“Ortak” Bir Dile Doğru Yolda Olmak mı? Heidegger’in Japon Bir Ziyaretçi ile Diyaloğu
Japon Kalkınması
Transcript of Japon Kalkınması
1
Hüseyin Zengin
JAPON KALKINMASINA TEORİK YAKLAŞIM
A. GİRİŞ
Bu çalışmada Japonya’nın mucize olarak kabul edilen iktisadi kalkınması ve yüzyıllarca
kapalı kalmaya alışmış bir ülkenin dünya piyasasında başat rollerden biri haline gelmesi
inceleniyor. 1854’e kadar -Çin ve Kore’yi saymazsak- kendi dışındaki dünyayla nadiren ve
isteksiz olarak iletişim kuran bir devletin, zoraki olarak dünyaya açılmasına yol açan uzun ve
sancılı sürecin sonunda bugünkü Japonya oluşu zekice, sistemli, disiplinli, özverili bir uğraş
gerektirir. Dünyaya açıldıktan sonra uzun süre dünyanın büyük devletleriyle ilişkileri sürekli
bozuk olan bir ekonominin nasıl olup da kendini bir şekilde koruması veya ortaya çıkan
olumsuzlukların altından diğer dünya devletlerine kıyasla hızlıca kalkması ekonominin,
siyasetin, uluslararası ilişkilerin, daha genelce söyleyecek olursam sosyal bilimlerin en ilgi
çekici konularından biri.
Dünyadan iyice haberdar olup sömürgecilik faaliyetleriyle gerek güçlü devletlere karşı
savunma amaçlı, gerekse de ekonomik kalkınmasını daha bol kaynaklarla daha rahat
gerçekleştirebilmek adına çevresindeki toprakları işgale hazırlanıp iki büyük dünya savaşına
da bu güdüyle taraf olan ve İkinci Dünya Savaşı’nda belki de Almanya dâhil savaşın tarafları
olan devletler içinde en çok hasara uğramış olanının bugün GDP bakımından dünya üçüncüsü
olması tesadüf veya basit bir doğal kaynak kullanımı, enflasyon, para vs. politikalarıyla
gerçekleştirilemeyecek bir durum.
TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi
2
Çalışmada, Japon kalkınması daha çok kalkınma teorileri çerçevesinde incelenecek olup kısa
da olsa eğitim, kadın ve bazı spesifik politikalardan bahsedilecektir. Cevaplanmaya
çalışılacak olan şunlardır:
- Japonya iktisadi kalkınmasını hangi aşamalarla ve nasıl gerçekleştirebildi?
- Kalkınma konusunda Japonya’ya yardımcı olan faktörler nelerdir?
- Hangi teoriler Japon kalkınması ile uyumluyken hangileri çelişki halindedir?
B. KALKINMA
Ekonomik kalkınma, olumlu bir kavram olarak, dünyada ilk kez feodalizm sonrası
İngiltere’de Sanayi Devrimi ile birlikte ortaya çıktı. Merkezileşen devlet sermaye
biriktirmeye, yeni bir sınıf algısı oluşturmaya başladı ve gerek yeni oluşan sınıflar için
gerekse zenginliğini artırmak isteyen devlet için üretim fazlasını satıp kâr elde edebilmek
maksadıyla pazar kavramı ortaya çıkarıldı. Japonya iki yüz yıllık bir feodalizm dönemi
yaşamasına rağmen feodal süreçleri tamamlaması Avrupa’ya göre daha geç oldu. Hubert
Brichier’e göre Japon feodalizminin Avrupa feodalizminden farkları, Japon feodalizminin
sanayi müteşebbis sınıfına dönüşmesi, ilerleyen dönemlerde geçilecek olan kapitalizme zemin
hazırlaması ve 1854 sonrası dünya ekonomik sistemine geçiş sürecine kolaylık sağlamasıdır.1
Küçük küçük beyliklerin iktisadi büyümesine nazaran otoriter merkezli bir ulus devletin
iktisadi kalkınmasının, kalkınma olmasa da büyümesinin daha rahat gerçekleşebildiğini hem
sermaye birikiminin daha rahat olmasından, hem askeri gücün daha yerinde
kullanılabilmesinden çıkartabiliriz.
Japon kalkınmasının gerçekleşmesini sağlayan faktörlerin bu mucizeyi nasıl başardıklarını
anlayabilmek için Meiji dönemine kadar gitmemiz gerekir. O dönemin önemini
1 BRICHIER, Hubert, Japonya’nın Ekonomik Mucizesi, Paris, 1965, s. 70
3
kavrayabilmek için ise Tokugawa üzerinde durmak ve kalkınmayı etkileyen faktörler üzerinde
bağımsız değişken olarak kullanmak faydalı olabilir. Kalkınma iktisatçılarının bir kısmı
coğrafyayı öne çıkarırken, diğer bir kısmı liderleri, bazıları doğal kaynaklarının çokluğunu,
bazıları ise kültürel faktörleri öne çıkarır. İktisat literatüründeki kurumsalcı kalkınma anlayışı
üzerinde durmak Japon kalkınmasını anlamak için yeni bir pencere açabilir ama bu
pencerenin açılması bizi Tokugawa dönemini ve çok kısa olsa da önceki dönemleri
araştırmaya itecektir. Ayrıca Fareed Zakaria’nın ‘kazanılmamış zenginlik’ kavramı da doğal
kaynakların bolluğunun kalkınmayı tetiklediği başka bir tez ile çelişmektedir.
C. MEİJİ ÖNCESİ DÖNEMLERE KISA BİR BAKIŞ
Japonya’nın eski tarihine bakarsak on ikinci yüzyılda genel hatlarıyla ortaya çıkan savaşçı
sınıfını görürüz.2 Toplumun savaşçı bir geleneğinin veya savaşçı bir kesiminin olması
insanların disiplinli olmalarını sağladı. Tarihsel kurumsalcılık kavramına binaen, geçmişten
gelen toplumsal özelliklerin, üretilen ve uygulanan politikaların, kurumların işleyişlerinin
günümüzdeki politika ve kurumlar gibi yapıları etkileyeceğini göz önünde
bulundurduğumuzda bu disiplin anlayışının zamanla şirket yapılarına etki ettiği sonucuna
varabiliriz.
