Atatürk ve Türk Dili (Atatürk and Turkish Language)

28
Atatürk ve Türk Dili-X - 585 - ONUNCU BÖLÜM ATATÜRK VE TÜRK DĐLĐ 1. ATATÜRK VE DĐL ĐNKILÂBI 1 Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dil- ler boyunduruğundan kurtarmalıdır. a. Diğer Ülkeler unanca, Latince, Arapça gibi kültür ve din dilleri ile ulusal diller ara- sındaki ilişkilerle ilgili olarak, Orta Çağ’dan bu yana çok çeşitli çatış- ma ve karşı çıkma faaliyetleri görülmüştür. Almanya’da bilim adamla- rı, din adamları ve sanatçılar Latincenin baskısı altında ulusal kimliğini yitir- me tehlikesiyle karşı karşıya gelen ana dillerinin bilim, kültür ve sanat dili olabileceğini savunmuşlardır. Bu yolda ilk adımı atanlardan biri olan Martin Luther, Đncil’i Almancaya tercüme ederek Alman dilinin özleşme ve kendi varlığına dayalı olarak zenginleşme yolunu açmıştır. XVIII-XIX’uncu yüzyıl- larda Almancayı özleştirme çabaları önemli gelişmeler göstermiştir. Almanca, MS V’inci yüzyıldan sonra iki kez Romalı işgalciler aracılığıyla Latince ve Yunancanın güçlü darbelerine maruz kalmıştır. XVI-XVII’inci yüzyıllardan itibaren, koyu bir Fransız hayranlığının sonucu olarak Fransızca sözcüklerin akını başlamıştır. Prusya kralı I. Friedrich Wilhelm’in Ich stabiliere die Souverainité wie einen Rocher de bronce ‘Hükümranlığımı tunçtan kaya gibi sağlam tutuyorum.’ sözleri Almancanın ne denli Fransızca- laştığını göstermektedir. XVIII’inci yüzyılın ortalarında Alman dilinin korun- ması amacıyla büyük edebiyatçı ve eleştirmen Gottsched tarafından dil der- nekleri kurulmuştur. 1870-71 Fransız harbinden sonra silâhlı kuvvetlerde ve diğer resmî kurumlarda dilde tasfiye hareketi başlamıştır (Kessler 1972: 7- 16). Macar dil inkılâbı geniş ve kapsamlı olmuş, XVIII’inci yüzyılın ikinci yarısın- da başlayan devrimle Macarca on binden fazla sözcük kazanmıştır. Macar dil devrimi, dili, Latince ve Almancanın sözcük ve terkiplerinden temizleyerek zenginleştirmeyi amaçlamıştır (Eckmann 1972: 17-41). 1 Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için, bk. Korkmaz 1995. Y

Transcript of Atatürk ve Türk Dili (Atatürk and Turkish Language)

Atatürk ve Türk Dili-X

- 585 -

ONUNCU BÖLÜM

ATATÜRK VE TÜRK DĐLĐ

1. ATATÜRK VE DĐL ĐNKILÂBI1 Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dil-ler boyunduruğundan kurtarmalıdır.

a. Diğer Ülkeler

unanca, Latince, Arapça gibi kültür ve din dilleri ile ulusal diller ara-sındaki ilişkilerle ilgili olarak, Orta Çağ’dan bu yana çok çeşitli çatış-ma ve karşı çıkma faaliyetleri görülmüştür. Almanya’da bilim adamla-

rı, din adamları ve sanatçılar Latincenin baskısı altında ulusal kimliğini yitir-me tehlikesiyle karşı karşıya gelen ana dillerinin bilim, kültür ve sanat dili olabileceğini savunmuşlardır. Bu yolda ilk adımı atanlardan biri olan Martin Luther, Đncil’i Almancaya tercüme ederek Alman dilinin özleşme ve kendi varlığına dayalı olarak zenginleşme yolunu açmıştır. XVIII-XIX’uncu yüzyıl-larda Almancayı özleştirme çabaları önemli gelişmeler göstermiştir. Almanca, MS V’inci yüzyıldan sonra iki kez Romalı işgalciler aracılığıyla Latince ve Yunancanın güçlü darbelerine maruz kalmıştır. XVI-XVII’inci yüzyıllardan itibaren, koyu bir Fransız hayranlığının sonucu olarak Fransızca sözcüklerin akını başlamıştır. Prusya kralı I. Friedrich Wilhelm’in Ich stabiliere die Souverainité wie einen Rocher de bronce ‘Hükümranlığımı tunçtan kaya gibi sağlam tutuyorum.’ sözleri Almancanın ne denli Fransızca-laştığını göstermektedir. XVIII’inci yüzyılın ortalarında Alman dilinin korun-ması amacıyla büyük edebiyatçı ve eleştirmen Gottsched tarafından dil der-nekleri kurulmuştur. 1870-71 Fransız harbinden sonra silâhlı kuvvetlerde ve diğer resmî kurumlarda dilde tasfiye hareketi başlamıştır (Kessler 1972: 7-16). Macar dil inkılâbı geniş ve kapsamlı olmuş, XVIII’inci yüzyılın ikinci yarısın-da başlayan devrimle Macarca on binden fazla sözcük kazanmıştır. Macar dil devrimi, dili, Latince ve Almancanın sözcük ve terkiplerinden temizleyerek zenginleştirmeyi amaçlamıştır (Eckmann 1972: 17-41).

1 Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için, bk. Korkmaz 1995.

Y

Çağdaş Türk Dili

- 586 -

Fransızcayı Latin, Yunan ve Đtalyan dillerinin baskısından kurtarma çabaları XVII’nci yüzyıla değin uzanır.

Çok farklı bir yapı ve işleyiş dizgesine sahip olan Fince, Đsveç’in Finlandi-ya’yı işgalinin ardından, Đsveççe sözcük ve kuralların akınıyla kimliğini yitire-cek duruma gelmişti. Daha XVI’ncı yüzyılda, bu akına karşı çıkan kimi bilim ve din adamları, ulusal Fin yazı dilini kurmak üzere harekete geçmiştir. Öle-ceği düşünülen Fince bugün bir bilim ve sanat dilidir.

Benzer biçimde Đrlanda dili (Gaelic) de var oluş ile yok oluş arasında bir savaşım içindedir. XI’inci yüzyılda Đngilizlerin Đrlanda’yı işgali sonucunda Đrlanda dili yok olmaya yüz tutmuştur. Bu nedenle 1876 yılında Đrlanda dili-ni korumak amacıyla bir kurum oluşturulmuş, ancak bu kurumun da etkisi sınırlı olmuştur. 1891 yılında 5 milyon Đrlandalının ancak iki yüz bininin ulusal dillerini konuşabildiği saptanmıştır. Bu sayı daha sonraki dönemlerde daha da düşmüştür (Atalay 1946: 19).

Romalıların Filistin’i ele geçirmelerinin ardından gerilemeye başlayan Đbran dili, Yahudilerin Filistin’den çıkartılarak dünyanın her yanına dağılmaları sonucunda konuşma dili olarak dünya yüzünden silinme tehlikesiyle karşı karşıya gelmiş, bulundukları ülkelerde küçük azınlıklar olarak yaşayan Ya-hudiler dillerini ancak havralarda, metinler aracılığıyla ibadet dili olarak kullanmak zorunda kalmışlardı. Yani yakın çağlara değin Đbranca yalnızca din kitaplarında, dua ve ibadet dili olarak kullanılıyordu. XVIII’inci yüzyılda Moiz Hayım, Đbran dilinin diriltilmesi yolunda ilk adımı atmış, XIX’uncu yüzyılda süreç hızlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Đbrancanın okullara girmesi ve Đsrail’in kurulmasıyla 1500 yıl sonra Đbrancanın yeniden dirilme ve bir bilim ve sanat dili olma süreci tamamlanmıştır.

Đran’da Atatürk’ün dil devrimine öykünmeyle 1935 yılında Şah Rıza tarafın-dan Ferhengistan adlı bir kurum meydana getirilmiştir. Bu kurum Farsçaya çeşitli bilim ve sanat dallarında yeni sözcükler kazandırmıştır. Örneğin Arap-ça ‘cevab, sual, kelime’ sözcüklerine karşılık olarak öz Farsça, pasox, porseş, vaje’ sözcükleri kullanılmaktadır. Ferhengistan’ın bir diğer bir etkinliği de Đran’daki yabancı özellikle Türkçe kökenli toponimleri Farsçaları ile değiştir-mek olmuştur.

Afganistan’da Farsça her dönemde hakim kültür, sanat ve dili olma mevkiini korumuştur. Zaman zaman halkın önemli bir bölümünün ana dili olan Peştun dilini yaygınlaştırma ve geliştirme çabası içine girilmiş, ancak bunda tam bir başarı sağlanamamıştır.

Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını elde etmeleri Türk dillerinin gelişim sürecinde önemli bir aşamadır. Yaşamın her alanını dolduran Rus dilinin yerine yerel dillerin ön plana çıkarılması faaliyetleri sürmektedir. Bu cümle-den, alfabe reformları yapılmakta, yeni terimler türetilmektedir.

Atatürk ve Türk Dili-X

- 587 -

b. Türk Tarihinde Türkçecilik1

Türk dili tarihinin en eski dönemlerinden beri kültürel yabancılaşma ve ana dilinin ihmal edilmesi, kimi devlet ve bilim adamlarınca eleştirilmiştir. MS VIII’inci yüzyılda dikilen Orhon Yazıtları’ndaki Türük begler Türük atin ıttı. Tabgaç atin tutupan tabgaç kaganka körmiş (Türk beyleri Türk adlarını atıp, Çin adlarını alarak Çin kağanına tâbi olmuş) ifadesi (Tekin 1988: 39), yazılı kaynaklardaki ilk eleştiridir.

Türk ulusunun yaşadığı coğrafya ve bulunduğu uygarlık dairesi onun diliyle de yakından ilgilidir. Đslâmlık öncesi Moğolca, Soğdca, Toharca, Çince, Sanskritçe vb. diller Türkçenin söz varlığını şu ya da bu ölçüde etkilemiştir. Köktürkçe dönemindeki yalınlık, Uygurca döneminde yerini belli ölçülerde, yeni dinin, Budizmin getirdiği, özellikle, Sanskritçe kaynaklı terminolojiye bırakmıştır. Ancak bütün bu kültürel dönüşümlere karşın, Uygurlar döne-minde Türkçe, Budist öğretinin hemen hemen tüm kavramlarını karşılayabi-lecek bir kültür ve din dili olarak ortaya çıkmıştır. Uygurca, Türk dilinin anla-tım gücünün yüzyıllar öncesinde ulaştığı zirveyi göstermesi bakımından önemlidir.

