Gündelik Hayat İncelemelerinde Kadınlık Halleri

27
Tasouji D C (2013). Gündelik Hayat İncelemelerinde Kadınlık Halleri. Mülkiye Dergisi. 37(4),62-78. Gündelik Hayat İncelemelerinde Kadınlık Halleri* Canan Dural Tasouji, Ankara Üniversitesi İLEF, e-posta: [email protected]. Özet Sosyo-ekonomik açıklamaları ile olaylara yaklaşan makro tarihin eleştirilmesi ile tarih yazımında siyasi olaylara ve aktörlere verilen önem azalmış tarih sahnesinden dışlananlar ve sessizleştirilenler tarihin konusu edilmeye başlanmıştır. Postmodernitenin çoğullukları yadsıyan özelliği gündelik hayat incelemelerine de yansımış, gündelik hayat tarihçiliğinin yazılış şekli, yadsınan makro tarihsel yaklaşımın yerine benimsenen mikro tarihsel yöntemle farklılaşmıştır. İtalyan merkezli mikro tarih çalışmaları, sessizleştirilen sıradan insanların faaliyetleri ve ilişkilerinin bütününü oluşturan kültürleri ile ilgilenmiş ve bunların gündelik hayat incelemelerine konu edilmesini sağlamıştır. Kadınların tarihi ise, tarihsel özne konumuna getirmeye çalıştığı kadınların yaşam deneyimleri ile tarihte görünür kılınma süreçlerine değinmektedir. Kadınların tarihte görünür hale geldikleri 1960’lar, siyaset ve akademik çalışmalar arasında doğrudan ilişki kurulabilecek bir dönemdir. Bu dönemde geleneksel tarih yazımına yönelik feminist bir eleştiri geliştirilmiş ve kadınların dışlandığı tarih yerine, kadınların bakış açısını dikkate alınarak yazılacak tarih anlayışı benimsenmiştir. 1970’lerin sonlarında ise, kadınların 1

Transcript of Gündelik Hayat İncelemelerinde Kadınlık Halleri

Tasouji D C (2013). Gündelik Hayat İncelemelerinde Kadınlık Halleri.

Mülkiye Dergisi. 37(4),62-78.

Gündelik Hayat İncelemelerinde Kadınlık

Halleri*Canan Dural Tasouji, Ankara Üniversitesi İLEF, e-posta:

[email protected].

Özet

Sosyo-ekonomik açıklamaları ile olaylara yaklaşan makro tarihin

eleştirilmesi ile tarih yazımında siyasi olaylara ve aktörlere

verilen önem azalmış tarih sahnesinden dışlananlar ve

sessizleştirilenler tarihin konusu edilmeye başlanmıştır.

Postmodernitenin çoğullukları yadsıyan özelliği gündelik hayat

incelemelerine de yansımış, gündelik hayat tarihçiliğinin yazılış

şekli, yadsınan makro tarihsel yaklaşımın yerine benimsenen mikro

tarihsel yöntemle farklılaşmıştır. İtalyan merkezli mikro tarih

çalışmaları, sessizleştirilen sıradan insanların faaliyetleri ve

ilişkilerinin bütününü oluşturan kültürleri ile ilgilenmiş ve

bunların gündelik hayat incelemelerine konu edilmesini sağlamıştır.

Kadınların tarihi ise, tarihsel özne konumuna getirmeye çalıştığı

kadınların yaşam deneyimleri ile tarihte görünür kılınma süreçlerine

değinmektedir. Kadınların tarihte görünür hale geldikleri 1960’lar,

siyaset ve akademik çalışmalar arasında doğrudan ilişki

kurulabilecek bir dönemdir. Bu dönemde geleneksel tarih yazımına

yönelik feminist bir eleştiri geliştirilmiş ve kadınların dışlandığı

tarih yerine, kadınların bakış açısını dikkate alınarak yazılacak

tarih anlayışı benimsenmiştir. 1970’lerin sonlarında ise, kadınların

1

tarihi siyasetten uzaklaşmış ve kadınların tarihi çalışmalarına

geçmişte yaşamış kadınların hayatlarının bütün yönleriyle

belgelendirilme eğilimleri hâkim olmuştur. Toplumal cinsiyet

teriminin ağır bastığı 1980’lerde kadınların tarihinin siyasetten

uzaklaşması söz konusudur. Kadınlarının tarihinin geleneksel tarih

anlayışı karşısındaki alternatif duruşu tarih sahnesinde erkeklerin

hikâyesinin kadınların hikayesi karşısında öncelikli konuma

yerleştirilmesine yönelik sorgulamadıdır. Kadınların, evrensel

öznesi erkekler olan tarihe eklenme çabaları kadınların tarihinin

kadın hareketinden önce var olduğunun yadsınması anlamına

gelmektedir. Bu sorunlu dahil edilme meselesini aşmanın tek yolu

kadınların tarih yazarları ve tarihsel özne konumlarını kazanmaları

ile mümkün olabilir. Kadınlar, doğal, gündelik ve sıradan olarak

tanımlanan gündelik hayat içinde sıradan halleriyle var olan

insanlardır. Bu çalışmada, kadınların bu doğal halleriyle gündelik

hayatta kapladıkları yerlere ilişkin izler sürülmekte ve kadınların

gündelik hayat teorisyenlerinin çalışmalarındaki sunumları

kadınların tarihi ile birlikte tartışmaya açılmaktadır.

Anahtar Sözcükler: Postmodernite, makrotarih, mikrotarih,

kadınların tarihi, gündelik hayat incelemeleri, kadın.

Abstract

After critiques against macro-history which approaches events with a

socio-economic explanations importance began to be given to

political events and actors, marginalized and silenced were made

visible on the stage of the history. Postmodernity denies the

pluralities, that caused big changes in the written form of everyday

life historiography and instead of macrohistoriographic

explanations, microhistoriographic approach was adopted Italian

based microhistoriography studies dealt with the culture, daily

2

activities and relationships of silenced and ordinary people and

that made up the whole issue in the everyday life analysis. Women

history on the other hand tries to make women as historical subjects

and makes their life experiences visible in history. Women become

visible in 1960s. In sixties, there is a direct corelation between

politics and academy. In these years, feminist history writing

objects to conventional history writing and women are no more

marginalized on the stage of history as women perspective in history

writing is adopted. In late 1970s, women history is apart from

politic events and the tendency as documantation the women lived in

the past with all sides of their life is domineer. Gender has strong

influence in 1980s. In these years women history become distant to

politics. Women history as it criticises the secondary position of

women story in the stage of the history is an alternative to

conventional history writing. Women are tried to add to the history

as the universal subjects are still men. This a problematic adding

and its solution can only be the women gain their historical

subjects and history writers position. Elements of everyday life are

natural and ordinary and also women are the ones being ordinary in

this life cycle. The study focuses on how the women take place in

everyday life and how everyday life theorists proposes women in

their analysis connecting the issue with women history.

Keywords: Postmodernity, macrohistoriography, microhistoriography,

women history, everyday life analysis, women.

3

Giriş

Devleti ve siyasi yaşantıyı merkezine alan klasik tarih anlayışı

kaynağını resmi belgelerde bulmaktadır. 20. yüzyılın tarih anlayışı

bu türden bir tarih anlayışına karşı çıkışlar açısından dikkat

çekicidir. 20.yüzyılın başlarında tarihin odağının siyasal yaşamdan

toplumsal yaşama kaydırma çabaları ile siyasal yaşamın aktörlerinin

tarihin özneleri olması durumuna son vermek amacıyla siyasal

olayları ortaya çıkaran toplumsal koşullara ağırlık verilmiştir.

