaj da yine know-how’larının gelişmiş olmasıdır.

On dokuzuncu yüzyılların sonuna doğru dış dünyayla bağlantıyı artırma ve küresel sisteme

uyum sağlama serüveni başlayan Japonya, Meiji devriminin isimlerinden olan Iwakura

Tomomi’nin öncülüğünde27

yürütülen ‘Iwakura Misyonu’ adı altında dünyanın önde gelen

ülkelerine öğrenci göndermiş ve Batı’daki gelişmeleri yakalayabilme amacı edinmişti. Teknik

eksikliği giderebilmek için yapılan diğer girişim yurtdışından uzman ithal etmekti. Uzman

ithalinin getirileri elde edilmeye başlandığında, yani teknolojik veya teknik bilginin

23

GÜVENÇ, Baykurt, Japon Kültürü, Türkiye İş Bankası kültür yayınları Ankara, 1980, s. 43

24 KINCAL, Ali, Japon Kalkınması, academia.edu

25 Central Intelligence Agency, https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook//fields/2103.html

26 Bu durum Almanya için de geçerli, öyle ki bir üretim aracı olan işgücü açısından sıkıntıya girilse bile know-how

faktörünün gelişmiş olmasıyla kalkınmanın gerçekleşebileceğini görüyoruz. 27

NISH, Ian, The Iwakura Mission in America and Europe, Japan Library, 1998, s. 18

16

Japonlarca da bilinir olunduğuna karar kılındığında sektörlerdeki ithal uzmanların yerini yerli

uzmanlar almaya başladı.

Kadınların işgücüne katılımı da göz ardı edilmemelidir. Japonya’da kadınların işgücüne

katılım oranı %50 civarında seyretmektedir28

. Bu oran Türkiye’de yüzde elli, ABD’de yüzde

elli beştir. Kadınların işgücüne katılma oranı ömür boyu bir veya daha fazla iş kolunda

çalışmak şeklinde olmasa bile ekonomiyi ihtiyaç duyulan emek üretim faktörüne

kavuşturmakta ve savaş gibi erkek işgücünü azaltan olağanüstü durumlarda ekonomik

büyüme için katalizör görevi görmektedir. Sürekli çalışmamalarının avantajı olarak uzun

süreli işsiz kalan Japon sayısının az olduğunu söyleyebiliriz. Zira evlenince veya çocuk sahibi

olunca büyük çoğunluğu çalışmayı bırakan kadınlar fark etmeden istihdam

oluşturmaktadırlar. Kadınların diğer önemli katkısı ise erkeklerden daha düşük ücretlere

çalışmaya razı olmalarıdır29

. Bu durum işverenin maliyetlerini düşüreceğinden hem üretimi

artırmak, hem fiyatları düşük tutmak hem de eleman sayısını artırmak için teşvik niteliği taşır.

Kadınların düşük ücrete tabi kalmalarını kabul etmeleri devlet eliyle canlandırılan

milliyetçilik akımının iktisadi alana sağladığı avantajdır. Ama bu katkı bekâr kadınlardan

alınıyor, evli kadınların çalışması pek hor karşılanmıyordu. Buna rağmen zamanla evli

kadınların çalışma oranı şu şekilde artmıştır: 1948’de yüzde sekiz olan çalışma oranı 1962’de

yüzde yirmiye çıkmıştır, sonraki yıllarda yüzde otuz sekize yükselmiştir30

.

Ülkeler yatırım yapmak için tasarrufları iki farklı yerden bulabilirler: kendi ekonomilerinden,

başka ülkelerin ekonomilerinden. Bu iki seçenekte kârlı olanı daha az borç anlamına da gelen

kendi ülkesindeki iç tasarruflardan borçlanmaktır. Japonya’nın önceden beri yüksek olan

tasarruf oranları yatırımcı firmalar için ucuz maliyet anlamına gelmiştir. Tasarrufların

28

http://data.worldbank.org/indicator/SL.TLF.CACT.FE.ZS/countries?display=default

29 ÖZGÜVEN, Ali, a.g.e., s. 262

30 ÖZGÜVEN, Ali, a.g.e, s.262

17

yüksekliği aynı zamanda enflasyonun düşük olmasını sağlar. Enflasyon, toplumların uzun

vadeli planlar yapmasını engeller ve insanları yatırıma değil sadece ticarete teşvik eder.

Dükkânda duran mal durduğu yerde sahibine getiri sağlayacağından, dükkân sahibinin yeni

yatırımlar yapacak veya verimi artıracak eylemlerde bulunma cesareti kırılmış olur.