Đslâmlığın kabulünden sonraki dönemde, bu dinin inanç dizgesi ile ilgili te-mel kavramlar hemen hemen bütünüyle Türkçe kökenli sözcüklerle karşı-lanmıştır. Başta Kutadgu Bilig olmak üzere Divanü Lûgâti’t-Türk, Atabetü’l-Hakayık vb. yapıtlar bu ‘Türkçeci ruh’un temsilcileridir. Nitekim XI’inci yüz-yılda Kâşgârlı Mahmut, Arap ulusuna Türk dilini öğretmek amacıyla Divanü Lügâti’t-Türk’ü kaleme aldığını belirtmiş ve bunu dinsel temellere oturtarak, Türklerin çok uzun süren egemenlik dönemlerinin başladığını ilân etmiştir.

XIV’inci yüzyılda Mısır ve Suriye’ye götürülen Kıpçak esirler zamanla bu ülkelerde iktidarı ele geçirmişti. Devlet yönetiminin Türklerin eline geçmesi, Arap dilcilerin Türkçeyi öğretmek amacıyla, birçok yapıt ortaya koymalarını sağlamıştır.

Karamanlı Mehmet Bey dilde yabancılaşmayı ilk kez ulusal bir sorun olarak ele almış ve 1277 tarihli fermanla,: ‘Bugünden sonra, divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste, meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır...’ emrini vermiştir.

Kâşgarlı Mahmud, ...Ant içerek söylüyorum, ben, Buhara’nın-sözüne güvenilir- bilginlerinin birinden ve Başkaca Nişaburlu birinden işittim ki, ikisi de kanıtlarıyla bildiriyorlar ki yalvacımız.....’Türk dilini öğreniniz, çünkü onlar için uzun sürecek egemenlik vardır.’ buyurmuştur. Bu söz doğru ise-sorgusu kendilerinin üzerine olsun-Türk dilini öğrenmek çok gerekli bir iş olur; yok, bu söz doğru değilse, akıl da Türk dilini öğrenmeyi emreder... sözleriyle Türkçenin korunmasını dinsel bir görev hâline getirmeye çalışmıştır.

1 Bu bölümün oluşturulmasında Dr. Rıza Oğraş’ın katkıları bulunmaktadır.

Çağdaş Türk Dili

- 588 -

XV’inci yüzyılda Ali Şir Nevaî, Muhakemetü’l-Lûgateyn (Đki Dilin Karşılaştı-rılması) adlı yapıtında ...Türk’ün bilgisiz ve zavallı gençleri, güzel sanarak, Farsça şiir söylemeye özeniyorlar. Bir insan etraflı ve iyi düşünürse, Türkçede bu denli genişlikler, incelikler, derinlikler ve zenginlikler durup dururken, bu dilde şiir söylemenin ve sanat göstermenin daha kolay, daha beğenilir olacağını an-lar... Türk dilinin olgunluğu ve yüksekliği bu denli kanıtlarla ortaya çıkarıldı. Gerekti ki bu halk arasında yetişen ozanlar, sanatçılar öz dilleri dururken sanat-larını başka dil ile ortaya koymamalıydılar ve böyle bir işe girişmemeliydiler... Ana dilimin üzerinde düşünmeye koyuldum. Türkçenin derinliklerine dalınca gözlerime on sekiz bin evrenden daha yüksek bir evren göründü... Bu evrenin aydınlık alanlarında esinimin şahlanan atını koşturdum; sınırsız uzalarında haya-limin hırçın kuşunu havalandırdım… sözleriyle bu özentiyi eleştirmektedir. Yine aynı yüzyılda padişah II’nci Murat’ın, Mercimek Ahmet adlı bir sanatçı-nın Kâbusname adlı çevirisi üzerine söylediği şu sözler bu münferit ‘Türkçe-cilik anlayışı’nın bir başka göstergesidir: ...Hoş kitaptır ve içinde çok yararlar ve öğütler vardır; ancak, Farsçadır. Bir kişi Türkçeye çevirmiş, fakat yalın değil, açık söylememiş... Bir kimse olsa ki kitabı açık çevirse de içeriğinden gönüller haz alsa... Ancak bu dönemlerin hâkim anlayışı Ulüvv-i himmetlerinden Türkî şiir dimeye tenezzül etmeyüp, binazir Farsi eş’arı ve Acemane güftarı vardır sözlerinden ya da Mustafa Şeyhoğlu adlı şairin

Göbüt dildür bu dilde irdedüm çok / Sovuktur tadı yokdur tuzı yokdur Yavandur lezzetü vü özi yokdur / Belürmez aslı faslı yöni yöşi / Bilinmez kankıdur nâhoşı hoşı

dizelerinden de anlaşılacağı gibi, sanatsallığı ve estetiğin ölçüsü Türkçe söy-lememek ve yazmamak, mümkün olduğunca Farsçaya ve Acemane üslûba yönelmektir. Bütün bu olumlu münferit faaliyetlere karşın, XI-XII’nci yüzyıl-dan itibaren din aracılığıyla Arapça, edebiyat aracılığıyla Farsça sözcükler Türkçe sözcüklerin yerini almaya başlamış; XV’inci yüzyılın ikinci yarısından itibaren yazı dili tanınmaz bir hâl almıştır. Aynı anlayışın günümüzde cash point, Tv guide, Haber SMS servisleri, en yeni logolar, en yeni melodiler, Magic logolar, Magic resimli mesajlar, PDA ve WAP servisleri Mobil’de sizi bekliyor örneklerinde olduğu gibi, farklı bir kimlik kazanarak varlığını sür-dürdüğü görülmektedir. Bu bireysel eleştiriler Tanzimat dönemine değin sürmüştür. Bu dönemde gazete ve tiyatro olgusunun ortaya çıkması, dilde yalınlaşma düşüncelerinin daha sistemli hâle gelmesini sağlamıştır. Tanzimat döneminde Namık Ke-mal’in Yazılan şeylerim okudukça mahcup olmak benim de neşriyata başla-dığım zaman uğradığım ve hâlâ kurtulamadığım belâlardandır, Ali Suavi’nin Gazeteleri Đstanbul’da avam lisanı olan Türkçe ile yazalım, Ahmet Mithat’ın Arapça ve Farsçanın ne kadar izafetleri ve ne kadar sıfatları varsa kaldırıve-rirsek, yazdığımız şeyleri bugün yedi yüz kişi anlayabilmekte ise yarın mutla-

Atatürk ve Türk Dili-X

- 589 -

ka yedi bin kişi anlar sözleri dilin toplumsal bir sorun olarak algılanmasında dönüm noktasının işaretleridir. Đkinci Meşrutiye ile hızlanan dil tartışmaları ile gündeme gelen dil davası, 1911 Genç Kalemler hareketi ile yarı resmî bir görünüm kazanmıştır. Bu dergi çevresinde toplanan gençler dil tartışmalarına yeni bir soluk ve yön vermişlerdir. Ömer Seyfettin Yeni Lisan başlıklı yazısı ile Arapça, Farsça kurallara göre yapılan tamlamaların terk edilmesi, Arapça, Farsça kökenli sözcüklerin Türkçe söylenişlerine göre yazılması vb. düşünceleri ortaya koymuştur. Yeni Lisan hareketi TT’de bir devrimin ilk adımlarını oluştur-muş, Ziya Gökalp’in sistemleştirdiği düşünceler Ömer Seyfettin’in yapıtları aracılığıyla uygulamaya konulmuştur. Yeni Lisan hareketi özellikle edebiyat yoluyla geniş kitlelere mal olmuştur. Türk dilinin kendi benliğine kavuşma yolu, ancak Atatürk ve onun Dil Đnkı-lâbı ile açılmıştır. Böylelikle 1200 yıl boyunca süregelen dildeki yabancılaş-ma ve bu yabancılaşmaya karşı resmî bir tavır koyuş, Mustafa Kemal Ata-türk’ün yol göstericiliği sayesinde mümkün olabilmiştir. Harf ve Dil Đnkılâpla-rı, Türk ulusunun varlığının ve birliğinin en önemli dayanağıdır. Ancak her devrimde olduğu gibi Türk Dil Devrimi’nde de karşı çıkışlar, karşı duruşlar hep gündemde olmuştur. Dil ile bireyin ve toplumun kimliği arasında doğrudan bir bağ vardır. Ata-türk’ün “Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişafında başlıca müessirdir.” sözleri ulusal duygunun gelişmesinde, dilin ulusallığının ve zenginliğinin en önemli etken olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle devletin, ulusal duygunun ve bilimsel dü-şüncenin geliştirilmesinde dil duyarlığına sahip olması hayatî bir nitelik taşı-maktadır. c. Atatürk’ün Kaleminden

• Ulusun Tanımı Millet; dil, kültür ve mefkûre birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyasî ve içtimaî hey’ettir. • Ulus Niteliğinin Kazanıl-ması Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkı, Türk milletidir. Türk milleti demek Türk dili demektir. Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü, Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felâketler içinde ahlâkını, an’anelerini, hatıralarını, menfaatlerini kısacası bugün kendi millîyetini yapan her şeyinin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir.

Çağdaş Türk Dili

- 590 -

• Harf ve Dil Đnkılâplarının Nedenleri .....Bir milletin, bir heyet-i içtimaiyenin yüzde onu okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmez, bundan insan olanlar utanmak lâzımdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir; iftihar etmek için yaratılmış, tarihini iftiharla dol-durmuş bir millettir. Fakat milletin yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu hata bizde değildir. Türk’ün seciyesini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlardadır. Artık mazinin hatalarını temizlemek zamanındayız. Hataları tashih edeceğiz.

