ALLAH'IN ORDUSU TÜRKLER

11
ALLAH’IN ORDUSU TÜRKLER! Türkler… İnsanlık tarihinin en kadim, en özgür, en bilinçli, en inançlı, en savaşçı, en uysal, en saf ve en teşkilatlı topluluğu, millet olma bilincine en erken erişen ve devlet olma onurunu ilk olarak tadan beşer toplumlarının en eskilerinden birisi. Süreklilik gösteren bir “Gök” (rahman) bağlantısı, tesadüfler sistematiğini ters köşeye yatıracak bir tarih ve fetihler süreci, gittiği her yere insanlığın en büyük erdemleri olan sevgiyi, merhameti ve adaleti götüren rabbani bir anlayış… Garip bir şekilde, kendilerini yönetim koltuğuna yüce yaratıcının oturttuğuna sonuna kadar inanmış kağanlar, her şeyden önce yüce yaratıcı katında kabul görme adına verilen yönetim kararları, sürekli olarak batıya akan bir nehir, aktığı her coğrafyada insanlık için bir hidayet çağlayanı, muharebe meydanlarının demir yürekli, çelik bilekli, bozkurt bakışlı, kartal pençeli, bileği bükülmez, kılıcı keskin ve sırtı yere getirilemeyen cengâverleri ve daha nice hasletleriyle Allah’ın Ordusu Türkler… Türkler sürekli olarak kendilerini Allah’ın ordusu olarak gördüler, “Kızıl Elma” adı altında sürekli olarak rahmani hedeflerin peşinde koştular, aslında hedeflerin birçoğuna da ulaştılar, ulaşamasa bile o gaye uğrunda ölmeyi en büyük onur bildiler. Bu yazının amacı bulabildiğimiz tarihi ve ilahi vesikalara ve vakalara dayanarak, Türkler Allah’ın Ordusu mudur? Sorusuna bir cevap bulabilmek ve insanımızın görüş ufkunun önündeki ilahi sırları örten atlas perdeyi birazcık da olsa aralayabilmektir. Hazırsanız o sır perdesini hemen aralamaya başlıyoruz. Karahanlılar devrinin en büyük İslam âlimi, tefsir, fıkıh ve hadis ilminde söz sahibi, Türk dili ve edebiyatının dev mimarı Mahmud El Kaşgari’nin (Kaşgarlı Mahmut) Divan-ü Lügat et-Türk adlı eseri sayesinde bizlere aktarılan bir hadisinde Hz. Peygamberimiz; aziz ve celil olan Allah’ın; “Benim bir ordum vardır, ona (özel olarak) Türk adını verdim ve doğu cihetine yerleştirdim. Herhangi bir kavme öfkelendiğimde bu Türkleri onlar üzerine musallat eder ve böylece onları doğru yola getiririm1 buyurduğunu söylemiştir. Yarabbi! Manasını anlayan bir insan ve bir millet için bu ne büyük bir şereftir… Yüce yaratıcının ordusu olmaktan daha büyük bir şeref daha büyük bir övgü var mıdır? Belki de Türk ordusunun, bütün tarihi boyunca hiç yok olmadan ve hiç kesintiye uğramadan bugünlere gelebilmiş olmasının sırrı burada, yani Allah’ın ordusu şanına mazhar olmasındadır. Daha da ileri gidecek olursak Kaşgarlı Mahmut aktarmış olduğu bu hadisinde yalnız da değildir. Şimdi vereceğimiz hadisler Kaşgarlı Mahmut tarafından aktarılan hadisin uydurma hadis olabileceğini söyleyenlere en iyi cevap olacaktır. Ünlü İslam coğrafyacısı el -Kazvini’den nakledilen aynı konudaki başka bir hadisinde peygamberimiz “Şüphesiz Allahü Teâlâ’nın doğu cihetinde bir ordusu vardır. Onları Türk ismiyle adlandırmıştır. Kendisine baş kaldıranlardan işte onlar vasıtasıyla çok acı bir şekilde intikamını alır” buyurmuşlardır. Diğer yandan Tercüme-i Cifrü’l-Cami adında Türkçe yazma başka bir eserde zikredildiği üzere sevgili Peygamberimiz; Allahü Teâlâ’dan söz ederken onun şöyle buyurduğunu söylemiştir: “Şüphesiz benim doğu cihetinde bir ordum vardır. Onlara Türk adını verdim. Onlar benim gerçek süvarilerimdir. Bana baş kaldıranlardan işte ben bu Türkler sayesinde en acı intikamımı alırım” ki, bu 3 eser ayrı ayrı yerlerde ve ayrı zamanlarda meydana 1 Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 2.Kitap s.66, 69

Transcript of ALLAH'IN ORDUSU TÜRKLER

ALLAH’IN ORDUSU TÜRKLER! Türkler… İnsanlık tarihinin en kadim, en özgür, en bilinçli, en inançlı, en savaşçı,

en uysal, en saf ve en teşkilatlı topluluğu, millet olma bilincine en erken erişen ve devlet olma onurunu ilk olarak tadan beşer toplumlarının en eskilerinden birisi. Süreklilik gösteren bir “Gök” (rahman) bağlantısı, tesadüfler sistematiğini ters köşeye yatıracak bir tarih ve fetihler süreci, gittiği her yere insanlığın en büyük erdemleri olan sevgiyi, merhameti ve adaleti götüren rabbani bir anlayış… Garip bir şekilde, kendilerini yönetim koltuğuna yüce yaratıcının oturttuğuna sonuna kadar inanmış kağanlar, her şeyden önce yüce yaratıcı katında kabul görme adına verilen yönetim kararları, sürekli olarak batıya akan bir nehir, aktığı her coğrafyada insanlık için bir hidayet çağlayanı, muharebe meydanlarının demir yürekli, çelik bilekli, bozkurt bakışlı, kartal pençeli, bileği bükülmez, kılıcı keskin ve sırtı yere getirilemeyen cengâverleri ve daha nice hasletleriyle Allah’ın Ordusu Türkler…

Türkler sürekli olarak kendilerini Allah’ın ordusu olarak gördüler, “Kızıl Elma” adı altında sürekli olarak rahmani hedeflerin peşinde koştular, aslında hedeflerin birçoğuna da ulaştılar, ulaşamasa bile o gaye uğrunda ölmeyi en büyük onur bildiler. Bu yazının amacı bulabildiğimiz tarihi ve ilahi vesikalara ve vakalara dayanarak, Türkler Allah’ın Ordusu mudur? Sorusuna bir cevap bulabilmek ve

insanımızın görüş ufkunun önündeki ilahi sırları örten atlas perdeyi birazcık da olsa aralayabilmektir. Hazırsanız o sır perdesini hemen aralamaya başlıyoruz.