Savaşçı sınıfını diğer sosyal sınıfların oluşumu takip eder: aristokratlar, kentliler, köylüler3
(Farklı bir ayrım savaşçı, köylü, zanaatkâr, tüccar şeklindedir4). On üçüncü yüzyılda
monarşiden(liderin daimyo olduğu) askeri görünümlü feodalizme geçildi5. Feodalizm,
beraberinde üretici sınıfa yani köylülere bir takım baskılar ve ağır vergiler getirmek demektir
ve toplumun geneline hâkim olan elit bir sınıfı ve bu elitin zoruyla zenginleşemeyen, istenilen
2 ÖZGÜVEN, Ali, İktisadi Büyüme, İktisadi Kalkınma, Sosyal Kalkınma, Planlama ve Japon Kalkınması,
Filiz Kitabevi, İstanbul, 1988, s. 253 3 ÖZGÜVEN, Ali, a.g.e., s. 254
4 GORDON, Andrew, A Modern History of Japan, Oxford University Press, 2009, s. 18
5 ÖZGÜVEN, Ali, a.g.e., s. 254
4
ölçüde sermaye biriktiremeyen, hayatı ve asgari ihtiyaçları için başındaki feodaller için üreten
sınıfı meydana getirmiştir.
Bu sırada Japonya’nın Asya ülkeleri ile ticari ilişkiler vardı, hatta bu dönemde tüccar
burjuvazisinin temeli atılmıştı (yani günümüz ve kalkınma mucizesinin olduğu dönemdeki
Japon halkı için kapitalizm yeni bir düzen değil). Burjuvazinin olması da mülk sahibi
olabilmekten, yani büyük meblağda ve iktisadi büyümeyi doğrudan etkileyecek ölçüde olmasa
da sermaye fazlasını(Marksist karşılığı artı değer) tutabilmekten ve kendilerinden sonra da bu
fazlanın birikmesini sağlayabilmekten geçer (O dönemin tüccar burjuvazisi şimdiki kadar
modern bir düzen içinde değildi. Japon feodalizminin Avrupa feodalizminden farkı olan sınıf
algısı ölçüsünde, Japon tüccarların Avrupa’dakinin aksine köylülerden daha aşağıda temsil
edildiğini söyleyebiliriz. Bunda ülkelerin tarihsel ve geleneksel olarak üretime bakış açıları
etkili olmuştur. Bugünün Batı’sından da görülebileceği gibi tüketici kesimi ekonominin temel
direği ve yapıtaşıdır, oysa Japonya için üretici tüketiciden daha önemlidir). Burjuvanın
ticaretle elde ettiği bu birikim beklenmedik bir şekilde zaman içinde köylülerin kente göçünü
tetikledi. Şöyle ki; on yedinci yüzyılda gitgide zenginleşen burjuva kesimi toprakları satın
alarak fakir köylü için yaşam alanı, üretim için de ekim alanı bırakmamaya başladı ve bu da
köylüleri kente göç etmeye zorlayan ana etkendi6.
1603’te ‘shogun’luğunu* ilan eden Ieyasu Tokugawa ile birlikte Japonya coğrafyası
merkezileşse de (Tokugawa merkeziyetçiliğini feodalite çerçevesinde kurmuştu. İki yüzden
fazla domain mali ve askeri konularda otonomilerini sürdürseler de Edo’daki otoriter
hükümeti de tanımış ve ona hizmet etmişlerdir)7 sermaye birikimi kalkınmayı getirecek
ölçüde olmadığı gibi iktisadi gelişimi sağlayacak özel veya devlet girişimleri yoktu. Bunda en
önemli faktör Tokugawa döneminde benimsenen ve yaklaşık iki yüz elli yıl boyunca sürmüş
6 ÖZGÜVEN, Ali, a.g.e., s. 255
* Tüm derebeylerin lideri sayılan merkezi otorite
7 http://aboutjapan.japansociety.org/content.cfm/the_meiji_restoration_era_1868-1889)
5
olan yabancı düşmanlığıdır. Geleneklerinin bozulacağı ve dinlerini kaybedecekleri korkusu
(yasaktan önce üç yüz bin Japon, misyonerler aracılığıyla Hristiyanlığa geçmişti8)
yabancılarla iletişimin yasaklanmasını körüklemiş ve bu sebeple dış dünyadan azami ölçüde
izole kalmışlardır (Misyonerlerle gelmemek şartıyla, Tokugawa’nın iç savaş sırasında
destekleyicileri olmaları nedeniyle ve dış dünyada neler olup bittiğini öğrenmek maksadıyla
sadece Hollandalılarla belirli bir bölgeyle kısıtlı olarak ticarete izin verilmiştir). Dünyaya
kapılarını açma konusundaki isteksizlikleri Rönesans’tan, Sanayi Devrimi ve getirilerinden
doğrudan etkilenememelerine yol açmış olduğu gibi dış ticaretin kısıtlanmış olması da
karşılaştırmalı üstünlüklerini kullanamamalarına, dolayısıyla toplum olarak –refahın tüketim
arttıkça artacağı varsayımı altında- refahlarının yükselmesine engel olmuştur. O dönem
Japonya’sında dış dünyayla sınırlı bağlantılı durum, modern dünyada kalkınmanın
sömürülmemek ve kolonize edilmemek adına gerekli ve hatta zorunlu olmasının göz ardı
edilmesine yol açmıştı, ta ki İngiltere ve Fransa ile Çin arasındaki Afyon Savaşları’na kadar.
Japonlara göre o dönemde bölgenin en güçlüsü olan ve Doğu Asya’nın birçok ülkesinden
vergi toplayabilme gücüne sahip Çin’in Batı tarafından bu kadar rahatça yenilmesi ve
imtiyazlı olarak Japonya ile ticaret yapma şansını elinde bulunduran Hollandalıların Batı’daki
gelişmeleri haberdar etmeleriyle Batı’nın ileride Japonya’yı da Çin’i düşürdüğü duruma
düşürebileceği korkusu, Japonları çözüm yolları üzerine düşünmeye ittiyse de korktukları
başlarına 1854’te Batı’nın öbür yüzü ABD’den gelmişti. Commodore Matthew C. Perry
öncülüğünde gerçekleşen askeri girişim ile Japonya dünyaya açılmaya zorlanmış ve hâkim
ekonomik sistemle bütünleşik hale getirilmeye çalışılmıştı. Başarılı olan bu girişim,
Japonya’nın bugüne ulaşmasını sağlayan dönüm noktalarından biridir (diğeri İkinci Dünya
Savaşı yenilgisidir) ve ülkede hem politik hem ekonomik kırılmalar meydana getirmiştir.
