Eski Roma Şehirlerinde Gezintiye Çıkmak

6
Eski Roma Şehirlerinde Gezintiye Çıkmak Neredeyse bütün yaz Antik Roma şehirlerinde seyyah oldum gezdim. Vezuv Yanardağı’nın hemen eteklerinde kurulan ve Antik Yunanın kültürünü İtalya topraklarında Roma kültürü ile harmanlayan Pompei şehri hep yolculuğumuzun başladığı yer oldu. Güneyden Kuzeye doğru bütün İtalya’yı geçtim ve ardından Fransa sınırlarını aştım. Sonra da Alplerin serinliğinde İsviçre’ye ve Balkanların en Batısındaki Slovenya’ya kadar aynı güzergah üzerinde defalarca ve her defasında farklı gezginlerle yolculuk ettim. Çok gezen mi bilir yoksa çok okuyan mı? Gittiğim her şehrin hemen bir haritasını ve rehber kitabını edinmeyi alışkanlık edindim. Kendimle baş başa kaldığım zaman dilimlerinde hemen o şehri keşfe çıkarım. Görmediğim meydan, köprü, yol, müze, bahçe kalmayıncaya kadar yürürüm. Yolcularım her seferinde bana “Söyle bakalım Serap, çok gezen mi bilir yoksa çok okuyan mı?” diye sorarlar. Ben de her defasında “Bilgi bu iki eylem arasında kurulan bütünlük ile elde edilir.” diye yanıtlarım onları. Hatta bir örnekle de cevabımı şu şekilde veririm: “-Ben bundan yıllar önce Venedik’te Correr Müzesi’nde gezerken, uzunca bir salonun Kuzey İtalya’nın 18. yüzyılda yetiştirmiş olduğu en kıymetli sanatçılarından biri olan Antonio Canova’nın heykelleri ile donatılmış olduğunu hiç fark etmemiştim bile. Aklımda müzede olduğunu bildiğim birkaç eser vardı ve hemen o eserlere yönelmiştim. Oysa zaman içerisinde Canova’ya ilgi duymaya başlayınca, Correr Müzesi’ne yaptığım ikinci ziyarette aslında güzelliğin bile bir bilgi ve tecrübe gerektirdiğini anladım.” Görmek güzellikleri algılamak için yeterli olsaydı bütün müzeler ve tarihi şehirler gerçekten onları hakkıyla ziyaret edenlerle dolup taşardı. Oysa günümüzde yapılan turistik geziler bütün bu donanımlardan uzak insanlar için tasarlanıyor.

Transcript of Eski Roma Şehirlerinde Gezintiye Çıkmak

Eski RomaŞehirlerinde

GezintiyeÇıkmak

Neredeyse bütün yaz Antik Roma şehirlerinde seyyah oldum gezdim. Vezuv Yanardağı’nın hemeneteklerinde kurulan ve Antik Yunanın kültürünü İtalya topraklarında Roma kültürü ile harmanlayanPompei şehri hep yolculuğumuzun başladığı yer oldu. Güneyden Kuzeye doğru bütün İtalya’yıgeçtim ve ardından Fransa sınırlarını aştım. Sonra da Alplerin serinliğinde İsviçre’ye ve Balkanlarınen Batısındaki Slovenya’ya kadar aynı güzergah üzerinde defalarca ve her defasında farklıgezginlerle yolculuk ettim.

Çok gezen mi bilir yoksa çok okuyan mı?

Gittiğim her şehrin hemen bir haritasını ve rehber kitabını edinmeyi alışkanlık edindim. Kendimlebaş başa kaldığım zaman dilimlerinde hemen o şehri keşfe çıkarım. Görmediğim meydan, köprü,yol, müze, bahçe kalmayıncaya kadar yürürüm. Yolcularım her seferinde bana “Söyle bakalımSerap, çok gezen mi bilir yoksa çok okuyan mı?” diye sorarlar. Ben de her defasında “Bilgi bu ikieylem arasında kurulan bütünlük ile elde edilir.” diye yanıtlarım onları. Hatta bir örnekle decevabımı şu şekilde veririm: “-Ben bundan yıllar önce Venedik’te Correr Müzesi’nde gezerken,uzunca bir salonun Kuzey İtalya’nın 18. yüzyılda yetiştirmiş olduğu en kıymetli sanatçılarından biriolan Antonio Canova’nın heykelleri ile donatılmış olduğunu hiç fark etmemiştim bile. Aklımdamüzede olduğunu bildiğim birkaç eser vardı ve hemen o eserlere yönelmiştim. Oysa zamaniçerisinde Canova’ya ilgi duymaya başlayınca, Correr Müzesi’ne yaptığım ikinci ziyarette aslındagüzelliğin bile bir bilgi ve tecrübe gerektirdiğini anladım.” Görmek güzellikleri algılamak içinyeterli olsaydı bütün müzeler ve tarihi şehirler gerçekten onları hakkıyla ziyaret edenlerle doluptaşardı. Oysa günümüzde yapılan turistik geziler bütün bu donanımlardan uzak insanlar içintasarlanıyor.