Karahanlılar devrinin en büyük İslam âlimi, tefsir, fıkıh ve hadis ilminde söz sahibi, Türk dili ve

edebiyatının dev mimarı Mahmud El Kaşgari’nin (Kaşgarlı Mahmut) Divan-ü Lügat et-Türk adlı eseri sayesinde bizlere aktarılan bir hadisinde Hz. Peygamberimiz; aziz ve celil olan Allah’ın; “Benim bir ordum vardır, ona (özel olarak) Türk adını verdim ve doğu cihetine yerleştirdim. Herhangi bir kavme öfkelendiğimde bu Türkleri onlar üzerine musallat eder ve böylece onları doğru yola getiririm”

1 buyurduğunu söylemiştir. Yarabbi! Manasını anlayan bir insan ve bir millet için bu ne

büyük bir şereftir… Yüce yaratıcının ordusu olmaktan daha büyük bir şeref daha büyük bir övgü var mıdır? Belki de Türk ordusunun, bütün tarihi boyunca hiç yok olmadan ve hiç kesintiye uğramadan bugünlere gelebilmiş olmasının sırrı burada, yani Allah’ın ordusu şanına mazhar olmasındadır. Daha da ileri gidecek olursak Kaşgarlı Mahmut aktarmış olduğu bu hadisinde yalnız da değildir. Şimdi vereceğimiz hadisler Kaşgarlı Mahmut tarafından aktarılan hadisin uydurma hadis olabileceğini söyleyenlere en iyi cevap olacaktır. Ünlü İslam coğrafyacısı el-Kazvini’den nakledilen aynı konudaki başka bir hadisinde peygamberimiz “Şüphesiz Allahü Teâlâ’nın doğu cihetinde bir ordusu vardır. Onları Türk ismiyle adlandırmıştır. Kendisine baş kaldıranlardan işte onlar vasıtasıyla çok acı bir şekilde intikamını alır” buyurmuşlardır. Diğer yandan Tercüme-i Cifrü’l-Cami adında Türkçe yazma başka bir eserde zikredildiği üzere sevgili Peygamberimiz; Allahü Teâlâ’dan söz ederken onun şöyle buyurduğunu söylemiştir: “Şüphesiz benim doğu cihetinde bir ordum vardır. Onlara Türk adını verdim. Onlar benim gerçek süvarilerimdir. Bana baş kaldıranlardan işte ben bu Türkler sayesinde en acı intikamımı alırım” ki, bu 3 eser ayrı ayrı yerlerde ve ayrı zamanlarda meydana

1 Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 2.Kitap s.66, 69

getirilmiş eserlerdir. Yine Ebu Hüreyye’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır; “Sizin aranızda fitne ve fesat çoğalıp da kan gövdeyi götüren harpler çıktığında Allahü Teâlâ bu el-Mevali olarak bilinen Türklerden çok özel bir ordu gönderecektir. Onlar; ata binmede Araplardan çok üstün ve silah kullanmada onlardan daha mahirdirler. İşte Allah bu dini onlarla yeniden güçlendirecektir.”

2 Şimdi de Denizler İmparatoru Cengiz Han’la ilgili ilginç bir tarihi olayı aktaralım. Harzem ülkesinden Cengiz Han İmparatorluğuna gelen Harzem’li tüccarlar ağırlanıp sağ salim ülkelerine gönderilirken, Cengiz Han da; Harzem ülkesine hem ticaret yapmak, hem de Harzem Sultanı Alauddin Muhammed Bi Tekiş’e çok değerli hediyeler götürmek üzere, çoğunluğu Müslüman Türklerden oluşan 450 kişilik bir heyet göndermişti. Fakat Harzem Sultanı bu iyi niyeti anlayamamış ve çok vahim bir hata yaparak 1218 yılında bu ticaret kervanını yağmalatmış, Cengiz Han’ın elçilerinin ve kervanda bulunan birçok değerli kimsenin başını vurdurmuştu. Bu yanlış hareket; ikisi de Türk ve büyük çoğunluğu Müslüman olan iki devletin birbirine girmesine Buhara, Semerkant ve Baykent gibi Türk ve İslam dünyasının en mamur şehirlerinin birer enkaz yığını haline gelmesine ve yüz binlerce Müslüman Türk’ün kılıçtan geçirilmesine neden olmuştur. Ne var ki 1220 yılında Buhara’yı ele geçiren Cengiz Han; şehir halkını Buhara’nın meşhur “Bayram Namazgâhı”nda toplamış ve onlara, Harzem Sultanı’nın yaptığı kötülükleri uzun uzun şikâyet edercesine anlattıktan sonra, çok ilginç bir şekilde şöyle demiştir: “Ey kavim biliniz ki! Ben Allah’ın gazabıyım. Eğer sizler, dediğim gibi büyük günahlar işlememiş olsaydınız Allah benim gibi bir azabı sizlere göndermezdi.” Cengiz Han’ın torunu ve İlhanlılar Devleti’nin kurucusu Hülagu Han ise; 1258 yılında Bağdat’ı ele geçirdikten sonra Halep Hükümdarı El – Melikü’n – Nasır’a bir mektup yazmış ve mektubunda aynen şöyle demiştir: “El – Melikü’n – Nasır da bilir ki, biz Bağdat üzerine inip ‘Tanrı’nın Kılıcı’ ile orayı aldık. Çünkü biz ‘Tanrının Kuvvetiyle’ katlık ve onun kuvvetiyle muvaffak olduk ve olmaktayız. Hiç şüphe yok ki, biz yeryüzünde ‘Tanrı’nın Askerleriyiz’. Kendisi gazaba uğratmak istediği kimseler üzerine bizi gönderir, olup biten vakalar size ibret ve nasihat olsun”3 Avrupalıların “Tanrı’nın Kırbacı” ve “Tanrı’nın Gazabı” adını verdiği Büyük Avrupa Hun İmparatoru Atilla’nın da “Ben ve milletim Tanrı’nın kırbacıyız. Tanrı yoldan çıkan milletleri cezalandırmak için bizi gönderir.” dediği birçok kaynakta belirtilmektedir. Yine iddialara göre, Atilla’nın elinde tuttuğu kılıç Tanrı’nın kılıcıydı (Romalılara göre ise Savaş Tanrısı Mars’ın kılıcıdır).4 Lütfen dikkat ediniz; “Divan-ü Lügat et-Türk”, “Tercüme-i Cifru’l – Cami”, “Tezkiratü’l Mevzuat” ve “Asaru’l Bilad” gibi ayrı ayrı zamanlarda ve farklı farklı yerlerde yazılmış olan eserlerde zikredilen ve günümüze kadar ulaşan hadislerde bahsedilenlerle, Türk Hakanı Hülagu’nun Halep Hükümdarına gönderdiği mektupta yazdıkları ve yine Türk Hakanları Cengiz

2 Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 2.Kitap s.69-72

3Bkz.: Zekeriya Kitapçı, “Hz. Peygamberin Hadislerinde Türkler, 2. Kitap, Yedikubbe Yayınları, 6. baskı, Konya, 2009, s. 70-73, 84,

193-198 4 Konu ile ilgili daha geniş bilgi için bkz.: Türkler Ansiklopedisi, 1. Cilt, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 47, 1369, 1371,

1393,1420, 1449

Han ve Atilla’nın söylemiş oldukları sözlerde dile getirilenler, ana fikir ve ana esasları yönüyle birbirleriyle nerdeyse şablon gibi örtüşürcesine aynıdır. Ortak vurgu; *Türklerin Allah’ın ordusu olması, *Doğu cihetine yerleştirilmiş veya doğu cihetinde oturuyor olmaları, *Allah’ın, bir milleti cezalandırmak ve düzene sokmak istediğinde Türkleri o milletin üzerine musallat etmesi, *Azmış, sapkınlığa düşmüş, adaletten ayrılmış, şirke fitne ve fesada bulaşmış milletler için Türklerin; (Tanrının Gücü, Tanrının Kılıcı ve Tanrının Kırbacı ile) cezalandırıcı ve yola getirici bir millet olması, neredeyse kaynakların hepsindeki ortak özelliktir. Sizce bu tesadüf olabilir mi?

