Avrupa Anayasal Düzeni Çerçevesinde Egemenlik ...

339
T. C. stanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararas likiler Anabilim Dal Doktora Tezi Avrupa Anayasal Düzeni Çerçevesinde Egemenlik Kavramnn ncelenmesi Gülçin Balamir Cokun 2502010128 Tez Danman Prof. Dr. Rauf Versan stanbul 2007

Transcript of Avrupa Anayasal Düzeni Çerçevesinde Egemenlik ...

T. C.

�stanbul Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü

Uluslararas� �li�kiler Anabilim Dal�

Doktora Tezi

Avrupa Anayasal Düzeni Çerçevesinde Egemenlik Kavram�n�n �ncelenmesi

Gülçin Balamir Co�kun

2502010128

Tez Dan��man�

Prof. Dr. Rauf Versan

�stanbul 2007

TEZ ONAY SAYFASI

iii

ÖZ Avrupa Anayasal Düzeni Çerçevesinde Egemenlik Kavram�n�n �ncelenmesi

Gülçin Balamir CO�KUN

Avrupa Birli�i, antla�malarla kurulmu� olmas�na ra�men, zaman içinde kendi anayasal düzenini kurmu� ve yeni tür bir siyasi örgütlenme olarak kendini kabul ettirmi�tir. Öte yandan, 21. yüzy�la girerken tan�m�n�n belirsizli�ine ra�men küreselle�me, çe�itli yönleriyle a��rl���n� hissettirmeye ve yöneti�im anlay���n� de�i�tirmeye ba�lam��t�r. Tüm bu geli�im, siyaset biliminde modern devlete ba�l� olarak dü�ünülen birçok kavram�n tan�m�nda de�i�iklik yap�lmas�n� gerekli k�lm��t�r. Egemenlik kavram� da bunlardan biridir. Çal��man�n amac�, özelikle Avrupa Birli�i’nin geli�imiyle, klasik egemenlik tan�mlamalar�n�n anlam�n� kaybetti�ini göstermek ve yeni egemenlik tan�m� önermektir.

Egemenlik kavram�n�n anla��lmas� amac�yla öncelikle konuyla ilgili yaz�n

taramas� yap�lm�� ve bu yaz�n �����nda egemenlik kavram�n�n nas�l �ekillendi�i ve ne anlam ifade etti�i en aç�k �ekilde ortaya konulmaya çal���lm��t�r. Avrupa Topluluklar�n� kurmak ve geli�tirmek üzere imzalanan antla�malar, Avrupa Topluluklar� Adalet Mahkemesi’nin kararlar� ve çe�itli AB kurumlar�n�n raporlar�, egemenlik kavram�n�n Avrupa anayasal düzeninin olu�mas�yla sorgulan�r hale geli�ini kan�tlamak üzere birinci el kaynaklar olarak kullan�lm��t�r.

Çal��man�n ilk bölümü, klasik egemenlik kuram�n�n hangi �artlarda

geli�tirildi�ini, nas�l tan�mland���n� ve 20. yüzy�la gelindi�inde ne gibi özellikler gösterdi�ini anlamaya ayr�lm��t�r. Bu bölümde ayr�ca AB’nin geli�imini klasik egemenlik anlay��� çerçevesinde aç�klamaya devam eden ara�t�rmac�lar�n görü�lerine yer verilmi�tir. �kinci bölümde Avrupa anayasal düzeninin olu�umu ele al�nm��t�r. Bu anayasal düzenin geli�imiyle, klasik egemenlik anlay���n�n çeli�ti�i noktalar bu bölümde ortaya konulmu�tur. Ayr�ca ikinci bölümde AB’nin geli�imiyle iyice önce ç�kan federal devlete do�ru evrimle konusu tart���lm��t�r. Üçüncü bölümde Avrupa anayasal düzeninde iktidar ili�kilerinin anla��labilmesi için egemenli�in nas�l tan�mlanmas� gerekti�ine dair önerilere ayr�lm��t�r. Bu ba�lamda önerilen ‘uzla�� zemininde yetki bölü�ümüne dayanan egemenlik’ anlay��� ve temel özellikleri ayr�nt�l� incelenmi�tir.

iv

ABSTRACT An Analysis of The Sovereignty Concept Within the European Constitutional

Order

Gülçin Balamir CO�KUN

The European Union (EU), although its was founded by international treaties,

has constituted its constitutional order and has made jurists and political scientists accept it as a new polity. On the other hand, in the beginning of the 21st century, globalization has significantly changed governance principles. These developments have necessitated to change definition of some concepts defined by the state until this time. The sovereignty concept is one of them. The main aim of this study is to demonstrate that the classical definition of sovereignty has been eroded and to propose a new definition.

The literature review has been used to explain the emergence of the

sovereignty concept and its basic proprietaries. Treaties founding European communities, the jurisprudence of the European Court of Justice (ECJ) and reports prepared by diverse Community organs have been utilized to confirm the inability of the classical sovereignty definiton for understanding power relations in the European constitutional order.

The first part aims to analyze the emergence condition of sovereignt concept,

its definition and its properties in the twientieth century. The intergovernmantalist approaches are also studied in this part. The second part examines the formation of the European constitutional order espacially in the light of the ECJ jurisprudence. The contradictions between the European constitutional order and classical definition of sovereignty are made clear. Besides federalism debates are interpreted in this part. The propositions on how define sovereignty in the EU are examined in the third part. In this context, the approach of sovereigny based on competence sharing with consensus is explained in details.

v

ÖNSÖZ

Egemenlik kavram�, hukuk ve siyaset bilimi için en temel kavramlardan biri

olma özelli�ini uzun zaman korumu�tur. Ancak devletin kurucu unsurlar�ndan biri

olarak tan�mlanan egemenlik, son y�llarda ya�anan birçok geli�meyle sorgulan�r hale

gelmi�tir. Sorgulanman�n en belirgin olarak ortaya ç�kt��� yer ise Avrupa Birli�i

olmu�tur. Bu tezin amac�, Avrupa anayasal düzeninin geli�iminin klasik egemenlik

anlay��lar� ile çeli�en noktalar�n� göstermek ve karar alma merkezlerinin ço�ulla�t���

dünyada egemenli�in nas�l anla��lmas� gerekti�ine dair bir çerçeve geli�tirmektir.

Egemenlik kavram�n�n siyaset hayat�ndaki bu a��rl�kl� konumu tez konusu

belirlemede itici güç oldu�u gibi, ara�t�rmalar�n yap�lmas� a�amas�ndaki çal��malar�

ilginç k�lm��t�r. Ancak kavram�n kullan�lmaya ba�lad��� günden beri içinde

bar�nd�rd��� belirsizlikler kadar bu a��rl�kl� konum da tezin ilerlemesinde kar��la��lan

güçlüklerin ç�k�� noktas� olmu�tur. On yedinci yüzy�ldan bu yana, siyasi sorunlar

üzerine kalem oynatan dü�ünürlerin ço�u egemenlik konusunda yorumlar

yapm��lard�r. Üstelik egemenlik sadece siyaset bilimi de�il, hukuk ve zamanla

uluslararas� ili�kiler disiplinlerinde çal��anlar için de temel kavramlardan biridir.

Dolay�s�yla egemenlik kavram�n�n ne ifade etti�ini anlamaya çal��mak için, oldukça

geni� bir yaz�n� taramak gerekmi�tir. Ancak tezin hedefi Avrupa anayasal düzeninde

egemenlik kavram�n�n geli�imini anlamak oldu�undan, bu geni� yaz�n�n klasik

egemenlik anlay���ndaki en temel kabulleri sunacak �ekilde k�salt�larak sunulmu�tur.

Kar��la��lan bir di�er zorluk da, de�i�ik egemenlik tan�mlar�n�n Avrupa anayasal

düzeninin olu�mas�yla ortaya ç�kan yeni iktidar ili�kilerini adland�rmaya çal���rken

farkl� sonuçlara varmas�ndan kaynaklanm��t�r. Bu sorunlar�n çözümü, klasik

egemenlik anlay���ndan yola ç�karak en temel egemenlik tan�m� verilerek ve bu

tan�m�n kar��l��� Avrupa anayasal düzeninde aranarak bulunmu�tur.

Egemenlik ve yeni bir siyasi örgütlenme olarak kendini kabul ettiren AB

çerçevesinde ald��� �ekil üzerine çal��anlar�n say�s� son dönemde iyice artm��t�r. Bu

tezde dile getirilen önerilerin, kavram�n geçirdi�i dönü�ümün anla��lmas� için

yap�lan çal��malara küçük de olsa bir katk� sa�lamas� en samimi dile�imizdir.

vi

��NDEK�LER

TEZ ONAY SAYFASI ................................................................................................ ii

ÖZ ...............................................................................................................................iii

ABSTRACT................................................................................................................ iv

ÖNSÖZ ........................................................................................................................ v

��NDEK�LER ........................................................................................................... vi

KISALTMALAR ......................................................................................................... x

G�R�� ........................................................................................................................... 1

I. KLAS�K EGEMENL�K KURAMI VE AVRUPA B�RL��� .............................. 3

A. Klasik Egemenlik Kuram� Öncesi �ktidar Anlay��� ve Klasik Egemenlik

Kuram� ..................................................................................................................... 3

1. 16. Yüzy�ldan Önce Egemenlik Anlay���..................................................... 3

a. Roma �mparatorlu�u Dönemi .................................................................. 5

b. Feodalite Dönemi ..................................................................................... 7

2. Klasik Egemenlik Kuram�n�n Do�u�u ve Geli�imi.................................... 12

a. Bodin ve Les Six Livres de la République............................................. 14

a. Klasik Egemenlik Kuram�n�n Geli�imi: Kral Egemenli�inden Ulusal

Egemenli�e Geçi�........................................................................................... 25

B. Klasik Egemenlik Kuram�n�n S�n�rlan��� ....................................................... 35

1. Kuvvetler Ayr�l��� Kuram�......................................................................... 35

2. Hukuk Devleti ............................................................................................ 41

3. Uluslararas� Hukukun �kilemi .................................................................... 53

C. Klasik Egemenlik Kuram�n�n Avrupa Birli�i Çerçevesindeki Yans�malar� .. 70

1. Hükümetleraras� Bir Düzen Olarak AB – Uluslararas� �li�kiler

Kuramc�lar�n�n Görü�leri ................................................................................... 70

a. Hükümetleraras�c�l���n �lk Sesleri.......................................................... 71

b. Liberal Hükümetleraras�c�l�k ................................................................. 77

2. AB Anayasal Düzeninde Devlet Egemenli�inin Devam Etti�ini Savunan

Hukuksal Temelli Görü�ler ................................................................................ 85

a. AB Anayasal Düzeninin Özerkli�i Sorunu............................................ 85

vii

b. AB Bir Federal Devlet De�ildir ............................................................. 92

3. AB’nin Devlet Merkezli �ncelenmesine Yöneltilen Ele�tiriler.................. 98

Birinci Bölümün Sonucu...................................................................................... 103

II. AB’N�N GEL���M� VE FEDERAL�ZM TARTI�MALARI.......................... 105

A. Avrupa Anayasal Düzeninin Olu�umu – Geli�imi: Egemen Kim?.............. 105

1. AB Hukuku’nun Temel Doktrinlerinin Egemenlik Üzerine Etkileri....... 106

a. Do�rudan Etkililik ve Üstünlük Doktrinleri ........................................ 107

b. Topluluk’un Z�mni Yetkileri................................................................ 114

c. �nsan Haklar�n�n Geli�imi .................................................................... 115

2. ATAM’�n Bütünle�medeki Yeri .............................................................. 119

a. Hukuk Yoluyla Bütünle�me................................................................. 120

b. ‘Yarg�çlar Hükümeti’ Tart��malar� ...................................................... 123

B. Üye Devlet Egemenli�inin Sorgulanmas�n�n Neden Oldu�u Federalizm

Tart��malar� .......................................................................................................... 133

1. Avrupa Co�rafyas�’nda Federalizm Tart��malar�n�n Tarihsel Kaynaklar�

133

2. Konfederasyon / Federal Devlet Kutupla�mas�ndan Kurtulmak ............. 137

a. Üye Devlet: Konfederasyon Üyesi mi? Federe Devlet mi? ................. 138

b. ‘Federasyon’ Kuram� ve AB ................................................................ 144

3. Federalizm Tart��malar�n�n Somut Unsurlar�........................................... 151

a. Üstünlük Ve Do�rudan Etkililik Doktrinlerinin Uygulanmas� ............ 151

b. �kincillik �lkesi ..................................................................................... 154

(1) �kincillik �lkesinin Tarihsel Kökenleri ......................................... 154

(2) AB’de �kincillik �lkesinin Kaynaklar�.......................................... 158

(3) Maastricht Antla�mas�’nda ve Sonras�nda �kincillik �lkesi ......... 162

�kinci Bölümün Sonucu ....................................................................................... 171

III. ‘UZLA�I ZEM�N�NDE YETK� BÖLÜ�ÜMÜNE DAYANAN

EGEMENL�K’: AVRUPA B�RL���’NDEK� �KT�DAR �L��K�LER�N�

AÇIKLAMAK �Ç�N B�R ÖNER� ........................................................................... 173

A. Çok-Kademeli Anayasac�l�k ve Egemenli�e Yakla��mlar........................... 174

1. Modern Anayasac�l�k ve Avrupa Anayasal Düzeni ................................. 175

a. Devlet-merkezlilik ............................................................................... 175

viii

b. Anayasal Söylemin A��rl���................................................................. 177

c. De�erler Birli�i .................................................................................... 178

2. Çok-kademeli Anayasac�l���n Genel Çerçevesi ve Avrupa Birli�i.......... 180

a. Ulussonras� Bir Kavram Olarak Anayasa: Devletsiz Anayasal

Düzenlerin Kabulü ....................................................................................... 181

(1) Anayasal Söylem.......................................................................... 182

(2) Egemenlik �ddias� ........................................................................ 188

b. Kurallararas� Hiyerar�iden Çok Heterar�inin Kabulü .......................... 190

c. Yurtta�lar�n Çok Kimliklili�inin Kabulü ve ‘Anayasal Yurtseverlik’

Anlay��� ........................................................................................................ 195

B. Yasal Zemininin Siyasal Eksi�inin Tamamlanmas� �çin Öneri: Uzla��

Zemininde Yetki Bölü�ümüne Dayanan Egemenlik Fikri ................................... 197

1. Egemenli�in Sonu Tart��malar� ............................................................... 198

2. Egemenli�in �kili�i: Egemenli�in Somut / Soyut Yönü Ayr�m�.............. 205

a. Yetkiler Toplam� Olarak Egemenlik (Somut Yönü)............................ 206

(1) Yetki Bölü�ümünün Yol Göstericisi Olarak �kincillik �lkesi....... 206

(2) Çok-Kademeli Yöneti�im ve Yetkilerin Bölü�ümü ..................... 208

b. Egemenli�in sahibi olarak Avrupa halk� (soyut yönü) ........................ 218

(1) Hukuki Bir Statü Olarak Yurtta�l�k ............................................. 219

(2) Maastricht Antla�mas� Sonras�nda Yurtta�l�k Haklar�n�n

Uygulanmas� ............................................................................................ 226

(3) Aidiyet Olarak Yurtta�l�k ve Anayasal Yurtta�l�k Kavram� ........ 233

3. Uzla��y� Sa�lamaya Yard�mc� Çevresel ve Kurumsal Yap� .................... 238

a. Uzla��ya �ten Çevresel Etken Olarak Küreselle�me............................. 239

b. Avrupa Anayasal Düzenin Olu�mas� Ve Ulusal Aktörlerin Tepkileri. 245

(1) Uzla��n�n Sa�lanmas�nda Ulusal Mahkemelerin Rolü................. 247

(2) Uzla��n�n Sa�lanmas�nda Üye Devletlerin Siyasi Aktörlerinin

Etkisi .................................................................................................... 251

(3) Uzla��n�n Sa�lanmas�na Akademik Camian�n Katk�s� ................ 254

C. Taslak Avrupa Anayasas� ve Yeni Egemenlik Anlay���na Katk�s� .............. 256

1. Avrupa Anayasas�’n� Kuran Antla�ma’n�n Haz�rlan��� ve �çeri�i ........... 256

a. Avrupa’n�n Gelece�i Kurultay�............................................................ 257

ix

b. Taslak Anayasa’n�n Öngördü�ü De�i�iklikler..................................... 264

(1) Kurucu Antla�malar�n Sadele�tirilmesi........................................ 264

(2) Kurumsal de�i�iklikler ................................................................. 266

(3) Yetki Bölü�ümü ........................................................................... 273

2. Avrupa Anayasas�’na �li�kin Temel Tart��malar ..................................... 274

a. Anayasa m�? Antla�ma m�?.................................................................. 275

b. AB’de Demokrasi Eksi�i Sorunu......................................................... 281

c. Avrupa’n�n Bir Anayasaya �htiyac� Var M�? ....................................... 285

d. Taslak Anayasa’n�n Referandum Süreci Ve Egemenlik...................... 293

Üçüncü Bölümün Sonucu .................................................................................... 297

SONUÇ .................................................................................................................... 299

KAYNAKÇA........................................................................................................... 306

Makaleler ve Kitaplar: ......................................................................................... 306

Resmi Yay�nlar / Raporlar: .................................................................................. 324

Mahkeme Kararlar�: ............................................................................................. 327

x

KISALTMALAR AAET Avrupa Atom Enerjisi Toplulu�u AEAA Avrupa Ekonomi Alan� Antla�mas� AET Avrupa Ekonomik Toplulu�u A�HS Avrupa �nsan Haklar� Sözle�mesi AKÇT Avrupa Kömür ve Çelik Toplulu�u ASTB Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi ATA Avrupa Topluluklar� Antla�mas� ATAM Avrupa Topluluklar� Adalet Mahkemesi ATS Avrupa Tek Senedi AÜHFY Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yay�nlar� Bkz. Bak�n�z BM Birle�mi� Milletler Bull.Eur.Comm. Bulletin of the European Communities Çev. Çeviren CMLR Common Market Law Review CUP Cambridge University Press Haz. Yay�na haz�rlayan JCMS Journal of Common Market Studies LGDJ Librairie Générale de Droit et de Jurisprudence MEB Milli E�itim Bakanl��� OUP Oxford University Press PUF Presses universitaires de France QSJ? Que sais-je? Supp. Supplement UAD Uluslararas� Adalet Divan� USAD Uluslararas� Sürekli Adalet Divan� v.d. ve di�erleri YEL Yearbook of European Law

1

G�R��

Bir insan toplulu�unun, bir az�nl���n ya da bir ki�inin ald��� kararlara

uymas�n�n sebepleri ve �ekilleri her zaman için ilgi çekici bir konudur. Bu yüzden

iktidar ili�kilerinin tan�mlanmas� ve kurallar�n�n belirlenmesi, siyaset biliminin en

önemli inceleme alanlar�ndan biri olagelmi�tir. �lk ça�larda iktidar�n kayna�� kutsal

güçlere ba�lan�rken, zaman içinde bir dünyevile�me, göklerden yere ini�

gerçekle�mi�tir. Egemenlik kavram�, bu dünyevile�me sürecinin belirginle�ti�i bir

dönemde ortaya ç�km��t�r. Modern devletin olu�ma sürecinde, toplumsal ihtiyaçlar,

iktidar�n merkezile�mesi için zemin haz�rlam��t�r. Ayn� zamanda siyasal iktidar�n

sadece kutsal güçlerden yola ç�karak me�rula�t�r�lmas�n� da imkâns�z k�lm��t�r.

Mutlak kral egemenli�inden ulusal egemenli�e do�ru ya�anan de�i�im,

me�rula�t�rma kaynaklar�n�n dönü�üm sürecidir. Tüm bu süreçlerin sonucunda 20.

yüzy�la gelindi�inde ulusal egemenlik, siyaset biliminin en temel kavramlar�ndan biri

halini alm��t�r.

Ancak toplumlar, olduklar� gibi kalmamaktad�rlar; sürekli bir de�i�im /

dönü�üm içerisindedirler. 20. yüzy�l�n ikinci yar�s�ndan itibaren ya�anan teknolojik

geli�meler, bu dönü�üm sürecinin ivmesini artt�rm�� ya da en az�ndan

belirginle�mesine neden olmu�tur. �ktisadi, toplumsal ya da hukuki birçok

ara�t�rmada küreselle�me olgusuyla dile getirilen bu dönü�üm, siyasal sistemleri ister

istemez etkilemektedir. Uluslararas� sistemin en temel aktörleri olarak dü�ünülen

devletler, ba�at rollerini kaybetmeye ba�lam��lard�r. Kar��la�t�klar� sorunlar�n s�n�r

tan�maz niteli�i ve devlet kaynaklar�n�n birçok aç�dan yetersiz kalmas�, devletleri

i�birli�ine te�vik etmektedir. Bunun sonucunda geçen yüzy�l uluslararas� örgütlerin

say�ca artt��� ve yap�sal olarak güçlendi�i bir yüzy�l olmu�tur. Devletlerin kat�ld�klar�

uluslararas� örgütler kadar, devletd��� örgütlenmeler ve teknolojik imkânlar�

kullanarak güçlenen uluslararas� �irketler de uluslararas� arenada seslerini duyurmaya

ba�lam��lard�r. Öte yandan insan haklar�n�n geli�imi devletler aras�ndaki ili�kileri

etkiler hale gelmi�tir. Bu ba�lamda egemenlik kavram�n�n tan�m�n�n farkl�

dü�ünülmesi gereklili�i ortaya ç�km��t�r.

2

Ya�anan tüm bu geli�imlerin ötesinde Avrupa devletlerinin ellili y�llar�n

ba��nda giri�tikleri bölgesel i�birli�i, egemenlik kavram�na ili�kin soru i�aretlerinin

iyice belirginle�ti�i as�l zemini olu�turmaktad�r. Avrupa Topluluklar�, klasik

uluslararas� örgütler gibi, antla�malarla kurulmu� olmalar�na ra�men çok önemli bir

dönü�üm geçirmi�lerdir. Zaman içinde geçirdikleri dönü�üm ile bugün art�k sadece

bir uluslararas� örgüt olduklar�n� söylemek mümkün de�ildir. Bir anlamda, tezin

ilerleyen bölümlerinde ayr�nt�l� incelenece�i gibi, Avrupa kendi anayasal düzenini

olu�turmu�tur. Bu aç�dan, yeni bir tür siyasi örgütlenme olarak geli�en Avrupa

Topluluklar�’nda iktidar ili�kilerinin, bugüne kadar ta��nan egemenlik kuramlar�yla

anla��lmas� imkâns�z gözükmektedir. Bu yüzden, bu tezde, ele�tirel bir yakla��m

benimsenerek Avrupa anayasal düzeni çerçevesinde iktidar ili�kilerinin ald��� �ekil

anla��lmaya çal���lacakt�r. Bu tezin ilk amac�, yerle�ik egemenlik yakla��mlar�n�n

Avrupa anayasal düzenini aç�klamakta yetersiz kald���n� ortaya koymakt�r. Tezin

ikinci amac� ise; elli y�ll�k bir bütünle�me hareketinin sonucu olarak ortaya ç�kan

Avrupa anayasal düzeninde, iktidar ili�kilerinin anla��labilmesi için egemenlik

kavram�n�n nas�l bir anayasal ve siyasal zeminde, hangi özelliklerle beraber

dü�ünülmesi gerekti�ine dair önerilerin somutla�t�r�lmas�d�r.

Bu amaçlar�n bilimsel olarak yerine getirilebilmesi için bu alanda yap�lm��

çal��malardan oldu�u gibi, anayasal düzeninin olu�mas�nda öncü rol oynayan Avrupa

Topluluklar� Adalet Mahkemesi’nin kararlar�ndan da yararlan�lacakt�r. Ayr�ca

Avrupa Topluluklar�’n�n kurumlar� taraf�ndan haz�rlanan çe�itli raporlar, yapt�r�lan

anketler ve politikac�lar�n yapt�klar� baz� önemli konu�malar da birincil kaynak

olarak kullan�lacakt�r. Çal��ma üç bölüme ayr�lmaktad�r. �lk bölümde klasik

egemenlik kuram�n�n ortaya ç�k���, geli�imi ve Avrupa Birli�i’nin halen bu kuram

çerçevesinden bakarak incelemekten yana olanlar�n görü�lerine yer verilecektir.

�kinci bölüm ise, antla�malarla kurulan Avrupa Topluluklar�’n�n anayasal düzene

dönü�ümüne ve üye devletlerin egemenliklerinin sorgulanmas�n�n neden oldu�u

federalizm tart��malar�na ayr�lm��t�r. Üçüncü bölümde ise, özellikle Avrupa anayasal

düzeni çerçevesinde iktidar ili�kilerinin anla��labilmesi için, uzla��ya dayanan ve

yetki bölü�ümlerini öngören yeni bir egemenlik yakla��m�na dair önerilere yer

verilecektir.

3

I. KLAS�K EGEMENL�K KURAMI VE AVRUPA B�RL���

20. yüzy�l; uluslararas� hukukun, insan haklar�n�n ve devletler aras�

i�birli�inin geli�mesiyle bu döneme kadar yayg�n kabul egemenlik kuram�n�n

s�n�rland��� ve çe�itli aç�lardan sorgulanmaya ba�lad��� yüzy�ld�r. Ancak bu

s�n�rlanman�n ve sorgulanman�n anla��labilmesi için, öncelikli olarak klasik

egemenlik kuram�n�n ne oldu�unun ayr�nt�l� incelenmesi gerekmektedir. Bu iki alt

bölüm halinde yap�lacakt�r. Birinci alt bölümde kuram�n ortaya ç�k���ndan önceki

iktidar anlay��lar�na ve klasik egemenlik kuram�n�n do�u�una yer verilecektir. �kinci

alt bölümde, klasik egemenlik kuram�n�n s�n�rlan��� ele al�ncakt�r. Üçüncü alt bölüm

ise, 20. yüzy�la uzand��� �ekliyle klasik egemenlik kuram�n�n Avrupa Birli�i’nde

iktidar ili�kilerini çözümlemek için uygun olup olmad��� sorgulanacakt�r.

A. Klasik Egemenlik Kuram� Öncesi �ktidar Anlay��� ve Klasik Egemenlik Kuram�

Egemenlik teriminin ilk kez 13. yüzy�lda kullan�ld��� (Picot, 1948:97 ve

Marcel, 1996:9’dan al�nt�layan Chaltiel, 2000:28) san�lsa bile bu terime siyaset

bilimi literatüründe a��rl�kl� bir yer verilmesini sa�layan dü�ünür �üphesiz Bodin’dir.

Ancak bu kavram�n gözlemlenebilirli�ini bu dü�ünürlerin çal��malar�ndan ba�latmak

gönderme yapt��� olgunun anla��lmas�n� zorla�t�racakt�r. Bu yüzden anakronizm

tehlikesi de göz önünde bulundurularak terimin aç�kça kullan�lmas�ndan ve modern

devletin do�u�uyla ba�lant�land�r�lmas�ndan önceki dönemdeki iktidar ili�kileri de

k�saca incelenecektir. Bu sayede klasik egemenlik kuram�n�n mutlak ve

de�i�tirilemez oldu�u yolundaki san� da bir ölçüde da��t�labilir.

1. 16. Yüzy�ldan Önce Egemenlik Anlay���

Egemenlik, siyasal iktidar ili�kilerinin bir zaman diliminden itibaren özellikle

Avrupa k�tas�ndan ba�layarak ald��� �eklin adland�r�lmas� olarak dü�ünüldü�ünde, bu

4

tarihten önce iktidar ili�kilerinin nas�l oldu�unu anlamak, böyle bir adland�rmay�

hangi �artlar�n gerektirdi�ini de kavramay� kolayla�t�rabilir.

De Jouvenel, egemenlik ile ilgili çal��mas�n�n ilk bölümünü otorite kavram�na

ay�r�r (de Jouvenel, 1955: 27-113). Burada amaçlad���, topluluk olu�turarak

ya�amay� tercih eden insano�lunun neden bir ki�iye ya da bir gruba itaat etti�ini

anlamakt�r. Toplulu�un olu�mas�n� aç�klayan iki görü�e 1 de�indikten sonra

toplumlar�n, örnek olan ve yapt�klar�n�n sonuçlar�n�n iyi olaca��n� vaadeden bir

ki�inin öncülü�ünde kuruldu�unu belirtir2. Bu noktada de Jouvenel’e göre otorite

“di�erlerinin onay�n� sa�layan”d�r ya da bir ba�ka deyi�le “gönüllü beraberliklerin

etkin nedeni Otoritedir”(de Jouvenel, 1955:45). Kurulan topluluk içinde zamanla

yöneticiler ve yönetilenler aras�ndaki ayr��ma, iktidar ili�kilerinin de ortaya

ç�kmas�na neden olur. Ancak iktidar ile otorite aras�nda belirgin bir fark vard�r.

Otoritenin özgünlü�ü, sadece kendini isteyerek kabul edenler üstünde uygulan�yor

olmas�d�r. Oysa ki yöneticinin tebaas�n�n kendisine yeteri kadar güç sa�layan bir

k�sm� nezdinde otoriteye sahip olmas� di�erleri üzerinde iktidar kurabilmesi için

yeterlidir3.

Kurulan iktidar�n gücü ve örgütleni�i zaman içinde birçok evrim geçirmi�tir.

Modern devletin olu�mas� ve siyasal iktidar�n belirli özellikleri gösterdi�inde ald���

1 Modern devletin temeli olan gönüllü beraberlik fikri, “yurtta�lar�n yöneticilerine kar�� itaatlerinin içten gelen bir ödüne (tavize)” dayand��� modeli öngörür (de Jouvenel, 1955: 43). �kinci görü� olan dayat�lan hakimiyet modeli ise, toplumun temelini bir grubun kaba kuvvet kullanarak di�er insanlar� hakimiyeti alt�na almas�n�n olu�turdu�u fikrini öne sürer. Bu modellerin daha ayr�nt�l� aç�klamalar� ve de Jouvenel taraf�ndan getirilen ele�tiriler için bak�n�z (de Jouvenel, 1955: 41-45). 2 Alfred Pose ise, ilkel toplumlar üzerine çal��an Pryzluski gibi sosyologlar�n ve Bergson’un çal��malar� �����nda, ilk toplumlarda bireyin sadece bir görüntü oldu�unu ve klan�n ve di�er gruplar�n as�l gerçeklik oldu�unu belirtir. Rousseau ve Locke’un bireyin do�al durumlar�ndaki hallerine kar�� özlemli tasvirlerini ele�tirir (Pose, 1948: 11). 3 Bir az�nl���n bir toplulu�u yönetmesi olarak beliren siyasal iktidar ili�kisi dü�ünürleri de ço�u zaman �a�k�nl��a dü�ürmü�tür. Necker, ço�unlu�un siyasal iktidara itaati ile ilgili �öyle diyor: “Böyle bir boyun e�me dü�ünebilen insanlar� �a�k�nl��a dü�ürmeli. Çok büyük say�da insan�n az say�da ki�iye itaati yegane bir eylem, neredeyse gizemli bir fikirdir” (Necker’den al�nt�layan de Jouvenel, 1947:31). Rousseau ise, iktidar� elinde tutan usta bir monark ile ilgili �u benzetmeyi yapar: “K�y�da rahat rahat oturup bir gemiyi zahmetsizce çekiveren Arkhimedes bence, çal��ma odas�ndan geni� ülkelerini yöneten, kendisi k�p�rdamaz görünüp, her �eyi hareket ettiren usta bir monarka benzer” (Rousseau, 1993 (1762):84).

5

ismiyle egemenli�in4 onun ellerine teslim edili�i 16. yüzy�lda ba�lay�p 19. yüzy�la

uzanan bir süreçte gerçekle�mi�tir. Ancak iktidar�n merkezile�mesine ve hukukun bu

merkezden yay�lmas�na, 16. yüzy�ldan önceki dönemde de rastlanm��t�r. Fakat

iktidar�n merkezile�mesi ço�u zaman uzun ömürlü olamam�� ve iktidar�n daha küçük

birimlere yay�lmas�yla son bulmu�tur. Bu aç�dan dü�ünüldü�ünde, 16. yüzy�l öncesi

dönem iki ayr� paragrafta incelenebilir: Merkezi bir iktidar�n kendini kabul ettirme

çabas�n�n hâkim oldu�u Roma �mparatorlu�u dönemi ve iktidar�n da��ld��� ve tek bir

hukuk sisteminden uzakla��ld��� feodalite dönemi.

a. Roma �mparatorlu�u Dönemi

Roma �mparatorlu�u, yönetimi alt�ndaki topraklarda ayn� hukuk kurallar�n�n

geçerli olmas� ilkesini dayatt�kça, hukuk yaratma iktidar�n� elinde tutan siyasal bir

birlik halini ald�. Dönemin olaylar� ve yap�s� incelendi�inde modern devlet

anlam�nda bir devlet yap�s� oldu�unu iddia etmek zor olsa da bütün topraklarda

hâkimiyet kurmaya çal��an bir kamu gücünü tespit etmek mümkündür. Léon Duguit,

patrimonyal devleti inceledi�i bölüme Roma �mparatorlu�u’na gönderme yaparak

ba�lar ve birçok hukuki kavram gibi kamu gücü kavram�n�n da Romal�lar’�n icad�

oldu�unu belirtir. Egemenlik terimi kullan�lmasa da “bir üst yönetme hakk�,

kendisinden kendini dayatabilen ve bu sayede güç olabilen bir güç kavram� Roma

dü�üncesinde çok belirgin bir �ekilde vard�r” (Duguit, 1927: 595). Pierre Mesnard

da, “Bodin Roma Hukuku kuram�n� yeniden kurmaktad�r” diyerek bu tespite

kat�lmaktad�r (al�nt�layan Chaltiel, 2000:28).

Duguit kamu gücünü �u �ekilde aç�klar:

“Kamu gücü bir hakt�r; Roma halk� bu gücün sahibidir; fakat bu hak için ba�kas�n� vekil tayin edebilir. Bu hakk�, lex regia arac�l���yla prense verebilir. Kamu gücünün iki temel niteli�i vard�r: imperium ve potestas. K�saca, kamu gücü imperium olarak adland�r�labilir; halk lex regia arac�l���yla prensi vekil tayin etti�i imperium ve potestas’a sahiptir” (Duguit, 1927: 595).

4 Egemenlik ili�kisinin ay�r�c� özelliklerinden biri, sadece güç kullan�m� üzerine kurulmay�p, ayn� zamanda me�ruiyet sa�lamay� gerektirmesidir (Fleiner-Gerster, 1986: 189).

6

Bu ifadeden de ç�kar�labilece�i gibi, en az�ndan ilk ba�larda Roma

�mparatorlu�u’nda egemen olan halkt�r 5 . �ktidar�n ve otoritenin kayna��d�r ama

bunlar� imparatora teslim eder. Bu yüzden halk�n temsilcisi olarak imparatorun

kendisi devlettir (Ellul, 1992a: 454). Zaman içerisinde halk, halk meclisleri

arac�l���yla sahip oldu�u hakk� yitirir ve imparator, imperium ile potestas’�n hem

kullan�c�s� hem sahibi olur. �mparator, 3. yüzy�l�n sonlar�na do�ru, kamu gücü

hakk�na sahip olarak sadece kendi iradesine dayanarak yönetir hale gelmi�ti (Duguit,

1927: 596).

Kamu gücünün iki özelli�i olarak say�lan imperium ve potestas ifadelerini

aç�klamakta yarar vard�r. �lk terim, anlam olarak auctoritas’a yakla�maktad�r 6 .

Auctoritas’�n ilk anlam� sahip olmakken, ayn� zamanda otorite ve etki anlamlar�na

gelmektedir. Chaltiel’e göre, auctoritas ve soyut anlam�yla egemenlik kavramlar�

birbirlerine yak�n durmaktad�rlar. �kinci terim olan potestas ise, egemenli�in somut

yönüdür ve içinde iktidar dü�üncesini bar�nd�r�r. Dolay�s�yla klasik anlam�yla

egemenlik hem soyut hem de somut bir görünü�e sahiptir ki bu da, egemenli�in

ikili�i fikrini geli�tirmeye izin verir. Egemenli�in ikili�i, egemenli�in bölünebilir bir

somut yönünün ve bölünemez bir soyut yönünün olmas� anlam�na gelmektedir.

Egemenli�in bu �ekilde dü�ünülmesi, uygulamada yetki bölü�ümlerini

aç�klayabilmekte ve böylece baz� görev ve yetkilerin ulusüstü kurumlara devrini

anlayabilmek için daha ayd�nlat�c� olmaktad�r. Tarihi incelemeler, egemenli�in bu iki

yönünün birbirlerinden ayr� bir geçmi�e sahip oldu�unu ve ancak ulus-devlet

egemenli�i denilen olgunun gerçekle�mesiyle birbirlerinin içine girdikleri ve

kar��t�klar�n� gösteriyor. Bu ba�lamda, ulus-devletin a��lmas� ve baz� yetkilerin

ulusüstü makamlara devri, egemenli�in ikili alg�lan���na geri dönü� olarak

dü�ünülebilir (Chaltiel, 2000:29-30).

5 Rousseau, halk meclislerinin yap�s�n� inceledikten sonra “Yasalar yaln�zca comitia’da onaylan�r, yönetim görevlileri oralarda seçilirdi ancak. Curia, centuri ya da kola kay�tl� olmayan yurtta� bulunmad��� için, hiçbiri oyhakk�ndan yoksun b�rak�lmazd� ve Roma halk� hak bak�m�ndan oldu�u kadar gerçekten de egemendi” tespitinde bulunur (Rousseau, 1993(1762): 133). 6 Auctoritas kavram�n�n daha ayr�nt�l� incelemesi için bkz. Arendt, 1972:121-185.

7

Bat� Roma �mparatorlu�u’nun 476’da y�k�l���ndan sonra, iktidar�n

merkezile�me çabalar� ba�ar�ya ula�amam��t�r7. Roma uygarl��� varl���n� ve etkisini

6. yüzy�l�n sonlar�na kadar koruyabilmi� ve sürdürebilmi�tir. Ancak 7. yüzy�ldan

itibaren Güney ve Orta Avrupa ve Akdeniz havzas�nda Roma uygarl���n�n ekonomik,

kültürel ve hukuksal etkileri silinmeye ba�lam��t�r8. Bundan sonra Avrupa’da hâkim

olan görüntü, iktidar�n küçük birimlerde toplanmas� �eklinde olmu�tur. Bu da, o

dönem egemenli�in alg�lan���nda farkl�l�klar�n ortaya ç�kmas�na sebep olmu�tur.

Klasik egemenlik kuram�n�n do�u�una da zemin haz�rlayan feodalite döneminin

yap�s�n� iktidar ili�kileri ve bunlar�n alg�lan��� aç�s�ndan incelemek gerekir.

b. Feodalite Dönemi

Feodalitenin tüm kurumlar�yla a��rl���n� hissettirdi�i 9. ve 12. yüzy�l aras�

dönem siyasal aç�dan incelendi�inde, ilk göze çarpan özellik ili�kilerin sözle�meci

bir rejim çerçevesinde düzenleniyor olmas�d�r (Duguit, 1927:596). Toprak sahibi

olan derebeyi (senyör) ile fief sahibi olmak isteyen vasal aras�nda fief sözle�mesi

imzalan�r ve bu antla�ma sonucunda her iki taraf için de yerine getirilmesi zorunlu

görevler ve borçlar do�ard�. Vasall�k ili�kileri, daha güçlü ve zengin bir efendinin

korumas�na girme iste�ini9 yans�tmas�na ra�men, en ba��ndan itibaren a��rl�kl� olarak

ekonomik bir temele sahip oldular (Bloch, 2005:228). Vasal�n derebeyine kar��

feodal görevleri aras�nda, derebeyi aleyhine davran��larda bulunmama, y�l�n belirli

tarihlerinde derebeyinin �atosunda haz�r bulunma, mali ve askeri yükümlülükleri

7 8. yüzy�l�n ikinci yar�s�nda Karolenj hanedan� bir süre için ba�ar�l� olan, kapsay�c� ve yerel çevreyi a�an bir yönetim biçimini yeniden olu�turma çabas�na girdi. 768 y�l�ndan beri Franklar’�n kral� olan Büyük Karl’�n 800 y�l�n�n Noel günü Papa taraf�ndan Roma �mparatoru olarak taç giymesi bu çaban�n doru�a eri�ti�i dönemdir (Poggi, 2002:34). 8 Göze, bu geli�menin ba�l�ca nedeni olarak �slam egemenli�inin Do�u ile Bat� imparatorluklar�n� birbirlerinden koparmas�n� gösterir. Do�u ve Bat� Akdeniz sahillerine yay�lan �slam egemenli�i, Akdeniz yolunu Avrupa ülkelerine kapatm�� ve bunun sonucunda K�ta Avrupas�’n� do�unun uygarl�k merkezlerinin ve dolay�s�yla dünya ticaretinin d���na itmi�tir. Barbar istilalar� ile mücadele eden Güney ve Orta Avrupa, dünya ticareti ile ba�lar� da kopunca, yeni yap�lanmalara yönelmi�tir (Göze, 1993: 59). 9 Bloch, bir koruyucu arama iste�inin her devirde mevcut oldu�unu belittikten sonra, önemli olan�n bu koruma aray���n�n özgün hukuksal kurumlar�n kurulmas�n� sa�lamak oldu�unu belirtir. �üphesiz bu vasall�k ili�kilerinin hukuki bir çerçevede olu�mas�na katk�da bulunan unsur, Roma �mparatorlu�u’nun da��lmas�ndan sonra yerle�ik toplumsal kurumlar�n güvenli�i sa�layamamas�d�r (Bloch, 2005:210).

8

yerine getirme gibi eylemleri saymak mümkünken, vasal bir sald�r�ya u�rad���nda

yard�m etmek ve onu korumak, adaleti sa�lamak, vasal�n zarar�na olabilecek

davran��lardan kaç�nmak derebeyinin görevleri aras�ndayd� (Göze, 1993:64-65).

Sacramentum fidelatis 10 denilen yeminle ba�lay�c� nitelik kazanan fief

sözle�mesinin olu�turdu�u yap�yla ilgili, egemenlik konusunu da ilgilendiren

kar��l�kl� ba��ml� iki gözlem yap�labilir.

Bunlardan birincisi, toprak sahibi derebeyinin vasallar� ve serfleri üzerinde

siyasal iktidara da sahip olmas�yla ili�kilidir. Feodal düzende siyasal ve idari yetkiler

ki�ilerin mal varl���na dahil olan haklard�. Dolay�s�yla insanlar merkezi bir otoriteye

de�il, toprak sahibi derebeylerinin koyduklar� kurallara itaat ediyorlard�. Derebeyi

kural koyma hakk�n� imperium fikrine de�il, sözle�meye dayand�r�yordu (Duguit,

1927:596). Burdeau’ya göre, sözle�meye dayand�r�larak derebeyi ile halk aras�ndaki

iktidar ili�kileri, bir geçi� dönemine de i�aret eder. Feodal dönem, ki�iselle�tirilmi�

iktidar (pouvoir individualisé) ile kurumsalla�m�� iktidar (pouvoir

institutionnalisé) aras�nda kalan bir geçi� dönemidir. Ki�i bu dönemde henüz bir

fikre ya da kuruma itaat etme bilincine sahip de�ildi; ama ço�u zaman ölümü göze

alarak ve ölene kadar derebeyine itaat eder ve sad�k kal�rd� (Burdeau, 1949:253). Bu

yüzden denebilir ki her derebeyi, sözle�meleri arac�l���yla kurdu�u ili�kiler a�� içinde

iktidar sahibiydi. Bu yap� da, siyasal iktidar�n parçalanm��l���n� aç�klamaktad�r.

�kinci gözlem ise hukuk sistemi ile ilgilidir. Feodal sistemde kamu hukuku ile

özel hukuk de�erleri birbirine kar��m��t�. Topra��n sahibi ya da zilyedi olan ki�i o

toprakta ya�ayan insanlar üzerinde tam bir egemenli�e sahipti ve bu egemenlik

ki�inin ve ailenin özel malvarl�klar�n� da kapsamaktayd�. Ayr�ca merkezi bir devlette

devlet hizmeti olarak görülen yarg� yetkisi de derebeyin yetkileri aras�ndayd�. Herkes

kendi derebeyinin mahkemesinde yarg�lan�yordu (Göze, 1993:67). Hatta tek

10 Bloch, bu yemin törenini �u sözlerle anlatmaktad�r: “��te kar�� kar��ya iki adam. Biri hizmet etmek istiyor; di�eri de �ef olmay� kabul veya arzu ediyor. Birincisi ellerini kavu�turup, ikincisinin ellerinin aras�na koyuyor. Gayet aç�k bir tabiyet belirtisi olan bu hareketin anlam�, bazen bir diz çökmeyle peki�tirilirdi. Ellerini veren her kimse ayn� zamanda, kar��s�ndakinin “adam�” oldu�unu belirten çok k�sa birkaç söz ederdi. Daha sonra, �ef ve tabi’i a��zdan öpü�ürlerdi: Anla�ma ve dostluk simgesi olarak. Feodal ça��n tan�d��� en güçlü toplumsal ba�lardan birini olu�turan hareketler (…) i�te böyleydi” (Bloch, 2005:208).

9

yarg�lama makam� derebeylerin atad��� ki�iler de de�ildi. Kilise mahkemeleri,

derebeylerin yarg�lanmas� için olu�turulan e�itler mahkemesi ve �ehirliler için

kurulan belediye mahkemeleri de feodal dönemin yarg� düzeninin bir parças�yd�

(Chaltiel, 2000:35).

Burada yap�lan iki gözlemin kar��l�kl� ba��ml�l���n�n alt�n� bir kere daha

çizmek önemlidir. Siyasal iktidar�n farkl� ellerde toplanmas� uygulanan hukuk

sisteminde farkl�l�klara sebep olmu�, buna kar��n adalet anlay���ndaki ve

yarg�lamadaki farkl�l�klar iktidar�n da��lmas�n� peki�tirmi�tir. Roma �mparatorlu�u

döneminde hukuk, iktidar�n merkezile�mesini desteklerken, feodalite döneminde tam

tersi olmu�tur. Bu iki dönemde hukuk sistemlerinin üstlendikleri roller, asl�nda,

Avrupa Topluluklar� çerçevesinde hukukun, bütünle�menin itici gücü olarak

belirmesini de aç�klamaktad�r. Ulusal hukuk düzenlerinin Avrupa Birli�i içinde

uyumla�t�r�lmas�, Birlik ülkelerinde ya�ayan bireylerin ve varl���n� sürdüren kurum

ve kurulu�lar�n tek bir hukuk düzenine ba�lanmas�n� sa�lamaktad�r. Birlik

hukukunun ve kurumlar�n�n adalet ve güvenlik kayg�lar�na yan�t verebilmesi siyasal

birli�e do�ru giden yolu da açmaktad�r.

Feodalite dönemi, soylu s�n�f�n�n yükseldi�i ve kraliyet iktidar�na kar��

ba��ms�zl���n� ilan etti�i dönemdir (Göze, 1993: 65). 9. yüzy�l�n sonunda monar�i,

adalet ve bar�� i�levlerini yerine getiremez hale gelmi�ti. �ktidar art�k derebeylerinin

elindeydi ve kral, di�erlerine denk bir ‘egemen’den ibaretti 11 . Say�s�z yerel

çat��man�n yaratt��� güvensiz ortamda, daha çok askerle güvenli�i sa�layabilen

derebeyi iktidar olarak ortaya ç�k�yordu 12 . Kamu gücünü kullanmay� gerektiren

vergilendirme, para basma, güvenlik, yarg� gibi i�levler yukar�da belirtildi�i üzere

11 Duguit bu dönemde bile, imperium kavram�n�n tümüyle kaybolmad���n�; Almanya’da imparator ad�na, Fransa’da kral yarar�na alttan alta devam etti�ini belirtir. Monar�inin en güç durumda oldu�u dönemde bile, “kral, adalet yoluyla bar��� sa�lamakla görevlidir”. Bu görev, hakk� da getiriyordu. Zaman içinde bu hakk�n kullan�m�, Roma’dan kalan fikirler ile birle�erek tac�n hukukçular�n�n kurdu�u çerçeve içinde geli�ti ve mutlak monar�inin temellerini olu�turdu (Duguit, 1927:596). 12 Poggi, bu dönemde yönetimin dayanak noktas�n�n a�a�� do�ru oldu�unu ve geni� alanlarda merkezi yönetimin etkisizli�ini aç�klarken Georges Duby’nin Maconnais (günümüzde orta Fransa’n�n do�usunda bir bölge) üzerine yapt��� çal��maya gönderme yapar. Duby, çal��mas�nda Fransa kral�n�n bu bölgede hayal meyal alg�land���n� ve siyasal aç�dan etkinli�i olmayan bir �ahsiyet oldu�unu belirtir (Poggi, 2002:41).

10

derebeyleri taraf�ndan üstleniliyordu; kimi zaman devreye kral giriyor, kimi zaman

da kilisenin a��rl��� hissediliyordu. Bu yüzden dönemi inceleyen ara�t�rmac�lar,

egemenlik terimini; bazen kraldan ya da derebeyinden bahsederken, bazen de ademi

merkeziyetçi bir iktidar yap�s�n�n hakim oldu�u dönemde bu kavram�n uygunlu�unu

sorgularken kullanm��lard�r (Chaltiel, 2000:36). Tüm bunlar egemenlik kavram�n�n

asl�nda mutlak bir kavram olmad���na ve sadece bir dönem hukuk kuram� taraf�ndan

mutlak olarak tan�mland���na i�aret etmektedir. Bu yüzden Chaltiel’in de belirtti�i

gibi, önemli olan Avrupa Birli�i’nin, de�i�ik iktidar merkezlerinin uyumlu

çal��mas�n� sa�layarak, Avrupa yurtta�lar� için ortak iyiyi olu�turup

olu�turamayaca��d�r (Chaltiel, 2000:37).

Feodalite döneminde iktidar ili�kilerinden bahsederken, Carré de Malberg,

egemen s�fat�n�n “belli bir gücü ifade eden kar��la�t�rmal�” bir s�fat oldu�unu ve

egemenli�in klasik yakla��mla en üst ve ba�ka hiçbir kayna�a ba��ml� olmayan

iktidar anlam�na ancak mutlakiyet kuram� ile dönü�tü�ünü belirtir. Her derebeyi

kendi derebeyli�inde egemendir ancak derebeyinin tam bir ba��ms�zl��a sahip olmas�

nadiren rastlanan bir durumdur. Baz�lar�n�n di�erlerinden daha çok iktidara sahip

oldu�unu söylemek daha do�ru gözükmektedir (Chaltiel, 2000:37). Bu dönemde

egemen s�fat� en üst anlam�ndan çok, kar��la�t�rmal� bir anlamda kullan�lmakta ve bu

yüzden feodal toplumda birden çok egemene rastlanabilmektedir. Ancak Beaud,

Carré de Malberg taraf�ndan ileri sürülen feodal dönemde kar��la�t�rmal� bir

egemenlik anlay���n�n hakim oldu�u fikrine kar�� ç�kar ve egemenlik kelimesinin

kullan�lmaya ba�lad��� 13. yüzy�ldan itibaren üstünlük anlam� içerdi�ini belirtir

(Beaud, 1994: 38). Baronun ya da kral�n kendine verilen ve tan�nan hakimiyet

alan�nda ba�kas�ndan ba��ms�z olarak karar verme yetisine sahip oldu�u için egemen

oldu�unu ve kendinden ba�ka bir karar verme merkezi tan�mad��� için her zaman

üstünlük ifade etti�inin alt�n� çizer13. Egemen s�fat�n�n hem kral�n, hem baronlar�n

iktidar�n� anlatmak için kullan�ld��� bir dönemde muhtemel çat��ma sebebi oldu�u da

13 Beaud, Ortaça�’daki egemenlik kavram�n� inceledi�i bölümdeki aç�klamalar için özellikle Quaritsch’e gönderme yapar (Quaritsch, 1986).

11

do�rudur14. Bu çat��man�n merkezi iktidar�n lehine çözülmesi ancak modern devletin

tüm unsurlar�yla kendini kabul ettirmesiyle mümkün oldu (Beaud, 1994:39).

Quaritsch, egemenli�in Ortaça�’dan itibaren gönderme yapt��� ikinci bir

anlam�n daha alt�n� çizmektedir. Bu dönemden itibaren egemenlik sade bir iktidar

ili�kisinin s�n�rlar�n� a��p hukuki bir anla�mazl��� çözüme kavu�turma ‘yetki’sini

ifade eden ‘hukuki-teknik’ bir anlam da kazanmaktad�r (Quaritsch, 1986:33’den

al�nt�layan Beaud, 1994:39). Bu anlam�yla egemenlik, yarg�sal bir anla�mazl���

temyizi mümkün olmayan bir kararla sonuçland�rma yetisidir. Bu yeti, kral�n ya da

temsilcilerinin ya da 13. yüzy�ldan itibaren ‘egemen divan’ (Cours souverains)

adland�rmas�n� talep eden parlamentolar�n olabilirdi ama bu yeti, yarg�lama ile

s�n�rl�yd�. Yasaman�n iktidar ile ba�land�r�lmas� ve hukuki düzenin tek bir kaynaktan

sa�lanmas� ancak modern devletin egemenlik anlay���yla mümkün oldu15.

Öte yandan günümüzde egemenli�e ba�l� olarak dü�ünülen para basma, vergi

toplama, adalet sa�lama gibi yetkiler de feodal toplumda derebeylerin elinde olan

yetkilerdi. Bu da klasik egemenlik kuram�n�n mutlak bir �ekilde tek bir merkeze

ba�lad��� yetkilerin tarih içinde çe�itli iktidar merkezleri aras�nda bölü�ülebildi�ini

göstermektedir 16 . Dolay�s�yla modern devletin yetkileri aras�nda say�lan bu tip

eylemlerin Avrupa Birli�i çerçevesinde de de�i�ik iktidar merkezleri aras�nda

bölü�ülmesinin asl�nda bir ilk olmad��� tespit edilebilir. Bu tespit, egemenli�in somut

yönünün bölünebilirli�i hipotezini de do�rular gözükmektedir (Chaltiel, 2000:38).

Ancak merkezi iktidar�n güçlenmesi ve modern devletin olu�umu sürecinde,

egemenli�in soyut ve somut yönü, iktidar merkezleri ulus-devlet s�n�rlar�n� a��p bu

bölünmezli�i sorgulamaya ba�layana kadar, birle�mi� ve birbirinin içine geçmi�tir.

14 Beaud, 1470 tarihli bir �ngiliz belgesini Quaritsch’den al�nt�layarak bu muhtemel çat��may� örnekler. “I suppose that my legge lord the kynge bydde me do a thynge and my mayster or my soveraygn bydde me do the contrary”. Beaud’nun çal��mas�nda �ngilizce b�rakt��� bu metin, kral�n bir �eyin yap�lmas�n� isterken feodal beylerin tam tersini isteyebilece�i belirtilmektedir (Beaud, 1994:39). 15 Amerikal� tarihçi Giesey bu durumu �u sözlerle özetlemektedir: “The King as judge is medieval, the king as legislator is modern” (“Yarg�ç olarak kral Ortaça�l�d�r; yasa koyucu olarak kral ise moderndir”) (Beaud, 1994:44). 16 Ortaça�’�n anayasal düzeninin ademi merkeziyetçi bir hukuki düzen oldu�u ve bu düzenin birle�tirici gücü ancak modern devletin egemenlik anlay���yla kazand��� söylenebilir (Beaud, 1994:40).

12

16. yüzy�ldan itibaren iktidar�n tek bir merkezde toplanmas�, egemenli�in mutlak

alg�lan���na zemin haz�rlam��t�r.

2. Klasik Egemenlik Kuram�n�n Do�u�u ve Geli�imi

�ktidar�n merkezile�mesi ve egemenlik kuram�n�n do�u�u, feodal toplum

düzeninin içinde bulundu�u �artlara uyum sa�layamay�p gerilemesiyle e�zamanl� bir

geli�im gösterdi. Feodal toplumun sonunu haz�rlayan faktörler aras�nda özellikle ikisi

oldukça belirgindir. Bunlardan ilki, Kilise’nin feodal beylerin iktidar� kar��s�ndaki

duru�unun de�i�imidir. Bu de�i�imde, Kutsal Roma Germen �mparatoru ile Papa

aras�ndaki ili�kinin geçirdi�i de�i�imin de �üphesiz pay� vard�r. Öyle ki Ortaça�

boyunca �mparator ile Papa Avrupa co�rafyas� üzerinde üst iktidara sahip olmak için

yar��m��lard�r. Feodal toplumda da etkin ve öncelikli bir yere sahip olan Kilise, 11.

yüzy�ldan itibaren dünyevi iktidar�n kendisini s�n�rland�rmas�na kar�� ç�kmaya

ba�lad�. Papa Grégoire VII’nin 1075 y�l�nda yay�nlad��� Dictatus papae, Kilise’nin

egemen efendisi olan Papa’n�n krallar�n ve imparatorlar�n da �efi oldu�unu ilan

ediyordu (Ellul, 1992b:238-239). Ayn� dönemde Grégoire VII, kendi iktidar�n�

güçlendirmek ve �mparator’un en üst iktidar iddialar�n� zay�flatabilmek için,

�mparatorlu�u olu�turan krall�klar�n ço�ullu�unun alt�n� çiziyordu (Badie, 1999:40).

Bu süreçte, Kilise feodal beylere kar�� ba��ms�zl���n� gittikçe daha çok gündeme

getirmeye ba�lad� ve toplumun sosyo-politik yap�s� içinde sahip oldu�u yer sayesinde

bu ba��ms�zl�k iste�i yerel dünyevi iktidarlar�n zay�flamas�na sebep oldu (Chaltiel,

2000: 40)17.

Feodalitenin öngördü�ü toplumsal yap�da çatlaklar olu�turan ikinci unsur ise

kentlerin geli�imidir 18 . Ticaretin ve el zanaatlar�n�n geli�imiyle kentlerin ve

kentlerdeki yeni örgütlenmelerin toplumsal hayattaki a��rl��� artm��t�r. Kent

nüfusunun refah düzeyini artt�rmay� hedefleyen yeni örgütlenmeler aras�nda özellikle 17 Badie, bu dönemi anlat�rken, karma��k bir diplomasi a�� olu�tu�unu belirtir. �mparator ile Papa aras�ndaki iktidar mücadelesinde, üçüncü gruplara destek vermek, onlar�n iktidar�n� tan�mak kar��dakini zay�flatmak için kullan�lan bir silah halini alm��t�. Bu karma��k ili�kiler a�� içerisinde de yava� yava� güçlenen krallar olmu�tu (Badie, 1999:40). 18 Daha ayr�nt�l� bir aç�klama için bkz. Poggi, 2002:53-77; Pirene, 1994.

13

savunma amaçl� olanlar, iktidar ili�kilerinin de�i�mesinde önemli rol oynam��t�r

(Ellul, 1993b:207). Feodal beylerin, kentlerin kendi içlerinde kurduklar� yeni düzenin

d���nda kalmalar� ya da müdahalelerinin s�n�rl� kalmas�, siyasal iktidarlar�n� da

s�n�rlamaya ba�lam��t�r. Kentlerin kendi ya�amlar�n� kendi ba�lar�na sürdürebilmeleri,

düzeni ve refah� sa�layabilmeleri, gerekli kurallar� belirleyerek bu kurallara

uyulmas�n� sa�layabilmeleri, feodal güçlerin gerilemesindeki ve burjuva s�n�f�n�n

do�mas�ndaki önemli bir a�amad�r 19 . Kentlerin ve ticaret hayat�n�n gereklerinin

kendi s�n�rlar�n� a�maya ba�lad��� noktada merkezi iktidarlar�n güçlenmesine de

yard�m ettiklerini hat�rlatmakta yarar vard�r. Dolay�s�yla kentlerin ilk a�amada feodal

güçler kar��s�nda özerklik kazanarak ve sonras�nda da daha büyük ölçekli ve merkezi

bir yap�lanmaya olan ihtiyac� vurgulayarak feodal düzenden modern devlet düzenine

geçi�i haz�rlad�klar� söylenebilir.

Merkezi iktidar�n mutlak monar�iler çat�s� alt�nda güçlendi�i dönemde iktidar

ili�kileri egemenlik kuram� çerçevesinde dü�ünülmeye ba�lad�. Kral daha önceleri

sadece primus inter pares (e�itler aras�nda birinci) olarak görülürken gittikçe üst

iktidar� elinde toplar hale geldi. Mutlak monar�ilerin ulus-devletlerin olu�um

sürecine bir anlamda zemin haz�rlamas� ve ard�ndan modern devletin olu�mas�yla da

egemenlik, devlet kuram�n�n ayr�lmaz bir parças� halini ald�. Bu bölümde klasik

egemenlik kuram�n�n, bu do�u� sürecindeki özellikleri oldu�u kadar zaman içindeki

evrimi de ele al�nacakt�r. Ancak klasik egemenlik kuram� olarak adland�r�lan

yakla��mlar�n temel ay�r�c� özelli�i; önceleri mutlak monar�ilerin, daha sonralar�

ulus-devletlerin yetkili kurumlar�n�n en üst iktidara sahip ve dolay�s�yla egemen

olduklar� temelinden yola ç�kmalar�d�r. Bu anlamda klasik egemenlik kuram� alt�nda

ele al�nan yakla��mlarda egemenlik birdir ve bölünemez. Feodal dönemin özelli�i

olarak yukar�da belirtilen egemenli�in soyut ve somut yönlerinin ayr��t�r�lmas�na bu

yeni dönemde son verilmi� ve egemenli�i elinde tutan�n her �eyiyle ona sahip oldu�u

vurgulanm��t�r.

19 Ancak Avrupa genelinde kentlerin e�zamanl� geli�iminden bahsetmek mümkün de�ildir. Kuzey �talya ve Belçika’da kentsel geli�imin ilk belirtileri 10. yüzy�lda görülmeye ba�lan�rken Avrupa’n�n do�u kesimleri 15.-16.yüzy�la kadar feodal niteli�ini koruyan bir görünüm sergiliyordu (Akal, 2003:69).

14

Klasik egemenlik kuram�n�n ortaya ç�k���n�n hangi toplumsal de�i�imlere

ba�l� oldu�una giri� mahiyetinde de�inildikten sonra, kuram�n kurucusu olarak

Bodin ve önemli eseri Les six livres de la République (Cumhuriyet’in Alt� Kitab�)

incelenecektir. Bodin’in eserine ayr� bir yer verilmesinin nedeni, egemenlik ile ilgili

kulland��� s�fatlar�n günümüz tart��malar�nda hâlâ önemli yer tutmas�d�r. Ard�ndan

kuram�n geçirdi�i evrim incelenirken, tarihsel bir metot uygulanmadan, temel

de�i�imler ve tart��malara yer verilecektir; çünkü yap�lmakta olan ara�t�rman�n

çerçevesinde esas amaç, 20.yüzy�l sonunda kuram�n ald��� �ekli ve bu kuram�n

Avrupa Birli�i ile ilgili geli�meleri nas�l aç�klad���n� anlayabilmektir.

a. Bodin ve Les Six Livres de la République

Egemenlik kavram�n�n baz� unsurlar� Ortaça� dü�üncesinde kendini

göstermektedir, ama modern anlam�yla egemenli�i sistemli bir �ekilde ele alan ve

siyaset biliminin temel ta�� haline getiren 1576’da yay�nlad��� Les six livres de la

République20 ile Jean Bodin (1529-1596) oldu. Egemenlik kuram�n� incelemeye

ba�lamadan önce Bodin’in hayat�yla ilgili birkaç tespit yapmakta yarar vard�r21 ;

çünkü Bodin’in içinde bulundu�u siyasal ortam ve bu ortamda üstlendi�i görevler,

verdi�i eserleri ve geli�tirdi�i kuram� do�rudan etkilemi�tir.

Jean Bodin d’Angers, Toulouse Üniversitesi’nde 22 ald��� hukuk e�itimini

tamamlad�ktan sonra bir süre devam etti�i akademik çal��malar�n� 1561’de b�rakarak

“egemen divan” Paris Parlamentosu’nda avukatl�k yapmaya ba�lad�. Bu andan

itibaren somut olarak kar��s�na gelen hukuki sorunlar üzerine dü�ünme f�rsat� buldu.

Kuramsal bilgilerini önüne gelen davalarda Fransa kamu düzeninin korunmas�n�

sa�layacak yönde kulland�. Öte yandan, Bodin, egemenli�in do�as�yla henüz

üniversitede ö�renciyken ilgilenmi�ti (Franklin, 1993:42-43).1550’lerde yazd���

20 Bundan sonra République olarak an�lacakt�r. 21 Bodin’in hayat� ile ilgili bilgiler için bak�n�z Goyard-Fabre, 2003:142-148 ve Beaud, 1994:48-50. 22 O dönemde Toulouse Üniversitesi’nde Alciat, du Moulin ve Cujas gibi önemli hukukçular özellikle Roma Hukuku’na dayanan sa�lam bir e�itim veriyorlard�. Bodin, akademik çal��malar�na devam etti�i dönemde, ald��� e�itimin etkisiyle, Rönesans’�n parlak hümanist hukukçular� aras�nda görülüyordu (Beaud, 1994:48).

15

Methodus ad facilem historiarum cognitionem23 (La méthode pour faciliter la

connaissance de l’histoire-Tarih Bilgisinin Kolayla�t�rmak �çin Yöntem)’de

yap�lan göndermeler ile içeri�i hakk�nda bilgi sahibi olunan De imperio et

jurisdictione (Du pouvoir et jurisdiction – Yarg� ve �ktidar Üzerine) ba�l�kl�

monografisinde yarg�çlar�n sahip olamayaca�� hükümet etme yetkilerinin ne oldu�u

üzerinde dü�ündü�ü san�lmaktad�r 24 . Bodin; Aristo’nun, Romal� hukukçular�n

(juriconsultes) ve Ortaça� dü�ünürlerinin de cumhuriyeti ayakta tutan bir ‘üst

gücün’ (supremitas) varl���n� kabul ettiklerinin bilincindedir. Ama Bodin’e göre bu

dü�ünürlerin hiçbiri egemenli�in tan�m�n� vermeye çal��mam��lard�r; oysa ki bu,

cumhuriyetin sa�lam temellere oturtulabilmesi için en önemli unsurlardan biridir

(Goyard-Fabre, 1999:23).

Yay�nlanan ilk çal��mas� 1566’da Methodus oldu. Methodus’da

kar��la�t�rmaya dayanan bir yöntem benimsedi (Goyard-Fabre, 1989:65; Franklin,

1963:66’dan al�nt�layan Beaud, 1994:48) ve mutlak bir egemenlikten bahsetmeden

genel bir iktidar kuram� geli�tirmeye çal��t�25 . Bu eserinde temel kayg�s�, çe�itli

yönetim �ekillerinde egemenli�in nerede topland���n�n ve do�as�n�n ne oldu�unun

kar��la�t�rmal� �ekilde tespit edilmesi ve bu �ekilde egemenli�in tan�m�n�n

yap�lmas�yd�. Bu kar��la�t�rmal� incelemenin en önemli sonuçlar�ndan biri,

egemenli�in bölünmez oldu�una dair sundu�u önermeyi ilk kez burada ortaya

koymas�d�r (Franklin, 1993:45). Frans�z dü�ünür, tarihi incelemelerinin sonucunda

uygulanan ve etkin bir karma anayasa düzeni olmad��� ve egemenli�in ya halkta, ya

bir mecliste ya da prenste topland��� tespitini yapar26. Bundan sonra Bodin, Frans�z

monar�isinin içinde bulundu�u durumu de�erlendirirken kral�n egemen oldu�unu

belirtir. Fakat egemen kral�n eylemlerinin ve ç�kard��� yasalar�n herhangi bir s�n�ra

tabi olup olmad��� sorusunu yan�tlamak konusunda çok belirgin bir tav�r benimsemez.

23 Bundan sonra Methodus olarak an�lacakt�r. 24 Kaleme ald��� bu monografi hiç yay�nlanmam�� ve kendi iste�i üzerine ölümünden sonra yak�lm��t�r. Ba�l���ndan ve Methodus’da bu esere yap�lan göndermelerden yola ç�karak monografinin ‘yüksek devlet görevlileri hukuku’ (le droit des magistratures) üzerine oldu�u dü�ünülmektedir (Franklin, 1993:42-43). 25 Methodus ile ilgili bilgiler özellikle Franklin (1993:39-66)’den aktar�lm��t�r. 26Bodin, Methodus’da Polybe’in çal��malar�nda karma anayasadan bahsetti�ini ama Roma devletinin hiçbir döneminde gerçek anlamda bir karma anayasa olmad���n� belirtir ve hatta bunun delice bir fikir oldu�unu belirtir (Franklin, 1993:57).

16

Methodus’da ilk ba�ta, egemenin herhangi bir kanunla s�n�rl� olmas� fikrini do�ru

bulmad���n� ileri sürse de kral�n bir yasay� de�i�tirirken halk�n da onay�na sahip

olmas� gerekti�ini savunur. Bu anlamda 1566’da Bodin’in egemenlik dü�üncesi

s�n�rl� Frans�z monar�isinin anayasal gelene�ine ba�l� kalmaktad�r (Franklin,

1993:61-63). Ancak 1572’de ya�anan Saint-Barthélémy katliam� iktidar ile ilgili

görü�lerini daha belirginle�tirmesine neden olur. Bu görü�lerini de République adl�

eserinde dile getirir. Fransa Krall���’n�n düzenini sarsan dini sorunlar ve monar�inin

çözüm üretmede yetersiz kal��� bu eserin arka plan�nda yatan unsurlard�r.

Beaud (1994), Quaritsch (1986) ve Franklin (1993), iki ça��n dönemecinde

yer alan bir dü�ünür olarak Bodin’in on y�l arayla yazd��� iki eserin aras�nda önemli

bir fark oldu�unu ileri sürerler 27 . Onlara göre, Bodin’in cumhuriyetin kamusal

düzeninin sa�lanabilmesinin ve korunabilmesinin ancak merkezi siyasal otoritenin

güçlendirilmesine olan inanc� on y�l içinde Fransa’da ya�anan olaylarla28 güçlendi.

Frnas�z dü�ünür, ikinci eseriyle, devletöncesi kamu hukuku düzeninden devlete

dayanan kamu düzenine geçi�e tan�kl�k etti. Bir anlamda Bodin, République’de

geli�tirdi�i egemenlik kuram� ile devlet cisimle�meden ona ruhunu vererek onu

ölümsüzlü�e kavu�turdu (Akal, 2003:16). Ayr�ca tam bir Frans�z hukukçusu29 olarak

içinde bulundu�u olaylar�n pratik çözümlerini üretirken kuramsal çerçeveyle

desteklemeyi de çok iyi ba�ard���n� bu eseriyle iyice kan�tlar. Onun için Fransa’n�n

27 Franklin’e göre, Bodin bu on y�l içerisinde çevresinde gözlemledi�i olaylar�n etkisiyle, Ortaça� anayasac�l���yla olan ba��n� koparm�� ve daha mutlakiyetçi bir hükümet türüne do�ru yönelmi�tir. Franklin, özellikle Saint-Barthélémy Katliam�’n�n etkisiyle Bodin’in dü�üncesinde “ani ve dramatik bir de�i�im” ya�and���n� ve mutlak egemenlik kuram�n� in�a etti�ini i�aret etmektedir (Franklin, 1993:67). Buna kar��n Goyard-Fabre (1989) ve Barrett-Krigel (1989) iki eserin ayn� nitelikte oldu�unu ileri sürerler. 28 Engster ise, Bodin’in ya�ad��� olaylar�n �üphesiz önemli oldu�unu fakat Bodin’in egemenlik kuram�n� fazlas�yla düzensiz ve yozla�m�� bir dünyada, en alt seviyede de olsa politikan�n evrensel ve dokunulmaz de�erlerinin korunabilmesi için önerdi�ini öne sürer. Methodus ad facilem historiarum cognitionem adl� eserinde Bodin, farkl� halklar�n yasalar�n� kar��la�t�rmak suretiyle kutsal ve do�al haklar� koruyan ‘en iyi hukuk düzenini’ bulmaya çal���r ve egemenin de yasal çerçeveye uymak zorunda oldu�u anayasal monar�iyi en iyi hukuk düzeni olarak tespit eder. République’i kaleme ald���nda ise, tarihe ve hukuka kar�� daha ku�kucu bakmaya ba�lar ve hukuk düzenlerinin toplumlara göre çok de�i�ti�ini belirtir. Bu yüzden evrensel haklar sa�lama görevini ‘egemen hukuk yap�c�ya’ devreder. Egemen, do�al ve kutsal hukukun gereklerini göz önünde bulundurarak, kendi pozitif kanunlar� ile düzeni ve istikrar� sa�lamaktan sorumludur (Engster, 1996:470-471). 29 “Bir �ngiliz hukukçusuna k�yasla, Frans�z hukukçusu mant�kl� ve ak�lc�d�r. Alman hukukçusuna k�yasla ise, pragmatik ve sistemlere kar�� güvensizdir” (Schmitt, 1990:186’dan al�nt�layan Beaud, 1994:50).

17

içinde bulundu�u karma�aya çözüm bulmak birincil kayg�d�r, ama bu çözümün

kuramsal çerçevesini de oturtmak onun görev olarak belledi�i bir zorunluluktur. Tüm

bu kayg�lar, Bodin’in, üzerinde hâlâ konu�ulmaya devam edilen ve devlet kuram�

denildi�inde mutlaka gönderme yap�lan egemenlik kuram�n� olu�turmaya itmi�tir.

Bodin’in hayat�na, hukukçu olarak duru�una ve République’den önceki

eserlerine k�saca göz att�ktan sonra geli�tirdi�i egemenlik kuram�n� biraz daha

ayr�nt�l� incelemekte yarar vard�r. Bodin’in egemenlik kuram�, kayna��n� Ortaça�

Roma Hukuku’ndan al�r (Beaud, 1994:59). Hukuki olarak egemenlik Prens’in ‘sivil

kanunlar�n üstünde’ oldu�u yani bunlarla s�n�rl� olmad��� anlam�na gelir. Bu anlamda

Bodin’in egemen ile kanunlar aras�ndaki ili�kiyi yorumlamas� Ortaça�’da Papa’n�n

hâkimiyetini kan�tlamak için kilise kuramc�lar�n�n benimsedikleri yakla��ma 30

benzemektedir ve hatta Bodin Roma Hukuku’ndan oldu�u kadar bu kuramc�lar�n

metinlerinden de etkilenir. Ona göre egemen, toplumu yönetecek kanunlar�n

belirlenmesinde ve bunlar�n uygulan���na ili�kin kurallar�n seçiminde özgürdür31.

Dolay�s�yla Bodin’in egemenlik kuram�n�n temelinde la loy (kanun)

yapabilme yetisi yatmaktad�r. Bodin’e göre kanun, egemenin kendi ba��na kurallar

koyabilme iradesine sahip olmas� fikrine dayan�r; onun iste�ini yans�t�r. Ayr�ca her

�ey egemenin iradesine ba�l� oldu�u için kendini s�n�rlayacak kanunlar koymas� da

mümkün de�ildir, ancak egemenin bu kanun koyma hakk� s�n�rs�z de�ildir32. Do�a

kanunlar�n�n ve temel yasalar�n getirdi�i s�n�rlamalar�, egemenli�inin ebediyetini

sa�lamak üzere, kendi iste�iyle dikkate alan egemen “(…) t�pk� gemi kaptan�n�n,

gerekti�inde istedi�i yöne çevirebilmesi için dümeni elinde tutma kural� gibi” (Bodin,

1986(1576):142’den al�nt�layan Goyard-Fabre, 2003:144), her zaman yasa yapma ve

30 Papa kanunlar� iptal edebilir, bunlara uymayabilir, yenilerini koyabilir ve imtiyazlar verebilir (Beaud, 1994:60). 31 “Egemen olanlar, hiçbir �ekilde di�erlerinin yönetimine tabi de�illerdir ve tebaalar� için kanunlar koyabilirler ve yenilerini yapmak üzere yarars�z kanunlar� kald�rabilir ya da de�i�tirebilirler” (Bodin, 1986 (1576):191’den al�nt�layan Chaltiel, 2000:45). 32 Egemenin kanun koyma ile ilgili s�n�rlamalar�na egemenli�in devredilemezli�ine ba�l� olarak ileride k�saca de�inilecektir. Ayr�ca bak�n�z Franklin (1993:Bölüm 8).

18

kald�rma hakk�n� elinde tutar. Bodin’in, egemenli�in belirtileri olarak sayd��� tüm

özellikler de bu haktan türevlenir33.

Beaud, Bodin’in egemenlik ile kanunlar aras�nda kurdu�u ili�kiyi

inceledikten sonra, hukuk felsefesi yönünden bu ili�kinin hukuki iradecili�in ve

pozitif hukukun zaferi oldu�unu belirtir. Kanunlar, art�k dayana��n� yap�c�s�n�n

iradesinden al�r; kendisinden önceki veya kendisini a�an bir düzenden kaynaklanmak

zorunda de�ildir. Egemen kurum veya kurumlar�n kararlar� vas�tas�yla geçerli hukuk

kurallar� belirlenir ve gene kurum veya kurumlar taraf�ndan gerekli oldu�unda

de�i�tirilir. Önemli olan geçerli hukuk düzeninin toplumun geli�imine ve de�i�imine

ayak uydurup uyduramad���d�r (Beaud, 1994:60-61).

Öte yandan hukuk düzeninin toplumun geli�imine ba�l� de�i�im

gösterebilmesi bir anlamda dünyevile�mesine de ba�l�d�r. Bu yüzdendir ki, klasik

egemenlik kuram�n�n Bodin taraf�ndan temellerinin at�ld��� bu dönemde, dünyevi

iktidar ile kilise iktidar�n�n siyasal alandaki kar��l�kl� görece durumlar�n� anlamak,

egemenlik kuram�n�n ne gibi de�i�iklikler geçirdi�ini görmek için oldukça önemlidir.

Bu aç�dan bak�ld���nda, Avrupa co�rafyas�nda Ortaça�, kilisenin her alanda söz

sahibi olmay� talep etti�i, dolay�s�yla siyasal iktidar�n da kendisine ba�l� olmas� için

çal��t��� bir dönemdi. �lk bak��ta kilise ile prens aras�nda, alana göre bir yetki

payla��m� var gibi gözükse de, dünyevi iktidar�n me�ruiyet kayna�� olan kutsal gücün

temsilcisinin kilise olmas� bu kuruma güç kazand�rmaktayd�34. Ortaça�’da Papa ile

�mparator aras�ndaki ili�ki, Paulus’un “�ktidar yaln�zca Tanr�’dan gelir ve

33 “Egemenli�in tüm haklar�, nitelikleri ve özellikleri bu ayn� yasa koyma ve kald�rma gücüyle anla��l�r: öyle ki gerçek anlamda egemenli�in tek i�aretinin bu oldu�u söylenebilir çünkü tüm öteki haklar bunun içindedir: sava� ilan etmek ya da bar�� yapmak gibi; yüksek devlet görevlileriyle ilgili son yarg� kararlar�n� vermek, önemli askerleri göreve getirmek ya da görevden almak; uyruklara çe�itli yükümlülükler yüklemek ya da onlar� bu gibi �eylerden ba����k tutmak; af ç�karmak ya da yasalar� yumu�atmak; ünvanlar� yükseltmek ya da dü�ürmek, paralar�n de�erlerini belirlemek; uyruklara her ko�ulda ve durumda sadakat yeminleri ettirmek” (Bodin, 1986(1576):223’den al�nt�layan Goyard-Fabre, 2003:144). 34 Thomas d’Aquin kilise ile dünyevi iktidar aras�ndaki ili�kiyi �öyle aç�kl�yordu: “Dinsel güç ile dünyevi gücün her ikisi de kutsal güçten kaynaklan�r. Bu yüzden dünyevi güç, Tanr� onu oraya koydu�undan, dinselin alt�ndad�r; yani ruhun selametini ilgilendiren her konuda, dünyeviden çok dinsel güce itaat etmekte yarar vard�r” (al�nt�l�yan Beaud, 1994:64).

19

iktidardakiler Tanr� taraf�ndan atanm��lard�r” ifadesinin çizdi�i çerçeve içinde

�ekilleniyordu (Akal, 2003:71).

Oysa, egemenlik kuram�n�n öngördü�ü sistemde, dünyevi iktidar�n hiçbir

�ekilde s�n�rlanmas� mümkün de�ildi. Yukar�da da belirtildi�i gibi egemen, kural

koyma yetkisine sahipti ve bu kurallar�n belirlenmesinde hiçbir üst otoriteye tabi

de�ildi. Ayr�ca Bodin’e göre, ya�am�nda tan�k oldu�u din sava�lar�n�n aç�kça

gösterdi�i gibi, siyasal alana ili�kin kurallar�n dinî otorite taraf�ndan �ekillendirilmesi

farkl� mezhep mensuplar�n�n bir arada ya�amas�n� zorla�t�rmaktan ba�ka bir i�e

yaram�yordu. Dünyevi iktidar sahiplerinin, kilisenin yönlendirmesiyle, farkl�

mezhepten ki�iler üzerinde bask� kurmas� ise toplumdaki anar�iyi artt�r�yordu. Do�ru

dinin aray���na dü�mek toplumda büyük kötülüklere sebep olabiliyordu; bu yüzden

en do�rusu devletin din kar��s�nda tarafs�z durmas�yd�35. Devlet, egemen s�fat�yla,

dinsel otoritenin s�n�rlar�n� belirleyebilir ve herhangi bir dinî görü�ün topluma

dayat�lmas�na engel olabilirdi. Bu aç�dan bak�ld���nda, devletin egemenli�i Bodin

taraf�ndan dinî bölünmelerin önünü kesecek bir araç olarak dü�ünülmü�tü (Quaritsch,

1986:288’den al�nt�layan Beaud, 1994:68).

Kilisenin etkisinden ve s�n�rlamalar�ndan kurtulan, özellikle kanun yaratma

hakk�na dayanan ve Bodin’in kuram�yla iyice tart��maya aç�lan egemenli�in,

geçmi�te iktidar ili�kilerini anlamaya yönelik yakla��mlarla k�yasland���nda ba�ka

ay�r�c� s�fatlar� da vard�r. Frans�z dü�ünürün, De la souveraineté (Egemenli�e Dair)

ba�l�kl� bölümün (Kitap I, Bölüm VIII) giri� cümlesinde belirtti�i gibi “egemenlik,

bir cumhuriyetin mutlak ve ebedi gücü” olarak tan�mlanabilir (Bodin,

1986(1576):122). Egemenlik zamana ba�l� de�ildir, yani bir süreklilik unsurunu

içinde bar�nd�r�r. Egemenlik bölünmez ve devredilemez. Mutlak güç olarak

egemenli�e kanun yaratma hakk� çerçevesinde de�inildi�i için, di�er s�fatlar�n

incelenmesine geçilebilir.

35 Devletin “gerçek din hangisidir?”, “gerçek mezhep nedir?” gibi sorulara yan�t bulamayaca��n� ve din kar��s�nda tarafs�z kalmas�n�n en do�ru davran�� olaca��n� 16. yüzy�l boyunca Politiques doktrininin taraftarlar� da savundu (Beaud, 1994:65-66).

20

Bodin’in egemenli�in en temel iki özelli�inden biri olarak gördü�ü kamu

gücünün süreklili�i, modern devlet kuram�n�n olu�mas� aç�s�ndan bir dönüm

noktas�d�r. Sürekli bir güç olarak egemenli�in Bodin taraf�ndan tan�mlanabilmesi,

�üphesiz Ortaça�’dan Yeniça�’a geçerken zaman alg�s�n�n de�i�mesine de ba�l�d�r.

Ortaça�’�n siyasi dü�üncesinde süreklilik Tanr�sal bir özellikti. Buna kar��n Tanr�

yarat�s� olan dünya, yarat�c�s� taraf�ndan hareketli k�l�nm�� ama ayn� zamanda

dünyadaki ili�kiler geçici ve önemsiz olarak tan�mlanm��t�r (Akal, 2003:67).

Kentlerin ve ticaretin geli�imi, yukar�da belirtildi�i gibi, feodal güçlerin gerilemesini

haz�rlad��� gibi yeni etik anlay���n� ve dünya alg�s�n� da beraberinde getirmi�tir. Tacir

için dünyada ya�ananlar, yarat�lanlar�n ölçümlerinin yap�lmas�, ya�ananlar�n ve

yarat�lanlar�n kar��l�klar�n�n dünyada al�nmas� önemlidir. Bunun sonucu da, Kilise

kar��s�nda verilen, yeni bir hukuk sistemi ve de�erler mücadelesidir. Bu mücadele

içinde, de�i�ken dini bayramlara göre düzenlenen Kilise takviminin yerini 1 Ocak’�n

ba�lang�ç kabul edildi�i tek bir takvim sistemi, çan seslerinin yerini ise meydan

saatleri ald�36. Tüm bu geli�melerin, egemenlik kuram� aç�s�ndan önemi, zaman�n

dünyevi amaçlar do�rultusunda kullan�lmas�n�n me�rula�t�r�lmas� ve dünyan�n içinde

yeni bir sürekli güce duyulan ihtiyac�n somutla�mas�d�r (Akal, 2003:69).

Bodin, zaman� dü�ünmede farkl�l�klar�n ya�anmaya ba�lad��� bu dönemde,

siyasi iktidar�n süreklili�ine ve bu süreklili�in getirece�i düzene olan ihtiyac� tespit

etmi�tir. Bu anlamda da “Bodin’in yarat�c�s� oldu�u bir egemenlik kuram�ndan söz

edilecekse, bu kuram�n, daha önce dü�ünülmemi� sav�n�n süreklilik oldu�unu kabul

etmek gerekecektir” (Akal, 2003:66). Bodin için, kamu gücü ebedidir. Bir ba�ka

deyi�le, e�er kamu gücü zamanla s�n�rlanm�� ise, egemen de�ildir. Bu anlay���n

aç�klamas�n� yaparken Frans�z hukukçu, tarihte tan�nan yöneticileri örnek olarak

sayarak bu ki�ilerin asl�nda egemen olmad�klar�n�, çünkü yönetim güçlerinin görev

süreleriyle veya ölümlerine kadar yönetme/kanun koyma hakk�na sahip olmalar�

durumunda ise, hayatlar�yla s�n�rl� oldu�unu belirtir (Bodin, 1986(1576):122-129).

Oysa yönetim biçimi ne olursa olsun, egemenlik, herhangi bir zaman k�s�t�na tabi

36 �lk meydan saati 1336’da Milano’da kullan�lm��t�r (Akal, 2003:69).

21

olmadan, süreklilik dü�üncesi içerir. Daha önceleri ‘Kral öldü, ya�as�n yeni kral’

ifadesiyle aç�klanan kraliyetin süreklili�i, Bodin ile birlikte soyut bir kavram olan

Cumhuriyet’e teslim edilmi�tir. Bu süreklili�i sa�layan ise ‘temel kanunlarla’

korunan Cumhuriyettir. O halde egemenlik, s�n�rlamas�z ve kesintisiz olarak

Cumhuriyet’e ba�l�d�r.

Bodin’in egemenli�in ebedi yönü olarak inceledi�i ve Cumhuriyet’e

ba�lad��� bu süreklilik fikri, asl�nda, devletin süreklili�i ilkesinden ba�ka bir �ey

de�ildir (Goyard-Fabre, 1989:93). Kamu gücünün süreklili�ini soyut bir varl�kla

aç�klayarak, hâlâ ba��n� tam koparmad��� Ortaça� dü�ünürlerinden ayr�larak modern

devlet kuram�n�n kap�s�n� aralar. Art�k kral�n fiziksel varl��� devletten ayr�l�r ve kral,

devletin temsilcisi halini al�r. Krallar ölür, ama Cumhuriyet bakidir. Bodin’in

tan�mlad��� devredilemezlik özelli�i bu egemenli�in süreklili�i fikrini peki�tirici bir

nitelik ta��r. Bu ili�kinin nas�l olu�tu�unu anlamak için egemenlik kuram�n�n di�er

önemli bir özelli�i olan devredilemezli�i biraz daha yak�ndan incelemek gerekir.

Bodin’in egemenlik kuram�nda devredilemezlik kavram�, mutlak otoritenin

s�n�rlar�37 aras�nda sayd��� kraliyet varl���n�n devredilmesine kar�� kanundan yola

ç�karak tan�mlan�r. Kraliyet varl���n�n içine hem orman, arazi, ev gibi fiziksel

varl�klar; hem her türlü kraliyet vergisi girmektedir. Kral, kraliyetin mülkiyeti olarak

gözüken topraklar� ya da vergileri sadece kendi hayat� ile s�n�rl� olarak ba�kas�n�n

kullan�m�na verebilir. Burada amaçlanan hanedan�n ve Fransa Krall���’n�n

korunmas�d�r. Asl�nda ilk a�amada kral�n yapabilece�i i�lemlerle ilgili bir s�n�r

olarak gözükse bile, bu ilke gelecek krallar�n mal varl�klar�n�n ve dolay�s�yla

güçlerinin zay�flayarak ba�kalar�na tabi olmas�n� engellemeyi amaçlamaktad�r. Bu

37 Bodin, mutlak otoriteye kar�� ileri sürülebilecek s�n�rlamalardan bahsederken ikili bir ayr�m yapar. Birinci grup s�n�rlama do�a kanunundan (loi de nature) kaynaklan�r ve bireyin haklar�n�n korunmas�n� amaçlar. Franklin, Bodin’in mülkiyet haklar�n� korumaya yönelik olarak tan�d��� s�n�rlamalar� bu gruba sokar. �kinci grupta ise pozitif temel kanunlar (lois fondamentales positives) yer al�r. Bodin’e göre, Veliahtl�k Kanunu (loi de succession) ve kraliyet alan�n�n devrine kar�� kanun (loi contre l’aliénation du domaine royale) bu pozitif temel kanunlar aras�nda say�l�r ve tac�n kaynaklar�n� ve devaml�l���n� korumaya yöneliktirler. Bodin’in mutlak otoriteye kar�� konulabilecek s�n�rlamalar hakk�ndaki daha ayr�nt�l� yorumlar için bak�n�z, Franklin (1993:Bölüm 8). Giesey ise üç ba�l�k alt�nda toplad��� (do�a kanunlar�, kraliyetin temel kanunlar� ve mülkiyeti koruyan kanunlar) bu s�n�rlamalar�n Bodin’in “mutlakiyet kar��tl���n�” gösterdi�ini ileri sürer (Giesey, 1973:172’den al�nt�layan Goyard-Fabre, 1989:164).

22

anlamda mutlakiyeti korumaya yönelik bir s�n�rlamad�r (Franklin, 1993:120-124).

Keza Bodin için, egemenli�in devredilmesiyle ilgili temel sorun da kraliyetin

gelece�inin korunmas�, Cumhuriyet’in süreklili�inin sa�lanmas�d�r; çünkü yukar�da

belirtildi�i üzere, esas olan kamu gücünün süreklili�idir.

Ancak Franklin, Bodin’in République’de belirgin bir �ekilde egemenli�in

devredilmesiyle ilgili az aç�klama yapt���n� belirtir. Egemenli�in devredilmesiyle

ilgili Frans�z dü�ünürün sordu�u ilk soru, kral�n tebaas�n�n bir k�sm�na tam

ba��ms�zl�k tan�y�p tan�yamayaca��d�r. Bu konuda Bodin’in kraliyet mallar�n�n

devredilmezli�iyle kar��la�t�rarak verdi�i cevab� aç�kt�r: kral, tebaas� üzerinde

egemen s�fat�yla sahip oldu�u haklar� devretme hakk�na sahip de�ildir. �kinci soru

ise, krall���n tümünün ya da bir k�sm�n�n ba�ka bir prense devredilip

edilemeyece�idir. Böyle bir devir, Bodin’e göre temel kanunlara ayk�r�d�r; veliahtl�k

kanununun ihlali say�l�r ve devredilen tüm topraklardaki meclislerin onay� al�nmadan

yap�l�rsa, bu durum halka kar�� ç�kma hakk� verir; daha sonradan geri al�nmas�

imkân� do�ar. Fransa’da en büyük erkek çocu�un do�rudan kral olmas�na dayanan

veliahtl�k sisteminde yeni krallar, miras yoluyla kral olanlar�n aksine, daha önceki

kral�n sözle�meleri ve yükümlülükleri ile ba�l� de�ildir38. Bodin için egemenli�in

devredilmezli�ini aç�klayan en temel yasal s�n�rlama budur; kraliyetin devaml�l���n�

sa�lamak ad�na egemenli�ini korumakla yükümlüdür (Franklin, 1993:124-129).

Bodin’in egemenlik kuram�n� önemli k�lan ay�r�c� özelliklerinden bir di�eri

de, egemenli�in kavramsal biçimde dile getirilerek bölünmez nitelikte

kurgulanmas�d�r. Bölünmezlik s�fat�n�n egemenli�e yak��t�r�lmas� ise �üphesiz

egemenli�in tek bir yere ba�lanmas� ile ilgilidir. Beaud’nun ifadesiyle, “ço�unlukla

tam tersi söylense de, yöneticilerin tüm davran��lar�n� önceleri Egemen, sonralar�

Devlet adland�rmal� bir merkeze ba�lamaya dayanan böyle soyut bir iktidar

dü�üncesi, Bodin’den ve 16.yüzy�ldan önce hiçbir zaman var olmam��t�; hatta

38 Franklin, k�ta içtihad�nda, böyle bir ayr�ma s�k rastland���n� ama uygulamada bir �spanyol ya da �ngiliz kral�n�n böyle bir egemenlik devrini ya da toprak devrini onaylamayaca��n� vurgular. Dolay�s�yla Fransa’daki veliahtl�k sistemi ile �ngiltere ya da �spanya’daki mirasa dayal� sistem aras�nda bu kadar keskin bir ayr�m yap�lmamas�n�n daha uygun olaca��n� belirtir (Franklin, 1993:129).

23

Avrupa hukuk biliminin do�du�u Roma’da bile yoktu” (Beaud, 1994:51)39. Bodin

ise egemenli�i tek bir makama ba�layarak bölünmezli�inden ilk kez Methodus’da

bahseder (Franklin, 1993:45). Bu çal��mas�nda Bodin, karma anayasa modeline

dayanan cumhuriyetler üzerine yapt��� tarihi incelemelerin sonunda monar�i,

aristokrasi ve demokrasi d���nda dördüncü bir modelin olmad���n�40 belirtir. Hukuki

sistemin birli�inin, iktidar�n bir ki�inin ya da bir grubun elinde toplanmas�

gerektirdi�i sonucuna var�r41.

Methodus’da egemenli�in be� i�aretinden biri olarak say�p geçti�i kanun

yapma hakk�n� République’de iyice öne ç�karan Frans�z hukukçu, egemenli�in

bölünmezli�ini aç�klarken de bu haktan yola ç�kar42. Bodin için, kanun koyma birlik

gerektiren bir eylemdir. Egemen, en son yetkili olarak karar verme hakk�n� kullan�p

gerekli yasal düzenlemeleri yapar. Bu son karar verme hakk�n�, ne tebaas�yla ne de

en yüksek devlet adamlar�yla payla�abilir. Dolay�s�yla Bodin’in egemenli�in

bölünmezli�inin arkas�nda karma anayasaya kar�� ç�k�� kadar egemenli�in karar

almac� (decisionniste) alg�lan��� da vard�r (Beaud, 1994:135). Karar almac� alg�,

egemen iktidar�n sahibi ile bu iktidar�n kullan�c�s�n� birbirinden ay�rman�n

imkâns�zl���na dayan�r43. Egemenli�in bir kralda m�, bir mecliste mi, yoksa halk�n

39 Bodin’in, egemenli�i bölünmez olarak tan�mlay�p bunun önemini vurgulayan ilk dü�ünür oldu�unun alt�n� Franklin de çizer. Yazar, bölünmezlik fikrinin tarihi kaynaklar�n� inceledi�i çal��mas�n�n ek k�sm�nda, Bodin’in hakk�nda bilgi sahibi olabilece�i iki hukukçu Chasseneuz ve Balde’in bölünmezlik fikrine yakla�t�klar�n� ama Bodin’in sundu�u aç�kl�kla konuyu incelemediklerini belirtir. Franklin, daha belirgin bir ili�ki kurulabilecek bir di�er çal��man�n Dominikken Juan de Torquemada’n�n Papa’n�n mutlak otoritesi ile ilgili çal��mas� oldu�unu ancak Bodin’in 1449’da kaleme al�nm�� bu çal��ma hakk�nda bilgi sahibi oldu�una dair hiç belirti olmad���n� söyler (Franklin, 1993:180-183). Buna kar��n, Akal, Machiavelli’nin bölünmezli�i kavramsal olarak dile getirmeden dü�ündü�ünü, hatta �talyan dü�ünüre göre, hükümdar�n gücünün iki düzlemde de (dünyevi ve ruhani) bölünmez oldu�unun alt�n� çizer. Ayr�ca, Bodin’den 37 y�l önce, �spanyol dü�ünür Francisco de Vitoria’n�n sistematik bir bölünmezlik tan�mlamas� yapt���n� hat�rlat�r. Akal, Bodin’in egemenlik kuram�n�n en ay�r�c� taraf�n�n kamu gücünün süreklili�inin dü�ünülmesi oldu�unu belirtir (Akal, 2003:381). 40 Franklin, bu kan�n�n çok da do�ru olmad���n�n ve 16.yüzy�lda karma anayasalar üzerinde henüz çok fazla çal��ma yap�lmad���n� belirtir (Franklin, 1993:46-47). 41 Burada Bodin’in ele�tirdi�i, karma hükümet modeli yoluyla kraliyet iktidar�n�n états généraux (halk meclisleri) taraf�ndan s�n�rlanmas�n� savunan monarkomaklar ve Hotman’d�r (Beuad, 1994:134). 42 “Egemenli�in ilk i�areti tebaas�na kanun koymakt�r. E�er tebaa da kanun koyma yetkisine sahipse, kimler itaat edecektir? Kendisi de onlar�n yapt�klar� kanunlara uymak zorundayken kim kanun yapabilir?” (Bodin’den al�nt�layan Beaud, 1994:134). 43 Beaud, Bodin’de ve Hobbes’da tespit etti�i bu karar almac� alg�n�n genellikle mutlakiyet gibi adland�r�ld���n� ama asl�nda ço�unlukla kutsal bir me�rula�t�rmaya gönderme yapan mutlak�yet

24

tümünde mi topland��� hiç önemli de�ildir; önemli olan egemen olarak kabul edilen

ile egemenli�i kullanan�n ayn� olmas�d�r. Bu hukuki yakla��m�n temelinde yatan

kayg�, kamu düzeninin ve bar���n sa�lanmas�d�r. Egemenli�in bölünmesi, kurumlar

ya da ki�iler aras�nda i�birli�ini gerektirecek, oyda��m sa�lanmas� için u�ra��lacakt�r.

“Görevlerini sadece ba�ka birinin onay�n� alarak tamamlayabilen ki�i, muhtemelen

hareket edebilme yetisine sahip de�ildir” (Quaritsch, 1986:57’den al�nt�layan Beaud,

1994:135) inanc�n�n gerisinde yatan iki önemli tespit mevcuttur.

Bunlardan birincisi, devletin ilk amac�n�n düzeni ve bar��� sa�lamak oldu�una

dair inanc�n Bodin için bölünmezlik fikrini savunurken de en temel kayg�lardan biri

oldu�unun tespitidir. Böylece karar verme tekeli kamu düzeninin sa�lanmas� için

gerekli olan acil karar verme ve uygulama temelinde aç�klan�r44. �kinci tespit ise,

egemenli�in birden fazla ki�i ya da kurum aras�nda bölü�ülmesi halinde, bu

bölü�ümün ister istemez anla�mazl�klara gebe olaca�� ve ülkeyi iç sava�a

sürükleyebilece�ine dair inançt�r. Bu iki tespit ile Bodin, egemen yöneticinin asl�nda

bir ki�i yani monark olmas�n�n faydal� oldu�u görü�ünü destekler. Nas�l ki aile reisi

ailenin, kafa da vücudun yöneticisi ise Cumhuriyet’in de bir ba�� olmal�d�r. Bu

yüzdendir ki Bodin için, mutlak monar�i en iyi yönetim �eklidir (Goyard-Fabre,

1989:154).

Egemenli�in bölünmezli�i ile ilgili temel sorun, kamu gücünün vazgeçilemez

bir öze sahip olup olmad��� ile ilgilidir. Bu soru, Avrupa Birli�i anayasal düzeninin

çerçevesindeki geli�meleri anlayabilmek için de çok büyük önem ta��maktad�r ve

çal��man�n üçüncü bölümünde bu soruya tekrar dönülecektir. Öte yandan,

“egemenli�in Bodin taraf�ndan ortaya koyulu�u, egemenli�in bölünmez oldu�una

dair hatal� ama çekici fikrin olu�mas�n�n ba�l�ca sorumlusu oldu�undan, birçok

kar���kl���n da kayna�� olmu�tur” (Franklin, 1997: 270). Bodin için bu vazgeçilemez

öz, kanun yapma hakk�d�r. Di�er tüm unsurlar�n bu haktan türevlendi�ine inan�r.

adland�rmas�n�n çok da uygun olmad���n� belirtir. Bu konuyla ilgili aç�klamalar, Beaud’nun görü�lerine dayan�larak yap�lm��t�r (Beaud, 1994:135). 44 Bodin, karar verme yetisinin gereklili�ini aç�klarken gemi kaptan� benzetmesini kullan�r. “T�pk� gemiyi gidece�i yöneltmek için dümeni elinde tutmas� gereken gemi kaptan� gibi. Aksi takdirde, yolcular�n�n fikri al�namadan gemi batacakt�r” (Bodin’den al�nt�layan Beaud, 1994:135).

25

Franklin, Bodin’in kanun yapma hakk�n�n üstünlü�ünü vurgularken, özel ki�iler için

yap�lan kanunlardan çok, di�er yönetim ve yarg� güçlerinin haklar�n� etkileyen

kanunlar� dü�ündü�ünü belirtir (Franklin, 1993:50). Buna kar��n, Chaltiel’e göre,

Bodin’in ‘egemenli�in i�aretleri’ adland�rmas�yla République’de on farkl� yetki

saymaya gerek duymas�, bunlar�n da onun gözünde önemli oldu�unu gösterir

(Chaltiel, 2000:48).

Ancak Beaud’nun (1994) ve Franklin’in (1993) yorumlar� dikkate al�n�rsa,

Bodin’in la loy’ya verdi�i öncelik ve buradan yola ç�karak bölünmezlik fikrini

aç�klamas� daha kabul edilebilir gözükmektedir. Öte yandan bu ara�t�rma için önemli

olan, asl�nda, Bodin’in ‘egemenli�in i�aretleri’ aras�nda yapt��� önem s�ralamas�ndan

çok, bu dü�ünürden itibaren, do�ru ya da yanl�� bir �ekilde, egemenli�in bu somut

yönlerinin me�ru üst yönetme hakk�n�n ayr�lmaz bir parças� olarak görülmeye

ba�lamas�d�r. Ortaça�’da de�i�ik iktidar merkezleri aras�nda bölü�ülebilen yönetsel

yetkiler art�k süreklilik kazanan bir Cumhuriyet’e teslim edilmi�tir. Bu anlamda da

feodal toplumdaki iktidar yap�s� incelenirken de�inilen egemenli�in ikili�i son

bulmu�tur. Auctoritas ve potestas art�k Cumhuriyet’de toplanm�� ve temsilcileri

egemenli�in kullan�c�lar� olmu�tur. Tam da bu ba�lamda, Avrupa Birli�i’nin geli�imi,

egemenlik kuram�n�n aç�klay�c�l���n� sorgular hale getirmi�tir. Bu yüzden

egemenli�in özünün ne oldu�u ve devredilemez / bölünmez bir k�sm�n�n olup

olmad��� sorusuna Avrupa Birli�i ile ilgili geli�melerin daha ayr�nt�l� incelenece�i en

son bölümde tekrar dönülecektir. �u an için, klasik egemenlik teorisinin kurucusu

olarak kabul edilen Bodin ile birlikte, iktidar�n süreklilik kazanan bir merkezde

toplanmas� fikrinin benimsendi�ini ve bu �ekilde modern devletin temellerinin

at�ld���n� söylemekle yetinilecektir.

a. Klasik Egemenlik Kuram�n�n Geli�imi: Kral Egemenli�inden Ulusal Egemenli�e Geçi�

Bodin sonras� klasik egemenlik kuram�n�n nas�l geli�ti�ini bir paragraf�n

s�n�rlar� içinde ele almak oldukça zorlu, belki de yüzeysel bir çabad�r; yukar�da da

belirtildi�i üzere Bodin’in egemenlik kavram� üzerine görü�leri bir anlamda modern

26

devlet kuram�n�n temelini olu�turdu. Bu yüzden bundan sonra siyasi iktidar ve

örgütlenme üzerine kalem oynatan dü�ünürlerin ço�u egemenlik kavram� hakk�nda

fikir üretmi�lerdir. Bodin’in ana varsay�mlar�n� kabul edip bunu geli�tirmeye

çal��anlar oldu�u kadar, bu varsay�mlar� eksik veya yanl�� olarak tan�mlay�p

egemenlik kuram�n� ço�ulcu bir çerçevede aç�klamay� deneyenler de oldu. Ancak bu

paragraf�n genel çerçevedeki yeri, aslen klasik egemenlik teorisinin 20. yüzy�la, yani

Avrupa Birli�i’nin kurumsal temellerinin at�ld��� döneme nas�l ula�t���n� gösterme

çabas�d�r. Dolay�s�yla bu döneme kadar geçen zamanda kuram�n geçirdi�i temel

dönü�ümlere ve bu dönü�ümlerin çerçevesini olu�turan dü�ünürlere yer verilecektir.

�üphesiz di�er dü�ünürlerin katk�lar� daha önemsiz ya da de�ersiz de�ildir. Bu

s�n�rlaman�n alt�nda yatan neden, çal��man�n as�l aray���ndan, yani egemenlik

kuram�n�n Avrupa Birli�i’nin geli�imini ne derece aç�klayabildi�i sorusundan çok

fazla uzakla�mamakt�r.

Bodin’in egemenlik kuram�, ilk olarak, mutlak�yetçi kuramc�lar�n 45

dü�üncelerine zemin haz�rlam��t�r46. 17. yüzy�l mutlak�yetçi rejimlerin gereklili�ini

aç�klamaya yönelen siyaset kuramc�lar�, görü�lerini savunurken öncelikli olarak iki

neden saym��lard�r: Prenslerin d��ar�ya kar��, özellikle de Papal�k kar��s�nda

ba��ms�zl���n�n korunmas�47 ve içeride konulan s�n�rlamalara son verilmesi. Ancak

bu �ekilde Prens, insan do�as�n�n özünde varolan �iddetin sebep olabilece�i anar�inin

önünü kesebilir. Bu iki amaca Bodin’in kuramsalla�t�rd��� iktidar tipiyle ula��labilir.

Egemenli�in bölünmezli�i ve s�n�rs�zl���, devletin güvenli�i için gereklidir.

Bölünmezli�in en kolay sa�land��� rejim olarak da monar�i, bu kuramc�lar için en iyi

rejimdir. Öte yandan, egemenin sadece tanr�ya hesap vermek zorunda olmas�

45 Boussuet, Saravia, “egemenli�in bir nokta kadar bölünmez oldu�u” sözüyle hat�rlanan Cardin Le Bret akla gelen ilk mutlak�yetçi kuramc�lard�r (Sommerville, 1997:315-318). 46 Çal��man�n ba��nda da s�k s�k gönderme yap�lan Franklin’in kitab�n�n ad� (Jean Bodin et la naissance de la théorie absolutiste - Jean Bodin ve mutlak�yetçi kuram�n�n do�u�u) bile Bodin’in kuram�n�n mutlak�yetçi kuramlara nas�l zemin haz�rlad���na dair fikir vermektedir. 47 �ktidar�n d��ar�ya kar�� ba��ms�zl���n�n korunmas�, yani içi�lerine müdahalenin önünün kesilmesi, asl�nda 16.yüzy�ldan beri tüm egemenlik tart��malar�n�n ayr�lmaz bir parças� olmu�tur. Badie, egemenli�i, belirsiz bir kavram ba�l��� alt�nda inceledi�i bölümde, içi�lerine müdahale, halklar�n kendi kaderlerini tayini ve evrensel de�er ve haklar�n korunmas� aras�ndaki çeli�kileri ve bu çeli�kilerin egemenli�in zaman içindeki alg�lan��lar�na nas�l yans�malar buldu�unu de�erlendirmektedir (Badie, 1999:53-81). Uluslararas� hukukun geli�mesi ile egemenlik aras�ndaki ili�kiye daha ileride biraz daha ayr�nt�l� olarak dönülecektir.

27

mutlak�yetçi dü�üncenin merkezindedir. Bu anlamda da, egemene aslen egemen

olarak nitelenen halk ile yapt��� sözle�meye dayanan s�n�rlamalar getirilmesi ve bu

s�n�rlamalara uyulmad��� takdirde direnme hakk� tan�nmas�, mutlak�yetçi kuramc�lar

için kabul edilemez yakla��mlard�r (Sommerville, 1997:318-324).

Hinsley, bu yüzy�lda egemenlik kuram�n�n geli�imini genel olarak

inceledikten sonra, 17. yüzy�ldan itibaren kuram�n dü�ünsel ortamda kendini kabul

ettirmeye ba�lad���na ancak halk�n bu tart��malardan ve dolay�s�yla kuram�

benimsemekten çok uzak kald���na vurgu yapar (Hinsley, 1966:128)48. Esasen okur-

yazarl���n alt seviyelerde oldu�u ve ileti�im araçlar�n�n geli�medi�i o dönem için,

halk�n kuramsal tart��malardan haberdar olmas�n� beklemek oldukça iddial�d�r.

Hinsley’in burada dikkat çekmek istedi�i hususun, toplum ile yönetim aras�nda daha

öncesinde ki�isel ba�lara ba�l� olarak dü�ünülen yönetici / yönetilen ili�kisinin daha

soyut bir �ekil al�rken, bireylerin kafas�nda bu soyutlu�un temellerinin henüz tam

olarak oturmam�� oldu�unu dü�ünmek daha do�rudur. Ayr�ca �ngiliz Profesör, ayn�

sayfalarda, toplumun özgürlük yönündeki talepleri ile yönetilmeye olan ihtiyaçlar�n�n

ayn� anda h�zla geli�ti�ini belirtir (Hinsley, 1966:129). Bu tespit, bir anlamda

mutlak�yetçi kuram�n temeli olan kral egemenli�inden temsil fikrine dayanan ulusal

egemenli�e geçi�i aç�klamaktad�r.

Ulusal egemenlik kuram�na geçi�in ilk ad�m�, bireyler ile yöneten /

yönetilenler aras�nda kurucu bir anla�ma oldu�u fikrinin tekrardan gündeme

getirilmesidir. Sözle�me fikri, 17. yüzy�l�n ilk ba�lar�nda, asl�nda Bodin’i ele�tiren

monarkomarklar�n 49 yaz�lar�yla yeniden önem kazand� (Merriam, 1900:17-18).

Ancak klasik egemenlik kuram�n�n bölünmez ve devredilemez s�fatlar�n� dikkate

alarak, hatta vurgulayarak ama sözle�meden yola ç�karak iktidar� aç�klamaya çal��an

48 Hatta egemenlik kavram�n� s�radan halk�n bugün bile tam anlam�yla kavramaktan çok uzak oldu�unu belirtir (Hinsley, 1966:128). 49 Monarkomarklar adland�rmas�, 16. yüzy�lda reform hareketinin, özellikle de Calvinist inanc�n etkisiyle krallar�n bask�c� yönetimine kar�� eserler kaleme alan dü�ünürler için kullan�lmaktad�r. Bu yazarlar ço�u zaman birbirlerinden farkl� metotlar kullanm��lard�r. Her konuda hemfikir olma kayg�s� ta��madan mutlak�yet fikrine kar�� mücadele etmi�lerdir. �kinci bölümde ikincillik ilkesinin tarihsel geçmi�i incelenirken daha ayr�nt�l� üzerinde duraca��m�z ve Bodin’e o dönem en önemli ele�tirileri dile getiren Althusius da monarkomark dü�üncesinin temsilcisi niteli�indedir (Touchard, 1963:278-282).

28

Hobbes’dur. 1651 y�l�nda kaleme ald��� Leviathan adl� eserinde Hobbes, insanlar�n

anar�inin hâkim oldu�u do�a durumundan kurtulmak için sözle�me yapt�klar�n� ve

tüm haklar�n� egemene teslim ettiklerini belirtir. Zaten halk hiçbir zaman üstün bir

iktidara sahip olmam��t�r. Sözle�me öncesinde süregiden durum, insanlar�n güç

mücadelesiyle payla��m� sa�lamalar�yd�. Dolay�s�yla sözle�me öncesi egemen

olmayan halk, sözle�me sonras�nda tam anlam�yla Leviathan’�n kararlar�na ba�l�d�r.

Egemen olan Leviathan ne do�a hukukuyla, ne Tanr�’n�n sözleriyle s�n�rl�d�r. Bu

anlamda da Hobbes’un egemenlik kuram�na yakla��m�, sözle�me fikrine

dayanmas�na ra�men, Bodin’inkinden bile daha mutlakt�r (Merriam, 1900:26-27).

Sözle�me fikrini kullan�p egemenli�i halk�n ellerine teslim etmekte en önemli

ad�m �üphesiz Rousseau50 taraf�ndan at�lm��t�r. Frans�z Devrimi’nin dü�ünce babas�

olarak bilinen Rousseau 51 , 1762’de yazd��� Du Contrat Social (Toplum

Sözle�mesi) adl� eseriyle, bireysel iradelerin sözle�me fikriyle genel iradeyi

olu�turdu�u ve as�l egemenin bu genel irade oldu�u fikrini öne sürer. Hobbes’un

aksine, iste�e ba�l� bir sözle�meyle dahi, halk�n sahip oldu�u egemenli�i ba�kas�na

devretmesi mümkün de�ildir. Genel irade birdir, bölünmez ve kamu yarar�na yönelik

en do�ru karar� verir. Hangi konular�n bu s�n�rlar�n içine girdi�ine karar vermekte de

özgürdür. Rousseau’nun tasviriyle egemenlik mutlak, yan�lmaz, bölünmez ve

devredilemezdir.

Her ne kadar yürütme yetkisinin halk taraf�ndan seçilen organlar taraf�ndan

yerine getirilmesi mümkünse de bunu bir devir ya da bölünme olarak dü�ünmemek

gerekir. Yürütme i�lerinin seçilen organlar taraf�ndan yap�lmas�n�n gereklili�ini 50 Macerac� bir hayat süren Jean-Jacques Rousseau (1712-1778), yaz� hayat�na 1741’de yazd��� bir tiyatro oyunu olan Narcisse ile ba�lar. Du Contrat Social ile önceki eserleri aras�nda özellikle bireyin toplumda ya�ay���n� aç�klay�� bak�m�ndan önemli yakla��m farkl�l�klar� vard�r. Paul Lemaire, Du Contrat Social’�n 1930 bask�s�na yazd��� önsözde, Rousseau’nun bu yakla��m farkl�l�klar�ndan ötürü kimi zaman de�ersiz bir dü�ünür olarak ele al�nd���n�, ama bu yakla��m farkl�l�klar�n�n sadece görüntüde oldu�unu belirtir. Rousseau, do�a durumuna dönü�ü ve toplumun bireyi kötüle�tirdi�i fikrini savundu�u önceki eserlerinden farkl� olarak toplum durumunu ele al�r; ancak burada söz konusu olan, Lemaire’e göre, bireylerin art�k toplum halinde ya�ad���n� ve geri dönü�ün mümkün olmad���n� kabulleni�ten ba�ka bir �ey de�ildir (Rousseau, 1930:11). Ancak ara�t�rman�n konusu ve s�n�rlar� göz önüne al�narak burada sadece temelini att��� halk egemenli�i kuram�n�n ana hatlar�na de�inilecektir. 51 Rousseau’nun halk egemenli�i kuram� ile ilgili aç�klamalar için bak�n�z Okandan, 1976:582-596; Merriam, 1900:33-36, Chevallier, 1966:142-173.

29

kabul eden Frans�z dü�ünür, yasamayla ilgili konularda tam aksi yönde görü�

bildirmi�tir. Rousseau’nun egemenlik anlay��� bu anlamda Bodin’inkine yakla�arak

esasen yasa yapma gücü olarak tan�mlanabilir. Dolay�s�yla yasama ve yürütme

aras�nda, Montesquieu’nün yapt��� gibi e�itlikten söz etmek mümkün de�ildir

(Chevallier, 1966: 151). Kanunlar, tek egemen olan halk taraf�ndan yap�lmal� ve

seçimle olu�turulmu� bile olsa herhangi bir meclisin yetkisine b�rak�lmamal�d�r;

çünkü kanunlar genel iradenin yans�malar�d�r. Rousseau, bir ba�ka deyi�le, genel

iradenin ifadesi olarak gördü�ü kanunlar�n, her yurtta��n do�rudan kat�ld���

oylamayla yap�lmas�n� öngörür. Kanunlar, onun gözünde, bir anlamda kutsall��a

sahiptir, sanki dinsel bir sayg�ya lây�kt�r. Her hangi bir ki�iye özel olmadan genel

nitelikte haz�rlanmalar�, iktidar� elinde tutanlar�n kaprislerinin yurtta�lar üzerine

dayat�lmas�n� engeller. Böylece yurtta�, kanun taraf�ndan korunan düzende özgürle�ir

ve keyfili�in zincirlerinden kurtulur (Chevallier, 1966:153).

Frans�z Devrimiyle gündeme gelen Rousseau’nun kuram�na ili�kin bir di�er

unsur, genel iradenin aç�klanmas� olarak dü�ünülen kanunlar�n oylanmas� s�ras�nda

oybirli�inin gerekli olup olmad���na ili�kin tart��mad�r. Rousseau için sadece

devletin kurulmas�n� sa�layan toplumsal sözle�menin yap�lmas� s�ras�nda böyle bir

fikir birli�i gerekmektedir. E�er ilk sözle�me olu�turulurken, �artlar�n� kabul

etmeyenler varsa, kar�� gelenler yurtta�lar aras�nda yabanc� konumuna dü�mektedir.

Devletin kurulma a�amas�ndan sonra ise, yurtta�lar�n kat�l�m�yla yap�lan

oylamalarda, fikir birli�ini sa�lamak �art de�ildir. Buna kar��n, bu oylamalarda fikir

birli�ine yakla��ld��� oranda genel irade ifade buluyor demektir. Ayr�ca ilk sözle�me

durumundan farkl� olarak, kanun oylamas� s�ras�nda kar�� görü� bildirenler bile,

kanuna uymak zorundad�r; çünkü kanun genel iradenin dile gelmi� halidir. Bu fikir,

Devrim y�llar� s�ras�nda ve hatta 20. yüzy�lda bile en çok gönderme yap�lan fikir

olmu�, anayasal demokrasilerin az�nl�klar�n fikirlerini koruma alt�na almas�na kadar

ço�unlu�un diktas� tehlikesini içinde bar�nd�rm��t�r.

Kral egemenli�inden ulusal egemenli�e geçi� için �üphesiz olgusal olarak da

çok önemli bir a�ama olan Frans�z Devrimi s�ras�nda Rousseau’nun etkisiyle ilgili

birkaç tespit daha yapmak mümkündür. 1788’den itibaren devrimciler, Du Contrat

30

Social’� sokaklarda ve meydanlarda okuyup yorumlarlar. Avukatlar, savunmalar�nda

bu metne gönderme yaparlar. Rousseau’nun dü�ünceleri hukuk fakültelerinde

derslerde okutulur. Halk s�n�f� (Le Tiers-Etas) 52 uyand�rmaya ve

hareketlendirmeye çal��an devrim liderleri, iktidar� ele geçirmek için konu�malar�nda

bu metinden parçalar kullan�rlar. Bu anlamda da Frans�z Devrimi’ne �ekil veren eser,

Rousseau’nun Du Contrat Social’�d�r (Rousseau, 1930(1762):15). Dolay�s�yla,

1789’un kurucu iktidar�, Montesquieu ve Sièyes’in oldu�u kadar, Rousseau’nun

dü�üncelerinin de etkisinde kal�r. Ancak 1792’den sonras� ve hiç uygulamaya

konulamayan 1793 Anayasas� Rousseau’nun dü�üncelerinin daha do�rudan

gözlemlenebilece�i y�llard�r (Chevallier, 1966:173).

Frans�z Devrimi’nin klasik egemenlik kuram�ndaki egemen kim sorusuna

verilen yan�t�n de�i�imi ba�lam�nda oynad��� rolün alt�n� çizdikten sonra, halk

egemenli�i ile ulusal egemenlik aras�ndaki ili�kiyi irdelemekte yarar vard�r.

Yukar�da belirtildi�i gibi Rousseau’nun halk egemenli�i kuram�, idealist bir

demokrasi anlay��� içerir ve tüm yurtta�lar�n her kanunun oylamas�na do�rudan

kat�ld��� bir sistem üzerine kurulmu�tur. Bir ba�ka deyi�le, her yurtta� egemenlik

eylemine kat�lmada e�it hakka sahiptir. Rousseau, on bin yurtta�tan53 olu�tu�unu

varsayd��� devletle ilgili ünlü örne�inde �öyle demektedir:

“Egemen varl�k ancak kolektif bak�mdan bir bütün olarak dü�ünülebilir; ama her ki�i, yurtta� olma s�fat�yla, birey say�l�r. Bu durumda egemen varl���n yurtta�la ili�kisi onbinin birle ili�kisi gibidir; yani devletin üyelerinden her birinin pay�na, tamamen devlete tabi olmakla birlikte, egemen otoritenin sadece onbinde biri dü�er” (Rousseau, 1930(1762):55). Dolay�s�yla halk egemenli�inin birinci özelli�i, egemen gücün toplumu

olu�turan bireylerin say�s� kadar parçal� dü�ünülmesidir (Okandan, 1976:768). Bu

52 Le Tiers-Etat’n�n kar��l��� olarak kullan�lan halk s�n�f� ifadesi günümüzdeki anlam�yla bir toplumsal s�n�ftan farkl�d�r. Fransa’da 15. yüzy�ldan itibaren Etats-Généraux’lara kat�lmak üzere seçilen �ehirlerin her biri üç temsilci gönderiyordu. Birinci temsilci aristokrasinin, ikincisi kilisenin, üçüncüsü do�u�tan hiçbir ayr�cal��a sahip olmayanlar�n yani halk�n temsilcisi oluyordu. Tiers-Etat’n�n içinde üretim araçlar�na sahip burjuvalar, emek gücünü satan �ehir ve k�r emekçileri, esnaf ve zanaatkârlar bir arada bulunuyordu. Tüm bu insanlar�n tek ortak özelli�i do�u�tan gelen ayr�cal�klara sahip olmad�klar� için ikinci s�n�f vatanda� muamelesi görmeleriydi (Sar�ca, 1977:99). 53 Bu on bin yurtta� say�s�, Platon’un Devlet adl� eserinde belirledi�i say�d�r.

31

özellik, ayn� zamanda, birey iradelerinin ayr� ayr� ve kendili�inden hukuki de�er

ta��mas� anlam�na da gelmektedir (Sar�ca, 1977:85)

Ancak Rousseau da do�rudan demokrasinin varolan devletler çerçevesinde

uygulanmas�n�n imkâns�zl���n�n fark�ndad�r. Bu yüzden egemen halk�n, geçici ve

yetkisi geri al�nabilir �ekilde kanun yapmak üzere yasa koyucular atayabilece�ini

kabul eder.

“(fakat) milletin vekilleri, temsilcileri de�illerdir; olamazlar da. Olsa olsa milletin memurlar� olabilirler. Hiçbir konuda kesin karar veremezler. Halk�n kendisinin kabul etmedi�i her yasa hükümsüzdür, yasa bile say�lmaz” (Rousseau, 1930(1762):82). Bu memurlar�n kanun yapma yetkisi, kesinlikle k�sa süreli ve konuyla

s�n�rl�d�r. Dolay�s�yla halk egemenli�inin ikinci özelli�i, emredici vekalet (mandat-

impératif) sistemini kabul etmesidir (Chaltiel, 2000:61). Rousseau’nun ifadesiyle

memurlar ya da genel bir deyi�le halk�n seçti�i temsilciler, egemenli�i sadece teknik

gereklilikten dolay� kullan�rlar. Temsilciler, halk�n yapt��� görev tan�m� ile

s�n�rl�d�rlar ve egemen halka ba��ml�d�rlar. Kendilerine verilen görevleri yerine

getirmediklerinde ya da s�n�rlar�n� a�t�klar�nda görevden al�n�rlar. Ayr�ca yukar�da

al�nt�lanan cümleden anla��ld��� gibi, temsilcilerin yapt�klar� kanunlar�n referandum

yoluyla halk taraf�ndan onaylanmas� halk egemenli�i kuram�n�n bir di�er özelli�idir.

Frans�z Devrimi y�llar�, halk egemenli�i kadar ulusal egemenlik fikrinin de

a��rl���n� hissettirmeye ba�lad��� y�llar olmu�tur. 1789’da yay�nlad��� Qu’est-ce que

le Tiers-Etat? (Halk S�n�f� Nedir?) ba�l�kl� denemesinde Sièyes, yurtta�lar�n

olu�turdu�u toplulu�u art�k halk olarak de�il, ulus olarak adland�r�r (Chevallier,

1966:183). Sièyes’in söylevsel ve eylemsel öncülü�ünde ulusal meclis kurulur ve

önce Frans�z kamu hukukunun, daha sonralar� ise birçok devletin hukuk sisteminin

bir düsturu haline gelecek olan ‘egemenlik ulusundur’ dü�üncesi bu tarihte etkisini

göstermeye ba�lar. Sièyes, do�rudan ulusal egemenlik sözünü etmemi� olmas�na

ra�men, ulus kavram� ve temsil fikriyle ilgili yapt��� aç�klamalar ve bunlara verdi�i

a��rl�k ile ulusal egemenlik kuram�n� ortaya atm�� olur. Bu yakla��mda, ulus bir

32

bütün olarak ele al�n�r54. Dolay�s�yla egemen tek tek yurtta�lar de�il, soyut olarak

ulustur. Bir ba�ka deyi�le yurtta�lar�n temsilcilere devredecekleri bir egemenlik

hakk� söz konusu de�ildir; çünkü ulus, bir bütün olarak egemenli�e sahiptir.

Ulusun bir bütün olarak egemenli�in sahibi olarak gösterilmesi hemen bu

egemenli�in nas�l kullan�laca�� sorusunu gündeme getirmektedir. Ortak iradenin

kullan�lmas�n�n en iyi yolu temsil mekanizmas�d�r; bu �ekilde bir temsili irade

olu�turulur. Yurtta�lar�n oylar�yla temsilcilerini seçmelerinden sonra, art�k

temsilcileriyle aralar�nda do�rudan bir ba� kalmaz. Dolay�s�yla ulus egemenli�i

temsilcileri arac�l���yla kullan�r. Temsilcilerin görevden al�nmas� ise mümkün

de�ildir. Önceden belirlenen süre içinde, temsilciler ulus ad�na her konuyu

de�erlendirip karar verme hakk�na sahiptir. Ancak yönetimi temsilcilere vermekle

ulus kendi iradesini kaybetmi� say�lmaz. Temsilciler meclisine aktar�lan, genel

iradenin tümü de de�ildir, sadece siyasal sistemin en etkin �ekilde yürümesini

sa�layacak kadar olan k�sm� aktar�lm��t�r (Ak�n, 1993:177). Ayr�ca temsilciler, ulusu

en iyi �ekilde yönetme göreviyle orada bulunduklar�n�n, dolay�s�yla s�n�rs�z bir irade

kullan�m hakk�na sahip olmad�klar�n�n bilincinde olmal�d�rlar. Bu bilinci sa�layan

ise anayasal düzendir. Dolay�s�yla, Sièyes’in temsil sisteminde temsilciler,

seçmenlerden ald�klar� emredici vekâletle de�il, anayasa ile s�n�rland�r�l�rlar (Sar�ca,

1977:101). Bu aç�dan bak�ld���nda, anayasan�n Sièyes’in siyasi dü�üncesinde ve

genel ulusal egemenlik kuram�n�n geli�iminde ne kadar önemli bir yere sahip oldu�u

anla��labilir55.

54 Bu bütünün nas�l olu�tu�u ile ilgili tart��malar, 19.yüzy�ldan beri devam etmektedir. Ancak ulusun tan�m� ve ulusçuluk ak�m� ile ilgili bu tart��malara bu çal��man�n çerçevesinde girmek mümkün de�ildir. Sadece, bu dönemdeki tart��malar� biraz daha ayd�nlatmas� ba�lam�nda Sièyes’in tan�m� üzerinde durmakta yarar vard�r. Frans�z dü�ünüre göre, ulus, birbirlerinden ba��ms�z, yasalar önünde e�it bireylerden olu�ur. Yani ulus demek, ortak bir düzene, ortak yasalara uyanlar�n toplulu�u demektedir. Ayr�cal�kl� olanlar yasalarla ba�l� olmad�klar�na göre, ulus üçüncü s�n�ftan yani halktan ba�kas� de�ildir ve üçüncü s�n�f�n d���nda kalanlar kendilerini hiçbir �ekilde ulusa ait sayamazlar (Ak�n, 1993:182). Öte yandan, ulus kendisini olu�turan bireylerin toplam� de�il, bir sentezidir. Ulusu olu�turan bireylerin tek tek hiçbir gücü yoktur, iktidar bütüne aittir. Ulus, kendisini olu�turan bireylerden farkl� bir hukuk ki�isidir. Sadece belli bir dönemde ülke üzerinde ya�amakta olan bireylerin toplam�nda meydana gelmez, geçmi�i ve gelece�i de içine alan manevi bir varl�kt�r (Sar�ca, 1977:100). 55 Ayr�ca Sièyes, Fransa’ya ileri bir anayasa dü�üncesini getiren isim olmu�tur (Ak�n, 1993:185).

33

Temsil sistemini öne ç�karan ulusal egemenlik kuram�yla ilgili bir di�er tespit

de seçmenlik kurumuna dairdir. Sièyes, insan haklar�n�, do�al ve medeni haklar ile

siyasi haklar olarak iki gruba ay�rmakta ve ilk gruba girenlere pasif haklar, ikinci

gruba girenlere aktif haklar ad�n� vermektedir. Aktif haklara sahip olmak, yani kamu

gücünün kurulmas�na ve i�lemesine kat�lmak ulusun her üyesi için hak de�ildir.

Aktif yurtta�lar�n nas�l belirlenece�i konusunda herhangi bir tespit yapmam��

olmas�na ra�men, bu yakla��m�n bir sonucu olarak ilerleyen y�llarda yurtta�lar

aras�nda verdikleri vergiye, ya�a ve cinsiyete göre ayr�mlar yap�lm��t�r. 19.yüzy�l bu

aktif yurtta�l�k ile ilgili k�s�tlamalar�n kald�r�lmas� için verilen birçok mücadeleye

sahne olacakt�r (Sar�ca, 1977:102).

Sonuç olarak, halk egemenli�indeki hak olarak seçmenlik (électorat-droit)

ve emredici vekalet (mandat-impératif) kavramlar�n�n yerini ulusal egemenlikle

birlikte görev olarak seçmenlik (électorat-fonction) ve temsili vekalet (mandat-

représentatif) kavramlar� al�r. Referandum ise, ulusal egemenlik üzerine kurulan bir

sistemin s�k ba�vurdu�u yöntemlerden de�ildir. Bu ba�lamda da halk egemenli�i ile

ulusal egemenli�in kuramsal ilkelerine bak�ld���nda birbirinin tam z�tt� özellikler

gösterdikleri söylenebilir. Ancak kuramlar�n zaman içindeki geli�imleriyle iki

kuram�n birbirine yakla�t��� ve iç içe geçti�i görülmü�tür. Günümüzde, ne halk

egemenli�inin, ne de ulusal egemenli�in saf biçimiyle kullan�ld���n� söylemek

mümkün görünüyor.

Teziç, halk egemenli�i ile ulusal egemenli�in nas�l birbirine geçti�ine dair

örne�i bu konuda önemli kavramsal tart��malar�n yap�ld��� Fransa’dan vermektedir.

Fransa’n�n 1946 Anayasas� ve halen 1958 Anayasas�, “Ulusal egemenlik Frans�z

halk�na aittir” diyerek karma ifade kullanmaktad�r (Teziç, 2005:95). Halk egemenli�i

fikrinin, kendini görünür k�ld��� en önemli uygulama, �üphesiz referandum yolunun

kullan�lmas�yla ilgilidir. 1958 Frans�z Anayasas�, 11. maddesinde düzenledi�i

referanduma en s�k Charles de Gaulle’un Cumhurba�kan� oldu�u dönemde

34

ba�vurmu�tur (Chaltiel, 2000:68)56 . Ancak Avrupa anayasal düzeni çerçevesinde

egemenlik kavram�n�n geli�imini incelerken, öncelikli önem ta��yan referandum

örne�i, 1992’de Maastricht Anla�mas�’n�n imzalanmas�ndan sonra yap�land�r 57 .

Böylece, ilk defa bir uluslararas� anla�ma, anayasan�n Frans�z halk�na teslim etti�i

ulusal egemenli�i zedeleyebilece�i dü�üncesiyle referanduma sunulmu�tur. Burada

as�l tart��ma, temsil mekanizmas�n� kullanarak ulusal egemenli�i temsil edenlerin,

sadece kendi iradeleriyle, egemenli�i s�n�rlayan bir metni onaylama yetkisine sahip

olup olmad���d�r. Son dönemde Avrupa Anayasas� olu�turmay� amaçlayan

anla�man�n yürürlü�e giri�inin üye devlet temsilcileri taraf�ndan imzalanmas�ndan

sonra, önce Fransa’da, sonra Hollanda’da yap�lan referandumlarla durdurulmas�

tart��man�n ne kadar kritik oldu�unu göstermektedir. Çal��man�n son bölümünde bu

tart��malar üzerinde daha ayr�nt�l� olarak durulacak, uzla�� fikrinin çözüm olup

olmayaca�� ara�t�r�lacakt�r.