8 GORDON, Andrew, a.g.e, s. 5
6
D. MEİJİ DÖNEMİ VE DEĞİŞİM
Özellikle 1854-1868 döneminde - Commodore Matthew C. Perry* karşısında aciz kalan-
Tokugawa hanedanlığında egemenlik sorunu baş göstermiş ve meşrulukları sorgulanır
olmuştur. Nitekim 1868’deki Boshin Savaşı’nda yenilen tarafın Tokugawa ve yandaşlarının
olması ve ardından imparatorun tek otorite olarak (Satsuma, Choshu, Tosa domainlerinin
aracılığıyla) gücü elinde toplaması ile birtakım reformların önü açılmıştı. Toprak ve vergi
reformu yapıldı, samurai ve domain**
düzenine son verildi, 1889’da Meiji Anayasası
yürürlüğe kondu.
Japonya için en uygun görülen Almanya Anayasası (ABD Anayasası aşırı liberal, Britanya
Anayasası ise parlamentoya aşırı yetki veriyordu)9 benimsenmiş ve ‘anayasal monarşi’
yönetim sistemi uygulanır olmuştu. Demokratikleşme beraberinde iktisadi olgularda değişimi
getirir ve bu değişim demokrasinin liberalliği ölçüsünde ülkede kamuoyu oluşturur, yeni
fikirlerin üretilmesinin yolunu açar ve liberalizmin iktisadi boyutuna önem verilmiş olması
hâlinde dış ticarete açılması destekleneceğinden devlete doğrudan bağımlı olmayan bir
burjuva sınıfı oluşur. Bağımsız burjuvanın oluşumu hem Fareed Zakaria’nın hem de Daron
Acemoğlu’nun kalkınma tezleri üzerinde argüman olarak kullanılacaktır.
Meiji döneminde işleri kolaylaştıran bir etken Tokugawa dönemindeki sermaye birikimiydi.
Yaklaşık iki yüz elli yıl dış dünyaya kapalı kalan ve ticareti sadece çok kısıtlı olarak yapan bir
ülke için bu süre zarfında kendi kaynaklarıyla idare edebilmek(self-sufficiency veya autarky)
zaten bir başarıdır. Klasik iktisatçıların savunduğu liberal ekonominin gereklerinden biri olan
‘uluslararası ticarete açılım’ın getireceği avantajı ve bu avantajdan doğması muhtemel refah
artışını reddeden bir iktisat politikası benimseyen Japonya’yı inceleyen klasik iktisatın babası
* Japonya’yı dünyaya entegre etmeye çalışan ABD askeri
** Derebeylik
9 http://aboutjapan.japansociety.org/content.cfm/rights_responsibilities
7
sayılan Adam Smith, kırsalda ve kentlerde sermayenin oluştuğunu ve ileride Japonya’nın
ekonomik olarak sıkıntı çekmemesini sağlayacak girişimci bir güruhun varlığın bulunduğunu
söyler.10
1. ZAKARIA-SCHMIDT BAĞLAMINDA JAPON KALKINMASI İNCELEMESİ
Fareed Zakaria Özgürlüğün Geleceği, Yurtta ve Dünyada İlliberal Demokrasi kitabında
Japonya kalkınması ile ilgili olabilecek iki argüman sunmaktadır. Bunlardan birincisi
‘Yoksullar Kutsanmıştır’ başlığı altında doğal kaynakların ülkeler için lanetli olabileceğini
açıkladığı tezidir. Doğal kaynakların bolluğu ülkeye ucuz yoldan sermaye sağlayacağı ve
dışarıya bağımlılığı azaltacağından üretim için büyük bir avantaj olarak görülür.11
Oysa
Zakaria, doğal kaynak bolluğunun beraberinde iktisadi ve demokratik kalkınmayı getireceği
denklemini reddetmekle birlikte zenginliğin kazanılmış olması gerektiğini savunmuş ve bu
argümanı için petrol zengini ülkeleri örnek göstermiştir. Bu tür kazanılmamış lanetli
zenginliklerin neden lanetli olduğunu ise ‘modern siyasal kurumların, yasaların ve
bürokrasilerin gelişimini engellediği’12
şeklinde gerekçelendirmiştir. Ülke toprakları üstünde
veya altında üretim sürecinde kullanılacak ve ek gelir elde etmek için ihraç edilebilecek
yeterli doğal kaynağın bulunması devleti kalkınmayı teşvik edici politikaları yapmaya
gönülsüz veya kayıtsız bırakabilecek ve daha kötüsü halkın bu duruma tepki vermesini
engelleyebilecektir. Eğitim seviyesi yükseldikçe devletten demokratik talepler yükselir
varsayımı altında, petrol zengini ülkelerdeki düşük eğitim seviyesinin neden otoriter rejimin
garantisi olduğunu ve devletten bağımsız bir burjuvanın ortaya çıkmadığını görebiliriz.
10
ESENBEL, Selçuk, Çağdaş Japonya’ya Türkiye’den Bakışlar, Simurg Yayınları, İstanbul, 1999, s.15 11
ZAKARIA, Fareed, Özgürlüğün Geleceği, Yurtta ve Dünyada İlliberal Demokrasi, Kırmızı Yayınları,
İstanbul, 2007, s. 75 12
ZAKARIA, Fareed, a.g.e., s. 77
8
Zakaria’nın kazanılmış zenginlik kavramının Japonya için gayet uygun olduğu görülebilir,
zira Japonya gerek petrol, doğal kaynak ve değerli madenler bakımından gerekse de geniş
verimli ve tarıma, hayvancılığa uygun arazilerden yoksundur. Bu da Japonya’ya kalkınma
yolunda tek şans bırakmaktır: halkı zenginleştirerek, oturmuş kurumları kurarak
zenginleşmek. Eğer Japonya’da petrol gibi değerli kaynaklar bolca bulunsaydı Zakaria’nın
belirttiği gibi devletin halka ‘sizden vergi beklemiyoruz ama siz de bizden hizmet istemeyin
ve siyasal beklenti içine girmeyin’13
deme ihtimali gün yüzüne çıkacaktı. Oysa Japonya adeta
yoksunluklarıyla kutsanmış olarak sanayileşmeye ve kendi burjuvazisini oluşturmaya
mecburdu.