Tarihi neden-sonuç ilişki üzerinden açıklamaya çalışan sosyal bilim

yönelimli bu yaklaşım tarihi bir bilim olarak ele almıştır (Iggers,

1984: 27). Yüksek ve güçlü olana odaklanan ve devlet adamlarını

tarihin öznesi olarak sunan anlayışa karşı geliştirilen sosyal bilim

yönelimli tarih anlayışında yine siyasi tarih yaklaşımında yapılana

benzer bir şekilde “küçük insanlar” göz ardı edilmiştir. 1960’larda

ve 70’lerde Fernand Braudel’ın The Structures of Everyday Life çalışması aynı

yönelim sebebiyle eleştirilmiş, anlattığı gündelik hayat meselesini

maddi koşullarla sınırlı tuttuğu ve bu koşulların nasıl yaşandığına

değinmediği gerekçesiyle eksik bulunmuştur (Iggers, 2011:104).

Tarihin sıradan insanların yaşadığı şekilde gündelik yaşam

koşullarına dönmesi gereğini vurgulandığı 20. yüzyılın ikinci

yarısında, gündelik hayat vurgusuyla öne çıkan postmodern tarih

anlayışı tarafından eleştirilmiş, mikro tarihçilik olarak da bilinen

bu yönelim gündelik hayatın sıradan insanlarını tarihsel

incelemelerin öznesi konumuna getirmiştir (Igger, 2011: 3). Tarihi

karanlıkta gizlendiği yerden çıkarma çabası güden, tarih yazımında

geçmişin araştırmacısı rolünü üstlenen Fernand Braudel, insanların

4

üretilenleri kullanma şekillerini de tarihin içine dâhil ederek

toplumsal tarih denen şeyi oluşturmuş ve bu sayede resmi tarih

yazımına alternatif olarak gündelik hayatın rutinleri de tarih

incelemesine konu edilmiştir (Wallerstein, 2004: 11). Gündelik

hayatın rutinleri içinde yaşayan sıradan insanlar da bu sayede sesi

duyulmayan, görülmeyen, marjinalize edilmiş tüm yönleriyle tarihin

odağına yerleştirilmeye başlanmıştır.

Postmodernitenin tarih yazımına katkısı ve gündelik hayat

tarihçiliği

Siyasal olayları tarihin odağına yerleştiren klasik tarih anlayışı,

sosyal bilim yönelimli tarih anlayışı tarafından eleştirilmiş

ardından da mikro tarihçilik gündelik hayat vurgusu yaparak tarihin

odağını toplumsal olaylardan gündeliğin sıradan rutinine

kaydırmıştır. 19. yüzyılın sonlarına denk düşen tarih yazımındaki bu

dönüşüm postmodern kültürden beslenmiş, başta klasik pozitivist

bilim mantığının meşrulaştırma araçları olarak görülen nesnellik,

belge fetişizmi, olay aktarmacılık gibi yaklaşımları sorgulama

yoluna giden postmodern düşünce beraberinde getirdiği ciddi bir

sorgulama sürecine tarih yazımını da dâhil etmiştir (Gökdemir,

2006). 1980’lerde tarih disiplinine kuşkuculuk anlayışı ile yaklaşan

postmodernite belge tarihçiliğinden gündelik hayat tarihçiliğine

doğru kayan bir yönelimi getirmiştir. Modernitenin eleştirisi olarak

ortaya çıkan postmodernitenin tarih yazımına getirdiği yeniliklerden

ilki, gündelik hayatın tarih çalışmalarına konu edilmesi, ikincisi

ise Gündelik hayat tarihçiliğindeki yaklaşımların niteliğinin

değiştirilmesi olmuştur. Gündelik hayat tarihçiliğindeki

yaklaşımlardaki değişimlerden ilki öznenin silikleşmesi, ikinci

değişim ise büyük anlatıların yadsınması ile sosyoekonomik

açıklamaları ön plana çıkaran makro tarih çalışmalarına olan ilginin

5

azalmasıdır. Makro tarih yazımının yerini alan mikro tarih

anlayışında ise tarih sahnesinden dışlanmış (kadınlar, azınlıklar,

göçmenler vb. gruplar) “küçük insanlar”ın hayatı önem kazanmıştır.

Bu ilgi ile de gündelik hayat tarihlerinin yazımında ele alışlar

farklılaşmıştır. Bu bağlamda gündelik hayatın toplumdaki sıradan

insanların yaşadığı gibi anlatılması ve sıradan insanın öznelliğinin

empatik olarak anlaşılmasına yönelik çabalar geliştirilmiştir

(Tekeli, 2000: 54-55).

Gündelik hayat tarihçiliğindeki bu değişimin tarih yazımındaki

önemli yöntem değişimlerinin yansıması olduğunu söyleyen Iggers

(2011:104), tarih yazımında iki yeni yaklaşımdan bahseder. Bunlar

İtalya merkezli mikro tarih çalışmaları ve 1980 sonrası Almanya’da

Clifford Geertz’in kültürel tarih çalışmalarıdır. Mikro tarih

çalışmaları makro tarih yönteminde dışlananların yaşamıyla

ilgilenirken, Almanya merkezli kültürel tarih çalışmalarında

derinlemesine yapılan betimlemeler ön plandadır. Yeni yaklaşımlarla

değişen tarih anlayışında insan-birey kişisel boyutlara açık hale

getirilmiştir (Tekeli, 2000: 55). İtalyan merkezli mikro tarihin

temsilcileri Carlo Ginzburg ve Carlo Poni’ye göre, makro tarihsel

kavramların asıl nedeni teknolojik ilerlemenin yararlı toplumsal ve

siyasal meyvelerine ilişkin bu iyimser görüşe olan inançtır (Iggers,

2011:104).

Eleştirilen makro tarihsel yaklaşımlar arasında Marksizm de

bulunmaktadır. Yapılan mikro tarihsel yönelimli eleştiriler

metodolojik değil siyasal ve etik zemine dayandırılmıştır (Iggers,

2011:104). Temelde vurgulanan, modernizasyon sürecinde “küçük

insanlar”ın farkına varılmadığıdır, bu nedenle tarih yazımının

sıradan insanların yaşadığı şekilde gündelik hayat koşullarını

6

görünür kılacak şekilde dönüşmesi dönmesi gerekmektedir. Marksist

olarak kariyerlerine başlayan İtalyan tarihçiler, Marksizmin temel

makro tarihsel kavramlarına karşı çıkmışlardır ve gündelik hayat

tarihinde tarihsel araştırmaların konusunun iktidarın merkezinden

marjinlere-çoğunluklara doğru kaymıştır. Mikro tarihçilere göre

çoğunluklar, tarihsel süreçler ve anonim kalabalıklar içinde

yitirilmemesi gereken bireylerdir (Iggers, 2011:104-105).

Bilinmeyeni unutulmuşluktan kurtarmak için tarihe büyük bir anlatı

olarak değil birçok bireysel merkeze sahip çok çehreli bir akış

olarak bakan yeni bir kavramsal yöntemsel tarih yaklaşımı mikro

tarihçilerin makro tarihsel ögeler karşısında sunduğu yenilik olarak

özetlenebilir (Iggers, 2011:105). Mikro tarihçilerin bu çabaları,

tarihe insani bir çehre kazandırmak amacını beslemektedir.