Sonuç olarak, birinci alt bölümde gösterilmek istenen, egemenlik

dü�üncesinin 16. yüzy�ldan itibaren bölünmez ve devredilemez bir iktidar olarak

alg�lanmaya ba�lamas� olgusudur. Bu çal��mada klasik egemenlik kuram� ba�l���

alt�nda toplanan bu birlik ve üstünlük dü�üncesi önceleri kral�n elinde, daha sonra ise

ulusa teslim edilerek ifade bulmu�tur. Fakat belki klasik egemenlik kuram�n�n bu

k�sma kadar olan geli�imi en az sanc�l� geli�imidir. Çünkü zamanla ve liberal

dü�üncelerin geli�imiyle devlet egemenli�inin bu mutlak ve s�n�rs�z alg�lan���

sorgulan�r hale gelmi�tir. Bu sorgulanmalar�n sonucu, klasik egemenlik kuram�n�n

içeriden ve d��ar�dan getirilen s�n�rlamalarla yeniden �ekillenmesidir. �kinci alt

ba�l�kta, klasik egemenlik kuram�n�n s�n�rlanmas�na ili�kin 20. yüzy�l hukuk

dü�ünürlerinin de�erlendirmelerine yer verilecektir.

56 Charles de Gaulle, 1958 ile 1962 aras�nda üç kere referanduma ba�vurmu�tur. Bunlardan ilk ikisi Cezayir sava�� ile ilgili sonuncusu Cumhurba�kan�’n�n do�rudan halk oylamas�yla seçilmesi yönünde anayasa de�i�ikli�i yap�lmas�na ili�kindir. Halk egemenli�i ile ulusal egemenli�in Fransa’da nas�l birbirinin içine geçti�i ve uyumla�t��� ile ilgili aç�klamalar için bak�n�z Chaltiel, 2000:68-72. 57 Antla�ma, Frans�z halk� taraf�ndan kullan�lan oylar�n %51,04 oran� ile onaylanm��t�r. Kat�lmama oran� %30,3’dür (Chaltiel, 2000:70).

35

B. Klasik Egemenlik Kuram�n�n S�n�rlan���

Bodin’in öncülü�ünde ortaya at�lan klasik egemenlik kuram�, yukar�da

belirtildi�i üzere, en üst yönetme hakk�n� kral�n ellerine teslim etme anlam�na

geliyordu. Egemenli�in kral�n ellerinden al�n�p önce halk�n, sonra ulus olarak

tan�mlanan ve kurgulanan yeni bir siyasal toplulu�un ellerine geçi�i ise 18. yüzy�l

sonu, 19. yüzy�l ba�� bir döneme rastlar. Ancak kral egemenli�i ile ulusal egemenlik

yakla��mlar� aras�nda ciddi bir farkl�l�k söz konusu olmakla birlikte her iki yakla��m

da egemenli�in s�n�rs�zl��� konusunda benzer görü�lere sahiptir. Dolay�s�yla iki

yakla��m�n öngördü�ü sistemde de iktidar�n kötüye kullan�lmas� kolayl�kla

mümkündür. Keza tarihte mutlak krallar�n bireylerin haklar�n� hiçe sayd��� dönemler

kadar, Frans�z Devrimi s�ras�nda ve sonras�nda ço�unlu�un fikri olarak öne sürülen

genel iradenin az�nl���n dü�üncelerini �iddete ba�vurarak ezdi�i dönemlere de tan�k

olunur. Bu tarihi olaylar, klasik egemenlik kuram�n�n öngördü�ü birli�i,

bölünmezli�i ve devredilemezli�i zedelemeden bireylerin ya da az�nl�klar�n

haklar�n�n korunabilece�i iç dengeleme sistemlerini yeniden inceleme konusunda

siyasi dü�ünürleri harekete geçirmi�ti. Öte yandan devletlerin her birinin kendini

egemen olarak tan�mlamas�yla devletler aras�ndaki ili�kilerin �ekli de�i�mi�tir. Bu

anlamda uluslararas� hukukun geli�imi, devlet egemenli�i s�n�rs�zl��� ve uluslararas�

sistemin kurallar�n�n belirlenmesi ve bunlara uyulmas� aras�nda gidip gelen bir seyir

izlemi�tir. Bu alt ba�l���n ilk iki paragraf� devlet egemenli�inin içerden

s�n�rlanmas�na yol açan iki kuramsal geli�ime, kuvvetler ayr�l��� ve hukuk devleti

ilkelerine, üçüncü paragraf� ise uluslararas� hukukun geli�imine ve egemenlik ile

uluslararas� hukuk aras�ndaki ikileme ayr�lacakt�r.

1. Kuvvetler Ayr�l��� Kuram�

Kuvvetler ayr�l��� ilkesi, devletin üstlendi�i görevlerin s�n�fland�r�lmas� ve bu

s�n�fland�rmaya göre temel i�levlerin farkl� organlar�n eline teslim edilmesi fikrini

öngörür. Siyasi iktidar�n üstlendi�i görevlerin s�n�fland�r�lmas�n�n ilk olarak

36

Aristoteles 58 taraf�ndan yap�ld��� birçok hukukçu taraf�ndan ileri sürülmektedir

(Teziç, 2005:394; Kutlu, 2001:103). Ancak eski ça� tarihçilerinin yapt���

ayd�nlatmalar �����nda, Yunan dü�ünürün geni� ölçüde özerk üç siyasi iktidar

kullan�m alan� belirlemesindeki amaç, bu kuvvetlerin birbirlerini s�n�rlamas�ndan

çok, devlet gücünün etkinlik alan�n�n tespit edilmesi oldu�u söylenebilir (Doehring,

2002:192). Dolay�s�yla egemenli�in s�n�rlanmas� çerçevesinde dü�ünülen kuvvetler

ayr�l��� kuram�n�n dü�ünsel temelleri için biraz daha modern ça�lara yakla�makta

yarar vard�r59.

17. yüzy�lda Locke ve 18. yüzy�lda Montesquieu taraf�ndan ana hatlar�yla öne

sürülen kuvvetler ayr�l��� kuram�, Ayd�nlanma felsefesiyle do�rudan ba�lant�l�d�r

(Pactet, 2002:110)60. Temel sorunsal� insan ve insan�n her yönden geli�imi olarak

beliren Ayd�nlanma ça��nda, devlet iktidar�n�n bireyin geli�imine ve kendisini ifade

etmesine izin vermeyecek �ekilde büyümesi de ister istemez sorun olarak

alg�lanm��t�r. Yukar�da belirtildi�i üzere, kuvvetler ayr�m� öncelikle devletin kral

elinde ya da ulusun temsilcilerinde toplanm�� olan bu mutlak egemenli�ini bir

anlamda s�n�rlamay� amaçlamaktad�r. Montesquieu’nün de belirtti�i gibi,

“(…) öteden beri denenmi�tir, kendisine yetki verilen her insan bu yetkiyi kötüye kullanmaya e�ilimlidir; bir s�n�rla kar��la��ncaya kadar kötüye kullanmaya devam eder. Bilmem söylesem inan�r m�s�n�z? Faziletin bile s�n�rlanma�a ihtiyac� vard�r” (Montesquieu, 1963(1748):294). Dolay�s�yla, halk�n kendi kendini yönetmesi fikri de, t�pk� kral mutlak�yeti

gibi, kötüye kullan�l�p baz� gruplar�n ya da ço�unlukla ayn� fikirde olmayanlar�n

ezildi�i bir sistem yaratabilir. Frans�z Dan��tay� üyesi Benjamin Constant’�n aç�kça

söyledi�i gibi,

“temsili iktidara s�n�rlar konulmad�kça, halk�n temsilcileri özgürlü�ün savunucular� de�il, tiranl���n adaylar�d�r. Bir kere tiranl�k kuruldu�unda ise, tiranlar�n say�s� artt�kça tiranl�k iyice ac�mas�zla��r” (al�nt�layan de Jouvenel, 1947:358).

58 Aristoteles’in yapt��� s�n�fland�rma üç bölümlüdür: “dan���lan ve yol gösteren”, “yöneten” ve “yarg�layan” (Doehring, 2002:192). Kutlu, Aristoteles’in kuvvetler ayr�l��� ilkesinin dü�ünsel temelini sa�lad��� fikrinden yola ç�karak bu üç bölümü biraz daha ayr�nt�l� incelemi�tir (Kutlu, 2001:101-103). 59 Ancak siyasi iktidar�n s�n�rlanmas�n�n geçmi�i �üphesiz daha eskidir. Bu s�n�rlamalar�n kuramsal ve ayr�nt�l� bir incelemesi için bkz. Zabuno�lu, 1963. 60 Ayd�nlanma felsefesi için bkz. Cassirer, 1966.

37

S�n�rlara duyulan bu ihtiyac�n kendisini 18. yüzy�lda a��rl�kl� olarak

hissettirmesi, Ayd�nlanma dü�üncesinin geli�imiyle oldu�u kadar toplumsal

dönü�ümlerle de yak�ndan ilgilidir. �ktidar merkezlerinin ço�ullu�uyla ve kendine

özgü temsil mekanizmalar�yla feodal toplumun gerilemesi ve bu yap�n�n yerini güçlü

merkezi iktidarlar�n almas� o dönemi ya�ayan bireyler için sanc�l� bir süreç olmu�tur.

Mutlak monar�i döneminde ezilen halk�n, söylem olarak insan haklar�n� geli�tiren

Frans�z Devrimi’ni izleyen ilk y�llarda da rahatça aya�a kalkabildi�ini söylemek

zordur. De Jouvenel, iktidar�n merkezile�mesi ve toplumun bu merkezile�me

kar��s�nda ezili�ini Restorasyon döneminde ya�ayan Royer-Collard’�n kaleminden

yapt��� �u al�nt�yla örnekler:

“Eski toplumun ve onunla beraber içinde bar�nd�rd���, monar�ilerin içindeki gerçek cumhuriyetin, özel haklar�n güçlü koruyucular� ba��ms�z yüksek görevlilerin ve iç kurumlar�n�n çürüdü�ünü gördük. Bu kurumlar, bu yüksek görevliler, egemenli�i payla�m�yorlard�; ama her alanda ona s�n�rlar getiriyorlard�. Bunlardan art�k ya�ayan yok ve bunlar�n yerine de hiçbir �ey konmad�. Devrim, sadece bireyleri ayakta b�rakt�. (…) Toz haline gelmi� toplumdan merkezile�me do�du; bu merkezile�menin kayna��n� ba�ka yerde aramak gereksiz. (…) Zaten sadece bireyin oldu�u yerde, bireye dair olmayan bütün i�ler devlet i�idir. Ba��ms�z yüksek görevlilerin olmad��� yerde, sadece iktidar�n memurlar� (delegeleri) vard�r. ��te böyle, bakanlar� olarak çal��t�klar� merkezile�mi� bir iktidar�n içindeki sorumsuz memurlar�n elinde bir tür yönetilenler toplulu�u haline geldik” (aktaran de Jouvenel, 1947:355).

Bu siyasal ve toplumsal ortamda bir kar�� güç olarak öne sürülen kuvvetler

ayr�l��� kuram�, devletin yerine getirdi�i üç i�levin birbirinden ayr�lmas�n� öngörür.

Genel kabul gördü�ü ve günümüz devlet kuram�nda say�ld��� �ekliyle61, bunlardan

ilki, devletin yönetimine dair ve insanlar�n birbirleri aras�ndaki ili�kileri

düzenlemeye yönelik kurallar� koyma yani yasama i�leviyken, ikincisi kurallar�n

uygulanmas�n� sa�layan yürütme i�levidir. Üçüncüsü ise kurallar�n uygulanmas�nda

61 Farkl� adland�rmalara �üphesiz rastlanmaktad�r. Bunlardan ilk akla geleni, Locke’unkidir. �ngiliz dü�ünürün kuvvetler ayr�l���ndan bahsederken kulland��� adland�rma, yasama, yürütme ve federatif kuvvetler �eklindedir. Locke, sava� açma, bar�� yapma ve antla�ma imzalama gibi devletin d�� ili�kilerini yönetecek yetkiliyi federatif kuvvet olarak tan�mlamaktad�r (Ak�n, 1993:135). Kuvvetlerin bölümlendirilmesi konusunda di�er önemli bir farkl�l�k, Benjamin Constant’�n 19. yüzy�lda yasama, yürütme ve yarg� erkinin yan�na bir dördüncü erki eklemesiyle ortaya ç�km��t�r. Constant’a göre bu dördüncü kuvvet, arac� güç (pouvoir modérateur) ya da yans�z güç (pouvoir neutre) olarak adland�r�labilir. Constant, içinde ya�ad��� dönemden etkilenerek, bu dördüncü erkin kral olabilece�ini dü�ünmü�tür. Doehring’in belirtti�i gibi, günümüzde dördüncü kuvvet, kendini farkl� �ekillerde gösterebilmektedir. Yasalar� anayasaya ayk�r� bulup iptal edebilen en üst yarg� yetkisine sahip anayasa mahkemesi ya da Fransa’da ve Weimar Dönemi Almanyas�’nda oldu�u gibi devlet ba�kanlar� arac� rolünü üstlenen kuvvetler olmu�lard�r (Doehring, 2002:199).

38

ortaya ç�kan anla�mazl�klar� çözüme kavu�turma, yani yarg� i�levidir. Kuvvetler

ayr�m� kuram�na göre, her bir i�levin yerine getirilmesi için ayr� bir organ belirlenir

ve her bir organ üstlendi�i i�leve ili�kin erki elinde tutar. Böylece yasama erki, ulus

devlet egemenli�inin genel kabul görmesinden itibaren ulusun temsilcilerinden

olu�an meclislerde; yürütme erki devlet ba�kanlar�nda, ba�bakanlarda ve bakanlarda;

yarg� erki ise ba��ms�z mahkemelerde toplan�r. Her bir erkin kendi alanlar�ndaki

özerkli�inin tan�nmas� ve birbirlerine kar�� ba��ms�zl�klar�n�n korunmas�, kuvvetler

ayr�l��� kuram�n�n iktidar�n kötüye kullan�lmas�n� önlemek için öne sürdü�ü çözüm

yoludur. Montesquieu’nün aç�kça belirtti�i gibi, “iktidar�n kötüye kullan�lmamas�

için, e�yan�n olu�u gere�i, iktidar�n iktidar� durdurmas� gerekir” (Montesquieu,

1963(1748):296). Ancak Pactet’nin de belirtti�i gibi, uygulamada kuvvetler ayr�l���

kuram�n�n tam bir ba��ms�zl�ktan çok, özellikle yasama ve yürütme erki aras�nda bir

denge olmas� anlam�na geldi�i söylenebilir. Öncelikli amaç, ne yürütmenin ne de

yasaman�n tüm iktidara sahip olmas� ve bu �ekilde �l�ml� hükümetin, günümüz

ifadesiyle liberal sistemlerin, kurulabilmesi ve korunabilmesidir (Pactet, 2002:111).

Siyasal hayattaki uygulamaya bak�ld���nda, bir kar�� güç olarak öne sürülen

kuvvetler ayr�l��� kuram�n�n 1787 Amerikan Anayasas�, 1791 ve 1795 Devrim

Anayasalar� ve 1848 Frans�z Anayasas� gibi anayasalar�n kuram� aç�kça

zikretmesiyle hayata geçirildi�i görülür (Teziç, 2005:397). Sonuç olarak, 19.

yüzy�ldan itibaren kuvvetler ayr�l��� fikri, anayasalar�n ayr�lmaz bir parças� haline

gelmeye ba�lam��t�r. Hatta bu kuram�n yayg�n olarak kabul görmesiyle siyasi

rejimlerin s�n�fland�r�lmas� için de bir temel olarak kabul edilir hale gelmi�tir. Bu

s�n�fland�rma yap�l�rken özellikle yasama ile yürütme aras�ndaki ili�kilerin dikkate

al�nd��� belirtilmelidir. �ktidar�n yürütme lehine yürütmenin elinde topland���

rejimler konsüllük olarak adland�r�l�rken, yasaman�n öne ç�kt��� rejimlere Kurultay

ad� verilmi�tir. Kuvvetlerin �l�ml� ayr�l��� parlamenter rejimlerin geli�imine sebep

olurken yasama ile yürütme aras�nda daha keskin bir ayr�l�k ise ba�kanl�k sistemiyle

mümkün olmu�tur (Teziç, 2005:397-398; Pactet, 2002:111).

Ancak kuvvetler ayr�l��� kuram� ele�tirilere de maruz kalm��t�r. Bu

ele�tirilerden ilki, kuram�n ilk ç�kt��� döneme yöneliktir ve yukar�da Royer-

39

Collard’�n kaleminden ç�kan ifadelerle ba�lant�l�d�r. Kuvvetler ayr�l��� kuram�n�n

özellikle dile getirildi�i yer olan devrim dönemi Fransas� yerle�mi� kurumlar�n

kökünden sars�ld��� bir durumdayd�. Dolay�s�yla dönemin �ngilteresi’nin siyasal

sisteminde daha aç�kça gözlemlenebilen kuvvetler ayr�l��� ilkesinin ifade olarak

Frans�z anayasalar�na yerle�tirilmesi asl�nda uygulamada çok �ey de�i�tirmiyordu62.

Çünkü �ngiliz parlamentosunun yakla��k alt� yüzy�ll�k bir geçmi�i vard� ve

parlamentoda temsilcisi olan gruplar�n toplumsal olarak ba�lar� hâlâ çok güçlüydü.

Bir ba�ka deyi�le �ngiltere’de gözlemlenen kuvvetler ayr�l���, gerçekte kral�n

iktidar�n� s�n�rlama sürecinin sonucuydu. Fransa’da ise anayasan�n olu�turdu�u farkl�

organlar�n üyeleri halk taraf�ndan seçilmi� ve asl�nda her organda ayn� ço�unlu�un

temsilcileri yer alm�� oluyordu (de Jouvenel, 1947:362-366). Ancak bu tespitlerin

Montesquieu’nün kuramsal çerçevesini çok etkilemedi�ini belirtmek gerekir; çünkü

Frans�z dü�ünürün amaçlad���, �ngiltere örne�inden yola ç�karak tarihsel bir

inceleme yapmak de�il, bir ideal tip olarak öne sürdü�ü kuvvetler ayr�l���na yakla�an

bir örnek olarak �ngiltere’deki siyasal sistemi sunmakt�r (Oktay, 1991:65). Burada

özellikle egemenlik ile ilgili önemli olan, bireysel özgürlüklerin korunmas� ad�na

iktidar�n a��r�l�klar�n�n törpülenmesi olarak kuvvetler ayr�l��� fikrinin Montesquieu

taraf�ndan vurgulanmas�d�r63.

�kinci ele�tiri kuvvetler ayr�l��� ile ilgili daha güncel bir ele�tiridir, ama de

Jouvenel’in devrim dönemi Fransas� için dile getirdi�i dü�üncelerle de ba�lant�l�d�r.

Öyle ki günümüz ço�ulcu liberal rejimlerinde parlamentolar serbest seçimlerle

olu�turulmakta ve hükümetler parlamentoda ço�unlu�u ele geçiren grup içinden

ç�kmaktad�r. �ki partili bir siyasal rejime sahip olan ve dünyan�n en liberal siyasal

sistemleri aras�nda say�lan �ngiltere’de bile durum art�k ayn�d�r. Pactet’nin belirtti�i

62 De Jouvenel, arka arkaya devrimlere sahne olan 19. yüzy�l Fransa’s�nda iktidar�n meclis ile kral aras�nda gidip geldi�ini ve her birinin iktidar� eline geçirdi�i dönemde buna tümüyle sahip olmak istedi�ini belirtir. Ayr�ca meclisin �ngiltere’dekinin aksine toplumsal dengeleri yans�tmaktan uzak oldu�unu �u sözlerle dile getirir: “Kuvvet, kuvveti durduracak… E�er her bir kurum toplumda a��rl���n� hissettiren güçlerden birini temsil ediyorsa bu do�rudur. E�er hepsi ayn� güçten kaynaklan�yorsa ise do�ru de�ildir” (de Jouvenel, 1947:364). 63 Montesquieu, kuvvetler ayr�l��� dü�üncesini öne sürmeden önce, iktidar�n a��r�l�klar�n�n “düzeltilmesinin” siyasal sistemin bireyleri koruyarak olumlu i�leyi�ini sa�lamak için ne kadar önemli oldu�u fikrini, Considérations sur les causes de la grandeur des Romains et de leur décadence (Romal�lar’�n Büyüklü�ünün ve Çökü�lerinin Nedenleri Üzerine De�erlendirmeler) adl� eserinde Roma sistemini örnek vererek ileri sürmü�tür (Oktay, 1991:65) .

40

gibi, en az�ndan modern dünyada ald�klar� �ekliyle siyasal partilerin olmad��� bir

dönemde geli�tirilen ve sadece iktidar� kullanan kurumlar aras�ndaki ili�kileri

düzenlemek yoluyla iktidara kar�� güç olu�turmay� hedefleyen kuvvetler ayr�l��� art�k

yetersiz bir çerçeve sunmaktad�r (Pactet, 2002:112). Günümüzde siyasal hayat�n en

önemli unsurlar�ndan biri �üphesiz siyasi partilerdir. Seçimler sonucunda her hangi

bir siyasi parti parlamentoda ço�unlu�u sa�lad�ktan sonra hükümet kurma hakk�n� da

kazanmaktad�r. Dolay�s�yla, özellikle parti içi disiplinin önemli ve a��rl�kl� oldu�u

parti sistemlerinde parlamento ile hükümet ayn� görü�ü temsil eder hale

gelmektedir64. Bu durumda ço�ulculu�u koruyan muhalefet partilerinin kendini ifade

etme özgürlükleri, muhalefete sayg� ve az�nl�kta kalan görü�lerin bile haklar�n�n

güvence alt�na al�nd��� anayasal bir düzenle sa�lanabilmektedir.

Egemenlik aç�s�ndan kuvvetler ayr�l��� kuram�n�n önemi ise iki noktada öne

ç�kmaktad�r. Bunlardan ilki egemenli�in s�n�rs�zl���n�n sorgulanmaya ba�lamas�yla

ilgilidir. Yukar�da Montesquieu’nün kuvvetler ayr�l��� dü�üncesini geli�tirmesindeki

temel hareket noktalar�ndan biri sayd���m�z bireysel özgürlükleri koruma gayreti, 18.

yüzy�ldan itibaren kuramsal tart��malar�n oldu�u kadar siyasal uygulamalar�n da bir

parças� olmu�tur. Bu da asl�nda egemenli�in tan�m�n�n, s�n�rs�z iktidar dü�üncesinden

s�n�rl� iktidar dü�üncesine do�ru evrilmesine i�aret eder. 1789 �nsan Haklar�

Beyannamesi ile bireysel özgürlüklerin geli�iminin ivme kazanmas� ve devrimcilerin

hiyerar�ik bir hukuk sistemi kurma çabas�, egemenli�i s�n�rlay�c� di�er bir kuram�n,

hukuk devleti kuram�n�n geli�imine zemin haz�rlam��t�r (Chevallier, 2003:26).

Hukuk devleti kuram�n�n klasik egemenlik kuram�yla olan ili�kisi ikinci ba�l�kta

incelenecektir.

Kuvvetler ayr�l��� ile ilgili ikinci önemli nokta, bu kuram�n egemenli�in

bölünmezli�i ile olan ili�kisidir. Birinci alt ba�l�kta ayr�nt�l� inceledi�imiz üzere,

klasik egemenlik kuram�n�n Bodin’den beri en belirgin özelliklerinden biri,

64 Ancak bu genel durumun istisnalar�yla kar��la�mak mümkündür. Örne�in, parti disiplininin a��rl�kl� olarak korundu�u Türk siyasal sisteminde bile, AKP’nin hükümet olarak parlamento karar�na sundu�u 1 Mart Tezkeresi parlamento taraf�ndan reddedilmi�tir (TBMM Tutanak Dergisi, 1993). Öte yandan koalisyon hükümetleri döneminde hükümet ile parlamento aras�nda tek seslili�i sa�lamak daha zor olmaktad�r.

41

bölünmezlik fikridir. Oysa devlet egemenli�i, kuvvetler ayr�l��� ilkesinin

anayasalarda yerini almas�yla, birçoklar�na göre, üç e�it parçaya bölünmekte ve

yasama, yürütme ve yarg� kuvvetlerinin yetkili organlar� egemenli�in bir parças�n�

elinde tutabilmektedir (Zabuno�lu, 1963:86). Hatta Duguit’nin ifadesiyle, özünde

bölünmemi� ama uygulamada üç organa bölünmü� bir egemenlik anlay���yla siyasal

üçleme s�rr� olu�turulmaktad�r (Duguit, 1917:16). Ancak egemenlik hâlâ ulusun

elindedir. Ulus, sadece egemenli�in kullan�m�n� ba�ka organlar�n ellerine teslim

ederek bir anlamda kendi egemenli�inin korunmas�n� güvence alt�na almaktad�r;

çünkü her bir organ�n etki ve yetki alan� böylece belirlenmekte ve ilgili organlar�n

kendileri için belirlenen çerçevelerde hareket etmeleri anayasal kurallarla garanti

alt�na al�nmaktad�r. Böylece Bodin’in egemenli�in en önemli unsuru diye

tan�mlad��� yasa yapma hakk� bile, yap�lan yasalar�n anayasaya uygunluk

denetiminin önünün aç�lmas� ile s�n�rlanm�� hale gelmektedir. Bu durumda, tart��ma

gene egemenli�in soyut ve somut yönünün birbirinden ayr� dü�ünülebilmesi

sorununa dönü�mektedir. Klasik egemenlik kuram�n�n bölünmezlik s�fat� üzerine

art�k bir gölge dü�mü�tür. Avrupa Birli�i’ndeki yetki bölü�ümleriyle ilgili

tart��malar, bu gölgeyi bir anlamda koyula�t�rm�� ve egemenli�in soyut ve somut

yönünün daha fazla irdelenmesini gerektirmi�tir. Bu tart��malara daha ayr�nt�l�

olarak üçüncü bölümde girilece�inden klasik egemenlik kuram�n� s�n�rl� iktidar

anlay���na do�ru iten di�er kuramsal ve olgusal geli�meleri incelemekte yarar vard�r.

2. Hukuk Devleti

Hukuk devleti fikrinin temel ç�k�� noktas� siyasal iktidar�n s�n�rland�r�lmas�

yönünde hissedilen ihtiyaçt�r. �üphesiz iktidar� s�n�rlamaya yönelik giri�imlerin

tarihi, hukuk devleti kavram�n�n kullan�lmaya ba�lamas�ndan çok daha eskidir

(Zabuno�lu, 1963:31-68). Ayr�ca s�n�rlama ad�na ba�vurulan tek yöntem, hukuk

devletinin olu�turulmas� de�ildir65. Ama hukuk devleti, kavram�n ilk kullan�lmaya

ba�lad��� dönemlerde oldu�u kadar günümüzde de hukuki ve siyasal tart��malarda

a��rl�kl� bir yere sahip olmu�tur. Alman hukuk sisteminden kaynaklanan hukuk 65 Bir önceki ba�l�kta incelenen kuvvetler ayr�l��� da tarihsel olarak siyasi iktidar�n a��r�l�klar�n�n törpülenmesine yard�mc� bir yol olarak görülmü�tür.

42

devleti fikrine66 Hobbes’un, Locke’un, Milton’�n ya da Kant’�n yaz�lar�nda rastlansa

bile, siyaset biliminde yer edinmesi 19. yüzy�ldan itibaren mutlak�yeti s�n�rlamaya

yönelik bir içerikle olmu�tur ve kavram�n tam aç�klamas�n�n Robert von Mohl

taraf�ndan yap�ld��� kabul edilmektedir (Doehring, 2002:209) 67 . Ancak kavram,

kamu hukukunun temel doktrinlerinden biri olarak öne sürüldü�ünden beri, birçok

de�i�ik içerikle siyasal tart��malar�n bir parças� olmu�tur (Chevallier, 2003:13).

Dolay�s�yla Mohl’un verdi�i tan�m�n, her ne kadar bu tan�m günümüz hukuk devleti

anlay���na yak�nsa bile, o günün önde gelen hukukçular� taraf�ndan payla��ld���n�

iddia etmek çok zordur.

Rechtstaat (hukuk devleti) kavram�n�n neden oldu�u ilk tart��ma, Alman

hukukçular� aras�nda cereyan etmi�tir. Liberal görü�teki Carl Theodor Welcker

(1790-1869) ya da Robert Von Mohl (1799-1875) gibi hukukçular�n tan�mlar�nda

Rechtstaat kavram�, �ngiliz hukuk sistemindeki Rule of law kavram�na benzer

biçimde bireylerin do�al haklar�n�n devlet kar��s�nda korunmas� dü�üncesini temel

alm��t�r. Alman hukukçular aras�nda, bu liberal görü�lere tepki çok geçmeden

belirginle�mi� ve etkisini uzunca bir zaman hissettirmi�tir. �lk önce Friedrich Julius

Stahl (1802-1861) taraf�ndan dile getirilmeye ba�layan tepkilere göre, Rechstaat

kavram� öncelikle devletin rasyonel örgütlenmesi anlam�na gelmektedir. Bir ba�ka

deyi�le, Rechtstaat bireyi korumaya yönelik özsel içeri�inden ayr�l�p sadece

devletin hareket kurallar�n� belirlemeye yönelmi�tir. Üstelik bu görü�lerin Cral

Friedrich Gerber (1823-1891), Paul Laband (1838-1918) ve Georg Jellinek (1851-

1911) gibi o dönemin önde gelen hukukçular� taraf�ndan savunulmas�, Rechtstaat

kavram�n�n daha çok kamu hukukunu düzenleyici olarak kabul edildi�ine de i�aret

etmektedir. Bu hukukçular�n verdikleri eserlerle yeni ‘kamu hukuku bilimi’

66 Kavram öncelikle Almanca olarak (der Rechtstaat) kullan�ld���ndan di�er dillere çevrilmesinde sorunlar ya�anm��, anlam de�i�iklikleri olmu�tur. �ngiliz Hukuku’nda rule of law deyimi ile ifade edilmektedir. Frans�zca’daki kullan�m� ise önceleri Etat constitutionnel iken, daha sonralar� Etat de droit ifadesi daha çok kabul görmeye ba�lam��t�r (Doehring, 2002:208). �fadeler gibi, kavram�n aç�klanmas�nda da Alman, �ngiliz ve Frans�z hukuk sistemleri, farkl� özellikler gösterirler (Chevallier, 2003:13-15). 67 Baz� kaynaklar, kavram�n ilk kullan�c�s� olarak J.W. Placidius’u (Literatur des Staatslehre, 1798) zikrederken, di�erleri Karl Theodor Welcker’�n (Die letzten Gründe von Recht, Stat und Strafe, 1813) ismini vermi�lerdir. Ancak genel olarak öne sürülen tarihlerin yak�nl���ndan 19. yüzy�l�n ba�lar�ndan itibaren bu kavram�n Alman siyaset ve anayasa tart��malar�nda önemli bir yer edinmeye ba�lad��� söylenebilir (Sancar, 2000:33).

43

olu�turulmakta ve idarenin kanuna tabi oldu�u ve idarenin yanl�� eylemlerine kar��

ba�vurunun yarg�sal yollar�n�n belirlendi�i bir devlet anlay���n�n kar��l��� olarak

Rechtstaat kavram� kullan�lmaktad�r (Chevallier, 2003:16-18) 68 . Dolay�s�yla,

bugünden geçmi�e bakarak, hukuk devleti kavram�n�n her zaman bireyin korunmas�

ad�na devlet iktidar�n� s�n�rlamaya yönelik bir içeri�e sahip oldu�unu söylemek çok

da do�ru bir yakla��m de�ildir (Sancar, 2000:35).

Bu ilk tart��malar�n önemli bir sonucu, kendi kendini s�n�rland�rma ad� alt�nda

bilinen Alman doktrininin geli�mesidir69. Kendi kendini s�n�rland�rma doktrini hukuk

devleti kavram�n� anlamak kadar, uluslararas� hukuktaki geli�imi de aç�klamak için

oldukça do�urgan bir çerçeve sunmaktad�r. Öte yandan Avrupa Birli�i’nin geli�im

sürecinde, üye devletlerin egemenliklerinden do�an haklar�n� kullanarak belli

alanlarda kendilerini s�n�rlayacak antla�malar imzalayabilecekleri fikri de s�k s�k öne

sürülmektedir. Bu dü�üncenin alt�nda yatan dü�ünsel zemin, 19. yüzy�lda köklerini

bulan kendi kendini s�n�rland�rma doktrinidir. Bu yüzden bu doktrinin hukuk

devletinin geli�imiyle ilgili temel özellikleri burada k�saca aç�klanacak, uluslararas�

hukuk ile ba�lant�lar�na uluslararas� hukukun ikilemi ba�l��� alt�nda tekrar

dönülecektir.

Kendi kendini s�n�rland�rma doktrini yeni bir devlet anlay��� üzerine

kuruludur. Özellikle Gerber’in ve Otto von Gierke’nin çal��malar�ndan sonra,

devletin hukuki bir ki�ili�e sahip oldu�u kabul edilmeye ba�lan�rken, ayn� zamanda

bu hukuki ki�ili�in, Frans�z hukukçular�n yakla��mlar�ndan farkl� olarak,

yönetilenlerin toplam�ndan ya da ulustan farkl� oldu�u anlay��� öne sürülür

(Chevallier, 2003:23). Esasen bu doktrinin ç�k���nda ortaya koydu�u en temel

farkl�l�k, Gerber, Ihering, Jellinek gibi Alman hukukçular�n çal��malar�yla kamu

hukukunun, siyaset ve ahlâk felsefesinden ayr�lmas� ve hukuki bir devlet kuram�n�n

68Rechtstaat anlay���n�n yayg�nla�mas�yla, devletin ba�l� olaca�� kurallar�n ve yarg� makamlar�n�n belirlenmesine olan ihtiyaç, özellikle Otto Mayer’in (1846-1924) çal��malar�yla öne ç�kacak olan Alman idare hukukunun geli�imine de ivme kazand�rm��t�r (Chevallier, 2003:23). 69 Bu doktrin ile ilgili daha ayr�nt�l� aç�klama için bak�n�z Zabuno�lu, 1963:104-142.

44

olu�turulmas�d�r (Duguit, 1917: 119) 70 . Hukuki ki�i olarak kabul edilen devlet,

i�leyi�iyle ilgili kurallar� ve kurallar aras�ndaki hiyerar�ik yap�y� kendisi belirler. Bu

anlamda devlet tek hukuk kayna��d�r. Dolay�s�yla kendi kendini s�n�rland�rma

doktrininin önemli isimlerinden Jellinek’e göre, devletin olu�umu hukuki nitelikte bir

olgu olmamas�na ra�men, olu�maya ba�lad��� andan itibaren kendi hukukunu yarat�p

dayatmaya ba�lad���ndan, devletin olu�umu ile hukukun olu�umu aras�nda bir e�

zamanl�l�k söz konusudur (Zabuno�lu, 1963: 128). Böyle bir aç�klaman�n mant�ksal

sonucu, do�al hukuk anlay���n�n öngördü�ü devleti önceleyen ve ondan üstün

kurallar oldu�una dair inanc�n yerle bir edilmesidir. Ancak bu doktrine göre devlet

yine de kendini ba�layan kurallar koyar ve bu kurallara uymay� taahhüt eder. Kendi

kendini s�n�rlama doktrininin savunucular� bunun arkas�nda yatan ba�l�ca iki neden

sayarlar. Bunlardan ilki, devletin kurallar koyup kendisinin de bunlara uymas�

ç�kar�na uygundur; çünkü düzenin sa�lanmas�yla gelece�ini güvence alt�na al�r.

�kinci neden ise, Ihering’in adland�rmas�yla “ulusal hukuk duygusu”, yani toplumsal

bask�, devleti bu kurallara uymaya mecbur k�lar. Dolay�s�yla Rechtstaat ile konulan

s�n�rlar, daha üstün ya da kayna�� d��ar�da kurallardan de�il, siyasal sistemin

kendisinden ileri gelir (Chevallier, 2003:23).

Kendi kendini s�n�rlama dü�üncesine dayanan Rechtstaat doktrini Frans�z

hukukçular taraf�ndan �iddetle ele�tirilir, ancak ele�tirmek ve tart��mak yoluyla da

olsa, Alman doktrininin hukuk devleti fikrinin geli�imine etkisi büyük olmu�tur.

Frans�z hukukçular aras�nda hukuk devleti dü�üncesi özellikle Duguit’nin,

Hauriou’nun ve De Malberg’in yaz�lar�yla yayg�nla�m��t�r. Ancak ne ad� geçen

hukukçular�n ne de onlardan sonra hukuk devleti dü�üncesini i�leyen di�er

hukukçular�n görü�leri, Alman hukukçular�n kavrama yükledi�i içerikle

örtü�mektedir (Chevallier, 2003:24). Siyasal geçmi�inin ve devrimin izlerini ta��yan

Frans�z doktrini, Alman hukukçular�n Rechtstaat dü�üncesinden etkilenerek ama

kendilerine dair özellikleri de ekleyerek, bir anlamda Robert von Mohl’un tan�m�na

yakla��p, daha liberal bir hukuk devleti anlay���n�n geli�mesine katk�da bulunmu�tur.

70 Duguit, burada, Kant’�n ve Hegel’in doktrinlerinin esasen hukuki nitelikte olduklar�n� ancak bizatihi kendilerinin hukukçu olmamalar�ndan dolay� geli�tirdikleri kuramlar�n�n hukuk sistemi üzerine yans�malar� hakk�nda dü�ünmediklerini belirtir (Duguit, 1917:119).

45

Bu yeni hukuk devleti anlay��� da, bir önceki gibi, hukuk kurallar�n�n belirlenmesini,

bu kurallar�n kendi aralar�ndaki hiyerar�isinin tespitini ve devletin bu kurallarla ba�l�

olmas�n� temel al�r. Burada belirtilmesi gereken bir husus, Frans�z hukuk sisteminde

kurallar�n hiyerar�ik bir yap� içerisinde belirlenip devletin eylemleri için de bu

kurallar�n geçerli olmas� anlay���n�n yeni olmad���, mutlak�yet kar��s�nda verilen

mücadelenin bir ürünü olarak Frans�z Devrimi’nden beri etkili oldu�udur

(Chevallier, 2003:25) 71 . Ancak önemli olan, gerekti�i durumlarda parlamento

taraf�ndan yap�lan yasalara anayasaya ayk�r�l�k sebebiyle itiraz yolu aç�larak anayasa

üstünlü�ünün garanti ve yapt�r�m alt�na al�nmas�d�r.

Öte yandan Duguit ve Hauriou gibi Frans�z hukukçular�, hukuk devleti

anlay���n�n bireyi korumaya yönelik içerikle donat�lmas�nda önemli rol

oynam��lard�r. Duguit, kabul gören insan haklar�n� örnek göstererek, bunlar�n devlet

organlar�n�n eylemlerine s�n�rlar koydu�unu, dolay�s�yla devletin kendi kendini

s�n�rlamas�ndan bahsedilemeyece�ini öne sürer; çünkü insan haklar�na ili�kin

beyannameler bu haklar� yoktan var etmeyip, zaten varolan haklar� tespit ederler.

Yasama erki de, kanun yapma sürecinde bu haklar� dikkate almak zorundad�r.

Hauriou ise, temel haklar�n hukuki de�erini, bunlar�n devaml�l���na ve “toplumsal bir

anayasa” olu�turma gücüne ba�lamaktad�r. �nsan Haklar� Beyannamesi’ne dayanan

bu toplumsal anayasa, devletin anayasas�ndan çok daha üstündür. Kanunlar ve

anayasa, insan haklar� konusunda her zaman yarg�c�n denetimine aç�k olmal�d�r;

çünkü anayasal me�ruiyet ancak bu �ekilde sa�lan�r. Bir ba�ka deyi�le, iki Frans�z

hukukçu da, kendi kendini s�n�rlama anlay���n�n hiçbir zaman bireyin haklar�n�n

korunmas�n� tam anlam�yla sa�layamayaca��n� savunarak, insan haklar�n�n öncelik

71 Özellikle Frans�z Devrimi ile kurulan hiyerar�ik hukuk düzenine göre, bireyleri oldu�u kadar devleti temsil eden yetkili organlar� da ba�layan hukuk kurallar�n�n en tepesinde �nsan ve Yurtta� Haklar� Beyannamesi’nin öngördü�ü �ekliyle “do�al, kutsal ve devredilemez insan haklar�” yer almaktad�r. �kinci s�rada ise, insan haklar�na ve ayr�ca kuvvetler ayr�l��� ilkesine gönderme yaparak ve devletin organlar�n�n yetkilerini belirleyerek bireyin devlet kar��s�ndaki haklar�n� güvence alt�na alan anayasa gelmektedir. Üçüncü s�rada kanunlar ve en son s�rada ise yürütme erkinin ald��� kararlar yer almaktad�r. Devrim s�ras�nda olu�turulan ve günümüz anayasal demokrasilerindeki hukuk kurallar�n�n s�ralan���na çok benzeyen bu hiyerar�inin eksik yan�, öngörülen sistemin uygulanmas�n� sa�layacak kuvvetli garantiler içermemesidir. Dolay�s�yla bu yap�n�n öngördü�ü anayasan�n üstünlü�ü hukuki olarak cezaland�r�lamam��t�r. Burada kanun koyucunun üstünlü�ü dü�üncesi hâlâ ön plandayd�. Carré de Malberg’e göre, Fransa’da yasama erkinin s�n�rs�z gücüne dayanan bu sistemi, hukuk devletinden ziyade, “yasal devlet sistemi” olarak adland�rmak gerekmektedir (Chevallier, 2003:26-31).

46

olarak tan�nd��� daha ‘karma bir s�n�rlama’ (hétéro-limitation) anlay���n� öne

sürmü�lerdir (Chaltiel, 2000:270)72.

Kendi kendini s�n�rlama anlay���n�n sundu�u tutarl� hukuki �ema kar��s�nda

karma s�n�rlama anlay��� biraz daha belirsiz kal�r. Ancak, ahlaki olarak ele

al�nd���nda, insana özgü haklar� tan�mas� ve devlet egemenli�ini s�n�rlamaya

yönelmesi, karma s�n�rlama anlay���n� Alman dü�üncesindeki s�n�rlama anlay���na

göre bir ad�m öne geçirir. �üphesiz karma s�n�rlama anlay���n�n öngördü�ü insan

haklar�n�n genel kabulü ya da toplumsal me�ruiyet kavramlar� hukuki kesinlikten

uzak, oldukça tart��maya aç�k kavramlard�r. Öte yandan, egemenlik kavram�n�n

anla��lmas� için asl�nda hukukun güvenli sular�ndan biraz uzakla�mak ve bu kavram�,

hukukun, siyaset biliminin ve siyaset felsefesinin kesi�ti�i bir alana yerle�tirmek

belki çok daha uygundur. Öyle ki kendi kendini s�n�rlama anlay���n�n Avrupa

Birli�i’nde ya�anan geli�meleri incelemek ve aç�klamak için sundu�u oldukça

do�urgan çerçeve, karma s�n�rlama anlay���n�n öne sürdü�ü tezlerle tamamlanabilir.

Dolay�s�yla birbirini ele�tirmek üzere kurulu bu iki anlay���n, tamamlay�c� olup

olamayaca�� ve böylece özellikle Avrupa Birli�i’nde ya�anan anayasal geli�meler

çerçevesinde somutla�an egemenlik kavram�n�n de�i�imini anlamak üzere bir anahtar

sunup sunamayaca�� çal��man�n en son bölümünde tekrar ele al�nacakt�r.

Ancak egemenlik ile olan ili�kisi bak�m�ndan karma s�n�rlanma anlay���na ve

özellikle de Duguit’nin dü�üncelerine biraz daha yak�ndan bakmak yararl�

olacakt�r73. Karma s�n�rlama anlay���n�n alt�nda yatan fikir, devletin hukukun kayna��

olarak sadece istedi�i zaman ve istedi�i ölçüde hukukla ba�l� olmas�n�n gerçek bir

ba�l�l�k yaratmad��� ve bu yüzden hukukun kayna��n�n ba�ka yerde aranmas�d�r.

Böyle bir tespit, ister istemez pozitif hukuk dü�üncesinden uzakla��l�p

uzakla��lmad��� sorusunu akla getirmektedir. Duguit, bu soruya nesnel hukuk (droit

72 Egemenli�in karma bir s�n�rlamaya tabi olarak dü�ünülmesinin kökenleri asl�nda do�al hukuk anlay���na kadar götürülebilir. Ama daha belirgin olarak ortaya ç�k��� Ortaça�’da ‘temel kanunlar’ ad� alt�nda olmu�tur (Chaltiel, 2000:271). 73 Zabuno�lu, Duguit’nin görü�lerine Realist Doktrine Göre Devlet Kudretinin S�n�rlanmas� ba�l��� alt�nda ayr�nt�l� yer vermi�tir (Zabuno�lu, 1963:147-159).

47

objectif) anlay���yla cevap vermektedir (Chevallier, 2003:37-39)74. Bu anlay��a göre

hukuki zorlaman�n as�l kayna�� do�ada de�il, toplumsal bilinçtedir75. Hukuk, sadece

devletin koydu�u kurallar bütünü olarak görülemez, çünkü bunlar�n arkas�nda yatan

daha derin, toplumsal bir gerçeklik vard�r. Esasen bunlar toplum taraf�ndan hali

haz�rda kullan�lan ve uygulanan kurallard�r; çünkü toplumsal dayan��ma, belli

kurallar�n varl���n� ve uygulanmas�n� gerektirir 76 . Dolay�s�yla kamu gücünü

kullanmakla görevli ve yetkili olan yöneticiler, toplumsal dayan��man�n gerektirdi�i

bu kurallara uymak durumundad�rlar. Üstelik yönetenler, kamu gücünü bireylerin

özgürlüklerini k�s�tlayacak �ekilde kullanamazlar. Aksine bu gücü, toplumu

olu�turan bireylerin fiziksel, zihinsel ve ahlaki geli�imlerini olumlu yönde

etkileyecek �ekilde kullanmakla yükümlüdürler. Böylece Duguit, yönetenlerin görev

ve yükümlüklerinin çoklu�u kar��s�nda yeni bir anlay���, kamu hizmeti anlay���n� öne

sürer 77 . Kamu hizmetinin gereklerini yerine getirmekte yetersiz kalan ya da

toplumsal dayan��man�n gerektirdi�i kurallara uymayan yöneticiler kar��s�nda,

Duguit’nin nesnel hukuk anlay���nda iki çe�it yapt�r�m mevcuttur. Bunlardan ilki

“varl��� ve kudreti su götürmez” olan kamuoyu, ikincisi de anayasalard�r

(Zabuno�lu, 1963:154-155).

Öte yandan, Duguit’nin nesnel hukuk anlay���n� geli�tirirken yapt���, özellikle

bu çal��ma için yapt��� önemli bir tespit de, egemenlik ile ilgilidir. Frans�z hukukçu,

egemenlik diye bir �eyin olmad���n�, varolan�n sadece egemenli�e olan inanç

oldu�unu öne sürer78. Üstelik onun gözünde, egemenli�e duyulan bu inanç kötüdür

74 Nesnel hukuk anlay���, birçok hukuk dal� üzerinde etkili olmu�tur. Örne�in, Georges Scelle uluslararas� hukuk kuram�n� bu anlay��tan hareketle olu�turmu�tur (Chevallier, 2003:40). Scelle’in uluslararas� hukuk kuram� için bkz. §.3. 75 Duguit’ye göre, bu toplumsal bilinç, bireylerin, kendi bilinçleri ile toplumsal dayan��maya uygun davranman�n ç�karlar�na uygun oldu�unu idrak etmeleri ile sa�lan�r. Toplumsal dayan��ma içinde hareket etmenin olumlu oldu�una dair kan� ne kadar yayg�n ise hukuki kurallar�n etkinli�i de o kadar fazlad�r (Zabuno�lu, 1963:149). 76 Duguit, toplumsal dayan��ma fikrini Durkheim’dan etkilenerek kullan�r ve hatta kendini Durkheimc� olarak niteler. Frans�z hukukçunun Durkheim’�n bu önemli kavram�na yapt��� katk�s� esasen bunu devlet kuram�n� ve hukuku anlamak için kullanmas�d�r (Laborde, 1996:229-230). 77 “Devlet, fertlerin bütün faaliyetlerini azami verimle geli�tirmelerini sa�layacak bir tak�m kamu hizmetlerini te�kilatland�rmaya mecburdur. Bu cümleden olmak üzere, ö�retim yapmak, çal��abilecek durumda olanlara i� sa�lamak, ihtiyarl�klar� ya da hastal�klar� dolay�s�yla çal��amayanlara bakmak zorundad�r” (al�nt�layan Zabuno�lu, 1963:153). 78 Duguit, Columbia Üniversitesi’nde verdi�i derslerden birinde, Alman hukukçular�n, Burgess’in ve Esmein’�n, egemenlik ile ilgi tan�mlar�na gönderme yapt�ktan sonra �öyle der: “Asl�nda, size ne

48

de; egemenlik dü�üncesi kamu hukukunun olu�umunu baltalar; çünkü kamu

hukukunun olu�umu, e�er devlet kurallar ile ba�l�ysa mümkündür (Chevallier,

2003:37). Oysa “egemenlik, tabiat� gere�i, yaln�zca ve her zaman, emredici bir

iradedir” (Duguit, 2000:385) ve bu yüzden onun her hangi bir düzene itaatini

beklememek gerekir. Asl�nda Duguit’nin, burada yapt��� tespit, tam da bu bölümde

belirtilmek istenen geli�imin tespitidir. 19. ve 20. yüzy�l kamu hukukunun geli�ti�i

ve hukuk devleti anlay���n�n siyasal sistemlerde a��rl���n� artt�rd��� yüzy�llard�r.

Tan�m� gere�i klasik egemenlik dü�üncesi ister istemez bu geli�imlerle ters

dü�mektedir. Bu çal��ma, egemenli�e olan inanc�n a��rl���n� korumas� nedeniyle, bu

fikri reddetmek yerine, tan�m k�staslar� üzerinde de�i�iklikler yap�lmas� gerekti�ini

ileri sürer. Ancak bu �ekilde 20. yüzy�lda ulusal egemenlik dü�üncesinin, üzerindeki

bask�larla nas�l de�i�ti�i ve en somut örne�ini Avrupa Birli�i’nin olu�turdu�u

bütünle�me projelerinin olu�umu anla��labilir.

Hukuk devleti anlay���, Frans�z doktrininin bir parças� haline gelirken en

önemli tart��malardan biri de yasal devlet ile hukuk devleti aras�ndaki fark�n ve

hangisinin Frans�z sistemi için daha uygun oldu�unun tespiti konusundad�r. Özellikle

Carré de Malberg, ya�ad��� III. Cumhuriyet’in kurdu�u sistemi aç�klamak için yasal

devlet anlay���n�n daha uygun oldu�unu, ancak gerekli de�i�iklikler yap�larak

Frans�z sisteminin yasal devletten hukuk devletine do�ru evrilmesine destek

olunmas�n�n gereklili�ini savunmu�tur 79 . Carré de Malberg’e göre yasal devlet,

hukuk devletinden iki temel noktada farkl�la��r. �lk olarak yasal devlette, kanun idari

eylemin sadece s�n�r� de�il, �art�d�r. Bir ba�ka deyi�le, idari i�lem sadece kanunun

uygulanmas�d�r. �kinci olarak ise, yasal devlette anayasan�n üstünlü�ü güvence

alt�nda de�ildir, çünkü anayasan�n ihlâli söz konusu oldu�unda hiçbir itiraz yolu

öngörülmemi�tir. Bu iki temel farkl�l�k, önemli bir fikir ayr�l���n�n yans�mas�d�r:

hukuk devletinde bireyin korunmas� amaçken, yasal devletin öncelikli kayg�s�

devletin organlar� aras�ndaki i�bölümünün ve i�leyi� kurallar�n�n belirlenmesidir.

dü�ündü�ümü söylemem gerekirse, ne kadar mant�kl� olursa olsun, bu egemenlik ö�retisinde, bir nebze pozitif gerçeklik olmad���n�, bunun �eklî, tuhaf ve mant�ksal olarak in�a edilmi�, ama somut gerçekli�e bütünüyle yabanc� ve bugün de çökmekte olan bir metafizik yap� oldu�unu san�yorum” (Duguit, 2000:384). 79 Carré de Malberg’in görü�lerinin k�sa bir özeti için bak�n�z Chevallier, 2003:30-36.

49

Dolay�s�yla özellikle Fransa’da uyguland��� �ekliyle yasal devlet, esasen idareyi

düzenler. Ancak yasal devlet tart��malar�ndan ç�kar�lacak bir sonuç da, bu sistemde

yasa koyucunun yani parlamentonun egemenli�inin s�n�rs�z kabul edilmesidir; çünkü

insan haklar� beyannamesinden bir üst kural olarak bahsedilmedi�i gibi, yasalar�n

anayasal denetimini öngören bir mekanizma da söz konusu de�ildir. Carré de

Malberg’in yasal devlet üzerinden yapt��� Frans�z sistemi incelemesi sadece betimsel

bir çal��ma de�ildir; ayn� zamanda Fransa’n�n neden hukuk devleti konusunda

ilerleme kaydedemedi�ine dair ele�tirel bir bak��t�r (Chevallier, 2003: 31).

Dolay�s�yla Carré de Malberg de, parlamentonun s�n�rs�z egemenli�ine kar��,

hukuk devleti fikriyle yasalar�n anayasal denetiminin yolunun aç�lmas� gerekti�ini

savunanlar aras�ndad�r. Bu anayasal denetimin hangi yollarla yap�laca�� önemli ama

teknik bir sorundur80. Bu çal��man�n çerçevesinde daha önemli olan nokta, böyle bir

anayasal denetim mekanizmas�n�n parlamentonun s�n�rs�z egemenli�ine son verip

vermeyece�idir. Yasal devlet ad� verilen sistemde, bir anlamda Bodin’in yasa koyma

iktidar�n�n s�n�rlanamayaca�� ya da Rousseau’nun kanunun genel iradenin yan�lmaz

bir �ekilde dile gelmesi oldu�u dü�üncesi etkili olmaktad�r. Oysa hukuk devleti yasa

koyucuya s�n�rlar koyar. De Malberg’in ifadesiyle,

“hukuk devletinin üzerine kuruldu�u do�al geli�im; Anayasan�n, yasaman�n müdahalesinden uzak kalmas� gereken bireysel haklar�, yurtta�lar�n üzerinde bir güç olarak belirlemesini ve güvence alt�na almas�n� gerektirir. Hukuk devleti sistemi, sadece idari yetkililer için de�il, yasama erki için de bir s�n�rlama sistemidir” (Carré de Malberg, 1920:492). Buradan ister istemez klasik egemenlik kuram�n�n ele ald��� �ekliyle

egemenli�in geçerlili�ini kaybetti�i sonucuna var�l�r. Devletin kendi kendini

s�n�rland�rmas� dü�üncesinden hareketle Alman kamu hukukçular� taraf�ndan 19.

yüzy�lda öne ç�kar�lan, Frans�z meslekta�lar� taraf�ndan ele�tirilerek geli�tirilen

hukuk devleti fikri, böylece 20. yüzy�lda klasik egemenlik anlay���ndan s�n�rl�

egemenlik anlay���na geçi�i zorlayan bir fikir olarak a��rl���n� hissettirir. Öncelikle

Bat� Avrupa devletlerinde ortaya ç�kan yeni hukuk sisteminde hukuk devleti fikriyle

80 Örne�in Hauriou s�radan mahkemelerin anayasaya uygunluk denetimi yapabilece�ini savunurken, Eismann yasalar�n anayasal denetimini yapmakla görevli özel bir mahkemenin olu�turulmas� gerekti�ini öne sürmü�tür (Chevallier, 2003:32).

50

birlikte anayasalar�n üstünlü�ü, ço�u zaman anayasa mahkemeleri yoluyla, güvence

alt�na al�n�r. Ulusal egemenli�in esasen ulusal anayasada dile geldi�i, dolay�s�yla

bunun ulusal egemenlik üzerine bir s�n�rlama olmad��� �eklindeki savunmalar Carré

de Malberg’den bu yana yap�lm��t�r. Ancak Avrupa Birli�i’nin geli�imi sürecinde de

hukuk devletinin her zaman öncelikli bir ilke olarak kabul edilmesi, insan haklar�n�n

AB kurumlar� taraf�ndan korunmas� ve Avrupa anayasas�n�n olu�turulmas�,

tart��malar� yeni bir boyuta ta��m��t�r. Avrupa bütünle�me sürecindeki geli�melerin

irdelenmesi çal��man�n son bölümüne b�rak�ld���ndan, bu a�amada egemenlik ile

hukuk devleti ve anayasac�l�k aras�nda ters orant�l� bir ili�ki oldu�unu söylemek çok

da yanl�� olmayacakt�r.

Böylece 20. yüzy�la gelinip hukuk devleti anlay��� yönetim �ekillerinin ve

siyasetin �ekillendirilmesinde, en az�ndan Bat� Avrupa devletlerinde ve ABD,

Kanada gibi ayn� ilkeleri benimseyen devletlerde, önemli kavramlardan biri olarak

kabul edilmeye ba�land���nda, egemenlik ile ili�kisi Duguit, Carré de Malberg gibi

Frans�z hukukçular taraf�ndan çoktan vurgulanm�� durumdayd�. Ancak hukuk devleti

ile egemenlik aras�ndaki ili�ki dü�ünüldü�ünde gönderme yap�lmas� gereken bir

di�er hukuk kuramc�s� �üphesiz Carl Schmitt’tir ve Schmitt’in hukuk sistemini

alg�lay��� ve aç�klay��� yukar�da bahsedilen Alman hukukçulardan da, Frans�z

hukukçulardan da oldukça farkl�d�r. Schmitt, hayat� ve verdi�i eserler ile derin

tart��malara sebep olmu� bir hukukçudur81; ancak burada sadece egemenlik ile ilgili

dü�üncelerine ve hukuk devleti kavram�na bak���na k�saca de�inilecektir82.

Schmitt’e göre, hukuki düzenin uygulanabilmesi için siyasi sistemin ‘normal

bir durumda’ olmas� gerekir. Buna kar��n, siyasi sistem her hangi bir sebepten dolay�

81 1888 do�umlu olan Carl Schmitt, 1919’da Münih Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulu’nda akademik kariyerine ba�lad�. Çal��malar�na önce Bonn Üniversitesi’nde, daha sonra Berlin Üniversitesi’nde devam etti. Karar almac�l�k (decionnisme), siyasi ilahiyat ve siyasi romantizm gibi birçok kavram� sosyal bilimlere kazand�ran, ancak dü�üncelerinin nasyonal sosyalist bir devlete fikir babal��� yapm�� olmas� yüzünden çok �iddetli ele�tirilere hedef olan ve uzun süre unutulan Scmitt hukukçular taraf�ndan son zamanlara kadar pek ra�bet görmeyen bir dü�ünür olarak kalm��t�r. 82 Schmitt’in Federasyon Kuram� ise ikinci bölümde federalizm tart��malar� çerçevesinde incelenecektir. Fakat tüm göndermeler Avrupa anayasal düzeninde egemenli�in anla��lmas�na yard�mc� olabilecek unsurlar� bulabilmek içindir. Dolay�s�yla Schmitt’in hukuki ve siyasi yakla��m� ayr�nt�l� incelenmeyecektir.

51

ola�anüstü hal durumuna geçti�i andan itibaren hukuki sistem bir anlamda ask�ya

al�n�r (Chevallier, 2003:48). Scmitt’e göre ola�anüstü hal durumu bir s�n�r-

kavramd�r. S�n�r kavram, Alman hukukçunun kendi ifadesiyle “en d��taki etki

alan�na i�aret eden bir kavram anlam�na gelir” (Schmitt, 2002:13). Dolay�s�yla hukuk

sistemi içerisinde olmayan, bu sistem taraf�ndan öngörülmeyen bir durum söz

konusudur. Bu durumda ise, ola�anüstü halin hukuk mant���na uygun olup olmad���

sorunu ile kar��la��l�r. Bunun yan�t� ise, Alman hukukçu için aç�kt�r:

“Ola�anüstü hal hakk�nda verilen karar, kelimenin tam anlam�yla ‘karar’d�r. Çünkü ola�an durumda geçerli olan bir hukuk kural�nda oldu�u gibi, genel bir norm, mutlak bir istisnay� hiçbir zaman içeremez ve bu nedenle gerçek bir ola�anüstü halin var oldu�una ili�kin karara kusursuz bir temel olu�turamaz” (Schmitt, 2002:13-14). Bir ba�ka deyi�le ola�anüstü halin söz konusu oldu�unun tespiti sadece bir

‘karar’ olarak dü�ünülmelidir83. Anayasa bu karar� kimin verebilece�ini belirtebilir;

ancak anayasada belirtilsin ya da belirtilmesin, bu ola�anüstü hal durumuna karar

veren ve bu durumda al�nacak önlemleri, uygulamaya koyulacak düzenlemeleri

belirleyen güç, gerçek egemendir. Hukuk devletinin çizdi�i çerçevede s�k�yönetim

durumunun �artlar�n�n ve s�k�yönetim zaman�na ili�kin yetkilerin s�ralanmaya

çal���lmas� bir anlamda bo�unad�r; çünkü ola�anüstü hal durumu aslen öngörülemez

bir durumdur.

“Böyle bir durumda hukuk geri ad�m atarken devletin baki kalaca�� a�ikârd�r. Ola�anüstü hal, anar�i ve kaostan farkl� bir �ey oldu�u için hukuk düzeni de�ilse de, hukuki anlamda bir düzen hâlâ mevcuttur”(Scmitt, 2002:19). Ald��� kararlarla bu düzeni sa�layan da egemendir. Dolay�s�yla Schmitt’in

dü�üncesinde egemenlik, karar alma gücü olarak belirir ve hukuk devleti ile ya da bir

ba�ka anayasal düzenleme ile s�n�rlanmas� mümkün de�ildir84.

Görüldü�ü üzere, Schmitt’in dü�üncesi 20. yüzy�lda egemenli�in hukuk

devleti ile s�n�rland�r�lmas� gere�ini savunan hukukçulardan çok farkl�d�r. Ancak

83 Benzer bir görü�e fa�ist olarak görülen �talyan kuramc� Julius Evola’da da rastlan�r (Chevallier, 2003:48). 84 Hatta Schmitt’e göre Bodin’in dü�üncesindeki as�l yenilik bu karar verme hakk�n�n, egemene teslim edilmesindedir. Bodin’den yapt��� “Prensin tebaaya veya halka kar�� sorumlulu�u, verdi�i sözün yerine gelmesi halk�n ç�kar�na oldu�u sürece devam eder, ancak acil gereksinimler söz konusu oldu�unda ba�l�l��� sona erer” al�nt�s�yla bu görü�ünü destekler (Schmitt, 2002:16).

52

Schmitt’in görü�leri, hakim olan e�ilimin hukuk devletinin giderek bireyin temel hak

ve özgürlüklerinin siyasi iktidar�n muhtemel bir tecavüzüne kar�� korunmas�n�

sa�layacak bir içerikle donanarak geli�mesini engelleyecek bir güce sahip

olmam��t�r. Hatta Schmitt’in öne sürdü�ü görü�lerin, Nazi Almanyas�’n�n ideolojik

temellerini besledi�ine dair yayg�n inan��, yukar�da belirtildi�i gibi bu Alman

hukukçunun fikirlerinin topyekûn reddedilmesine neden olmu�tur.

Hukuk devleti sonuçta, bireyi devletin yetki a��mlar�na kar�� korumay�

hedefleyen anayasal düzenlerin kurulmas�nda önemli rol oynam��t�r. Bir ba�ka

deyi�le, hukuk devleti kuram�n�n merkezinde, insan haklar�n�n korunmas� ve siyasi

iktidar�n yasal temsilcilerinin görev ve yetkilerinin aç�kça belirlenmesi ve denetime

tabi tutulmas� yoluyla egemenli�in s�n�rlanmas� dü�üncesi mevcuttur. Üstelik bu

kuram�n geli�imi, ideolojik söylemle ve toplumsal hareketlerle desteklenmi�tir.

Ça��m�z�n önde gelen dü�ünürlerinden Habermas’�n Hukuk ve Demokrasi ba�l���n�

ta��yan çal��mas�nda alt�n� çizdi�i gibi, hukuk devleti, liberal demokrasi ilkelerinin

uygulanmas�n� sa�lamaya yönelik siyasal ve toplumsal bir örgütlenme �eklidir

(Habermas, 1997). Dolay�s�yla klasik egemenlik kuram�, hukuk devletinin

geli�imiyle ister istemez s�n�rl� egemenlik anlay���na do�ru evrilmek zorunda

kalm��t�r. Öte yandan bu çal��ma için önemli bir nokta, Avrupa Birli�i’ni kuran

devletlerin, kurulu� a�amas�ndan beri hukuk devletini vazgeçilmez bir ilke olarak

benimsemeleridir. Bu yüzdendir ki, hukuk devleti fikri ile ba�da�abilen bir

egemenlik alg�s�n�n olu�turulmas� önemlidir.

Klasik egemenlik kuram�ndan s�n�rl� egemenlik kuram�na do�ru geçi�i

gerektiren unsurlar olarak kuvvetler ayr�l��� ve hukuk devleti kuramlar�n� ele ald�ktan

sonra, 20. yüzy�lda klasik kuram�n ald��� �ekli anlayabilmek için üçüncü bir geli�ime

daha yer vermek gerekmektedir. Bu üçüncü geli�im, esasen ulus-devletin iç

dinamiklerinin de�il de, siyasal birimlerin ulus-devletler olarak örgütlenmesiyle

olu�an uluslararas� sistemin bir sonucudur. De�i�en uluslararas� sistemde, her siyasi

birimin kendini egemen olarak tan�mlamas�, egemenler aras� oyunun kurallar�n�n

belirlenmesini gerektirmi�tir. Kurallar�n belirlenmesi ve sistemi olu�turan

devletlerden bu kurallara uyulmas�n�n istenmesi ise egemenli�in s�n�rland�r�lmas�

53

sorusunu tekrar gündeme getirmi�tir. Bu yüzden alt ba�l���n üçüncü paragraf�nda

uluslararas� hukuk ile klasik egemenlik kuram� aras�ndaki ili�ki ele al�nacakt�r.

3. Uluslararas� Hukukun �kilemi

Siyasi tarih çal��malar�n�n birço�u, siyasi iktidar�n merkezile�meye

ba�lamas�n� ve ulus-devletlerin kurulmas�n�n kökenlerini 1648 Westphalia

Bar���’na 85 kadar götürüp, bu tarihten itibaren uluslararas� sistemin temel

aktörlerinin, gittikçe daha belirgin bir �ekilde devletler olmaya ba�lad���n� belirtir86.

Bu sistemde egemenli�in önceleri mutlak ve s�n�rs�z olarak, daha sonra ise

s�n�rland�r�lm�� olsa bile, tek ve bölünmez olarak ulus-devlette toplanmas� ve ulus-

devletlerin kendi s�n�rlar� dahilinde ba�ka hiçbir siyasi otoritenin görü�lerine de�er

vermek zorunda olmamas� en belirgin özelliktir. Yukar�da hukuk devleti kuram�yla

devlet egemenli�ine s�n�rlar getirilmesi aç�klan�rken, esas önemli olan�n, devletin

yetkili organlar�n�n bu s�n�rlamalar� veya s�n�rlay�c� kurallar� kendi sistemi içinde

kabul etmesi oldu�una dair bir görü�e de�inildi. Ancak s�n�rlamalar�n d��ar�dan

gelmesi devlet egemenli�inin s�n�rlan�p s�n�rlanamayaca�� ile ilgili tart��malar�n daha

belirgin olarak gündeme ta��nmas�na neden oldu. Tüm bu çeli�kili geli�melerin

alt�nda yatan, klasik egemenlik kuram�n�n kurdu�u çat�yla yak�ndan ba�lant�l�d�r.

Klasik egemenlik kuram�, her bir devleti egemenlik kayna�� ve egemenli�in

kullan�c�s� olarak tan�mlayarak asl�nda uluslararas� sisteme ta��nmas� zor bir önerme

yarat�r; çünkü bu durumda uluslararas� sistemin her bir üyesi kendini egemen ve

kendi kurallar�n�n di�er toplumlara dayat�lmas�n� me�ru olarak görür. Bu da, ister

istemez uluslararas� sistemi de�i�ik egemenlerin koydu�u kurallar�n çeli�ip

çat��abildi�i, kurallardan çok devlet ç�karlar�n�n belirleyici rol oynad��� bir mücadele

alan�na dönü�türmektedir. Bu mücadelenin ço�u zaman ve kolayl�kla devletler aras�

sava� �ekline dönü�ebilmesi ve sistemin kurallar�n�n belirsizli�inden do�an risklerin

85 Westphalia Bar��� ad� alt�nda bilinen antla�malar, Münster ve Osnabrück Antla�malar�’d�r. 86 Ancak bu görü�e kar�� ç�k�p Westphalia Bar���’n�n ulus-devlet olu�um sürecinde önemli bir rolü olmad���n� savunan siyaset bilimciler ve uluslararas� ili�kiler kuramc�lar� da vard�r (Krasner, 2001). Bu çal��ma için öncelikli olan, Westphalia Bar���’n�n yerinin belirlenmesi olmad���ndan bu tart��malara hiç de�inilmeyecektir. Önemli olan, birinci alt ba�l�kta da belirtildi�i üzere toplumsal yap�n�n geleneksel toplumdan modern topluma do�ru evrilirken yeni bir siyasi yap�lanmaya ihtiyaç duymas� ve ulus-devletin bu ortamda kurulmas� ve kuramsalla�t�r�lmas�d�r.

54

egemenliklerini s�n�rlamay� dü�ünmeyen devletler taraf�ndan bile tehlike olarak

alg�lanmas�, uluslararas� hukukun geli�mesini sa�layan temel ivmedir.

Ancak egemenlik, uluslararas� hukuk sistemi içerisinde merkezi bir yere sahip

olurken (Jennings, 2002:27), ayn� zamanda uluslararas� hukukun geli�imi ile klasik

egemenlik kuram� aras�nda aç�k bir ikilem ortaya ç�km��t�r. Klasik egemenlik

kuram�, egemen devletin kendisi d���nda kural koyucu tan�mazken, uluslararas�

hukuk esasen baz� kurallar�n devletlere dayat�labilmesini öngörmektedir. Bu

durumda ise, yap�lan aç�klamalar ya devletin egemenli�ini önceleyerek uluslararas�

hukukun varl���n� yads�m��, ya da uluslararas� hukukun üstünlü�ünü savunarak

devlet egemenli�ini yoksaym�� veya önemsiz görmü�tür. Uluslararas� hukukun

geli�mesiyle belirginle�en bu ikilemin anla��lmas� ve aç�klanmas�, Avrupa Birli�i

anayasal düzeni çerçevesinde egemenlik kavram�n�n ald��� �ekli çözümleyebilmek

aç�s�ndan da önemlidir; çünkü Avrupa Birli�i, özellikle kurulu� a�amas�nda ve hatta

baz� AB hukukçular�na göre halen bir uluslararas� örgüt niteli�indedir87. Birli�i kuran

antla�malar, öncelikle uluslararas� niteliktedir ve antla�ma imzalama yetkisi, klasik

egemenlik kuram�ndan bu yana devletin egemenlik kullan�m� olarak görülmü�tür.

Oysa bu imzalanan antla�malar�n içeri�inde, devlet egemenli�ini s�n�rlay�c�

maddelerin olabilmesi ve bu antla�malar�n uygulanmas�yla ortaya ç�kan hukuk

düzeninin niteli�i, devletin egemenlik kullan�m� dü�üncesinin s�n�rlar�n� a�makta ve

bu konuda önemli sorunlar� gündeme getirmektedir.

Öncelikle klasik egemenlik kuram�n�n uluslararas� hukuku yoksayan (Martin,

1996:8) yönünü bir kere daha vurgulamakta yarar vard�r. Bodin’den bu yana klasik

egemenlik kuram�n� ele al�rken öncelikle benimsenen ilke olarak, egemenin en üst

kural koyan oldu�u ve egemenin koydu�u kurallar�n denetlenemedi�i dü�üncesinin

alt� bu bölümün ba��nda birçok kere çizildi. Klasik egemenlik kuram�n�n ilk dönem

dü�ünürlerinden özellikle Hobbes ve Spinoza, uluslararas� hukuku yoksayan

dü�ünürlerin ba��nda gelmektedirler. Bu iki dü�ünürün arkas�ndan, Emer de Vattel de

devlet egemenli�inin mutlakl���n�n ve uluslararas� hukukla s�n�rlanamazl���n�n

87 Avrupa Birli�i’ni esasen bir uluslararas� örgüt olarak görüp egemenlik ili�kilerini bu aç�dan ele alan hukukçular�n görü�lerine bir sonraki alt ba�l�kta yer verilecektir.

55

savunuculu�unu yapm��t�r. Bu dü�ünürlerin uluslararas� hukuk hakk�ndaki

görü�lerine çok k�saca de�inmek klasik egemenlik kuram�n�n uluslararas� hukuku

kuramsal olarak tan�mas�ndaki güçlü�ü ve günümüzde uluslararas� hukukun

geli�imini aç�klamada kar��la�t��� engelleri anlamak için gereklidir.

Hobbes, Léviathan adl� eserinde özellikle egemenin kendi topraklar�

üzerindeki konumunu ve durumunu ele al�r88. Ama egemenin d�� ili�kileriyle ilgili

birkaç ç�karsamada da bulunur. Do�a halinde sürekli bir kavga halinde ya�ayan

bireylerin düzeni sa�lamak için egemene tüm egemenlik haklar�n� devrettiklerini ve

devletler aras� arenada bu sürekli kavga halinin devam etti�ini belirtir. “Uluslar

hukuku” kavram�n�, do�al hukuk olarak tan�mlar, ama esasen uluslararas� “do�a

durumunu” anlatmak için kullan�r. Bireyler, egemene haklar�n� devrettikten sonra,

onun koydu�u kurallarla yönetilirken, egemen devletler hiçbir makam� kendilerinden

üstün görmezler ve kendilerinden ba�ka hukuk kayna�� tan�mazlar. Her ne kadar

devletler aras� ili�kileri düzenleyen baz� ahlaki kurallar �ngiliz dü�ünür taraf�ndan

kabul edilse de, pozitif hukuk kurallar�n� koymaya yetkili makam�n egemenli�in

sahibi olarak devlet oldu�u özellikle vurgulan�r. Dolay�s�yla, içeride yasalarla

gücünü en üst düzeyde tutmaya çal��an egemen, uluslararas� planda, do�a durumu

halen devam etti�inden sava�larla kendini ve halk�n� korur ve gücünü artt�rmaya

çal���r (A�ao�ullar� & Köker, 2000:217). Bu anlay�� da bizi ancak uluslararas�

hukukun yads�nmas�na götürür (Chevallier, 2003:79).

Ayn� dü�ünce tarz� Spinoza’da da devam etmektedir. Spinoza, uluslararas�

anar�i ortam�nda gücün hukuktan daha üstün oldu�undan bahseder. Her devlet,

bekas�n� dü�ünerek, egemenli�inden do�an haklar�n� kullan�p kendini korumakla

yükümlüdür. Uluslararas� ili�kiler, devletler aras�nda antla�malar imzalanmas�n�

gerektirebilir; ama egemen devlet, ç�kar�yla uyu�mad���n� fark etti�i an, antla�may�

ihlal edebilir. Gözetmesi gereken, güç dengesinin kendi lehine çal��mas� ve

antla�man�n ihlalinden do�acak sonuçlar� gö�üsleyebilecek olmas�d�r. Bu ba�lamda,

88 Hobbes’un siyasi fikirleri ve Leviathan hakk�ndaki de�erlendirmeler için bkz. A�ao�ullar� & Köker, 2000:149-255 ve Chevallier, 1966.

56

Spinoza sadece uluslararas� hukuku yads�makla kalmay�p, pacta sunt servanda89

ilkesini de yok saymaktad�r. Devletin mutlak egemenli�ini bölünmez ve

devredilemez olarak tan�mlay�p kendinden üstün ya da kendisine s�n�rlar koyabilecek

bir hukuk yaratma sürecini reddetme, Austin, Hegel ya da Machiavel gibi

dü�ünürlerde de gözlemlenebilir (Chaltiel, 2000:79-80).

Özellikle Hobbes’un görü�lerinden etkilenip uluslararas� ili�kileri

düzenleyebilecek bir hukuk düzeni olup olmad��� konusunda dü�ünen önemli bir

hukukçu da Emer de Vattel’dir90. Onun gözünde uluslararas� toplum sadece egemen

devletlerden olu�ur ve her egemen devlet di�erinden ba��ms�zd�r. Do�adaki

insanlar�n aksine devletler tüm ihtiyaçlar�n� kendi kendilerine kar��layabilirler ve

do�al düzeni egemen güç olarak yorumlarlar. Pozitif uluslararas� hukuk ise do�al

hukukun egemen devletler taraf�ndan yorumlanmas�yla olu�ur (Legoherel, 1996:74-

75). Dolay�s�yla her devlet, uluslararas� hukuk ile ilgili olarak kendi yorumunu

yapmakta tam anlam�yla özgürdür. Bodin’in kuramsalla�t�rd��� mutlak egemenlik, bu

çerçevede uluslararas� düzleme de ta��n�r ve 19. yüzy�l boyunca uluslararas� hukuk

a��rl�kl� olarak devletin mutlak egemen oldu�u kabulünden yola ç�k�larak

anla��lmaya çal���l�r. Öte yandan Bodin’in uluslararas� hukukun geli�imi konusunda

oynad��� rol hakk�nda görü�ler çe�itlidir. Legohel kitab�nda Bodin’i, uluslararas�

hukuk doktrininin do�u�u ba�l��� alt�nda ele al�rken (Legoherel, 1996:28), Chaltiel

Rébuplique’de geçen birkaç ifadeye dayanarak Frans�z dü�ünürün uluslararas�

hukuk hakk�nda görü�ler ileri sürdü�ünü dü�ünmenin yanl�� oldu�unu belirtir

(Chaltiel, 2000:80). Chaltiel’in, Bodin’in a��rl�kl� olarak egemenli�in iç i�lerin

düzenlenmesini nas�l etkiledi�i konusunda yazd���na dair tespiti �üphesiz yanl��

de�ildir. Ancak uluslararas� hukukun özellikle modern devletlerin olu�mas�yla

kuramsal ve uygulamaya dönük olarak geli�me gösterdi�i de aç�kt�r. Bodin’in en

önemli katk�s�, egemenlik kuram�yla modern devletin olu�mas�na zemin haz�rlamas�

89 Türkçe’de ‘ahde vefa’ olarak ifade edilen antla�man�n öngördü�ü kurallara uyma ilkesine, gelenek hukukundan kaynaklanmas�na ra�men, 1969 Antla�malar Hukukuna �li�kin Viyana Sözle�mesi’nin 26.maddesi de gönderme yapmaktad�r. 90 1714-1767 aras�nda ya�am�� olan Frans�z hukukçu, Le droit des gens ou principes de la loi naturelle appliqués à la conduite et aux affaires des Nations et des Souverains (�nsanlar Hukuku ya da Uluslar�n ve Egemenlerin Davran��lar�na ve �li�kilerine Uygulanacak Do�al Kanunun �lkeleri) ba�l�kl� eserinde a��rl�kl� olarak uluslararas� hukuk ile ilgili görü�lerine yer vermi�tir.

57

ve uluslararas� hukukun temel aktörü olarak devletin belirmesinin ve güçlenmesinin

yolunu açmas�d�r.

Devletin egemenli�inin uluslararas� alanda �arts�z olarak devam etti�ini

savunan hukukçular�n ya da siyaset kuramc�lar�n�n dü�ünceleri, 20. yüzy�lda önemli

dü�ünürler taraf�ndan kullan�lm�� ve uluslararas� hukukun yads�nmas�na bir anlamda

devam edilmi�tir. Bu dü�ünürlerin ba��nda Fransa’da Raymond Aron ve ABD’de

Hans Morgenthau gelir. Uluslararas� ili�kiler kuramc�lar� taraf�ndan gerçekçi okulun

önde gelen temsilcileri olarak görülen bu iki kalem, hukuk kurallar�n� belirlemenin

ve kurallar� eksiksiz �ekilde uygulatarak sistemin en etkin �ekilde çal��mas�n�

sa�laman�n devletin görevi ve egemenlikten do�an hakk� oldu�unu belirtirler. Onlara

göre, uluslararas� ortamda, ne hukuk yapmaya yetkili bir makam, ne kurallara

uyulmas�n� denetleyen bir hakim, ne uyulmad��� durumda me�ru olarak zor kullanan

bir polis gücü mevcuttur. Haliyle bu durumda uluslararas� hukukun varl���ndan

bahsetmek mümkün de�ildir (Pellet, Dinh & Daillier: 1994:86). Uluslararas�

hukukun etkin olarak uygulanmas�n�n zorlu�u ve uluslararas� sistemin zorlay�c�

mekanizmalar�n�n eksikli�i günümüzde de bu hukuk dal�na yöneltilen ele�tirilerin

ba��nda gelmektedir. Ancak uluslararas� hukukun bu sebeple yads�nmas� ele�tiriye

aç�kt�r; çünkü kuramsal olarak nas�l aç�klan�rsa aç�klans�n, devletleraras�nda baz�

uluslararas� hukuk kurallar� ba�ar�yla yol gösterici rolü üstlenmektedir. Ayr�ca

uluslararas� ili�kilerin gittikçe karma��kla�mas� ve kar��l�kl� ba��ml�l�k durumlar�n�n

olu�mas�yla uluslararas� hukuk, iktisadi ve siyasal yapt�r�mlar� etkin �ekilde kullan�r

hale gelmi�tir. Bu anlamda AB hukuk düzeni, ulus-devlet yap�s�n�n sahip oldu�u

fiziksel zorlama gücüne sahip olmadan, etkin ve iyi i�leyen bir düzene en iyi örne�i

te�kil etmektedir. Dolay�s�yla uluslararas� hukuku yok saymak yerine, uluslararas�

hukukun devletler taraf�ndan nas�l ve ne zaman kabul gördü�ünü anlamaya çal��mak

daha ak�lc�d�r.

Esasen farkl� siyasal birimler aras�ndaki ili�kilerin düzene sokulmas�

anlam�nda uluslararas� hukukun tarihi klasik egemenlik kuram�ndan çok eskilere

uzan�r (Carreau; 1994:10-15). Ancak, klasik egemenlik kuram�yla devlet

egemenli�inin mutlak bir �ekilde vurgulanmas� sonucunda uluslararas� hukuk

58

de�i�ime u�ram��t�r. Devletlerin i�birli�i anlay��lar�n�n ve ihtiyaçlar�n�n artmas�,

uluslararas� hukukun geli�mesine ivme kazand�rm��t�r. Bu geli�meyle birlikte

devletin, tek kurucusu / karar al�c�s� olmad��� bir hukuk düzenini kabullenmekte

çekinceli davranmas�yla uluslararas� hukuk ile egemenlik aras�ndaki ikilem

belirginle�mi�tir. Ancak uluslararas� hukuk kurallar�n�n belirlenmesi ve

benimsenmesi sürecinde devletler aras�nda bir uzla�� sa�land���, yani her bir devletin

o kural konusunda deste�i en az�ndan o an için gösterdi�i dü�ünülürse, bu ikilem

biraz daha hafifletilebilir. Keza AB’de üye devletler aras�nda sa�lanan uzla�� Birli�in

hukuk düzeninin kurulmas�nda en temel unsur olarak göze çarpmaktad�r.

Uluslararas� hukuku yads�maktan yana olan dü�ünürlerin, öne ç�kard�klar� gibi daha

önceden oyda��m sa�lanarak bir antla�ma imzaland���nda bile, �artlar�n de�i�mesi

durumunda, herhangi bir devlet ç�kar�na uymad��� için, antla�may� uygulamaktan

vazgeçebilir. Hali haz�rda uluslararas� hukukun yapt�r�m gücü böyle bir durumda

zay�ft�r; ancak bir kere daha belirtmek gerekirse, uluslararas� ili�kilerin yo�unlu�u

böyle bir ihlalin faturas�n� a��rla�t�rmakta, uluslararas� hukukun yads�nmas�n�

imkâns�z k�lmaktad�r.

Uluslararas� hukukun yads�nmas�n�n tam kar�� ucunda ise, devlet

egemenli�inin tamam�yla yok say�lmas� fikri yer almaktad�r. Devlet egemenli�ini

yok sayan görü�ler, hukuk felsefesi tarihinde, iki koldan ilerler. Bunlardan ilki, do�al

hukukun pozitif hukuktan daha üstün oldu�una dair inan��� sürdüren dü�ünürlerin

fikirleriyle beslenen bir koldur. Do�al hukuk anlay���, do�an�n bir düzeni oldu�unu

ve bu düzenin bireyin ve devletin iradesi d���nda olu�an kurallarla sa�land���

görü�üne dayan�r. Bu kurallar�n olu�umunu ve ba�lay�c�l���n� baz� dü�ünürler,

tanr�sal ya da kutsal bir kayna�a atfederken; baz�lar� da insan�n ak�l ve mant��� ile

do�an�n düzenini sa�layan kurallar� kabul etmesi dü�üncesine ba�lar (Pazarc�,

2005:12). Do�al hukukun kayna��n� tanr�sal olarak görüp uluslararas� hukuku do�al

hukuktan yola ç�karak anlamaya çal��an ilk isimler aras�nda91, Francisco de Vitoria

(1480-1546) ve Francisco Suarez (1548-1617) gelir. Hümanist dü�ünür Vitoria,

devletin insan için gerekli temel bir kurum oldu�unu kabul eder, ancak ona göre,

91 Vasquez de Menchaca ve Alberico Gentilis de, uluslararas� hukuku dinsel temellere dayal� bir hukuk anlay��� içinde de�erlendirmi�lerdir (Pazarc�, 2005:12).

59

kamu gücünün kayna�� egemenlik de�il, do�al hukuktur ve do�al hukuk, insanlar

aras�nda bir hukuk düzeni olu�turur. Vitoria’n�n bu düzene verdi�i isim, “le droit des

gens” (ius gentium, insanlar hukuku)’d�r (Legoherel, 1996:25). Uluslararas�

toplumun bir unsuru olarak devlet de bu düzenin kurallar�na uymak zorundad�r;

uymayan devlete kar�� ba�lat�lacak sava� me�ru bir sava� olacakt�r.

Suarez ise ius gentium ifadesini al�p geli�tirir. Ius gentium her ne kadar

do�al hukuk dü�üncesine dayansa bile, baz� farkl�l�klar göstermektedir. Do�al hukuk,

de�i�meyen ve herkese uygulanabilen kurallardan olu�ur. Oysa ius gentium do�al

hukuktan kaynaklanan pozitif hukuk kurallar�n� bir araya getirir. Zaman�n

gereklerine göre geli�ir, ama her devlet uygulamayabilir. Dünya farkl� siyasal

birimlere bölünmü� olsa bile, Emer de Vattel’in savundu�unun aksine, Suarez’e göre

bu siyasal birimlerin hiçbiri kendi kendine yeterli de�ildir. Bu yüzden devletler, ius

gentium arac�l���yla içinde ya�ad�klar� uluslararas� topluma düzen verirler. Ancak

uluslararas� toplumda do�ru veya yanl��a karar vermeye yetkili bir yarg�ç

olmad���ndan, devletlerin ihlali söz konusu oldu�unda, haklar�n� korumalar�n�n tek

yolu sava�t�r. Sava��n me�ru yol olarak kabulü uluslararas� ili�kilerin esasen bir güç

mücadelesi oldu�u fikrine geri dönü� gibi olursa da, Suarez’in as�l vurgusu farkl�

siyasal sistemlerin birbirlerine ihtiyac� olmu�tur. �spanyol dü�ünürün, bunun da

ötesinde gelecekteki uluslararas� hukuk kuramlar�na yapt��� en büyük katk�, do�al

hukuku kaynak alan ius gentium’u iradi ve somut kurallar bütünü olarak tasvir

etmesidir (Legoherel, 1996:26-27) .

Do�al hukuku, kutsal güçlerden de�il de insan ak�l ve mant���ndan hareketle

aç�klayan ve uluslararas� hukuk doktrininin do�u� döneminde ileri sürdü�ü fikirlerle

günümüze kadar sürüp giden önemli etkilerden birini b�rakan dü�ünür, �üphesiz

Hugo de Groot’ (1583-1645)dur. Yayg�n olarak kullan�lan ismiyle Grotius, özellikle

hümanist ki�ili�i ve sava� hukukuna yapt��� katk�larla bilinir92. Dünya düzeninin

egemen devletlerin toplam�ndan ibaret olmad���n� ileri sürmü�tür. Öyle ki egemen

92 Sava� devletler aras�nda kullan�lan me�ru bir yoldur; ama sava� gidi�at�nda ve ilkesinde adil olmal�d�r. Do�al hukukun kabul etti�i haklara (uluslararas� e�itlik, ba��ms�zl�k, ülke bütünlü�ü, uluslararas� ticaretin özgürlü�ü…) sald�r� oldu�u zaman adildir (Legoherel, 1996:35).

60

devletler vard�r; ancak ne iç i�lerinde ne d�� i�lerinde iktidarlar� mutlak ve s�n�rs�zd�r

(Larrère, 2003: 353). Ayr�ca, kendisinden önce do�al hukuku savunan di�er

dü�ünürler gibi, dünyada ya�ayan tüm insanlar�n olu�turdu�u bir topluluktan,

evrensel bir toplumdan söz etmi�tir. Öte yandan, Grotius do�al hukuk ile iradi

hukuku birbirinden ay�rmak konusunda öncellerinden daha ileri gitmi�tir.

Uluslararas� hukuk iradi bir hukuktur, yani devletlerin beyan ettikleri ortak irade

sonucunda olu�ur. Ancak bu iradelerin beyan�nda devletler tam anlam�yla özgür

de�ildir (Legoherel, 1996:34). Do�al hukukun ilkelerini dikkate almak zorundad�rlar.

Devletlerin bu �ekilde olu�turduklar� uluslararas� hukuku yaratma sebepleri ise,

Grotius’a göre, gerekliliktir. ��aret edilen bu gereklili�in kayna��nda ise

insano�lunun toplumsall��� ve bunun devam� olarak siyasi birimlerin birbirleriyle

ili�ki kurmaya olan ihtiyaçlar� yatar (Chaltiel, 2000:88).

Devlet egemenli�ini yok sayan görü�lerin toplanabilece�i ikinci önemli kolda

ise, i�te bu uluslararas� i�birli�i dü�üncesinden yola ç�karak uluslararas� hukuku

anlamaya çal��an dü�ünürler yer al�r. Bunlar aras�nda iki önemli isim, Léon Duguit

ve Georges Scelle’dir. Toplumsal bilinç ve i�birli�i dü�üncesinden yola ç�karak öne

sürdü�ü nesnel hukuk anlay��� ile kamu hizmeti anlay���na ve kamu hukukunun

geli�imine büyük katk�lar�na hukuk devleti kuram�yla ilgili paragrafta de�inilen

Duguit, dayan��maya ve i�birli�ine olan ihtiyac�n devletin s�n�rlar�n� a�t���n� belirtir

(Legoherel, 1996:111). Bu ihtiyac�n sonucunda uluslararas� hukuk kurallar� belirir.

Dolay�s�yla uluslararas� hukuk, egemen devlet taraf�ndan yarat�lmas� ya da kökenleri

do�al hukukta aranmas� gereken bir hukuk dal� de�ildir; zaten bir kere daha

tekrarlamak gerekirse, Frans�z hukukçuya göre egemenlik diye bir �ey yoktur.

Egemenli�in varl���na duyulan bir inan�� vard�r, ancak bu da tehlikeli bir inan��t�r.

Ayn� toplumsal dayan��ma fikrinden yola ç�karak uluslararas� hukukun

geli�imini derinden etkileyen ise Georges Scelle’dir. Duguit gibi, Scelle de sadece

bireylerin hukukun öznesi olabilece�ini belirtir (Chaltiel, 2000:89). Bireyler, do�alar�

gere�i toplum içinde ya�amaya gereksinim duyarlar. Bu da bireyler aras�nda

toplumsal bir dayan��ma meydana getirir. Dayan��ma kurallar� kendili�inden ortaya

ç�kar ve kural koyucu sadece bunlar� tespit etmekle yetinir. Devlet ise toplumun en

61

bütünle�mi� halidir, ancak ki�ile�tirilmesi mümkün de�ildir. Dolay�s�yla uluslararas�

toplumu da, devletler biçiminde örgütlenmi� toplumlar� a�an evrensel bir toplum

olarak dü�ünmek gerekir (Pazarc�, 2005:15). Devletler baz� konularda son sözü

söyleme hakk�n� ellerinde tuttuklar� için egemen olarak kabul edilmemelidir; çünkü

devletin organlar�n�n uygulamaya koydu�u hukuk, esasen toplumsal dayan��man�n

gerektirdi�i kurallardan ba�kas� olamaz. O halde, en üst yasa yap�c�y� egemen olarak

tan�mlamak “mant�ksal bir imkans�zl�k”tan ba�ka bir �ey de�ildir (Chaltiel, 2000:89).

Öte yandan, hukuk kurallar�n�n muhatab� bireyler oldu�una ve uluslararas� toplum da

esasen bireylerden olu�tu�una göre, ortada bir tek hukuk düzeni mevcuttur.

Dolay�s�yla Scelle’in yakla��m�, tekçi (moniste) bir yakla��md�r. Üstelik bütün

uluslararas� kurallar, ayn� alanda hüküm içeren iç hukuk kurallar�ndan daha üstündür.

Bir ba�ka deyi�le, uluslararas� hukuk kurallar�, kendileriyle çeli�en iç hukuk

kurallar�n� de�i�tirir veya iptal eder (Legoherel, 1996:112-113).

�ç hukuk ile uluslararas� hukuku bir bütün olarak dü�ünen ve tekçi yakla��m�

savunan 20. yüzy�l�n bir di�er önemli hukukçusu Hans Kelsen’dir93. Scelle gibi,

Alman hukukçu da hukukun öznesinin birey oldu�u temelinden yola ç�karak, ikici

(dualiste) hukuk anlay���n� 94 ele�tirir. Ayr�ca genel olarak kabul edildi�i üzere,

egemenlik kendinden üstün hukuk düzeni tan�mamak anlam�na gelmekteyse, Alman

hukukçunun ifadesiyle, iki ayr� düzenin kabulü uluslararas� hukuk ile iç hukuk

aras�ndaki ili�kiyi “sorunlu” hale getirmektedir (Kelsen, 1960:627). �kici görü�ü

savunanlar�n iddia etti�i gibi, uluslararas� hukuk ve iç hukuk iki farkl� ve birbirinden

ba��ms�z hukuk sistemini olu�turmaktaysa, iki sistemin ayn� konuda birbirleriyle

çeli�en kurallar öngörmesi durumunda hukukun tek öznesi olan bireyin hangi kural�

uygulamak zorunda oldu�u belirsiz kal�r. Bu yüzdendir ki, dünyada varolan hukuk

düzeni tek bir düzen kabul edilip, uluslararas� hukuk ile iç hukuk bu düzenin alt

93 Kelsen’in hukuk sisteminin tekçi yap�s�yla ve egemenlik ile uluslararas� hukukun ili�kisine yönelik görü�lerine, Sovereignty and International Law ba�l�kl� makalesinden yola ç�k�larak de�inilecektir (Kelsen, 1960:627-640). Birebir al�nt�lar d���nda sayfa belirtilmeyecektir. 94 Özellikle Alman hukukçu Treipel ve �talyan hukukçu Anzilotti’nin isimleriyle bilinen ikici görü�e göre, iç hukuk bireyler ve tüzel ki�iler aras�ndaki ili�kileri düzenlerken, uluslararas� hukuk, büyük ölçüde devletler aras�ndaki ili�kileri düzenlemektedir. Ayr�ca iç hukukun kayna��, tek tarafl� devlet iradesi oldu�undan, ba�lay�c�l��� da bu devlet iradesinin sahip oldu�u yapt�r�m gücüne ba�l�d�r. Oysa uluslararas� hukukun kayna�� devletlerin ortak iradelerinin ürünleri olan antla�malar oldu�undan, ba�lay�c�l��� da pacta sunt servenda ilkesine ba�l�d�r (Pazarc�, 2005:18-19).

62

parçalar� say�lmal�d�r. “Egemenlik sorunu da, sadece uluslararas� ve ulusal hukuk

ili�kisinin tekçi yap�s� temelinde, ya uluslararas� hukukun üstünlü�ü ya da ulusal

hukukun üstünlü�ü kabul edilerek çözülebilir” (Kelsen, 1960:630). Alman

hukukçuya göre, ulusal veya uluslararas� hukuku üstün görmek içerik olarak hiçbir

�eyi de�i�tirmez. Kelsen, devlet egemenli�ini ya da uluslararas� hukuku yok

saymadan bunlardan hangisinin di�erine üstün oldu�u sorusuna verilen cevab�n

hukuki de�il, siyasi bir cevap oldu�unu belirtir (Kelsen, 1960:640). Ancak kimi

yazarlar, Kelsen’in uluslararas� hukukun üstünlü�ünü savundu�unu öne sürerken

(Pazarc�, 2005:20; Malanczuk, 1999:63), di�erleri, Kelsen’in olu�turdu�u mant�ksal

�ema95 içerisinde devlet egemenli�inin dolay�s�yla ulusal hukukun üstün oldu�unu

savunmaktad�r (Chaltiel, 2000:90). Kelsen’in çal��malar�n�n ayr�nt�l� incelemesi

yap�lmad���ndan bu konuda kesin bir yarg� belirtmemek belki de en uygun

yöntemdir.

Öte yandan, Scelle’in ve Kelsen’in savundu�u tekçi hukuk düzeni anlay���n�n

Avrupa Birli�i’nde ya�anan yasal geli�meleri anlamak için daha uygun bir zemin

olu�turdu�unu belirtmek gerekir. Daha ileride tekrar ele al�nacak olan Van gend en

Loos (26/62) karar�, Topluluk’un kurucu antla�malar�n�n yaln�zca üye devletler için

hak ve yükümlülükler yaratmad���n�, ayn� zamanda bireylerin ulusal makamlar

önünde ileri sürebilece�i haklar ve yükümlülükler içerdi�ini belirterek, antla�ma

hükümlerinin üye devletlerin ulusal hukuk düzenleri üzerinde do�rudan etkilili�i

doktrininin olu�mas�na öncülük eder. Dolay�s�yla AB hukuk düzeni, tekçi bir yap�

çerçevesinde daha iyi aç�klanabilir gibi gözükmektedir. Bu tekçi düzen içerisinde,

ulusal hukuk ile uluslararas� hukuk aras�ndaki ili�kiyle ilgili birkaç tespite daha yer

vermekte yarar vard�r. Kelsen’e göre, devlet egemenli�ini kabul etmek, uluslararas�

hukuk ile çat��ma halinde olmak demek de�ildir; çünkü egemen s�fat�yla devlet,

antla�ma imzalayabilir ve uluslararas� kurallar� kabul edebilir. Bu bir anlamda,

gönüllü olarak hareket özgürlü�ünü ve yetkilerini k�s�tlamak anlam�na gelmektedir. 95 Kelsen ulusal hukukun ya da uluslararas� hukukun üstünlü�ü konusunda tercih belirtmemesine ra�men, ulusal hukuk kural� ile uluslararas� hukuk kural� aras�nda çat��ma söz konusu oldu�unda, ulusal hukuk düzenindeki kural�n geçerli kalaca��n�, çünkü uluslararas� hukukun kendisiyle çeli�en kurallar için iptal ile ilgili bir yöntem öngörmedi�ini belirtir. Dolay�s�yla Chaltiel, bu durumun Kelsen’in devlet egemenli�ini tan�mas� ve öncelemesi anlam�na geldi�ini öne sürmektedir (Chaltiel, 2000:90).

63

Hatta Kelsen bu noktada, sanki AB’nin geli�imini önceden görür gibi, “uluslararas�

hukuk çerçevesinde antla�ma imzalamak yoluyla, modern devlet kadar

merkezile�mi� uluslararas� bir örgüt kurmak oldukça mümkündür ki, bu durum,

örgütün üyesi olan imzac� devletlerin devlet olma özelliklerini kaybetmesini

gerektirebilir” demektedir (Kelsen, 1960:637). Kelsen’in bu noktada yapt��� vurgu,

bu seçimin hukuki ak�l yürütmenin ürünü de�il, siyasi bir seçim oldu�una dairdir.

Avrupa Birli�i’nde ya�anan geli�melere bak�ld���nda, üye devletlerin devlet olma

niteliklerini kaybettiklerini söylemek için henüz çok erken olsa bile, kendi

iradeleriyle egemenliklerini s�n�rlamaya do�ru yöneldikleri ve bu yönelmede siyasi

tercihlerin önemli rol oynad��� söylenebilir.

Esasen günümüzde uluslararas� hukuk ile devlet egemenli�i aras�ndaki

ili�kiler ilginç bir tablo sergilemektedir. Devletler, ihtiyaçlar�n ve çözüm yollar�n�n

küreselle�ti�i bir dünyada i�birli�ine yönelirken, en az�ndan söylemlerinde

egemenliklerine s�k� s�k�ya sar�lmaktad�rlar. Ayr�ca, milliyetçilik hareketlerinin

tekrardan yükseli�e geçmesi, uluslararas� topluma üye devletlerin ve egemenlik

aray���yla ortaya ç�kan etnik topluluklar�n silahl� mücadelelerini sürdürmeleri 96 ,

öncelikli amac� dünya bar���n�n korunmas� olan BM taraf�ndan bu çat��malar�n

durdurulamamas�, uluslararas� hukukî yapt�r�mlar�n zay�fl���n�n ve egemenlik

dü�üncesinin sadece söylemle yetinmedi�inin ciddi bir göstergesidir. Dolay�s�yla

uygulamaya bak�ld���nda devletlerin, egemenliklerini s�n�rlama konusunda isteksiz

davranmalar�, uluslararas� toplumun olu�mad���na i�aret etmektedir. Kuramsal olarak

da devlet egemenli�i halen a��rl���n� hissettirmektedir. Hatta imzalanan antla�malar,

devlet egemenli�ini tan�r maddeler içermektedir. Burada devletlere tan�nan

egemenlik s�n�rs�z de�ilse bile, uluslararas� hukukun imzac� devlete çekince koyma,

çekilme gibi haklar� tan�mas� devlet egemenli�ini tan�d���na dair i�aretlerdir. Ayr�ca

uluslararas� içtihatta yer alan kararlar, devlet egemenli�i tan�r niteliktedir. Öncelikle

Uluslararas� Adalet Divan�’na (UAD) ba�vuru ile ilgili karar� verme yetkisi

96 Hatta 21. yüzy�l�n ba��nda Asya ve Afrika’daki silahl� çat��malar�n ald��� �ekil, ister istemez Bodin’in Avrupa’daki egemen güç eksikli�inin sebep oldu�u sava�lar�n çözümünü egemenlik kuram�yla aramas�n� hat�rlatmaktad�r. Buradaki çat��malara devlet egemenli�inin güçlendirilmesiyle mi, yoksa küreselle�menin beraberinde getirdi�i ba�ka dinamiklerle mi çözüm bulunabilece�i belli de�ildir (Jennings, 2002:30).

64

devlettedir. Ayr�ca UAD ve öncesinde Uluslararas� Sürekli Adalet Divan� (USAD),

ald��� kararlarda da devlet egemenli�inin uluslararas� hukuk taraf�ndan tan�nd���n�

vurgulam��t�r. Chaltiel, bu ba�lamda, 7 Eylül 1927 tarihli Lotus Karar�’n�97 ve 9

Nisan 1949 Corfou Bo�az�98 ile ilgili karar� örnek olarak verir (Chaltiel, 2000:98).

Öte yandan uluslararas� hukukun ve örgütlerin geli�mesi, bu ikilemin bir

�ekilde azald���na i�aret etmektedir. �kilemin hafiflemesi öncelikle uluslararas�

ili�kilerin yo�unla��p devlet ihtiyaçlar�n�n ülke s�n�rlar�n� a�mas�na ba�l�d�r.

Devletler anayasalar�nda uluslararas� hukuk kurallar�na gönderme yaparak bir

anlamda egemenliklerini s�n�rlamaktad�rlar. Uluslararas� ili�kilerin öznesi olarak

devlet d���nda aktörlerin sahneye ç�kmas� da, uluslararas� kurallar�n düzenlenmesine

olan ihtiyac� �üphesiz artt�rm��t�r. 20. yüzy�lda iyice belirginle�en bu geli�meler,

devlet egemenli�i ile uluslararas� hukukun birbirlerini tamamlayan unsurlar

oldu�unun anla��labilece�i kuramsal bir çerçevenin haz�rlanmas�na zemin

haz�rlam��t�r. Bu ba�lamda ele al�nmas� gereken en önemli yakla��m ise kendi

kendini s�n�rlama doktrinidir.

Kendi kendini s�n�rlama doktrini, devletin uluslararas� toplumun tek ve üstün

birimi oldu�u varsay�m�ndan yola ç�kt��� için (Pazarc�, 2005:13), klasik egemenlik

kuram�n�n uluslararas� hukuka yakla��m� için aç�klay�c� olmaktad�r. Devlet, bu s�fatla

uluslararas� topluma girerken kendinden üstün bir otoriteyi de tan�maz. Sadece çe�itli

nedenlerle, uluslararas� toplumun düzene kavu�turulmas�n�n gere�ini fark eden

devletler, kendi r�zalar�yla antla�malar imzalayarak ve örgütler kurarak uluslararas�

hukukun olu�mas�na yard�m etmektedirler. Bu doktrinin kurucular�, hukuk devleti ile

ilgili bölümde belirtildi�i üzere, Gerber, Ihering ve Jellinek gibi Alman kamu

hukukçular�d�r; ancak doktrinin en tan�nm�� kuramc�s� Jellinek’tir. Heidelberg

97 Fransa ile Türkiye’yi kar�� kar��ya getiren Lotus Karar�, “devletleri ba�layan hukuk kurallar�, bunlar�n iradesinden ileri gelir” ve “uluslararas� hukuk, ba��ms�z devletler aras�ndaki ili�kileri düzenler” diyerek egemen devletlerin iradesinin uluslararas� hukuk için ne kadar önemli oldu�unun alt�n� çizmektedir. Karar�n tümü için bkz. http://www.icj-cij.org/cijwww/cdecisions/ccpij/serie_A/A_10/30_Lotus_Arret.pdf. 98 Arnavutluk ile Birle�ik Krall��� kar�� kar��ya getiren Corfou Bo�az� ile ilgili karar da, “ba��ms�z devletler aras�nda, ülkesel egemenli�e sayg�n�n uluslararas� ili�kilerin öncelikli temellerinden biri oldu�unun” iç i�lerine müdahalenin güç gösterisine dönü�memesini hat�rlat�r. Karar�n tümü için bkz. http://www.icj-cij.org/cijwww/cdecisions/ccpij/serie_A/A_10/30_Lotus_Arret.pdf.

65

Üniversitesi’nde 1887-1991 aras�nda yay�nlad��� eserlerle, kendi kendini s�n�rlama

görü�ünün, Alman devlet kuram�n�n ve uluslararas� hukukun geli�imine katk�s�

büyük olmu�tur. Uluslararas� hukukun bu doktrinden yola ç�karak nas�l kuramsal

temellere kavu�turuldu�unu anlamak için, Jellinek’in kuram�n�n dört temel

önermesine (Duguit, 1917:124) de�inmekte yarar vard�r.

Öncelikle devletin varl���, ulusa ve bireylerin toplam�na ba�l� de�ildir;

onlardan farkl� olarak varolma yetisine sahiptir. �kinci olarak, devlet hukuki bir

ki�iliktir, haklara sahiptir ve kamu gücünün kullan�c�s�d�r. Jellinek’in Herrschaft

olarak adland�rd��� kamu gücü, s�n�rs�z ve kar�� konulamazd�r. Egemenlik, i�te bu

kamu gücünün ta��mas� gereken özelliktir. Kuram�n üçüncü önermesi, egemenli�e

ili�kindir. Egemen kamu gücü, kendi iradesi d���nda kararlar�n� s�n�rlay�c� hiçbir güç

tan�maz. Dördüncü önerme ise, egemen kamu gücüne sahip olan devletin kendisini

isteyerek hukuk ile s�n�rlayabilece�ini belirtir. Kendi kendini s�n�rlama s�ras�nda,

s�n�rlar� ve yapt�r�mlar� belirleyen devletin bizatihi kendisidir. Bu �ekilde, yukar�da

da belirtildi�i üzere, Rechtstaat anlay��� ortaya ç�kar. Alman hukukçu, bu dört

önermenin üzerine kurulu kendi kendini s�n�rlama doktrininin ilkelerine sad�k

kalarak yapt��� ilk çal��malar�ndan birinde 99 uluslararas� hukukta sözle�melerin

ba�lay�c�l��� konusunu irdeler (Duguit, 1917:139-144). Bu ba�lay�c�l���n devletin

kendi kendini s�n�rlama iradesini beyan etmesinden do�du�unu belirtir.

Jellinek, daha sonra 1900 y�l�nda yay�nlad��� Allgemeine Staatslehre ba�l�kl�

kitab�nda konuyu biraz daha yak�ndan inceler. Ona göre, uluslararas� hukuk egemen

devletlerin birbirleriyle olan ili�kilerini düzenlemek için kullan�lan hukuk dal�d�r ve

ancak egemen devletlerin özgür iradelerinin bir ürünü olarak dü�ünülebilir. Bu

noktada, uluslararas� hukukun egemen devletler için nas�l zorlay�c� bir nitelik

kazanaca�� sorusu belirir. Jellinek’e göre, bu soru esasen, bir üst makam taraf�ndan

kural koyulmas�n� hukukun temeli olarak gören medeni hukuk okulundan gelenlerin

sorabilece�i türden bir sorudur. Oysa, kamu hukuku gibi, uluslararas� hukuk da kendi

kendini s�n�rlama dü�üncesinden hareketle anla��labilir. Devletler, istekleri ile

99 Duguit’nin inceledi�i ad� geçen çal��man�n ba�l��� Die rechtliche Natur des Staatenverträge’ (1880)dir.

66

uluslararas� hukukun kurallar�n� kabul ederler ve kendilerini bu kurallarla ba�l�

hissederler. Ancak uluslararas� hukuk kurallar�n�n devletler taraf�ndan ba�lay�c�

olarak dü�ünülmesinde psikolojik unsur da etkilidir (Duguit, 1917:140). Nas�l ki

bireyler, uymak zorunda olduklar� hukuk kurallar�n�n gereklili�ine ve geçerlili�ine

dair bir inan��a sahipseler, uluslararas� hukuk da devletler aras�nda varolan benzer bir

inan��la aç�klanabilir. Aradaki fark, -ki yok say�lamayacak kadar önemli bir farkt�r

bu-, iç hukukta kural� koyan ile uymak zorunda olanlar aras�nda hiyerar�ik bir yap�

varken, uluslararas� hukuk en az�ndan kuramsal olarak devletlerin egemen e�itli�i

ilkesi üzerine kurulur. Esasen burada Jelllinek’in sorgulamad���, uluslararas�

hukukun hiyerar�ik yap�dan yoksun olmas� nedeniyle, fiziki yapt�r�m gücünün ne

oldu�udur; çünkü ona göre fiziki yapt�r�m sa�layabilecek merkezi bir kurumdan

yoksun oldu�u için ona hukuk ad�n� yak��t�rmamak do�ru de�ildir. Öte yandan,

uluslararas� hukuk kurallar�na uyulup uyulmad��� di�er devletler, kamuoyu ve bas�n

taraf�ndan takip edilebilmektedir (Duguit, 1917:142). Burada tüm gerçekçi

uluslararas� ili�kiler kuramc�lar�n�n ya da hukukçular�n sorabilece�i, herhangi bir

uluslararas� hukuk kural� ile devletin ç�karlar� çeli�ti�inde hangisinin öncelik sahibi

oldu�u sorusuna, devletin uluslararas� toplumun tek ve üstün birimi oldu�u kabulüyle

tüm çal��malar�n� �ekillendiren Jellinek �u cevab� vermektedir:

“�nceleme sonucunda, uluslararas� hukuk devletin varl��� ile çat��mal� olarak tespit edilirse, hukuk kural� geri çekilir. Çünkü iç kamu hukuku çal��mas�n�n bize daha önce gösterdi�i gibi, devlet her hukuk kural�ndan üstündür. Uluslararas� hukuk devletler için vard�r, devletler uluslararas� hukuk için de�il” (al�nt�layan Duguit, 1917:142). Devlet ç�karlar� ile uluslararas� hukuk kurallar�n�n çat��mas� durumunda,

devlet öncelemesi aç�s�ndan Jellinek’in vard��� sonuç, bir anlamda uluslararas�

hukuku s�n�rlamaktad�r. Ancak yine de günümüz uluslararas� sistemi içerisinden

Jellinek’in uluslararas� hukuka yakla��m�na bak�ld���nda aç�klay�c� oldu�unu

söylemek mümkündür; çünkü yapt�r�m mekanizmalar� halen çok etkin olmasa bile,

bu hukuk dal�n�n geli�mesinin ve gittikçe daha fazla egemen devlet taraf�ndan

içselle�tirilmesinin alt�nda yatan aç�klay�c� fikir, sistemden ve teknolojik

geli�melerden do�an nedenlerle bile olsa, devletlerin kendi kendini s�n�rlamay� kabul

etmeleridir. Öte yandan Alman hukukçunun vurgulad��� psikolojik unsur �üphesiz

67

uluslararas� hukuk ve hatta AB’nin yasal düzenini ve i�leyi�ini anlamak için çok

önemlidir. Bir ba�ka deyi�le bu psikolojik unsur, yürürlükteki hukuk sisteminin

me�ruiyetinin göstergesidir. Özellikle AB anayasal düzeninde olan, uzla�� yoluyla

kurallar�n ve kurumlar�n me�ruiyetinin sa�lanmas� ve ancak bu me�ruiyet

sa�land�ktan sonra kanunla�t�rma sürecine gidilmesidir. Uzla�� sa�lan�rken üye

devletlerin kendi iradeleriyle egemenliklerini s�n�rlad�klar� aç�kt�r. Üstelik bu

s�n�rlama, bütünle�me hareketinin ula�t��� düzeyden dolay�, geri dönülemez bir

noktaya gelmi�tir; bu yüzdendir ki, klasik kuram�n devlet egemenli�ine

yakla��m�ndan farkl� bir bak�� aç�s� gerekmektedir art�k.

Öte yandan, uluslararas� hukuk ile egemenlik aras�ndaki ikilemli ili�kiyi

incelerken, Fransa’n�n önde gelen uluslararas� hukukçular�ndan Combacau, devletin

uluslararas� egemenli�ini yasal özgürlük olarak tan�mlar (Combacau, 1993).

Egemenli�in, ‘tamam�yla ba��ms�z bir gücün en üst olma özelli�i’ oldu�u yolundaki

tan�mdan100 yola ç�karak, egemenli�in ülke içindeki ve uluslararas� ortamda ald���

�ekli inceler. Egemen devlet, kendi ülkesinde en üst güçtür ve muhtemel rakiplerinin

direni�ini k�rma iktidar�na sahiptir. Oysa ki uluslararas� ortamda, devlet egemenli�i,

olumsuz içerikli bir egemenliktir. Bir ba�ka deyi�le, devlet, uluslararas� alanda,

kendisi en üst güç oldu�u için de�il, kendisinden üstün bir ba�ka güç olmad��� için

egemendir. Dolay�s�yla “e�er uluslararas� egemenlik bir iktidar de�il de, uluslararas�

hukukun devlete tan�d��� bir iktidar özelli�i ise ve e�er bu özellik hiçbir üst iktidara

ba�l� olmama özelli�i ise, o zaman devletin kendi iktidar�nda olan� yapma özgürlü�ü

olarak incelenebilir” (Combacau, 1993:51). Ancak bu özgürlük, do�a halindeki

bireyin özgürlü�ü ile ayn� de�ildir. Combacau’ya göre, do�a halindeki özgürlü�ün

yerini devletlerin özerkli�i al�r. Özerkli�in Frans�zca kar��l��� olan autonomie

kelimesinde uluslararas� sistemin özelliklerini özetleyen iki kök de mevcuttur.

“nomie” tak�s� devletlerin davran��lar�n�n saf ç�kar pe�inde ko�may� s�n�rlayan

kurallarla s�n�rl� oldu�una gönderme yaparken, “auto” kökü bu kurallar�n sadece 100 Bu tan�m, Combacau’nun makalesinde belirtti�i gibi, Carré de Malberg’in egemenli�e atfedilen anlamlar� özetledi�i üç ayakl� tan�mlaman�n ilk k�sm�d�r. Bu tan�m �u �ekildedir: “�lk anlam�yla (egemenlik), tamam�yla ba��ms�z bir gücün en üst olma özelli�ini ifade eder. �kinci kabul edilen �ekliyle, devlet gücünün kapsad��� erklerin tümünü ifade eder ve bu yüzden devlet gücüyle e�anlaml�d�r. Son olarak da, devlet içerisinde devlet gücünü elinde tutan�n konumunu i�aret etmeye yarar ve bu anlam�yla egemenlik, organ�n gücüyle örtü�türülmü�tür” (Carré de Malberg, 1920:79).

68

egemen devletlerin onay�yla olu�tu�unu ifade eder. Combacau’nun görü�üne göre,

bu da kurallara uyan egemen ikileminin a��lmas�n� sa�lar, çünkü konulan kurallara

karar veren egemenin kendisidir.

Görüldü�ü üzere burada savunulan görü�, Alman yakla��m�n�n kendi kendini

s�n�rlama görü�üne çok yak�nd�r. Ancak uluslararas� hukukun zorlay�c� olup olmad���

konusunda verdi�i aç�klama, 20. yüzy�l�n küreselle�en dünyas�ndaki uluslararas�

ili�kilerin izlerini biraz daha fazla yans�tmaktad�r. Egemen devletlerin, kendi

kurallar�na uymalar�n�n garantisi yoktur. Fakat her bir devlet, di�er devletlerin de bu

s�n�rlar içinde davranmas�n� arzulad��� için, kendisi de bu s�n�rlar içinde kalmay�

kabul eder. Dolay�s�yla Frans�z hukukçuya göre, uluslararas� hukuka uyulmas�n�

te�vik eden kar��l�kl�l�k dü�üncesidir. Bu �ekilde devletler, uluslararas� hukukun

müdahale hakk�n� tan�d��� her konuda, di�er devletlerin davran��lar�n� kabul edebilir

hale gelir. Burada bahsedilen uluslararas� hukuk, devletin tan�d��� genel ilkeler ya da

imzalanan antla�malar yoluyla ilkel yasal özgürlü�üne konulan s�n�rlamalar�n

toplam�ndan ba�ka bir �ey de�ildir. Bu ba�lamda yap�lan kar��l�kl� müdahalelerin

hiçbiri egemenlik dü�üncesine tak�lmaz (Combacau, 1993:52).

Bu noktadan sonra, Combacau makalesinde önemli �u soruyu sorar: devletin

s�n�rlayamayaca�� veya s�n�rlamamas� gereken haklar� var m�d�r? Frans�z hukukçu,

19. ve 20. yüzy�lda, devletin temel haklar� doktrini çerçevesinde tart���lan bu konuyla

ilgili çok fazla dü�ünülmedi�ini, oysa baz� konularda s�n�rlamalar konmas�yla

beraber devletin, devlet olma özelli�ini kaybedebilece�ini belirtir. Özellikle AB ile

ilgili olarak dü�ünüldü�ünde bu konu çok önem kazanmaktad�r. Üye devletler,

özgürlüklerinden feragat ederek, en üst karar verici olma konumundan inerek, daha

yukar�daki bir merkezin verdi�i kararlara uyan özneler haline dönü�mektedirler.

Combacau’ya göre AB ile ilgili egemenlik tart��malar�nda as�l üzerinde durulmas�

gereken nokta budur. Ancak AB’ye üye devletlerin, özellikle bekalar�n� etkileyecek

önemli konularda, tam anlam�yla özgürlüklerinden vazgeçtiklerini söylemek oldukça

zordur. Üyelerin, egemen devletin klasik anlam�yla sahip oldu�u varsay�lan hareket

özgürlü�üne sahip olmad�klar� aç�kt�r, ancak halen karar verme süreçlerinde her bir

üye devlet a��rl�kl� etkiye sahiptir. Zaten bu etkinin azalt�lmas�na yönelik tüm

69

ad�mlar üyeler taraf�ndan �üpheyle kar��lanmakta, bu tav�r da bütünle�me hareketini

yava�latmaktad�r. Dolay�s�yla üye devletlerin orta ve ileri vadede ç�karlar� için

olumlu olaca��n� dü�ünerek kendi kendilerini s�n�rlamay�, her karar�n müzakere

sürecine kat�larak kabul ettiklerini dü�ünmek daha do�ru gözükmektedir.

Sonuç olarak klasik egemenlik kuram� 20. yüzy�la hem içerden hem d��ar�dan

gelen s�n�rlamalarla ta��nm��t�r. Her iki yönden yap�lan s�n�rlamalar�n alt�nda yatan

aç�klama, yukar�da belirtildi�i üzere, devletin kendi iradesiyle s�n�rlamalar� kabul

etti�i yönünde olmu�tur. Duguit gibi, kendi kendini s�n�rlama doktrininin iktidar

ili�kilerini anlamak için yeterli olmad���n� savunan hukukçular olmu� ve esasen

onlar�n görü�leri klasik egemenlik kuram�na ele�tirel yakla��mlar�n geli�mesine

temel olu�turmu�tur. Öte yandan AB’nin bütünle�me sürecinde egemenin kim

oldu�u sorusuna yan�t ararken, baz� AB hukukçular� ve siyasetçiler, klasik egemenlik

kuram� çerçevesinden süreci anlamaya çal��m��lard�r. Ancak burada kullan�lan klasik

egemenlik kuram�, �üphesiz, kuvvetler ayr�l��� ilkesini kabul eden, hukuk devleti ile

içerden ve uluslararas� hukuk ile d��ar�dan gelen s�n�rlamalar�, tüm s�n�rlamalar�n

kendi iradesinden kaynakland���ndan yola ç�karak kabullenen bir klasik egemenlik

kuram�d�r. Bir ba�ka deyi�le, birinci alt ba�l�kta dile getirdi�imiz �ekliyle klasik

egemenlik kuram� zaman içinde evrilerek modern dü�ünürlerin yaz�lar�nda ikinci alt

ba�l�kta ele ald���m�z �ekli alm��t�r. Ancak en önemlisi, her ne kadar egemenlik art�k

sadece kral�n elinde toplanm�yor ve hukuk devletinin ilkeleri ve uluslararas� hukuk

kurallar� ile s�n�rland�r�l�yorsa bile, klasik egemenlik kuram� devlet egemenli�inin

birli�ini ve devredilemezli�ini öngörür. Kuvvetler ayr�l���n�n öngördü�ü bölünmeler,

egemenli�in de�il, yetkilerin bölünmesinden ibarettir; s�n�rlamalar ise egemenin

iradesinden kaynakland��� için gerçek anlam�yla s�n�rlama de�ildir. Bir sonraki alt

bölümde, egemenli�i bu çerçevede alg�layan hukukçular�n ve siyaset bilimcilerin

Avrupa bütünle�me hareketine dair de�erlendirmelerine de�inilecektir.

70

C. Klasik Egemenlik Kuram�n�n Avrupa Birli�i Çerçevesindeki Yans�malar�

Klasik egemenlik kuram�n�n dü�ünsel oldu�u kadar olgusal haz�rl���n� yapan

ve ulus-devleti siyaset biliminin ve uluslararas� ili�kilerin temel birimi haline getiren

Avrupal� devletlerin, antla�malarla yetkilerini s�n�rland�rmalar� ve hatta bir anlamda

yetki devrini kabul etmeleri esasen oldukça çeli�kili bir durumdur. Öte yandan, bu

yetki devirleri ulusal egemenlik ile ilgili tart��malar�n alevlenmesine de neden

olmu�tur. Buraya kadar hep hukuk kuramlar� çerçevesinde de�erlendirilen

egemenlik, özü itibar�yla buradan kaynaklansa da, AB ile ilgili geli�meleri

de�erlendirmek için hem uluslararas� ili�kiler kuramlar�yla, hem daha belirgin

�ekilde bütünle�me kuramlar�yla ili�kilendirilmelidir. Bu yüzden ilk ba�l�kta,

bütünle�me kuramlar�ndan ulusal egemenli�in halen korundu�unu savunanlara yer

verilecektir. �kinci ba�l�k ise, ulusal egemenli�in Avrupa bütünle�me sürecinin

ilerlemesine ra�men derinden zarar görmedi�ini hukuksal temellerde savunan

hukukçular�n görü�lerine ayr�lacakt�r. En son ba�l�kta ise, ulusal egemenli�in

önemini vurgulayan tüm bu görü�lerin eksik ve yetersiz yönleri ortaya konulmaya

çal���lacakt�r.

1. Hükümetleraras� Bir Düzen Olarak AB – Uluslararas� �li�kiler Kuramc�lar�n�n Görü�leri

Egemenlik, yukar�da belirtildi�i gibi, hukuk çal��malar�n�n temel

kavramlar�ndan biri oldu�u gibi, 20. yüzy�lda uluslararas� ili�kiler disiplininin

geli�imi a�amas�nda önemli bir kavram olarak öne ç�kt�. Ancak, özellikle bu

disiplindeki yaz�n�n geli�meye ba�lad��� dönemde, uluslararas� sistemin temel

aktörleri olarak kabul edilen ulus-devletlerin egemenlikleri bir, bölünmez ve

devredilemez kal�b�na uygun olarak dü�ünülmekteydi. Uluslararas� hukukun ve

örgütlerin geli�iminin bile, bu yerle�ik kal�ba zarar vermedi�i dü�ünülüyordu. Pozitif

hukukçular, kendi kendini s�n�rlama doktriniyle ulus-devletlerin uluslararas� hukuk

kurallar�n� kabul etmesini aç�klarken; gerçekçi okula mensup uluslararas�

ili�kilerciler, devletlerin egemen aktörler olarak uluslararas� örgütlere üye

71

olabileceklerini ve istedikleri zaman bu örgütlerden ayr�labileceklerini

savunuyorlard�. Uluslararas� ili�kiler disiplininin ve gerçekçilik ak�m�n�n kurucu

babalar�ndan Morgenthau’ya göre, egemenli�in bölünebilece�ini dü�ünmek yanl��

anlamalar�n en önemlilerinden biridir; çünkü “e�er egemenlik yüce otorite anlam�na

geliyorsa, iki veya daha fazla birimin –ki�ilerin, ki�iler grubunun, yahut organlar�n-

ayn� zaman ve alan içinde egemen olamayacaklar� akla yak�n gelmektedir”

(Morgenthau, 1970:420). Viotti ve Kauppi, daha yak�n tarihli ve uluslararas� ili�kiler

alan�n�n bilinen kitaplar�ndan olan eserlerinde, egemenli�i “en üst, ba��ms�z ve son

otorite” �eklinde tan�mlayarak “bir devletin kendi topraklar�nda tam yetkisine

gönderme yapan nitelik” oldu�unu belirtir (Viotti & Kauppi, 1993:41). Dolay�s�yla

özellikle gerçekçilerin görü�lerine kat�lan di�er yazarlar için, disiplin bu temeller

üzerinde yükselirken, di�er yandan en ba�ta AB olmak üzere çe�itli uluslararas�

örgütlerin geli�imi ve etkilerinin artmas� çeli�kili bir görüntü sunmaya ba�lam��t�r.

Uluslararas� ili�kiler çal��malar�nda AB’ye ili�kin olanlar a��rl�k kazan�rken, ulusal

egemenli�in AB düzeni ile bölünüp bölünmedi�i sorgulan�r hale gelmi�tir.

Bütünle�me sürecini AB örne�inde devlet egemenli�inden yola ç�karak anlamaya

çal��an kuramc�lar iki ayr� paragrafta incelenecektir. �lk paragrafta, AB’ye i�levsel

çerçeveden yakla�anlara verilen ilk hükümetleraras�c� tepkiler ele al�nacakt�r.

�kincisinde ise, bütünle�me hareketinin ilerlemesiyle hükümetleraras�c� yakla��m�n

ald��� �ekil anla��lmaya çal���lacakt�r.

a. Hükümetleraras�c�l���n �lk Sesleri

Avrupa devletlerinin giri�tikleri bütünle�me hareketini, devlet egemenli�inin

korundu�u kuramsal çerçeveden itibaren anlamaya çal��an ilk ara�t�rmac�, Stanley

Hoffmann olmu�tur. Tarihsel olarak, Hoffmann’�n çal��malar�, ellili y�llara

damgas�n� vuran ilk bütünle�me kuramlar�ndan sonra gelmekte, hatta a��rl�kl� olarak

Haas, Lindberg ve Schieldgold’un ba��n� çekti�i i�levselci yakla��m� benimseyen

çal��malar� ele�tirmek üzere kurulmu�tur. Bu çal��mada Avrupa hareketini anlamaya

yönelik kuramlar�n tarihsel olarak s�ralanmas� yerine, bu kuramlar�n egemenli�i

alg�lay�� biçimlerinin olu�turulan üçlü tipolojinin hangi aya��na uydu�undan

72

hareketle incelenmesi yoluna ba�vurulacakt�r. Dolay�s�yla ayn� ba�l�k alt�nda farkl�

dönemlerde yaz�lm�� ama devlet egemenli�inin tan�m�n� yakla��k benzer biçimlerde

yapan ve bütünle�me hareketinin kavram üzerindeki etkilerini ko�ut çizgilerde

yorumlayan ak�mlara yer verilecektir.

Avrupa Topluluklar�’n�n, üye devletlerin s�radan diplomasi yollar�n�

kullanarak ve yararl� gördükleri konularda i�birli�ine ba�vurarak olu�turduklar� bir

uluslararas� düzen oldu�unu aç�kça dile getiren ilk kuramc� Hoffmann’d�r

(Hoffmann, 1966). Hoffmann’�n makalesine temel olu�turan gözlemleri yapt��� bu

dönemde, bütünle�me hareketinin ivmesinde bir yava�lama oldu�u ve ulusalc�

duygular�n yeniden siyasal elitler aras�nda öne ç�kt��� fark edilmektedir. Ulusal

uyan���n önde gelen ismi, �üphesiz Frans�z Cumhurba�kan� Charles de Gaulle’dür.

Özellikle Fransa’n�n bir anlamda al�nmas�na ön ayak oldu�u Lüksemburg Karar� ile

üye devletlerin ulusüstü bir birlik olu�turma konusundaki çekinceleri su yüzüne

ç�karken, i�levselcilerin öngörüleri de özellikle bu dönemden itibaren sorgulanmaya

ba�lan�r (Rosamond, 2000:75). Kurucu antla�malar, geçi� döneminin 1965 y�l�nda

son bulmas�ndan sonra, ço�unlu�un onaylad��� kararlar�n uygulamaya

konulabilece�i a�amaya geçilmesini, böylece ulusüstü kurumlar�n olu�turulmas�nda

bir ad�m daha at�lmas�n� öngörmekteydi. Ancak Fransa, 1965 y�l�nda “bo� sandalye”

ad� alt�nda bilinen siyasal krizde, bu ço�unluk sisteminin uygulanmas�na kar�� ç�kt�

ve sonucunda Lüksemburg Uzla��s� ad�yla an�lan ve üye devletlerin ulusal ç�karlar�

söz konusu oldu�unda veto hakk�na sahip olmas�n� öngören karar kabul edildi

(Weiler, 2004:30).

Hoffmann, bu krizden yola ç�karak i�levselcileri ele�tirirken 101 , Avrupa

Birli�i’nin geli�imini ve i�leyi�ini ancak üye devletlerden yola ç�karak anlaman�n

mümkün oldu�unu ileri sürer. �üphesiz ulus-devletler, yeni uluslararas� sistemde

baz� aç�lardan y�pranma sürecine girseler de, merkezi rolü üstlenmeye devam

etmektedirler. Her uluslararas� sistemin i�leyi�inin kendi mant��� vard�r. Bu mant���n

en temel unsurlar�ndan biri düzensizliktir. Düzensizlik ise, sistem içerisindeki

101 Lüksemburg Karar� sonras� i�levselci kuramc�lar da kendi tezlerini gözden geçirip kar��la��lan olaylar� aç�klamaya yönelik yeni k�staslar kullanma ihtiyac� duymu�lard�r (Rosemond, 2000:76).

73

farkl�l�klar�n yeniden üretilmesine sebep olmaktad�r. Dolay�s�yla uluslararas� sistem,

her ne kadar devletleri i�birli�i yapmaya itse de, bir yandan da farkl� ulus-

devletlerden olu�mas�na zemin haz�rlar. Hatta uluslararas� sistem, her devletin

egemenli�ini korumaya yönelik mekanizmalar�n geli�tirilmesini te�vik eden ö�eleri

içinde bar�nd�r�r (Hoffmann, 1995:72). Bu anlamda, gerçekçi / yeni-gerçekçi

kuramc�lar ile ayn� çizgide dü�ünse bile, Hoffmann’�n çal��malar�n� bu yakla��m�n

içine yerle�tirmek tam mümkün de�ildir102. Yazar, Avrupa Topluluklar�’n�n geli�imi

sürecinde ulusal ç�kar�n en önemli belirleyici oldu�unu öne sürer, ama ulusal ç�kar

kavram�n� güç dengesini dikkate alarak tan�mlayan gerçekçi dü�ünürlerden farkl� ve

daha ayr�nt�l� bir çerçeve içinde dü�ünür. Hoffmann’a göre ulusal ç�kar� sadece güce

ve co�rafi konuma göre tan�mlamak mümkün de�ildir, çünkü ulusal ç�kar, geçmi�

deneyimlerin, iç güçlerin ve karar al�c�lar�n olu�malar�nda rol oynad��� fikirler ve

ideallerden ortaya ç�kmaktad�r (Hoffmann, 1995:5).