Zakaria’nın ikinci tezi ise ‘bağımsız burjuva’ üzerine olup Japonya’daki kalkınmayla çelişiyor
görünmektedir. Kendi doğal süreci içinde ortaya çıkan ve devlete kendini bağımlı
hissetmeyen, devlet tarafından baskı altına alınmayan, dilediği gibi mülk sahibi olabilen
burjuva sınıfı serbest piyasa ortamında kârını maksimize edebilecek, böylece toplumsal
refahı, artırdığı istihdam ve oluşturduğu katma değer çevresinde yükseltecektir. Devletten
beklentisinin olmaması ise kendisini diğer firmalara karşı rekabetçi konuma sokacak ve
verimliliğin artışına yol açacaktır. Japonya’daki feodal sistemin her ne kadar mülkiyet hakkı
halka karşı tarihsel süreçte Avrupa feodalizmindekinden daha cömert olsa da sağlıklı bir
üretim sürecine sahip, büyük çaplı üretim kapasitesi olan firmalar kurmak için sermaye
biriktirmeye yetecek ölçüde değildi. Bu birikim devlet eliyle yapıldı, yani Avrupa tarzı
burjuva gibi devlete rağmen değil devlet sayesinde firmalar uluslararası ekonomik sistem
içinde bugünkü yerine gelmesini sağlayacak temellerini atmış oldu. Devletin, dolayısıyla
girişimci firmaların ilk önceliklerinin ekonomiden ziyade toplumsal hedefler olması
Japonya’daki ekonomik sistemi ABD ve Batı Avrupa ekonomik sisteminden ayırt etmemizi
gerektiriyor. Zakaria’nın ‘bağımsız burjuva’ üzerine düşüncesinin Japonya kalkınmasını
13
ZAKARIA, Fareed, a.g.e., s. 79
9
açıklayamamasının sebebi ise kapitalizme çok geniş bir perspektiften bakmış olması veya
kapitalizmle liberalizmi birbirinden ayırt etme ihtiyacı duymaması olabilir. Japonya’da sistem
genel hatlarıyla kapitalizm olarak görülse de ‘toplumun birey faydası veya firma kârından
daha öncelikli olması’ piyasada hâkim liberalizm anlayışının olmadığını gösterir. Oysa
Japonya’daki kapitalizme kalkınmacı kapitalizm, Şinto kapitalizmi, kolektif kapitalizm gibi
isimler verilmiş, yani kapitalizm kendi içinde farklılaştırılmıştır. Vivien A. Schmidt bir
makalesinde kapitalizmi market capitalism, managed capitalism, state capitalism olarak üçe
ayırmış ve Japonya’ya state capitalism(devlet kapitalizmi) içinde yer vermiştir.14
Devlet
kapitalizmi, Türkiye’deki devletçilikten piyasaya müdahaleye ve firma teşviklerine verdiği
anlam ve önem kapsamında ayrışır. Devletler, savaştan çıktıktan, az gelişmişlikten kurtulup
modernleşme veya sanayileşme yoluna gitmeye karar verdikten veya vatandaşına sermaye
birikimi fırsatı vermeye başladıktan hemen sonra özel girişimci güruhun eksiklerini kapatmak
maksadıyla bazı firmaları destekleme yoluna gider ve bu destekleme süreci yeterli özel
sermayenin oluştuğu düşünülünceye kadar devam eder. Teşvikler ve müdahale zorunluluğun
sonucudur. Oysa Japonya’nın içinde bulunduğu ‘devlet kapitalizmi’ uygulayan devletler için
bu müdahale ve teşvikler zorunluluk değil tercihtir. Bu tercih, Japonya’ya ileride
bahsedeceğim Marksist teorilerden ‘yapısalcılık’ın piyasaya açılan devletlerin yaşayacağını
öne sürdüğü problemleri elimine etme imkânı vermiştir.
Zakaria’nın ‘yoksullar kutsanmıştır’ teziyle aynı paralellikte olan Alexander Gerschenkron’un
‘geri kalmışlığın önemi’ tezine göre, geri kalmış ülkeler ne kadar çok geri kalmışlarsa
kalkınma sürecinde o kadar tarımdan vazgeçip sanayiye geçmeye çalışacaklardır. Devlet,
Japonya’da olduğu gibi bu süreç içinde müdahaleci olmalı ve geç kalmanın avantajı olarak
kalkınmış ülkelerin tecrübeleri ve bilgilerinden faydalanmalıdır.15
Yapısal eleştiri ile ters
14
SCHMIDT, Vivien A., French capitalism transformed, yet still a third variety of capitalism, Economy and
Society Volume 32, November 2003, s. 528 15
DOĞANER GÖNEL, Feride, Kalkınma Ekonomisi, Efil Yayınevi, Ankara, 2010
10
düşen bu kalkınma teorisi, Japonya’nın ABD gibi kalkınmış ülkeleri model alarak kalkınmayı
başarabilmesini açıklaması bakımından önemlidir.
2. KURUMLAR ÜZERİNE
Kalkınma iktisatçıları coğrafya, kültür, liderlerin tavırları gibi kalkınmayı etkileyen
faktörlerin yanına artık özellikle kurumları da koymaktalar. Daron Acemoğlu ve James
Robinson kurumları kapsayıcı(inclusive) ve dışlayıcı(extractive) olmak üzere ikiye ayırıp
kurumların özelliklerini kalkınmanın temel belirleyicileri olarak sunmuşlardır. Şöyle ki;
kapsayıcı kurumlar hiçbir elit sınıfa hizmet etmeyen, herkese açık, toplumun geneliyle
barışık, değişime açık, dış dünyayla bağlantılı diyebileceğimiz kurumlardır. Bunun aksi olan
dışlayıcı kurumlar ise özel mülkiyete önem vermeyip ülke içindeki kısıtlı bir sınıfa hizmet
eder. Böylece kapsayıcı kurumlara sahip devletler kalkınmaya açık, halkının refahını
artırmaya meyilli iken; dışlayıcı kurumlara sahip veya dışlayıcı kurumlar tarafından yönetilen
devletler için kalkınma dolayısıyla toplumsal refah ön planda olmayabilir.