• Dil Đnkılâbının Hedefleri1 Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil şuurla işlensin! ve Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. Türk dili zengin, geniş bir dildir; her mefhumu ifadeye kabiliyeti vardır. Yalnız, onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde işlemek lâ-zımdır. Türk milletini ve dilini medeniyet tarihinin ve kültür dillerinin dışında görmenin ne yaman bir yanlış olduğunu bütün dünyaya göstereceğiz. • Türk Dili ve Devletin Koruyucu Niteliği Devletin Türk dili ile ilgili olarak koruyucu niteliği 1982 yılında kabul edilen Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 134 üncü maddesinde şöyle belirtilmiş-tir: Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve inkılâplarını, Türk kültürünü, Türk tarihini ve Türk dilini bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak ve yaymak ve yayınlar yapmak amacıyla; Atatürk’ün manevî himayelerinde, Cumhurbaş- 1 Atatürk’ün Dil Đnkılâbı ile ulaşmak istediği hedefler şu noktalarda özetlenebilir (Kork-

maz 1995: 255-265): * Dilimizi Osmanlıcanın Türkçeye zarar veren pürüzlerinden ayıklamak; yazı dilinden,

Türkçeye yabancı kalmış olan unsurları atmak. * Aydınların dili ile halkın dili, konuşma dili ile yazı dili arasındaki Osmanlıca dolayısıyla

ortaya çıkmış olan açıklığı kapatarak, dile ulus varlığı içinde birleştirici ve bütünleştirici bir nitelik kazandırmak.

* Türk diline, yapı ve özelliklerine uygun ulusal bir gelişme yolu çizebilmek. * Türkiye Cumhuriyeti’nde, öğretim birliğine paralel olarak eğitimi ulusallaştırmak ve

öğretimi ulusal eğitimin gerekli kıldığı bir ulusal eğitim diline kavuşturabilmek. * Türkçenin güzellik ve zenginliklerini ortaya koyabilmek, onu dünya dilleri arasındaki

değerine yaraşır bir düzeye çıkarabilmek için dilimizi bir bilim kolu olarak ele almak ve üzerinde kaynaklarına inen derinlemesine araştırmalar, incelemeler yapmak.

* Dile, sözcük türetme imkânları bakımından işleklik kazandırarak Türkçeyi ulusal kültürümüzün eksiksiz bir anlatım aracı yapabilmek; uzun vadede çağdaş düzeyin ge-rekli kıldığı bütün sözcük ve kavramları karşılayabilecek işlek ve zengin bir kültür dili durumuna getirebilmek.

Atatürk ve Türk Dili-X

- 591 -

kanının gözetim ve desteğinde, Başbakanlığa bağlı; Atatürk Araştırma Mer-kezi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Atatürk Kültür Merkezinden oluşan, kamu tüzel kişiliğine sahip Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Ku-rumu kurulur. Belirtilen bu anayasal emri yerine getirmek üzere, 2876 Sayılı Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Kanunu kabul edilmiştir. Kanu-nun 36’ncı maddesinde Dil Kurumunun amacı Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yara-şır yüksekliğe eriştirmektir. şeklinde belirtilmiştir. Dolayısıyla, Türk varlığının; ülkesi, ulusu ve devletiyle birlikte bölünmez niteliği, anayasal güvence altına alınarak Türkçenin aslındaki zenginlik ve güzellik’e kavuşturulması amaç-lanmıştır. Dil Đnkılâbı ile ilgili bu gelişmeler yanında, Cumhuriyet devrinde Türkçeye bağlılığın ve bir ana dil sevgisinin doğmuş olması da iftiharla kaydedilecek bir husustur. Ancak, bu büyük çaptaki gelişmelere rağmen, dil konusunda yapılacak işler bitmiş değildir (Passim. Korkmaz 1995).

Ata-türk ve Türk Dünyası

Bugün, aynı inan ve kat’iyetle söylüyorum ki, millî ülküye tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk

milletinin büyük bir millet olduğunu bütün medenî âlem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve medenî kabiliyeti, bundan

sonraki inkişafı ile, âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.

Çağdaş Türk Dili

- 592 -

OKUMA

GÜNEŞ-DĐL TEORĐSĐ Avusturyalı Türkolog Dr. Kvergitch’in temellerini attığı Güneş-Dil Teorisi, ana çizgileri ile şöyledir: Đnsanoğlu, içgüdüleriyle davranan bayağı bir yaratık olmaktan kurtulup düşünen bir yaratık durumuna geçince, kafasında yer alan ilk düşünce, dış âlemdeki var-lıkların içinde onu en çok ilgilendiren, onun günlük hayatını, davranışlarını etkisi altında tutan ‘güneş’ olmuştur. Sıcaklığı ile iyilikçi bir varlık olan güneş, ayrıca ışığı ile de ortalığı aydınlatıyor ve insanın ihtiyaç duyduğu şeyleri elde etmesine yardımcı oluyordu. Şu hâlde güneş her şeydi ve her şey de güneş demekti. Đşte böylece güneş dü-şüncesi insanoğlunun kafasında çok geniş ve çok yönlü bir kavram olarak belir-miştir. Đlk insanlar, bu sebeple, su, ateş, toprak, büyüklük, vb. gibi bütün maddî ve manevî kavramları, birbirine güneşe verdikleri tek ad ile anlatmışlardır. Güneş kavramını anlatan bu ilk kelime veya ses işareti, en kolay çıkan ve Türk dilinin kökü olan aa (ağ) biçiminde çok anlamlı bir kelime olmak gerekir. Đnsan kafasındaki bu geniş ve çok yönlü kavramın türlü yönleri, zamanla, daha çok belli olmağa, yavaş yavaş her biri ayrı bir varlık kazanmağa başlayınca, iki kelime olan ağ işaretinin gelişmesiyle yeni yeni ses işaretleri yani kelimeler doğ-mağa başlamış, böylelikle, hayatın ilk belirgin tek hücreden sayısız canlının üre-mesi gibi, güneşin insan kafasında uyandırdığı ilk kavram ve kelimeden de sayı-sız başka kavram ve kelimeler doğmuştur. Böylece, yeryüzünde hayvan ve bitki-lerde nasıl sonsuz bir çeşitlenme ve türlenme olmuşsa ilk dilden de öylece bir takım tabiî faktörlerin etkisi altında türlü dil aileleri ve diller üremiştir. Dr. Kvergitch, yukarıda andığımız etüdünde ses ile anlam arasında var olduğunu sandığı ilişkileri Türkçeyi örnek alarak göstermek ve ispatlamak istemiştir. Ona göre M sesi ‘ego’yu, benliği gösteren bir sestir: Türkçe men/ben, el-i-m kelimele-rinde olduğu gibi. N sesi ise özün yakınını yani muhatabı gösterir: se-n, göz-ü-n kelimelerinde olduğu gibi. Z’nin alanı daha geniştir: bi-z, si-z kelimelerinde gö-rüldüğü gibi. Aynı görüş Güneş-Dil teorisinde de vardır. Bu teoriye göre M sesi en yakın alanı ve mülkiyeti gösterir; B-P-, V-F', Ğ-Y de bu alandadır. N, insanın kendisine bitişik olan sınırlı alanı gösterir. Z, oldukça geniş bir alandadır.

Atatürk ve Türk Dili-X

- 593 -

C, Ç ve J sesleri esas olarak Z alanındadır, yani S ve Ş gibidir, fakat süje ve objeyi gösteren konsonlar yerine de geçebilir; L, en uzak bölgelere kadar gider, her alandaki obje ve hareketleri, uzağı, büyüğü, belli olmayan, enginliğin ve şümulü gösterir. T ve D çok kuvvetli yapıcı ve yaptırıcı, hakim bir unsurdur: K, her türlü obje ve düşünceyi tamamlar, anlamı tayin eder. R, yakın, belirli bir alanı ve o alandaki hareketi gösterir, istenilen şeyin yapılmış olduğunu ifade eder. Vokallerden a,e,ı,i yakın hatlara o,ö,u,ü ise uzak hatlara işaret eder (A. Dilaçar, ‘Atatürk ve Türkçe’, Atatürk ve Türk Dili, s. 48-49). 2. ATATÜRK VE TÜRK DĐLĐ KRONOLOJĐSĐ1 Cumhuriyetin kuruluşundan kısa bir süre sonra, 1928 yılından itibaren vefa-tına değin Türk alfabesi, dili ve tarihi Atatürk’ün mesaisinin çok önemli bir bölümünü oluşturmuştur. 1908 Kasım Manastır’da Arnavutlar Latin alfabesini kabul etmek üzere bir Alfabe Kong-resi düzenlediler. 1908 (Selanik) Batı medeniyetine girebilmemize engel olan yazıyı atarak Latin kökünden bir alfabe seçmeli, kılık kıyafetimize kadar her şeyimizde batılılara uymalıyız. Emin olunuz ki, bunların hepsi bir gün olacaktır. 1911 B. Carra de Vaux’un Etrüsk Dili adlı yapıtını okudu. 1911 Đbrancayı ölü dil olmaktan kurtaran Yahuda I ile konuşurken ‘Günün birinde ben söz sahibi olursam Türkiye’de Latin alfabesini kabul ettirece-ğim.’ dedi.2 13 Mayıs 1914 Sofya’dan Đstanbul’a Fransızca fonetik değerli Latin harfleri ile yazdığı Türk-çe mektubu gönderdi. 1917 Şam’da Ordu Karargâhında, Macar Türkolog Julius Németh’in Türkische Grammatik adlı yapıtındaki Die Schrift bölümünü inceledi ve eleştirdi. Yapıt

1 Kronolojide yer alan tarihler çeşitli nedenlerle birbirini tutmayabilir. Tarihler, Ata-

türk’ün Türk dili ile ilgili düşünce ve eylemlerinin izlediği süreci göstermek ve bu ko-nuda ortak bir yargı oluşturmak üzere verilmiştir.

2 (Çotuksöken 2002: 72).