Ulusal ç�kar kavram�n� tam olarak aç�klayabilmek için Hoffmann, ulus-devlet

ile uluslararas� sistemin ili�kisini anlamakta yard�mc� olabilecek üç faktörden

bahsetmektedir (Hoffmann, 1995:75-76). Bunlardan ilki olan ulusal bilinç, bir grubu

di�erinden ay�rmaya yarayan benzerlik ve farkl�l�klara dair alg�d�r. Bu alg�, ulus-

devletin olu�umu sürecinde çok önemli bir rol oynamas�na ra�men, Hoffmann’a göre

ulus-devlet ile ulusal bilincin örtü�tü�ü durumlarda, uluslararas� sistem ile olan

ili�kileri etkilemez. Dolay�s�yla ulus-devlet kurma süreçlerini tamamlam�� devletlerin

herhangi bir bütünle�meye girdiklerinde tak�nd�klar� tutum hakk�nda önceden bir

kan� edinilmesini sa�lamaz. Bir ba�ka deyi�le, çok güçlü ulusal bilince sahip bir

devletin egemenli�ini ulusüstü bir kuruma teslim etmek konusunda nas�l bir tav�r

sergileyece�ine dair bir ipucu sunmaz. �kinci faktör, ulusal durumdur. Ulusal

durum, baz�lar� de�i�ebilen / de�i�tirilebilen, baz�lar� de�i�emeyen / de�i�tirilemeyen

nesnel ve öznel verilerin bir kar���m�d�r. Nas�l ki insano�lunun durumu, genetik

olarak sahip oldu�u ve içinde bulundu�u çevrenin �artlar�yla belirleniyorsa,

uluslararas� sisteme dahil devletler için de ayn� �ey söz konusudur. Toplumsal yap�,

co�rafi konum, taraf oldu�u sözle�meler, de�erler, önyarg�lar, ulusal bilinç, vs. bu

102 Kendisi de, doksanl� y�llarda yapt��� çal��malarda, gerçekçilerle aras�na bir mesafe koydu�unu belirtmekten geri kalmaz (Hoffmann, 1995:1-5).

74

ulusal durumu olu�turan ö�elerdir. Bir önceki kavram�n aksine, herhangi bir devletin

içinde bulundu�u ulusal durum, uluslararas� alanda ba�vurdu�u i�birli�inin �eklini

belirler. Her devlet adam�, devletinin ulusal durumunu göz önüne alarak d�� politika

karar� almal�d�r. Hoffmann, bu kavram ile ilgili olarak, de Gaulle’ün kriz

dönemindeki tutumu ve söyleminin, tam da devletinin ulusal durumunu

de�erlendirerek karar veren siyasal lidere örnek te�kil etti�inin alt�n� çizer. Bu

yüzden, ulusüstü kurumlar�n olu�turulmas�na taraftar siyasetçiler bile, varolan ulusal

durumlar�n� dikkate almak zorundad�r; çünkü ulusal durum, de�i�tirilemez olmasa

da, al�nabilecek kararlar�n s�n�rlar�n� belirler. Üçüncü faktör ise, ulusçuluktur.

Hoffmann, ulusçuluk ile kastetti�inin gayet belirgin ve dar anlaml� oldu�unu

belirtmeyi ihmal etmez. Onun ulusçuluk diye kavramla�t�rd���, siyasal elitlerin veya

karar al�c�lar�n ulusal durumu yorumlama yollar�ndan biridir. “Ulusal bilinç bir

duygu ve ulusal durum bir �art iken, ulusçuluk, dünya olaylar�nda ulusu mutlak de�er

ve en önemli öncelik olarak gören bir ideoloji ya da doktrindir” (Hoffmann,

1995:76).

Bu üç faktörün birbirleriyle kurduklar� ili�kiler karma��kt�r; ancak

Hoffmann’a göre, önemli olan bu üç faktörün sonucu olarak ulusal ç�kar�n nas�l

olu�tu�unu anlayabilmektir. Bunu aç�kça ifade edebilmek için, ara�t�rmac�, ulusal

ç�kar = ulusal durum × d�� politika yap�c�lar�n�n bak��� gibi matematiksel bir

denklem olu�turmaktad�r. Ulusal ç�kar, uluslararas� sistem ile ulus-devlet ili�kisi

üzerinde etkili rol oynad���na göre, Avrupa görü�melerinde de geri planda

tutulmamas� gereken bir unsurdur. Bir ba�ka deyi�le, i�levselci yakla��m� benimseyip

Avrupa bütünle�me hareketinin ulusüstü kurumlar�n yarat�lmas�yla ilerleyece�ine

inananlar�n aksine, Hoffmann, Avrupa Topluluklar� ile üye devletler aras�ndaki

ili�kiyi uluslararas� sistem ile ulus-devlet aras�ndaki ili�ki mant���ndan çok

uzakla�madan de�erlendirmek gerekti�ini öne sürer. Dolay�s�yla, üye devletler

aras�ndaki görü�melerde her birinin ulusal ç�kar�n� yans�tan bir tav�r tak�nd���n�

belirtmektedir. Bu görü�melerin içerikleri, ulusal ç�karlar�n ortak bir noktada

toplan�p toplanamayaca��n� etkiledi�i gibi, ulusal ç�kar dü�üncesinin ne derece öne

ç�kar�l�p ç�kar�lamayaca��n� da belirlemektedir.

75

Görü�melerin içerikleriyle ilgili olarak, Hoffmann, yüksek önemli

politikalarla (high politics) dü�ük önemli politikalar (low politics) aras�nda bir

ayr�m yapar. Dü�ük önemli politikalar, iktisadi mant���n daha belirgin olarak i�ledi�i,

dolay�s�yla bütünle�menin daha az engelle kar��la�t��� konular� içerir. Bu alanda

ulusal ç�karlar�n uyumla�t�r�lmas� görece kolayd�r. Oysa Hoffmann’�n yüksek önemli

politikalar adland�rmas�n� yak��t�rd��� alanlarda, ulusal ç�karlar belirgin bir �ekilde

öndedir ve “uluslar, denenmemi� bir kar��t�r�c�n�n belirsizli�indense, kesinli�i ya da

kendi denetimleri alt�ndaki bir belirsizli�i tercih ederler” (Hoffmann, 1966:882). Bir

ba�ka deyi�le, uluslararas� ili�kiler kuramc�s�n�n belirtmek istedi�i, devletlerin d��

politika, askeri konular, ulusal kimlikler gibi birincil öncelikte gördükleri hususlarda

egemenliklerini s�n�rlamaktan kaç�nd�klar�d�r. Böylece Hoffmann, i�levselci

yakla��m� benimseyenlerin spill-over (kartopu) etkisi olarak tan�mlad�klar�, iktisadi

bütünle�menin siyasal bütünle�meye do�ru evrilece�i görü�üne, ulusal ç�kar�n siyasal

konularda daha belirgin olarak karar al�c�lar� etkileyece�i dü�üncesinden yola ç�karak

kar�� ç�kar. Hatta Amerikal� akademisyen, Monnet’yi ulusal egemenlik dü�üncesini

küçümseyerek karar al�c�lar�n her zaman ortak iyi do�rultusunda karar alacaklar�

konusunda ciddi olarak yan�ld��� için aç�kça ele�tirmektedir (Hoffmann, 1995:85).

Sonuç olarak, Hoffmann’a göre Avrupa Birli�i, iktisadi alanda küreselle�en

pazar�n gereklerini yerine getirmek ad�na bütünle�menin mümkün ve ulusüstü

kurumlar�n kabul edilebilir ve çal��abilir oldu�u, ancak siyasal alanda devletlerin

daima ulusal ç�karlar�na göre hareket etti�i bir projedir. Bu proje, federal bir devlete

do�ru geli�me göstermedi�i gibi, bu haliyle bu projeyi ulusüstü olarak

de�erlendirmek de yan�lt�c�d�r. Aksine, Avrupa Birli�i, önemli tüm kararlar�n

devletlerin en üst temsilcileri taraf�ndan yürütülen görü�meler sonucunda al�nd���,

hükümetleraras� bir sistemdir. Dolay�s�yla AB’nin geli�imi, Hoffmann’a göre, ulusal

egemenli�e zarar vermemektedir. Ancak klasik ulusal egemenlik anlay��� da aç�kça

‘modas� geçmi�’ bir anlay��t�r (Hoffmann, 1995:223) 103 . Ulus-devlet varl���n�

sürdürmektedir, ama baz� yetkilerinin i�birli�ine giri�ti�i di�er devletlerinkiyle

birlikte bir ‘havuzda toplanmas�na’ (pooling) raz� olmaktad�r. Ulusal egemenli�in

103 Doksanl� y�llara do�ru, yazar�n makalelerinde bu görü�ü daha belirgin bir �ekilde ortaya ç�kmaktad�r.

76

ald��� �ekli anlayabilmek için, uluslararas� rejim kavram�n� önerir. Böylece AB’yi

anlamak için, altm��l� y�llarda yay�nlad��� ilk makalelerinde kulland���

hükümetleraras� sistem ifadesinden, zaman içinde, daha belirgin bir adland�rmaya

do�ru kayar ve AB’nin uluslararas� bir rejim oldu�unu ifade eder.

Hoffmann, uluslararas� rejim ifadesiyle ne anlatmak istedi�ini aç�klamak için,

Keohane ve Nye taraf�ndan verilen tan�mlamaya gönderme yapar. Bu yazarlara göre,

uluslararas� rejim bir grup devlet taraf�ndan kabul edilen davran�� kal�plar� ve

kurallar�n�n tümüdür; çok farkl� alandan konular� kapsayabilir ve yöntem ve içerik

olarak üyeleri aras�nda anla�ma imzalanmas�n� kolayla�t�r�r. Böyle bir rejime dahil

olan devletler, rejimin koydu�u kurallara uyarak kendilerini s�n�rlarken ayn�

zamanda sundu�u imkanlardan da faydalanmaktad�rlar. Uluslararas� bir rejim olarak

AB’ye üye devletler de, tar�m politikas� ve d�� ticaret konusunda s�n�rlamalar� kabul

ederken, her konuda ayr� bir görü�me sürecinin getirece�i mali yükümlülüklerden

baz� alanlarda güçlerini havuzda toplayarak kurtulabilmektedirler. Uluslararas�

rejimlerin kar��la�t�rmal� incelemesini yapan kuramc�lar, ‘egemen’ ulusal aktörlerin

eylemlerinin yetersiz ya da etkisiz kald��� kar��l�kl� ba��ml�l���n yüksek oldu�u

alanlarda uluslararas� rejimlerin olu�turulmas�n�n daha muhtemel oldu�u tespitini

yaparlar (Keohane, 1982:339; Krasner, 1982:191). Ne zaman ki maliyet hesab� zarar

yönünde dönü�meye ba�lar, i�te o anda uluslararas� rejimlerin t�kanmaya ba�lad���

görülür. Hoffmann’a göre AB’nin geli�imi bu anlamda uluslararas� rejimin en iyi

örne�ini olu�turmaktad�r (Hoffmann, 1995:222). Yazara göre, AB’nin uluslararas�

rejim olarak dü�ünülmesi, baz� konularda üye devletlerin güçlerini havuzda

toplamalar�n�, ama ulusal ç�karlar�n� do�rudan etkileyen konularda her zaman

hükümetleraras� görü�meler yolu ile karar vermelerini aç�klad��� gibi, baz� konularda

bütünle�me giri�imlerinin t�kanma nedenlerine de ���k tutar. Bu çal��man�n konusu

aç�s�ndan, bir kere daha alt�n�n çizilmesi gereken husus �udur: Hoffmann’�n AB’yi

uluslararas� rejim olarak görmesinin sonucu olarak, egemenli�in ulusüstü kurumlara

devri söz konusu de�ildir. Baz� konularda egemenli�in havuzda toplanmas�, hiçbir

�ekilde ulus-devletin egemenli�ini kaybetti�i anlam�na gelmemektedir. Her ne kadar

ulusal egemenli�in klasik tan�mlama çerçevesine birebir uydu�unu söylemek

mümkün de�ilse de, Birlik sahnesinde öncelikli karar al�c� olanlar Avrupa

77

devletleridir ve özellikle yüksek öncelikli konularda egemenliklerini

korumaktad�rlar.

b. Liberal Hükümetleraras�c�l�k

Hoffmann’�n altm��l� y�llarda öne sürdü�ü ve daha sonra geli�tirmeye devam

etti�i görü�ler, birçok AB kuramc�s� için zemin olu�turmu�tur. Bunlar�n ba��nda,

liberal hükümetleraras�c�l�k ad�yla bilinen yakla��m�n ba�temsilcisi Andrew

Moravcsik gelir. Moravscik’e göre, Avrupa bütünle�mesinin kuramsal çerçevesinin

en temel görevi, hükümetleraras� görü�meleri aç�klayabilmektir; çünkü tüm

geli�meler esasen bu görü�meler üzerinden ya�anmaktad�r (Moravscik, 1993:473).

Amerikal� ara�t�rmac�n�n makalesinde öne sürdü�ü tez, AB’nin iktisadi kar��l�kl�

ba��ml�l��� görü�meler yoluyla yönetebilmek amac�yla olu�turulmu� ba�ar�l� bir

hükümetleraras� rejim oldu�udur. Dolay�s�yla AB, bu derece bir ba�ar�y� sa�lam��

tek rejim olsa da, i�levselcilerin öne ç�kard��� gibi sui generis bir olu�um de�ildir.

Bu yüzden, AB’nin kuramsal temeli, ancak, varolan ekonomi politik,

hükümetleraras� görü�me ve uluslararas� rejim kuramlar� dikkatle incelenerek ve

bunlardan yola ç�karak olu�turulabilir (Moravscik, 1998:19). Moravscik’in,

i�levselcileri ele�tirdi�i temel nokta budur. Ona göre, zenginli�ine ra�men, i�levselci

yakla��mlar�n ilgili temel kuramlarla desteklemeden kartopu fikri üzerinde fazla

durarak bir çat� olu�turmalar�, kar��la�t�klar� sorunlar�n temel nedenidir. Böylece

1960’lar�n sonuna gelindi�inde AB’de ya�ananlar�n i�levselci öngörülerle hiçbir

�ekilde uyu�mamas� gibi bir sorun ortaya ç�km��t�r. Kendisinin yapmaya çal��t���, bu

alanda varolan temel kuramlar� inceleyerek, Avrupa bütünle�mesini

aç�klayabilece�ini dü�ündü�ü ak�lc� bir uluslararas� i�birli�i çerçevesi104 sunmakt�r.

Bu ak�lc� çerçeve, uluslararas� görü�melerin sebep-sonuç ili�kisi ile ba�lanan üç

a�amada incelenmesini önermektedir. Her bir a�ama, farkl� bir kuram ile aç�klan�r.

Birinci a�ama, ulusal tercihlerin olu�tu�u; ikinci a�ama hükümetleraras� stratejik

104 Moravscik’in bu kelimeyi kullanmas� bilinçli bir tercihtir. Bütünle�meye ili�kin kararlar�n anla��lmas�n�n, de�i�ik a�amalar� aç�klamak için birden fazla kuram�n kullan�lmas�yla mümkün oldu�unu dü�ündü�ü için ak�lc� bir çerçeve ifadesini kulland���na dair bir aç�klamayla bu tercihini de aç�kça ortaya koyar (Moravscik, 1998:19).

78

pazarl�klar�n yap�ld��� ve üçüncü a�ama da kurumsal seçimlerin belirginle�ti�i

a�amad�r (Moravscik, 1998:20).

Ulusal tercihlerin olu�ma a�amas�, bütünle�me talebinin olu�up olu�mamas�n�

ya da hangi �artlarla olu�tu�unu belirler (Moravscik, 1998:24-50). Bu tercihlerin

olu�mas� ise do�rudan üye devletlerin iç politika dinamikleriyle ve kurumlar�yla

ba�lant�l�d�r. Burada Moravscik, liberal uluslararas� ili�kiler kuramlar�n�n öne

sürdü�ü, ulusal hükümetlerin d�� politika kararlar�n�n içerdeki toplumsal gruplar�n

yapt��� bask�lar�n bir sonucu oldu�u tezinden yola ç�kar. Dolay�s�yla ulusal ç�kar�n

belirlenmesi, sadece hükümetler taraf�ndan al�nan kararlara ba�l� de�ildir. Aksine

devlet – toplum ili�kisinin bir sonucu olarak ortaya ç�kar ve devletlerin uluslararas�

alandaki davran��lar�n� anlayabilmek için ulusal ç�kar alg�s�n�n olu�um biçiminin

anla��lmas� önceliklidir; çünkü görü�me masas�na oturan hükümet temsilcileri,

esasen toplumlar�n�n taleplerini dile getirmekle yükümlüdürler. Özellikle,

demokratik toplumlarda hükümet görevde kalmak için halk�n deste�ine sahip olmak

zorundad�r. Bu da, hükümetlerin görü�me a�amas�nda toplumun yarg�lar�na paralel

tav�r tak�nmas� anlam�na gelmektedir. Bu yüzden, “iç politikan�n anla��lmas�,

devletler aras�ndaki stratejik kar��l�kl� etkile�imin incelenmesi için sadece ek bir

aç�klama de�il, bir ön �artt�r” (Moravscik, 1993:481). Ancak toplumdaki de�i�ik

gruplar�n ç�karlar� her zaman belli olmad��� gibi, hep ayn� yönde

seyretmemektedir 105 . Toplum içinde fikir ayr�l�klar�n�n oldu�u durumda, karar

al�c�lar�n serbest hareket etme imkânlar� daha fazla olmaktad�r. Ancak görü�me

öncesi çok parçal� bir kamuoyunun olu�mas� ayn� karar al�c�lar� karars�zl��a da

sürükleyebilir.

�kinci a�ama ise, devletleraras� pazarl�k a�amas�d�r (Moravscik, 1998:50-67).

Bu a�amada Moravscik, hükümetleraras�c� kuramdan destek al�r. Ulusal tercihlerin

olu�mas�n�n sonucunda üye devletlerin AB’ye yönelik politikalar� bir talep olarak

105 Moravscik, AB’ye üye devletlerin iç politikalar�na bak�ld���nda, bütünle�me sürecine destek veren üç farkl� liberal görü� oldu�unu belirtir. �lk olarak federalistler, evrensel de�erler ad�na bütünle�meyi desteklerler. �kinci grup olan güvenlikçiler ise, iktisadi i�birli�inin sava�� önleyece�i dü�üncesinden hareket ederler. Üçüncüler ise iktisadi kar��l�kl� ba��ml�l���n bütünle�meyi gerektirdi�ini savunurlar (Moravscik, 1993:484).

79

belirirken, AB kurumlar�n�n bu taleplere verdi�i / verebilece�i cevaplar da arz�

olu�turur. Arz�n olu�mas� ise, hükümetleraras� pazarl�k sürecidir. Moravscik’e göre,

AB tarihinde ortak politikalar�n olu�turulmas�yla sonuçlanan tüm önemli kararlar

hükümetleraras� görü�melerde al�nmaktad�r. Ulusal tercihler, hükümetlerin önüne

pazarl�k yap�labilecekleri alanlar� sunmaktad�r. Sonras�nda yap�lacak i�birli�inin

�ekli ve �artlar� üzerine bir ‘pazarl�k oyunu’ ba�lamaktad�r. Pazarl�k oyununun iki

temel sorunu vard�r106. �lk sorun, görü�melerin etkinli�iyle ili�kilidir. Görü�meler,

kar��l�kl� yarar sa�layarak art� de�er yaratabilirler; ama ayn� zamanda hükümetlerin

kar��l�kl� yarar sa�lanabilecek konularda bilgi al��veri�ine yana�mamas�, kapal� tav�r

sergilemesi görü�meleri uzat�p maliyetin artmas�na, etkinli�in azalmas�na neden

olabilir. �kinci sorun ise, pazarl�klar�n sonucunda ortaya ç�kan kazançlar�n devletler

aras�nda bölü�ümü ile ilgilidir. Muhtemel i�birli�i yollar�ndan birinin seçimi,

maliyetlerin ve faydalar�n bölü�üm �eklinin de belirlenmesi anlam�na gelir.

Hükümetler, en az maliyete maruz kalarak, en büyük fayday� sa�layacaklar� seçenek

için pazarl�k ederler (Moravscik, 1993:497).

Amerikal� ara�t�rmac�, hem görü�melerin etkinli�ini, hem faydan�n bölü�üm

�ekillerini etkileyecek birçok unsur sayman�n mümkün oldu�unu söyler. Bunlar

aras�nda, de�i�ik politikalar�n ve bu politikalar etraf�nda olu�turulacak koalisyonlar�n

do�as�, bilgi al��veri�inin düzeyi, ileti�imin yayg�nl���, kurumsal yap�n�n varl��� ve

sa�laml���, risk alma / almama iste�i, vs. say�labilir. Esasen her bir görü�me

sürecinde söz konusu unsurlar�n da��l�m� farkl� olabilmektedir. Ancak AB’deki

pazarl�k ortam� ile ilgili üç genel tespit, görü�melerin analizine yönelik isabetli bir

ç�k�� noktas� olu�turmaktad�r (Moravscik, 1993:498-499). �lk tespit, AB’de

hükümetlerin i�birli�ine gönüllü yönelmi� olmalar�na ili�kindir. Önemli kararlar hep

oybirli�i ile al�nm�� ve kararlar�n al�nmas�nda hiçbir zaman askeri ya da mali

yapt�r�mlar kullan�lmam��, devletler bu tür yapt�r�mlarla tehdit edilmemi�tir. �kinci

tespit ise, AB görü�melerinin yürütüldü�ü çevre ile ilgilidir. Bu çevre bilgi ak�m�n�n

yüksek oldu�u bir çevredir. Görü�meye kat�lan devletler, di�er devletlerin

106 Etkinlik ve da��t�m sorunu, uluslararas� müzakerenin en temel sorunu olarak görülmü� ve de�i�ik kuramsal yakla��mlarla uluslararas� müzakerelere yakla�an ara�t�rmac�lar bu sorunlar� farkl� isimlerle adland�rm��lard�r. Verilen bu isimler ve ilgili kaynakça için bkz. Moravscik, 1998:51.

80

beklentileri ve uygulanacak politikalar�n teknik sonuçlar� ile ilgili bilgilere kolayca

ve dü�ük maliyetle sahip olabilmektedirler. Üçüncü tespit ise, görü�melerin

maliyetlerinin dü�ük oldu�una dairdir. AB’de görü�meler uzun bir zaman dilimine

yay�l�r; gerçekten de zaman içerisinde hükümetler birçok talep olu�turabilir ve

bunlara kar�� beliren arzlar� görebilirler. Hükümetler birbirlerinin niyetlerinden

dü�ük maliyetlerle haberdar olurlar. Ayr�ca teknik olarak, her istenen seviyede,

haz�rlanan sözle�menin uygulanmas�n� denetleyecek ve te�vik edecek bir kurum

olu�turmak da mümkündür. Moravscik’in yapt��� bu üç tespit, AB görü�me

süreçlerinin görece olarak tehlikesiz, i�birli�inin çok rahatça sa�lanabilece�i bir

zeminde geli�ti�ini dü�ündürmektedir. Ancak Amerikal� ara�t�rmac�, tüm önemli

görü�me süreçlerini, kuramsal çerçeveden de�erlendirerek AB’deki pazarl�k

oyununu anlamak için daha ayr�nt�l� çal��malar yapmaktad�r. Fakat bu çal��man�n

konusu itibar�yla vurgulanmas� gereken, görü�me süreçlerinde, hükümetlerin hep

egemenliklerini kullanabilecek bir statüde yer almalar�d�r. Dolay�s�yla, görü�meleri

aç�klamaya yönelik kuramsal yakla��mlara ayr�nt�l� yer verilmeden, devlet

egemenli�i ile ilgili sorular�n daha belirgin olarak ortaya ç�kt��� üçüncü a�amaya

geçmek uygun gözükmektedir.

Üçüncü a�ama, kurumsal olu�umlar�n belirginle�mesi a�amas�d�r (Moravscik,

1998:67-77). Ulusüstü kurumlar, Moravscik’in belirtti�i üzere, genellikle

hükümetleraras�c�l���n kar�� ucu olarak dü�ünülmü� ve sunulmu�tur. Oysa

Moravscik’in görü�leri bu konuda tam ters yöndedir. Ona göre, ulusüstü kurumlar,

hükümetleri güçlendirdikçe ve amaçlar�na ula�malar�n� sa�lad�kça kabul edilebilir

olarak görülürler. AB kurumlar� da, ulusüstü özelliklere sahip olsalar da,

hükümetlerin gücünü özellikle iki �ekilde artt�r�rlar. Öncelikle, devletleraras�

pazarl���n etkinli�ini peki�tirirler. Bir önceki a�amada belirtildi�i gibi, AB

kurumlar�n�n sürekli bir görü�me zemini sunmas� ve belirgin karar alma

mekanizmalar�n�n mevcudiyeti, sözle�melerin haz�rlanmas� s�ras�nda maliyeti

azaltarak imzalanmas�n� ve sonras�nda denetimini kolayla�t�r�r. �kinci olarak, AB

kurumlar�, esasen ulusal liderlerin kendi ülkelerinde özerkliklerini sa�layarak karar

alma sürecini h�zland�rmaktad�r. Ulusal liderlerin, ortak pazar�n gereklerinin

kar��lanmas� için kimi zaman ulusal zeminden gelebilecek ele�tirilerden uzak karar

81

alabilmeleri gerekmekte; baz� yetkileri üstlenen ulusüstü kurumlar�n varl��� da buna

özellikle imkân vermektedir.

Ulusüstü kurumlar�n olu�mas�n� ve egemenli�in havuzda toplanmas�n�

öngördü�ünden bu a�aman�n üzerinde biraz daha ayr�nt�l� durmak yararl� olacakt�r.

Klasik uluslararas� rejim kuramlar� çerçevesinden AB’nin ulusüstü kurumlar�na

bak�ld���nda, bunlar�n ad hoc görü�melere k�yasla pazarl�k sürecinin maliyetleri

dü�ürerek belirgin �ekilde kolayla�t�r�c� bir zemin olu�turduklar�, ancak birebir

görü�melerin gidi�at�n� etkileyecek �ekilde rol üstlenmedikleri söylenebilir.

Moravscik, bu tespitin özellikle önemli kararlar söz konusu oldu�unda do�rulu�unun

alt�n� çizer. Oysa, günlük kararlara ve s�radan i�leyi�e bak�ld���nda, Avrupa

kurumlar�n�n daha s�ra d��� bir yap� sergilediklerini gözlemlemek mümkündür. AB,

tüm di�er uluslararas� rejimlerden en az�ndan iki yönüyle ayr�lmaktad�r: üye

devletlerin ulusal egemenliklerinin oyçoklu�u ile karar al�nan konularda havuzda

toplanmas�n� sa�layarak ve yar�-özerk merkezi kurumlara egemenli�e dair güçler

delege ederek107(Moravscik, 1993:508-509). Neden üye devletlerin egemenlikleri ile

ilgili soru i�aretleri do�urabilecek böyle bir kurumsal yap�la�may� kabul ettikleri

sorusu �üphesiz Avrupa bütünle�me sürecinin anla��labilmesi için çok önemlidir.

Bu soruya yan�t arayan Garrett (Garrett, 1992), di�er tüm uluslararas�

rejimlerde devletlerin her konuda veto hakk�na sahip olduklar�n� belirttikten sonra,

AB bünyesinde baz� kararlar�n oyçoklu�u ile al�nmas�n�n klasik i�birlikçi yakla��mlar

taraf�ndan aç�klanamad���n� söyler. Ayr�ca imzalanan antla�malar�n gittikçe daha çok

anayasal metin özelli�i gösterdi�ini ve AB’nin kurucu antla�malar�n�n, imzac�

devletlerin üstlendikleri görevler konusunda daha serbest olduklar� antla�malardan

farkl�la�t���n� belirtir. Özellikle Avrupa Tek Senedi’nin (ATS) imzalanmas�ndan yola

ç�karak, üye devletleri ulusüstü kurumlar olu�turmaya iten mant��� ve bu yap�n�n

egemenliklerine zarar verip vermedi�ini anlamaya çal���r 108 . �ç pazar�n 109

107 Kaynak olarak kullan�lan metinde bu ifadeler italik olarak yaz�lm��t�r. 108 Bütünle�me hareketine yeni bir ivme vermeyi hedefleyen Avrupa devletleri, 1 Temmuz 1987’de yürürlü�e giren Avrupa Tek Senedi (ATS) ile iç pazar�n tam olarak gerçekle�tirilmesi için yasal zemini olu�turmaya çal��m��lard�r. ATS’nin daha önceki düzenlemelere göre, getirdi�i üç temel de�i�iklik vard�r. Bunlardan ilki, 100. madde ba�l��� alt�nda nitelikli ço�unlu�un kabul edilmesidir.

82

tamamlanmas� iste�ini, ‘mahkûmlar�n ikilemi’ (prisoners’ dilemma) dü�üncesinden

yola ç�karak aç�kl�yor (Garrett, 1992:537-540). Bu dü�üncenin gösterdi�i gibi,

iktisadi alanda en iyi sonuçlar ancak tüm devletler serbest ticareti kabul ederlerse

al�nabilir. Ayr�ca 1960–1980 aras�nda devletlerin ekonomileri gittikçe birbirlerine

ba��ml� hale gelmi�, uluslararas� �irketlerin say�s� ve etkisi artm��t�r. Avrupa

ekonomisi, içerden gelen iktisadi bask�lar yüzünden oldu�u kadar, ABD ve Japonya

gibi devletlerle mücadele edebilmek için iç pazar� tamamlamaya ihtiyaç

duymaktad�r. �ç pazar�n tamamlanmas� da gene maliyet hesaplar�ndan kaynaklanan

bir mant�kla ulusüstü kurumlar�n kurulmas�n� ve güçlendirilmesini gerektirmektedir;

çünkü iç pazara ili�kin kararlar�n h�zl� al�nmas�, vetoya tak�lmamas� ve

uygulamalar�n�n denetlenmesi önemlidir. Bu durumda ATS’nin öngördü�ü sistemde

Avrupa Komisyonu’na önemli görevler dü�mekte ve haklar tan�nmaktad�r (Garrett,

1992:548-553). Ancak Komisyon üyeleri belli bir süreyle seçildikleri ve yeniden

seçilmeleri hükümetlerine ba�l� oldu�u için, ulusal tercihlerden çok farkl� kararlar

alamamaktad�rlar.

Öte yandan kararlar�n uygulanmas� ve denetlenmesine gelince, ulusüstü bir

kurum olarak ATAM öne ç�kmaktad�r. Özellikle Topluluk hukukunun do�rudan

etkilili�i ve üstünlü�ü doktrinleri 110 arac�l���yla ATAM’�n kanun koyma hakk�n�

s�n�rlayarak devlet egemenli�ine zarar verip vermedi�i ulusüstü kurumlar�n

yetkilerinin ve s�n�rlar�n�n ne olmas� gerekti�i sorusunu da gündeme getirmektedir.

Garrett’�n ATAM ile ilgili yapt��� aç�klamalar sonunda vermek istedi�i mesaj,

Avrupa Topluluklar� sisteminin özgünlü�ünün çok fazla abart�ld��� ve ulusal

mahkemelere dü�en rolün küçümsendi�i �eklindedir; çünkü ATAM’�n kararlar�n�n

uygulay�c�s� ulusal mahkemelerdir ve Avrupa hukuku ATAM ile ulusal mahkemeler

Bu özellikle, 1966 Lüksemburg Krizi sonras� tüm konular�n ulusal ç�karlar� ilgilendirdi�i, dolay�s�yla oybirli�i gerektirdi�i �eklinde yerle�en uygulamay� k�rmay� hedeflemektedir. �kinci kurumsal de�i�iklik, di�er ülkelerin standartlar�n� yerine getiren mallar�n ihraç edilebilirli�ini öngören “kar��l�kl� tan�ma” yakla��m�n�n benimsenmesidir. Üçüncü de�i�iklik ise, “i�birli�i prosedürü” ad� alt�nda Avrupa Parlamentosu’nun gücünün artt�r�lmas�d�r (Moravscik, 1998:315). 109 ATS ile birlikte “iç pazar” ifadesi kullan�lmaya ba�lanm��t�r. Esasen içerik olarak, Ortak Pazar’dan çok büyük bir fark ta��mamaktad�r. Ortak Pazar’da oldu�u gibi sadece gümrük duvarlar�n�n kald�r�lmas�n� de�il, kar��l�kl� ticarete engel tüm uygulamalara son verilmesini ifade etmektedir. Ayr�ca üye ülkelerin bütünle�meye yeni bir ivme kazand�rma isteklerini de ima etmektedir (Tekinalp & Tekinalp, 2000:13). 110 Bu doktrinlerin ayr�nt�l� aç�klamas� ve de�erlendirmesi için bkz. Bölüm II.

83

aras�nda i�birli�i mant��� üzerine kurulmu�tur (Garrett, 1992:554-559). Yine de

neden ATAM’�n ulusüstü denebilecek yetkilerle donat�ld��� sorusunun yan�t� ise, iç

pazar�n tamamlanmas� iste�ine dayan�r. Her üye devlet, di�er devletlerin iç pazar�n

gerektirdi�i kurallara uymas�n� isterken kendisinin serbestçe karar alabilme yetkisini

elinde tutmay� ye�ler. Ancak bu durum ister istemez karma�aya ve güvensizli�e

neden olacakt�r. Ayr�ca önceden tüm anla�mazl�klar� dü�ünmek mümkün de�ildir.

Dolay�s�yla anla�mazl�k durumunda olaya müdahale edebilecek bir kurumun

belirlenmesi ve egemenli�in bu kuruma delege edilmesi iç Pazar sisteminin

çal��abilmesi için �artt�r (Garrett, 1992:557). Sonuç olarak, Garrett’e göre, bu bir

anlamda eksik sözle�me sorunudur; yani amaçlar� ortak olan devletler, ileride neler

olabilece�ini tam bilememelerinden egemenliklerinin bir havuzda toplamay� ya da

delege etmeyi kabul ederler.

Moravscik, “üye devletler neden ulusüstü kurumlar� kabul ediyorlar?”

sorusuna cevap ararken, Garrett’in eksik sözle�me tespitinin do�ru olmas�na ra�men

hangi konularda ulusüstü kurumlar�n seçildi�i ile ilgili yeterli bilgi vermedi�ini

dü�ünür. Ona göre, iç pazar�n gerçekle�tirilmesiyle beliren üç durum, hükümetleri,

egemenliklerini havuzda toplamaya ya da delege etmeye iter (Moravscik, 1993:510-

511). �lki, i�birli�inden beklenen olas� kazan�mlard�r. Tüm �artlar�n ayn� kald���

dü�ünülürse, i�birli�i artt���nda kazan�mlar�n da artaca�� dü�ünülüyorsa, hükümetler

egemenliklerini bir havuzda toplamaya ya da delege etmeye s�cak bakabilirler.

Ayr�ca i�birli�inin artmas�, daha çok teknik kararlar�n al�nmas�n� ve bunlar�n

tekrarlanmas�n� gerektirecektir. Bu kararlar� alabilecek kurumlar�n olu�turulmas�

maliyeti azaltacakt�r. �kinci durum, delege edilen ya da havuzda toplanan

kararlar�n ayr�nt�lar�na ili�kin belirsizli�in seviyesidir. Baz� konularda,

ayr�nt�lar�n belirsizli�i yüzünden ulusüstü kurumlar�n daha ak�lc� olaca�� üye

devletler taraf�ndan kabul edilir. Her sorun ya�and���nda oybirli�i ile karar al�nacak

bir sisteme ba�vurmak, her üyenin kendi iç dinamiklerini de dikkate almak zorunda

oldu�u dü�ünüldü�ünde, ciddi sorunlar yaratabilir. Üçüncü durum ise, yo�un

tercihlere sahip ç�kar gruplar�na ya da tekil hükümetlere dair siyasal risk

seviyesidir. Bir ba�ka deyi�le, baz� ç�kar gruplar�n�n ya da bir hükümetin bu konuyla

ilgili yüksek zarar beklentisi olabilir. Belirlenen amaçlar�n gerçekle�tirilebilmesi için

84

ulusüstü kurumlar�n gereklili�i aç�kt�r. Moravscik’e göre, bu üç durum neden baz�

alanlarda ulusüstü kurumlara egemenli�in delege edildi�ini aç�klamaktad�r. Hatta

Roma Antla�mas�’nda ulusüstü kurumlara teslim edilen d�� temsil, gündem belirleme

ve uygulamaya zorlama konular� bu üç özelli�in gözlemlendi�i alanlard�r

(Moravscik, 1993:511).

Öte yandan, Amerikal� ara�t�rmac� makalesinde, ulusüstü bir kurum olarak

tasarlanm�� olsa da ATAM’�n ald��� �ekliyle esasen hükümetlerin öngördü�ü bir

sistem olmad���n� ve hatta birçoklar� taraf�ndan onaylanmad���n� belirterek

(Moravscik, 1993:513), kan�m�zca, liberal hükümetleraras�c�l���n dü�ünce kal�plar�n�

sorgulan�r hale sokmaktad�r. Çünkü hükümetlerin egemenliklerini koruduklar� bir

sistemde böyle istem d��� bir geli�menin olmamas� gerekirdi. Oysa Moravscik’in

belirtti�i gibi AB hukukunun karma��kl���, ulusal mahkemelerin ATAM ile

i�birli�inde istekli davranmalar� ve Mahkeme’ye tan�nan yetkilerin tekrardan

k�s�tlanmas� için oybirli�inin gerekmesi bu kurumun gücünü peki�tirmi�tir. Ancak bu

tespitlerin do�rulu�una kat�lsa da, Moravscik, örnek olay olarak be� görü�me

sürecini inceledi�i The Choice for Europe ba�l�kl� kitab�n�n sonuç k�sm�nda,

Avrupa bütünle�mesinin, özellikle iktisadi kayg�larla hareket eden Avrupa

devletlerinin sürdürdü�ü liberal bir görü�meler bütünü oldu�unu, bu görü�melerde

devletlerin iç dinamikler sonucunda belirlenen ulusal ç�karlar�n�n rol oynad���n�,

ulusüstü kurumlar�n da amaçlara hizmet ettikleri sürece etkili oldu�unu belirtir. Bu

ulusüstü kurumlarda tan�k olunan egemenli�in toplanmas� ya da delege edilmesi gibi

durumlar ise, yazara göre, çok dikkatle yap�lan hesaplar�n sonucudur ve özünde

devlet egemenli�ini ortadan kald�rmamaktad�r.

Özetle söylemek gerekirse, Hoffmann, Keohane, Garrett, Moravscik gibi baz�

önde gelen kuramc�lar, AB’nin hükümetleraras� yönünü öne ç�kararak, egemenli�in

üye devletlerde oldu�unu vurgulam��lard�r. Ancak ayn� zamanda genelde liberal

hükümetleraras�c�l�k ya da yeniliberal kurumsalc�l�k yakla��mlar�n� benimseyen bu

akademisyenler, uluslararas� rejim ve kurumlar�n yeni uluslararas� sistemde varl���n�

ve gereklili�ini kabul ederler. Sadece, onlar için, bu kurumlar�n içinde dahi

hükümetlerin a��rl���n�n devam etmesi önemlidir. Yazarlar, AB’nin nitelikli

85

ço�unlukla karar alabilen ve ald��� kararlarla üye devletlerin hukuk sistemlerini

ba�layan ulusüstü kurumlar�n durumlar�n� aç�klamak için egemenlik devrinden

ziyade, egemenli�in bir havuzda toplanmas� ya da delege edilmesi gibi ifadeleri

kullanmay� tercih etmi�lerdir. Dolay�s�yla klasik egemenlik kuram�, tam anlam�yla

yüzy�llard�r dü�ünüldü�ü �ekliyle kullan�lm�yor olsa bile, devlet egemenli�i önemini

yitirmemi�tir. Benzer bir sonuca farkl� zeminlerde ula�an ara�t�rmac�lar da

bulunuyor. Bir sonraki alt ba�l�kta Avrupa yasal düzeninin geli�imine ra�men devlet

egemenli�inin önemini korudu�unu savunan görü�lere yer verilecektir.

2. AB Anayasal Düzeninde Devlet Egemenli�inin Devam Etti�ini Savunan Hukuksal Temelli Görü�ler

Baz� hukukçular, Avrupa anayasal düzeninde, üye devletlerin egemenli�inin

klasik kuram çerçevesinden bak�ld���ndan dahi devam etti�ini öne sürmektedirler.

Bu hukukçular�n görü�lerini iki alt ba�l�kta toplamak mümkündür. Öncelikle Avrupa

yasal sisteminin özerkli�e sahip olmad���n� ve dolay�s�yla Avrupa kurumlar�n�n

egemenlik iddias�nda bulunamayaca��n� savunanlar olmu�tur. �kinci grupta ise,

AB’nin federal bir devlet olmad���n� kan�tlayarak, yeni bir egemenin olu�mamas�n�

üye devletlerin egemenliklerinin devam etmesinin göstergesi olarak sunanlar vard�r.

a. AB Anayasal Düzeninin Özerkli�i Sorunu

Klasik egemenlik kuram�n�n öngördü�ü �ekliyle egemenlik, hiçbir ba�ka güce

tabi olmadan yasa koyabilme ve bunu uygulatabilmeyi / uygulanmas�n� denetlemeyi

gerektirir. Dolay�s�yla her egemen devletin özerk bir hukuk düzeni mevcuttur. Her ne

kadar uluslararas� hukukun geli�imiyle özerklik üzerine gölge dü�tüyse de,

uluslararas� hukukun do�as� gere�i, genel olarak bu özerkli�in devam etti�i

dü�ünülebilir. Bu mant���n tersten okunmas�yla, her özerk hukuk düzeninin bir

anlamda egemen oldu�u ya da bu hukuk düzenini kabul eden aktörlerin

egemenliklerini s�n�rlad�klar� söylenebilir. Avrupa anayasal düzeninin özerkli�i

sorunu bu yüzden egemenlik tart��malar�yla do�rudan ilgilidir.

86

Özerklik sorununu ele ald��� makalesinde Theodor Schilling, Avrupa

anayasal düzeni konusunun dört temelde öne sürülmekte oldu�unu belirtir: Avrupa

Antla�malar�111, bu antla�malara ba�l� geli�meler, do�al hukuk ve uluslararas� hukuk

(Schilling, 1996)112. Schilling, öncelikle, özerkli�in en çok öne sürülen temeli olarak

Avrupa Antla�malar�’n�n yürürlü�e girmelerinin üye devletlerin onay�na ba�l�

olmas�n�n alt�n� çizer. Keza bu antla�malarda yap�lacak en ufak bir de�i�iklik bile

oybirli�ini gerektirir. Öte yandan, bu antla�malar�n AB’nin anayasas�n� olu�turdu�u

görü�ü s�k s�k öne sürülmü�tür. Anayasal nitelikteki metinler, Avrupa yasal

düzeninin özerkli�inin göstergeleri olarak kabul edilmi�lerdir. Schilling, söz konusu

görü�lerin mant�ksal sonucunun, antla�malar�n arkas�nda bir kurucu gücün olmas�

anlam�na geldi�ini belirtir. Oysa Avrupa antla�malar�n�n arkas�nda, daha önceki

yasal düzeni y�k�p ortadan kald�ran bir kurucu iktidar yoktur. Kurucu bir meclis

olu�turulmam��, antla�malarda üye devletlerin kendi onama prosedürlerinden farkl�

bir onama �ekli olmas�na karar verilmemi� ve metinlerde ‘anayasa’, ‘temel yasa’ gibi

ifadeler yer almam��t�r. Bütün Avrupa antla�malar�, di�er tüm antla�malar gibi

hükümetleraras� toplant�lar sonucunda imzalanm�� ve onamalar� imzac� devletlerin

kendi anayasal prosedürlerine ba�lanm��t�r. Buna ra�men, ATAM’�n, çok gönderme

yap�lan Van Gend en Loos karar�nda, Topluluk hukukunu ‘özerk bir yasal düzen’

olarak tan�mlamas� (26/62), Schilling’e göre temelsiz kalmaktad�r.

Özerklik konusunda ikinci olarak öne sürülen temel, bu antla�malara ba�l�

geli�melerdir. Schilling, antla�malar�n arkas�nda bir kurucu iktidar olmasa bile,

zaman içinde Avrupa yasal düzeninin kuramsal olarak özerkli�e do�ru evrilmesi

olas�l���n�n fark�ndad�r. Evrilmenin önemli unsuru antla�malar�n üye devletlerin

iradesini de�il, Avrupa halk�n�n iradesini yans�t�r hale gelmesi ve bir opinio juris’in

olu�mas�d�r. Özellikle ATAM’�n içtihatlar� ve al�nan kararlar�n ulusal mahkemeler

taraf�ndan uygulanmas� antla�malar�n ‘anayasala�mas�’ ba�lam�nda öne

sürülmektedir. Ama bu kararlar�n gelenek olu�turdu�u ya da opinio juris’i yans�tt��� 111 Yazar, bu makalesinde, AET’yi, AKÇT’yi, AAET’yi kuran antla�malar� ve AB (Maastricht) Antla�mas�n� Avrupa Antla�malar� olarak adland�r�r (Schilling, 1996). 112 Schilling’in bu makalesi Harward International Law Journal (1996, no:17)’da da yay�nlanm��t�r. Burada Harward Jean Monnet Working Paper Series’de yay�nlanan metnin internetten eri�ilen hali kullan�lm��t�r. Dolay�s�yla sayfa numaras� kullan�lamayacakt�r. Bu bölümde ele al�nan görü�ler, aksi belirtilmedi�i sürece, Schilling’in bu makalesinden ç�kar�lan görü�leridir.

87

konusunda somut bir veri yoktur. Ulusal mahkemelerin, ATAM’�n kararlar�n�

uygulamas� da, birebir ayn� görü�lere sahip oldu�una i�aret etmemektedir. Üstelik,

ulusal mahkemeler Avrupa’n�n özerk bir yasal düzen olu�turdu�una kar�� ç�karak,

ald�klar� kararlarda Avrupa antla�malar�n�n uluslararas� yönünün alt�n� çizmeyi tercih

etmektedirler. Bu durum, Schilling’e göre, anayasala�ma tezinin çürümesi anlam�na

gelmektedir. Ulusal mahkemelerin Avrupa hukukunun uygulanmas�ndaki rolünün

çok önemli oldu�unun alt�n� Hartley de çizmektedir. Federal devletteki sistemden

farkl� olarak Avrupa’da gönderme sistemi uygulanmaktad�r. Ulusal mahkemeler,

Topluluk hukukuna gönderme yap�p yapmamaya kendi karar verdi�i gibi, ATAM’a

dan��t���nda da bu kurum ancak ulusal mahkemenin sorular�na cevap

verebilmektedir. Bir ba�ka deyi�le, olayla ilgili son karar� verme yetkisi ulusal

mahkemelerdedir (Hartley, 1986:236).

Özerkli�i aç�klamak için ba�vurulan üçüncü yol, do�al hukuktur. Schilling’e

göre, Avrupa Antla�malar�’n� özerk bir hukuk kayna�� olarak gören bütünle�me

hukukunun dayand��� temel, do�al hukuktur. Bütünle�me kavram�, AB’yi dinamik

bir süreç olarak görür ve bu süreçte egemenlik kavram�na ihtiyaç yoktur. Öncelikle

bu süreçte, Avrupa bütünle�mesi, uzun bir zaman bar��� korumak, milliyetçilikle

mücadele etmek gibi ‘iyi’ de�erlere dayand�r�lm��t�r. Dolay�s�yla bütünle�me

hareketine destek vermek do�ru olan� yapmak anlam�na gelmi�tir (Weiler,

2004:239). �kinci olarak ise, i�levselci görü�e göre, bütünle�me ad�m ad�m ilerler ve

de�i�ik alanlara yay�l�r. Yukar�da de�inilen kartopu etkisi denilen sistemin

sonucunda olu�an yap�, bir anlamda geri dönü�ü mümkün olmayan ve özerk bir

düzendir. Bu mant�kta, “iktisat kanunlar� gibi toplumsal kanunlar do�al hukukun

yans�malar� olarak görülebilir” (Rubin, 1993:151). Bütünle�me hukukunu, do�al

hukukun bir uzant�s� olarak görünce, do�al hukuk ile uygulamadaki hukuk aras�ndaki

ili�kiyi tespit etmek önem kazanmaktad�r. Bu ili�ki, uygulamadaki bütünle�me

hukukunun do�al hukuka uymas� �eklindedir. Dolay�s�yla Avrupa hukuk düzeni,

temelleri do�al hukuka dayanan özerk bir düzendir sonucuna var�lmaktad�r. Ancak

Schilling, Avrupa Hukuku’nu olu�turan antla�malar� ve antla�malar�n

uygulanmas�yla ilgili kararlar�, do�al hukuka dayand�rman�n do�ru olmad���n�

belirtmektedir. Schilling, bir önceki alt ba�l�kta belirtildi�i gibi, antla�malar�

88

�ekillendiren kararlar�n hükümetlerin bilinçli tercihlerini yans�tt���na inan�r. Bu

yüzden, Avrupa hukukunun sadece ahlaki de�erler üzerine kurulu oldu�unu iddia

etmenin ve bu sayede onu özerk görmenin do�ru olmad���n� savunur.

Avrupa hukuk düzeninin özerkli�ini aç�klamaya yönelik dördüncü giri�im

uluslararas� hukuktan destek al�r. Her ne kadar ATAM, kararlar�nda Avrupa

Hukuku’nun özerk bir hukuk düzeni oldu�unu belirtse de (26/62; 90-91/63)), AB,

üye devletler aras�nda uluslararas� hukuka dayanarak imzalanan bir dizi antla�maya

dayan�r. Avrupa Toplulu�u, en az�ndan ba��nda, uluslararas� hukukun bir ürünü,

hatta avant-garde bir uluslararas� örgüttür (Weiler, 2004:10). Schilling’e göre,

yukar�da ele al�nan üç özerklik iddias� çürütülebildi�ine göre, Avrupa Antla�malar�n�

antla�ma olarak ele almak daha uygundur. Bu durumda da, üye devletlerin hukuku

ile Topluluk hukuku aras�ndaki ili�kiyi, iç hukuk ile uluslararas� hukuk aras�ndaki

ili�ki gibi de�erlendirmek gerekmektedir. Bu ili�kinin temel özelli�i ise, antla�malar

bir kere onayland�ktan sonra, yürürlükte kald�klar� sürece imzac� devletler için

ba�lay�c�l���n�n devam etmesidir. Dolay�s�yla Avrupa Antla�malar�, üye devletlerin

hangi �artlarla antla�malar�n imzalanabilece�ini ve nas�l yürürlü�e girece�ini

belirleyen ulusal düzenlemelerinden ileri gelmektedir. �mzalan�p yürürlü�e

girmelerinden itibaren kendi kurduklar� sistem içinde anayasa gibi çal���rlar. Bu

yüzden, Schilling’e göre, e�er Avrupa Antla�malar�’n�n kurdu�u bir özerk hukuk

sisteminden bahsetmek gerekiyorsa, bunun ancak türevsel bir özerklik olabilece�i

aç�kt�r.

Ancak sorun bu noktada bitmemektedir. ‘Can al�c�’ sorulardan biri, Avrupa

Antla�malar�’n�n Avrupa kurumlar�na yorumsal özerklik verip vermedi�idir. Bir

ba�ka deyi�le, Avrupa Antla�malar�’n�n uygulamas�na dair yorumun üye devletlerin

ulusal makamlar� taraf�ndan m� yoksa antla�man�n belirledi�i bir AB kurumu

taraf�ndan m� yap�laca�� sorusudur. Schilling, antla�malar�n belirli bir kurum

belirlemedi�i durumda, yorumun imzac� devletlerin yetkili kurumlar� taraf�ndan

yap�ld���n� vurgulad�ktan sonra, Avrupa Antla�malar�’nda bu görevin aç�kça

ATAM’a verildi�inin alt�n� çizer. AET Antla�mas�’n�n 164. maddesine göre ATAM,

“bu antla�man�n yorumu ve uygulanmas�nda hukuka uygunlu�u güvence alt�na

89

al�r”113. Bu maddeden yola ç�karak, Topluluk hukuku ile üye devletlerin ulusal hukuk

sistemleri aras�ndaki ili�ki ve yap�lmas� gerekenler konusunda son sözü söyleyenin

ATAM oldu�u ileri sürülmü�tür. Bu mant�kla da Avrupa hukuk düzeni yorumsal bir

özerkli�e sahiptir. Ancak Schilling’e göre bu genelle�tirilmi� bir yorumdur. Oysa ki

1969 Viyana Antla�malar Hukuku Sözle�mesi, maddelerin yorumlar�n�n antla�man�n

amaç, konu ve ortam�na göre de�erlendirilmesi gerekti�ini belirtir. Bu aç�dan

bak�ld���nda, AT Antla�mas�’n�n 2. maddesinde, bu antla�man�n ekonomik

toplulu�un eylemlerine yönelik oldu�unu belirtti�i unutulmamal�d�r. Dolay�s�yla

ATAM’�n s�n�rs�z bir yorum hakk�na sahip olmad��� ve sadece antla�man�n

kapsam�na giren konularda yorum yapmas�n�n mümkün oldu�u söylenebilir.

Esasen burada tart��ma, Kompetenz-Kompetenz ad� alt�nda bilinen, yetkinin

kimde oldu�unu belirleme yetkisine gelmektedir 114 . Kompetenz-Kompetenz

egemenlik devri tart��mas�na da do�rudan ba�l�d�r; çünkü bir konuda karar verecek

makam�n kim oldu�una karar verme yetkisi egemenli�in sadece baz� konularda

ulusüstü kurumlara delege edildi�i fikriyle çeli�mektedir. Schilling’e göre, üye

devletlerin anayasalar� genel olarak Kompetenz-Kompetenz’� ATAM’a devretmeyi

kabul etmemektedir. Bu yüzden, üye devletler, hangi konularda ATAM’� yetkili

k�ld�klar�na karar verme konusunda son sözü söyleme hakk�na sahiptirler. Ancak

ayn� zamanda Topluluk’un kurumsal düzenlemeleri, üye devletlerin bireysel

yorumlar�na da k�s�tlamalar getirmektedir. ATA’n�n 169., 171. ve 177. maddelerine

göre, antla�malar�n yorumlanmas� hakk� aç�kça ATAM’a teslim edilmi�tir. ATAM’�n

izin vermesinden sonra, üye devlet kendi kendine yorumlama yöntemine

ba�vurabilir. Bu durumda, kendi kendine yorumlama i�lemi sadece üye devletlerin en

yüksek mahkemesi taraf�ndan yap�labilir. Dolay�s�yla ortaya karma��k bir ili�ki

ç�kmaktad�r. Schilling’e göre, bu karma��k tabloda önemli olan halen üye devletlerin

Kompetenz-Kompetenz’� ulusüsütü kurumlara devretmekten kaç�nmalar� ve son

sözün ulusal mahkemeler taraf�ndan söylenmesidir. Bu yüzden de, e�er AB hukuk 113 Bu hüküm ayn� �ekliyle ATA’n�n 220. maddesine aktar�lm��t�r. 114 Bu sorun, Avrupa Topluluklar� kuruldu�undan bu yana varolan bir sorun olmas�na ra�men, Alman Federal Anayasa Mahkemesi Karlsruhe’ün 1993 y�l�nda Maastricht Antla�mas�na ili�kin ald��� kararla iyice gündeme gelmi�tir. Karlsruhe, bu karar�nda ultra vires (yetki a��m�) olup olmad���na karar veren ulusal mahkemelerdir sonucuna varm��t�r. Dolay�s�yla her hangi bir Alman makam�n�n görevi Topluluk’un yetkisini a�arak ald��� karar� uygulamamakt�r.

90

düzeninin özerkli�inden bahsedilecekse, bu ancak uluslararas� belge olarak Avrupa

Antla�malar�’ndan do�an türevsel bir özerklik olabilir. Bu tür bir özerklik anlay���

da, son karar verici olarak üye devletleri gördü�ünden, klasik egemenlik kuram� ile

çeli�memektedir.

Esasen Schilling’in çabas�, geni� kabul gören ve üye devletlerin ulusal

mahkemeleri taraf�ndan da dikkate al�nan Topluluk hukukunun do�rudan etkilili�i ve

üstünlü�ü doktrinlerine ra�men, uluslararas� hukuka göre son karar verenin halen

ulusal mahkemeler olmas� gerekti�ini, dolay�s�yla hukuksal bir özerklikten

bahsedilemeyece�ini kan�tlamakt�r. Ancak bu konuda kar�� görü�ler de ileri

sürülmektedir. Weiler, Schilling’in aksine, merkezî kurumlar�n olmad��� antla�malar

için bile –ki AB için durum bunun tam tersidir-, imzac� devletlerin antla�may� kendi

kendine yorumlamas�n�n çok az bir normatif de�eri oldu�unu savunur (Weiler,

2004:299) 115 . Hatta antla�malar�n imzac� devletler taraf�ndan yorumlanmas�n�n

yaratt��� sorunlar�n, devletleri antla�malarda anla�mazl�klar� çözecek kurumlar

belirlemeye itti�ini belirtir (Weiler, 2004:302).

Öte yandan Avrupa Antla�malar�, anla�mazl�klar�n çözümü için zaten

ATAM’� görevlendirmi� durumdad�r. Öncelikle hat�rlanmas� gereken, Topluluk’un

aç�k yetki (enumerated powers), z�mni yetki (implied powers) isimleriyle bilinen

gruplarda toplanabilecek s�n�rl� yetkilerle donat�lm�� oldu�udur. Topluluk organlar�

kurucu antla�malarda aç�kça belirtilen yetkileri hukuki denetim alt�nda

kullanmaktad�rlar. Bu yetkilerin bir k�sm�, münhas�r yetki ba�l��� alt�nda toplanan,

düzenlenmesinin tümüyle Avrupa kurumlar�na b�rak�ld��� konulardaki yetkileridir.

Üye devletlerin, bu konularda Topluluk kararlar�na ayk�r� tasarrufta bulunma haklar�

yoktur. Bunlar�n d���nda, hem Topluluk’a hem üye devletlere görev yükleyen

alanlarda Topluluk organlar� ve üye devletler yar��an yetkilere sahiptir (Tekinalp &

115 Weiler, The Constitution of Europe isimli derlemesine ald��� “The Autonomy of The Community Legal Order: Through The Looking Glass” ba�l�kl� makalesini Ulrich Haltern ile birlikte yazm��t�r. Bu makale, Theodor Schilling’in incelenen makalesine cevap �eklindedir. Bu metne ayn� zamanda �u adresten de ula�mak mümkündür: http://www.jeanmonnetprogram.org/papers/96/9610-The-2.html. Weiler ve Haltern’in ele�tirilerine, Schilling, “Rejoinder: The Autonomy of The Community Legal Order” ba�l��� alt�nda cevap vermi�tir. Bkz. http://www.jeanmonnetprogram.org/papers/96/9610-Rejoinde.html.

91

Tekinalp, 2000:78-91) 116 . Yetkilerin bölü�ümü konusunda herhangi bir sorun

oldu�unda, ATAM’�n m�, üye devlet mahkemelerinin mi yetkili oldu�u ancak

ATAM’�n görev ve yetkilerini belirleyen maddelerden ç�karsanabilir. Bu ba�lamda

da, Avrupa kurumlar�n�n ald��� kararlarda herhangi bir yetki a��m� olup olmad���

sorun haline geldi�inde, gönderme yap�lan antla�ma maddeleri, 171, 173 ve 177’dir.

ATA’n�n 171. maddesinin ilk paragraf�nda “Adalet Mahkemesi, bir üye devletin i�bu

Antla�ma gere�ince üzerine dü�en yükümlülüklerden birini yerine getirmedi�ini

kabul ederse, an�lan devlet Adalet Mahkemesi karar�n�n uygulanmas� için gereken

tedbirleri almak zorundad�r” denilerek ATAM’�n yetkisi tan�nm��t�r. 173. Madde ise,

Adalet Mahkemesi’nin, Avrupa kurumlar�n�n ald��� kararlar�n hukuka uygunlu�unu

denetlemek ile görevli oldu�unu belirttikten sonra, “bu amaçla, Mahkeme, bir üye

devlet, Konsey veya Komisyon taraf�ndan yetkisizlik temel �ekil kurallar�n�n ihlali,

i�bu Antla�man�n ya da onun uygulanmas�yla ilgili herhangi bir hukuk kural�n�n

ihlali ve yetkinin kötüye kullan�lmas� iddias�yla aç�lan davalar hakk�nda karar verme

yetkisine sahiptir” diyerek ATAM’�n yetkisini daha belirgin �ekilde dile getirmi�tir.

177. Maddeye göre ise, Adalet Mahkemesi, Antla�ma’n�n yorumu ve topluluk

kurumlar�n�n i�lemlerinin geçerli�i konusunda karar verme yetkisine sahiptir. Tüm

bu maddelere ra�men, Schilling’in uluslararas� hukuka dayanarak, yetki a��m�n�

de�erlendirme konusunda üye devletlerin yorumlar�n�n geçerli olaca��n�

savunmas�n�, Weiler, “tura gelirse ben kazan�r�m, yaz� gelirse sen kaybedersin”

mant���yla her zaman ulusal mahkemelere yetki verme iste�ine ba�lamaktad�r

(Weiler, 2004:307).

Oysa Schilling’in belirtti�i gibi, e�er antla�ma maddelerini imzaland�klar�

�artlar ve antla�man�n amaçlar� dü�ünülerek yorumlamak gerekiyorsa, uygulamaya

ili�kin kararlar� ya da AT kurumlar�n�n yetkilerini a��p a�mad���na dair

de�erlendirmeleri, en son a�amada üye devletlerin kendi yorumlamas�na b�rakman�n

antla�man�n ruhuna ayk�r� oldu�u çok daha do�ru bir tespit olacakt�r. Çünkü

Schilling’in dedi�inin aksine, AT’n�n amac� hiçbir zaman sadece iktisadi olmam��t�r.

Avrupa Kömür ve Çelik Topluluklar� (AKÇT) Antla�mas�’n�n giri�ine bile, gelece�e

116 Topluluk’un münhas�r ve yar��an yetkileri ile ilgili tart��malara ikincillik ilkesi incelenirken daha ayr�nt�l� de�inilecektir.

92

dönük planlara ve siyasi hedeflere gönderme yapan Schuman Beyannamesi

eklenmi�tir. Üye devletler aras�nda i�birli�ini geli�tirmeyi, uyumlu ve dengeli

kalk�nmay�, toplumsal dayan��may� amaçlayan bir antla�man�n, uygulamayla ilgili

kararlar�n� üye devletlere b�rakt���n� dü�ünmek biraz devlet egemenli�ini korumaya

yönelik bir çaba gibi durmaktad�r. Amaçlanan birli�in olu�turulmas�, üye devletlerin

en alt seviyede de olsa bir ortak yoruma uymalar� anlam�na gelmektedir. Ayr�ca üye

devletlerin kurulan sisteme güveni, ancak bu �ekilde geli�ebilir. Öte yandan tüm bu

tart��malar, egemenlik kavram�n�n özellikle hukukçular aç�s�ndan

de�erlendirilmesinde, ikinci bölümde ayr�nt�lar�yla incelenecek olan ATAM

kararlar�n�n ne kadar önemli bir yer tuttu�unu göstermektedir.

b. AB Bir Federal Devlet De�ildir

Devlet egemenli�iyle ilgili olarak, hukukçular taraf�ndan yap�lan ikinci bir

tart��ma ise AB’nin federal bir devlet olup olmad���d�r. Federalizm tar��malar� ikinci

bölümde incelenecektir. Burada sadece, AB’nin federal bir devlet olmamas�ndan

yola ç�karak üye devletlerin egemenliklerinin devam etti�ini savunan hukukçular�n

görü�leri de�erlendirilecektir. Bu çerçevede, devlet egemenli�ini merkez al�p AB

sisteminin belirli alanlarda delege edilmi� güçlerle aç�klanabilece�ini savunan

Hartley’in AB’nin neden bir federal devlet olmad���n� aç�klamak için ba�vurdu�u

yöntem, iki olgun federal devletin (ABD ve Kanada’n�n) sistemleri ile AB’ninkinin

kar��la�t�r�lmas� olmu�tur (Hartley, 1986:229). Hartley, öncelikle yasal ve yarg�sal

i�lemlerde Avrupa sisteminin federal sisteme yakla�t���n�, ancak özellikle siyasal

konularda devlet merkezlili�in devam etti�ini belirtir. Önemli konularda karar alma

mekanizmas�n�n oybirli�ine dayanmas�n�, Konsey’in yasama konusunda yetkilerinin

s�n�rl� olmas�n�, vergi toplama sisteminin federal devletlerdekine göre zay�fl���n�,

yürütme erkinin temsilcisi komisyonun Parlamento önünde sorumlu olmamas�n� bu

devlet merkezlili�in örnekleri olarak s�ralar. Ancak onun as�l iste�i hukuksal aç�dan

da AB sisteminin henüz federal devletlerinkinden uzak oldu�unu göstermektir

(Hartley, 1986:229-231).

93

Bu amaçla, Hartley, yasal sistem ve mahkemeler söz konusu oldu�unda,

federal devletlerdeki yap�yla ilgili be� tespit yapar. Öncelikle her federal devletin,

federe devletlerin ve federasyonun 117 yetkilerini belirleyen, s�n�rlar� çizen bir

anayasas� mevcuttur. �kinci olarak, anayasan�n yorumlanmas�n� ve uygulanmas�n�

denetleyen federal bir üst mahkeme ve kimi zaman federal düzeyde çözülmesi

gereken sorunlar için alt federal mahkemeler vard�r. Üçüncü olarak, federasyon,

kendi yasama alan�na giren konularda en son karar� verme hakk�n� elinde tutmal�d�r.

Dördüncü olarak, federasyon diplomatik ili�ki kurma ve antla�ma imzalama

yetkisine sahiptir. Son olarak, ulusal mahkemelerin i�leyi�ini ve kararlar�n di�er üye

devletlerde uygulanmas�n�n s�n�rlar�n� belirleyen kurallar olmal�d�r (Hartley,

1986:231).

Federal devletlerin yasal sistemine ili�kin yap�lan tespitlerin AB’deki yasal

sistemle ne derece benzerlik gösterdi�ine bak�ld���nda ise, ilk akla gelen soru,

AB’nin �eklen ve bu ad� ta��yarak bir anayasaya sahip olmamas�n�n bir engel te�kil

edip etmemesidir. Avrupa Anayasas�’n�n haz�rlanmas� döneminde gereklili�i ile ilgili

birçok tart��ma yap�lm��t�r (Dehousse, 2002; Monjal, 2004; Weiner, 2004). Bu

tart��malar�n bir k�sm�, geni�lemeyle ve Birlik’in çal��ma alanlar�n�n artmas�yla

karma��kla�mas�ndan kaynaklanan bir gereklili�e vurgu yaparken, di�erleri

anayasan�n demokrasi aç���n� kapatmaya yard�mc� olaca��n�n alt�n� çizdiler. Ancak

Avrupa Anayasas�’n�n, ba�ta Fransa ve Hollanda olmak üzere, baz� üye devletlerin

vetosuyla t�kanmas�yla birlikte, Avrupa yasal düzeninin anayasadan yoksun hali bir

süre daha tescil edilmi�tir. Ancak AB’yi kuran ve ayakta tutan antla�malar,

anayasalar�n ta��d��� birçok özelli�e sahiptirler. Yasama, yürütme ve yarg� organlar�

ve i�leyi� yöntemleri belirlenmi�; imzac� devletler ile Birlik organlar� aras�nda yetki

bölü�ümlerine ili�kin düzenlemeler yap�lm��t�r. Topluluk’a aç�k aç�k verilmeyen her

yetki üye devletlere b�rak�lm��t�r. Buna kar��n, antla�malarda federal devlet

anayasalar�ndakine benzer bir üstünlük ilkesine rastlanmamaktad�r (Hartley,

1986:232). Oysa ATAM’�n kararlar�, Topluluk’un kurumlar�n�n “egemen haklara 117 Hartley, federal devlet ve federasyon kelimelerini ayn� anlamda kullanmaktad�r. Bu kullan�ma kat�lmamakla birlikte bu hukukçun görü�ülerine yer verilirken kendi adland�rmas� oldu�u gibi b�rak�lm��t�r.

94

malik oldu�unu” (26/62) belirtti�i gibi, Topluluk hukukunun üstünlü�ünü de korur

(6/64; 11/70; 43/71; 167/73; 118/75; 106/77). Dolay�s�yla ATAM’�n kararlar�yla

üstünlük ilkesini benimsetmek için çal��t��� aç�kt�r. Bunun alt�nda yatan da,

ATAM’�n Avrupa hukuk düzenini özerk olarak görmesi ve do�rudan etki ve

üstünlük doktrinleriyle bu özerkli�i kurmaya çal��mas�d�r. Ancak yukar�da Avrupa

hukuk sisteminin özerkli�i ile ilgili tart��malarda de�inildi�i gibi, sorun, ulusal

mahkemelerin ve ATAM’�n iradesinin kimi zaman ayr� yönleri i�aret edebilmesidir.

Hartley, federal sistemdeki muadilleriyle kar��la�t�rma yapmak üzere,

ATAM’�n bir üst mahkeme olarak konumuna ve de�erlendirilmesine geçmeden

önce, olu�umuyla ilgili önemli bir tespit yapmaktad�r (Hartley, 1986:235). Üst

mahkeme yarg�çlar� ABD’de ömür boyu ve Kanada’da 75 ya��na kadar görev

yapmak üzere atan�rken, ATAM’da görev yapan yarg�çlar alt� y�ll���na ve üye

devletlerin hükümetleri taraf�ndan belirlenmektedir. Tekrar seçilmeleri hükümetlerin

onay�na ba�l�d�r. Dolay�s�yla görev süreleri boyunca di�er yarg�çlar�n ve savc�lar�n

onay� olmadan görevden al�namamalar� ellerindeki tek güvencedir. Ayr�ca tekrar

atanmalar�n�n üye devletlerin hükümetlerine ba�l� olmas�, gerçek anlamda Avrupa

bütünle�mesine sahip ç�kmalar�na engel te�kil edebilmektedir. Yine de üye

devletlerin, kendi yarg�çlar�n� seçme gücünü �l�ml� bir �ekilde kulland�klar�

söylenebilir (Dehousse, 1994:18). Esasen ATAM’�n olu�umu ile ilgili tart��malar,

temsil – me�ruiyet – tarafs�zl�k üzerine odaklanmaktad�r. Ulusal hukuk

düzenlerinin bilinmesi, yarg�çlar�n hükümetler taraf�ndan seçilmesini aç�klamakta ve

bu �ekilde bir anlamda temsil mekanizmas�n� olu�turmaktad�r. Ayr�ca çat��maya taraf

olan ulusal hukuk düzenlerinin anla��larak karar�n olu�turulmas� me�ruiyeti de

artt�rmaktad�r. Fakat yarg�çlar�n, tekrar seçilmek ad�na, fazlas�yla hükümetlerine

ba��ml� olabilece�i dü�üncesi tarafs�zl��a gölge dü�ürmektedir. Özellikle görev

süresinin k�sal��� yarg�çlar üzerinde bask� yaratabilmektedir. Maastricht

Antla�mas�’n�n haz�rlanmas� s�ras�nda, yarg�çlar�n görev süresinin on iki y�la

ç�kar�lmas� tart���lm��t�. Ancak üye devletler, Mahkeme’nin i�leyi�i üzerinde

etkilerinin azalaca��ndan korkarak bu projeyi reddetmi�lerdi (Dehousse, 1994:19).

95

ATAM’�n olu�umuyla ilgili birkaç k�sa tespitten sonra, Topluluk

antla�malar�n� yorumlama ve uygulanmas�n� denetleme konusundaki yetkisiyle ilgili

de�erlendirmelere geçilebilir. ATAM’�n, Antla�malar�n yorumlanmas� ve

uygulanmas� konusunda, üye devletler veya herhangi bir üye devlet ile AB kurumlar�

aras�nda ç�kan anla�mazl�klar�n çözümünde yetkili bir üst otorite olarak belirlendi�i

söylenebilir. ATAM’�n yetkisi, di�er uluslararas� yarg�lama kurumlar�n�n aksine

zorunludur. Topluluk’a kat�lan devletler, bu yetkiyi kabul etmi� say�l�rlar.

Dolay�s�yla herhangi bir anla�mazl��� Mahkeme’nin önüne götürmek için, izin

gerekmemektedir. Ancak yukar�da da belirtildi�i üzere, herhangi bir konu ulusal

mahkeme arac�l���yla ATAM’a geldi�inde, Mahkeme, Kanada’daki ya da ABD’deki

yüksek mahkemelerden daha zay�f bir konumda bulunmaktad�r. Hartley, bu

zay�fl���n sebebi olarak, önyarg� sistemini görmektedir. Bu sistemde, antla�malar�n

yorumlanmas�yla ya da Topluluk kurumlar�n�n eylemleri/kararlar� ile ilgili sorunla

kar��la�an bir ulusal mahkeme, Mahkeme’ye konuyla ilgili sorular�n� iletmektedir.

Ulusal mahkemenin, Mahkeme’ye ba�vurmas�, e�er ulusal hukuk düzeni gerekli

cevab� sa�layam�yorsa zorunlu; aksi takdirde iste�e ba�l� bir yap�dad�r. Mahkeme,

önüne gelen konuda, sadece ulusal mahkemenin sorular�na cevap vermekle

yükümlüdür. Verdi�i cevaplar� ulusal mahkemeye geri gönderdikten sonra, konu

hakk�nda kesin karar� veren bu makamd�r. Önyarg� usulü olarak bilinen bu

sistemde, ulusal mahkemelerin ba�tan Mahkeme’ye gönderme yapmaktan

kaç�nd�klar� görüldü�ü gibi, ba�vurduktan sonra Mahkeme’nin tavsiyelerine

uymad�klar� da görülebilmektedir (Hartley, 1986:236). Dolay�s�yla önyarg� usulünde

ulusal mahkemeler, halen son karar vericiler olarak gözükmektedir. Öte yandan

Topluluk mevzuat�n�n yorumuyla ilgili birli�in sa�lanmas�nda bu önyarg� usulü çok

önemli bir rol üstlenmektedir.

Buna kar��n, Hartley’e göre, federal sistemlerde daha önemli olan, üye

devletlerin yasalar�n�n Avrupa Antla�malar�’na uygunlu�unun denetlenmesidir.

Antla�malar, bu hakk� do�rudan ATAM’a vermezler; Mahkeme dolayl� yönden bir

denetleme hakk�na sahiptir. Bir ba�ka deyi�le, üye devletlerdeki herhangi bir yasay�

geçersiz ilan edememekte, sadece üye devletin antla�malardan ileri gelen

yükümlülüklerini yerine getirmedi�ini ileri sürebilmektedir. Her ne kadar do�rudan

96

etkililik doktriniyle, üye devlet gerekli düzenlemeleri yapmak zorunda ve Komisyon

ihlal durumunda müdahale hakk�na sahip ise de118 , sistem, federal devletlerdeki

anayasal denetim mekanizmas�na göre çok daha zay�ft�r. Ayr�ca, Kanada’da ve

ABD’de yüksek mahkemelerden ba�ka federal mahkemeler de mevcuttur. Oysa

ATAM, antla�malar�n yorumlanmas� ve üye devletlerin / AB kurumlar�n�n

uygulamalar� ile �ikâyetleri de�erlendirebilecek tek Avrupa mahkemesidir. Bunun

d���nda, farkl� devletlerin yurtta�lar� aras�nda ç�kan anla�mazl�klar bile, üye

devletlerin ulusal mahkemelerinde çözüme kavu�turulmaktad�r. Ancak, Hartley’e

göre, federal asliye mahkemelerinin eksikli�i, çok ciddi bir sorun te�kil

etmemektedir; çünkü gerekli oldu�unda Komisyon yarg�sal i�lev de

üstlenebilmektedir (Hartley, 1986:241).

Hartley, ABD ve Kanada gibi olgun federal devletler ile ilgili

kar��la�t�rmas�na, AB’nin ortak bir hukuk düzeni olu�turup olu�turmad���n�

inceleyerek devam etmektedir. �üphesiz ortak bir hukuk düzeninin olu�turulmas�nda

ATAM önemli bir rol oynamaktad�r. Hukukun temel prensipleri dü�üncesinden yola

ç�karak Mahkeme, üye devletlerin uymas� gereken temel ilkeleri belirlemek yoluna

gitmi�tir (Hartley, 1986:242). Ayr�ca, yaz�lma tarihi dolay�s�yla makalede yer

verilmemesine ra�men, art�k AB, bir Temel Haklar Beyannemesi’ne sahiptir.

Dolay�s�yla bu yolda bir ad�m at�ld��� söylenebilir.

Hartley’in federal devletlerdeki durumla kar��la�t�rma yapt��� bir di�er nokta,

üçüncü devletlerle ili�kiler ve antla�ma imzalama yetkisidir. Bu nokta, Bodin’in

egemenli�in d�� unsuru olarak tan�mlad��� antla�ma imzalama hakk�n� hat�ra

getirmektedir. AB’de durum, oldukça tart��mal�d�r. Genel kural olarak antla�ma

imzalama yetkisi üye devletlerdedir. Dolay�s�yla, üye devletlerin yetki alanlar�na

giren konularda antla�ma imzalamalar�, bir sorun yaratmamaktad�r. Oysa AB

kurumlar�n�n kural koyma ve karar verme yetkisine sahip oldu�u konularda

belirsizlik olmaktad�r. Bu noktada ATAM’�n gene etkin bir rol üstlendi�i

118 ATA 211. maddesiyle Komisyon’a AT hukukunun üye ülkelerde gere�i gibi ve özenle uygulanmas� görevini verir ve Türk ö�retisinde “ihlal davas�” diye adland�r�lan sistem bu görevin yerine getirilmesini sa�lamak için en etkili yöntemdir (Tekinalp & Tekinalp:241).

97

görülmektedir. Mahkeme, içtihatlar�nda, Komisyon’a karar alma yetkisinin oldu�u

konularda antla�ma imzalama yetkisini tan�maktad�r (22/70; 3,4,6/76; 104/81).

Ayr�ca ATAM, do�rudan etkililik doktrininin AB kurumlar�n�n imzalad���

antla�malar için de geçerli olaca��n� karara ba�lam��t�r (104/81). Böylece, ABD’de

oldu�u gibi, AB taraf�ndan imzalanan antla�malar, tüm AB kurumlar� ve üye

devletler taraf�ndan do�rudan uygulanmak durumundad�r (Hartley, 1986:245).

Son olarak kar��la�t�rma yap�lan konu, farkl� federe devletlerin ç�kard���

yasalar aras�nda en alt düzeyde de olsa bir uyum sa�lanmas� sorunudur. Hartley’in

belirtti�ine göre, ABD’de, de�i�ik federe devletlerin mahkeme kararlar�na tam bir

güven söz konusuyken, Kanada’da bu konuyla ilgili düzenlemelere

rastlanmamaktad�r. Dolay�s�yla federe devletlerin mahkemelerin kararlar�n�n

uyumla�t�r�lmas�, federal devletin asli unsuru olarak görülmeyebilir. Öte yandan

Avrupa Topluluklar�’nda kurulu�undan beri, ortak pazar�n etkin bir �ekilde kurulmas�

ve i�lemesi için, üye devletlerin mahkemelerinde bir ortak paydan�n olu�turulma

çabas� vard�r. AET Antla�mas�’n�n 220. maddesi, üye devletlerin yarg�da uyumun

sa�lanmas� amac�yla kar��l�kl� görü�melerini öngörmü�tür. Bu maddeden yola

ç�k�larak haz�rlanan Ticari ve Medeni Konularda Yarg�lamaya ve Kararlar�n

Yapt�r�m�na Dair Sözle�me, üye devlet mahkemelerinin yarg� usullerinin d��

çerçevesini olu�turmaktad�r. Sözle�menin en önemli katk�s�, san���n ikamet etti�i üye

devletin yarg�lama usullerinin geçerli olaca��na dair bir kural� benimsemesidir.

Böylece, Avrupa yarg�lama sisteminde bir sadele�me sa�lanmakta ve avantajlar

sunulmaktad�r (Hartley, 1986:247).

Hartley’in tüm bu kar��la�t�rmalardan ç�kard��� sonuç, birçok alanda AB

kurumlar�n�n çal��mas� federal devlet kurumlar�na yak�nla�maktaysa da, bu yönde bir

siyasi iradenin varl���ndan söz etmek mümkün de�ildir. Özellikle ATAM’�n

içtihatlar�yla bu yönde bir geli�imi te�vik etmesi bu yüzden yeterli de�ildir. Ulusal

mahkemelerin yorumlar� hâlâ çok önemlidir. Bu yüzden, Hartley için de üye

devletlerin egemenliklerini yitirerek federal bir devlete do�ru evrildiklerini söylemek

mümkün de�ildir. Dolay�s�yla devlet egemenli�inin devam�ndan yana olan Hartley,

98

tüm AB sistemini baz� alanlarda yetkinin devredildi�i ama üye devletlerin hâlâ

“antla�malar�n efendisi” oldu�u bir sistem olarak görmektedir.

3. AB’nin Devlet Merkezli �ncelenmesine Yöneltilen Ele�tiriler

Avrupa Topluluklar�’n�n geli�imini anlamay� amaçlayan çal��malar aras�nda,

devlet merkezli görü�ler her zaman önemli bir yere sahip olmu�tur. Daha önce birkaç

örne�ine de�inilen ve devlet egemenli�inin, çe�itli biçimlerde törpülenerek devam

etti�ini savunan çal��malar, Avrupa bütünle�me hareketinin i�levselcilerin öngördü�ü

�ekliyle do�rusal bir çizgi izlemedi�ini ve 2000’li y�llara gelindi�inde bile siyasal

birlik sa�lanamad���n� en sa�lam kan�t olarak öne sürmü�lerdir. Özellikle yüksek

önem ta��yan konularda hükümetleraras� görü�melerin büyük önem ta��d���

yolundaki vurguya kat�lmamak imkâns�z gibidir. Ancak öncelikle belirtilmesi

gereken, devlet merkezli bir AB analizi yapmay� tercih eden ara�t�rmac�lar�n

gözünde bile, uluslararas� sistemde devletlerin gittikçe kar��l�kl� ba��ml� bir ili�kiler

a�� kurduklar�n�n önkabul olarak yer ald���d�r. Özellikle AB söz konusu oldu�unda,

devlet egemenli�inin klasik kuram�n sundu�u çerçevenin biraz d���nda dü�ünülmesi

gerekti�i bu yazarlar taraf�ndan kabul edilmektedir (Garrett, 1992:535; Hoffmann,

1995:103; Moravscik, 1993:509). Buna kar��n, de�inilen yazarlara göre, genel olarak

söylemek gerekirse, ulusal egemenli�in ortadan kaybolmas�ndan de�il, daha çok

evrilmesinden söz etmek gerekir. Hatta �ngiliz tarihçi Alan Milward, Avrupa

bütünle�me süreci ile ulus-devlet aras�nda kar��tl�k ili�kisi olmad���n�n alt�n� s�k s�k

çizerek, üye devletlerin aç�k ar�ivlerinin incelenmesiyle ulusal diplomasilerin

oynad�klar� rolün ortaya ç�kt���n� belirtir (Milward, 1999:33).

Klasik egemenlik kuram�n�n temellerini kabullenerek halen üye devletlerin

öncelikli karar al�c�lar olarak tan�mland��� bu yakla��mlara yöneltilebilecek ilk

ele�tiri, özellikle Hoffmann’�n belirgin bir �ekilde dayanak noktas� olarak kulland���,

yüksek önemli politikalarla (high politics) dü�ük önemli politikalar (low

politics) aras�ndaki ayr�ma ili�kindir. Hoffmann’�n yüksek önemli politikalar

aras�nda sayd��� para birli�i, Avrupa Merkez Bankas�’n�n kurulmas� gibi konularda

99

AB büyük ilerlemeler sa�lam��t�r. Gerçi i�levselci yazarlar�n öngördü�ü �ekilde bir

kartopu etkisinden söz etmek mümkün de�ildir. Di�er taraftan üye devletlerin ulusal

egemenlikleri için çok daha büyük önem arz eden konularda, gittikçe daha çok

gönüllü i�birli�ine giri�tikleri ve ulusüstü kurullar�n yetkilerini kabul ettikleri

söylenebilir.

�kinci ele�tiri, özellikle Moravscik’in çal��malar�nda belirgin bir �ekilde

ba�vurdu�u rutin kararlar ile yüksek önemli kararlar aras�ndaki ayr�ma yöneliktir.

Böyle bir tespit, AB’yi genellikle hükümetleraras� bir rejim diye niteleyen

yazarlar�n ço�unda yüksek önemli politikalar / dü�ük önemli politikalar ayr�m�n�n

devam etti�ini gösterir. Moravscik, rutin kararlarda ulusüstü kurumlar�n etkisinin

daha yo�un oldu�unu belirtmektedir. Asl�nda sistemin i�lemesini sa�layan rutin

kararlard�r. Dolay�s�yla rutin kararlar� alma yetkisinin ulusüstü kurumlara

devredilmesi sonucunda üye devlet egemenliklerinin y�pranmad���n� söylemek do�ru

olmayacakt�r. Öte yandan egemenli�i havuzda toplamak ya da delege etmek gibi

ifadelerle egemenli�i devretmek aras�ndaki ayr�m, kan�m�zca çok belirgin de�ildir.

Tek ba��na bu tespit bile klasik egemenli�in bölünmez ve devredilemez ilkesini

sorgulan�r hale getirmektedir.

Bir di�er ele�tiri, AB’yi hükümetleraras� görü�meler yoluyla aç�klarken

küçük devletler ile büyük devletler aras�nda yap�lan ayr�ma dairdir. Moravscik ve

Garrett, önemli kararlar�n her zaman hükümetleraras� konferanslar vas�tas�yla

al�nd���n� ve her devletin kendi ulusal tercihlerini ortaya koyma imkân�n� buldu�unu

söyler. Bu konferanslar�n daha belirgin bir �ekilde büyük devletlerin tercihleri

do�rultusunda �ekillendi�ini de kabul etmektedirler (Moravscik, 1993:499-507;

Garrett, 1992:559). O halde, küçük devletler, ulusal ç�karlar�n�n do�rudan

etkilendi�ini dü�ündükleri konularda, hükümetleraras� konferanslarda kendilerine en

uygun koalisyonun içinde yer almak durumundad�rlar. Bu aç�dan bak�ld���nda, her

üye devletin veto hakk�n� elinde tutmas�, özellikle küçük devletler için bir anlamda

sözde kalabilecek bir mekanizmad�r. Dolay�s�yla egemenlik kayb�n�n küçük devletler

aç�s�ndan daha büyük oldu�u yolunda bir sonuç bile ç�kar�labilir.

100

Dördüncü ele�tiri, Schilling’in Avrupa hukuk düzeninin uluslararas� hukuk

düzeninden türevlendi�i, dolay�s�yla ancak türevsel bir özerkli�e sahip olabilece�i

iddias�na yöneltilebilir. Günümüzün önemli hukukçular�ndan ve AB sistemini

yak�ndan tan�yan Weiler’in bu ba�lamda Schilling’e yöneltti�i ele�tirilere daha önce

de�inildi. Burada tek vurgulanmak istenen, ATAM’�n Avrupa hukuk düzeninin

özerkle�mesinde ve üye devlet egemenliklerinin sorgulan�r hale gelmesinde oynad���

rolün yeterince göz önünde bulundurulmad���d�r. Oysa olu�turdu�u doktrinleri ve

ald��� kararlar�yla ikinci bölümde daha ayr�nt�l� incelenecek olan ATAM, kuruldu�u

günden itibaren 119 devletler aras� anla�mazl�klar� çözmekle görevli uluslararas�

mahkemelerden çok farkl� bir yap�ya sahiptir (Dehousse, 1994:22). ATAM’�n yarg�s�

zorunlu bir yarg�d�r. AT’ye üye olma ba�vurusunda bulunan ve ba�vurusu kabul

edilen her devlet, ATAM’�n anla�mazl�klar� çözme konusundaki yetkisini tan�mak

durumundad�r. Bir ba�ka deyi�le, bir üye devletin antla�malar�n uygulanmas� ile ilgili

i�lemleri, herhangi bir sebepten dolay� ba�vuru yetkisine sahip bir makam taraf�ndan

ATAM’�n önüne getirildi�inde, bu devletin yarg�lamay� reddetme �ans� yoktur. Oysa

ki, uluslararas� mahkemelerin yarg�s�, devletlerin söz konusu yarg�y� kabul etmesine

ba�l�d�r. Uzun zaman boyunca, kararlar�n�n yapt�r�m gücünden yoksun olmas�

yüzünden ele�tirilen ATAM, Maatricht Antla�mas�’ndan bu yana “(…) ilgili üye

devletin karar�na uymad��� yarg�s�na var�rsa, bu devleti götürü bir tutar� ya da cezay�

ödemeye mahkum edebilir” (madde 171) hale gelmi�tir. Dolay�s�yla üye devletler,

kimi zaman ATAM’�n kararlar�n� kabul etmek zorunda kalmaktad�r. Bu noktada

klasik egemenlik kuram�n�n öngördü�ü haliyle ba�ka bir otoriteye boyun e�meme

hali ortadan kalkmaktad�r. Hatta, Dehousse’un ifadesiyle, “çat��man�n çözümünü

ba��ms�z bir organa b�rakmak, neredeyse egemenli�inden vazgeçmek demektir; bu

da her devletin midesini buland�r�r” (Dehousse, 1994:20). Böylece özellikle

119 18 Nisan 1951 tarihli Paris Antla�mas� ile AKÇT’nin organlar� aras�nda, Yüksek Otorite’nin tasarruflar�n� ve baz� hallerde i�lemelerini hukukilik yönünden denetlemek üzere bir Mahkeme öngörülmü�tü. 25 Mart 1957 tarihli Roma Antla�malar�’nda, AET ve AAET’nin organlar� aras�nda her biri için ayr� bir Mahkeme say�lm��t�. Ancak ayn� gün imzalanan Avrupa Topluluklar� için Ortak Organlar Olu�turulmas�na �li�kin Antla�ma ile AKÇT, AAET ve AET Antla�malar�’n�n yorumlanmas�ndan ve uygulanmas�ndan do�acak anla�mazl�klar� çözmekle görevli makamlar bir çat� alt�nda toplanarak ATAM ad�n� alm��t�r. Ayr�ca her üç Topluluk’un Genel Kurullar� ortak bir organ haline getirilerek birle�menin birinci a�amas� gerçekle�tirilmi� oldu (Tekinalp&Tekinalp, 2000:6-9).

101

ATAM’�n kararlar� ile geli�me gösteren Avrupa düzeni, klasik egemenlik kuram�n�

sorgulan�r noktalara getirmi�tir.

Avrupa bütünle�mesine hükümetleraras� görü�meler çerçevesinden bakan

kuramc�lara bir ba�ka ele�tiri de kurduklar� aç�klama çerçevesinin döngüselli�i ile

ilgili olarak yap�lmaktad�r. Kuramsal döngüsellik, baz� devlet merkezli yakla��mlar�n

ç�kacak sonuçlar� önceleyen san�larla yola ç�kmalar�d�r (Rosamond, 2000:152-153).

Bir ba�ka deyi�le, seçilen analiz düzeyi ve ara�t�rma sorular�, do�rudan var�lan

sonuçlara götürmektedir. �öyle ki liberal hükümetleraras�c� kuramc�lar için analiz

düzeyi ulusal hükümetlerdir. Sorduklar� sorular ise, hükümet temsilcilerinin, AB’nin

kurumsal çat�s� alt�ndayken, ulusal ç�karlar�n� nas�l savunduklar� ve de�i�ik

hükümetlerin temsilcilerinin davran��lar�n�n birbirlerini nas�l etkiledi�i ile ilgilidir.

Hükümetleraras�c�l�ktan yana olanlar için, bu savunma taktikleri ve kar��l�kl�

etkile�im, bütünle�me sürecinin ç�kt�lar� olarak görülmektedir. Bu durum da, ba�ka

aç�klama �ekillerinin d��land��� döngüsel bir kan�tlamaya i�aret etmektedir

(Christiansen & Jørgensen, 1999). Bütünle�me süreci ve karar alma

mekanizmalar�nda rol oynayan di�er aktörlerin etkileri göz ard� edilmektedir. Ulus-

devletler, uluslararas� politikadaki de�i�iklikleri gerçekle�tirebilecek adeta tek

aktörler gibi alg�lanmakta ve öyle sunulmaktad�r. Örne�in Moravscik, önemli

devletleraras� görü�me sürecinde AB kurumlar�n�n oynad��� rolün görü�me

maliyetlerini azaltmak aç�s�ndan kolayla�t�r�c� oldu�unu kabul etmekte, ama yine de

kararlar�n olu�mas�nda etkin bir rol üstlenmediklerini belirtmektedir. Aktörler, üye

devletler; analiz düzeyi de görü�meler olarak belirlendi�i için, ç�kt�lar haliyle devlet

merkezli olarak olu�maktad�r. Buradaki bak�� aç�s�, AB kurumlar�n�n bütünle�mede

oynad�klar� rolü küçümseyen ve oldukça indirgemeci bir bak�� aç�s�d�r. Yakla��m�n

ulus-devlet egemenli�ini koruma alt�na ald��� kabul edilse bile, ortaya ç�kan kuram�n

bütünle�menin dinamiklerini aç�klamakta yeterli oldu�unu söylemek zordur.

Devlet merkezli yakla��mlara yöneltilebilecek bir di�er ele�tiri, daha çok

tan�mlarla ilgilidir. Bu yakla��mlar� benimseyenler, AB’de ortaya ç�kan yöneti�im

tablosunu ellerindeki modern devlete ba�l� dü�ünülen otorite tan�mlar�ndan ve

kurumlardan yola ç�karak anlamaya çal��maktad�rlar. Ruggie’nin, genel olarak

102

modern uluslararas� sistem ile postmodern uluslararas� sistem aras�ndaki farkl�l�klar�

irdeledi�i makalesinde belirtti�i gibi, devletleraras� ili�kileri sadece devletlerin

kurumsal yap�lar�ndan yola ç�karak anlamak mümkün de�ildir (Ruggie, 1993:143).

Bünyesinde ortaya ç�kan iktidar ili�kilerini aç�klamak için kullan�lan kavramlar�n

yetersiz kald��� AB, esasen son y�llarda ya�anan küresel de�i�ikliklerin iyi bir

örne�ini olu�turmaktad�r. Birlik, ulusa�an a�lar�n gittikçe daha fazla etkilerini

gösterdikleri bir yap� sergilemektedir. Öte yandan, devletin en temel i�levleri

aras�nda say�lan görevlerin birço�u, “avrupal�la�m��” haldedir (Rosamond,

2000:154). Ulusa�an a�lar�n ya da ulusüstü kurumlar�n dinamikleri ve etkileri

anla��lmadan iktidar ili�kilerinin çözümlenmesi mümkün gözükmemektedir. Gene

tan�mlarla ilgili bir konunun alt�n� Caporaso çizmektedir (Caporaso, 1996).

Caporaso, Webergil anlamda devletin üç ideal tan�m�n� yapt�ktan sonra, her tan�ma

göre AB geli�iminin farkl� okunabilece�ini belirtmektedir. Devlet tan�mlar�n�n

farkl�l���, devlet-merkezli yakla��mlar�n da farkl�la�mas�na neden olmaktad�r.

Günümüzde devletin üstlenmesi gereken ve kar��l���n� verebilece�i görevlerin ne

oldu�u, üzerinde dü�ünülmesi gereken ciddi bir konudur. Çünkü devletin art�k yerine

getiremedi�i sorumluluklar� yüklenmesi ya da yerine getiremedi�i için daha etkin

ulusüstü kurumlara teslim etmesi iktidar ili�kilerini ister istemez

biçimlendirmektedir. Dolay�s�yla devlet-merkezli yakla��m� benimseyenlerin,

konuyu egemenli�in havuzda toplanmas� ifadesinden daha ayr�nt�l� bir �ekilde

irdelemesinde yarar vard�r.

Ancak kavramlar�n belirsiz kalmas�, ço�u zaman siyasi gruplar�n da i�ini

kolayla�t�rmaktad�r. Egemenlik gibi halk aras�nda herkes için ayr� anlamlar ifade

eden bir kavram siyasi liderlerin konu�malar�n�n ayr�lmaz bir parças� olabilmektedir.

Üye devletler, hukuki olarak e�it ve egemendirler. Öte yandan uygulamada baz�

yetkilerin ulusüstü kurumlara devredilmi� olmas�, sadece bütünle�me sürecinde

pürüzler ç�kt���nda veya daha ileri ad�mlar at�lmak istendi�inde a��lmas� zor sorunlar

ç�kartmaktad�r. Bunun d���nda, her ne kadar Avrupa kurumlar�nda üye devletlerin

etkileri devam etse de, kararlar al�nabilmekte ve AB sistemi pekâlâ i�lemektedir.

‘Egemenlik söylemini’ ortaya sunanlar ço�u zaman Avrupa projesine �üpheyle

yakla�anlard�r. �üphesiz söylemlerin alg�lanma �ekilleri farkl� olabilmektedir. Tüm

103

bunlar�n daha bilimsel de�erlendirilmesi, ancak kavramlar�n aç�kl��a

kavu�turulmas�yla mümkündür.

Devlet-merkezli görü�lere yöneltilebilecek en son ele�tiri, hukuksal geli�im

ile siyasal geli�im aras�ndaki fark�n yeterince irdelenmemesi ve bütünle�menin

sadece bunlardan biri üzerinde odaklanarak anla��lmaya çal���lmas�d�r. Schilling,

kendi makalesinde AB hukuk düzeninin sadece türevsel bir özerkli�e sahip oldu�unu

öne sürse de, kan�m�zca, ATAM içtihatlar� bu yönde i�aret vermemektedir. Hartley,

günümüzün önde gelen iki federal devletinin hukuki düzenleri ile olan farklar�

belirgin �ekilde ortaya koydu�u için, hukuk düzeninin tam olarak federal özellik

gösterdi�ini söylemek mümkün de�ildir. Oysa, bu yönde bir evrilmenin ya�and��� s�k

s�k vurgulanmaktad�r. Öte yandan hükümetleraras�c� yazarlar�n inceledi�i üye devlet

hükümetlerinin görü�melerinde, devlet temsilcileri ve görü�me güçleri inceleme

konusudur. Devlet egemenli�inin AB çerçevesinde anla��lmas�, siyasi sistem ile

hukuki sistem aras�ndaki ili�kinin anla��lmas�yla mümkündür. Devlet merkezli

görü�lerin, bu ili�kiyi ortaya koymakta zay�f kald��� söylenebilir. �li�kilerin

anla��lmas�n� kolayla�t�racak yakla��mlar –uzla�mac� yakla��mlar- üçüncü bölümde

ele al�nacakt�r.

Birinci Bölümün Sonucu

Bu bölümde, öncelikle klasik egemenlik kuram�n�n do�u�u ve geli�imi

incelenmi�tir. �ncelemeden elde edilen, öncelikle egemenlik kavram�n�n hangi

�artlarda ortaya ç�kt���n�n ve iktidar ili�kilerinin tan�mlanmas�nda nas�l de�i�iklikler

yapt���n�n ortaya konulmas� olmu�tur. Dolay�s�yla alt� çizilmek istenen husus,

egemenlik kavram�n�n modern devletin ortaya ç�k���n� haz�rlayan toplumsal ve

iktisadi �artlar�n bir ürünü oldu�udur. Ayr�ca ancak ulus-devletin kurulmas�ndan

itibaren, egemenli�in soyut ve somut yönünün ayr�lmaz bir bütün olarak

dü�ünülmeye ba�land���n� hat�rlamak da önemli bir noktad�r. Çünkü esasen üst

yönetme hakk�n�n soyut ve somut yönü daha önceki ça�larda ayr� olarak

dü�ünülebilmekteydi. Ulus-devletin kurulmas�yla, egemen, auctoritas ve potestas’�n

104

sahibi olmu�tur. Oysa egemenlik, toplumsal ve iktisadi �artlar�n de�i�mesiyle

ihtiyaçlar�n kar��lanmas� için olu�turulan kurumlar�n geli�imiyle yeni bir

ayr��t�rmaya maruz kalmaktad�r. Bu bölümün bir di�er sonucu da, AB’yi ulusal

egemenliklerin korundu�u bir uluslararas� rejim olarak tan�mlayan ara�t�rmac�lar�n

görü�lerinin, iktidar ili�kilerini anlamakta yetersiz kald���d�r. Bir ba�ka deyi�le,

AB’nin hukuksal ve kurumsal geli�imi, klasik egemenlik kuram�n�n öngördü�ü

�ekliyle ulusal egemenli�in bölünmezli�i ve devredilemezli�i ile çeli�ir bir görüntü

sergilemektedir. Avrupa anayasal düzeninin olu�mas�yla egemenlik tart��malar� iyice

artarken AB’nin federal bir devlete do�ru evrilip evrilmedi�i sorusu da öne ç�km��t�r.

�kinci bölümde AB’nin geli�imiyle yo�unla�an federalizm tart��malar� ele al�nacak

ve bu çerçevede egemenli�in evrimi incelenecektir.

105

II. AB’N�N GEL���M� VE FEDERAL�ZM TARTI�MALARI

Bu bölümde amaçlanan, AB’nin siyasal ve yasal düzenini aç�klarken iktidar�n

farkl� alanlarda de�i�ik makamlarda toplanabilece�ini savunan görü�leri ortaya

sermektir. Birinci bölümde de�inildi�i üzere, uluslararas� hukukun ve insan

haklar�n�n geli�imiyle egemenli�in mutlak alg�lan��� üzerinde soru i�aretleri

olu�mu�tur. �kinci Dünya Sava�� sonras�nda uluslararas� ili�kilerin yo�unlu�undaki

art�� ve AB’nin geli�imi, asl�nda egemenli�in nas�l görece bir kavram oldu�unu ve

içinde bulunulan toplumun ihtiyaçlar� do�rultusunda �ekillendi�ini gözler önüne

serdi. Bu ba�lamda, yeni bir tan�m�n gereklili�i iyice belirginle�ti. Bu bölümde,

öncelikle Avrupa anayasal düzeninin olu�umuna ve geli�imine ulus-devlete ba�l�

dü�ünülen egemenli�i sorgulan�r k�ld��� konularla birlikte yer verilecektir. Daha

sonra, Avrupa anayasal düzenindeki iktidar ili�kilerinin neden oldu�u federalizm

tart��malar� ele al�nacakt�r.

A. Avrupa Anayasal Düzeninin Olu�umu – Geli�imi: Egemen Kim?

Avrupa anayasal düzeninin geli�imi birçok yönden ulusal hukuk

düzenlerinden farkl� tezahür etmi�tir. Bunun en temel nedeni, olu�an düzenin bir

anayasaya de�il, antla�malara ve antla�ma hükümlerinin ATAM taraf�ndan

yorumlanmas�na dayanmas�d�r. Birinci bölümde de�inildi�i üzere, uluslararas�

hukukun zaman�n ihtiyaçlar� do�rultusunda geli�mesi, devletlerin kendi iradeleri ile

antla�malara taraf olmalar� ve bu antla�malardan do�an görevlerini yerine getirmeleri

gittikçe artan bir yo�unlukla gözlemlenebilir olgulard�r. Bu geli�melerin kuramsal

aç�klamalar� hukukçular taraf�ndan kendi kendini s�n�rlama doktrini çerçevesinde

yap�lmaya çal���lm��t�r. AB ba�lam�nda egemenlik kavram� aç�s�ndan sorun

olu�turan as�l unsur ise, üye devletlerin imzalad�klar� antla�malarda beyan ettikleri

iradelerinin s�n�rlar�n�n çok a��lm�� olmas�d�r. ATAM taraf�ndan geli�tirilen

doktrinler egemenin kim oldu�u sorusunu gündeme getirmi�tir (1). ATAM’�n bu

süreçte üstlendi�i rol yarg�çlar hükümeti tart��malar�n�n ç�kmas�na neden olmu�tur

(2). Tek Senet’in imzalanmas�ndan sonra oyçoklu�u ile karar alma anlay���n�n tekrar

106

hayata döndürülmesi ve Maastricht sonras� oyçoklu�unun uyguland��� alanlar�n

geni�letilmesi ise, anayasal düzenin dayand��� doktrinler �����nda, üye devletlerin

karar almada denetimi ellerinden kaç�rd���na dair �üphelerin peki�mesinin temel

nedenidir (3). Bu sorunlar, AB’nin hep klasik egemenlik anlay��� çerçevesinden

incelenmeye çal���lmas�ndan kaynaklanmaktad�r. Bu sorunlar� ortaya koyduktan

sonra, ba�ka bak�� aç�lar�n�n çözüm olup olmad��� irdelenebilir.

1. AB Hukuku’nun Temel Doktrinlerinin Egemenlik Üzerine Etkileri

�kinci Dünya Sava�� sonras�, daha bar��ç�l bir Avrupa hedefinden yola ç�karak

imzalanan üç antla�man�n vard�klar� noktaya bak�ld���nda, birçok aç�dan �a��rmamak

mümkün de�ildir. Her ne kadar Schumann, Monnet ya da Adenauer gibi kurucular�n

ad�m ad�m ilerleyen bir birli�i dü�ledikleri bilinse bile, geçirilen evrim yine de s�ra

d���d�r. Bu s�ra d���l��a as�l sebep olan, kaydedilen ileri ad�mlar�n birço�unun

ATAM’�n içtihatlar�yla at�lmas�d�r (Karaka�, 2003). �çtihatlar, Avrupa anayasal

düzeninin baz� yol gösterici doktrinler üzerinde yükselmesini sa�lam��t�r. Söz

konusu doktrinleri, farkl� hukukçular�n de�i�ik grupland�rmalarla sundu�u

görülmektedir. Oder, dört doktrin saymaktad�r: Topluluk hukukunun birli�i,

özerkli�i, do�rudan etkilili�i, üstünlü�ü (Oder, 2000:119-171). Weiler ise, do�rudan

etki, üstünlük, dolayl� güçler, insan haklar� doktrini �eklinde bir adland�rmay� tercih

etmektedir (Weiler, 2004:19). Hartley ise, do�rudan etki ve üstünlük ilkelerinden

bahsederken, doktrin ba�l��� alt�nda bir s�n�fland�rma yapmaktan kaç�nmaktad�r

(Hartley, 1994). Topluluk hukukunun birli�i doktrini, belirlenen hedeflerin

gerçekle�tirilebilmesi için, kurucu antla�malar�n ve Topluluk kurumlar�n�n ald�klar�

kararlar�n üye devletler taraf�ndan ayn� �ekilde yorumlanmas�n� ve uygulanmas�n�

öngörür (6/64; 2-3/62; 128/78). Özerklik doktrini, Topluluk’un üye

devletlerinkinden ba��ms�z bir hukuk düzenine sahip oldu�u inanc�na dayan�r 1 .

Do�rudan etki ve üstünlük doktrinleri, egemenlik alg�s� bak�m�ndan önemli

tart��malara neden oldu�undan bu konular� daha ayr�nt�l� incelemekte yarar vard�r.

1 Bu konuda AB hukuku uzmanlar� aras�da bir fikir birli�i oldu�unu söylemek zordur. Topluluk hukukunun özerkli�i sorunu I. Bölüm’de daha ayr�nt�l� ele al�nm��t�r.

107

Z�mni yetki ve insan haklar� sorunlar�na ise, doktrin adland�rmas� vermeden, üye

devlet egemenliklerini etkiledikleri noktalara dikkat çekerek k�saca de�inmek

gerekiyor.

a. Do�rudan Etkililik ve Üstünlük Doktrinleri

Her ne kadar günümüz Avrupa anayasal düzenine bak�ld���nda, do�rudan

etkililik ve üstünlük en temel özellikler olarak göze çarpmaktaysa da, Van Gend en

Loos (26/62) ve Costa Enel (6/64) kararlar�ndan önce böyle bir durumdan söz etmek

mümkün de�ildi; çünkü kurucu antla�malar�n hiçbirinde bunlara gönderme

yap�lm�yordu2. Dolay�s�yla, antla�malar�n imzalanmas�ndan 1962-64’e kadar geçen

dönemde, üye devletlerin di�er antla�malar kar��s�ndaki duru�lar� ne ise, Avrupa

Antla�malar� için de ayn� durum geçerliydi. Bir ba�ka deyi�le, uluslararas� hukuk ile

ulusal hukuk aras�ndaki ili�kiyi ikici (dualiste) yakla��m ile aç�klayan hukuk

sisteminde Avrupa Antla�malar�’n�n uygulanmas� mutlak suretle üye devletin konu

ile ilgili düzenleme yapmas�n� gerektirmekteydi. Tekçi (moniste) yakla��m�

benimseyenler aç�s�ndan bak�ld���nda, uluslararas� hukuk kurallar�, öngörülen �ekle

göre onaylanmalar�ndan sonra, uluslararas� hukuk niteliklerini kaybetmeden, ulusal

hukuk sisteminin bir parças� olmaktayd�. Üstünlük konusuna gelince, ikici sistem

buna hiç s�cak bakmamaktad�r. Antla�man�n gerektirdi�i düzenleme yap�ld���nda, iç

hukuk sisteminin bir parças� olur; ama yasaman�n alaca�� yeni kararlarla geçersiz

k�l�nabilir. Avrupa Antla�malar�’n�n imzaland��� dönemde Almanya ve �talya’daki

hukuk sistemi ikici anlay�� üzerine kuruluydu. Di�er dört kurucu üyenin hukuk

sistemleri, tekçi yakla��m�n etkisi alt�nda olmalar�na ra�men, bunlardan sadece

2 AT Antla�mas�’n�n 189. maddesi ve AAET Antla�mas�’n�n 161. maddesi, yönetmeliklerin “do�rudan uygulanabilir” oldu�unu belirtmektedir. Antla�malar�n ba�ka hiçbir yerinde benzer bir ifadeye rastlanmamaktad�r. Bu “do�rudan uygulanabilir” ifadesinin “do�rudan etkililik” ile ayn� anlam� ta��y�p ta��mad��� tart��ma konusudur. Çünkü e�er ayn� anlam� ta��d�klar� kabul edilirse, kurucu antla�malar� haz�rlayanlar�n sadece yönetmeliklerin do�rudan etki do�urmalar�n� öngördükleri sonucuna var�labilir. Bu durumda, ATAM’�n do�rudan etkililik doktrininin geli�mesine izin vererek antla�may� haz�rlayanlar�n iradesine ters davrand��� iddia edilmi�tir (Hartley, 1994:206-207). Hem bu tart��malar konumuzla do�rudan ilgili olmad���ndan, hem de do�rudan etkililik k�rk y�l� a�an bir süreden beri Avrupa anayasal düzeninin temelini olu�turdu�undan, bu çeli�ki göz önüne al�nmayacak ve do�rudan etkililik doktrini özellikle üye devletlerin egemenlikleriyle ili�kisi bak�m�ndan incelenecektir.

108

Hollanda ve Lüksemburg’da antla�malar�n üstünlü�ü uygulan�r durumdayd� (de

Witte, 1999:178-179).

Ayr�ca iki konunun da, üye devletlerin egemenlikleri aç�s�ndan son derece

önemli oldu�u unutulmamal�d�r. Do�rudan etkililik, uluslararas� bir antla�madan

do�an hukuk kural�n�n yaratt��� haklar�n üye devletin yurtta�lar� taraf�ndan kendi

ulusal makamlar�na kar�� öne sürülebilmesi demektir. Dolay�s�yla burada, üye

devletin, önceden kapsaml� biçimde öngöremeyece�i bir hukuk düzenlemesine tabi

olmas� gibi bir durum ortaya ç�kabilmektedir. Her ne kadar, imzac� devletlerin ilk

ba�ta kendi iradeleriyle bu antla�malara taraf olmalar� söz konusuysa da, durumun

ucu aç�kl��� farkl� bir egemenlik durumuna kay��� göstermektedir. Di�er

antla�malar�n böyle bir durum yaratmamas�, do�rudan etkilili�in Avrupa anayasal

düzenindeki yerini daha belirgin hale getirmektedir.

ATAM’�n Avrupa anayasal düzenine bak���n� anlamak için, bu çok önemli iki

doktrinin geli�mesinde ilk ad�m� olu�turmu� mihenk ta�� niteli�indeki iki karar�n�n

içeriklerine k�saca de�inmek uygun olacakt�r. Van Gend en Loos (26/62) davas�,

ayn� ad� ta��yan bir Hollandal� ta��ma �irketinin, hükümetinin yapt��� vergi

artt�r�m�n�n, AET’nin 12. maddesiyle3 çeli�ti�ini iddia etmesiyle gündeme gelmi�tir.

AET Antla�mas�’n�n 177. maddesinde 4 öngörülen önkarar usulüyle Hollanda

3 Bu madde, üye devletlerin kendi aralar�ndaki ithalat ve ihracatta vergi ve e� yükümlülükleri artt�rmaktan kaç�nmalar� gerekti�ini belirtmektedir. 4 Roma Antla�mas�’n�n 177. maddesi (Amsterdam Antla�mas�’ndan sonra madde 234), ulusal mahkemelere, Topluluk hukukunu ilgilendiren bir sorunla kar��la�t�klar�nda, antla�man�n yorumlanmas� ya da Topluluk kurumlar� taraf�ndan al�nan hukuki kararlar�n geçerlili�i konusunda Adalet Mahkemesi’ne ba�vurmalar�n� sal�k verir. Bu önkarar mekanizmas� ulusal yarg�ç ile Topluluk yarg�c� aras�nda kurulan diyalo�un temelini olu�turur. Topluluk mevzuat�n�n yorumlanmas�n� merkezi bir organa teslim ederken, tüm kurallar�n her yerde ayn� uygulanmas� amaçlanmaktad�r. Ancak antla�maya bu maddeyi koyanlar�n Topluluk hukukunun geli�mesinde oynayaca�� rolü önceden tahmin edip etmedikleri bilinmemektedir. 31 Aral�k 1990 tarihine kadar Adalet Mahkemesi önüne gelen 7032 olaydan 2138’i, yani yakla��k %30’u 177. maddeye dayanmaktayd�. �lk derece mahkemesinin kurulmas�ndan ve idari anla�mazl�klar�n buraya sevkedilmesinden sonra bu oran daha da yükselmi�tir (Dehousse, 1994:34). Adalet Mahkemesi’nin raporlar�na bak�ld���nda, 1997-2002 aras�nda bu oran�n (%54’ü buldu�u 1998 y�l� hariç) %45 ile 50 aras�nda de�i�ti�i görülmektedir. Bkz. http://www.curia.europa.eu/en/coopju/apercu_reflets/lang/index.htm. Ayr�ca say�sal a��rl��� bir kenara b�rak�lsa bile, Mahkeme, temel doktrinlerini hep bu maddeye dayal� önkarar usulüyle önüne gelen davalar sonucunda geli�tirmi�tir.

109

mahkemesi taraf�ndan 5 ATAM’�n önüne getirilen dava, Advocate General’in

(Kanunsözcüsü) yetkisizlik yönünde fikir beyan etmesine ra�men, bu konunun ulusal

mahkemelerin yetkisine b�rak�lamayaca�� sebep gösterilerek görü�ülüp karara

ba�land�. ATAM, AET Antla�mas�’n�n 12. maddesinin üye devletlerin hukuk

düzenlerinde do�rudan etkili oldu�u, dolay�s�yla Hollandal� ta��ma �irketinin bireysel

olarak antla�man�n bu maddesinin uygulanmas�n� talep edebilece�i yönünde karara

vard�. ATAM taraf�ndan al�nan bu karar da Hollanda mahkemeleri taraf�ndan

uygulamaya konuldu. Ancak as�l önemi, bu maddenin do�rudan etkilili�i kadar,

do�rudan etkililik karar�n�n ulusal mahkemelere b�rak�lmay�p ATAM taraf�ndan

verilmesidir. Böylece ATAM, kendisinin Topluluk hukukunun birörnek yorumunda

yetkili tek makam oldu�unu ortaya koymu�tur.

Öte yandan karar�n yap�s� s�ra d��� bir nitelik gösterir. Mahkeme, 12.

maddenin ugulanmas�na yönelik teknik aç�klamalar vermekle yetinmek yerine,

Topluluk hukukunun do�as�na ili�kin görü�lerini ortaya koydu. Bir anlamda,

Mahkeme, özlemini duydu�u “Avrupa fikrini” aç�klamak için f�rsat bulmu� oldu

(Dehousse, 1994:44). Bunu yaparken, kulland��� araç ise, antla�malar�n sadece

lafz�na göre de�il; ruhuna ve amac�na göre yorumlanmas� metodudur. Mahkeme,

karar�n� bu ba�lamda kurucu antla�malar�n giri�inde belirtilen amaçlar�n�n

gerçekle�tirilmesi ve Topluluk’un kurumsal yap�s�n�n gerekleriyle aç�klad�.

Mahkeme karar�nda, Avrupa antla�malar�n�n ve bunlara ba�l� geli�en ikincil

hukuk kurallar�n�n, Topluluk kurumlar� ile bireyler aras�ndaki ili�kilerde oldu�u

kadar bireyler aras�ndaki ili�kilerde de ba�lay�c� oldu�unu belirterek ayr�ca önemli

bir dönüm noktas�na imza koymu�tur6. Uluslararas� yasal sorumluluklar�n devletlere

yönelik oldu�una dair uluslararas� hukuk varsay�m�n� bu �ekilde geçersiz k�lm��t�r

5 Hollanda Anayasas�’n�n, antla�malar�n yürürlü�e girmelerinden itibaren ulusal hukuk düzeni çerçevesinde ba�lay�c� olaca�� ve bunlarla çeli�en ulusal düzenlemelerin uygulanmayaca�� yönündeki maddeleri, bu ba�vurunun yasal zeminini olu�turmaktad�r (de Witte, 1999:180). 6 Bunun tek istisnas�, Topluluk hukuki tasarruflar�ndan yönergelerin, sadece dikey ili�kilerde (Topluluk ile bireyler aras�nda) do�rudan etki do�urmas�n�n, bireyler aras�ndaki ili�kilerde öne sürülememesidir. Weiler, 152/84 say�l� ATAM karar�na gönderme yaparak bu konunun alt�n� çizmi�tir (Weiler, 2004:19). Her bir Topluluk tasarrufunun do�rudan etkililik aç�s�ndan de�erlendirmesi için, bkz. Oder, 2000:129-147.

110

(Weiler, 1999:19). Bu olaydan sonra, özellikle bireylerin yapt��� ba�vurularla

do�rudan etkililik doktrini önemli bir geli�im göstermi�tir. Bir anlamda, bireyler

Topluluk hukukunun yasal bütünlü�ünün en temel bekçileri olmu�lard�r (Weiler,

2004:20). Öte yandan, hangi durumlarda do�rudan etkililik doktrininin

uygulanabilece�ini belirlemeye yönelik k�staslar tespit edilmeye çal���lm��t�r. Bu

k�staslar, egemenlik ile ilgili tart��malar� do�rudan etkilemedi�inden, bunlara

de�inilmeyecektir. Yaln�zca �u tespiti yapmak mümkündür: do�rudan etkililik

doktrininin geçerlili�ine, olay�n vuku buldu�u ba�lam göz önünde bulundurularak

karar verilmektedir. Dolay�s�yla her vakaya uygulanabilecek �artlar s�ralamaya

çal��mak bo�unad�r (Prechal, 2000:1064)7.

Van Gend en Loos karar�, esasen do�rudan etkililik ile üstünlük doktrinleri

aras�nda yak�n bir ili�ki olmas�na ra�men, Topluluk hukukunun üstünlü�üne ili�kin

bir ifade içermez. Bunda, tekçi hukuk gelene�inden gelen Hollanda mahkemesinin

ATAM’a iletti�i önkarar sorular�nda üstünlük ile ilgili bir soru sormamas� �üphesiz

rol oynam��t�r8. Ancak, Avrupa’da hukuk birli�inin olu�turulmas� için gerekli bir

a�ama olan üstünlük doktrinine ihtiyaç k�sa zaman içinde belirginle�mi�tir. Birçok

federal anayasada yer alan üstünlük maddesine kurucu antla�malarda

rastlan�lmamaktad�r. Konu, Costa isimli �ahs�n 1962 tarihli bir yasal düzenlemeyle

kurulan ulusal elektrik �irketi ENEL’in faturalar�n�, bu düzenlemenin ba�ka

düzenlemelerle birlikte AET Antla�mas�’na da ayk�r� oldu�u gerekçesiyle, ödemeyi

reddedip ulusal mahkemeye ba�vurmas�yla gündeme geldi. �talyan mahkemesi,

öncelikle söz konusu düzenlemenin anayasaya uygun olup olmad���n� ö�renmek

üzere Anayasa Mahkemesi’ne ba�vurdu. �kici hukuk gelene�ine sahip �talyan

Anayasa Mahkemesi, anayasan�n antla�malar yoluyla egemenli�in s�n�rlanmas�n�

mümkün kabul etti�ini, ancak Avrupa Antla�malar�’n�n kendisinden sonra yap�lan

bir yasadan üstün olmad��� yönünde görü� bildirdi. �talyan hükümeti kendi Anayasa

Mahkemesi’nin görü�ünden destek alarak konuyu ATAM’a getirdi.

7 Prechal’a göre, bugün için do�rudan etkililik doktrininin önemi ve gereklili�i tart��maya aç�kt�r; çünkü devleti tek hukuk kayna�� olarak görmek art�k mümkün de�ildir. Yasal ço�ulculu�a do�ru evrilen bir süreç ya�anmaktad�r. Bu süreçte, baz� hukuk kurallar�n�n uygulanmas� için do�rudan etkilili�in ayr� bir �art olarak dü�ünülmesi uygun gözükmemektedir (Prechal, 2000:1068-1069). 8 Bkz. dipnot: 5.

111

ATAM, Costa v. ENEL (6/64) karar� olarak bilinen karar�nda, AET

Antla�mas�’n�n 177. maddesini dayanak göstererek, üye devlet mahkemelerine

Topluluk hukukuna ayk�r� ulusal düzenlemeleri uygulamamalar�n� sal�k verdi ve

Topluluk hukukunun üstünlü�ünü bildirdi. Mahkeme, bu sonuca var�rken, üç temel

gerekçe gösterdi. Öncelikle, Avrupa Antla�malar�’n�n di�er antla�malardan farkl�

oldu�unu ve üye devletlerin hukuk sistemlerinin ayr�lmaz bir parças� oldu�unu

vurgulad�. Daha sonra, Avrupa Antla�malar�’ndan kaynaklananan kurallar�n

üstünlü�ünün tan�nmamas�n�n Topluluk’un hukuksal temelini sarsaca��n� belirtti.

Son olarak, üye devletlerin kendi iradeleriyle egemenliklerini s�n�rlad�klar�n� ve

Topluluk’un yetkili oldu�u alandaki ulusal hukuk kurallar�n�n Topluluk hukukuyla

ba�da�mas� gerekti�ini söyledi.

Özetlemek gerekirse, Costa v. Enel karar�ndan sonra al�nan birçok karar9 ile

peki�en üstünlük doktrini, Topluluk faaliyet alan�na giren konularda, birincil ya da

ikincil olsun tüm Topluluk kurallar�n�n, tarih olarak eski veya yeni kendisiyle çeli�en

ulusal hukuk kurallar�na üstün gelmesi anlam�na gelmektedir. Weiler’a göre,

do�rudan etkililik doktrini üstünlük doktrini ile birle�ince, as�l anlam�n� kazanmakta

ve Avrupa anayasal düzenine kendine özgü yap�s�n� kazand�rmaktad�r. �öyle ki,

tekçi ya da yar�-tekçi hukuk düzenlerinde, antla�malardan do�an kurallar�n do�rudan

ulusal hukuk düzeninin bir parças� olmas� öngörülebilmektedir. Ancak, bu

uluslararas� kurallar, ulusal yasalarla e�it güce sahip olmaktad�r. Dolay�s�yla bunlar

aras�ndaki ili�ki tarihsel önceli�e göre �ekillenmektedir. Daha yeni tarihli olan, daha

eski tarihli olana üstün gelmektedir. Oysa ki, Avrupa hukuk düzeninde, üstünlük

doktrininin �����nda, sonradan koyulan ulusal kurallar�n Topluluk’un koydu�u

kurallarla uyumlu olmas� gerekmektedir. Sonuç olarak do�rudan etkililik ve üstünlük

doktrinlerinin birle�mesiyle, Topluluk kurallar� üye devletlerin yasal düzenlerinin bir

9 Bu konuda Costa v. ENEL’den sonra en çok gönderme yap�lan karar Simmenthal (106/77) karar�d�r. Bu kararda Mahkeme, üstünlük doktrinini en aç�k �ekilde dile getirir: “Topluluk hukukunun üstünlü�ü ilkesi uyar�nca, antla�ma maddeleri ve kurumlar�n uygulanabilir kararlar�; üye devletlerin hukuk sistemleriyle ili�kilerinde, sadece yürürlü�e giri� tarihlerinde ulusal yasal düzenlerin kendileriyle çeli�en hükümlerini geçersiz k�lmazlar; ayn� zamanda, (…) Topluluk hukukuna uymayacak ulusal yasal düzenlemelerin yap�lmas�na engel olurlar”. Daha fazla örnek için bkz. Oder, 2000; Hartley, 1994.

112

parças� olmakla kalmamakta, üstün hukuk niteli�i kazanmaktad�r. Ortaya ç�kan bu

sistem, federal devletlerin anayasal düzenine benzemektedir (Weiler, 2004:21-22).

Bu yüzdendir ki, bu iki doktrin, ikinci alt bölümde (B) görülece�i üzere, Avrupa’da

federalizm tart��malar�n�n parças� olmu�tur.

Yeni düzende, üye devletlerin egemenlikleri s�n�rlanmakta ve baz� konularda

hukuki düzenleme yapma yetkileri s�n�rlanmaktad�r. Bu durum, klasik egemenlik

kuram� için kabul edilebilir de�ildir. �lk bölümde tart���lan antla�malar�n kendi

kendini s�n�rlama doktrini ile aç�klanmas� bile, Avrupa ba�lam�nda yetersiz

kalmaktad�r. Çünkü sadece kurucu antla�malar�n maddeleri de�il, ayn� zamanda

ikincil hukuk ad� alt�nda toplanan Topluluk kurumlar�n�n kararlar� da ulusal

yasalardan üstün hale gelmektedir. Böylece Avrupa kurumlar�, Antla�malar’�n

kendilerinin yetkisine b�rakt��� alanlarda yasa koyma hakk�n� ve koyulan kurallar�n

üstünlü�ünü ortaya ç�karmak olmaktad�rlar. Bu alanlar�n önceden üye devletler

taraf�ndan belirlendi�i kabul edilse dahi10, sözü geçen konunun Topluluk yetkisine

girip girmedi�ine karar veren kurum, her hangi bir anla�mazl�k durumunda,

ATAM’d�r. Buraya kadar söylenenlerden ç�kar�labilecek sonuç, üye devletlerin

egemenliklerinin s�n�rland���, hatta baz� alanlarda kaybedildi�idir. Hatta Avrupa

kurumlar� için bir egemenlik kazan�m� oldu�u da söylenebilir. Ancak bu

aç�klamalara çok önemli bir husus eklenmelidir. Daha önce de�inildi�i üzere,

ATAM, do�rudan etkililik ve üstünlük gibi önemli doktrinlerin geli�mesini sa�layan

kararlar�n� ulusal mahkemelerin önkarar usulüyle konuyu önüne getirmesiyle

alm��t�r. Bu kararlar�n uygulanmas�n� sa�layan da ulusal mahkemeler olmu�tur.

ATAM, 1995 y�l�nda hükümetleraras� konferansa sundu�u raporda, “Topluluk

hukukunun, üye devletlerin hukuki hayatlar�n�n bu kadar içine girebilmekteki

ba�ar�s�, üye devletlerin mahkemelerinin ve idarelerinin (…) Topluluk hukukunu

birörnek kurallar bütünü olarak yorumlamas�ndan ve uygulamas�ndan kaynaklan�r”

(al�nt�layan de Witte, 1999:193)11 diyerek bu olgunun alt�n� çizmektedir.

10 Her ne kadar Antla�malar, s�n�rl� yetki ilkesini öngörmekteyse de, Birlik’in yetkileri konusu tart��malara aç�k bir konudur. Bu tart��malara, ikincillik yetkisi ile ilgili bölümde yer verilecektir. 11 ATAM’�n Topluluk hukukunun üye devletler taraf�ndan uygulanmas�na ili�kin yay�nlad��� senelik raporlar�n 1997’den sonra olanlar�na http://www.curia.europa.eu/en/coopju/apercu_reflets/lang/index.htm adresinden ula��lmaktad�r.

113

Birçok AB hukukçusunun çal��malar�nda, bu doktrinlerin üye devletler

taraf�ndan uygulanmas�na en önemli yeri ay�rmalar�n�n 12 nedeni de, üye devlet

mahkemeleri ve idari makamlar� ile ATAM aras�ndaki i�birli�idir. Ancak ulusal

mahkemelerin benimsedi�i bu i�birlikçi tavr� aç�klamak için iki farkl� görü� öne

sürülmektedir. �lk görü�, özellikle Fransa ve Benelux ülkelerindeki hukukçular

taraf�ndan savunulmaktad�r. Onlara göre, ulusal mahkemeler, ATAM’�n kararlar�n�

kabul etmek için bir yol bulmak zorundad�rlar ve Topluluk hukukundan do�an

kurallar� uygulamaktad�rlar. �kinci görü� ise, tam tersi bir aç�klama zemini olu�turur.

Ulusal mahkemeler, üye devletlerin organlar�d�r ve içtihat�n uygulanmas�n� kendi

anayasalar�ndaki uluslararas� hukuka ya da uluslararas� örgütlere üye olma

kurallar�na ili�kin maddelere gönderme yaparak aç�klamaktad�rlar (de Witte,

1999:199). Kan�m�zca önemli olan, üye devlet mahkemeleri ile ATAM aras�nda bir

uzla��n�n olu�mas�d�r. K�rk y�ll�k bir geli�imi geride b�rakan AB’nin hukuk düzenini

ne sadece ulusal anayasalara ba�layarak ne de kurucu antla�malar üzerinden anlamak

mümkündür. ATAM’�n Van Gend en Loos ve Costa v. ENEL kararlar�nda belirtti�i

gibi, Topluluk kendine özgü bir yap�d�r. Bu kendine özgü yap�, sadece hukuki

kararlarla olu�mam��t�r. Toplumsal ihtiyaçlar�n �ekillendirdi�i bir zeminde hukuki

kararlar uygulama alan� bulmaktad�rlar. Bu zeminde, ulusal mahkemelerin üyeleri,

uluslararas� hukukun, insan haklar�n�n devlet egemenli�ine s�n�rlar getirebilece�inin

tart���ld��� bir ça��n hukukçular�d�r. ATAM içtihatlar� bu ba�lamda ivme kazand�r�c�

rol oynam��lard�r. Ayr�ca egemenlik kavram�n�n dönü�ümünü belirginle�tirmi�lerdir.

Öte yandan, ATAM yarg�çlar�n�n ve ulusal mahkemelerin yarg�çlar�n�n ortak bir

hukuk dilini payla�t�klar� da unutulmamal�d�r. Bu konu üçüncü bölümde, ‘Uzla��n�n

Sa�lanmas�nda Ulusal Mahkemelerin Rolü’ paragraf�nda daha ayr�nt�l�

incelenecektir.

12 Bkz. Craig & de Burcà, 2003: 230-315; Rideau, 1999:817-979.

114

b. Topluluk’un Z�mni Yetkileri

�lke olarak Topluluk kurumlar� s�n�rl� yetkiye sahiptir. Bir ba�ka deyi�le

kurucu antla�malar�n belirledi�i alanlarda faaliyet gösterebilir. Ancak Topluluk’un

zaman içerisindeki geli�imi, antla�malar�n kendisine aç�k yetki tan�d��� alanlarda

etkin bir �ekilde faaliyet gösterebilmesi için baz� yan yetkilere sahip olmas�

gerekti�ini göstermi�tir. Konunun gündeme gelmesi, 1970 y�l�nda, transit yol

düzenlemelerine ili�kin bir antla�ma imzalama konusunda Komisyon ile Konsey’in

kar�� kar��ya gelmesi ile oldu. Komisyon, konunun ta��mac�l�k politikas�yla

ili�kisinden dolay� Topluluk yetkileri aras�nda say�lmas� gerekti�ini; bu antla�ma

imzalama yetkisinin Topluluk’a tan�nmamas� durumunda içerde yap�lan

düzenlemelerin zarar görebilece�ini öne sürdü. Buna kar��n, Konsey, antla�ma

imzalama yetkisinin üye devletlerde oldu�unu; kurucu antla�malarda Topluluk

kurumlar�na antla�ma imzalama yetkisinin tan�nmad���n� savundu. ATAM, ERTA

(22/70) karar� ad� alt�nda bilinen karar�nda, Komisyon’u hakl� bularak Avrupa

anayasal düzeninde önemli bir a�aman�n daha geçilmesini sa�lad�. Mahkeme,

karar�nda, öncelikle Topluluk’un tüzel ki�ili�e sahip oldu�unu belirtti. Daha sonra,

içi�lerinde kendisine tan�nan yetkilerin kullan�lmas�, antla�ma imzalanmas�n�

gerektiriyorsa, Topluluk’un z�mni yetkiye sahip oldu�unu belirtti. Son olarak,

Topluluk’un imzalad��� antla�malar�n sadece Topluluk kurumlar� için de�il, üye

devletler için de ba�lay�c� olaca��n� vurgulad�.

