Post on 20-Feb-2023
SUNUŞ
Uzun yüzyıllar boyunca üç kıtada at koşturmuş bir
imparatorluğun elbette ki basit bir toprak ve askeri sistemi
olamaz. Bu çalışmamızda bu husus üzerinde bir takım bilgiler
paylaştık. Kuruluşundan çöküş dönemine kadar sistem hakkında
bilgiler beyan ettik.
Osmanlı Devleti ile ilgili bilgilere yabancı yazar ve ehli
kalemlerin yazmış oldukları eserlerden ulaşabilmekteyiz. Bunun
en büyük nedenlerinden biri şüphesiz Türk tarihçiliğinin
kendini hala mistik tarih anlatımından alamamış olmasıdır.
Kendilerini bu husustan soyutlayamamış yazarlarımız nedeniyle
yeterli düzeyde eserler ortaya koyulmamıştır. Hiç kimse de
çıkıp bu durumu sorgulamamaktadır. Esas sorun da burada vukuu
bulmaktadır. Eskiden beri millet olarak mistizm yüklü olaylara
merak duymaktayız ve bu bağlamda yazarlardan eserler
beklemekteyiz.
Bu çalışmamızda bir nebze de olsa bu konulardan kendimizi
soyutlayarak uzun yüzyıllar boyu hüküm sürmüş bir devletin
askeri ve ekonomik örgütlenmesi üzerine bazı konuları kaleme
aldık.
1
Ali YILDIRIM1
Giriş
Balkanlar, Anadolu, Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika’ ya
kadar yayılan Osmanlı Devleti bu toprakları fethettiğinde
farklı ekonomik sistem ve çeşitli kültüre sahip toplulukları da
bünyesine katmıştır. Bu toprakların idare edilmesi ve merkezi
otoritenin sağlanması için de bir sistemin oluşması gerekliydi.
Oluşturulacak bu sistem hem merkezden uzak toprakların
idaresini hem de toprağın işlenmesini sağlamalıydı. İşte
Osmanlı Devleti de daha önce de çeşitli devletlerin kullandığı
sistemi geliştirip tımar sistemini ortaya çıkarmıştır. Bu
çalışmamızda tımar kelimesi ve ihtiva ettiği anlamlar, bu
1 081370560 No’lu Öğrenci, Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü(İÖ)
2
sistemin uygulanışı, tımar türleri, sistemin bozuluşu, çöküşü
ve Osmanlı Devleti’ne olan katkılarını işleyeceğiz.
OSMANLI DEVLETİ’NDE TIMAR SİSTEMİ
I.BÖLÜM
TIMAR SİSTEMİ
1.Sistemin Kökeni ve İçerdiği Anlamlar
Konuya geçmeden önce sistemin genel özellikleri ve nereden
geldiği hususu üzerinde durmak gerekir. Nicoara BELDICEANU’ya
göre; terime Pehlevi dilinde elem, acı, ızdırap, endişe,
şefkat, dikkat sadakat veya bakım anlamına gelmek üzere
rastlanmıştır. Rumcadaki ‘timarion’a gelince, bu yalnızca
Osmalıca’dan geçmiş bir kelimeden ibarettir.2 Fatma Acun’a göre
ise; Farsça kökenli olan “tımar” kelimesi Farsça da “acı,
ızdırab, sadakat ve bakım” gibi çeşitli anlamlara gelmektedir.
Bu kelimeye ne Moğolca da ne de Türkçe de rastlanmıştır. Rumca
da ki tımarion ise Osmanlıcadan geçmiştir. Türklerde bu
kelimenin kullanılmasına dair en eski atıfa Büyük Selçuklu
Sultanı Sencer’in Farsça bir hükmünde rastlamaktayız. Bu
hükümde tımar kelimesi yönetim anlamında kullanılmakla beraber
henüz kurumsal manasına sahip değildir. Kaynaklara göre
kurumsal manasına, Sultan Orhan zamanında rastlanmaktadır. Aşık
paşazade’de, Sultan Osman Bey’in silah arkadaşlarına tımarlar
dağıttığı belirtilmektedir. Ancak bu daha çok yut ve Doğu
Anadolu’da ki Türkmen devletlerinde rastlanan ülke ye
2 Nicoara Beldiceanu , “Tımar Terimi İhdası ve En Eski Atıflar”, XIV. Yüzyıldan XVI. Yüzyıla Osmanlı Devleti’nde Tımar, Çeviren: M. Ali Kılıçbay, Ankara: Teori Yayınları, 1985, s.11.
3
benzetilmektedir. Bu kelimeler miras bırakılabilen arazi
parçalarını tanımlamak üzere anıldığı
bölgede Osmanlı Devleti döneminde de devam etmiştir.
Osmanlı tımar sisteminin belli nitelikleri Büyük Selçuklu
Devleti ve Mısır Memlukları’nda görülmektedir.3
Tımar en yaygın tanımı ile geçimleri veya hizmetlerine ait
masrafları karşılamak üzere bir kısım asker ve memurlara, belli
bölgelerden nam ve hesaplarına tahsili salahiyetiyle birlikte
tahsis edilmiş olan senelik gelirleri 20.000 akçeye kadar olan
dirliklerdir. Tımar sahiplerine ise ehli tımar veya tımarlı
sipahiler denilmektedir.4 Çıplak mülkiyeti devlete ait tımar
arazisinin sipahiye tahsil edilmiş bölümü “kılıç”, “kılıç
yeri”, “hassa yeri”, “hassa çiftlik” adlarıyla anılırdı.5
Sistemin tam olarak ne zaman ortaya çıktığı kesinolmamakla beraber, bazı araştırtmacılara göre Orhan Beydöneminde ilk tımar örneklerinin bulunduğundan sözedilmektedir.
Bizans Kurumu olan “pronoia” ile benzerliği üzerine
yoğunlaşmıştır. Rumca "bakim" anlamına gelen “pronoia” terimi,
Farsça olan tımar teriminin tam karşılığıdır. Bizans “pronoia”
sistemi, 7. yüzyıldan beri var olan “theme” sisteminin
gerilemesinin bir sonucu olarak 12. yüzyılda ortaya çıkmıştır.