Çağdaş Türk Dili

- 594 -

ve yapıtın bu bölümü, Harf ve Dil Đnkılâplarının gerçekleşmesinde, O’na esin kaynağı oldu. 1918 (Enver Paşa’nın munfasıl yazı girişimi dolayısıyla) Đyi bir niyet; fakat yarım iş; hem de zamansız!....Harp zamanı harf zamanı değil-dir. Harp olurken harfle oynamak sırası mıdır? 7 Temmuz 1919 (Eski Bitlis Valisi Mazhar Bey’e) Latin harfleri kabul edilecektir. 27 Ekim 1922 Bursa’da, öğretmenlerle yaptığı toplantıda konuşmasına Muallime Hanımlar yerine, Muallim hanımlar hitabıyla başlayan Atatürk daha sonra, Đhtimal ki muallime demediğim için beni tahtie ediyorsunuz. Ben lisanımızda tâ-i te’nisi kullanmak zaruretinde olmadığımızı sanıyorum dedi. 7 Kasım 1923 (Balıkesir Paşa Camii’nde yaptığı konuşmada) Hutbe demek, halka hitap etmek, yani söz söylemek demektir... Hutbenin ma-nası budur... Hutbeden maksat ahaliyi aydınlatmak, ona yol göstermektir; başka bir şey değildir sözleriyle dilde sadeleşmenin önemini vurguladı. 1923 Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak ilk önce biz kendi benliğimize, milli-yetimize bu saygıyı hissî, fikrî ve fiilî olarak, bütün davranış ve hareketimizle gösterelim. 3 Mart 1924 Tevhid-i Tedrisat yasasıyla medreselerin kapanması, Arapçayı işlevsiz hâle getirdi. 26 Aralık 1925 Uluslar arası takvim ve saat ölçülerinin kabulü. Mayıs 1928 Harf ve Dil Đnkılâplarına giden yolda ‘Beynelmilel Erkamın Kabulü Hakkın-daki Kanun’ tasarısı kabul edildi. 27 Haziran 1928 Harf Đnkılâbı yolunda bir başka adım: ‘Alfabe Encümeni’ kuruldu.

Atatürk ve Türk Dili-X

- 595 -

28 Haziran 1928 Millet Mektepleri ile ilgili bakanlar kurulu kararı çıktı. 9 Ağustos 1928 (Đstanbul Gülhane Parkı’nda ) Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel ahenktar, zengin lisanımız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecek-tir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurarak, anlaşılama-yan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak ve bu lüzumu anla-mak mecburiyetindesiniz..., ...Çok işler yapılmıştır. Ama bugün yapmak zorunda olduğumuz son değil, lâkin en gerekli bir iş daha vardır. Yeni Türk alfabesi ça-buk öğrenilmelidir. Türk harflerini her yurttaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandal-cıya öğretiniz... Lisanımızı muhakkak anlamak istiyoruz. Bu yeni harflerle pek çabuk, mükemmel bir surette anlayacağız. Anladığımızın âsârına yakın zamanda bütün kâinat şahit olacaktır. Ben buna kat’iyen eminim; siz de emin olunuz sözleriyle Dil Đnkılâbını müjdeledi. 11 Ağustos 1928 Dolmabahçe Sarayı’nda yeni Türk harfleri üzerine ilk uygulamalı dersler başladı. 23 Ağustos 1928 Tekirdağ’da halka, yeni Türk harfleri ile ilgili ilk dersi verdi. 25 Ağustos 1928 Yine Dolmabahçe Sarayı’nda, kendi başkanlığında aydınlarla bir kongre düzenledi. 28 Ağustos 1928 Đlk kez Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yeni harfler kullanıldı. 15 Eylül 1928 (Sinop’ta halka yeni harflerle ilgili ders verdi ve yaptığı konuşmada) ...Türk dili güzeldir, zengindir. Onun bu güzelliğini, zenginliğini ortaya koyma-mız lâzımdır. Fakat, dilde tasfiyeciliğe, yapaylığa da kaçmak istemem. Ne Türk Derneği’nin tasfiyeciliğini ne de Sebilürreşat’ın Osmanlıcılığını asla kabul ede-mem. 21 Eylül 1928 Soru edatı mı/mi, bağlaç olan ki vb. bazı özel yazılışlar için başbakanlığa bir yazı gönderdi.

Çağdaş Türk Dili

- 596 -

1 Kasım 1928 Đnkılâp Kanunlarının en önemlilerinden biri olan, toplam on bir maddelik 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanun’la yeni Türk harfleri tespit ve kabul edildi. Kanunun ilk iki maddesi şöyledir1:

Madde 1 — Şimdiye ka-dar yazmak için kullanılan Arap harfleri yerine Latin esasından alınan ve merbut cetvelde şekilleri gösterilen harfler (Türk harfleri) un-van ve hukuku kabul edil-miştir. Madde 2 — Bu kanunun neşri tarihinden itibaren Devletin bütün idare ve müesseselerinde ve bilcüm-le şirket, cemiyet ve hususî müesseselerde Türk harfle-

riyle yazılmış olan yazıların kabulü ve muameleye konulması mecburîdir. Kasım 1928 Atatürk bu Đnkılâp Kanunu ile ilgili olarak Her şeyden evvel her inkişafın ilk yapı taşı olan meseleye temas etmek isterim. Her vasıtadan evvel büyük Türk milletine, onun bütün emeklerini kısır yapan çorak yol haricinde kolay bir oku-ma yazma anahtarı vermek lâzımdır. Büyük Türk milleti cehaletten az emekle, kısa yoldan kendi güzel ve asil diline kolay uyan böyle bir vasıta ile sıyrılabilir. Bu okuma yazma anahtarı, ancak Latin esasından alınan Türk alfabesidir. Basit bir tecrübe, Latin esasından Türk harflerinin Türk diline ne kadar uygun oldu-

1 Bu kanun, 7 Kasım 1982 tarih ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın

174’üncü maddesinde belirtilen inkılâp kanunlarından olup Anayasanın kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşıla-maz ve yorumlanamaz. Kanundaki merbut cetvelde harflerin sıralamasında i harfi ı harfinden öncedir.

Dil Encümeni tarafından yayımlanan Elifba Raporu’ndaki ilk taslak alfabede q, w, x

harfleri yer alıyor; ğ, ö, ü harfleri ise bulunmuyordu. Daha sonra q, x, w harfleri çıka-rılmış yerine gh, ğ, kh, ö, ü harfleri eklenmişti. Son olarak karışıklığı önlemek üzer gh ve kh harfleri çıkarılmış ve harf sayısı 29’a indirilmişti.

Yeni alfabe münasebetiyle Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Şefi Zeki Üngör tarafından

‘Harfler Marşı’ bestelenmişti (Çotuksöken 2002).

Atatürk ve Türk Dili-X

- 597 -

ğunu şehirde ve köyde yaşı ilerlemiş Türk evlâtlarının ne kadar kolay okuyup yazdıklarını güneş gibi meydana çıkarmıştır.

Büyük Millet Meclisinin kararıyla Türk harflerinin kat’iyet ve kanuniyet kazan-ması, bu memleketin yükselme mücadelesinde başlı başına bir geçit olacaktırdedi.

Kasım 1928 Hepimiz, hususî ve umumî hayatımızda rast geldiğimiz okuyup yazma bilmeyen erkek, kadın her vatandaşımıza öğretmek için tehalük göstermeliyiz, bu milletin asırlardan beri hallolunamayan bir ihtiyacı, birkaç sene içinde tamamen temin edilmek, yakın ufukta gözlerimizi kamaştıran bir muvaffakıyet güneşidir. Hiçbir muzafferiyetin hazlarıyla kıyas kabul etmeyen muvaffakıyetimizin heyecanı için-deyiz. Vatandaşlarımızı cehaletten kurtaracak bir sade muallimliğin vicdanî hazzı mevcudiyetimizi işbâ etmiştir.

Aziz arkadaşlarım, yüksek ve ebedî yadigârımızla büyük Türk milleti yeni bir nur âlemine girecektir.

30 Kasım 1928 Türkçe gazete ve dergiler son kez Osmanlı alfabesiyle basıldı.

1 Aralık 1928 Türkçe gazete ve dergiler, yeni yazı ile yayımlanmaya başladı.

1928 Yeni harfler bizi çok işgal etmelidir. Đnönüleri, Sakarya, Dumlupınar arifelerinde ne kadar dikkatli, ne kadar müteyakkız, aynı zamanda ne kadar pürümit oldu-ğumuzu düşününüz; yeni harfler mes’elesinde de o kadar dikkatli ve o kadar ümitli olmalıyız.

1928 Daha çocukken dersler, kitaplar arasında yuvarlanırken, hissederdim ki, bu dilin bir şeye ihtiyacı var. O ihtiyacın ne olduğunu, nasıl elde edileceğini bilmezdim. Fakat mutlaka bir şey lâzım olduğunu duyardım1.

Ocak 1929 Yeni harflere geçiş süreci tamamlandı; Arapça, Farsça dersleri kaldırıldı.

1930 Ruşen Eşref’e, L. Cahun’un Fransa’da Ari Dilleri Tekaddüm Eden Lehçenin Turanî Menşei adlı yapıtını Fransızcadan Türkçeye tercüme ettirdi. 2 Eylül 1930 1 (Korkmaz 1992: 308).

Çağdaş Türk Dili

- 598 -

Sadri Maksudî’nin Türk Dili Đçin adlı yapıtını okudu ve kitabın başına Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, şuurla işlensin. Ülkesini ve yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dille-rin boyunduruğundan kurtarmalıdır sözlerini yazarak Dil Đnkılâbı’nın işaretini verdi. Eylül 1930 Türk dili zengin, geniş bir dildir, her mefhumu ifadeye kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde işlemek lâ-zımdır. 17 Şubat 1931 Öyle istiyorum ki, Türk dili, bilim yöntemleriyle kurallarını ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar, bütün terimleriyle, çoğunluğun anlayabileceği güzel, ahenkli dilimizi kullansınlar. 1931 Afet Đnan’ın Vatandaş Đçin Medenî Bilgiler adlı kitabına şu sözleri yazdı: Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için, her Türk, dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felâketler içinde ahlâkının, an’anelerinin, hatıralarının, men-faatlerinin, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muha-faza olunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir. Türk demek, dil demektir. Milliyetin çok bariz vasıflarından birisi dildir. Türk milletindenim diyen insanlar, her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk harsına, camiasına mensubiyetini iddia eder-se, buna inanmak doğru olmaz. Halbuki Adana’da Türkçe konuşmayan 20.000’den fazla vatandaş vardır. Eğer Türk Ocağı buna müsamaha gösterirse; gençler, siyasal ve sosyal bütün kuruluşlar bu durum karşısında duyarsız kalırsa, en aşağı yüz seneden beri devam edegelen bu durum daha yüzlerce sene devam edebilir. Bunun neticesi ne olur?