Japonya’da yüksek getiri, yüksek verim, rekabet gibi faktörleri gerekli gördüğünden firmalar,

getirilerini artırabilmek için verimlerini artıracak yatırımlar yapmaya zorlanır. Tasarruflar ile

ilgili diğer bir önemli nokta ise Ragnar Nurkse’nin çalışmalarına dayanır. Düşük kişi başı

gelire sahip ülkelerin düşük düzeydeki tasarrufları gerekli yatırımların yapılmasını

engelleyeceğinden bu yatırımlar yapılamayacak ve bu sebeple ülke düşük kişi başı gelir ve

tasarrufla baş başa kalacaktır.31

Yani ‘ülkeler fakir oldukları için fakirdir’32

tezini

çürütebilecek anahtar faktör ‘tasarruf’lardır. Ülkelerin kalkınmak ve bu sarmaldan kurtulmak

için sermaye birikimine yönelmeleri lazım. Sanayiye yönelik olarak ise kırsaldaki emeğin

kentlere yönelmesinin gerektiğini savunan Nurkse gerekirse devletin müdahil olması

gerektiğini söyleyerek adeta Japon kalkınmasını tasvir etmiştir. 33

5. ROSTOW’UN AŞAMALAR MODELİ

Walt Whitman Rostow, ülkelerin kalkınmasını beş aşamaya bağlar: geleneksel, geçiş, take-

off, olgunluk öncesi ve kitle tüketimi aşamaları.34

Buna göre Japonya’nın kalkınmaya giden

yolu da yaklaşık olarak bu aşamalarla bağdaştırılabilir. İlk aşama olan geleneksel aşama,

Japonya’nın Meiji öncesi, hatta kısmen Tokugawa dönemi öncesine dayanır. Siyasi erk

merkezileşmemiş, daimyoların domainler üzerinde otonomi sahibi olmaları bir örneği olacağı

gibi güç bölgesel liderler tarafından tutulmaktadır. İkinci aşamaya geçiş, Japonya’nın toplum

yapısı sayesinde diğer ülkelere nispeten daha rahat gerçekleştirilmiştir; zira geçiş aşaması,

Faizlerin düşük olması ‘nominal enflasyon= reel enflasyon+ faiz’ denkliğinden de görüleceği gibi enflasyonun

yükselmemesini sağlar. 31

DOĞANER GÖNEL, Feride, a.g.e., s. 53 32

NURKSE, Ragard, Az Gelişmiş Ülkelerde Sermaye Teşekkülü, Menteş Kitabevi, İstanbul, 1964, s. 10 33

DOĞANER GÖNEL, Feride, a.g.e., s. 54 34

DOĞANER GÖNEL, Feride, a.g.e., s. 55

18

yatırımdaki artışı gerçekleştirebilecek risk sermayesinin toplumun bütününün sistemi

benimsemesini gerektirir. Japonya’da toplumun refahının, bireylerin fayda veya şirketlerin kâr

maksimizasyonundan daha önde olması da bu seferberliğe ulaşılabilmeyi sağlamıştır. Geçiş

aşamasının özelliği olan altyapı, ulaştırma gibi hizmetlerin sunumu için yapılacak yatırımı

destekleyecek yüksek tasarruf oranı Japonya’nın finans bulmasını kolaylaştırmış ve kalkınma

sürecinde dış borç altına girmesini engelleyebilmiştir. Yeni oluşacak sanayi toplumu için

gerekli burjuva ise savaş öncesi zaibatsu, savaş sonrası keiretsu adları altında oluşturulmuştur.

Rostow bizzat Japonya’nın üçüncü aşama olan take-off aşamasını başarılı olarak

gerçekleştirdiğini söyler. Take-off aşamasına geçiş; ülkelerde tarımsal verimliliğin artması,

tasarrufların GSYH’nin %10’undan daha fazla olması, lider sektörlerin oluşumu ve girişimci

sınıfın gelişimi gibi şartların sağlanmasına ihtiyaç duyar. Meiji Restorasyonu bu aşama için en

iyi örneklerden biridir. Olgunluk öncesi dönemde Japonya’ya fazla değinilmese de yüksek

kitle tüketimi aşamasına girmiş sınırlı sayıda ülkeden (ABD, Batı Avrupa) birinin Japonya

olduğu görülür.35

E. SONUÇ

Japonya zaten gerek kendi içinde olan çeşitli dinamiklerle gerekse de uygulanan politikalarla

kalkınmayı hak etmiş bir ekonomiye sahipti. Doğal gaz, petrol gibi kısa yoldan zenginliği

getirebileceği düşünülen hammaddelere sahip olmadığından kalkınmak için mecburen yapısal

reformlar yapması gereken Japonya toprak reformuyla sanayiye gerekli tasarrufu sağlayabildi

ve MITI adlı bakanlığın sağladığı danışma hizmeti ile kapsayıcı kurumlar oluşturulabildi.