Antik şehirleri keşfe çıkarken!

Roma Şehirlerinde yollar! Cardo ve Decumano!

Yolcularıma her seferinde “İçinde bulunduğunuz şehre önce yukarıdan bakmayı deneyin” diyetavsiyede bulunurum. “Haritayı elinize alın ve bir bakın. Eğer bir Antik Roma şehrindeysenizöncelikle birbirini enlemesine ve boylamasına olmak üzere Kuzeyden Güneye “Cardo” ve DoğudanBatıya “Decumano” adı verilen iki tane ana yolun kestiğini ve bu yollara paralel giden ara yollarbulunduğunu göreceksiniz. Bu yolların tesadüfen kurulduğunu düşünemeyiz elbette. Tıpkışehirlerin kurulduğu bölgeler gibi o bölgelerden geçen yolların da hayati önemi vardır. Bu iki yolunkesiştiği nokta genellikle şehrin en önemli meydanı olarak tasarlanırdı. Yönetim binası, tapınak veadalet sarayları birbirine yakın olmak üzere bu meydanda yer alırdı.

Şehirleri ayakta tutan ticaret için şehrin en büyük yolunun geniş olmasına önem verilir. Bu yollarbereket ve bolluk gibi isimlerin yanı sıra tuz yolu, baharat yolu gibi isimler de alır. Pompei şehrininen önemli yolunun ismi “abbondanza” yani berekettir. Roma’da “Via Salario” yani tuz yolu önemlibir güzergah üzerinde bulunur. Bu yolların geniş tutulması elbette ticari faaliyetleringerçekleştirilmesi için yapılan tek uygulama değildir. Romalıların anlayışına göre kaldırımlar dageniş olmalıdır. O nedenle elli metrelik bir alan da yolun kenarında bırakılır. Bu yollar boyuncatüccarların dükkanları sıralanır. Elbette bu noktalarda yer alabilmek için belirli bir ekonomikseviyenin üzerinde olma zorunluluğu o zaman da gerekiyordu. Bütün bu yollar genellikle tıpkıVerona’da olduğu gibi sizi “Piazza delle Erbe”ye kadar götürür sizi, yanı Baharat Meydanı’na.

Ortaçağın tüccarları artık gezgin olmaktan çok yerleşik bir şehir düzenine geçmeye başlayınca veşehirler de bu tüccarlara kapılarını açınca ticari faaliyetler de daha kalıcı hale gelmeye başlamıştı.Uzun ve kasvetli diye bilinen sürecin yerini, tüccarların faaliyetleriyle yerleşik düzen ve bunungetirdiği dinamik yaşam almıştı. Tüccarların gelir düzeyleri arttıkça şehirler de bu ölçüdeşekilleniyordu. Şehirlerin neredeyse en büyük meydanları tüccarların faaliyetlerine ayrılıyordu.Yönetim biriminin merkez noktası olan siyasi meydan ve şehrin en büyük kilisesinin yer aldığı dinimeydandan sonra tüccarlar için ise ticari bir meydan ayrılıyordu. Tüccarların meydanı genellikleoldukça büyük tasarlanıyordu. Bu sayede meydana bir pazar da kurulabiliyor ve açık alandaalışverişler gerçekleşiyordu.

Su Hayattır!

Suyun varlığı, bilhassa ulaşım ve taşımacılık için ve aynı zamanda şehirliler için hayati önemtaşıdığından dolayı gerekliydi. Bu nedenle Antik Roma şehirleri genellikle ırmağın çepeçevresardığı alanlara kurulurdu ya da ırmak şehrin içinden yahut tam ortasından geçer. Roma’yısarmalayan Tiber (Tevere), Floransa’da şehrin uzantısı boyunca akan Arno Nehri, sınır uçlarındabulunan en güzel antik şehirlerden biri olan Verona’nın etrafından geçen Adige Irmağı ve Venetoşehirlerini besleyen ve Bassano del Grappa’ya tadına doyum olmaz bir manzara katan Brenta vedaha uzaklardan bir örnek verecek olursak İsviçre’nin en büyük kenti Zürih’i ikiye ayıran LimmatNehri bunlara verilebilecek en güzel örneklerdendir.

Hemen şimdi tam da burada birkaç istisna şehir üzerinde durmakta fayda var. Bunlardan birincisielbette tüm dünyada başka bir benzeri olmayan, güzelliğin sembolü ve suların şehri Venedik’tir.Suyun bu şehirdeki anlamı diğer şehirlerden faklı olarak bizzat hayatın kendisini ifade etmektedir.Venedik’i yaşatan da ve kim bilir bir gün ona sonunu getirecek olan da işte bu suyudur. Venedik,Adriyatik Denizi’ne dökülen ırmakların taşıdığı alüvyonlar üzerine kurulmuştur. Diğeri ise uzunyüzyıllar boyunca verilmiş uğraşlar neticesinde açılan kanalları ile sular şehri olma özelliği kazananMilano’dur. Ancak Milano, ilerleyen dönemlerde gelişen teknolojisi ve sanayisi ağır kalmasın diyekanalların üzeri kapatıldığı için sulu şehir olma özelliğini yüzyıllar önce geri dönüşü olmaz şekildeyitirmiştir.