Normalde askeri birlikleri tanımlamak için kullanılan “theme”
terimi, büyük askeri bölgelere ayrılan Bizans toprakları için
3 Fatma Acun, “Klasik Dönem Eyalet İdare Tarzı Olarak Tımar Sistemi veUygulanması”, Türkler, C. 9, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 800.4 Yılmaz Kurt, “Osmanlı Toprak Yönetimi”, Osmanlı, C. 3, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 59–65. 5 Erol Özbilgen, Bütün Yönleriyle Osmanlı Adab-ı Osmaniye, İstanbul: İz Yayınları,2004, s. 680.
4
de kullanılmıştır. Her “theme”nin başında, geniş askeri ve
sivil yetkilere sahip bir şahıs bulunmaktadır. Askeri
birliklerin yerleştirilmesiyle sistem Anadolu'ya getirilmiş ve
böylece “thenieler”, idari bölgeler olmalarının yani sıra, askeri
birlikler tarafından yerleşilen bölgeleri de tanımakta
kullanılmıştır. Babadan oğula geçebilen hizmet karşılığında
askerlere toprak tahsislerinin yapılmasıyla, “theme” sistemi
mahalli ordunun beslenmesi önemli bir kurum haline gelmiştir.
Her Diğer yandan, tımar sisteminin kökeni üzerine yapılan
sonraki araştırmalar, sistemin bir asker kendisine tahsis
edilen toprağa yerleştirilerek savaş zamanında silahı ve atıyla
sefere katılmakla yükümlü kılınmıştır.6
2. Sistemin Özellikleri ve Uygulanışı
Osmanlı Devleti’nin askeri ve ekonomik yapısının temelini
tımar sistemi oluşturmaktaydı. Sistemin en faal şekilde
çalıştığı dönem şüphesiz Osmanlı Klasik Dönem’i olmuştur. Bu
dönemi en iyi şekilde Halil İnalcık’ın da belirttiği gibi;
Batıdaki fetihlerde Osmanlı iradesinin ve İslamiyet’in
yerleşmesini sağlayan esas manivela, tımar sistemidir ve bu
sistem yerleşirken dini ve ırki bir tekelcilik hiçbir zaman
devletin hareketlerinde amil olmamıştır.7
6 Fatma Acun, “Klasik Dönem Eyalet İdare Tarzı Olarak Tımar Sistemi veUygulanması”, Türkler, C. 9, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 898.7 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ, İstanbul: YKY Yayınevi, 2001, s.80.
5
Yüzyıllar boyunca üç kıtada at sürmüş bir imparatorluk
elbette ki Bizans “theme”si gibi basit bir düzenle idare
edilemezdi. Bu sistemin asıl amaçlarında biride devlet
hazinesinden para çıkmadan hazır kıta bir askeri birlik
bulundurmaktı. Bu konuya da Ahmet Tabakoğlu Türk İktisat Tarihi adlı
eserinde şöyle belirtmiştir; Osmanlı mali sisteminde devletin
tarımdan elde ettiği gelirin büyük bir kısmı tımar sistemi
içindeydi. Buna göre devlet, ziraattan alacağı vergiyi, kendisi
araya girmeden, doğrudan doğruya büyük bir kesimi asker olan
tımar sahiplerine bırakıyordu. Tımar sistemi Selçuklu ikta
sisteminin bir devamıdır. Devletin mülkiyeti altındaki
toprakların yine devlet memuru olan ve maaşlarını tımarlarının
gelirinden alan sipahilerin gözetiminde, kullanım hakkına sahip
köylüler tarafından işletilmesidir. Tımar topraklarını işlemek
hak ve görevine sahip olan köylünün idaresi, işletmeye bakan ve
vergilerin tahsilini yapan, toprak sahibi olarak kabul edilen
dirlik sahiplerine bırakılmıştır. Bu yetkinin ve sistemin
denetlenmesi görevi ise kadıya aitti. Böylece özellikle çoğu
sipahi olan dirlik sahiplerinin toprak ve köylü üzerindeki
yetkileri hukuk çerçevesine alınmış olunuyordu. Tapu sayıları
ile her köyün geliri, nüfusu, otlakları, ormanları yani mali
yapısı tespit edilirdi. Böylece eyaletler oluşturulur, bunlarda
sancaklara ayrılır, sancaklarda tımar, vakıf ve ocaklık olarak
hak sahiplerine tahsis edilirdi. Tımar, Osmanlı uygulamasında
üç kısma ayrılmıştır; senelik geliri 20.000 akçeye kadar olan
topraklara tımar, 20.000 akçe gelirli topraklara zeamet, 100.000
den fazla gelirli topraklara da has denilmiştir. Has toprakları
genel itibari ile beylerbeyi ve sancak beylerine tımarlar
6
genellikle, sipahi denilen eyalet askerlerine tahsis edilirdi.
Sipahi tımarının bu hizmetini yapanlara verilen kısmına “kılıç”
denilirdi. Bu toprak parçası zamanla sipahinin gösterdiği
yararlılıklara göre büyüyebilirdi 8
Ayrıca konuyla ilgili olarak; Osmanlı Devleti de, diğer
Türk devletlerinde olduğu gibi yaptığı fetihlerde bu sistemi
uygulamış ve devam ettirmiştir. Bu suretle dirlik sahipleri
kendilerine bırakılmış olan bu yerlere karşılık devletin
korunması görevini üzerlerine almışlardır.9 Tımar sahipleri
kendilerine tahsis edilen tımarın gelirine göre savaşa asker
götürürlerdi. Gelirlerin ilk 3.000 akçesi kendilerinin
ihtiyaçlarına ayrılırdı. Bunun dışında ki her 3.000 akçesi için
ise bir cebelü(atlı asker) beslerdi. Mesela, 9.000 akçelik
geliri olan bir tımar sahibi ilk 3.00 akçeyi kendisi için
ayırır, kalan 6.000 akçe için iki cebelüyü savaşa götürürdü.