ERTA karar�n�n egemenlik aç�s�ndan iki önemli sonucu vurgulanmal�d�r.

Bunlardan ilki, Topluluk’un antla�ma imza yetkisinin, sadece faaliyet alanlar�nda

bile kalsa, tan�nm�� olmas�d�r. Oysa, egemenlik kavram�n�n en temel tan�m�,

antla�ma imzalama yetkisinin sadece egemen devlette oldu�udur. Üye devletler, art�k

Topluluk’un imzalad��� antla�malarla ba�l� olduklar� gibi, bu alanlarda antla�ma

imzalama haklar�n� yitirmi� durumdad�rlar. Dolay�s�yla üye devletlerin d��

egemenlikleri s�n�rlanm��t�r. �kinci önemli sonuç ise, z�mni yetki ilkesinin zaman

içinde geli�mesi ile üye devletlerin herhangi bir Topluluk müdahalesine kar��

korunmal� egemenlik adac�klar�na sahip olmas� dü�üncesi sorgulanmaya ba�lam��t�r

(Dehousse, 1994:56). Bu sorgulaman�n en belirgin biçimde ortaya ç�k��� Casagrande

115

(9/74) karar� ile oldu. Almanya’da göçmen i�çi olarak çal��an bir �talyan’�n o�lu,

Topluluk’un ilgili yönetmeli�ine13 dayanarak, yerel yönetim taraf�ndan verilen bursa

ba�vuru yapt�. Bu ba�vuru, Alman yerel yönetimleri taraf�ndan e�itim konusundaki

düzenlemelerin üye devlet yetkisine girdi�i gerekçesiyle reddedildi 14 . Olay�n

ATAM’�n önüne gelmesiyle, Mahkeme, e�it e�itim anlay���n�n burslar� kapsad���na

ve her ne kadar e�itim konusu Topluluk faaliyet alan�na girmese de, üye devletlerin

Topluluk amaçlar�n� gerçekle�tirmek için yap�lan düzenlemelere sayg� göstermesi

gerekti�ine karar verdi. Bu karar�yla, Mahkeme, en önemli konunun Topluluk

amaçlar�n�n gerçekle�tirilmesi oldu�unu vurgulad�. Topluluk’un me�ru amaçlar�n�

gerçekle�tirmek ad�na z�mni yetkilerini geli�tirmesi, aç�k yetkiye sahip olmad���

konularda dahi, üye devletlerin egemenliklerinin s�n�rlanabilmesine kap�y� aralad�.

c. �nsan Haklar�n�n Geli�imi

Kurucu antla�malar, serbest dola��m ve ayr�mc�l���n önlenmesi gibi öncelikle

iktisadi zeminde dile getirilmi� birkaç hak saysa bile, bir haklar bildirgesi

içermemektedir. Williams’�n ifadesiyle, “ba�ta sessizlik vard�” (“In the beginning

was silence”)15. Do�rudan etkililik ve üstünlük doktrinlerinin geli�imiyle olu�an

anayasal düzende, temel haklar�n korunmas�n�n ulusal düzenlemelere b�rak�lmas�n�n

sak�ncalar�n� anlayan ATAM 16 (Hartley, 1994:140; Dehousse, 1994:61), yetmi�li

y�llar�n ba��ndan itibaren içtihatlar�yla temel haklar konusunu Avrupa anayasal

düzeninin bir parças� haline getirmek yönünde ad�mlar att�.

Temel haklar�n korunmas� ile Avrupa anayasal düzeninin olu�mas� aras�ndaki

ba�lant�y� görebilmek için birkaç örnek olay� ele almak uygun olacakt�r. Bu

13 1968 y�l�nda ç�kar�lan söz konusu yönetmeli�in 12. maddesi, ba�ka bir üye ülkede ya�amakta olan Topluluk yurtta�lar�n�n çocuklar�n�n, gittikleri ülkedeki e�itim sisteminden e�it olarak yararlanma hakk�na sahip oldu�unu belirtir (Dehousse, 1994:57). 14 E�itim konular�n�n Topluluk yetkileri aras�nda say�lmas� Maastrciht Antla�mas� ile olmu�tur. 15 Al�nt�, Williams’�n Academy of European Law’un 16. döneminde, “Fundamental Rights in the New Union” ba�l�kl� seminer dersinin notlar�ndan yap�lm��t�r. 16 Topluluk i�lemlerinin temel haklara uygunlu�u özellikle Federal Almanya taraf�ndan ellili y�llar�n sonundan itibaren öne sürüldü. Önceleri bu talepleri çok dikkate almayan ATAM, Alman mahkemelerinin �srarl� giri�imleriyle olu�an kamuoyunun etkisiyle, bu konuyla ilgilenmeye ba�lad� (Hartley, 1994:140).

116

ba�lamda ATAM’�n temel haklar� Topluluk hukukunun genel ilkeleri çerçevesine

yerle�tirdi�i ilk karar�, Stauder v. City of Ulm (29/69)’dur. Söz konusu olay�n

kayna��, Komisyon’un ortak pazardaki tereya� fazlas�n�n maddi yetersizlikteki üye

devlet yurtta�lar�na daha dü�ük fiyatta sat�labilmesi amac�yla haz�rlad��� 12 �ubat

1969 tarihli karar�d�r. Stauder isimli Alman yurtta��, bu karar�n öngördü�ü �ekliyle

yard�m kuponlar� üzerine isim yaz�lmas�n�n temel haklara ayk�r� oldu�una dair

�ikâyette bulunarak Stuttgart �dare Mahkemesi’ne ba�vurur. Bu mahkeme, 177.

maddeye dayanarak önkarar usulüne göre Adalet Mahkemesi’nden yard�m ister.

Yerel mahkeme taraf�ndan önüne getirilen olay� inceleyen Mahkeme’ye göre, bu

yard�m�n amac�ndan sapt�r�lmamas� için ancak üzerinde isim yazan bir belge

kar��l���nda yap�lmas�, Komisyon taraf�ndan önerilmi�, ancak “�art ko�ulmam��t�r”

(§6)17. “Bu �ekilde yorumland���nda, çat��mal� hüküm, Topluluk hukukunun genel

ilkeleri aras�nda kutsal bir yere sahip temel haklara zarar verecek hiçbir unsur

içermemektedir” (§7). Böylece, Mahkeme temel haklar�n korunmas�n�n Adalet

Mahkemesi’nin kabul etti�i genel ilkeler aras�nda say�ld���n� söyleyerek bu konudaki

sessizli�i bozmu� oldu.

Alman mahkemeleri taraf�ndan ATAM’�n önüne getirilen ikinci olay, gene

ortak tar�m politikas� çerçevesindedir. 13 Haziran 1967 tarihli tah�l sektörünün

düzenlenmesine dair Konsey yönergesi ve 21 A�ustos 1967 tarihli Komisyon ithalat-

ihracat yönergesi, baz� tar�m ürünlerini ihraç eden firmalar�n lisans almalar�n� ve bu

lisans için teminat yat�rmalar�n� �art ko�maktad�r. Bu yönergelere itiraz,

Internationale Handelsgesellschaft isimli firma taraf�ndan temel insan haklar�na

ayk�r�l�k ve Alman Anayasas�’nda öngörülen orant�l�l�k ilkesinin ihlali gerekçesiyle

yap�ld�. Konunun Frankfurt �dare Mahkemesi taraf�ndan 177. madde çerçevesinde

önkarar usulü için ATAM’a ta��nmas� sonucunda, Internationale

Handelsgesellschaft (11/70) ad�yla bilenen karar al�nm��t�r. Mahkeme’ye göre,

ulusal düzenlerin kurallar�na ya da anayasal ilkelerine ayk�r� olma iddialar� bir

Topluluk eyleminin geçerlili�ini etkileyemez; çünkü ulusal hukuk kurallar�na

ba�vurulmas� Topluluk hukukunun birli�ine ve etkinli�ine zarar verebilir(§3). Öte

17 Ayn� paragrafta, Komisyon’un 29 Temmuz 1969 tarihinde isim yaz�lmas�n�n �art ko�ulmad���na dair düzeltici bir karar daha yay�nlad��� belirtilir.

117

yandan Mahkeme, karar�nda temel haklar�n korunmas�n�n Topluluk’un tan�d���

genel ilkelerin bir parças� oldu�unu bir kere daha belirtti. Ayr�ca kararda, bu

haklar�n üye devletlerin ortak anayasal geleneklerinden ilham ald��� da belirtilerek

ulusal anayasal düzenlerle ba�� kuruldu (§4). Mahkeme, bu ön tespitlerden yola

ç�karak, yönergelerde belirlenen garanti �artlar�n�n ve sertifika sisteminin Topluluk

üyelerinin ihracat / ithalat düzeyinin tespit edilebilmesi için gerekli oldu�unu

vurgulad�. Üye devletlere büyük sorumluluklar yükleyen tar�m politikas�n�n

müdahale araçlar�n�n ancak bu veriler �����nda sa�l�kl� kullan�labilece�ini ekleyerek

karar�n� gerekçelendirdi. Öngörülen garantilerin miktar�n�n fazla olmad��� da kararda

ayr�ca belirtildi. Bu ba�lamda, ATAM, yap�lan ba�vuruyu haks�z buldu.

Üçüncü önemli karar ise, Nold v. Commission (4/73) karar�d�r. Karar�n

konusunu, AKÇT Antla�mas� uyar�nca Ruhr Bölgesi’nde yan�c� maddelerin üretim

ve sat���n� düzenlemek için kurulan Ruhrkohle idaresinin iste�i üzerine Komisyon

taraf�ndan 21 Aral�k 1972 tarihinde belirlenen yeni sat�� �artlar� olu�turmaktad�r. Bu

düzenlemeye göre, y�ll�k alt� bin tonun alt�nda kömür al�m�n� garantilemeyen

�irketlere do�rudan sat�� yap�lmayacakt�r. Nold �irketi ise, bu karar�n ayr�mc�l�k

içerdi�ini ve temel haklar�n� ihlal etti�ini öne sürerek düzenlemenin iptalini talep

eder. Mahkeme verdi�i kararda, kömür sat��lar�nda ya�anan dü�ü�ün Ruhrkohle’�n

üretim ve sat�� planmas� yapabilmesi için baz� düzenlemeleri gerekli k�ld���n�

belirttikten sonra, ayn� kurallar�n tüm arac�lar için geçerli oldu�u varsay�m�ndan

hareketle bir ayr�mc�l�ktan bahsedilemeyece�i sonucuna vard�. Temel haklar�n ihlâl

edildi�i iddias�na ise, Mahkeme, bu haklar�n kendisi taraf�ndan hukukun temel

ilkeleri aras�nda kabul edildi�ini ve dolay�s�yla koruma alt�nda oldu�unu hat�rlatarak

yan�t verir. Mahkeme, bu haklar�n korunmas�n� sa�larken, üye devletlerin ortak

anayasal geleneklerinden ilham al�r. Dolay�s�yla ilgili devletlerin anayasalar�n�n

tan�d��� temel haklara ayk�r� düzenlemeler yapmamaya dikkat eder. Ayr�ca üye

devletlerin insan haklar� alan�nda imzalad�klar� antla�malar da Topluluk hukuku

çerçevesinde uyulmas� gereken kurallar konusunda bilgi verir. Böylece Mahkeme,

temel haklar�n Topluluk hukukunun bir parças� oldu�una tekrar vurgu yaparken, üye

devletlerin imzalad�klar� insan haklar� antla�malar�n�n da bu çerçeveye girmesini

118

sa�layarak önemli bir ad�m atar18. Sonuç olarak Ruhr bölgesi toptanc�s�na verilen

yan�t, temel haklar�n Mahkeme taraf�ndan tan�nd���, ancak bunlar�n Topluluk

amaçlar�na orant�l� me�ru s�n�rlamalara tabi tutulabilece�i �eklinde olur.

Bu üç karar�n �����nda Mahkeme’nin, hem üye devletlerin mevzuat�na, hem

uluslararas� insan haklar� belgelerine, hem de geli�mekte olan Topluluk hukukuna

göndermeler yaparak, temel haklar� Avrupa anayasal hukukunun bir parças� haline

getirdi�i söylenebilir. Bu konuda oldukça geni� içtihat�n ayr�nt�s�na girmek,

çal��man�n s�n�rlar� içinde mümkün de�ildir. Yine de �u tespiti yapmakta yarar

vard�r: �lk zamanlarda, Mahkeme, sadece Topluluk organlar�n�n faaliyetlerinde temel

haklar�n korunup korunmad���n� denetlemekle yetiniyordu. Daha sonra, Topluluk

yurtta�lar�n�n haklar� konusunda bir dengesizlik olmas� kayg�s�yla Mahkeme,

Topluluk faaliyet alan�na giren durumlarda, temel haklara uyulmas� denetiminin

kendisi taraf�ndan yap�laca�� yönünde içtihat�n geli�mesini sa�lad� (Dehousse,

1994:63). Tüm bu geli�meye bak�ld���nda, üye devletler taraf�ndan garanti alt�na

al�nan haklar�n hemen hepsinin Topluluk taraf�ndan tan�nd��� ve korundu�u

söylenebilir (Chaltiel, 2000:293). Ancak Topluluk düzeni insan haklar� konusunda

ulusal anayasal düzenlerden ilham al�rken, Mahkeme bütünle�me amaçlar�

do�rultusunda kendi anlay���n� olu�turmaktad�r. Bir ba�ka deyi�le, üye devletlerin

tan�d��� haklar� yorumlama �ekli Adalet Mahkemesi’nin politikas�na göre

de�i�mektedir (Hartley, 1994:144).

Son olarak, temel haklar�n Avrupa anayasal düzeni içindeki geli�imini, daha

geni� bir çerçeveye oturtmakta yarar var. �öyle ki, insan haklar�n�n uluslararas�

planda geli�imi, zaten 20. yüzy�lda devlet egemenli�ini s�n�rlar bir hal alm��t�r.

Uluslararas� sistemin parças� olan devletler, kendi yurtta�lar�yla ili�kilerinde

içi�lerine kar��t�rmama hakk�n� kullanarak, insan haklar�n� reddetmekten

uzakla�m��lard�r. Bu geli�imin yans�mas�, Avrupa anayasal düzeninin geli�iminde 18 Daha sonra Hauer v. Land Rheinland-Pfaltz (44/79) ad�yla bilinen kararda, sadece farkl� üye devletlerin (Almanya, �talya ve �rlanda) anayasalar�ndaki hükümlere de�il, Avrupa �nsan Haklar� Sözle�mesi’nin ilgili maddelerine ayr�nt�l� gönderme yap�larak antla�malar�n önemi vurgulanm��t�r. Bu kararda, Adalet Mahkemesi, Parlamento’nun, Konsey’in ve Komisyon’un, 5 Nisan 1977 tarihli Topluluk’un temel hukuk ilkelerinin dayana�� olarak üye devlet anayasalar�n� ve Avrupa �nsan Haklar� Sözle�mesi’ni sayan ortak demecine de gönderme yapmaktad�r.

119

görülmektedir. Bir hukuk toplulu�u (294/83) oldu�unu vurgulayan AB, özellikle

Topluluk’un faaliyet alan�na giren konularda, temel haklar�n üye devletler taraf�ndan

uygulanmas�n� denetler hale gelmi�tir. Dolay�s�yla, insan haklar� konusu AB

ba�lam�nda üye devletlerin egemenliklerine bir s�n�r olarak ortaya ç�kabilmektedir.

Do�rudan etkililik ve üstünlük doktrinlerinin Avrupa anayasal düzeninin

olu�umunda Birlik organlar�n�n eylem ve i�lemlerini yönlendirici temel unsurlar

olduklar�na de�inildi. Ayr�ca s�n�rl� yetki ilkesine göre kaleme al�nm�� kurucu

antla�malar�n uygulanmas�nda kar��la��lan aç�k bir yetkiye sahip olmama gibi

engellerin z�mni yetki ilkesiyle a��larak ortadan kald�r�ld��� ele al�nd�. Ard�ndan

olu�an bu anayasal düzende, temel hak ve özgürlüklerin sadece üye devletlerin

uygulamalar�na b�rak�ld���nda sorunlar ç�kt���na, bu yüzden insan haklar� konusunun

da Avrupa anayasal düzeninin bir parças� oldu�u örneklerle aç�kland�. Böylece

olu�an düzenin sadece uluslararas� bir rejim oldu�unu iddia etmek zor

gözükmektedir. Birçok durumda, üye devletler önceden irade beyan etmedikleri

konularda yap�lan düzenlemeleri kabul etmek zorundada kalmaktad�rlar. O halde üye

devletlerin egemenliklerini koruduklar�n� söylemek güçle�mektedir. �mzalanan

antla�malar, üye devletlerin hemfikir olduklar� bir çerçeve niteli�indedir. Bu

çerçevenin içine hangi eylemin s��d�r�labilece�i ile ilgili sorunlara ise Adalet

Mahkemesi cevap vermektedir. Hatta bu yüzden Mahkeme’nin siyasi iktidar rolüne

soyunmakla suçland��� bile olmu�tur. Bu yüzden anayasal yap�n�n geli�imini

irdeledikten sonra, Mahkeme’nin bütünle�me sürecindeki yerini incelemek

gerekmektedir.

2. ATAM’�n Bütünle�medeki Yeri

Kuvvetler ayr�l���, AB’ye üye devletlerin anayasal geleneklerinin ayr�lmaz bir

parças�d�r. Birinci bölümde klasik egemenlik anlay���n�n modern devletlerde ald���

�ekli anlamak için, kuvvetler ayr�l��� k�saca incelendi. Bu bölümden hat�rlanaca��

üzere, bu sistemde, mahkemeler sadece yetkili makamlar taraf�ndan konulan

yasalar�n bireyler ve devlet organlar� taraf�ndan düzgün bir �ekilde uygulan�p

120

uygulanmad�klar�n� denetlemekle görevlidirler 19 . �üphesiz, ulusal hukuk

düzenlerinde de yarg�çlar�n, kanunlar�n lafz�na ve ruhuna göre yorum yapmas� ilkesi

genel olarak kabul görmektedir. Hatta özellikle yüksek mahkemelerin içtihatlar�,

kanunlar�n somut olaylara nas�l aktar�laca�� konusuna ���k tutmakta önemli yere

sahiptir. Ancak Avrupa Topluluklar�’nda Mahkeme’nin üstlendi�i rol, çok daha

ileridir. Bu geli�menin alt�nda yatan neden, kurucu antla�malar�n daha çok çerçeve

antla�ma özelli�i göstermesidir. Antla�malar, amaçlar� ve bu amaçlar� yerine

getirmekle görevli kurumlar�n ana hatlar�yla görev ve yetki tan�mlar�n� vermektedir.

Uygulamada kar��la��lacak sorunlar tam anlam�yla önceden kestirilemeyece�inden,

kullan�lan ifadeler yuvarlak, yoruma aç�kt�r. Yukar�da do�rudan etkililik ve üstünlük

doktrinlerinin geli�iminde görüldü�ü gibi, bu belirsizlikten yararlanarak

bütünle�menin ilerlemesini sa�layan ATAM oldu. Bu da, hukuk yoluyla bütünle�me

üzerine yap�lan tart��malar�n ç�k�� noktas�d�r. Siyasi iradenin geri plana itilmesine

dair ele�tiriler yap�ld�. Ayr�ca egemenli�in kimde oldu�una dair �üpheler do�urdu.

Öncelikle hangi kararlar çerçevesinde ATAM’�n bütünle�tirici rol üstlendi�ine

de�inmek gerekmektedir. Daha sonra, ATAM’�n kararlar� ile �ekillenen düzenin

sebep oldu�u yarg�çlar hükümeti tart��malar�na de�inilecektir.

a. Hukuk Yoluyla Bütünle�me

ATAM’�n yorumlar�na ihtiyaç duyulan ve al�nan kararlarla bütünle�me

hareketinin ivme kazanmas�n� sa�layan konular�n ba��nda mallar�n, ki�ilerin,

hizmetlerin ve sermayenin serbest dola��m� gelir (Dehousse, 1994:76). Örne�in,

mallar�n serbest dola��m�na ili�kin olarak, Dassonville (8/74) karar�nda Mahkeme,

AET Antla�mas�’n�n 30. maddesinin20 geni� bir �ekilde yorumlanmas�na öncülük

eder. Söz konusu karar, Fransa’da sat�lmakta olan �ngiliz üretimi viskinin Belçika

19 Ancak common law kültürünün izlerini ta��yan ülkelerde yarg�çlar�n biraz daha siyasi bir görev üstlendikleri söylenebilir (Magnette, 2000a:77). Öte yandan böyle bir gelenekte yarg�çl�k yapan Lord Denning bile, “(Kurucu) Antla�ma(lar), bizim al��t���m�z yasal düzenlemelerden çok farkl�. Bizim kanunlar�m�z� yapanlar, çok daha belirgin bir �ekilde ifade etmeye çal��t�lar. Mümkün olan tüm olas�l�klar� öngörüp, bunlara cevap bulmaya gayret etmi�tir” diyerek iki durum aras�ndaki fark� göstermeye çal��maktad�r (al�nt�layan Dehousse, 1994:71). 20 Bu madde ithalatta miktar k�s�tlamalar� ile e� etkili tüm önlemlerin üye devletler aras�nda yasak oldu�unu belirtir (yeni numaraland�rma madde 28).

121

pazar�na sokulmas� için, Belçikal� yetkililerin ilk ithalatç� devletten izin belgesi

istemesiyle ortaya ç�km��t�r. Tüketiciler için ürünün geldi�i ülke hakk�nda bilgi

vermeye ili�kin kurallar� belirleyen bir Topluluk düzenlemesi henüz yap�lmam��t�r.

Bu �artlarda yap�lan düzenlemelerin “mant�kl�” olmas� ve “gizlenmi� bir ayr�mc�l�k

içermemesi” ko�uluyla üye devletlerin gerekli önlemleri alabilece�i Mahkeme

taraf�ndan kabul edilir. Bu örnekte Mahkeme, böyle bir izin belgesinin elde

edilmesinin zor ve zaman alan bir süreç oldu�u, dolay�s�yla ulusal düzenlemelerin

bunu �art ko�mas�n�n AET Antla�mas�’n�n 30. maddesi çerçevesinde söz edilen

k�s�tlamalardan biri olarak de�erlendirilebilece�i yönünde görü� bildirdi. Bu yorum,

maddenin “e� etkili” ifadesiyle sadece ayr�mc�l�k içeren düzenlemeleri de�il, üye

devletlerin Topluluk içi ticarete zarar verebilecek, do�rudan veya dolayl�, tüm ticari

düzenlemelerini kastetti�ine i�aret etmektedir. Adalet Mahkemesi, ulusal

düzenlemelerin farklar�ndan do�abilecek engellerin kalkmas�n� te�vik ederek

bütünle�me hareketine destek olur.

Ki�ilerin serbest dola��m� ve i� kurabilmesi konusunda ise, Reyners karar�

(2/74) önemli bir ad�md�r. AET Antla�mas�n�n 52. maddesine göre, üye devlet

vatanda�lar� di�er üye devletlere yerle�ebilme ve buralarda serbest meslek icra etme

hakk�na sahiptirler. Bakanlar Konseyi’nin haz�rlad��� bir program�n, üye

devletlerdeki mevzuat farkl�l�klardan do�an engelleri ortadan kald�raca��

dü�ünülmü�tü. Hollandal� bir avukat�n Belçika’da mesle�ini icra edemedi�ine dair

�ikayeti üzerine konu ATAM’�n önüne gelmi�tir. Mahkeme, uyumla�t�rma

program�n�n ba�ar�s�zl���n�n, bireylerin antla�madan do�an haklar�na zarar

veremeyece�ine karar vererek, siyasi süreçte yava�layan bütünle�meyi

h�zland�rm��t�r. Bir ba�ka kararda (Defrenne, 43/75) ise, 119. maddenin21 sadece

devletler için ödev do�urmad���n�, ayn� zamanda bireylere hak sa�lad���n� ve

mahkemeye ba�vurabileceklerini söyleyerek ulusal hükümetlerin eylemsiz

kalmas�n�n önünü keser 22 . Sonuç olarak, bu konularda Mahkeme, sadece üye

devletlerin hükümetleri için kaç�nmalar� gereken hareketleri belirlemekle kalmam��, 21 Bu madde, her üye devletin ayn� nitelikteki i� için, kad�n ve erkeklere e�it ücret vermesi gerekti�ini belirtir. (yeni numaraland�rma madde 141) 22 Bu kararlar, ATAM’�n etkin rolünün göstergesi olarak Rasmussen taraf�ndan da örnek gösterilmi�tir (Rasmussen, 1986:29)

122

ayn� zamanda bireylerin haklar�n� vurgulayarak onlar� da kendisiyle birlikte

bütünle�menin mimarlar� aras�na katm��t�r. Topluluk hukukunun üstünlü�ü ve

do�rudan etkilili�i doktrinlerinin yard�m�yla, bireyler haklar�n� ulusal mahkemelerin

önünde arama hakk�n� kazanm��lard�r.

Tüm bu örnekler, özerk ve kararlar� üye devletler için zorunlu bir yarg� organ�

olarak ATAM’�n bütünle�medeki yerini iyice vurgulamaktad�r. ATAM’�n rolü, d��

faktörlerden çok, olu�makta olan düzenin hukuki ihtiyaçlar� do�rultusunda evrildi.

Böylece hukuki alan bir anlamda kendi dinami�ini olu�turdu (Keohane &

Hoffmann,1991:11). Ama ayn� zamanda bu dinamizmin Avrupa bütünle�mesinin

geli�me �ekli üzerinde önemli bir etkisi oldu. Roma Antla�malar�, ortak pazar�n

gerçekle�tirilmesi için iki yol göstermektedir. Bunlardan ilki, antla�man�n sayd��� yol

gösterici ilkelerin uygulamaya konulmas� için düzenlemeler yap�lmas�d�r, ki buna

bütünle�me literatüründe pozitif bütünle�me ad� verilir. �kinci yol ise, üye devletlerin

mevzuat�nda yer alan serbest dola��ma engel hükümlerin kald�r�lmas�d�r; buna da

negatif bütünle�me ad� verilmektedir. Genel olarak kabul edilen görü�e göre, Tek

Senet’in yürürlü�e girmesine kadar negatif bütünle�me yolunda daha çok ad�m

at�lm��t�r (Dehousse, 1994:78). Ortak bir hareket tarz�n�n belirlenmesi ve buna ba�l�

düzenlemelerin oybirli�i ile yap�lmas�, üye devletleri serbest dola��m� engelleyen

s�n�rlamalar� kald�rmaya te�vik etmekten çok daha zor oldu�undan, negatif

bütünle�me yolunun izlenmesi bir anlamda do�ald�r. Ayr�ca herhangi bir

uyumla�t�rma çal��mas�n�n ve bu konuda bir yasal karar ç�kar�lmas�n�n üye devletler

aras�nda oybirli�ini gerektirdi�i de unutulmamal�d�r. Bu yüzden özellikle Tek

Senet’in kabulüne kadar serbest dola��ma yönelik düzenlemeler negatif

bütünle�mede as�l rolü oynayan Mahkeme’nin kararlar� �����nda olmaktayd�.

Asl�nda tüm bu kararlar, ayn� zamanda, çok eskiden beri varolan bir soruna

çözüm arama �eklidir. �öyle ki, ayn� hukuk kurallar� farkl� co�rafyalarda farkl�

�ekillerde yorumlanabilmektedir23. Bu da, do�rudan serbest dola��m fikrini ve ortak

pazar�n kurulmas� dü�üncesini zedeleyecek bir unsurdur. Yasal alana bak�ld���nda

23 Dehousse&Weiler, Frans�z dü�ünür Pascal’e gönderme yaparak, kurallar�n farkl� yorumlanmas�n�n tarihi bir sorun oldu�unu vurgulamaktad�rlar (Dehousse&Weiler, 1990:243).

123

bütünle�me, i�te bu farkl� yorumlar�n tek bir yorumlama biçimine do�ru evrilmesi

anlam�na gelmektedir (Dehousse&Weiler, 1990:243). Bu yorumlama hakk�n�n

kurucu antla�malar taraf�ndan ATAM’a verildi�i dü�ünüldü�ünde, Mahkeme’nin hiç

öngörülmeyen bir geli�im gösterdi�ini dü�ünmek yanl�� olabilir (Magnette,

2000a:79). Ancak kararlar, içerikleri ve yay�ld�klar� alanlarla öngörülenin çok

üstünde bir rol oynam��lard�r. Hatta yukar�da ele al�nan örnek kararlar�n da �����nda,

ATAM’�n kimi zaman sadece antla�malar� yorumlamakla yetinmedi�i, baz�

bo�luklar� doldurmak ad�na kural koyucu gibi davrand��� da söylenebilir. Bu �ekilde

hareket ederek Mahkeme, Topluluk anayasal düzeninin olu�mas�nda öncü oldu�u

gibi, özellikle kurulu� y�llar�nda en aktif ve yarat�c� Topluluk organ� oldu. Bu da

‘yarg�çlar hükümeti’ tart��malar�n�n ç�kmas�na meydan verdi.

b. ‘Yarg�çlar Hükümeti’ Tart��malar�

‘Yarg�çlar hükümeti’ tart��malar�n�n gerisinde, bütünle�meden yana hukuk

seçkinleri ile bütünle�meyi yava�latan, hatta kimi zaman durduran siyasal seçkinler

aras�ndaki çeki�me yatmaktad�r. Mahkeme’nin bütünle�meye ivme kazand�ran

önemli kararlar� ile 60’l� y�llarda özellikle Fransa’n�n ba�� çekti�i üye devletler

taraf�ndan frenleme çal��malar� 24 aras�ndaki tarihsel çak��malar �a��rt�c�d�r

(Magnette, 2000a:79). Öte yandan Weiler, Avrupal� siyasiler ile hukukçular

aras�ndaki ili�kinin tek yönlü de�il, döngüsel oldu�una i�aret etmektedir (Weiler,

2004:35-36). �öyle ki, siyasiler pozitif bütünle�menin gerektirdi�i yasal

düzenlemeleri yapmakta a��rdan ald�kça, Mahkeme önüne gelen kararlarda çözüm

yollar� üreterek bütünle�me hareketinin gereklerini korumaktad�r. Buna kar��n,

Mahkeme böyle davrand�kça siyasiler daha çekingen olmaktad�r. Sonucunda, ilk otuz

y�ll�k süreçte25, Adalet Mahkemesi ile siyasi karar al�c�lar aras�nda garip bir denge

kurulmu�tur.

24 Lüksemburg Karar�, COREPER’in (Daimi Temsilciler Komisyonu) kurulmas� ve Komisyon’un çal��malar�na ‘yard�mc�’ olarak kurulan ulusal komitelerin olu�turulmas�, üye devletlerin ulusüstücü geli�melere kar�� fren olarak denedi�i yollard�r. 25 Tek Senet’in imzalanmas�ndan sonra Adalet Mahkemesi’nin geli�imi biraz daha farkl�la�maya ba�lam��t�r.

124

Her ne kadar Mahkeme’nin kararlar� me�ru bir zemine oturtulsa da, Avrupa

anayasal düzeninin çok önemli a�amalar�n�n içtihatlarla a��lm�� olmas�, ATAM’�n

‘yarg�sal müdahalecilikle’ suçlanmas�na ve yarg�çlar hükümeti tart��malar�n�n

ç�k���na neden olmu�tur. Mahkeme’nin yarg�çlar�, üye devletlerden seçilip

gelmektedirler; ama hükümet temsilcileri olmad�klar�ndan do�rudan onlardan emir

alma gibi bir durumda de�ildirler. Birinci bölümde de�indi�imiz gibi, tekrar

seçilmelerinin hükümetlerine ba�l� olmas�, üye devletlerin siyasi iktidar� ile yarg�çlar

aras�ndaki ba�� kuvvetlendirse de, do�rudan ba�l�l�k söz konusu de�ildir. Öte yandan

yarg� görevini üstlenen ki�ilerin görevlerini hakk�yla yapmalar� zaten tarafs�z

olmalar�n� gerektirir. Günümüz hukuk düzenlerinde yarg�çlar, bu tarafs�zl���

korumalar�n�n gereklili�inin bilincinde olarak, kararlar�n� varolan bir hukuk

kural�ndan nas�l ç�karsad�klar�n� aç�klamaya özen göstermektedirler (Dehousse,

1994:113). Ayn� mant�k ATAM yarg�çlar� için de geçerlidir. Hatta ATAM’�n

kurulma sebebi, üye devletler ya da üye devletler ile Topluluk organlar� aras�nda

ç�kabilecek anla�mazl�klar� çözebilecek bir kuruma duyulan ihtiyaçt�r; çünkü

bütünle�me hareketinin ilerleyebilmesi her devletin, di�erlerinin de kendisi gibi

sorumluluklar�n� yerine getirdi�ini bilmesine ba�l�d�r (Garrett, 1992). Fakat bu

tarafs�zl�klar�, hukuk kural� koyma a�amas�na geldiklerinde ana sorunu te�kil

etmektedir. Çünkü üye devletlerdeki siyasal sistemler demokratiktir. Bir ba�ka

deyi�le, önemli kararlar�n al�nmas� ve yasalar�n yap�lmas� halk�n oylar�yla seçtikleri

temsilcilere b�rak�lm��t�r. Üstelik seçimle göreve gelen temsilciler, tekrar seçilmek

için halk�n iradesini dikkate almak durumundad�rlar. Oysa, önemli kararlar�n

yarg�çlar taraf�ndan al�nmas�, siyasileri oyunun d���na itmek anlam�na gelmektedir.

Bunun ise egemenlik tart��malar� ile do�rudan ba�lant�s� vard�r. Çünkü üye devletler,

Mahkeme yoluyla al�nan kararlara uymak zorundad�rlar. Bu kararlar, imzalad�klar�

antla�malar�n amaçlar�n�n gerçekle�tirilmesi için gerekli ise de, ço�u zaman kendi

iradelerinin d���nda al�nmaktad�r. Hatta bu kararlar, üye devletlerin imzalad�klar�

antla�malarla egemenliklerini s�n�rlad�klar�n� bile vurgulamaktad�rlar (26/62). Üstelik

bu kararlar�n ulusal egemenli�in temsilcisi parlamentolara sunulmas� da

gerekmemektedir. Dolay�s�yla ulusal egemenli�in yerinin ne oldu�u sorusu ister

istemez ortaya ç�kmaktad�r.

125

Öte yandan Mahkeme’nin verdi�i kararlarda, çok dikkatli davrand��� ve

me�ruiyetini sa�lamaya özen gösterdi�i unutulmamal�d�r. Bu me�ruiyeti sa�layan

birkaç sebep say�labilir (Weiler, 2004:32-33). Öncelikle, me�ruiyet ATAM’�n

olu�umuna dayanmaktad�r. Mahkeme, üye devletlerin önde gelen hukukçular�ndan

olu�maktad�r. Bu hukukçular�n bir anlamda ulusal hukuk düzenlerini bilerek yorum

yapt��� dü�ünülmektedir. Me�ruiyetin ikinci kayna�� ise, kararlar�n yasal mant���na

ba�l�d�r. Tekil kararlara ili�kin ele�tiriler getirilse bile, bir bütün olarak bak�ld���nda

ATAM içtihatlar� büyük bir uyum göstermektedir. Bu uyum, üye devletlerin

imzalad�klar� antla�malar�n amaçlar�n� gerçekle�tirebilme iste�ine dayanmaktad�r.

Öte yandan, en önemli kararlar, 177. madde çerçevesinde önkarar usulüyle Mahkeme

önüne gelmektedir. Dolay�s�yla ATAM yarg�çlar� ile ulusal mahkeme yarg�çlar�

aras�nda bir i�birli�inin ve uzla�man�n yans�malar�d�r. Bu i�birli�i, yarg�çlar�n ortak

bir Avrupa fikrini payla�malar�, payla�mayanlar�n ise zaman içinde inand�r�lmalar�

kadar, bu sayede ulusal alanda yarg�n�n önemini artt�rmas�na da ba�l�d�r.

Bu garip ve nazik denge içinde, Mahkeme tüm ad�mlar�n� çok dikkatli

atmaktad�r. Öncelikle ATAM yarg�çlar�, Avrupa anayasal düzeninin temel ta�lar�n�

olu�turacak kararlarda bile, bir hukuk kural�n� yorumlad�klar�n� vurgulamaya dikkat

etmi�lerdir (Dehousse, 1994:115). En az�ndan, antla�man�n giri� k�sm�nda ve de�i�ik

maddelerinde belirtilen amaçlara at�f yaparak siyasal bir söylemden kaç�nm��lard�r.

Bu anlamda, Van Gend & Loos karar� iyi bir örnektir. Hat�rlanaca�� üzere,

Mahkeme bu karar�nda, antla�mada belirtilen amaçlara ve önkarar mekanizmas� gibi

yöntemlere yer verilmesine dayanarak, imzac� devletlerin ayn� zamanda bireylerin

hak sahibi olaca�� ‘yeni bir hukuk düzeni’ kurmay� istediklerini ç�karsamaktad�r.

Mahkeme’nin öne sürdü�ü aç�klamalara göre, bu karar sadece antla�malar�n

yorumlanmas�d�r. Üstelik bu karar�nda bile ortak pazar�n kurulmas�n�n gereklerine

gönderme yaparak daha teknik bir aç�klamayla karar� desteklemeyi tercih etmi�tir.

Bu yüzden denebilir ki, Mahkeme’nin otoritesi önüne gelen olaylar�n

özellikle teknik yönünü vurgulamas� bu kurumun gösterdi�i dikkatin bir

göstergesidir. �öyle ki, Mahkeme kararlar�n� ço�unlukla iktisadi gereklere, teknik

ihtiyaçlara ba�lamaktad�r. Burada Mahkeme’nin amac� daha belirgin ve aç�k bir

126

mant��a dayanmak oldu�u kadar, siyasal alana kayabilecek ve tepkilerle

kar��la�abilecek aç�klamalardan kaç�nmakt�r (Dehousse, 1994:116; Magnette,

2000a:92). �nsan haklar�n�n korunmas�, cinsiyete dayal� ayr�mc�l���n önlenmesi,

ki�ilerin iktisadi amaçlar d���nda serbest dola��m� gibi esasen siyasal aç�klamalara

daha yak�n konularda bile, hukuk devleti ve üye devletlerin ortak de�erlerine

gönderme yaparak dikkatli bir dil benimsemi�tir.

�üphesiz ATAM’�n kararlar�n�n Avrupa anayasal düzenini olu�turmas�n�

sa�layan tek faktör, Mahkeme’nin bu dikkatli tutumu de�ildir. Ayn� zamanda bu

oyunun parças� olan di�er oyuncular�n davran��lar� da önemlidir 26 . Mahkeme

yarg�çlar�n�n itinayla haz�rlad��� kararlara hükümet temsilcilerinden hiçbir zaman

aç�k itiraz gelmedi27. Hükümetler, tan�nan yetkilere s�n�rlar konmas�na çal��mad�klar�

gibi, Mahkeme’ye gönderdikleri yarg�çlar üzerinde aç�k bir �ekilde bask� da

olu�turmad�lar. Hükümetlerin, içtihatlarla h�zlanan bütünle�meyi frenleme yolu daha

çok, mümkün oldu�u kadar yava� hareket edip, istemedikleri durumda, zorunlu

olmad�kça kurallar�n uygulanmas�ndan kaç�nmak �eklinde oldu.

Hükümetlerin Mahkeme’ye kar�� sald�rgan bir tutum tak�nmamalar�

öncelikle, Mahkeme’nin yukar�da de�inilen dikkatli i�levsel yakla��m�yla ili�kilidir.

Ama �üphesiz i�birli�i yapmalar�n� sa�layan en önemli nokta, üye devletlerin

ç�karlar�n�n bu do�rultuda olmas�d�r. Mahkeme ile hükümetler aras�ndaki ili�ki s�f�r

toplaml� de�ildir. Bir ba�ka deyi�le, Mahkeme kararlar�n�n uygulanmas�yla, ortak

pazar�n i�leyi�i düzen alt�na al�nmakta ve üye devletlerin kazançlar� artmaktad�r

(Hoffmann, 1995). Birinci bölümde de�inildi�i üzere, üye devlet egemenli�inin

Avrupa düzeninde korundu�unu ve korunmas� gerekti�ini savunan kuramc�lar bile,

pazar�n sa�l�kl� i�leyi�i için baz� yetkilerin ulusüstü kurumlara devredilmesinin

gerekli oldu�unu kabul etmektedirler. Adalet Mahkemesi bu kurumlar�n en iyi

örne�ini olu�turmaktad�r. Çünkü ç�karlar�n� korumak isteyen bir devlet için böyle bir

düzene kat�l�m, ancak düzene kat�lan di�er devletlerin kurallara uyaca��n� bildi�inde

26 Bu konunun önemini ATAM’�n bütünle�medeki rolü üzerine çal��an tüm ara�t�rmac�lar vurgulamaktad�r. Bkz. Weiler, 2004; Dehousse, 1994; Magnette, 2000a. 27 En belirgin ele�tiriler, de Gaulle taraf�ndan yap�lm��t�r.

127

mümkündür. Mahkeme’nin üstlendi�i tarafs�zl�k rolü bu aç�dan çok önem

ta��maktad�r. Denebilir ki, üye devletlerin anla�mazl�klar�n� hukuka ve yarg�ya teslim

etme istekleri, “yarg�çlar hükümeti” olu�mas�na ili�kin korkular�na üstün gelmektedir

(Magnette, 2000a:96).

Üye devletlerin hükümetleri kadar ulusal mahkemeler de, Mahkeme’nin

kararlar�n�n Avrupa anayasal düzenini kurmas�nda önemli bir yere sahip olmu�tur.

Hükümetlerin daha çok Mahkeme’nin i�leyi�ine kar��mamak ve engel olmamak

�eklinde ortaya ç�kan kat�l�m�, ulusal mahkemeler için aktif i�birli�i �eklindedir. Çok

defa belirtildi�i üzere, Mahkeme birçok önemli karar� ulusal mahkemelerin önkarar

usulüyle kendisine ba�vurmas� sayesinde alm��t�r. Üstelik ulusal mahkemeler,

yakla��k %95 gibi yüksek bir oranda Mahkeme’nin önkarar usulüyle verdi�i karara

sayg� gösterip ayn� do�rultuda bir hüküm vermeyi tercih etmi�lerdir (Dehousse,

1994:108). Ayr�ca üye devlet mahkemeleri, ald�klar� kararlar�n uygulanmas�n�

sa�lamak konusunda daha donan�ml�d�rlar. Dolay�s�yla ulusal mahkemeler

arac�l���yla ulusal sistemlere dahil edilen ATAM kararlar� daha etkili olmaktad�r.

Ulusal mahkemelerin bu rolü benimsemelerinde öncelikli etken daha önce de�inilen

uzla�ma fikridir. AB’nin amaçlar� ve gereklili�i konusunda oldu�u kadar bu

amaçlar�n gerçekle�tirilme yollar� konusunda da yakla��k bir uzla�� mevcuttur. Bu

uzla��n�n yan� s�ra, ulusal mahkemelerin Mahkeme’ye do�rudan ba�vurabilmesi,

bunlar�n ulusal yürütme organlar� kar��s�ndaki özerkliklerini att�rm��t�r; bu da, ulusal

yarg�çlar�n ATAM’a ba�vurular� için te�vik edici bir unsurdur (Magnette, 2000a:98).

Tüm bu geli�meler incelendi�inde, üye devletlerin çe�itli organlar�n�n

deste�iyle ve kendi s�n�rlar�n� iyi belirleyerek me�ruiyetini sa�layan ATAM’�

“yarg�çlar hükümeti” olarak de�erlendirmek çok do�ru görünmemektedir. Ayr�ca

yarg�n�n etkisinin artmas�n�n, sadece Avrupa Topluluklar�’nda gözlemlenen bir olgu

olmad���n� bir kere daha hat�rlamakta yarar vard�r. Özellikle iki dünya sava��

aras�nda yüksek mahkemelerin kurulmas�yla, siyasi kültürde bir de�i�iklik

gözlenmektedir. Halk egemenli�inin temsil edildi�i yasama organlar�n�n tart��mas�z

normatif de�erinin yerini yarg�n�n rolünün artt��� ço�ulcu demokrasinin de�erleri

alm��t�r. Hamilton’�n yarg� gücünü me�rula�t�rmak için öne sürdü�ü “kanunlarla dile

128

gelen yasama iradesi anayasada toplanan halk iradesi ile çeli�ti�inde, sonuncular�na

itaat etmek gerekir” (al�nt�layan Magnette, 2000a:103) dü�üncesi Avrupa’da da

yayg�nla�m��t�r. Bu geli�menin Avrupa Topluluklar� düzleminde yans�malar� ise

�öyledir: Üye devletlerin s�n�rs�z bir süre için imzalad�klar� kurucu antla�malar, bir

anlamda ulusal yasama organlar�n� s�n�rlamaktad�r. Adalet Mahkemesi ise bu

düzende antla�malarda beyan edilen iradeye uyulup uyulmad���n� denetlemekle

görevli yüksek mahkemedir. Gerçekten de bu sistemde art�k klasik egemenlik

anlay���n�n ortaya koyulu� biçimlerini aramak bo�unad�r. Günümüzün iktidar

ili�kileri çok daha karma��k bir kurumsalla�may� ve kurumlar aras�nda i�birli�ini

gerektirmektedir. Bu çerçeveden bak�ld���nda en belirgin �ekilde kurulu� döneminde

Avrupa örne�inde ya�anan geli�meleri, ‘yarg�çlar hükümeti’ olarak de�il, yasama-

yürütme-yarg�n�n oldukça ba�ar�l� bir i�birli�i olarak niteleyebiliriz.

Bu i�birli�inde dönemsel olarak farkl�l�klar ya�anmaktad�r. Özellikle Tek

Senet’in kabulüyle birçok konuda oybirli�inden oyçoklu�una geçilmi�; bu da yasal

düzenlemeler yoluyla sorunlar�n çözülmesi imkân�n� artt�rm��t�r. Ancak karar almada

izlenecek nisap (yeter say�) yöntemlerinin seçimi de her zaman kolay olmamaktad�r.

Tek Senet sonras�nda Mahkeme’nin önüne getirilen olaylar�n bir k�sm� ise, konunun

oybirli�i mi yoksa oyçoklu�u mu gerektirdi�ine dair Avrupa kurumlar� aras�

anla�mazl�klara ili�kindir (Dehousse, 1994:140). Öte yandan Tek Senet ve

Maastricht Antla�mas�’yla Topluluk’un yetkili oldu�u alanlara yenilerin eklenmesi

kar��s�nda, üye devletler kendileri için önem arz etti�ini dü�ündükleri bu yeni

eklenen konular�n baz�lar�n� Mahkeme’nin yarg� yetkisi d���nda b�rakmay� tercih

etmi�lerdir. Dolay�s�yla baz� konularda üye devletlerin ulusüstü kurumlara kar��

duyduklar� güvensizli�in devam etti�i söylenebilir. Fakat bu durum hiçbir �ekilde

Adalet Mahkmesi’nin rolünün ve öneminin azald���na i�aret etmemektedir.

Oyçoklu�unun benimsendi�i konularda karar alma süreçlerinde ya�anan h�zlanma,

daha önce kabul edilen yönergelerin üye devletler taraf�ndan uygulanmas�nda ciddi

sorunlar oldu�unu ortaya ç�karm��t�r. Öyle ki, 80’li y�llar�n sonunda, üye devletlerin

ihmaliyle ilgili Komisyon taraf�ndan Mahkeme’ye yap�lan �ikâyetler çok artm��t�r

(Dehousse, 1994:143). Dolay�s�yla üstlendi�i rolün azalmas�ndan çok de�i�ime

u�rad��� söylenebilir. Maastricht Antla�mas� ise, üye devletlerin ihlallerinin önünü

129

kesmek için, Adalet Mahkemesi’ne maddi yapt�r�mlar uygulama yolunu açarak bu

kurumun öneminin hiçbir zaman azalamayaca��n�n da sinyalini vermi�tir. Ancak

farkl� iktidar ili�kilerinin �ekillendi�i Avrupa’da Tek Senet –ama daha belirgin

olarak Maastricht- sonras� Mahkeme’nin me�ruiyetini korumas�, art�k bir anlamda

Avrupa kamuoyunun nabz�n� tutabilmesine de ba�l�d�r. Çünkü Topluluk’un yetki

alanlar� geni�ledikçe, sadece iktisadi ya da teknik konularla de�il; temel haklar gibi

daha çok ses getiren olaylarla ilgilenmek zorunda kalmaktad�r. Bu yüzden

Mahkeme’yi zor günler bekledi�ini söylemek hiç de yanl�� olmayacakt�r.

Mahkeme’nin oynad��� roldeki de�i�im asl�nda Tek Senet ile bütünle�me sürecinde

yeni bir a�amaya geçilmesiyle ba�lant�l�d�r. Bu a�amaya geçi�in belirgin olan

unsurlar�ndan biri, birçok konuda oybirli�i yönteminden vazgeçilerek, Lüksemburg

Krizi öncesinde oldu�u gibi, oyçoklu�u yönteminin kullan�lmas�d�r. Egemenlik

tart��malar� ile yak�ndan ba�� olan bu unsuru ayr� bir ba�l�kta incelemek uygun

olacakt�r.

3) Oybirli�inden Oyçoklu�una Geçi�in Egemenlik Üzerine Etkileri

Yetki bölü�ümü28, egemenlik tart��malar�nda s�kça yer verilen çok önemli bir

konudur. Özellikle Maastrich sonras�nda Avrupa Topluluklar�’n�n düzenleme

yapabilece�i alanlar�n geni�lemesi, üye devletlerin egemenliklerinin s�n�rlanmas�nda

bir ad�m daha at�l�p at�lmad���na dair sorular� beraberinde getirmi�tir. Hatta

Maastricht Antla�mas�’yla aç�k olarak Avrupa anayasal düzeninin bir parças� haline

gelen ikincillik ilkesi, bu sorulara yan�t �eklinde tart��malar�n bir parças� olmu�tur.

Ancak dikkate al�nmas� gereken di�er bir konu, kararlar�n hangi yöntemle al�nd���na

ili�kindir. Oybirli�inden oyçoklu�una geçi� de esasen Avrupa Topluluklar�’n�n

iktidar�n�n güçlenmesi anlam�na gelmektedir. Estella, Avrupa Topluluklar�’n�n

yetkilerinin son dönemlerde ya�ad��� art���, ‘dikey art��’ ve ‘yatay art��’ olarak ikiye

ay�rmaktad�r (Estella, 2002:9). ‘Dikey art��’, baz� konular�n üye devletlerin

yetkisinden Topluluk yetkisine geçmesini ifade etmektedir. ‘Yatay art��’ ise karar

alma sürecinde oybirli�inden oyçoklu�una geçilmesini i�aret etmektedir.

28 Bu konu daha ayr�nt�l� olarak ikincillik ilkesi ile beraber ele al�nacakt�r.

130

Oyçoklu�u yönteminin egemenlik ile ili�kisini anlamak için, Hirschman’�n

ayr�lma hakk� (exit) ile söz hakk� (voice) aras�nda kurdu�u ili�ki ipuçlar�

sunmaktad�r 29 . Hirschman’�n firmalar için öngördü�ü modelin Avrupa

Topluluklar�’na uygulanmas�nda, ayr�lma hakk�’n� üye devletlerin Topluluk’tan

ayr�lma hakk� olarak dü�ünmek gerekir. Söz hakk� ise üye devletlerin karar alma

süreçlerinde görü�lerinin yans�mas�d�r. Weiler’a göre, kurucu antla�malarda belirli

bir tek tarafl� çekilme prosedürü öngörülmedi�inden, topyekûn bir ayr�lman�n yasal

olmad��� söylenebilir. Ancak üye devletler antla�malar�n uygulanmas� s�ras�nda

ortaya ç�kan görevlerini yerine getirmeyerek seçici ayr�lma yoluna ba�vurabilirler.

AB’de ayr�lma hakk� ile söz hakk� aras�ndaki ili�kiyi, Tek Senet öncesi ve sonras�

olmak üzere iki dönemde ele almak uygun olacakt�r.

Tek Senet’e kadar uzanan dönemde seçici ayr�lma yolunun kapal� oldu�u

söylenebilir. Bu kapal�l�k öncelikle, ATAM’�n yukar�da say�lan doktrinler �����nda

bir anayasal düzen olu�turmas�ndan ve ulusal mahkemelerin ATAM ile i�birli�inden

ileri gelmektedir. Ayr�ca kurucu antla�malar (madde 169-172; yeni numaraland�rma

226-229), bir üyenin antla�madan do�an sorumluluklar�n� yerine getirmemesi

durumunda, Komisyon’un ya da di�er üye devletlerin Adalet Mahkemesi’ne

ba�vurma hakk�na yer vererek seçici ayr�lma yolunu kapatmaya çal��maktad�rlar.

Ancak bu adli ba�vuru yolu, siyasal etkilenmelere aç�kt�r. Ayr�ca, kurulu�

döneminde, herhangi bir ihlal kar��s�nda ATAM sadece tavsiye karar� alabildi�inden,

etkinli�i �üphelidir. Öte yandan veto hakk�n� ellerinde tutan üye devletler, zaten

kendi onaylar�ndan geçen kararlar� uygulama e�ilimindedirler. Söz hakk� konusunda

kurulu� dönemine damgas�n� vuran, Lüksemburg Krizi olmu�tur. O tarihten Tek

Senet’e kadar geçen dönemde, kararlar oybirli�i ile al�nm��t�r30. Üye devletlerin her

kararda veto hakk�na sahip olmalar�, söz haklar�n� koruduklar�na i�arettir.

Dolay�s�yla üye devletlerin Topluluk’dan ayr�lma hakk�na sahip olmamalar�na

29 Hirschman’�n (Hirschman, 1970) daha çok firmalar�n pazarla ili�kisini incelemek için kurdu�u modele Weiler gönderme yapmaktad�r (Weiler, 2004:17-18). 30 Genel olarak bu dönemde oybirli�inin uyguland��� kabul edilse bile, baz� ara�t�rmac�lar, 1974-1979 aras�nda en az�ndan yirmi karar�n oyçoklu�u ile al�nd���n� ve Tek Senet’in kabul edilmesinden önceki birkaç y�lda oyçoklu�una kay�lmas� gibi bir e�ilim oldu�unu belirtmektedirler (Estella, 2002:33).

131

ra�men, tüm kararlarda oybirli�ine ba�vurulmas� egemenliklerinin zarar görmedi�i

yolunda yorumlanabilmektedir. Avrupa Topluluklar�’n� hükümetleraras� konferanslar

çerçevesinde analiz etmeye çal��an ara�t�rmac�lar�n yapt��� da ço�unlukla budur.

Ancak yukar�da de�inilen çok önemli içtihatlarla özellikle 177. madde üzerinden

Avrupa anayasal düzeninin olu�mas�, yasal düzen ile siyasal düzen aras�nda bir

uyumsuzluk oldu�una dair ele�tirilerin olu�mas�na nedendir. Yukar�da ulusal

mahkemelerin rolü üzerinde duruldu�u için, burada sadece bu dönemin farkl� bir

dengenin olu�mas�na tan�kl�k etti�i hat�rlat�lacakt�r. .

Söz hakk� ile ayr�lma hakk�’n�n olu�turdu�u farkl� dengenin bozulmas� Tek

Senet ile olmu�tur. Üye say�s�ndaki art��la oybirli�inin sa�lanmas� iyice zorla�m��t�r.

Öte yandan ortak pazar�n geldi�i a�ama, ortak kararlar�n al�n�p uygulamaya

konulmas�n� iyice gerekli hale getirmi�tir. Oybirli�i ilkesinin uygulanmas�, öncelikle

üye devletler aras�nda o konuda uzla�ma sa�lanmas�n� gerektirmektedir. Fakat ayn�

konuda yeni de�i�iklik yap�lmas� için yeniden oybirli�i sa�lanmas�n�n gerekmesi,

taraflar�n ba�lay�c� düzenlemeler yapmaktan kaç�nmas�na neden olmaktad�r (Weiler,

2004:68). Tüm bu ihtiyaçlar�n haz�rlad��� ortamda, Tek Senet’in 100a maddesi iç

pazar�n gerçekle�tirilmesi ad�na baz� konularda 31 nitelikli oyçoklu�u ile karar

al�nmas�n� kabul eder. Tek Senet ile oyçoklu�una geçilmesinin en önemli etkisi,

esasen dolayl� yönden oldu. �öyle ki üye devletlerin veto hakk�n�n yayd��� gölgenin

silinmesi ancak bu düzenlemeden sonra mümkün hale geldi (Weiler, 2004:70). Bu

a�amadan sonra, Topluluk’un yetkilerinin kullan�lmas�nda yatay ve dikey bir geli�me

oldu�u söylenebilir. Her ne kadar oyçoklu�unun nas�l kullan�ld���na dair somut

say�lar yoksa da, Topluluk taraf�ndan Tek Senet’in imzalanmas�n� izleyen alt� y�ll�k

dönemde ilk yirmi y�lda yap�lan�n dörtte üçü kadar yasal düzenleme yap�lmas�

oyçoklu�una geçi�in etkileri konusunda önemli bir göstergedir (Estella, 2002:36).

Sonuç olarak, kurulu� döneminde Lüksemburg Karar� ile söz hakk�n� garanti

alt�na alan üye devletler, Tek Senet ile bir anlamda ellerini kollar�n� ba�lam��lard�r.

Bu durumda, üye devletlerin seçici ayr�lma yöntemine ba�vurma ihtimallerinin daha

31 Bu konular, d�� gümrük tarifesi, hizmetlerin ve sermayenin serbest dola��m�, deniz ve hava ticareti, mevzuat�n uyumla�t�r�lmas�d�r.

132

yüksek olaca�� dü�ünülmü�tür. Hatta 1990 Haziran�’nda toplanan Duplin Zirvesi’nin

sonuç bildirgesinde ATAM’�n yapt�r�m gücünün güçlendirilmesinin önemi

vurgulanm��t�r. �lerleyen a�amalarda, bilindi�i üzere, üye devletlerin Topluluk’un

yasal mevzuat�n� uygulamaktan kaç�nd���n�n tespit edildi�i durumlarda, ATAM’a

para cezas� belirleyebilme yetkisi tan�nm��t�r. Dolay�s�yla üye devletlerin, oyçoklu�u

ilkesinin uygulanmaya ba�lamas� ile seçici ayr�lmalar�n�n bile iyice s�n�rland�r�ld���

bir birlikte, onaylamad�klar� kararlar� uygulamak zorunda kald�klar� söylenebilir. Bu

durumun, klasik egemenlik anlay���ndan uzakta oldu�u aç�kt�r.

Oyçoklu�una geçi�in üye devlet egemenli�ini nas�l etkiledi�ine dair çok fazla

çal��maya rastlanmamaktad�r. Ancak bu konuda Estella’n�n, Topluluk’un çevre

konusundaki düzenlemelerinin Tek Senet öncesinde ve sonras�nda �ngiliz hukuk

düzeniyle ili�kilerini inceledi�i örnek oldukça ilginçtir32. Bu örnekten ç�kar�lan ilk

sonuç, �ngiliz hükümetinin çevre düzenlemeleri konusundaki farkl� duru�unu, veto

hakk�na sahip oldu�u Tek Senet öncesi dönemde koruyabildi�idir. �kinci sonuç

olarak, Londra’n�n bu farkl� tavr�n� Tek Senet sonras� dönemde devam ettiremedi�i

görülmektedir. Topluluk’un çevre politikas�, büyük bir oranda, �ngiliz hükümetinin

öngördü�ünü a�an bir geli�im göstermi�tir. Üçüncü sonuç ise, antla�man�n hangi

maddesinin –oyçoklu�unu öngören 100a maddesinin mi yoksa oybirli�ine gönderme

yapan 130s mi- uygulanaca��na dair karar� veren makam�n ATAM olmas�, �ngiliz

hükümetinin bu konudaki yetkisinin iyice sorgulan�r oldu�unu göstermektedir.

K�saca söylemek gerekirse, oyçoklu�u ilkesine geçilmesi, çevre düzenlemeleri

konusunda �ngiltere’nin egemenlik haklar�n�n kullan�m�n� s�n�rlam��t�r.

Dolay�s�yla AB kurumlar�n�n, oyçoklu�unun uygulanabilece�i alanlarda

genel kan�y� payla�mayan devletlerin politikalar�na s�n�rlamalar getirebilece�i

söylenebilir. �üphesiz oyçoklu�unun uyguland��� alanlar, yüksek öncelikli politik

konular de�ildir. Halen d�� politika, güvenlik ve savunma politikalar� gibi hassas

konularda oybirli�i ilkesi uygulanmaktad�r. Ancak Topluluk organlar�n�n düzenleme

yapt��� konular geni�lerken oyçoklu�unun da uygulanmas�, üye devletlerin

32 Ayr�nt�l� incelmesi için, bkz. Estella, 2002:53-69.

133

egemenliklerini gittikçe daha çok alanda s�n�rlad�klar� anlam�na gelmektedir. Kendi

iradeleri ile koyduklar� bu s�n�rlar ise, �ngiltere’nin çevre politikalar�n�n de�i�imi

örne�inin gösterdi�i gibi beklediklerinden öteye geçebilmektedir. Hatta bu durum

üye devletleri de kayg�land�rm��; akademik camiadaki Avrupa Birli�i’ne ili�kin

federalizm tart��malar�n� canland�rm��t�r. Bu tart��malar�n AB’de egemenlik

kavram�n�n ald��� �ekli anlamak için ne derece aç�klay�c� olduklar� bir sonraki

bölümün konusudur.

B. Üye Devlet Egemenli�inin Sorgulanmas�n�n Neden Oldu�u Federalizm Tart��malar�

Her ne kadar Avrupa anayasal düzeninin geli�imi, kurucu antla�malar�n

imzalanmas� ve ATAM içtihat�yla 20. yüzy�l�n ikinci yar�s�nda olu�sa da, eski k�taya

dair federalizm tart��malar� bu kadar yeni de�ildir. �lk ba�l�kta bu tarihsel

tart��malara ve önerilere çok k�saca de�inilecektir. �kinci ba�l�kta federalizm

tart��mas�nda öne ç�kan konfederasyon / federal devlet kutupla�mas�na yer

verilecektir. Bu ba�l�kta, AB’nin böyle bir kutupla�man�n d���nda kalan federasyon

dü�üncesiyle incelenmesine ili�kin kuramsal alt yap� olu�turulacakt�r. Üçüncü

ba�l�kta ise, federasyon dü�üncesinin Avrupa anayasal düzeninde gözlemlenebilen

unsurlar�na de�inilecektir. Bu ba�lamda do�rudan etkililik ve üstünlük doktrinlerinin

federasyon dü�üncesiyle nas�l uyumlu oldu�u ele al�nacakt�r. Ayr�ca bu çal��man�n

üçüncü bölümünde önerildi�i �ekliyle egemenli�in yeni tan�m�n�n anla��lmas� için

çok önemli bir anahtar olan ikincillik ilkesi incelenecektir.

1. Avrupa Co�rafyas�’nda Federalizm Tart��malar�n�n Tarihsel Kaynaklar�

Avrupa devletlerinin siyasal bir birlik olu�turmas�na dair projeler, 14.

yüzy�ldan itibaren siyasi dü�ünürler taraf�ndan dönem dönem öne sürülmü�tür33. Bu

33 Burada Avrupa bütünle�mesinin konu edildi�i tüm projelerin zikredilmesi amaçlanmamaktad�r. Sadece federalizm tart��malar�n�n tarihsel geçmi�i oldu�u ve bu tart��malar�n günümüzdekilerle birçok ortak noktaya de�indikleri gösterilmek istenmektedir.

134

projelerin, özellikle Westphalia Antla�mas�’ndan sonra merkezile�me sürecine giren

‘modern Avrupa devletleri’ taraf�ndan sahiplenilmemesinin �üphesiz ana sebebi,

egemenliklerinin k�s�tlanmas�ndan duyduklar� endi�edir. Bu projelerin öne sürüldü�ü

dönemde, toplumlar�n ihtiyaçlar�n�n merkezile�en devletler taraf�ndan

kar��lanabilmesi ise, bu endi�enin a��lmas�n� sa�layacak ivmenin yoklu�una i�aret

etmektedir. Öte yandan, bu projeleri öne süren dü�ünürlerin çözüm arad�klar�

sorunlara ve amaçlar�na bak�ld���nda günümüz Avrupa bütünle�me hareketinden çok

da uzak kalmad��� gözlemlenmektedir.

Kutsal topraklar�n kurtar�lmas� ad�na, 16. yüzy�lda Fransa liderli�inde bir

H�ristiyan Cumhuriyetler Konfederasyonu’nun kurulmas�n� öneren Dubois’ya göre,

ya�anan iç çat��malar Avrupa devletlerini zay�flatmaktad�r. Devletlerin daimi

temsilcilerinden kurulacak bir genel kurulun bu konfederasyonun yürütme organ�

olaca��na i�aret etmektedir (Dedeo�lu, 2003:24). O halde güçlü Avrupa dü�üncesi, o

tarihten beri, federalizm tart��malar�n�n bir parças�d�r. O dönemde, K�ta Avrupas�’n�n

bölünmü�lü�ünün gücünü zay�flatt��� vurgulansa bile, dünyada ba�at güç rolünü

üstlenen devletler hâlâ a��rl�kl� olarak bu k�tadan ç�kmaktad�r. Dolay�s�yla dünya

politikas�nda söz sahibi olabilmek için henüz birle�meye �iddetli ihtiyaç

duymamaktad�rlar. Dubois ile ayn� dönemde ya�ayan �talyan dü�ünür ve �air

Alighieri Dante’ye göre ise, insano�lu bütün dünyan�n vatanda��d�r. Avrupa’da

bar���n sa�lanabilmesi ise, H�ristiyan �mparatorlu�u’nun kurulmas� ve krallar�n

imparatorun yol göstericili�ini kabul etmesine ba�l�d�r. Unutulmamal�d�r ki,

günümüzde AB’nin dayand��� tüm antla�malar�n giri� k�s�mlar�nda belirtilen

amaçlar�n ba��nda Avrupa’da bar���n sa�lanmas� gelmektedir. Her ne kadar birçok

dü�ünürün bu dü�ünceyi savundu�u bilinse de, ancak ac� deneyimlerden sonra

toplumsal bir olgunla�mayla bu dü�ünceyi hayata geçiren kurumlar

olu�turulabilmi�tir.

Gene bar�� aray���yla yola ç�kan William Penn’in Essai sur la paix en

Europe (Avrupa’da Bar�� Üzerine Bir Deneme) (1693) isimli çal��mas�nda bir

Avrupa Meclisi (Diète) olu�turulmas�, kararlar�n ço�unlukla al�nmas� ve bu meclisin

askeri bir gücü olmas� öngörülür. Penn tasar�s�nda, s�n�rda� ülkeler aras�ndaki

135

i�birli�inin artt�r�larak ekonomik ve kültürel etkile�im sa�lanmas�n� ve hatta ortak bir

‘Avrupa Pasaportu’nun kullan�ma sürülmesini önerir (Gerbet, 1999:15). Emmanuel

Kant’�n Ebedi Bar�� isimli çal��mas� ise, Avrupa bütünle�mesinin temeli olarak s�k

s�k zikredilen bir eserdir. Esasen bu kitab�n aray���, dünyada bar���n hangi yollarla

sa�lanaca�� üzerinedir. Ancak Alman dü�ünür, dünya bar���n�n sa�lanmas�nda en

önemli rolün Avrupa devletlerine dü�tü�ünü savunmaktad�r. Kant’�n projesinde,

devletler egmenliklerini korumal�, ama ayn� zamanda ortak belirlenen hukuk

kurallar�na uymal�d�rlar.

Daha belirgin bir �ekilde Avrupa Birle�ik Devletleri’nden bahseden ise,

Frans�z dü�ünür ve edebiyatç� Victor Hugo’dur. Hugo, 1851’de “bir gün gelecek,

Frans�z meclisinin, Alman Dieti’nin, �ngiliz Parlamentosu’nun (…) yerini alacak ve

genel oyla seçilmi� ki�ilerden olu�an geni� ve egemen bir Avrupa Senatosu

kurulacakt�r” (al�nt�layan Dedeo�lu, 2003: 33) diyerek AB’de 21. yüzy�lda hâlâ

devam eden Avrupa Parlamentosu’nun karar alma sürecindeki yeri ve önemi

tart��malar�n�n öncülü olmu�tur. 19. yüzy�lda Lemmonier taraf�ndan ç�kar�lan ve

Hugo’nun da yaz�lar yazd��� derginin ba�l��� bile, ‘Avrupa Birle�ik Devletleri’ K�ta

Avrupas�’nda federasyon kurulmas� hayalini yans�tmaktad�r.

Avrupa’da bar�� aray���ndan kaynaklanan bütünle�me projeleri, Avrupa

k�tas�n� deh�ete dü�üren 1. Dünya Sava��’n�n ard�ndan belirgin bir �ekilde at�l�m

yapm��t�r. Bunlardan ilk akla gelen, Kont Coudenhove-Kalergi’nin 1923 y�l�nda

yay�nlad��� Pan-Europe isimli eseridir (Chaltiel, 2000:117; Soulier, 1994:252).

Dünyan�n içinde bulundu�u durumu gözlemleyen Coudenhove-Kalergi, ileride

Avrupa Topluluklar�’n�n kurulmas�nda itici güçler olarak ortaya ç�kacak iki tehlike

tespit eder: Bol�evik tehlike ve ABD’nin siyaset arenas�ndaki yükseli�i. Bu iki

tehlikeye kar�� Avrupa devletlerinin tek mücadele etme yolu ise, birle�erek bir

‘Avrupa Birle�ik Devletleri’ kurmas�d�r. Dolay�s�yla Pan-Avrupa projesinin öncelikli

amac� Eski K�ta’n�n dünya siyasetindeki yerini ve gücünü koruyabilmektir.

Coudenhove-Kalergi, ulus-devletlerin a��rl�klar�n� koruduklar� Avrupa co�rafyas�nda

federal devlet kurma çabas�n�n güçlü�ünün bilincindedir. Ona göre, bu Panavrupal�

birlik, devlet temsilcilerinden olu�an bir konseye, iki kanatl� bir meclise ve bir adalet

136

divan�na sahip olmal�d�r. Bu kurumlar, hem iktisadi hem de siyasi birli�in kurulmas�

için çal��mal�d�r. K�saca söylemek gerekirse, o dönemin siyasal elitleri taraf�ndan

ilgiyle kar��lanan bu model birçok yönüyle Avrupa Topluluklar�’n� hat�rlatmaktad�r.

Aristide Briand taraf�ndan 1930’da yay�nlanan projede de benzer ögelere

rastlanmaktad�r. Eski Fransa Ba�bakan� projesinde, ‘federal ba�’, ‘dayan��ma

ili�kisi’, ‘birle�me’ gibi kavramlar� aç�klama vermeden kullanmaktad�r.

Avrupa Birle�ik Devletleri’ne ili�kin çokça zikredilen isimlerden biri de

Zürih konu�mas�nda benzer bir yap� yarat�lmas�ndan bahseden Winston Churcill’dir

(Oder, 2004:447). Ayr�ca Avrupa federalizmi direni� hareketleri taraf�ndan da

savunulmu�tur. �kinci Dünya Sava�� sonras�, Avrupa’n�n nasyonel sosyalizm ve

fa�izm tehlikesinden ancak bu yolla kurtulabilece�i savunulmu�tur (Schneider,

2003:11). 1946-47 y�llar� aras�nda ‘Avrupa Federalistler Birli�i’ (‘European Union

of Federalists’); Churchill Ba�kanl���’ndaki ‘Britanya Birle�ik Avrupa Komitesi’

(‘British United Europe Committee’), Spinelli liderli�inde �talyan ‘Avrupa

Federalist Hareketi’ (‘Movimento Federalista Europe’); Frans�z ‘Federasyon’ (‘la

Fédération’) grubu federasyon tart��malar�n�n yo�unla�mas�na neden oldular (Tekeli

& �lkin, 1993). Bu projelerin olgunla�mas� ve uygulamada ad�mlar at�labilmesi

bilindi�i üzere �kinci Dünya Sava��’n�n sebep oldu�u zararlar�n konunun önemini

vurgulamas� ile olmu�tur. 9 May�s 1950 tarihli Schumann Bildirgesiyle Avrupa

Topluklar�’n�n kurulma süreci h�zlanm��t�r.

�üphesiz Schumann, Monnet gibi Avrupa birle�mesine inanan liderlerin

etkisi büyüktür; ancak yukar�da bir k�sm� say�lan projelerin ve ya�anan olaylar�n,

Avrupa Topluluklar�’n�n üstünde yükselece�i dü�ünsel zemini haz�rlad�klar� ve hatta

yap�lan tart��malarla Avrupa halklar�n� bu fikre al��t�rd�klar� söylenebilir. Bu

projelerin, Avrupa’da bar���n sa�lanmas�, k�tan�n siyasi ve ekonomik gücünün

korunmas� için ‘birlik’ / ‘federasyon’ fikrini çözüm yolu olarak sunmas�, AB’nin

yap�s� ve amaçlar�yla birebir örtü�mektedir. Avrupa Topluluklar�’n�n kurulmas�na

kadar, Avrupa devletlerinin egemenliklerini s�n�rlamaktan kaç�narak bu projeleri

hayata geçiremedikleri bilinmektedir. �kinci Dünya Sava��, bu birle�menin

gereklili�ini ac� bir �ekilde ortaya koymu�tur. Bir ba�ka deyi�le, yukar�da bahsedilen

137

birçok projede oldu�u gibi, Avrupa Topluluklar�’n�n özellikle kurulu� a�amas�nda

öncelikli amac�, bir daha Eski K�ta’da �kinci Dünya Sava�� boyutlar�nda bir felaket

ya�anmayacak �ekilde bar���n kurulmas�n� sa�lamakt�r (Weiler, 2004:240). Öte

yandan Avrupa Topluluklar�’n�n kurulmas� a�amas�nda ve geli�me döneminde, üye

devletlerin hiçbir zaman bir ‘Avrupa federal devleti’ kurmay� tam olarak

benimsemedikleri söylenebilir. Ancak zaman içinde, hem bütünle�me hareketinin

dinamikleri34 hem de uluslararas� ortam�n gerekleri üye devletleri daha yak�n bir

birlikteli�in içine sürüklemi�tir. Bu birlikte ortaya ç�kan iktidar ili�kilerinde üye

devletlerin egemenlikleri sorgulan�r hale gelmi�tir. Böylece ad�m ad�m ilerleyen

bütünle�me hareketi federal devlet / konfederasyon / federasyon tart��malar�n� tekrar

gündeme ta��m��t�r. Bir sonraki alt ba�l�k bu tart��malara ayr�lm��t�r.

2. Konfederasyon / Federal Devlet Kutupla�mas�ndan Kurtulmak

Üye devletlerin egemenlikleri ço�unlukla federal devlet / konfederasyon

tart��malar�n�n içine kaymaktad�r. �kincillik ilkesinin AB anayasal düzenine dahil

edilme sürecinin de i�aret etti�i gibi, kimi zaman federal devletlerdeki yetki

bölü�ümüne dair ilkeler yol gösterici olarak dü�ünülmektedir. Ancak bu sürecin ayn�

zamanda federal bir Avrupa devletinin olu�umu anlam�na geldi�i �üphelidir.

Kan�m�zca as�l sorun, Avrupa bütünle�mesini varolan tan�mlar�n içine yerle�tirmeye

çal��makt�r. Bu yüzden öncelikle konfederasyon ya da federal devlet tan�mlar�ndaki

iktidar ili�kilerinin AB’deki durumu aç�klamaya uygun olup olmad���

sorgulanacakt�r. Daha sonra, olu�an bu yeni yap�n�n daha çokmerkezli olarak

incelenmesi gerekti�i vurgulanacak ve ‘federasyon’ adland�rmas�n�n uygunlu�u

tart���lacakt�r.

34 Bkz. II. Bölümün birinci alt bölümü (A).

138

a. Üye Devlet: Konfederasyon Üyesi mi? Federe Devlet mi?

AB’nin genel olarak kabul edilen federal devlet 35 ya da konfederasyon

kal�plar�na uyup uymad���n� sorgulamadan önce, bu iki siyasi yap�n�n özelliklerine

ve farklar�na k�saca de�inmekte yarar vard�r.

Konfederasyon, egemen devletler taraf�ndan ortak ve s�n�rl� amaçlar�n�

gerçekle�tirmek üzere bir antla�mayla kurulan devletler toplulu�udur. Haklar ve

ödevler do�rudan bu sözle�meden kaynakland��� için, konfederasyon içerisindeki

ili�kiler uluslararas� hukuk çerçevesinde de�erlendirilmektedir. Bu toplulu�a üye

devletler, egemenlik haklar�n� koruduklar� gibi, topluluktan ayr�lma hakk�na da

sahiptirler. Her ne kadar federal devletteki kadar de�ilse bile, konfederasyonun bir

siyasi örgütlenmesi ve i�leyi�i sa�layan organlar� vard�r. Bu da, onu devletler

aras�nda imzalanan basit bir i�birli�i antla�mas�ndan ay�ran temel özelliktir. Ancak

bu örgütlenme bir devlet birli�i sa�lamaya yetecek güçte ve yap�da de�ildir.

Amaçlanan sadece devletlerin kendi iradelerini koruyarak uzun süreli i�birli�i

yapabilecekleri zemini haz�rlamakt�r (Carré de Marlberg, 1920:93). Konfederasyon

devlet gücüne sahip olmad���ndan, konfedere devletlerin ülkelerinde geçerli olacak

kurallar� do�rudan buyurma hakk�na sahip de�ildir. Dolay�s�yla konfederasyon

taraf�ndan al�nan kararlar�n uygulanmas� için konfedere devletlerin gerekli yasal

i�lemi yapmas� gerekmektedir (Carré de Marlberg, 1920:94). Avrupa’daki en bilinen

örnekleri, �sviçre Konfederasyonu (1815-1848) ile Cermen Konfederasyonu (1815-

1870)’dur. Günümüz siyasal sistemlerinde örne�i olmayan konfederasyonun önemi,

tarihsel örneklerde ya�anan federal devlete do�ru evrilmedir (Kubal�, 1971:67).

Konfederasyonun genel kabul gören bu tan�mlamas�yla AB’nin yap�s�

de�erlendirildi�inde birkaç tespit yap�labilir. Öncelikle her ne kadar Avrupa

35 Asl�nda bu ayr�mdan federasyon ve konfederasyon olarak bahseden yazarlar da vard�r (Kubal�, 1971:67). Bu yazarlar�n kulland��� �ekliyle federasyon ve federal devlet e�anlaml� ifadelerdir. Buna kar��n Carré de Malberg, devletler aras�nda federasyonun iki �ekilde (federal devlet ya da konfederasyon) gerçekle�tirilebilece�ini söyleyerek federasyonu daha kapsaml� olarak kullanmaktad�r (Carré de Malberg, 1920:92). Son dönemde, özellikle AB ile ili�kili olarak federasyon ifadesi ba�ka bir içerikle kullan�ld���ndan, klasik kuramdaki tan�mlamalar ele al�n�rken, federal devlet / konfederasyon ifadesinin kullan�lmas�na dikkat edilmi�tir.

139

Topluluklar�’n�n kurulu�u devletler aras�nda imzalanan antla�malara dayansa bile, bu

kurucu antla�malarda ayr�lma hakk�n�n öngörülmemesi konfederasyondan farkl� bir

yap� oldu�unun ilk göstergesi olarak say�labilir. AB’ye üye devletler sadece,

yukar�da de�inildi�i üzere, ödev ve sorumluluklar�n� yerine getirmekten kaç�narak

seçici ayr�lma yoluna ba�vurabilir. Ancak bütünle�mede gelinen evre, yapt�r�mlara

ba�lanan bu yolun tercihini imkâns�zla�t�rmaktad�r. �kinci olarak, kurucu

antla�malarda belirtilen amaçlar� s�n�rl� olarak nitelemek zordur. Öncelikli amaçlar,

ticari ve iktisadi gibi görünse bile, Avrupa’da bar���n sa�lanmas� gibi çok genel ve

aç�k uçlu bir hedef belirlenmi�tir. Hatta sadece ticari ve iktisadi amaçlar�n

gerçekle�tirilmesi için bile ATAM’�n yapt��� yorumlar�n oldukça geni� bir alana

yay�lan sonuçlar do�urdu�u ortad�r. Üçüncü fark örgütlenme konusunda ortaya

ç�kmaktad�r. Avrupa Toplulu�u örgütlenmesi, konfederasyonlardaki örgütlenmelere

göre çok daha karma��k ve birle�tirici nitelik ta��maktad�r. Üstelik, do�rudan etkililik

doktrininin geli�imiyle Topluluk organlar�n�n ald�klar� kararlar, üye devletlerin

yurtta�lar� için de haklar ve sorumluklar do�urur hale gelmi�tir. En son olarak da,

kurucu antla�malarda bir egemenlik s�n�rlamas�ndan bahsedilmese de, ATAM’�n

içtihatlar�yla olu�an anayasal düzenin üye devlet egemenli�ini nas�l s�n�rlad���na

yukar�da de�inilmi�tir. Tüm bu tespitler �����nda AB’nin konfederasyon özelli�i

ta��d���n� söylemek zor gözükmektedir. Bu yüzden AB ile ilgili tart��malarda

konfederasyondan de�il, federal devletten söz edilmesi gerekti�ini öne sürenler

olmu�tur.

Öncelikle federal devletin genel özelliklerini hat�rlamak uygun olacakt�r.

Federal devlet, ortak amaçlar�n gerçekle�tirilmesi için olu�turulan bir devletler

toplulu�udur. Konfederasyondan fark�, bu amaçlar�n s�n�rl� olmamas�d�r. Ayr�ca üye

devletlerin federal birlikten ayr�lmas� öngörülmemektedir. Hukuki olarak

bak�ld���nda, federal devletlerin, geçmi�ten gelen bir antla�man�n uzant�s� niteli�inde

bile olsa, bir anayasaya sahip olduklar� görülmektedir. Bu nedenle, federe devletler

aras�ndaki ili�kilerin iç kamu hukuku çerçevesinde de�erlendirilmesi gerekti�i

belirtilmektedir (Kubal�, 1971:68; Carré de Malberg, 1920: 93). Hauriou ise,

140

“Federal devlet, ulusal (nitelik kazanm��) bir devletler toplulu�udur. Bu toplulukta (olu�turulan) süper devlet, kurucu devletlerin üstüne gelmi�tir. Ba��ndan itibaren süper devlet egemenlik haklar�n� kendine saklamakla yetinmez, kendi yetkilerini belirleme yetkisine de sahiptir. Federal yasama süreciyle ya da ço�unlukla karar alarak anayasas�nda yapaca�� de�i�iklikler yoluyla (üye) devletlerin yetkilerini azaltabilir” (Hauriou, 1929:124) diyerek hem bu devletler toplulu�unun iç hukuka tabi niteli�ine, hem de yetki

bölü�ümü konusuna dikkat çekmektedir. Öte yandan federal devletin anayasan�n yan�

s�ra, federe devletlerinkilerden ayr� bir örgüt a�� vard�r. Bu federal organlara kat�l�m,

federe devletlerin temsilcileriyle olabildi�i gibi, federe devletlerle ba� kurulmadan

da olabilmektedir. Bu federal organlar, ‘süper devletin’ varl���n� korumaya ve

düzenlemeye hizmet etmektedir. Sonuçta ortaya ç�kan yap�da, federe devletlerin

konfederasyona üye devletlerden çok daha kayna�m�� olduklar� söylenebilir. Bu

yap�da, Hauriou’nun da belirtti�i gibi, yetki bölü�ümü en önemli konulardan biridir.

Genel olarak, savunma, d�� politika, para bas�m�, maliye, ticaret politikalar� gibi

önemli konular�n federal devletin yetkileri aras�nda oldu�u görülmektedir. Avrupa

Birli�i ba�lam�nda ele al�n�rken tarihçesi ve içeri�i ayr�nt�l� incelenecek olan

ikincillik ilkesi ise, federal sistemlerde yol gösterici bir ilke olarak kabul

edilmektedir. Ancak yetkinin kimde oldu�unu belirleme yetkisinin, federal devlette

oldu�u kabul edilmektedir.

Tüm bu genel tespitlere ek olarak, hem yetki bölü�ümü konusunu hem de

federal sistemin i�leyi�ini anlamak için, iki unsurdan bahsetmek gerekir36. Bunlar,

kat�l�m (participation) ve özerkliktir (autonomie). Kat�l�m, federe birimlerin federal

kurallar�n belirlenmesi sürecine kat�l�m� anlam�na gelmektedir37. Özerklik ise, federe

birimlerin hangi konularda ne derece özerkli�ini korudu�unun sorgulanmas�na

ili�kindir. Federal devlet yap�s�nda federe devletler, bütünü ilgilendiren konularda

al�nacak kararlara kat�lmaktad�rlar. Bunlar�n ba��nda da federal devlet anayasas�nda

yap�lacak de�i�iklikler gelmektedir. Öte yandan federal devlet ile federe devletler 36 Kat�l�m ve özerklik ilkelerini, federalizmin iki temel ilkesi olarak ilk zikreden George Scelle’dir. 37 ABD’de federe devletlerin kat�l�m�, Kongre’nin çift meclisli yap�s�na dayanmaktad�r. Kongre’nin iki meclisinden biri olan Senato federe devletlerin sesi olma niteli�ini ta��maktad�r (Blanc, Virieux & Waguet, 1988:17). Almanya’da ise federe devletler, kendi hükümetlerinin gönderdikleri temsilcilerle olu�an Bundestrat arac�l���yla yasama sürecine kat�lmaktad�rlar (Blanc, Virieux & Waguet, 1988:96). SSCB ve Yugoslavya örneklerinde federe devletlerin yürütme organ�na temsil yoluyla kat�ld�klar� da görülmü�tür (Teziç, 2005:133).

141

aras�nda yap�lan yetki bölü�ümünde kendilerine b�rak�lan konularda federe devletler

özerkliklerini korumaktad�rlar. Bir ba�ka deyi�le bu konularda istedikleri

düzenlemeleri, uygun gördükleri �ekilde yapmakta özgürdürler38. Avrupa anayasal

düzeninde üye devletlerin art�k klasik anlamda egemen olmad�klar� iddias�

kar��s�nda, üyelerin federe devletlere mi dönü�tükleri akla gelen bir sorudur. Bu

yüzden federal devletlerde merkez ile federe güçler aras�ndaki ili�kiyi tasvir etmekte

kullan�lan bu iki unsurdan ve federal devlet ile ilgili yap�lan genel tespitlerden yola

ç�karak AB’deki durumun federal devlete yak�nla��p yak�nla�mad���n� incelemek

mümkündür.

Bilindi�i üzere, Avrupa anayasal düzeni kurucu antla�malar ve ATAM

içtihat� üzerine kuruludur. Avrupa antla�malar� ve bu antla�malarda yap�lan

de�i�iklikler, üye devletler aras�nda düzenlenen hükümetleraras� konferanslarla

karara ba�lanmaktad�r. Dolay�s�yla en az�ndan antla�malar�n imzalanmas�nda ve

de�i�tirilmesinde üye devletlerin önemli bir rol oynad�klar� söylenebilir. Ancak böyle

bir tespit de, ATAM kararlar�yla olu�an doktrinler dü�ünüldü�ünde eksik

kalmaktad�r. Çünkü birinci k�sm�n ba��nda aç�kland��� üzere, Avrupa anayasal

düzeni antla�malara oldu�u kadar ATAM içtihatlar�na da dayanmaktad�r. ATAM

içtihatlar�n�n ortaya ç�k��� ise karma��k bir sürecin sonucudur. Bu süreçte ulusal

mahkemelerin çok önemli bir yere sahip olduklar�na yukar�da de�inildi. Bu

i�birli�inin kat�l�m olarak de�erlendirilip de�erlendirilemeyece�i ise tart��mal�d�r.

Ulusal mahkemelerin sürece kat�l�m�, önkarar usulüyle ATAM’a ba�vurmalar� ve

ATAM taraf�ndan al�nan karar� uygulamaya geçirmeleri ile s�n�rl�d�r. Dolay�s�yla

s�n�rl� bir kat�l�mdan bahsedilebilir.

AB’ye üye devletlerin özerkli�i ise, daha tart��mal� bir konudur; çünkü

birçoklar� için, halen üye devletler tam anlam�yla egemen devletler olarak varl�klar�n�

sürdürdüklerinden zaten özerk bir hukuk düzenine sahiptirler. Ancak bu çal��mada

egemenlik sorguland���ndan, üye devletlerin hukuk düzenlerinin özerkliklerine dair

38 Bunun üniter (tek yap�l�) devletler ile fark�n� gösteren en çarp�c� örneklerinden biri, ABD’de yerel yönetimlerin düzenlenmesinin tümüyle federe devletlerin seçimlerine b�rak�lmas�d�r (Blanc, Virieux & Waguet, 1988:3).

142

beliren birkaç soru i�aretine de�inilecektir. Federal bir devlette, federe birimlerin

anayasalar�n� yapma / de�i�tirme, yasama ya da yürütme aç�s�ndan özerkliklerinin

olup olmad���ndan yola ç�karak federal devlet ile federe devletler aras�ndaki ili�kinin

boyutlar� tart�labilir. Bu tip bir de�erlendirmenin AB ile üye devletler aras�nda

yap�lmas� ise daha zor gözükmektedir. Öncelikle birçok federal devletteki durumun

aksine39, üye devletlerin anayasalar�n�n Avrupa Antla�malar�’na uygun olmas� gibi

bir �art yoktur. Hiçbir Topluluk kurumu, bu uygunlu�u denetleme hakk�na sahip

de�ildi. Ancak üye devletler, bu süreci tersine çal��t�rm��lard�r. Örne�in Maastricht

ve Amsterdam Antla�malar�’n�n imzalanmas�ndan sonra, Frans�z Anayasa

Mahkemesi imzalanan antla�malar�n anayasaya ayk�r� oldu�unu tespit etmi�; fakat

çözüm olarak anayasada de�i�iklik yap�lmas�na karar verilmi�tir. Öte yandan üye

devletler, yasama süreçlerinde, Avrupa Antla�malar�’n�n ve AB kurumlar�n�n bunlar�

uygulamaya ili�kin olarak ald�klar� kararlar�n olu�turdu�u yasal çerçeveye uymakla

yükümlüdür; çünkü ATAM’�n üstünlük doktrini ad� alt�nda bilinen uygulamalar� ile

Topluluk’un yasal düzenlemeleri, o konuda kendisinden önce ya da sonra yap�lan

yasal düzenlemelerin uygulanmas�n� imkâns�z k�lmaktad�r. Ancak yasama

özerkli�inin olup olmamas� �üphesiz Topluluk kurumlar� ile üye devletler aras�nda

yukar�da de�inilen yetki bölü�ümü konusuna ba�l�d�r.

Sonuç olarak federal devlet örgütlenmesini aç�klamada kullan�lan iki ilke,

Avrupa bütünle�me a�amas�n�n geldi�i evreyi ayd�nlatmakta çok fazla ipucu

sunmamaktad�r. AB halen antla�malar üzerine kurulu bir siyasi yap�d�r. Bir

anayasaya henüz kavu�amam��t�r. Hatta Avrupa Anayasas� olarak haz�rlanan metnin

ba�l��� bile –“Avrupa Anayasas�’n� Kuran Antla�ma”- üye devletlerin Avrupa federal

devleti kar��s�ndaki çekincelerini ifade etmektedir40 . Ancak ikinci k�sm�n birinci

39 Örne�in Almanya Anayasas�’n�n 28.maddesi federe devletlerin anayasalar�n�n uymas� gereken (hukuk devleti, halk�n seçimle temsili gibi) temel kurallar� s�ralamaktad�r (Grewe&Oberdorff, 1999:31). ABD’de ise, Yüksek Mahkeme, federal devletin haz�rlad��� yasalar kadar federe devletlerin yapt��� anayasalar da dahil olmak üzere tüm yasal düzenlemeleri denetlemekle görevlidir. Hatta Quermonne yasalar�n anayasall���n�n denetimini “Amerikan icad� olarak” nitelemektedir (Quermonne, 1986:118). 40 Esasen bu ba�l�k üzerine ayr�nt�l� dü�ünülmesi gereken bir ba�l�kt�r. Bu ba�l�kla ilgili birçok tart��ma yap�lm��t�r. Roobol’un bu ba�l��a dair yorumu biraz da bu tart��malar�n özeti �eklindedir: “Kutsal Roma Cermen �mparatorlu�u’nun arkas�nda üç tip hukuk sistemi b�rakt��� söylenebilir: kilise hukuku, özel hukuk ve kamu hukuku. Zaman içinde kamu hukuku, iç hukuk (ba�ta anayasa hukuku)

143

bölümünde aç�kland��� üzere, Avrupa art�k, hükümetleraras� konferanslar sonucunda

imzalanan antla�malar, ATAM içtihatlar� ve Birlik organlar�n�n kararlar� üzerinde

yükselen bir anayasal düzene sahiptir. Öte yandan federal devletlerdekine benzer

�ekilde i�leyen Birlik organlar� da mevcuttur. Dolay�s�yla AB için Birlik’in federal

bir devlete dönü�tü�ünü söylemek ne derece zorsa, üye devletlerin egemenliklerini

tam anlam�yla koruduklar� bir konfederasyon oldu�unu öne sürmek de o derece

imkâns�zd�r. Öte yandan federal devleti egemenlik konusunda de�erlendirdi�imizde,

�u durum gözlemlenmektedir: Bodin’den itibaren klasik egmenlik kuram�n�n

savundu�u dü�ünce, devleti devlet yapan�n egemenli�i oldu�una dayanmaktad�r.

Federal devlet, devlet olma iddias� ile uluslararas� arenaya ç�kt�ysa, egemen olmak

zorundad�r. Federal devlet egemen ise, federe devletler egemen de�ildir. Bu durumda

üye devletlerin egemenliklerinden tam anlam�yla vazgeçmeye haz�r olmad�klar�

bilindi�ine göre, AB’nin federal devlete dönü�mek üzere oldu�unu öne sürmek iyice

zorla�maktad�r.

Kan�m�zca as�l sorun, hukukçular�n AB’yi, devlet türlerinin incelenmesini

kolayla�t�rmak için tarihsel örneklere dayanarak olu�turduklar� federal devlet /

konfederasyon tan�mlar� içine yerle�tirmeye çal��malar�ndan ileri gelmektedir.

Bunun alt�nda yatan sebep ise federalizm çal��malar�n�n genellikle federal devlet /

konfederasyon gibi bir ikili ayr�m�n üzerine oturtulmas�d�r. Oysa, Frans�z hukukçu

Beaud’nun da dikkat çekti�i gibi, böyle bir ayr�m ‘federasyon’ dü�üncesinin geri

plana at�lmas� anlam�na gelmektedir (Beaud, 1998:91). Oysa ‘federasyon’

dü�üncesinin, Avrupa bütünle�mesinin geldi�i a�amay� ifade etmek için, Avrupal�

siyasetçiler taraf�ndan da kullan�ld��� görülmektedir. Bu yüzden federasyonun ne

anlama geldi�i üzerine biraz ayr�nt�l� durmak ve federasyon kuram� ile AB’de

ya�anan geli�meleri kar��la�t�rmak uygun olacakt�r.

ve uluslararas� hukuk olarak iki ana kola ayr�lm��t�r. Taslak Anayasa’n�n en ilginç noktalar�ndan biri, anayasal bir düzen olu�turmak üzere bir antla�ma imzalanmas�d�r. Bir anlamda uluslararas� bir antla�ma ile anayasal bir düzene geçi� söz konusudur. Dolay�s�yla iki ayr� hukuk sistemi aras�nda bir köprü kurulmaktad�r. Ancak bu geçi� de mutlak bir geçi� de�ildir; çünkü Taslak Anayasa’n�n onaylanmas� halinde bile, de�i�tirilmesi için yeni bir antla�ma imzalanmas� öngörülmektedir” (Roobol, 2005:87-88).

144

b. ‘Federasyon’ Kuram� ve AB

Federasyon, siyasi birimlerin bir ba�ka siyasi birlik olu�turmak için

birle�mesidir. Bu birle�me, yeni olu�an birli�in üyelerini ezip siyasi özelliklerini

ortadan kald�rmas�n� gerektirmez. Federasyonun kendi yap�s� ve özellikleri vard�r.

Ancak bu yap�n�n içindeki siyasi birimlerin temel özelliklerini korumas� federasyon

yap�s�n�n güvencesidir. Baechler, federasyonu �u �ekilde tan�mlamaktad�r:

“Federasyon, kendi gerçekli�i olan ama ayn� zamanda kendi gerçekliklerini koruyan

birimleri bir araya getiren bir birliktir” (Baechler’den al�nt�layan Beaud, 1998:98).

Bu anlamda federasyon dü�üncesi 20. yüzy�l�n eseri de�ildir. Siyasi örgütlenme

biçimlerini inceleyen dü�ünürler aras�nda, birçoklar� federalizmi ve federasyonu

aç�klamaya çal��m��lar, hatta bu devlet yap�s�n�n yararlar�n� vurgulam��lard�r 41 .

Ancak konumuz aç�s�ndan önemli olan federasyon tart��malar�n�n ne zaman, hangi

ba�lamda ve ne içerikle AB tart��malar�n�n bir parças� oldu�udur.

Klasik konfederasyon / federal devlet ayr�m�ndan farkl� dü�ünülebilecek bir

federasyon anlay��� 2000’li y�llar�n ba��nda Avrupal� politikac�lar�n ba�l�ca

tart��malar�ndan biri oldu. AB’nin geni�leme sürecine girmesi42 ve bu süreçte hali

haz�rdaki karar alma mekanizmalar�n�n yetersizli�i, bu tart��malar�n ç�k���n�

haz�rlayan olaylard�r. �ktisadi ve ticari aç�dan gelinen bütünle�me noktas�nda,

oybirli�i ile karar al�nmas�, onbe� üye ile bile i�leyi�i zorla�t�rmaktayd�. Bu yüzden

Do�u Bloku’nun da��lmas�ndan sonra Birlik’e kat�lmak isteyen yeni üyelerle

geni�leme dü�üncesi, AB’nin siyasal yap�s�n� iyice sorgulan�r k�lm��t�.

Bu ortamda dönemin Alman D��i�leri Bakan� Joschka Fischer’�n Humboldt

Üniversitesi’nde yapt��� konu�ma43, akademik camian�n dikkatini federal devlet /

konfederasyon / federasyon terimleri üzerine çekerken, Avrupal� siyasiler aras�ndaki

41 Bu dü�ünürlerden tarihsel olarak ilk akla gelen ikincillik ba�lam�nda zikredilen Althusius’dur. Daha sonra, Pufendorf’un ve Montesquieu’nün federalizm dü�üncesi üzerine fikir ürettikleri bilinmektedir. 42 SSCB’nin da��lmas�ndan sonra eski Do�u Bloku ülkelerinin AB’ye üye olmak üzere ba�vuruda bulunmalar� ile gündeme gelen geni�leme, daha öncekilerden çok daha kapsaml� ve sorunlu bir süreç olaca��n� dü�ündürmektedir. Sadece say�sal bir art�� de�ildir; ayn� zamanda niteliksel farkl�l�klar�n belirgin oldu�u bir geni�leme söz konusudur (Weiler, 2000). 43 Bu konu�man�n internet üzerinden metni için bkz. www.ena.lu/europe/1998-2005-unification-europe/finalite-integration-europeenne-berlin-2000.htm. Eri�im tarihi: 08 A�ustos 2006.

145

tart��malar� da alevlendirdi (Fischer, 2002). Fischer, Avrupa bütünle�mesinde

kar��la��lan siyasi sorunlara verilebilecek en basit yan�t�n parlamentonun

güçlendirilerek Birlik’in konfederasyon yap�s�ndan ‘Avrupa Federasyonu’na

dönü�türülmesi oldu�unu öne sürdü. Alman D��i�leri Bakan�, Almanca olarak

‘Europäischen Föderation’ ifadesinin seçimini, tarafs�z bir kelime olmas�na ve

�ngilizce ve Frans�zca’da da ayn� �ekilde kullan�lmas�na ba�lar (Fischer, 2002:240).

Ancak yukar�da de�inildi�i üzere, ço�u zaman federal devlet ile e�anlaml�

dü�ünülmesinden dolay� federasyon kelimesinin tarafs�zl��� �üphelidir. Ayr�ca

federasyon ile ilgili yapt��� aç�klamalar Fischer’�n da bu ça�r���mdan haberdar ve

rahats�z oldu�una i�aret etmektedir. Bu yüzden Humboldt’da yapt��� konu�mas�n�n

ilerleyen k�s�mlar�nda bu federasyonda, ulus-devletlerin ne derece önemli bir yere

sahip oldu�unu özellikle vurgulam��t�r44.

K�saca Fischer, Federasyon’un yap�lanmas�n� �u �ekilde özetler: �ki odal� bir

Avrupa Parlamentosu kurulmal�d�r. Bunlardan biri, ulus-devletlerin temsilcilerinden

(senatörleri), di�eri Avrupa yurtta�lar�n�n temsilcilerinden olu�mal�d�r. Yürütme

görevi için ise iki alternatif öngörmektedir; ya �imdiki Bakanlar Konseyi

geli�tirilerek bir Avrupa hükümeti �ekline dönü�türülebilir, ya da Komisyon üzerine

kurulan ve ba�kan�n geni� yetkilere sahip olmak üzere do�rudan seçilece�i bir

hükümet sistemine geçilebilir. Ona göre, bu federasyon bir anayasal antla�ma üzerine

kurulmal�d�r 45 . Federasyonun kurumsal yap�s� ile ilgili çat�y� böyle aç�klad�ktan

sonra, Alman D��i�leri Bakan�, bütünle�menin ileriki y�llarda metodunun ne olaca��

üzerinde durmaktad�r. Böyle bir Federasyon’da yer almak istemeyen üye devletlerin

buna zorlanamayaca��n� özellikle belirtir. Sadece isteklilerle, ‘euro’yu ve Schengen’i

kabul etmi� üyelerle bir ‘noyau dur’ (‘sert çekirdek’) olu�turulabilece�ini; çekincesi

olanlara zaman tan�nabilece�ini söyler 46 . Ancak Alman Bakan’�n tüm dikkatli

44 “E�er böyle bir federasyon içinde Avrupa bütünle�mesi ulus-devletleri korur, de�ersiz k�lmaz, onlar� ve kurumlar�n� ortadan kald�rmaya çal��mazsa, kar��la�t��� tüm zorluklara ra�men bu (bütünle�me) proje(si) gerçekle�tirilebilir olacakt�r. Bir ba�ka deyi�le, ulus-devletlerin yerini alacak yayg�n egemen federal Avrupa dü�üncesi, geleneksel Avrupa gerçeklerinin d���nda yapay bir saçmal�ktan ibarettir” (Fischer, 2000:238) . 45 Fischer, konu�mas�nda bu anayasal antla�man�n haz�rlanmas�na de�inmedi�i gibi de�i�tirilme �eklinden de bahsetmemektedir. 46 Ayn� fikri Jacques Delors da öne sürmü�tür. AT’yi kuran alt� üyenin ayr� bir antla�ma imzalayarak “ulus-devletlerin federasyonu”nu kurabileceklerini söylemi�tir. �ki h�zl� Avrupa tart��malar�n�n ç�kt���

146

söylemine ra�men, Federasyon’un yap�s� hakk�nda söyledikleri ister istemez federal

devleti hat�rlatmaktad�r. AB’nin federal devlete dönü�mesi ise, üye devletlerin

yöneticilerinin yak�n gelecekte kabul edebilecekleri bir dü�ünce gibi

gözükmemektedir.

Keza yakla��k bir ay sonra Frans�z D��i�leri Bakan� Hubert Védrine, yazd���

makalede Fischer’in Federasyon adland�rmas�n�n federalizm kelimesinin sebep

oldu�u kuramsal karma�an�n önüne geçemedi�ini belirtmektedir. Hatta kritik bir soru

sormaktad�r:

“Federasyon parlamentosunun denetimi alt�nda Federasyon’un d�� politika ve savunma kararlar�n� verecek Federal Ba�kan’�n do�rudan halk taraf�ndan seçilmeye ba�lamas�ndan sonra, ulus-devletten geriye ne kalmaktad�r? Bu Federasyona dahil olan devletlerin ba�bakanlar�n�n ve devlet ba�kanlar�n�n rolü ne olacakt�r? Aç�kça konu�mak gerekirse, ne kadar süreyle Fransa’da bir Cumhurba�kan� ve Ba�bakan; Almanya’da bir �ansölye; di�er ülkelerde birer hükümet ba�kan� olacak? Tart��man�n aç�kça yap�lmas� gerekti�i nokta budur. Bir Federasyonun kurulmas�yla ulus-devletlerin korunmas� iste�ini ve bunun mümkün oldu�unu öne sürmek yeterli de�ildir” (Védrine, 2000).

�lk bak��ta Védrine’in ele�tirilerine kat�lmamak imkâns�z gibidir. Avrupa

Federasyonu’nu dü�lemek ba�ka �eydir, hayata geçirmek ba�ka. Öte yandan bu

ele�tirilerin as�l kayna��nda ulus-devletler üzerine kurulu siyaset bilimi / hukuk

terimleriyle AB’yi çözümleme çabas� yatmaktad�r. Fischer’�n da Humboldt

konu�mas�nda belirtti�i gibi “21. yüzy�l�n sorunlar�, 19. ve 20. yüzy�l�n korku ve

çözüm reçeteleriyle çözülemezler”. Bu çal��man�n özellikle vurgulamaya gayret

etti�i dü�ünce budur. AB’nin geldi�i a�ama, egemenin kim oldu�una dair soru

i�aretleri do�urdu�u gibi, klasik uluslararas� örgüt, federal devlet, konfederasyon

s�n�fland�rmalar�na yerle�tirilmesini de imkâns�zla�t�rmaktad�r. Bu yüzden

kan�m�zca, federasyon ifadesi esasen uygun bir tart��ma zemini olu�turmaktad�r.

Eksik yönlerinin ne �ekilde tamamlanabilece�ine üçüncü k�s�mda de�inilecektir.

nokta budur. Birlik’de çatlaklara sebep olaca��, Birlik’in ilerleyi�ini durduraca�� gerekçesiyle bu fikre kar�� ç�kan birçok siyasetçi ve akademisyen vard�r. Fischer’in konu�mas�na cevap olarak kaleme ald��� yaz�s�nda Hubert Védrine, ‘noyau dur’ ile ilgili ba�l�ca çekinceleri k�saca ele almaktad�r (Védrine, 2000).

147

Ancak Federasyon ile ilgili kuramsal tart��malar�n Védrine’in bahsetti�i kadar

yetersiz olmad���n� da belirtmek, hatta incelemek gerekir.

Özellikle AB’ye ili�kin federasyon tart��malar�na, ayr�nt�l� bir federasyon

kuram� olu�turmaya çal��an Schmitt’in çal��mas� önemli bir zemin olu�turmaktad�r.

Hatta siyasi e�ilimleri yüzünden uzunca bir süre hukuk camias�nda d��lanan

Schmitt’in tekrardan gündeme gelmesinde Avrupa bütünle�mesiyle iktidar

ili�kilerinin ald��� �ekli aç�klama çabas�n�n da rol oynad��� söylenebilir. Schmitt’in

federasyon ile ilgili verdi�i tan�m esasen AB’de ya�anan geli�meleri de anlamak için

önemli ipuçlar� sundu�undan bu tan�m� birebir Alman hukukçunun dilinden

dinlemekte yarar vard�r.

“Federasyon (bund), tüm üyelerinin siyasi varl���n�n korunmas� ortak hedefine hizmet eden özgür (iradeyle imzalanm��) bir sözle�meye dayanan uzun süreli bir birliktir; bu ortak amaç ad�na federasyonun her bir üyesinin genel siyasi statüsünde de�i�ikliklere sebep olur. (…) Federasyon, her bir üyesi için yeni bir statü yarat�r; bir federasyona girmek, dahil olan üye için her zaman anayasas�n�n de�i�tirilmesi anlam�na gelir. Hiçbir anayasal me�ruiyet hükmü lafz� itibar�yla de�i�tirilmese de, anayasan�n ruhu (yani devletin varolma �ekline dair temel siyasi kararlar�n içeri�i) temelden de�i�mi� olur, ki bu çok daha önemlidir. Dolay�s�yla federatif47 pakt, özel bir sözle�me türüdür. Federasyona kat�lan üye devletlerin iradesine dayand��� oranda özgür bir paktt�r (Vertrag); imzalanmas� a�amas� için o halde özgür bir paktt�r. Ancak s�n�rlanabilir içerikli, sadece özel �ah�slar aras�nda ili�kileri düzenleyen, iradeye ba�l� olarak serbestçe feshedilebilecek bir kontrat anlam�nda özgür bir pakt de�ildir. Hatta aksine, bir federasyona dahil olma, devleti genel bir siyasi sistemin içine sokar. Federatif pakt, devletleraras� kurucu bir paktt�r” (Schmitt, 1993:512-513). �lerleyen sayfalarda, Schmitt, verdi�i tan�m� aç�kl��a kavu�turmak için

ayr�nt�lar vermektedir. Alman hukukçuya göre, federasyon tan�m�n�n en temel

unsurlar�ndan biri, ‘federatif pakt’t�r48. Bu federatif pakt, uzun süreli bir örgütleme

kurmay� hedeflemektedir. Özel türde bir sözle�me, bir nevi ‘anayasal sözle�medir’.

Öte yandan, bu anayasal sözle�me, üyelerin siyasi varl�klar�n�n devam�n�

sa�layabilecek güvenceleri içermelidir. Ancak “üye devletlerin i�lerine kar��mayan

bir federasyon olmaz” (Schmitt, 1993:517). O halde hem federasyonun müdahale 47 Federal devlete dair durumlar�, ili�kileri, kavramlar� ifade etmek için kullan�lan ‘federal’ s�fat� yerine, yeni ili�ki türünü ifade etti�i için bilinçli olarak Almanca, Frans�zca ve �ngilizce’de kullan�lan ‘federatif’ s�fat� tercih edilmi�tir. 48 Leben, Fischer’�n dü�üncelerinde Schmitt’in ‘federatif pakt’ fikrinin izlerinin fark edildi�ini ima etmektedir (Leben, 2000).

148

hakk�ndan, hem de üye devletlerin özerkliklerini korumas�ndan bahsedilebilir.

Federasyon kurulmas� zor bir dengenin üzerinde durmaktad�r. D��ar�dan gelecek

sald�r�lar konusunda, savunma görevini, Schmitt, federasyona vermektedir. �çeride

ise, üye devletlerin birbirleriyle sava�ma hakk� yoktur; çünkü federasyonun

ya�ayabilmesini sa�layacak olan üye devletler aras�ndaki bar��t�r. Bir ba�ka deyi�le,

di�er üyelere sava� açma haklar�n� ellerinden alarak asl�nda üye devletlerin

özerkliklerini s�n�rlamaktad�r.

Bu ortaya ç�kan çeli�kilere, Schmitt, federasyonun siyasi ve hukuki çeli�kileri

ad�n� vermekte ve bunlar� üçe ay�rmaktad�r (Schmitt, 1993:517-522). Birincisi,

üyelerin özerkliklerini korumay� hedefleyen federasyonun, en temel özerklik koruma

yolu olan kendini savunma hakk�n� s�n�rlamas�d�r. �kincisi, üye devletlerin

özerkliklerinin korunmas� ile federasyonun müdahale hakk� aras�ndaki çeli�kidir.

Üçüncüsü ise, daha varolu�sal bir çeli�kidir. Federasyon bir yandan siyasi bir birlik

olu�tururken, bir yandan da siyasi birimlerin ço�ulculu�unun korunmas�n�

amaçlamaktad�r. Birlik ile ço�ulculuk aras�nda olu�acak dengenin �ekli, uygulamada

çe�itlilik göstermektedir. Sadece iki uç noktada olu�acak dengenin, ya federasyonun,

ya da üye devletlerin ortadan kalkmas� anlam�na geldi�i söylenebilir. Alman

hukukçuya göre, bu varolu�sal çeli�kinin çözümü egemenlik sorunuyla ili�kilidir. Bu

ba�lamda, federasyonu anlayabilmek için, yerle�ik “konfederasyon egemen

devletlerden olu�ur; federal devlette ise üyeler art�k egemen de�ildir” kabulünün

unutulmas� gerekti�ini belirtir. Hatta “aksine federasyon federasyon olarak ve üye

devletler üye devletler olarak varolmaya devam ettikleri sürece, egemenlik

sorununun federasyon ile üye devletler aras�nda as�l� kalmas� federasyonun özünden

ileri gelen bir özelliktir” (Schmitt, 1993:519). Dolay�s�yla üye devletlerin ya da

federasyonun egemen olmas�, federasyonun özüne zarar vermektedir. Bu durumda

gözlemlenen çeli�kilere ra�men federasyonun siyasi bir birlik olarak varl���n�

sürdürebilmesini ne sa�lamaktad�r? Schmitt’e göre, bu sorunun cevab�, federasyonu

olu�turan üyeler aras�ndaki türde�liktir. Montesquieu’nün de bahsetti�i bu türde�lik

ihtiyac� ulusal, dinsel, s�n�fsal, kültürel, vb. olabilir. Ayr�ca tüm bu türde�lik

kaynaklar�na, siyasi türde�li�i de eklemek gerekir. Schmitt’in siyasi türde�lik ile

149

kastetti�i üye devletlerin benimsedikleri siyasi rejimlerin ayn� olmas�d�r (Schmitt,

1993:522).

Özellikle Schmitt’in dile getirdi�i �ekliyle bu federasyon kuram�, Avrupa

bütünle�mesinin geldi�i a�amadaki siyasi yap�y� ve iktidar ili�kilerini aç�klamak

üzere kullan�labilir bir zemin sunmaktad�r. �üphesiz bu kuram kusursuz de�ildir;

hatta Alman hukukçunun siyasi seçimleri do�rultusunda bu kuram�, daha otoriter bir

federasyon anlay���na do�ru kayd�rd��� bilinmektedir (Beaud, 1998:103). Bu kay���n

engellenmesi ve federasyonun AB’deki iktidar ili�kilerinin çözümlenmesinde çok

daha aç�klay�c� bir �ema olu�turmas� için üçüncü k�s�mda tamamlay�c� bak�� aç�lar�

sunulacakt�r. Ancak üçüncü k�sma geçmeden önce, yukar�da k�saca özetlenen

federasyon kuram�n�n ortaya koydu�u �eman�n AB ile ortak noktalar�na de�inmek

ilginç olabilir.

Avrupa Topluluklar�’n�n kurucu antla�malar�, 50 y�ll�k bir süre için imzalanan

AKÇT Antla�mas�’n�n d���nda, süresiz antla�malard�r. Dolay�s�yla üye devletlerin

ba��ndan beri uzun ömürlü bir birli�i amaçlad�klar� söylenebilir. Kurucu devletler

kadar sonradan kat�lan devletler de, antla�malar� özgür iradeleriyle imzalam��lard�r.

Kurucu antla�malar�n imzalanmas� a�amas�nda, üye devletlerin hukuki düzenlerinde

bir de�i�iklik olmas� öngörülmemesine ra�men, ikinci k�sm�n birinci bölümünde

ayr�nt�l� incelendi�i üzere, zaman içinde Avrupa anayasal düzeni olu�mu�tur. Bu

düzenin olu�mas�, ister istemez üye devletlerin yasal düzenlerini de etkilemi�tir.

Hatta imzalanan antla�malar, do�rudan üye devletlerden anayasa de�i�ikli�i talep

etmese de, Maastricht ve Amsterdam Antla�malar�’n�n imzalanmas�ndan sonra

yürürlü�e girebilmesi için Fransa gibi merkeziyetçi ve ulusal egemenli�ini korumaya

önem veren bir devletin bile anayasa de�i�ikli�ine ba�vurmak zorunda kalmas�

dü�ündürücüdür. Öte yandan son dönemde, AB’nin anayasal bir antla�maya ihtiyaç

duymas�, federasyonun temelindeki federatif pakt fikrini hat�rlatmaktad�r. Üstelik

‘Avrupa Anayasas�n� Kuran Antla�maya’ ili�kin tart��malarda bu metnin ne tam bir

anayasa, ne de antla�ma oldu�u yönünde vurgu yap�lm��t�r. Dolay�s�yla Schmitt’in

anayasal sözle�meye benzetti�i federatif pakt ile ‘Avrupa Anayasas�n� Kuran

Antla�ma’ aras�nda fark edilir bir benzerlik vard�r.

150

Alman hukukçunun federasyonun çeli�kileri olarak niteledi�i durumlar�

Avrupa Topluluklar�’n�n geli�iminde gözlemlemek bir di�er ilginç benzerliktir.

Öncelikle Topluluklar’�n ilk ad�m� olan AKÇT’nin kurulu� amac�n�n Avrupa

k�tas�nda bar��� sa�lamak oldu�unu hat�rlamak önemlidir. Savunma ve sava�

sanayisine alt yap� olu�turan kömür ve çelik sektöründe bir üst otoritenin yetkilerinin

kabul edilmesiyle hedeflenen, üye devletlerin birbirleriyle sava�mas�n�

engellemektir. Ancak burada devletlerin sava� ilan etme haklar�n�n art�k uluslararas�

hukuk taraf�ndan yasal olarak kabul edilmedi�ini an�msamakta yarar vard�r.

Dolay�s�yla genel olarak tüm devletlerin egemenliklerinin s�n�rland��� söylenebilir.

Avrupa Topluluklar�’na üye devletlerin durumu, bütünle�menin ald��� �ekil ve

olu�turulan kurumlar yüzünden, sadece biraz daha ba�lay�c�d�r. �kinci olarak,

federasyon ile üye devletler aras�nda ya�anan müdahale / özerklik gerilimi Avrupa

Topluluklar�’nda gözlemlenebilir. Avrupa anayasal düzeninin olu�mas�na temel

olu�turan do�rudan etki, üstünlük gibi doktrinler üye devletlerin Topluluk’un

yetkisine giren konularda yapt�klar� düzenlemelere s�n�rlamalar getirmi�tir. Bu

s�n�rlamalar� a�an üye devletler için ise, Topluluk kurumlar�n�n yapt�r�m

uygulayabilmesi a�amas�na bile gelinmi�tir. Ancak öte yandan üye devletlerin

özerkliklerinin korunmas�na da çal���lmaktad�r. Bu nokta ise zaten üçüncü çeli�kiye

ba�lan�r. �ç pazar�n i�leyi�inin güvence alt�na al�nmas� ad�na bir yandan üye devletler

aras�nda bir uyum sa�lanmaya çal���l�rken, di�er yandan üye devletlerin

ço�ulculu�unun korunmas� istenmektedir. Bu da �üphesiz kolay sa�lan�r bir denge

de�ildir. Scmitt, Anayasa Kuram� isimli çal��mas�nda federasyon ile üye devletler

aras�nda as�l� kalan bir egemenlikten bahsetmekte ve bu çeli�kinin çözümü için üye

devletlerin türde�li�ini önermektedir. Ancak birinci k�s�mda de�inildi�i üzere

Schmitt genel olarak “ola�anüstü hal durumunda karar veren egemendir”

dü�üncesiyle tan�nan bir dü�ünürdür. As�l� kalan egemenlik dü�üncesi bir anlamda

belirsizlikle bu karar almac� (décisionniste) yakla��ma zemin haz�rlamaktad�r. AB’de

egemenlik ili�kilerini dü�ünürken bu zeminden uzakla�mak, kan�m�zca daha

uygundur. Ayr�ca AB’de üye devletler aras�nda dinsel, dilsel ve etnik bir türde�likten

bahsetmek imkâns�zd�r. Avrupa devletlerinin ortak bir kültüre sahip oldu�unu

savunan görü�ler vard�r. Ancak bu ortak kültür anlay��� en dar anlam�yla ortak bir

151

paydada birle�me fikrini geçmemektedir. Hatta bütünle�menin ilerlemesiyle

Avrupa’da çe�itlili�in korunmas� dü�üncesi “unity in diversity” slogan�yla ifade

edilir olmu�tur. Asgari k�staslar�n yerine getirilmesine dayanan bir türde�likten

sadece siyasi ve iktisadi alanlarda bahsedilebilir. Kopenhag Kriterleri genel olarak bu

türde�li�in sa�lanmas� ad�na kabul edilmi�lerdir.

Özetlemek gerekirse, birçok aç�dan federasyon kuram�, Avrupa

bütünle�mesinde gelinen noktay� ve üye devletler ile Birlik aras�ndaki ili�kileri

aç�klamak için önemli ipuçlar� vermektedir. Schmitt’in bahsetti�i �ekilde bir

türde�lik mevcut olmad���na ve hedeflenmedi�ine göre, genel olarak federasyon

tan�mlamas�na uyan AB’de egemenlik sorununu anlamak için ba�ka tamamlay�c�

unsurlar kullan�lmal�d�r. Bu tamamlay�c� unsurlar üçüncü bölümde ele al�nacakt�r.

Ancak daha önce Avrupa anayasal düzeninde hangi geli�melerin federalizm

tart��malar�n� gündeme getirdi�ini incelemek tart��malar�n sadece kuramsal

olmad���n� vurgulamak aç�s�ndan önemlidir.

3. Federalizm Tart��malar�n�n Somut Unsurlar�

Yukar�da de�inilen kuramsal tart��malar�n ortaya ç�kmas�n� sa�layan Avrupa

anayasal düzeni geli�irken öne ç�kan uygulamalard�r; çünkü bu uygulamalarda

kar��la��lan baz� kavram ve doktrinler, federal devletlerdeki yap�larla benzerlik

göstermektedir. Bu ba�l�kta, söz konusu kavram ve doktrinlerin en fazla vurgu

yap�lanlar� olarak, üstünlük ve do�rudan etkililik doktrinleri ve ikincillik ilkesi

incelenecektir.

a. Üstünlük Ve Do�rudan Etkililik Doktrinlerinin Uygulanmas�

Üstünlük ve do�rudan etkililik doktrinlerinin ne olduklar�na ve AB’deki

geli�imlerine Avrupa anayasal düzeninin olu�umu ba�l��� alt�nda de�inildi. Bu

k�s�mda federalizm tart��malar�ndaki yerleri tespit edilmeye çal���lacakt�r. Oder, bu

doktrinleri Avrupa’da federalizmin geli�mekte oldu�unu öne sürenlerin ‘yaz�s�z

152

doktrinleri’ olarak nitelemektedir (Oder, 2004:458). Tekrar k�saca hat�rlamak

gerekirse, bu doktrinler �����nda, Topluluk’un yetki alan�na giren konularda yapt���

düzenlemeler, sadece üye devletlerin hukuk sistemlerine dahil olmakla kalmamakta,

ayn� zamanda üstün hukuk niteli�i kazanmaktad�r. Önde gelen AB hukukçular�ndan

Weiler, bu sistemin ancak federal devletlerin anayasal düzenlerinde bulunabilece�ini

söyleyerek, bu doktrinlerin federalizm tart��malar�ndaki yerini gözler önüne

sermektedir.

Öte yandan do�rudan etkililik ve üstünlük doktrinlerinin federalizm

tart��malar�n�n bir parças� olmas�n� sa�layan di�er husus da, bu doktrinlerin genel

olarak üye devletler taraf�ndan benimsenmesi ve bu �ekilde Avrupa anayasal

düzeninin olu�mas�d�r. Avrupa anayasal düzeninin olu�mas�nda ATAM ile ulusal

mahkemeler aras�ndaki i�birli�inin oynad��� role bu bölümün birinci alt ba�l���nda

de�inildi. Bu i�birli�ini, say�sal ve niteliksel olarak s�n�flayabilmek ve kar��la�t�rma

yapabilmek için Goldstein, Amerikan Birli�i’nin kurulma dönemiyle (1790-1860)

AB’nin kurulu� ve geli�im dönemini (1958-1994) ele al�r (Goldstein, 2001:14-43).

Ara�t�rmac�, daha giri� bölümünde bu kar��la�t�rman�n �a��rt�c� sonuçlar verdi�ini

belirtmektedir; çünkü ulus-devlet kurma ve merkezile�me sürecinden geçmemi�

Amerikan devletleri, birlik olu�turulurken federal hükümetin ve yasama organlar�n�n

ald�klar� kararlar kar��s�nda, AB’ye üye devletlerden çok daha kar�� ç�k�c� bir tutum

benimsemi�lerdir. Oder, Goldstein’�n ara�t�rmas�ndan yola ç�karak, AB’de al�nan

kararlar� 2003 y�l�na kadar ve kapsam�n� geni�leterek ele alm��t�r (Oder, 2004:492-

502). Oder de yapt��� incelemenin sonucunda Avrupa bütünle�mesine kat�lan

devletlerin Topluluk düzenlemeleri kar��s�nda çok daha zay�f bir direnç gösterdikleri

sonucuna varm��t�r.

Bu benimseme e�iliminin birinci sebebi olarak, Avrupa bütünle�mesinin

sava� sonras�nda giri�ilen bir hareket olmas� say�lmaktad�r (Oder, 2004:503;

Goldstein, 2001:137). �kinci olarak, do�rudan etkililik ve üstünlük doktrinleri yaz�l�

doktrinler de�ildirler. ATAM ise, her ne kadar zaman zaman yarg�çlar hükümeti

suçlamalar�yla kar��la�sa bile, siyaset üstü ve tarafs�zd�r. Ayr�ca birçok içtihat�n

önkarar usulüyle ulusal mahkemeler taraf�ndan ATAM’�n önüne getirilen olaylar

153

sonucunda geli�mesi, ulusal mahkemelerin rolünü de vurgulamaktad�r. ATAM’�n

verdi�i kararlar her ne kadar federatif bir e�ilim gösterse de, ulusal hukuk

düzenlerine do�rudan sald�rmamaya dikkat etmektedir. Dolay�s�yla Avrupa anayasal

düzeni ulusal düzenlerle uyum içerisinde olu�maktad�r. Weiler, ulusal mahkemeler

arac�l���yla ATAM’�n kararlar�na uyulmas�n�, Hart’�n isimlendirmesini kullanarak

‘uyma al��kanl���’ (‘habit of obedience’) olarak adland�rmaktad�r. Bireyler kadar

kadar devlet kurumlar� da ‘hukuka’ uymaktad�r. Uygulamaya konulan hukuk

konusunda bir sorgulama söz konusu de�ildir. Hatta ulusal mahkemelerin Topluluk

hukukunun uygulanmas�ndaki etkileri fazlala�t�kça, Topluluk kurallar�n�n yerel

hukuk düzenine dahil olarak alg�lanmas� da artmaktad�r (Weiler, 2004:194). Bu

çerçevede her ne kadar do�rudan etki ve üstünlük doktrinleri federalizmin unsurlar�

olarak tart���lsa da, bir gerilime sebep olmamaktad�rlar.

Yine de ATAM’�n, bu doktrinlerin geli�imine temel olan kararlar�nda

devletlerin AB’ye üye olarak egemenliklerini belirli s�n�rlamay� kabul ettiklerini

belirtmesi önemlidir. Üye devlet egemenli�inin zarar görmedi�ini savunanlar, bunun

bir egemenlik devri olmad���n� öne sürmektedirler. Ancak kan�m�zca egemenli�in

AB kurumlar� lehine s�n�rlanmas� ile Birlik kurumlar�na devri aras�ndaki ayr�m çok

belirgin de�ildir. Hatta AB’nin kendisine yetki tan�nan alanlarda yapt���

düzenlemelerin do�rudan etki göstermesi ve ulusal düzenlemelere göre üstün olmas�,

egemenli�in Avrupa siyasal sisteminde bölünebilir bir nitelik kazand���na i�aret

etmektedir. Art�k baz� konu ve alanlarda AB kurumlar�n�n egemen olmas� gibi bir

durum söz konusudur. Böyle bir bölünebilirli�i, federasyon olarak nitelenebilecek bir

AB’de dü�ünmek mümkündür. Egemenli�in bölünebilirli�inin anla��labilmesi için

ilk ad�m, birinci bölümde de�inilen somut ve soyut yönün birbirinden ayr�

dü�ünülebilmesidir. Somut olarak bir yetkiler bütünü olarak dü�ünülebilecek

egemenlik anlay���, yetki alan�na göre tan�mlanm�� egemenlerin olmas�n� mümkün

k�lmaktad�r. Ancak bu anlay�� da yetkilerin neye göre payla�t�r�laca�� sorusunu

gündeme getirmektedir. Bu soruya verilebilecek yan�tlar a��rl�kl� olarak ikincillik

ilkesine ba�l� geli�mektedir. Bu yüzden federalizm tart��malar�n�n bir unsuru olarak

ikincillik ilkesinin anla��lmas�, AB’de egemenlik kavram�n�n ald��� �ekli anlamak

için çok önemlidir. Bir sonraki alt ba�l�kta ikincillik ilkesi incelenecektir.

154

b. �kincillik �lkesi Egemenlik ile ilgili tart��malar somut olarak hangi alanlarda Birlik

kurumlar�n�n son karar verme hakk�na sahip oldu�u sorusuna dönü�tü�ünden, yetki

bölü�ümü konusu özellikle oyçoklu�u ile karar verme metodunun yayg�n olarak

kullan�lmaya ba�lamas�ndan itibaren iyice önem kazanm��t�r. �kincillik ilkesi, yetki

bölü�ümüne ���k tutmay� amaçlayan bir ilke olarak, seksenli y�llar�n ikinci yar�s�ndan

itibaren Avrupa anayasal dönü�ümünün bir parças� olmu�tur. Bu yüzden bu ilkenin

tarihsel ve kuramsal temelleri ortaya serildikten sonra, AB’deki kullan�m� üzerindeki

tart��malara yer verilecektir.

(1) �kincillik �lkesinin Tarihsel Kökenleri

�kincillik olarak Türkçe’ye çevrilen subsidiarité / subsidiarity kelimesinin

kökeninde Latince subsidium kelimesi vard�r. Subsidium, yedek güç, daha çok da

yedek ordu anlam�nda kullan�lmaktayd� (Gaffiot, 2001:720). Burada en önemli

unsur, yard�mc� ordunun, ancak ihtiyaç halinde kullan�lmas�, ça�r�lmadan

gelmemesidir. �htiyaç durumunda kullan�lan bu destek, yard�m�na geldi�i birimin

yerini almaz. Subsidium’un siyaset bilimi literatürüne geçi�i de bu anlam� koruyarak

ama daha çok iktidar ili�kilerini tasvir eder bir içerikle olmu�tur. Toplumda hiçbir

iktidar�n kendi yetki s�n�rlar�n� a�mamas� dü�üncesini içinde bar�nd�rmaktad�r.

Burada özellikle söz konusu olan, daha üst konumda bulunan makamlar�n

altlar�ndaki birimlerin özerkliklerini zedelememesidir (Millon-Delsol, 1992:6).

19. yüzy�lda kilisenin kulland��� ikincillik ilkesi, 20. yüzy�lda federalizm

tart��malar�n�n önemli bir unsuru halini ald�. Ancak bu kavram�n tarihsel olu�umunda

Althusius’un 49 izleri aç�k oldu�undan ve federalizm tart��malar�nda ismi s�kça

49 Bodin ile yakla��k ayn� dönemde ya�ayan Johannes Althusius’un, en önemli eseri Politica methodice digesta (1603)’d�r. Althusius, egemenli�in topluluklara ait oldu�unu, ancak topluluklar�n yapt�klar� sözle�melerle egemenliklerinin kullan�m�n� yöneticilere devretti�ini belirtir. Bodin’in aksine, Althusius’a göre, egemenli�in kullan�c�lar�, sözle�meyle s�n�rl�d�rlar. �ç içe geçen halkalardan olu�an toplumdaki her grubun, kendi yetki alan�na giren konularda son sözü söyleme hakk�n� elinde tuttu�unu savunarak ço�ulcu yakla��mlar�n temelini atar (Althusius, 1964(1603):61-73).

155

an�ld���ndan, bu dü�ünürün toplumsal örgütlenme modelinin ikincillik ilkesini nas�l

haz�rlad��� konusunda k�saca durmak gereklidir. Althusius’a göre, do�al olan

insanlar�n topluluk halinde ya�amas�d�r. Dolay�s�yla Althusius, ayn� dönemde

ya�ayan ve eserler veren �ngiliz dü�ünür Locke’un aksine, birey haklar�yla de�il

topluluk haklar�yla ilgilenir. Kademe kademe söylemek gerekirse, aileler do�al

olarak olu�turulurken, kurullu örgütlenmeler, �ehirler, eyaletler ve son olarak da

cumhuriyet en do�al ve vazgeçilmez ihtiyaçlar� kar��lamak üzere olu�turulurlar.

Bunlar birbirlerini takip ederler ama birbirlerinin yerini alamazlar. Althusius’un

tasar�m�nda her birinin yetkileri ve görevleri belirlenmi�tir. Bir üst örgütlenme

kademesine geçilmesi, ancak ihtiyaçlar�n bir alt kademede kar��lanmamas�

durumunda kabul edilebilirdir. Nas�l ki subsidiarité kelimesinin kökenindeki

subsidium normalde kullan�lan güçlerin yetmedi�i durumlarda ba�vurulan yedek

ordu anlam�na geliyorsa, Althusius da bir toplulu�un bir sorunu çözmeye gücü

yetmedi�i durumda bir üst kademeye ba�vurmas�n� öngörür. Onun için öncelikli

kayg�, her yetki alan�n�n özerkli�inin korunmas�d�r. Do�al ya da iradi topluluklar�n

özerkliklerinin korunmas�, günlük hayat�n en iyi �ekilde yürütülmesini sa�lar.

Althusius’un en çok iz b�rakan yönlerinden biri �üphesiz bu özerklik dü�üncesidir

(Millon-Delsol, 1992:49). Her ne kadar aç�k bir adland�rmayla ikincillik ilkesinden

bahsetmese bile, toplumsal örgütlenmesi alt gruplar�n özerkliklerinin korunmas�

dü�üncesinden yola ç�kar ve sorunlar�n her zaman çözülebilecekleri en alt kademede

çözülmesini öngörerek bu ilkenin temelini olu�turur. Her grup, var olma sebebiyle

ba�lant�l� amaçlar�n� gerçekle�tirme gücüne sahip olmay�; bir anlamda kendi kendine

yeterli olmay� amaçlar. Ancak bu eri�ilemez bir idealdir; bu yüzden gerekli

oldu�unda bir üst gruba ba�vurma ortaya ç�kar.