1932 Cumhuriyetin ana ilkelerini ve Atatürk inkılâplarını milletin ruhuna sindir-mek vb. amaçlarla kurulan Halkevlerinin dokuz şubesinde biri Dil-Tarih ve Edebiyat idi.

Atatürk ve Türk Dili-X

- 599 -

11 Temmuz 1932 Çankaya Köşkü’nde dilci ve tarihçileri topladı. Dil işlerini düşünmek zamanı gelmiştir. Ne dersiniz? sorusunun ardından Öyle ise, Türk Tarihi Tetkik Cemi-yeti gibi, bir de ona kardeş bir dil cemiyeti kuralım. Adı Türk Dili Tetkik Cemiyeti olsun dedi ve kendi eli ile şu şemayı çizdi: DĐL CEMĐYETĐ

Filoloji ve lengüistik

Türk dili

Filoloji

ve Lengüistik

Lügat ve

Istılah

Gramer ve

Sentaks

Etimoloji

12 Temmuz 1932 Türk Dili Tetkik Cemiyeti (Türk Dil Kurumu) kuruldu. Cemiyetin tüzüğünün ilk maddesine ‘Türkiye Cumhuriyeti Reisi Gazi Mustafa Kemal Hazretlerinin yüksek himayeleri altında ve Ankara şehrinde (Türk Dili Tetkik Cemiyeti) adlı ilmî bir cemiyet kurulmuştur.’ yazıldı.

26 Eylül 1932 Türk Dili Tetkik Cemiyeti ilk toplantısını Gazi Mustafa Kemal başkanlığında yaptı1.

Ekim 1932 Derleme ve Tarama çalışmaları başlatıldı.

1 Kasım 1932 TBMM’nin dördüncü dönem ikinci toplanma yılını açarken, Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki zenginliğine kavuşması için, bütün devlet teşkilâtımızın dikkatli, alâkalı olmasını isteriz dedi.

1932-1934 Yunus Nadi’ye, Osmanlıcaya Karşılıklar Lûgati’nden yararlanarak, yeni dil ile başmakaleler yazmasını önerdi. 7 Şubat 1933 Türkçe ibadetle ilgili olarak,

1 Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK adına uzanan süreç şu şekildedir: Mustafa (1881-

1893), Mustafa Kemal (1893-1916), Mustafa Kemal Paşa (1916-1921), Gazi Mustafa Kemal/Gazi (1921-1934), Mustafa Kemal Atatürk/Atatürk (1934-1938).

Çağdaş Türk Dili

- 600 -

Mes’elenin mahiyeti esasen din değil, dildir. Kat’î olarak bilinmelidir ki, Türk milletinin millî dili ve millî benliği bütün hayatında hâkim ve esas kalacaktır dedi. Nisan 1933 Türk Dili Tetkik Cemiyetince, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten’in ilk

sayısı yayımlandı. 21 Haziran 1934 2525 numaralı sayılı 15 maddelik Soyadı Kanunu kabul edildi. Kanunun ilk üç maddesi şu şekildeydi: Madde 1— Her Türk adın-dan başka soyadını da

taşımağa mecburdur. Madde 2 — Söyleyişte, yazışta, imzada at önde, soyadı sonda kullanılır. Madde 3— Rütbe ve memuriyet, aşiret ve yabancı ırk ve millet isimleri ile umu-mî edeplere uygun olmıyan veya iğrenç ve gülünç soyadları kullanılamaz. Kanunun 13’üncü maddesine göre, 54 maddelik ‘Soyadı Nizamnamesi’ çıkarıl-dı. 18 Ağustos 1934 II’nci Türk Dil Kurultayı Đstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda O’nun himayesin-de toplandı. Cemiyetin adı, Türk Dilini Araştırma Kurumu olarak değiştirildi. Eylül 1934 Rus Türkolog Pekarski’nin Yakutça Sözlüğü’nün Türkçeye çevrilmesini em-retti. Adını Kamal diye imza etmeye başladı.

Ekim 1934 (Ruşen Eşref ÜNAYDIN’a Çankaya’da verilen talimat) M.1. Derleme defterleri ve kılavuzlar hemen ve çok güzel olarak bastırılacak. M.2. Bültenin güzel ve çekici olarak hemen bastırılması. Not: Millî Eğitim Bakanı bunlar için gerekli olan parayı size hemen sağlarlar, ben de kendisiyle görüşürüm. − Şimdi Anadolu Kulübü binası ayın 21’inci gününe kadar T.T.T.C. Merkez Heyetine devir ve teslim edilecektir. − Bu konuda kulüp komite heyeti ile temasa geçilecektir. Komitenin bundan haberi vardır. Durum tarafınızdan Millî Eğitim Bakanı Beyefendiye bildirilecek ve bu konuda Başbakana da bilgi verilecektir. − Öbür Đstanbul ve il gazeteleri de Hakimiyeti Milliye’nin açtığı sütuna benzer sürekli sütün açacaklardır. Bu konuda gazete başyazarlarıyla görüşülecek.

Atatürk ve Türk Dili-X

- 601 -

− Sorunlarınızın çözümünde hep Başbakan Đsmet Paşa’ya başvuracaksınız, başka kimseye değil. − Üstlendiğiniz önemli dil işlerinde başarılı olmak için temas edeceğiniz her resmî kurulun yararlı görüşlerini dinleyeceksiniz. Güzel sonuçlar vadeden sözleri memnunlukla dinleyeceksiniz. Ama bunları eyleme dönüştürmek için ne yap-mak, nasıl yapmak gerektiği konusunda karşılaşacağınız zorlukların başvuracağı-nız kişi Başbakan Đsmet Paşa’dır. Çünkü, her büyük işin uzmanı ve gerçekleştiri-cisi olduğu gibi bu işin de yüksek etmeni Đsmet Paşa’dır. 1 Kasım 1934 Kültür işlerimiz üzerine ulusça gönüllerimizin titrediğini bilirsiniz. Bu işlerin ba-şında da Türk tarihini doğru temeller üstüne kurmak; öz Türk diline, değeri olan genişliği vermek için candan çalışılmakta olduğunu söylemeliyim. Bu çalışmala-rın göz kamaştırıcı verimlere ereceğine şimdiden inanabilirsiniz. 15 Kasım 1934 tarihli tezkere Başvekil Đsmet Paşa Hazretlerinin inkılâp tarihimizin ilk, şerefli ve parlak sayfası olan Đnönü Meydan Muharebelerinin Başkumandanı olması itibarıyla Soyadı Kanunu icabı olarak alacağı aile reisi isminin Đnönü olmasını çok yerinde buldu-ğumdan, kendilerine bu soyadını tevhit ederim. 26 Kasım 1934 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa gibi Lâkap ve Unvanların Kaldırılmasına Dair Kanun’un ilk üç maddesi şu şekildedir: Madde 1 — Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Ha-nım, Hanımefendi ve Hazretleri gibi lâkap ve unvanlar kaldırılmıştır. Erkek ve kadın vatandaşlar kanun karşısında ve resmî belgelerde yalnız adlariyle anılırlar. Madde 2 — Sivil rütbe ve resmî nişanlar ve madalyalar kaldırılmıştır ve bu nişan ve madalyaların kullanılması yasaktır. Harb madalyaları bundan müstesnadır. Türkler yabancı Devlet nişanlarını taşıyamazlar. Madde 3— Askerî rütbelerden adın başına gelmek üzere kara ve havada Müşir-lere Mareşal, Birinci Ferik, Ferik ve Livalara General, Denizde Birinci Ferik, Ferik ve Livalara Amiral denir. General ve Amirallerin derecelerini gösteren unvanlarla Deniz Müşirleri unvanlarının ve diğer askerî rütbelerin karşılıkları Âlî Askerî Şura-sı kararı ve Đcra Vekilleri Heyetinin tasdiki ile konulur. 1934 Falih Rıfkı’ya Çocuk çıkmaza girmişizdir, dili bu çıkmazda bırakamayız, tabiî yola döneceğiz dedi.

Çağdaş Türk Dili

- 602 -

24 Aralık 1934 Türk Dil Kurumundan ayrı bir ‘Osmanlıcadan Türkçeye Kılavuz Komisyonu’ kurdurdu. 14 Haziran 1935 2795 no’lu kanunla Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kuruldu.

9 Mayıs 1935 Geçen kurultaydan bugüne kadar, kültürel ve sosyal alanda başardı-ğımız işler, Türkiye Cumhuriyetinin ulusal çehresini, keskin çizgileriyle ortaya çıkarmıştır. Yeni harfleri, ulusal tarihi, öz dili, ar, bilimsel müzik ve teknik kurumlarıyla, ka-dını erkeği her hakta eşit, modern Türk sosyetesi bu son yılların ese-ridir. 1 Kasım 1935 (TBMM’nin beşinci toplantı yılı açış konuşmasında) Aydın saylavlar! Kültür kınavımızı, yeni ve modern esaslara göre teşki-

lâtlandırmaya durmadan devam ediyoruz. Türk tarih ve dil çalışmaları büyük bir inanla beklenilen ışıklı verimlerini şimdiden göstermektedir. 2 Kasım 1935- 21 Kasım 1938 Bizzat hazırladığı 20 yazısını, Ulus gazetesinin Dil Yazıları bölümünde imza-sız olarak yayımlattı. Bu yazılarında kimi yabancı kaynaklı sözcüklerin Türk-çe kökenli olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. ‘Dil alanında bir kök sorunu ileri sürüldü. Ortaya kâğıt, kalem ve sözlükler getirildi. Atatürk, Yunancadan türetilmiş olan bu sözcüğün üzerinde durarak: -Ana kökü arayacağız, dedi ve onu bir başka dile bağlayan daha eski etimo-lojisini aramaya başladı. Uzun bir çalışmadan sonra da aradığı kökü bulun-ca: -Sakarya Muharebesi’ni kazandığım dakikadaki sevinci duydum, dedi. 12 Kasım 1935’te (Afet Đnan’a çektiği telgrafta) Dile ait yeni yaptığım tetkikler ve bulduklarımı birkaç güne kadar yollayacağım.

Atatürk ve Türk Dili-X

- 603 -

14 Kasım 1935 Güneş-Dil teorisi ile ilgili olarak hazırladığı Etimoloji, Morfoloji, ve Fonetik Bakımından Türk Dili Analiz Yolları başlıklı broşür Ulus gazetesi okuyucula-rına dağıtıldı.