Bir savaş esnasında o memleketteki bütün eşkinci, zuema ve
erbab-ı tımarı bağlı oldukları baş askerin mahiyetine girerek
savaşa katılırlardı.10
Osmanlıların Rumeli ve Balkanlar'da ilerlemesi için
gerekli olan teşkilatı ve itici gücü tımar sistemi ile birlikte
sipahi ordusunun sağladığı söylenebilir. Öyle ki, fethedilen
topraklara zaman geçirilmeden tımar sistemi uygulanmış, bu
yolla her türlü gelir kaynağı ile birlikte mahalli halk da
kontrol altına alınmıştır. Karşılıklı olarak yapılan nüfus
kaydırmaları ve yeni fethedilen bölgelerin Müslüman nüfus8 Ahmet. Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1999, s. 197.9 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. 1, Ankara: Türk Tarih KurumuYayınları, 2008, s. 516.10 Yusuf Halaçoğlu,”Klasik Dönemde Osmanlı Devlet Teşkilatı”, Genel Türk Tarihi,C. 6, Ankara: Balkan Yayınları, 2002, s. 171–174.
7
tarafından iskanı da, yine tımar sistemi aracılığıyla
gerçekleştirilmiştir. İlk dönemlerde bazı bölgelerde, örneğin
yukarıda belirtilen Bosna-Hersek’te,mahalli asilzade
gruplarının Osmanlı öncesi imtiyazlı durumlarının tanınarak
kabul edilmesine rağmen, Balkanlar’ın genelinde tımar
sisteminin tamamıyla yerleştiği ve hatta buraların tımar
sistemi yoluyla imparatorluğun diğer bölgelerine nispeten daha
iyi kontrol ve idare edildiği söylenebilir. Konu üzerine
yapılan son araştırmalar, Dimetoka bölgesinde
(Rumeli'dedir),Osmanlı tımarının klasik haliyle işlediğini
göstermektedir.11
Bu bölümde de üzerinde durduğumuz gibi tımar sisteminin
işleyişi ve uygulanışı üzerine küçük çaplı bilgiler verdik.
Sistemin sadece askeri açıdan ele alınmamsı gerektiği, bu
sistemin sadece askeri yönün olmadığı bunun yanında ekonomik
yönünde olduğu hususu üzerinde durduk.
3.Tımarın Şartları
Elbette ki böylesi muazzam bir sistemde böylesi dağıtımlar
yapılırken bazı hususlara dikkat etmek gerekir. Herkese tımar
verilemeyeceği için bunun da kendine göre şartlarının olması
gerekmektedir. Bu kısımda bu husus üzerinde duracağız.
Özbilgen’e göre; Tımarın süresi sahibinin ömrü ve
sipahilik hizmetini aksatmaksızın yerine getirmesiyle
sınırlıdır. Yararlığı görülen sipahilere başlangıçta tımarın
11 Fatma Acun, “Klasik Dönem Eyalet İdare Tarzı Olarak Tımar Sistemi ve Uygulanması”, Türkler, C. 9, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 901.
8
yalnızca “kılıç hakkı” denen çekirdeği verilirdi. Bu çekirdek
kısma zamanla yeni “terfi” ve “iltihaklar” olarak gelirini
toplayabileceği bazı köyler ya da mezralar eklenirdi. Sipahi
öldüğünde yetişkin oğluna yalnızca kılıç hakkı devletin yeniden
değerlendirilmesine bağlı olarak verilebilir. Ancak
yararlılıkları karşılığı babasının tımarına sonradan yapılmış
“terakki”, “terfi”, “iltihak” gibi eklentiler varsa onlar geri
alınır.12
Tımar sahipleri toprak üzerinde sınırsız bir tasarruf
hakkına sahip değillerdi. Tımar ve zeametlerini başkasına
satamazlar; istediği gibi dağıtamazlar ve vakıflara da tahsis
edemezler. Şu kadar var ki bunların asıl sahibi hükümet
olduğundan her tımar sahibinin ölümünde erkek çocukları
hükümdar tarafından berat almak durumundadırlar.13 Tımar
sahibi, kendi bölgesinde ki suçluları izleyip yakalamak gibi
sıkı düzen yetkilerine de sahipti. Ancak imparatorluğun ceza
hukuku çerçevesinde yerel kadının verdiği bir hüküm olmaksızın,
hiçbir cezalandırma işlemine girişemez, en küçük bir para
cezası dahi uygulayamazdı. Görevleri, kısaca, tımar bölgesinde
kendi üzerine yazılan köylerin şahıslarını ve haklarını korumak
ile sefere çağırıldığında imparatorluk ordusuna katılmaktan
ibaretti. Tımar hiyerarşisinin zeamet sahibi üst kademeleri de
kendi kontrol alanlarında ki güvenlikten sorumluydular ve daha
alt düzeyde ki sipahilerin tımar’larında kesilen para
cezalarının gelirini paylaşırlardı. Tabi bu yüzden çoğunlukla
12 Erol Özbilgen, Bütün Yönleriyle Osmanlı Adab-ı Osmaniye, İstanbul: İz Yayınları,2004, s. 682.13 J. Von Hammer, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C. 2, İstanbul: İlgi KültürYayınları, 2007, s. 117.
9
anlaşmazlık çıkar ve yeni uygulamalar kendini hissettirirdi.14
Tımar sistemine dâhil olan yüksek rütbeli devlet görevlileri
ise, kendilerine ait yerlerde sürekli olarak oturmuyorlar,
tarıma ve mal üretimine katılmıyorlardı. Tımar sistemi, onların
çıkarlarını toprağa değil, geçici olarak toprağın gelirine
bağlamalarını zorunlu kılıyordu.
Herhangi bir sebeple toprağını terk eden köylü, tımar
sahibi tarafından yakalanır ve eski yerine yerleştirilirdi. Bu
husus iskân kanununda kesin şekilde hükme bağlanmıştır. Sipahi,
yerini terk eden reayadan on yılı geçirmemiş olanlarını
yerleştikleri yerden kaldırarak eski yerlerine iskân ederdi.