Bu ba�vurunun siyasi temeli, Althusius’a göre, yukar�da bahsedildi�i üzere,

sözle�me fikridir. Üst gruplar�n altlar�nda kalan topluluklar�n özerkliklerini

zedelemeye e�ilimli olabilecekleri dü�ünüldü�ünden, bu sözle�menin alt grup ile üst

grup aras�ndaki ili�kiyi belirgin bir �ekilde tan�mlamas� önemlidir. Altta kalan

gruplar�n yönetici heyetleri, üst gruplar�n kendileri için yapt�klar� eylemleri

denetleme hakk�na sahiptirler. Dolay�s�yla Althusius’un sözle�me fikrinin Hobbes’un

sözle�me fikrinin tam tersi oldu�u söylenebilir (Millon-Delsol, 1992:52). Bu

156

kar��tl�k, öncelikle Hobbes’un bireyler aras� bir sözle�meyle Leviathan’�n

olu�turulmas�n� öngörmesinden kaynaklan�r; çünkü Althusius için temelde bulunan

topluluk olarak aile zaten do�ald�r ve topluluklar�n bir sözle�me çerçevesinde

birle�mesiyle bir üst toplulu�un yarat�lmas� söz konusudur. �kinci bir kar��tl�k ise,

Hobbes’un öngördü�ü �ekliyle, sözle�meyle Leviathan’� olu�turan bireylerin art�k

bir denetim hakk�na sahip olmamalar�na ili�kindir. Oysa ki Althusius’un sisteminde,

bir toplulu�un olu�turulmas�ndan itibaren, bu kademeyi olu�turan alt topluluklar�n

haklar�n�n veya özerkliklerinin ortadan kalkmas� diye bir �ey söz konusu de�ildir.

Her a�amada al�nan kararlar�n toplulu�u olu�turan parçalar taraf�ndan onaylanm��

olmas� gerekir. Üst otorite konumunda olan bir kurul, hiçbir zaman alttaki toplulu�un

kendine özgü sorununa ya da düzenlemesine kar��maz.

Althusius’un topluluklar�n özerkliklerinin korunmas�n� amaçlayan kuram�n�n,

ikincillik ilkesinin dü�ünsel zeminini haz�rlayan temel unsur oldu�unu böylece

belirttikten sonra, modern siyasal sistemlerden en çok Almanya’da tart���ld��� ve

uyguland��� söylenebilir (Millon-Delsol, 1992:191; Estella, 2002:81). �kinci Dünya

Sava�� sonras� Almanya’n�n kayg�s�, bireylerin özgürlü�ünü k�s�tlamadan genel

refah�n sa�lanmas�d�r. Geride b�rak�lan Nazi y�llar�n�n etkisiyle, devletin her �eye

�arts�z ve denetimsiz nüfuzuna kar�� belirgin bir korku tüm siyasal gruplarda

hakimdir. �kincillik ilkesinin öngördü�ü sisteme olumlu bak�lmakta, ama çok belirsiz

oldu�una dair ele�tiriler getirilmektedir. Bir yandan Alman toplumunun içinde

bulundu�u �artlardan kurtulabilmesi için devlet yard�m� kaç�n�lmaz gözükmekte, öte

yandan devlet müdahalesine s�n�r konmas� öngörülmektedir. Bu kayg�larla

Almanya’da uygulamaya konulan ikincillik ilkesi daha çok bir düzen / düzenleme

ilkesi olmu�tur (Millon-Delsol, 1992:193).

Bu noktadan itibaren ikincillik ilkesinin uygulanmas�yla ilgili belki de en

önemli soru ortaya ç�kmaktad�r ki bu soru AB düzeninde büyük önem ta��maktad�r.

“Bir ihtiyac�n kurumsal bir yard�m gerektirdi�ini belirleme ölçütü nedir?” (Millon-

Delsol, 1992:204). Biraz daha ilerde AB ile ilgili olarak ikincillik ilkesi

incelendi�inde bu soru hangi durumlarda Avrupa kurumlar�n�n yard�m�n�n veya

müdahalesinin gerekli oldu�u �eklini alacakt�r. Dolay�s�yla AB yasal düzenindeki

157

uygulamalara ili�kin yap�lacak de�erlendirmelere geçmeden önce, bu soruya bir

yan�t aramak önemlidir. �üphesiz hiçbir toplumda, bütün gruplar�n ve bireylerin

ihtiyaçlar�n�n tamam�yla kar��land���n� söylemek mümkün de�ildir. Gruplar ya da

bireyler, bu kar��lanmayan / kar��layamad�klar� ihtiyaçlar�n� gidermek üzere, öznel

haklar�n� devlete kar�� öne sürebilir. Devletin bunlardan hangilerini kar��lamak üzere

harekete geçece�i sorusunun cevab� ise ortak iyi dü�üncesinde aranmal�d�r (Millon-

Delsol, 1992:204). Bir ba�ka deyi�le, devletin müdahalesi bir ki�inin veya grubun

iyili�ini sa�lamay� de�il, müdahalenin olmamas� durumunda ortaya ç�kacak

toplumsal zarar� ya da eksikli�i önlemeyi amaçlar. Dolay�s�yla bir bireyin ya da

grubun ihtiyac�n�n kar��lanmas� ad�na, ortak yarardan vazgeçilmesi mümkün

de�ildir.

AB’de ikincillik ilkesinin kullan�m�na geçmeden önce, son bir tespit

yapmakta yarar vard�r. Modern siyasal sistemlerden ikincillik ilkesini uygulayan

Almanya’n�n bu ilkenin en çok tart���ld��� ülke olmas� �üphesiz federal devlet

yap�s�yla ba�lant�l�d�r. Öte yandan, Avrupa Birli�i’nin üyesi Almanya’n�n

anayasas�n�n (madde 72.2�) ikincillik ilkesini düzenlemesiyle Maastricht

Antla�mas�’n�n (madde 3(b)) düzenlemesi aras�nda benzerlikler vard�r (Estella,

2002:82). Federal sistem, bünyesinde çe�itli düzeylerde siyasi iktidar odaklar�

bar�nd�rd���ndan, daimi bir yetki bölü�ümü kayg�s�n�n hissedildi�i bir sistemdir.

Federe devletler, yetki alanlar�nda kalan görevleri yerine getirirler. Genel olarak

federasyonlar�n özelli�i, siyasi birimlerin yetkilerinin önceden var olmas�d�r (Millon-

Delsol, 1992:218). Önceden varolan siyasal topluluklar, baz� konularda –özellikle

güvenlik konusunda50- yetersiz kald�klar�n� fark ederek, federasyonu olu�turmaya

karar vermekte ve federal devletin olu�turulmas� a�amas�nda bir sözle�me

imzalamaktad�r. Bu sözle�mede, hangi yetkilerin federal devlete b�rak�ld��� ve

birlikteli�in �artlar� belirlenmektedir. Her ne kadar bu sözle�me ile federe devletlerin

ve federal devletin yetkilerinin belirlendi�i kabul edilse de, yetki bölü�ümü konusu

federalizmin en temel sorunlar�ndan biridir. �kincillik ilkesi de bu sorunlara ���k

50 Kuzey Amerika’da 17. yüzy�lda kolonileri birle�meye iten K�z�lderili tehlikesi ve Hollanda denizcileriyle rekabet edebilme iste�i olmu�tur. 13. yüzy�lda �sviçre kantonlar� ise, Habsbourg tehlikesine kar�� birle�me ihtiyac� duymu�lard�r (Millon-Delsol, 1992:219).

158

tutabilecek bir ilke olarak günümüz dünyas�nda özellikle federal devlet /

konfederasyon tart��malar� çerçevesinde dü�ünülmelidir. Öte yandan, 20. yüzy�l�n

ikinci yar�s�nda Avrupa devletlerinin giri�ti�i bütünle�me hareketi ve Fransa gibi

merkezi devletin güçlü oldu�u ülkelerde bile 21. yüzy�l�n ilk y�llar�nda a��rl���n�

hissettirmeye ba�layan ademi merkezile�me süreci bu ilkenin önümüzdeki y�llarda

daha çok tart���laca��na da i�aret etmektedir. Tarihsel temellerini ve ça��m�zdaki

önemini belirttikten sonra, AB anayasal düzeninde ikincillik ilkesinin ald��� �ekli ve

kullan�m�n� incelemek gerekmektedir.

(2) AB’de �kincillik �lkesinin Kaynaklar�

1992 y�l�nda imzalanan Maastricht Antla�mas�, ikincillik ilkesini aç�kça

zikreden ilk Avrupa antla�mas�d�r. �üphesiz bu, ikincillik ilkesinin AB zemininde ilk

tart��maya aç�l��� de�ildir. Avrupa Komisyonu’nun 1975 y�l�nda haz�rlad��� AB’ye

ili�kin raporda bu ilkeden bahsedildi�i görülmektedir (Bull.Eur.Comm.,

Supp.5/75:10-11)51. Bu rapor, AB’yi hukuki ki�ili�e sahip ve kendi yetkileri olan bir

varl�k olarak görür. AB kurumlar�na tan�nan yetkiler, rapora göre, üç tiptir: münhas�r,

yar��an ve olas� (potential) yetkiler. Rapor, ticaret politikas�nda Birlik’in münhas�r

yetkiye sahip oldu�unu belirtirken, tar�m (AET Ant., madde 43) ve ta��mac�l�k (AET

Ant., madde 75) politikalar�n� yar��an yetkilerin en iyi örnekleri olarak zikreder.

Olas� yetkiler ise, gelecekte düzenlemelerin Birlik’e b�rak�lmas� konusunda hemfikir

olunmu� ama henüz üye devletler taraf�ndan yönetilen konulara ili�kindir. Deniz ve

hava ta��mac�l��� (AET Ant., madde 75), olas� yetkiler aras�ndad�r. Münhas�ran

Birlik’e devredilmi� yetkilerin d���nda, yetkilerin üye devletler ile Birlik aras�nda

bölü�ümüne ise ikincillik ilkesi ���k tutacakt�r.

“(…) Avrupa Birli�i, merkezi bir süper devlet kurmay� amaçlamamaktad�r. Sonucunda Birlik, ikincillik ilkesi52 ile uyumlu bir �ekilde, sadece üye devletlerin etkin olarak çözemedikleri konularda sorumluluk alacakt�r. (…) Tabi ki Birlik’in yetkili olup olmad��� konusunda karar verilirken ikincillik ilkesinin uygulanmas�, uyumun sa�lanabilmesi için yeterli yetkilerin Birlik’e tan�nmas� ile s�n�rland�r�lmal�d�r” (Bull.Eur.Comm., Supp.5/75:§12).

51 Bu rapor için bkz. http://aei.pitt.edu/1761/01/EU_report_1975.pdf. Eri�im tarihi: 05 Haziran 2006. 52 Terim raporda italik olarak yaz�lm��t�r.

159

Dolay�s�yla raporun, bir yandan üye devletlerin merkezile�me kayg�s�na yan�t

ararken, bir yandan da Birlik’e amaçlar�n� gerçekle�tirebilecek donan�m� sa�lamaya

çal��t��� söylenebilir.

�kincillik ilkesi ile ilgili tart��malara, ilerleyen zamanlarda Avrupa

Parlamentosu ev sahipli�i yapt�. Avrupa Parlamentosu’nun 1984 y�l�nda haz�rlad���

AB’yi kurmaya yönelik taslak antla�mada, “bu antla�man�n, Birlik’e yar��an yetkiler

tan�d��� konularda, Birlik kanun koymad��� sürece, üye devletler(in) düzenleme

yapmaya devam edebilece�i” öngörülür (Draft Treaty Establishing the EU, madde

12). Ayn� maddede, Birlik’in kurumlar�n�n sadece boyutlar� ve etkileri ulusal s�n�rlar�

a�an konularda devreye girece�i belirtilmektedir. Öte yandan, Spinelli tasla�� ad�yla

bilinen bu metin, hangi yetkilerin yar��an yetkiler oldu�unu aç�kça zikretmemekle

beraber, ele al�nan her konuda benimsenen dilin aç�kl��� sayesinde yetkilerin türünün

tespitini kolayla�t�rmaktad�r (Toth, 1992:1090) 53 . Yar��an yetkiler söz konusu

oldu�unda, Birlik’in müdahalesinin gereklili�ine ili�kin karar� kimin verece�i

hususunda ise sessiz kalmaktad�r. Esasen yetkilerin türlerinin tespiti ve karar veren

makam�n kimli�i ikincillik ilkesinin AB yasal düzeni çerçevesinde neden oldu�u

tart��malar�n ba��nda gelmektedir. Bu tart��malar Maastricht Antla�mas� ba�lam�nda

ele al�nacakt�r.

Maastricht Antla�mas�’n�n neden oldu�u tart��malara geçmeden önce, Avrupa

Tek Senedi’nde de ikincillik ilkesine gönderme yap�ld���n� belirtmek uygun

olacakt�r. Ayr�ca Tek Senet’in AB’nin etki alanlar�n� geni�leterek ve ço�unlukla

karar alma mekanizmas�yla ikincilli�e olan ihtiyac�n hissedilece�i zemini haz�rlad���

bile söylenebilir (Bermann, 1994:345). AET Antla�mas�’n�n 130r(4) maddesi,

çevreyi korumak amac�yla al�nmas� gereken önlemlerin etkinli�i gerektirdi�inde,

Toplulu�un düzenleme yapaca��n� belirtir. �kincillik ifadesine yer vermese bile bu

53 Toht; taslak antla�man�n dilinden, ki�ilerin, mallar�n, hizmetlerin ve sermayenin serbest dola��m�na, üye devletler aras�nda ticarete ve rekabete ili�kin yetkilerin münhas�r yetkiler oldu�unun aç�kça anla��ld���n� belirtmektedir. Buna kar��n, yap�sal de�i�ikliklere, para birli�ine ve krediye ili�kin konular�n ve ‘toplum politikalar�’ ba�l��� alt�nda toplanabilecek baz� düzenlemelerin yar��an yetkiler olarak dü�ünülmesi gerekti�ini söylemektedir (Toth, 1992:1090).

160

dü�üncenin ilk defa yürürlülü�e giren bir yasal metne dahil edilmesi önemli

a�amad�r. Ancak Tek Senet’te ilkenin uygulanmas� çevre sorunlar�yla

s�n�rland�r�lm��t�r. �üphesiz çevre sorunlar�n�n ulusal s�n�rlar içerisinde çözülmesinin

genel olarak daha zor olmas� ve bu konuda kartopu etkisinin daha belirgin �ekilde

hissedilmesi, Topluluk’a yetki devrini daha kolay me�rula�t�rmaktad�r (Steiner,

1994:52). �kincillik ilkesinin aç�k ve genel bir ilke olarak Avrupa anayasal düzeninin

bir parças� olmas� ise Maastricht Antla�mas� ile gerçekle�mi�tir.

Bu ilkenin, birincil hukuk kayna��n�n bir parças� olmas�n� haz�rlayan süreci

k�saca gözden geçirmekte yarar vard�r; çünkü haz�rl�k çal��malar� s�ras�nda yap�lan

tart��malar ço�u zaman, ilkenin uygulanmas�na ���k tutan önemli bir kaynak

niteli�indedir. Öncelikle hat�rlanmas� gereken, Tek Senedin 100.madde ba�l���

alt�nda nitelikli ço�unlu�un kabul edilmesiyle, baz� üye devletlerin AB kurumlar�na

devrettikleri yetkiler konusunda kayg�lanmaya ba�lamas�d�r. Ayr�ca oyçoklu�u ile

al�nan kararlar�n, karara muhalefet eden devletlerde bile uygulanmas�, bu devletlerde

yasal düzenin me�ruiyetine dair tart��malar� alevlendirmi�tir. Bütünle�me sürecinin

h�zlanmas�ndan memnun olmayanlar�n dü�üncelerini en aç�k �ekilde dile getiren,

dönemin �ngiltere Ba�bakan� Margaret Thatcher olmu�tur. Thachter, 1988 y�l�nda

Collège d’Europe’un (Bruges) aç�l�� konu�mas�nda,

“Daha yak�n i�birli�i, ne Brüksel’de bir güç merkezile�mesi, ne de kararlar�n seçmen önünde sorumlulu�u olmayan bürokratik bir ayg�t taraf�ndan al�nmas�n� gerektirmektedir… Bizler, devleti, Brüksel’de yeni bir güç için mücadele eden süper Avrupa devletini olu�turarak eski s�n�rlar�n� Avrupa seviyesinde tekrar kurabilmesi için küçültmedik” (al�nt�layan Estella, 2002:83) diyerek liberal kanad�n Brüksel’in kararlar�na muhalefetini ortaya koydu�u

gibi, me�ruiyet sorununu da dile getirmi�tir. Maastricht Antla�mas�’n�n devlet

ba�kanlar� taraf�ndan imzalanmas�ndan sonra, Danimarka’da yap�lan ilk

referandumda onaylanmamas�, antla�man�n haz�rland��� y�llarda üye devletlerin

AB’deki demokrasi aç���ndan ya da egemenliklerini yitirmelerinden duyduklar�

kayg�n�n bir i�aretidir. Ayn� dönemde kabul edilen Karlsruhe karar� kayg�n�n bir

di�er i�aretidir. Alman Anayasa Mahkemesi’nin ald��� bu karar, Maastricht

Antla�mas�’n� Alman Anayasas�’na ayk�r� bulmamas�na ra�men, yetkinin kimde

161

oldu�unu belirleme yetkisinin (Kompetenz-Kompetenz) ulusal makamlar�n elinde

topland��� sonucuna var�r.

Dolay�s�yla Tek Senet ile Maastricht Antla�mas� aras�nda kalan y�llarda üye

devletlerin egemenliklerini yitirmediklerine dair inançlar�n� peki�tirmeye ihtiyaç

duyduklar� söylenebilir. �kincillik ilkesi, bir anlamda egemenliklerini yitirme kayg�s�

içindeki üye devletlerin bütünle�me sürecini baltalamalar�na engel olma gayretidir.

Hatta yetkilerini korumak için düzenleme yap�lmas� talebi do�rudan Alman yerel

yönetimleri taraf�ndan bile dile getirilmi�tir. Länder’lerin temsilcileri, Kas�m

1988’de Bonn’da, dönemin Komisyon Ba�kan� Jacques Delors ile yapt�klar�

toplant�da, daha önceleri kendi yetkilerinde olan haberle�me ve e�itim gibi konularda

AB kurumlar�n�n yetkilerinin artmas�n�n endi�e uyand�rd���n� belirttikten sonra,

ikincillik ilkesini yetki bölü�ümü konusunda yol gösterici bir ilke olarak

önermi�lerdir (Wilke&Wallace, 1990:3). Zaten ikincillik ilkesi gerek tarihsel

ba�lamda bahsedildi�i üzere H�ristiyan doktrini taraf�ndan kullan�ld��� için, gerek

yukar�da de�inilen raporlar ve taslaklar ile AB zeminine ta��nd���ndan, hiç

bilinmeyen ya da üzerinde dü�ünülmeyen bir kavram de�ildi. Tam da bu bulu�man�n

ard�ndan, gene Collège d’Europe’un 1989 y�l� aç�l�� konu�mas�nda, Delors bir

anlamda bir y�l önce �ngiltere Ba�bakan�’n�n konu�mas�na cevap vererek ikincillik

ilkesini içinde bar�nd�ran federalizmi, yerel yönetimlerin ve üye devletlerin

egemenliklerini korudu�u birle�mi� bir Avrupa’n�n kurulma yolu olarak sunmu�tur

(al�nt�layan Estella, 2002:83) 54 . Maastricht Antla�mas�’n� haz�rlayanlar, üye

devletlerin ve yerel yönetimlerin siyasal özgürlüklerini ve kimliklerini

koruyabilecekleri (Bermann, 1994:341), kararlar�n gerektirdi�i kademede

al�nabilece�i esnekli�e sahip bir çerçeve olarak ikincillik ilkesi üzerinde çal��t�lar.

54 Konu�man�n ilgili paragraf� �u �ekildedir: “Ben, ikincillik ilkesini içeren federalizme bir yöntem olarak ba�vurmay� uygun görürüm. Burada, birbiriyle uzla�maz gibi gözükenleri uzla�t�rma imkân� görüyorum: birle�mi� bir Avrupa’n�n do�u�u ile ulusumuza, anavatan�m�za ba�l�l�k; günümüzün sorunlar�na uygun bir Avrupa gücüne duyulan ihtiyaç ile ya�amsal uluslar�m�z� ve bölgelerimizi koruma gere�ini uzla�t�rma imkân�” (al�nt�layan Estella, 2002:83).

162

1990 y�l�nda Roma’da toplanan Avrupa Konseyi’nin sonuç bildirgesinde55

Birlik’in politikalar�n�n olu�turulmas�nda ve karar alma sürecinde ikincillik ilkesinin

öneminin vurgulanmas�yla, bu ilkenin Maastricht Antla�mas�’na nas�l dahil

edilece�ine dair tart��malar yap�lm��t�r. Bu tart��malar�n ayr�nt�s�na girmeden56, iki

ana görü� hakk�nda k�saca bilgi vermek, ikincillik ilkesinin egemenlik ile olan

ili�kisini anlamak aç�s�ndan gereklidir. Çünkü özellikle yukar�da belirtildi�i üzere,

baz� üye devletlerin temel kayg�s� gittikçe daha çok alanda uygulanmaya ba�layan

oyçoklu�uyla ve Avrupa kurumlar�n�n birçok alanda son karar al�c� konumunu

kazanmalar�yla egemenliklerinin s�n�rlanmas�d�r. �kincillik ilkesi, Birlik’in üye

devletlerin yetkilerine müdahalesini k�s�tlama yolu olarak gözükmektedir. Bu

ba�lamda, aralar�nda �spanya, Fransa ve �talya gibi ülkelerin oldu�u baz� üyeler,

ikincillik ilkesine sadece giri� bölümünde yer verilmesinden yana tav�r sergilediler.

Buna kar��n, �ngiltere ve Almanya, ilkenin Antla�ma içinde bir madde olarak yer

almas�n� ve özellikle Topluluk’un üye devletlerin yetki alanlar�na müdahalesini

s�n�rlay�c� yönünün vurgulanmas�n� istediler (Estella, 2002:85-59). Sonuçta ikincillik

ilkesi, 3b ba�l��� alt�nda ayr� bir madde olarak antla�maya dahil edilerek özellikle

�ngiltere’nin isteklerine yan�t verilmi� oldu. Fakat öte yandan bu maddeye, ikincillik

ilkesinin sadece yar��an yetkiler söz konusu oldu�unda geçerli olaca��na dair bir

ekleme yap�larak etki alan� k�s�tlanm�� oldu. Tüm bu tart��malar�n sonucunda ortaya

ç�kan �ekliyle ikincillik ilkesine ve uygulanmas�na ili�kin sorunlara bir sonraki alt

ba�l�kta de�inilecektir.

(3) Maastricht Antla�mas�’nda ve Sonras�nda �kincillik �lkesi

Maastricht Antla�mas� sonras�nda ikincillik ilkesinin sebep oldu�u

tart��malara geçmeden önce, bu ilkenin antla�mada hangi ifadelerle yer ald���n�

görmek uygun olacakt�r. 7 �ubat 1992 tarihinde imzalanan tam ad�yla Avrupa

Birli�i’ni Kuran Antla�ma’n�n giri� bölümünde, üye devletler “Avrupa halklar�

55 “Avrupa Konseyi, sadece Birlik’in yetkilerini geni�letmek söz konusu oldu�unda de�il, ayn� zamanda Birlik’in kararlar�n�n ve politikalar�n�n uygulanmas�nda ikincillik ilkesinin oynad��� önemli rolü kabul etmektedir” (s.8). Bu sonuç bildirgesi için, bkz. http://www.europarl.europa.eu/summits/rome2/rd1_fr.pdf. 56 Daha ayr�nt�l� bir inceleme için, bkz. Estella, 2002:85-59.

163

aras�nda kararlar�n, ikincillik ilkesine uygun bir �ekilde, yurtta�lara mümkün oldu�u

kadar yak�n olarak al�nd��� daha s�k� bir birli�in yarat�lmas� sürecine devam etmeyi”

amaçlad�klar�n� beyan etmektedirler (TUE) 57. Ortak hükümlerin yer ald��� birinci

ba�l�k alt�nda, bu antla�man�n, “kararlar�n yurtta�lara mümkün oldu�u kadar yak�n

olarak al�nd���, Avrupa halklar� aras�nda gittikçe daha s�k� bir birlik yaratan sürecin

yeni bir a�amas�n� i�aret etti�i(ni)” bir kere daha belirtilerek vurgulan�r (TUE, Titre

I, Art.A). Ayn� ba�l�kta, Birlik’in hedefleri s�raland�ktan sonra, “Birlik’in

hedeflerine, Avrupa Toplulu�u’nu Kuran Antla�ma’n�n 3B maddesinde tan�mland���

�ekliyle ikincillik ilkesine sayg� çerçevesinde, öngörülen h�zda ve �artlarda, i�bu

antla�man�n maddelerine uyularak eri�ilir” (TUE, Titre I, Art.A). Adli i�ler ve

içi�lerinde i�birli�i konusunun düzenlendi�i alt�nc� ba�l�kta ise, ikincillik ifadesi

kullan�lmadan, hedef al�nan eylemin boyutlar�n�n ya da etkilerinin üye devlet

s�n�rlar�n� a�mas� durumunda Birlik’in, nitelikli ço�unlukla kabul edilen ortak bir

eylem plan� haz�rlayaca�� söylenir (TUE, Titre VI, Art.K.3(b)). Ancak ikincillik

ilkesinin en aç�k �ekilde belirtildi�i yer, “Avrupa Toplulu�u’nu kurmak için AET

Antla�mas�’na de�i�iklik getiren hükümler” ba�l��� alt�ndaki 3b maddesidir. Bu

maddeye göre:

“Topluluk, i�bu antla�ma taraf�ndan kendisine tan�nan yetkilerin ve belirlenen amaçlar�n s�n�rlar� içerisinde hareket eder. Topluluk; münhas�r yetkisine girmeyen konularda, ikincillik ilkesine uygun olarak, dü�ünülen hareketin amaçlar� üye devletler taraf�ndan yeterli olarak gerçekle�tirilemiyorsa ve bu yüzden dü�ünülen eylemin boyutlar� ve sonuçlar� sebebiyle Topluluk düzeyinde daha iyi gerçekle�tirilecekse faaliyette bulunur. Topluluk faaliyeti, i�bu antla�man�n amaçlar�na ula�mas�n� sa�lamak için gerekli olan� geçmez”. Yukar�da say�lan ikincillik ilkesine aç�kça gönderme yapan maddelerin yan�

s�ra, di�er baz� maddeler ilkenin ruhuna uygun olarak, Topluluk’un üye devletlerin

faaliyetlerini ‘desteklemesini’, ‘takviye etmesini’ ya da ‘cesaretlendirmesini’

öngörmektedirler (TUE, Art.126, 127, 129). Bu tespitlerin yap�ld��� 1992 Edinburg

Zirvesi’nin sonuç bildirgesinde ayr�ca baz� durumlarda zorlay�c� kararlar�n al�nmas�

üye devletlere b�rak�larak (Art.129a), baz� maddelerde ise Topluluk’un faaliyetlerinin

57 �kincillik ilkesi ile ilgili maddeler, http://eur-lex.europa.eu/fr/treaties/dat/11992M/htm/11992M.html adresinden ula��lan Frans�zca antla�ma metninden çevrilerek al�nt�lanm��t�r. Bu metne göndermeler TUE k�saltmas�yla yap�lacakt�r. Çeviri s�ras�nda IKV taraf�ndan yapt�r�lan antla�ma metninin resmi olmayan çevirisinden de yararlan�lm��t�r.

164

‘te�vik edici’ niteli�inden (Arts.126, 129) bahsedilerek ikincilli�in ima edildi�i

belirtilmi�tir (Steiner, 1994:53).

Bütünle�me sürecindeki merkezile�me e�ilimlerine kar�� bir çözüm olarak

görülüp Maastricht Antla�mas�’yla Avrupa anayasal düzeninin ilkelerinden biri

haline getirilen ikincillik esasen göründü�ünden daha karma��k bir kavramd�r (Toht,

1994:38). Toht’a göre, ikincillik ilkesi üç önemli konuyla ba�lant�l�d�r. Bunlardan

ilki, Topluluk ile üye devletler aras�nda güç (yetki) bölü�ümü konusudur. �kinci

konu, ilkenin uygulanma kriterlerine ili�kindir. Topluluk’un münhas�r yetki alan�na

girmeyen herhangi bir konuda düzenlemenin topluluk taraf�ndan yap�labilmesi için,

üye devlet taraf�ndan yeterli bir �ekilde yap�lam�yor olmas� ve Topluluk çözümünün

daha etkin olmas� gerekmektedir. Üçüncü konu ise, Topluluk düzenlemesinin gerekli

olandan fazla olmamas�n� öngören orant�l�l�k ilkesidir. Tüm bu konular, hem

birbirleriyle ba�lant�l�d�r, hem de ikincillik ilkesinin uygulanmas� / etkinli�i ile

tart��malar�n ç�k�� kaynaklar�d�r.

�lk olarak Topluluk ile üye devletler aras�ndaki yetki bölü�ümü konusunun

ikincillik ilkesi ba�lam�nda neden oldu�u tart��malar� incelemekte yarar vard�r.

Antla�man�n 3b maddesi, yukar�da al�nt�land��� üzere, ikincillik ilkesinin

Topluluk’un münhas�r yetkileri d���nda kalan konularda kullan�laca��n� söyler. Bir

ba�ka deyi�le uygulama alan� yar��an yetkiler ile s�n�rl�d�r. Ancak ne AET

Antla�mas�, ne de AB Antla�mas� münhas�r ve yar��an yetkilerle ilgili bir

s�n�fland�rma yapar. Asl�nda bu, bir önceki paragrafta de�indi�imiz ikincillik ilkesine

göndermelerin yer ald��� 1975 tarihli Komisyon raporu ve Avrupa Parlamentosu

taraf�ndan haz�rlanan 1984 tarihli taslak AB Antla�mas�yla en temel farklar�ndan

biridir58. Öte yandan böyle bir ayr�m yap�lmas�, Toht’a göre, AET Antla�mas�’n�n

ruhuna oldu�u kadar ATAM’�n içtihatlar�na da terstir. Ayr�ca, Mahkeme, verdi�i

birçok kararda, üye devletlerden yetki devri yap�lan konularda, Topluluk’un

yetkisinin art�k münhas�r oldu�unu belirtmi�tir (Toht, 1994:39). Topluluk’un

yetkisinin ba�lad��� yerde, üye devletlerin yetkisi sona ermektedir. Mahkeme’nin

58 Yukar�da bu metinlerin yetki türlerini nas�l ele ald�klar�na de�inilmi�ti. Bkz. AB’de �kincillik �lkesinin Kaynaklar�.

165

ERTA karar�nda belirtti�i gibi, “Topluluk yetkilerinin varl���, üye devletlerin yar��an

yetkileri olmas� imkân�n� ortadan kald�rmaktad�r” (22/70). Toht’a göre, “1- 3b

maddesi, Topluluk’un münhas�r yetkisine giren konularda ikincillik ilkesinin

uygulanmas�na imkân vermemektedir. 2- AET Antla�mas� münhas�r yetkiler ile

münhas�r olmayan yetkiler aras�nda bir ayr�m yapmamaktad�r. 3- ATAM’�n

içtihad�na göre, ortak amaçlar�n sa�lanmas�yla ilgili olan tüm konularda Topluluk’un

yetkisi münhas�rd�r. Tüm bunlardan ç�kan sonuç, Maastricht Antla�mas�’nda

tan�mland��� �ekliyle ikincillik, AET Antla�mas�’n�n içerdi�i hiçbir konuya

uygulanamaz” (Toht, 1992:1091).

Münhas�r yetki – yar��an yetki konusunda Mahkeme’nin içtihatlar�n�

yorumlarken, tam tersi sonuca varanlar oldu�unu da belirtmek gerekir. Kimileri,

ATAM’�n, bir yetki listesi olmad���ndan, çok giri�ken bir tav�r tak�nmaktan

kaç�narak, nadiren Topluluk yetkileri konusunda fikir beyan etti�ini öne sürmü�lerdir

(de Witte & de Burca, 2002:201; Estella, 2002:90). Bu konuda ATAM’�n en belirgin

olarak münhas�r yetkiden bahsetti�i alanlar, “ortak ticaret politikas�” (1/75) ve

“bal�kç�l�k alanlar�n�n ve denizin biyolojik kaynaklar�n�n korunmas�” (6/76)’d�r. Bu

alanlar d���nda kalan birçok konu ise yetki payla��m� esas�na dayan�r (Oder, 474).

Öte yandan, 1992 Edinburg Zirvesi’ne sunulan Komisyon’un ikincillik üzerine

haz�rlad��� raporunda bu soruna bir çare aranmaya ba�lad���, münhas�r yetkiler ile

yar��an yetkiler ayr�m� yap�ld��� görülmektedir 59 . �kincillik ilkesini haz�rlayan

yukar�da de�inilen siyasal kayg�lar� da unutmamak gerekir. �kincillik ilkesiyle, bir

anlamda, Topluluk’un düzenleme yapabilece�i alanlar geni�lese de, bu alanlardaki

müdahalenin üye devletlerin yetersiz kald��� durumlarla s�n�rl� olaca�� sözü

verilmektedir. Raporda münhas�r yetkiler ba�l��� alt�nda say�lanlar AET

Antla�mas�’nda Topluluk’a yetki devredilen alanlard�r. Dolay�s�yla AB

Antla�mas�’yla gündeme gelen yeni ba�l�klar�n yar��an yetki alan�na girdi�ini

dü�ünmek mümkündür. Çevre, sa�l�k politikalar� gibi esasen Topluluk’un ve üye

59 The principle of Subsidiarity - Communication of the Commision to the Council and the European Parliament, SEC(92)1990, Brüksel. Bkz. http://aei.pitt.edu/920/01/principle_of_subsidiarity_SEC_92_1990.pdf

166

devletlerin yar��an yetkiye sahip oldu�u alanlarda, al�nacak karar�n niteli�ine göre,

ikincillik ilkesi yol gösterici olabilmektedir.

�kincilli�in uygulanma kriterlerine gelince, Maastricht’te yer ald��� �ekliyle

bunlar�n da tart��malara aç�k kap� b�rakt��� görülmektedir (Toht, 1994:42; Estella,

2002:93-95). 3b maddesi, hem düzenlemenin üye devletler taraf�ndan yeterli olarak

yerine getirilememesini �art ko�makta (yeterlilik testi); hem de boyut ve sonuçlar�

itibar�yla Topluluk düzeyinde daha iyi bir �ekilde yap�l�yor olmas�n� (katma de�er

testi) istemektedir60. Ancak bu iki testin sonuçlar�n�n birbiriyle çeli�ti�i durumlar�n

olu�abilece�i ihtimal dahilindedir. �öyle ki üye devletin düzenlemesinin yeterli

oldu�u, ama Topluluk düzenlemesinin boyut ve sonuç itibar�yla daha olumlu

sonuçlar do�uraca�� konularda kimin yetkili olaca�� hususunda ikincillik maddesi

belirsiz kalmaktad�r. Bu belirsizli�in arkas�nda yatan, yukar�da k�saca de�inilen

Birlik’in ilerleyi�ini farkl� yorumlayan iki grup devlet aras�ndaki tart��malard�r.

Bulunan çözüm iki taraf� da ho�nut etmeye yöneliktir. Dehousse, maddenin

yaz�m�nda kullan�lan bu yüzden (“donc”, “therefore”) ifadesinin yeterlilik testini

katma de�er testine ba�lad���n�; dolay�s�yla önemli olan�n katma de�er testi

oldu�unu belirtmektedir (Dehousse, 1993). Kan�m�zca önemli olan, ikincillik

maddesinin üye devletler aras�nda bütünle�me hareketinin gelece�ine dair bir uzla��

aray���n�n göstergesi olmas�d�r. Çok fazla yetki devri yaparak egemenli�ini

kaybetti�ini dü�ünen üye devletlere bir güvence olarak ikincilli�i sunarken gelinen

noktadan geri dönmeme çabas�d�r. Bu uzla�� fikrinin, eski tan�mlar�n aç�klamakta

yetersiz kald��� yeni bir siyasal yap�lanmay� çözümlemek için bir temel olabilece�i

burada da görülmektedir.

3b maddesinde dile getirildi�i �ekliyle ikincilli�in gönderme yapt��� üçüncü

kavram olan orant�l�l�k ilkesi, asl�nda Avrupa anayasal düzenine yabanc� bir kavram

de�ildir. Amaç ve bu amaca ula�mak için kullan�lan araçlar aras�nda mant�kl� bir

oran olmas� gerekti�i mant���ndan yola ç�kar (Hartley, 1994:155). Her ne kadar ilk

olarak Maastricht Antla�mas�’nda do�rudan zikredilmi� olsa da, orant�l�l�k ilkesine

60 Testlerin adland�r�lmalar� Estella (2002)’den al�nm��t�r.

167

Adalet Mahkemesi kararlar�nda daha önce gönderme yapm��t�r (8/55; 116/76;

120/76)61. Hat�rlanmas� gereken, orant�l�l�k ilkesinin, Topluluk’un bütün eylemleri

için gözetilmesi gereken bir ilke oldu�udur. Oysa ki, ikincillik ilkesi söz konusu

oldu�unda, Topluluk’un münhas�r yetkisi d���nda kalan alanlarda bir uygulama

olmas� gerekti�ine yukar�da de�inildi.

Maastricht Antla�mas�’n�n düzenledi�i �ekliyle, ikincilli�in ATAM önüne

getirilebilir olup olmad��� ayr� bir tart��ma konusudur. Baz� sayg�n hukukçular,

ikincillik ilkesinin Mahkeme’nin yarg�s�nda öne sürülemeyece�ini iddia

etmektedirler. Bunlardan Mackenzie-Stuart, bu ilkenin siyasal niteli�inden ötürü

yarg� konusu olmamas� gerekti�ini belirtmi�tir (Edwards, 1996:551). Bu hukukçular,

ikincillik ilkesinden sadece giri� k�sm�nda bahsedilmesi, böylece Mahkeme’nin

yarg�s� d���nda b�rak�lmas� gerekti�ini savunmu�lard�r. �kincillik ilkesinin

antla�man�n gövde metin k�sm�na yerle�tirilmesinden sonra Mahkeme’nin yarg�

alan�na ister istemez dahil oldu�unu kabul eden Toht için ise sorun, ATAM’�n bu

ilkeye dair bir karar verip veremeyece�idir, çünkü bu hukukçuya göre, bu karar

temelinde siyasi bir karard�r (Toht, 1994:48). Maastrich Antla�mas�’n�n L maddesi

Mahkeme’nin yarg� alan� d���nda kalan konular� aç�kça saymaktad�r. Bu yüzden, bu

maddede zikredilmeyen ikincillik maddesinin, Mahkeme yarg�s�na aç�k oldu�u

dü�ünülebilir. Ayr�ca Avrupa sisteminde siyasal ile yasal konular aras�ndaki s�n�r her

zaman çok belirgin olmamaktad�r. Hatta bütünle�me hareketinin Mahkeme içtihat�yla

ilerlemesini ele�tirip ‘yarg�çlar hükümeti’ suçlamas�nda bulunanlar vard�r. Ne var ki

yarg�çlar�n varolan siyasi uzla��ya ters davranmaktan kaç�nd�klar� bilinmektedir.

Mahkeme’nin üstlendi�i bu aktif rolün yaratt��� tart��malara ‘Yarg�çlar Hükümeti

Tart��malar�’ alt ba�l���nda yer verilmi�tir. Burada sadece ikincillik ilkesinin

Mahkeme yarg�s�na aç�k olmas�n�n bir sorun olmad��� belirtilmek istenmektedir.

Tüm bu tart��malardan sonra ikincillik ilkesinin uygulamaya konulabilmesi

için, çe�itli raporlar ve kurumlar aras� anla�malar haz�rland�. Bu belgelerin hukuki

ba�lay�c�l���n�n olmamas�na, ikincillik ilkesinin uygulanmas�na dönük yol gösterici

61 Orant�l�l�k ilkesinin AB hukukunda uygulamas� için bkz. de Burca, 1993.

168

düzenlemelerin 1997 y�l�nda imzalanan Amsterdam Antla�mas�’n�n sonuna protokol

olarak eklenmesi çözüm olmu�tur. Tam ad�yla �kincillik ve Orant�l�l�k �lkeleri’nin

Uygulanmas�na Dair Protokol, Maastricht Antla�mas�’n�n sessiz kald��� birkaç

noktaya cevap sunmaktad�r 62 . Bu çerçevede Protokol, öncelikle hangi kurumun

ikincillik ilkesiyle ba�l� oldu�u sorusunun cevab�n� verir ve her kurumun, yetkilerini

kullan�rken ikincillik ilkesinin uygulanmas�na dikkat edece�ini belirtir (Madde 1).

Avrupa anayasal düzeni çerçevesindeki yerine ili�kin olarak, ikincillik ve orant�l�l�k

ilkelerinin uygulanmas�n�n Topluluk müktesabat�na ve varolan kurumsal dengeye

zarar veremeyece�i vurgulan�r (Madde 2, 3 ve 8). Ayr�ca Protokol, ikincilli�in

tan�m�na aç�kl�k kazand�rmaya çal���r. �kincilli�in, yetki bölü�ümüne de�il,

Topluluk’un münhas�r yetkileri d���nda kalan yetkilerinin kullan�lmas�na yol

gösteren bir ilke oldu�u belirtilir (Madde 3). Ayn� madde, ikincilli�in dinamik bir

kavram oldu�una dikkat çekerek, �artlar gerektirdi�inde Topluluk eylemini

me�rula�t�r�rken, tam tersi durumda AB kurumlar�n� s�n�rlayabilece�ini dile getirir.

Tüm bu aç�klamalara ra�men, Protokol, Topluluk’un münhas�r yetkileri ve yar��an

yetkileri konusunda bir tan�mlama ya da listeleme yapmaz. Böylece, bir anlamda

ikincillik ilkesi üzerindeki en önemli �üphe gölgesinin devam etmesine neden olur.

Bu gölgenin kalkmas�n�, e�er yürürlü�e girebilseydi, Avrupa Anayasas�

sa�layacakt�. Anayasa Tasla��, birinci bölümün üçüncü ba�l���n� Birlik’in yetkilerine

ay�rmaktad�r. Sekiz maddeden olu�an bu ba�l�kta, öncelikle yetki konusunda temel

ilkeler ortaya konur. S�n�rl� yetki ilkesinin (principe d’attribution) devam etti�i

belirtildikten sonra, ikincillik ve orant�l�l�k ilkelerini yetkilerin uygulanmas�nda yol

gösterici olarak görür (madde I-11). Yetki türlerinden bahsedildikten sonra, Birlik’in

hangi alanlarda münhas�r yetkiye sahip oldu�u belirlenir (madde I-13)63. Bir sonraki

madde, Birlik’in üye devletlerle birlikte kullanaca�� yetkileri, ‘payla��lan yetkiler’

62 Bu protokole, http://eur-lex.europa.eu/fr/treaties/dat/11997D/htm/11997D.html adresinden ula��labilmektedir. 63 Anayasa tasla��na göre bu alanlar; gümrük birli�i, iç pazar�n i�leyi�i için gerekli rekabet kurallar�n�n belirlenmesi, avro kullanmaya ba�layan üye ülkeler için para politikas�, ortak bal�kç�l�k politikas� çerçevesinde denizin biyolojik kaynaklar�n�n korunmas� ve ortak ticaret politikas�na ili�kindir. Ayr�ca bir antla�ma imzalanmas�n�n, üç �art alt�nda münhas�r yetki alan�na dahil oldu�u belirtilmi�tir. Bu �artlar, antla�man�n yap�lmas�n�n Birlik’in yasama i�lemiyle öngörülmü� olmas�, Birlik’in iç yetkilerinin kullan�m� için bu antla�man�n yap�lmas�n�n gerekli olmas�, antla�man�n yap�m�n�n Birlik’in bir iç hukuk i�lemini etkilemesidir.

169

adland�rmas�yla saymaktad�r (madde I-14)64. Taslak, Birlik’in ‘destek, e�güdüm ve

tamamlama yetkisi’ne sahip oldu�u alanlar� da sayarak (madde I-17) 65 yetki

bölü�ümü konusunu mümkün oldu�u kadar ayd�nlatmaya çal��maktad�r. Ayr�ca

ekonomi ve istihdam politikalar� (madde I-15), Ortak D�� Politika ve Güvenlik

Politikas� (madde I-16) konular�ndaki yetki bölü�ümleri ayr� ayr� düzenlenmi�tir.

Dolay�s�yla Anayasa tasla��, ikincillik ve orant�l�l�k ilkelerinin uygulanmas�n� daha

etkinle�tirmek için bir çerçeve sunmaktad�r. Ayr�ca bu çerçeve Tasla�a eklenen

“�kincillik ve Orant�sall�k �lkelerinin Uygulanmas�na �li�kin Protokol” ile

tamamlanmaktad�r. Bu protokolün ikinci maddesinde, Komisyon’un bir yasama

teklifi yapmadan önce, ulusal ve gerekirse yerel makamlara dan��mas�n�

öngörmektedir. Bu �ekilde ikincillik ilkesine uyulmas�n�n ulusal ve yerel makamlar

taraf�ndan denetlenebilmesini hedeflemektedir. Protokolün öngördü�ü en önemli

yenilik ise, ulusal parlamentolar taraf�ndan sunulan ex ante (önceden) bir siyasal

denetim mekanizmas�d�r (madde 6-7) (Lenaerts & Desomer, 2005:759). Bu

maddelere göre, ulusal parlamentolar; Birlik kurumlar� taraf�ndan önlerine getirilen

bir yasama projesini, ikincillik ve / veya orant�sall�k ilkesi yönünden denetleme

hakk�n� kazanmaktad�rlar. Esasen bu �ekilde ulusal parlamentolar taraf�ndan denetim

yolunun aç�lmas�, yukar�da de�inilen yarg�n�n siyasalla�mas� tart��malar�na yan�t

sunabilir. Ayr�ca Birlik kararlar�n� ulusal parlamentolar�n onay�na sunarak me�ruiyet

kazanmalar�na da yard�mc� olabilir.

�kincillik ilkesinin AB anayasal düzeninde �ekilleni�ine ve uygulanmas�na

ili�kin tart��malar� bu �ekilde ele ald�ktan sonra, ba�ta de�inilen amac�na geri

dönmekte yarar vard�r. Bu ilkenin Avrupa gündeminde tart��malar�n bir parças�

olmas�n�n nedeni, Topluluk’un yetki alanlar� geni�lerken gittikçe daha çok konuda

oyçoklu�u ile karar al�nmas� sistemine geçilmesidir. Oyçoklu�u sisteminde tam onay

vermedikleri kararlara uymak zorunda olacaklar�n� bilen ve egemenliklerini

kaybetme kayg�s� güden devletler, ikincilli�i çözüm olarak gördüler. Bunun ne 64 Birlik’in ve üye devletlerin beraber yetki kullanabilece�i alanlar �unlard�r: iç pazar; sosyal politika; iktisadi, toplumsal ve ülkesel uyum; denizin biyolojik kaynaklar�n�n kullan�lmas� d���nda kalan bal�kç�l�k ve tar�m; çevre; tüketicilerin korunmas�; ula��m; Avrupa çap�ndaki (ula��m / haberle�me) a�lar�; enerji; özgürlük, güvenlik ve adalet alan�; kamu sa�l��� konusunda ortak güvenlik sorunlar�. 65 Bu alanlar, insan sa�l���n�n korunmas� ve iyile�tirilmesi; endüstri; kültür; turizm; e�itim, gençlik, spor ve mesleki e�itim; sivil koruma; idari i�birli�idir.

170

derece bu kayg�lara yan�t olabildi�ini anlamak için, ATAM önüne ikincillik ilkesi

üzerinden ta��nan olay olup olmad���na, varsa nas�l sonuçland���na bakmak gerekir.

Öte yandan, �u anda yürürlükte olan �ekliyle, yasama gücünün yarg� taraf�ndan

denetlenmesinin, ço�unluk sistemiyle karar almay� baltalayan bir mekanizma oldu�u

öne sürülebilir. Ancak demokratik sistemlerin ço�unda, yasama gücünün ço�unlu�a

dayanarak anayasal düzene ayk�r� karar alabilmesine engel olabilmek için bir yarg�

mekanizmas�n�n öngörüldü�ü dü�ünülürse, AB’de ikincillik ilkesi arac�l���yla

ço�unluk karar�na yarg� yoluyla kar�� ç�k�lmas�n�n demokrasiyi muhakkak zedeleyen

bir unsur olmad��� sonucuna var�labilir. ATAM’�n ikincillik ilkesini kullanarak ald���

kararlara bak�ld���nda, bu kararlar�n say�s�n�n az oldu�u ve ayn� zamanda �a��rt�c� bir

�ekilde üye devletler taraf�ndan da bu ilkeye gönderme yap�larak ba�vurunun

azald��� görülmektedir (Estella, 2002:140-141).

Ayr�ca yap�lmas� gereken bir ba�ka önemli tespit de, Mahkeme’nin ikincillik

ilkesine gönderme yapt��� durumlarda çok dikkatli bir dil benimsemesidir. Mahkeme,

siyasal bir tart��maya taraf olmaktan kaç�narak, ikincillik ilkesine ayk�r�l�k nedeniyle

aç�lan davalarda Topluluk organlar�n�n takdir yetkisine a��rl�k vermi�tir (Oder,

2004:481).66 Estella, bu dikkatli tavr� aç�klayan iki yap�sal özellik sayar (Estella,

2002: 159-175). Bunlardan ilki, Adalet Mahkemesi’nin me�ruiyetini koruma

iste�idir. Bu me�ruiyetin korunmas�, üye devletlerin Mahkeme’yi ço�unluk sistemini

a�ma yolu olarak görmesine engel olmakla mümkündür. Bu, ayn� zamanda

Topluluk’un kurulmas�ndan bu yana benimsedi�i nesnel tavr� koruma çabas�d�r.

�kinci özellik ise, kararlar�nda ortaya koydu�u siyasal önceli�e ili�kindir. Adalet

Mahkemesi’nin siyasal önceli�i bütünle�medir ki, bu kimi zaman egemenliklerini

korumaya çal��an üye devletlerin öncelikleri ile çeli�mektedir.

Uygulanmas�na dair durum ne olursa olsun, ikincillik ilkesi, doksanl� y�llar�n

ba��ndan itibaren federalizm ile ilgili yap�lan tart��malar�n temel ayaklar�ndan biri

oldu (Bermann, 1994:332)67. Hatta AB’yi federal örgütlenme modeli olarak öne

66 Oder, Mahkeme’nin �u kararlar�na gönderme yapar: C-84/94; C-233/94; C-377/98. 67 Roobol, Taslak Anayasa’da ikincillik ilkesinin kullan�m�n�, AB’deki merkezle�meve federal devlet olu�turma e�ilimlerine kar�� “emniyet kemeri” olarak nitelemektedir (Roobol, 2005:90).

171

sürenler için, ikincillik ilkesi (‘yaz�l� dayanak’) Topluluk hukukunun üstünlü�ü

doktrini (‘yaz�s�z dayanak’) ile birlikte, en önemli dayanak olarak görüldü (Oder,

2004:458-459)68. Ancak burada as�l soru, söz konusu federalizmin �ekliyle ilgilidir.

Kan�m�zca, üye devletlerin ba�l�ca kayg�s�, egemenliklerini yitirerek federe devlet

halini almalar�d�r. Yukar�da incelendi�i üzere, AB’nin klasik bir federal yap�da

olmad��� aç�kt�r. Günümüzde Avrupa co�rafyas�nda olu�an iktidar ili�kileri ço�ulcu

yap�n�n korundu�u bir federasyon fikrine daha yak�n gözükmektedir. Esasen Avrupa

devletlerinin içinde bulunduklar� toplumsal �artlara uygun siyasi yap�lar� olu�turma

sanc�s� çektikleri söylenebilir. �ktidar ili�kilerinin yeniden düzenlenmesi s�ras�nda da,

ikincillik ilkesi siyasi kararlar�n mümkün olan en alt seviyede al�nmas�n� öngörerek

demokrasinin gere�i tart��ma zeminini haz�rlayaca�� ve üye devletler ile Birlik

aras�ndaki egemenlik gerilimine son verece�i kanaatindeyiz.

�kinci Bölümün Sonucu

�kinci bölümde AB’nin anayasal düzeninin olu�mas�na ve bu olu�um

sürecinde egemenlik konusunun nas�l tart��mal� bir sorun halini ald���na de�inildi.

ATAM’�n kararlar�yla Avrupa bütünle�mesi h�zlan�rken, üye devletlerin al�nan

kararlarda ne derece rol üstlendikleri sorgulan�r hale geldi. En klasik kullan�m�yla hiç

kimseye dan��madan kanun yapma hakk� olarak dü�ünülen egemenlik, üye

devletlerin yasal düzenlemelerini yaparken AB kurumlar� taraf�ndan s�n�rlanmas�yla,

günümüz Avrupa co�rafyas�ndaki iktidar ili�kilerini anlatamaz hale gelmi�tir. Bu

iktidar ili�kilerini ço�ulcu zeminde anlamaya çal��an uluslararas� ili�kiler

kuramlar�n�n ya da hukukçular taraf�ndan dile getirelen federalizm tart��malar�n�n en

temel eksiklerinden biri ise, sadece kendi çal��ma alanlar�ndan yola ç�karak

egemenli�i anlamaya çal��malar�d�r. Son alt ba�l�kta belirtildi�i üzere, federasyon

kuram� AB’yi anlamak için önemli bir zemin sunmaktad�r. Ancak daha çok bir

anayasa hukuku çal��mas� niteli�i ta��yan bu kuram�n siyaset bilimi ve uluslararas�

ili�kiler yakla��mlar�yla da tamamlanmas� gerekmektedir. Üçüncü bölümde bir

68 Parantez içinde verilen antla�ma metnine at�f yaparak yaz�l� dayanak ve ATAM içtihatlar�ndan do�an doktrini kastederek yaz�s�z dayanak adland�rmalar� Oder taraf�ndan yap�lm��t�r.

172

federasyon olarak adland�r�labilecek AB’de iktidar ili�kilerinin özellikleri s�ralanacak

ve bu yeni egemenlik anlay���n�n nas�l adland�r�labilece�i ele al�nacakt�r.

173

III. ‘UZLA�I ZEM�N�NDE YETK� BÖLÜ�ÜMÜNE DAYANAN EGEMENL�K’: AVRUPA B�RL���’NDEK� �KT�DAR �L��K�LER�N� AÇIKLAMAK �Ç�N B�R ÖNER�

Bir önceki bölüm, Avrupa anayasal düzeninin olu�umunu ve kuramsal

temelini ele alm��t�r. Burada öne sürülen tez, AB’nin sadece devletler aras�nda

ba�lay�c�l��� olan bir sistemden, devletler kadar bireylere de haklar ve sorumluluklar

yükleyen bir sisteme dönü�tü�ü olmu�tur. Söz konusu yap�n�n hâlâ uluslararas�

hukuk zemininde analiz edilebilece�ini öne süren görü�ler vard�r (Hartley, 1999).

Ancak birinci bölümün son alt ba�l���nda ele al�nan devlet merkezli görü�lerle

aç�klanmas� kan�m�zca çok mümkün de�ildir. Öte yandan, Avrupa federal devletinin

kuruldu�unu öne sürmek, ikinci bölümde ele al�nd��� üzere temelsiz kalmaktad�r. Bu

yüzden birçok yazar�n belirtti�i gibi AB’yi yeni bir ‘siyasi örgütlenme’ (polity)

biçimi olarak görmek daha uygundur (La Torre, 1999:192). Böyle bir kabul ise, yeni

tan�mlamalar gerektirmektedir. Yukar�da de�inildi�i üzere, baz� politikac�lar�n bu

‘siyasi örgütlenmeye’ federasyon ad�n� vermesi birçok tart��may� beraberinde

getirmi�tir. Federal devletten ve konfederasyondan farkl� dü�ünmek �art�yla

federasyon adland�rmas�n� kullanmakta kan�m�zca bir sak�nca yoktur. �u a�amada

federasyon demeyi önerdi�imiz bu yeni siyasi örgütlenmenin hukuki ve siyasi

temellerini anlayabilmemize yard�mc� olacak kuramsal çerçeveyi olu�turmak

önemlidir. Schmitt’in federasyon kuram� AB’nin geli�imini anlamak için önemli bir

zemin olu�turmaktad�r. Ancak belirtildi�i üzere, daha türde� bir siyasal sistemi

aç�klamak için tasarland���ndan Avrupa bütünle�mesini aç�klamakta eksik kalan

yönleri mevcuttur. Bu bölümde bu eksikliklerin hukuki ve siyasi zeminde

tamamlanmas� amaçlanmaktad�r. Böylece iktidar ili�kilerinin 21. yüzy�l

Avrupas�’nda öncelikle uzla�maya dayanan ve yetki bölü�ümlerini öngören bir

egemenlik anlay���yla kavranabilece�i yönündeki varsay�m�n kuramsal zemini

olu�turulabilecektir. Bu amaçla ilk alt bölümde, yeni egemenlik anlay���n�n geli�ti�i

hukuki çerçeveyi anlamaya yönelik hukuki önermelere yer verilecektir. �kinci alt

bölümde özellikleri zikredilen hukuki çerçevede yeni egemenlik anlay���n�n

nitelikleri gösterilmeye çal���lacakt�r. Son alt bölümde ise, olas� bir Avrupa

174

Anayasas�’n�n yeni bir siyasi örgütlenme olarak AB’nin gelece�ine katk�s�

tart���lacakt�r.

A. Çok-Kademeli Anayasac�l�k ve Egemenli�e Yakla��mlar AB’nin anayasal düzeni içerisinde iktidar ili�kilerini anlamaya yard�mc�

hukuki bir çerçeve olu�turma çabas�, özellikle Maastricht Antla�mas�’ndan sonra

hukukçular�n çal��malar�nda yans�mas�n� bulmu�tur. Bu çal��malar�n incelenmesi

sonucunda, yeni yakla��mlar�n birçok farkl� isim alt�nda toplanabildi�i

gözlemlenmi�tir. Pernice, AB’nin geli�imini çok-kademeli anayasac�l�k ad� alt�nda

incelerken (Pernice, 2002); La Torre, Walker ve MacCormick gibi yazarlar anayasal

ço�ulculuk adland�rmas�n� tercih etmi�lerdir (Walker, 2002; La Torre, 1999;

MacCormick, 1999) 1 . Peters ise çokmerkezli anayasac�l�k tezini ortaya atm��t�r

(Oder, 2004:211-212). Ancak bu adland�rmalar aras�nda kesin bir ayr�m oldu�unu

dü�ünmemek gerekir. Esasen bu durum, temelde hepsinin modern anayasac�l�k

ele�tirisi üzerine yap�lanmas�ndan ve birçok ortak görü�e sahip olmalar�ndan

kaynaklanmaktad�r. Bu çal��mada çok-kademeli anayasac�l�k ad�n�n tercih

edilmesinin nedeni, AB’de kar��la��lan yeni siyasi örgütlenmeyi daha iyi ifade

edece�ine dair inan��t�r. Ancak çok-kademeli anayasac�l�k, Pernice’nin verdi�i

tan�mla s�n�rl� kalmamakta; yukar�da isimleri zikredilen ara�t�rmac�lar�n ço�ulcu ya

da çok-merkezli anayasac�l��a dair öne sürdükleri varsay�mlardan da beslenmektedir.

Öncelikle tüm yakla��mlar�n modern anayasac�l��a yöneltti�i ele�tiriler özellikle

Avrupa anayasal düzeninin geli�imiyle ba�lant�land�r�larak ele al�nacakt�r. Daha

sonra, çok-kademeli anayasac�l���n özellikleri incelenecektir.

1 Yazarlarla adland�rmalar aras�nda e�le�tirme yap�l�rken, kendi makalelerinde kulland�klar� ifadeler temel al�nm��t�r. Bu ara�t�rmac�lar�n, di�er ara�t�rmac�lar taraf�ndan ba�ka tezlerle e�le�tirildikleri de gözlenebilmektedir. Örne�in, Walker, Pernice’nin “çok-kademeli anayasac�l�k” anlay���n� devlet egemenli�ini korumaya yönelik görü�ler aras�na yerle�tirirken, MacCormick’in yakla��m�n� post-egemenlik anlay��� içinde görür (Walker, 2003:13-15). Esasen bu durum, temelde hepsinin modern anayasac�l�k ele�tirisi üzerine yap�lanmas�ndan ve birçok ortak görü�e sahip olmalar�ndan kaynaklanmaktad�r.

175

1. Modern Anayasac�l�k ve Avrupa Anayasal Düzeni 20. yüzy�l anayasal devlet anlay���n�n yerle�ti�i yüzy�l olmas�na kar��n

(Walker, 2002:317), özellikle son y�llarda birçok aç�dan modern anayasac�l�k

anlay��� ele�tirilere maruz kalm��t�r. Bu ele�tiriler genel olarak anayasa kuram�

üzerine çal��anlar kadar (Tully, 1995), AB’yi bir anayasal düzen olarak tan�mlayan

AB hukukçular� taraf�ndan da dile getirilmi�tir. Ele�tirilerin baz�lar�n�n özellikle AB

zemininde somutla�mas�, genel bir çevrede yazanlar�n bile AB ile ilgili örnekler

kullanmas� konuyu bizim için de önemli k�lmaktad�r. Bu yüzden ele�tirileri özellikle

Avrupa anayasal düzenini ilgilendirdikleri ba�lamda alt ba�l�klar halinde incelemek

çok-kademeli anayasac�l��a neden ihtiyaç duyuldu�unu anlamaya yard�mc� olacakt�r.

a. Devlet-merkezlilik

Modern anayasac�l��a yöneltilen ele�tirilerin ba��nda, anayasan�n devlete

ba�l� dü�ünülmesi gelir. Bu da anayasan�n tan�m�yla ba�lant�l� bir durumdur. �öyle

ki dar anlam�yla anayasa, hükümet organlar�n�n, bunlar�n yap�lar�n�n ve güçlerinin

belirlendi�i ve düzenlendi�i metindir (Craig, 2001:126). Modern siyasal sistemlerde

hükümet etme görevinin devlete ba�l� olarak dü�ünülmesi, ister istemez bu hükümet

etmenin en temel kurallar�n�n belirlendi�i metin olarak anayasan�n da sadece devlet

yap�s�nda mümkün olabildi�ine dair bir kan�n�n yerle�mesine neden olmu�tur.

Oysa, 20. yüzy�l�n ikinci yar�s�, ileti�im araçlar�n�n ve teknolojinin sundu�u

imkânlarla toplumsal örgütlenmelerin yap�s�n� dönü�üme zorlayan bir dönem oldu.

Bu da, ‘siyasal analizin en temel birimi devlettir’ kabulünün sorgulanmas�n�

beraberinde getirdi. Siyaset bilimi, sosyoloji, uluslararas� ili�kiler gibi disiplinlerde

küreselle�menin sonuçlar�n� kavramaya yönelik çal��malar�n ço�unun ister istemez

modern devletin gelece�ini irdelemesi hep bu sürecin içinde de�erlendirilmesi

gereken durumlard�r. Yukar�da AB’yi ifade etmek için kulland���m�z, ‘siyasi

örgütlenme’ (polity) ifadesi bu ba�lamdaki aray��lar�n sonucu olarak

yayg�nla�m��t�r. Keza ‘yöneti�im’ (governance) son ony�llarda devlet ya da devlet

d��� örgütlenmelerde bireylerin ihtiyaçlar�n�n tespitinin kolayla�t�r�lmas� ve yönetime

katk�lar�n�n artt�r�lmas� ad�na üretilen dü�üncelerden biridir. Ayr�ca bu tezin

176

amac�n�n, egemenlik kavram� incelemesinin bu dönü�üm dönemi içinde

dü�ünülmesini sa�lamak oldu�u bir kere daha belirtilmelidir. Çünkü birinci bölümün

sonucunda belirtildi�i gibi, egemenlik modern devletin olu�umuyla kavramsal olarak

a��rl���n� hissettirmeye ba�lam��t�r. Hatta bir anlamda, t�pk� anayasa gibi, devlete

ba�� dü�ünülür hale gelmi�tir. Yeni siyasi örgütlenmelere ihtiyaç duyulan bir

ortamda ise, iktidar ili�kilerinin yeniden tan�mlanmas� gerekti�i belirginle�mi�tir.

Tüm bu sürece anayasac�lar�n sessiz ve ilgisiz kald���n� dü�ünmek yanl��

olur. Bu bölümün giri� k�sm�nda belirtildi�i gibi, birçok hukukçu anayasac�l���n bu

ortamda nas�l bir �ekil ald���n� anlamak için çal��makta, hatta yeni adland�rmalar

önermektedir. Ancak, tüm bu hukukçular�n ulusötesi bir olu�umu kabullendi�i ve

devletin a��ld��� fikrini benimsediklerini dü�ünmek hatal� bir tav�rd�r (Walker,

2002:321). Baz� hukukçular, küreselle�me sonucunda ya�anan de�i�imlerin çok

önemli olduklar�n� kabul etmekle birlikte, hâlâ çözümlemelerinde devleti merkez

almaktad�rlar. �lk bölümde ele ald���m�z, AB’nin özerk bir hukuk düzeni olmas�n�

sorgulayan Schilling ya da AB için anayasal bir düzen ifadesini kullanmaktan

kaç�nan Hartley Avrupa ba�lam�nda ilk akla gelen isimlerdir.

Öte yandan, Avrupa bütünle�mesine �üpheci yakla�anlar, ‘anayasal inkâr’

yöntemini benimsediler (Craig, 2001:130-131; Walker, 2002:332). Bu inkâr, AB’nin

anayasal tart��ma için uygun bir tasar�m olmad��� iddias�na dayanmaktad�r. Bu iddia,

özellikle Avrupa ‘anayasal’ düzeninin daha üstün bir iktidara sahip olmas�

gerekti�ine dair inan��tan ileri gelmektedir. Bu çerçevede, ulusal egemenli�in

korunmas�yla Avrupa anayasal düzeninin inkâr� birbirini tamamlamaktad�r. �öyle ki,

modern anayasac�l�k kal�plar�yla dü�ünüldü�ünde, AB’de ya�anan geli�melerle

Avrupa anayasal düzeninin olu�tu�unun kabulü, bu düzenin ulusal anayasal düzenler

ile aras�ndaki ili�kinin belirlenmesini gerektirir; çünkü modern anayasac�l�k normlar

aras�nda bir hiyerar�i olmas� ilkesini benimser. Bu yüzden Avrupa anayasal

düzeninin varl���, hiyerar�ik bir yap� içindeki ulusal anayasal düzenlerin bu düzenin

alt�nda kal�p kalmad��� sorusunu da beraberinde getirmektedir. Ulusal anayasal

düzenin üstünde yer alabilecek bir düzenin kabulü ise, ulusal egemenli�in kendinden

daha üstün bir karar alma makam�n� tan�d��� anlam�na gelmektedir. Böylece ulusal

177

egemenli�in korunmas�na dair ideolojik söylem, anayasal düzen tart��malar�yla

ili�kilendirilmektedir. AB’deki iktidar ili�kilerini anlayabilmek için, ikinci alt

bölümde uzla�ma zemininde yetki bölü�ümüne dayanan egemenlik kavram�n� ileri

sürmeden önce, çok-kademeli anayasac�l�k anlay���n� ele almam�z�n nedeni de,

anayasal düzen ile egemenlik aras�nda kurulan söylemsel ve uygulamaya dayanan bu

ba�d�r.

b. Anayasal Söylemin A��rl���

Modern anayasac�l�k anlay���na yöneltilen di�er bir ele�tiri de, anayasac�l���n

özellikle AB ba�lam�nda çok fazla öne ç�kar�lmas�na dairdir. Ward, anayasac�l��a

verilen önemin fazlal���n� �u çarp�c� sözlerle dile getirmektedir:

“(Avrupa), Avrupa anayasas�yla mühürlenmi� bir Avrupa ‘Birli�i’ fikriyle büyülenmi�tir. Tanr�ya olan inanc�n yerini, hukuka olan inanç alm��t�r. En az�ndan Avrupa hukukçular� aras�nda, Avrupa Toplulu�u’nun üstünlük, do�rudan etki gibi doktrinleri geli�tiren Avrupa Adalet Mahkemesi ve hukuk taraf�ndan güvence alt�na al�nmas� inanç gibi bir �eydir” (Ward, 2001:25). Kan�m�zca bunda, birçok kereler belirtildi�i gibi, AB’nin ATAM içtihad�yla

çok da öngörülemeyen bir geli�im göstermesinin etkisi vard�r. Ancak �u gelinen

a�amada siyasi sorunlar�n sadece anayasal bir çerçevede çözüme kavu�turulmaya

çal���lmas� çok yeterli de�ildir. Esasen ikinci alt ba�l�kta, anayasal zeminde farkl� bir

�ekil almaya ba�layan egemenlik kavram�na, siyasi tart��malar �����nda yeni bir

zemin sunmaya çal��mak bu yüzden gereklidir. Bu anlamda, Avrupa’n�n gelece�i,

sadece antla�malara ya da muhtemel bir Avrupa anayasas�na de�il, ‘siyasi tahayyül’e

dayanmaktad�r.

“Anayasa kendi ba��na bir amaç de�ildir. En iyi �artlarda, anayasa, tart��may� kolayla�t�ran, duyguyu besleyen, siyasi tahayyülü güçlendiren bir araç, bir yoldur” (Ward, 2001:39). Dolay�s�yla bir anayasan�n ya da antla�malarla olu�turulan bir anayasal

düzenin daha derin temellere ihtiyac� vard�r.

178

Kan�m�zca Avrupa bütünle�mesinde, ATAM özellikle kurulu� döneminde

önemli bir rol üstlenmi�tir. Fakat ATAM’�n üstlendi�i rolü sadece hukukçular�n

onaylad���n�, yurtta�lar�n haberdar olmad���n� dü�ünmenin kimi eksik yanlar� vard�r.

Birçok ba�vurunun bireyler taraf�ndan Adalet Mahkemesi önüne ta��nd���

unutulmamal�d�r. Ayr�ca kararlar�n toplum ihtiyaç ve isteklerine uymayacak bir

�ekilde al�nmas� durumunda, bunlar�n ulusal mahkemeler taraf�ndan uygulanmas�nda

sorunlar ya�anmas� kaç�n�lmaz olurdu. Bu yüzden ATAM’�n kararlar�nda çok

dikkatli davrand���n� bir kere daha belirtmek uygun olacakt�r. Ancak al�nan

kararlar�n daha çok Ortak Pazar’�n i�leyi�ine dair olmas� siyasi yurtta��n yerini,

‘tüketici’ yurtta��n ald���na dair ele�tirileri de beraberinde getirmi�tir. Ancak Avrupa

bütünle�mesinin hedefinin öncelikle iktisadi alanda bir birlik olu�turulmas� oldu�u

unutulmamal�d�r. Zaman içinde AB, kendi iç pazar�n� olu�turmu� ve olu�an bu iç

Pazar ister istemez iktisadi alan�n d���na ç�kan düzenlemelerin de AB kurumlar�

taraf�ndan yap�lmas�n� gerektirmi�tir. Bu ba�lamda ‘tüketici yurtta�’ ele�tirilerini

daha çok Maastricht sonras� döneme yöneltmek do�ru olacakt�r; çünkü etki alan�

itibar�yla AB kurumlar�n�n kararlar� art�k sadece pazar�n i�leyi�ine ait teknik / hukuki

kararlardan ibaret de�ildir. Tüketicinin korunmas�, kamu sa�l��� politikalar�, ula��m,

e�itim ve sosyal politika gibi birçok ba�ka alanda AB’nin yetkileri artt�r�lm��t�r. Bu

süreç daha aç�k siyasi tart��ma ortam�n� gerektirmektedir. Dolay�s�yla Avrupa

bütünle�mesinin gücünü ve gelecekteki ilerleyi�ini sadece anayasala�maya ba�lamak

yanl�� olur. AB’deki anayasala�may� anlamaya çal��an bir yakla��m�n, ortak idealler

ve siyasi uzla�� aray���na da yer ay�rmas� önemli gözükmektedir.

c. De�erler Birli�i Modern anayasal düzenlerde, anayasalar, devletin kurumlar�n�n görev ve

yetkilerini belirledikleri gibi, o toplumun ortak de�erlerinin de yans�mas�

olmaktad�rlar. Bu ortak de�erlerin ortaya ç�k��lar� ise ulus devlet olu�turma

süreçleriyle parallellik göstermi�tir. �öyle ki ulus devletlerin olu�mas�ndan sonraki

dönemde anayasalar, o devletin resmi dilini, din ile devlet i�leri aras�ndaki ili�kinin

�eklini, devletin iktisadi alanda üstlenece�i rolü belirten ibareler içermektedir. Bu

179

ba�lamda, Walker anayasaya yans�yan iktisadi ya da kültürel de�erlerin hâkim

s�n�f�n görü�lerini yans�tt���na dair bir tespitte bulunmaktad�r2. Walker, bu konuyla

ilgili olarak verdi�i örnekte özellikle 1989 öncesinde komünist sistemle yönetilen

devletlerin anayasalar� ile Bat� Avrupa devletlerininkini kar��la�t�r�r. �lk gruba

girenler, planl� ve devlet denetiminde bir ekonomi anlay��� üzerine kurulurken;

ikinciler, mülkiyet hakk�n� ve özel te�ebbüsü destekler niteliktedir (Walker,

2002:328). AB için, hakim s�n�f tart��malar�ndan çok, üye devletlerin, iktisadi

düzenlerinde devletlerin üstlendi�i role dair bir al��kanl�klar� oldu�unu belirtmek

daha do�ru gözükmektedir. Örne�in, �ngiltere ile Fransa’n�n al��kanl�klar�

birbirinden çok farkl�d�r. Bu farkl�l�k bütünle�menin ilerlemesi a�amas�nda sorunlar

ç�karabilmektedir. Avrupa Anayasas�’n�n tart���lmas� sürecinde, Fransa’da bu metnin

liberal ekonominin de�erlerini vaaz etti�i yönünde de�erlendirmeler yap�lm��t�r.

Buna kar��n, �ngiltere’de ise Ortak Tar�m Politikas�, i�çi haklar� gibi konular�n liberal

ekonomiye ters oldu�u �eklinde ele�tiriler dile getirilmi�tir. Fransa’da anayasan�n

referanduma sunulma ve halk�n anayasa metnine kar�� yönde oy kullanmas�

sürecinde, sosyal devletin y�prat�ld���na dair kan� önemli rol oynam��t�r.

Öte yandan modern devletin anayasas�, sadece bir yurtta�l�k tan�m� yapar. Bu

tan�m�n hangi kuramsal temelden yola ç�k�larak yap�ld���ndan ziyade, önemli olan,

bir yurtta�l�k ba��n�n kurulmas�d�r. Bu yurtta�l�k ba��, ulusal kimlik ile

ili�kilendirilerek kurulur. 20. yüzy�l�n son y�llar� ise etnik, bölgesel kimlikler kadar

kültür ve cinsiyete dayanan farkl�l�klar�n da örgütlü bir �ekilde dile getirilmeye

ba�lad��� dönem oldu. Bu farkl�l�klardan kaynaklanan anayasal düzen ele�tirileri ise,

modern anayasal dü�üncenin içerisinde kalarak özerklik talebine ya da ayr�larak

ba�ka bir anayasal birim olu�turma iste�ine dayand�lar. Ancak as�l sorun, AB

anayasal düzeninin geli�imiyle belirginle�ti; çünkü bu anayasal düzen hem ulusal

yurtta�l�klar�, hem de Avrupa yurtta�l���n� korur bir çerçeve olu�turmaya

çal��maktad�r. Bu aç�lardan bak�ld���nda, Avrupa anayasal düzeninin geli�imi

modern anayasac�l���n yekpare yurtta�l�k anlay��� çerçevesinde anla��lmaya

çal���ld���nda ciddi sorunlarla kar��la��lmaktad�r. Üye devletlerin farkl�l�klar� kadar,

2 Walker, anayasalar�n hakim s�n�f�n görü�lerini dile getirmesine dair ele�tirilerini “normatif yönlendirme” adland�rmas�n� kullanarak ifade etmektedir.

180

ulus-devletler içinde kimlik aray���na giri�en alt-gruplar�n talepleri de bu türde�li�i

imkâns�z k�lmaktad�r. Bu yüzden, Avrupa bütünle�mesinin yasal zemini olu�turmay�

amaçlayan anayasal bir yakla��m ve daha farkl� bir yurtta�l�k tan�m� sunmas�

gereklidir.

.

2. Çok-kademeli Anayasac�l���n Genel Çerçevesi ve Avrupa Birli�i Yukar�da dile getirilen ele�tiriler, modern anayasac�l���n baz� temel

kabullerinin Avrupa anayasal düzeninin geli�imini aç�klamakta yetersiz kald���n�

gözler önüne sermektedir. Öte yandan, 21. yüzy�l küreselle�menin kazand��� ivmeyle

yeni yönetim anlay��lar�na kap�y� aralam��t�r. Bu ortamda AB, geli�ebilecek yeni

‘siyasi örgütlenmelerin’ bir öncülü niteli�i ta��maktad�r. Dolay�s�yla AB’yi

incelememize yard�mc� olabilecek yeni bir anayasac�l�k yakla��m� olu�turmak, ileriye

dönük bir anahtar sunabilecektir. Esasen bu yeni yakla��mlar, özellikle AB

hukukçular� aras�nda önemli bir tart��ma konusudur. Bu çal��mada, modern

anayasac�l���n eksik kalan yanlar�n�n tamamlanmas� için çok-kademeli anayasac�l�k

anlay��� önerilmektedir. Ayn� adland�rma Pernice (2002) taraf�ndan kullan�lm��

olmas�na ra�men, s�ralanan özellikler tam da ayn� nitelikte de�ildir. Hatta birçok

yönden ço�ulcu anayasac�l�ktan etkilenmektedir. Burada kullan�lan anlam�yla çok-

kademeli anayasac�l�k, yukar�da bahsedilen ele�tirilere yan�t olmay�, uzla�ma ve

yetki bölü�ümüne dayal� egemenlik anlay���na zemin olu�turmay� amaçlamaktad�r.

Çok-kademeli anayasac�l�k ad�n� vermeyi tercih etti�imiz yeni anayasac�l�k

yakla��m� için, devletsiz anayasal düzenin olabilirli�i, e� s�ral� bir hukuk düzeni ve

anayasal yurtta�l�k olmak üzere üç temel özellik ortaya konmal�d�r. Bu bölümde,

çok-kademeli anayasac�l�k yakla��m�n�n üç temel özelli�i daha ayr�nt�l�

incelenecektir. Ayr�ca bu üç kabul çerçevesinde Birlik hukukunun nas�l

yorumlanabilece�ine de�inilecektir.

181

a. Ulussonras� Bir Kavram Olarak Anayasa: Devletsiz Anayasal Düzenlerin Kabulü

Çok-kademeli anayasac�l�k öncelikle devletin tek anayasal düzen

olu�turucusu olmad��� kabulünden yola ç�kar. �üphesiz günümüz dünyas�nda

anayasal düzen iddias�nda bulunulan alanlara bak�ld���nda hâlâ öncelikli olarak

devlet otoritesiyle kar��la��lmaktad�r. Ancak ulus-üstü ve yerel / bölgesel yönetim

biçimlerinin geli�mesiyle, “anayasal düzen = devlet düzeni” önermesi her zaman

do�ru olmayan bir durum halini alm��t�r. Dolay�s�yla yeni ço�ulcu düzende, anayasa

ve anayasac�l�k kavramlar� “siyah – beyaz, hep ya da hiç olarak de�il, ince ayr�m ve

derecelenmeler içinde dü�ünülmelidir” (Walker, 2002:339). Siyasi hayat�n yeni

yönetim birimleriyle çe�itlenmesiyle olu�an ço�ulcu bir düzende, anayasac�l�k sadece

yönetim biçimlerinin belirlenmesi anlam�na gelmemektedir. Art�k anayasac�l�k için

önemli bir nokta da, de�i�ik kademedeki yönetim biçimlerinin birbirleriyle

ili�kilerinin düzenlenmesidir. Kimi zaman bölgesel / yerel, kimi zaman ulus-üstü

olarak ortaya ç�kabilen bu yönetim birimlerinin kademeli görüntüsü, birçok özellik

aç�s�ndan ço�ulcu anayasac�l�ktan beslenmesine ra�men, çok-kademeli anayasac�l�k

yakla��m� adland�rmas�n�n alt�nda yatan nedendir. Bu kademelilik bir hiyerar�iye

i�aret etmek zorunda de�ildir. Hatta bu kademelerin olu�mas�nda önemli olan�n,

i�levsel i�bölümü oldu�u da söylenebilir. Bir sonraki alt ba�l�kta de�i�ik anayasal

düzenler aras�nda ili�kilerin düzenlenmesinde önceden belirlenen bir hiyerar�i

olu�turulup olu�turulamayaca�� tart���laca��ndan, burada daha çok yeni anayasal

düzenlerin nitelikleri ve olu�umlar� anla��lmaya çal���lacakt�r.

Modern devletlerde anayasa, en dar anlam�yla, belirli bir toprak parças�

üzerinde siyasi iktidar�n temel kurallar�n�n belirlendi�i metin ya da kurallar

bütünüdür. Günümüzde ortaya ç�kan sorun ise, öncelikle, ayn� toprak parças�

üzerinde, farkl� konularda farkl� yönetim birimlerinin olu�mas�ndan kaynaklan�r. Bu

yönetim birimlerinin, devletsiz bir anayasal düzen olu�turmalar� için baz� ölçütleri

yerine getirmeleri gerekmektedir. Walker’a göre bu ölçütleri üç grupta toplamak

mümkündür: kurucu ölçütler, yöneti�im ölçütleri ve toplumsal ölçütler (Walker,

2002:342-359). ‘Kurucu ölçütler’, yeni bir siyasi örgütlenmenin anayasal bir düzen

182

olarak ortaya ç�kabilmesinin �artlar�n� belirler. ‘Yöneti�im ölçütleri’ ise yeni bir

anayasal düzende yetki bölü�ümü sorununun nas�l çözülebilece�ine dair öneriler

sunar. ‘Toplumsal ölçütler’ ise yeni anayasal düzen ile bu düzeni olu�turan bireyler

aras�ndaki ili�kinin tespitiyle ilgilenir. Bu ölçütler, birçok yönden çok-kademeli

anayasac�l���n varsay�mlar�n� desteklemektedir. ‘Kurucu ölçütler’, do�rudan

devletsiz anayasal düzenlerin kabulüyle ilintili oldu�undan bu ölçütlere bu paragrafta

yer verilecektir. ‘Yöneti�im ölçütlerine’ ve ‘toplumsal ölçütlere’ ise, çok-kademeli

anayasac�l���n tart��malar�yla kesi�tikleri paragraflarda gönderme yap�lacakt�r.

(1) Anayasal Söylem

Walker’a göre, kurucu ölçütlerin ba��nda, aç�k bir anayasal söyleme sahip

olma �art� gelir. Her hangi bir düzenin anayasal olarak nitelenebilmesi, öncelikle o

düzenin asli unsurlar�n�n kendilerini böyle tan�mlayabilmesine ba�l�d�r. Her ne

kadar, böyle bir iddia ile ortaya ç�k�lmas� o düzene hemen ve do�rudan anayasal

s�fat�n� kazand�rm�yorsa bile, böyle bir iddian�n olmas� di�er �artlar�n aranabilmesi

için önko�ul niteli�indedir. Çünkü anayasal söylem siyasi örgütlenmenin temel

unsurlar�n� içinde bar�nd�rmaktad�r. Bu örgütlenmenin olu�turdu�u / olu�turmay� öne

sürdü�ü düzenin i�leyi�inin kurallar�n� da belirler. Dolay�s�yla siyasal bir

yap�lanman�n, anayasal söyleme ihtiyac� vard�r. Anayasal söylem aç�s�ndan AB’ye

bak�ld���nda, üye devletlerin imzalad�klar� antla�malarda ya da Bakanlar Konseyi

zirvelerinde anayasal düzen ifadesi kullanmamalar�na kar��n, ATAM’�n içtihad�nda

bu yönde düzenli bir geli�im oldu�u gözlemlenmektedir.

ATAM’�n ilk dönem içtihatlar�na bak�ld���nda aç�kça bir anayasal düzen

ifadesi kullanmadan, “yeni bir hukuk düzeni” (26/62), “kendine has bir hukuk

düzeni” (6/64) gibi ifadelerle yetindi�i görülmektedir. ATAM’�n Topluluk’un yasal

düzenini ifade etmek için anayasa kavram�n� aç�kça kulland��� ilk örnek 1/76 say�l�

�ç Sulardaki Ta��mac�l��a �li�kin Avrupa Fonu görü�üdür. Bu görü�, 10 Eylül

1976’da Komisyon’un iç sularda ta��mac�l��a dair bir Avrupa Fonu olu�turulmas�na

ili�kin Topluluk ile �sviçre aras�nda akdedilen antla�man�n AETA’ya uygun olup

183

olmad���na dair ba�vurusu sonucunda al�nm��t�r 3 . ATAM, görü�ünde, öncelikli

olarak, Topluluk organlar�n�n iç i�lem yapma yetkisine de sahip olduklar� alanlarda,

antla�ma imzalama yetkisine sahip olduklar�n� bir kere daha belirtir4. AETA’n�n 74.

ve 75. maddesine göre Konsey, ortak ula�t�rma politikas�n� ba�ar�yla

gerçekle�tirebilmek için, “gerekli tüm önlemleri” almakla yükümlüdür. Dolay�s�yla

iç sularda ta��mac�l��a dair bir Avrupa fonu olu�turulmas�n� öngören bir anla�ma

imzalanmas� AETA’y� ihlal etmez. ATAM’�n görü�üne göre, böyle bir antla�man�n

yürütülmesinde görevli olacak bir tüzel ki�ili�in olu�turulmas� da özünde AETA’ya

ayk�r� de�ildir. Ancak söz konusu antla�mada ve ekinde düzenlendi�i �ekliyle

Avrupa fonunun yetkili organlar�nda, “Topluluk kurumlar�n�n yetkilileri son derece

s�n�rl�d�r”(§.9). Bu durumda, “Mahkeme, (…) özellikle örgütlenmeye dair

maddelerin Antla�mayla uyu�mayan bir �ekilde, üye devletler aras�ndaki (…)

ili�kileri de�i�tirdi�ine hükmetmektedir” (§.10). Ayr�ca kararda, antla�mada

öngörülen yap�n�n AETA’n�n önsözünde Topluluk hedeflerine “ortak eylem”le

ula��laca��na dair ilkeyi ihlal etti�i vurgulanmaktad�r. Mahkeme, bu �ekilde iç

sularda ta��mac�l��a dair bir Avrupa Fonu olu�turulmas�na ili�kin antla�man�n

geçersizli�i yönünde görü� bildirir.

Öte yandan bu karar�n en önemli yönü, teknik olarak bir antla�man�n

AETA’ya ayk�r� bulunarak geçersizli�ine karar verilmesi de�il; Mahkeme’nin ald���

karar�n gerekçelerini s�ralarken anayasa ifadesini kullanmas�d�r. Karar�n gerekçeler

k�sm�n�n 5. paragraf�nda, “Antla�maya ek düzenlemenin, (…) Topluluk’un d��

ili�kilerinde hareket özerkli�inden vazgeçmesi ve kurumlar�n yetkileri, buralardaki

karar alma süreçleri ve üye devletlerin kar��l�kl� konumu konusunda Topluluk’un

temel yap�sal özelliklerini de�i�tirerek iç anayasas�n�n de�i�mesi anlam�na geldi�i

görülmektedir” denilmektedir. Burada ATAM, kurumlar�n yetkilerinin, karar alma

süreçlerinin ve üye devletlerin kar��l�kl� ili�kilerinin belirlendi�i bir Topluluk

anayasas� oldu�unu öne sürmektedir. Bir ba�ka deyi�le, yeni bir siyasi örgütlenme

olarak AB’nin anayasal bir yap�s� oldu�u ifade edilmektedir. Bu kararla ilgili olarak 3 AETA’n�n 228. maddesi, akdedilen antla�malar�n Konsey, Komisyon ya da üye devlet ba�vurusuyla AETA’ya uygunlu�unun denetlenebilece�ini öngörür. 4 Bu konuda daha önce verilen 3,4 ve 6-76 say�l� Kramer karar�na gönderme yaparak bu konuda geli�en içtihat� da hat�rlat�r.

184

Oder, ATAM’�n kulland��� anlam�yla anayasan�n, “ana kurulu� anlam�nda

anayasay�” ça�r��t�rd���n� belirtmektedir. Ona göre, ATAM’�n iç anayasa ifadesinde,

devletin yerini Topluluk ve onun temel örgütlenme ilkeleri almaktad�r. “Böylece,

1/76 say�l� görü�ü kaleme alan ATAM yarg�çlar�n�n, bilinçli ya da bilinçsiz, ulusal

anayasa hukuklar�nda benimsenmi�, yerle�ik bir kavray�� çerçevesinde sorunu

çözümledikleri söylenebilir” (Oder, 2004:171). Ancak kan�m�zca önemli olan, devlet

olmayan bir siyasi örgütlenme için iç anayasa ifadesinin kullan�lmas�d�r. Bu ifade,

Topluluklar�n yasal düzeninin anayasall��� iddias�n� içerdi�i gibi, modern

anayasac�l�ktaki devlet merkezli anayasac�l��� da sorgulamaktad�r.

AB hukukunun önde gelen isimlerinden Weiler, ATAM’�n yeni bir düzen

olu�turma iddias�ndan anayasal söyleme geçi�inin belirgin �ekilde ortaya ç�kt��� ilk

karar olarak, Les Verts (294/83) karar�n� gösterir. Karar�n konusu, Les Verts –

Europe Ecologie isimli siyasi partinin, 12-13 Ekim 1982 tarihli AP ba�kanl���

karar�na ve 29 Ekim 1983 tarihli AP geni�letilmi� ba�kanl�k grubu düzenlemesine

kar�� açt��� iptal davas�d�r. Bu karar ve düzenleme, 1984 AP seçimleri öncesi,

seçimlere kat�lacak siyasi gruplara yapacaklar� kampanyalarda kullan�lmak üzere

seçim ödene�i ayr�lmas�n� konu edinir. Ancak seçim ödeneklerinin, siyasi gruplar

aras�nda e�it olarak payla�t�r�lmas� öngörülmemektedir 5 . Les Verts grubu,

ba�vurusunda esas olarak, daha önceden Parlamento’da grubu olan partilerin, AP

bütçesinden daha fazla pay almalar�n�n, bütçe payla��m� s�ras�nda e�itsizlik

yaratt���n� öne sürer6. Adalet Mahkemesi, ba�vurunun özüne ili�kin �u karara var�r:

AP ba�kanl��� taraf�ndan yap�lan düzenlemeler, seçim kampanyalar�n�n götürü usulü

kar��lanmas�na dair bir sistem öngörmektedir. Bu sistemi, AP’nin iç i�leyi�ine dair

5 Bu düzenlemelere göre, AP’de temsil edilen gruplara ve hiçbir gruba ba�l� olmayan üyelere, bütçede öngörülen miktar�n % 69’u verilecektir. Bütçedeki miktar�n %31’i ise, bir üye devlette geçerli oylar�n %5’inden fazla ya da üç üye devlette geçerli oylar�n %1’inden ço�unu almalar� ko�uluyla, 1984’de yap�lan AP seçimlerine kat�lanlara ayr�lm��t� (Oder, 2004:178). 6 Les Verts grubu, daha ayr�nt�l� bir �ekilde, iptal ba�vurusunu yedi gerekçeye dayand�r�r: 1- Yetkisizlik; 2-AET Antla�mas�’n�n 138. ve 7. maddelerinin ve Do�rudan Genel Oylamayla Temsilci Seçimi’ne Dair Belge’nin ihlâli; 3- Seçim yasas� önünde tüm yurtta�lar�n e�itli�i ilkesinin ihlâli; 4-AET Antla�mas�’n�n 85. ve izleyen maddelerinin ihlâli; 5- Frans�z Anayasas�’n�n yurtta�lar�n kanun önünde e�itli�i ilkesinin zedelenmesi; 6- Bütçe payla��m� s�ras�nda e�itsizlik olmas�; 7-AP’nin, 1979’da seçilen Parlamento üyelerinin tekrar seçilmesini sa�lamak ad�na kendisine verilen kredileri kötüye kullanmas�.

185

bir düzenleme 7 olarak nitelemek mümkün de�ildir. Ayr�ca, bütün topluluk için

geçerli olacak tek bir seçim kampanyas� usulü kabul edilene kadar, seçim

kampanyalar�n�n düzenlemeleri ulusal sistemlere b�rak�lm��t�r. Bu yüzden Mahkeme,

Les Verts’in yapt��� ba�vuruyu yerinde bulmu� ve AP’nin ba�kanl�k bürosunun söz

konusu düzenlemelerinin iptaline karar vermi�tir.

Mahkeme, ba�vurunun özüne ili�kin karar�n� incelemeye geçmeden önce,

kendisinin bu konu hakk�nda karar verme yetkisi olup olmad���na dair soru

i�aretlerini ortadan kald�rma yolunu seçmi�tir. Bu ba�lamda, kulland��� ifadeler

ATAM’�n Avrupa yasal düzenini nas�l tan�mlad���na dair bilgiyi bize sunmaktad�r.

AET’nin 173. maddesi, sadece Konsey’in ve Komisyon’un eylemlerinin

Mahkeme’nin yarg� denetimine aç�k oldu�unu belirtmektedir. Ancak AET’nin 164.

maddesine dayanarak hukuk düzeninin bekçisi olan Mahkeme’nin, AP’nin üçüncü

�ah�slar ad�na haklar / sorumluluklar do�uran eylemlerini de yarg�sal denetime tabi

tutmas� do�ald�r.

“Öncelikle alt�n� çizmek gerekir ki AET bir hukuk toplulu�udur. Dolay�s�yla ne üye devletler, ne kurumlar� eylemlerinin anayasal belge niteli�i ta��yan antla�maya uygunlu�unun denetiminden kaçamazlar” (§23)8. Mahkeme’nin AP’nin söz konusu kararlar�n�n yarg�sal denetimini yapmada

yetki sahibi oldu�unu aç�klarken kulland��� anayasal belge ifadesi, Les Verts

karar�n�n anayasal söylemin geli�mesini aç�klamak için s�k s�k gönderme yap�lan bir

karar olmas�n� sa�lam��t�r. Oder, kararla ilgili, bu tek cümlenin ayr�nt�dan ve

gerekçeden yoksun oldu�unu söyledikten sonra, Mahkeme’nin “davadaki hukuksal

sorunun çözümünde anayasa-andla�ma özde�li�ini kurmak zorunda” olmad���n�

belirtmektedir (Oder, 2005:181). Kan�m�zca bu durum, Adalet Mahkemesi’nin

anayasal söylem geli�tirme iste�ine ve giderek kendini öyle tan�ml�yor olmas�na

ba�l�d�r.

7 AP’nin iç i�leyi�ine dair düzenleme yetkisi oldu�unu belirtmek için, daha önceden ald��� 230/81 say�l� Lüksemburg / Parlamento karar�na gönderme yapar. 8 “Il y a lieu de souligner d’abord, à cet égard, que la Communauté économique européenne est une communauté de droit en ce que ni ses Etats membres, ni ses institutions n’échappent au contrôle de la conformité de leurs actes à la charte constitutionnelle de base qu’est le traité” (§23).

186

Zaman içinde Mahkeme, anayasal söylem geli�tirme iddias�n� daha da

belirginle�tirerek gerekçelerini aç�kça dile getirmi�tir. Gerekçelerin ve anayasal

düzenin temellerinin belirgin olarak dile getirilmesine zemin haz�rlayan durum,

Topluluk ile Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi (ASTB) ülkeleri ve Liechtenstein

aras�nda imzalanmas� dü�ünülen Avrupa Ekonomi Alan� Antla�mas�’n�n (AEAA)

AET Antla�mas�’na uygun olup olmad���n�n denetlenmesi için Mahkeme’ye görü�

sorulmas� sonucunda ortaya ç�km��t�r. Adalet Mahkemesi 1/91 say�l� görü�ünde

öncelikle AEA Antla�mas�’nda kullan�lan ifadelerle AET Antla�mas�’nda kullan�lan

ifadelerin ayn� olmas�n�n benzer yorumlanmas� anlam�na gelemeyece�ini belirtir;

çünkü AEA Antla�mas�’n�n amac� sadece bir serbest ticaret bölgesi olu�turmakken,

AET Antla�mas�’n�n hedefi iç pazar�n, iktisadi ve mali birli�in gerçekle�tirilmesiyle

Avrupa Birli�i’ne do�ru ilerlenmesidir.

ATAM iki antla�man�n kurdu�u hukuki düzenlerin ne kadar farkl� olduklar�n�

ortaya koyar. Bu farkl�l��� ortaya koyarken, Mahkeme Avrupa anayasal düzeninin

varl���n� gerekçeleriyle gözler önüne serer. AEA Antla�mas�, uluslararas� bir

antla�mad�r ve hiçbir egemenlik hakk�n�n devrini öngörmez.

“Buna kar��n, AET Antla�mas�, uluslararas� bir antla�ma olarak imzalanm�� olmas�na ra�men, bir hukuk toplulu�unun anayasal belgesini 9 olu�turur. Adalet Mahkemesi taraf�ndan sürekli olarak geli�tirilen içtihad�n �����nda, Topluluk antla�malar� yeni bir düzen olu�turmu�lard�r. Devletler, bu düzen lehine, gittikçe daha geni� alanda, egemenlik haklar�n� s�n�rlam��lar ve muhatab�n�n sadece devletler de�il, uyruklar� olmas�n� da kabul etmi�lerdir (…)10. Bu �ekilde olu�turulan Topluluk hukuk düzeninin temel özellikleri, üye devletlerin hukuk düzenleri kar��s�nda üstünlü�ü ve (Topluluk) kararlar�n�n uyruklar ve üye devletler aras�nda do�rudan etkilili�idir” (§21). Böylece Mahkeme, Topluluk antla�malar�n�n zaman içinde geli�tirdi�i

doktrinler �����nda, anayasal belge olarak dü�ünülmesi gerekti�ini aç�kl�kla ortaya

koyar.

AET Antla�mas�’na uygunluk konusunda ise, özellikle AEA’n�n öngördü�ü

mahkeme ile ATAM’�n yap�s� aras�ndaki uyu�mazl��� vurgular. AEA Antla�mas�

9 Karar�n orijinalinde vurgu yap�lmam��t�r. 10 Mahkeme burada 26/62 Van Gend en Loos karar�na aç�k gönderme yapmaktad�r.

187

kimi zaman Topluluk’a, kimi zaman üye devletlere, kimi zaman her ikisine birden

i�aret etmekte olan “sözle�menin taraflar� ifadesinin” içeri�ini yorumlama hakk�n�

kendi mahkemesine tan�m��t�r. Oysa AET Antla�mas�’n�n 219. maddesi bu yetkinin

ATAM’da oldu�unu belirtir. Öte yandan Mahkeme’ye göre, AEA Antla�mas�’n�n

ATAM’�n geçmi� içtihatlar�n� tan�mas� yeterli de�ildir; çünkü antla�ma metni,

gelecekte al�nacak kararlara dair bir madde içermez. Ayr�ca taslak antla�maya göre,

ATAM’�n yorumlama rolü sadece dan��ma �eklindedir ve ATAM’�n kararlar�n�n

taraflar üzerinde bir zorlay�c�l��� yoktur. Bu da, Topluluk hukuk düzenine ayk�r�d�r.

Sonuç olarak, Mahkeme taslak antla�man�n öngördü�ü yarg�sal denetim sisteminin

AET Antla�mas�’na uymad���n� belirtir. Görü�ünün son üç paragraf�nda ise, AET

Antla�mas�’na uymayan bir yarg�sal denetim sisteminin uygulan�r hale getirilmesinin

Topluluk temellerine ayk�r� oldu�u ve bu amaçla AET Antla�mas�’nda de�i�iklik

yap�lmas�n�n kabul edilemeyece�ini dile getirir.

ATAM’�n ‘topluluk temelleri’ne ayk�r� bir �ekilde antla�ma de�i�ikli�i

yap�lamayaca��n� belirtmesi, belirli anayasal ilkelerin anayasa de�i�ikli�ine kar��

korundu�u kat� anayasalar ile AET Antla�mas� aras�nda benzerlik kurulmas�

anlam�na gelmektedir. Hatta “(b)içimsel anlamda andla�ma olan metnin

de�i�tirilmesinde maddi s�n�rlar�n bulundu�u sav�, o metnin ‘anayasa’ niteli�ini

peki�tirir” (Oder, 2005:186). Kan�m�zca da, Mahkeme’nin ayn� görü� içerisinde hem

Topluluk antla�malar�n�n anayasal belge niteli�ini vurgulamas�, hem de bunlar�n

de�i�itirilemeyecek maddelerinin oldu�una i�aret etmesi, anayasal söylem iddias�n�

kuvvetlendirmektedir.

ATAM’�n içtihatlar�ndan konuyla ilgili son bir örnek olarak 2/94 numaral�

görü�ünü zikretmek faydal� olacakt�r. Topluluk’un Avrupa �nsan Haklar�

Sözle�mesi’ne kat�lmas�n�n uygun olup olmayaca��na dair ve 235. madde 11

kapsam�na girip girmeyece�i konusunda görü� sorulmas� üzerine Adalet Mahkemesi,

öncelikle Avrupa Toplulu�u Antla�malar�’n�n genel olarak aç�k yetki ilkesini 11 Bu madde, e�er Topluluk amaçlar�n�n gerçekle�tirilmesi için gerekli görülürse ve bu konuda antla�ma Topluluk organlar�na gerekli yetkileri tan�m�yorsa, Komisyon’un oybirli�i ile yapt��� teklife dayanarak ve Parlamento’nun onay�n� alarak Konsey’in gerekli düzenlemeleri yapabilmesini öngörmektedir. Bu maddenin kullan�m�na dair aç�klamalar için bkz. Weiler, 2004:52-56.

188

öngördüklerini bir kere daha belirtir. Topluluk kurumlar�n�n antla�ma imzalama

konusunda aç�k bir yetkisi yoktur. Topluluk’un sadece iç düzenlemesinin kendisine

b�rak�ld��� konularda antla�ma imzalayabilece�i z�mni yetkiler geli�tirilmi�tir. Ancak

insan haklar�, Topluluk’un yetki alan�na b�rak�lm�� bir konu de�ildir. Öte yandan,

�nsan Haklar� Sözle�mesi’nin imzalanmas�, Topluluk’un varolan insan haklar�

rejiminde köklü de�i�iklikler yap�lmas� anlam�na gelecektir. “Topluluk insan

haklar�n�n korunmas� rejiminde yap�lacak böyle bir de�i�iklik (…) anayasal bir

de�i�iklik gerektirecek ve dolay�s�yla 235. maddenin s�n�rlar�n� a�acakt�r” (§6).

Sonuç olarak Mahkeme, Avrupa �nsan Haklar� Sözle�mesi’nin imzalanmas�

konusunda Topluluk organlar�n�n yetkilendirilmesini uygun bulmam��t�r.

Örnek olarak verilen kararlar �����nda, Adalet Mahkemesi’nin, yetmi�li

y�llar�n ikinci yar�s�ndan itibaren Avrupa Topluluklar�’n� kuran antla�malar� bilinçli

olarak anayasal belge olarak nitelemeye ba�lad���n� görmekteyiz. Hatta 1991 y�l�nda

AEA Antla�mas�’n�n imzalanmas�na dair bildirdi�i 1/91 say�l� görü�te, uluslarararas�

antla�ma olarak akdedilen Roma ve Paris Antla�malar�’n�n hangi doktrinler �����nda

anayasal belgeye dönü�tükleri belirtilmi�tir. Bu anayasal belgeler, Topluluk’un temel

kurumlar�n� ve i�leyi� kurallar�n� ortaya koymakta; Adalet Mahkemesi da bu i�leyi�i

denetlemektedir. Ancak �üphesiz bir anayasal düzenin i�leyebilmesi için gerekli

yasal düzenlemelerin de yap�lmas� gerekmektedir. Bu yasal düzenlemelerin kimin

taraf�ndan yap�laca�� ve nas�l bir etkiye sahip olaca�� anayasal düzen olu�turman�n

önemli bir ölçütüdür.

(2) Egemenlik �ddias�

�kinci kurucu ölçüt, yasal düzenlemeleri yapma konusunda en son sözü

söyleme hakk�na sahip olma, egemenlik iddias�n�n varl���d�r. Klasik egemenlik

anlay��� çerçevesinde dü�ünüldü�ünde egemenlik iddias�, özerk bir hukuk düzeni

olu�turma ve belirli bir toprak parças� üzerinde en son yetkili olma dü�üncesini

içinde bar�nd�r�r. Bu anlam�yla egemenli�in, yeni siyasal yönetim biçimlerini

çözümlemekte yetersiz kald��� ilk k�sm�n sonucu olarak vurgulanm��t�r. Özellikle

189

AB’de do�rudan etkililik ve üstünlük doktrinlerinin geli�imiyle, Topluluk yasal

kurallar�n�n, sadece do�rudan ulusal hukuk kural� haline gelmekle kalmamas�, ayn�

zamanda ulusal planda üstün hukuk kural� halini almas� anlam�na gelmektedir

(Weiler, 2004:22). Ancak AB’nin egemenlik iddias�nda olmas�, üye devletlerin

egemen olmamas� anlam�na gelmemektedir. Egemenlik, çok-kademeli anayasac�l�k

çerçevesinde s�f�r toplaml� bir oyun olmaktan ç�kar�lmaktad�r. En önemlisi, ba�ta

Adalet Mahkemesi olmak üzere Topluluk organlar�n�n antla�malar�n kendilerine

tan�d��� konularda egemen olma iddias�, tek tarafl� olmakla kalmam��t�r. Ulusal

mahkemelerin bu kararlar�n ortaya ç�kma�snda ve uygulanmas�nda üstlendikleri

rolden daha önce söz edilmi�tir. Ancak genel olarak üye devletlerin anayasalar�nda

gerekli de�i�iklikleri12 yaparak bu yeni egemenlik anlay���n�n yay�lmas�na katk�da

bulunduklar� kesindir. Bunun olmas�n� sa�layan da kan�m�zca, Avrupa

Topluluklar�’n�n i�lemesi için uyulmas� gereken bir kurallar bütünü oldu�una dair bir

uzla��n�n üye devletler taraf�ndan kabul görmesidir.

Dolay�s�yla çok-kademeli anayasac�l�k anlay��� çerçevesinde egemenlik

dü�üncesi, bir sonraki alt bölümde özellikleri daha ayr�nt�l� tart���lacak olan uzla�ma

zeminde yetki bölü�ümüne dayanan egemenlik anlay��� do�rultusunda

dü�ünülmelidir13. Egemenlik dü�üncesinden tümüyle vazgeçilememesinin nedeni, en

az�ndan söylemsel olarak önemli bir yere sahip olmas�d�r. Uzla�arak yetki

bölü�ümüne dayanan egemenlik anlay���, s�n�rlar� toprak ilkesinin yan� s�ra sektörel

ve i�levsel olarak belirlenebilen yönetim birimlerinin (de Burca & de Witte,

2002:213-219) olu�makta oldu�unu kabul eder. Ayn� topraklar üzerinde, farkl�

alanlarda, farkl� egemen yönetim birimleri olabilece�ini öne sürer. Bu yönetim

birimlerinin aras�ndaki iktidar ili�kilerinin uzla�ma zemininde çözümlenebilece�ini

varsayar. Yetki bölü�ümüne dayanan egemenlik daha fazla ayr�nt�land�r�lmadan çok-

kademeli anayasac�l���n di�er varsay�mlar�n�n ele al�nmas� uygun olacakt�r.

12 Bu anayasa de�i�ikliklerine uzla�� konusu tart���l�rken yer verilecektir. 13 Ço�ulcu anayasal yakla��m� benimseyen yazarlar, egemenlik kavram�na yeni adland�rmalar önermektedir. MacCormick, “post-egemenlik” adland�rmas�n� önerirken (MacCormick, 1999) , Walker “geç-egemenlik” (Walker, 2003) adland�rmas�n� uygun bulur.

190

b. Kurallararas� Hiyerar�iden Çok Heterar�inin Kabulü

Devletsiz anayasal düzenlerin kabulü baz� sorunlar� da �üphesiz gündeme

getirmektedir. AB örne�inde oldu�u gibi, yeni siyasi örgütlenmeler (yönetimler), bir

toprak parças� üzerinde anayasal bir düzen kurma olu�turma iddias�nda

bulunabilmekte ve hatta baz� alanlarda en son karar vericinin kendisi oldu�unu öne

sürebilmektedir. Çok-kademeli anayasac�l�k anlay���n�n kabul etti�i sektörel ya da

i�levsel bölü�üme dayanan yönetim birimleri ayn� zamanda yetki bölü�ümü sorusunu

da gündeme getirir. Walker, yeni siyasi örgütlenmelerde yetki bölü�ümü ile ilgili

konular� yöneti�im ölçütleri ad� alt�nda ele al�r (Walker, 2002:347-350). Yöneti�im

ölçütlerinin ba��nda, yeni düzenin belirli bir yetki alan�na sahip olup olmad��� gelir.

AB ba�lam�nda yetki konusu ikincillik ilkesi incelenirken ayr�nt�l� ele al�nm��t�.

Hat�rlanaca�� üzere, AB kurumlar� baz� alanlarda kurucu antla�malardan do�an

münhas�r yetkilere sahipti. Ancak genel olarak belirtmek gerekirse, AB tarihi

öncelikle ATAM’�n z�mni yetkiler doktriniyle önünü açmas�yla, daha sonra AET

Antla�mas�’n�n 235. maddesinin etkin bir �ekilde uygulanmas�yla Birlik

kurumlar�n�n yetkilerinin geni�lemesine tan�kl�k eder (Weiler, 1999:51-56).

Bu yetki alan�n�n s�n�rlar�n�n tespitinde yorumsal özerkli�e sahip olup

olmamas� ise, Walker’a göre ikinci yöneti�im ölçütüdür. Yorumsal özerklik

konusunun, AB hukukçular� aras�ndaki önemli tart��ma konular�ndan biri oldu�u

birinci bölümde belirtilmi�ti. Ayn� zamanda bu bölümde, hukukçular aras�nda bir

fikir birli�inin olmad��� da söylenmi�ti. Schillling, AB’de ATAM’�n sadece

antla�man�n belirledi�i alanlarda en üst karar verici olabilece�ini, dolay�s�yla genel

bir yorumsal özerkli�e sahip olmas�n�n imkâns�z oldu�unu vurgulamaktad�r. Oysa

Weiler’a göre, Avrupa Antla�malar�’n�n ortak bir yoruma sahip olmas� önemlidir ve

bu görev antla�malar taraf�ndan ATAM’a verilmi�tir14. Walker’a göre ise, Avrupa

anayasal düzeninin ço�ulcu yap�s�, farkl� yorumsal özerklik iddialar�n�n olu�mas�n�

ve buna ba�l� yorum makamlar�n�n tan�nmas�n� gerekli k�lmaktad�r (Walker,

2002:349). Art�k egemenlik anlay��� mutlak olarak alg�lanamamaktad�r. Ayn� toprak

üzerinde i�levsel bir yetki bölü�ümüne dayanan farkl� yönetim birimlerinin

14 Schilling ile Weiler aras�nda bu konudaki tart��ma için bkz. I.C.

191

olabilirli�i kabul edilmektedir. Bu durumdan, Walker, farkl� siyasi yönetim

birimlerinin yorumsal özerklik iddias�nda bulunmas�n� önlemenin imkâns�zl���

sonucunu ç�kar�r. Ancak kan�m�zca bu belirsizlik, uygulamada sorun te�kil

edebilecek bir durumdur. �üphesiz Avrupa anayasal düzeninin bir parças� haline

gelen ikincillik ilkesi, yetki bölü�ümü sorununa bir çözüm aray���d�r. �kincillik

ilkesinin, ATAM ile ulusal anayasa mahkemeleri aras�nda yetki bölü�ümü

konusunda bir sorun ya�and���nda, uzla�� zemininin olu�turulmas� için ayd�nlat�c� bir

ilke olmas� mümkündür. Öte yandan, ayn� co�rafya üzerinde en üst yasal yorumlama

yetkisini ellerinde tuttuklar�n� dü�ünen bu iki kurum aras�nda kurumsal bir diyalogun

olu�turulmas� uygulamada etkili bir çözüm yolu olabilir.

Esasen yetki bölü�ümü konusunun bir sorun olarak gündeme gelmesinin

nedeni, modern devlet düzeninden devral�nan al��kanl�kt�r. �öyle ki tek bir kanun

koyucunun var oldu�u modern devlet düzeninde, kurallar�n hiyerar�ik bir yap�da

s�ralanmas�, her kurumun bu kurallar hiyerar�isinde kendisine tan�nan yetkiler

içerisinde hareket etmesi ve yetki s�n�rlar�na uyulup uyulmad���n�n üst mahkeme

taraf�ndan denetlenmesi genel kabul gören ilkelerdir. Oysa çok-kademeli

anayasac�l�k anlay���, ayn� co�rafya üzerinde etkin durumda farkl� anayasal

düzenlerin hiyerar�ik bir yap�ya sahip olmas�n� gerekli görmemektedir. Hatta bu

düzenlerin beraber ya�ayabilmeleri, bir anlamda bu hiyerar�i yoklu�una ba�l�d�r. AB

ba�lam�nda bu durumu, Peters heterar�i (e� s�ral� bir ili�ki) olarak adland�rmaktad�r.

Çokmerkezlilik tezini savunan Peters’a göre heterar�i, birbirleriyle hem i�birli�i,

hem yar��ma içindeki anayasal düzenlerin ayn� s�rada e�it biçimde varolabilmesi

anlam�na gelir (al�nt�layan Oder, 2004:212).

Bu durumda ister istemez akla, topluluk hukukunun ulusal hukuklar

kar��s�nda üstünlü�ü ilkesi gelmektedir. Peters’�n bu konuya verdi�i aç�klama hayli

ilginçtir (Oder, 2004:213-214). Peters, AB’yi bir anayasal düzen olarak kabul

etmesine ra�men, üstünlük ilkesini “topluluk d��� üstünlük” olarak yorumlar.

Topluluk d��� üstünlük, Avrupa hukuk düzeninin ve ulusal hukuk düzenlerinin iki

farkl� hukuk düzeni oldu�u fikri üzerine temellenir. Dolay�s�yla iki farkl� düzenin iki

farkl� anayasas� olabilir ve bunlardan birinin di�erine üstün olmas� gerekmez.

192

Çat��ma oldu�u durumda Topluluk hukukunun üstünlü�ünün kabulü, ulusal

düzenlerdekine e�de�er bir normlar hiyerar�isi olu�mas� anlam�na gelmez. Peters,

Topluluk hukukunun üstünlü�ünü Alman Anayasas�’ndaki ‘federal hukukun federe

hukuka üstünlü�ü’ne benzer bir kural olarak görür. Federal hiyerar�i ve anayasan�n

en üst noktas�n� olu�turdu�u kurallar hiyerar�isi beraber bir �ekilde varl�klar�n�n

sürdürürler. Her ikisinin niteli�i ve i�levi farkl�d�r. Bu iki kural birbirleriyle

yar��mazlar. Peters’a göre, Alman hukukundaki bu anlay�� Avrupa hukuk düzeni için

de kabul edilmelidir. Üstünlük doktrini, üye devletlerin anayasal düzenlerine ve

kurallar hiyerar�isine göre anayasan�n üstünlü�ü ilkesine zarar vermez. Ayr�ca

Alman hukukçuya göre, Topluluk hukukunun anayasall��� da, ulusal anayasalardan

üstün olup olmamas� incelenerek karar verilecek bir husus de�ildir. Topluluk hukuk

kurallar�n�n hiyerar�isi, kendi s�n�rlar� içerisinde belirlenebilir.

Bu aç�klamalar�n yan� s�ra, Peters, Topluluk hukukunun, uluslararas� hukuk

ile ulusal hukuk ili�kisini çözümlemek için kullan�lan tekçi / ikici yakla��mlar

çerçevesinde dü�ünülmesine kar��d�r. Böyle bir dü�ünme tarz�, Topluluk hukukunu,

uluslarararas� hukuk gibi dü�ünme yan�lg�s�ndan kaynaklanmaktad�r. Oysa ki,

yukar�da aç�klanan doktrinler �����nda AT hukuku uluslararas� hukukun çerçevesinin

d���na ç�km��t�r. Ancak Peters’�n tekçi yakla��mla Topluluk hukukunun anla��lmas�na

kar�� ç�k���, kimi soru i�aretlerini de beraberinde getirmektedir. �öyle ki tekçi

yakla��m�n en temelinde bulunan, bütün hukuk kurallar�n�n muhatab�n�n esasen

bireyler oldu�u dü�üncesi Topluluk hukuku için de geçerlidir. O halde, her ne kadar

tekçi yakla��m benimsenmese bile, Topluluk hukukunun kurallar� ile ulusal hukuk

kurallar� çeli�ti�inde, bireylerin neyi uygulamakla yükümlü olaca�� sorusunun cevab�

belirsiz kalmaktad�r. Çokmerkezli yakla��m�n�n savunucusu Peters, bu soruyu tek bir

cevap verilemeyece�ini söyleyerek yan�tlamaktad�r. Ona göre, kurallar aras�nda

mutlak bir tercih ili�kisinin önceden belirlenmesinden çok, ‘somut tart�m’

gerekmektedir (al�nt�layan Oder, 2004:219-220). Bir ba�ka deyi�le, Alman hukukçu,

çat��ma oldu�unda olay�n kendisinin de�erlendirilmesini, çat��an kurallar�n kar��l�kl�

biçimde olabildi�ince birbirine uygun yorumlanmas�n� önermektedir. �üphesiz bu

noktada ‘somut tart�m�’ hangi makam�n yapaca�� önemli bir soru halini almaktad�r.

Peters da, bu tart�m�n ulusal üst mahkemelere b�rak�lmas�n�n farkl� yorumlamalara

193

sebep olabilece�inin fark�ndad�r. Bu yüzden, Avrupa Antla�malar�’n� kaleme

alanlar�n öngördükleri �ekilde, çat��ma durumunda karar verici makam�n ATAM

olmas� gerekti�ini belirtir. “Böylece çokmerkezli anlay��, son karar makam�

bak�m�ndan Avrupa düzeyinde tek merkezlili�i benimseyerek, ‘anayasa

ço�ulculu�u’na dayanan ‘anayasal birli�in’, çat��ma durumunda da��lmas�n�

engellemektedir” (Oder, 2004:220).

Kan�m�zca bu anayasal birli�in kabul edilmesi, tekçi hukuk yakla��m�n�n da

benimsenmesi anlam�na gelmektedir. Klasik anlamda tekçi hukuk yakla��m�na göre

fark, kat� bir kurallar s�ralamas�n�n önceden belirlenememesidir. Bu belirsizli�in

temelinde, toplumsal ihtiyaçlar�n art�k sadece ulusal makamlar taraf�ndan

kar��lanamamas� yatmaktad�r. Böylece baz� alanlarda en üst otoritenin ulusüstü

makamlar olmas�n�n kabulü zaruri bir hal alm��t�r. Ancak bu kabul, tüm siyasal alan

için geçerli de�ildir. Dolay�s�yla de�i�ik kademelerde farkl� kaynaklardan do�an

(ulusüstü, ulusal, yerel / bölgesel gibi) hukuk kurallar�n�n kendi aralar�nda

önceliklerinin belirlenmesi için çe�itli yol gösterici ilkeler saptanabilir. ATAM’�n bu

yol gösterici ilkeler �����ndan karar vermesi, �u an için, en uygun yol gibi

gözükmektedir. Bu ilkelerin ba��nda ikincillik ilkesi gelmektedir. E�er çat��ma

olu�turan konunun ulusal makamlar taraf�ndan düzenlenmesi yeterli olmuyor ve

AB’nin amaçlar�n�n gerçekle�tirilmesine engel oluyor ise, Birlik kurumlar�n�n konu

hakk�nda düzenleme yapmas� zaruri olacakt�r. Bu durumda hukuki s�n�rlar� içerisinde

kalarak haz�rlanm�� bir Birlik normu ulusal hukuk kural�n� geçersiz k�labilecektir.

Öte yandan ATAM karar�n� verirken, Topluluk organlar� taraf�ndan koyulan kural�

ulusal anayasa hukukuna uygun olarak yorumlamakla yükümlüdür. Peters, bu

yükümlülü�ün antla�malar�n çe�itli maddelerinden anla��labildi�ini vurgulam��t�r.

Bu ba�lamda, ATA’n�n 10. maddesinde yer alan ‘dayan��ma’ yükümlülü�ünü,

ABA’n�n 6. maddesindeki (3. f�kra) ulusal kimliklere sayg� yükümlülü�ünü,

ATA’n�n 151. maddesinde (1. ve 4. f�kra) kültürlerin ulusal çe�itlili�inin

korunmas�n� saym��t�r. Ancak ATA’n�n 10. maddesindeki ‘dayan��ma’ yükümlülü�ü

esasen üye devletlere yönelik bir düzenlemedir. Bu yüzden, Oder’in yapt��� bu

maddenin ATAM için aç�k bir yükümlülük do�urmad���na dair ele�tirilere

194

kat�lmamak imkâns�zd�r. Di�er maddelerin de uygulamada çok yard�mc� olabilece�i

�üphelidir.

O halde, yol gösterici ilkeler, ATAM ile ulusal mahkemeler / anayasa

mahkemeleri aras�ndaki bu say�lan antla�ma maddeleri d���nda daha somut bir

zemine dayand�r�lmal�d�r. Bu zemin, ulusal ve Avrupa anayasal düzenleri aras�ndaki

çat��malar�n çözümü s�ras�nda uzla��n�n sa�land��� bir zemin olabilir. Uzla��y�

sa�laman�n yolu, ulusal anayasa mahkemeleri ile ATAM aras�nda bir diyalog

kurulmas�d�r. Böylece Avrupa’da anayasal söylem, tepesinde ulusal anayasa

mahkemelerin ya da ATAM’�n oldu�u kat� bir hiyerar�i anlay���ndan kurtar�l�p,

yap�c� bir anayasal diyalog içine yerle�tirilebilir. Diyalogun kurulmas� için Weiler

kurumsal bir öneri getirmektedir (Weiler, 2004:322). Birlik için bir Anayasa Konseyi

olu�turulmas�n� önermektedir. Bu Anayasa Konseyi, ikincillik ilkesinin uygulanmas�

da dahil olmak üzere yetki bölü�ümü konusunda yarg�lama yapabilecektir. Söz

konusu Anayasa Konseyi’ne ba�vuru, herhangi bir Birlik kurumu ya da üye devlet

taraf�ndan, bir yasal düzenlemenin yap�lmas�nda yürürlü�e girece�i tarihe kadar

yap�labilir. ATAM Ba�kan�, Konsey’in ba�kanl���n� üstlenirken, ulusal anayasa

mahkemelerinden (ya da e�de�erlerinden) gönderilen temsilciler bu Konsey’in

üyelerini olu�turacakt�r. Bu Konsey’de hiçbir üye devletin veto hakk�

bulunmayacakt�r (Weiler, 2004:322). Böylece hem Avrupa hukukunun tüm Birlik

topraklar�nda ayn� �ekilde yorumlanarak uygulanmas�, hem de üye devletlerin

anayasal düzenlerinin temel ilkelerinin zedelenmesinin önüne geçilmesi

sa�lanabilecektir.

Peters ise, kurumsal bir çözümün yerine, e�er konu ulusal anayasalar�n

yorumu ile ba�lant�l� ise, Birlik yarg�c�n�n yarg�lama s�ras�nda ilgili devletin anayasa

mahkemesine dan��mas�n� önermektedir. Ancak bu süreç, tam anlam�yla bir dan��ma

�eklindedir. Bir ba�ka deyi�le, ulusal anayasa mahkemesinin yorumu, sadece Birlik

yarg�c�n�n ulusal anayasalar konusunda duyarl�l���n� artt�rmay� hedeflemekte,

dolay�s�yla hiçbir �ekilde Birlik yarg�c�n�n takdirini s�n�rlamamaktad�r (al�nt�layan

Oder, 2004:224). �lk a�amada uygulamaya geçirilmesi daha kolay bir çözüm yolu

olmas�na ra�men, ba�vuruyu ATAM yarg�c�na b�rakmas� ve son a�amada ATAM

195

yarg�c�n�n karar�n� verirken yorum ile ba�l� olmamas�, ulusal anayasa

mahkemelerinin konu ile ilgili kayg�lar�n�n giderilmesini sa�lamayabilir. Bu yüzden

de Weiler’�n ulusal anayasa mahkemeleri ile ATAM aras�ndaki diyalogun kurumsal

zeminde olu�turulmas� daha etkili bir çözüm yolu olarak görülmektedir.

Özetlemek gerekirse, Avrupa’n�n siyasal örgütlenmesinin hukuksal zemini

anlamak için önerdi�imiz çok-kademeli anayasac�l�k anlay���, tekçi yakla��m

içerisinde hukuk kurallar�n�n bireylere uyguland���n�, dolay�s�yla farkl� hukuk

sistemlerinden söz edilemeyece�ini kabul etmektedir. Ancak ikinci a�amada tekçi

yakla��m�n�n hiyerar�ik yap�s�n�n günümüzde özellikle AB ba�lam�nda ortaya ç�kan

devletd��� anayasal düzenler ile ulusal anayasal düzenler aras�ndaki ili�kiyi anlamak

için yeterli olmad���n� dile getirmektedir. Bu yüzden, ilke olarak, üye devlet anayasal

düzenleri ile Avrupa anayasal düzeni aras�nda e� s�ral� bir ili�ki oldu�unu kabul

etmektedir. Buna göre, her anayasal düzen kendi yetki alan�na giren konuda üst

otorite niteli�i ta��maktad�r. Dolay�s�yla bir anlamda i�levsel bir bölünme söz

konusudur. Bu durumda, ya�anabilecek ve hatta ya�anmakta olan yetki bölü�ümü

konusundaki belirsizlikten kaynaklanan kural çat��malar� için ise, bir Anayasa

Konseyi olu�turulmas� fikrine s�cak bakmaktad�r. Çok-kademeli anayasac�l�k

anlay���n�n e� s�ral� bir ili�ki oldu�una dair kabulünü bu �ekilde aç�klad�ktan sonra,

üçüncü özellik çerçevesinde, bu anayasal yakla��m�n yurtta�lar ile ba��n� kurmak

gerekmektedir.

c. Yurtta�lar�n Çok Kimliklili�inin Kabulü ve ‘Anayasal Yurtseverlik’ Anlay���

Birlik co�rafyas�nda iktidar ili�kilerinin ald��� �ekli anlamak için temel

ald���m�z çok-kademeli anayasac�l���n ç�k�� noktas�, her ne kadar klasik anlamda bir

yaz�l� ya da sözlü anayasaya sahip olmasa da AB’nin bir anayasal düzen

olu�turdu�udur. Ancak devletsiz bir anayasal düzen olarak, bireyler ile ili�kisini

tan�mlamak biraz daha karma��k bir hal almaktad�r. Yurtta�l���n, ulus-devletlerin

kurulmalar�ndan ve yerlerini sa�lamla�t�rmalar�ndan sonraki dönemde ulusal kimlik

ile tan�mlanmas� bu karma��kl���n ç�k�� noktas�d�r; çünkü modern devletin geli�imi

196

ile ulus-devlet ile egemenlik aras�nda kopar�lmas� zor gözüken bir ba� kurulurken,

ulus-devlet ile yurtta� aras�nda da benzer bir ba� kurulmu�tur. Modern devletin

anayasas�, bu ba�� tescillemi�; bu ba� üzerinden haklar ve ödevler tan�m� yapm��t�r.

Oysa ki yurtta�l�k kavram�n�n geçmi�i Antik Yunan ve Roma’ya kadar

uzanarak modern devletten önce gelir. Dolay�s�yla birinci k�sm�n sonucunda

belirtildi�i gibi, nas�l egemenlik kavram�n�n ulus-devletten farkl� dü�ünüldü�ü

dönemler olduysa, yurtta�l�k kavram�n�n da olmu�tur. Ulus-devlet yurtta�l���n�n

öngördü�ü aidiyet art�k yeterli gelmemektedir. Ya�anan toplumsal geli�melerle

ortaya ç�kan yeni yönetim biçimleri, yeni aidiyetlerin kabulünü gerektirmektedir. Bu

gereklili�in belirgin olarak ortaya ç�kt��� yerlerden biri ise AB’dir15.

AB farkl� uluslar�n olu�turdu�u bir birliktir ve bu birli�in amac�, üye

devletlerin ulusal kimliklerini ortadan kald�rmak de�ildir. Ayr�ca böyle bir amaç

belirlense dahi, ulusal kimliklerin önüne geçebilecek yekpare bir Avrupal� kimli�inin

yak�n gelecekte olu�turulabilece�ini dü�ünmek hayalperest bir yakla��m olacakt�r.

Dolay�s�yla çokuluslu ve çokkültürlü bir Avrupa’da Avrupal� kimli�i, ulusal

kimliklere eklenmektedir. Avrupa yurtta�l��� da üye devlet yurtta�l���n� ortadan

kald�rmad��� gibi �u an için üye devlet yurtta�l���ndan yola ç�karak

tan�mlanmaktad�r.

Avrupa anayasal düzeninde yeni bir egemenlik anlay���, öncelikle somut ve

soyut yönüyle egemenli�in ayr� dü�ünülmesi gerekti�ini savunmaktad�r. Soyut

yönüyle AB’de egemen olan Avrupa yurtta�lar�d�r. Bu yüzden Avrupa yurtta�l���

konusu bir sonraki bölümün ikinci alt ba�l���nda çok daha ayr�nt�l� ele al�nacakt�r.

Burada sadece, egemenlik anlay���n�n de�i�mesinin yurtta�l��a bak���n da

de�i�tirilmesini gerekli k�ld��� vurgulanmak istenmektedir. Ulus-devlette ulusal

egemenlik dü�üncesi hakimken, aidiyetin ulustan yola ç�karak aç�klanmas� sorun

yaratmamaktayd�. Oysa Avrupa anayasal düzeninde, egemenli�i kullanan organlar,

yetki bölü�ümüne göre, ulus-devletinkiler olabildi�i gibi Avrupa kurumlar� da

15 Ancak Kanada ve Belçika gibi farkl� çok kültürlülü�ün tan�nd��� ülkelerde de aidiyet ve yurtta�l�k konusu oldukça tart���lan bir konudur.

197

olabilmektedir. Avrupa kurumlar�n�n son karar al�c� / yasa koyucu olduklar�

durumlarda Avrupa yurtta�lar�yla olan ili�kileri önem kazanmaktad�r. Bu, son

günlerde Avrupa gündemine demokrasi eksikli�i olarak yans�yan sorunun temelinde

yatan noktad�r. Ayr�ca bu kurumlarla nas�l bir aidiyet kurulaca�� da bir di�er soru

olarak belirmektedir. Bu ba�lamda, Habermas’�n önerdi�i ‘anayasal yurtseverlik’

yakla��m� çok aç�l�ml� bir çerçeve sunmaktad�r. Alman dü�ünüre göre, en k�sa

ifadesiyle, ‘anayasal yurtseverlik’, temel haklar� güvence alt�na alan anayasal ilkelere

dayal� bir aidiyetin geli�tirilmesi anlam�na gelir16.

Sonuç olarak, AB örne�inde görüldü�ü gibi, ulusüstü bir anayasal düzenin

olu�mas� durumunu anlayabilmek için önerilen çok-kademeli anayasac�l�k

anlay���nda, her kademeye göre bir yöneten – yönetilen ili�kisinin olu�abilece�ini

kabul etmek gerekmektedir. Bu ili�kilerde ba�l�l�k, kabul edilen anayasal de�erlerdir.

Böyle bir düzende, çokkültürlü yap�n�n korunarak birlikteli�in devam ettirilmesi

ba�l�ca amaçt�r17. Bu anayasal de�erlerin belirlenmesi a�amas�nda ise, bir müzakere

süreci sonucunda var�lacak uzla�� fikri devreye girmektedir. Çünkü yurtta�lar�n,

anayasal ilkelerden itibaren kendilerini bir siyasi toplulu�un üyesi olarak görmeleri o

ilkelerin belirlenmesi a�amas�nda tart��malara ve karar alma süreçlerine kat�l�mlar�na

ba�l�d�r. Bir sonraki bölümde bu uzla��n�n nas�l olu�tu�u ve yeni egemenlik anlay���

ile ba�lant�s� ayr�nt�land�r�lacakt�r.

B. Yasal Zemininin Siyasal Eksi�inin Tamamlanmas� �çin Öneri: Uzla�� Zemininde Yetki Bölü�ümüne Dayanan Egemenlik Fikri

Bir önceki alt ba�l�k, yeni egemenlik anlay���n�n nas�l bir anayasal zeminde

anla��labilece�i konusunda ipuçlar� sunmu�tur. Ancak bu yeni egemenlik anlay���n�n

daha iyi anla��labilmesi için ne gibi özelliklere sahip oldu�unu da s�ralamak

gerekmektedir. Bu yeni egemenlik anlay���n�n ilk özelli�i, birinci k�s�mda ele

ald���m�z modern devlet öncesi iktidar ili�kilerinde rastland��� üzere, ikili bir yap�

sergilemesidir. Bu ikili yap�n�n tespit edilmesi, egemenli�e ba�l� dü�ünülen

16 Bu konunun ayr�nt�l� incelemesi için bkz. B-1-b. 17 “Unity in diversity” bu dü�üncenin AB’de sloganla�t�r�lm�� �eklidir.