Bu teorinin Japon kalkınmasını açıklamak için kullanılabilmesi Meiji dönemi öncesine
dönüşü gerektirir. Shogun Edo’dan, dış ticareti kontrol ettiği, yasaklar koyduğu ve yabancı
girişlerini engellediği yerden, devleti yönetirdi. Kalkınmayı teşvik edecek bürokratik yapı ve
ekonomi politiği mevcut değil, aksine feodal yapı içinde elit sınıfın yararına hizmet eden
ekonomik yapı mevcuttu. Politik ve ekonomik kurumlar dışlayıcıydı ve Japonya bu yüzden
fakirdi. Japon halkının gerçekten çok çalıştığını söyleyebiliriz ama Japonya’daki ekonomik
gelişim temelinde kültürel değildir. 1860’lara, politik devrimin modern iktisadi gelişimin
yolunu açtığı ana kadar Japonya çok fakir bir feodal toplum içinde olup modern bir devletten
mahrumdu.16
Japonya tarihsel olarak iki ayrı kurumsal değişim sürecine girmiştir. İlki 1868
Meiji Restorasyonu ile başlayan ve feodalizmden daha merkezi bir yapıya bürünen devlet
16 ACEMOĞLU, ROBINSON, Why Nations Fail The Origins of Power, Prosperity, and Poverty, s. 336
11
sistemine geçişe, ikincisi ise İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika Birleşik Devletleri’nin
(ABD) müdahalesi sonucu daha liberal bir sisteme geçişe tekabül eder. Acemoğlu’na göre,
Japonya’daki iktisadi büyüme anayasaya, ‘Diet’ adında meclise ve bağımsız bir yargı
sistemine sahip olunan 1890’dan İkinci Dünya Savaşı’na kadar çok denemeyecek
boyuttadır.17
Savaşın yenilgisi ve ABD işgali ile Japon toplumu radikal biçimde kapsayıcı
yöne doğru ilerler. Gerek toprak reformu, gerek anti tröst yasalar çerçevesinde kapatılan
‘zaibatsu’lar ve gerekse de yeni anayasa çok daha kapsayıcı politik sistemin oluşturulmasına
yardımcı olmuştur(ileride zaibatsu’nun yerini keiretsu’lar alacaktır). Politik haklar daha geniş
kesime yayıldı ve güçlü merkezi devletin ünlü kurumu MITI(Ministry of International Trade
and Industry- Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı) yatırımı cesaretlendirme ve savaş
sonrası ekonomiyi büyütme konusunda önemli rol oynamıştır.
Acemoğlu ve Robinson, devletin kapsayıcı hale gelmesinin adımlarından daha çok ikincisine
odaklanmakta ve Japon mucizesine, 1945 sonrası kurumların dışlayıcılıktan kurtulup ABD
aracılığıyla kapsayıcı olarak ekonomik kalkınmaya mahal vermesinin yol açtığını
savunmaktadır. Meiji dönemiyle başlayan ve İkinci Dünya Savaşı yenilgisi sonrası yeni bir
boyut kazanan kurumlardaki eksen kaymasının Japon kalkınmasının temel belirleyicisi
olduğunu savunan ikili, yine kurumlar tezini gerekçe göstererek kültürün rolünü
dışlamaktadır. Meiji öncesi dönemi göz önüne aldığımızda zaten dışarıyla bağlantısı
minimumda olan ülke ve kültürlerine sıkı sıkıya bağlı bir toplum görürüz. Öyle ki, Tokugawa
döneminde dışa kapanmanın sebeplerinden birinin Japon adalarında meydana gelebilecek
kültürel bozulma korkusu olduğunu dikkate alırsak, dışa açılmaya zorlandıkları 1853-54
tarihinden sonra da Japonya’nın kendi kültürüne yabancılaşmadığını, yani eski kültürünü,
geleneklerini, toplum yaşantısını koruyabildiğini görebiliriz. O halde, Japon kalkınmasının
belirleyicisi kültür değildir, zira bağımsız değişken olan kültür sabit kaldığı halde bağımlı
17
ACEMOĞLU, ROBINSON, a.g.e., s. 338
12
değişken olarak düşünebileceğimiz kalkınma bir şekilde gerçekleşmiştir. Kültür aynı kültür
olduğu halde kalkınmanın sağlanmasını ise Acemoğlu ve Robinson kurumlara
atfetmektedirler.18
3. RAUL PREBISCH’İN KALKINMA ELEŞTİRİLERİ VE LİBERALİZM
“Yapısalcılık, liberal kapitalist dünya ekonomisinin gelişmiş ekonomiler ve azgelişmiş
ekonomiler arasındaki eşitsizlikleri koruma ya da arttırma eğiliminde olduğunu
tartışmaktadır.”19
Yapısalcılık Marksist bir teori olup tanımından da anlaşılacağı gibi serbest
piyasa ekonomisine ve liberal dış ticari ilişkilere kuşkuyla bakar ve bu tür ilişkilerin
liberallerin iddia ettiği gibi kazan-kazan ilişkisinden (positive-sum relationship) ibaret
olduğunu reddeder. Yapısalcılara göre, Japonya’nın geç gelişen ülkelerden biri olması
kalkınmasına ket vuracak bir nitelik taşımakta ve hatta yoksulluk tuzağına sokabilmektedir.
Bu durumun gerekçesi ithal/ihraç edilen mallar arasındaki olası dengesizliktir. Dünya
ekonomik sisteminde zaten gelişmiş olan Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri, kalkınma
süreçlerinde geliştirdikleri sanayi sektörlerince üretilen katma değerce yüksek ürünleri
gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelere hammadde karşılığında ihraç etmekteydi. Tabi ki bu
ticaret aynı veya benzer ölçüde getiri sağlayan ticaret mallarını kapsamıyor, aksine bir tarafı
ötekine bağımlı hale getirebilecek asimetriye sahip ürünleri içeriyordu. Yapısal eleştiri,
azgelişmiş ülkelerin, gelişmiş olanların tecrübelerinden yararlanarak kalkınabileceklerini
reddeder. Oysa Japonya, önce militarist döneminde Almanya’yı model alarak, savaş sonrası
deneyim ettiği yıkım sonrasında da ABD tarafından liberal anlayışa maruz kalarak gelişen
ülkelerin tecrübelerinden yararlanmış bulunmaktadır. Bunda kalkınma öncüllerinden biri
olarak görülebilecek ‘şans faktörü’ etkili olmuştur. Şöyle ki; Japonya ilk olarak 19. yüzyılın
18
ACEMOĞLU, ROBINSON, http://whynationsfail.com/blog/2012/12/13/a-damaged-culture.html 19
GILPIN, Robert, Uluslararası İlişkilerin Ekonomi Politiği, Kripto Yayınları, Ankara, s. 332
13
sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında İngiltere tarafından Rusya’ya karşı desteklenmiştir. İki
büyük devlet arasındaki rekabet(Rusya-İngiltere) görece üstün olan İngiltere’nin etkisiyle
Japonya’ya Uzak Doğu’da hareket alanı sağlamıştır, aynı zamanda birliğini geç tamamlamış
olan Almanya’nın iktisadi ve siyasal başarıları da Iwakura Misyonu sayesinde daha yakından
görülür olmuştur. İkinci olarak ise, İkinci Dünya Savaşı’nı müteakip Mac Arthur öncülüğünde
girişilen restorasyon dönemi en başta Japonya’yı silahsızlandırmaya yönelikken, ilerleyen
dönemlerde Japonya’nın müttefik olabileceğinin ve olması gerektiğinin anlaşılması üzerine,
Sovyet ideolojisinin de etkisiyle Uzak Doğu’da güvenilir bir müttefik yaratmaya yönelik hale
gelmiştir. Kore Savaşı’nın ateşlenmesi de bu fikri bir nevi zorunlu hale getirmiş ve ABD’nin
öncülüğünü yaptığı serbest piyasa ekonomisi fikrinin Asya’daki zuhuru Japonya olagelmiştir.