Kasım 1935 (Afet Đnan’a yazdığı bir mektupta) Ben bildiğin gibi dil ile meşgul oluyorum. Sen giderken basılmış olan ilk broşürü tashih ve tadil ettirerek yeniden bastırttım. Bunun bir de ufak hulâsasını broşür hâlinde bütün Ulus karilerine dağıttılar...

1935 Đlân etmek, Fransızcanın hem declarer hem proclamer eylemlerinin, sebep de aynı dilden hem cause’un hem raison’un karşılığı olarak kullanılıyordu. Aynı şekilde Fransızca définir eyleminin tam karşılığı bizde ve Arapçada yoktu; karşılık olarak tarif, tasvir, tavsif gibi sözcükler kullanılıyordu. Hâlbuki bunlar aynı zamanda Fransızca décrire’in de karşılığı idi. Osmanlıcanın bu yetersizliği karşısında Atatürk 1935’teki Cep Kılavuzu’nda Fransızca définir’in Türkçesi olarak tanımlamak’ı, décrire’in Türkçesi olarak betimle-mek’i, expliquer’nin Türkçesi olarak da açıklamak’ı Türk sözcük gömüsüne kattı (Dilâçar 1978: 53). Mart 1936 Kitap, mektup, kâtip benimdir. Ketebe, yektübü Arabındır. Herkesin yazdığı kitap, kâtip, mektup Türkçedir. 24 Ağustos 1936 III üncü Dil Kurultayı Đstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda, yine O’nun himaye-sinde toplandı. 1 Kasım 1936 (TBMM’nin beşinci dönem ikinci toplanma yılını açarken yaptığı konuşma-da) ... Bu iki ulusal kurumun (TDK ve TTK), tarihimizin ve dilimizin karanlıklar için-de unutulmuş derinliklerini, dünya kültüründeki analıklarını, reddolunmaz ilmî belgelerle ortaya koydukça, yalnız Türk milleti için değil, dikkat ve intibahı çe-ken, kutsal bir vazife yapmakta olduklarını emniyetle söyleyebilirim... 1936 Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nce yayımlanan Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu, Türkçeden Osmanlıcaya Cep Kılavuzu adlı kitaplara katkıda bu-lundu. Bu çerçevede üçgen, artı, yatay, eksi, bölü, açı, teğet, boyut, yatay, dikey, eğri, üçgen vb. terimleri yaptı.

Çağdaş Türk Dili

- 604 -

1936 Avusturyalı Türkolog H. F. Kvergitch’in gönderdiği Türk Dillerindeki Bazı Ögelerin Psikolojisi adlı çalışmayı aldı.

1936 H. F. Kvergitch ile Çankaya Köşkünde Güneş-Dil Teorisi üzerine görüşmeler yaptı.

1936 Zamanımızda yaşamak isteyen milletler, tarihlerine ve tarihlerini her şeyde yaşa-tan dillerine sağlam sarılırlar. Dil bilgisi, tarihin en uzak, en karanlık köşelerini aydınlatır. Türk’ün tarihî varlığını ve bu varlığın dünyadaki yaygınlığını, Türk dili orijinalliği bilhassa çok açık bir kesinlikle göstermektedir. Bu itibarla Tarih Ku-rumu, Türk Dil Kurumunun kendisinden ayrılmaz eşidir. Bu iki kurum, birlikte yükselmesi, birlikte tamamlanması icap eden iki abidedir.

1936 Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini kurdu.

1937 Türk Dil Kurumunun çalışmalarına ilelebet iştirak edecek değilim. Kardeş Tarih Kurumunun kuruluşunu takip eden ilk yıllarda tarih üzerine arkadaşları teşvik için beraber çalıştım. Bu kurum, tamamıyla teşkilâtlandıktan ve ilmî çalışmalarına hız verdikten sonra, Tarih Kurumunun mesaisine karışmıyorum. Onlar, bildikleri gibi akademik çalışmalarına devam ediyorlar. Dil Kurumunun mesaisiyle de münasebetim böyle olacaktır. Dil âlimlerinin, mütehassıslarının onlar gibi çalış-malarına müdahale etmeyeceğim. Sizin de mesainizi ilmin son verimlerine uy-durmanız lâzımdır.

1937 Üzerinde adı yazılı olmayan Geometri adlı 48 sayfalık kitabı yayımlandı.

29 Mart 1937 Matematik terimleri ceyb ve teceyb’in Türkçe karşılıklarının bulunması için Ulus gazetesine ilân verdirerek yarışma açtırdı.

1 Kasım 1937 Türk Dil ve Tarih Kurumlarının Türk ulusal varlığını aydınlatan çok değerli ve önemli birer bilim kurumu niteliği kazandığını görmek hepimizi sevindirici bir olaydır.

Atatürk ve Türk Dili-X

- 605 -

13 Kasım 1937 Sivas’ta okullarda eğitim ve öğre-timin yeni Türkçe terimlerle ya-pılmasını emretti; denetleme der-sinde tahtaya dılı yerine ‘kenar’, müselles yerine’ ‘üçgen’, müselles mütesaviyül adla yerine ‘eşkenarlı üçgen’, zaviye yerine ‘açı’ yazdı.

1937-1938 Atatürk’ün emri üzerine, fizik, mekanik, kimya, biyoloji, zooloji, botanik, jeoloji derslerine ait dört binden çok terim oluşturuldu ve bu terimlerle hazırlanan kitaplar okullara gönderildi.

1938 Dil işimizde henüz bir istikrara va-ramadık, daha çok ve pek çok ça-lışmak lâzımdır.

5 Eylül 1938 Bizzat kaleme aldığı 6 (altı) maddelik vasiyetinin 6’ncı maddesine Her sene nemadan mütebaki mikdar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir sözlerini yazdı.

26 Eylül 1938 Türk dilinin sadeleştirilmesi, zenginleştirilmesi ve kamuoyuna bunların benimse-tilmesi için her yayın vasıtasından faydalanmalıyız. Her aydın hangi konuda olursa olsun yazarken buna dikkat edebilmeli, konuşma dilimizi ise ahenkli, güzel bir hâle getirmeliyiz. Bizim milliyetçiliğimizin esası, dil birliğimizin korun-masıyla mümkün olacaktır.

16 Ekim 1938 Ağır hastalığının pençesindeyken girdiği komada Aman dil...Aman dil.... Dil efendim diye sayıkladı1.

18 Ekim 1938 Yeniden Aman dil....Aman dil....Bu gece yeniden efendim... diye sayıkladı.

1 Atatürk’ün hasta yatağında sayıklarken söylediği aman dil ifadesi ile ilgili olarak üç

ihtimal söz konusudur: • Ata’nın dili, nefes alıp verirken solunum yolunu kapatarak, O’na rahatsızlık vermiş

olabilir. • Farsça kökenli ‘gönül’ anlamındaki dil sözcüğü bilinmeyen bir nedenle kullanılmış

olabilir. • Hasta yatağında, ölüm döşeğinde bile, yakından alâkadar olduğu Türk dili çalışmala-

rı ile ilgili düşünce ve duyguları bu süreçte bilinçüstüne çıkmış olabilir.

Çağdaş Türk Dili

- 606 -

1 Kasım 1938 (TBMM’nin açılışında Başbakan Celal Bayar’a okuttuğu konuşmasında) Dil Kurumu en güzel ve feyizli bir iş olarak türlü ilimlere ait Türkçe terimleri tespit etmiş ve bu suretle dilimiz yabancı dillerin tesirlerinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır. Bu yıl okullarımızda tedrisatın Türkçe terimlerle yazılmış kitaplarla başlamış olmasını kültür hayatımız için mühim bir hadise olarak kaydetmek isterim dedi.

� * (Latin harflerinin kabulüyle ilgili olarak) Eğer ben size bu meseleyi ancak son senelerde düşündüm dersem, inanmayınız. Ben ta çocukluğumdan beri bu davayı düşünmüş bir adamım.

* Türk çocuğu konuşurken onun beyan ve anlatış tarzı, Türk çocuğu yazarken onun ifade üslûbu, kendisini dinleyenleri onun yürüdüğü yola götürebilecek, bu kabiliyeti sayesinde Türk çocuğu kendisini dinleyen ve yazısını okuyanları peşine takarak yüksek bir Türk ülküsüne ulaştırabilecektir.

*(Dil Đnkılâbı ile ilgili olarak) En iyi müdafaa usulü taarruzdur. Şu hâlde dil alanında türemiş yabancılıklara saldıralım; ağacı bir defa silkeleyelim: Görelim hangi çürükler düşecek; kalan sağlar bakalım ne kadardır? Dökülmeyenler, özleri ve arınmışları bulununcaya kadar biraz daha işe yarayabilir... * Dil devriminin amacı, Türk dilinin kısırlaştırılması değil, genişletilmesidir.

* Ben yabancı dillerin desteğine muhtaç olmayan müstakil bir Türkçe isterim.

Mustafa Kemal Atatürk Türkçenin her döneminde, ana dilini kullanmaktaki üstün becerisi ile kitleleri ulusal hedeflere yönlendirdi. Yazıları, söylevleri yüksek bir sanat değeri taşıyordu. Köktürk Yazıtları’ndaki üze teñri basmasar asra yir telinmeser türük bodun eliñin törüñin kem artatı udaçı erti= Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, Türk halkı devletini, yasalarını kim bozabilirdi? (Köl Tigin Doğu Yüzü: 22) sözleri âdeta, Atatürk’ün Benim na-çiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilele-bet payidar kalacaktır vecizesinde tecelli etti.