198

yetkilerin farkl� makamlar aras�nda bölünebilmesine izin verir. �kinci özelli�i ise,

tam da �u a�amada ortaya ç�kar. Bu yetki bölü�ümlerinin sa�lanabilmesi için

kurumlar aras�nda oldu�u kadar yurtta�lar aras�nda da bir uzla��n�n olmas� gerekir.

Bu özelliklere bak�ld���nda, klasik egemenlik anlay���ndan çok uzakla��ld���

görülmektedir. Bu yüzden egemenlik kavram�n�n sonunun gelip gelmedi�i de

sorgulanmaktad�r. Öncelikle bu tart��malara yer verilecek; daha sonra yeni

egemenlik anlay���n�n özelliklerine ve uzla�� fikrine de�inilecektir.

1. Egemenli�in Sonu Tart��malar�

Küreselle�menin teknolojik ilerlemelerle peki�ti�i ve h�zland��� bir ça�da,

devletler kendi topraklar� üzerindeki denetimi kaybettikleri gibi kar��la�t�klar� birçok

soruna tek ba�lar�na çözüm bulamaz hale gelmi�lerdir. Bu devletlerin uluslararas�

i�birli�ine yönelmesi ve uluslararas� hukukun geli�mesiyle, o zamana kadar mutlak

ve s�n�rs�z alg�lanan devlet egemenli�inde bir dönü�üm ya�anmaya ba�lam��t�r. Bu

dönü�ümü ba��ndan beri, modern devletin temellerine yap�lan do�rudan bir sald�r�

olarak niteleyenler olmu�tur. Dolay�s�yla egemenli�in sonu tart��malar�n�n ilk ekseni

devletin yönetme / denetleme yetisi olmu�tur. Bu ba�lamada, 1945 sonras�nda, Herz

gibi güvenlik unsurunu öne ç�karan baz� uluslararas� ili�kiler kuramc�lar�, nükleer

silahlar�n geli�mesiyle, devletlerin topraklar� üzerindeki denetimi kaybetmeye

ba�lad��� tespitinde bulunmu�lard�r. Bu tespitten yola ç�karak da devlet egemenli�ine

�üpheli yakla�m��lard�r. Avrupa bütünle�mesini anlamak için i�levsel yakla��m�

öneren Deutsch ise, devlet egemenli�inin özellikle iktisadi alandaki geli�meler ve

kar��l�kl� ba��ml�l�k yüzünden “kriz” ya�ad���n� söylemi�tir (gönderme yapan

Christiansen, 1994:15). Ancak tüm bu ele�tirilere ra�men, devlet egemenli�i doktrini

a��rl���n� korumu�tur. Devlet egemenli�inin devam�n� destekleyen en temel unsur,

yukar�da örneklenen devlet egemenli�inin sonu iddialar�n�n, devlet egemenli�inin

hukuki boyutundan çok, uygulamada kar��la��lan sorunlara yönelmesidir. Bir ba�ka

deyi�le, �kinci Dünya Sava��’n� izleyen y�llarda ulus-devletlerin ilke olarak

egemenliklerini koruduklar� söylenebilir. Bull, yetmi�li y�llar�n sonunda hukuki bir

kavram olarak egemenlik ile siyasal hayat�n gerçeklerini kar��t�rmamak gerekti�ini

199

belirterek, yukar�da de�inilen ele�tirilere bir anlamda cevap vermi�tir (Bull,

1979:112’ye gönderme yapan Christiansen, 1994:16).

Ayr�ca uygulamada devletin yönetme yetisini kaybetti�ine dair ele�tirilerin

yeni olmad���n�n alt�n� çizen yazarlar da vard�r. 19. yüzy�l�n ortalar�ndan itibaren,

kar��l�kl� ba��ml�l���n ve uluslararas� iktisat�n siyaset üzerindeki a��rl���n�n artmas�,

devlet egemenli�inin azald���na dair ele�tirlerin ana kayna�� olmu�tur (Werner & de

Wilde, 2001:285). Krasner’in bu ba�lamda kulland��� ‘kar��l�kl� ba��ml�l�k

egemenli�i’18 (interdependence sovereignty) ifadesi, egemenli�in a��rl�kl� olarak

devlet denetimini sa�lama yetisini anlatmak üzere kullan�lmaktad�r. Bu yazara göre,

bir devlet uluslarararas� sistemde di�erlerine e�it ve egemen bir devlet olarak kabul

edilmesine ra�men, s�n�rlar�n� a�an her hareketi denetleyemiyor olabilir. Bu, onun bir

d�� gücün otoritesini kabullendi�i anlam�na gelmemektedir (Krasner, 1999;12-14).

Dolay�s�yla egemenli�ini yitirmesine i�aret etmemektedir. Çünkü uluslararas�

tan�nman�n d���nda çok az bir �ey sa�lasa bile, en zay�f devletler için bile egemenlik

önemlidir. Küreselle�meye ba�l� kar��l�kl� ba��ml�l���n geli�mesiyle de�i�en, devlet

otoritesinin kapsam�d�r (Krasner, 2001:20). Kan�m�zca Krasner’in, egemenli�in dört

farkl� anlam�ndan biri olarak önerdi�i ‘kar��l�kl� ba��ml�l�k egemenli�i’, zorlama bir

tan�mlama olarak kalmaktad�r. Söz konusu kar��l�kl� ba��ml�l���n, hangi a�amaya

kadar devletin karar verme yetisini tümden ortadan kald�r�p kald�rmayaca��

bilinmemektedir. Genel olarak, uluslararas� sistemde, her devletin egemen ve e�it

oldu�u her zaman vurgulanm��t�r. Ancak biraz da alayc� bir ifadeyle hep söylenilen

‘baz� devletlerin di�erlerinden daha e�it’ olduklar�d�r. Günümüzde teknolojinin tüm

ileti�im imkânlar�n� ve hareketlili�i artt�rmas�yla ya�anan, daha önceleri ‘zay�f

devletler’ için kullan�lan bu ifadenin güç ayr�m� yapmadan yayg�nl�k kazanmas�d�r.

Egemenlik kavram�n�n sonunun geldi�i iddialar�na bir di�er ele�tiri,

egemenli�i bir ‘kurum’ olarak ele alan yazarlardan gelir. Burada egemenlik ile ilgili

görü�lerine yer verilen Sørenson, makalesinde Keohane’�n kurum tan�m�n�

18 Kranser, egemenlik kavram�n�n genel olarak dört anlamda kullan�ld���n� belirtir. “Kar��l�kl� ba��ml�l�k egemenli�i” bunlardan biridir. Di�erleri, “iç egemenlik”, “uluslararas� hukuki egemenlik” ve “Westphalia tarz� egemenlik”tir. Her birini ayr�nt�l� aç�klamalar� için, bkz. Krasner, 1999:11-25.

200

al�nt�lam��t�r. Bu tan�ma göre kurum, “davran��sal rolleri belirleyen, fiilleri s�n�rlayan

ve beklentileri �ekillendiren, resmi ya da gayri resmi, süreklilik gösteren ve birbirine

ba�l� kurallar bütünü” olarak tan�mlanm��t�r (Keohane, 1990:732’den al�nt�layan

Sørenson, 1999:591). Bu anlam�yla egemenlik, devletlerin kendi içlerindeki güçlerini

ve devletler aras�ndaki ili�kileri tan�mlanma arac�d�r. Gücün kullan�m�n�

me�rula�t�r�r. Hinsley de, egemenli�i “insanlar�n eski me�rula�t�rma �ekillerini

güçlendirmek ya da gücün otoriteye dönü�mesini sa�layacak yeni temeller kurmak

için kulland�klar� bir kavram” olarak tan�mlayarak bu me�rula�t�r�c� role vurgu

yapmaktad�r (Hinsley, 1986:25). Bu kavram�n ne oldu�unu tam olarak anlayabilmek

için ise, egemenli�e ba�l� kurallara bakmak gerekir. Sørenson’e göre, tüm kurumsal

olgular�n tan�mlanmas�nda oldu�u gibi, bu kurallar� iki grupta toplamak mümkündür:

olu�turucu kurallar (constitutive rules) ve düzenleyici (regulative rules) kurallar19.

Searle, tüm olu�turucu kurallar için �u genel kal�b� önerir: “C ortam�nda X, Y

anlam�na gelir” (X counts as Y in context C)20. Nas�l bir futbol maç�nda hangi

durumun gol say�laca��n� tespit eden kural önceden belirlendiyse, siyaset alan�nda da

baz� kurallar önceden belirlenir ve bunlar ‘olu�turucu kurallar’d�r. Gol at�lmas�na

imkân veren tan�m�n�n yap�lmas�d�r. Buradan yola ç�karak, egemenlik için de,

olu�turucu kurallar�n hangi durumda egemenlikten söz edilebilece�ini belirleyen

kurallar oldu�u söylenebilir (Werner & de Wilde, 2001:292).

“C ortam�nda X, Y anlam�na gelir” önermesini egemenlik oyununa uygulayan

Sørenson, öncelikle egemenli�in yerine kullan�lan X’in kar��l���n�n ne oldu�unu

aç�klar. Ona göre, her toplulu�un egemen say�lmas� mümkün de�ildir. Egemen

s�fat�n� kullanabilenler sadece devletlerdir. Devletten söz edebilmek için ise, üç

unsurun –ülke, halk, hükümet- bir araya gelmesi gerekti�ini öne sürer. Egemenli�in

tan�m�n� vermek için anahtar olan Y’nin kar��l��� olarak anayasal ba��ms�zl��� önerir.

Bu anayasal ba��ms�zl�k, “hukuki, mutlak ve birle�tirici bir �artt�r” (Sørenson,

19 Kurumlar�n olu�mas�n� ve i�leyi�i aç�klamaya yönelik kurallar için ba�ka adland�rmalar� tercih edenler de vard�r. Örne�in Werner ve de Wilde; kurucu (institutive) kurallar, sonuçsal (consequential) kurallar ve bitirici (terminative) kurallar ayr�m�n� yapmaktad�r (Werner ve de Wilde, 2001:293-294). 20 Bir dilbilimci olan Searle’ün çal��mas�na (Searle, 1995) egemenli�e dair tart��malara yer veren ve egemenlik kavram�n�n a��rl�kl� yerinin hâlâ devam etti�ini savunan birçok akademisyen gönderme yapmaktad�r (Sørenson, 1999; Werner & de Wilde, 2001; James, 1999).

201

1999:593). Her egemen devlet, di�erlerinden ayr� bir anayasal düzene sahiptir.

Egemen devletlerin iktisadi, siyasi ya da askeri güçleri ne seviyede olursa olsun,

uluslararas� toplumun e�it bir üyesi olmalar� da bu özellikten ileri gelir. Anayasal

özgürlü�e sahip egemen devletler, uluslararas� arenada ayn� hak ve görevlere

tabidirler. K�saca belirtmek gerekirse, Sørenson’a göre, uluslararas� devletler

toplumunda, egemen devletin asli olu�turucu özelli�i anayasal ba��ms�zl�kt�r. Daha

da önemlisi, “17. yüzy�lda siyasi örgütlenmenin hâkim ilkesi oldu�undan beri

de�i�meden kalan olu�turucu içerik budur”. Egemenli�in bir kurum olarak

devaml�l���n� sa�layan bu içerik yüzünden de egemenli�in sonundan bahsetmek

mümkün de�ildir (Sørenson, 1999:593). Egemenlikle ilgili de�i�iklik, ‘düzenleyici

kurallar’ çerçevesinde ya�anm��t�r. Egemenlik ile ilgili ‘düzenleyici kurallar’

önceden egemen devletler olarak tan�mlanan birimler aras�ndaki ili�kileri

düzenlemek için konulan kurallard�r (Sørenson, 1999:593). Uluslararas� hukukta ya

da insan haklar� ba�lam�nda ya�anan geli�melerin aç�klanmas� ‘düzenleyici kurallar’

çerçevesinde sa�lanabilmektedir. Bu düzenleyici kurallar�n de�i�imi, olu�turucu

kurallarda bir de�i�iklik getirmedi�inden egemenli�in sonunu ilan etmek de anlaml�

olmamaktad�r.

Searle’ün çal��malar�ndan etkilenen bir di�er isim de Alexander Wendt’dir.

Wendt, Searle’ün do�al hayat ile toplumsal hayat aras�nda yapt��� ayr�mdan yola

ç�kar. Searle’e göre, do�al dünya ile toplumsal dünya aras�nda çok temel bir fark

vard�r: ilki fiziksel, kendili�inden varolan olgulardan olu�urken; ikincisi, “sadece

insanlar�n onay�yla olgu niteli�i kazanan olgulardan” olu�ur (Searle, 1995:12’den

al�nt�layan Aalberts, 2004:35). Buradan yola ç�karak, constructivism ak�m�n�n

önemli isimlerinden Wendt, uluslararas� politikay� bir ‘toplumsal gerçeklik’ olarak

tan�mlar. ‘Toplumsal gerçeklik’, kar��l�kl� ili�kiler, etkile�imler ve alg�lamalar

sonucu olu�ur. Kar��l�kl� etkile�im sonucunda kurumlar olu�turulur ve bunlara ortak

anlamlar verilir. Daha sonra bunlar arac�l���yla, ayn� anlamlar üretilmeye devam

edilir. Dolay�s�yla politikada kar��la��lan temel kurumlar, kar��l�kl� etkile�imle olu�an

toplumsal olgulard�r. Bu kurumlar�n en ba��nda egemen devlet gelir. Wendt’e göre

egemen devlet, neo-realistlerin dedi�i gibi, kendili�inden varolan bir kurum ya da

ba��ms�z bir de�i�ken olarak dü�ünülemez. Aksine, egemen devleti egemen devlet

202

yapan toplumsal onayd�r. Ancak Wendt, buradan yola ç�karak egemen devletin,

de�i�ken ve dalgal� oldu�u sonucuna varmaz. Çünkü toplumsal kurumlar, bunlar�n

ba��nda da devlet, bir kere toplumsal hayat�n bir parças� olduktan sonra kendini

koruyacak de�erleri yayar; böylece kendini yeniden üretir. Bu yüzden egemen

devletler, uluslarararas� sistemin temel aktörleri olarak kalacaklard�r; çünkü

egemenlikleri konusunda son derece k�skançt�rlar. Devletler birbirleriyle ileti�im

kurduklar�nda, sadece kendi amaçlar�n�n pe�inde ko�mazlar, ‘ayn� zamanda ne

olduklar�na dair belirli alg�lamay� tekrar üretirler’. Onlar, egemen devletler olarak

ili�kiye girip birbirlerini me�rula�t�r�rlar. Egemenlik de, devletler bu olguyu

varl�klar�n�n ayr�lmaz bir parças� olarak tan�mlad�klar� sürece varl���n� devam ettirir.

Ancak AB’nin hukuki geli�imiyle, egemenli�in sonunun geldi�ine dair

ele�tiriler, kuvvetlenmi�tir. Bu ele�tiriler, egemenin klasik olarak en üst kanun

koyucu olarak tan�mlamas�ndan yola ç�kar. �kinci k�s�mda gösterildi�i üzere, üye

devletler her alanda en üst kanun koyucu olma durumlar�n� art�k kaybetmi�lerdir.

Dolay�s�yla AB içerisinde üye devletlerin tam anlam�yla ‘anayasal

ba��ms�zl�klar�n�n’ oldu�unu söylemek çok zordur. Bu yüzden egemenli�in devam

edi�ini Sørenson’un önerdi�i kurucu kurallar mant��� içerisinde aç�klamak imkâns�z

görünmektedir. Sørenson, AB’nin geli�imini, gönderme yap�lan makalesinde, ‘post-

modern egemenlik oyunu’ ba�l��� alt�nda ele alm��t�r. AB’de üye devletler aras�ndaki

ili�kilerin ulusüstü, ulusal ve yerel ögeler içeren karma��k bir a� içerisinde

olu�tu�unu kabul etmektedir. Bu karma��k ili�kiler ‘düzenleyici kurallar’da birçok

de�i�ikli�e sebep olmu�tur. Sørenson’a göre, bu de�i�ikliklerin çok fazla ve önemli

olmas�, kimi yazarlar�n egemenli�e dair ‘kurucu kurallar’da da de�i�iklik yap�lmas�

gerekti�ini dü�ünmesine neden olmu�tur. Oysa ona göre, üye devletlerin anayasal

ba��ms�zl�klar� devam etmektedir; çünkü üyelerin Birlik’den ayr�lma hakk� sakl�d�r.

Ancak Sørenson da ‘düzenleyici kurallar’daki bu önemli de�i�ikliklerin egemenli�i

tart��mal� bir kavram haline getirdi�i kabul etmektedir.

Öte yandan, federal devletle ilgili bölümde de�inildi�i üzere, AB’nin

anayasal bir düzen olu�turmas�, tam anlam�yla egemen olmas�n� sa�lamam��t�r. Bu

yüzden baz� yazarlar, AB ile siyasetin ‘egemenlik sonras�’ (post-sovereign) bir

203

a�amaya geçti�ini belirtmi�lerdir (MacCormick, 1999). Egemenli�in a��rl���n�

kaybetti�i bu düzeni “post-Hobbesian” olarak niteleyen Schmitter ise, �u tan�m�

yapmaktad�r:

“Post-Hobbesian düzende, sadece bir tane egemen yoktur; i�levsel ya da ülkesel farkl� örgütlenme düzeylerinde birçok iktidar oda�� vard�r. Yetkiler belirsizdir ve payla��l�r; farkl� ve örtü�en bir örgütsel hiyerar�i vard�r. Politikalar, de�i�mez ve dikey bir yap� içinde belirlenmez; sürekli olarak müzakere edilirler ve dolayl� olarak uygulan�rlar. (…) De�i�ik zorlama gücüne sahip birçok merkez vard�r. Kamu kurumlar�n� özellerden, devleti sivil toplumdan ay�rmak gittikçe zorla��r” (Schmitter,1992:13’den al�nt�layan Christiansen, 1994:30). Bu al�nt�, özellikle AB için oldukça aç�klay�c� gözükmektedir. Avrupa

anayasal düzeni, yetkilerin ikincillik ilkesi temel al�narak de�i�ik kademeler aras�nda

bölü�üldü�ü yeni bir siyasi örgütlenmedir. Yetkilerin bölü�ülmesi konusunda bir

belirsizli�in hâkim oldu�una daha önce de�inilmi�tir. �ktidar odaklar� aras�nda kat�

bir kademelendirme oldu�unu öne sürmek mümkün de�ildir. Dolay�s�yla örgütsel

hiyerar�inin ulus-devletlerde oldu�undan çok farkl� oldu�unu, hatta daha çok yetki

alan�na göre de�i�ebilir bir hiyerar�iden bahsedilebilece�ini söylemek gerekir.

Egemenli�in sonuna dair tart��malara bak�ld���nda esasen iki taraf�n da çok

önemli noktalara de�indi�i görülmektedir. Öncelikle bir kere daha belirtilmesi

gereken, Avrupa anayasal düzeninin geli�iminin klasik egemenlik anlay���

çerçevesinde anla��lamayaca��d�r. Ancak yine de bu tez, egemenli�in sonunun

geldi�i varsay�m�n� do�rulamaya çal��mamaktad�r. Bunun temel sebeplerinden biri,

egemen devletlerin kendinden üstün bir hukuk koruyucu tan�yarak ulusüstü bir

örgütlenmenin bir parças� olduklar� tek durumun henüz AB olmas�d�r. Gerek siyasi,

gerek iktisadi ihtiyaçlar�n etkisiyle ba�layan Avrupa bütünle�me hareketinin ba�ka

siyasi örgütlenmelere ne ölçüde örnek te�kil edebilece�i ise belirsiz bir konudur. Öte

yandan, genel olarak uluslararas� sistemde devlet egemenli�ine gölge dü�mü�, hatta

egemenlik “organize ikiyüzlülük” (Krasner, 1999:40-42) olarak nitelenebilir bir hal

alm�� olsa dahi, devletler halen kendilerini egemen olarak tan�mlamaktad�rlar. Birinci

k�s�mda belirtildi�i üzere, egemen devletler belirli toplumsal ko�ullarda ortaya

ç�km��t�r. Bu ko�ullarda de�i�iklik, egemenli�in tan�m�n�n de�i�imini gerektirse de,

Laski’nin belirtti�i gibi günümüz dünyas�n� anlayabilmek için egemen devletten

204

tümüyle vazgeçmek mümkün de�ildir (gönderme yapan Camilleri & Falk, 1992:15).

Egemenlik, devletlerin uluslararas� sistemdeki statülerini tan�mlama arac�d�r. Bu

statülerini b�rakmak ya da geri plana itmek için hiçbir �ey yapmad�klar� gibi,

söylemlerini egemenlikleri üzerine kurmaya devam etmektedirler. Söylem olarak

egemenli�in gücü, AB’de bile k�smen devam etmekte, ihtiyaçlar� do�rultusunda

Avrupal� siyasetçiler taraf�ndan kullan�labilmektedir. Taslak anayasas�n�n Fransa ve

Hollanda’da referandumla onaylanmas� sürecinde, bütünle�meye kar�� olanlar,

‘sosyal devlet’ ölüyor mesaj�yla birlikte a��rl�k olarak ‘ulusal egemenlik elden

gidiyor’ söylemini kullanm��lard�r21 . Avrupa anayasas�n�n üye devlet egemenli�i

aç�s�ndan önemli bir de�i�iklik içermemesi ise, bu söylemin gücünü azaltmam��t�r.

Ayr�ca belirtilmesi gereken bir di�er husus, AB içerisinde farkl� bir iktidar ili�kisi

içine giren üye devletlerin uluslararas� sistemde egemen devlet statüsüyle yer

ald�klar�d�r.

Özetlemek gerekirse, bu tezin amac�, AB’de iktidar ili�kilerinin çok-kademeli

geli�ti�ini göstermektir. Eylem yap�lacak alan�n gereklerine göre, yerel makamlar

karar al�c� ve uygulay�c� olabildi�i gibi, ulusal ya da ulusüstü organlar da devreye

girebilmektedir. Bu çok-kademeli yap�, egemenli�i bir yetkiler bütünü olarak

bölünebilir dü�ünmenin gerekli oldu�unu göstermektedir. Bu tür bir bölünmeye

ra�men, Avrupa anayasal düzeninde soyut olarak egemen hâlâ Avrupa halklar�d�r.

Yetkilerin bölü�ülmesi s�ras�nda makamlar aras�nda uzla�� sa�lanmas� ise, AB’de

iktidar ili�kilerinin �ekillenmesinde kilit rol oynamaktad�r. Asl�nda AB’yi di�er

örgütlenmelerden farkl� k�lan da bu uzla��n�n birçok alanda sa�lan�p, ulusüstü

makamlara yetki devrinin yap�labilmesidir. Bu durumda klasik anlam�yla

egemenlikten söz edilememesine ra�men, egemenli�in sonunun geldi�ini iddia

etmek de imkâns�zd�r. Halen uluslararas� sistem, en az�ndan hukuksal olarak, devlet

egemenli�i üzerine kurulmu�tur. AB’ye üye devletler egemen devlet s�fatlar�yla

uluslararas� arenan�n aktörleridir. Devletd��� aktörlerin gittikçe a��rl�klar�n�

artt�rmalar� henüz egemen devletlerin geri plana at�lmas�n� sa�lamam��t�r. Ayr�ca

devlet egemenli�i söylemsel a��rl���n� da devam ettirmektedir. Duguit’nin tespit

21 Referandum süreçlerinin incelendi�i bölümde de�inelece�i üzere özellikle Hollanda’da ulusal egemenlik kayg�s� ‘hay�r’ denmesinde ilk sebep olarak gösterilmi�tir.

205

etti�i ‘egemenli�in varl���na dair inan��’ hâlâ a��rl�kl� yere sahiptir. Ancak bu yeni

uluslararas� düzende çok farkl� unsurlar�n rol oynamas� egemenli�in özelliklerinin

yeniden düzenlenmesini gerektirmektedir. Bundan sonraki iki alt ba�l�kta bu

özellikler üzerinde durulacakt�r.

2. Egemenli�in �kili�i: Egemenli�in Somut / Soyut Yönü Ayr�m�

Bu ba�l�k, iktidar ili�kilerinin modern devletin kurulma sürecinde egemenlik

ad�n� almadan önceki döneminden esinlenir. Birinci bölümde incelendi�i üzere,

Roma Dönemi’nde egemenli�in soyut ve somut yönü aras�nda yap�lan ayr�m, ulus-

devletin kurulmas�yla silikle�mi�, hatta kaybolmu�tur. Egemenli�in sahibi olan

ulusun temsilcileri arac�l���yla yetkilerini kulland��� anlay��� yayg�nla�m��t�r. Ancak

AB’nin geli�im sürecinde egemenli�e ba�l� yetkilerin kullan�c�lar�n�n ulusun

temsilcileri d���nda makamlar olmalar� egemenin kim oldu�una dair sorular�n

belirmesinin en temel nedenidir. Bu yüzden AB ba�lam�nda somutla�an ulusüstü

yap�lanmalar�n anla��labilmesi için, iktidar ili�kilerinin tekrardan ikili dü�ünülmesi

gerekmektedir.

De�i�en �ekillerde ve seviyelerde dahi olsa, 21. yüzy�la girildi�inde genel

olarak dünya siyasal sisteminin demokratik devletlerden olu�tu�u söylenebilir.

Dolay�s�yla varolan siyasal sistemlerin devaml�l��� yönettikleri halk�n gözünde me�ru

olmalar�n�n gerektirir. Bir ba�ka deyi�le, çok basit ve indirgemeci bir ifadeyle22,

soyut anlam�yla egemen olan halkt�r. Demokrasinin korunmas� va hatta

güçlendirilmesi için ulus-devletler içinde oldu�u kadar, ulusüstü yap�lanmalarda da

yönetilenlerin karar alma sürecine yak�nla�t�r�lmalar� ve dahil edilmeleri önemlidir.

AB’de, s�n�rl� düzeyde bile olsa, bu tür ad�mlar at�lmaya ba�lanm��t�r; Bu

düzenlemeler Avrupa yurtta�l��� ba�l��� alt�nda incelenecektir.

22 Bu ifade indirgemecidir; çünkü demokratik sistemlerde, genel oylama sistemiyle temsilcilerin seçilmesi, her zaman ve bütünüyle seçmenlerin istekleri do�rultusunda karar al�nd��� anlam�na gelmemektedir. Bu yüzden demokratik sistemlerde siyasi seçkinlerin ve bask� gruplar�n�n rolleri üzerine birçok ara�t�rma yap�lm��t�r. Burada klasik egemenlik kuram�nda kabul edilen “egemen, en üst yasa koyucudur” kal�b� temel al�nd���ndan, kanun koyma yetkisine sahip ulusal parlamentolar egemenli�in kullan�c�s� olmaktad�r.

206

Egemenli�in somut yönünün tan�mlanmas� ise özellikle, yeni bir siyasi

örgütlenme olarak AB önem ta��maktad�r; çünkü ikinci bölümde görüldü�ü üzere,

egemenli�e ba�l� dü�ünülen baz� yetkilerin AB organlar�na geçmesi klasik egemenlik

kuram� ile aç�klanamamaktad�r. AB’nin yeni ve çok-kademeli bir anayasal düzen

olu�turmas� bu yetki bölü�ümünün hukuki çerçevesini olu�turmaktad�r. Ancak bir

yetkiler bütünü olarak egemenli�in biraz daha ayr�nt�l� incelenmesi uygun olacakt�r.

Bir sonraki ba�l�k buna ayr�lm��t�r.

a. Yetkiler Toplam� Olarak Egemenlik (Somut Yönü)

Egemenli�in somut yönünü, egemen s�fat�yla sahip olunan yetkiler

olu�turmaktad�r. Bunlar�n en ba��nda �üphesiz kanun koyma yetkisi gelmektedir.

Bodin’in “egemenli�in i�aretleri” olarak adland�rd��� yetkiler aras�nda, antla�ma

imzalama, para basma, bakan (magistrat) atama, sava� ilan etme yetkileri gibi

yetkileri sayd��� bilinmektedir. Tüm bu yetkilerin ulus-devletlerin yetkili makamlar�

taraf�ndan kullan�lmalar�, egmeneli�in bölünmezli�i dü�üncesinin devam etmesini

sa�lam��t�r. Oysa AB içerisinde üye devletler her zaman her yerde tam yetkili olma

özellikliklerini (omnicompétence) kaybetmi� durumdad�rlar. Yukar�da örnekleri

verilen yetkilerin bir k�sm� Birlik organlar�na devredilmi� durumdad�r. Hatta en

temel egemenlik yetkisi olarak görülen kanun koyma konusunda bile i�levsel bir

bölünme söz konusudur. Baz� alanlarda son sözü söylem yetkisi ulusal

makamlardayken, baz� konularda Birlik organlar� yetkili olabilmektedir. Dolay�s�yla

klasik egemenli�in yekpare ve merkezi yap�s�n�n yerini, çokmerkezli bir iktidar

yap�s� alm��t�r. Bu çokmerkezli iktidar yap�s�n�n anla��labilmesinde için iki kavram

önemli bir rol oynamaktad�r. Bu iki kavram, ikincillik ve çok-kademeli yöneti�im, iki

ayr� paragraf halinde incelenecektir.

(1) Yetki Bölü�ümünün Yol Göstericisi Olarak �kincillik �lkesi

�kincillik ilkesi ikinci k�s�mda ayr�nt�l� olarak incelenmi�tir. �kincillik ilkesine

bu kadar önem verilmesinin alt�nda yatan neden burada iyice belirginle�mektedir.

207

Somut yönüyle egemenlik bir yetkiler bütünü / demeti olarak dü�ünüldü�ünde, bu

yetkilerin hangi kurumlar taraf�ndan üstlenilece�i sorusu kilit soru niteli�ini

almaktad�r. Bu noktada ikincillik ilkesi devreye girmektedir. �kincillik ilkesi, birçok

karar alma merkezinin varl���n� kabul etmektedir. Bu karar alma merkezleri aras�nda

hangisinin yetkili olaca�� sorusuna cevap olmay� hedefler. K�saca tekrarlamak

gerekirse, ikincillik ilkesi, kararlar�n, herhangi bir hukuki düzenlemeyi hayata

geçirebilecek güce sahip ve bu düzenlemeye tabi olacak yurtta�lara en yak�n makam

taraf�ndan al�nmas�n� öngörür. Hat�rlanaca�� üzere, kavram geçmi�te devletin yerel

otoriteler kar��s�nda s�n�rs�z yetkiye sahip olmas�n� engellemek için ortaya at�lm��t�r.

�imdi AB ba�lam�nda ise, paradoksal biçimde, üye devletlerin yetkilerinin Birlik

kurumlar� kar��s�nda korunmas� amaçlanmaktad�r. Böylece hükümetlerin, sadece

üye-devletlerin yapt�klar� düzenlemeler etkili olamayaca�� durumlarda Birlik’in

devreye girmesine dair istekleri belirginle�mektedir.

Yetkilerin kesin çizgilerle ayr��t�r�lamad��� AB’de ikincillik ilkesi, Birlik’in

devlet organlar� yeterli olamad���nda devreye girmesini öngörerek, bu iki siyasi karar

alma merkezinin kar��l�kl� fikir al��veri�inde bulunmas�n� ve uzla�� yarat�lmas�n�

te�vik etmektedir. Böylece yerel, ulusal ve ulusüstü makamlar birbirlerinin

eksiklerini tamamlayabileceklerdir. Topluluk yönergesi, bu alanda s�k verilen bir

örnektir (Chaltiel, 2000:468). Birlik bir karar�n temel çizgilerine karar vermekte ve

üye devletler, bu karar�n amac�na uygun bir �ekilde yerine getirilmesi için gerekli

düzenlemeleri yapmaktad�rlar. �kincillik ilkesine göre önemli olan, soyut yönüyle

egemen olan Avrupa yurtta�lar� için ortak iyinin sa�lanmas�d�r. Ortak iyinin

sa�lanmas� da çe�itli iktidar merkezleri aras�nda i�birli�ini gerektirmektedir;

toplumsal de�i�iklikler, iktidar merkezlerinin ço�ulla�mas�na neden olmu�tur. Bu

ço�ullu�u çok-kademeli yöneti�im anlay���na gönderme yaparak incelemek

mümkündür.

208

(2) Çok-Kademeli Yöneti�im ve Yetkilerin Bölü�ümü

Bu tezin ilk iki k�sm�, ulusal egemenlik kuram�n�n devam etti�ini savunan

hükümetleraras�c�l���n ve federal devlet anlay���n�n AB’de iktidar ili�kilerini

çözümleyebilmek için yetersizli�ini göstermi�tir. Benzer bir �ekilde 90’l� y�llar�n

ba��ndan itibaren AB’nin siyasi yap�s�n�n bu iki kuramsal yap�n�n sundu�u kal�plara

uymad��� s�k s�k vurgulan�r hale gelmi�tir. Yeni tip bir siyasi örgütlenme olarak

AB’de egemenli�in anla��labilmesi için adland�rmas�n� önerenler olmu�tur (Chaltiel,

2000: 408). AB’yi tasvir etmek için kullan�lan poliyar�i kavram�, ilk olarak altm��l�

y�llarda Amerikal� siyaset bilimici Robert Dahl taraf�ndan kullan�lm��t�r. Amerikal�

siyaset bilimci, poliyar�i fikrini, demokratik bir toplumda karar alma merkezlerinin

çoklu�u ve etkilili�i üzerine kurmu�tur. Ona göre, siyasal sistem ancak de�i�ik

gruplar aras�nda yap�lan pazarl�klar arac�l���yla i�ler (Birnbaum, 1971:VI) 23 .

Poliyar�ik bir sistemde, bu pazarl�klar� yürüten do�rudan gruplar de�il, gruplar�n

liderleri, siyasal seçkinlerdir. Böylece ço�ulcu yakla��mlardaki siyasal sistemleri

olu�turan gruplar�n ço�ullu�una yap�lan vurgu, onlar� temsil eden liderlerin

ço�ullu�una ve iktidar� etkileme güçlerine yöneltilmi� olur. Dolay�s�yla poliyar�ik

bir sistemde esasen hiçbir zaman klasik anlam�yla bir egemen olmad���n� söylemek

mümkündür. Bu yüzden de, AB’nin geli�imiyle çe�itli kademelerde karar alma

merkezlerinin belirginle�mesiyle ortaya ç�kan yap�y� tasvir etmek için poliyar�i

kavram� ilk bak��ta uygun gözükmektedir.

Dahl’�n poliyar�i ad� alt�nda ifade etti�i yap�da, siyasi seçkinlere çok önemli

bir yer verilmektedir. Avrupa bütünle�mesinin son döneme kadar geli�iminde, üye

devletlerin o ya da bu sebeple bütünle�menin gereklili�ine inanan siyasal

seçkinlerinin oynad��� rol dü�ünüldü�ünde bu noktada da bir benzerlik oldu�u

söylenebilir. Ancak son dönem AB’de yurtta�lar�n karar alma süreçlerinden uzakl���

önemli bir ele�tiridir. Oysa bütünle�menin siyasal alanda ilerlemesi yurtta�lar�n

sürece dahil edilmesini gerektirmektedir. Taslak anayasan�n iki ülkedeki

referandumlar sonucunda ask�ya al�nmas� bu gereklili�i iyice gözler önüne sermi�tir.

23 Birnbaum’un yaz�s�, Dahl’�n Who Governd? Democraticy and Power in an American City adl� eserinin 1971 y�l�nda yap�lan Frans�zca bask�s�na yazd��� giri� yaz�s�d�r.

209

Dahl ve Lindblom’un poliyar�inin özellikleri aras�nda sayd�klar�, toplumun asgari

mü�etereklerde kal�c� bir uzla�maya sahip olmas� �art� (Oktay, 2005:266), Avrupa

yurtta�lar� ile siyasal seçkinler aras�ndaki uyumsuzlu�un önemli bir nedenidir; çünkü

AB siyasal alandaki bütünle�mesini ilerletirken henüz ortak payday� tam anlam�yla

tan�mlamam��t�r. Tan�mlama sürecinde, yurtta�lara daha çok söz verilmesi uzla��n�n

yakalanabilmesi için gereklidir. Bu yüzden çok-kademeli yöneti�im anlay���, yeni bir

egemenlik anlay���n�n anayasal çerçevesi olarak dü�ündü�ümüz çok-kademeli

anayasac�l�k anlay���n� tamamlamak için daha uygun gözükmektedir. Keza AB’nin

yetkili organlar� da bu anlay��� gündeme ta��maktad�r.

Yöneti�im kavram�, özellikle AB ba�lam�nda ve karar alma makamlar�n�n

ço�ullu�una vurgu yapan birçok akademisyen taraf�ndan ele al�nm��t�r24. Ancak bu

kavram�n�n tek kullan�ld��� yaz�n, AB yaz�n� de�ildir. Genel olarak, küreselle�menin

h�zlanmas�yla uluslararas� ili�kilerin geçirdi�i de�i�iklikleri anlamaya çal��an

kuramc�lar, bu kavram� kullanmaya ba�lam��lard�r. Bunlar�n aras�nda ilk akla gelen

isimlerden biri James Rosenau’dur. Rosenau, devletler aras�nda oldu�u kadar

bireyler / bireysel örgütlenmeler aras�ndaki ili�kilerde ya�anan genel ve h�zl�

de�i�imin, iktidar merkezlerinde de�i�ikliklere neden oldu�unu belirtmektedir. Bu

de�i�im içinde, yöneti�im ile ilgili i�levler art�k hükümetler d���nda kalan makamlar

taraf�ndan da yerine getirilmektedir. Amerikal� kuramc�ya göre, “küresel yöneti�im;

farkl� tarihlerin, amaçlar�n, yap�lar�n ve süreçlerin etkiledi�i birçok denetim

mekanizmas�n�n toplam�ndan olu�ur” ve bunlar aras�nda hiyerar�ik bir yap�

olu�turmaya çal��mak ise bo�unad�r (Rosenau, 1992:3). Asl�nda Rosenau’ya göre,

hem hükümet etme (yönetme) hem yöneti�im, sistemin i�lemesini sa�layan kurallar�

koymaya yönelik eylemlerdir. Ancak hükümet, kurallar� koyarken hukuk sisteminin

tan�d��� otoriteyi kullanmaktad�r. Oysa yöneti�im, “hükümet kurumlar�n� içerdi�i

gibi, gayriresmi, hükümetd��� mekanizmalar� da kapsar. Bunlar arac�l���yla ki�iler ve

örgütlenmeler, kendi alanlar�nda ilerlerler, ihtiyaçlar�n� kar��larlar ve isteklerini

yerine getirirler” (Rosenau, 1992:4). Christiansen’in verdi�i tan�ma göre ise,

24 Doksanl� y�llar�n ba�lar�nda yap�lan politika olu�turma ve karar-alma süreçlerini inceleyen ve yöneti�im kavram�n� kullanan ara�t�rmalar�n incelemesi için bkz. Lane, 1997.

210

“yöneti�im kavram�, hiyerar�ik olmayan siyasi müzakare, düzenleme ve idare sistemini ifade etmektedir. (Bu sistem), karar alman�n ve anla�mazl�k çözümünün nihai alan� olarak, hiyerar�ik bir yap�ya sahip ve egemen geleneksel devlet anlay���n�n ötesine geçmi�tir” (Christiansen, 1997:65). Rosenau’nun verdi�i tan�mda vurgu, devlet d��� aktörlerin karar alma

süreçlerindeki rollerinin artmas�na yap�l�rken; Christiansen’in tan�m� hiyerar�i

eksikli�ini ön plana ç�kar�r. Kan�m�zca bu iki unsur da yöneti�im kavram� aç�s�ndan

önemlidir. Bu aç�klamalar �����nda k�saca belirtmek gerekirse, yöneti�im anlay���,

resmi otoriteye sahip olmayan karar alma makamlar�n� içinde bar�nd�ran düzenleyici

bir sistemi öngörmektedir. Bu düzenleyici sistem, devlet d��� aktörleri içine al�rken,

devletin en üst karar verici olma özelli�ine de son vermektedir. Bu anlam�yla

yöneti�im kavram� özelikle AB’yi anlamak için birçok avantaj sa�lar. Bu avantajlar�n

ba��nda, Avrupa yöneti�iminin, aç�k ya da kapal� bir biçimde Avrupa federal

devletini amaçlamamas� gelir. Markus Jachetenfus’un aç�k bir �ekilde dile getirdi�i

gibi “(…) devlet ötesi yöneti�im, sadece tüm bile�enleriyle devleti daha üst kurumsal

bir seviyede tekrar olu�turan devletin üstünde bir yöneti�im anlam�na gelmemektedir

(Jachtenfuchs, 1997:41)”. �kinci önemli avantaj� ise, klasik hükümetleraras�c�l�kla

ba�lar� koparmas�d�r; çünkü kavram, basit bir uluslararas� i�birli�inden fazlas�n�

ifade etmektedir (Jørgensen, 1997:2).

Burada kullan�lan resmi (formal) ifadesinin üzerinde biraz durmak

gerekmektedir. Resmi otoriteye sahip olanlar, modern devletin olu�turdu�u ve

i�leyi�i için gerekli olan yetkilerle donat�lm�� kurumlard�r. Gayri resmi örgütlenmeler

ise, devlet içinde karar alma süreçlerine dolayl� olarak kat�lsalar dahi, aç�k bir

yetkilendirmeye sahip de�ildir. Bir ba�ka deyi�le, gayriresmi kurumlar ile kast edilen

modern devlet örgütlenmesi d���nda yer alan ya da bu örgütlenmenin içinde yer alsa

bile, önceden sahip oldu�u yetkilerden fazlas�n� kullanmaya ba�layan

örgütlenmelerdir. Bir örnek olarak i�adamlar�n�n kurdu�u örgütlenmeleri vermek

mümkündür. Esasen bu tip örgütlenmeler, siyasi karar alma sürecinin parças� olan

resmi makamlar de�ildirler. Ancak i� dünyas� ile siyaset aras�ndaki ili�kiler

derinle�irken, i�adamlar�n�n kurdu�u örgütlenmeler de, politika olu�turma ve karar

alma süreçlerinde etkilerini artt�rm��lard�r. Bu da, toplumsal de�i�imin ortaya

ç�kard��� yeni ihtiyaçlara cevap vermekte modern devlet yap�lar�n�n yetersiz

211

kalmas�yla ba�lant�l�d�r. Esasen tüm bunlar da iktidar ili�kilerinin yeniden

tan�mlanmas� ihtiyac�n� somutla�t�ran örneklerdir.

Yöneti�im kavram�, resmi / gayri resmi ayr�m�n� belirginsizle�tirdi�i gibi,

uluslararas� alan ile ulusal alan ve siyaset bilimi ile uluslararas� ili�kiler aras�ndaki

duvarlar� da y�kmaya yönelmektedir (Jørgensen, 1997:2). Özel örgütlenmeler ya da

yerel yönetimler; uluslararas� planda ili�kiler a�� olu�turmakta, taleplerini dile

getirmekte ve karar alma süreçlerine kat�lmaktad�rlar. Dolay�s�yla uluslararas�

ili�kiler, egemen devletler aras�nda kurulan ili�kilerin s�n�rlar�n� a�maktad�r.

Yöneti�im kavram�n�n ba��na eklenen çok-kademeli s�fat�, eylemde bulunulan alana

göre, yukar� do�ru merkezile�me hareketiyle e�zamanl� gözlemlenen yerel

iktidarlar�n güçlenmesi durumuna i�aret etmektedir. Bu durumun en belirgin �ekilde

gözlemlendi�i yer ise, Avrupa bütünle�mesidir. Yöneti�im kavram�n�n ne ifade

etti�ini bu �ekilde aç�kl��a kavu�turduktan sonra, AB’de egemenli�in tan�m�yla

ili�kisini kurmak gerekmektedir.

AB’deki yetki bölü�ümlerini anlayabilmek için önerilen çok-kademeli

yöneti�im anlay���, devletlerin hâlâ önemli bir yere sahip olduklar�n� yads�maz.

Ancak devlet, AB düzeyinde tek politika olu�turucu de�ildir. Buna ba�l� olarak üç

tespit yapmak mümkündür (Marks & vd., 1996:346) 25 . Öncelikle, karar alma

yetkileri, devlet elinde toplanmak yerine de�i�ik kademelerdeki aktörler aras�nda

payla�t�r�lm�� durumdad�r. Bu çal��mada özellikle vurgulanan, ulusüstü organlar

olarak Birlik makamlar�n�n yetki kazanmas�d�r. Ancak ayn� �ekilde yerel makamlar�n

25 Asl�nda burada çok-kademeli yöneti�imin üç özelli�i olarak s�ralanan özellikler, Puchala’n�n s�k gönderme yap�lan makalesinde (Of Blind Men, Elephants and International Integration) Avrupa bütünle�mesinin özellikleri olarak s�ralad�klar�n� hat�rlatmaktad�r. 1- Devlet, uyum sistemi ad�n� verdi�i sistemin temel birimleri aras�ndad�r. 2- Sistem, yerel, ulusal, ulusüstü ve ulusa�an olmak üzere dört örgütlenme alan�ndan aktörler içerir.3- Bu aktörler aras�nda hiyerar�i yoktur. 4- Etkile�im süreçleri alana göre de�i�ir ve bürokratik bir yap� sergilerler. Bu özellikleri tespit ettikten sonra Puchala, Uyum Sistemi (Concordance System) ad�n� verdi�i bu sistemin hâlâ uluslararas� bir sistem oldu�unu belirtir (Puchala, 1972:278-279). Ancak daha önce belirtildi�i üzere, AB’yi gerek olu�turdu�u anayasal düzen yüzünden, gerekse yurtta�larla kurdu�u ili�k bak�m�ndan uluslararas� bir sistem olarak tan�mlamak art�k uygun görünmemektedir. Bu yüzden, iktidar ili�kilerini aç�klamaya çal���rken, çok-kademeli yöneti�im yakla��m�n�n kullan�lmas� tercih edilmi�tir.

212

da yetkilerinin artt��� gözlenen bir olgudur26. 1987’den bu yana bölgesel politikan�n

önemi artmaktad�r. Bu önem art���n�n, biri mali di�eri kurumsal olarak, en az�ndan

iki göstergeni saymak mümkündür. Öncelikle bölgesel politika Birlik bütçesinin

ikinci önemli aya�� halini alm��t�r. Ayr�ca Bölgeler Komitesi (Comité des régions)

27 olu�turularak bölgesel ç�karlar�n kurumsal temsilinin yolu aç�lm��t�r (Christiansen,

1997:52).

Devletin tek politika olu�turucu olma statüsünü kaybetmesine ba�l� olarak

yap�labilecek ikinci tespit, Birlik’in organlar�nda üye devletlerin beraber karar

almas�, her bir devletin denetimindeki azalma anlam�na gelmesine ili�kindir.

Özellikle iç pazar�n içleyi�ine dair kurallara ili�kin olarak, herhangi bir üye devlet

kendi iste�ine uygun olmasa dahi, ço�unluk taraf�ndan benimsenen kural� kabul

etmek durumunda kalabilmektedir.

Üçüncü tespit ise, de�i�ik seviyerlerdeki karar alma makamlar�n�n

birbirleriyle ili�kisine yöneliktir. Yerel, ulusal ve ulusüstü karar alma kademelerini iç

içe geçen halkalardan ziyade, birbiriyle kar��l�kl� ili�ki içinde daireler gibi

dü�ünülmelidir. Bu dairelerin s�n�rlar�, düzenleme yap�lacak alana göre çizilmektedir.

Daha önce, çok-kademeli anayasac�l�k çerçevesinde de�inildi�i üzere, bu makamlar

aras�nda kat� bir hiyerar�i yoktur. Konuya göre, yetkili son karar verici

de�i�ebilmektedir. Ayr�ca yerel, ulusal ve ulusüstü karar verme organlar�n�n

birbirinden ayr� daireler olarak dü�ünülmesi, yerel ve ulusüstü aras�nda olu�an

ili�kileri anlamay� kolayla�t�rmaktad�r. Örne�in 1994 y�l�nda kurulan Bölgeler

Komitesi, yerel makamlar ile Birlik kurumlar� aras�ndaki diyalo�un sürekli bir

zemine oturmas�n� sa�lam��t�r. Hatta daha önceleri ulusal politika alan�nda eylemde

bulunan çe�itli gruplar, ç�karlar�n� AB seviyesinde savunur hale gelmi�lerdir.

Böylece, sadece devlet yetkilileri arac�l���yla kurulan ileti�im ve temsil ili�kisi

zedelenmi� ve çok-kademeli yöneti�im içinde birçok irtibat noktas� olu�mu�tur 26 Marks ve Hooghe’un yapt��� ara�t�rmaya göre, hiçbir Avrupa ülkesinde 1980’den beri bir merkezile�me eylemi görülmemektedir. Hatta bunlar� yar�s�, bu zaman diliminde yerel yönetimlerin yetkilerini artt�rarak ademi merkezile�me sürecine girmi�lerdir (Marks & Hooghe, 2004:15). 27Bölgeler Komitesi, Maastricht Antla�mas� sonras�nda, yurtta�larla ile Birlik aras�ndaki ili�kilerin kuvvetlendirilmesi ve yerel yönetimlerin temsilcilerinin AB kurumlar�yla ileti�imini kolayt�rmak için kurulmu�tur. Yap�s� ve çal��malar� için bkz. http://www.cor.europa.eu/.

213

(Aalberts, 2004:28). Bölgeler ile Birlik makamlar� aras�nda olu�an bu ili�kiler çok-

kademeli yöneti�im anlay���n�n kuramsal gereklili�in temel dayana��d�r

(Christiansen, 1997:52).

Ancak karma��k bir siyasal ili�kiler a��n�n olu�mas�, çok-kademeli yöneti�im

anlay���n� benimseyenlere göre, devletin sonunun geldi�i anlam�na gelmemektedir.

AB’de hükümetleraras� pazarl�klar ve karar-alma sistemleri önemini korudu�u

sürece, devletlerin temel aktör olarak dü�ünülmesi gerekmektedir (Risse-Kappen,

1996:62-63). Öte yandan, beraber karar alma süreçlerinin, devleti zay�flatt���,

egemenli�ini azaltt��� da aç�kt�r. Çok-kademeli yöneti�im anlay���yla AB’nin siyasal

yap�s�n� çözümlemeye çal��an Marks ve arkada�lar�, üye devletlerin neden

egemenliklerini s�n�rlamay� kabul ettikleri sorusunun cevab�n� ararken, kurum olarak

devlet ile hükümetler / karar alma makam�ndaki ki�iler aras�nda ayr�m

yapmaktad�rlar (Marks & vd, 1996:347-350). Hükümetler ya da devlet yöneticileri,

�üphesiz bir kurum olarak devletin devam�n� temenni etmektedirler. Ancak onlar için

öncelikli amaç, seçimleri kazanarak iktidarda kalmakt�r. Bu yüzden hükümetler kâr /

zarar hesab� yaparak Avrupa bütünle�mesinin devlet egemenli�ini azaltacak �ekilde

ilerlemesine onay vermi�lerdir. Hatta hükümetler, baz� politikalar�n uygulanmas�

a�amas�nda sorumlulu�un kendi üstlerinden kalkmas�ndan ho�nut bile

kalmaktad�rlar 28 . Burada çok-kademeli yöneti�im anlay���n� benimseyenlerin,

hükümetleraras�c�l�k anlay���n� benimseyenlerle ayn� mant��� yürüttü�ü

görülmektedir 29 . Genel olarak bak�ld���nda, çok-kademeli yöneti�im yakla��m�n�

benimseyenlerin, daha çok kara-alma süreçlerindeki kar��l�kl� etkile�imleri

inceledikleri, hangi konuda kimin karar veren oldu�unu ara�t�rd�klar� görülmektedir.

Dolay�s�yla burada gönderme yap�lan çok-kademeli yöneti�im yakla��ml�

makalelerde, egemenlik kavram�na özel bir ilgi gösterilmemi�; ayr�nt�l� inceleme

yap�lmam��t�r. Baz� alanlarda üye devletlerin ‘egemenli�in nihai arac�’ olarak veto

28 Marks, bu konuda �ngiltere’de 1995 y�l�nda foklar�n ta��nma �ekilleri yüzünden hayvanseverler taraf�ndan yap�lan gösterileri örnek vermektedir. Bu gösteriler s�ras�nda, �ngiliz hükümeti, hayvan ta��mac�l���na ili�kin düzenlemelerin Brüksel taraf�ndan yap�ld���n� söyleyerek sorumlulu�u üzerinden atm��t�r (Marks & vd, 1996:349). Türkiye’nin üyelik sürecinde yap�lan reformlarla ilgili olarak, Brüksel’in kimi zaman bir bahane, kimi zaman bir koz gibi kullan�lmas� da bu çerçevede dü�ünülebilir. 29 Bkz. I-C

214

haklar�n�n korunmas� sayesinde egemenliklerinin devam etti�i, ancak geriledi�ini

belirtilmekle yetinilmi�tir (Hooghe & Marks, 2001’den al�nt�layan Aalberts,

2004:33).

Oysa çok-kademeli yöneti�im yakla��m�, farkl� ve devlet d��� karar alma

makamlar�n� kabul ederek klasik egemenlik kuram�yla çeli�mektedir. Buna kar��n,

egemenli�in sonu tart��malar�nda aç�kland��� üzere, toplumsal gerçeklik olarak

devlet egemenli�i varl���n� sürdürmektedir. Devletler, halen kendilerini egemen

olarak tan�mlamakta ve uluslarararas� sistemin temel aktörleri egemen devletler

olarak dü�ünülmektedir. Ancak egemen devletin görüntüsünde ve alg�lanmas�nda

de�i�iklikler ya�anmaktad�r. Bunun en belirgin oldu�u yer AB’dir. AB içerisinde üye

devletler, kendilerini egemen olarak tan�mlamaya devam ederken, kendinden ba�ka

karar al�c�lar�n varl���n� kabul etmekte, hatta tek me�ru �iddet kullan�c� olarak bu

kararlar�n uygulanmas�n� denetlemektedirler. Dolay�s�yla çok-kademeli yöneti�im

anlay���n� uygulamaktad�rlar. Kendilerini egemen olarak tan�mlarken de bu

yöneti�im anlay��� içinde yer almaktad�rlar. Bu yüzden egemenli�in bir yetkiler

bütünü olarak dü�ünülmesi gerekti�ine dair vurgu artt�r�lmal�d�r.

Yetkilerin farkl� kademeler aras�nda nas�l bölü�türülece�i, egemenlik

tart��malar� aç�s�ndan önemli bir noktad�r. �kincillik ilkesinin yol gösterici özelli�i

vurgulanm��t�r. Ancak bir di�er önemli unsur, bu yetki bölü�ümlerinin yöneti�im

sürecinde etkin olan tüm aktörler taraf�ndan kabul edilmesidir. Bu aktörlerin ba��nda

�üphesiz, üye devletler gelmektedir; çünkü baz� yetkilerini ulusüstü makamlara ya da

yerel yönetimlere devrederek egemenliklerini s�n�rlayanlar, üye devletlerdir. Üstelik

yeni yöneti�im �emas�na uygun olarak al�nan kararlar�n uygulanmas� ya da

uygulanmas�n�n denetlenmesi de halen devlet eliyle yap�lmaktad�r. AB’de

egemenli�in somut olarak yetkiler toplam� olarak kabul edilmesi ve bu yetkilerin

de�i�ik kademeler aras�nda payla�t�r�lmas�, yöneti�im anlay���n�n örgütlenmesine

dair bir uzla��ya i�aret etmektedir. Bu uzla��n�n sa�lanmas�na yard�mc� unsurlara, bu

bölümün son alt ba�l���nda de�inilecektir. Soyut anlam�yla egemenlik konusu ele

al�nmadan önce, yetki bölü�ümüne dair bir noktaya daha dikkat çekmek

gerekmektedir.

215

Her ne kadar Birlik yetkilileri, egemenli�in bir yetkiler bütünü oldu�unu dile

getirmeseler bile, yöneti�im kavram�n� gündeme getirerek farkl� karar alma

kademelerinin varl���n� hat�rlatmaktad�rlar. Komisyon’un 2000 y�l�nda yay�nlad���

ve 2000-2005 dönemi için stratejik amaçlar�n belirlendi�i raporda “farkl� seviyelerde

yöneti�im seviyeleri aras�nda i�birli�ine” gönderme yapmas�, bunun bir örne�idir

(COM (2000), 154:5). Raporun dört ba�l���ndan birinin “Avrupa Yöneti�iminde Yeni

Yollar�n Geli�tirilmesi” olarak belirlenmesi ve oniki sayfal�k raporda yöneti�im

kelimesinin ondokuz kere kullan�lmas�, verilen öneme i�aret etmektedir. Komisyon,

yeni yöneti�im anlay���na olan ihtiyac� ve bu anlay��a göre hangi kurumlar�n rol

oynayaca��n� �u sözlerle ifade etmektedir:

“Gelecekteki karma��k engellerle muücadele etmek, yeni yöneti�im yollar�n� gerektirmektedir. Hükümetler ve parlamentolar, bölgesel ve yerel otoriteler Avrupa yöneti�iminin ayr�lmaz parçalar�d�r 30 . Politika olu�turma, sunma ve uygulamada hepsinin sorumlulu�u vard�r” (COM (2000), 154:5-6). Komisyon raporu, hangi alanlarda kimin yetkili oldu�una dair örnekler

vererek, bir anlamda çok-kademeli yöneti�im anlay���n� somutla�t�r�r.

2000-2005 dönemi Komisyon Ba�kan� Prodi’nin 15 �ubat’da Avrupa

Parlamentosu’nda yapt��� konu�mas�nda da, Avrupa yöneti�im anlay���na önemli bir

vurgu yap�lmaktad�r. Hatta AB’nin gelecekteki yöneti�im anlay���n�n ana hatlar�n�n

tespit edilebilmesi için bir Beyaz Kitap haz�rlanaca��n� belirtir. Prodi’nin

konu�mas�n�n ilginç yan�, yeni yöneti�im anlay���n�n yerle�tirilmesi ve

yayg�nla�t�r�lmas� için uzla�� sa�lanmas� gerekti�inin alt�n� çizmesidir. Komisyon

Ba�kan�, AB’nin i�leyen bir model oldu�unu ve bu modelde, üye devlet

egemenliklerinin uzla�mal� bir araya getirildi�ini belirtir. Ancak bütünle�menin

ilerlemesiyle yöneti�im alan�nda çe�itli sorunlarla kar��la��lm��t�r. Bunlar�n

a��labilmesi için,

“(AB), nelerin gerçekten Avrupa düzeyinde, nelerin üye devletler ya da sivil toplum taraf�ndan yap�lmas� gerekti�ini kendi kendine sorarak, geni�leme sürecinde

30 Raporda koyu renk olarak yaz�lm��t�r.

216

eylemlerini gerçek öncelikler üzerine yo�unla�t�rmal�d�r. Bu yo�unla�t�rma kuvvetli bir uzla�� gerektirmektedir” (Prodi, 2000:3). Biraz daha ilerde, Prodi, bütünle�menin adalet ve iç i�lerini, ortak d�� politika,

güvenlik ve savunma politikas� gibi konular� kapsad���n� hat�rlatmaktad�r. “Bu

konular, ulusal egemenli�in kalbidir ve seksenli ve doksanl� y�llarda oldu�undan çok

daha yüksek bir uzla�� gerektirir” (Prodi, 2000:4). Bu uzla��n�n sa�lanmas� için

Prodi’nin öne ç�kard��� yol, yöneti�im anlay���n�n geli�tirilmesidir. Bu amaçla

haz�rlanacak Beyaz Kitap, hem Prodi’nin konu�mas�nda, hem de Komisyon

raporunda zikredilir.

2001 y�l�nda yay�nlanan Avrupa Yöneti�imi ba�l�kl� Beyaz Kitap,

yöneti�imi �u �ekilde tan�mlar: “Yöneti�im kavram�; özellikle aç�kl�k, kat�l�m,

sorumluluk, etkililik ve uyum aç�s�ndan Avrupa düzeyinde iktidar�n kullan�m�

konusunda etkili kurallar�, davran��lar� ve süreçleri ifade eder” (COM(2001) 428:9) .

�lk bak��ta bu tan�m kapal�, anla��lmas� güç bir tan�md�r. Ancak Komisyon, Beyaz

Kitap’da yöneti�imin dayand��� ilkeleri aç�klayarak tan�m� daha anla��l�r hale getirir

(COM(2001) 428:12-13). Yöneti�im kavram�, tan�mda da an�lan be� ilkeye dayan�r.

AB’de iyi yöneti�imin sa�lanabilmesi için bu be� ilkenin hayata geçirilmesi gerekir.

Aç�kl�k ilkesi, kurumlar�n daha saydam bir �ekilde i�lemesini; Birlik’in ve üye

devletlerin ald�klar� kararlar�n anla��l�r bir dile kavu�turulmas�n� öngörür. Kat�l�m,

Avrupa yurtta�lar�n�n, politikalar�n belirlenmesinden karar alma a�amas�na kadar tüm

a�amalarda etkin bir rol üstlenmesi anlam�na gelir. Sorumluluk ilkesi, yasama ve

yürütme yetkisini kullanan Birlik organlar�n�n, eylemlerinden Avrupa kamuoyuna

hesap vermesi ve sonuçlar�na katlanmas� anlam�na gelir. Etkililik, AB’n�n yapt���

düzenlemelerle kar��la��lan sorunlar�n en etkili biçimde çözülmesini öngörür.

Etkililik, oransall�k ve ikincillik ilkeleri �����nda, kararlar�n en uygun kademede

gereken kadar eylem öngörerek al�nmas�n� gerektirir. Uyum, AB’nin poltikalar�

aras�nda bir ortakl���n olmas�na i�aret eder. Birlik, yetki alanlar�n�n geni�lemesiyle,

gittikçe daha çok alanda karar alma süreçlerinin bir parças� halini alm��t�r. Ayr�ca

yerel, ulusal ve ulusüstü makamlar taraf�ndan kendi yetki alanlar�na giren konularda

düzenlemeler yap�labilmesi, yap�lan düzenlemelerin çeli�ebilmesi sorununu gündeme

getirmi�tir. Dolay�s�yla AB’de iyi bir yöneti�im anlay���n�n hayata geçirilebilmesi

217

için farkl� karar alma kademeleri aras�nda bir uyum olmas� gerekmektedir.

Komisyon, bu be� ilkenin birbirini tamamlad���n�n ve ikincillik ve orant�l�l�k

ilkelerinin uygulanmas�n� peki�tirdi�inin alt�n� çizer.

Avrupa Yöneti�iminin en iyi �ekilde gerçekle�tirilmesi için yap�lmas�

gerekli görülen de�i�iklikler Beyaz Kitap’da s�ralan�r. Eyleme dönük ayr�nt�lara

burada girmeden özellikle internet üzerinde karar alma süreçlerinin te�vik

edilmesinin önerildi�ini belirtelim. Ancak konumuz aç�s�ndan daha önemli olan,

de�i�ik kademelerde karar al�c�lar�n AB’nin ve yurtta�lar�n gelece�ine dair kararlar�

beraber ve kar��l�kl� ileti�im halinde vermesinin kabul edilmesidir. “Bir ba�ka deyi�le

politikalar�n en tepede belirlendi�i ‘do�rusal’ model; kar��l�kl� etkile�im, a�lar ve

politikalar�n belirlenmesinden uygulanmas�na kadar her a�amada kat�l�m üzerine

kurulu erdemli bir daire ile de�i�tirilmelidir” (COM(2001) 428:13). Dolay�s�yla

somut yönüyle egemenli�in bir yetkiler bütünü olarak dü�ünülmesi ve yetkilerin

de�i�ik kademeler aras�nda bölünmesi fikri, AB organlar�n�n resmi yay�nlar�nda da

yans�mas�n� bulmu�tur. Aç�k bir �ekilde egemenli�in bölünmesi denilmese bile,

savunulan yöneti�im fikrinin alt�nda yatan yetki bölü�ümüdür. Hatta yukar�da

de�inildi�i gibi, yöneti�im anlay��� içinde yetki bölü�ümleri yap�l�rken uzla��n�n

sa�lanmas� dü�üncesi de dile getirilmi�tir.

Öte yandan, Komisyon raporu, “(…) halk bu �ekilde alg�lamamaktad�r.

Avrupa yurtta�lar�n�n, hayatlar�n� yönlendiren yap�larla ba�lar� zay�ft�r” (COM

(2000), 154:6) diyerek, yeni yöneti�im anlay���n�n Avrupal�lar taraf�ndan henüz

anla��lmad���n� belirtmektedir. Avrupa yurtta�lar�n�n bu yöneti�im konusunda

bilgilendirilmesi ve kat�l�mlar�n�n sa�lanmas� kan�m�zca da çok önemlidir. Keza

Beyaz Kitap da bu hususu vurgulamakta, yurtta�lar�n bilgilendirilmesi, kat�l�m�n

sa�lanmas� için çözüm yollar� önermektedir. Demokrasi kültürünün gerektirdi�i bir

kat�l�m olmadan yetki bölü�ümlerinin sa�l�kl� yap�lmas� mümkün de�ildir. Bu da,

egemenli�in sadece yetkiler bütün olarak de�il; ayn� zamanda soyut anlam�yla

dü�ünülmesini gerektirir.

218

b. Egemenli�in sahibi olarak Avrupa halk� (soyut yönü)

AB’de iktidar ili�kilerinin de�i�mesi, yönetenlerle ile yönetilenler aras�ndaki

ili�kinin yeniden tan�m�n� gerektirmektedir. Bu ili�kinin tan�m�n�n yap�ld��� zemin

ise yurtta�l�k ba��d�r. �kinci k�s�mda, AB’nin yeni bir anayasal düzen olarak

geli�iminde ATAM’�n oynad��� rol ortaya konulmu�tu. Böylece olu�an anayasal

düzende, yurtta�lar�n sürece kat�l�m�n�n azalmas�, üye devlet halklar�n�n uyacaklar�

kurallar belirlenirken oyunun d���nda kalmalar�, gittikçe belirgin �ikâyetlere neden

olmu�tur. Hükümetler aras� yap�lan toplant�lar�n kapal� kap�lar arkas�nda cereyan

etmesi, olu�turulan çal��ma komitelerinin yurtta�larla ba��n�n zay�fl���, ulusal

parlamentolar�n AB’nin karar alma mekanizmalar�ndan uzakl��� demokrasi aç���

tart��malar�n�n ç�k�� noktalar�ndan baz�lar�d�r. Oysa ki yerle�ik liberal demokrasi

anlay���na sahip üye devletlerde, yasal düzenlemelerin yap�lmas�, her ne kadar

birebir yurtta�lar�na dan��ma sistemi üzerine kurulmu� olmasa da, temsili

demokrasinin i�ledi�i ve temsilcilerin belirli oranlarda da olsa kamuoyunun

görü�lerini dikkate almak zorunda oldu�u bir düzen içinde olmaktad�r. Dolay�s�yla

yeni bir egemenlik anlay���yla anla��labilen AB’de demokrasi kültürünün zarar

görmemesi, hem AB kurumlar�n�n karar alma süreçlerinde yap�lacak de�i�ikliklere

ve kurumlar aras� ili�kilerin yeniden belirlenmesine, hem de Avrupa yurtta�lar�n�n bu

karar alma mekanizlar�na yak�nla�t�r�lmas�na ve bunlarla ilgili bilgilendirilmelerine

ba�l�d�r.

Avrupa yurtta�l���na dair tart��malar�n son dönemde artmas�n�n nedeni siyasal

anlamda bütünle�menin muhakkak suretle yöneltilenlerin iradesiyle

sa�lanabilmesidir. Ancak tart��malar�n yo�unlu�unun gösterdi�i gibi, konu çok

boyutludur. Bu çal��ma için önemli olan ise, klasik devlet anayasal düzenlerin

çerçevesini a�an yeni bir siyasi örgütlenme olarak AB’nin sadece üye devletlerle

de�il, üye devletlerin yurtta�lar�yla ili�ki kurma a�amas�na gelmesidir. Yurtta�l�k

kavram�n� ve AB ba�lam�nda ne ifade etti�ini anlayabilmek ve egemenlik

kavram�n�n dönü�ümüyle ili�kilendirebilmek için, bu kavram� iki temelde

dü�ünmekte yarar vard�r. Öncelikle haklar ve ödevlerin sahibini belirleyen hukuki

219

bir statü olarak yurtta�l��� ele almak gerekir. Daha sonra ise bir aidiyet olarak

yurtta�l���n ne ifade etti�ini ve AB’de nas�l bir geli�imi oldu�unu incelemek gerekir.

(1) Hukuki Bir Statü Olarak Yurtta�l�k

Hukuki bir statü olarak yurtta�l�k kavram� ele al�nd���nda, �üphesiz ilk akla

gelen bir haklar bütünü olarak yurtta�l���n geli�mesidir. �kinci Dünya Sava�� sonras�

Bat� Avrupa’da ya�anan bu geli�im, kuramsal olarak en aç�k ifadesini Marshall’�n

1950’da yay�nlad��� Citizenship and Social Class isimli makalesinde bulur

(Kymlicka, 1994:354)31. Marshall’a göre, yurtta�l�k statüsü, “herkese toplumun tam

ve e�it bir üyesi olarak davran�lmas�n�” gerektirir. Toplumun üyeleri aras�nda e�itli�i

sa�layan, herkese e�it haklar tan�nmas� ve bu haklar�n devlet ve toplumun tüm

üyeleri taraf�ndan kabul edilip sayg� gösterilmesidir. Yurtta� haklar� Marshall

taraf�ndan üç eksende incelenmi�tir: sivil haklar, siyasal haklar ve sosyal haklar

(Marshall, 2006:6) 32 . Marshall’�n çal��mas�, ulus-devlet s�n�rlar� içinde kalmas�,

yurtta�lar�n siyasal hayata etkin kat�l�m�n� dikkate almamas� ve aidiyet yönünü hiçe

saymas� aç�s�ndan ele�tirilmi�tir. Ancak özellikle AB’de yurtta�l���n geli�imine

bak�ld���nda ilk a�amada haklar bütünü olarak yurtta�l���n çok önemli bir yer

tuttu�unu görmekteyiz. Bu yüzden Marshall’�n yurtta�l��a ba�l� dü�ündü�ü haklar�

incelemek için kulland��� üç eksen, burada da temel olarak al�nacakt�r.

Öte yandan belirtmek gerekir ki AB, kuruldu�u dönemden itibaren tüm Birlik

co�rafyas�nda üye devletlerin yurtta�lar� için ortak baz� haklar öngörerek, Avrupa

yurtta�lar�n�n haklar� adland�rmas�n� kullanmadan bu kavram için haz�rl�k

yapm��t�r 33 . Özellikle AET Antla�mas�’n�n ki�ilerin uyru�una ba�l� olarak

31 Bu çal��mada, makalenin 2006 y�l�nda Bilgi Üniversitesi Yay�nlar� taraf�ndan Ayhan Aktar çevirisiyle yay�nlanan metni temel al�nm��t�r; yap�lan göndermeler bu metnedir (Marshall, 2006). Türkçe bask�ya önsöz yazan Aktar, Shaw (Shaw, 1997) ve Kymlicka (Kymlicka, 1994) gibi birçok ara�t�rmac�, bu makalenin, �kinci Dünya sava�� sonras� yurtta�l�kla ilgili birçok çal��may� etkiledi�ini belirtir. 32 Marshall, geli�imlerini inceledi�i bu haklar�n farkl� yüzy�llarda �ngiltere’de farkl� yüzy�larda belriginle�ti�ini belirtir. “(…) medeni haklar 18. yüzy�l ile özde�le�irken, di�er unsurlardan siyasal haklar 19. yüzy�l ve sosyal haklar ise 20. yüzy�l ile özde�le�tirilebilir” (Marshall, 2006:14). 33 Maastricht öncesi Avrupa yurtta�l���n�n geli�ti�i zeminin ayr�nt�l� incelemesi için bkz. Magnette, 1999:13-123.

220

yap�labilecek her türlü ayr�mc�l��� yasaklayan 7. maddesi, AB’nin yurtta�lar�n�n

ortak haklara sahip oldu�una dair uygulaman�n geli�mesi için zemin olmu�tur. Bu

geli�imi somutla�t�rmak için, Maastricht Antla�mas� öncesi ATAM’�n verdi�i iki

karar� örnek olarak vermek faydal� olacakt�r.

Örnek olarak al�nacak ilk karar, 293/83 say�l� Gravie / Ville de Liège

karar�d�r. Olay, Françoise Gravier isimli Frans�z ö�rencinin Güzel Sanatlar

Fakültesi’nde Çizgi Film okumak üzere Belçika’ya gelmesi ve üniversitenin Belçika

Milli E�itim Bakanl���’n�n ilgili düzenlemelerine dayanarak, bu ö�renciden yabanc�

ö�renci s�fat�yla ‘minerval’ ad� verilen bir e�itim harc� talep etmesiyle ortaya ç�kar.

Frans�z ö�rencinin, Belçikal� ö�rencilerden al�nmayan bu harc� ödemeyi reddetmesi

üzerine, üniversite ö�rencinin kayd�n� siler ve oturma izni uzat�lmaz. Bunun üzerine,

Frans�z ö�renci AET Antla�mas�’n�n 7. maddesinin ve hizmet al�m�nda ayr�mc�l�k

yap�lmas�n� yasaklayan 59. maddenin ihlali gerekçesiyle Liège Birinci Derece

Mahkemesi’ne ba�vurur. Önkarar usülüyle önüne gelen davada Adalet Mahkemesi,

e�itim konusu Topluluk kurumlar�n�n yetkili oldu�u bir alan olmamas�na ra�men,

ba�ka bir üye ülkede e�itim almay� tercih eden bir ö�renciye o ülkenin ö�rencilerine

uygulanmayan bir harc�n uygulanmas�n�n ki�ilerin uyru�una ba�l� olarak ayr�mc�l�k

yap�lmas� anlam�na geldi�i ve dolay�s�yla 7. maddenin ihlali oldu�u yönünde görü�

bildirir. Ayr�ca Mahkeme, daha önce Konsey’in ulusal ekonomilerin uyumlu hale

getirilmesi ve ortak pazar�n gerçekle�tirilmesi için mesleki e�itimle ilgili yapt���

uyumla�t�rma düzenlemelerine gönderme yaparak, mesleki e�itimin amac�n�n halk�n

mesleki kariyerini güçlendirmesi oldu�unu belirtir. Tüm üye devletlerin yurtta�lar�na

ayn� �ekilde uygulanacak kurallar olmas� dü�üncesi bu kararda belirgin bir �ekilde

ortaya ç�kmaktad�r.

�kinci karar, 186/87 say�l� Cowan / Trésor Public karar�d�r. Ian William

Cowan turist olarak Paris’de bulundu�u s�rada metro ç�k���nda sald�r�ya u�rar ve

sald�r�n�n faili yakalanamaz. Frans�z Ceza Kanunu’na göre, a��r yaralanmayla

sonuçlanan faili meçhul bir sald�r�n�n tazminat�n� kar��lamak devlete dü�er. Ancak bu

düzenleme, tazminat�n verilebilmesi için, sald�r�ya u�rayan�n Frans�z vatanda��

olmamas� durumunda, ya oturma iznine sahip olmas� ya da uyru�u oldu�u devlet ile

221

Fransa aras�nda bu alanda kar��l�kl�l�k öngören bir ikili anla�man�n var olmas�n� �art

ko�ar. �artlar�n yerine getirilmemesi sebebiyle, �ngiliz yurtta�� Cowan’�n tazminat

komisyonuna yapt��� talep reddedilir. Ma�durun mahkemeye ba�vurmas� üzerine,

konu, Frans�z Ceza Kanunu’nun ilgili düzenlemesinin AET Antla�mas�’n�n 7.

maddesinin ihlali olup olmad��� sorusuyla Adalet Mahkemesi’nin önüne gelir. Adalet

Mahkemesi, tüm üye devlet yurtta�lar�n�n e�it muamele görme hakk�n�n Topluluk

hukuku taraf�ndan tan�nd���n�, dolay�s�yla tazminat hakk�n�n oturma izni ya da ikili

anla�ma �art�na ba�lanamayaca��n� belirtir. Ayr�ca Mahkeme, turist statüsünde ba�ka

bir üye ülkede bulunan Topluluk üyesi devlet yurtta��n�n hizmetlerden serbest

yararlanma hakk�na sahip oldu�una dair önce verilen bir ba�ka karara (286/82, Luisi

& Carbone) gönderme yaparak, önemli olan�n üye devlet yurtta�� olarak ba�ka bir

üye devlette olmas� oldu�unu hat�rlat�r. Böylece Mahkeme, özellikle AET

Antla�mas�’n�n uyruklu�a göre ayr�mc�l�k yap�lmas�n� yasaklayan 7. maddesine

dayanarak, tüm üye devlet yurtta�lar�n�n herhangi bir sebeple ba�ka bir üye ülkede

olmalar� durumunda, bu devletinin yurtta�lar� ile ayn� haklardan yararlanmas� için

zemin olu�turur.

�ki karar�n arkas�nda Marshall’�n “herkese toplumun tam ve e�it bir üyesi

olarak davran�lmas�” fikrinin izlerini görmek zor de�ildir. Ancak ilk a�amada

Mahkeme taraf�ndan korunan haklar, sadece medeni haklar olarak say�labilecek

haklard�r. Siyasal haklar�n geli�imi ancak Maastricht Antla�mas�’ndan sonra

olmu�tur. Sosyal haklar�n gelece�i ise, özellikle Avrupa Anayasas�’na dair

tart��malarda a��rl�kl� rol oynam��t�r. Dolay�s�yla haklar demeti olarak yurtta�l���n

AB’de geli�imini tamamlad���n� henüz söylemek zordur. Hatta bu anlam�yla

Marshall’a yöneltilen ele�tirileri hat�rlay�p, say�lan haklar�n ancak ulus-devlet

s�n�rlar� içinde tam anlam�yla sa�lanabilece�ini dü�ünmek mümkündür. Sonucunda

AB’nin bir ulus-devlet olmad���n� bir kere daha hat�rlamak ve yurtta�lar�yla kuraca��

ba��n da farkl� bir �ekil alaca��n� söylemek yerinde olacakt�r. Fakat AB baz�

alanlarda kurallar� koyma yetkisini elinde bulunduran yeni bir siyasi örgütlenme

olarak, yurtta�lar�yla ba� kurmaktan da kaç�namaz. Sadece bu ba��n tan�m�n�n

yap�lmas� gerekmektedir.

222

Yurtta�l�k tan�m�n�n yap�ld��� ve haklar�n�n belirlendi�i ilk belge Maastricht

Antla�mas�’d�r. Maastricht Antla�mas�’n�n II. Ba�l���’n�n 2. Bölümü’ne Birlik

Yurtta�l��� ad� verilmi�tir. Maastricht Antla�mas�’nda yap�lan yurtta�l�k

düzenlemesi34, baz�lar� taraf�ndan çok önemli bir ba�ar� olarak nitelenirken, kimileri

taraf�ndan de�ersiz olarak görülmü�tür. Ancak Avrupa yurtta�l���n�n

incelenmesindeki amaç, yeni egemenlik kavram�n�n soyut olarak egemen olarak

tan�mlad��� Avrupa yurtta�lar�n�n kim oldu�unu ve uygulamada haklar�n kullan�m�n�

sorgulamak oldu�undan, bu tart��malara burada hiç de�inilmeyecektir. Öncelikle

Madde 8, “(b)ir üye devletin uyruklu�unda olan herkes Birlik yurtta��d�r” diyerek

kimlerin Birlik yurtta�l��� statüsüne kabul edilece�ini belirmi�tir. Birlik, kendi

uyruklar�n� tan�mlarken kan ba��n�n ya da toprak ba��n�n uygulanmas�n�n seçimini

üye devletlere b�rak�r. Ayr�ca 1997 y�l�nda imzalanan Amsterdam Antla�mas� ile

“Birlik yurtta�l��� ulusal yurtta�l���n yerini almay�p onu tamamlar” (madde 17)

ifadesi eklenmi�tir35.

Yurtta�l�k ba�l���n�n alt�nda kalan di�er maddelerde, bireylerin yurtta�

s�fat�yla AB’de sahip olduklar� haklar s�ralan�r. Bu haklar�n, Marshall’�n üç eksende

toplad��� yurtta�l�k haklar�n� ne ölçüde kar��lad���n� görmek, de�erlendirme

yapabilmek için uygun olacakt�r. �lk eksende medeni haklar bulunmaktad�r. Bunlar,

“bireysel özgürlük, konu�ma özgürlü�ü, dü�ünce ve inanç özgürlü�ü, mülk edinme

ve sözle�me yapma özgürlü�ü ve adalet hakk� gibi hak ve özgürlüklerdir” (Marshall,

2006:6). S�n�rl� yetki ilkesinin devam etti�i Maastricht Antla�mas�’nda say�lan,

medeni haklar olarak nitelenebilecek haklar, genel olarak iktisadi haklar

niteli�indedir. Daha önce de belirtildi�i gibi, öncelikli amaç iç pazar�n en iyi �ekilde

i�lemesini sa�layabilecek �ekilde bireylerin haklar�n�n korunmas�d�r. Ancak Avrupa

anayasal düzeninin geli�mesinin bir parças� olarak ele al�nd��� üzere, temel haklar

34 Maastricht Antla�mas�’nda yap�lan yurtta�l�k düzenlemeleri, Amsterdam ve Nice Antla�malar�’nda yap�lan de�i�ikliklerin ayr�nt�l� incelemesi ve ele�tirileri için bkz. Tezcan, 2002: 19-143. 35 Bu cümle ilk bak��ta basit bir cümle gibi görünmektedir. Ancak arkas�nda ‘derin bir kayg�’ (Weiler, 2004:324) yatmaktad�r. Weiler’e göre, bu kayg�n�n ana sebebi, Avrupa yurtta�l���n�n, baz�lar� taraf�ndan tehlikeli sonuçlar do�urabilecek bir kavram olarak alg�lanmas�d�r. Böyle dü�ünenler için, her ne kadar ilk bak��ta, yapt��� de�i�iklikler ve etkisi az gibi görünse bile, Avrupa yurtta�l���n�n ucunun aç�k b�rak�lmas�, AB’nin geçmi� y�llarda yoruma dayanan geli�imi dü�ünüldü�ünde, risklidir (Weiler, 2004:324). Dolay�s�yla eklenen bu ifade bir güvenlik sübobu olarak görülmektedir.

223

konusu Maastricht Antla�mas�’ndan önce gündeme gelmi�tir. Bu konuda Adalet

Mahkemesi’nin tavr�, Avrupa �nsan Haklar� Sözle�mesi’nin ve ulusal anayasal

düzenlerin kabul etti�i temel hak ve özgürlüklerin, sözle�melerin kabul etti�i

hukukun temel ilkeleri aras�nda say�ld��� �eklinde olmu�tur.

Dolay�s�yla genel bir ifadeyle, Maastricht Antla�mas� öncesinde bile

Marshall’�n verdi�i tan�mdaki medeni haklar�n AB hukuku taraf�ndan korundu�u

söylenebilir. Özel olarak Maastricht Antla�mas�’n�n sivil haklar kategorisine

girebilecek en belirgin eklemesi ise, AET Antla�mas�’nda çal��anlar için tan�nan

serbest dola��m hakk�n�n, “(b)ütün Birlik yurtta�lar�, (…) üye devletlerin

topraklar�nda serbestçe dola�mak ve ikamet etmek hakk�na sahiptir” �eklinde

geni�letilmesi olmu�tur. Ancak bu konuda, yukar�da örnek olarak verilen ATAM

kararlar�nda (293/83;186/87) ve 1990 tarihli ve 90/364 say�l� ikamet hakk�na dair

Konsey Yönergesi’nde bu düzenlemenin haz�rland���n� hat�rlatmak uygun olacakt�r.

Bir ba�ka deyi�le Maastricht Antla�mas�, ATAM’�n korunmas�n� üstlendi�i bu

hakk�n antla�ma maddelerine eklenmesini sa�lam��t�r. Bunun yan� s�ra, Avrupa

Parlametosu’na dilekçe ile ba�vuru hakk� ve Avrupa Ombudsman�na, Birlik’in

kurum ve dan��man kurulu�lar�na herhangi bir Birlik lisan�yla yaz� gönderme ve ayn�

lisanda cevap alma hakk� Maastricht Antla�mas� ile tan�nm��t�r.

Ayr�ca bu antla�mayla, “Birlik yurtta�lar�, uyru�unda oldu�u üye devletin

temsil olunmad��� üçüncü devletlerin topraklar�nda, herhangi bir üye devletin, o üye

devlet uyruklar� ile ayn� ko�ullarda diplomatik ve konsolosluk yetkililerinin

korunmas�ndan yararlan(maya)” hak kazanm��lard�r. Burada tan�nan diplomatik

koruma hakk�n� üçüncü devletlerin tan�y�p tan�mayaca�� belli de�ildir (d’Oliveira,

1994:140). Maastricht Antla�mas�, bu konunun uluslararas� müzakerelerle garantiye

al�naca��n� belirtmekle yetinmektedir. Maastricht Antla�mas�, diplomatik koruma

konusunu ayr�nt�land�rmad���ndan, uluslararas� hukukta kabul gören tan�m�

üzerinden dü�ünülmelidir. Bu tan�ma göre,

“(b)ir devletin yurtta�lar�n�n bir devletçe zarara u�rat�lmas� durumunda, an�lan zararlar ayn� zamanda bu devlete dolayl� olarak verilmi� zarar biçiminde

224

de�erlendirilmektedir. Bu durumda devlet yurtta��n� diplomatik korumas�na alarak durumun düzeltilmesi yollar�n� aramaktad�r” (Pazarc�, 2005:418). Devletin diplomatik hakk�n�n kullanabilmesi öncelikli iki �arta ba�l�d�r.

Birincisi zarar görenin kendi uyru�unda olmas� ve ikincisi zarar görenin iç hukuktaki

tüm yollar� önceden tüketmi� olmas� gerekir (Pazarc�, 2005:417-421). Maastrciht

Antla�mas�, bu ba�lamda ilk �artta bir de�i�iklik getirmektedir.

Marshall’�n siyasal haklar ekseni ise, “siyasal karar alma sürecine seçmen ve

seçilen olarak kat�lma hakk�n� ifade eder” (Marshall, 2006:6). Siyasal haklar

ekseninde Maastricht Antla�mas�’na bak�ld���nda, 8b maddesinde, yerel seçimlerle

ve AP seçimleriyle ilgili bir düzenleme yapt��� görülmektedir. Ad� geçen maddenin

ilk paragraf�, “(u)yru�u olmad��� bir üye devlette ikamet eden bütün Birlik

yurtta�lar�(n�n), ikamet etti�i üye devletin uyruklar� ile ayn� ko�ullarda yerel

seçimlerde oy kullanmak ve seçilmek hakk�na sahip” oldu�unu belirtmektedir. �kinci

paragraf�nda ise, “(…) uyru�u olmad��� bir üye devlette ikamet eden bütün Birlik

yurtta�lar�(n�n), ikamet ettikleri üye devlette, bu devletin kendi yurtta�lar� ile ayn�

ko�ullarda Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oy kullanmak ve aday olmak hakk�na

sahip” olduklar� kabul edilmektedir 36 . Siyasal haklar�n AB’de yerel, ulusal ve

ulusüstü olmak üzere üç a�amada kullan�labilece�i dü�ünülürse, Maastricht’in iki

a�amay� düzenleyerek siyasal haklar�n yerle�mesi için gerekli olan� yapt���

söylenebilir. Ulusal parlamentolar�n üyelerinin seçimi ise, üye devlet sistemlerine

b�rak�lm��t�r.

Genel olarak bak�ld���nda, yerel ve AP düzeyinde bireylere, Birlik yurtta�lar�

olmalar� s�fat�yla, seçme ve seçilme hakk�n�n tan�nmas� önemli bir ilerlemedir37.

36 Yerel seçimlerde oy kullanma hakk�n�n bu �ekilde geni�letilmesine dair ilk tart��malar, Avrupa Parlamentosu’nun ça�r�da bulundu�u ve Adinno Komitesi’nin “Yurtta�lar Raporu”nu haz�rlad��� 1985 y�l�na kadar uzanmaktad�r (Tezcan, 2002:56). 37 Hem yerel seçimlerin, hem de AP seçimlerinin uygulamas� ile ilgili düzenlemeleri yapmak Komsiyon’un önerisi ve Parlamento’nun deste�i ile al�nacak Konsey karar�na b�rak�lm��t�r. Üye devletlere özgü sorunlar sebebiyle baz� devletlere istisinai hükümler uygulanabilece�i ayr�ca belirtilmi�tir. Konsey taraf�ndan haz�rlanan iki yönerge, bir üye devlette oy kullanacak Birlik yurtta�lar�n�n say�s�n�n oy kullanacak nüfusun %20’sini geçmesi durumunda, seçme ve seçilme hakk�na aç�k istisna getirebilece�ini aç�k hükme ba�lam��t�r. Böyle bir fazlal�k oldu�u durumda, AP seçimlerinde, oy kullanabilmek için en az be� y�l ikamet, seçilebilmek için ise on y�l ikamet �art� getirilebilir. Bu durumdaki tek üye ülke ise Lüksembourg’dur. Yerel seçimler çerçevesinde ise, seçme

225

Ancak bu düzenlemelerin yeterli olmad���na dair ele�tiriler de getirilmi�tir. Bu

ele�tirilerin ba��nda, AP seçimlerinde parlamenterlerin da��l�m�n�n hâlâ üye

devletlerin kotalar�na göre yap�lmas� gelmektedir. Oysa ki söz konusu olan Birlik’in

parlamentosudur. Ayr�ca bu parlamento seçimlerine ilgi ve parlamentodaki siyasi

gruplar�n örgütleni�i zay�ft�r. AP’ye yasama sürecinde verilen yetkilerin k�s�tl�l��� da

bu sorunlara eklenince, Avrupa yurtta�lar�n�n siyasi karar alma süreçlerine

kat�l�m�n�n ne kadar az oldu�u anla��lmaktad�r. AB’nin yetki alan�na giren konularda

egemenin, Birlik kurumlar� olmas�, yurtta�lar�n bu dü�ük kat�l�m�n� sorunlu hale

getirmektedir. E�er Birlik’in bir siyasi gelece�i varsa, bu demokrasi aç��� sorununa

bir çözüm bulunmas� �art gözükmektedir.

Yurtta� haklar�n�n incelenmesi gereken sonuncu eksen ise sosyal haklar

eksenidir. “Sosyal haklar ekseni ile ifade edilen �ey ise, ya�ad���m�z toplumun

standartlar� ölçüsünde ekonomik refah ve sosyal güvenlik gibi haklar sahip olmaktan,

ça�da� bir birey gibi ya�ayabilme hakk�na de�in uzanan geni� bir haklar dizinidir”

(Marshall, 2006:6). Maastricht Antla�mas�, yurtta�l�k ba�l��� alt�nda sosyal haklara

hiç de�inmez. Sosyal politika, üye devletlerin yetki alan�na girmektedir ve üye

devletler aras�nda bu konuda önemli görü� ayr�l�klar� bulunmaktad�r. Ancak serbest

dola��m�n bu derece te�vik edildi�i bir düzende, ortak bir zemin olu�turulmas�n�n

gereklili�i de aç�kt�r. AB Antla�malar�’nda istihdam politikalar�n� destekleyeci

maddeler yer almaktad�r. Fakat bunlar, yeterli gözükmemektedir. Herhangi bir üye

ülkede yabanc� i�çilerin say�s� artarken i�sizlik sorununun ortaya ç�kmas�, yabanc�

dü�manl���na kap�y� aralamaktad�r. Sosyal politika alan�nda ilk önemli ad�m

Komisyon’un 1994’de yay�nlad��� Beyaz Ka��t’t�r. Komisyon bir ‘Avrupa Sosyal

Modeli’ olu�turmaya çal���r. O günden bugüne somut ilerlemeler sa�land���n�

söylemek mümkün de�ildir. Hatta sosyal haklar konusu, Avrupa Anayasas�’n�n

referandum sürecinde gündeme damgas�n� vurarak önemini bir kere daha

göstermi�tir38.

hakk� için söz konusu bölgenin kabul etti�i görev süresi, seçilme hakk� içinse görev süresinin iki kat� kadar ikamet �art� aranacabilecektir. Yerel seçimlerdeki istisnalar�n uyguland��� ülkeler ise, Lüksemburg ve Belçika’d�r (Tezcan, 2002:63). 38 Avrupa Anayasas�’na dair tart��malara en son ba�l�kta yer verilecektir.

226

Tüm bu yasal düzenlemelerle sa�lanan geli�melere bak�ld���nda, Marshall’�n

herkese toplumun tam ve e�it bir üyesi olarak davran�lmas�n� sa�lamak için

öngördü�ü tüm haklar�n henüz AB anayasal düzeni taraf�ndan garanti edilmedi�i

görülmektedir. Özellikle sosyal haklar konusunda varolan aç���n tamamlanmas�

zaman alaca�a benzemektedir. Ancak bir kere daha belirtmek gerekirse, medeni

haklar�n ve bu çerçevede serbest dola��m hakk�n�n tan�nd��� AB’de sosyal politikay�

ulusal parlamentolar�n yapt�klar� düzenlemelere b�rakmak sorunlara sebep

olmaktad�r. Bu yüzden sosyal politika konusunun Avrupa kamusal alan�nda tüm

yönleriyle tart���lmas� gerekmektedir. Bu tart��malar�n sonunda, ulus-devlet s�n�rlar�

içinde olu�turuldu�u �ekliyle bir refah devlete ula��laca��n� dü�ünmek en az�ndan �u

an için hatal� bir tav�r olacakt�r. Dolay�s�yla haklar bütünü olarak yurtta�l���

incelemeye çal���rken temel ald���m�z Marshall’�n çal��mas�ndan bu noktada

uzakla��ld��� belirtilmelidir. Ulus-devletin yurtta�lar�na haklar belirledi�i gibi, bir

tak�m ödevler verdi�i de bilinmektedir. Bunlar�n en ba��nda vergi verme ödevi ve

hâlâ birçok ülkede devam eden mecburi askerlik hizmeti gelmektedir. Maastricht

Antla�mas�, Avrupa yurtta�lar�n�n baz� yükümlülüklere de tabi olduklar�n� belirtir

(madde 8). Ancak bu ödevlerin ne oldu�u ve nas�l yerine getirilece�i konusunda

aç�klama yapmaz. Dolay�s�yla Avrupa yurtta�lar�n�n ödevleri konusu belirsiz kal�r.

Sosyal politka konusunda daha somut ad�mlar at�labilmesi kan�m�zca, özellikle vergi

verme ödevi gibi konular�n AB taraf�ndan düzenlenmesiyle yak�ndan ilgilidir. Bu

yüzden, �u a�amada, AB’nin amac�, sosyal politika konusunda ortak bir paydan�n

bulunmas� olmal�d�r.

(2) Maastricht Antla�mas� Sonras�nda Yurtta�l�k Haklar�n�n Uygulanmas�

Aidiyet olarak yurtta�l�k konusunu ele almadan önce, yukar�da incelenen ve

Maastricht Antla�mas�’ndan bu yana tan�nan veya peki�tirilen yurtta�l�k haklar�n�n

hayata geçirilmesindeki durama dair, birkaç ATAM karar�na ve Komisyon

raporlar�na de�inmek yararl� olacakt�r.

227

Adalet Mahkemesi’nin Avrupa yurtta�l���na gönderme yaparak karar verdi�i

ilk olay39, �spanyol Martinez Sala ile Alman yetkililerin kar�� kar��ya geldi�i olayd�r

(C-85/96). Sala, dava aç�ld���nda yirmi be� y�ld�r Almanya’da ya�amakta olan bir

�spanyoldur. Bu süre zarf�nda, dönem dönem çe�itli i�lerde çal��m�� olmas�na

ra�men, 1989 y�l�ndan beri i�sizsizdir ve devlet yard�m� almaktad�r. 1993 y�l�nda

do�um yapt�ktan sonra, i�sizlere verilen çocuk yard�m� için yapt��� ba�vurunun

reddedilmesi üzerine dava ATAM’�n önüne gelmi�tir. Yard�m talebinin Alman

yetkiler taraf�ndan reddedilme sebebi, Sala’n�n yasalara uygun bir �ekilde

Almanya’da ikamet etmesine ra�men, gerekli oturma iznine sahip olmamas�d�r.

Adalet Mahkemesi, Avrupa yurtta�l��� ve ayr�mc�l���n yasaklanmas�na ili�kin

maddelre gönderme yaparak Alman yetkililerin ba�vuruyu reddetmelerini haks�z

bulurlar.

Avrupa yurtta�l���n�n Mahkeme taraf�ndan kullan�m�na örnek verilebilecek

bir ba�ka olay ise, Bickel & Franz olay�d�r (C-274/96). Biri Avusturyal�, biri Alman

olan iki t�r �oförünün çe�itli suçlardan �talya’da yakalan�p mahkeme önüne

ç�kar�ld�klar�nda �talyanca bilmedikleri için mahkemelerinin Almanca yap�lmas�n�

talep ederler. Asl�nda Bolzano bölgesinde ya��yan Alman kökenli �talyan

vatanda�lar�n�n resmi yetkililer kar��s�nda Almanca’y� �talyanca’ya e�it bir �ekilde

kullanabilmesini öngöre 1972 tarihli bir düzenleme mevcuttur. Ancak �talyan

Mahkemesi bu düzenlemenin ba�ka üye devletlerin yurtta�� olup i� ya da turistik

amaçla �talya’da bulunan ve Almanca konu�an ki�iler için kullan�l�p

kullan�lmayaca��ndan emin olamaz ve Adalet Mahkemesi’ne ba�vurur. Adalet

Mahkemesi, karar�ndan Avrupa yurtta�lar�n�n serbest dola��m ve yerle�me hakk�na

sahip oldu�unu bir kere daha hat�rlat�p, her hangi bir bölge ana dili Almanca olan bir

az�nl�k grubuna tan�nan davalar�n�n Almanca görülme hakk�n�n di�er anadili

Almanca olan Avrupa yurtta�lar�na tan�nmamas�n�n ayr�mc�l��� yasaklayan

maddeye ayk�r� oldu�u yönünde görü� bildirir.

39 Asl�nda 1994’de Mahkeme’nin önüne gelen Skanavi v Chryssanthakopoulos olay�nda Alman Mahkemesi, sorusunu yurtta�l��a ili�kin 8A maddesine de gönderme yaparak yapm��; ancak Mahkeme, ayr�mc�l���n yasaklanmas�na (madde 6) ve serbest dola��m ve yerle�me hakk�na (madde 52) dayanarak karar vermi�tir.

228

Adalet Mahkemesi’nin önüne ta��nan bir di�er önemli olay Baumbast &

R’dir (C-413/99). Bu karar, Adalet Mahkemesi’nin uzun zamand�r kararlar�yla

destekledi�i serbest dola��m hakk�n�n geçirdi�i dönü�ümü ve Avrupa yurtta�l���n�n

etkilerinin gözler önüne sermektedir. Bu yüzden birçok makalede bu karara

gönderme yap�ld��� görülmektedir (Dougan, 2006; Van Der Mei, 2002). Söz konusu

kararda asl�nda iki olaydan yola ç�k�larak sorulan sorular ve yap�lan yorumlar vard�r.

Bunlardan ilki, Baumbast ailesiyle ilgilidir. Baumbast ailesinde baba Alman, anne

Kolombiyal�’d�r. Çocuklardan ilki Bayan Baumbast’�n ilk evlili�inden olup sadece

Kolombiya uyru�undad�r. �kinci çocuk ise, hem Alman hem de Kolombiya

uyru�undad�r. 1990’da �ngiltere’de be� y�ll�k oturma izni alan Baumbast ailesinin

evleri vard�r ve çocuklar� burada okula devam etmektedir. Ancak çal��t��� i�yerinin

kapanmas�ndan ve ba�ka bir yerde i� bulamamas�ndan dolay� Bay Baumbast

1993’den itibaren Çin’de ve Lesotho’da i� yapan bir Alman �irketinde çal��maktad�r.

Byaan Baumbast’�n kendisi ve ailesi için süresiz oturma izni iste�inin reddedilmesi

üzerine konu göçmenlik i�leriyle ilgilenen �ngiliz mahkemesinin önüne ta��nm��t�r.

�kinci olay ise, Frans�z kocas�yla birlikte �ngiltere’de ya�ayan Amerikan yurtta��

Bayan R’nin bo�anma sonras�nda, kendisi ve iki çocuklar� için yapt��� süresiz oturma

izni ba�vurusunun Bayan R ile ilgili k�sm�n�n reddedilmesine ili�kindir. Bu iki dava

ile ilgili sorular� toplayan göçmenlik mahkemesi, ATAM’dan önkarar talep eder.

Önkarar usulüyle sorulan üç sorudan ilki, söz konusu ailelerin çocuklar�n�n

�ngiltere’de okumaya devam edip edemeyece�ine ili�kindir. Adalet Mahkemesi, bu

konudaki karar�n� Topluluk içinde çal��anlar�n serbest dola��m�na ili�kin 1612/68

numaral� yönergenin 12. maddesine40 gönderme yaparak yan�tlar. R. Ailesinde baba

halen �ngiltere’de çal��mkata oldu�undan, bu ailenin çocuklar�n�n e�itim haklar�

zaten devam etmeketedir. Baumbast ailesinin çocuklar� için ise, söz konusu yönerge

maddesine göre, babalar� �ngiltere’de çal��t��� dönemde ba�lad�klar� e�itimi devam

ettirme hakk�na sahiptirler. Dolay�s�yla çocuklar�n �ngiltere’de otruma izinleri devam

ettirilmelidir. Adalet Mahkemesi’ne sorulan ikinci soru vasilerinin �ngiltere’deki

oturma izinlerinin devam ettirilip ettrilmeyece�ine dairdir. Bu konuda, Mahkeme,

40 Bu maddeye göre, ba�ka bir üye devlette çal��an Topluluk üyesi bir ülkenin vatanada��n�n çocuklar�, evsahipli�i yapan ülkede e�itim alma hakk�na sahiptirler.

229

bo�anma durumunun olmas�n�n bir �ey de�i�tirmedi�i ve e�itimlerine ev sahibi

devlette devam ettirmek durumunda olan çocuklar�n vasilerine de oturma izni

verilmesi yönünde görü� bildirir.

Ancak yurtta�l�k aç�s�ndan en önemli soru üçüncü sorudur. Bu soru, her hangi

bir Birlik yurtta��n�n uyru�unda oldu�u devlet d���nda her hangi bir üye devlette,

çal��an statüsüyle oturma izni almad��� durumda, sadece Avrupa yurtta�� olma

s�fat�yla oturma hakk� kazanmas�na ili�kindir. Maastricht Antla�mas�’ndan itibaren

düzenlenen yurtta�l�k maddesine göre, her Birlik yurtta��, her hangi bir üye devlette

yerle�me hakk�na sahiptir. Bu yerle�me hakk�, ev sahibi devlet taraf�ndan

s�n�rlamalara tabi tutulabilir. Ancak, “(…) yetkili makamlar ve müdahil olduklar�

zaman ulusal mahkemeler, söz konusu s�n�rlamalar�n uygulanmas�n�n, Topluluk

hukukunun genel ilkeleri ve özellikle orant�sall�k ilkesi gözetilerek yap�lmas�n�

denetlemelidirler” (§94). Böylece Adalet Mahkemesi, çok önemli bir ad�m atarak,

yap�labilecek orant�l� s�n�rlama hakk� baki kalmak üzere, “Ev sahibi ülkede çal��an

göçmen s�fat�yla oturma izni alamayan bir Avrupa yurtta��n�n, AT Antla�mas�’n�n

18. maddesi, 1. paragraf�n�n do�rudan uygulanmas�yla Birlik yurtta�� s�fat�yla oturma

izni kazanaca��n�” karara ba�lar 41 . Baumbast ailesinin durumunda ise, Adalet

Mahkemesi’ne göre, Alman devletinin sosyal güvenlik sisteminden faydalanan bu

ailenin hiçbir �ekilde ev sahibi devlete yük olu�turmad��� aç�kt�r ve Bay Baumbast,

Avrupa yurtta�� olma s�fat�yla oturma izni alma hakk�na sahiptir.

Öte yandan Maastricht Antla�mas�’nda öngörüldü�ü üzere, Komisyon her üç

y�lda bir Parlamento’ya, Konsey’e ve Ekonomik ve Sosyal Komite’ye yurtta�l�k

düzenlemelerinin uygulanmas�na dair rapor sunmu�tur. Son olarak haz�rlanan 2004

y�l� raporunda Komisyon, “(o)niki y�ll�k varl��� süresince, Birlik yurtta�l���(n�n),

önem kazand���n� ve gerçek ve somut haklar kayna��na dönü�tü�ünü” belirtmi�tir.

Komisyon raporunda, yurtta�l�k haklar�n�n do�ru ve önemli bir sorun olmadan

uyguland���n� söylemektedir. 41 Maastricht Antla�mas� s�ras�nda yap�lan ve sonras�nda yap�lan tart��malarda, çal��anlar�n serbest dola��m ve yerle�im hakk�ndan Avrupa yurtta�lar�n yerle�im hakk�na geçilmesinin uzun zaman alaca�� s�k s�k belirtilmi�ti (d’Oliveira, 1994:136). Bu karar, aksi bir geli�imin ve belki bir kere daha Adalet Divan�’n�n önemli rolünün göstergesidir.

230

Raporun ilk inceledi�i konu, yurtta�lar�n�n serbest dola��m hakk�n� kullan�p

kullanamad�klar�d�r. Bu hakk�n en rahat �ekilde kullan�labilmesi ve ulusal

düzenlemeler aras�ndaki farklardan do�an engellerin kald�r�lmas� için, 2004/38/CE

say�l� Birlik yurtta�lar�n�n serbest dola��m�n� düzenleyen yönerge, 29 Nisan 2004

kabul edilmi�tir. Bu yönerge ile daha önce serbest dola��ma dair yap�lan AB

düzenlemeleri iptal edilerek tek bir metinde tüm serbest dola��m haklar� düzenlenmi�

olmaktad�r. Raporun önemli bir ilerleme olarak niteledi�i yönergeyle, Birlik

yurtta�lar�n�n üye devletlerde oturma izni alma gere�i ortadan kald�r�larak geçimi

sa�layacak kaynaklara sahip oldu�unu belgeleyebilen her yurtta��n geçerli kimlik

kart�yla istedi�i ülkeye yerle�me hakk�n�n tan�nmas� için gerekli düzenlemelerin

yap�lmas� istenmi�tir. Böylece ATAM’�n Baumbast karar�nda önünü açt��� dü�ünce,

yönerge ile düzenlenmi� olmaktad�r.

�kinci konu uyrukluk esas�na dayal� ayr�mc�l���n yasaklanmas� maddesinin

(Amsterdam, 12) uygulanmas�d�r. Her ne kadar yurtta�l�k ba�l��� alt�nda yer almasa

da yurtta�l�k haklar�n�n kullan�labilmesi için büyük önem ta��yan bu maddeye ili�kin

olarak Rapor, ATAM kararlar�na42 gönderme yaparak, “Birlik yurtta�l��� statüsü,

antla�man�n uygulama alan�nda kalan konularda ayn� �artlarda olanlar�n, aç�kça

belirtilen istisnalar sakl� kalmak kayd�yla, ayn� hukuki muameleyi görmesini sa�lar”

aç�klamas�n� yapmaktad�r. Ayr�ca üçüncü ülkelerde Birlik yurtta�lar�n�n diplomatik

ihtiyaçlar�n�n kar��lanmas� 43 konusunda gerekli yasal düzenlemelerin yap�lmas�na

dair karar�n May�s 2002 itibar�yla yürürlü�e girdi�i belirtilir.

Raporda, üçüncü olarak, yukar�da siyasi haklar ekseninde ele ald���m�z seçme

ve seçilme hakk�n�n uygulanmas�na dair tespitlere yer verilmektedir. 2004 y�l� raporu

ayn� y�l içinde düzenlenecek Avrupa Parlamentosu seçimlerine geni� kat�l�m�n

sa�lanmas� için Komisyon’un daha önce haz�rlad��� yönergelere (93/109/CE)

42 Raporun bu konuda gönderme yapt��� kararlar �unlard�r: C-184/99 Grzelcyck, C-224/98 D’Hoop, C-148/02 Garcia Avello. 43 Rapora göre, ölüm, hastal�k ve kaza s�ras�nda ya da tutuklanma ya da göz alt�na al�nma durumunda Birlik yurtta�lar�na yard�m edilmesi ve zor durumdaki Birlik yurtta�lar�n�n geri gönderilmesi bu diplomatik hizmetler aras�ndad�r.

231

gönderme yapmaktad�r. Yap�lan düzenlemelere ra�men, Komisyon’un yurtta�l��a

ili�kin haz�rlad��� 1999 y�l� raporunda belirtildi�ine göre, 1999 y�l�nda yap�lan AP

seçimlerine ya�ad�klar� ülkelerde oy vermek suretiyle kat�l�m %9 gibi dü�ük bir

seviyede kalmaktad�r. Dolay�s�yla yurtta�lar�n hakka sahip olmalar�na ra�men, bunu

kullanmad�klar� söylenebilir. Ayr�ca bu oran�n dü�üklü�ünü, genel olarak AP

seçimlerine ilginin az olmas�yla, hatta y�ldan y�la bir ilgi azalmas� olmas�yla da

ili�kilendirmek gerekmektedir44.

Yerel seçimlerle ilgili olarak ise, Komisyon’un 2002 y�l� raporuna göre

(COM(2002) 260)45, durum pek farkl� de�ildir. Seçmen listelerine yaz�lanlar� temel

alarak verilen say�lara göre 46 , ya�ad�klar� ülkenin uyru�unda olmayan Avrupa

yurtta�lar� aras�nda yerel seçimlere en dü�ük kat�l�m, Yunanistan (%9,5) ve Portekiz

(%9,8)’de ya�anm��t�r. En yüksek kat�l�m ise, Avusturya (%54,2) ve �rlanda

(%52,3)’dad�r. Listeye isim yazd�rma sisteminin uyguland��� dokuz devletin

ortalamas� al�nd���nda ise, ba�ka bir üye devlette ya�amakta olan Avrupa

yurtta�lar�n�n sadece %26,7’sinin ya�ad�klar� ülkenin yerel seçimlerine kat�lma iste�i

gösterdikleri görülmektedir. Yerel seçimlerde aday olma ve seçilebilme say�lar�nda

ise, Komisyon’un toplayabildi�i veriler çok daha yetersiz kalm��t�r. Bu veriler

�����nda sadece, en az sekiz ülkede ya�ad�klar� ülkenin uyru�unda olmayan Avrupa

yurtta�lar�n�n yerel seçimlerde aday olduklar� ve en az yedi ülkede bu adaylar

aras�ndan yerel yönetim kadrolar�na seçilenler oldu�u belirtilmektedir. Siyasal haklar

konusunda 2002 y�l� raporunda, hâlâ üye devletlerde uyruklar� d���nda Avrupa

yurtta�lar�n�n ulusal seçimlere kat�l�m�n�n sa�lanmas� için hiçbir düzenleme

yap�lmam�� olmas�n�n önemli bir eksiklik oldu�u belirtilmektedir. Tüm bunlardan

ç�kar�labilecek sonuç, ulusal seçimlere kat�l�m d���nda, yerel ve AP seçimlerinde

gerekli düzenlemeler yap�lm�� olmas�na ra�men, yurtta�lar Avrupa’y� siyasi bir

44 1979 y�l�nda %63 olan kat�l�m oran�, 1984’te %61, 1989’da %59, 1994’te %57, 1999’da %50 ve nihayet 2004’te %46 olmu�tur (Erdenir, 2005:167). 45 Bu rapor için bkz. http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/site/fr/com/2002/com2002_0260fr01.pdf. 46 Gerçekten oy kullananlara dair say�sal verilere ula��lamad���ndan, raporu haz�rlayanlar, seçmen listelerine isimlerini yazd�ranlar�n bu yönde bir iradesi oldu�undan hareketle, bu say�lar� temel alarak kat�l�m�n genel durumunu anlamaya çal��m��lard�r. Almanya, Hollanda, Finlandiya, �sveç’te listeler o bölgede ya�ayanlar�n do�rudan kaydedilmesi �eklinde olu�turuldu�undan, bu ülkelere dair veriler iyice belirsiz kalmaktad�r.

232

bütün olarak dü�ünmekte zorland�klar� ve sorunlar�yla do�rudan ilgilenmek

konusunda isteksiz davrand�klar�d�r. Oysa egemenli�in AB’de ald��� �ekliyle

demokrasinin zarar görmeden varl���n� sürdürebilmesi, Avrupa yurtta�lar�n�n karar

alma süreçlerine kat�labilmesi için kurumsal ve yasal düzenlemelerin yap�lmas� kadar

bu iste�in uyand�r�lmas�na da ba�l�d�r. Bu sorun bir aidiyet olarak yurtta�l�k fikrinin

geli�iminin AB’de zay�f kalmas�yla ba�lat�land�r�labilir. Bir sonraki paragrafta

aidiyet konusu ele al�nacakt�r.

Bu konu ele al�nmadan önce, Avrupa yurtta�l���na ba�l� tan�mlanan di�er

haklar�n uygulanmas�ndan da k�saca bahsetmek gerekmektedir. Raporda Avrupa

Parlametosu’na dilekçe ile ba�vuru hakk� ve Avrupa Ombudsman�na dan��ma

hakk�n�n kullan�m say�lar� verilir47. Diplomatik ve koslosluk yetkililerinin korunmas�

konusunda ise, 2004 tarihli Komisyon raporu, 1995 Avrupa Konseyi sonras�nda

konuyla ilgili al�nan karar�n (95/553/CE) 2002 y�l� itibar�yla yürürlü�e girdi�i

belirtilmektedir. Bu karara göre, koruma özellikle; ölüm, kaza, hastal�k, tutuklanma

ya da al�koyulma durumunda yard�m�, sald�r�ya maruz kalanlara yard�m� ve zor

durumda kalan Birlik yurtta�lar�n�n ülkelerine geri gönderilmesini öngörür. Bu

listenin eksiksiz olmad��� da ayr�ca belirtilip, genel olarak zor durumda kalan Birlik

yurtta��na yard�m edilmesinin bu diplomatik ve konsolosluk yetkilileri taraf�ndan

korunma hakk� çerçevesinde dü�ünülmesi belirtilir. 2006 Kas�m ay�nda bu konuytla

ilgili Komisyon taraf�ndan Ye�il Kitap’da ise, özellikle Avrupa yurtta�lar�n�n Birlik

üyesi ba�ka bir devletten de diplomatik destek alabileceklerini bilmedikleri konusuna

vurgu yap�l�r. Ayr�ca Ye�il Kitap tüm Birlik devletlerinin temsil edildi�i sadece üç

devlet (Çin, Rusya Federasyonu ve ABD) oldu�unu belirterek, bu konunun önemine

dikkat çeker (Ye�il Kitap, 2006:4). Uygulamda özellikle 2006’da Lübnan’da

ya�anan kriz sonras�nda Avrupa yurtta�lar�n�n ülkelerine geri gönderilmesi

a�amas�nda kar��la��lan zorluklar bu raporda hat�rlat�lm��t�r. Üye devletlerin

temsilcilerinin bu konuda e�itilmesi ve hatta ortak bürolar�n kurulmas� önerilmi�tir

(Ye�il Kitap, 2006:9-11) .

47 Avrupa Parlamentosu’na, 2001-2002 y�l�nda 1283, 2002-2003 y�l�nda 1514 �ikayet dilekçesi ula�t�r�lm��t�r. Avrupa Ombudsman�na dan��anlar�n say�s� ise, 2001 y�l�nda 1874, 2002’de 2211 ve 2003 y�l�nda 2436 olmu�tur (9-10).

233

(3) Aidiyet Olarak Yurtta�l�k ve Anayasal Yurtta�l�k Kavram�

Yurtta�l�k tan�m�n�n ulus-devlet çerçevesinde ald��� �ekle bak�ld���nda, ulusal

kimli�in yurtta�l�k ile ba�land��� görülmektedir48. Ulusçuluk hareketi ve devletin

özellikle ulusal e�itim arac�l���yla ulusun de�erlerini nesilden nesile geçirmesi ve 20.

yüzy�lda yaz�l� ve görsel medyay� bu yönde kullanmas� aidiyetin ulusal kimlik

üzerinden kurulmas�nda önemli rol oynam��t�r. Oysa AB, 2007 Ocak ay� itibar�yla 27

ulus-devletin bir araya gelmesiyle olu�an bir Birlik’tir. Yeni bir siyasi örgütlenme

olarak bu Birlik, daha önceleri ulus-devletler taraf�ndan yürütülen birçok i�levi

üstlenirken, yetkilere de sahip olmu�tur. Baz� alanlarda yetkilerle donat�lmas� ve son

sözü söyleme hakk�na kavu�mas�, yani egemen olmas� bu siyasi toplulu�u olu�turan

bireylerle do�rudan ili�ki kurmas� anlam�na gelmektedir. Yukar�da de�inildi�i üzere,

Maastrich Antla�mas�, bu ba�lamda Avrupa yurtta�lar�n�n haklar�n� tan�mlam�� ve

belirsiz bir �ekilde olsa da ödevlerinin oldu�unu söylemi�tir.

Ancak bireylerin siyasi bir toplulu�a aidiyetlerinin geli�imi haklar�n

tan�mlanmas�yla bitmemektedir. Yurtta�l�k, siyasi bir toplulu�un üyesi olmak

anlam�na gelmektedir. Siyasi bir toplulu�un üyesi olmak ise kat�l�m� gerektirir.

Neden AB’nin bu anlamda bir yurtta�a ihtiyac� vard�r? Çünkü AB, yeni bir siyasi

örgütlenme olarak art�k baz� alanlarda egemendir. Egemen olarak karar ald���

alanlarda me�ruiyetini güçlendirmek için, bu toplulu�un üyelerinin deste�ine ihtiyaç

duymaktad�r. Söz konusu yap�, devletlerin kurdu�u bir uluslararas� örgütün s�n�rlar�n�

çoktan a�m��t�r. Dolay�s�yla al�nan siyasi kararlarda sadece üye devletlerin

liderlerinin söz sahibi olmas� me�ruiyet için yeterli olmamaktad�r. Bu a�amada

Avrupa yurtta�lar�n�n aidiyet ba��n� hangi temelde kuracaklar� önem ta��maktad�r.

�imdiye kadar ulusal kimlik üzerinde aidiyet alg�s�n�n geli�mi� olmas� bu i�i

zorla�t�rmakt�r. Ancak aidiyetin ba�ka �ekilde tan�mlanmas� ve AB geli�tirilmesi

imkâns�z de�ildir.

48 Oysa yurtta�l�k ve ulusal kimlik birbirine ba�l� olmayan iki kavramd�r. Habermas taraf�ndan yap�lan bu iki kavram�n etimolojik ve tarihsel incelemesi bu konuda çok ayd�nlat�c�d�r. Bkz. Habermas, 1992.

234

Bu tan�mlardan �üphesiz en çok gönderme yap�lanlardan birisi Habermas

taraf�ndan geli�tirilen ‘anayasal yurtseverlik’ anlay���d�r. Çok-kademeli anayasac�l�k

çerçevesinde anla��labilecek bir siyasi örgütlenme olarak gördü�ümüz AB’de soyut

anlam�yla egemen olan halk�n tan�m� yapabilmek için çok önemli gördü�ümüz bu

anayasal yurtseverlik anlay���n� k�saca ele almak gerekmektedir. Habermas, anayasal

yurtseverlik anlay���n� öncelikli olarak �kinci Dünya Sava�� sonras� Alman kimli�inin

olu�turulmas�n� çözümlemek için kullanm��t�r Habermas, 1989’a gönderme yapan

Erdenir, 2005:155). Anayasal yurtseverlik, temel haklar� güvence alt�na alan

anayasal ilkelere dayal� bir aidiyetin geli�tirilmesini amaçlar. Alman dü�ünür, daha

sonraki çal��malar�nda bu anayasal yurtseverlik fikrini AB’de yurtta�l�k ba��n�n nas�l

kurulaca��na cevap olacak �ekilde geli�tirmi�tir (Habermas, 1992; Habermas,

1998 49 ). Ona göre, “(…) Avrupa anayasal yurtseverli�i, farkl� ulusal tarihlerin

olu�turduklar� anayasal ilkelerden ve ayn� evrensel de�erlerin farkl� yorumlar�ndan

geli�tirilmelidir” (Habermas, 1992:12). Bu cümleden de anla��laca�� üzere, Avrupa

anayasal yurtseverli�i yekpare bir kimlik yarat�lmas�n� amaçlamamaktad�r. Birlik’i

olu�tural ulus-devletlerin olu�turdu�u çokkültürlü yap� temel al�nmaktad�r.

Habermas’�n üye devletlerin farkl� anayasal ilkelerine yapt��� gönderme, ATAM’�n

insan haklar� doktrininin geli�imi ba�lam�nda ele ald���m�z kararlar�nda s�kça

kulland��� ifadeleri hat�rlatmaktad�r. Habermas, bu farkl� anayasal ilkelerden

esinlenen Avrupa anayasas�n�n yurtseverli�in geli�imi için çok önemli ve gerekli

oldu�una da inanmaktad�r (Habermas, 2001).

Ancak AB için anayasal yurtseverli�in hayata geçirilmesinde temel sorun

yaz�l� bir anayasaya sahip olmamas� de�ildir. �üphesiz bu yaz�l� anayasan�n olmas�

ortak anayasal ilkelerin ne oldu�u konusunda çok daha ayd�nlat�c� olacakt�r50. Ama

anayasal yurtseverlik arac�l���yla Avrupa yurtta�lar� ile egemenlik yetkilerini

kullanan AB aras�nda gerekli aidiyet ve me�ruiyet ili�kisinin kurulmas�n�n önündeki

ba�l�ca engel, ulusal kamusal alanlar�n birbirinden ayr� olmas� ve bir Avrupa kamusal

49 Bu makale, Habermas’�n The Inclusion of the Other adl� kitab�ndan al�nm��t�r. Bu kitap Türkçe’ye de çevrilmi�tir (Habermas, 2005). 50 Avrupa anayasas�n�n gereklili�i konusunda AB uzmanlar�n�n hemfikir oldu�unu söylemek mümkün de�ildir. Bu konudaki tart��malara son alt ba�l�kta de�inilecektir.

235

alan� 51 olu�turulmas� ad�na yeterli ad�m at�lmam�� olmas�d�r. Bu ba�lamda

Habermas, kültürel elitlerin ve görsel ve yaz�l� medyan�n önemli bir rol oynayaca��n�

belirtmektedir (Habermas, 1992:12).

Avrupa kamusal alan�n olu�turulmas�, demokrasi a�� tart��malar�na son

verebilmek için önemli bir ad�md�r. Her ne kadar günümüzde ulusal siyasal

sistemlerde bile birçok konu uzmanl�k gerektirmesinden dolay� teknokratlar

taraf�ndan çözümlenir hale gelmi�se de, demokratik AB üyesi devletlerde seçmen

olarak yurtta�lar�n temel politikalar�n belirlenmesinde etkileri hâlâ belirgindir. Oysa

Maastricht sonras� siyasi haklar çerçevesinde belirlenen seçme ve seçilme haklar�n�n

Avrupa yurtta�lar� taraf�ndan ne kadar dü�ük oranlarda kullan�lmas�n�n da gösterdi�i

gibi, Avrupa yurtta�lar�nda genel olarak siyasal hayata kat�l�m yönünde bir isteklilik

yoktur. Oysa AB’nin yetkilerinin geni�lemesiyle demokrasinin zarar görmemesi için

bu kat�l�m�n te�vik edilmesi önemlidir.

Keza önde gelen Avrupa anayasa hukukçular�ndan olan Weiler da,

Habermas’�n kamusal alan kavram�n� kullanarak, ulusüstü bir siyasi örgütlenme

�eklini alan AB’de demokrasinin zarar görmemesi için önerilerini s�ralamaktad�r.

Öncelikle Weiler, AP veya Komisyon’un yetkileri yeniden düzenlense bile üye

devletlerdekine benzer bir temsili demokrasinin AB’de gerçekle�tirilmesinin �u

a�amada çok zor oldu�unu hat�rlatmaktad�r (Weiler, 2004:350-351). Bu yüzden de

referandum gibi bir do�rudan demokrasi yönteminin demokrasinin güçlenmesi için

gerekli oldu�unu öne sürmektedir. Yasal Oylama Giri�imi ad�n� verdi�i sisteme

göre, yeterli say�da imza topland���nda AB’nin yetki alan�nda kalan konularda

yasama sürecinin ba�lat�labilecek ve bu tasar�y� referanduma sunulabilecektir.

Referandum sonucunda kabul edilen düzenleme AB kurumlar� için ba�lay�c�

olacakt�r. Bu sistem, yurtta�lar�n seslerinin birebir duyulmas�n� sa�layaca�� gibi

tart��ma ortam�n�n yaratarak Avrupa siyasi partilerinin güçlenmesini de

51 Çelebi Habermas’�n çal��malar�na gönderme yaparak kamusal alan�n tan�m�n� k�saca �öyle yapmaktad�r: “Kamusal alan� (Öffentlichkeit / public sphere), ileti�im ve dola��m halindeki enformasyon ve dü�üncelerden olu�an bir �ebeke biçiminde tan�mlayabiliriz. Dola��mdaki dü�ünceler, belirli konular kar��s�ndaki olumlay�c� ve / veya ele�tirel tutumu, kan� ve görü�leri içerir” (Çelebi, 2002:82).

236

sa�layacakt�r. Kan�m�zca Avrupa Anayasas�’n�n referandum sürecinde de ya�anan

budur. Taslak anayasan�n referandumlar sonunda reddedilmesi �üphesiz siyasi

bütünle�meye bir fren niteli�i ta��maktad�r. Ama yaratt��� tart��malar çok önemli

etkiler do�urucakt�r.

Weiler’�n ikinci önerisi, Birlik’in güvenlikle ilgili kararlar d���nda kalan tüm

karar ve belgelerinin internet ortam�na yerle�tirilmesidir (Weiler, 2004:351-353).

Lexcalibur (Avrupa kamu meydan�) ismini önerdi�i bu internet ortam�n�n özelli�i,

düzenlemelerin daha teklif a�amas�ndayken buraya yerle�tirilmesi ve konuyla ilgili

tüm tart��ma ve yorumlar�n e�zamanl� olarak buradan izlenebilmesi olacakt�r.

Weiler’e göre, bu sitenin amac�, hiçbir �ekilde sanal bir hükümet yaratmak de�ildir.

Önemli olan medyan�n, ilgili bask� gruplar�n�n ve sivil toplum kurulu�lar�n�n AB’de

ç�kar�lmas�na çal���lan kararlar hakk�nda zaman�nda bilgi sahibi olup kamuoyunun

bilgilendirilmesinde ve harekete geçirilmesinde rol oynayabilmesidir. Komisyon’un

baz� projelerde hali haz�rda uygulad��� bireylerin e-posta yoluyla yorumlar�n�n

söyleme sistemi lexcalibur bünyesinde düzenli bir �ekle kavu�turulabilir. Weiler’�n

internetin gelecekteki yerine dair tespite kat�lmamak imkâns�z gibidir. �öyle ki eski

ku�aklar�n hayat�n gazete, radyo, televizyon nas�l bir yer i�gal ediyorsa, bugünün

Avrupal� çocuklar�n�n hayat�nda da internet öyle bir yere sahip olacakt�r. Bu yüzden

müzakereci bir demokrasi kültürünün gelecek y�llarda Avrupa’da hayata

geçirilebilmesinde internetin önemli bir rol oynayabilece�i aç�kt�r.

Weiler’�n üçüncü önerisi, yetki bölü�ümü konusunda karar verme makam�

olarak dü�ünülen ve daha önce de de�indi�imiz Anayasa Konseyi’nin kurulmas�d�r

(Weiler, 2004:353-354). Konsey’in ba�kanl��� ATAM Ba�kan� taraf�ndan

üstlenilirken, üyeleri üye devletlerin anayasa mahkemelerinden ya da e�de�er

kurumlar�ndan gelen yarg�çlar olacakt�r. Böyle bir olu�umla kurulan Konsey

yurtta�lar�n gözünde oldu�u kadar üye devletlerin mahkemeleri nezrinde de

me�ruiyete sahip olabilecektir.

�ngiliz Profesör’ün son önerisi ise çok tart��malara sebep olabilecek bir

öneridir. Bu öneri, AB’nin vergi toplama yetkisini gündeme getirir (Weiler, 2004:

237

354-356). Maastrciht sonras� Avrupa yurtta�lar�n�n haklar� yukar�da incelendi;

ödevler konusunun belirsiz kald��� vurguland�. Vergi toplama konusu bu ödevler

konusuna ba�l� dü�ünülmelidir. AB’de ya�ayan bireylerden Avrupa yurtta�� olarak

ödemeleri gereken vergilerin istenmesi, bu vergilerin nas�l harcand��� konusunda da

kamuoyunda tart��malara sebep olacak ve Avrupa kamusal alan�n�n olu�mas�na

yard�mc� olacakt�r. Weiler bu konuda vergi politikalar�n�n önemli bir seçim

malzemesi oldu�u hat�rlatmaktad�r. Bir anlamda, yurtta�lar�n dikkatinin AP

seçimlerine toplanmas�na yard�mc� olacakt�r. Asl�nda Avrupa yurtta�lar�n�n sosyal

haklar�n�n geli�imi için de vergi poltikas� önemli bir konudur; çünkü Avrupa yurtta��

olarakortak sosyal haklardan yararlan�lmas� vergi ödemede de ortak ölçütlerin

belirlenmesinde ba�l�d�r. Öte yandan böyle bir vergilendirmenin, Birlik egemenli�ini

iyice artt�rarmas� sebebiyle üye devletler taraf�ndan kolay kabul edilebilir olmad���

aç�kt�r. Bu konuda üye devletlerin henüz haz�r olmad�klar� dü�ünülebiir. Ama ortak

paraya ve para politikas�na geçen AB’nin ne kadar süreyle vergilendirme konusunda

ortak bir politika benimsemekten kaç�nabilece�i belli de�ildir.

Buraya kadar Avrupa yurtta�l��� ba�l��� alt�nda ele ald���m�z yasal

düzenlemelerin, ATAM kararlar�n�n, hukukçular�n ve felsefecilerin dü�üncelerinin

bizim için önemi �u �ekilde özetlenebilir. AB’de iktidar ili�kilerinin ald��� �ekil

incelendi�inde, bir önceki paragrafta ele al�nd��� üzere, somut anlam�yla egemenlik

bir yetkiler bütünüdür, bölünebilir ve üye devletler ve AB kurumlar� aras�nda

bölünmektedir. Ancak soyut anlam�yla egemen olan Avrupa yurtta�lar�d�r. Avrupa

yurtta�lar�n�n medeni ve siyasi haklar� konusunda temel ad�mlar at�lm��t�r. Sosyal

haklar�n düzenlemesi ise, serbest dola��m ve yerle�im hakk�n�n son düzenlemelerle

sa�lamla�t�r�lmas� ile gereklili�ini daha fazla hissettirmeye ba�lam��t�r. Yurtta�lar�n

ödevlerinin belirlenmesi ise, Avrupa yurtta�l���n�n geli�mesi için bir di�er önemli

konudur. Vergi konusu bu ödevlerin �üphesiz en tart��mal� ayaklar�ndan biridir. Ama

ayn� ölçüde önem ta��yan bir di�eri de siyasi kat�l�md�r. Siyasi kat�l�m bir hak oldu�u

gibi, ayn� zamanda yurtta�lara yüklenen bir ödevdir. Siyasi bir toplulu�un üyesi

olmak anlam�na gelen yurtta�l�k, bu siyasi toplulu�un sorunlar�yla ilgilenmeyi ve

anayasal ilkeler �����nda karar alma süreçlerine kat�lmay� gerektirir. Bu kat�l�m�n

sa�lanmas� ise bireylerin, yurtta� olarak aidiyetlerinin geli�mesine ba�l�d�r. �u an

238

için AB’nin hedefi, ulusal kimliklerin önüne geçebilecek bir aidiyetin geli�tirilmesi

de�ildir. Amsterdam Antla�mas� ile yap�lan eklemenin aç�kl��a kavu�turdu�u gibi,

Avrupa yurtta�l��� üye devlet yurtta�l�klar�na eklenmektedir. Bunlar�n yerini almaya

çal��mamaktad�r. AB’nin federal bir devlet olmad���, yeni bir siyasi örgütlenme

oldu�u unutulmamal�d�r. Bu yeni siyasi örgütlenmenin aidiyet ba��n�n da farkl�

geli�mesi beklenebilir bir durumdur. Önemli olan yurtta�lar�n bu siyasi toplulu�un

sorunlar�na, gelece�ine dair kayg�lar, umutlar ya da dü�ünceler beslemesi; bunlar�

karar alma süreçlerine yans�tma isteklerini beyan etmeleri ve karar alma süreçlerinin

yurtta�lara aç�k olmas�d�r. Bu da ancak Avrupa kamusal alan�n�n

gerçekle�tirilmesiyle mümkün olabilir. Farkl� bir egemenlik anlay���na geçilmesiyle

yo�unla�an demomrasi eksikli�inin giderilmesi de ancak bu kamusal alan�n

geli�tirilmesine ba�l�d�r. Weiler’�n yapt��� öneriler, kan�m�zca, bu ba�lamda dikkate

al�nmas� gereken ve do�urgan bir zemin olu�turabilecek önerilerdir. Egemenli�in

somut anlam�yla bölünmesi konusundaki uzla��, bir sonraki paragrafta de�inilece�i

üzere, �u ana kadar ATAM ile ulusal mahkemeler aras�ndaki ili�kilere

dayanmakatd�r. Ancak AB’nin yetki alanlar�n�n geli�mesiyle, Avrupa’n�n demokrasi

kültürünün zarar görmemesi için yap�lmas� gereken böyle bir uzla��n�n yurtta�lar

aras�nda da sa�lanmas�d�r. Yurtta�lar aras�nda üyesi olduklar� siyasi toplulu�un

yönetimine ve gelece�ine dair uzla��n�n geli�mesi, do�rudan kamusal alan�n

olu�mas�na ba�l�d�r. Gelece�e dair bu tespitleri yapt�ktan sonra, AB’nin bu a�amaya

kadar gelmesini sa�layan temel uzla��n�n olu�mas�na yard�mc� unsurlar� incelemek

gerekmektedir.