Gündelikliğin incelenmesi

Toplumun her alanı için geçerli olan önkabullerin 1970’lerin sonları

itibariyle sarsılması ile beslenen postmodernist kültürün tarih

yazımına yansıması yaptığı gündelik hayat vurgusu ile öne

çıkmaktadır. Postmodernitenin etkisi ile tarihin konusunu toplumsal

yapı ve süreçlerden gündelik yaşam kültürüne kaymıştır (Iggers,

2011: 14-15). 20. yüzyılın ikinci yarısında sosyal bilim yönelimli

tarih anlayışına bir eleştiri olan mikro tarihçilik gündelik yaşamın

varoluşsal sorunlarıyla ilgilenmiş ve sıradan insanları tarihsel

analizlerin öznesi haline getirmeyi amaçlamıştır (Ertan, 2012: 14).

Sosyal bilimsel tarih anlayışının büyük anlatılara yaslanmasından

doğan krizini gündelik hayatı tarihin konusu yaparak aşmaya çalışan

mikro tarihçilik anlayışı için önemli bir kaynak da İngiliz Marksist

Tarihçiler Okulu üyelerinden Edward. P. Thompson’dır. İngiliz İşçi Sınıfının

Oluşumu adlı eseriyle sosyal bilim yönelimli tarih anlayışının

yapılara yaslanmasına karşı gelen Thompson, daha önce tarih

7

yazımında dışarda bırakılmış alt sınıfları tarihin öznesi haline

getirmiş ve mikro tarih anlayışının gündelik yaşamın sıradan

insanlarını tarih yazımının odağına çekmeye çalışmasına öncülük

etmiştir (Ertan, 2012: 14).

Sosyal bilim yönelimli tarih yazımına karşı geliştirilen mikro

tarihçilik ve yapılan gündelik hayat vurgusunda önde gelen

teorisyenlerden Henri Lefebvre, toplumsal yaşamın yeniden üretilme

sürecinde gündelik pratiklere önem atfeder ve kültürel ve toplumsal

olanın açıklanmasında gündelik olana başvurur (Lefebvre, 1958: 193

akt. Köse, 2009: 8).

Henri Lefevbre’ye göre bir toplumun gündelik hayat içinde günlük

zaman bütçesinde giyinme-barınma-beslenme-uyuma faaliyetlerini

gerçekleştirirken kullandığı giyecek, yiyecek, ev eşyası, özel eşya

nesneler bu toplumun maddi kültürünü oluşturur. Toplumdaki bireyler

gündelik hayat rutinlerini bu maddi kültür öğeleri aracılığıyla

gerçekleştirirler. Michel Certau ise Gündelik hayatı toplumdaki

bireylerin faaliyetleri üzerinden değil konuşma okuma alışveriş

yapma gibi yaşam pratikleri üzerinden tanımlar (Tekeli, 2000: 42).

Gündelik hayat da çözümleme birimi bireydir. Yaşam pratikleri içinde

belirleyici olan özneler değil bireylerin ilişkileridir.

Yemek yemek, alışverişe çıkmak, oturup kalkmak gibi gündelik hayat

ögelerinin pek çoğunun siyasetle ilgisiz olduğu düşünülse de,

gündelikliğin kendisi mekân, nesne ve anlamları itibari ile

toplumsal değerlerle özdeşleşmekte ve var olan düzenin, iktidar

ilişkilerinin anlaşılması için incelenmesi gereken siyasal ve

kültürel bir alanı ifade etmektedir (Brown, 1989:7-9). Toplumsal

sistemin devamlılığı Gündelik hayat ın sürekli tekrarına bağlıdır.

Bir toplumun sürdürülebilirliği Gündelik hayat için önemlidir.

8

Siyasal hareketin geliştirilmesi açısından Gündelik hayat bir

eleştiri çerçevesi oluşturur (Tekeli, 2000: 43-44).

Gündelik hayat kendi içinde barındırdığı küçük ayrıntılar ve

tekdüzelikle birlikte gündelikliğin düşünce kaynağı olan gizemi

saklamasındaki çelişkide var olur (Pessoa, 1991 akt. Harootunian,

2006: 1). Lefebvre’ye göre “gündeliklik yaşanmış deneyimin sonsuz

eşitsizliğinden dolayı yabancılaşmaların ürediği bir yerdir” (akt.

Harootunian, 2006: 7). Devlet adamalarının, askeri ve siyasi

olayların yanı sıra yaşamaya devam eden sıradanlıklar, tarihin

konusu olalı coğrafya, mekânmekân, zaman, iklim ve sıradan insan

tarih anlatılarında yerlerini bulmuşlardır. Her gün yaşanan hayat,

hiç farkında olmadan akıp giderken içinde barındırdığı tüm olgular

onu beslemektedir. Gündelik hayat içindekibu olguların her an

çevrede olması sayesinde, görülmeseler de sıradanlıklarını

korumaları bu akışı beslemektedir. Gündelik hayat ın akademik

araştırmaların dışında bırakılması ile günlük pratikler geri planda

kalmıştır. Gündelik hayatın sıradanlaştırılması, adeta farkında

olmadan yaşanması toplumlarda var olan eşitsizliklerin

sürdürülmesinin yollarından biridir. Gündelik hayatın

sıradanlaştırılması, toplumsal yaşamın güven esasına dayalı bir

şekilde sürdürülmesi açısından gerekli görülebilir. Gündelik hayatı

oluşturan içinde bulundurduğu gizemidir ve bu gizemin açık hale

gelmesi ortaya çıkaracağı tedirginlik ile güven ortamını sarsar bir

nitelikte olabilir. Gündelik hayatın sıra dışı özelliklerinin

farkına varmak sıradanlığın var olduğunun da farkına varılmasını

sağlar (Tekeli, 2000: 45). Bu doğallık ve sıradanlığın tarihte yer

alması ilk kez tarih yazımında dönüşümleri getiren Annales Ekolü’nde

görülür1 (Burke, 2006). Annales’e kadınların tarihe dahil edilmesi

açısından baktığımızda ekolün üçüncü kuşak temsilcilerinin

9

çalışmalarında kadınlara yer verilmiştir. Kadınların tarihi üstüne

kapsamlı bir çalışma Georges Duby ve Michele Perrot tarafından

başlatılmıştır. Üçüncü kuşak Annales’cilerde Amerikalıların siyasi

tarihe önem vermesi ve Braudel ve diğer belirlenimcilik türlerine

karşı bir reaksiyon oluşturma eğilimlerinin sonucu olarak siyasete

geri dönüş söz konusudur. Üçüncü kuşakta, Braudel ve

belirlenimciliğe karşı geliştirilen tepki antropoloji çalışmalarına

da ilham vermiş ve Annales’te mikro tarih çalışmaları ve tarihsel

biyografinin canlanması söz konusu olmuştur. Siyasi tarih

incelemelerine geri dönüşü olayların tarihine ilgi ve tarihsel

anlatı konusundaki tartışmaların sonucu olarak görülmüştür.

Fransa’da tarihçilerin siyasetin geri dönüşü ile anlatının

canlanması arasında kurdukları paralellik bununla ilgilidir (Burke,

2006: 26; 137-159).

Gündelik hayat literatüründe kadınlık halleri

Gündelik hayatın rutini içinde sıradan yaşantıların sahibi insanlar

arasında bu rutine dâhil olan kadınlar özel ve kamusal alanda, ev

içinde, çalışma hayatında, her halleriyle yaşamın en içinde

olanlardır. Bu kadar gündelik hayatın içinde olmalarına rağmen

emekleri bir o kadar görünmez olan kadınların gündelikliğin sıradan

akışına nasıl dâhil oldukları ve bu rutinin içinde nasıl var olup

yok sayıldıkları dikkat çekicidir.

Tseelon, kadının toplum içindeki serüvenini açıklarken bunda

kültürel tanımların etkisini göz önünde bulundurmaktadır. Toplumdaki

kadının tanımlanmasında Tseelon, saf-temizlik, sahelik, görünürlük,

güzellik ve ölüm çelişkilerini kullanmıştır (Tseelon, 2002: 14).