Buna karşılık arazilerini boş bıraktıkları için kendilerinden
çift bozan adında bir vergi alırdı. Bununla beraber sipahi ile
köylü arasındaki münasebetler sadece sipahi lehine değildi,
ancak kanunlar çerçevesinde hareket edilebilirdi. Mesela Bozok
Kanunnamesi’nde haksız yere sipahiye el kaldıran raiyyetten on
altın alınması, buna karşılık raiyyeti inciten sipahi dövülürse
reayadan ceza alınmaması ve bir sipahinin emir almadan köylüden
ulak beygiri isteyerek davar boğazlatması sonucu dövülmesi
halinde dövenin suçlu sayılmaması gibi hükümlerin yer alması,
aradaki ilişkileri göstermektedir.15
II. BÖLÜM
TIMAR ÇEŞİTLERİ
1. Sahiplerinin Mesleklerine Göre Tımar Çeşitleri:
14 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi (1300–1600), C. 1,İstanbul: Eren Yayınevi, 2000, s. 157. 15Yusuf Halaçoğlu, “Klasik Dönemde Osmanlı Devlet Teşkilatı”, Genel Türk Tarihi,C. 6, Ankara: Balkan Yayınları, 2002, s. 173.
10
a) Eşkinci Tımarı (mülk tımar): Sefer vuku bulduğunda alay
beylerinin bayrağı altında bizzat sefere gitmekle yükümlü
sipahilerin tasarrufunda bulunan dirliklerdir. Tımarlar
içerisinde en fazla sayı ve fonksiyonu olan tımar çeşidi bu
tımardır. Osmanlı ordusunun eyalet askeri kısmını eşkinciler
oluştururdu.
b) Mustahfız Tımarı: Osmanlı topraklarında bulunan
kaleleri muhafaza etmekle görevli sipahilere tahsis edilen
tımarlardır. Her kalenin “dizdar” denilen kumandanı, “kethüda”
denilen kumandan yardımcısı ve onların komutasında bulunan ve
“kale erenleri” denilen askerleri bulunurdu. Bunlar “gedik”
olarak adlandırılan icmallü tımar tasarruf ederlerdi.
c) Hademe Tımarı: Sınırlardaki bazı camilerin imamed ve
hitabette hizmetini gerçekleştiren kişilere yöneltilirdi.
Saraya özel, sümbül soğanı yetiştirmek, şahin ve çakır
kuşlarını temin ve takdim gibi bazı hizmetleri yerine getiren
kişilere de hademe tımarı verirlerdi. Bu tımarın diğer
tımarlardan farkı yoktur. Bu kişiler asker değillerdir, fakat
sınırlarda bulunmaları dolayısıyla bir nevi askerlikle ilgileri
vardır. Yine sınırlardaki bir kısım vazifelere de bu tür
tımarlar verilirdi. Bu tımarlara hizmet tımarları da denilirdi.
Tımar’ın ayrıca; münavebe tımarı, mülk tımarı, mensuhat tımarı
ve sepet tımarı gibi çeşitleri de vardır.
Münavebe Tımarı; buna “kar-ı be-nevbet tımar” da
denilirdi. İcmal defterlerinde kaç kişiye kayıtlı ise, bunlar
ortaklaşa tasarruf ederler ve harp zamanlarında da nöbetle
sefere giderlerdi. Sefere bizzat kendileri gitmekle
11
yükümlüdürler, cebelü gönderemezlerdi. Tımar sahibi öldüğünde
arazi oğluna verilir, oğlu yoksa ya da tımara talip olmazsa
başkasına verilirdi. Eğer babadan kalma tımar ise kardeşe de
verilirdi.
Mülk Tımarı; sefer olduğu zaman cebelü göndermesi şartı
ile verilen tımarlardır. Tımar sahibinin bizzat sefere gitmesi
şart değildir. Anadolu eyaletlerinde mevcut olan bir tımardır.
Bu tımar da cebelü göndermediği zaman tımarına el konulmaz,
yalnız cebelü göndermediği yılın geliri ceza olarak alınırdı.
Bu tımar, tımar sahibi öldüğünde oğullarına ve varislerine
geçerdi. Buna malikâne tımarı, eşkincilü mülk ya da mülk
eşkincilü tımarlar da denilirdi.
Mensuhat Tımarı; ihtiyaç halinde, bir hizmet karşılığında
tevcih olunmak üzere ayrıca idare ve kaydedilmiş olan
tımarlardır. Bu tımarlar daha sonraları fazla bir miktara
vardığında “Derya kalemi” namı ile teşkil olunan kaleme
nakledilmiş, “levent” teşkilatında onlara tevcih olunmuştur.
Hizmete gitmedikleri zaman yerlerine bedel gönderirlerdi.
Sepet Tımarı; sahibinin bir varis bırakmaksızın vefatı ile
mahlûl olmuş ve kimseye yönlendirilmeyerek sahipsiz kalmış,
gelirleri az olan tımarlardır. Bu tımarlara gördükleri
muameleden dolayı kinaye olarak bu ad verilmiştir. Bu tımarlar
daha sonraları devlet ricali ile sancak beylerine yemeklik
olarak bırakılmıştır.16
16 Mehmet Oflaz, “Tımar”, Türkler, C. 10, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002s. 703–706.
12
Beldiceanu bunlara artı olarak Selçuklular döneminde şöylebir tımar sisteminin de olduğundan bahsetmiştir; “Divani Tımar”Osmanlı tahrir defterleri, eskiden Anadolu Selçuklu devletineait olmuş topraklarda karma bir tasarruf sistemi olduğunu vebunun adının “malikâne-divanı” olduğunu göstermektedir. Divanitımara geçmeden önce, malikâne tipi mülkiyet üzerinde durmakgerekir. Sahib-i malikâne örfi resimleri almamakta, sadece öşürile yetinmektedir. Bu arada tımarlı ise, durumların çoğuitibariyle sadece örfi vergilerden yararlanabilmektedir.Belirtelim ki, sahib-i malikâne şer’i resimlerin malikidir.17
“Bütün Tımar” Anadolu Selçuklularına ait olmamış olan veOsmanlılar tarafından fethedilen bazı Anadolu topraklarındaolduğu kadar, Balkanlarda da tımar hem örfi vergilerden hem debaş haracı hariç, şer’i vergilerinden meydana gelmekteydi.Gerçekten de tımarlını baş vergisini tahsil ettiği durumlarnadirdir.18
2. Veriliş Şekillerine Göre Tımarlar:
a) Tezkiresiz tımarlar: Beylerbeyinin doğrudan vermeye
yetkili olduğu tımarlar olup yıllık geliri 5.000 akçeden düşük
olan tımardır.
b) Tezkireli tımarlar: Senelik geliri 5.000 akçeden yüksek
olan ve merkezden verilen tımarlardır.