• Sözlüklere büyük önem verirdi. Bunlar arasında V. Radloff’un 4 ciltlik Türk Lehçeleri Sözlüğü (1888-1911) ile E. Pekarskiy’in yine 4 ciltlik Yakut Sözlüğü’ne bakar ve baktırır, bu lehçelerdeki sözcükleri eskiliklerinden dola-yı esas sayardı. Çuvaşça üzerinde pek durmazdı. Dilcilik alanında çok merak ettiği şeylerden biri, yabancı sözcüklerin etimolojisi olduğu için, etimoloji

Atatürk ve Türk Dili-X

- 607 -

sözlüklerinden çoğu, sofrasına ve çalışma masasına kadar götürülürdü... Bu sözlüklerden başlıcaları şunlardır:

Hint-Avrupa Dillerinin Etimoloji Sözlüğü, A.Walde-J. Pokorny (1930-1932) Yunan Dili Etimoloji Sözlüğü, E. Boisacq (1923) Latin Dili Etimoloji Sözlüğü, A. Ernout-A.Meillet (1932) Fransız Dili Etimoloji Sözlüğü, O. Bloch (1932) Alman Dili Etimoloji Sözlüğü, F. Kluge (1934)

• Dil ile ilgili şu yapıtları da inceledi:

Kaldenin Đlkel Dili ve Turanlı Lehçeler, F. Lenormant (1875) Ural-Altay Dilleri ve Gruplamalar, H. Winkler (1885) Türk Dillerinin Hint-Avrupa Dilleriyle Olan Eski Bağlantıları, A.V.Edlinger (1912) 200 Sümer-Türk Kelimesinin Karşılaştırılması, F. Hommel (1915) (Dilaçar 1963: 42, 45).

• Kitaplığında, hediye edilen çeşitli yayınlardan başka, satın aldırdığı tarih, sosyoloji, ekonomi ve özellikle dil konularıyla ilgili olanlar çoğunluğu oluştu-ruyordu.

• Dil ile ilgili her türlü soruna ve bilgiye çok kısa sürede nüfuz edebilen olağanüstü bir yeteneği vardı. Örneğin, Terim Komisyonlarının çalışmaları esnasında geometri sözcüğündeki g’nin değiştirilmemesini uygun görmüş-tür.

Savorana yatından Dolmabahçe Sarayı’na nakledildiğinde, hasta yatağında bile doktoruna dil işle-rini anlatıyordu.1

• Korutürk, Dilmen, Gökçen, Đnönü, Conkbayırı vb. soyadlarını bizzat vermişti.

• • Geometri terimlerinin yanı sıra askerlik terimlerini yaptı. Ferik, miralay vb. Arapça kökenli rütbe adlarını kaldırmış, yerine modern ordularda kulla-nılan general, amiral, mareşal terimlerini almıştır. er ve erat sözcüklerini birer askerlik terimi olarak Türkçeye bizzat kazandırmıştır. Onbaşı, çavuş, yüzbaşı, binbaşı gibi eski rütbe adlarını ve unvanları aynen kullanmış, teğmen, üs-teğmen, yarbay, albay gibi rütbe adlarını türetmiştir. Birliği selâmlamada kullanılan Merhaba asker! ifadesi O’na aittir.

1 (Korkmaz 1992: 328).

Çağdaş Türk Dili

- 608 -

• Yazı dilinde Namık Kemal ile Halit Ziya mektebi (ekol) arasında bir belagatçi idi... Konuşmasında sade, tabiî ve özentisizdi. Hepimiz saatlerce anlatış cazibesi-ne kapılırdık (F. R. Atay). • 21 Kasım 1932 Kendisine sunulmak üzere SSCB Ankara Büyükelçisi tarafından Sovyet Bilimler Akademisi yayınlarından 23 adet gönderildi. Bunların bir bölümünü süreli yayınlar, bir bölümünü de kitaplar oluşturuyordu: Azerbaycan Türk Şiveleri Lugati, Qumuq tilni jazuv qajdalarb, nazarı mihanikten istilah lugatı, Ene dili, Tatar burzua tle, Tapmacalar, Bizdin Til, Til-Imla konfe-ransları materyalları, Qaracaj tilni Grammatikasb • Okuduğu son kitap, Belleten’in 1938 sayısı idi.

OKUMA ATATÜRK'ÜN KALEMĐNDEN ÇIKAN YAZILAR

Ahmet B. Ercilasun

5 Kasım 1935 tarihli Ulus gazetesinin birinci sayfasındaki ‘Dil Yazıları’ sütunun-da Atatürk'ün bir yazısı yer alıyordu. Bu yazının başlığı ‘Ehemmiyet-Mühim’ idi. Bu başlık altındaki küçük alt başlıkta şunlar yazılıydı:

‘Türk dilinin etimoloji, morfoloji ve fonetik bakımından çözümlenme metodu bu sözleri (ehemmiyet ve mühim sözlerini-ABE) Türkçe gösteriyor.’

18 Kasım 1935 tarihli Ulus gazetesinde yine Atatürk tarafından yazılan yazının başlığı ‘Sabah’ idi. ‘Sabah’ sözünün Türkçe kökenli olduğu açıklandıktan sonra yazının sonunda Atatürk'ün şöyle bir ‘ihtar’ı yer alıyordu:

‘Đhtar: Güneşin ışıklarına beşik olan bizim (sabah) ımızın ince, temiz, lojik, asîl manası görülüyor. Bizim senelerden beri Türk (sabah)ını, kendi dil hazinemizden matrut bir hâlde bırakışımız, dikkate değer bir noktadır. Acaba (sabah) ın büyük kusuru mu oldu? Bunu bilmiyoruz. Öyle de olsa artık Türk Dil inkılâbı şerefine onun affolunarak yabancılık isnadından kurtarılması gerektir, sanırız.’ Atatürk, Ulus gazetesindeki ‘Dil Yazıları’na 2 Sonteşrin (Kasım) 1935'te başla-mıştı. Bu yazılar gazetenin birinci sayfasında yer alıyor ve sayfaların bütün sağ yarısını kaplıyordu. Yazılarda 1932'de başlatılan dil inkılâbıyla dilimizden atılmak

Atatürk ve Türk Dili-X

- 609 -

istenen millet, devir, hâdise, mühim, hâtıra, ümit gibi kelimelerin köken bakı-mından Türkçe olduğu, Güneş-Dil Teorisine dayandırılarak açıklanıyordu. 1932'de dil inkılâbını bizzat başlatan Atatürk, bu konuda aşırılığa gidildiğini fark ediyor ve 2 Kasım 1935'te yazmaya başladığı yazılarla aşırılığı durdurmak isti-yordu. ‘Hak, hakikat, defa, kuvvet’ vb. kelimeler mademki Türk kökenliydi, artık bunların atılmasına gerek yoktu. ‘Türk Dil inkılâbı şerefine’ sabah vb kelimeler ‘affolunmalı’ idi. 2 Kasım 1935'te başlayan ‘Dil Yazıları’nda sırasıyla şu kelimelerin Türk kökenli olduğu açıklanıyordu. 2 Sonteşrin 1935: Millet, ulus. 3 Sonteşrin 1935: Devir, zaman, devre,

daire. 4 Sonteşrin 1935: Hâdis, hâdise. 5 Sonteşrin 1935: Ehemmiyet, mühim. 6 Sonteşrin 1935: Düstur. 7 Sonteşrin 1935: Hat, hâtır, hâtıra, ihtar, an. 8 Sonteşrin 1935: Hak, hakikat. 9 Sonteşrin 1935: Defi, müdafaa, dafı, müdafi 10 Sonteşrin 1935: Defa, ümit, imdat, medet. 11 Sonteşrin 1935: Kuvvet, kuvve, kavi, kuva. 12 Sonteşrin 1935: Suluh, sükûn, paix, sakin, sükûnet. 13 Sonteşrin 1935: Kemal, tekemmül, kâmil, ikmal, tekmil, tekâmül, mükem-

mel. 14 Sonteşrin 1935: Kâmilen, kamus, okıyanus, okeanoz, ocean. 15 Sonteşrin 1935: Her, eğer, gerçi. 16 Sonteşrin 1935: Dua, ilâhi. 17 Sonteşrin 1935: Hal, hâlâ. IS Sonteşrin 1935: Sabah. 19 Sonteşrin 1935: Allah, ilâh, ilâhe. 20 Sonteşrin l935: Çalap, hudağ, ağaç, taş, ot. 2I Sonteşrin 1935: Tanrı, rab, tan, tanyeri, yarab, yarabbi. Bu yazılar acaba bu güne kadar niçin dikkati çekmemişti? Dikkati çekmemişti, çünkü Atatürk, bu yazılarda adını kullanmıyordu; yazılar imzasız çıkıyordu. 1980'den önce yazdığım bir makalede bu yazıların ‘Atatürk'ün kaleminden çık-mış’ olduğunu belirtmiştim1. O zaman dayandığım gerekçe şu idi: ‘Ehemmiyet-

1 A.B. Ercilasun, ‘Özleştirmecilik ve Güneş-Dil Teorisi’, Dilde Birlik, Ankara,1993, s.

245-246.