Böylelikle yapısalcılığın eleştirilerinden biri ‘şans’ eseri Japon kalkınmasında yeterli teorik
zemin bulamamış oldu.
Yapısalcılara göre; gelişmekte olan ülkeler için kalkınma amacıyla düstur edinilen ekonomik
serbestleşme hareketleri başarısızlıkla sonuçlanacak, buna da piyasa aksaklıkları neden
olacaktır. Gelişmekte olan ülkelerde piyasa, liberal felsefede yer alan ‘görünmez el’ işleyişine
uygun olmayabiliyor ve yapısalcıların iddia ettiği gibi tamamlayıcı talep(complementary
demand) ve maddi dışsal ekonomi(pecuniary external economy) başlıkları altında piyasa
mekanizmasında sorunlar ortaya çıkabiliyor.20
İşte burada, Prebisch’in önerdiği, devlet
tarafından yapılacak big push(büyük itiş) müdahalesiyle ancak bu sorunlar ortadan
kalkabilecektir. Tamamlayıcı talep, Japonya gibi kalkınma amaçlı reformlara girişen(toprak
reformu ve ihracata dayalı büyüme modeli) ülkelerde tarımdan sanayiye üretim faktörü
aktarımının küçük çaplı olması neticesinde ortaya çıkan aksaklıktır. Aksaklığın nedeni,
sanayiye yönelecek olan üretim faktörü olan emeğin sahibi insanın tek bir sektöre kalabalık
olmadan yönelmesidir. Oysa sanayi sektörleri, daha yoğun bir işgücü katılımı bekler, böylece
20
OATLEY, Thomas, Uluslararası Politik Ekonomi, s. 119-120
14
tüketim yapabilecek kişi sayısı artabilecek ve piyasadaki üreticiler talep sıkıntısı çekmeden
üretimlerini yapabileceklerdir. Buradaki talep eksikliğini ise piyasa tek başına gideremeyebilir
ve ‘big push’a ihtiyaç duyar. Paul Narcy Rosenstein-Rodan’ın da belirttiği üzere Japonya gibi
toprak reformu sonrası emek hareketliliği ile sanayiye faktör kaydıran ülkelerde “piyasa
mekanizması, normalde toplam yatırımların %30-35’i oranında olması gereken sosyal sabit
sermayenin oluşumuna tek başına yeterli olamaz”21
. Japonya için büyük itiş müdahalesi zaten
olağan bir durumdur, zira büyüme devlet öncülüğünde (state led) yapılmaktadır ve devletin
ekonomideki bu baskın rolü faktör dağıtım ağını iyileştirebilmekte ve Japon firmaları için
teşvik niteliği taşıyabilmektedir. Schmidt’in Japonya için uygun gördüğü ‘devlet kapitalizmi’
sınıflandırması, serbest piyasa ekonomisinin devlete biçtiği rolden daha fazlasını üstlenen
Japonya’nın büyük itiş için müsait durumda olduğunu gösterir. Japon devletinin diğer baskın
rolü ise firmalar arasındaki koordinasyon eksikliğini gidererek girdi-çıktı ilişkisini düzenleyip
arz güvenliğini sağlayabilmesidir.22
Böylece maddi dışsal ekonomi eleştirisinin de önüne
geçilebilmiştir. Bu noktada Japonya’nın devlet kapitalizminin yanı sıra Japon şirketler sistemi
‘keiretsu’lar da yararlı olabilmiş ve piyasada bilgi asimetrisinin varlığı engellenip şeffaflık
artırılarak keiretsu içindeki firmaların birbirlerinin davranışlarını öngörebilmelerinin imkânı
sağlanmıştır.
4. EĞİTİM, TASARRUF VE KADIN İŞGÜCÜNÜN ROLÜ
“19. yüzyılın sonlarına doğru ilkokul yaşındaki çocukların %50’sine okuma-yazma imkânı
sağlanmıştır. İdeolojilere değil dine önem verilmekle birlikte din ve devlet işleri birbirinden
21
DOĞANER GÖNEL, Feride, a.g.e., s. 52 22
OATLEY, Thomas, a.g.e., s. 119-120
15
ayrılmış durumdadır. 1880-1890 arasında Darwin’in, Spencer’in evrimci kitapları, Kant’ın
felsefesi Japoncaya çevrilmiştir.”23
“Tokugawa döneminde geleneksel eğitimle yaratılan toplumsal birikim, beşerî sermaye, Meiji
dönemindeki sanayileşme ve modernleşmede önemli rol oynamıştı. Meiji dönemindeki beşerî
sermaye ise ülkeyi başarılı bir biçimde endüstri toplumu haline getirmişti.”24
Günümüzde
okuma-yazma oranının yüzde doksan dokuz25
olması da işgücü piyasası için kaliteli eleman
sağlama olanağı sunmaktadır. İktisadi uzun dönem büyüme eğrilerinin işgücü ve kapitalle
birlikte üç belirleyicisinden birinin teknoloji olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda,
Japonya’daki eğitim olanaklarının eski dönemlerden beri iyileştirilmesinin, ülkenin
hammadde kaynaklarının ve verimli arazisinin kıt olmasını adeta telafi etmiş ve birim kapital
ve işgücü başına alınan çıktı sayısını artırmış olduğunu görebiliriz. Şöyle ki; İkinci Dünya
Savaşı’ndan hem kapital olarak hem de işgücü olarak büyük kayba uğrayan piyasayı eski
haline getiren en önemli faktörlerden biri eğitimin kaliteli oluşudur.26
İkinci Dünya Savaşı
sonrası ağır sanayisini kaybeden Japonya’nın toparlanmasında çok zorlanmamasının altında
yatan avantaj da yine know-how’larının gelişmiş olmasıdır.