Mali durumuna göre dirlikler:
17 Nicoara Beldiceanu , XIV. Yüzyıldan XVI. Yüzyıla Osmanlı Devleti’nde Tımar, Çeviren:M. Ali Kılıçbay, Ankara: Teori Yayınları, 1985, s. 27.18 Nicoara Beldiceanu, a.g.e. , s.28.
13
a) Serbest dirlikler: Tımar sahibinin tapu, kışlak
ve yaylak, cürüm ve cinayet vergileri gibi miktarı önceden
belli olmayan ve bad-ı heva denilen vergileri toplamaya yetkili
oldukları tımarlardır.19 Serbest türden tımarlar Rumeli ve
Balkanlara açılma dönemlerinde, bu bölgelerin fethini ve
yerleşimini kolaylaştırmak ve cazip hale getirmek üzere
komutanlar, şeyh, derviş gibi imparatorluğun teşkilatlanmasında
nüfuz ve enerjilerinden yararlanabilecek şahıslara geniş
muafiyetlerle tahsis edilmekteydi. Bu türden tımarlar sahibinin
mülkü anlamına geliyor ve geniş yetkilerle tasarruf ve idare
ediliyordu. Bunların çoğu, askeri ya da diğer hizmetlerle
yükümlü kılınmamıştı.20 Serbest tımar sahibine bırakılan diğer
bir vergi de,
kaçak köle ve cariyeler yakalandığında sahiplerinden müjde
(müjdegane,mupuluk) adi altında alınan harçlardır.Kaçak köleler
bulunduğunda sahipleri ortaya çıkmazsa,köleler satılmakta ve
bedeli serbest tımar sahibine teslim edilmekteydi. Belirtilen
vergilerin yani sıra vaşak, kaplan
gibi değerli av hayvanlarının postlarının, cüzi bir miktar para
karşılığında sancakbeyine teslim edilmesi gerekiyordu. Bu
şekilde sancakbeyine gelir sağlanırken, hayvanların avlanması
da denetim altına alınmış oluyordu. Genelde
değerlendirildiğinde, serbest olan ve olmayan tırnarların en
önemli özelliği, değişik düzeylerde müdahalelere açık olması ve
sahiplerine devredilen vergi gelirlerinin her türlü hukuk ve
19 Abdullah Saydam, Osmanlı Medeniyeti Tarihi, Trabzon: Derya Kitabevi Yayınları,1999, s. 138.20 Fatma Acun, a.g.e. , s. 930.
14
rüsumu kapsamayıp, beratlarında kayıtlı olan yekun miktarı ile
sinirli olmasıdır
b)Serbest olmayan dirlikler: Sahibinin bad-ı heva
denilen vergiyi alamadığı dirlikler idi. Bu tür dirlik
sahibinin sadece köylünün ürettiği ürünün vergisini almaya
yetkisi bulunmaktaydı.21 Serbest olmayan tımarlarda serbest
olan tımarlarla ortak olan ve dikkati çeker mahiyette görülen
bir takım hususlarda vardı. Örneğin; köylerde kır bekçiliği
salahiyeti ve bu münasebetle tahsis edilecek cezalar her
ikisine de aitti.22
III. BÖLÜM
TIMAR SİSTEMİNDE ORDU
1.Tımarlı Sipahi Ordusu:
İmparatorluk idaresinin sipahiliğini avam halka kapalı ve
ayrıcalıklı bir şekilde bulundurmak maksadı ile türlü tedbirler
almasına rağmen, denilebilir ki bu sınıf, bilhassa kuruluş
devirlerinde, türlü kaynaklardan beslenmek ve genişlemek
ihtiyacında olan kadro sayısını daima dışarıdan sağlamak
mecburiyetinde kalmış ve bilhassa yüksek kademelerinde köle ve
devşirmelikten gelen kimselerle beslenmişti. Tımarlı sipahiler,
tasarruf etmekte oldukları tımarın geliri düzeyinde ve
belirlenen kurallar dahilinde seferlere katılmak
mecburiyetindeydiler. Bu kurallar, sistemin başlangıcından beri
mevcuttu ve kesin bir şekilde uygulanmaktaydı. Buna göre,
21 Abdullah Saydam, a.g.e. , s. 327.22 Ö. Lütfi Barkan, “Tımar”, İslam Ansiklopedisi, C. 12/1, Eskişehir: MEBYayınları, 1997, s. 187–332.
15
geliri 1,000 akçe veya 2,000 akçeye kadar olan tımar sahibi,
silahlı olarak sefere katılmak zorundaydı. Gelirleri 2,000
akçeye yükseldiğinde, savatsa yakalanmış bir köle (gualm) veya
bir oğlan getirmeliydi. Bu gulam daha sonra cebelü pozisyonuna
terfi ediyordu. 3,000 akçelik tımar sahibi ise bürüme giymeli
ve bir cebelü getirmeliydi. 5,000 akçeye sahip olduğunda ise,
bürüme giymeli ve sefere bir gualm, bir cebelüve bir çadır
getirmeliydi. tımar sahibi, tasarruf ettiği her 3,000 akçe
gelir için bir cebelü, zeamet sahibi ise, her 5,000 akçe için
bir cebelü getirmek mecburiyetindeydi. Tımarlı sipahi sefer
esnasında ihtiyacı olan bütün araç gereçleri ve yiyeceğini
kendisi tedarik etmek ve seferi getirmekle yükümlüydü.23
Bu askeri grubun oluşumu doğrudan doğruya Osmanlı toprak
sistemi ve eyalet idaresi ile ilgilidir. Kendilerine topraklı
süvariler de denilmekteydi. Sistemin esasını önceki Türk
devletlerinde de olan ikta teşkil etmekteydi. Devlete ait
toprakların gelirlerini toplayan dirlik sahipleri, senelik
gelirlerine göre her türlü masrafları kendileri tarafından
karşılanmak üzere cebelü asker yetiştirmek zorundaydılar.