Elbette ki bu kadarıyla

yetinmeyeceğiz, sevgili peygamberimizin hadislerinin yanı sıra kutsal kitabımız Kuran’ın sayfalarını da aralamak suretiyle perdeyi aralamaya devam edelim. Bugüne kadar zuhur etmiş tarihi hadiselerin ışığında, olsa olsa yüce Türk Milletini muhatap aldığını düşündüğümüz bazı Kuran ayetlerinde yüce Allah şöyle buyurmaktadır.

“Ey iman edenler!

Sizlerden kim Allah’ın dininden yüz çevirirse, şüphesiz Allah;

müminlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu, kendisinin onları seveceği ve onların da kendisini seveceği bir kavim getirecektir. Onlar Allah’ın yolunda cihat ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından, dedikodusundan da çekinmezler. Bu Allah’ın bir lütfü ve keremidir ki; onu kime dilerse ona verir. Allah ihsanı bol ve çok bilendir.”(Kuran-ı Kerim Maide Suresi 54. Ayet)

“Hayır! Doğuların ve Batıların rabbine yemin ederim ki her halde biz onların (yani

Arapların) yerine kendilerinden daha hayırlılarını getirmeye elbette bizim gücümüz yeter ve kimse de önümüze geçemez.” (Kuran-ı Kerim Me’aric Suresi 40,41. ayetler)

“Ey iman edenler! Size ne oldu ki; Allah’ın yolunda savaşa çıkınız denildiği zaman yere çöküp

kaldınız? Ahreti bırakıp da dünya hayatına razı mı oldunuz?... Yok, eğer (emir olunduğunuz gazaya) çıkmasanız, size can yakıcı bir azapla azap eder, sizi ortadan kaldırır ve yerinize sizden olmayan başka bir millet getiririz. Siz Allah’a (bu hususta) hiçbir zarar da veremezsiniz. Çünkü Allah her şeye kadirdir.” (Kuran-ı Kerim Tevbe Suresi 38,39. ayetler)

“(Ey Muhammed !) Bedevilerden (savaşta) geride kalmış olanlara de ki; güçlü kuvvetli

bir milletle karşılaşmaya çağrılacaksınız. Ya onlarla harp edeceksiniz veya hatta onlar Müslüman olacaklardır. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verecektir. Fakat evvelce döndüğünüz gibi yine yüz çevirirseniz Allah size çok acı ve can yakan bir azapla eziyet edecektir.” ( Kuran-ı Kerim Fetih Suresi 16. ayet)

“Müslüman Türklerin tarih sahnesine çıkmaları ve onların İslam tarihindeki şerefli yerlerini

almaları ve bir iman hâkimiyetine giden yolda parlak kılıçlarını bu yüce gayenin gerçekleşmesine

adamaları gibi daha nice yüksek hakikatler; el-Maide suresinin 54. ayeti kerimesinde bir Va’d-i Sübhani olarak bildirilen kavmin, yüce Türk milleti olduğunu en ufak bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde açıklamıştır. Bu hakikat birçok müfessirler tarafından kabul ve tasdik edildiği gibi, ayrıca bunun, Osmanlı Türkleriyle bir kemal devresine ulaştığı ve onların gerçek manada bu ayetin muhatabı oldukları da yine bu müfessirini izam tarafından kabul ve itiraf edilmiştir.”

5

Nitekim Said-i Nursi de; Risale-i Nur adını verdiği külliyatı ve lahikalar adını verdiği

mektuplarında “Allahü Zülcelâl Hazretleri, Kur’an-ı Kerim’de; öyle bir kavim göndereceğim ki onlar Allah’ı Allah da onları sever buyurmuştur.”(El-Maide 54. Ayet ) Ben de bu beyan-ı ilahi karşısında düşündüm. Bu kavmin bin yıldan beri Âlem-i İslam’ın bayraktarlığını yapan Türk milleti olduğunu anladım.” ve “Ey efendiler! İslamiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, meslek-i Kuraniyem cihetiyle her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kutsi hizmetimin muktezasıdır.” demek suretiyle, El-Maide suresinin 54. ayetinin, büyük Türk Milleti ve onun kahraman ordusu için indirildiğine, hem de bütün varlığıyla inanmakta olduğunu ve bundan büyük bir haz ve gurur duyduğunu beyan etmektedir.

Kuran-ı Kerim’in olsa olsa Müslüman Türk milletinin yüce hizmetlerini alkışlayan bazı

ayetlerinin ardından, şimdi de kâinatın yaratıcısının “Ya Muhammed seni yaratmasaydım âlemleri de yaratmazdım” dediği ve âlemlere rahmet olarak gönderdiği sevgili peygamberimizin Türkler hakkında söylediği hadislerine tekrar bir göz atalım. Yüce Allah’ın uğruna bütün âlemleri yarattığı kâinatın efendisinin “Şüphesiz Allah benim gözümden dünya perdesini kaldırdı. Bugün olup bitenleri gördüğüm gibi kıyamete kadar olmuş ve olacakları (dizlerine vurarak) işte şu dizlerim gibi görüyorum”

6 diyerek

söylediği sözler, elbette çok değerli ve sonsuza kadar geçerli sözlerdir. O peygamber ki, hiçbir zaman Türklere uzak olmamış ve bilinenin aksine birçok konuda Türklükle iç içe olmuş, her zaman Türkleri ayrı bir yere koymuş, onlara alın yazısı olarak verilen ilahi vazifelerinden dolayı hep özel bir muamele yapmıştır. Öyle ki; “Ben bütün insanlığa peygamber olarak gönderildim.” ve “Ben insanlar Allah’ın birliğine inanıncaya kadar onlarla harp etmeye Allah tarafından memur edildim.”

7 dediği halde ve

Kuran-ı Kerim’in birden fazla ayetinde “Müşrikleri nerede bulursanız öldürün” 8 buyrulduğu halde,

Türklerin henüz Müslüman olmadıkları bir dönemde bile, Peygamberimiz; Türklerin o zaman için müşrik olduğunu bildiği halde (daha doğrusu hiçbir zaman müşrik olmamış, hiçbir sapkınlığa düşmemiş, daima tek tanrıya inanmış özel bir millet olduğunu bildiği için olsa gerek), “Türkler size dokunmadıkça sizler de Türklere dokunmayın”

9 demek suretiyle, henüz Müslüman olmadıkları bir

dönemde bile Türk Milletini korumuş ve yüceltmiştir. Yine, yüce peygamberimiz; Arapların Türklerle savaşmalarını önlemek için “Sizler Türklerle çarpışmadıkça kıyamet kopmayacaktır”

10

buyurmuştur. Zaman zaman fiziki yakınlığının yarı sıra, Türkler ve Türklükle daima zihin ruh ve gönül bağını

da sürdüren kâinatın efendisi; hadis ve hadiselerden öğrendiğimize göre, Türk dilini yeterli bir seviyede öğrenmiş ve çağdaşı Türk hakanlarına (Hazar ve Bulgar) Türkçe İslam’a davet mektupları yazdırarak göndermiştir.