3. Uzla��y� Sa�lamaya Yard�mc� Çevresel ve Kurumsal Yap�

Uzla��n�n sa�lanmas�nda d��sal etkenler kadar içsel etkenler de rol

oynam��t�r. D��sal faktörler küreselle�me ba�l��� alt�nda toplanarak birinci alt

ba�l�kta incelenecektir. �kinci alt ba�l�kta ise, çe�itli ulusal aktörlerin uzla��n�n

sa�lanmas�nda ve uygulamada devam eden yetki bölü�ümlerinin kabullenilmesinde

oynad�klar� role de�inilecektir.

239

a. Uzla��ya �ten Çevresel Etken Olarak Küreselle�me

Avrupa bütünle�me hareketi en ba��ndan bu yana, tüm siyasi örgütlenmeler

gibi uluslararas� ortamdan etkilenmi�tir. Küreselle�me hareketinin h�zlanmas�n�n,

Avrupa Birli�i için d�� uyar�c�lardan biri oldu�u s�kça vurgulanm��t�r. Küreselle�me

ile AB aras�ndaki ili�kiyi irdelemeden önce, burada kullan�ld��� �ekliyle

küreselle�meden ne anla��lmas� gerekti�i üzerinde çok k�saca durulacakt�r.

Küreselle�me kavram�, doksanl� y�llar�n ba��ndan itibaren, en çok gönderme

yap�lan kavramlardan biri olmu�tur. Ancak küreselle�menin tek, herkes için geçerli

bir tan�m�n� yapmak imkâns�zd�r. Baz�lar� için küreselle�me, dünyan�n Bat�l�la�mas�

anlam�na gelmektedir. Di�erleri kapitalizmin tüm dünyaya yay�lmas�na vurgu

yapmaktad�r. Küreselle�menin türde�lik mi çoktürlülük mü yaratt��� konusunda bile

genel bir kabul yoktur. Devlet için birçok alanda iktidar�n�n s�n�rlanmas� anlam�na

gelirken, i� dünyas� için kâr ve güç artt�rma imkân�d�r (Kellner, 1998:23). Hatta daha

da önemlisi küreselle�meye birçok ba�lamda ideolojik anlamlar yüklenmesidir.

Dolay�s�yla birçok kullan�m�nda küreselle�me tarafs�z bir içeri�e sahip de�ildir. Kimi

zaman ‘emperyalizmin’, kimi zaman ‘modernle�menin’ yerine kullan�labilmektedir.

Emperyalizm yerine kullan�ld���nda, geli�mi� devletlerin az geli�mi� devletler,

uluslararas� �irketlerin yerel kurulu�lar ve ekonomiler üzerinde tahakküm kurmas�

anlam�na gelmektedir. Bu anlam�yla, ‘emperyalizmin’ uyand�rd��� olumsuz

izlenimleri uyand�rmadan ‘sömürmeye’ devam edilebilmesini i�aret etmektedir.

Buna kar��n, modernle�me yerine ya da modernle�menin devam� olarak

kullan�ld���nda ise, bu sürecin ilerleme ve hayat �artlar�nda iyile�me getirdi�i

belirtilmektedir (Kellner, 1998:25). Burada küreselle�meye ba�l� bu ideolojik

tart��malara de�inilmeyecektir. Küreselle�me olarak adland�r�lan sürecin somut

olarak birçok ara�t�rmac�n�n yorumlar�nda kar��la��lan ortak özellikleri tespit

edilmeye ve Avrupa bütünle�mesiyle ili�kisi kurulmaya çal���lacakt�r.

Öncelikle küreselle�me, dünyan�n farkl� yerlerinde ya�ayan insanlar /

topluluklar aras�nda ileti�imde aç�kça gözlemlenen bir yo�unla�may� i�aret

etmektedir. Haberle�me, bilgi ve görü� al��veri�i h�zland��� gibi, bireylerin hareket

240

kabiliyetleri de artm��t�r. Dolay�s�yla de�i�ik ülkelerde ya�ayanlar�n birbirleriyle

ba�lar�n�n sa�lamla�t���n� söylemek mümkündür. Öte yandan küreselle�me, sadece

ileti�im ya da ula�t�rmay� de�il, çok farkl� sektörleri etkileyen bir süreç özelli�i

göstermektedir. Küresel turizmden bahsedildi�i gibi, küresel çevre veya sa�l�k

sorunlar�ndan ve nükleer enerjinin küresel etkilerinden bahsedilebilmektedir

(Rosamond, 1999:654). Ayr�ca küreselle�me, devletlerin uluslararas� arenadaki

tekellerine son vermi�tir (Wallace, 1996:16). De�i�ik toplumsal aktörler, ula��m ve

ileti�im alan�ndaki imkânlar� kullanarak çal��ma a�lar� olu�turabilir hale gelmi�tir.

Bunlara ba�l� olarak, güvenlik ve savunma alan�nda tehditlerin tan�m� de�i�irken

devletlerin birbirlerine ihtiyaçlar� artm��t�r. Dolay�s�yla iktisadi kar��l�kl� ba��ml�l�kla

beraber artan bir güvenlik ba��ml�l��� gözlemlenebilir. Hiçbir devlet, art�k tek ba��n�

s�n�rlar�n� tam anlam�yla koruyabilir durumda de�ildir.

Ancak küreselle�menin en somut olarak gözlemlenebildi�i alan hâlâ, iktisadi

aland�r. Ula�t�rman�n kolayla�mas�yla artan ticaret, devletleri birbirlerine ba��ml�

hale getirmi� durumdad�r. Hatta küresel bir finans pazar�n�n olu�tu�unu söylemek

mümkündür. Fakat gerek küresel ticaret, gerek küresel finans hareketleri için

yo�unla�man�n uzun zamand�r kapitalist sistemi benimsemi� geli�mi� devletler

aras�nda daha belirgin oldu�u söylenebilir. Bu geli�mi� devletler aras�ndaki ticaret ve

finans hareketlerinin yo�unla�mas� ve kurumsalla�mas�yla genel bir tespitle üç

makro ekonomik bölge olu�mu�tur. Bunlar, Kuzey Amerika, Avrupa ve Asya-

Pasifik’dir (Axtmann, 1998:3). Ulusal ekonomilerin bu �ekilde birbirlerine

ba�lanmas�n�n önemli sonucu ise, siyasal alanda en az�ndan belirli bir ortak paydada

i�birli�i sa�lanmas�n� gerektirmesidir. Bu siyasal i�birli�inin en somut biçimde

ilerledi�i ve devletlerin egemenlik sorununun en belirgin �ekilde ortaya ç�kt��� yer

ise Avrupa olmu�tur. Ancak küreselle�me ile AB aras�ndaki ili�ki konusunda görü�

ayr�l�klar� mevcuttur. Görü� ayr�l�klar�n�n temelinde yatan soru �udur: Küreselle�me

sürecinin bölgesel düzlemde ortaya koydu�u bir örnek midir? Yoksa AB,

küreselle�menin sebep oldu�u sorunlara ve zorluklara yan�t bulma çabas� m�d�r?

(Molchanov, 2005:435).

241

Avrupa bütünle�mesini, küreselle�me sürecinin belirli bir bölgede

somutla�mas� olarak tan�mlayanlar için AB genel gidi�at�n bir parças�d�r. Kurulu�

a�amas�ndan itibaren, küreselle�me sürecinin bir parças� �eklindeki geli�imini tespit

etmek mümkündür. �kinci Dünya Sava�� sonras�nda Topluluklar’�n temellerini atan

Schumann Plan�, ABD liderli�inde IMF, Dünya Bankas�, NATO gibi örgütlerle

olu�turulmaya çal���lan k�smi küresel a��n bir parças�d�r. Bu anlam�yla da

“(…)Schuman Plan�, bu yeni küreselle�tirici (globalizing) iktisadi, siyasi ve güvenlik

çerçevesinin dolayl� bir ürünüdür” (Ross, 1998:165). Kurulu� döneminde Avrupa

dinamiklerinin bu �ekilde aç�klanmas� yanl�� de�ildir. �kinci Dünya Sava�� sonras�

Bat� Avrupa devletlerinin içinde bulundu�u durum, ABD’nin ba�at güç olarak ortaya

ç�kmas�, SSCB’nin bu ba�atl�k kar��s�nda ald��� tav�r, k�saca söylemek gerekirse

genel uluslararas� ortam �üphesiz Avrupa Topluluklar�’n�n kurulmas�nda etkili rol

oynam��t�r. Ancak küreselle�me ve Avrupa bütünle�mesi aras�ndaki ili�kiyi

incelerken kurulu� dönemine dair bir noktay� gözden kaç�rmamak gerekir. �lk

kurulduklar� dönemde Avrupa Topluluklar� daha ziyade antla�malarla kurulmu�

uluslararas� örgütler gibi görünmektedir. Uluslararas� örgütlerin ise, ortaya ç�kt�klar�

dönemin ve ihtiyaçlar�n ürünleri olduklar� kesindir. Antla�malarda yeralan

kurumlar�n ulusüstü nitelik kazanmas� ve üye devlet egemenliklerinin sorgulanmas�

zaman içinde ortaya ç�kan olgulard�r. Bu sebeple, bu çal��mada Avrupa

Topluluklar�’n�n ifade etmek için, uluslararas� örgüt nitelemesinden çok yeni tip bir

siyasi örgütlenme ifadesini tercih etmekteyiz. Bizim bu paragrafta ortaya koymak

istedi�imiz, bu dönü�ümün ya�anmas�nda uluslararas� dinamiklerin nas�l bir rol

oynad���n�n tespit edilmesidir.

Bu dönü�ümün belirginle�ti�i ve bütünle�menin yeniden ivme kazand���

dönemi, genelleme yaparak, Tek Senet sonras� olarak adland�rabiliriz. Ross,

1980’lerin ikinci yar�s�na rastlayan bu dönemden itibaren bile, bütünle�menin

h�zlanmas�n� küreselle�meye kar�� bir cevap olarak dü�ünmenin kolaya kaçmak

oldu�unu belirtir. Ona göre, özellikle 1992 Maastricht Antla�mas�’n� imzalarken her

devlet kendi ç�kar�yla ilgili bir hesaplama yapm��t�r (Ross, 1998:173). Frans�z

Cumhurba�kan� François Mitterrand, yap�lmas� gereken iktisadi reformlar�n Avrupa

kart�n� kullanarak yap�lmas�n�n iç politika aç�s�ndan daha kolay olaca��n� dü�ünerek

242

Tek Senet – Maastricht sürecine destek vermi�tir52. Öte yandan Fransa’n�n bir di�er

kayg�s�, uluslararas� alandaki a��rl���n� (‘grandeur’) kaybetmektir. AB’nin motor

devletlerinden biri olarak, güçlenen Avrupa arac�l���yla siyasal etkisini sürdürmek

ak�lc� bir yol gibi gözükmektedir. Almanya, geçmi�te ya�anan olaylar yüzünden

devlet olarak güçlenmektense, güçlenen Avrupa’da öncü devlet olmay� tercih

etmektedir. Ross’a göre, �ngiltere ise, Tek Pazar� kendi serbest piyasa anlay���na

uygun görerek desteklemi�tir. Keza di�er devletler için de benzer kayg�lar söz

konusudur. Bu yüzden “hiçbir durumda küreselle�menin kendisinin öncelik ta��d���

söylenemez. (…) Aksine tekrar canlanan Avrupa bütünle�mesinin, yeni

küreselle�menin geli�mesinde önemli etkisi olmu� olabilir” (Ross, 1998:174).

Kan�m�zca Ross taraf�ndan öne ç�kar�lan, üye devletlerin kendi ç�karlar�n� korumak

için bütünle�meye ivme kazand�rd�klar� mant���n� biraz görecele�tirmek gerekir. Üye

devletlerin ç�karlar�n� tam anlam�yla geri plana ittiklerini söylemek mümkün

de�ildir. Ancak hangi �artlarda ve neden ç�karlar�n�n AB çerçevesinde daha iyi

savunulabilece�ini dü�ündükleri önemlidir. Daha aç�k ifade etmek gerekirse, örnek

olarak Fransa’n�n uluslararas� planda a��rl���n� kaybetmesinin bir nedeni de

küreselle�meyle farkl� a�lar�n olu�tu�u dünyada tek ba��na bu yap�n�n gereklerini

kar��layamamas�d�r. Dolay�s�yla Birlik üyesi devletlerde beliren kayg�lar�n

birço�unun dünyan�n siyasal, toplumsal ve askeri yap�s�n�n geçirdi�i dönü�ümlerle

ba�lant�l� oldu�u unutulmamal�d�r. Küreselle�me ad�nda yekpare bir olguyu

tan�mlamak zorken, küreselle�me Avrupa bütünle�mesini sa�lad� demek imkâns�zd�r.

Ancak üye devletlerin çe�itli kayg�lar�n�n küreselle�me ad� alt�nda toplad���m�z

de�i�imler yüzünden belirginle�ti�i söylenebilir. Bu durumda da üye devletler

egemenliklerini s�n�rlarken uzla�ma noktas�n� bulmakta ister istemez daha istekli

davranmaktad�rlar.

Bu ba�lamda, birçok çal��ma, özellikle iktisadi alanda ya�anan küresel

de�i�imlerin, Avrupa devletlerini i�birli�ine itti�ini belirtmektedir. Bu çal��malarda

üye devletlerin daha yak�n bütünle�meyi kabul etme nedenlerinin aç�klanmas�nda 52 Hükümetleraras�c� yakla��mla Avrupa bütünle�mesinin geli�imini aç�klamaya çal��an ara�t�rmac�lar benzer mant��� yürütmü�lerdir. Onlar için de, iç politikada çe�itli reform süreçlerinde al�nmas� gereken kararlara kar�� verilecek tepkilerin Avrupa kart�n�n kullan�larak azalt�lmas� üye devletlerin egemenlik devrini kabul etmelerindeki önemli sebeplerinden biridir. Bkz. I-C-1-b.

243

baz� ortak noktalar tespit edilebilmektedir (Rosamond, 1999:654). Öncelikle, küresel

olarak ya�anan iktisadi dönü�ümler, Avrupa i�dünyas�n� Komisyon ile i�birli�i

yapmaya ve yap�lan düzenlemeleri kabul etmeye itmi�tir. Özellikle Tek Pazar�n

olu�turulmas� sürecinde, i�dünyas�ndan gelen te�vik gözlemlenebilmektedir. �kinci

olarak üye devletlerin hükümetleri, yeni dünya düzeninde askeri, siyasi ve iktisadi

yerleri konusunda kayg�lara sahiptir. Birlik bu kayg�lara yan�t olma çabas�d�r. Bu

yüzden,

“Avrupa bütünle�mesi, küreselle�menin sonuçlar�n� bast�rmak üzere ayr� bir Bat� Avrupa giri�imi olarak görülebilir. Bat� Avrupal�lar, dünyan�n görece anar�ik ortam� ile ulusal yönetim arac�l���yla politika üretmek aras�nda seçim yapmaktansa, devleti a�an yönetim özellikleriyle bir bölgesel yöneti�im �ekli olu�turdu ve kendileri ile dünyan�n geri kalan� aras�ndaki s�n�r� güçlendirdi” (Wallace, 1996:17). Ayr�ca Avrupa bütünle�mesi üzerine çal��an ara�t�rmac�lar, iktisadi verilere

dayanarak yapt�klar� çal��malarda, 1980’lerin ba��ndan itibaren birçok olgu aras�nda

ili�ki oldu�unu tespit etmi�lerdir. Bölünmü� bir Avrupa ekonomisinin etkisiz

kalmas�, küreselle�me süreci, ulusal iktisadi çözümlerin yetersizli�i, Avrupa çap�nda

bulunan çözümlerin ön plana ç�kmas�n� bu olgular aras�nda saymak mümkündür. Bir

araya gelen bu olgular, Tek Senet ile bütünle�menin h�zland�r�lmas�n� aç�klamak için

kullan�lmaktad�r (Tsoukalis, 1997:137’den al�nt�layan Rosamond, 1997:660).

Öte yandan küreselle�me kar��s�nda, Avrupa bütünle�mesinin çözüm yolu

olarak çe�itli demeçlerde ya da Birlik raporlar�nda aç�klanmas�, gene Tek Senet

sonras� döneme rastlamaktad�r. Daha önceleri d�� ili�kiler ya da dünya ekonomisi

farkl� devletlerin iktisadi durumlar�na gönderme yap�larak aç�klan�rken (CEC,

988:13-16) 53 , bu dönemden itibaren tan�m� tam verilmeyen küreselle�meye at�f

yap�lmaya ba�lanm��t�r. Küreselle�menin aç�kça ifade edildi�i ilk resmi metin, 1993

tarihli Büyüme, Rekabetcilik ve �stihdam Üzerine Beyaz Kitap’d�r. Bu Beyaz

Kitap, Topluluk’un kar�� kar��ya oldu�u çe�itli küresel 54 de�i�imleri aç�kça ve

ayr�nt�l� ele al�r ve bunun kar��s�nda bütünle�mi� Avrupa’y� çözüm olarak sunar.

53 Bu rapora Rosamond makalesinde gönderme yapmaktad�r (Rosamond, 1999:661). 54 Toplam 143 sayfal�k raporda küresel kökünden gelen kelimeler toplam 48 kere kullan�lm��t�r. Rapor için bkz. http://aei.pitt.edu/1139/01/growth_wp_COM_93_700_Parts_A_B.pdf.

244

“Ekonominin küreselle�mesi ve Üçlü Tak�m 55 ’�n birçok pazar�nda adil olmayan

rekabet �artlar�n�n varl���, Avrupa �irketlerine ciddi �ekilde hasar verebilecek rekabet

avantajlar�n� (onlar�n lehine) ortaya ç�karmaktad�r” (COM (1993) 700:99). Bu

tarihten sonra, Avrupa Komisyonu’nun çe�itli çal��malar�nda ve özellikle Avrupa

enerji politikalar�na ili�kin de�erlendirme raporlar�nda küreselle�meye yapt��� vurgu

artmaktad�r. Ancak Komisyon bu kavram� kullan�rken belirli bir tan�m

vermemektedir (Rosamond, 1999:664). Komisyon taraf�ndan 1997’de kabul edilen

ve AB’nin geni�lemesi, ortak politikalar�n reformu, Birlik’in mali gelece�i hakk�nda

görü�lerini sundu�u Ajanda 2000 de, küreselle�me kavram�n�n içeri�i konusunda

belirsiz kalmaktad�r. Yine de Komisyon, bu belgede, küreselle�me sürecinin baz�

f�rsatlar sundu�u gibi, Birlik’i ve üye devletleri birçok tehditle kar�� kar��ya

b�rakt���n� belirtmektedir (COM(1997) 2000).

Sonuç olarak, küreselle�me ile AB aras�ndaki ili�ki çok yönlü bir ili�kidir.

Öncelikle baz� konularda küreselle�menin öngördü�ü de�i�imlerin en somut biçimde

Avrupa co�rafyas�nda ortaya ç�kt���n� söylemek gerekir. Teknolojinin, ula��m ve

ileti�im imkânlar�n�n artt��� dünyada, mal, sermaye ve ki�ilerin serbest dola��m�

kolayla�maktad�r. Birlik’de bu konuyla ilgili düzenlemeler yap�lm��, serbest dola��m

konusunda önemli ilerlemeler kaydedilmi�tir. Birlik’in e�itim alan�nda uygulad���

de�i�im programlar� bireylerin hareketklili�inin sadece ticaretle s�n�rl� kalmad���n�n

göstergesidir. Öte yandan, küreselle�en dünyada devletler aras�ndaki s�n�rlar�n

geçirgenle�mesi, küresel kurallar belirlenmesini ve bu kurallar�n uygulanmas�n�

denetleyen mekanizmalar�n kurulmas�n� gerektirmektedir. Bu anlamda da AB, gerek

Komisyon’un gerek Adalet Mahkemesi’nin üstlendi�i rol ile örnek te�kil etmektedir.

Ancak tüm bunlar, AB’yi sadece küreselle�menin bir aya�� olarak görmek anlam�na

gelmemektedir.

Aksine daha önce belirtildi�i gibi, Topluluklar’�n kurulduklar� dönemde

öngörülen yap� ile günümüzde Birlik’in vard��� nokta aras�nda önemli farklar vard�r.

Zaman içinde üye devletler, klasik anlam�yla sahip olduklar� egemenliklerinden ödün

55 Raporda Üçlü Tak�m (triad), Topluluk, ABD ve Japonya’y� kast ederek kullan�lan bir ifadedir.

245

vermeyi kabul etmi�lerdir. Üye devletlerin egemenliklerini hangi alanda, ne ölçüde

s�n�rlayacaklar�n�, hangi durumlarda Birlik’in yetkili olaca��n� kabul etmelerinin

arkas�nda yatan ise, üye devletler aras�nda sa�lanan uzla��d�r. Uluslararas� ortam�n

bu uzla�� sa�lama konsunda üye devletlerin isteklerini peki�tirdi�i aç�kt�r.

Uluslararas� ortam�n geçirdi�i dönü�ümleri küreselle�me ad� alt�nda toplamak, her ne

kadar ideolojik tart��malar� hat�rlatma riski ta��sa da, Birlik’in karar al�c�lar�n�n

içinde ya�ad��� dünyay� ifade etmek için uygun gözükmektedir. Küreselle�me

kar��s�nda üye devletler, kendilerini daha güçsüz hissetmektedirler. ABD’nin siyasi

ve askeri etkisinin, Çin’in iktisadi gücünün, Japonya’n�n teknolojik ilerleyi�inin

belirginle�ti�i bir dünyada üye devletler için Birlik’in ba�ar�l� ve küresel tehditlere

kar�� donan�ml� bir �ekilde ilerleyebilmesi önem kazanmaktad�r; çünkü ad� geçen

devletler, küreselle�menin sundu�u kolayl�klar� ve imkânlar� kullanarak güçlerini

yaymaktad�rlar. Bu anlamda küreselle�me, üye devletlerin aralar�ndaki sorunlara

çözüm bulma ve uzla�� sa�lama konusunda te�vik edici bir özellik göstermektedir.

Ancak �üphesiz üye devletlerin egemenliklerini s�n�rlama konusunda uzla��n�n

sa�lanmas�ndaki tek unsur küreselle�me de�ildir. Avrupa anayasal düzeninin

olu�mas� sürecinde iç politika aktörlerinin uzla��n�n olu�mas�nda nas�l bir rol

oynad�klar�na burada de�inmek gerekmektedir.

b. Avrupa Anayasal Düzenin Olu�mas� Ve Ulusal Aktörlerin Tepkileri

�kinci bölümde görüldü�ü üzere Avrupa yasal düzeni ATAM taraf�ndan

al�nan kararlar �����nda geli�en doktrinlerle anayasala�ma sürecine girmi�tir56. Bu

süreçte, üye devletlerin egemenlikleri k�s�tlanm��; hatta klasik egemenlik tan�m�ndan

bir hayli uzakla��lm��t�r. Yeni egemenlik anlay���n�n öne ç�kmas�nda ATAM’�n

ald��� kararlar dolay�s�yla önemli bir rol oynam��t�r. Bu yeni egemenlik anlay���n�

‘uzla��sal’ olarak niteleme iddiam�z� desteklemek için bu kararlar�n de�i�ik üye

devletler taraf�ndan kabul edilmesinin nas�l ve neden oldu�una de�inmek

56 Bu anayasala�ma tespitini yapan ilk makale olarak s�k s�k Stein’�n “Lawyers, Judges, and the Making of a Transnational Constitution” makalesine gönderme yap�lmaktad�r. ATAM’�n üstlendi�i önemli rol için, bkz. Stein, 1981.

246

gerekmektedir. Ancak ATAM kararlar�n�n hiçbir tepki ile kar��la�mad���n�

dü�ünmemek gerekir 57 . Sadece bu tepkilerin s�n�rl� alanlarda ve genel geli�imi

etkilemeyecek düzeyde kald��� söylenebilir. Bu yüzden ATAM’�n, muhataplar�n�, bir

ba�ka deyi�le kararlar�n üye devletlerde uygulanmas�n� sa�layacak makamlar� ikna

etmeyi ba�ard��� söylenebilir. Her ne kadar Mahkeme, karar al�rken Antla�malar’a ve

daha önceki içtihatlar�na gönderme yaparak aç�klamada bulunsa da, ayn� zamanda

Avrupa bütünle�mesinin ihtiyaçlar�n� tespit etmekte ve bu ihtiyaçlar�n nas�l

kar��lanabilece�ine dair toplumsal ve siyasal s�n�rlar� da hesaba katmaktad�r.

“Doktrinsel içerik –Mahkeme taraf�ndan yap�lan yorumsal iddia- resmin sadece bir parças�d�r. Bu, doktrinsel iddialar�n pe�inden gelen ‘inand�rma gayreti’ ve ‘r�za gayreti’ ile tamamlanmal�d�r” (Weiler, 2004:190). Bir ba�ka deyi�le Mahkeme kararlar� uzla�� noktas�n� yans�tmaktad�r58.

Egemenlik anlay���n�n deyi�mesinde ATAM kararlar� öne ç�kt���ndan,

uzla��n�n nas�l olu�tu�u, ATAM ile üye devletlerdeki muhataplar� aras�ndaki ili�ki

çerçevesinden incelenecektir. Bu muhataplar� üç grupta toplamak mümkündür.

Bunlar�n ba��nda, önkarar usulünün kullan�lmas�yla birçok doktrinin olu�mas�nda

öncülük eden ulusal mahkemeler gelir. Ancak öte yandan Avrupa Adalet

Mahkemesi’nin güçlenmesi kar��s�nda y�prat�c� tepkilerden kaç�nan üye devlet

hükümetleri ve parlamentolar da önemlidir. Avrupa bütünle�mesinin seçkinler

projesi olarak ba�lad��� dü�ünüldü�ünde, yönlendirici i�levleriyle akademik camiaya

de�inmek yararl� olabilir.

57 Özellikle üstünlük ve do�rudan etkililik doktrinlerinin üye devletlerin yasal düzenlerinde uygulanams�nda kar��la��lan sorunlar ve tepkiler için, bkz. Hartley, 1994: 238-265. Weiler ise, üye devletlerin d�� ekonomik ili�kiler gibi alanlarda, yarg�sal karar alman�n bir tak�m sonuçlar�na kar�� tav�r ald�klar�n� belirmektedir (Weiler, 2004:200). 58 Burley ve Mattli makalelerinde, Avrupa bütünle�mesine yasal yakla��mlar� iki grupta toplam��lard�r. Bunlardan ilki, legalism yakla��m�d�r. Bu yakla��m� benimseyenler, Mahkeme’nin içtihatlar�n� “anayasal metinlerin do�ru yorumlanmas�n�n kar�� konulmaz sonucu” olarak görürler ve Mahkeme üzerinde ideolojik ya da toplumsal etkiler oldu�unu kabul etmezler. �kincisi, contextualism (ba�lamsalc�l�k) yakla��m�d�r. Bu yakla��m� benimseyenlere göre, Avrupa bütünle�mesini anlayabilmek için siyasal ve yasal süreçleri kar��l�kl� etkile�imleri içerisinde dü�ünmek gerekir. Burada fikirlerine de�inilen Weiler da bu yakla��m� benimseyenler aras�ndad�r (Burley & Mattli, 1993:45-46). Keza bu tez, ATAM kararlar�yla egemenli�in de�i�mesinin ancak toplumsal ve siyasal destek ile mümkün olaca��n� öne sürerek uzla��y� vurgulamaktad�r.

247

(1) Uzla��n�n Sa�lanmas�nda Ulusal Mahkemelerin Rolü

Avrupa hukukçular� aras�nda ATAM’�n doktrin olu�turucu kararlar�yla

yarg�sal bir etkinlik gösterdi�i konusunda genel bir kabul oldu�unu söylemek

mümkündür. Öte yandan Topluluk hukukunun geli�imine bak�ld���nda, bu yarg�sal

etkinlik sürecinde Mahkeme’nin kararlar�n�n me�ru görüldü�ü aç�kça ortaya

ç�kmaktad�r; çünkü al�nan kararlar, me�ruiyetten yoksun olsalard�, uygulamada bu

ba�ar�n�n sa�lanmas� ve bütünle�menin bu �ekilde ilerlemesi mümkün olmazd�. Bu

me�ruiyetin önemli bir kayna�� ulusal mahkemeler ile Adalet Mahkemesi aras�ndaki

i�birli�idir. Common Market Law Review dergisinin editörü Schermers bu

i�birli�inin önemini �u sözleriyle vurgulamaktad�r:

“Topluluk hukuk düzenine ili�kin övgülerin ço�u hakl� olarak Adalet Mahkemesi’ne gitmektedir, ancak bütün övgüleri kendisinin alamayaca��n� ilk kabul edecek olan da gene Mahkeme’dir. Ulusal yarg� makamlar�n�n deste�i olmaks�z�n, önkarar sorular� sorulamaz ve bunlar�n izleyen kararlar al�namazd�. Ve üye devletlerdeki avukatlar (Topluluk hukukuna) gönderme yapmasalard�, ulusal mahkemeler kendiliklerinden Topluluk hukukuna yönelmeyebilirlerdi. Topluluk yasal düzeninin olu�mas� ve geli�mesi için, hukuk mesle�indeki herkesin yeni sisteme ve gereklerine a�ina olmalar� zaruriydi. �irket hukukçular�, savc�lar ve avukatlar Topluluk hukuk sisteminin kendilerine sundu�u f�rsatlardan haberdar olmal�yd�lar” (Schermers, 1990:637-638’den al�nt�layan Burley & Mattli, 1993:59). K�saca söylemek gerekirse, ulusal mahkemelerin AET Antla�mas�’n�n 177.

maddesine dayanarak önkarar usulüyle Mahkeme’ye dan��mas�, birçok önemli

karar�n al�nmas�nda öncülük etmi�tir. Üye devletlerin ulusal mahkemelerinin önkarar

usulüne ba�vurmas�nda niceliksel farkl�l�klar varsa bile 59 , genel olarak ulusal

mahkemelerin ATAM ile i�birli�inden kaç�nmad��� söylenebilir. Bu i�birli�i, Avrupa

Adalet Mahkemesi’nin konumunu sa�lamla�t�rmas�nda önemli rol oynam��t�r.

Ayr�ca Topluluk hukukunun ba�ar�s�nda da pay� yads�namaz.

Bu i�birli�inin Avrupa hukuku aç�s�ndan en temel faydalar� �öyle

s�ralanabilir. Öncelikle antla�malar�n uygulanmas� a�amas�nda ç�kan bir

anla�mazl���n çözümünde ulusal mahkeme insiyatifini kullan�p önkarar usulüyle 59 Sweet & Brunell, makalelerinde 1961-1995 y�llar� aras�nda önkarar usulünün kullan�m�n�n istatistiksel analizini yapm��lard�r. Bu analizde ülkesel ba�vuru tablosu da olu�turulmu�tur. Ayr�ca ba�vuru say�lar� ile söz konusu ülkenin Topluluk ticaretine kat�l�m oran� da ili�kilendirilmi�tir. Ayr�nt�l� bilgi için bkz. (Sweet &Brunell, 1997).

248

ATAM’� devreye soktu�unda, Komisyon ile üye devlet aras�nda varolan anla�mazl�k

hukuki boyut kazanm�� olmaktad�r. Bu a�amadan sonra, herhangi bir Topluluk

karar�n� uygulamak ya da uygulamamak yoluyla anla�mazl��a sebep olan üye devlet

makam� savunmas�n� hukukile�tirmek durumundad�r (Weiler, 2004:193). Ayr�ca üye

devlet mahkemeleri, önkarar usulünü kullanarak Topluluk hukukunu ulusal hukukun

parças� haline getirmektedirler. Bu �ekilde Topluluk kurallar�, bireylerin ve kamu

yetkililerinin uyma al��kanl���na sahip oldu�u kurallar bütününe dahil edilerek

uygulanma gücü peki�tirilmektedir (Weiler, 2004:194) 60 . Öte yandan, ulusal

mahkemeler ile Adalet Mahkemesi aras�nda kurulan diyalog sayesinde, bireylerin,

derneklerin ya da bask� gruplar�n�n Topluluk hukuku hakk�nda fark�ndal�klar� artm��

ve buradan do�an haklar�n� kendi hükümetleri kar��s�nda koruma konusunda

bilinçlenmi�lerdir (Weiler, 2004:194). �ki yarg� düzeni aras�ndaki i�birli�inin

önemini ve faydalar�n� bu �ekilde belirledikten sonra, bu sürecin ba�lat�c�s�

konumundaki ulusal mahkemelerin neden böyle bir i�birli�ini istedikleri ya da

kabullendikleri sorusu önem kazanmaktad�r.

Ulusal mahkemelerin neden ve nas�l ATAM ile i�birli�ine yöneldiklerini

aç�klamak konusunda farkl� yakla��mlar mevcuttur (Sweet &Brunell, 1997:I) 61 .

Avrupa bütünle�mesi, bir önceki alt ba�l�kta de�inilen d�� faktörler kadar, iç

dinamiklerle ilerleyen bir süreç oldu�undan, neden – sonuç ili�kisini do�rusal olarak

kurmak mümkün de�ildir. Ancak önde gelen Avrupa hukukçular� taraf�ndan yap�lan

birkaç tespite yer vermek genel geli�imi göstermek için gereklidir.

�lk olarak, Adalet Mahkemesi kadrosu, ulusal mahkeme yarg�çlar�n� 177.

maddeyi kullanmaya te�vik etmek için, bu ve di�er maddelerin içeri�i konusunda

bilgilendirme yolunu benimsemi�tir. Bilgilendirme amaçl� seminerler, ak�am

yemekleri ya da Lüksemburg’a geziler düzenlenerek iki kurum aras�nda resmi ve

gayri resmi diyalog kurulmu�tur. Adalet Mahkemesi’nin verdi�i mesajlarla ulusal

60 Burada Weiler, Hart’�n ‘The Habit of Obedience’ olarak adland�rd��� Avrupa Toplulu�u’na üye ülkelerinde gözlemlenen hukuka uyma al��kanl���na gönderme yapmaktad�r. 61 Bu makaleye ula��m internetten sa�lanm��t�r. Ancak sayfaland�rma yap�lmad���nda referanslar sayfa numaralar�na de�il, bölümlere yap�lacakt�r.

249

mahkemeler, Avrupa hukuku konusunda ATAM’� bir üst mahkemeleri olarak

görmeye haz�rlanm��lard�r (Burley & Mattli, 1993:63).

Ulusal mahkemelerin i�birli�ine kolayca yönelmesinin ikinci nedeni, ilk

neden ile ba�lant�l�d�r. Yap�lan düzenli toplant�larla diyalog kurulabilmesinin

temelinde, iki taraf�n da ayn� ‘hukuk dilini’ kullanmas� yatar (Weiler, 2004:195).

Burada ‘hukuk dili’ ile kast edilen iki kurumun yarg�çlar�n�n benzer e�itimleri al�p

ayn� hukuki mant�k yürütme yoluyla sonuç bulma çabas�d�r. Hatta ATAM’a üye

devletlerden atanan yarg�çlar, geldikleri ülkenin önde gelen ve k�demli yarg�çlar�

aras�nda yer almaktad�rlar. Dolay�s�yla ulusal yarg�çlar hükümetlerinin imzalad�klar�

antla�malar�n yorumlanmas� konusunda ATAM yarg�çlar�na güven duymaktad�rlar.

Bu güven ise i�birli�ini kolayla�t�rmakta, uzla��n�n bulunmas� için zemin

haz�rlamaktad�r.

Üçüncü neden ise, bu i�birli�i sayesinde asl�nda iki kurumun da

güçlenmesidir. Bu durumu, birçok yazar ‘yarg�sal güçlenme’ olarak dile

getirmektedir (Weiler, 2004:197; Burley & Mattli, 1993:64; Sweet &Brunell,

1997:I). Avrupa hukukunun geli�imi, Adalet Mahkemesi’nin Topluluk’un di�er

kurumlar� kar��s�nda güçlenmesini ve Mahkeme’de görev yapan yarg�çlar�n ve

kanunsözcülerinin (advocate general) itibarlar�n�n artmas�n� sa�lam��t�r. Öte

yandan, birçok önemli karar�n 177. maddenin kullan�lmas�yla al�nmas�, Adalet

Mahkemesi savunucular�n�n, ATAM’a yöneltilen a��r� yarg� etkinli�i ve yönlendirme

suçlamalar� kar��s�nda durmas�na yard�mc� olmu�tur (Burley & Mattli, 1993:64).

Çünkü bu sistemle ATAM’�n önemli kararlar�n�n al�nabilmesi için sürecin ba�lat�c�s�

ve hatta sürecin sonland�r�c�s� ulusal mahkemeler olmu�tur. Bu yüzden denebilir ki

bu süreçte tek güçlenen, Adalet Mahkemesi olmam��t�r. Önkarar usulünü kullanarak

ATAM’a ba�vuran ulusal mahkemeler, sorduklar� sorularla Mahkeme’nin karar�n�

�ekillendirirken, sonucunda Mahkeme’nin yapt��� yorumlar �����nda son karar� verme

hakk�n� ellerinde tutmaktad�rlar. Bir ba�ka deyi�le, “177. maddenin dahice yap�s�

sayesinde ulusal mahkemeler, ATAM’�n kendi zararlar�na olmad���n� hissettiler. Her

�eyin ötesinde kap�y� açan onlard�. Ulusal yarg�n�n i�birli�i olmaks�z�n,

Mahkeme’nin gücü aldat�c� olurdu” (Weiler, 2004:197). Böylece üye devletlerin

250

mahkemeleri, Topluluk hukukunun uygulanmas�n� sa�layac� ya da denetleyici

konumuna geçerken, kendi yasama ve yürütme organlar� kar��s�nda a��rl�k

kazanm��lard�r. Bu durum, �üphesiz ulusal mahkemeleri i�birli�ini kabullenmesinde

te�vik edici bir unsur olmu�tur.

��birli�ine yönelmelerini sa�layan bir ba�ka neden ise, Avrupa Topluluklar�

sisteminin yap�s�ndan ileri gelmektedir. Nas�l ki antla�malar� akteden siyasi

iktidarlar, antla�malardan do�an sorumluluklar�n yerine getirilmesini denetleyici bir

üst mahkeme kurma ihtiyac� içinde oldularsa, ulusal mahkemeler de, di�er

ülkelerdeki muadillerinin bu sorumluluklar� benzer biçimde yorumlad���ndan emin

olmak istemektedirler. Esasen Topluluk hukukunu benimsemek, ulusal

mahkemelerin özerkli�ini s�n�rlamaktad�r. Ancak tüm üye devlet mahkemelerinin

ayn� e�ilim içinde oldu�unu bilmek, i�birli�ini kolayla�t�rmaktad�r. Dolay�s�yla

ulusal mahkelerde, ulusa�an bir yap�n�n parças� olduklar� ve bu yap�da her devletin

mahkemelerinin benzer yorumlar� yapmas� gerekti�i dü�üncesi geli�mektedir.

Ulusa�an kar��l�kl�l���n hem inand�rma hem de me�rula�t�rma için kullan�ld���

görülmektedir. Bu ba�lamda, ulusal mahkemeler, muadillerinin kararlar�na

gönderme yaparak önemli rol oynam��lard�r (Weiler, 2004:196).

Neden ulusal mahkemelerin i�birli�i yapmaya istekli olduklar�n� aç�klamak

için öne sürülebilecek son nokta, ulusal mahkemeleri arac� olarak kullanan di�er

aktörlerdir. Yukar�da belirtildi�i gibi, Avrupa hukukunun geli�mesiyle, bu geli�imde

ç�karlar� olan gruplar da olu�mu�tur. Avrupa hukukunun düzenlemelerinden fayda

sa�layan bireyler, �irketler, dernekler ya da yerel yönetimler ulusal mahkemeler

önünde haklar�n� ararken bu makamlar� ATAM ile i�birli�i yapmaya itmi�lerdir

(Burley & Mattli, 1993:60-62).

Sonuç olarak, üye devlet mahkemleri, ATAM’�n yapt��� yorumlara dayan�p

karar vererek i�birli�i yolunu benimsemi�tir. Bu i�birli�i, Mahkeme’nin

yorumlar�nda kulland��� ‘üye devletlerin egemenliklerini s�n�rlad�klar� yeni hukuk

düzeni’, ‘anayasal düzen’ gibi ifadelerin ulusal mahkemeler taraf�ndan kabullenildi�i

anlam�na gelmektedir. Hatta bu mahkemelerin arkas�nda bireylerin, gruplar�n,

251

�irketlerin oldu�unu hat�rlamak, sadece ulusal yarg�çlar�n de�il; davaya taraf tüm

kesimlerin onay� oldu�unu dü�ünmemize izin verir. Dolay�s�yla Avrupa

bütünle�mesi ilerlerken iktidar�n payla��lmas� s�ras�nda uzla��n�n bulunulabilmesi

için ulusal mahkemelerin üstlerine dü�eni yapt�klar� söylenebilir.

(2) Uzla��n�n Sa�lanmas�nda Üye Devletlerin Siyasi Aktörlerinin Etkisi

Üye devletlerin siyasi iktidarlar�, kurulu� a�amas�nda Topluluklar� temel

kurumlar�n� olu�turup yetkilerini belirleyerek irade beyan�nda bulunmu�lard�r.

Ayr�ca zaman içinde yap�lan tüm antla�ma de�i�iklikleri üye devletlerin yetkili

organlar� taraf�ndan onaylanm��t�r. Dolay�s�yla antla�malar�n çizdi�i yap� konusunda

üye devletlerin siyasi iktidarlar� aras�nda bir uzla�� oldu�u rahatça söylenebilir.

Ancak bu yap�daki egemenlik anlay���n�n özellikle ATAM’�n kararlar� ile de�i�im

göstermesi, ATAM ile siyasi iktidarlar aras�ndaki ili�kiye de k�saca de�inmeyi

gerekli k�lmaktad�r.

Bu ili�kiyi incelemek, ulusal mahkemeler ile ATAM aras�ndaki ili�kiyi

incelemekten daha zordur. Üye devletlerin hükümetlerinin, Avrupa anayasal

düzeninin gerektirdi�i düzenlemeleri yap�p uygulayarak bu konudaki uzla��lar�n�

aç��a ç�kard�klar� söylenebilir. Öte yandan hükümetlerin ya da üye devlet

kurumlar�n�n, Avrupa hukukundan do�an sorumluluklar�n� yerine getirmekten

kaç�nd��� durumlarda ise, konu ulusal mahkemeler arac�l���yla ATAM’�n önüne

ta��nmakta ve ço�unlukla ATAM’�n yorumu �����nda verilen kararlar bunlar için

ba�lay�c� olmaktad�r. Burada as�l beliren sorun, al�nan kararlar sonucunda olu�an

yap�da, üye devlet hükümetlerinin ve özellikle ulusal egemenli�in sözcüsü

parlamentolar�n zay�flamas�d�r. Bir ba�ka deyi�le, “bütün Topluluk kurumlar�

aras�nda Mahkeme, Topluluk hukukunun üstünlü�ü ve üye devletlerin bunlar�

uygulama zorunlulu�u ilkelerini öne sürerek ulusal özerkli�i s�n�rlamada en ileri

(noktaya) gitmi�tir” (Keohane & Hoffmann, 1991:11).

252

Bu durum kar��s�nda, �üphesiz baz� direnme giri�imleri olmu�tur; ancak genel

olarak bak�ld���nda Mahkeme kararlar�na ve bu kararlarla Avrupa anayasal düzeninin

olu�mas�na ulusal parlamentolar�n �l�ml� yakla�t��� söylenebilir (Weiler, 2004:198).

Üstünlük ve do�rudan etkililik gibi doktrinlerin öne sürülüp uygulanmas�ndan

itibaren üye devletlerin Adalet Mahkemesi’nin neler yapabilece�inin daha çok

fark�na vard��� söyelenebilir. Bu doktrinlerle egemenlikleri aç�kça s�n�rlanmaya

ba�lam��t�r. Ancak Lüksemburg Krizi’nden 1986’ya kadar uzanan dönemde, siyasi

karar alma sürecinde veto hakk�n� ellerinde tutmay� seçen üye devletler, aç�k bir

�ekilde Adalet Divan�’n�n etkilemeye çal��mam��lard�r. Üye devletlerden gelen

yarg�çlar�n atanmas� için ön �art�n yetkinlik oldu�u, hatta ço�unlukla Adalet

Mahkemesi’nin görü�leriyle uyumlu yarg�çlar�n atand��� gözlemlenmektedir (Weiler,

2004:198). Maastricht Antla�mas�’na kadar, Avrupa bütünle�mesinin ilerlemesi

tart���l�rken, üye devlet hükümetleri Mahkeme’nin yap�s�nda ya da yetkilerinde

de�i�iklikler yaparak egemenliklerini korumaya çal��mam��lard�r.

Ulusal parlamentolar�n ve hükümetlerin, egemenliklerini s�n�rlamak pahas�na

ATAM kararlar�yla Avrupa anayasal düzeninin olu�mas�n� neden kabullendikleri

sorusu, öne sürülen uzla��y� anlamak aç�s�ndan önem kazanmaktad�r. Öncelikle üye

devletlerin geleneklerinde hukukun tarafs�zl���na güveninin kuvvetli oldu�u

belirtilmelidir. Bu ba�lamda, Adalet Mahkemesi, kurmaya çal��t��� yap�da,

kendisinin politikan�n d���nda oldu�u ve antla�malar�n amaçlar� do�rultusunda

maddeleri yorumlad���n� her ba�lamda belirtmektedir. Üye devletlerin siyasi karar

al�c�lar� ise, bir üst mahkemenin tarafs�zl���n�n ve anla�mazl�k çözücü rolünün

gereklili�ine inanmaktad�rlar. Zaman içinde Mahkeme’nin ald��� kararlarda, hiçbir

devleti kay�rmamas�, sadece Avrupa bütünle�mesinin sa�l�kl� ilerlemesi için gereken

düzenlemeleri önermesi bu tarafs�zl�k dü�üncesinin peki�mesinde yard�mc� olmu�tur.

Hükümetlerin ya da parlamentolar�n ATAM’�n kararlar�n� kabul etmesinin

ikinci nedeni, daha önce hükümetleraras�c� görü�lere gönderme yap�ld��� yerlerde

de�inilen ç�kar analizidir. Ç�kar analizi, tarafs�zl�k unsuruna ba�l�ysa da sadece

bundan ibaret de�ildir. Mahkeme’nin kararlar�n�n hükümetler taraf�ndan istisnalar

d���nda kabul edilmesinde ve bu kurumun yetkilerinin sorgulanmamas�nda temel

253

neden, üye devletlerin bu yap�y� korumakta ç�karlar� oldu�unu dü�ünmeleridir.

Antla�malar görü�ülürken, Mahkeme, siyasi karar al�c�lar� etkilemek için giri�imde

bulunmamaktad�r. Ancak antla�malar�n imzalanmas�ndan sonra, bu antla�madaki

maddelere uyulmas�n�n bekçili�ini üstlenmektedir. Çetin pazarl�klar sonucunda

imzalanan antla�malar�n her bir maddesinin do�ru yorumlanmas� ve uygulanmas�,

ulusal parlamentolar ve hükümetler için önem te�kil etmektedir; çünkü pazarl�klar

s�ras�nda üye devletlerin ç�karlar� aras�nda bir denge noktas� bulunmaktad�r. Üstelik

bu hassas bir dengedir. Dolay�s�yla herhangi bir devletin en küçük bir sorumlulu�unu

yerine getirmemesi dengeyi bozabilir. Bu yüzden de ATAM’�n ald��� kararlarla

egemenliklerinin s�n�rlanmas�n� kabul ederken esasen devletler, Avrupa ortak pazar�

içerisinde kendi ç�karlar�n� korumaktad�rlar. Kimi durumlarda herhangi bir üye

devletin o anl�k ç�kar� zedelenebilmektedir. Ancak uzun vadede üye devletler, ortak

pazar�n i�lemesinin ç�karlar�na hizmet etti�inin fark�ndad�rlar 62 . Bu ba�lamda

Mahkeme, amaçsal bir yöntem benimseyerek ula��lmas� planlanan hedefleri

hat�rlatmaktad�r. Bu amaçlar, üye devletlerin genel ç�kar�na hizmet etmeketdir. Bir

dönem ATAM yarg�çl��� yapm�� olan Pierre Pescatore, özellikle “gümrük birli�inin,

e�it davran�� ve ayr�mc�l���n önlenmesinin, dola��m özgürlü�ünün, kar��l�kl� yard�m

ve dayan��man�n, iktisadi birbirinin içine girmenin ve sonunda iktisadi ve hukuksal

birli�in en üst hedef olarak” amaçsal kullan�ld�klar�n� belirtmektedir (al�nt�layan

Burley & Mattli, 1993:68).

ATAM içtihatlar�n�n kabul edilmesini sa�layan bir di�er neden ise, bu

kurumun siyaset d��� bir kurum oldu�una dair inan��t�r. Yetmi�lerde ve seksenlerde

Adalet Mahkemesi üzerine yap�lan çal��malarda bu nokta hep vurgulanm��t�r.

Mahkeme de ald��� tüm kararlarda hukuki ak�l yürütmenin d���na ç�kmayarak siyaset

d��� olmas�n�n kendisine sundu�u avantajlar� kullanm��t�r (Burley & Mattli,

1993:70). Gene eski ATAM yarg�çlar�ndan olan Mancini de, bu hukuki ak�l

yürütmenin ve siyaset / hukuk ayr�m�n�n vurgulanmas�n�n özellikle kurulu�

döneminde önemli oldu�unu belirtmektedir. Hatta ona göre, Adalet Mahkemesi’nin

bçyle bir rol üstlenmesinin gerisinde, siyasal sistemin ya�ad��� oybirli�i yüzünden

62 Bu ba�lamda akla gelen ilk karar s�kça gönderme yap�lan Cassis de Dijon (120/78) karar�d�r.

254

i�leyemesi yatmaktad�r. Ancak Mancini, Avrupa anayasal düzeninin temel ilkelerinin

art�k belirlendi�ini, Parlamento’nun rolünün artt���n� ve bu a�amadan sonra

Mahkeme’nin çok daha dikkatli davranarak kararlar�n� iyice siyasetten

uzakla�t�rmas� gerekti�ini öne sürmü�tür (Mancini, 2000: 14-15)63.

Asl�nda Maastricht Antla�mas� ile olu�turulan üç sütunlu yap� ve ikinci ve

üçüncü sütünda yer alan konular�n Adalet Mahkemesi’nin yarg�s�ndan ç�kar�lmas� bir

anlamda Mahkeme’nin kurulu� döneminde üstlendi�i role son verme istedi�idir. Öte

yandan bu çal��ma için öncelikli olan, Avrupa yasal düzeni anayasala��rken

hükümetlerin ve ulusal parlamentolar�n ATAM’�n egemenliklerini s�n�rlayan

kararlar� kar��s�nda ciddi bir tepki göstermemesidir. Dolay�s�yla yukar�da s�ralanan

sebeplerin etkisiyle bu seviyede de bir uzla�� sa�land��� söylenebilir.

(3) Uzla��n�n Sa�lanmas�na Akademik Camian�n Katk�s�

Avrupa bütünle�mesi siyasal seçkinlerin ivme verdi�i bir harekettir. Siyasal

seçkinler aras�nda akademik camian�n da yeri oldu�u �üphesizdir. Bütünle�me süreci

ATAM’�n kararlar� ile ilerlerken akademik camiadan gelen tepkiler önemli bir

belirleyici olmu�tur. �lk ba�ta ATAM’da kanunsözcüsü olarak görev alan ki�ilerin

akademik camiadaki a��rl�klar�n� vurgulamak gerekir. Stein, anayasal geli�mede kilit

rol üstlenen on karar� inceledi�i makalesinde, Mahkeme’nin bunlardan sadece

ikisinde kanunsözcüsünün belirtti�i görü�ün aksi yönde sonuca vard���n� belirterek

(Stein, 1981:25-26), akademik dünya ile Mahkeme aras�ndaki i�birli�ini

örneklemektedir.

Anayasal düzeninin ilerleyi�i üzerindeki uzla��, mahkeme ile kurulan aktif

i�birli�i a�� ile s�n�rl� de�ildir. De�i�ik dergilerde kaleme ald�klar� vaka yorumlar� ve

yazd�klar� kitaplarla Mahkeme içtihat�n� desteklemi�lerdir. Bu yüzden, Tek Senet’e

gelene kadar dönemde, Mahkeme’nin anayasal içtihat� siyaset bilimi, iktisat ya da

hukuk dal�nda çal��an akademisyenler taraf�ndan onayland��� ya da en az�ndan

63 Bu makale, ilk olarak ayn� na�l�kla CMLR’de 1989’da yay�nlanm��t�r.

255

tepkisiz kar��land��� söylenebilir (Weiler, 2004:203). Akademisyenlerin kendi siyasal

ve hukuksal sistemlerindeki yerleri dü�ünüldü�ünde Mahkeme’nin kararlar�n�n

me�rula�mas�nda önemli rol oynad�klar� söylenebilir. Akademik camiada öne ç�kan

ise hukuk dal�nda çal��anlar olmu�tur 64 . Birçok hukuki çal��mayla Avrupa

bütünle�mesi anla��lmaya çal���lm��t�r. �üphesiz bu ili�ki tek yönlü bir ili�ki de

de�ildir. Avrupa anayasal düzeninin geli�mesiyle Avrupa hukuku konusunda

uzmanla�an hukukçular�n say�s� ve sayg�nl��� artm��t�r (Burley & Mattli, 1993:65).

Bu alanda çal��anlar�n en yukar�daki hedefi, ATAM’da yarg�ç ya da kanunsözcüsü

olarak görev alabilmektir. Keza aktif olarak bu görevi üstlenenlerin, görev süreleri

bitince dönecekleri yer de üniversiteler olacakt�r. Dolay�s�yla ATAM kararlar�yla

egemenlik anlay��� de�i�irken akademik camia da bu de�i�imin bir parças� ve

destekçisi olmu�tur.

Sonuç olarak, Avrupa yasal düzeni devletleraras� antla�malar�n yaratt���

uluslararas� bir rejimden anayasal bir düzene özellikle ATAM’�n kararlar� �����nda

dönü�mü�tür. Bu dönü�üm sürecinde, klasik anlam�yla egemenlik yerini üye

devletler ile Avrupa kurumlar� aras�nda kurulan ba�ka bir iktidar dengesine

b�rakm��t�r. Bu iktidar dengesini, uzla��sal egemenlik olarak adland�rmam�z�n temel

nedeni, üye devletlerin siyasal sistemlerindeki karar al�c� / yönlendirici aktörlerinin

onay� olmaks�z�n böyle bir dengenin kurulamayacak olmas�d�r. Bu, ço�u zaman

aç�kça verilen bir onay de�ildir. Dolay�s�yla uzla��y�, kararlar�n uygulanmas�nda ya

da aç�kça bir kar�� ç�k��ta bulunulmamas�nda aramak gerekir. Üye devletler,

uluslararas� iktisadi ve siyasal ili�kilerin geli�imini, yeni �artlar�n� ve gereklerini de

dü�ünerek, ATAM’�n belirleyici rol oynad��� Avrupa anayasal düzeninin kurallar�n�

kabullenmi�lerdir.

Bu yeni düzende, ulus devletler tek anayasal kural koyucu olmaktan

ç�km��t�r. Yeni Avrupa yasal düzeni çok-kademeli bir anayasac�l�k örne�i

64 Weiler, ATAM’�n üye devletlerin egemenlikleri s�n�rlay�c� içtihatalar�n� �l�ml� kar��layan hukuk profesörlerinin köken olarak uluslararasu� hukuktan geldiklerini belirttikten sonra, Avrupa Toplulu�u’nun onlar�n rüyalar�n� gerçkele�tirme f�rsat� oldu�unu belirtmektedir (Weiler, 2004; 205). Bu tezin do�rulu�unu kan�tlamak mümkün de�ilse bile, Avrupa Topluluklar�’n�n nas�l uluslararas� hukuk çerçevesinden ç�kt���n� hat�rlatmak aç�s�ndan önem ta��maktad�r.

256

olu�turmaktad�r. Buna ba�l� olarak da çok-kademeli yöneti�im anlay���

yayg�nla�maya ba�lam��t�r. Bu yap� içerisinde, en üst karar al�c�, yurtta�lara en yak�n

olacak �ekilde ve gerekli olan seviyede ortaya ç�kmaktad�r. �kincillik ilkesi, uygun

seviyenin belirlenmesinde ATAM taraf�ndan yol gösterici olarak öne sürülmü�tür.

Fakat bir kere daha belirtmek gerekirse, buraya kadar ya�anan çok önemli

dönü�ümlerin birço�u ATAM öncülü�ünde olmu�tur. Her ne kadar ATAM kararlar�

yukar�da aç�kland��� üzere uzla��y� yans�tsa bile, bütünle�menin siyasal ilerleyi�i,

tart��malar�n yurtta�lar�n ya da temsilcilerinin daha aç�k bir �ekilde dahil olacaklar�

bir kamusal alan içinde yap�lmas� sayesinde olacakt�r. Ayr�ca yeni egemenlik

anlay���n�n çe�itli kademelerdeki karar al�c�lar aras�ndaki yetki bölü�ümüne

dayand��� dü�ünülürse, bu yetki bölü�ümü konusunun aç�kl��a kavu�turulmas�

önemli bir unsurdur. Bu ba�lamda Avrupa Topluluklar�’n�n anayasala�ma süreçlerini

bir anayasa metniyle tamamlamalar�n�n gerekip gerekmedi�i gündeme gelmi�tir. Bir

sonraki bölümde bu giri�im ve bunun uzla�� zemininde bir egemenlik anlay���n�n

olu�mas�na katk�lar� tart���lacakt�r.

C. Taslak Avrupa Anayasas� ve Yeni Egemenlik Anlay���na Katk�s�

Bu bölüm, egemenlik anlay���n�n de�i�mesi ba�lam�nda Avrupa Anayasas�’n�

Kuran Antla�ma’n�n incelenmesini amaçlamaktad�r. Bilindi�i üzere iki kurucu

devlette yap�lan referandumlar sonucunda yürürlü�e giri�i belirli bir süre ertelenen

bu antla�ma ve sebep oldu�u tart��malar iki ba�l�kta ele al�nacakt�r. Öncelikle

haz�rlan�� �ekli ve öngördü�ü de�i�ikliklere de�inilerek bu antla�man�n içeri�i

anla��lmaya çal���lacakt�r. Daha sonra, Taslak Anayasa’n�n haz�rlanmas� s�ras�nda ve

sonras�nda neden oldu�u tart��malara de�inilerek yeni egemenlik anlay��� ile ili�kisi

anla��lmaya çal���lacakt�r.

1. Avrupa Anayasas�’n� Kuran Antla�ma’n�n Haz�rlan��� ve �çeri�i

1992 y�l�nda Maastricht Antla�mas�’n�n imzalanmas�yla Avrupa Birli�i

kurulmu�tur. Maastricht Antla�mas� birçok aç�dan Avrupa bütünle�mesinin mihenk

257

ta�lar�ndan birisidir. Para birli�inin kurulmas� bu antla�mayla ilk kez resmi gündeme

girerken, Avrupa yurtta�l��� da bu metinle resmiyet kazanm��t�r. Öte yandan, ikinci

ve üçüncü sütunlar arac�l���yla d�� politika, savunma, adalet ve iç i�leri gibi kurucu

antla�malar�n kapsam� d���nda kalan alanlarda hükümetleraras� i�birli�i yöntemleri

öngörerek siyasal bütünle�menin ilerlemesi için ad�mlar at�lm��t�r. Avrupa

Topluluklar� Maastricht Antla�mas�’nda ve izleyen y�llarda yap�lan de�i�ikliklerle

derinle�me sürecine girerken ayn� zamanda geni�leme sorunuyla da kar�� kar��ya

kalm��lard�r. Doksanlar�n sonuna gelindi�inde, Avrupa bütünle�mesinin derinle�mesi

ve geni�lemesiyle gelinen noktada, varolan antla�malar�n ve ATAM içtihat�n�n

olu�turdu�u yap�n�n çok karma��k ve hatta baz� konularda yetersiz kalmas� Avrupa

Anayasas�’na ili�kin tart��malar�n ana ç�k�� kayna��n� olu�turmu�tur 65 . Avrupa

Anayasas�’n� Kuran Antla�ma, bu yetersizli�e cevap bulma çabas�d�r. Gerek

haz�rlan�� tarz� gerekse adland�r�l���yla daha önceki antla�malardan farkl� bir yere

sahiptir. Adland�r�lmas�yla ilgili tart��malara bir sonraki alt ba�l�kta de�inilecektir.

Burada haz�rlan���ndaki farkl�l�k ve öngördü�ü de�i�ikliklere yer verilecektir.

a. Avrupa’n�n Gelece�i Kurultay�

Bir kurultay olu�turma yöntemi ilk olarak, Avrupa Birli�i Temel Haklar �art�

haz�rlan�rken kullan�lm��t�r 66 . ‘Kurultay yöntemi’, hükümetleraras� görü�melerin

(négociation) yerini bir müzakere (délibération) sürecinin almas�n� ifade etmektir.

Dolas�yla geçmi�te uygulanan yöntemden kopu� anlam�na gelmektedir. Özellikle

Jürgen Habermas’�n görü�lerinden etkilenerek geli�tirilen bu müzakereci anlay��a

göre67, siyaset, ölçülebilir ve sabit ç�karlar�n korunmas� için yap�lan bir pazarl�ktan

ibaret de�ildir. Müzakere süreci boyunca aktörler kendi görü�lerini ortaya koyarak

kar��s�ndakinin fikrini de�i�tirmeye çal���rlar, ancak kendi fikirleri de de�i�ime

aç�kt�r. Önemli olan bir uzla�ma noktas�n�n bulunabilmesidir. AB’deki genel durum,

65 Ancak Avrupa Anayasas�’na dair tart��malar�n ilk ortaya ç�k��� doksanl� y�llar de�ildir. Kurulu� döneminde, federalist görü�tekiler Avrupa Topluluklar�’n�n antla�malar temelinde de�il, anayasa temelinde kurulmas� gerekti�ini öne sürmü�lerdir. O y�llarda kabul görmeyen bu görü�ler, esasen her zaman varl�klar�n� sürdürmü�lerdir (Magnette, 2004:5). 66 Ayr�nt�l� inlemesi için bkz. Deloche-Gaudez, 2002. 67 Müzakereci demokrasi için bkz. Elster, 1998; Habermas, 1997.

258

kurultay yönteminden yana olanlar�n görü�lerinin öne ç�kmas�na yard�mc� olmu�tur;

çünkü doksanl� y�llarda arka arkaya toplanan hükümetleraras� konferanslar, Birlik’in

sorunlar�na etkili çözümler üretmemi�tir. Bu da, üye devletlerin sadece kendi

ç�karlar�n�n pe�inden ko�tuklar� ve kamuoyu bask�lar�n� hiçe sayd�klar�

hükümetlerararas� görü�meleri Birlik’in ba�ar�s�zl���n�n nedeni olarak gören Avrupa

Parlamentosu’nun görü�lerine destek olmu�tur (Magnette, 2004:15). Tam bu

ba�lamda ilk Kurultay, Temel Haklar �art�’n� kaleme almak üzere olu�turulmu�tur.

Bu Kurultay metoduna �üpheyle yakla�an �ngiltere ve Danimarka gibi devletler,

öncelikle Kurultay’�n kabul edece�i metnin ba�lay�c�l���n�n olmamas� konusunda

�srarc� olup bu noktay� garanti alt�na alm��lard�r. Bu devletlerin Kurultay’�n sadece

hükümetlerin temsilcilerinden olu�mas� iste�i ise, özellikle Almanya ve Fransa’n�n

�srarc� tav�rlar�yla önlenmi�tir. Sonuçta Kurultay, üye devletlerin temsilcileri ile

Avrupa Parlamentosu’ndan ve ulusal parlamentolardan gelen temsilcilerden

olu�turulmu�tur. Kurultay taraf�ndan haz�rlanan Temel Haklar �art�, asl�nda Avrupa

yurtta�lar� için yeni haklar öngörmemektedir. Antla�malardan, yönergelerden ve

Adalet Mahkemesi içtihat�ndan ç�karsanabilecek, ancak sadece konuyla ilgili

hukukçular�n anlayabilece�i haklar� toplay�p s�ralayarak Birlik’in temel haklar

anlay���n� anla��l�r hale getirmekteydi (Ziller, 2004: 7). Çe�itli sebeplerle68 üye

devletlerin ba�lay�c� olmas�n� kabul etmedi�i �art, yürürlü�e girme aç�s�ndan

ba�ar�s�z olmas�na ra�men, Avrupa Anayasas�’n�n haz�rlanmas� için Kurultay

olu�turma fikrini vererek öncü olmu�tur69.

Resmi olarak Avrupa Kurultay�’n�n 70 ilk ad�m� Aral�k 2001’de Birlik’in

devlet ve hükümet ba�kanlar� taraf�ndan yay�nlanan Laeken Bildirgesi71 ile at�lm��t�r.

68 Baz� hükümetler, kuvvetli sosyal haklar içeren �art’�n bu haklar�n sa�lanabilmesi için bütçelerine yük olaca�� dü�üncesiyle kar�� ç�karken, di�erleri söz konusu haklar� yetersiz bulup sosyal devlet anlay��lar�na zarar verece�i gerekçesiyle itiraz ettiler (Ziller, 2004: 7). 69 Özellikle daha küçük ülkelerin destek verdi�i ortak sorunlara çözüm bulunmas� için yeni bir Kurultay olu�turma fikri, ba�ta �ngiltere ve Danimarka olmak üzere gene baz� ülkeler taraf�ndan �üpheyle kar��lanm��t�r. Bu ikiliye genel olarak Avrupa bütünle�mesine �üpheci yakla�an Finlandiya ve Avusturya da eklenmi�tir. Hatta bu yeni Konvansiyon fikri kar��s�nda Fransa bile çekinceli davranm��t�r. Ancak özellikle Belçika’n�n dönem ba�kanl��� yapt��� 2001 y�l�n�n ikinci yar�s�ndaki gayretleriyle Laeken Bildirgesi’ne ula��labilmi�tir (Magnette, 2004:16-17). 70 Avrupa Kurultay�’n�n resmi internet adresi: http://european-convention.europa.eu/bienvenue.asp?lang=FR. 71 Laeken Bildirgesi için, bkz. http://european-convention.eu.int/pdf/LKNFR.pdf.

259

Ba�tan beri Kurultay dü�üncesine �üpheli yakla�an baz� üye devletler, Laeken

Bildirgesi’nde tan�mlanan görev ve yetkilerin hükümetlerinin hareket alan�n�

k�s�tlamamas� için bask� yapm��lard�r. Bu bildirgenin haz�rlanmas� sürecinde dönem

ba�kan� Belçika önemli rol oynam��t�r. Akil adamlar komitesi taraf�ndan haz�rlanan

metin Laeken Zirvesi’ne getirilmeden önce Belçika Ba�bakan�’n�n yapt��� ikili

görü�melerle di�er ba�kentlere iletilmi� ve onaylar� al�nm��t�r. Kurultay yöntemine

s�cak bakmayanlar�n Belçika’n�n giri�imini kabul etme sebepleri çe�itlidir. Ancak en

belirgin olan�, Kurultay’�n asl�nda hiçbir yapt�r�m gücünün olmamas� ve haz�rlanacak

metnin muhakkak hükümetleraras� konferansta onaylanacak olmas�n�n verdi�i

güvencedir. Öte yandan, Kurultay’dan yana olanlar, aç�k bir müzakere süreci

sonucunda kabul edilecek metnin hükümetleraras� konferansta reddedilmesinin zor

olaca��na güvenmi�lerdir (Magnette, 2004:17). Dolay�s�yla Avrupa Kurultay�’n�n

farkl� beklentiler ile ba�lat�lan bir süreç oldu�unu söylemek yanl�� olmayacakt�r.

Laeken Bildirgesi’ne göre Avrupa Kurultay�; bir ba�kan ve iki ba�kan

yard�mc�s�, onbe� üye devletin hükümetlerinin ya da devlet ba�kanlar�n�n

temsilcileri, her üye devletten iki olmak üzere ulusal parlamentolardan gelecek otuz

temsilci, Avrupa Parlamentosu’ndan onalt� üye ve Komisyon’un iki temsilcisinden

olu�turulmu�tur. Aday devletlerin temsilcilerinin, üye devletler ile ayn� oranda ancak

“üye devletler aras�nda olu�acak uzla��ya engel olma haklar� olmaks�z�n”

müzakerelere kat�lmalar� öngörülmü�tür. Ayr�ca �ktisadi ve Sosyal Komite’den üç,

sivil toplum örgütlerinden üç ve Bölgeler Komitesi’nden alt� temsilci müzakerelerde

gözlemci olarak bulunacaklard�.

“(Bu �ekilde olu�turulacak) Kurultay, de�i�ik sorunlar� ele alacakt�r. Ya ald�klar� destekleri belirterek farkl� seçenekleri, ya da uzla�ma sa�lanmas� durumunda önerileri içeren nihai bir metin haz�rlayacakt�r. Birlik’in gelece�ine dair yap�lan tart��malar�n sonucunda, nihai metin, kesin karar� verecek uluslararas� konferans�n görü�meleri için ba�lang�ç noktas� olacakt�r” (Déclaration de Laeken). Görüldü�ü üzere, Kurultay’�n görev tan�m� belirgin bir �ekilde

hükümetleraras� konferansa ba�lanm��t�r. Bu aç�dan bak�ld���nda Kurultay, üye

devletlerin egemenliklerini koruma gayretlerinin somut bir örne�idir.

260

Ancak 28 �ubat 2002’de Kurultay’�n çal��malar�na ba�lamas�ndan itibaren,

özellikle Avrupa Parlamentosu’ndan, Komisyon’dan ve sürece daha olumlu yakla�an

üye devletlerden gelen temsilcilerin bu görev tan�m�n� geni� bir �ekilde

yorumlad�klar� gözlemlenmi�tir (Magnette, 2004:19). Kurultay’�n ba�kanl���n�

üstlenen Giscard d’Estaing, dengeyi kurmak için oldukça çaba harcam��t�r72. Hiçbir

a�amada üye devletlerin denetimin tümden ellerinden gitti�i hissine kap�lmamas� için

tart��malar�n üzerinde uzla�man�n zorla�t��� alanlara kaymamas�na dikkat etmi�tir.

Eski Fransa Cumhurba�kan�’na göre, Kurultay’�n iki önemli amac� olmal�yd�.

Öncelikle hükümetleraras� konferansa seçenekler sunmak yerine, “anayasal

antla�ma” �eklinde tek bir proje sunulmal�yd�; çünkü her ne kadar karar,

hükümetleraras� konferansta al�nacaksa bile, kamuoyuna aç�k yap�lan toplumsal

taraflar�n görü�lerinin dikkate al�nd��� müzakerelerin sonucunda uzla��n�n sa�land���

bir metnin hükümetleraras� konferansta a��rl��� olacakt�r. �kinci olarak, Kurultay’�n

üzerinde uzla�t��� bir metin olmas� gerekmekteydi. Giscard d’Estaing’e göre, bu

uzla��, oybirli�i anlam�na gelmemekteydi; çünkü oylama yap�lmayacakt�. Ancak bu

uzla��n�n nas�l tan�mlanaca�� konusunda Laeken Bildirgesi bir aç�klama yapmad���

gibi, Kurultay Ba�kan� da belirgin bir tan�mlama vermemekteydi.

Görev ve uzla�� tan�m�n�n belirsiz kalmas� asl�nda hem hükümetlerinin

ç�karlar�n� korumaya çal��anlar, hem de daha bütünle�meci yakla�anlar için bir

mücadele konusu olmu�tur. Bu ba�lamda, üye devletlerin Kurultay çal��malar� için

görevlendirdikleri temsilcilerin hep üst düzey olduklar� görülmektedir73. Öte yandan

Kurultay’�n çal��ma �ekli ve di�er kesimlerden gelen temsilcilerin a��rl��� daha

önceki antla�malar�n imzalanmas�nda a��r basan hükümetleraras�c� mant���n geri

72 Asl�nda hükümetleraras�c�l�ktan yana bir ülkeden gelen Valérie Giscard d’Estaing, Laeken uzla��s�n�n bir parças�d�r. Bir anlamda �ngiltere gibi çekinceli ülkelere bir güvence niteli�indedir. Ayr�ca Kurultay Ba�kan� olarak Kurultay sekreteryas�n�n ba��na bir �ngiliz diplomat� getirmesi, kurulmas� gereken dengenin fark�nda oldu�unu da göstermi�tir (Magnette, 2004:19). 73 O dönem üye olan onbe� ülkeden be�i, Kurultay’a D��i�leri Bakanlar� ile kat�lm��lard�r. Di�er on ülkeden sekizi gene bakan ya da eski bakanlardan temsilci seçerken sadece Finlanda bir akademisyen, Portekiz bir diplomat ile temsil edilmeyi tercih etmi�lerdir. Ba�ta ba�ka isimlerle temsil edilen Almanya ve Fransa’n�n kendi ülkelerindeki seçimlerden sonra ve Kurultay’�n çal��malar�n�n ilerlemesiyle, Joschka Fisher ve Dominique de Villepin’in Kurultay temsilcisi olarak görevlendirilmesi önemli bir a�ama olmu�tur. Bu görevlendirmelerden sonra, Kurultay’�n hükümetlerararas� görü�melere çevrildi�i ele�tirileri gelse bile, bu atamalar� Kurultay’�n çal��malar�n�n ba�ar�yla ilerlemesi olarak alg�lamak daha do�ru gözükmektedir (Ziller, 2004:62).

261

plana dü�mesine neden olmu�tur. Kurultay yüzbe� üyeden olu�maktad�r. Giscard

d’Estaing Le Monde gazetesinde yay�nlanan yaz�s�nda, bu üyeler aras�nda üç grup

tespit etmenin mümkün oldu�unu söylemektedir: Brüksel grubu, ulusal

parlamenterler ve hükümet temsilcileri (Giscard d’Estaing, 2002). Brüksel grubunun

Kurultay’�n çal��t��� konular hakk�nda ön bilgileri mevcuttu. Ancak Avrupa

Parlamentosu’nun ve Komisyon’un temsilcilerinin hükümetleraras� görü�melere

kat�l�m�nda önemli bir fark oldu�unu burada vurgulamak gerekir; çünkü daha önce

yap�lan tüm hükümetleraras� görü�melere bu kurumlar�n kat�l�m� gözlemci rolüyle

s�n�rl�yd� (Ziller, 2004:57). Ulusal parlamenterler ise say�ca daha çok olmalar�na

ra�men, Kurultay Ba�kan�’na göre sürece uyumlar� en zor olan grup oldu.

Birço�unun daha önce bir Avrupa tecrübesi yoktu ve çal��ma yöntemlerine al���k

de�illerdi. Sadece onbe�i do�rudan üye devlet hükümetleri taraf�ndan gönderilmi�ti.

Hatta bunlar için bile tam anlam�yla hükümetlerinin sesi olduklar�n� söylemek

zordur. Giscard d’Estaing, Mart’tan Temmuz ay�na kadar olan çal��malarda hükümet

temsilcilerinin de Kurultay ruhuna uygun hareket ettiklerini belirtmektedir.

Kurultay’�n müzakere süreciyle ilgili bir tespit daha yapmak yerinde

olacakt�r. Bu da müzakerelerin kamuoyuna aç�k olarak yap�lmas�na ili�kindir.

Kurucu meclisler üzerine çal��mas� bulunan Jon Elster, müzakerelerin kamuya aç�k

yap�lmas�n�n, üyelerin ç�karlar�n� aç�k bir �ekilde korumalar�na engel oldu�unu ve

dolay�s�yla sonucu etkiledi�ini belirtmektedir (Elster, 1998). Ayn� �ekilde, Kurultay

kendisine verilen görev gere�i tarafs�z olmak zorunda oldu�undan, üyelerinin de bu

tarafs�zl��� belirgin bir �ekilde yaralayacak yorumlardan kaç�nmak durumunda

kalacaklar� dü�ünülebilir. Keza Giscard d’Estaing’in konu�mas�nda belirtti�i gibi,

üye devlet temsilcileri bile çal��malar�n ilk yar�s�nda, ç�kar hesab� yapmamaya ya da

en az�ndan bunu aç��a ç�karmamaya dikkat etmi�lerdir 74 . Ancak çal��malar�n

ilerlemesi ve somut bir projenin olu�turulmas� a�amas�nda, devletleraras� görü�meler

mant���na geri dönüldü�ü gözlemlenmi�tir. Örne�in, Fransa ile Almanya aras�ndaki

i�birli�i 2003 sonbahar�nda belirginle�mi�tir. Bu iki devlet beraber dört öneri

vermi�lerdir. Daha önce verdikleri önerilerdeki görü�lerini son olarak 16 Ocak

74 Baz� yazarlar ise, ba�tan beri özellikle büyük devletlerin öncelikleri aras�nda farkl�l�klar oldu�unu belirtmektedir. Bkz. Crum, 2004:3-4.

262

2003’de verdikleri raporla toparlam��lard�r (CONV 488/03). Bu önemli kurumsal

de�i�iklikler öngören öneriye kar�� cevap ise, �ngiltere ve �spanya’da gelmi�tir

(CONV 591/03). �ngiltere ve �spanya’n�n bu hareketine, daha sonra �rlanda,

Danimarka, Polonya, Avusturya, Litvanya, K�br�s, �sveç ve Slovakya’n�n temsilcileri

de kat�lm��lard�r (CONV 766/03).

Özellikle taraflar aras�ndaki görü� farklar� belirginle�meye ba�lad���nda

Kurultay Ba�kanl���’n�n devreye girerek uzla��n�n bulunmas� için çaba harcad���

gözlemlenmi�tir (Crum, 2004:9). Ekim 2002’de taslak metnin (CONV 369/02)

iskeleti olu�turup bütün Kurultay üyelerine ula�t�r�ld�ktan sonra, her bir üyeden gelen

ele�tiriler ba�kanl�k ve sekreterlik taraf�ndan de�erlendirmeye al�nm��t�r. Bu

ele�tiriler do�rultusunda sürekli bir müzakere süreciyle taslak anayasa olu�turulmaya

çal���lm��t�r. Ba�kanl�k ekibinin hiçbir a�amada Kurultay üyelerinin süreçten

kopmamalar� için u�ra�t��� aç�kt�r.

Genel olarak, Kurultay’�n taslak anayasal antla�ma olarak haz�rlad��� metne

bak�ld���nda, hükümetlerin tercihleri do�rultusunda bir �ekillenme oldu�unu

söylemek mümkündür. Avrupa Parlamentosu, Komisyon ya da ulusal

parlamenterlerin a��rl�klar�n� hissettirebildiklerinin i�aretini görmek mümkün

de�ildir (Magnette, 2004:30). Bu yüzden de birçok gözlemci taraf�ndan Avrupa

bütünle�me sürecine hiçbir yenilik katmamakla ele�tirilmi�tir. Ancak kan�m�zca, bu

tespitler tam olarak do�ruyu yans�tmamaktad�r.

Öncelikle belirtmek gerekir ki gözlemci olarak kat�lan Bölgeler Komitesi ya

da sivil toplum kurulu�lar� gibi aktörlerin müzakere sürecinde kendilerini ifade

edebilmeleri çok önemli bir geli�me olmu�tur. Daha önceleri hükümetleraras�

konferanslara kat�lan toplumsal aktörlerin, görü�melerde görü�lerini dile getirme

imkânlar� s�n�rl�yd�. Oysa Kurultay boyunca, her ne kadar konu�ma önceli�i

Kurultay üyelerine tan�nm��sa da, kendilerini daha rahat ifade etme imkân� buldular

263

(Ziller, 2004:67)75. Üstelik Kurultay’da karar alma yöntemi oylama de�il, uzla��n�n

bulunmas� �eklinde oldu�undan görü�lerini ifade edebilmeleri önemli bir ad�m oldu.

Hem çal��ma gruplar�na, hem de genel oturumlara kat�lan gözlemcilere, Kurultay

üyeleriyle ayn� anda ve ayn� �ekilde tüm belgeler ula�t�r�ld�.

�kinci olarak, müzakereci yöntemin sa�lad��� olumlu zemini unutmamak

gerekir. Müzakereler boyunca de�i�ik aktörler taraf�ndan belirtilen görü�ler, herhangi

bir devlet temsilcisinin görü�ünü do�rudan de�i�tirmese de, ortak bir nokta bulmak

üzere kar��l�kl� anlay��� güçlendirmi�tir. Pazarl�k mant���ndan ç�karak, yeni çözümler

bulmay� kolayla�t�rmaktad�r. Magnette’in de belirtti�i gibi, müzakerelerin ortak

noktay� bulmakta kolayt�r�c� rol oynad���n� say�sal olarak kan�tlamak imkâns�zd�r;

ancak hiçbir etkisinin olmad���n� söylemek de mümkün de�ildir (Magnette,

2004:31). Bu noktada müzakere sürecinin etkilerini dü�ünürken belki de konu ayr�m�

yapmak daha anlaml�d�r. Birlik ile üye devletler aras�nda yetki da��l�m� konusu

müzakere edilirken üye devletlerin ç�karlar� daha belirgin bir hal ald���ndan,

müzakere sürecinin sa�lad��� art� de�erlerin daha dü�ük seviyede kald���

söylenebilir. Buna kar��n daha teknik konularda, müzakerelerin en uygun ve etkili

çözüm yollar�n� bulmak için önemli bir imkân sundu�u aç�kt�r. Bu ba�lamda, Avrupa

Kurultay�’n�n üstlendi�i eski antla�malar� tek bir metinde toplama, üç sütunlu yap�ya

son verme, hukuki yap�y� düzenleme gibi görevler, e�itler aras�nda kan�tlar sürerek

birbirini ikna etmeye dayanan müzakere mant���na daha uygun konulard�r

(Magnette, 2004:33). Bu yüzden genel olarak bak�ld���nda, görü�ümüz müzakere

sürecinin ortak noktan�n bulunmas� aç�s�ndan faydal� oldu�u yönündedir.

Müzakerelerin kamuya aç�k olmas�, müzakereler boyunca internet üzerinden Avrupa

yurtta�lar�n�n kendilerini ifade etmelerine imkân tan�nmas� ve hatta her �eyin

ötesinde dikkat çekerek yurtta�lar�n Avrupa üzerine dü�ünmesini sa�lamas�

bak�m�ndan önemli bir ad�m olmu�tur. Avrupa Kurultay�’n�n onay verdi�i ‘Avrupa

�çin Bir Anayasa Olu�turan Antla�ma Tasla��’ ad�yla 13 Haziran ve 10 Temmuz

2003 tarihlerinde uzla�� ile kabul edilmi�tir. Bir sonraki alt ba�l�kta tasla��n

öngördü�ü yeniliklere yer verilecektir.

75 Gözlemci statüsünde kat�lanlardan özellikle Bölgeler Komitesi’nin temsilcileri, merkezlerinden destek alarak, çok etkin bir �ekilde müzakarelere kat�l�p görü�lerini bildirdiler (Ziller, 2004:68).

264

b. Taslak Anayasa’n�n Öngördü�ü De�i�iklikler

Taslak Anayasa’n�n öngördü�ü de�i�iklikler, öncelikle Kurultay sürecinin

anayasal bir metin haz�rlama amac�yla toplanmas�na neden olan sorunlar ve

eksikliklerle ba�lant�l�d�r. Bu sorunlar� Laeken Bildirgesi dört grupta toplam��t�r:

AB’nin yetkileri daha iyi tan�mlanmas� ve yetki bölü�ümü, Birlik’in araçlar�n�n

sadele�tirilmesi, saydaml���n artt�r�lmas� ve demokrasinin güçlendirilmesi, Avrupa

yurtta�lar� için bir Anayasa haz�rlanmas� (Déclaration de Laeken). Tespit edilen bu

eksikliklerden yola ç�karak Taslak Anayasa’n�n öngördü�ü de�i�iklikler üç

paragrafta toplan�p k�saca incelenecektir. Burada amaçlanan tart��malara sebep olan

Taslak Anayasa’n�n yap�l�� mant���n� ve genel yap�s�n� anlamakt�r. Öncelikle Taslak

Anayasa ile kurucu antla�malar�n sadele�tirilmesinin ne derece ba�ar�l� oldu�u

incelenecektir. Ard�ndan kurumsal yap�da yap�lan de�i�ikliklere ve egemenlik

tart��malar� için büyük önem ta��yan yetki bölü�ümü konusuna de�inilecektir.

Bildirgenin demokrasi eksi�i ve ‘Avrupa yurtta�lar� için bir anayasa’ fikri bu

bölümün en sonunda Avrupa Anayasas�’na �li�kin Temel Tart��malar alt

ba�l���nda ele al�nacakt�r.

(1) Kurucu Antla�malar�n Sadele�tirilmesi

Bunlardan ilki, Avrupa anayasal düzeninin Paris Antla�mas� ile ba�lay�p Nice

Antla�mas�’na kadar uzanan süreçte imzalanan antla�malar üzerine kurulmas�na

ili�kindir. Bu antla�malar birbirleri arkas�na eklenirken, çe�itli maddeler ç�kar�lm��,

de�i�tirilmi�tir. Numaraland�rmada de�i�iklikler yap�lm��t�r. Bu yap�, Avrupa

yurtta�lar� için anla��lmas� zor, karma��k bir görünüm sergilemektedir. Oysa ikinci

bölümde belirtildi�i üzere, Avrupa yurtta�lar�n�n egemenliklerini art�k sadece ulusal

parlamentolar arac�l���yla kullanmas� yeterli olmamaktad�r; çünkü Avrupa anayasal

düzeninde baz� kararlar AB’nin yetkili organlar� taraf�ndan al�nmaktad�r. Dolay�s�yla

yurtta�lar�n içinde ya�ad�klar� sistemin de�erleri, kurumlar�, yetki bölü�ümü ve bu

265

sistemde kendilerine tan�nan haklar konusunda bilgi sahibi olabilecekleri temel bir

metne ihtiyaçlar� vard�r.

Bu amaçla haz�rlanan Taslak Anayasa, 464 maddeden ve be� ek protokolden

olu�maktad�r. Madde say�s�na bak�ld���nda yakla��k otuz maddelik bir art�� oldu�u

gözlemlenmektedir76. Eklenen maddelerin bir k�sm� metni daha anla��l�r k�lmaya

yard�mc� maddelerdir. Di�erleri ise, kurumsal de�i�iklikleri içermektedir. Taslak

Anayasa dört bölümden olu�maktad�r.

�lk bölüm, anayasal nitelikteki 59 maddeden olu�ur. Bu bölümdeki ifadelerin

bir ço�u yeni ve Kurultay s�ras�nda uzunca tart���lm�� düzenlemelerdir (Ziller,

2004:35). Bu bölümün amac�, kurumlar�, i�leyi�leri ve yetki bölü�ümleri hakk�nda

bilgi vermeden önce, Birlik’in de�erlerinin, ilkelerinin ve amaçlar�n�n ortaya

koyulmas�d�r. Bunlar�n belirlenmesinde, �üphesiz daha önce imzalanan antla�malar

ve Adalet Mahkemesi içtihat� yol gösterici rol oynam��t�r. Ancak nelerin Avrupa

de�erleri aras�nda say�labilece�i konusu Kurultay s�ras�nda önemli tart��malara

neden olmu�tur77.

�kinci bölüm ise, tam olarak 2000 y�l�nda Nice Antla�ams� ile beraber kabul

edilen Temel Haklar �art�’ndan (54 madde) olu�maktad�r. Her ne kadar daha önce

üzerinde uzla�� sa�lanan bir metnin Anayasa’ya dahil edilmesi söz konusuysa da,

gene de bir çok tart��maya neden olmu�tur. Bunun nedeni, Nice’de ilan edilen metnin

hiçbir zaman ba�lay�c�l�k kazanmam�� olmas�d�r. Oysa Anayasa’ya dahil edilmesiyle

Temel Haklar �art� tüm üye devletler için ba�lay�c�l��� olan bir metne dönü�mü�tür.

�lk iki bölüme göre daha uzun (341 madde) ve daha zor anla��l�r olarak

nitelenebilecek üçüncü bölüm, Birlik’in kurumlar�n�n görevlerini ve politikalar�n�

içermektedir. Üçüncü bölüm, antla�malarda bu konularda varolan maddeleri bir

araya getirmekle yetinmemektedir. Ayn� zamanda, tüm yap�n�n daha anla��l�r olmas� 76 Bu metin, 317 maddeden olu�an Avrupa Topluluklar�’n� Kuran Antla�ma’n�n, 63 maddelik AB Antla�mas�’n�n ve 54 maddelik Temel Haklar �art�’n�n yerini almaktad�r. 77 Bu de�erlere ili�kin tart��malar aras�nda en çok dikkat ve en çok ak�llarda kalan, H�ristiyanl�k’a yap�lacak göndermeye ili�kin tart��malard�r.

266

için gerekli k�s�mlar�n yeniden kaleme al�nmas�na, ilk bölümde belirtilen de�er ve

amaçlar�n ruhuna uygunlu�una ve Kurultay boyunca öne sürülen fikirlere dikkat

edilmi�tir (Ziller, 2004:39-40).

Dördüncü bölüm ise, 10 maddeden olu�maktad�r. Bu bölümde klasik

anayasalarda rastlanmayan uygulanma alan� (IV-440) ve zaman�na (IV-446) dair

maddeler bulundu�u gibi, hem anayasalarda hem antla�malarda rastlanan yürürlü�e

giri� ve de�i�tirilme prosedürü gibi maddeler yer almaktad�r. Ayr�ca baz� Kurultay

üyeleri taraf�ndan Selanik Zirvesi sonras�nda önerilen, sembollere ili�kin

düzenlemeler bu bölüme yerle�tirilmi�tir. Ayr�ca en son maddede, Avrupa’n�n

çokkültürlü yap�s� hat�rlat�lm��; Anayasa’n�n üye devletlerin dillerinde kaleme

al�naca�� belirtilmi�tir.

Genel olarak bak�ld���nda, Taslak Anayasa’n�n daha önceki antla�malara göre

çok daha düzenli ve mant�kl� bir yap�ya sahip oldu�u gözlemlenmektedir. Bu yüzden,

Taslak Anayasa’n�n, ulusal anayasalardan daha zor anla��l�r bir metin oldu�unu

söylemek mümkün de�ildir (Duhamel, 2003:46).

(2) Kurumsal de�i�iklikler

Avrupal� yetkililer, doksanl� y�llar�n ba��ndan itibaren kurumsal reformlar

yap�lmas� gerekti�inin fark�ndad�r; çünkü alt� üyeye göre tasarlanm�� Topluluk

kurumsal yap�s� geni�lemeden sonra yetersiz kalmaya ba�lam��t�r. Ancak ne

Maastricht Antla�mas�78 ile ne de Amsterdam79 ve Nice’de80 yap�lan düzenlemelerle

78 AB’yi kuran Maastricht Antla�mas�, Roma Antla�malar�’ndan bu yana at�lan en önemli ad�md�r. Üç sütun yap� bu antla�ma ile kurulmu�tur. Ancak hali haz�rda varolan Topluluk kurumlar�n�n reformuna ili�kin bir madde içermez. Sadece 1996 y�l�nda yeni bir hükümetleraras� konferans düzenlenmesini öngörür. 79 Maastricht Antla�mas�’nda öngörülen hükümetlerararas� konferans Amsterdam Antla�mas�’n�n imzalanmas�yla son bulur. Bu antla�ma da; Avusturya, Finlandiya ve �sveç’in Birlik’e kat�lmas�yla iyice su yüzüne ç�kan sorunlara yan�t vermemektedir. Ancak antla�maya eklenen onbir numaral� protokolde bir y�l içerisinde yeni bir hükümetleraras� konferans�n kurumsal sorunlar� tart��mak üzere toplanmas�n�n gereklili�i belirtilir. 80 14 �ubat 2000’de Nice’de ba�layan hükümetleraras� konferans 26 �ubat 2001’de Nice Antla�mas�’n�n imzalanmas�yla tamamlan�r. Özellikle Komisyon’un olu�umu ve Konsey’deki

267

kurumsal reform sorununa yan�t bulunamam��t�r. Hatta bu hükümetlerararas�

görü�melerin gerekli reformlar� haz�rlayamamas�, kurultay yönteminin tercih

edilmesinin arkas�nda yatan nedenlerin ba��nda gelmektedir. Bu ba�lamda, Kurultay

sürecinde kurumsal reformlar konusuna çok önem verilmi�tir. Üye devletler ve Birlik

organlar�n�n temsilcileri aras�nda kurumsal reformlar konusunda uzla��n�n

yakalanmas�n�n zor olaca�� öngörülerek bu konu için çal��ma grubu

olu�turulmas�ndan 81 kaç�n�lm��t�r. Bu yüzden Genel Kurul’un yapt��� yirmi dört

toplant�dan ikisi82 kurumsal reformlar konusuna ayr�lm��t�r.

Daha önceki hükümetleraras� konferanslarda oldu�u gibi en belirgin

grupla�malar, kurumsal de�i�iklikler tart���l�rken ya�anm��t�r (Glaser, 2003:19;

Ziller, 2004:84). Küçük ve büyük devletlerin kurumlar�n yeni yap�lanmas�ndaki

yerlerinden beklentileri farkl� oldu�u gibi, ulusal egemenlikçiler ile federalistler

aras�ndaki görü� ayr�l�klar� da bu konuda iyice belirginle�mi�tir. Çünkü kurumsal

reformlar, üye devletler ile Birlik kurumlar� aras�nda kurulan dengenin de�i�mesi

anlam�na gelmektedir. Her ne kadar devam etmekte olan sistemde üye devletler

egemenliklerinin s�n�rlanmas�n� kabul etmi� durumdalarsa da, yeni bir �ekillenme

içinde art� s�n�rlamalar�n gelmesinden çekinmektedirler. Dolay�s�yla kurumlar�n

yap�s�n�n ve karar alma yöntemlerinin de�i�mesi bir iktidar payla��m� sorunudur. Bu

yüzden on y�l� a�k�n bir zaman diliminde üye devletlerin vetolar�yla süreç

durdurulmaktad�r. Keza Kurultay süresince birçok ki�inin yorumu, bu konunun

tökezleme sebebi olaca�� yönündedir. Ancak korkulan�n aksine taraflar aras�ndaki

görü� ayr�l�klar�, Kurultay’�n sonunda genel bir uzla��ya var�lmas�na engel

oyda��l�m�na ili�kin gerekli de�i�ikliklerin yap�lmas� amaçlanmaktayd�. Ancak Nice Antla�mas� da oybirli�i sa�lanamamas� nedeniyle bu konuda bir çözüm bulamam��t�r. 81 Tüm Kurultay boyunca onbir çal��ma grubu olu�turulmu�tur. Bunlar �öyle s�ralanmaktad�r: �kincillik konulu I numaral� çal��ma grubu; AB Temel Haklar �art� konulu II numaral� çal��ma grubu; Tüzel Ki�ilik konulu III numaral� çal��ma grubu; Ulusal Parlamentolar konulu IV numaral� çal��ma grubu; Tamamlay�c� Yetkiler konulu V numaral� çal��ma grubu; Ekonomik Yöneti�im konulu VI numaral� çal��ma grubu; D�� Eylem konulu VII numaral� çal��ma grubu; Savunma konulu VIII numaral� çal��ma grubu; Basitle�tirme konulu IX numaral� çal��ma grubu; Özgürlük, Güvenlik ve Adalet konulu X numaral� çal��ma grubu; Sosyal Avrupa konulu XI numaral� çal��ma grubu. Kurultay iç tüzü�üne göre, bu çal��ma gruplar�, Ba�kan ya da önemli say�da Kurultay üyesinin önerisiyle kurulabilirdi. Örneklere bak�ld���nda Sosyal Avrupa çal��tay�n�n yirmi as�l, yirmi yedek üye ile bir gözlemcinin imzas�n� ta��yan bir önerge ile kuruldu�u görülmektedir (Oder, 2004:263). 82 Bunlar, 20-21 Ocak 2003 ve 15-16 May�s 2003 tarihlerinde yap�lan Genel Kurul toplant�lar�d�r.

268

olmam��t�r. Her ne kadar Taslak Anayasa’n�n tüm gerekli de�i�iklikleri öngördü�ünü

söylemek imkâns�z ise de, birçok aç�dan önemli de�i�iklikler getirmektedir.

Kurumsal aç�dan bak�ld���nda Taslak Anayasa’n�n öngördü�ü de�i�ikliklerin

ba��nda Avrupa Konseyi’nin Birlik kurumlar� aras�nda say�lmas� gelmektedir.

Böylece Anayasa Tasla��, Lüksemburg Krizi sonras�nda öncelikle zirve

adland�rmas�yla, 1974’den itibaren Avrupa Konseyi83 ad� alt�nda y�lda üç kere devlet

ve hükümet ba�kanlar�n�n bir araya gelerek yapt�klar� toplant�lar�n

kurumsalla�mas�n� sa�lam��t�r. Egemenlikle ilgili tart��malar aç�s�ndan bak�ld���nda,

hükümetleraras� bir yap� sergileyen Konsey’in Birlik organlar� aras�nda say�lmas�, bir

anlamda üye devletlerin a��rl�klar�n� koruma isteklerini yans�tmaktad�r. Ancak bu

organ�n k�rk y�la yak�n bir süredir zaten varoldu�u dü�ünülürse, yeni düzenlemeyle

bir denge de�i�iminden söz etmek mümkün de�ildir84. Taslak Anayasa, Konsey’in

uzla�ma, oybirli�i ve oyçoklu�u ile alaca�� kararlar� da ayr�nt�l� olarak düzenlemi�tir.

Uygulamada varl���n� uzun zamand�r sürdüren Konsey’in yap�s�ndaki en önemli

de�i�iklik Ba�kanl���’na ili�kin olmu�tur. Taslak Anayasa’da Konsey Ba�kanl���’n�n

alt� ayl�k dönü�ümlü yap�s�n�n yerine iki buçuk y�ll���na seçilecek bir ba�kanl�k

sistemi öngörülür 85 . Tart��malar�n ba��nda bu sistem, özellikle küçük devletler

taraf�ndan büyük devletlerin sürekli öne ç�kacaklar� korkusuyla pek tercih

edilmemi�tir. Ancak Konsey’in oy çoklu�u ile ba�kan�n� seçti�i dü�ünülürse,

Bölgeler Komitesi’nin temsilcisi olarak Kurultay çal��malar�n� ve tart��malar�n�

yak�ndan takip eden Ziller’in belirtti�i gibi, böyle bir üstünlük sa�lanaca��ndan kesin

bir �ekilde söz etmek mümkün de�ildir (Ziller, 2004:84). Buna kar��n, alt� ayl�k

dönü�ümlü ba�kanl�k sistemi, Birlik’in sürekli temsilini zorla�t�rmaktad�r. Alt� üyeli

bir Topluluk’da alt� ayl�k dönü�üm sistemiyle her üye yakla��k üç y�lda bir

ba�kanl��� üstlenirken, 27 üyelik bir Birlik’de bu süre yakla��k ondört y�la

varmaktad�r. Daha önemlisi, eski sistemde Konsey Ba�kan�’n�n hem kendi

ülkesindeki görevlerine devam etmesi, hem de Birlik’in ba�kanl���n� yürütmesi 83 Paris Zirvesi’nde yap�lan bas�n aç�klamas�nda Giscard d’Estaing, bu dönü�ümü “Zirve öldü, ya�as�n Avrupa Konseyi” sözleriyle dile getimi�tir (al�nt�layan Oder, 2004:391). 84 Avrupa Konseyi’nin organ niteli�i 1980’lerin ba��ndan beri tart���lmaktayd�. Taslak Anayasa bir anlamda bu tart��malara son vermi�tir. Tart��malar için bkz. Oder, 2004:401-408. 85 Madde 21: “Konsey Ba�kan�, nitelikli ço�unlukla Konsey taraf�ndan iki buçuk y�ll���na seçilir ve bir defal���na yenilenebilir”.

269

Birlik’in temsilini zedelemekteydi. �ki buçuk y�ll���na seçilen Konsey Ba�kan�’n�n

ulusal görevlerine ara vermek zorunda b�rak�lmas� ile Konsey Ba�kan�’n�n birlik

ç�karlar�n� daha iyi koruyabilece�i dü�ünülmü�tür. Böylece Konsey’in ulusal

ç�karlar� korumak üzere tasarlanan hükümetleraras� yap�s�n�n dengelenmesi

sa�lanm��t�r (Oder, 2004:407).

Taslak Anayasa’n�n kurumsal yap�da öngördü�ü bir di�er de�i�iklik ise

Avrupa Bakanlar Konseyi’nin yap�s�ndad�r. Öncelikle Kurultay, zaman içinde

Bakanlar Konseyi’nin hukuki olarak tekil yap�s� alt�nda birçok çal��ma biriminin

olu�mas�yla ortaya ç�kan uyumsuzluk sorununa yan�t aramaya çal��m��t�r. Bu

yüzden, Bakanlar Konseyi çat�s� alt�nda bir Yasama ve Genel ��ler Konseyi

olu�turulmu�tur. Bu konseyin görevi, yasama i�levini görürken, Parlamento ile

birlikte çal���p ‘yasa’ ve ‘çerçeve-yasalar�n’ yap�lmas�n� sa�lamakt�r 86 . Bu yap�

içerisinde, Bakanlar Konseyi, Parlamento ile i�birli�i süreci sakl� kalkma �art�yla,

Avrupa yasalar�n�n yap�m�nda tekele sahip olacakt�r. Bir ba�ka deyi�le, daha önceki

yap�da Konsey’in alt birimlerinin kendi çal��ma alanlar�nda tüzük ve yönerge

haz�rlama yoluyla düzenleme yapabilme haklar� ortadan kald�r�larak, yasama

sürecinde merkezile�meye gidilmektedir (Glaser, 2003:22). Ayr�ca alt birimlerinin

say�s� s�n�rlanarak ve Yasama ve Genel ��ler Konseyi’ne bunlar aras�nda

koordinasyon sa�lama görevi verilerek, Konsey’in merkezi karakteri

güçlendirilmeye çal���lmaktad�r.

Taslak Anayasa’n�n getirdi�i üçüncü de�i�iklik, Birlik için bir D��i�leri

Bakanl��� kurulmas�d�r. Anayasa’n�n 27. maddesine göre, Bakanlar Konseyi, 86 Bu noktada Taslak Anayasa’n�n Birlik’in i�lemleri konusunda önemli bir de�i�iklik yapt���n� belirtmek gerekir. Madde 32’ye göre, Birlik hukuki i�lemleri iki gruba ayr�lm��t�r: yasama i�lemleri (actes législatifs) ve yasama-d��� i�lemler (actes non-législatifs). Yasama i�lemleri de kendi içinde ikiye ayr�lmaktad�r: Avrupa yasalar� ve Avrupa çerçeve yasalar�. Birinci gruba girenler, tüm üye ülkelerde zorunlu ve do�rudan uygulanabilir nitelik ta��rken; ikinciler, ilgili ülkeler için ula��lmas� gereken amaçlar� belirtir, hangi yollar�n uygulanaca��n� ulusal makamlara b�rak�r. Yasama-d��� i�lemler ise dörde ayr�l�r: Avrupa tüzükleri, Avrupa kararlar�, görü� ve tavsiyeler. Tüzükler, yasama i�lemlerinin ya da Anayasa’n�n maddelerinin uygulamaya geçirilmesi için yap�lan i�lemlerdir. Genel nitelikteki bu i�lemler, yap�lmas� gerekenleri do�rudan belirleyebilece�i gibi, ula��lmas� gereken sonucu belirleyip yöntemi üye devletlere b�rakabilir. Avrupa kararlar� tüm unsurlar� ile ba�lay�c� kararlard�r. Genel nitelikte olabilece�i gibi, belirli ülkelere de yönelebilir. Görü� ve tavsiyeler, ba�lay�c� i�lemler de�ildir (Bocquillon & vd, 2003:33). Taslak Anayasa’n�n öngördü�ü Birlik i�lemlerine dair de�i�ikliklerin ayr�nt�l� incelemesi için bkz.Oder, 2004: 337-365.

270

Komisyon Ba�kan�’n�n onay�yla Birlik D��i�leri Bakan�’n� atar. Birlik D��i�leri

Bakan�, Birlik’in d��, güvenlik ve savunma politikalar�n�n yürütülmesinden sorumlu

oldu�u gibi, Birlik’in ve üye devletlerin tüm d�� ili�kilerinde koordinasyonu sa�lar.

Ancak bu alanlar aras�nda Avrupa D��i�leri Bakan�’na tan�nan yetkiler birbirinden

çok farkl�d�r. AGSP söz konusu oldu�unda daha fazla yetkiye sahip olan D��i�leri

Bakan�’na, her alanda ayn� yetkiler tan�nmam��t�r. D�� ticaret, d�� yard�m, üçüncü

devletlerle i�birli�i ve antla�ma imzalanmas� konusunda sadece Komisyon’un

d��i�lerinden sorumlu ba�kan yard�mc�s� olarak hareket eder (Glaser, 2003:25).

Ancak kan�m�zca bu yorumu görecele�tirmek gerekmektedir; çünkü ortak güvenlik,

d�� politika ve savunma konular�nda Birlik’in yetkileri s�n�rl�d�r. Bu s�n�rl� yetkilerin

kullan�m�nda D��i�leri Bakan� önemli rol üstlenmektedir. Oysa ki örne�in iç

düzenlemesinin Birlik taraf�ndan yap�ld��� bir konuda antla�ma imzalama yetkisi

Birlik temsilcisindedir. Dolay�s�yla daha geni� bir yetki alan�nda daha denetimli bir

yetkiden söz etmek uygun olabilir.

Önemli kurumsal de�i�ikliklerin en sonuncusu, Komisyon ile ilgili

yap�lanlard�r. Özellikle son geni�lemelerle Komisyon’un üye say�s�n�n 27’ye ç�kacak

olmas�, bu kurumun sa�l�kl� i�leyi�inin önünde bir engel olarak uzun zamandan beri

alg�lanmaktayd�. Bu sebeple Amsterdam ve Nice’deki hükümetleraras�

görü�melerde, Komisyon’un üye say�s�n�n azalt�lmas�na çal���lm��; ancak özellikle

küçük üye devletlerin etki kaybedecekleri kayg�s�yla kar�� ç�kmalar� nedeniyle bir

sonuç al�namam��t�r. Bu anlamda, Kurultay’�n haz�rlad��� Taslak Anayasa’da

Komisyon üye say�s�n�n onbe�e dü�ürülmesi önemli bir geli�medir. Komisyon’un

yap�s� hakk�nda bilgi veren 15. maddeye göre, “Komisyon; bir Ba�kan, Ba�kan

yard�mc�s� s�fat�yla Birlik’in D��i�leri Bakan� ve üye devletler aras�ndan e�it bir

dönü�üm sistemine göre seçilecek onüç üyeden olu�an bir kuruldur”. Dönü�üm

sisteminin �eklinin belirlenmesi konusunda, genel çerçeve olarak, iki üye devletin

komisyonerlik üstlendi�i dönemler aras�ndaki zaman dilimi fark�n�n bir y�ldan fazla

olamayaca��na dair bir kural belirtilmi�, fakat ayr�nt�lar�n�n belirlenmesi Avrupa

Konseyi’nin oybirli�i ile alaca�� karara (Avrupa Karar�) b�rak�lm��t�r. Ayr�ca Taslak

Anayasa’ya göre, bir dönem için Komisyon’da temsilcisi bulunmayan devletler,

Komisyon’a oy hakk�na sahip olmayan komisyonerlerle kat�lacaklard�r. Taslak

271

Anayasa’n�n öngördü�ü �ekliyle Komisyon’un yap�s�, yürütme görevini

üstlenebilecek etkin bir kurul olu�turma çabas� ile üye devletlerin ç�karlar�n�n

korunmas� iste�i aras�nda bulunmu� garip bir dengeye dayanmaktad�r.

Öte yandan komisyonerlerin nas�l seçilece�i tart��ma konusu olmu�tur.

Soncunda yap�lan düzenlemeye göre, Parlamento önce Komisyon Ba�kan�’n�

seçimini yapacakt�r. Daha sonra bu ki�inin kendisine sundu�u kurulun onanmas�

yetkisi de AP’ye verilmi�tir. Ancak Komisyon Ba�kan�, kurulu olu�tururken

Bakanlar Konseyi’nin kendisine sundu�u adaylardan yola ç�kacakt�r87. Komisyon’un

olu�turulma �ekli aç�s�ndan eskiden uygulanan ile temel fark, bir öncekinde adaylar

aras�ndan yap�lacak seçimde Ba�kan ile Konsey’in uzla�mas� öngörülürken,

Anayasa’da seçim yetkisinin Komisyon Ba�kan�’na b�rak�lmas�d�r. Ayr�ca Komisyon

Ba�kan�’na, çal��mas�ndan memnun olmad��� herhangi bir üyenin çekilmesini talep

etme hakk� da tan�nm��t�r88. Dolay�s�yla Komisyon Ba�kan�’n�n görev ve yetkileri

üzerindeki vurgu artt�r�lm��t�r. Bir anlamda parlamenter rejimlerdeki ba�bakana

yak�nla�an yetkiler öngörülmü�tür. Ancak Komisyon, Parlamento’daki ço�unluktan

yola ç�karak olu�turulan bir kurul olmad��� gibi, dayan��mas� da ulusal sistemlerdeki

bakanlar kurulu dayan��mas�ndan çok uzakt�r. Avrupa düzeyinde siyasal partiler

halen çok zay�f bir yap�dad�r. Öte yandan her ne kadar Komisyon bir yürütme organ�

olarak tan�mlansa da, buradaki yürütme ‘idare’ye ili�kindir. “Yürütmenin siyasal

boyutu olan, ‘politika üretme ve e�güdüm’ Komisyon’da de�il, Bakanlar

Konseyi’nin yetkisindedir” (Oder, 2004:289). Bu yüzden birçok uzman,

Komisyon’un çal��malar�nda Komisyon Ba�kan�’n�n ki�isel becerilerinin yan� s�ra,

Parlamento, Konsey ve kamuoyuyla kuraca�� ili�kilerin belirleyici olaca��n�

dü�ünmektedir (Ziller, 2004:88).

Sonuçta, yap�lan kurumsal de�i�iklikleri ortam ve geçmi� deneyimler �����nda

önemli bir ilerleme olarak niteleyenler ç�kt��� gibi (Ziller, 2004:106-107), kurulan 87 O dönem için Komisyoner hakk� olan her üye devletin Komisyon Ba�kan�’na üç aday göstermesi, bu adaylar� gösterirken cinsiyet e�itli�ini gözetmesi öngörülmü�tür. 88 Komisyon Ba�kan�’n�n yetkilerinin artt�r�lmas�nda 1995-1999 y�llar� aras�nda görev yapan Santer Komisyonu s�ras�nda, çe�itli komisyonerlerin yolsuzluk ve yak�nlar�n� kay�rma ile suçlanmas� ve Komisyon Ba�kan�’n�n kurul üzerinde denetim sa�layamamas�n�n etkisi olmu�tur. Ayr�nt�l� bilgi için bkz. Craig, 2003.

272

sistemin çok da basit olmad���n� öne sürenler de vard�r (Ponzano, 2004:37). Asl�nda

Anayasa yürürlü�e girebilseydi, yap�lan kurumsal de�i�iklikleri uygulamadaki

sonuçlar�yla de�erlendirmek çok daha yerinde olurdu. Ancak bilindi�i üzere iki

ülkede referandum sürecinde reddedilen Taslak Anayasa’n�n gelece�i belirsizlik

ta��maktad�r. Yine de k�saca belirtmek gerekirse, yap�lan kurumsal de�i�ikliklerle

kabul edilen metinde, Komisyon, Konsey ve Parlamento’ya dayanan üçlü yönetim

yap�s� korunmaktad�r. Bu kurumlar�n birçok konuda beraber çal��mas�

gerekmektedir. Bu ba�lamda Kurultay’da Ba�kan Yard�mc�s� görevini üstlenen

Amato’nun cümlesini hat�rlamak yerinde olacakt�r: “Montesquieu Brüksel’i hiç

ziyaret etmedi”. Kendisi de Komisyon üyesi olarak görev yapan Ponzano’nun bu

cümleyi yorumlama �ekli hayli ilginçtir. Ona göre, Montesquieu en sonunda

Brüksel’i ziyaret etmi�, ancak ona kuvvetler ayr�l��� ilkesinin neden AB’de

uygulanamayaca�� aç�klanm��t�r. Uygulanamama sebebi ise, Birlik’in kendine özgü

yap�s�n�n, kurumlar aras�nda yo�un i�birli�ini �art ko�mas�d�r (Ponzano, 2004:38).

Esasen bu görü�, tam da bu tezde öne sürülen fikri desteklemektedir. Yap�lan

kurumsal de�i�ikliklerle bir devlet olu�turulmamaktad�r. Dolay�s�yla klasik

anlam�yla bir kuvvetler ayr�l���ndan söz etmek mümkün de�ildir. Bir daha

tekrarlamak gerekirse, AB yeni tip bir siyasi örgütlenmedir. Taslak Anayasa’n�n

sundu�u en büyük f�rsat, bir anlamda Birlik ile Topluluklar aras�ndaki ayr�m�n

kald�r�lmas�d�r. Yeni tip bir siyasi örgütlenme olarak niteledi�imiz Avrupa

Birli�i’nde ‘Birlik’, ne federal bir devlete, ne de konfederal bir yap�lanmaya

gönderme yapmaktad�r. Birlik içerisinde, üye devletler ile Birlik kurumlar� aras�nda

yetki bölü�ümü yap�lmaktad�r. Bu yetki bölü�ümlerinin alanlar�n�n gösterdi�i

farkl�l�k ve birbirlerinin içine geçme dereceleri, Birlik ç�karlar�n�n temsilcisi gibi

dü�ünülebilecek Komisyon’un, üye devletlerin temsil edildi�i Konsey’in ve Avrupa

yurtta�lar�n�n sesi olmas� gereken Avrupa Parlamentosu’nun yo�un i�birli�ini

gerektirmektedir. Ancak bu yo�un i�birli�i ile egemenli�in bölü�ümü s�ras�nda

gerekli olan uzla�� yakalanabilir. Dolay�s�yla kurumsal de�i�ikliklerin daha yo�un bir

i�birli�i gerektirmesi kan�m�zca bir sorun te�kil etmemektedir.

273

(3) Yetki Bölü�ümü

Laeken Bildirgesi, Avrupa’n�n Gelece�i Kurultay�’n�n çözüm bulmas�

gereken sorunlar aras�nda yetki da��l�m� sorununu da sayar. Bu sorun, seksenli

y�llar�n ikinci yar�s�ndan itibaren Birlik gündemini i�gal etmektedir. Hatta

kamuoyunda ilgi gören konulardan biri olmu�, Birlik’e �üpheli yakla�an taraflarca

s�kl�kla bir silah olarak öne sürülmü�tür. �üpheci kesimin iddias�, Birlik’in

yetkilerinin sürekli bir geni�leme sürecinde oldu�u ve ulusal egemenli�in gittikçe

daha fazla zedelendi�i �eklinde özetlenebilir. Öncelikle aç�kl��a kavu�turulmas�

gereken husus, Tek Senet sonras� Birlik’in yetkilerini artt�rmaya giri�ti�i

dü�üncesinin çok da do�ru olmad���d�r. Esasen söz konusu olan, o tarihten itibaren

baz� alanlarda oybirli�inden oyçoklu�una geçilmesiyle üye devletlerin her karar

üzerindeki mutlak denetimlerini kaybetmi� olmalar�d�r (Dehousse, 2000:152). Bu

ortamda üye devletler ve Birlik’e çekinceli yakla�anlar, Birlik’in ve üye devletlerin

yetkilerini daha aç�kça dile getirmeye ba�lam��lard�r. Ancak böyle bir yetki listesinin

olu�turulmas�n�n çok da kolay olmad��� aç�kt�r89.

Taslak Anayasa bu yönde ciddi bir giri�imde bulunmu�tur. �kincillik ilkesinin

ayr�nt�l� incelendi�i ikinci k�sm�n son bölümünde Taslak Anayasa’n�n öngördü�ü

yetki bölü�ümü listesi incelendi�inden, öngörülen yetki da��l�m�na geri

dönülmeyecektir. Burada hat�rlat�lmak istenen, yetki da��l�m� konusunun egemenlik

kavram� aç�s�ndan çok büyük önem ta��d���d�r. Çünkü AB’de egemenlik, somut

olarak yetki da��l�m�ndan yola ç�karak anla��labilmektedir. Her ne kadar ikincillik

ilkesinin uygulanmas�na ili�kin soru i�aretleri birçok yazar taraf�ndan öne

sürülmekteyse de, bu yeni tip siyasi örgütlenmenin iktidar ili�kilerinin sa�l�kl� bir

zemine oturtulabilmesi için ikincillik ilkesine güvenmek gerekti�i dü�üncesindeyiz.

Avrupa’n�n Gelece�i Kurultay�’n�n bu önemi öngörerek, bir çal��ma grubu

olu�turdu�unu ve hatta Taslak Anayasa’ya eklenen protokollerden birinin ikincillik

ilkesine ayr�ld���n� belirtmek gerekir. Hatta Anayasa’n�n ikincillik ilkesi ile ilgili

89 Örne�in kültürel ve sanatsal faaliyetler konusu, Avrupa’n�n çokkültürlü yap�s�n� koruma amac�ndan hareketle üye devletlerin yetki alan�na giren bir konudur. Ancak mala dönü�en kültürel ve sanatsal faaliyetler, iç pazarda serbest dola��m hakk�na sahip olmal�d�r ve bu konuda Birlik’in münhas�r yetki alan�na girer. Bu ve benzeri örnekler için, bkz. Dehousse, 2000:156-157.

274

protokolüne (madde 6) ulusal parlamentolar için bir ‘erken uyar� sisteminin’

koyulmas� kan�m�zca önemli bir geli�medir. Bu tasla��n yürürlü�e girmesi halinde

ulusal parlamentolar, Birlik’in yetkili organlar� taraf�ndan yap�lan yasal

düzenlemelerde ikincillik ilkesi göz önünde bulundurularak yetki a��m� olup

olmad��� yolunda görü� bildirebileceklerdi. Dolay�s�yla Taslak Anayasa’n�n

öngördü�ü yetki bölü�ümü listesinin ve ikincillik ilkesini kullan�labilir hale getirme

çabas�n�n uzla��sal egemenli�in geli�mesinde yard�mc� bir unsur olaca��

kan�s�nday�z. Her ne kadar bu yap� tüm yetki bölü�ümü sorununa kesin çözüm

getiremese de, önemli bir ilk ad�m niteli�i ta��maktad�r. Ulusal parlamentolara

tan�nan ‘erken uyar� sisteminin’ kullan�m�n�n, Weiler’�n önerdi�i, üye devletlerin

anayasa mahkemeleri üyelerinden olu�an bir anayasal dan��ma meclisiyle

peki�tirilmesi de üzerinde dü�ünülmesi ve tart���lmas� gereken bir yoldur.

Avrupa’n�n Gelece�i Kurultay�’n�n olu�um sürecine ve Laeken Bildirgesi’nde

tespit edilen baz� sorunlara Anayasa Tasla��’n�n verdi�i cevaplara, tasla��n genel

yap�s�n�n anla��lmas� amac�yla k�saca de�inilmi�tir. Ancak bu genel yap� kadar,

tasla��n adland�r�lmas� da önemli tart��malara neden olmu�tur. Bu tart��malar

egemenlik anlay���yla ilgili oldu�undan bunlara da k�saca de�inmekte yarar vard�r.

2. Avrupa Anayasas�’na �li�kin Temel Tart��malar

Kurultay sürecinde birçok tart��ma yap�ld�. Bu tart��malar�n özellikle

egemenlik kavram� ile ili�kili olanlar�n� dört alt ba�l�kta toplamak mümkündür.

Bunlardan ilki, Kurultay’�n sonucunda hükümetleraras� konferansa sunulacak metnin

adland�r�lmas�na ili�kin tart��malard�r. �kinci tart��ma konusu, Avrupa anayasal

düzeninin olu�mas� ve egemenli�in dönü�ümüyle ya�anan demokrasi aç���n�n

Kurultay sürecinde çözüme kavu�turulup gerekli düzenlemelerin metne dahil

edilmesidir. Üçüncü tart��ma ise, Kurultay’�n çal��malar�n� anayasal bir metin

olu�turmak üzere yo�unla�t�raca�� kesinle�ti�inde iyice belirginle�mi�tir. Bu tart��ma

do�rudan, AB için bir anayasa yapman�n gerekli olup olmad��� üzerinedir. En son alt

275

ba�l�kta ise, Taslak Anayasa’n�n referanduma sunulmas�yla ya�anan tart��malara ve

bunlar�n yeni egemenlik anlay��� üzerine etkilerine de�inilecektir.

a. Anayasa m�? Antla�ma m�?

Laeken Bildirgesi, Birlik’in ya�ad��� sorunlar� s�ralarken, kurulu�undan

yakla��k elli y�l sonra gelinen noktada Avrupa yurtta�lar�n�n AB’nin kurumlar�n� ve

çal��mas�n� anlamaktan çok uzak olduklar�n� belirtmektedir. Avrupa anayasal

düzenini olu�turan tüm antla�malar�n bir ‘anayasal metin’ alt�nda toplanmas�n�n ve

sadele�tirilmesinin, Temel Haklar �art�’n�n bu metne dahil edilmesinin mümkün olup

olmad��� sorusunu sormaktad�r. Ancak Avrupa’n�n Gelece�i Kurultay�’n�n

toplanmas�n� önerirken, “(…)bu Kurultay’�n görevi, Birlik’in gelecekteki geli�iminin

ortaya ç�kartaca�� temel sorunlar� incelemek ve farkl� muhtemel cevaplar� ortaya

koymakt�r” (Déclaration de Laeken) demekle yetinmektedir. Dolay�s�yla Kurultay

anayasa yapmak üzere aç�k bir �ekilde görevlendirilmemi�tir. Bu anlamda, ulusal

anayasalar�n yap�lmas� ile ilgili örneklerden çok farkl�d�r (Ziller, 2004:26).

Avrupa Birli�i için anayasa yap�lmas� fikrine kar�� ç�kan hukukçular�n bir

k�sm�, klasik anayasa anlay���n� savunmaktad�r. Bu anlay��a göre, siyasi

örgütlenmeyi düzenleyen hukuki bir araç olarak anayasa, genel kabul gördü�ü

�ekliyle, modern devletin ortaya ç�kmas�yla e�zamanl�d�r (Burdeau, Hamon &

Troper, 1997:23). Buradan yola ç�karak Monjal, maddi anlam�yla anayasay�

“devletin örgütlenme �ekline dair kurallar bütünü” olarak tan�mlamaktad�r. Bu

tan�m�n sonucunda ise, ister istemez kar��m�za, “anayasan�n olabilmesi için devlet

olmas� gerekir” önermesi ç�kmaktad�r. Profesör Monjal, anayasa ile devlet aras�nda

kurulan bu ili�kiden yola ç�karak AB için bir anayasa haz�rlanmas�n� sorunlu olarak

tan�mlamaktad�r; çünkü AB, yetkilerin kimde oldu�una karar verme yetkisine

(kompetenz-kompetenz) sahip de�ildir ve dolay�s�yla egemen de�ildir. Egemenlik

devletin kurucu unsuru oldu�una göre, AB’yi bir devlet olarak görmemek gerekir

(Monjal, 2004:464-465). Bu mant�k içerisinde Avrupa’n�n gelece�ini düzenlemek

için haz�rlanan metni anayasa olarak nitelememek gerekir.

276

Ancak üçüncü k�sm�n ilk bölümünde incelendi�i üzere, anayasa hukuku

disiplini günümüz siyasi geli�melerine cevap vermek için klasik tan�mlamalar�n�

de�i�tirmek zorunda kalm��t�r. Devletsiz anayasal düzenlerin de mümkün

olabilece�ini öne süren çokkademeli anayasac�l�k anlay��� ayr�nt�l� incelenmi�tir.

Burada hat�rlat�lmak istenen, anayasa tan�m�n�n sadece devlet üzerinden yap�lmamas�

gerekti�idir. Günümüz ihtiyaçlar�na daha uygun bir anayasa tan�m� yapan Profesör

Duhamel’in devlet yerine siyasal iktidar kelimesini kulland��� gözlemlenmektedir.

Ona göre maddi anlam�yla anayasa, siyasal iktidar�n elde edilmesine ve

kullan�lmas�na, yurtta�lar�n temel hak ve özgürlüklerine ili�kin kurallar bütünüdür

(Duhamel, 2005:XX). Bu tan�mlamayla, devlet olma iddias�nda bulunmayan, sadece

yeni bir siyasi örgütlenme olarak ortaya ç�kan AB için de bir anayasa yap�m�n�

dü�ünmek mümkün olmaktad�r. Hatta Avrupa hukuk düzeninin, anayasal bir düzen

halini ald��� hat�rlanmal�d�r. Dolay�s�yla e�er bu anayasal düzenin �eklin bir anayasa

ile ifadesi gerekli görülüyorsa, bunun önünde bir engel yoktur. Öte yandan bu

anayasan�n gerekli olup olmad��� bir ba�ka sorudur ve sonraki ba�l�kta tart���lacakt�r.

AB Anayasas� fikrine kar�� ç�kanlar�n dayand�klar� bir di�er nokta ise, kurucu

iktidar sorunu olmu�tur. Kurucu iktidar�, anayasay� yapan ya da de�i�tiren organ

olarak tan�mlamak mümkündür. Anayasa hukuku kitaplar�nda, anayasa yap�lmas�n�n

nedeni olarak bir devletin kurulmas�, varolan bir devlette köklü rejim de�i�ikli�ine

gidilmesi, mevcut hükümette kopma olmas� ya da çe�itli ihtiyaçlardan anayasan�n

yenilenme gere�inin ortaya ç�kmas� gösterilmektedir (Kabo�lu, 2006:21). Nas�l ki

yeni bir devletin ortaya ç�k��� anayasa haz�rlanmas�na neden olabiliyorsa, AB benzeri

bir siyasi yap�n�n olu�umu da anayasa yap�lmas�n� gerektirebilir. Önemli olan, böyle

ulusüstü bir yap�lanmada kurucu iktidar�n nas�l belirlenece�i sorunudur. Tarihi

örneklere bak�ld���nda devletlerin anayasalar� yap�l�rken, yöneticilerin belirleyici

oldu�u örnekler 90 görüldü�ü gibi, demokratik yöntemlerin geli�tirildi�i de

görülmektedir. AB’nin demokratik bir siyasi örgütlenme olmay� amaçlad���

90 Bu örneklere genelde 19. yüzy�lda rastlan�r ve hükümdar�n halk�na anayasa sunmas� �eklinde tecelli eder. 1876 Kanun-i Esasi’si bu örnekler aras�nda say�labilir. Demokratik olmayan yöntemin olu�turulabilecek dan��ma meclislerini tümüyle d��lamad���n� da belirtmek gerekir (Kabo�lu, 2006:22).

277

dü�ünülürse, kurucu iktidar�n� tan�mlarken demokratik örneklerden ilham almas�

daha ak�lc� gözükmektedir. Bu örnekleri üç grupta toplamak mümkündür:

“Birincisi, halk�n haz�rlanmas�na kat�lmad��� anayasan�n halk taraf�ndan onaylanmas�d�r. �kincisi, Anayasan�n halk taraf�ndan seçilmi� bir kurucu meclis taraf�ndan haz�rlanmas� ve kabul edilmesidir. Üçüncüsü ise, halk taraf�ndan seçilmi� bir kurucu meclisçe haz�rlanan tasar�n�n sonradan yine halk�n onay�na sunulmas�d�r” (Kabo�lu, 2006:23)91.

AB’nin Taslak Anayasas� için �üphesiz durum biraz daha kar���kt�r.

Avrupa’n�n Gelece�i Kurultay�’n�n olu�umu bu karma��kl��� yans�tmaktad�r.

Yukar�da ayr�nt�l� incelendi�i üzere Kurultay de�i�ik kesimlerden gelen yüz be�

üyeden olu�maktad�r. Ancak bu üyeler do�rudan Avrupa yurtta�lar�n�n seçimleriyle

belirlenmemi�tir. Ulusal parlamentolardan gelen elli sekiz üye ve Avrupa

Parlamentosu’ndan gelen onalt� üyenin, yurtta�lar�n�n temsilcilerinin temsilcileri

�eklinde Kurultay’da bulunduklar� söylenebilir. Ayr�ca Kurultay’�n kabul etti�i

metnin do�rudan anayasala�ma durumu kesinlikle söz konusu de�ildir. Hatta bu

metnin kabul edilme süreci iki a�amal� öngörülmü�tür. Öncelikle hükümetleraras�

konferansta devlet ba�kanlar� taraf�ndan kabul edilip imzalanmas� gerekmektedir.

Ard�ndan üye devletlerin ulusal mevzuatlar�n�n öngördü�ü �ekilde yürürlü�e girme

i�leminin tamamlanmas� söz konusudur. Üye devletlerin bir k�sm�nda halkoylamas�

süreci zorunlulukken, Fransa ve Hollanda gibi esasen böyle bir zorunlulu�un

olmad��� devletlerde bu �ekilde bir metnin ta��d��� önem sebebiyle halkoyuna

sunulmas�na karar verilmi�tir. K�smi olarak demokratik bir kurucu kurultay�n,

hükümet ba�kanlar�n�n onay� al�nd�ktan sonra halkoyuna sunulmas�ndan dolay�,

Avrupa’n�n Gelece�i Kurultay�’n�n üçüncü örne�e daha yak�n oldu�unu söylemek

mümkündür. Ulusal anayasa olu�turma örneklerinde bile örnekler aras�nda mutlak

bir benzerlik yakalamak amaçlanmamaktad�r. Öte yandan Avrupa’n�n Gelece�i

Kurultay�, bir devlet için de�il; yeni tip bir siyasi örgütlenme, bir ‘federasyon’ için

anayasa yapma çabas� içindedir. Dolay�s�yla Avrupa’n�n Gelece�i Kurultay�’n�n

hiçbir tarihi örne�e birebir benzememesinden yola ç�karak kurucu iktidar sorunu

ya�ad���n� söylemek kan�m�zca çok yerinde de�ildir.

91 Bu uygulamalar�n örneklerle aç�klamas� için bkz. Kabo�lu, 2006:23-26.

278

Bir anayasadan söz edilebilmesi için kurucu iktidar olmas� gerekti�ini

vurgulalad�ktan sonra Avrupa’n�n Gelece�i Kurultay�’n� bu ba�lamda sorgulayan

Grard’�n birkaç tespitine yer vermek kar�� görü�leri anlayabilmek için yerinde

olacakt�r. Grard’a göre, kurultay isminin kullan�lmas� bile, kurucu bir iktidar

olu�turma iste�inin eksikli�ini göstermektedir. Ona göre, Ba�kanl�k’�n müzakere

sürecini as�l yürüten makam olmas�, özellikle son dönem müzakereden

hükümetleraras� görü�melere do�ru kay�� ya�anmas�, kurucu iktidar anlay���n�n

üzerine gölge dü�tü�ünü gösteren çok temel i�aretlerdir. Ancak kan�m�zca tüm

bunlar, AB’nin yap�s�ndan ileri gelmektedir. E�er hükümetlerin rolü AB içerisinde

iyice gerilemi� olsayd�, zaten federal bir devlet üzerinde anayasa yapma sürecini

tart��mak gerekirdi. Ancak AB, üye devletlerin karar mekanizmalar�ndan tamam�yla

çekilmedi�i, sadece alan�na göre ulusüstü makamlarla yetki bölü�ümlerini kabul

ettikleri bir yap�d�r. Öte yandan, AB’nin uzun bir süreç içerisinde yeni bir anayasal

düzen olu�turdu�u fark edilmelidir. Dolay�s�yla olu�turulan Kurultay, bir anayasay�

yoktan var etmemektedir. Hatta s�rf bu sebeple, birçok AB hukukçusu Avrupa

Anayasas�’n�n çok da gerekli olmad���n� ileri sürmü�lerdir (Weiler, 2002:176).

K�saca belirtmek gerekirse, klasik bir siyasi örgütlenme olmayan AB’nin bir

anayasal metin olu�turma çabas�n�n klasik bir kurucu iktidar anlay���na

dayand�r�lamamas� do�ald�r.

Biçimsel olarak Taslak Anayasa incelendi�inde kesin bir adland�rma yapmak

mümkün de�ildir. Öncelikle Taslak Anayasa’n�n anayasa adland�rmas�n�n içini

doldurmas�na yard�mc� unsurlardan örnekler vermek yerinde olacakt�r. Metnin

birinci maddesi “Avrupa yurtta�lar�n�n ve devletlerinin ortak gelecek in�a etme

istekleriyle haz�rlanan bu Anayasa, ortak amaçlar�n gerçekle�tirilebilmesi için üye

devletlerin yetki devrettikleri Avrupa Birli�i’ni kurar” diye ba�lamaktad�r92. Burada

ilk göze çarpan Maastricht Antla�mas�’yla resmi Avrupa yurtta�l���n�n öne

ç�kar�lmas�d�r. Bir ba�ka deyi�le Anayasa sadece devletler aras�nda imza edilen bir

metin de�ildir. Bu sözlerle Birlik / yurtta� ili�kisine vurgu yap�lmaktad�r. �ktidar

ili�kilerinin ald��� �ekil dü�ünüldü�ünde bu ili�kinin anayasal bir metne

92 Bu maddenin yaz�m� birçok tart��mayaa sebep olmu�tur. Tüm ele�tirilere ra�men, maddenin yurtta� kelimesiyle ba�lamas�na karar verilmi�tir (Ziller, 2004:27).