10

Tseelon, kadının baştan çıkarıcı ve cezayı hak eden, sahte ve

yapaylığı ile özgünlükten yoksun, görünmez oluşu ile nesne konumuna

yerleştirilen, aynı zamanda hem güzelliği hem de çirkinliği temsil

eden, ölümlü olup aynı zamanda ölüme karşı koyabilen bir varlık

olduğuna dair belirlenimlerin kaynağını araştırmıştır. Kadınla

ilgili geleneksel algıların kadınları toplum içinde biçimledirdiğine

dikkat çeken Tseelon’e göre, ruhsal değil de dış görünüş olarak

tanımlanan kadının dış görünüşünü biçimlendirmesinde buna dair

beklentiler etkili olmaktadır (Tseelon, 2002: 15). Kadın dış

görünüşü ile özdeşleştirilirken erkeğinse dış görünüşünden

soyutlandığına dikkat çeken Tseelon bu biçimlendirmenin kaynağını

Lacan’a bağlamakta ve “öznenin bilinçli deneyimlerinin önceden

varolan bir simgesel dizge tarafından belirlendiği” görüşüne

katılmaktadır (Tseelon, 2002: 16-17). Kadına hem tüm güzelliklerin

verilmesi hem de onun kötülüklerin kaynağı olarak günahkâr ilan

edilmesinde yatan çelişkiyi Tseelon, Pandora ve Havva’nın hikayeleri2

ile örneklendirmektedir. Bu hikaye ve benzerlerinden yola çıkan

Tseelon, Batı’da kadınların sinsi, güvenilmez ve kötü bir varlık

olarak tanımlandığına dikkat çekmiştir (Tseelon, 2002: 22). Kadına

atfedilen bu suçlu imajının telafi edilmesi için bulunan yol kadın1* Bu çalışma, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Radyo-Televizyon ve Sinema Anabilim Dalı Doktora Programı kapsamında Doç.Dr. Sevilay Çelenk Özen tarafından yürütülen Günlük Hayat İncelemeribaşlıklı ders kapsamında üretilmiştir.

? Fransa’da 1929’da bir dergi olarak kurulan Annales, bu dönemde izbırakan tarih çalışmaları yapan gruba isim olmuştur. Grubun başlıcatemsilcileri Lucien Febvre, March Bloch, Fernand Braudel, GeorgesDuby, Jacques Le Goff ve Emanuel Le Roy Ladurie’dir. Yeni bir tarihçeşidi geliştirme amacını güden grubun öncü fikirleri şunlardır:Olaylardan oluşan geleneksel tarih anlayışı yerine sorun odaklıanalitik tarih anlayışının alması, tarihin siyaset yerine insanfaaliyetlerine odaklanması ve bu odaklanmalar için tarih diğersosyal bilimlerle işbirliği yapmasıdır (Burke, 2006: 24).

11

cinselliğini kontrol etmek olmuş ve kadın kıyafetleri ahlaka

uygunluğu açısından değerlendirilmiştir. Giyinip süslenen kadın

Hıristiyan Avrupa tarihinde iyi karşılanmamış, kadının özü dış

görünüşe önem vermekle bağdaşlaştırılmıştır. Kadının sade ve ahlaka

uygun giysiler giymesi Havva’dan bu yana taşıdıkları günahların

affedilmesi için bir gereklilik olarak görülmüş bu anlayış eski

çağlardan bu yana kilisedeki rahibelerin giysilerinin belirlenmesine

yansımıştır (Tseelon, 2002: 22-23). Kadın giysisinin vücudu örtme

özelliğinin göz ardı edildiği, bunun yanında örtülen bedenin

çıplaklığını akıllara getirdiği tartışmalarının ardından kadın

giysisi farklı dönemlerde ahlak olgusu ile özdeşleştirilmiş,

ticaretin gelişmesi ile birlikte cinsiyet göstergesi halini almış,

toplumsal ayrımın göstergesi olan moda da cinsellik

ilişkilendirilerek kadınlar, giysilerine göre ahlaki değerleri

açısından sorgulanmışlardır. Bu da sil ya da ahlaksız kadın ayrımı

ile sonuçlanmıştır (Tseelon, 2002: 25). 19. Yüzyıla gelindiğinde

giyimle ilgili kurallarına değil, toplumsal kurallara uymamakla

özdeşleştirilmiş ve bu davranış kabalık ve nezaketten uzaklık

ithamlarına neden olmuştur (Tseelon, 2002: 29). Uygarlaşma sürecinde

kadınların toplumdaki konumuna değinen ve Batı tarihinde kadınlar

üzerindeki baskılara değinen Elias ise kadından iffetli ve itaatkâr

olmasının beklendiğine, erkeklerin kadınların davranışlarına yön

verdiğine, erkeklerin fiziksel ihtiyaçlarını yerine getirmenin

kadınların varlık sebebi olarak görüldüğüne dikkat çekmektedir.

(akt. Tseelon, 2002: 33). Kadınlık görüntüsünün kadın kimliğinin

dışında bir şey olarak kabul gördüğü ve kadınların yerleştirildiği

bu kadınlık rollerine ne kadar yabancı ya da yakın olduğunun

sorgulandığı dönemlerin ardından erkek ve kadın giysileri

birbirinden ayrıştırılmıştır. 18. Yüzyılda sade ve gösterişsiz olan

erkek giysileri, süslü ve göz alıcı kadın giysilerinden farklı

12

olarak kamusal ve özel alanda cinsiyet ayrımını da belirlemiştir.

Buna göre akım elbise ile erkeğin boy gösterdiği kamusal alan

erkeklerin dünyası, özel alan kadınların dünyası olarak görülmüş,

kamusal alana önem atfedilirken, özel alan önemsiz kabul edilmiştir

(Tseelon, 2002: 54-57).

Gündelik hayat teorisyenlerinin kadına bakışı

Lefebvre, gündelik hayatın felsefe ile ilişkisini kurar ve

gündelikliğin sıradanlığına vurgu yapar. Gündelik insan felsefenin

önünde kaybolmaktadır. Günlük hayat içinde gündelik insan çok fazla

işle uğraşmakta, bir o kadar sorunla da karşı karşıya kalmaktadır.

Gündelik insan duruma göre kazanabilir ya da kaybedebilir bu onun

risk alabildiğini göstermektedir. Gündelik insanın risk alabilme

yönü felsefenin kesinlik arayışına ters düşmektedir. Gündelik

öznenin ilgi alanları felsefeci ile uyuşmamaktadır. Felsefecinin

ilgisi kendi kurguladıklarından ibarettir, felsefeci düşünce ile

ilgilenmektedir. Bunun tersine, gündelik insan eşya, mal-mülk ile

uğraşmakta doğa ile yakın ilişki kurmaktadır. Lefebvre’ye göre

gündelik insanın bu özellikleri kadınlarda daha net

gözlemlenebilmektedir. Lefebvre’ye göre kadınlar kızgınlık, tutku,

neşe gibi duygulara yatkındır. Kadınların özelliği, fırtınalara,

cinsel hazlara, hayat ve ölüm arasındaki bağlara, temel ve

2 Pandora, Yunan mitolojisinde tanrıların tüm güzellikleri bahşederekyarattığı kadındır. Merakı en büyük günahı olan Pandora, bu günahınayenik düşmüş ve bir gün açmaması gereken bir kutuyu açtığı için tüminsanlığa çile ve kötülük getirmiştir. Havva ise ilk insan Adem’inkaburga kemiğinden yaratılmıştır. Havva’nın yasak meyveyi Adem ileyedikleri için insanoğlunun cennetten kovulup ölümle tanışmasınasebep olduğuna inanılmaktadır. Bu iki hikâyede kadını çağrıştırangünah ve güzellik kavramları arasındaki bağlantıya yer verilmiştir(Tseelon, 2002: 17-18).