11 Hatta bu konuda daha da ileri giderek “Türk dilini mutlaka öğrenin zira

mülk ve saltanat ( İslam hilafeti ) uzun süre onların elinde kalacaktır” 12

buyurmuşlar, aynı zamanda mülk ve saltanatı müjdelemişlerdir. Yine aynı kâinatın efendisinin katıldığı harplerde karargâh olarak kullandığı, içinde harp planları yaptığı, dostlarını ağırladığı, ramazan ayında itikâfa çekildiği ve ibadetlerini yaptığı, onun içinden yüce Mevla’ya dualar ettiği kendi özel malı olan keçeden mamul çadır; “Kubbetün Türkiyyetün” yani “Türk Kubbesi” isimli bir Türk çadırı idi.

13

Sıkıntılı geçen günlerden sonra, 11 Ocak 630 tarihinde Mekke’nin fethedildiği gün; Muzaffer bir

Allah ordusunun başında, bundan böyle küfrün değil iman hâkimiyetinin öz yurdu olacak olan Mekke

5 Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 3. Kitap s.17

6 Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 1.Kitap s.17

7 Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 1.Kitap s. 184, 210

8 Kuranı Kerim, Tevbe Suresi 5nci ve Bakara Suresi 191nci ayetler.

9 Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 1.Kitap, s.184, 185

10 Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 1.Kitap, s.207

11 Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 1.Kitap, s.198

12 Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 2.Kitap, s.70

13 Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 1.Kitap, s.113, 114, 116-118

şehrine giren Hz. Peygamberin, başında bir Türk miğferi, sırtında bir Türk zırhı, elinde bir Türk kılıcı ve kalkanı, ayağında Türk çizmeleri ve yanında Türk çadırı bulunmaktaydı. Yani kişneyen Yavuz atının üzerinde devlet kuran bir peygamber olarak Mekke’ye girerken üzerindeki her şey Türk’tü.

14

Ebu Hüreyye’den rivayet edildiğine göre bir defasında (Peygamberimizin, kutsal toprakları ve

kendisini ziyarete gelen Türklerin arasında kısa bir süre yalnız ve korumasız kalmasından sahabe’nin endişeye düşmesi üzerine) Hz. Peygamber’in huzurunda yabancı kavimler (Türkler) konuşulmuş ve kâinatın efendisi bu vesileyle “Benim onlarla veya onların bazılarıyla birlikte olmam, benim için sizlerle (Araplarla) veya sizlerden bazıları ile birlikte olmamdan daha güvencelidir”

15 buyurarak

Türklere olan yakınlığını ve onlara duyduğu güveni göklere çıkartmıştır. Zira bu sözler oldukça iddialı ve çok derin manalar içeren sözlerdir. “Bu gün olup bitenleri gördüğüm gibi, kıyamete kadar da olmuş ve olacakları (dizlerine vurarak) şu dizlerim gibi görüyorum.” diyen yüce peygamberimiz; elbette, Allah’ın dinini en yüksek derecede şereflendirecek, kendisinin müjdelediği fetihleri bir bir gerçekleştirecek, dünya üzerinde huzuru ve adaleti tesis edecek olan büyük milletin Allah’ın Ordusu Türkler olacağını görmekte ve bilmekteydi. Elbette ki O, büyük Türk milletin mayasındaki özel harcın ve alnındaki kader yazgısının sırrını çözmüştü, onun için “ben Türklerin arasında daha güvendeyim” diyebilmekteydi.

“Gerçekte Hz. Peygamberin nazarında, Müslüman Türklerin Bizans ve İranlılardan farklı, çok önemli bir yönü daha vardır. Şöyle ki; Hz. Peygamber mübarek gözlerini evrensel kader kitabı Levh-i Mahfuz’a dikmiş ve orada Cenab-ı Hakkın, Müslüman Türklerin alnına çok güzel şeyler yazdığını okumuştur. Bu kader kitabının birçok yerinde Cenab-ı Hakkın bu kırmızı benizli yağız çehreli ve yiğit insanları kendisine en büyük yardımcı olarak görevlendirdiğini okumuştu. Nitekim O; bu ilahi sırrı çevresindeki sahabelerine açıklamaktan çekinmemiş ve birçok defalar; “Cenabı Hak, kırmızı çehrelileri (Türkleri) bana yardımcı kılmakla beni çok güçlendirdi.” buyurmuşlardır. Diğer taraftan bu mesaj hem Müslüman Türklere hem de Muhammed ümmetine verilmiş ilahi bir mesaj idi. Müslüman Türkler bu misyona kıyamete kadar sahip çıkacaklardı.”

16

Yine sevgili peygamberimiz Kuran-ı Kerim’in el-Maide suresinin 54. ayetiyle neredeyse bir

şablon gibi örtüşen ve Amr b. Avftan’dan rivayet edilen bir başka hadis-i şerifinde “Ey Ali, ey Ali, ey Ali! Diye seslendi. Hz. Ali anam babam sana feda olsun ya Resulallah buyurunuz dedi. Bundan sonra Hz. Peygamber şöyle buyurdu. Sizler Rumlarla mutlaka çarpışırsınız ancak sizden sonra İslam’ın yüz akı bir ordu gelir ve Rumlarla işte asıl onlar çarpışır. Onlar öyle kimseler öyle bir kavimdir ki; Allah yolunda cihat etmekten ne bir kınayanın kınaması ve ne de dedikodusundan hiç korkmazlar. İşte onlar tesbih ve tekbir sesleri ile İstanbul’u fethederler”

17 buyurmuşlardır.

İşte bu hadislerde de anlatıldığı üzere; doğu cihetinden bir rahmet seli gibi Orta Doğu’ya, Batıya, kuzeye ve güneye akıp gelen ve suladığı bütün coğrafyalarda canı ve kanı pahasına adaleti ve huzuru sağlayan, kâfirlerle müminler arasında yıkılmaz bir kale gibi duran ve gittiği her yere İslam’ın hidayetini ve nurunu taşıyan ve bu hasletleriyle İslam’ın bayraktarı olan Müslüman Türk milleti, yüce Allah’ın mübarek katında, başka hiçbir millete nasip olmayan yüce mesajlara, iltifat ve teveccühlere mazhar olmuştur.

Yeri gelmişken ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlı devletinin büyük hükümdarı Satuk

Buğra Han’dan ve onun şahsında büyük Türk milletinin manevi varlığının bir miraç gecesinde yedi kat göklerin ötesinde, bir yüce peygamberler meclisine buyur edilmesinden söz etmeden geçemeyiz. “Hz. Peygamberimiz miraç sırasında ve büyük peygamberlerle bu mecliste bulunduğu sırada, hiç de aşina olmadığı fakat yüzünün nuru cihanı aydınlatıp duran bir zatı görmüş ve yol arkadaşı Cebrail Aleyhüsselam’a bu zatın hangi peygamber olduğunu sormuştur. Cebrail ona; “Ey Allah’ın resulü! Bu zat bir peygamber değildir. Siz bu fani dünyadan baki âleme göç ettikten sonra bu zat fani dünyaya gelecek ve Türkistan’ı sizin dininizin nuruyla aydınlatacak olan Satuk Buğra Han’ın yüce ruhudur.” dedi.