279

yerle�tirilmesi yerinde bir davran��t�r; soyut anlam�yla egemenin kim oldu�unu

hat�rlatmaktad�r. Bir ba�ka önemli nokta, Taslak Anayasa’n�n da Birlik’in temel

kurumlar�n�, yetkilerini ve karar alma mekanizmalar�n� belirlemesidir. Bu �ekilde

siyasi örgütlenmenin kurulu� ve i�leyi� kurallar� aç�kl��a kavu�turulmu�

olmaktad�r 93 . �kinci bölüm ise, birçok modern anayasada oldu�u gibi, Avrupa

yurtta�lar�n�n temel haklar�na ayr�lm��t�r. Yine birçok anayasada oldu�u gibi bir

üstünlük maddesi eklenmi�tir. Birlik’in tan�mland��� ve amaçlar�n�n belirlendi�i

birinci ba�l�k içinde yer alan 6. maddeye göre, “Anayasa ve kendisine tan�nan

yetkiler içinde hareket ettiklerinde Birlik kurumlar� taraf�ndan belirlenen hukuk, üye

devletlerin hukukundan üstündür”. Asl�nda üstünlük ilkesi Avrupa anayasal

düzeninde uzun zamandan beri uygulanmaktayd�. Ancak bu doktrinin anayasal bir

metne girmesi gene de önemlidir. Ayr�ca burada, Birlik hukukunun üye devletlerin

hukukundan üstün oldu�u söylendi�inden üye devletlerin anayasalar� da

kastedilmektedir. Oysa özellikle üye devletlerin anayasa mahkemelerinde bu

konudaki çekinceler devam etmektedir.

Anayasaya yakla�an bu unsurlar�n yan�nda antla�ma mant���na uygun

düzenlemeler de hiç az de�ildir. Bunlar�n ba��nda �üphesiz Taslak Anayasa’n�n kabul

edilme �ekli gelmektedir. Kurultay taraf�ndan haz�rlanan metnin kabulü öncelikle

hükümetleraras� konferansta tüm üye devletlerin onay vermesine ba�l�d�r. Antla�ma

mant���n� hat�rlatan bir ba�ka unsur, Birlik’den çekilme hakk�n�n tan�nmas�d�r

(madde 60). Böylece Taslak Anayasa uzun zamand�r AB hukukçular� aras�nda

süregiden çekilme hakk� tart��malar�na da son vermi� olur. Son olarak, Taslak

Anayasa’da düzeltmeler ya da eklemeler yapma konusu antla�ma mant���n�n

yans�mas� olarak örnek verilebilir (madde 443). Anayasan�n de�i�tirilmesi söz

konusu oldu�unda, e�er de�i�iklik çok büyük önem arz etmiyorsa, hükümetleraras�

konferansla yap�lmas� öngörülmü�tür. De�i�ikli�in geni� çapl� olmas� durumunda,

Konsey’in yeni Kurultay olu�turmas� ve ilk haz�rlan�� sürecinin tekrar edilmesi

öngörülmü�tür.

93 Daha önceki antla�malar da Topluluklar’�n organlar�n� ve görevlerini belirlemekteydi. Yeni olan, daha önce belirtildi�i gibi yetki listesi olu�turulmas�d�r.

280

Sonuç olarak, Laeken Bildirgesi’nin Avrupa yurtta�lar� için bir anayasa

yap�lmas� fikrini öne ç�karmas�ndan itibaren ortaya ç�kacak metnin nas�l

adland�r�laca��na dair birçok tart��ma yap�lm��t�r. Metnin haz�rlan�� �ekli ve içeri�i

antla�ma s�n�rlar�n� geçmi�tir. Fakat yukar�da belirtilen sebeplerle, Birlik klasik

anlamda bir anayasa ile düzenlenebilir bir siyasi yap�lanma de�ildir; böyle bir

yap�lanma arzusu içinde de de�ildir. Tüm bu karma��kl���n sonucu, kabul edilen

metnin resmi ad�na da yans�m��t�r. “Avrupa �çin Bir Anayasa Kuran Antla�ma”

ifadesi, içerisinde hem anayasa hem de antla�ma ifadelerini bar�nd�rmaktad�r. Esasen

tüm bu tart��malar, en sonunda egemenlik dü�üncesine dayanmaktad�r. Her ne kadar

bu çal��mada art�k anayasal düzenlerin sadece devletler için öngörülemeyece�i

vurgulansa da, yayg�n kan�ya göre anayasa ifadesi devlet ile özde�tir. Birlik’in ve

bütünle�me hareketinin ilerlemesi için çal��anlar�n böyle bir iste�i olmasa dahi,

Avrupa Anayasas� ifadesi baz� kesimlerin bundan AB’nin devletle�mesi anlam�n�

ç�karmas�na neden olmu�tur. Bu da üye devletlerin egemenliklerini tümden yitirip

federe devletler haline dönü�mesi alg�s�n� yaratmaktad�r. Bu yüzden sadece Avrupa

Anayasas� ifadesinin kullan�lmas� mümkün olmam��t�r. Sonuçta tercih edilen isimde

antla�ma ve anayasa ifadeleri beraber kullan�larak, hem üye devletlerin

egemenliklerini yitirmediklerine, hem de Birlik’in yeni bir a�amaya girdi�ine i�aret

edilmek istenmi�tir. Her ne kadar kamu hukukunda böyle bir ayr�m yoksa da, Taslak

Anayasa’y� s�n�fland�rmak için ‘anayasal antla�ma’ ifadesi kullan�ld��� görülmektedir

(Grard, 2003:1263).

Öte yandan, Beaud’nun, Schmitt’den esinlenerek yapt��� ve ikinci k�s�mda da

de�indi�imiz, ‘federatif pakt’ ifadesi (Beaud, 1994: 484) bize daha uygun

gözükmektedir. Üye devletler, egemenliklerini yitirmeden uzun süreli bir ‘Birlik’, bir

‘Federasyon’ olu�turmaya karar vermi�lerdir. Hatta bu karar sadece Kurultay süresi

içerisinde verilen bir karar de�ildir. Kurucu antla�malardan bugüne uzanan süreç

içerisinde bir anayasal düzen olu�turmu�lard�r. Bu yeni Birlik’de yeni bir egemenlik

anlay��� söz konusudur. Egemenli�in esas kayna�� olarak de�i�en bir �ey yoktur;

çünkü Avrupa yurtta�lar� egemenli�in as�l sahipleridir. Üye devletler ile Birlik

kurumlar� aras�nda de facto devam eden yetki bölü�ümünün kâ��da dökülmesi,

gerekli kurumsal düzenlemelerin yap�lmas� ve yurtta�lar�n sürece kat�lmas� ad�na

281

yeni bir ad�m at�lm��t�r. Bu ba�lamda Taslak Anayasa bir ‘federatif pakt’ olarak

nitelendi�inde uzla��sal egemenlik fikri de daha iyi anla��lmaktad�r. Ancak hali

haz�rda uzla��sal egemenlik anlay��� üzerinden i�leyen bir sistem olan AB’nin

federatif bir pakta ihtiyac� olup olmad��� sorusu yan�ts�z kalmaktad�r. Bir sonraki

paragrafta bu sorunun yan�t� aranacakt�r.

b. AB’de Demokrasi Eksi�i Sorunu

Avrupa’n�n Gelece�i Kurultay�, Birlik’in kar��la�t��� sorunlar� sayarken

demokrasi eksikli�i sorununu da eklemi�tir. Avrupa Anayasas�’na ili�kin

tart��malarda s�kça gönderme yap�lan bir konu olan demokrasi eksikli�i esasen yeni

de�ildir. Zaman içinde Avrupa Topluluklar�’n�n bir anayasal düzen olu�turmas�yla

bu konu tart���lmaya ba�lam��t�r. Demokrasi eksi�i ele�tirilerinin ana ç�k�� kayna��

iktidar yap�s�ndaki de�i�ikliklerdir. Üye devletler, temsili demokrasi anlay���n�n

hâkim oldu�u devletlerdir. Bu devletlerde yasa yapma hakk� parlamentolardad�r.

Parlamentolar, devletin seçim sistemine göre seçilen temsilcilerden olu�ur. Kendi

aralar�ndaki farklara ra�men, tüm üye devletler için en üst karar alma yetkisine sahip

makamlar�n ulusun temsilcilerinden olu�tu�u söylenebilir. Bu sistemler ulusal

egemenlik anlay���n�n üzerine kurulmu�tur. Ancak Avrupa anayasal düzeninin

geli�mesiyle, yetki bölü�ümlerinin artmas� ve baz� alanlarda Birlik kurumlar�n�n son

karar verici olmas�, Avrupa yurtta�lar�n�n karar alma süreçleri üzerindeki etkisini

kaybetmesi anlam�na gelmektedir. Bu yüzden, uzunca bir süre Avrupa’da demokrasi

eksi�i sorunu Avrupa Parlamentosu’nun yetkilerindeki s�n�rl�l�k üzerinden

tart���lm��t�r. Buna Komisyon’un teknokratik bir organ olarak alg�lanmas� ve ne

yapt���n�n yurtta�lar taraf�ndan bilinmemesi de eklenmi�tir. Anayasal düzenin

özellikle ATAM’�n kararlar�yla ilerlemesinin neden oldu�u ‘yarg�çlar hükümeti’ ve

bu ba�lamda yap�lan demokrasi eksikli�i tart��malar�na ise zaten daha önce

de�inilmi�tir.

Demokrasi eksikli�i olmad���n� savunan ara�t�rmac�lar�n genel ç�k�� noktas�

ise, bütün önemli kararlar�n halen hükümetleraras� konferanslarda al�nmas� olmu�tur.

282

Onlara göre, bu toplant�lara gelenler zaten üye devletlerdeki iktidar�n temsilcileridir;

dolay�s�yla kendi halklar�n� temsil etmektedirler. Bu görü�ü savunanlar�n ba��nda

gelen isimlerden Moravscik, Avrupa’da demokrasi eksi�i sorununu ‘mit’ olarak

nitelemektedir (Moravscik, 2003:104). Ona göre, AB parlamenter egemenlik

anlay��� üzerine de�ilse bile, yatay ve dikey olarak yap�lan kuvvetler ayr�l���na

dayanmaktad�r. Birlik sistemini �u �ekilde özetlemektedir: Komisyon’un önerisiyle,

Bakanlar Konseyi karar vermektedir. Bu verilen karar, Avrupa Parlamentosu’nda

a��rl�kl� ço�unlukla onaylanmal�d�r. Al�nan karar ile ilgili sorun olursa ATAM

devreye girmektedir. Ayr�ca yap�lan düzenlemeler, ulusal parlamentolar ve

hükümetler taraf�ndan uygulamaya konulmaktad�r. Birlik sisteminin kan�m�zca çok

da do�ru olmayan bu i�leyi� özetinden yola ç�karak Moravscik, sistemin bir

ço�ulculuk anlay���yla i�ledi�i sonucuna varmaktad�r. Makalesinin ilerleyen

sayfalar�nda ise, kat�l�mc� demokrasi olmamas�ndan yak�nanlar�n, AB’yi ulusal ve

ulusüstü görev yapan teknokratlardan ibaret anlatt�klar�n� belirtmektedir. Ona göre,

bu tespitlerde do�ruluk pay� varsa da, demokratik sorumluluk süreçleri, Avrupa

Parlamentosu arac�l���yla do�rudan ve ulusal parlamentolardan gelen hükümet

temsilcileri arac�l���yla dolayl� olarak i�letilmektedir. Ayr�ca ulusal sistemlerle

kar��la�t�r�ld���nda, Birlik’in çok benzer bir demokrasi düzeyine sahip oldu�unu

vurgulamaktad�r. Teknokratikle�me 20. yüzy�l�n genel e�ilimidir. Ayr�nt�l� örnekler

vererek demokrasi aç��� olmad���n� öne süren Moravscik, makalesinin sonuç

k�sm�nda, demokrasi aç��� söylemini, Birlik ilerleyi�ini durdurmaya çal��an

milliyetçi hareketlerle ili�kilendirmektedir.

Oysa Birlik’in yasama sürecine kat�lan organlar�ndan sadece Avrupa

Parlamentosu, do�rudan Avrupa yurtta�lar�n�n seçimleriyle belirlenmektedir. Üstelik

bu seçimlere gösterilen ilgi ve kat�l�m yüksek olmad��� gibi, Avrupa

Parlamentosu’nun yetkileri ulusal parlamentolarla e�it düzeyde de�ildir. Bu yüzden

demokrasi sorununun azalt�lmas� için Parlamento’nun yasama sürecine daha aktif

kat�l�m�n� öngörecek �ekilde Taslak Anayasa’da düzenlemeler yapma çabas� bo�una

de�ildir. Ancak AP’nin güçlendirilmesi, Birlik’in siyasal yap�s�n�n güçlenmesi ve

demokrasi aç���n�n ortadan kald�r�lmas� için önemli ama yetersiz bir ad�md�r.

“Çünkü AB’deki demokrasi eksikli�i AP’nin yetkileri sorununu a�an, bir Avrupa

283

kamusal alan� ve kamuoyu eksikli�idir” (Çelebi, 2002:81). Önemli kararlar

hükümetleraras� görü�melerde al�nmaktad�r. Bu görü�melerin birço�u kapal� kap�lar

ard�nda yap�lmaktad�r. Kan�m�zca daha az önemli say�lamayacak gündelik kararlar

ise, Birlik’in ilgili organlar� taraf�ndan al�nmaktad�r, fakat bu organlar�n karma��k

yap�s� yurtta� ile mesafenin iyice aç�lmas�na neden olmaktad�r. Moravscik’in de

belirtti�i gibi, bürokratik yap�y� a�an bir teknokrat s�n�f� olu�umu 20. yüzy�lda tüm

siyasal sistemlerde gözlemlenen bir olgudur. Ancak AB’de karar alma sisteminin

kapal�l��� iyice yüksek düzeydedir. Bu yüzden Avrupa’da demokrasi aç���n�n

giderilmesi, kurumsal de�i�ikliklerle Avrupa Parlamentosu’nun güçlendirilmesini

gerektirdi�i gibi, demokrasinin gere�i saydaml�k ve diyalo�un geli�tirilmesiyle

mümkün olabilir. Bu iki unsur üzerinde k�saca durmakta yarar vard�r.

Yurtta�lar�n yöneticilerini seçti�i demokratik rejimlerde, seçilenlerin

denetlenebilmesi neler yapt�klar�n�n bilinmesine ba�l�d�r. Bu da sistemin saydaml�k

ilkesi üzerine kurulmu� olmas�n� gerektirir. Saydaml�k, AB çerçevesinde geli�en

tart��malarda iki noktaya ba�lan�r (Magnette, 2000b:143). Bunlardan ilki, Birlik

kurumlar�n�n çal��malar�n�n ve tart��malar�n�n kamuya aç�k olmas�d�r. Seksenli

y�llar�n sonuna do�ru Kuzey ülkelerinden bu talep zamanla yay�lm�� ve öncelikle

Birlik için yasaman�n önemli bir aya�� olan Bakanlar Konseyi’nin görü�melerinin

kamuya aç�lmas� hususunda çaba harcanm��t�r. Maastricht’den Amsterdam’a uzanan

süreçte gerekli düzenlemeler yap�lm��t�r. Amsterdam ile var�lan noktada, Bakanlar

Konseyi yasama i�levini yerine getirdi�inde tüm oylamalar�n sonuçlar�n�n

aç�klanmas� kural� kabul edilmi�tir (madde 207). Ancak görü�meler devam etti�i

sürece Konsey’in görü�melerini kapal� kap�lar ard�nda sürdürebilece�i

öngörülmü�tür. Öte yandan Komisyon’un çal��malar�n�n kamuya aç�lmas� ise kabul

ettirilememi�tir (Magnette, 2000b:144-145). Bu anlamda Kurultay’�n çal��ma �ekli

asl�nda önemli bir ilerleme gibi gözükmektedir. Saydaml�k ilkesine ba�l� dü�ünülen

ikinci nokta, kurumlar�n belgelerine ula�ma hakk�d�r. Gene Kuzey ülkelerinin

inisiyatifiyle bu konu da Birlik’in gündemine gelmi� (Magnette, 2000b:145) ve

Amsterdam Antla�mas�yla, tüm kurumlar�n belgelerinin kamuya aç�k olmas� kabul

edilmi�tir (madde 255). Art�k resmi belgelere ula�mak mümkün olabilmektedir.

Ancak bu belgelerin haz�rlanmas� s�ras�nda verilen tekliflere, tart��ma tutanaklar�na

284

ula��labilecek bir sistem kurulmam��t�r. Profesör Weiler’in, bu konuda yapt���

Lexcalibur (Avrupa kamu meydan�) isimli internet sitesi önerisine daha önce

de�inilmi�ti (s.194). Bu tip bir örne�in hayata geçirilmeye çal���lmas� saydaml���n

sa�lanmas� aç�s�ndan �üphesiz çok yarar sa�layacakt�r. Keza Kurultay sürecinde

benzer bir uygulama denenmi�tir. Kurultay için bir internet sitesi haz�rlanarak, çe�itli

Kurultay üyelerinin yapt��� teklifler buraya yüklenmi�tir. Hatta bu siteye ba�l� bir

forum sitesi olu�turularak yurtta�lar�n yorum yapabilmesi sa�lanm��t�r.

Demokrasinin geli�mesinin ikinci unsuru olarak ele ald���m�z diyalo�un

geli�mesi ise Avrupa kamusal alan�n�n olu�mas�na ba�l�d�r. Daha önce Avrupa

yurtta�l��� ile ilgili bölümde Avrupa kamusal alan� fikri k�smen incelendi�inden,

burada birkaç ekleme yapmakla yetinilecektir. Avrupa kamusal alan�, tüm Avrupa

yurtta�lar�n� ilgilendiren sorunlar�n tart���ld��� bir alan olarak dü�ünülmemelidir. Bu

alan�n mekansal bir yerinin olmas� gerekti�i dü�üncesinden kaç�nmak gerekir. Nas�l

ki saydaml���n sa�lanmas� konusunda internet önemli bir rol oynuyorsa, kamusal

tart��malar�n yap�lmas� konusunda da gelecekte birincil rolü üstlenecektir. Weiler’in

hat�rlatt��� gibi, yeni nesil için internet birincil haber alma kayna�� olma yönünde

h�zla ilerlemektedir. Yukar�da da belirtildi�i üzere Kurultay sürecinde bu anlamda

internetten oldukça yararlan�lm��t�r.

Avrupa kamusal alan� dü�ünülürken hat�rlanmas� gereken, Avrupa Birli�i’nin

büyük boy bir ulus-devlet olmad���d�r. Bu anlamda yeni bir siyasi örgütlenme olarak

Birlik, kendi kamusal alan�n� kendisi olu�turacakt�r. Bu süreçte kimlerin daha fazla

rol üstlenebilece�i konusunda ise sadece birkaç tahminde bulunmak mümkündür.

Asl�nda Avrupa kurumlar�nda çe�itli kampanyalarla ve özellikle e�itim

programlar�yla bu kamusal alan�n yarat�lma çabalar� hissedilmektedir. Uzun zaman

Erasmus de�i�im program� olarak an�ld�ktan sonra Ya�am Boyu Ö�renim (Long

Life Education) ad�n� alan program çerçevesinde yap�lan ö�renci de�i�imleri, genç

nesilleri ya�ad�klar� co�rafya konusunda bilinçlendirmek anlam�nda önemli bir

ad�md�r. Tarihsel olarak kamusal alanlar�n olu�umu incelendi�inde öncü rolü

üstlenen ‘ayd�nlara’ Avrupa kamusal alan�n�n olu�turulmas�nda dü�ecek görevin

önemi anla��lacakt�r. Ancak ilk a�amada önemli olan, yurtta�lar�n ilgisini Avrupa

285

sorunlar� üzerine çekmektir. Yukar�da de�inildi�i üzere saydaml���n artt�r�lmas� ve

kamusal alan�n olu�turulmas� ad�na internetten geni�çe yararlan�lan Avrupa

Anayasas� çal��malar�n�n bitmesinden sonra yap�lan bir ankette, soru sorulan ki�ilerin

%55’inin Kurultay’�n çal��malar�ndan bahsedildi�ini hiç duymad�klar�n� beyan

etmeleri gerçekten kayg� vericidir (Le Monde, 2003). A�a��da tart���lacak olan

referandum süreçleri, Avrupal�lar�, nas�l bir Avrupa istedikleri sorusu üzerine

dü�ündürerek kan�m�zca önemli bir rol oynam��lard�r. Ancak bir kere daha alt�n�

çizmek gerekirse, “Avrupa halklar� AB düzleminde, AB’yi ilgilendiren konular�n

taraf� olmad���, bu konularda ak�l yürütmedi�i, bu konular� aktif bir müzakereye tabi

tutmad��� sürece, bu demokrasi eksikli�i giderilemeyecektir” (Çelebi, 2002:89).

Öte yandan, Avrupa kamusal alan�n�n olu�mas� yoluyla demokrasi aç���n�n

giderilmesi uzla��sal egemenli�in geli�mesi için çok büyük önem ta��maktad�r.

Egemenli�i somut olarak yetkiler bütünü olarak dü�ündü�ümüzde, bu yetkilerin

bölü�ülmesi konusunda Avrupa genelinde bir uzla�� olmas� gerekmektedir.

Bütünle�menin geldi�i a�amada bu uzla��n�n sadece yönetici elitler aras�nda

sa�lanmas� demokratik süreç aç�s�ndan yeterli de�ildir. Avrupa yurtta�lar�n�n bu

yetki bölü�ümleri konusunda bir uzla�� yans�tabilmesi ise, hem konu hakk�nda

bilgilendirilmelerine (saydaml�k) hem de konuyu müzakere edebilmelerine ba�l�d�r.

Soyut anlam�yla egemenli�in sahibinin Avrupa yurtta�lar� oldu�u hiç

unutulmamal�d�r. Asl�nda belki de �u a�amada, elit bir proje olarak ba�lat�lan Avrupa

Birli�i’nin yurtta�lar�na uzanma sanc�s� çekti�i söylenebilir. Bu sanc�n�n a��lmas�

sürecinde muhtemel bir Avrupa Anayasas�’n�n ne gibi faydalar sa�layaca�� ise bir

sonraki paragrafta tart���lacakt�r.

c. Avrupa’n�n Bir Anayasaya �htiyac� Var M�?

Avrupa Topluluklar�’n�n kurulu� döneminden itibaren çe�itli anayasa

projeleri gündeme gelmi�tir. Ancak projenin daha somut çal��malara ve üye devlet

temsilcilerini de içine katan bir müzakere platformuna oturmas� ancak Laeken

Bildirgesi’nden sonra olmu�tur. Öte yandan, müzakerelere Avrupa’n�n Gelece�i

286

Kurultay� çerçevesinden ba�lanmas� ve hükümetleraras� konferansa sunulan Taslak

Anayasa metninin hükümet temsilcileri taraf�ndan kabul edilmesi, hiçbir �ekilde bu

anayasan�n genel olarak gerekli görüldü�ü anlam�na gelmemektedir. Avrupa’n�n bir

anayasaya ihtiyaç duyup duymad��� konusunda yap�lan tart��malarda, üç taraf tespit

etmek mümkündür. Grimm’in94 önderli�indeki ilk grup, hükümetleraras� antla�malar

üzerine kurulu Birlik’den anayasaya dayanan Birlik’e geçilmesine kar��d�r. Weiler’�n

ba��n� çekti�i bir grup AB hukukçusu ise, asl�nda Birlik’in bir anayasaya sahip

olmas� dü�üncesine kar�� de�ildir. Sadece �eklî bir anayasay� gerekli

görmemektedirler. Habermas ad�yla özde�le�tirilebilecek üçüncü bir grup ise,

Avrupa’n�n siyasal bütünle�me yolunda ilerleyebilmesi için anayasaya sahip olmas�

gerekti�ini dü�ünmektedir. Bu üç grup taraf�ndan öne sürülen görü�leri k�saca

inceledikten sonra, uzla��sal egemenlik aç�s�ndan Avrupa’n�n bir anayasaya ihtiyaç

duyup duymad��� incelenecektir.

Grimm, “Bir Avrupa Anayasas� yapman�n vakti geldi mi?” isimli makalesine

(Grimm, 2002) anayasa tan�m� yaparak ba�lar; çünkü Avrupa ile ilgili anayasa

tart��malar� ancak bu kavramsal aç�klamadan sonra anla��labilir. Alman kamu

hukuku profesörüne göre, anayasan�n iki i�levi vard�r. �lki, siyasal iktidar�n hukuka

tabi hale getirilmesine, bir ba�ka deyi�le hukuk devletine ba�l�d�r. �kincisi ise, siyasal

iktidar�n halk taraf�ndan me�rula�t�r�lmas�yla, yani modern anayasac�l���n

demokratik yönüyle ilintilidir. “Bu iki i�lev, ancak, anayasan�n yöneticilerden de�il

bizatihi halktan kaynakland��� ve devlet kurumlar� taraf�ndan koyulan kurallar

kar��s�nda üstünlü�ü oldu�u durumlarda yerine getirilebilir” (Grimm, 2002:71).

AB’de bu iki i�levin yerine getirilebilmesi olas�l���na bak�ld���nda, Grimm’e göre

neden bir anayasa yapman�n mümkün olmad��� anla��labilir. Avrupa Topluluklar�’n�

kuran antla�malar, siyasi yap�n�n kurumlar�n�, bunlar�n görevlerini ve birbirleriyle

ili�kilerini tespit etmektedir. Hatta Topluluk yetki alan�nda yap�lan düzenlemelerin

ulusal düzenlemeler kar��s�nda üstünlü�ü de zaman içinde kabul edilmi�tir. Bu 94 Dieter Grimm’in anayasa tart��malar�ndaki önemli yerini anlayabilmek için, Çelebi’nin onu tan�tmak için yazd��� k�sa dipnotu al�nt�lamakta yarar vard�r. “Prof. Dr. Dieter Grimm, eski Alman Anayasa Mahkemesi üyesi olup �u anda Berlin’deki Wissenschaftskolleg’in yöneticili�ini yürütmektedir ve Almanya’n�n en önemli kamu entellektüellerinden biridir. Grimm’in görü�lerinin as�l önemli yan�, Alman Anayasa Mahkemesi’nin 1993 y�l� Maastricht karar�n�n entellektüel bir savunucusu olmas�d�r” (Çelebi, 2002:102).

287

yüzden her ne kadar �eklî olarak bir anayasa de�illerse de, AB antla�malar�n�n birinci

i�levi yerine getirdikleri söylenebilir.

Buna kar��n ikinci i�lev için ayn� tespiti yapmak imkâns�zd�r. Tam da bu

noktada antla�malarla anayasa aras�ndaki fark ortaya ç�kar. Avrupa Antla�malar�

birinci i�levi yerine getirebilseler dahi, ikinci i�levi yerine getirmeleri mümkün

de�ildir; çünkü antla�malar halktan kaynaklanmamaktad�r, hükümetler aras�nda imza

edilirler. Bu yüzden bütün anayasa tart��malar� bu ikinci i�levi yerine getirmek

üzerine odaklanmal�d�r. Avrupa’da kurucu iktidar�n, hükümetlerin elinden al�n�p

halk�n eline teslim edilmesi ise, Grimm’e göre federal Avrupa devleti kurulmas�

anlam�na gelmektedir (Grimm, 2002:75). Üye devletlerin ve halklar�n buna haz�r

olup olmad��� ise tart��ma konusudur. �u an için, bir Avrupa halk�ndan ve bu halktan

kaynaklanan bir kurucu iradeden söz edilemeyece�ine göre, AB için bir anayasadan

da söz edilemez. Bu demokratik unsurun eksikli�ini tamamlayabilecek ne bir Avrupa

medyas�, ne bir Avrupa kamusal alan� mevcuttur. Üstelik Avrupa’daki diller

aras�ndaki çe�itlilik, kamusal ileti�imin sa�lanmas� önünde ciddi bir engeldir. �u anki

demokrasi eksikli�inin tek çözüm yolu ise, ulusal kanallar arac�l���yla Avrupa

kurumlar� ile ba��n kuvvetlendirilmesidir. Sonuç olarak, Grimm’e göre,

“(b)ütün gerekli reformlar, antla�malar çerçevesinde gerçekle�tirilebilir ve bunlardan hiçbiri yukar�da tan�mland��� anlam�yla bir anayas�n�n varl���n� gerektirmez. Aksine, böyle bir anayasa, kurumlar ve toplum aras�nda devam eden demokratik bo�lu�u doldurmaya izin vermeyecektir” (Grimm, 2002:78). Bu çal��mada görü�lerine birçok kere gönderme yapt���m�z Weiler ise,

Avrupa bütünle�mesinin kendine özgü yap�s� üzerine vurgu yapar (Weiler, 2002;

Weiler, 2004). Bu yap�, kendi anayasal düzenini zaman içinde olu�turmu�tur. Olu�an

anayasal düzen, bir anlamda, üye devletlerin anayasal düzenlerinin tekelini k�rm��t�r;

ama anayasal düzenlerin üzerinde kat� bir Grundnorm da yaratmam��t�r Bu anayasal

düzeninin en önemli özelli�i ‘anayasal tolerans ilkesi’ üzerine kurulmu� olmas�d�r

(Weiler, 2002:169). Weiler’a göre, anayasal tolerans Avrupa federalizminin en temel

özelli�idir. Birlik, hiçbir zaman için üye devletlerin yekpare bir siyasal yap�

olu�turmas�n� amaçlamam��t�r. Topluluklar�n kurulu�undan itibaren, ‘gittikçe daha

yak�n bir Birlik’ hedeflenmi�; ama hiçbir zaman bu Birlik’in tekil bir kimli�i olmas�

288

gerekti�i söylenmemi�tir. Birlik’e üye her devlet, sadece kendi siyasal kimli�i ve

kültürü taraf�ndan kabul edilen kurallar� de�il, di�er halklar�n da etkilerinin

görüldü�ü kurallar� kabul ederek toplumsal tolerans�n önemli bir örne�ini

sergilemektedir (Weiler, 2002:169). Üstelik bu toplulukta anayasal ba�l�l�k kurallar�,

tümüyle iste�e ba�l� bir �ekilde i�lemektedir95. Ayr�ca Avrupa anayasal düzenine

ba�l�l�k, sadece bir üst konumdaki belgenin belirlenmesi �eklinde de�il, günlük

i�leyi� içerisinde kurallar�n kabullenilmesi yoluyla sa�lanmaktad�r. Sonuç olarak,

Weiler’a göre, “Avrupa kendi federalizmini icat etmi�tir ve bu sistem çal��maktad�r.

O halde �imdi neden de�i�tirmek gereksin ki?” (Weiler, 2002:176).

Bu iki grupta toplanan ve Avrupa Anayasas� fikrine �üpheyle yakla�anlar�n

kar��s�nda siyasetçilerden dü�ünürlere uzanan bir yelpazede anayasan�n gerekli�ini

savunanlar da vard�r. Hatta Almanya D��i�leri Bakan� Joschka Fischer’�n 12 May�s

2000’de Berlin’de Humboldt Üniversitesi’nde yapt��� konu�mada Avrupa Birli�i’nin

amac�n� sorgulayarak ve Avrupa Federasyonu’ndan bahsederek anayasa

tart��malar�na ivme verdi�i söylenebilir. Fischer’�n bu konu�mas�n�n ard�ndan Fransa

Cumhurba�kan� Jacques Chirac da ilk kez bir Avrupa Anayasas�’n�n gereklili�inden

söz ederek tart��malar�n somutla�mas�n� sa�lam��t�r 96 . Siyasi liderler taraf�ndan

ba�lat�lan bu tart��malar�n akademik camiada en önemli savunucusu ise, Alman

dü�ünür Jürgen Habermas’d�r.

Habermas, Avrupa halk� olmamas� gerekçesiyle bir Avrupa anayasas�

olamayaca��n� savunan Avro-ku�kucular� hem kavramsal hem de deneysel

düzlemlerde ele�tirmektedir (Habermas, 2004:37-65). Ona göre, “yurtta�lardan

meydana gelen bir ulus; soy, dil ve tarih ortakl���yla �ekillenen bir kader birli�iyle

95 Weiler, burada Quebec’in Kanada’ya ba�l�l��� ile her hangi bir devletin Birlik’e ba�l�l���n� kar��la�t�rmaktad�r. Ona göre, Québec’liler Kanada halk� ad�na kurallara uymaya zorlanm��lard�r. Avrupal�lar ise, Avrupa halklar� ad�na kurallara uymaya davet edilmi�lerdir. �ki durumda da kurallara uyulmas� sa�lanm��t�r (Weiler, 2002:173). Kan�m�zca bu tip kar��la�t�rmalardan kaç�nmakta yarar vard�r. AB, ulusal kimliklere zarar vermeyece�ine her zaman vurgu yapm��t�r. Ancak ‘ço�ulluk içinde birlik’ fikrini kuramsal olarak desteklesek de, bunun uygulamada ne �ekilde yürüyece�i bilinmemektedir. 96 Bu iki konu�man�n Frans�zca metinleri için bkz. Dehousse, 2002:229-251. Ayr�ca bu konu�malar�n ve bu dönemde konuyla ilgili di�er önde gelen siyasetçilerin konu�malar�n�n yorumu için, bkz. Çelebi, 2002:67-76.

289

kar��t�r�lmamal�d�r” (Habermas, 2001:18). Bir ba�ka deyi�le etnik ulus kavray���na

kar��t olarak, Habermas ‘medeni ulus’ anlay���na dikkat çeker. Bu yurtta�lar�n

ya�ad�klar� siyasal toplumla ba��n� kurmas�n� sa�layan ise, anayasal de�erlerdir

(Bkz, II –A-2-c). Öte yandan Avrupa halk�n�n olmamas�ndan yola ç�karak, bir

Avrupa anayasal düzeninin olu�mas�na demokrasinin zarar gördü�ü gerekçesiyle

kar�� ç�kanlara da Alman dü�ünürün verdi�i yan�t çok aç�kt�r. Modern demokrasinin

ulus-devlet ile geli�mi� olmas�, hiçbir �ekilde ulus-devlet yap�s� d���nda

demokrasinin i�lemeyece�i anlam�na gelmez. Önemli olan, ulus-devletin s�n�rlar�n�n

a��ld��� bu dönemde demokrasinin korunmas� ve geli�tirilmesi için ne yap�lmas�

gerekti�i üzerine dü�ünmektir. Bu ba�lamda bir anayasa yap�lmas�n� gerekli k�lan ilk

unsur, yarataca�� uyar�c� etkidir. Habermas, bu uyar�c� etkinin, haz�rlanma

döneminde öne ç�kan müzakerelerle oldu�u kadar, referandum süreçlerinin

yarataca�� siyasal tart��malarla da belirginle�ece�i kanaatindedir. �kinci olarak,

uygulamada Avrupa Birli�i’nin kurumsal yap�s�na ve i�leyi�ine dair sa�lanacak

fayday� saymaktad�r. “Bir Avrupa Anayasas�, hâlihaz�rda var olan yetkilerin

de�i�mesinin ilan edilmesinden ibaret kalmayacakt�r. Bunun yan� s�ra, arkadan

gelecek de�i�imlerin önünü aç�p, bu de�i�imleri te�vik edecektir” (Habermas,

2001:20). Dolay�s�yla Laeken Bildirgesi’nde aç�klanan basitle�tirme, yetki

konusunun aç�kl��a kavu�turulmas� ve demokrasi eksikli�inin giderilmesi gibi

gerekçelerin Habermas’�n anayasan�n gereklili�ini aç�klama �ekliyle örtü�tü�ü

görülmektedir.

Ancak Habermas ulus-devlet s�n�rlar�n� a�an Avrupa Birli�i’nde demokrasi

sorununun a��lmas� için sadece bir anayasa yap�lmas�n�n yeterli olmad���n�n da

bilincindedir. Bu yüzden Alman dü�ünür, bir noktaya daha vurgu yapmaktad�r. Ona

göre, Avrupa’da demokrasinin korunmas� için, bir anayasan�n yap�lmas�n�n yan� s�ra

kamusal alan�n�n olu�turulmas� da gerekmektedir. Avrupa kamusal alan�ndan

beklenen, ulusal düzeyde bilinen �ablonun Avrupa k�tas� genelinde geni�letilmesi

de�ildir. Bir ba�ka deyi�le, ulusal düzeyde kar��la��lan tek bir dil ve de�erler bütünü

üzerine kurulu kamusal alan�n ayn�s�n�n olu�turulmas� hedeflenmemektedir. Zaten

mümkün de de�ildir. Avrupa kamusal alan�n�n amac�, üye devletlerin farkl�l�klar�n�

ortadan kald�rmay� amaçlamadan, Avrupa’n�n ortak sorunlar� üzerine dü�ünen

290

bireylerin görü�lerini payla�abilece�i ve tart��abilece�i bir zemin olu�turmakt�r. Bu

kamusal alan�n olu�turulmas�na �üpheci yakla�anlar s�kl�kla dil farkl�l��� engelini öne

sürmektedirler. Birlik, resmi olarak çokdillilik ilkesini kabul etmektedir. Dolay�s�yla

yarat�lmas� gereken kamusal alan çokdillilik üzerine kurulacakt�r. Yaz�l�, i�itsel ve

görsel yay�n kurulu�lar�, kendi dillerinde ama ortak Avrupa sorunlar�n� öne ç�kararak

bu kamusal alan�n yarat�lmas�na katk�da bulunabileceklerdir. Öte yandan Habermas,

�ngilizce’nin Avrupa’da ortak dil olma yolunda h�zla ilerledi�ini de tespit

etmektedir97. Ancak amaçlanan ne üye devletlerin dillerinin geriye at�lmas�, ne de

kültürlerinin tek bir Avrupa kültürü potas�nda eritilmesidir. Bu yüzden Avrupa

kamusal alan�n�n yarat�lmas� için kendi dillerinde yay�n yapan medya kurulu�lar�na

dü�en rol konusunda Habermas’�n önerilerini desteklemek daha uygun

gözükmektedir. Ayr�ca siyasal partilerin, sendikalar�n ya da sivil toplum

kurulu�lar�n�n bu kamusal alan�n olu�turulmas� yönünde önemli rol üstlenmesi

gerekti�i kan�s�nday�z.

Eski ATAM yarg�çlar�ndan Lord Slynn ise, McGill Üniversitesi’nde

Kurultay’�n çal��malar�na ba�lad��� günlerde yapt��� bir konu�mada, tart��malar�n

anayasa ifadesine tak�l�p kalmamas�na vurgu yapmaktad�r (Slynn, t.y.). Slynn

konu�mas�nda, Weiler’�n tespitlerine birçok yönden kat�ld���n�, ancak ister anayasa

ismi verilsin ister yine antla�ma ismiyle an�ls�n, Avrupa siyasal sisteminin

ilerleyebilmesi için yap�lmas� gerekli tüm reformlar�n bir metinde toplanmas�

gerekti�ini belirtmektedir. Bir anayasan�n ya da temel antla�man�n çözüm bulmas�

gereken en temel sorun ise, yetki bölü�ümü konusudur. �kinci önemli konu ise,

AB’nin Avrupa �nsan Haklar� Sözle�mesi’ne (A�HS) kat�l�p kat�lmayaca�� ile

ba�lant�l�d�r. Bu konu, hem Avrupa kurumlar� hem de üye devletler için �u an

belirsizlik ta��maktad�r. Oysa Lord Slynn’e göre, A�HS’ye oranla ça�a uygun bir

metin olan Temel Haklar �art�’n�n yeni anayasaya dahil edilerek bu metne

ba�lay�c�l�k kazand�r�lmas� çok daha etkili olacakt�r. Eski ATAM yarg�c�

konu�mas�n� “ (…) Birlik için, Topluluk için, Avrupa halklar� için, bu giri�imin 97 “Hollanda, Danimarka, Norveç veya �sveç gibi nispeten az nüfuslu ülkeler, okullar�ndaki resmi e�itimde, nüfuslar�n�n tamam�na ikinci bir ‘ana’ dil olarak �ngilizce’yi yaymaya yönelik çabalar� aç�s�ndan son derece çarp�c� örnekler sunarlar (Habermas, 2001:23). Habermas, burada Kraus’un iki makalesine gönderme yaparak bu tespitlerde bulunmaktad�r (Kraus, 2000a; Kraus, 2000b).

291

önemli ve gerekli oldu�undan ve ba�ar�yla tamamlanmas� gerekti�inden hiç �üphem

yoktur” sözleriyle tamamlayarak Kurultay sürecine olumlu bakt��� mesaj�n�

vermi�tir.

Tüm bu yap�lan “Avrupa Anayasas� gerekli mi?” tart��malar�n� uzla��

zemininde yetki bölü�ümüne dayanan egemenlik aç�s�ndan de�erlendirirsek, daha

önce yap�lan birkaç tespiti hat�rlamak gerekecektir. Öncelikle AB’de egemenlik

tan�m�n�n de�i�imi, ulusal egemenlik fikri arac�l���yla dü�ünülen demokrasi

dü�üncesine zarar vermi�tir. Yetkilerin bölü�ümü yoluyla karar al�c�n�n Birlik

kurumlar� oldu�u durumlarda, bu kurumlar�n yurtta�larla ba��n�n zay�f olmas�

demokrasi sorununu gündeme getirmi�tir. Bu demokrasi eksi�inin azalt�lmas� için

yap�lmas� gerekenler kurumsal ve kamusal olarak iki ba�l�k alt�nda toplanabilir.

Öncelikle kurumsal de�i�ikliklerle yurtta�lar�n temsil edildi�i organlar�n –Avrupa

Parlamentosu kadar, ulusal yasama organlar�n�n da- yetkilerinin artt�r�lmas�

gerekmektedir. �kinci olarak Avrupa kamusal alan�n�n yarat�lmas� gerçekten çok

önemlidir. Bu, kolay bir amaç de�ildir; çünkü ulusal alanda, bireylerin tart��malara

taraf olmas� daha kolay olmaktad�r. Ayr�ca üye devletlerde siyasi partiler, siyasal

elitler, sendikalar, sivil toplum örgütleri daha örgütlü bir �ekilde kamusal

tart��malar�n ba�lat�lmas�nda öncü rol üstlenebilmektedirler.

Bu iki amac�n gerçekle�tirilmesinde Avrupa Anayasas�’n�n oynad��� /

gelecekte oynayabilece�i rol üzerine dü�ündü�ümüzde ise, öncelikle yetki bölü�ümü

konusunda bir ad�m at�ld��� söylenebilir. Lord Slynn’in en temel sorun olarak

niteledi�i ve bu çal��mada birçok kereler öneminin vurguland��� yetki bölü�ümü

sorununa cevap bulmak için at�lan bu ad�m gerçekten de�erlidir. �kinci olarak,

Kurultay olu�turularak bu anayasan�n haz�rlanmas� hem kurumsal reformlar�n

yap�lmas�n� kolayla�t�rm��, hem kamuoyunda tart��malara neden olmu�tur. Ancak

Kurultay’�n çal��malar� s�ras�nda, ulusal medya kurulu�lar�n�n daha etkin bir �ekilde

müzakere süreci hakk�nda bilgi aktarmas� çok daha olumlu sonuçlar do�urabilirdi

kan�s�nday�z. Kamuoyunda tart��ma yaratma anlam�nda referandum süreçlerinin

daha etkili oldu�u aç�kt�r. Önemli olan, Avrupal� siyasal elitler aras�nda sa�lanan

uzla�� ile gerçekle�tirilen yetki bölü�ümleri konusunda Avrupa yurtta�lar� aras�nda da

292

uzla��n�n sa�lanabilmesidir. Sonuç olarak, Avrupa Anayasas�’n�n, yurtta�lar� Avrupa

üzerine dü�ünmeye te�vik ederek olumlu bir rol üstlendi�i söylenebilir. Bu yüzden

de kan�m�zca Avrupa Anayasas�’n�n olu�turulmas�nda bir sak�nca yoktur.

Grimm’in vurgu yapt��� kurucu iktidar sorunu ise, anayasan�n tan�m�yla

ilgilidir. Çok-kademeli anayasac�l�k anlay��� çerçevesinde incelendi�i üzere,

anayasac�l�k ulus-devletlere ba�l� dü�ünülen tan�m�ndan uzakla�m��t�r. Ulusüstü

örgütlenmelerde anayasac�l�k anlay���n�n geli�mesi, kurucu iktidar�n yekpare bir

ulustan kaynaklanmas� dü�üncesinin de son bulmas� anlam�na gelmektedir.

Do�rudan seçimlerle gelecek bir Kurultay’�n olu�turulmas� ve bu Kurultay taraf�ndan

benimsenen metnin tüm Avrupa’da ayn� anda referandum sürecine sunulmas� çok

ideal olabilirdi. Ancak Avrupa Birli�i ad�m ad�m ilerlemektedir. Üstelik örnek al�nan

bir model de yoktur. Bu ilerleme sürecinde ad�mlar�n yava� ve temkinli at�lmas�

do�ald�r. Üye devletler aras�nda bu a�ama için benimsenmesi gereken yöntem

konusunda uzla�� böyle sa�lanm��t�r. Çe�itli ülkelerde yap�lan referandumlar ise,

tart��malar� canland�rma anlam�nda uyar�c� olmu�lard�r. Weiler’�n yapt��� tespit

�üphesiz do�rudur. Avrupa zaten kendi anayasal düzenini olu�turmu�tur. Ancak bu

anayasal düzen konusunda Avrupa yurtta�lar�n�n bilgilendirilmeleri ve sürece

kat�lmalar� gerekmektedir. Keza kendisi de internet ortam�ndan yararlan�larak

Avrupa’da yasal düzenleme süreçlerine yurtta�lar�n kat�l�m�n� desteklemektedir.

Weiler’in kan�m�zca önemli önerilerinin ilk örne�i Kurultay sürecinde uygulanmaya

ba�lam��t�r. Yap�lan çal��malar internet ortam�na ta��narak olu�turulan forum

arac�l���yla yurtta�lar�n yorum yapabilmeleri sa�lanm��t�r. �üphesiz Avrupa

genelinde Avrupa’n�n sorunlar� üzerine dü�ünen daha örgütlü yap�lanmalara ihtiyaç

vard�r. Bunlar�n en ba��nda ise siyasal partiler gelmektedir. Egemenli�in soyut olarak

Avrupa yurtta�lar�nda olmas�n� ve onlarda kalmas�n� sa�lamak için, Avrupa kamusal

alan�n�n siyasal arac� olan kurumlar�n geli�tirilmesi gerekmektedir. Taslak Anayasa,

böyle bir �art getirmemektedir. Ancak referandum sürecine girilecek olmas�

nedeniyle gruplar görü�lerini daha aç�k dile getirmi�lerdir. Sonuç olarak, Avrupa’n�n

zaten bir anayasal düzene sahip oldu�u dü�üncesi sakl� tutulmak kayd�yla, �eklî bir

anayasan�n yap�lmas�, tüm yönleriyle Avrupa siyasal bütünle�mesi ve uzla��sal

egemenli�in gereklerini yerine getirebilmesi için öncü bir ad�md�r.

293

d. Taslak Anayasa’n�n Referandum Süreci Ve Egemenlik

29 Ekim 2004 tarihinde Avrupa’n�n Gelece�i Kurultay�’n�n haz�rlad��� metin,

Avrupa �çin Bir Anayasa Kuran Antla�ma ad� alt�nda Roma’da düzenlenen

Bakanlar Konseyi toplant�s�nda imzalanm�� ve her devletin kendi yasal

düzenlemelerine göre onama süreci ba�lat�lm��t�r98. Taslak Anayasa’n�n, yürürlü�e

girebilmesi için bütün üye devletlerin onaylamas� �art� aranmaktad�r (Madde IV-

447) 99 . Ayr�ca madde IV-443’ün son paragraf�nda, Taslak Anayasa’n�n

imzalanmas�ndan iki y�l sonra, üye devletlerin be�te dördünün onaylamas�, fakat bir

ya da daha çok ülkede onaylaman�n ba�ar�s�zl�kla sonuçlanmas� durumunda,

anayasan�n gelece�i konusunun Avrupa Konseyi’nin önüne gelece�i belirtilmi�tir.

2007 y�l�n�n ba��na gelindi�inde, Taslak Anayasa’n�n onüç ülkede parlamentonlar�n

onay�yla kabul edildi�i görülmektedir. Dört ülkede onama a�amas�nda referandum

sürecine ba�vurulmu�tur. Bunlardan ilki �spanya’d�r. �spanya’da Taslak Anayasa

parlamentoya sunulmadan halka sorulmu� ve % 76’l�k bir oranla kabul edilmi�tir.

Daha sonra 28 May�s’da Fransa’da ve 1 Haziran’da Hollanda’da referanduma

sunulmu�tur. Ancak bu iki ülkede referandumlar olumsuz sonuçlanm��t�r. Bu

olumsuzluktan sonra, Danimarka, Finlandiya, �rlanda, Polonya, Portekiz, Çek

Cumhuriyeti, �ngiltere ve �sveç’de onaylama süreçleri ask�ya al�nm��t�r. Dolay�s�yla

Taslak Anayasa yürürlü�e giremedi�i gibi gelece�i de belirsizlik ta��maktad�r.

Ancak bizim için önemli olan, Taslak Anayasa’ya ‘hay�r’ diyenlerin nedenleri

hakk�nda birkaç tahminde bulunmak ve egemenlik sorunuyla bir ilgisi olup

olmad���n� incelemektir. Bu konuda, referanduma ba�vuran ülkelerde Avrupa

Komisyonu’nun Bas�n ve �leti�im Müdürlü�ü’nün iste�i do�rultusunda

referandumdan iki-üç gün sonra yap�lan Eurobaromètre ara�t�rmalar� temel

98 Ülkelerin Taslak Anayasa’y� onaylama �ekilleri ve tarihleri için bkz. Carte interactive. 99 Komisyon Ba�kan� Prodi, o dönem, Taslak Anayasa’n�n yürürlü�e girebilmesi için ba�ka bir proje haz�rlatm��t�r. Bu projeye göre, üye devletlerin dörtte üçünün onaylamas� durumunda anayasan�n yürürlü�e girmesi, imzalamayan ülkelerin ise üye devlet statüsünden ç�kar�larak sadece Avrupa Ekonomik Alan�’n�n üyesi say�lmalar� öngörülmü�tü. Ancak Danimarka ve �ngiltere ba�ta olmak üzere birçok üye devlet taraf�ndan ele�tirilmi� ve kabul görmemi�tir (Ziller, 2004:113).

294

al�nacakt�r. Bu kamuoyu ara�t�rmalar�n�n yüzde yüz do�rulu�unu öne sürmek

mümkün de�ildir. Sadece genel bir fikir vermek aç�s�ndan kullan�lmaktad�rlar.

20 �ubat’da �spanya’da yap�lan referandum ‘evet’lerin zaferiyle (%76,7)

sonuçlanmas�na ra�men, kat�l�m oran�n�n dü�üklü�ü bu zafere gölge dü�ürmü�tür.

Eurobaromètre’in oy vermeme sebebiyle ilgili sorusuna verilen yan�tlara

bak�ld���nda, oy vermeyenlerin % 40’�n�n yeterli bilgiye sahip olmad��� için oy

vermemeyi tercih etti�i görülmektedir (Flash Eurobaromètre 168:7). AB ile ya da

Avrupa için bir anayasa yap�lmas�yla ilgilenmedi�i için oy vermemeyi tercih

edenlerin oran� ise, her biri için sadece %3’tür. Dolay�s�yla anayasa hakk�nda

bilgilendirme kampanyas�n�n yetersiz oldu�u söylenebilir. Ayr�ca ankete kat�lan

�spanyollar�n %85’inin, devletlerinin AB’ye üye olmalar�n� iyi bir �ey olarak

tan�mlad��� görülmektedir. Hatta Taslak Anayasa’ya ‘hay�r’ diyen on ki�iden alt�s�,

AB’nin �spanya için olumlu sonucunu kabul etmektedir (Flash Eurobaromètre

168:22).

29 May�s’da Fransa’da yap�lan referanduma kat�l�m oran� �spanya’dakine

oranla çok yüksektir (%69,3). Ancak referandum sonucunda, %54,8 oran�nda ‘hay�r’

oylar�yla anayasa reddedilmi�tir. Ara�t�rma s�ras�nda (Flash Eurobaromètre, 171),

oy vermeyenler aras�nda, bir manisi olmak sebebiyle oy veremeyenler d���nda

kalanlar için, en önemli sebepler aras�nda, anayasa metninin karma��kl��� (%66) ve

bilgi eksikli�i (%49) say�lm��t�r. Oy vermeye gidenlerin tercihlerini neye göre

belirledikleri soruldu�unda, Anayasaya ‘evet’ diyenlerin en temel sebebi, Avrupa

bütünle�mesine devam edilmesini gerekli görmeleri olmu�tur (%39). Öte yandan

‘hay�r’ diyenler için, seçimlerini aç�klayan unsurlar daha çe�itlilik göstermektedir.

‘Hay�r’c�lar�n %31’i anayasan�n istihdam üzerinde olumsuz etki gösterecek olmas�n�

sebep olarak göstermi�tir. �kinci s�rada say�lan sebep ise, %26 ile Fransa’n�n içinde

bulundu�u kötü iktisadi durum olarak belirtilmi�tir. Anayasan�n çok liberal bir metin

olmas� (%19) ve cumhurba�kan�na ya da ba�bakana tepki (%18) ise, ‘hay�r’ diyenler

aras�nda dü�ük olmayan bir oran� yans�tmaktad�r. “Genel olarak, ‘evet’ taraftarlar�n�n

oylar�n� belirleyen Avrupa Birli�i hakk�ndaki genel dü�ünceleri olurken, oyunu

295

‘hay�r’ olarak verenlerin ço�unlu�u bunu Fransa’daki iktisadi ve toplumsal durumu

dü�ünerek yapm��t�r” (Flash Eurobaromètre, 171:30).

Hollanda’da da referandum sürecine kat�l�m (%62,8), yakla��k Fransa’daki

kadard�r. Üstelik son Avrupa Parlamentosu seçimlerine kat�l�m�n %39,3 ile s�n�rl�

kald��� dü�ünülürse, bu oran oldukça yüksektir. ‘Hay�r’ oran� Hollanda’da

Fransa’dakini geçerek %61,6’y� bulmu�tur. Ancak Eurobaromètre ara�t�rmas�na

(Flash Eurobarometer, 172:28) göre, Fransa’dakinin tersine, bu referandumda

‘hay�r’�n arkas�nda yatan sebep, bilgi eksikli�i ile ulusal siyasetçilere tepkiden (%14)

çok, halk�n siyasal bir birli�in içinde ulusal egemenli�ini yitiriyor olmaktan duydu�u

korkudur (%19). Öte yandan, referandum sürecinde tak�nd�klar� tav�r nas�l olursa

olsun, ara�t�rma s�ras�nda sorgulanan Hollandal�lar’�n %82’si AB’nin iyi bir �ey

oldu�una inanmaktad�r. Dolay�s�yla Birlik’den ayr�lmak gibi bir istekleri oldu�u

söylenemez. Ayr�ca ankete kat�lan Hollandal�lar’�n %65’i; anayasan�n

reddedilmesinin, sosyal yönlere daha fazla vurgu yapan bir metin haz�rlanacak

�ekilde anayasan�n yeniden tart���lmas�n� sa�layaca��na inanmaktad�r.

Son referandum ise, oy vermenin zorunlu oldu�u Lüksemburg’da 10

Temmuz’da yap�lm��t�r. Eurobaromètre ara�t�rmas�na (Flash Eurobaromètre,

173:30-31) göre ‘Evet’lerin %56,52 ç�kt��� Lüksemburg’da kabul edenler için en

temel sebep, Avrupa bütünle�mesine devam edilmesi (%39) olarak tan�mlanm��t�r.

Ankete kat�lan Lüksemburglular’�n yakla��k %30’u anayasay� Avrupa’da bar���n

garantisi olarak görmektedir. ‘Hay�r’c�lar�n kararlar� ise, Fransa’dakine benzer

�ekilde a��rl�kl� olarak ulusal konularla ba�lant�l�d�r. Lüksemburg’da istihdam�

olumsuz etkileyece�ini dü�ünüp ‘hay�r’ diyenlerin oran� %37’dir. Lüksemburg,

i�sizli�in en dü�ük oldu�u Birlik üyesi oldu�u halde, ankete kat�lan her be� ki�iden

biri i�sizlik sorunu oldu�una ve bu durumun anayasa ile daha da kötüle�ece�ine dair

görü� belirtmi�tir. “Di�er üye ülkelerdeki ve özellikle de Fransa’daki referandum

kampanyalar�, Lüksemburg’daki ‘hay�r’c�lar üzerinde önemli bir etki yapm�� gibi

gözükmektedir. “Birlik’in en iyi durumdaki ülkelerinden birinde bu tezin

kazand��� güç, fazlas�yla küreselle�mi� bir dünyan�n “tehlikelerine” dayanarak

öne sürülen kan�tlar kar��s�nda kamuoyunun geçirgenli�ini göstermekte ve

296

‘evet’ söylemini çok daha sosyal bir içerik üzerinden yeniden örgütlenmesi

konusunda uyar� vermektedir” (Flash Eurobaromètre, 173:301)100.

Bu referandum süreçlerinden ve sonras�nda yap�lan anketlerden ç�kar�lan

sonuçlarla egemenlik ili�kilendirildi�inde elde çok fazla somut veri

bulunmamaktad�r. �ki ülkedeki ‘hay�r’lardan birinin as�l kayna��n�n iç politikaya

tepki oldu�u tahmin edilmektedir. ‘Hay�r’ oran�n�n daha yüksek ç�kt��� Hollanda’da

bile ulusal egemenli�in zarar görmesinden duyulan kayg�y� hay�r demenin as�l

nedeni olarak görenlerin oran� %19 seviyesinde kalmaktad�r. Öte yandan,

Eurobaromètre ara�t�rmalar� taraf�ndan saptanamayacak bir ba�lant�y� burada bir

kere daha hat�rlamak gerekmektedir. Avrupa bütünle�mesindeki yetki bölü�ümlerinin

kabul edilmesini hükümetleraras�c�l�k yakla��m�yla aç�klamaya çal��anlar�n s�k s�k

söyledi�i gibi, iç politikada yap�lmas� gereken kimi düzenlemeler siyasetçiler

taraf�ndan “Brüksel öyle istiyor” denilerek aç�klanm��t�r. Bu aç�dan bak�ld���nda

s�radan yurtta��n kafas�nda Brüksel’in senelerin birikimiyle olu�an sosyal devlet

anlay���ndan uzakla�may� dayatt��� gibi bir izlenim de canlanm��t�r. Fransa’daki

‘hay�r’lar�n bir k�sm�n�n bilinçalt�nda belki de bu izlenimin kal�nt�lar�n� bulmak

mümkündür.

Uzla��sal egemenlik aç�s�ndan referandum süreci de�erlendirildi�inde ilk

söylenmesi gereken, her ne kadar sonuçlar olumsuz olsa da, yap�lan tart��malar�n

uzla�� fikrinin geli�ebilmesi için gerekli kamusal alan�n olu�mas�na hizmet etti�idir.

�kinci k�s�mda Avrupa anayasal düzeninin ad�m ad�m kurulu�u incelenmi�tir. Bu

anayasal düzen çerçevesinde iktidar ili�kilerinin yeniden �ekilleni�inin yönetici

elitler taraf�ndan kabul edilmesi ise, üçüncü k�s�mda ele al�nm��t�r. Egemenlik

Avrupa anayasal düzeninde, yerel, ulusal ve ulusüstü makamlar aras�nda yetki

bölü�ümüne dayanmaktad�r. Bu yetki bölü�ümü s�ras�nda sadece yönetici elitlerin

uzla��ya varmas� yeterli de�ildir. Soyut anlam�yla egemen olan Avrupa yurtta�lar�n�n

da siyasal birlik olu�turma sürecinde müzakerelere kat�lmalar� gerekmektedir.

100 Son cümle raporda koyu olarak yaz�lm��t�r.

297

Anayasan�n referandum sürecinde yap�lan tart��malar bu yönde at�lm�� önemli bir

ad�md�r.

Ancak 2007’nin ba��na gelindi�inde Avrupa’n�n siyasal gelece�i üzerinde

hâlâ yeni bir dü�ünme platformu olu�turulmaya çal���lmamas� kayg� vericidir.

Küreselle�menin iktisadi �artlar� kökünden etkiledi�i bir dönemde üye devletlerin

iktisadi ve sosyal sorunlar�na kendi ülke s�n�rlar� içinde bir çözüm bulabilece�ini

dü�ünüp eskiye do�ru ad�m atmalar� çok ak�lc� ve mümkün gözükmemektedir. Öte

yandan, referandumlardan sonra ya�anan kilitlenmede, Anayasa’n�n çözüm olmas�

umulan sorunlara yan�t arama süreci de durdurulmu�tur. Habermas, bu süreçte

tart��malar� tekrardan ba�latabilecek liderlerin önemli oldu�unu belirtmektedir

(Habermas, 2006:10). Onun önerisi, 2009’daki Avrupa Parlamentosu seçimlerinden

önce, Avrupa bütünle�mesinin amac� ve gelece�i hakk�nda bir tart��man�n

ba�lat�lmas� ve yurtta�lara yap�lmas� gereken reformlar konusunda fikirlerinin

sorulmas�d�r. Böyle bir referandum sonucunda “ikili ço�unluk” sa�lan�rsa, dü�ünülen

düzenlemeler, kabul eden devletler için yürürlü�e girecektir. Böylece AB, en

isteksiz üyenin bütünle�menin temposunu belirlemesi sorunundan kurtulacakt�r

(Habermas, 2006:10).

Böyle bir ad�m at�l�p at�lamayaca�� uluslararas� konjonktür, üye devletlerin iç

politikalar� ve iktisadi geli�meler gibi birçok farkl� unsura ba�l�d�r. Ancak

kamuoyunun Avrupa’n�n gelece�i üzerinde dü�ünmeye te�vik edilmesinin gereklili�i

konusunda Alman dü�ünüre kat�lmamak mümkün de�ildir. Bu �ekilde yurtta�lar�n

karar al�c� kurumlar�n yap�s� ve yetkileri konusunda fikirleri al�nm�� olacak,

egemenlik konusunda uzla��n�n sa�lanmas� kolayla�acakt�r.

Üçüncü Bölümün Sonucu

Bu k�s�mda Avrupa anayasal düzeninde iktidar ili�kilerinin ald��� �eklin

anla��labilmesi için kullan�labilecek kuramsal öneriler ele al�nm��t�r. Öncelikli

olarak, sadece devletlerin anayasal kural koyucu olabilece�i kabulünden vazgeçip

çok-kademeli bir anayasac�l�k anlay���n�n yeni bir siyasi örgütlenme olarak AB’yi

298

kavramak için daha iyi bir zemin sundu�u öne sürülmektedir. Ard�ndan bu çok-

kademeli anayasac�l�k anlay���ndan yola ç�k�larak egemenli�i anlamaya çal���rken,

egemenli�in somut ve soyut yönünün ayr� ayr� dü�ünülmesi gerekti�i vurgulanm��t�r.

Soyut yönüyle egemen olan Avrupa yurtta�lar�d�r. Keza, bu kullan�m Maastricht

Antla�mas�’ndan bu yana resmile�mi�tir. Öte yandan, somut anlam�yla egemenlik bir

yetkiler bütünüdür. Bu yetkilerin küreselle�menin peki�tirdi�i �artlar içinde ulusal

makamlar�n elinde toplanmas� mümkün de�ildir. Bu yüzden art�k karar alma

sistemlerini çok-kademeli dü�ünmek gerekmektedir. Çok-kademeli yöneti�im

yakla��m� yetki bölü�ümlerinin zeminini olu�turmaktad�r. Ancak yetki bölü�ümleri

konusunda önemli bir nokta da, �üphesiz de�i�ik makamlar aras�nda yetkiler

bölü�türülürken bir uzla��n�n sa�lanmas�n�n gereklili�idir. Esasen Avrupa anayasal

düzeninin olu�mas�, uygulamada bu yetki bölü�ümlerinin yap�ld���na ve uzla��n�n

sa�land���na bir i�arettir. Hatta bu yüzden, bu k�s�m Avrupa Birli�i’nde iktidar

ili�kilerinin ‘uzla��sal egemenlik’ olarak adland�r�lmas�n� önermektedir. Ancak

�imdiye kadar yönetici elitler ya da akademik camian�n tart��malar�yla sa�lanan bu

uzla�� yeni bir siyasi örgütlenme olarak AB’nin gelece�ini tart��mak için yeterli

de�ildir. S�kça bahsedilen demokrasi aç���n�n giderilmesi, soyut olarak egemen

Avrupa yurtta�lar� aras�nda da yetki bölü�ümü konusunda bir uzla�� sa�lanmas�na

ba�l�d�r. Üçüncü bölümün son altbölümünde ise, uzla��sal egemenlik fikrinin

geli�tirilmesinde ve Avrupa yurtta�lar�n�n müzakerelere kat�lmas�nda Avrupa

Anayasas�’n�n oynad��� rol ele al�nm��t�r. Yap�lan incelemeler sonucunda, her ne

kadar Taslak Anayasa’n�n referandum süreçleriyle onaylanmas� ask�ya al�nm�� olsa

da, Avrupa yurtta�lar�n�n egemenlik konusu da dahil olmak üzere Avrupa’n�n

gelece�ine dair bir çok konuda daha fazla dü�ünmeleri sa�lanarak önemli bir ad�m

at�lm��t�r. Fakat bu ad�mlar�n artt�r�lmas� ve uzla��sal egemenli�in as�l kayna�� olan

Avrupa yurtta�lar� aras�nda geli�tirilebilmesi için Avrupa kamusal alan�n�n

olu�turulmas� gerekmektedir.

299

SONUÇ

Avrupa ülkelerinin kendi co�rafyalar�nda bar��� ve istikrar� sa�lamak

amac�yla ç�kt�klar� yolda bugün geldikleri nokta dikkat çekicidir. Ulus-devletlerin

temellerinin at�ld��� Avrupa’da yeni bir siyasi örgütlenme olarak AB, art�k kendini

kabul ettirmi� gözükmektedir. Gelecekteki örgütlenmesine dair tart��malar�n bitti�ini,

Birlik’in dingin bir yap�ya kavu�tu�unu söylemek �üphesiz imkâns�zd�r. Ancak AB,

kendine özgü bir anayasal düzen olu�turarak yerle�ik kavramlar�n sorgulanmas�na

öncülük etmi�tir. Bunu, öncelikle modern devlete ba�l� olarak geli�im gösteren

egemenlik kavram�n�n tan�m�n� Avrupa anayasal düzeni çerçevesinde geçersiz

k�larak yapm��t�r. Ard�ndan da çok-kademeli anayasac�l�k ve Avrupa yurtta�l��� gibi

yeni kavramlar üzerine dü�ünmeye sevk ederek ve yeni bir egemenlik tan�m�

yapmay� gerekli k�larak bu öncü rolü peki�tirmi�tir. Çal��man�n sonucunda bu iki

konudaki tespitleri k�saca toparlamakta yarar vard�r.

Egemenlik kavram�n�n tarihsel olarak incelenmesinin sonucunda, belirtilmesi

gereken ilk unsur, klasik egemenlik kuram�n�n belirli toplumsal ve siyasal ihtiyaçlar

do�rultusunda �ekillendi�idir. Modern devletin do�u� süreci uzun ve ayr�nt�l�d�r. Her

ayr�nt�n�n önemi vard�r. Sadece genel bir resim olarak tasvir etmek gerekirse, söz

konusu dönem ticaretin h�zland��� ve alt yap� ihtiyaçlar�n� belirginle�tirdi�i, ayr�ca

bireylerin güvenli�inin yerel güçler taraf�ndan kar��lanamamaya ba�lad��� bir

dönemdir. Bu �artlarda merkezi güçlü bir iktidar�n kurulmas�n�n birçok soruna

çözüm olaca�� dü�ünülmeye ba�lanm��t�r. Kuram�n kurucusu olarak kabul edilen

Bodin’i, bölünmez ve devredilemez bir egemenlik kurgulamaya iten de bu ortamd�r.

Bu ortamda, Bodin tüm yetkilerin kral�n elinde toplanmas� gerekti�ini savunarak kral

egemenli�inin kuramc�s� olmu�tur. Ancak toplumlar�n demokratikle�mesi kral

egemenli�inden ulusal egemenli�e dönü�ümü de beraberinde getirmi�tir.

Egemenli�in tan�m�n�n ayr�lmaz ö�elerinin neler oldu�u dü�ünürler aras�nda

tart��ma konusudur. Egemenlik, en yal�n ifadeyle, kanun koyma hakk�n� elinde

tutmakt�r. Ulusal egemenli�in geli�imiyle bu hak, parlamentolar�n eline teslim

300

edilmi�tir. Zaman içerisinde uluslararas� hukukun ve insan haklar�n�n geli�imiyle,

egemen devletlerin çe�itli s�n�rlamalar� kabullendi�i görülmektedir. Bu kabul edilen

s�n�rlamalar�n egemenli�in özüne zarar verip vermedi�i s�kça gündeme getirilen bir

soru olmu�tur. Kendi kendini s�n�rlama doktrinini savunanlar, egemenin kendi

iradesiyle s�n�rlamalar� kabullenebilece�i ve bu kabullenmenin egemenliklerine zarar

vermedi�i üzerinde durmu�lard�r. Ancak, uluslararas� hukukun ve insan haklar�n�n

geli�imi, sadece devletlerin kendi iradeleriyle egemenliklerini s�n�rlamay� kabul

etmeleriyle aç�klanamaz. Burada as�l soru, devletlerin bu s�n�rlamalar� kabul

etmemelerinin mümkün olup olmad���d�r. Bu sorunun cevab� kan�m�zca olumsuzdur.

Bir ba�ka deyi�le, egemen devletler içinde ya�ad�klar� sistemde çe�itli nedenlerle

baz� kurallar� kabullenmek zorunda kalm��lard�r. Dolay�s�yla karma s�n�rlama

anlay���n� savunanlar�n belirtti�i gibi, toplumlar�n ya�ad�klar� dönü�ümler �����nda

devletlerin yapmalar� gerekenler ve birbirleriyle olan ili�kileri de�i�ime u�ram��t�r.

Bu de�i�im içerisinde, yeni kurallar�n belirlenmesi gerekti�inde, devletler bu

kurallar� iradelerini kullanarak kabullenmeyi tercih etmi�lerdir.

AB’nin geli�iminin bu ba�lamda de�erlendirilip de�erlendirilemeyece�i

çal��mam�z�n birinci bölümünün inceleme konusu olmu�tur. Avrupa Topluluklar�,

antla�malarla kurulmu�tur. Bu antla�malar� akteden üye devletlerin, kendi

iradeleriyle do�acak hak ve yükümlülükleri kabullendikleri aç�kt�r. Dolay�s�yla

kurulu� a�amas�nda, ister kendi kendini s�n�rlama ister karma s�n�rlama doktrinini

benimseyerek olsun uluslararas� örgütlere üye olmay� kabul eden egemen devletlerin

�artlar�ndan farkl� bir durum söz konusu de�ildir. Ancak zaman içinde Avrupa

anayasal düzeninin olu�mas� egemenlik ile ilgili en temel tan�m� sorgulan�r hale

getirmi�tir. Bu anayasal düzenin olu�mas�nda rol oynayan doktrinler Adalet

Mahkemesi’nin kararlar�ndan yola ç�karak incelenmi�tir. Bu kararlar �����nda olu�an

anayasal düzende, art�k tek kanun koyucunun üye devletler oldu�unu söylemek

mümkün de�ildir. Yüksek önemli politikalar�n uluslararas� konferanslarda yap�lan

pazarl�klar sonucunda belirlenmesi, üye devletlerin klasik anlam�yla

egemenliklerinin devam etti�i anlam�na gelmemektedir. Yüksek / dü�ük önemli

politikalar�n ayr�m�n�n yap�lmas� ço�u zaman kolay olmamaktad�r. Örne�in para

basmak ve buna ba�l� olarak maliye politikalar�na karar vermek, uzun zaman yüksek

301

önemli politikalar aras�nda say�lm��lard�r. Ancak art�k bu konular, Topluluk

kurumlar�n�n yetki alan�na girmektedir. Dü�ük önemli politikalar aras�nda

say�labilecek birçok konu ise, do�rudan yurtta�lar�n�n hayatlar�n� düzenleyen

konulard�r. Karar vericinin kim oldu�u dolay�s�yla önem kazanmaktad�r.

Klasik egemenlik anlay��� içerisinde dü�ünüp Avrupa Topluluklar�’n�n

geli�imini anlamaya çal��an bir di�er grup ise, üye devletlerin egemenliklerini

devretmelerinden yola ç�karak Avrupa federal devletinin kurulmas�n� gündeme

getirmi�tir. Dolay�s�yla yerle�ik egemenlik kuramlar� çerçevesinde dü�ünenlerin bir

k�sm� da AB ba�lam�nda yap�lan federalizm tart��malar�n�n kayna�� olmu�tur. Ancak

ayr�nt�l� incelendi�i üzere, siyaset bilimi ve kamu hukukunda kabul edilen

tan�mlamalardan yola ç�karak, AB’nin ne bir konfederasyon ne de bir federal devlet

oldu�u söylenebilir. Bu ba�lamda Joschka Fischer ya da Jacques Delors’un öne

sürdü�ü federasyon dü�üncesinde, üye devletler kendi gerçekliklerini,

egemenliklerini korumaktad�rlar. Ancak federasyon ya da birlik ad� verilebilecek

yeni bir siyasi örgütlenme olu�turarak ileri do�ru bir ad�m atmaktad�rlar. Burada

kullan�lan federasyon kavram� hiçbir �ekilde federal devlet anlam�na gelmemektedir.

Üye devletler ile Birlik aras�ndaki ili�ki federatif pakt ya da anayasal antla�ma

arac�l���yla kurulabilir. Bu anayasal antla�man�n, Taslak Anayasa ile tek bir metine

dönü�türülmesine çal���lm��t�r. �u a�amada ba�ar�l� olunamamas�, bu ba��n kopmas�

anlam�na gelmemektedir. Çal��man�n birçok yerinde vurguland��� ve ATAM

kararlar�na ve önde gelen AB hukukçular�na gönderme yap�larak aç�kland��� gibi

Avrupa, anayasal düzen �eklini zaten alm��t�r. Kurucu antla�malar ve onlar�n

eksiklerini tamamlamak için imzalanan antla�malar, anayasal bir ili�kinin temelini

olu�turmaktad�r. K�saca bir kere daha vurgulamak gerekirse, ikinci bölüm, AB’nin

klasik konfederasyon / federal kar��tl��� d���nda incelenmesi gerekti�ini göstermi�tir.

Avrupa bütünle�mesi geldi�i a�amada, üye devletlerin egemenliklerini koruduklar�

bir Avrupa Federasyonu’na ya da Avrupa Birli�i’ne dönü�mü�tür.

Bu dönü�üm sonucunda iktidar ili�kilerinin nas�l tan�mlanabilece�i ise

üçüncü bölümde ayr�nt�l� ele al�nm��t�r. Bu bölümde yap�lan incelemeler sonucunda,

Avrupa anayasal düzeninde iktidar ili�kilerinin anla��labilmesi için nas�l

302

tan�mlanmas� gerekti�ine dair tespitler yap�lm��t�r. Bu tespitlerin ilki, Avrupa

Birli�i’nin amac�n�n devlet olu�turmak olmad���d�r. Ancak gene de bir anayasal

düzen kurmu�tur. Dolay�s�yla devletsiz anayasal düzenlerin ilk örne�ini

olu�turmaktad�r. Devletsiz bir anayasal düzenin kabulü, klasik anayasac�l�k

anlay���ndaki birçok ilkeyi geçersiz k�lmaktad�r. Bunlar�n ba��nda ise, anayasal

düzenlerin mutlak bir hiyerar�i öngörmesi ilkesi gelir. Bunun aksine Avrupa anayasal

düzeni, çok-kademeli bir anayasal düzendir. Burada hem Birlik kurumlar�, hem

ulusal parlamentolar anayasal kural koyabilmektedir. Bu kurallar aras�nda mutlak bir

hiyerar�iden çok, e�s�ral� bir ili�ki (heterar�i) oldu�unu söylemek daha do�rudur.

Bu ba�lamda egemenin tan�m�n� en üst kural koyucu olarak yapmaktan kaç�nmak

gerekir; çünkü düzenleme yap�lacak alan�n kimin yetki alan�na girdi�ine ba�l� olarak

en üst kural koyucu da de�i�mektedir.

�ktidar ili�kilerinin anla��labilmesi için ikinci olarak, yöneti�im kavram�n�n

vurgulanmas� gerekmektedir. Son y�llarda ya�anan geli�melerle resmi karar alma

makamlar� d���nda kalan aktörler, gittikçe daha etkin �ekilde karar alma süreçlerine

kat�lmaya ba�lam��lard�r. Çok-kademeli yöneti�im kavram� hem akademik camiada

hem de AB’nin resmi raporlar�nda tart���lan, üzerine dü�ünülen bir kavram halini

alm��t�r. Yurtta�lar�n karar alma süreçlerine kat�l�m� AB’nin en temel kayg�lar�ndan

biridir.

Bu kayg�, egemenlikle ilgili yap�lacak üçüncü tespite ba�l�d�r. Avrupa

anayasal düzeninde egemenli�in, modern devletin do�u�undan önceki dönemde

oldu�u gibi, ikili olarak dü�ünülmesi gereklidir. Egemenli�in ikili�i, bir soyut bir de

somut yönü olmas� anlam�na gelmektedir. Soyut anlam�yla egemen olan Avrupa

yurtta�lar�d�r. Avrupa anayasal düzeninde özellikle Maastricht Antla�mas� sonras�nda

ATAM’�n ald��� kararlar�n da gösterdi�i gibi yurtta�l�k kavram�na yap�lan vurgunun

artt�r�lmas� bir anlamda buna ba�l�d�r. Demokratik devletlerden olu�an bir siyasi

örgütlenme olarak AB’nin demokrasinin korunmas�n� amaçlad���ndan �üphe

duyulamaz. Bu yüzden Avrupa anayasal düzeninde iktidar ili�kilerinin �ekil

de�i�tirmesinin en önemli sonucu, yurtta�lar�n karar alma süreçlerinden uzakla�mas�

olmu�tur. Kurumsal yap�da de�i�ikliklerle Avrupa Parlamentosu’nun güçlendirilmesi

303

çabas�n�n arkas�nda yatan nedenlerden biri budur. Ancak bu tür kurumsal

de�i�iklikler yeterli de�ildir. Önemli olan Avrupa yurtta�l���n� tam anlam�yla hayata

geçirebilmektir. Bunun için ise yurtta�lar�n Avrupa sorunlar� üzerine dü�ünmeye

te�vik edilmesi ve kendilerini ifade edebilecekleri bir kamusal alan�n olu�turulmas�

önemlidir. Çok-kademeli yöneti�im anlay��� de�i�ik kademelerde, farkl� aktörlerin

karar alma süreçlerine kat�l�m�n� öngördü�ünde bu kamusal alan�n var oldu�undan

yola ç�kmaktad�r; çünkü ancak ortak sorunlar üzerine dü�ünen yurtta�lar�n karar alma

süreçlerine müdahale etme talepleri olacakt�r.

Avrupa anayasal düzeninde iktidar ili�kilerinin ald��� �eklin anla��lmas�n�

kolayla�t�racak dördüncü tespit ise, somut anlam�yla egemenli�in bir yetkiler bütünü

olarak dü�ünülmesidir. Esasen ulusal sistemlerde de egemenli�in uygulamada bir

yetkiler bütünü olarak görüldü�ü söylenebilir. Ancak ulus-devlette, egemenli�in en

temel yetkisi olarak görülen kanun yapma yetkisi parlamentolar�n elindedir.

Parlamentolar ise ulusun temsilcilerinden olu�maktad�r. Bir anlamda soyut ve somut

yönüyle egemenlik ulusal parlamentolarda birle�mi�tir. Oysa Avrupa anayasal

düzeninde yetkiler aras�nda i�levsel bir bölünme söz konusudur. Baz� alanlarda en

üst kanun koyucu Avrupa kurumlar�yken, baz�lar�nda ulusal yasama meclisleridir.

Dolay�s�yla Avrupa anayasal düzeninde yetki bölü�ümüne dayanan bir egemenlik

anlay��� hakimdir. AB’de yetki bölü�ümünün kurallar�n�n belirlenmesinin en güncel

konulardan biri olmas�n�n sebebi de budur. Kan�m�zca AB sisteminin elli y�l� a�k�n

bir süredir yürümesinin ve gerekli yetki bölü�ümlerinin yap�labilmesinin ard�nda

yatan neden, uzla��n�n sa�lanabilmesidir. Bu uzla��n�n sa�lanabilmesinde en temel

aktör �üphesiz Adalet Mahkemesi’dir. Ancak tek de�ildir. Üçüncü bölümde

incelendi�i üzere, ulusal mahkemeler, üye devletlerin hükümetleri ve hatta akademik

camia, bu uzla��n�n sa�lanmas�nda önemli rol üstlenmi�lerdir.

Egemenlik yetkilerinin ulusüstü organlarla bölü�ülmesinin kabullenilmesinde

iç politikada yönlendirici aktörler taraf�ndan verilen destek kadar küreselle�me ad�

alt�nda toplayabilece�imiz geli�meler de rol oynam��t�r. Nas�l ki feodal dönemde

yerel güçler, sorunlara çözüm bulamad�klar� ve yönetimleri alt�nda ya�ayanlar�n

güvenliklerini sa�layamad�klar� noktada merkezi iktidarlar�n yükseli�ini kabul etmek

304

zorunda kald�larsa, ulus-devletler de günümüzde çözüm üretemedikleri birçok

sorunla kar�� kar��ya kalmaktad�rlar. Avrupa ülkeleri de bu sorunlardan pay�n�

almaktad�r. Hatta 20. yüzy�l�n ilk yar�s�na kadar ba�at rol üstlenen Avrupa ülkelerinin

dünya siyasetinde ve ekonomisinde geride kalmalar�, üye devletlerin karar

al�c�lar�nda egemenlik yetkilerinin payla��lmas�nda uzla�� zemininin bulunmas� için

te�vik edici rol oynamaktad�r.

Ancak eksik kalan, yurtta�lar aras�nda bir uzla��n�n sa�lanabilmesidir. Buraya

kadarki geli�melerde çok nadiren Avrupa yurtta�lar�na söz hakk� verilmi�tir. Oysa

yeni tür bir siyasi örgütlenme, bir Birlik ya da Federasyon olarak ortaya ç�kma

iddias�n� yurtta�lar�n onay�yla tamamlamak gerekmektedir. Avrupa Anayasas�’n�

Kuran Antla�ma’n�n iki ülkede referandum süreçlerinde ask�ya al�nmas�, yurtta�lar�n

Avrupa’n�n gelece�i üzerine dü�ünmelerinin te�vikinin ne kadar önemli bir sorun

oldu�unu göstermi�tir. Her ne kadar referandum süreçleri sonucunda Avrupa

Anayasas�’n� Kuran Antla�ma’n�n onaylanmas� süreci dondurulmu� olsa da, gerek

haz�rlanmas� benimsenen Kurultay yöntemiyle gerek referandum süreçlerinde

Avrupa kamuoyunun dikkatinin bu konu üzerine çekilmesiyle önemli ad�mlar

at�lm��t�r. Soyut yönüyle egemen olan Avrupa yurtta�lar�n�n ortak sorunlar� üzerinde

tart��abilecekleri bir kamusal alan�n yarat�lmas�nda internetin kullan�lmas�

önerilmektedir. Ayr�ca yaz�l� ve görsel medya kurulu�lar�n�n da bu konuda öncü rol

üstlenebilecekleri kesindir. Referandumlar�n ‘hay�r’ ile sonuçlanmas�, Avrupa

yurtta�lar�n�n karar alma süreçlerinden uzakla�t�r�lmas�n�n bahanesi olarak

kullan�lmamal�d�r.

Egemenli�in somut yönünü olu�turan yetki bölü�ümü konusunun gelece�i

üzerine dü�ünüldü�ünde, �u ana kadar uzla��n�n sa�lanmas�n� beceren aktörlerin

gelecekte de etkin rol oynayacaklar� söylenebilir. Ancak Avrupa Anayasas�’n� Kuran

Antla�ma’n�n olu�turmaya çal��t��� gibi bir yetki bölü�üm listesi, uzla��n�n zeminini

sa�lamla�t�racakt�r. Öte yandan yetki da��l�m�n� birebir aç�kl��a kavu�turan bir liste

olu�turmak mümkün de�ildir. Bu yüzden anla�mazl�k halinde yetkinin hangi

kurumda oldu�una karar verecek bir makam�n olmas� �üphesiz gereklidir. �imdiye

kadar bu yetkinin ulusal mahkemelerde oldu�unu savunanlar kadar, Adalet

305

Mahkemesi’nde topland���n� öne sürenler de olmu�tur. Bu noktada sistemin

i�lemesinin, al�nan kararlar�n tüm üye devletlerde ayn� �ekilde yorumlanmas�na ba�l�

oldu�u ve bu görevin de antla�malardaki çe�itli maddelerle ATAM’a verildi�i göz

önünde bulundurularak, Adalet Mahkemesi’nin yetkinin kimde oldu�u konusunda

karar verici olmas� gerekti�i söylenebilir. Yetkinin kimde oldu�u belirlenirken

ikincillik ilkesi gözetilmelidir. Ayr�ca Weiler’�n bir Avrupa Anayasa Konseyi

olu�turma önerisi, üzerinde dü�ünülmesi gereken bir tekliftir; çünkü Avrupa anayasal

düzeninde iktidar ili�kilerini klasik egemenlik yakla��mlar�yla dü�ünmek art�k

mümkün de�ildir. Egemenlik bölü�ümü olarak dü�ünüldü�ünde, yetki

bölü�ümlerinin uzla�� zemininde yap�lmas� ve öngörülen s�n�rlara uyulmas� en temel

sorunlar halini almaktad�r. Amaçlanan, yeni tür bir siyasi örgütlenme olan AB’de

iktidar ili�kilerinin sa�lam ve uzla�� sa�layan bir zemine oturtulmas�d�r. Ancak bu

�ekilde ‘egemenlik elden gidiyor’ söyleminin bütünle�menin önünü kesmesine engel

olunabilir.

AB’nin en ba�ta egemenlik olmak üzere, yurtta�l�k, anayasa gibi çok temel

kavramlar üzerine farkl� yakla��mlar olu�turulmas�n� sa�layarak öncü bir rol

üstlendi�i aç�kt�r. Yeni tür bir siyasi örgütlenme olarak Birlik’in di�er bölgesel

bütünle�me hareketleri üzerine etkileri ise ancak zamanla ortaya ç�kacakt�r.

306

KAYNAKÇA

Makaleler ve Kitaplar:

AALBERTS, T.E: 2004 “The Future of Sovereignty in Multilevel Governance Europe – A Constructivist Reading”, JCMS, vol.42, no:1, s.23-46.

A�AO�ULLARI M.A. & KÖKER L.: 2000

Kral-Devlet ya da Ölümlü Tanr�, 2. Bask�, �stanbul �mge Kitabevi.

AKAL, C.B.: 2003 �ktidar�n Üç Yüzü, �stanbul, Dost Yay�nlar�.

AKIN, �.: 1993 Kamu Hukuku, 7.Bask�, �stanbul, Beta Yay�nlar�,.

ALTHUS�US, J.: 1964(1603) The Politics of Joahannes Althusius – An abriged translation of third edition of Politica Methodice Digesta, çev. Ve giri� yazan Frederick S. Carney, önsöz Carl J. Friedrich, Beacon Press, Boston.

ARENDT, H.: 1972 “Qu’est-ce que l’autorité?”, �ngilizce’den çev. Patrick Lévy, Crise de la culture (Between Past and Future), Arendt H., Gallimard, Paris, s.121-185.

AXTMANN, R.: 1998 “Globalization, Europe and the State: Introductory Reflections”, Globalization and Europe: Theoretical and Empirical Investigations, (der.) Axtmann, Londra, Pinter, s.1-22.

BADIE, B.: 1999 Un monde sans souveraineté, Paris, Fayard.

BAECHLER, J.: 1993 “L’Europe et la Fédération”, La Pensée politique, no: 1, EHESS, Gallimard.

BARRET-KR�EGEL, B.: 1989

L’Etat et les esclaves, Paris, Payot.

BEAUD, O.: 1994 La puissance de l’Etat, Paris, PUF.

BEAUD, O.: 1998 “Fédéralisme et souveraineté – Notes pour une théorie constitutionnelle de la Fédération”, Revue de Jurisprudence administrative, janvier-février, s.83-122.

307

BERMANN, G.A.: 1994 “Taking Subsidiarity Seriously: Federalism in the European Community and United States”, Columbia Law Review, vol.94, no:2, s.331-456.

BLANC, J & VIRIEUX, J.M. & WAGUET P.: 1988

Grands régimes politiques étrangers, Paris, Sirey.

BLOCH, M.: 2005 Feodal Toplum, �stanbul, Do�u Bat� Yay�nlar�.

BOCQUILLON, V & v.d.: 2003

“La simplification des procédures de décision”, Regards sur l’actualité, La Documentation française, no:294, s.31-41.

BODIN, J.: 1986(1576) Six livres de la République, Haz. Christian Fremont, Dominique Couzinet et Henri Rochais, Fayard, Paris.

BULL, H.: 1979 “The State’s Positive Role in World Affairs”, Dædalus, vol.108

BURDEAU, G.: 1949 Traité de science politique – Le pouvoir politique, Cilt I, Paris, LGDJ.

BURDEAU, G. & HARMON, F. & TROPER M.: 1997

Droit constitutionnel, Paris, LGDJ.

BURLEY, A.M. & MATTLI, W.: 1993

“Europe Before the Court: A Political Theory of Legal Integration”, International Organization, vol.47, no:1, s. 41-76.

BURNS, J.H.: 1997 Histoire de la pensée politique moderne 1450-1700, çev. Jacques Ménard ve Claude Sutto, Paris, PUF.

CAMILLERI, J.A. & FALK, J.: 1992

The End of Sovereignty?, U.K., Edward Elgar Pub.

CAPORASO, J.A.: 1996 “The European Union and forms of states”, JCMS, vol. 34, no:1, s.29-52.

CARRE DE MALBERG, R.: 1920

Contribution à la théorie générale de l’Etat, Cilt I, Paris, Recueil Sirey.

CARREAU, D.: 1994 Droit international, 4. bask�, Paris, Les Editions Pedone.

CASSIRER, E.: 1966 La Philosophie des Lumières, Almanca’dan çev. Pierre Quillet, Paris, Fayard.

308

ÇELEB�, A.: 2002 Avrupa: Halklar�n Siyasal Birli�i, �stanbul,

Metis.

CHALTIEL F.: 2000 La souveraineté de l’Etat et l’UE – l’exemple français, Paris, LGDJ.

CHEVALLIER, J.: 2003 L’Etat de droit, 4. bask�, Paris, Montchrestien.

CHEVALLIER, J.J.: 1966 Les grandes œuvres politiques – De Machiavel à nos jours, Paris, Armand Colin.

CHRISTIANSEN, T.: 1994 “European Integration between Political Science and International Theory: The End of Sovereignty”, EUI Working Paper RSC, no: 94/4, Floransa.

CHRISTIANSEN, T. (1997) “Reconstructing European Space: From Territorial Politics to Multilevel Governance”, Reflective Approaches to European Governance, (der.) Jørgensen K.E., Londra, Macmillan Press, s.51-68.

CHRISTIANSEN T. & JØRGENSEN K.E.(1999)

“The Amsterdam Process: A Stucturationist Perspective on EU Treaty Reform”, European Integration online Papers (EloP), vol.3, no:1, http://eiop.or.at/eiop/texte/1999-001a.htm. Eri�im tarihi: 28 Ekim 2005.

COMBACAU, J.: 1993 “Pas une puissance, une liberté: la souveraineté internationale de L’Etat”, Pouvoirs, no:67, s.47-58.

CRAIG, P. & DE BURCA, G.: 2003

EC law : text, cases, and materials, 3. Bask�, Oxford, OUP.

CRAIG, P.:2001

“Constitution, Constitutionalism and the European Union”, European Law Journal, vol.7, no:2, s.125-150.

CRAIG, P.: 2003 “The Constitutionalization of Community Administration”, Harvard Jean Monnet Working Paper, no:3/03, http://www.jeanmonnetprogram.org/papers/03/030301.html. Eri�im tarihi:01 A�ustos 2005.

CRUM, B.: 2004 “Politics and Power in the European Convention”, Politics, vol.24, no:1, s.1-11.

309

DAHL, R.:1969 Qui Qouverne?, �niglizce’den çeviren ve giri�

yazan Pierre Birnbaum,13. Bask�, Paris, Armand Colin.

DAVID, M.: 1996 La souveraineté du peuple, Paris, PUF.

DE BENOIST, A.: (1999) “Johannes Althusius (1557-1638)”, Krisis, no:22 (Mart), s. 2-34. http://www.alaindebenoist.com/pdf/althusius.pdf. Eri�im tarihi: 28 Nisan 2006. �ngilizcesi: De Benoist A. (1999) “The First Federlist: Johannes Althusius”, Telos, K��, no:118.

DE BURCA, G. & DE WITTE, B.: 2002

“The Delimitation of Powers Between the EU and its Member States”, Accountability and Legitimacy in the European Union, (der.) Arnull A. & Wincott D., U.K., OUP, s.201-222.

DE BURCA, G.: 1993 “The Principe of Proportionality and its Application in the EC Law”, YEL, vol.13, s.105-150.

DEDEO�LU, B.: 2003 “Avrupa Birli�i’nin Bütünle�me Süreci I: Tarihsel Birikimler”, (der.) Beril Dedeo�lu, �stanbul, Boyut Kitaplar�, s.17-39.

DEHOUSSE, R. & WEILER, J.H.H.: 1990

“The Legal Dimension”, The Dynamics of European Integration, (der.) Wallace W., Pinter, Londra, s.242-260.

DEHOUSSE, R.: 1993 “Does Subsidiarity Really Matter?”, EUI Working Papers in Law, no:92/32.

DEHOUSSE, R.: 1994 La Cour de justice des Communautés européennes, Paris, Montchrestien.

DEHOUSSE, R.: 2000 “Le principe de subsidiarité dans le débat constitutionnel européen”, La constitution de l’Europe, (der.) Magnette P., Brüksel, Edition de l’Université de Bruxelles, s.151-160.

DEHOUSSE, R.: 2002 (der.) Une Constitution pour l’Europe, Paris, Presses de Sciences Po,

DE JOUVENEL, B.: 1947 Du Pouvoir – Histoire naturelle de sa croissance, Cenevre, Les Editions du Cheval Ailé.

310

DE JOUVENEL, B.: 1955 De la souveraineté – A la recherche du bien

politique, Paris, Editions M. Th. Génin.

DELOCHE-GAUDEZ, F.: 2002

“La Convention pour l’élaboration de la Charte des droits fondamentaux: une méthode ‘constituante’?”, Une Constitution pour l’Europe, (der.) Dehousse R., Paris, Presses de Sciences Po, s.177-225.

DE WITTE, B.: 1999 “Direct Effect, Supremacy, and the Nature of Legal Order”, The Evolution of EU Law, (der.) Craig P & de Burca G., U.K., OUP, s. 177-213.

DOEHRING, K.: 2002 Genel Devlet Kuram�, çev. Ahmet Mumcu, �stanbul, �nk�lâp.

D’OLIVEIRA, H.U.J.: 1994 “European Citizenship: Its Meaning, Its Potential”, Europe After Maastricht: An Ever Closer Union?, (der.) Dehousse R., Münih, Beck, s.126-148.

DOUGAN, M.: 2006 “The constitutional diemnsion to the case law on Union citizenship”, European Law Review, no:31, s.613-641.

DUBY, G.: 1953 La Société aux X�e et XIIe siècles dans la région mâconnaise, Paris.

DUGUIT, L.: 1917 “The Law and The State”, Harward Law Review, vol.31, no:1 (November), s.1-185.

DUGUIT L.: 1927 Traité du Droit Constitutionnel, Cilt I, Paris, Ancienne Librairie Fontemoing & Cie.

DUGUIT, L.: 2000 “Egemenlik ve Özgürlük”, Çev. Didem Köse & Sedef Koç, Devlet Kuram�, (der.) Akal C.B., �stanbul, Dost Yay�nlar�.

DUHAMEL, O.: 2003 “Quels apports pour les citoyens européens?”, Regards sur l’actualité, La Documentation française, no:294, s.43-51.

DUHAMEL, O.: 2005 Constitution européenne, Paris, A. Colin.

EDWARDS, D.J.: 1996 “Fearing Federalism’s Failure: Subsidiarity in the European Union”, The American Journal of

311

Comparative Law, vol.44, no:4, s.537-583.

ELAZAR, D.J.: 1979 “Federalism as Grand Design”, Publius, vol.9, no:4, s.1-8.

ELAZAR, D.J.: t.y. “Althusius and Federalism as Grand Design”, http://jcpa.org/dje/articles2/althus-fed.htm. Eri�im tarihi: 28 Nisan 2006.

ELLUL, J.: 1992a Histoire des institutions – L’Antiquité, Cilt 1-2, 8. bask�, Paris, PUF.

ELLUL, J.: 1992b Histoire des institutions – Le Moyen-Age, Cilt 3, 8. bask�, Paris, PUF.

ELSTER, J.: 1998 Deliberative Democracy, Cambridge, CUP.

ENGSTER, D.: 1996 “Jean Bodin, Scepticism and Absolute Sovereignty”, History of Political Thought, vol.XVII, no:4, Winter, s.469-499.

ERDEN�R, B.: 2005 Avrupa Kimli�i: Pan-Milliyetçilikten Post-Milliyetçili�e, Ankara, Ümit Yay�nc�l�k.

ESTELLA, A.: 2002 The EU Principle of Subsidiarity and Its Critique, Oxford, OUP.

FISCHER, J.:2002 “De la confédération à la Fédération: réflexion sur la finalité de l’intégration européenne”, Discours prononcé à l’Université Humboldt, (der.) Renaud Dehousse, Une Constitution pour l’Europe, Presses de Science Po, Paris, s.229-244.

FLEINER-GERSTER, T.: 1986

Théorie générale de l’Etat, Paris, PUF.

FRANKLIN, J. H.: 1963 Jean Bodin and the 16th Century Revolution in the Methodology of Law and History, Columbia, Columbia University Press.

FRANKLIN, J. H.: 1993 Jean Bodin et la naissance de la théorie absolutiste, Paris, PUF.

FRANKLIN, J.H.: 1997 “La souveraineté et la constitution mixte: Bodin et ses critiques”, Histoire de la pensée politique moderne, (der.) Burns J.J., Paris, PUF, s.270-297.

312

GAFFIOT F.: 2001 “Subsidium”, Le Gaffiot de poche – Dictionnaire Latin / Français, Paris, Hachette, s.720.

GARRETT, G.: 1992 “International cooperation and institutional choice: the European Community’s internal market”, International Organization, vol.46, no:2 (spring), s.533-560.

GERBET, P.: 1999 La construction de l’Europe, Paris, Imprimerie Nationale Editions.

GIESEY, R.E.: 1973 “Medieval Jurisprudence in Bodin’s Concept of Sovereignty”, Actes du Colloque International Jean Bodin à Munich, Munich, Verlag C.H.Beck, s.167-186.

GISCARD D’ESTAING, V.: 2002

“La dernière chance de l’Europe uni”, Le Monde, 23.07.2002.

GLASER, E.: 2003 “Les propostions des réformes institutionnelles”, Regards sur l’actualité, La Documentation française, no:294, s.17-29.

GOLDSTEIN, L.F.2001 Constituting Federal Sovereignty: The European Union in Comparative Contexte, Baltimore, John Hopkins University Press. (Çevrimiçi)http://site.ebrary.com/lib/maltepe/Top?layout=document&id=10021586&?nosr=1. Eri�im tarihi 25 Ekim 2006.

GOYARD-FABRE, S.: 1989 Jean Bodin et le droit de la République, Paris, PUF.

GOYARD-FABRE, S.: 1999 L’Etat – figure moderne de la politique, Paris, Armand Colin.

GOYARD-FABRE, S.: 2003 “BODIN Jean, 1529-1596”, çev. �smail Yerguz, Siyaset Felsefesi Sözlü�ü, (der.) Raynaud P. & Rials S., �leti�im Yay�nlar�, �stanbul, s.142-148.

GÖZE, A.: 1993 Siyasal Dü�ünceler ve Yönetimler, �stanbul, Beta Yay�nlar�.

GRARD, L.: 2003 “Traité constitutionnel, une réalité juridique”, Revue du Droit public, vol.119, no:5, s.1259-1263.

313

GREWE, C. & OBERDORFF, H.: 1999.

(Haz.) Les Constitutions des Etats de l’Union européenne, Paris, La documentation française.

GRIMM, D.: 2002 “Le moment est-il venu d’élaborer une Constitution européenne?”, Une Constitution pour l’Europe?, (der.) Dehousse R., Paris, Presses de Sciences Po, s. 69-78.

HABERMAS, J.: 1989 The New Conservatism: Cultural Criticism and the Historians’ Debate, MIT Press.

HABERMAS, J.: 1992 “Citizenship and National Identity: Some Reflections on the Future of Europe”, Praxis International, vol.12, no:1 (april), s.1-19.

HABERMAS, J.: 1997 Droit et démocratie, Gallimard, Paris.

HABERMAS, J.: 1998 “The European Nation-State: On the Past and Future of Soverignty and Citizenship”, Public Culture, vol.10, no:2, s.397-416.

HABERMAS, J.: 2001 “Avrupa’n�n Neden Bir Anayasaya �htiyac� Var?”, New Left Review, no:1, s.3-32.

HABERMAS, J.: 2004 “Öteki” Olmak, “Öteki”yle Ya�amak – Siyaset Kuram� Yaz�lar�, 3. Bask�, çev. �lknur Aka, �stanbul, YKY.

HABERMAS, J.: 2006 “Sur l’Europe”, Sur l’Europe, Paris, Bayard.

HARTLEY, T.C.: 1986 “Federalism, Courts and Legal Systems: The Emerging Constitution of European Community”, The American Journal of Comparative Law, vol. 34, no:2 (spring), s.229-247.

HARTLEY, T.C.: 1994 The Foundations of European Community Law, 3. bask�, Oxford, Clarendon Press.

HARTLEY, T.C.: 1999 Constitutional Problems of the European Union, Oxford, Hart.

HAURIOU, M.: 1929 Précis de droit constitutionnel, Paris, Recueil Sirey.

HINSLEY, F.H.: 1966 Sovereignty, Londra, C.A.Watts & Co.Ltd.

HIRSCHMAN: 1970 Exit, Voice and Loyalty – Responses to Decline

314

in Firms, Organizations and States, Harvard University Press.

HOFFMANN, S.: 1966 “Obstinate or Obsolete? Reflections on the Nation-State in Western Europe”, Daedalus, vol.95, s.862-915.

HOFFMANN, S.: 1995 The European Sisyphus: Essays on Europe, 1964-1994, Oxford, Westview Press.

HOOGHE L. & MARKS G.: 2001

“Types of Multi-Level Governance”, European Integration online Papers (EIoP), Vol. 5 (2001) N° 11, http://eiop.or.at/eiop/texte/2001-011.htm. Eri�im tarihi: 12 Nisan 2007.

JACHTENFUCHS, M.: 1997 “Conceptualizing European Governance”, Reflective Approaches to European Governance, (der.) Jørgensen K.E, Londra, MacMillan Press Ltd, s.39-50.

JAMES, A.: 1999 “The practice of sovereign statehood in contemporary international society”, Political Studies, vol.47, s.457-473.

JENNINGS, S.R.: 2002 “Sovereignty and International Law”, State, Sovereignty and International Governance, Oxford, OUP.

JØRGENSEN, K.E.: 1997 “Introduction: Approaching European Governance”, Reflective Approaches to European Governance, (der.) Jørgensen K.E, Londra, MacMillan Pres Ltd, s.1-12.

KABO�LU, �.Ö.: 2006 Anayasa Hukuku Dersleri (Genel Esaslar), 3. Bask�, �stanbul, Legal Yay�nevi,

KARAKA� I.: 2003 Avrupa Birli�i Hukukunda Anayasal �lkeler, �stanbul, Yenilik Bas�mevi.

KELLNER, D.: 1998 “Globalization and the Postmodern Turn”, Globalization and Europe: Theoretical and Empirical Investigations, (der.)Axtmann, Londra, Pinter, s.23-42.

KELSEN, H.: 1960 “Sovereignty and International Law”, The Georgetown Law Journal, vol.48, no:4, s.627-639.

315

KEOHANE, R.O.: 1982 “The demand for international regimes”,

International Organization, vol.36, no:2 (spring), s.325-355.

KEOHANE, R.O.: 1990 “Multilateralism: an agenda for research”, International Journal, vol. 45, s.731-764.

KEOHANE, R.O. & HOFFMANN, S.: 1991

“Institutional Change in Europe in the 1980s”, The New European Community: Decisionmaking and Institutional Change, (der.) Keohane R.O. & Hoffmann, S., Bolder, Westview Press, s.1-39.

KRASNER, S.: 1982 “Structural causes and regimes consequences: regimes as intervening variables”, International Organization, vol.36, no:2 (spring), s.185-205.

KRASNER, S.D.: 1999 Sovereignty: Organized Hypocrisy, New Jersey, Princeton University Press.

KRASNER, S.D.: 2001 “Sovereignty”, Foreign Policy, January-February, s.20-29.

KRAUS, P.: 2000a “Von Westfalen nach Kosmopolis. Die Problematik kultureller Identität in der Europäischen Politik”, Berliner Journal für Soziologie, no:2, s.203-218.

KRAUS, P.: 2000b “Political Unity and Linguistic Diversity in Europe”, Archives européennes de sociologie, no:41, s.138-163.

KUBALI, H.N.: 1971 Anayasa Hukuku Dersleri – Genel Esaslar ve

Siyasi Rejimler, �stanbul, �.Ü. Hukuk Fakültesi Yay�nlar�, no:351.

KUTLU, M.: 2001 Kuvvetler Ayr�l���, Temelleri-Geli�imi Hukuk Devletinin Kökenleri, Ankara, Seçkin Yay�nlar�.

KYMLICKA, W.: 1994 “Return of the Citizen: A Survey of Recent Work on Citizenship Theory”, Ethics, no:104, p. 352-381.

LA TORRE, M.: 1999 “Legal Pluralism as Evolutinary Achievement of Community Law”, Ratio Juris, vol.12, no:2, s. 182-195.

316

LABORDE, C.: 1996 “Pluralism, Syndicalism and Corporatism: Léon Duguit and The Crisis of The State”, History of European Ideas, vol.22, No:3, s.227-244.

LANE, J.E.: 1997 “Governance in the European Union”, West European Politics, vol. 20, no:4, s.200-208.

LARRERE, C.: 2003 “GROTIUS Hugo, 1583-1645”, çev. �smail Yerguz, Siyaset Felsefesi Sözlü�ü, (der.) Raynaud P. & Rials S., �stanbul, �leti�im Yay�nlar�, s.349-354.

LEBEN, C.: 2000 “Fédération d’Etats-nations ou Etat fédéral?”, Harvard Jean Monnet Working Paper, no:7/00, http://www.jeanmonnetprogram.org/papers/00/00f0301.rtf. Eri�im tarihi:01 A�ustos 2005.

LEGOHEREL, H.: 1996 Histoire du droit international public, Paris, PUF, QSJ?

LENAERT, K & DESOMER, M.: 2005

“Towards a Hierarchy of Legal Acts in the European Union? Simplification of Legal Instruments and Procedures”, European Law Journal, vol.11, no:6, s. 744-765.

MACCORMICK, N.: 1999 Law, State, and Nation in the European Commonwealth, Londra, OUP.

MACCORMICK, N.: 2002 “The Idea of Constitutional Pluralism”, The Modern Law Review, vol.65, no:3, s.317-359.

MAGNETTE, P.: 1999 La citoyenneté européenne, Brüksel, Editions de l’Université de Bruxelles,

MAGNETTE, P.: 2000a L’Europe, l’Etat et la démocratie, Brüksel, Editions Complexe.

MAGNETTE, P.: 2000b “le principe démocratique au-delà de la représentation”, La constitution de l’Europe, (der.) Magnette P., Edition de l’Université de Bruxelles, Brüksel, s.135-150.

MAGNETTE, P.: 2004 “La Convention européenne: argumenter et négocier dans une assamblée constituante multinationale”, Revue française de science politique, vol. 54, no:1, s.5-42.

317

MALANCZUK, P.: 1999 Akehurst’s Modern Introduction to International Law, 7. Bask�, Londra & New York, Routledge.

MANCINI, G.F.: 2000 “The Making of a Constitution for Europe”, Democracy & Constitutionalism in the European Union, Oxford, Hart Publishing, s.1-16.

MARKS & v.d.: 1996 “European Integration from the 1980s: State-Centric v. Multi-level Governance”, JCMS, vol. 34, no:3, s.341-378.

MARKS, G. & HOOGHE, L.: 2004

“Constrasting Visions of Multi-level Governance”, Multi-level Governance, (der.) Bache I. & Flinders M., Oxford, OUP, s.15-30.

MARSHALL, T.H.: 2006 “Yurtta�l�k ve Toplumsal S�n�flar”, çev. Ve haz. Ayhan Kaya, Yurtta�l�k ve Toplumsal S�n�flar, Marshall & Bottomore, �stanbul, Bilgi Üniversitesi Yay�nlar�.

MARTIN, P.M.: 1996 Les échecs du droit international, Paris, PUF, QSJ?

MERRIAM, C.E.: 1900 The History of The Theory of Sovereignty Since Rousseau, New York, Columbia University Press.

MILLON-DELSOL, C.: 1992 l’Etat subsidiare, Paris, PUF.

MILWARD, A.S.: 1999 European Rescue of the Nation-State, Routledge, New York, (Çevrimiçi) http://site.ebrary.com/lib/maltepe/Doc?id=2003548&ppg=17. Eri�im tarihi: 30 Nisan 2006.

MOLCHANOV, M.A.: 2005 “Regionalism and Globalization: The Case of the European Union”, Perspective on Global Development and Technology, vol.4, no:3-4, s.431-446.

MONJAL, P.Y.: 2004 “Le Projet de traité établissant une Constitution pour l’Europe: quels fondements théoriques pour le droit constitutionnel de l’Union européenne?”, Revue trimestrielle de droit européen, no:3 (juillet-septembre), s.443-475.

MONTESQUIEU: 1963 (1748)

Kanunlar�n Ruhu Üzerine I, (çev.) Fehmi Balda�, Ankara, MEB Yay�nlar�.

318

MORAVCSIK, A.: 1993 “Preferences and Power in the European

Community: A Liberal Intergovernmentalist Approach”, JCMS, vol.31, no:4, s.473-524.

MORAVSCIK, A.: 1998 The Choice for Europe: Social Purpose and State Power From Messina To Maastricht, New York, Cornell University Press.

MORAVSCIK, A.: 2003 “Le mythe du déficit démocratique européen”, Raisons Politiques, May�s-Haziran, s.87-105.

MORGENTHAU, H.: 1970 Uluslararas� Politika: Güç ve Bar�� Mücadelesi, çev. Bask�n Oran & Ünsal Oskay, Ankara, Sevinç Matbaas�.

NECKER: 1792 Du Pouvoir exécutif dans les Grands Etats.

ODER, B.E.: 2000 “Topluluk Hukukunun Temel Doktrinleri ve Uygulanmas�”, Avrupa Birli�i Hukuku, (der.) Tekinalp & Tekinalp, 2. bask�, �stanbul, Beta Yay�nlar�, s.119-190.

OKANDAN, R.G.: 1976 Umumi Amme Hukuku, �stanbul, �stanbul Üniversitesi Yay�nlar� No:2138, Hukuk Fakültesi No:479,

OKTAY, C.: 1991 “Kuvvetler Ayr�l��� �lkesinin Yarg� Aç�s�ndan Anlam� ve Türkiye Örne�i”, Oktay C., Hum Zamirini Serencam�, Ba�lam Yay�nlar�, �stanbul.

PACTET, P.: 2002 Institutions Politiques – Droit Constitutionnel, 21. Bask�, Paris, Armand Colin,

PAZARCI, H.: 2005 Uluslararas� Hukuk, 3. Bask�, Ankara, Turhan Kitabevi.

PELLET, A., DINH N. Q. & DAILLIER, P. : 1994

Droit international public, 5. Bask�, Paris, LGDJ.

PERNICE, I.: 2002 “Multi-level constitutionalism in the European Union”, European Law Review, vol.27, s.511-529.

PICOT, G.: 1948 Cardin le Bret (1558-1655) et la doctrine de la souveraineté, Thèse, Nancy.

319

PIRENNE, H.: 1994 Ortaça� Kentleri: Kökenleri ve Ticaretin Canlanmas�, �stanbul, �leti�im Yay�nlar�.

POGGI, G.: 2002 Modern Devletin Geli�imi – Sosyolojik Bir Yakla��m, �stanbul, �stanbul Bilgi Üniversitesi Yay�nlar�.

PONZANO, P.: 2004 “La réforme des institutions de l’Union européenne dans le cadre de la Constitution”, Revue du Droit de l’Union Européenne, no:1, s.25-38.

POSE, A.: 1948 Philosophie du pouvoir, Paris, PUF.

PRECHAL, S.: 2000 “Does Direct Effect Still Matter?”, CMLR, no:37, s.1047-1069.

PRODI, R.: 2000 “2000-2005: Donner forme à la Nouvelle Europe:”, SPEECH/00/41, Strabourg. http://ec.europa.eu/comm/off/work/2000-2005/index_en.htm. Eri�im tarihi: 10.02.2007.

PUCHALA, D.J.: 1972 “Of Blind Men, Elephants and International Integration”, JCMS, vol.10, no:2, s.267-284.

QUARITSCH, H.: 1986 Souveränität. Entstehung und Entwicklung des Begriffs in Frankreich und Deutchland vom 13 Jh.bis 1806, Berlin, Dunckler u.Humblot,

QUERMONNE, J.L.: 1986 Les régimes politiques occidentaux, Paris, Seuil.

RASMUSSEN, H.: 1986 On Law and Policy in the European Court of Justice – A Comparative Study in Judicial Policy-Making, Boston, Nijhorff.

RIDEAU, J.: 1999 Droit institutionnel de l’union et des communautes européennes, 3. Bask�, Paris, LGDJ.

RISSE-KAPPEN, T.: 1996 “Exploring the Nature of the Beast: International Theory and Comparative Policy Analysis Meet in the European Union”, JCMS, vol.34, no:1, s.53-80.

ROOBOL, W.H.: 2005 “Federalism, Sovereignty, etc.”, European Constional Law Review, no:1, s.87-91.

ROSAMOND, B.: 1999 “Discourses of Globalization and the Social

320

Construction of European Identities”, Journal of European Public Policy, vol.6, no:4, s.652-668.

ROSAMOND, B.: 2000 Theories of European Integration, New York, Palgrave.

ROSENAU, J.: 1992 “Governance, Order, and Change in World Politics”, Governance Without Government: Order and Change in World Politics, Rosenau & Czempiel (ed.), Cambridge, Cambridge University Press.

ROSS, G.: 1998 “European Integration and Globalization”, Globalization and Europe: Theoritical and Empirical Investigations, (der.) Axtmann R., Pinter, Londra, s. 164-183.

ROUSSEAU, J.J.: 1930(1762) Le Contrat Social, Paris, Librairie Hatier,

ROUSSEAU, J.J.: 1993(1762) Toplum Sözle�mesi, çev. Veday Günyol, 5. Bask�, �stanbul, Adam Yay�nlar�.

RUBIN, A.P.: 1993 “Enforcing the Rules of International Law”, Harvard International Law Journal, vol.34, no:34, (çevrimiçi) http://web.lexis-nexis.com.proxy.library.carleton.ca/universe/printdoc. Eri�im tarihi: 22 Temmuz 2005.

RUGGIE, J.G.: 1993 “Territoriality and Beyond: Problematizing Modernity in International Relations”, International Organization, vol.47, no:1 (winter), s.139-174.

SANCAR, M.: 2000 “Devlet Akl�” K�skac�nda Hukuk Devleti, �stanbul, �leti�im Yay�nlar�.

SARICA, M.: 1977 100 Soruda Siyasi Dü�ünce Tarihi, 2. bask�, �stanbul, Gerçek Yay�nlar�.

SCHERMERS, H.: 1990 “Special Forward”, CMLR, no:27, s.637-638.

SCHILLING, T.: 1996 “The Autonomy of the Community Legal Order: An Analysis of Possible Foundations”, Harvard Jean Monnet Working Paper, No.10/96, http://www.jeanmonnetprogram.org/papers/96/9610-The.html. Eri�im tarihi: 29 A�ustos 2005.

321

SCHMITT, C.: 1990 Du politique, Puiseaux, Pardès.

SCHMITT, C.: 1993 Théorie de la constitution, Paris, PUF.

SCHMITT, C.: 2002 Siyasi �lahiyat – Egemenlik kuram� Üzerine Dört Bölüm, çev. Emre Zeybeko�lu, �stanbul, Dost Yay�nlar�.

SCHMITTER, P.: 1992 “Representation and the Future Euro-Polity”, Staatswissenschaft and Staatspraxis, no:3, s.379-405.

SCHNEIDER, H.: 2003 “The Constitution Debate”, EIoP Papers, vol. 7, no.4, http://eoip.or.at/eiop/texte/2003-004a.htm. Eri�im tarihi: 29 Nisan 2003.

SEARLE, J.R.: 1995 The Construction of Social Reality, Londra, Penguin.

SLYNN: t.y. “A Constitution?”, John C. Tait Memorial Lecture in Law and Public Policy For the European Union, http://www.justice.gc.ca/en/dept/pub/tait/slynn_lecture.html. Eri�im Tarihi: 18 Nisan 2007.

SOMMERVILLE, J.P.: 1997 “Absolutisme et royalisme”, (der.) Burns J.J., Histoire de la pensée politique moderne, Paris, PUF, s.315-339.

SØRENSON, G.: 1999 “Sovereignty: Change and Continuity in a Fundamental Institution”, Political Studies, vol. XLVII, s.590-604.

SOULIER, G.: 1994 L’Europe: l’histoire, civilisation, institutions, Paris, Armand Colin.

STEINER, J.: 1994 “Subsidiarity Under Maastricht Treaty”, Legal Issuues of The Maastricht Treaty, (der.) O’Keeffe D. & Twoney P.M., UK, Chancery Law Publishing Ltd.

SHAW, J.: 1997 “Citizenship of The Union: Towards Post-National Membership?”, Harvard Jean Monnet Working Paper, No.6/97, http://www.jeanmonnetprogram.org/papers/97/97-06-.html. Eri�im tarihi: 12 Kas�m 2006.

322

STEIN, E.: 1981 “Lawyers, Judges, and the Making of a Transnational Constitution”, The American Journal of International Law, vol. 75, no:1, s.1-27.

SWEET, A.S. & BRUNELL, T.L.: 1997

“The European Court and the National Courts: A Statistical Analysis of Preliminary References, 1961-1995”, Harvard Jean Monnet Working Paper, No.14/97, http://www.jeanmonnetprogram.org/papers/97/97-14-.html. Eri�im tarihi: 21 Eylül 2006.

TEKEL�, �. & �LK�N, S.:1993 Türkiye ve Avrupa Toplulu�u I, Ulus Devletini A�ma Çabas�ndaki Avrupa’ya Türkiye’nin Yakla��m�, Ankara.

TEK�NALP & TEK�NALP: 2000

Avrupa Birli�i Hukuku, 2. Bask�, �stanbul, Beta Yay�nlar�.

TEZCAN, E.: 2002 Avrupa Birli�i Hukuku’nda Birey, �stanbul, �leti�im Yay�nlar�.

TEZ�Ç, E.: 2005 Anayasa Hukuku, 10. Bask�, �stanbul, Beta Yay�nlar�.

TSOUKAL�S, L.: 1997 The New European Economy Revisited, Oxford, OUP.

TOTH, A.G.: 1992 “The Principle of Subsidiarity in the Maatricht Treaty”, CMLR, no:29, s.1079-1105.

TOTH, A.G.: 1994 “A Legal Analysis of Subsidiarity”, O’Keeffe D. & Twoney P.M. (der.), Legal Issuues of The Maastricht Treaty, UK, Chancery Law Publishing Ltd.

TOUCHARD, J.: 1963 Histoire des idées politiques, Tome I: Des origines au XVIIIème siècle, Paris, PUF.

TULLY, J.: 1995 Strange multiplicity : constitutionalism in an age of diversity, Cambridge University Press, Cambridge.

VAN DER MEI, A.P.: 2003 “Residence and the Evolving Notion of European Union Citizenship, European Journal of Migration and Law, no:5, s.419-433.

323

VEDRINE, H.: 2000 “Réponse à Joschka Fischer”, Le Monde, 11 Haziran 2000.

VIOTTI, P.R. & KAUPPI M. V.: 1992

International Relations Theory: Realism, Pluralism, Globalism, 2. Bask�, New York, Macmillan.

WALLACE, H.: 1996 “Politics and Policy in the EU: The Challenge of Governance”, Walace H. & Wallace W. (der.), Policy Making in the European Union, Oxford, OUP.

WARD, I.: 2001 “Beyond Constitutionalism: The Search for a European Political Imagination”, European Law Journal, vol.7, no:1, s.24-40.

WEILER, J.H.H.: 2000 “Epilogue: The Fischer Debate – The Dark Dise”, Symposium: What Kind of Constitution for What Kind of Polity? – Responses to Joshcka Fischer, Harvard Jean Monnet Working Paper, no: 7/00, http://www.jeanmonnetprogram.org/papers/00/000703-02.html. Eri�im tarihi: 23 Mart 2004.

WEILER, J.H.H.: 2002 “Fédéralisme et constitutionnalisme: le Sonderweg de l’Europe”, Une Constitution pour l’Europe, (der.) Dehousse R., Paris, Presses de Science Po, s.151-176.

WEILER, J.H.H.: 2004 The Constitution of Europe, 4. Bask�, Cambridge, CUP.

WERNER, W.G. & DE WILDE, J.H.: 2001

“The Endurance of Sovereignty”, European Journal of International Relations, vol.7, no:3, s.283-313.

WIENER, A.: 2004 “Evolving Norms of Constitutionalism in Europe: From 'Treaty Language' to 'Constitution’”, Symposium: The EU Constitution in a Contextual Perspective, Harvard Jean Monnet Working Paper, No.5/04, http://www.jeanmonnetprogram.org/papers/04/040501-06.html. Eri�im tarihi: 29 A�ustos 2005.

WILKE & WALLACE: 1990 “Subsidiarity: Approaches to Power Sharing in the EC”, RIIA Discussion Paper, no:27.

324

ZABUNO�LU, Y.K.: 1963 Devlet Kudretinin S�n�rlanmas�, Ankara, AÜHFY No:185,

ZILLER, J.: 2004 La nouvelle Constitution européenne, Paris, Editions La Découverte.

Le monde :2003 Le monde, 23 Temmuz 2003.

Resmi Yay�nlar / Raporlar:

Avrupa Birli�i’ni Kuran Antla�ma

çev. Can BAYDAROL, �stanbul, �KV Yay�nlar�, no:115.

Bull.Eur.Comm. Supp.5/75 The Commission’s 1975 Report on European Union, http://aei.pitt.edu/1761/01/EU_report_1975.pdf. Eri�im tarihi: 05 Haziran 2006.

Carte interactive http://www.europa.eu/constitution/ratification_fr.htm. Eri�im tarihi: 05 Nisan 2007.

CEC (1988) “The Economics of 1992”, European Economy, no: 35, The officials publications of European Union, Luxembourg.

COM (1993) 700 Growth, Competitiveness, Employment – The challenges and ways forward the 21st century - White Paper 1993, http://aei.pitt.edu/1139/01/growth_wp_COM_93_700_Parts_A_B.pdf. Eri�im tarihi: 01 Mart 2007.

COM(1997) 2000 Agenda 2000 - For A Stronger and Wider Union, Document drawn up on the basis of, Office for Official Publications of the European Communities, Luxembourg, http://aei.pitt.edu/3137/01/000033.PDF Eri�im tarihi: 1 Mart 2007.

COM (2000) 154 Shaping the new Europe, Communication from

325

the Commission to the European Parliament, the Council, the Economic and Social Committee and the Committee of the Regions, http://ec.europa.eu/comm/off/work/2000-2005/com154_en.pdf. Eri�im tarihi: 12 �ubat 2007.

COM(2001) 428 Gouvernance européenne - Livre Blanc 2001, http://europa.eu/documents/comm/white_papers/index_fr.htm. Eri�im tarihi: 10 �ubat 2007.

COM (2002) 260 Rapport de la Commission au Parlement Européen et au Conseil sur l’application de la directive 94/80/CE du Conseil fixant les modalités de l’exercise du droit de vote et de l’éligibilité auz élection municipales, http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/site/fr/com/2002/com2002_0260fr01.pdf. Eri�im tarihi: 23 Mart 2007.

Conclusions de la Présidence du Conseil européen de Rome

14-15 Aral�k 1990, http://www.europarl.europa.eu/summits/rome2/rd1_fr.pdf Eri�im tarihi: 25 Nisan 2005.

CONV 488/03 The Institutional Reform, Contribution of Mr Adrian Severin, MP (Romania), 20-21 Ocak 2003, http://register.consilium.eu.int/pdf/fr/03/cv00/cv00488fr03.pdf, Eri�im tarihi: 28 Mart 2007.

CONV 591/03 The Union Institutions, Contribution of Ana Palachio and Peter Hain, 28 �ubat 2003, http://register.consilium.eu.int/pdf/fr/03/cv00/cv00591fr03.pdf, Eri�im tarihi: 28 Mart 2007.

CONV 766/03 Une Constitutions de l’Union pour tous – Un succès pour la Convention, Contribution des représentants de chefs d’Etat et de gouvernement de plusieurs Etats, 28 May�s 2003, http://register.consilium.eu.int/pdf/fr/03/cv00/cv00766fr03.pdf, Eri�im tarihi: 28 Mart 2007.

Draft Treaty establishing the EU

http://www.ena.lu/mce.cfm Eri�im tarihi: 05 Haziran 2006.

Déclaration de Laeken http://european-convention.eu.int/pdf/LKNFR.pdf. Eri�im tarihi: 28 �ubat 2007.

Flash Eurobaromètre 168 “Constitution européenne - Sondage post-référendum en Espange”, Réalisé par EOS Gallup

326

Europe à la demande de la Commission européenne,février–mars,2005, http://ec.europa.eu/public_opinion/flash/fl_168_fr.pdf. Eri�im Tarihi: 22 Mart 2007

Flash Eurobaromètre 171 “Constitution européenne - Sondage post-référendum en France”, Réalise par EOS Gallup Europe à la demande de la Commission européenne, mai–juin 2005, http://ec.europa.eu/public_opinion/flash/fl_171_fr.pdf. Eri�im Tarihi: 22 Mart 2007

Flash Eurobarometer 172 “The European Constitution: post-referendum survey in the Netherlands”, Requested and coord,nated by Directorate-General Press and Communication of the Commission, june 2005, http://ec.europa.eu/public_opinion/flash/fl172_en.pdf. Eri�im Tarihi: 22 Mart 2007

Protocole sur l’application des principes de subsidiarité et de proportionalité,

http://eur-lex.europa.eu/fr/treaties/dat/11997D/htm/11997D.html Eri�im tarihi: 29 Haziran 2006.

SEC(92) 1990 The principle of Subsidiarity - Communication of the Commision to the Council and the European Parliament, Brüksel. http://aei.pitt.edu/920/01/principle_of_subsidiarity_SEC_92_1990.pdf Eri�im tarihi: 13 Temmuz 2006.

TBMM Tutanak Dergisi (1993)

Dönem:22, Cilt:6, Yasama Y�l�: 1, 39.Birle�im. (www.tbmm.gov.tr)

Traité sur l'Union européenne

Journal officiel n° C 191 du 29 juillet 1992, http://eur-lex.europa.eu/fr/treaties/dat/11992M/htm/11992M.html. Eri�im tarihi: 26 Haziran 2006.

95/553/CE Decision des représentants des gouvernements des Etats membres, réunis au sein du Conseil, du 19 décembre 1995, concernant la protection des citoyens de l’UE par les représentations diplomatiques et consulaires. http://eur-lex.europa.eu/smartapi/cgi/sga_doc?smartapi!celexapi!prod!CELEXnumdoc&numdoc=41995D0553&model=guichett&lg=fr.

327

Mahkeme Kararlar��:

8/55 Fédération charbonnière de Belgique / Haute Autorité, 16 Temmuz 1956 tarihli ATAM karar�, Rec.1955, s.201

2-3/62 Commission CEE / Luxembourg et Belgique, 14 Aral�k 1962 tarihli ATAM karar�, Rec.1962, s.813.

26/62 Van gend en Loos / Neerlandse Adminitratie des Belastingen, 5 �ubat 1963 tarihli ATAM karar�, Rec.1963, s.3

90-91/63 Commission CEE / Luxembourg et Belgique, 13 Kas�m 1964 tarihli ATAM karar�, Rec.1964, s.1217

6/64 Costa / E.N.E.L., 3 Haziran 1964 tarihli ATAM karar�, Rec.1964, s.1194.

29/69 Stauder / Stadt Ulm,12 Kas�m 1969 tarihli ATAM karar�, Rec.1969, s.419.

11/70 Internationale Handelsgesellschaft mbH / Einfuhr- und Vorratsstelle für Getreide und Futtermittel, 17 Aral�k 1970 tarihli ATAM karar�, Rec.1970, s.1125.

22/70 Commission des Communautés européennes contre Conseil des Communautés européennes, 31 Mart 1971 tarihli ATAM karar�, Rec.1971, s.263.

43/71 Politi / Ministero delle finanze, 14 Aral�k 1971 tarihli ATAM karar�, Rec.1971, s.411.

4/73 Nold KG / Commission, 14 May�s 1974 tarihli ATAM karar�, Rec.1974, s.491.

167/73 Commission / France, 4 Nisan 1974 tarihli ATAM karar�, Rec.1974, s.359.

2/74 Reyners / État belge, 21 Haziran 1974 tarihli ATAM karar�,

� ATAM kararlar�na http://www.curia.europa.eu/fr/index.htm adresinden ula�mak mümkündür. Kararlar�n Frans�zcalar� kullan�ld���ndan, kaynakçada karar derlemelerindeki Frans�zca metnin sayfa numaralar� verilmi�tir.

328

Rec.1974, s.631.

8/74 Dassonville, 11 Temmuz 1974 tarihli ATAM karar�, Rec.1974, s.631.

9/74 Casagrande / Landeshauptstadt München, 3 Temmuz 1974 tarihli ATAM karar�, Rec.1974, s.773.

1/75 11 Kas�m 1975 tarihli görü�, Rec. 1975, s. 1355.

43/75 Defrenne / SABENA, 8 Nisan 1976 tarihli ATAM karar�, Rec.1976, s.455.

118/75 Watson et Belmann, 7 Temmuz 1976 tarihli ATAM karar�, Rec.1976, s.1185.

1/76 26 Nisan 1976 tarihli görü�, Rec. 1977, s.741.

3,4,6/76 Cornelis Kramer et autres, 14 Temmuz 1976 tarihli ATAM karar�, Rec.1976, s.1279

116/76 Granaria, 5 Temmuz 1977 tarihli ATAM karar�, Rec.1977, s.1247.

119-120/76 Ölmühle Hamburg e.a. / Hauptzollamt Hamburg-Waltershof e.a., 5 Temmuz 1977 tarihli ATAM karar�, Rec.1977, s.1269

106/77 Amministrazione delle finanze dello Stato / Simmenthal, 9 Mart 1978 tarihli ATAM karar�, Rec.1978, s.629.

128/78 Commission / Royaume-Uni, 7 �ubat 1979 tarihli ATAM karar�, Rec.1979, s.419.

44/79 Hauer v. Land Rheinland-Pfaltz, 13 Aral�k 1979 tarihli ATAM karar�, Rec.1979, s.3727.

104/81 Hauptzollamt Mainz / Kupferberg & Cie., 26 Ekim 1982 tarihli

ATAM karar�, Rec.1982, s.3641.

286/81 Oosthoek, 15 Aral�k 1982 tarihli ATAM karar�, Rec.1982, s.4575.

292-293/83 Loiret et Haentjens, 28 Ekim 1982 tarihli ATAM karar�, Rec.1982, s.3887.

294/83 Les Verts / Parlement, 23 Mart 1986 tarihli ATAM karar�, Rec.1986, s.1339.

152/84 M. H. Marshall contre Southampton and South-West

329

Hampshire Area Health Authority (Teaching), 26 �ubat 1986 tarihli ATAM karar�, Rec.1986, s.723.

186/87 Cowan / Trésor public, 2 �ubat 1989 tarihli ATAM karar�, Rec.1989, s.195.

C-1/91 14 Aral�k 1991 tarihli görü�, Rec. 1991, s.I-6079.

C-2/94 28 Mart 1996 tarihli görü�, Rec. 1996, s.I-1759.

C-85/96 María Martínez Sala contre Freistaat Bayern, 12 May�s 1998 tarihli ATAM karar�, Rec.1998, s.I-2691

C-274/96 Bickel et Franz, 24 Kas�m 1998 tarihli ATAM karar�, Rec.1998, s.I-7637

C-413/99 Baumbast et R, 17 Eylül 2002 tarihli ATAM karar�, Rec.2002, s.I-7091.

Lotus Olay� CPJI Recueil 1927, Série A, n�10.

Corfu Bo�az� Olay�

CJI Recueil 1949, s.35.