13

kendiliğinden gelen zenginliklere daha yakın olmalarıdır (Lefebvre,

2007: 27-28).

Gündelikliğin ve sıradanlığın felsefenin nesnesi olması gibi

gündelik hayatın nesnesini kadın olarak gören Lefebvre, günlük

eylemlerin yükünü çeken kadınların bu durumlarından ve erkeklerden

şikâyetçi olduklarına değinir. Kadınların gündelik hayatta nesne

olmaktan kurtulamamakta ve bu konumları özne seviyesine yükselemeden

sürekli yeniden üretilmektedir. Moda, güzellik ve dişilik gibi

kavramlarda kadınların bu konumlarına kaynaklık etmektedir

(Lefebvre, 2002: 87). Lefebvre’ye göre, kadınlar, gündelik hayatın

gizli yanını oluştururlar, eziktirler, tarihin ve toplumsal hayatın

nesnesi olan kadınlar aslında toplumsal hayatta bir binanın gövdesi

olarak gizli özne konumunu üstlenmişlerdir (Lefebvre, 2007: 47).

Lefebvre kadınlığın farklı hallerini de tanımlamaktadır.

Lefebvre’nin feda edilmiş kadınlığı köy yaşantısını, yüceltilmiş

kadınlığı ise kent yaşamını yansıtmaktadır (Lefebvre, 2007: 49). Bu

kadınlık türleri Lefebvre için gündelik hayatın örgütlenmesinde umut

vaat etmektedir. Gündelik hayatta hak talep edenler, başkaldıranlar

kadınlardır, bu tür bir örgütlenme de kadınlığın koşullandırılması

ile gerçekleşir (Lefebvre, 2002: 80). Gündelik hayatın bu durumunu,

yükün altında olan kadınlar tersine çevirebilirler. Taşıdıkları yük

devam ederken kadınlar hem nesne hem de özne konumlarını korurlar.

Modern dünyada kadınlar hem meta hem de metanın simgesi olmuşlardır

(Lefebvre, 2002: 87). Kadınların bu belirsiz durumları gündelik

hayatın düzenlemesindeki işlevlerine de yansımıştır... Kadınlar gündelik

hayatın dışına çıkmak için bilincin gereklerinden yan çizerler. Kadınların protestoları

sonuçsuzdur, taleplerinin amaçsız olduğu gibi... şeklindeki ifadesiyle Lefebvre,

kadınları sıradanlıklar içinde kurdukları kale içinde konumlandırır

(Lefebvre, 2002: 106).

14

Betty Friedan (2002), 20. yüzyılın ortalarında Amerika’daki

kadınların mücadele etmek zorunda oldukları hayal kırıklığına

değinmektedir. Gün içinde ev işleri, çocuk bakımı ve yemekle

geceleri ise kocaları ile ilgilenen kadınlar, kendi kendilerine

“Hepsi bu kadar mı?” sorusunu bile sormaya çekinmektedirler.

Kadınlarla ilgili yazılan kitap, makale ya da pek çok kelimede yeni

bir şeyin söylenmemekte, kadınlara nasıl koca bulunacağını, nasıl ev

geçindirileceğini, nasıl çocuk bakılacağını, kocasını nasıl elinde

tutacağını, nasıl ürün satın alınacağını, ev işlerinin nasıl

yapılacağını, nasıl giyinileceğini, evliliğe nasıl heyecan

katılacağı anlatılmakta ve bu reçeteler hep tekrar edilmektedir.

Sonunda öğretilen ise gerçek bir kadının kariyer, eğitim ya da

siyasi hakların peşine düşmemesi gerektiğidir. 1950 ve 60’lara

gelindiğinde bir önceki yüzyılda eğitim arzusunda olan kadınların

aksine, erken evlilikler sıkça görülmekte ve kadınlar çocuklarını

büyütmek için kariyerlerini yarıda bırakmaktadırlar. Adı konulmamış

bu sorunun Amerika’da yaşayan ev kadınlarında var olduğuna değinen

Friedan, kadınlığın tüm gereklerini yerine getirme çabasında olan

kadınların bu sorunu dile getirmeyerek sıradan sayıp görmezden

geldiklerine de vurgu yapmaktadır (Friedan, 2002: 58-61).

Friedan’ın aktardığı şekliyle ev içinde sürekli pek çok iş

yaptıkları halde, her an kadın olmanın gerekliliklerini en iyi

biçimde yerine getirmekle kendilerini yükümlü sayan ve bu çabayı

dillendirmeyerek sıradanlaştıran kadınlar, yaşam biçimlerini tüketim

teması üzerinden kuran Chaney’in çalışmasında üretimden tüketime bu

sürece dahil olan bireyler olarak karşımıza çıkmaktadır. Chaney

yaşam biçimlerinin oluşumunda tüketimle ilgili toplumsal

düzenlemelerin etkisini önemsemiş ve yaşam tarzlarımızın tüketim

15

aracılığı ile belirlendiğine vurgu yapmıştır. Chaney’in bu

tanımlamasında tüketici kavramı dikkat çekicidir çünkü burada

cinsiyetler arası bir farklılaşma göze çarpmaktadır. Modern

toplumlarda tüketim ağlarının sosyal ağlardan daha geniş olduğunu

söyleyen Chaney’ e göre, bu ağı genç, yaşlı, işsiz gibi farklı

kategoriden bireyler genişletmekte kadınlar ise üretmeden tüketici

konumuna yerleşmektedir (Chaney,1999: 32).

Modern ekonomilerde kitlesel tüketim eylemi içindeki tüketiciler

alışverişçiler olarak adlandırılmakta ve “ütopik vitrinlerin soğuk

kişiliksizliği içinde, canlarının çektiği gibi gezinmek, bireysel

zevklerini arayıp bulmak ve bireysel çizgilerini oluşturmakta

tamamen özgür” olmaktadırlar. Tüketimin gelişmesine bir diğer

katkıda alışveriş merkezlerinden gelmektedir. Alışveriş

merkezlerinin gösterişli geniş mağazalarının özellikle kadınlara

yönelik olduğu söylenmektedir. Bu anlayışın temeli alışveriş

merkezlerinin şehir dışına kayması ve etrafında sitelerin kurulması,

her yeni gün moda kavramının içinin yeni malzemelerle doldurulması

ve sonuç olarak eve dair ihtiyaçların artmasından kaynaklanır. Şehir

dışında ev sahibi olanlar gittikçe artan ihtiyaçlarını gidermek için

bu alışveriş mekânlarını seçmektedirler. Bu yeni tüketici profili

kadınlarla özdeşleştirilmiş, yeni çıkan ürünleri ki bu merkezin

kayması anlamına gelmekte, bu yeni pazarlar kadınlara hitap

etmektedir (Chaney,1999: 31). Şehir dışındaki evlerin dekorasyonunda

ucuz ve modaya uygun eşyaların tercih edilmesi ile alışveriş

mekânlarının önemi daha belirgin biçimde görülmüştür. Geleneksel

üretim süreçlerinde görece dışlanmış görünen kadınlar, merkezi ev

olan bir yaşam biçimi içerisinde daha fazla söz sahibi olarak, daha

aktif biçimde alışveriş süreçlerine dahil olma imkanı elde

etmişlerdir. Kadınların tüketim kültürü içinde bu kadar var

16

olmalarının yanında tüketim ile biçimlenen yeni yaşam biçimlerinde

dönüştürücü etkileri olamamıştır (Chaney,1999: 32).