Dirliğin gelirine göre her bir sipahinin kaç cebelü ile sefere
katılacağı, beraberinde ne kadar çadır ve benzeri malzeme
bulunduracağı ayrıntısı ile kaydedilirdi. Örneğin üç tür
tımarlı dizdar vardı: a) Süvari olmayan ve sefere süvari ile
çadır getirmek zorunda olmayanlar, b) Bütün süvari tımarlıların
yükümlü oldukları diğer askeri görevlere bağlı olan ve bizzat
atlı olarak sefere katılmak zorunda olanlar, c) sefere katılmak
zorunda olmayan ama süvari göndermek zorunluluğu olanlar.24
23 Fatma Acun, a.g.e. , s. 900-905.16
Tımarlı sipahi sefer esnasında ihtiyacı olan bütün araç
gereçlerini ve yiyeceğini tedarik etmek ve sefer zamanında
sefere getirmekle yükümlüydü. Atlı askerlerden meydana gelen
sipahi ordusunun miktarını Osmanlı vekayinameleri 1473
tarihinde 20.000 ve Rumeli’de 24.000 olarak vermektedir. Resmi
Osmanlı kayıtlarına göre, 1527–28 yılında toplam olarak 37.521
sayıda tımarlı sipahi bulunuyordu. Bunun 9.633’ü hisar eri ya
da kale muhafızı geriye kalan 27.633’ü ise tımar sahibi atlı
askerlerdi. Cebelileri ile birlikte ordunun toplam sayısının
70.000–80.000 olduğu tahmin edilmektedir.25 Tımarlı sipahi sağ
iken olgunun tımar sahibi olması ihtimali çok düşüktür.
Genelde, babalarının ölümünden ortalama sekiz yil sonra
oğulları tımar sahibi olabilmektedir. Bu süre 1588'li yıllarda
on yıla çıkmıştır. Oğullar bu kadar uzun süreyi, "kılıç tutmaya
kadir" olacak yasa gelmek için beklemektedir. Bu da, tımarlı
sipahilerin, en büyük oğulları olgun yasa gelmeden 8-10 yıl
önce ve çok genç yasta öldüklerini göstermektedir. Ruznamçe
defterleri üzerinde yapılan hesaplamalara göre, tımarlı
sipahiler ortalama 18 yıl tımar tasarruf etmekte, dolayısıyla,
bir sipahinin on sekizli yaslarda başlayan kariyeri otuz beşli
yaslarda sona ermektedir.41 Bir sipahi, fiziken savaşa
katılamayacak hale geldiğinde kariyeri sona ermekte ve tekaüde
ayrılmaktadır. Yerini oğluna bırakan mütekaide sipahi
muhtemelen başka islerle uğraşmaktadır.26
24 Abdullah Saydam, Osmanlı Medeniyeti Tarihi, Trabzon: Derya Kitabevi Yayınları,1999, s. 328.25 Fatma Acun, a.g.e. , s. 902.26 Fatma Acun, a.g.e. , s. 902-903.
17
IV. BÖLÜM
FEODALİTE-TIMAR SİSTEMİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
1. Feodalite Sistemi ile Tımar Sistemi Arasındaki Farklar:
Tımar sistemi, uygulanış açısından Batı’daki feodal
sistemle karşılaştırıldığında, bazı benzerlikler göstermekle
beraber, muhteva ve amaç açısından değerlendirdiğimizde,
aralarında önemli farklılıkların olduğu tespit edilmektedir.27
Bu farlılıkları şöyle sıralayabiliriz;
a)Feodalite sisteminde halk köle ya da yarı köle
durumundadır. Toprağın gerçek sahibi senyörler ise tam anlamı
ile efendidir. Tımar sisteminde ise durum tamamen farklıdır.
Tımar sisteminde sipahi ya da sahib-i arz denilen şahıslar
arazinin gerçek sahibi değildir. Halk da bunun kölesi değildir.
Halk hürdür devletin kiracısıdır ve sipahilerde devletin vergi
memurudur. Ancak topladıkları vergi gelirleri, belli hizmetler
karşılığında kendilerine aitti. Bu gelirleriyle münasip bazı
askeri hizmetleri yerine getirirlerdi.
b) Avrupa feodalitesinde merkezi idare ve devlet, zaafa
uğramıştır. Ülke genelinde devletin devlet’in tek siyasi
otoritesi geçerli değildir. Bunun yerine senyörlüklerin sayısı
kadar küçük devletçik ve krallık örnekleri vardır. Oysa Osmanlı
Devleti’nde, tam tersine merkezi otorite çok güçlüdür.
Sipahiler devletin sadece vergi memurudur. Devlet tarafından
tayin edilir ve görevden alınırlar.
27 Yusuf Halaçoğlu, “Klasik Dönemde Osmanlı Devlet Teşkilatı”, Genel Türk Tarihi,C. 6, Ankara: Balkan Yayınları, 2002, s. 173.
18
c) Feodalite sisteminde senyöre fief yani arazinin
sahipliği de verilmekte idi. Hâlbuki tımar sisteminde, sipahiye
verilen arazinin kendisi değildir. Kuru mülkiyeti devlete ait
olan miri arazide devlete ait olan vergileri toplama hakkına
sahiptirler. Bu vergilerde şeriat ve kanun çerçevesinde
alınırdı.
d) Feodali sisteminde fief’e sahip olan senyörler, arazi
üzerinde yaşayan halk üzerinde siyasi hâkimiyet sahibidir; bu
sebep ile yasama, yürütme ve yargı yetkileri de bizzat kedisine
aittir ve kendisi bu hakları kullanır. Bundan farklı olarak
tımar sisteminde sipahilerin sadece askeri açıdan bazı
yetkileri vardır. Bunlar dışında halk üzerinde yasama, yürütme
ve yargı hakkına sahip değildir. Zira halka tatbik edilen hukuk
İslam hukukudur; bunları icra eden sancak ve kaza teşkilatıdır;
yargı ise şer’i ye mahkemelerinin elindeydi. Gerektiğinde
sipahilerde yargılanmaktaydı.
e) Feodalite sisteminde her senyörün müstakil bir askeri
ve ordusu vardır. Bununla krala karşı bile savaşabilirlerdi.