Çağdaş Türk Dili

- 610 -

mühim’ kelimelerinin Türkçe olduğunu anlatmak için kullanılan ‘Türk dilinin etimoloji, morfoloji ve fonetik bakımından çözümlenme metodu’ ibaresi ile Gü-neş Dil Teorisini açıklamak üzere aynı tarihlerde Atatürk'ün kaleme aldığı ve ‘yalnız Türk Dil Kurumu üyelerine mahsus olarak basılmış’ broşürün adı aynı ifadeleri taşıyordu. Broşürün adı ‘Etimoloji, Morfoloji ve Fonetik Bakımından Türk Dili’ idi. Bu broşürde de Atatürk'ün adı yoktu ama Agop Dilâçar ‘Atatürk ve Türkçe’ adlı yazısında broşürün Atatürk'çe yazıldığını ifade etmekteydi1. Ayrıca o zamanın yarı resmî gazetesi sayılan Ulus'un birinci sayfasının sağ yarısını tama-men kaplayan ve diğer gazetelerde de geniş şekilde yer alan bu yazıların Ata-türk'e ait olduğunu tahmin etmek zor değildi. Ancak bu, o zaman, benim için yine de bir tahmindi ve tahminimin gerekçesini de yukarıdaki şekilde yazmıştım. Bu gün için artık bu gerçek, bir tahmin olmaktan çıkmıştır. Atatürk, 15-21 Kasım 1935 tarihleri arasında Afet Đnan'a yazdığı bir mektupta bu yazılardan ‘Ulus'a yazdığım yazılar’ diye bahsediyor. Mektubun ilgili kısmını aynen aşağıya alıyo-rum. ‘Ben bildiğin gibi dil ile meşgul oluyorum. Sen giderken basılmış olan ilk broşürü tashih ve tadil ettirerek yeniden bastırttım. Bunun bir de ufak hulâsasını broşür hâlinde bütün Ulus karilerine dağıttılar. Sen de almış olacaksın. Bunlardan sana yeniden beşer tane gönderiyorum. Bunlarla beraber Ulus’a yazdığım yazıların da kupürlerini toplu olarak gönderiyorum. Henüz basılmamış olanların suretleri de beraberdir. Buna dair arada çıkacak bazı arkadaşların yazıları da enteresan ola-caktır. Bunları takip edecek olan yazıları sen toplar ve hepsini tetkik edersin. Bence Güneş dil teorisi isabet etmiştir. Hint-Avrupa dillerine de kabili tatbiktir. Sen kendin gönderdiğim tatbikat notlarıyla teoriyi kavramaya çalış. Anlaşılma-yan yerleri sor, izah edeyim2.’ Görüldüğü gibi Atatürk, açıkça ‘Ulus'a yazdığım yazılar’ diyor ve bu yazılarda yukarıda listesini verdiğimiz ‘sabah, millet, mühim, hak, hadise’ gibi kelimelerin ‘Türk dil inkılâbı’ şerefine affolunmasını istiyor. Afet Đnan'ın ‘Atatürk'ten Mektuplar’ (Ankara,1981) kitabında söz konusu mektu-bun üzerinde 1936 tarihi var3. Ancak, 1935 olması gereken bu tarihin baskı hatası olarak 1936 şeklinde çıktığı veya Afet Đnan'ın tarihsiz mektupları tarihlen-dirir ve sıralarken hata yaptığı anlaşılıyor. Eserde, 23.XII.1935 ile 4.I.1936 tarihli mektuplar arasına dört mektup konmuş ve üzerlerine 1936 yazılmıştır. Bu dört mektubu 1936'da yazılmış sayarsak hepsinin de 4.I.1936'dan önceki üç gün içinde (l, 2, 3 Ocak 1936'da) yazıldığını kabul etmemiz gerekir. Mektubun üzeri-ne basım sırasında konan 1936 tarihinde hata olduğu bellidir. Aynı kitapta bu mektubun tarihini belirleyecek iki belge daha vardır. Bunlardan biri Atatürk'ün

1 A. Dilâçar, ‘Atatürk ve Türkçe’, Atatürk ve Türk Dili, TDK Yayınlan, Ankara,1963, s.

47. 2 Prof. Dr. A. Afet Đnan, Atatürk'ten Mektuplar, Ankara, 1981, s. 32-33. 3 a.g.e., s. 33.

Atatürk ve Türk Dili-X

- 611 -

imzasıyla 12.XI.1935 tarihinde Afet Đnan'a çekilen telgraftır. Bu telgrafta Atatürk, ‘dile ait yeni yaptığım tetkikler ve bulduklarımı birkaç güne kadar yollayacağım’ diyor1. Demek ki söz konusu mektup 12 Kasım 1935'ten ‘birkaç gün’ sonraya ait olmalıdır. Đkinci belge Afet Đnan'ın l.XII.1935 tarihinde Atatürk'e yazdığı cevaptır. Cevabî mektubunda Afet Đnan, ‘dil orijini hakkında yalnız faraziyelerin olduğunu, fakat umumî bir kanaatin mevcut olmadığını söylüyor (Đnan'ın Cenevre'de derslerini izlediği dil profesörü-ABE). Sizin çalışmalarınız herhâlde çok ilerledi, gönderdiği-niz broşür ve yazıları da aldım.2 Bu cevabî mektuptan anlaşıldığına göre Atatürk, Afet Đnan'a söz konusu mektubu 1 Aralık 1935'ten önce yazmıştır. Atatürk, 12 Kasım 1935'te Afet Đnan'a çektiği telgrafta ‘dile ait yeni yaptığım tetkikler ve bulduklarımı birkaç güne kadar yollayacağım’ diyor; daha sonra yazdığı mektupta ‘teorinin tatbikatı olmak üzere Ulus'a yazdığım yazıların da kupürlerini toplu olarak gönderiyorum’; Afet Đnan, 1 Aralık 1935'te Atatürk'e yazdığı cevapta ‘gönderdiğiniz broşür ve yazıları aldım’ diyor. Demek ki Atatürk-'ün mektubu 12 Kasım-1 Aralık 1935 arasında yazılmıştır. Aslında tarihi daha da belirgin hâle getirebiliriz. Ulus'taki yazılar 2 Kasım ile 21 Kasım arasında çıkmış-tır. Atatürk 12 Kasımda çektiği telgrafta ‘Birkaç güne kadar yollayacağım’ dedi-ğine göre, yazıları 15-16 Kasım tarihlerinde göndermiş olmalıdır. Ayrıca söz konusu mektupta Atatürk ‘bunun (Güneş-Dil Teorisiyle ilgili broşürün-ABE) bir de ufak hulâsasını broşür hâlinde bütün Ulus karilerine dağıttılar’ diyor. Ulus karilerine dağıtılan broşür, Ulus'un 14 Kasım 1935'teki nüshasında ek olarak verilmiştir. Bu broşür dağıtıldıktan sonra Atatürk mektubu yazdığına göre 15 Kasımdan önce yazmış olamaz. ‘Henüz basılmamış olanların suretleri de bera-berdir’ dediğine ve son yazı 21 Kasımda çıktığına göre mektubun bu tarihten birkaç gün önce gönderilmiş olması gerekir. Sonuç olarak, mektup 15-18 Kasım 1935 tarihlerinde yazılmış olmalıdır. Mektupta sözü edilen broşür, ‘Etimoloji, Morfoloji ve Fonetik Bakımından Türk Dili’ adını taşımaktadır ve Güneş-Dil Teorisinin esaslarını anlatmaktadır. Agop Dilâçar, ‘Atatürk ve Türkçe’ adlı yazısında bu broşürden şöyle bir alıntı yapıyor: ‘Dr. Kvergitch'in bu nazariyesini Türk Dil Kurumunun ekler hakkındaki geniş ve çok misalli çalışmaları sayesinde anlayabildik ve istifade ettik.’ 3 Hemen bu cümlenin altında Dilâçar şöyle devam ediyor: ‘Dr. Kvergitch’in bu eseri ba-sılmadı. Kendisi bunun bir suretini bana vermiş olduğu için, bunu birkaç satırla özetlemek ve Atatürk' ün ‘istifade ettik' dediği bazı noktaları burada kısaca an-

1 a.g.e. s. 41. 2 a.g.e. s.46. 3 A. Dilâçar, ‘Atatürk ve Türkçe’, Atatürk ve Türk Dili, Ankara, 1963, s. 47. 8 a.y. 9 A.

Afet Đnan, a.g.e., s. 27. 10 a.g.e., s. 41.

Çağdaş Türk Dili

- 612 -

latmak istiyorum.’1 Broşürün içindeki ‘istifa-de ettik’ sözü Atatürk'e ait olduğuna göre bu broşürü de Atatürk'ün yazmış olduğu ortaya çıkıyor. Broşür, 1935 Ekiminin ortalarında veya ikinci yarısında basılmış olmalıdır. Bunu, Atatürk'ün söz konusu mektupta geçen ifadesinden anlıyoruz: ‘Sen giderken basılmış olan ilk broşürü tashih ve tadil ettirerek yeniden bastırttım.’ Afet Đnan, Kül-

tür Bakanı Saffet Arıkan'ın 14 Ekim 1935 tarihli yazısıyla Cenevre'de görevlendi-rilmiştir. Atatürk'ten Cenevre'deki Afet Đnan'a çekilen ilk telgraf 29 Ekim 1935 tarihini taşımaktadır2. Şu hâlde Afet Đnan 14 Ekimden sonra, 29 Ekimden önce Cenevre'ye gitmiştir. Broşürün ilk baskısı o giderken yapıldığına göre tarih, 1935 Ekiminin ortaları veya ikinci yarısı oluyor. Atatürk'ün ‘ilk broşürü tashih ve tadil ettirerek yeniden bastırttım.’ ifadesinden, broşürün, mektubun yazılmış olduğu 15-18 Kasım 1935'ten önce bir kere daha basıldığı anlaşılıyor. Aynı mektupta Atatürk ‘Bunun (broşürün-ABE) bir de ufak hulâsasını broşür hâlinde bütün Ulus karilerine dağıttılar’ diyor. Bu özet broşürün Ulus okuyucularına dağıtıldığı tarihi tam olarak biliyoruz: 14 Sonteşrin (Kasım) 1935. Bu tarihteki Ulus'un ilk sayfa-sında şöyle bir not var: ‘Ulus'un dil meraklılarına armağanı bugünkü sayımıza ek olarak çıkmıştır’. Söz konusu ek üzerinde de aynen şunlar yazılıdır: ‘Etimoloji, Morfoloji ve Fonetik Bakımından Türk Dili Analiz Yolları - Ulus'un dil meraklıla-rına armağanı. Ayrıca satılmaz. 1935 - Ulus Basımevi’. Atatürk'ün kaleme aldığı bütün bu broşür ve dil yazılarından çıkan sonuç şudur: Güneş-Dil Teorisini ortaya atarken Atatürk'ün amaçlarından biri de aşırı özleş-tirmecilikten vazgeçmek, millet, mühim, sabah, devir, hâtıra, defa, ümit, kuvvet vb. kelimelerin dilde kalmasını sağlamaktı. Nitekim Đbrahim Necmi Dilmen, Üçüncü Türk Dil Kurultayında sunduğu Türk Dil Kurumu çalışma raporunda, ‘Teorinin dil işlerimize vermesi lâzım gelen yeni istikamete ait birkaç söz söyle-mek isterim’ diyor ve şöyle devam ediyor: ‘Güneş-Dil Teorisi, şimdiye kadar dilimize yabancı sanılan dillerdeki varlıkların Türk kaynağından geldiğini ispat etmekle amelî sahadaki dil çalışmalarımıza da büyük bir genişlik ve kolaylık vermiştir. Halkın bildiği, manasını anladığı kelime-lerin yabancı dilden geliyor sanılarak feda edilmesi zarureti bu teoriyle ortadan kalkmış bulunuyor.3 (Türk Dili, Sayı: 512, Ağustos 1994).

1 a.y. 2 a.g.e. s. 4. 3 Üçüncü Dil Kurultayı, Đstanbul, 1937, s. 12.