Chaney’in yaşam biçimlerinde kadınları yerleştirdiği etkisiz konumun

aksine Reich, günümüz modernleşmesinde yaşanan bilimsel ve teknik

gelişmeler, devrimci hareketin geliştirildiğini ve bu gelişmelerin

sonucu olarak toplumda teknik ve ekonomik temel, zihinsel üst

yapılar, sosyal yapılar, iletişim araçları ve algılama tarzlarının

yenilendiğini söylemektedir. Bu yenilenmede günlük hayatta da

dönüşüm yaşanmıştır. Günlük hayat içinde ataerkillik çözülmekte,

kadınlık kurtulurken, cinsellik özgürleşmektedir. Özgürleşen

bireyler için boş zaman, tüketim ve eğitim için fırsatların

yaratılmaktadır. Chaney gibi Reich de kadınların özgürleştiği alanı

tüketim ile bağdaştırmıştır (Brown, 1989: 107).

Gündelik hayat meselesini irdelerken tüketimi temel alan Willis,

ürünlerin ambalajlarından ne çıkacağına dair beklentiyi kadınların

pembe dizilerlerin gelecek bölümünde ne olacağına dair meraklarıyla

özdeşleştiren Tania Modleski’nin çalışmasına gönderme yapar.

Modleski’ye göre bekleyiş ancak toplumsal olarak yalıtılmış ve

güçsüzleştirilmiş kişiler için zevke dönüşebilmektedir. Ev kadınları

beklemeyi bir zevk olarak değerlendirmekte çünkü günü geçirmenin

daha aktif ve daha olumlu bir halini bulamamaktadır. Pembe diziler

gündelik hayatı beklemekten ibaret olan; tüm gün evde telefon

çalmasını, bebeğinin uyumasını, eşlerinin akşam eve dönecekleri

bekleyen ev kadınları için zevki bir yenilik olarak sunmaktadır

(Modleski, 1982 aktaran Willis, 1993: 14-15 ).

Tüketim kültüründe metalaşan diğer bir olgu da cinsiyettir. Üretilen

ürünler satışa sunuldukça cinsiyet rollerinin farklılıklarını

17

pekiştirmektedir. Kadınlık ve erkekliğin farklı olduğu üretilen

oyuncaklar aracılığı ile sunulmaktadır. Barbie ve He-man kadın ve

erkeğin farklılığını göz önüne sermektedir. Barbie şımarık burnu,

donuk gülümseyişi, sivri göğüsleri, sert bedeni, kalem gibi uzun

ince bacakları ile küçük kızların ileride olamk istediği kadın

imajını çizer, erkeklik ise He-man’de güçlü ve kaslı bir bedene

indirgenmektedir. Kız çocuğunun annesinde gördüğü kadınlığın yumuşak

hali, Barbie ile çelişmektedir (Willis, 1993: 38-41 ). Willis’ e

göre bu halleri ile oyuncaklar cinsler arasında katı bir ayrım

tanımlar ve daraltılmış bir cinsiyet kavramı geliştirirler

(Willis,1993: 38).

Willis, ataerkil sitemle mücadelelerine temel örnek sayılabilecek ve

1971 yılında Boston’da Kadın Sağlığı Kolektifi tarafından yayınlanan

Our Bodies Ourselves adlı kitabına yer vermektedir. Bu kitaba göre

kadınlar bedenlerine sahip çıkarak, benliklerini ortaya

çıkarabilecek ve altında ezildikleri erkek egemenliğe ile mücadele

edebileceklerdir. (Willis, 1993: 77-78). Willis, kadınların

birleşmesini ve toplum içinde diğer kadınlarla birlikte kendini

geliştirme şansı sunduğu varsayılan toplu egzersiz seanslarının

farklı bir özelliğine de vurgu yapmaktadır (Willis, 1993: 85).

Kadınların egzersiz yaptığı salonlar büyük aynalarla kaplıdır ve bu

da kadınları güç ve fiziksel özgüvenden uzak tutup hem cinsleri ile

rekabet içine sokmaktadır. Barbie’deki uzun bacaklara kadınlar

egzersiz yaparken giydikleri pembe taytlarla ulaşmaya çalışan

kadınlar, saç bantları, mayolar ve birbirleri ile uyumlu diğer

aksesuarlarla egzersizlerini yaparlar. Bu sırada kadınların

saçlarının yapılı, makyajlarının bozulmayan ürünlerle yapıldığını

söyleyen çeken Willis, eksiksiz bir sporcu görünümü için tüketilen

18

ürünlere egzersizinde satılan alınan bir giysi olduğuna dikkat

çekmektedir (Willis, 1993: 87-88).

Kadınları bu egzersiz giysisinden sıyıran gelişmeyi ağır makine

işlerinde çalışması olarak tanımlayan Willis’e göre, bu süreç de

kapitalist sistem tarafından üretilmekte ve sonucunda kendini iş

dünyasında olduğu hissine kaptıran kadının bedensel gücü ağırlık

kaldırmak için kullandığı makineler tarafından üretilen bir nesneye

dönüşmektedir (Willis, 1993: 91). Kadın üretici konumda olduğu

makine başında tekrar üretilmekte yarım gün çalıştığı ücretli

emekleri de ev içi emekleri gibi değerli görülmemektedir (Willis,

1993: 94).

İnsanların genelde göründükleri gibi olduğu düşünülse de bu

görünümlerin yapay olabileceğine dikkat çeken Goffman (2009) ise

yaşamın bir tiyatro sahnesi olarak algılanmasını önermektedir.

Toplumdaki bireylerin günlük yaşamlarındaki faaliyetlerini tıpkı

tiyatro sahnesindeki oyuncuların kendilerine biçilen rolleri

giymeleri gibi sürdürdüğüne dikkat çeken Goffman’a göre kişiler

rollerine ya tamamen kapılır ya da bu rollere hiç inanmış

gözükebilirler (Goffman, 2009: 31). Goffman sahne ve gerçek

arasındaki ayrımı kamusal ve özel alanla ilişkilendirmiştir.

Sahnedeki kişi yapay rolünü icra etmekte gerçekte ise canlandırdığı

kendisi olmaktadır. Kadının kültürel olarak belirlenen rolleri icra

ettiği bir toplum Goffman’ın sahnesine benzetilebilmektedir. Yapay

rolleri icra eden kadın kamusal alandaki rolünü ya tamamen inanarak

oynar ya da o role inanmayarak rolle arasındaki mesafeyi korur.

Kadının özel alandaki rolleri de yapaydır, ev işleri ve çocuk bakımı

ile ilgili görevlerini yerine getirmektedir. Bir de günümüz modern

toplumunda hem kamusal alanda hem de ev içinde yani özel alanda

19

farklı görevleri olan kadınlar iş yaşamı ve evde ayrı sorumlulukları

yüklenmişlerdir. Goffman’ın sahnedeki oyuncunun rolünü ya inanarak

ya da inanmayarak canlandırmasına paralel olarak kadınlar da kamusal

ve özel alana yetişebilmek için çırpınırken kendilerini üstlerine

düşen görevi ne kadar layıkıyla başarabildikleri konusunda ikna

etmektedirler.

Kadınların kendi doğasını aşması ve sonradan edindiği dişiliğini

redderek hem özel hem kamusal alanda boy göstermesini Tseelon’da

maskeleme kavramı ile ilişkilendirmektedir (Tseelon, 2002: 59).

Maskeleme kavramını kadınların aslında olmadıkları gibi görünmeye

çalışmaları üzerinden anlatmaktadırlar (akt. Tseelon, 2002: 60).