14

Ayrıntılı bilgi için bkz.: Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 1.Kitap, s.112, 117 15

Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 1. Kitap s.115, 2. Kitap s.55 16

Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 1.Kitap s.207 17

Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 3.Kitap s.19

Hz. Peygamber bundan sonra her gün İslam dinini Türk yurtlarına yayacak olan bu zat için dualar etmeye başladı. Ashap da böyle yapıyorlardı. Bir gün, peygamber ashabından bir kısmı Hz. Peygamber’e gelerek, bu zatın ruhani varlığını görmek istediklerini söylemişlerdi. Hz. Peygamber onlara daha fazla dayanamadı ve Allah’a dua etti. İşte tam bu sırada uzaklardan başlarında Türk tolgası bulunan, yalın kılıç atlar üzerinde vakur bir şekilde 40 atlının geldiği görüldü. Bunlar edeple gelmişler ve Hz. Peygamber’in huzurunda diz çökerek onu selamlamışlardı. İşte bunlar Hz. Peygamber’in miraç gecesinde tanıştığı Satuk Buğra Han ve arkadaşları idi. Onlar Hz. Peygamberle bu şekilde tanıştıktan sonra yine atlarına binmişler ve şimşekler çıkaran nal sesleriyle tozu dumana katarak oradan uzaklaşmış ve Türk yurtlarına doğru savuşup gitmişlerdir.

18

Görüldüğü üzere, Satuk Buğra Han’ın şahsında büyük Türk milletinin manevi varlığı; bizzat

Yüce Allah’ın takdiriyle Arş-ı Ala’ya kadar çıkarılmış, kâinatın efendisi sevgili peygamberimiz ile buluşturulmuş ve Arş-ı Ala’dan, Orta Asya’ya oradan da Mekke’ye Peygamberimizin ve ashabının huzuruna kadar uzanan manevi bir sevgi, muhabbet ve hidayet köprüsü kurulmuştur. Sorarım size bundan daha büyük bir şeref olabilir mi? Bir milleti özel yapacak bundan daha büyük bir vaka olabilir mi? Sadece bunun için bile yüce yaratıcıya şükredip bize verilen değer ve sorumlulukların farkına vararak hareket etmemiz gerekmez mi?

Şimdi de gönüllerimizin sultanı sevgili Peygamberimizin müminler için göstermiş olduğu

hedeflere ve müjdelediği fetihlere bir bakalım ve büyük Türk Milleti’nin izini bu yüce gayelerde ve kutlu fetihlerde arayalım. Kâinatın efendisi hadislerinde;

1. “Şanı yüce olan Allah şüphesiz bana İran’ı ve Bizans’ı ele geçirmeyi vaat etti.” 2. “Sizler Arap yarımadasına gaza edeceksiniz. Allah orasının fethini size nasip edecektir.

Sonra İran’a yöneleceksiniz. Orasını da ele geçireceksiniz. Daha sonra Rum ülkesine (İstanbul) gaza edeceksiniz. Allah orasının fethini de size nasip edecektir.”

3. “Yakın bir gelecekte Kantura oğulları Irak ahalisini Iraktan çıkartacaklardır. Sanki ben bunu

gözlerimle görür gibiyim. Onlar kısık gözlü, yassı burunlu, değirmi yüzlü insanlardır.” (Hz. İbrahim peygamber bilindiği gibi, Oğuz Han’ın kızı “Kantura” [Kan-Turan, yani Turan Ülkesi Hanının oğulları] hatun ile evlenmiş ve Hz. Peygamberimiz; Hz. İbrahim ve Kantura hatunun soyundan gelenlere birçok defalar Kantura oğulları olarak hitap etmiştir. Diğer yandan, Hz. İbrahim ve Nemrut hakkında çok ciddi araştırmalarda bulunan İ.S. Cem aynen şöyle demektedir: “Hz. İbrahim Mezopotamya’da zuhur etmiş ve kan itibarıyla tamamen Sümer Türklerine mensup bir hak peygamberdir.”)

19

4. “Ümmetimden bir kavim Hindistan’a gaza ederler ve oraların fethinin Allah onlara nasip

eder. O kadar ki Hint hükümdarları boyunları demir zincirlerle bağlı (esir) olarak gelirler. İşte Allah onların bütünüyle günahlarını affedecektir.”

5. “Ümmetimden iki askeri birlik vardır. Yüce Allah onları cehennem ateşinden koruyacaktır.

Bu ordulardan biri Hindistan’a gaza eder ve diğer bir ordu da ahir zamanda Meryem oğlu İsa ile birlikte olur.”

6. “Büyük çarpışmada (Malazgirt Harbi’nin) o kan gövdeyi götürdüğü günlerde, kırmızı

çehrelilere (Türklere) müjdeler olsun! Allah’a yemin ederim ki insanlar çatlasa da patlasa da Allah onlara hem bu dünya hem de öbür dünyada ne isterlerse onu verecek ve onları kesinlikle mükâfatlandıracaktır.”

7. “Amuriye (Afyon) İznik’ten önce ve İznik İstanbul’dan önce ve İstanbul Roma’dan önce mutlaka fethedilecektir.”

18 Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 2. Kitap s.59, 60 Konu ile ilgili daha geniş bilgi için; Zekeriya KİTAPÇI’nın “Türk Boyları Arasında İslam

Hidayet Fırtınası” adlı kitabının sayfa 104 ve devamına bakınız.

19

Z. Kitapçı, a.g.e., 1. Kitap, s.142-147

8. “Rumlar A’mak (Antakya) ve Mercidabık’a inmeden önce kıyamet kopmayacaktır. İşte bu sırada onların karşısına şehirdeki bir ordu dikilir ki, bunlar yeryüzünün en hayırlılarıdır. Her iki ordu harp etmek üzere yerlerini aldıklarında Rumlar; -Bizimle bizim karılarımızı ve çocuklarımızı esir alanlarla (yani Araplar) aramızdan çekiliniz ki biz onlarla çarpışalım. Müslüman askerler bunu kabul etmezler ve şöyle derler; -Sizinle bu kardeşlerimizin arasından Allah’a and olsun ki asla çekilmeyeceğiz. Bu sırada harp de başlamış olur. Müslümanların üçte biri harp etmeden mağlup olur, Allah onların hiçbir zaman tövbelerini kabul etmesin. Bu arada Müslümanlardan üçte biri de öldürülür, bunlar Allah katında en yüce şehitlerdir. Askerlerin geri kalan üçte biri Rumları yener ve fetihlerine devam ederler, ayrıca bir fitneye de düşmezler. İşte İstanbul’u bunlar (Türkler) fethedeceklerdir.” 9. “Kayser’in başkentine (İstanbul’un fethi için) gazaya çıkan ilk ordunun, Allah bütün günahlarını affedecektir.” 10. “İstanbul’u Allah’ın evliyaları (dostları) olan kavimlere Allah fethini nasip edecektir. Artık Allah onlara bir daha ölüm, hastalık, bela ve musibet yüzü göstermeyecektir.” 11. “Konstantiniyye (İstanbul) mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne ulu bir komutan, onun askerleri ise ah, ne iyi askerlerdir.” 12. “İstanbul’u fetheden zatın adı da benimki gibi Muhammed olacaktır.” (Mehmet ismi Muhammed’in Türkçesidir.) 13. “İstanbul fethedilir. Sonra Roma’ya sefer edersiniz, Allah orasının fethini de size nasip eder.”