On dokuzuncu yüzyılların sonuna doğru dış dünyayla bağlantıyı artırma ve küresel sisteme
uyum sağlama serüveni başlayan Japonya, Meiji devriminin isimlerinden olan Iwakura
Tomomi’nin öncülüğünde27
yürütülen ‘Iwakura Misyonu’ adı altında dünyanın önde gelen
ülkelerine öğrenci göndermiş ve Batı’daki gelişmeleri yakalayabilme amacı edinmişti. Teknik
eksikliği giderebilmek için yapılan diğer girişim yurtdışından uzman ithal etmekti. Uzman
ithalinin getirileri elde edilmeye başlandığında, yani teknolojik veya teknik bilginin
23
GÜVENÇ, Baykurt, Japon Kültürü, Türkiye İş Bankası kültür yayınları Ankara, 1980, s. 43
24 KINCAL, Ali, Japon Kalkınması, academia.edu
25 Central Intelligence Agency, https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook//fields/2103.html
26 Bu durum Almanya için de geçerli, öyle ki bir üretim aracı olan işgücü açısından sıkıntıya girilse bile know-how
faktörünün gelişmiş olmasıyla kalkınmanın gerçekleşebileceğini görüyoruz. 27
NISH, Ian, The Iwakura Mission in America and Europe, Japan Library, 1998, s. 18
16
Japonlarca da bilinir olunduğuna karar kılındığında sektörlerdeki ithal uzmanların yerini yerli
uzmanlar almaya başladı.
Kadınların işgücüne katılımı da göz ardı edilmemelidir. Japonya’da kadınların işgücüne
katılım oranı %50 civarında seyretmektedir28
. Bu oran Türkiye’de yüzde elli, ABD’de yüzde
elli beştir. Kadınların işgücüne katılma oranı ömür boyu bir veya daha fazla iş kolunda
çalışmak şeklinde olmasa bile ekonomiyi ihtiyaç duyulan emek üretim faktörüne
kavuşturmakta ve savaş gibi erkek işgücünü azaltan olağanüstü durumlarda ekonomik
büyüme için katalizör görevi görmektedir. Sürekli çalışmamalarının avantajı olarak uzun
süreli işsiz kalan Japon sayısının az olduğunu söyleyebiliriz. Zira evlenince veya çocuk sahibi
olunca büyük çoğunluğu çalışmayı bırakan kadınlar fark etmeden istihdam
oluşturmaktadırlar. Kadınların diğer önemli katkısı ise erkeklerden daha düşük ücretlere
çalışmaya razı olmalarıdır29
. Bu durum işverenin maliyetlerini düşüreceğinden hem üretimi
artırmak, hem fiyatları düşük tutmak hem de eleman sayısını artırmak için teşvik niteliği taşır.
Kadınların düşük ücrete tabi kalmalarını kabul etmeleri devlet eliyle canlandırılan
milliyetçilik akımının iktisadi alana sağladığı avantajdır. Ama bu katkı bekâr kadınlardan
alınıyor, evli kadınların çalışması pek hor karşılanmıyordu. Buna rağmen zamanla evli
kadınların çalışma oranı şu şekilde artmıştır: 1948’de yüzde sekiz olan çalışma oranı 1962’de
yüzde yirmiye çıkmıştır, sonraki yıllarda yüzde otuz sekize yükselmiştir30
.
Ülkeler yatırım yapmak için tasarrufları iki farklı yerden bulabilirler: kendi ekonomilerinden,
başka ülkelerin ekonomilerinden. Bu iki seçenekte kârlı olanı daha az borç anlamına da gelen
kendi ülkesindeki iç tasarruflardan borçlanmaktır. Japonya’nın önceden beri yüksek olan
tasarruf oranları yatırımcı firmalar için ucuz maliyet anlamına gelmiştir. Tasarrufların
28
http://data.worldbank.org/indicator/SL.TLF.CACT.FE.ZS/countries?display=default
29 ÖZGÜVEN, Ali, a.g.e., s. 262
30 ÖZGÜVEN, Ali, a.g.e, s.262
17
yüksekliği aynı zamanda enflasyonun düşük olmasını sağlar. Enflasyon, toplumların uzun
vadeli planlar yapmasını engeller ve insanları yatırıma değil sadece ticarete teşvik eder.
Dükkânda duran mal durduğu yerde sahibine getiri sağlayacağından, dükkân sahibinin yeni
yatırımlar yapacak veya verimi artıracak eylemlerde bulunma cesareti kırılmış olur.
Japonya’da yüksek getiri, yüksek verim, rekabet gibi faktörleri gerekli gördüğünden firmalar,
getirilerini artırabilmek için verimlerini artıracak yatırımlar yapmaya zorlanır. Tasarruflar ile
ilgili diğer bir önemli nokta ise Ragnar Nurkse’nin çalışmalarına dayanır. Düşük kişi başı
gelire sahip ülkelerin düşük düzeydeki tasarrufları gerekli yatırımların yapılmasını
engelleyeceğinden bu yatırımlar yapılamayacak ve bu sebeple ülke düşük kişi başı gelir ve
tasarrufla baş başa kalacaktır.31
Yani ‘ülkeler fakir oldukları için fakirdir’32
tezini
çürütebilecek anahtar faktör ‘tasarruf’lardır. Ülkelerin kalkınmak ve bu sarmaldan kurtulmak
için sermaye birikimine yönelmeleri lazım. Sanayiye yönelik olarak ise kırsaldaki emeğin
kentlere yönelmesinin gerektiğini savunan Nurkse gerekirse devletin müdahil olması
gerektiğini söyleyerek adeta Japon kalkınmasını tasvir etmiştir. 33
5. ROSTOW’UN AŞAMALAR MODELİ
Walt Whitman Rostow, ülkelerin kalkınmasını beş aşamaya bağlar: geleneksel, geçiş, take-
off, olgunluk öncesi ve kitle tüketimi aşamaları.34
Buna göre Japonya’nın kalkınmaya giden
yolu da yaklaşık olarak bu aşamalarla bağdaştırılabilir. İlk aşama olan geleneksel aşama,
Japonya’nın Meiji öncesi, hatta kısmen Tokugawa dönemi öncesine dayanır. Siyasi erk
merkezileşmemiş, daimyoların domainler üzerinde otonomi sahibi olmaları bir örneği olacağı
gibi güç bölgesel liderler tarafından tutulmaktadır. İkinci aşamaya geçiş, Japonya’nın toplum
yapısı sayesinde diğer ülkelere nispeten daha rahat gerçekleştirilmiştir; zira geçiş aşaması,
Faizlerin düşük olması ‘nominal enflasyon= reel enflasyon+ faiz’ denkliğinden de görüleceği gibi enflasyonun
yükselmemesini sağlar. 31
DOĞANER GÖNEL, Feride, a.g.e., s. 53 32
NURKSE, Ragard, Az Gelişmiş Ülkelerde Sermaye Teşekkülü, Menteş Kitabevi, İstanbul, 1964, s. 10 33
DOĞANER GÖNEL, Feride, a.g.e., s. 54 34
DOĞANER GÖNEL, Feride, a.g.e., s. 55
18
yatırımdaki artışı gerçekleştirebilecek risk sermayesinin toplumun bütününün sistemi
benimsemesini gerektirir. Japonya’da toplumun refahının, bireylerin fayda veya şirketlerin kâr
maksimizasyonundan daha önde olması da bu seferberliğe ulaşılabilmeyi sağlamıştır. Geçiş
aşamasının özelliği olan altyapı, ulaştırma gibi hizmetlerin sunumu için yapılacak yatırımı
destekleyecek yüksek tasarruf oranı Japonya’nın finans bulmasını kolaylaştırmış ve kalkınma
sürecinde dış borç altına girmesini engelleyebilmiştir. Yeni oluşacak sanayi toplumu için
gerekli burjuva ise savaş öncesi zaibatsu, savaş sonrası keiretsu adları altında oluşturulmuştur.