Kapsayıcı kurumlar oluşturabilmesi Meiji Restorasyonu ve ABD müdahalesi olaylarından

sonra sağlanabildi ve kalkınmayı teşvik edecek liberal ekonomik sisteme entegre bir ekonomi

meydana getirildi. Tüccar ve girişimci kesim ‘bağımsız burjuva’ kategorisine girmese de

kültürün etkisiyle toplum refahının artırılması öne çıktığından bağımsız olmayan burjuva

35

DOĞANER GÖNEL, Feride, a.g.e., s. 56-57

19

kalkınma için bir tehlike arz etmiyordu. Keiretsu isimli şirket gruplarının varlığı ile şirketler

arasında oluşan organik bağ ekonomik milliyetçilikle birleşerek serbest ekonomik düzen

içinde diğer baskın ekonomilere göre kapalı kalabildi. Bu kapalılık Japonya’nın faydasına

olan ‘bedavacılık’ (free riding) olarak nitelendirilebilir. Kalkınma aşamasında piyasayı

düzenleyebilecek yetkinlikteki devlet müdahalesi kaynak dağıtımının kalkınmayı

sağlayabilecek şekilde olmasını sağladı. Bu müdahale sayesinde oluşması muhtemel piyasa

aksaklıklarının önüne geçilebildi ve aksaklığın olmadığı piyasada tasarrufların yüksekliği ve

kadınların düşük ücrete razı olmaları şirketlerin markalaşmasına yol açtı.

Japon kalkınması anlatılanlar dışında düzinelerce faktör tarafından şekillenen bir ekonomi

mucizesidir. Bu mucize gelişmekte olan veya kalkınma sürecinde başarısızlığa uğramış

toplumlar için ilham verici olduğu gibi Soğuk Savaş’ın fikirsel tabandaki ekonomik

çatışmasını göz önünde bulundurduğumuzda liberal ekonomik sistemin başarısını göstermesi

açısından da önemlidir.

20

KAYNAKÇA

- BRICHIER, Hubert, Japonya’nın Ekonomik Mucizesi, Paris, 1965

- ÖZGÜVEN, Ali, İktisadi Büyüme, İktisadi Kalkınma, Sosyal Kalkınma,

Planlama ve Japon Kalkınması, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1988

- GORDON, Andrew, A Modern History of Japan, Oxford University Press, 2009

- http://aboutjapan.japansociety.org/content.cfm/rights_responsibilities

- ESENBEL, Selçuk, Çağdaş Japonya’ya Türkiye’den Bakışlar, Simurg Yayınları,

İstanbul, 1999

- ACEMOĞLU, ROBINSON, Why Nations Fail The Origins of Power, Prosperity,

and Poverty

- ACEMOĞLU, ROBINSON, http://whynationsfail.com/blog/2012/12/13/a-damaged-

culture.html

- GILPIN, Robert, Uluslararası İlişkilerin Ekonomi Politiği, Kripto Yayınları, Ankara

- DOĞANER GÖNEL, Feride, Kalkınma Ekonomisi, Efil Yayınevi, Ankara, 2010

- OATLEY, Thomas, International Political Economy

- GÜVENÇ, Baykurt, Japon Kültürü, Türkiye İş Bankası kültür yayınları Ankara,

1980

- KINCAL, Ali, Japon Kalkınması, academia.edu

- Central Intelligence Agency, https://www.cia.gov/library/publications/the-world-

factbook//fields/2103.html

- NISH, Ian, The Iwakura Mission in America and Europe, Japan Library, 1998

- http://data.worldbank.org/indicator/SL.TLF.CACT.FE.ZS/countries?display=default

- http://aboutjapan.japansociety.org/content.cfm/the_meiji_restoration_era_1868-1889)

21

- ZAKARIA, Fareed, Özgürlüğün Geleceği, Yurtta ve Dünyada İlliberal

Demokrasi, Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2007

- SCHMIDT, Vivien A., French capitalism transformed, yet still a third variety of

capitalism, Economy and Society Volume 32, November 2003

- İRAZ, Rifat; ZERENLER, Muammer, Japon Yönetim Anlayışı ve Şirket Ağları

(Keiretsu) Analizi

- NURKSE, Ragard, Az Gelişmiş Ülkelerde Sermaye Teşekkülü, Menteş Kitabevi,

İstanbul, 1964