Özünde kadınsı olmayan kadının, dişiliği üstüne giymesi ve gerçek

kadınlığı benimsemesi feminist bakış açısında kadının ataerkil düzen

içinde zayıflığını kabul etmesi anlamına gelir (Tseelon, 2002: 62).

Kadınların tarihi

Scott’ın sorgulamaya açtığı haliyle, kadın çalışmalarının tarihi ile

birlikte tanımlanan kadın hareketinin tarihi, 1970’lerin sonu

itibariyle ve sonrasında takip eden yirmi yıl içinde akademik bir

araştırma alanı haline gelmiştir (Scott, 2013: 105). Biraz daha

gerilere gidildiğinde karşılan nokta feminist politikalarla eşleşir.

1960’larda feminist aktivistlerin eylem planları kadınların

ezilmelerine dikkat çekme ve kadınları özne konumunda görünür kılma

çabasını güdecek ve kadın kahramanlar ihtiyacını karşılamaya yönelik

bir tarih yönelimi şeklinde gelişmektedir. Geleneksel tarih yazımına

yönelik feminist bir eleştirinin geliştirildiği bu dönemde history

kavramına karşı üretilen her-story terimi tarihin kadınların bakış

açısını dikkate alarak yazılması gerektiği vurgusu yapılmıştır.

Siyaset ve akademik çalışmalar arasında doğrudan ilişki

20

kurulabilecek bu dönem sonrasında -70’lerin ortaları ve sonlarına

gelindiğinde, kadınların tarihi siyasetten uzaklaşmış ve kadınların

tarihi çalışmalarına geçmişte yaşamış kadınların hayatlarının bütün

yönleriyle belgelendirilme eğilimleri hâkim olmuştur. 1980’ler ise

toplumal cinsiyet terimine doğru oluşan yönelim kadınların tarihinin

siyasetten uzaklaşması biçiminde yorumlanmıştır (Scott, 2013: 106).

Oysa Scott’a göre bu doğru değildir, mesele siyasetle ve tarih

disipliniyle kurulan yanlış ilişkiden kaynaklanmaktadır. Scott’a

göre, kadınların tarihindeki gelişmeleri “siyasi bir hareket olarak

feminizmin artan gücü ve meşruiyeti” ile ilişkilendirmek, bu tarihi

akademi dışındaki feminist siyasetin gelişmesinin bir yansıması

olarak görmek gibi bir yanılsamaya itebilir. Bu yüzden kadınların

tarihinin hikâyesi her zaman siyaset hakkındadır. (Scott, 2013: 107-

109).

Kadınların tarihi, hali hazırda yerleşik olan tarih yazımını

değiştirdiğini iddia etmektedir. Bu iddia, tarihsel anlatılarda

örtülü bir şekilde kurulduğu kabul edilen hiyerarşinin görünür

kılınması için “kadının-hikâyesi” karşısında “erkeğin-hikâyesi”ne

öncelik atfedilmesini sorgulamaktadır (Scott, 2013: 118). Bu süreçte

sorulan sorular, tarihin öznesi olan erkeğin tanımlanması, erkek

davranışlarının nasıl toplumsal norm haline geldiği, kadınların

eylemlerinin görmezlikten gelindiği ve özelleştirilmiş bir alana

hapsedildiği gibi sorunsallar etrafında şekillenmektedir (Scott,

2013: 119).

Toplumsal tarih anlayışı ile tarihsel araştırmanın nesnelerini

çoğaltması ile çiftçiler, işçiler, öğretmenler ve köleler gibi

toplumsal grupların tarihsel özne statüsü kazanmasının ardından

kadın tarihçiler, kadınların yaşanmış deneyimlerinin gerçekliğine

21

vurgu yapmışlardır. Kadınların tarihine dair incelemeler,

kadınların ve erkeklerin fail olarak benzerliklerine ve

farklılıklarına dikkat çeken yaklaşımlarla çeşitlenmiştir. Süreç

içinde bir kategori olarak kurulan “kadınlar”, “erkekler”

kategorisinden bağımsız toplumsal özne olarak var olmaktadırlar

(Scott, 2013: 122-123).

Sonuç: Gündeliğin sıradan özneleri, tarihten dışlananlar ve

kadınların tarihi üzerine

Resmi tarih anlayışına getirilen her alternatif tarih yazımında

yapılan gündelik yaşam vurgusu da birbirinden farklılaşmaktadır.

Postmodernitenin sıradan insanları tarihe dâhil etme çabasıyla

gündelik hayatın farklı öyküleri, o zamana kadar ertelendiği ve

yadsındığı yönleriyle yeniden görünür kılınmaya başlanmıştır.

1960’larda Braudel’in sosyo-ekonomik incelemeleri ile materyal

yönünü aktardığı gündelik hayatın geride bırakılan insanlarının

yaşadığı biçimiyle anlatılmaya başlanması tarihin insani ve kişisel

boyutlara açık hale getirilme çabaları olarak da yorumlanmıştır

(Tekeli, 2000: 54-55).

Kişisel boyutların dâhil edilmeye çalışıldığı tarih alanı bu yeni

yönelimlerle cinsiyet farklılaşmasının da görünür kılındığı bir

mekân olarak görülebilmektedir. Tarihe bu türden bir bakış,

farklılığı toplumsal hayatın bir gerçekliği olarak değil, belirli

amaçlara hizmet eden belirli bir tarihsel temsil olarak dikkat

çekmek ve bu bağlamda eleştirel bir tarih yaklaşımını benimsemek

anlamına gelmektedir (Scott, 2013: 15 ).Siyasi tarih yaklaşımı

savaşlar ve “büyük adamlar“ın hayat hikâyeleriyle bezenmiştir.

Siyasi tarihin bu özelliğini sorgulayan feminist tarih yaklaşımı

aynı zamanda tarih alanını ve tarihçinin kim olduğunu tanımlamakla

ilgili bir yönelim olmaktadır. Feminist yönelimli tarih yaklaşımında

22

tarih sahnesinin dışında bırakılan kadınların tarihin içine dâhil

edilme çağrısı bir eklenme olarak görülmüş ve sorgulanmıştır.

Toplumsal tarihe kadınların dâhil edilmesi fikrine bu karşı çıkışın

temeli kadınların ya “erkek” nosyonuna dâhil ediliyor olması ya da

özel, ev içi ve cinsel alanla ilşkilendirilerek kamusal olay

anlatıları açısından önemsiz sayılmalarıyla yakından ilişkilidir

(Scott, 2013: 37-40). Scott’ın bu bağlamdaki vurgusu tarih ile

sınırlı kalmamaktadır, O’na göre “kadın” ın bir kategori olarak

sadece çoğullaştırılmaya değil tarihselleştirilmeye de ihtiyacı

vardır. Amaçlanan, “kadın”ın geçmişte ve günümüzde ve tarih

disiplininde tarihsel özneler olarak görünür kılınmalarıdır.