Orduyu senyör kurar ve askeri ise yine senyör toplardı. Hâlbuki
tımar sisteminde cebelü denilen askerler, Osmanlı ordusunun bir
parçası olarak, sadece sipahi tarafından yetiştirilirdi.
f) Feodalite sisteminde halk, asiller, hürler ve yarı
köleler çeşitli sınıflara ayrılmakta idi. Özellikle çoğunluğu
oluşturan serfler, mutlu azınlığın kölesi durumundadırlar.
Hâlbuki Osmanlı toplumunda bu sınıflaşma bulunmamaktadır.
Askeri olan ve olmayan şeklindeki ayırım ise, devlet memuru
olan olmayan tarzındaki ayrıma benzemektedir. Zira bu
19
tabakalaşma, mali sebeplerden kaynaklanmaktadır. Özellikle
reaya adı verilen halk kesiminin, askeri kesim olarak tabir
edilen mülki, askeri ve ilmiye tabakalarının kölesi olması ise,
kesinlikle söz konusu değildir.
g) Feodalite sisteminde serfler, istedikleri ile
evlenemezler. Başka senyörlerin serfleri ya da özgür kadınlar
ile evlenmeleri yasaktı. Serflerin mirası mirasçılarına özgür
insanların mirası gibi devredilemezdi. Serflerin istediği
mesleği seçmekte ve yerlerini değiştirmekte, çalışıp
çalışmamakta serbest oldukları söylenemez. Serfler senyörlere
karşı zorla çalışmaya, hediyeler takdim etmeye ve belli
hizmetler karşılığında çalışmaya mecburdular. Serfler hakkında
dava açmak, yargılama yapmak ve hatta cezalandırmak senyörlerin
yetkisindeydi. Serfler dini sınıfa ve manastırlara giremezler
ve mahkemelerde şahitlikleri özgür kişilere karşı kabul
edilmezdi. Kısaca serfler hukuki açıdan eski köleleri
andırmaktaydı. Hâlbuki tımar sisteminde yer alan sipahiler,
hiçbir zaman halk üzerinde bu tarz yetkilere sahip
değillerdi.28
h) Kıyaslamaya senyör ve sipahi arasındaki benzerlikten
başlayacak olursak Sipahinin
köyde oturup toprak tasarrufu ve vergi tahsilâtını kontrol
ettiği Osmanlı Tımar rejimi feodal bir toplumun bazı
çizgilerini taşımakta. Mesela Avrupa’daki senyörlük gibi
Osmanlılarda da sipahilik soyluluk göstergesidir. Osmanlılar
Balkanlar’da Hıristiyan süvari askerini soylu sayıp Tımar
28 Ahmet Akagündüz- Said Öztürk, 700. Yılında Bilinmeyen Osmanlı, İstanbul: OsmanlıAraştırmaları Vakfı Yayınları, 1999, s. 502–503.
20
vermişler, fakat yaya askeri reaya saymışlardır. Aynı şekilde
Müslüman reayaya olduğu gibi Gayrimüslim reayaya da ata binme
yasağı vardı. Ancak yine de Osmanlılarda Avrupa’da olduğu gibi
bir soylular sınıfının olduğunu söylemek zordur. Çünkü
Osmanlı’da soyluluk devleti yöneten Osmanlı ailesine ve siyasi
ağırlığı sınırlı olan peygamber soyundan gelenlere mahsustu.
Bunlardan başka siyaset sınıfının tüm üyeleri kendilerini
padişahın kulları olarak görmekteydi. Yani sipahi olmak askeri
sınıftan olmak bir soyluluk ve üstünlük idiyse de bu padişahın
takdirine bağlıydı. Gerçekten de çok az Osmanlı yöneticisi
birkaç kuşak aktarılabilecek kalıcı bir konum elde
edebilmiştir.29
V. BÖLÜM
TIMAR SİSTEMİNİN ÇÖKMESİ
1)Sistemin Bozulması ve Çökmesi:
Tımar dağıtımında uyulması gereken kanun ve nizamların
aksine tımar ehli kişilere verilmeyip, rüşvetle askerlikle
ilgisi olmayan şahıslara verilmiş, bu durum sistemin
bozulmasına yol açmıştır. Nitekim 17 asrın başlarında, 22
sancaktan meydana gelen Rumeli eyaletinde cebelüleriyle
birlikte 33. 000 tımarlı sipahi bulunurken, bu sayı ikibinin
altına düşmüş; 18. 700 askeri bulunan Anadolu’da da bu sayı
bine düşmüştür. Tımarın bu şekilde bozulması ve eski
29 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğunun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Çeviren: Halil Berktay, İstanbul: ErenYayıcılık, , 2000, C.2, s. 674.
21
fonksiyonunu kaybetmesi, devletin her fırsatta tımar gelirini
hazineye aktarmasına neden olmuştur. I. Abdülhamid ve III.