20

Bu konuda daha başka hadisler de olmasına rağmen, sizleri ayrıntılar içinde boğmamak için, mümkün mertebe kısa ve öz olarak, sırayla vermeye çalıştığımız hadis-i şeriflerinden anlaşılacağı üzere Peygamberimiz müminlere; Arap yarımadası, İran, Irak, Hindistan, Antakya, Amuriye (Afyon), İznik, Bizans (yani İstanbul) ve nihayetinde de Roma’nın fethedileceğini müjdelemiş, bunların içinde özellikle Hindistan Bizans ve Roma bütün Müslümanlara adeta bir boy hedefi olarak gösterilmiş, ulaşılması gereken kutlu bir ülkü olarak takdim edilmiştir. Kâinatın efendisi bununla da kalmamış Hindistan’a gaza edenlerin Allah katında bütün günahlarının affedileceğini ve cehennem ateşinden korunacaklarını, Bizans’a karşı cihat edenlerin yeryüzünün en hayırlıları olduklarını, Allah’ın onlara her iki cihanda da ne isterlerse onu vereceğini ve onları kesinlikle mükâfatlandıracağını, bu savaşlarda öldürülen müminlerin ise Allah katında en yüce şehitler olduğunu da müjdelemiştir. Hele ki İstanbul’u fetheden ulu komutanları ve iyi askerleri; Allah’ın evliyaları sıfatıyla ölüm, hastalık, bela ve musibet yüzü görmeyecek bir kavim olarak yücelttikçe yüceltmiştir.

20

Yukarıda 13 madde halinde meallerini verdiğimiz hadisler, sırası ile; Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı’nın Nisan 2009 basımlı ‘Hz.

Peygamberin Hadislerinde Türkler’ kitabının 1.Kitap: S.6,188,137 ve 107 2.Kitap: S.41, 92, 49, 123, 165 ve 166 3.Kitap: S.39, 44 ve 68nci sayfalarından alınmıştır.

Peki, bu gösterilen kutsal hedeflerin, şanı büyük fetihlerin, tekbir ve nal sesleriyle kılıç şakırtıları arasında kan gövdeyi götüren büyük harplerin ve göz kamaştıran kutlu müjde ve mazhariyetlerin içinde, mensubu olduğumuz Türk milletinin yeri neresidir? Emin olunuz ki, kader aynasını kendinize çevirerek tarihsel olaylara sevgili Peygamberimizin gözlüğünden baktığınızda; bütün bu baş döndürücü olaylar içerisinde, Türk milletinin yerinin bir takdir-i ilahi olarak başköşede olduğunu göreceksiniz.

Öncelikle, müminlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu, Allah’ın onları seveceği ve onların da Allah’ı seveceği Araplardan başka bir kavmin getirilmesi (Maide Suresi 54. Ayet) sürecine bakalım. Öyle ki Peygamberimizle birlikte başlayan ve bir müddet devam eden saadet devri, sonunda bitmiş ve Peygamberimizin tabiriyle “Koyu karanlık geceler gibi Araplara yaklaşıp gelmekte olan bela ve musibetler için onların vay haline! O bela günlerinde bir adam sabah mümin olarak kalkar, akşam kâfir olarak evine girer, insanlar dinine sarılmak bir yana onu küçük menfaatler için satmaya kalkışırlar. O günlerde bir insanın dinine sarılması, sanki bir ateş parçasını (kor) veya dikeni avucunda tutmasından daha zordur”

21 dediği günler gelmiştir. O günlerde israf, içki, lüks, şehvet, seks ve her

türlü eğlence alıp başını gitmiştir.22

Evet, artık Allah’ın dininden yüz çevirenlerin üzerine; müminlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu, Allah’ın onları seveceği, onların da Allah’ı seveceği ve hiçbir şeyden çekinmeden Allah yolunda cihat edecek kırmızı yüzlü, çekik gözlü, basık burunlu ve çehreleri sanki örs üstünde dövülmüş derilerle kılıflı kalkanlar gibi sağlam başka bir kavmin getirilmesi zamanı gelmişti.

Nitekim, Arabistan denilen büyük yarımada; ilk defa Büyük Selçuklu sultanları devrinde Türk hâkimiyetine girmiş, daha sonra Türk Moğol boyları tarih sahnesine çıkmış ve Arap yarımadasındaki Türk hâkimiyeti bir kez daha yenilenmiştir.

23 Türk hükümdarı Hülagu Han (656/1258) Bağdat’ı ele

geçirdikten sonra Halep hükümdarı el-Melikü’n Nasır’a yazdığı mektubunda daha önce de bahsettiğimiz üzere, çok ilginç bir şekilde Kaşgarlı Mahmut’u doğrularcasına

24 “el-Melikü’n Nasır da

bilir ki, biz Bağdat üzerine inip tanrının kılıcıyla orayı aldık. Çünkü tanrının kuvvetiyle kalktık ve onun kuvvetiyle muvaffak olduk ve olmaktayız. Hiç şüphe yok ki biz yeryüzünde tanırının askerleriyiz. Kendisi gazaba uğratmak istediği kimseler üstüne bizi gönderir. Olup biten vakalar size ibret ve nasihat olsun”

25 demektedir. Daha sonra ise Arap yarımadası Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferiyle

tamamen Osmanlı Türklerinin hâkimiyetine geçmiştir. Sevgili Peygamberimizin hadislerinde de belirtildiği gibi Türkler; Arabistan’ın yavşan otu ve ılgın ağacı biten yerlerine kadar ulaşmışlar ve oralarda da barışı, hoşgörüyü ve adaleti hâkim kılmışlar, İslam’ın sancaktarı olarak kendilerine verilen ilahi görevi yerine getirmeye devam etmişlerdir.

21

Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 2.Kitap s.213 22

Öyle ki, o kara günlerin sözde halifesi Yezid b. Abdülmelik; Kâbe’nin damında şarap içmek için hacca gitmeye kalkışmış, kendi

kızına saldıracak kadar ahlaksızlaşmış, hatta ve hatta daha da ileri giderek, içinden bir niyet tutup Kuran-ı Kerim’i açınca karşısına “Her inatçı zorba hüsrana uğradı.” (İbrahim suresi 15. ayet) ayeti çıkması üzerine sinirlenip Kuran-ı Kerim’i yüksekçe bir yere asarak üst üste attığı oklarla paramparça edecek kadar rezilleşmiş bir adamdı. (Bkz.: Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 3.Kitap s.144,145) 23

Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 2.Kitap s.188 24

Kaşgarlı Mahmud’dan nakledilen bir hadisinde sevgili Peygamberimiz, yüce Allah’ın; “Benim bir ordum vardır, ona (özel olarak)

Türk adını verdim ve doğu cihetine yerleştirdim. Herhangi bir kavme öfkelendiğimde bu Türkleri onlar üzerine musallat eder ve böylece onları doğru yola getiririm” buyurduğunu zikretmiştir. 25

Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 2.Kitap s.84

Yine, Hindistan’ı fethederek hem kâinatın efendisinin müjdelerine ve yüce Allah’ın affına ve korumasına mazhar olan, hem de bugünkü Müslüman Pakistan’ın temellerini oluşturan ordu da Gazneli Mahmut’un komutasındaki Gazne Devletinin Türk ordusudur. Diğer yandan İran’ı ele geçirenler de Selçuklu Türkleridir. Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı’nın yaptığı değerli araştırmalar sonucu ortaya koymuş olduğu yalın gerçekler göstermektedir ki, yukarda 6. sırada mealini vermiş olduğumuz hadis-i şerifte bahsedilen kan gövdeyi götüren büyük harp Malazgirt Harbidir. Bu harpteki Türk ordularının komutanı da büyük Türk komutanı Sultan Alparslan’dır.