Şehir Duvarları ve Kapıları!

Şehirlerin sınırları yüzyıllar geçtikçe büyüdüğü için bazen devam eden bir cadde üzerinde eskişehrin sınırlarını gösteren duvarlardan izler bulursunuz. Bilhassa Büyük Roma İmparatorluğu’nun“Kavimler Göçü”nün ardından yıkılması ile şehirler derebeylerinin yönetimine geçmiştir. Çoğuşehir ise farklı dönemlerde bazen defalarca çeşitli kavimlerin istilalarına maruz kalmıştır. Bunedenle derebeyleri tedbir amaçlı olarak şehirlerini duvarlarla çepeçevre sarmışlardır. Bütün busüreçte yaşananlar Klasik Ortaçağ şehirciliği anlayışının gelişmesine de neden olmuştur.

Verona’da şehrin İtalyan milli birliğine katılmasının ardından artık ihtiyaç duymadığı savunmaduvarları bahçeler içerisine alınıp yeşille örtülmüştür. Ne yazık ki bugün Milano’da antikduvarlardan geriye çok iz kalmamıştır. Ordularıyla gelip bütün Lombardiya bölgesini fethedenNapolyon kendi düşünce sistemini şehirlere yansıtmak için “Şehirlerin engelleri olan duvarlarıyıkılmalı!” diye buyurmuştur. Roma’da İlkçağlardan kalan su kemerleri büyük ölçüde korunmuştur.Venedik’i koruyan duvarlar ise hala sapasağlam durmaktadır. Çünkü bu şehri koruyan duvarlarbizzat lagünün kendisi yani şehri kara ile ayıran suyudur. Veneto’nun minicik şehirleri bugün halabu duvarlarla çevrilidir. Castefranco Veneto ve Marostica şehirleri bunlara en güzel örnektir.

Duvarlarla çevrili şehirler elbette bir kapı ile dünyaya açılırdı. Bologna şehrini çepeçevre saranduvarlarda tam on iki kapı bulunuyordu. Bugün duvarlardan geriye çok bir şey olmasa dakapılardan on tanesi hala yerinde duruyor. Şehrin dışarıya açılan kısımlarının gösterişli olması daönemliydi. Çünkü buraya gelen yabancılar böylece ne kadar zengin bir şehirde bulunduklarınıanlamış oluyorlardı.

Duomo ve Duomo Meydanı!

Şehirlerin en büyük ve en önemli kilise olan “duomo”su oldukça gösterişli olmalıydı. En güzelmermerler bu nedenle işte bu kiliselerin dış cephe kaplamalarında kullanılıyordu. Duomo yapımınakatkı sağlayan zenginler saygınlıklarını arttırmak için kendilerini ifade eden bir takım sembolleri debu gösterişli dış cephelere ekletiyorlardı. Floransa Duomo’sunda Meryem Ana’nın ayaklarınındibinde uzanmış kuzunun Floransa’nın yün loncasını temsil etmesi bunun en güzelörneklerindendir. Duomo için ekonomik katkı sağlayan papalar, piskoposlar ve dini zümre deelbette hatırı sayılır şekilde kendilerine burada yer buluyorlardı. Şehrin koruyucu azizi de genellikleyine bu ön cephede betimleniyordu.

Roma uygarlıkları, Ortaçağların Duomo’ların bulunduğu meydanın büyüklüğü elbette çokönemliydi. Oldukça gösterişi bir kilisenin küçük bir meydan için tasarlandığını düşünemeyiz.Duomo meydanları büyüktür; ancak şehrin siyasi idaresinden de uzaktadır. Şehri yöneten beyleryani senyörler ile dini zümre arasında bitmek bilmeyen iktidar mücadeleleri siyasi meydan ile dinimeydanın birbirinden ayrı noktalarda bulunması sonucunu doğuracaktı. Bugün buna istisna gibiduran Venedik’teki San Marco Kilisesi ise bilinenin aksine piskoposların değil bizzat senyörlerinyani Venedik dükünün idaresi altındaydı. Dini zümre, Serenissima yani dünyanın en huzurlu şehrikabul edilen Venedik’te Dükler Sarayına oldukça uzak bir nokta olan Castello bölgesinde kendineyer bulabilecekti. Floransa’da Medici ailesi dönem dönem Vatikan ile ters düşüyordu. Bu inatlaşmahali Vatikan’ın karşısında oldukça sert bir duruş benimseyip yönetim meydanları olan “Piazza dellaSignoria”yı tamamen çıplak heykeller ile donatmalarına neden olacaktı. Michelangelo’nun Davutheykeli elbette içlerinde en ünlüleri olarak sanat tarihi başyapıtlarından biri kabul edilecekti.