Selim zamanında yapılan yenilikler yetersiz kalmış ve 1844
yılından itibaren zabtiye ve başka hizmetlerde kullanılmak
üzere eski fonksiyonunu kaybetmiş ve sessiz sedasız yavaş yavaş
ortadan kalkmıştır. 30
Tımar sistemin çöküşü, çağdaş Osmanlı kaynaklarında, çok
sayıda reayanın tımarlı sipahi sınıfı arasına karıştığı,
tımarların ehil olmayan kişilere verildiği seklindeki
ifadelerle anlatılmaktadır. 1578-1618 yılları arasında
Avusturyalılarla ve İran’la yapılan uzun süren harpler, bu
duruma fazlaca tolerans gösterilmesine neden olmuş ve çok
sayıda Anadolu insani imtiyazlı sınıf olan sipahiler arasına
dahil olmuştur. Tımar tahsisini bekleyen çok sayıda sistemin
içindeki kişiler bu yeni gelenleri "ecnebi" diye adlandırılarak
memnuniyetsizliklerini dile getirdiler. Bu gayri memnunlar
grubu, devlete karşı yapılacak her türlü harekete destek
vermeye, katılmaya hazırdı. 16. yüzyıldaki şehzadeler
arasındaki mücadelelere ve nihayet Celali İsyanlarına (l 591-
1611) katılmakta tereddüt göstermediler. Giderek zorlasan
ekonomik şartlar karsısında, pahalıya mal olması nedeniyle,
uzak mesafelere yapılan ve uzun süren seferlere katılmaya
gönüllü olmuyorlardı. Özellikle de 1584'ten sonra meydana gelen
%100 oranındaki enflasyon karsısında tımarların değerlerinin
ayni kalması, bardağı taşıran son damla oldu. Masraflarını
karşılamakta büyük sıkıntılara düsen sipahiler, reayadan fazla
vergi talep ederken seferler de ihmal etmeye basladır. 4230 Yusuf Halaçoğlu, “Klasik Dönemde Osmanlı Devlet Teşkilatı”, Genel Türk Tarihi,C. 6, Ankara: Balkan Yayınları, 2002, s. 174.
22
Haçova Seferi'ne (l596) çok sayıda sipahi katılmamıştı. Sefer
esnasında yoklama yapıldığında hazır bulunmayanlar "firari"
ilan edilerek tımarları ellerinden alındı. Bu suretle, issiz
kalmış binlerce sipahi Anadolu'ya yayıldı. Bu makul sipahilerin
Anadolu'da pek çok kargaşaya yol açtığı veya eşkıyaya karıştığı
bilinmektedir. Bu esnada, devletin rotasyon mekanizmasını
isleterek, beklemekte olan çok sayıdaki sipahiye is bulmaya
çalıştığına dair bir girişimde bulunup bulunmadığı belli
değildir. Ateşli silahlarla çarpışan Avusturya orduları
karsısında savaş meydanında yetersiz kalmaları neticesinde,
giderek artan sayıda tüfek kullanan yeniçeri ve saruca ve
sekban birlikleri yerlerini almaya başlayınca sipahi ordusu
iyice gerilemiş, tımarları merkez hazineye veya saraya yakin
kişilere devredilmeye başlanmıştır. Böylece, devletin
kurulmasında ve büyüyerek imparatorluğa dönüşmesinde önemli rol
oynayan tımar sistemi, 17. Yüzyıldan itibaren önemini
yitirerek, 19. yüzyılın ilk çeyreğinde bütünüyle tasfiye
olmuştur.31
Sonuç
Osmanlı Devletinin ekonomik ve askeri yapısının temeli
oluşturan tımar sistemi devletin kuruluşundan sonra,
topraklarını hızla genişletmesini ve fetihlerde kalıcılığı
yakalamasını sağlamıştır. Devlet bu sistem ile toprağın
işletilmesini sağlamış, vergileri kolayca toplayabilmiş,
hazineden herhangi bir ücret harcamadan asker yetiştirmiştir,
en güçlü dönemini sistemi en iyi uyguladığı dönemde yaşamıştır.31 Fatma Acun, a.g.e. , s. 910.
23
Bu sistem ile birçok farklı kültür Müslümanlığı kabul etmiştir.
Son dönemlerde tımar sisteminde ki usulsüzlükler yüzünden
sistemin bozulması ile devlette gerilemeye başlamış ve çöküşe
geçmiştir.
24
BİBLİYOGRAFYA
I.KİTAPLAR:
AKGÜNDÜZ Ahmet-ÖZTÜRK Said, 700. Yılında Bilinmeyen Osmanlı, İstanbul:
Osmanlı Araştırmaları Vakfı Yayınları, 1999.
BELDİCEANU Nicoara, “Tımar Terimi İhdası ve En Eski Atıflar”, XIV.
Yüzyıldan XVI. Yüzyıla Osmanlı Devleti’nde Tımar, Çeviren: M. Ali Kılıçbay,
Ankara: Teori Yayınları, 1985.
ÖZBİLGEN Erol, Bütün Yönleriyle Osmanlı Adab-ı Osmaniye, 2. Baskı,
İstanbul: İz Yayınları, 2004.
TABAKOĞLU Ahmet, Türk İktisat Tarihi, 7. Baskı, İstanbul: Dergâh
Yayınları, 2005.
UZUNÇARŞILI İ. Hakkı, Osmanlı Tarihi, C. 1, 9. Baskı, Ankara: Türk
Tarih Kurumu Yayınları, 2008.
HAMMER J. Von, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C. 2, İstanbul: İlgi
Kültür Yayınları, 2007.
İNALCIK Halil, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ, İstanbul: YKY
Yayınevi, 2001.
II. MAKALELER:
ACUN Fatma, “Klasik Dönem Eyalet İdare Tarzı Olarak Tımar
Sistemi ve Uygulaması”, Türkler, C. 9, Ankara: Yeni Türkiye
Yayınları, 2002.
BARKAN Ö. Lütfi, “Tımar”, İslam Ansiklopedisi, C. 12 / 1,
Eskişehir: MEB Yayınları, 1997.
HALAÇOĞLU Yusuf, “Klasik Dönemde Osmanlı Devlet Teşkilatı”,
Genel Türk Tarihi, C. 6, Ankara: Balkan Yayınları, 2002.25
KURT Yılmaz, “Osmanlı Toprak Yönetimi”, Osmanlı, C. 3, Ankara:
Yeni Türkiye Yayınları, 1999.
OFLAZ Mehmet, “Tımar”, Türkler, C. 10, Ankara: Yeni Türkiye
Yayınları, 2002.
SAYDAM Abdullah, Osmanlı Medeniyeti Tarihi, Trabzon: Derya Kitabevi
Yayınları, 1999.
İNALCIK Halil, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi (1300–1600), C.
1, İstanbul: Eren Yayınevi, 2000.
26