26 Kâinatın efendisinin “Ben Romalılarla çarpışan mücahitlerin

isimlerini, babalarının isimlerini hatta atlarının renklerini pekâlâ biliyorum. Onlar o devirde yeryüzünün en hayırlı süvarileridir.” dediği akıncılar da Türk akıncılarıdır. Yine 8. sırada mealini vermiş olduğumuz hadis-i şerifte, Antakya’ya yürüyen ve orada Rumları perişan eden, yeryüzünün en hayırlı ordusu ve kahraman askerleri unvanına layık görülenler de büyük Türk Milletinin bağrından çıkan Büyük Selçuklu Türk ordusudur. Başındaki komutan ise Malazgirt gazisi Sultan Alparslan’ın oğlu büyük Türk kumandanı Melikşah’tan başkası değildir. Öyle ki, Zekeriya hoca bu konuya değinirken; “Hz. Peygamber’in bir ihbar-ı gaybi olarak asırlar öncesinden verdiği ilahi haberler, daha sonra cereyan eden büyük tarihi olaylarla karşılaştırıldığında insanın hayretler içinde kalmaması mümkün değildir. Zira bu baş döndürücü olayların; ana hatları ile Hz. Peygamber’in haber verdiği doğrultuda geliştiği ve Hz. Peygamber’in bu muhtevadaki mesajlarının Büyük Selçuklu sultanı Melikşah’a yöneldiği ve onun mübarek şahsiyetini bir ışık demeti gibi aydınlattığı, hadislerin dilinde büyük Türk sultanının ‘Halifenin Mevlâsı’ olarak dile getirildiği ve A’mak Antakya civarında geçen kanlı harplerin ise onun 1086 yılında Rumlara karşı düzenlemiş olduğu büyük Antakya seferi olduğu görülmektedir.

Hadislerde onun askerlerinin Allah’ın kılıcını kullanan ve mızrağını saplayan kimseler olduğu vurgulanmıştır ki bu Hz. Peygamberin Selçuklu ordusu ve Selçuklu sultanlarına yapmış olduğu çok büyük bir iltifattır”

27 Sultan Melikşah’ın Antakya Seferinin

ardından, Anadolu’da Konya’ya kadar uzanan topraklar fethedilmiş ve daha sonraki yıllar için İstanbul’un fethine giden yol açılmıştır. Sevgili Peygamberimizin gösterdiği kutsal hedeflere bir bir ulaşan ve hem yüce Allah’ın rızasına, hem de onun yeryüzündeki son

elçisinin övgülerine mazhar olan büyük Türk Milleti; içinde Amuriye ve İznik’in de dâhil olduğu Anadolu fetihlerini tamamladıktan sonra Allah’ın Ordusu olduğuna olan inaç ve bilinçle Rumeli’ye geçmiş, orada da İstanbul’un fethine temel olacak yeni fetihleri kararlılıkla sürdürmüştür. En nihayetinde takvimler 29 Mayıs 1453’ü gösterdiğinde Hz. Peygamberin yüzyıllar öncesinden olacağını bildirdiği bütün olaylar bir bir gerçek oluyor ve yine aynı millet İstanbul’u Allah Allah nidalarıyla fethederek kâinatın efendisinin gösterdiği en büyük hedeflerden birine daha ulaşmanın mutluluğunu tadıyordu. Allah’ın bütün günahlarını affedeceği müjdesi verilen, Allah’ın evliyaları unvanına layık görülen, ölüm, hastalık, bela ve musibet yüzü görmeyecekleri bildirilen iyi askerler ve ulu komutanlar; Allah’ın ordusu sıfatıyla büyük Türk Milleti’nin ta kendisiydi. İstanbul’u fetheden komutanın adı Mehmet ( yani Muhammed’in Türkçesi) onu alan askerin adı da Mehmetçik ( yani küçük Muhammed ) tir. Bir millet için bundan daha özel ne olabilir ki? Emin olunuz ki yeryüzünde hiçbir milletin ordusu bu kadar büyük takdir ve övgüye nail olmamıştır. Artık yeni hedef Roma idi. Çünkü Hz. Peygamber İstanbul kadar Roma’ya da önem vermiş ve bu kutsal Hıristiyan başkentinin de mutlaka ele geçirilmesini istemiştir. Zira İslam dinine Avrupa’nın yolunun açılması başka türlü mümkün değildi. Bu bakımdan sadece Fatih değil, Yıldırım Bayezid ve Kanuni Sultan Süleyman da dâhil olmak üzere bütün Osmanlı sultaları bu hedefin şuurunda olmuşlar

26

Burada konuyu çok fazla dağıtmamak için ayrıntılara girmek istemiyoruz. Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi edinmek isteyenlere

P.D.Zekeriya Kitapçı’nın “Hz. Peygamber’in Hadislerinde Türkler” adlı (Nisan 2009 Konya basım) kitabının 2.Kitap s.148-164. sayfalarını okumalarını öneriyoruz. 27

Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 2.Kitap s.169

ve İstanbul kadar Roma’nın fethini de istemişlerdir. Büyük Türk sultanı Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’dan sonraki asıl hedefi Roma’yı fethetmek ve ruhu Peygamber’i hoşnut etmekti. Nitekim o fetihten sonra muhteşem bir zafer alayıyla İstanbul’a girdiği sırada yanında bulunan devlet erkânına aynen şöyle demiştir: - “Şu parlak zafere nailiyetimden dolayı Allah’a hamd ediyorum. Fakat şuna da dua ediyorum ki, cenab-ı Hak Hıristiyanlığın makarrı (karargâhı) olan eski Roma’yı da bana fethetmeyi nasip etsin. İşte o zaman ölürsem de mesut olacağım.” Ayrıca İstanbul’un fethini tebrik etmek üzere papalık makamı tarafından elçi olarak gönderilen ve Roma’nın kurtulmasını isteyen Fransız kardinaline, Paris’in en büyük kilisesi olan Notre-Damı kastederek: - “Roma’nın kurtulması şöyle dursun, senin büyük kilisenin kulelerine bile Türk bayrakları dikeceğim”

28

diyerek kararlılığını göstermiştir. Bu nedenledir ki, 26 Temmuz 1480 tarihinde Arnavutluğun Avalonya limanından, 132 gemi ve 18.000 kişilik bir kuvvetle harekete geçen Osmanlı Donanması; Napoli Krallığı’na savaş ilan etmiş ve 11 Ağustos 1480’de Otranto’yu ele geçirmiştir. Ertesi yılın ilkbaharında, 100.000 kişilik piyade, 18.000 kişilik süvari kuvveti ve ateş saçan toplarıyla, İtalya’ya bizzat gelerek, gönül rızasıyla teslim olmayan yerleri silah zoruyla alacağını duyurmuş olan büyük Türk Fatihi; maalesef 3 Mayıs 1481 tarihinde Gebze Hünkâr Çayırı’nda sefer hazırlığındayken hayatını kaybetmiştir. (Birçok tarihçiye göre zehirlenmiştir.) Fatih’in ölüm haberi; İtalya’da kilise çanları çalınarak, şenlik ateşleri yakılarak ve şenlikler yapılarak kutlanmıştır. Fatih’in vefatından sonra ortaya çıkan Cem Sultan meselesi yüzünden, İtalya seferini durdurmak zorunda kalan Osmanlı Devleti; 13 ay boyunca zapt ettiği İtalyan Şehri Otranto’yu 10 Eylül 1481’de terk etmiştir.