Rostow bizzat Japonya’nın üçüncü aşama olan take-off aşamasını başarılı olarak
gerçekleştirdiğini söyler. Take-off aşamasına geçiş; ülkelerde tarımsal verimliliğin artması,
tasarrufların GSYH’nin %10’undan daha fazla olması, lider sektörlerin oluşumu ve girişimci
sınıfın gelişimi gibi şartların sağlanmasına ihtiyaç duyar. Meiji Restorasyonu bu aşama için en
iyi örneklerden biridir. Olgunluk öncesi dönemde Japonya’ya fazla değinilmese de yüksek
kitle tüketimi aşamasına girmiş sınırlı sayıda ülkeden (ABD, Batı Avrupa) birinin Japonya
olduğu görülür.35
E. SONUÇ
Japonya zaten gerek kendi içinde olan çeşitli dinamiklerle gerekse de uygulanan politikalarla
kalkınmayı hak etmiş bir ekonomiye sahipti. Doğal gaz, petrol gibi kısa yoldan zenginliği
getirebileceği düşünülen hammaddelere sahip olmadığından kalkınmak için mecburen yapısal
reformlar yapması gereken Japonya toprak reformuyla sanayiye gerekli tasarrufu sağlayabildi
ve MITI adlı bakanlığın sağladığı danışma hizmeti ile kapsayıcı kurumlar oluşturulabildi.
Kapsayıcı kurumlar oluşturabilmesi Meiji Restorasyonu ve ABD müdahalesi olaylarından
sonra sağlanabildi ve kalkınmayı teşvik edecek liberal ekonomik sisteme entegre bir ekonomi
meydana getirildi. Tüccar ve girişimci kesim ‘bağımsız burjuva’ kategorisine girmese de
kültürün etkisiyle toplum refahının artırılması öne çıktığından bağımsız olmayan burjuva
35
DOĞANER GÖNEL, Feride, a.g.e., s. 56-57
19
kalkınma için bir tehlike arz etmiyordu. Keiretsu isimli şirket gruplarının varlığı ile şirketler
arasında oluşan organik bağ ekonomik milliyetçilikle birleşerek serbest ekonomik düzen
içinde diğer baskın ekonomilere göre kapalı kalabildi. Bu kapalılık Japonya’nın faydasına
olan ‘bedavacılık’ (free riding) olarak nitelendirilebilir. Kalkınma aşamasında piyasayı
düzenleyebilecek yetkinlikteki devlet müdahalesi kaynak dağıtımının kalkınmayı
sağlayabilecek şekilde olmasını sağladı. Bu müdahale sayesinde oluşması muhtemel piyasa
aksaklıklarının önüne geçilebildi ve aksaklığın olmadığı piyasada tasarrufların yüksekliği ve
kadınların düşük ücrete razı olmaları şirketlerin markalaşmasına yol açtı.
Japon kalkınması anlatılanlar dışında düzinelerce faktör tarafından şekillenen bir ekonomi
mucizesidir. Bu mucize gelişmekte olan veya kalkınma sürecinde başarısızlığa uğramış
toplumlar için ilham verici olduğu gibi Soğuk Savaş’ın fikirsel tabandaki ekonomik
çatışmasını göz önünde bulundurduğumuzda liberal ekonomik sistemin başarısını göstermesi
açısından da önemlidir.
20
KAYNAKÇA
- BRICHIER, Hubert, Japonya’nın Ekonomik Mucizesi, Paris, 1965
- ÖZGÜVEN, Ali, İktisadi Büyüme, İktisadi Kalkınma, Sosyal Kalkınma,
Planlama ve Japon Kalkınması, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1988
- GORDON, Andrew, A Modern History of Japan, Oxford University Press, 2009
- http://aboutjapan.japansociety.org/content.cfm/rights_responsibilities
- ESENBEL, Selçuk, Çağdaş Japonya’ya Türkiye’den Bakışlar, Simurg Yayınları,
İstanbul, 1999
- ACEMOĞLU, ROBINSON, Why Nations Fail The Origins of Power, Prosperity,
and Poverty
- ACEMOĞLU, ROBINSON, http://whynationsfail.com/blog/2012/12/13/a-damaged-
culture.html
- GILPIN, Robert, Uluslararası İlişkilerin Ekonomi Politiği, Kripto Yayınları, Ankara
- DOĞANER GÖNEL, Feride, Kalkınma Ekonomisi, Efil Yayınevi, Ankara, 2010
- OATLEY, Thomas, International Political Economy
- GÜVENÇ, Baykurt, Japon Kültürü, Türkiye İş Bankası kültür yayınları Ankara,
1980
- KINCAL, Ali, Japon Kalkınması, academia.edu
- Central Intelligence Agency, https://www.cia.gov/library/publications/the-world-
factbook//fields/2103.html
- NISH, Ian, The Iwakura Mission in America and Europe, Japan Library, 1998
- http://data.worldbank.org/indicator/SL.TLF.CACT.FE.ZS/countries?display=default
- http://aboutjapan.japansociety.org/content.cfm/the_meiji_restoration_era_1868-1889)
21
- ZAKARIA, Fareed, Özgürlüğün Geleceği, Yurtta ve Dünyada İlliberal
Demokrasi, Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2007
- SCHMIDT, Vivien A., French capitalism transformed, yet still a third variety of
capitalism, Economy and Society Volume 32, November 2003
- İRAZ, Rifat; ZERENLER, Muammer, Japon Yönetim Anlayışı ve Şirket Ağları
(Keiretsu) Analizi
- NURKSE, Ragard, Az Gelişmiş Ülkelerde Sermaye Teşekkülü, Menteş Kitabevi,
İstanbul, 1964