Benzer şekilde yaşanan hayat tarzları yaratan kapitalist düzende,

sıradan rutinlerin birbirini takip ettiği gündelik hayatlar da

birbirlerinden farklılaşmaktadır. Gündelikliği birbirinden farklı

kılan, eşitsizliklerdir (Harootunian, 2006: 67). Lefebvre’ye göre,

gece ve gündüzden, mevsimden ve zamandan, çalışmaktan ve etkinlikten

oluşan gündelik hayat üretim ve tekrarı içinde barındırır

(Harootunian, 2006: 67). Gündelik hayat incelemelerine bakıldığında

konunun bir şekilde kapitalizm ve üretim ilişkilerine bağlandığı

görülmektedir. Kadınların gündelik hayat incelemelerindeki

sunumlarında ise tüketim olgusu öne plana çıkarılmıştır. Herbiri

birbirinden ayrı yaşanan ve yaşanması öznel bir durumu anlatan

gündelik rutinlerin ve bu rutinleri yaşayan kadınların farklı

hallerinin bu çalışma kapsamında taranan gündelik hayat

incelemelerine dair literatürde rastlanmadığımış, kadınların

sunumunda genellemelerin kullanıldığı görülmüştür. Tüketici, anne,

sporcu, çalışan, evde ya da ev dışında olan, nesne ya da simgeye

dönüşen kadınların anlatımında özele inilmemiştir. Bu tüm annelerin

ya da tüm çalışan kadınların her birinin farklı kadınlıklar

taşıdıkları anlamına gelmektedir. Gündelik hayatta kadının sunumunda

23

bu farklı kadınlık hallerine rastlanmamıştır. Tseelon’un da

belirttiği gibi kadın deneyimi özgüldür (Tseelon, 2002: 13), farklı

kadınlıkların yansıtılmasında kadın gözünden bakmak kadının

sunumundaki mevcut duruma katkı sağlayacaktır.

Tseelon’un kadınlık deneyiminin farklılığına yaptığı bu vurgu ile

Scott’un kadınların tarihini kadınların siyasi bir kimlik olarak

ortaya çıkışları ile paralel ele alışı birlikte düşünülebilmektedir.

Scott’un dile getirdiği toplumsal tarihin tarihsel özneyi

çeşitlendirme çabalarıyla zenginleşen “kadınların tarihi”nde

kadınların farklılığı vurgulanmaktadır. Farklı bağlamlara girip

çıkan, farklı rolleri yerine getiren insanlar biyolojik olarak

kadınlardır. Özsel varlıkları açısından aynı olan kadınları

farklılaştıran onların emek ve deneyimleri olmaktadır.

Kadınların toplumsal ve tarihsel deneyimlerinin ve emeklerinin ürünü

olarak kadınların kültürünün çalışmalara dâhil edilmesi ile

kadınların tarihi, kadınların ezilişlerini ve mağduriyetlerini

belgelemenin ötesine geçmiş, kadınların kültürünün kendine özgü

halini vurgulamaya yönelmiştir. Bu yönelim ile kadınların tarih

yapabileceği ve tarihsel özne konumunda görünür kılınabilecekleri

bir tarih geleneği ortaya çıkmıştır. Kadınların tarihi ile “kadın

kategorisi”ne bir tarih verilerek, kadınların gerçekliği,

varlıklarının kadın hareketini öncelediği vurgulanmıştır. Bu

bağlamda, ayrı doğaları, ayrı deneyimleri vurgulanan kadınların

kollektif kimliğinin oluşumu yine kadınların tarihinin tarihsel bir

çaba olarak önemine dikkat çekmeyi de gerektirmektedir. (Scott,

2013: 123-124).

Gündelik hayatın akıp giden rutinleri içinde farklı kadınlık

deneyimleri sergileyen biyolojik olarak kadın olan öznelerin görünür

kılınması, ancak öznelerin deneyimlerini üreten tarihsel süreçlere

bakmak ile mümkün olabilir. Deneyimi bu türden bir düşünceyle ele

24

almak deneyimi tarihselleştirmek anlamına gelmektedir. Bu bir tür

deneyimin, eleştirel incelemesidir (Scott, 2013: 149). Kadın

öznelerin kadınlık hallerinin görünür kılınmaları çabası içinde

deneyimin tarihselleştirilmesi, tarihsel özne olarak kadınların var

olması için zihin açıcı bir rolü de üstlenmektedir. Tarihsel özne

ve tarihin yazıcıları olmak tarih yazımında kadın bakış açısını

dikkate almak anlamına gelmektedir. Kadının marjinelize edildikleri

tarih sahnesine öncelikli konuma sahip erkekler kategorisinin yanına

dâhil edilerek yerleştirilmeleri kadınlık deneyiminin görünür

kılınması için bir çözüm olmamakla birlikte sorunlu bir eklemeden

başka bir şey değildir. İşte tam da bu nedenle kadınların farklı

kadınlık deneyimleri tarih yazımında özne konumda oldukları sürece

görünür hale gelecektir. Siyasi tarihin devlet olaylarına ve

aktörlerine verdiği önemin eleştirilmesi ve bu anlayışın yerine

benimsenen gündelik hayat tarihlerinde sosyo-ekonomik tanımlamalar

yapılarak bu tanımlamaları esas yaşanların göz ardı edilmesi ancak

eleştirel bir tarih yönelimi ile tarihin dışında bırakılan gündelik

insanların kendi deneyimlerini aktaracakları tarihlerini

yazmalarıyla mümkün olacaktır, kadınların tarihsel özneler olması

burada anlam kazanmaktadır.

Kaynakça

Brown B (1989). Marks, Freud ve Günlük Hayatın Eleştirisi. Çev, Y Alogan,

İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Burke P (2006). Fransız Tarih Devrimi: Annales Okulu. Çev, M Küçük, Ankara:

Doğu Batı Yayınları.

Chaney D (1999). Yaşam Tarzları. Çev. İ Kutluk, Ankara: Dost Kitabevi

Yayınları.

Ertan M (2012). Gündelik Hayatın Tarihine Dokunma Çabası: Mikro

Tarihçilik ve Carlo Ginzburg. Kültür ve İletişim, 15(2), 9-36.

25

Friedan B (2002). The Problem That Has No Name. İçinde: B Highmore

(der), The Everyday Life Reader, London: Routhledge. 58-63.

Goffman E (2009). Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu. Çev, B Cezar, İstanbul:

Metis Yayınları.

Gökdemir O (2006). Post-Modern Dünyada Tarih Yazmak. Bilim ve

İktidar 3. Karaburun Bilim Kongresi 8-10 Eylül 2006 İzmir.

Harootunian H (2006). Tarihin Huzursuzluğu Çev, M E Dinçer, İstanbul:

Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.

Iggers G G. (2011). Yirminci Yüzyılda Tarih Yazımı: Bilimsel Nesnellikten Post

Modernizme. Çev, G Çağalı Güven, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Köse H (2009) Lefebvre ve Modern Gündelik Hayatın Toplumsal

Eleştirisi. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, 27:

7-25.

Lefebvre H (2007). Modern Dünyada Gündelik Hayat. Çev, I Gürbüz,

İstanbul: Metis Yayınları.

Modleski T (1982). Loving with a Vengeance. New York: Methuen.

Scott J W (2013). Feminist Tarihin Peşinde. Çev, A Günaydın ve A Sönmez,

İstanbul: bgst Yayınları.

Tekeli İ (2000). Tarih Yazımında Gündelik Hayat Tarihçiliğinin

Kavramsal Çerçevesi Nasıl Genişletilebilir? İçinde: Tarih Yazımında Yeni

Yaklaşımlar: Küreselleşme ve Yerelleşme III. Uluslararası Tarih Kongresi 9-11 Aralık 1999,

İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 42-60.

Thompson E P (2012). İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu. Çev, U Kocabaşoğlu,

İstanbul: Birikim Yayınları

Tseelon E (2002). Kadınlık Maskesi. Çev, R Kekeç, Ankara: Ekin

Yayınları.

Wallerstein, Immanuel (2004). Braudel’den Hareketle Güncellik Olarak

Tarih. İçinde: F Braudel Maddi Uygarlık: Gündelik Hayatın Yapıları, Çev, M A

Kılıçbay, Ankara: İmge Yayınevi. 11-16.

26

Willis S (1993). Gündelik Yaşam Kılavuzu. Çev, A Bora ve A Emre,

İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

27