29 Roma kurtulmuştu…

Diğer yandan Yıldırım Bayezid Han da; padişahlığını tebrik etmek için Edirne Sarayı’na gelen Venedik ve Ceneviz elçilerine aynen şöyle demiştir: - “Roma’ya kadar gidip Saint-Piyer Kilisesi’nin mihrabı önünde ve onun kubbesi altında atıma yem vereceğim!”

30 Kanuni Sultan Süleyman Han da hayatı

boyunca Avrupa’nın dağılmasına yönelik atak bir politika izlemiş, özellikle de Kutsal Roma İmparatorluğu’nu ve Kutsal Roma Kilisesini hedef almıştır. 1537 yılındaki “Korfu Seferi” sırasında neredeyse Roma ele geçiriliyordu, hatta şehir Osmanlıların eline geçmekten nerdeyse kıl payı kurtulmuştur.

31

Ne yazık ki (inanıyoruz ki henüz zamanı gelmemiş olduğundan) bugüne kadar bu son görev gerçekleştirilememiştir. Fakat bütün benliğimizle inanıyoruz ki, sevgili Peygamberimizin müjdelediği bütün hedeflere bir bir ulaşıldığı gibi günü ve saati geldiğinde Roma da yine Allah’ın Ordusu olan bu yüce millet tarafından fethedilecektir. Çünkü “Bir millet düşününüz ki o millet İslam dininin yüce gayelerine kanıyla, canıyla bir Karahanlı Türkleri, bir Gazne Sultanlığı, bir Selçuklu Türkleri ve bir Osmanlı Türkleri olarak tam 10 asır hizmet etmiş, bir an olsun istikametten ayrılmamış, İlay-ı Kelimetullah sancağını hür ufuklarda

dalgalandırmış ve bu uğurda verdiği şehitlerin kanı nehirler gibi akmış ve kemikleri dağlar gibi yığılıp kalmıştır.”

32 Düşünelim, her hangi bir tohum veya bir çekirdek; o bitki veya meyvenin bütün

özelliklerini uzun yıllar boyunca içinde saklayabiliyorsa ve günü geldiğinde uygun ısıyı, ışığı ve nemi gördüğünde tekrar filiz verip dallanıp budaklanıp meyveye durabiliyorsa ve eğer geçmiş geleceğin teminatıysa, tarih de tekerrürden ibaretse, büyük Türk Milletinden bundan sonrası için de büyük işler başarmasını beklemek boşu boşuna bir bekleyiş değildir… Çünkü Kaşgarlı Mahmut’un dediği gibi “Gördüm ki aziz ve celil olan Allah; devlet güneşini Türk burçları üzerinden doğurmuş, felekler onun üzerinde deveran eder olmuştur. Onlara Türk adını Cenabı Hak bizzat kendisi vermiş, mülk ve hilafeti onları nasip etmiştir. Bundan sonra onları asırların

28

Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 3.Kitap s.34 29

Tarih Profesörü İlber Ortaylı’nın, 11/04/2007 tarihinde, http://www.milliyet.com.tr/2007/04/11/pazar/yazortay.html internet sitesinde

yayınlanan, “Otranto'nun fethi ve sonrası” adlı makalesinden ve Harp Akd. K.lığı Dz. Harp Akd. İntranet sitesinde yayınlanan Cüneyt Aydoğan’a ait “Türk Denizcilerinin Avrupa’daki İzleri” konulu tarihi inceleme yazısından yararlanılmıştır. 30

Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 3.Kitap s.34 31

Ali Çimen, a.g.e., s.234 32

Zekeriya Kitapçı, a.g.e., 1.Kitap s.13

yani koca bir cihanın hakanları kılmış ve dehrin bütün dizginlerini Türk hakanlarının eline vermiştir. Böylece yüce Mevla Türkleri bütün milletlerden (takva yönü ile) üstün kılmış, hak yolunda onlara güç, kuvvet ve zaferler vermiştir. Yine aziz ve celil olan Allah; onlara sığınanları ve onlara dayananları üstün tutmuş, bütün dileklerini vermiş ve onları kötülerin şerrinden korumuş, onları ulu bir millet kılmıştır. Onlara kötülük eden ve yan bakanların da ayrıca belasını vermiştir.” Çünkü Hacı Bektaş Veli’nin dediği gibi “Türk Milleti cihana hâkim olmak için yaratılmıştır.” Ulu önderimiz Atatürk’ün dediği gibi de “Türk çetin işler başarmak için yaratılmıştır” ve Türk’ün muhtaç olduğu kudret, yüce yaratıcı tarafından onun damarlarına asil bir kan olarak konulmuştur. Bu bilinç ve farkındalık İslamiyet’ten önceki devirlerde hüküm sürmüş Türk devletlerinde ve Türk devlet yöneticilerinde de her zaman varlığını korumuştur. Türk Bilge Kağan’ın “Ben Tanrı gibi Gök’te yaratılmış Türk Bilge Kağan tahta oturdum”, “Tanrı yardım ettiği için milletime; gözle görülmeyen, kulakla işitilmeyen yerler kazandırdım. Tanrı buyurduğu için, devletli olduğum için sizlere kağan oldum. Tanrı yardım ettiği için dört yöndeki milleti derleyip toparladım. Ordumla tanrı buyruğu olarak adalet getirdim. Tanrı buyruğu olarak bunları yaptım…” demesi, İşbara Han’ın “Elli yıldan beri Tanrı’nın koruduğu Göktürkler” tabirini kullanması ve Çin imparatoruna yazdığı mektubunda “Ben, Tanrı tarafından gönderilmiş Göktürkler İmparatorluğunun bilge kağanı İşbara” tanımlamasını kullanması, Tuna Bulgarlarının hanı Melemir Hanın kendisini “Tanrı tarafından Tanrı’ya benzer Melemir Han” diye tarif etmesi, Uygur Hükümdarının Gazneli Mahmud’a gönderdiği mektupta “Göklerin sahibi (Tanrı) yeryüzü ülkelerinin ve birçok kavimlerin hâkimiyetini bize verdi” demesi, Güyük Kağan’ın Papa IV. İnnocent’e gönderdiği mektuba “Ebedi Tanrı’nın kudreti ile büyük milletin deniz gibi engin hanı bizim fermanımız” diyerek başlaması

33

Aynı zamanda Türk ordularının komutanları olan Selçuklu ve Osmanlı hükümdarlarının hepsinin, kendilerini “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olarak görmeleri ve öyle tanıtmaları böyle bir inanç ve bilincin tezahürüdür.

Gök Tanrı ile başlayan iman yolculuğunda; hiçbir sapkınlığa düşmemiş, hiçbir zaman insanlığını yitirmemiş, hak yolundan ayrılmamış ve hiçbir dönemde torunlarının başını öne eğdirmemiş olan ulu ecdadımıza ve Allah’ın Ordusu şanını taşıyan aziz milletimize en derin saygılarımla.

Yazar Hasip Sarıgöz

33

Koray Kamacı, “Türk Devlet Anlayışı”, İstanbul, Şubat 2013, sertifika no.:15422, s. 44-53