Post on 24-Feb-2023
Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Sağlık Kuruluşları Yöneticiliği Anabilim Dalı
SAĞLIK EKONOMİSİ
GELENEKSEL TEDAVİ YÖNTEMLERİ
HAZIRLAYAN
ŞÜKRAN SAYYAR
201493204527
Dersin Sorumlusu
Yrd. Doç. Dr. SEZGİN ZABUN
GELENEKSEL TEDAVİ YÖNTEMLERİ
ŞÜKRAN SAYYAR
Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
YÜKSEK LİSANS PROJE ÖDEVİ
Olarak Hazırlanmıştır
Sivas
Aralık ve 2014
ÖNSÖZ........................................................1
ÖZET.........................................................2GİRİŞ........................................................3
I. BÖLÜM.....................................................51. GELENEKSEL TEDAVİ YÖNTEMLERİ.............................5
1.2. Konu ve Kapsam........................................51.3. Şişe Çekme............................................7
1.3.1. Yararları..........................................71.3.2. Yöntemleri.........................................8
1.4. Tütsüleme.............................................91.5. Tumar (Muska).........................................9
1.6. Hacamat (Kan Aldırma)................................101.7. Kaplıca Tedavisi ve Şifalı Sular, Mineral Kullanımı. .11
1.7.1. Kaplıca Tedavisi..................................111.7.2. Kaplıca Kürünün Düzenlenmesi......................12
1.7.3. Kaplıca Tedavisinin Kontrendikasyonları...........131.7.4. Balneoloji, Balneoterapi, Klimaterapi Uygulamaları14
1.7.5. Banyo Tedavisi....................................141.7.6. KNEİPP Konsepti...................................17
1.7.7. Sebastian Kneipp’ın Su ile Tedavi Yöntemleri......171.7.8. Şifalı Sular......................................19
1.7.9. Mineral Kullanımı.................................201.7.10.....Su ve Kuş Sesleri Dinletme (psikolojik kökenli hastalıklarda)..........................................20
II. BÖLÜM...................................................212. Türk Tarihi ve Kültüründe Müzikle Tedavi................21
2.1. İslamiyet Öncesi ve Sonrasında Geleneksel Tedavi.....242.2. Selçuklu ve Osmanlılarda Müzikle Tedavi..............25
2.3. Müzikle Tedavi Yapılan Selçuklu ve Osmanlı Hastaneleri26
2.4. Selçuklular Döneminde Müzikle Tedavi Yapılan Hastaneler262.4.1. Nureddin Hastanesi (1154).........................26
2.4.2. Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası(Turan Melik Darüşşifası) (1228-9)...................................26
2.4.3. Amasya Darüşşifası (1308).........................272.5. Osmanlılar Döneminde Müzikle Tedavi Yapılan Hastaneler.27
2.5.1. Fatih Darüşşifası (1470)..........................272.5.2. Edirne II. Bayezid Darüşşifası (1488).............27
2.5.3. Süleymaniye Darüşşifası (1557)....................282.6. Şifalı Türk Müziği Makamları...........................28
2.6.1. Hangi Makam Hangi Hastalığa İyi Geliyor?..........292.6.2. Rast Makamı.......................................29
2.6.3. Irak Makamı.......................................292.6.4. Isfahan Makamı....................................30
2.6.5. Zirefkend Makamı..................................302.6.6. Büzürk Makamı.....................................30
2.6.7. Zengule Makamı....................................302.6.8. Rehavi Makamı.....................................30
2.6.9. Hüseyni Makamı....................................302.6.10........................................Hicaz Makamı
312.6.11.....................................Nihavend Makamı
312.6.12.........................................Neva Makamı
31
2.6.13........................................Uşşak Makamı31
2.6.14...................................Acemaşiran Makamı31
2.6.15........................................Segâh Makamı31
2.6.16................................Pentatonik Melodiler31
2.7. Günümüzde Müzikle Tedavi...............................32III. BÖLÜM..................................................33
3. Geleneksel Tedavideki Diğer Yöntemler....................333.1. Ocaklık – El Alma......................................33
3.2. Yatır ve Ziyaretlerin Halk Kültüründe Tedavi Edici Rolü343.3. Nazarlıkla İlgili İnanışlar:...........................35
IV BÖLÜM....................................................39SONUÇ VE DEĞERLENDİRME......................................39
V.BÖLÜM.....................................................41KAYNAKÇA....................................................41
KAYNAKÇA..................................................42
1
ÖNSÖZHalk kültürünün bir parçası olan geleneksel tedavi
yöntemleri ve sonuçlarının araştırılması toplumun pek çok
açıdan daha iyi analiz edilmesine ve modern tıbbın
geliştirdiği tedavi yöntemlerine, kültürel olarak katkı
sağlamaktadır. Amaç, Türk kültürünün izlerini taşıyan
halk biliminin bu alanının tanınmasına katkı sağlamak,
tedavi uygulamalarının psikolojik ve sosyolojik boyutuna
dikkat çekmektir. Nitekim dünya ülkelerinin en önemli
amaçlarından birisi de toplumlarının güçlü bir sağlık
politikalarına dayanan gelişmeleri takip edilmesidir.
Bugün ülkemizde bilim ve teknoloji alanında inanılmaz
başarılar elde edilmesine ve genel olarak insanların
eğitim öğretim seviyeleri geçmiş dönemlere oranla
kıyaslanamayacak derecede artmasına rağmen birçok ülkede
de olduğu gibi geçmişten bugüne kadar edinilen deneyimler
modern tıbba hem yardımcı olmuş hem de bu tecrübelerin
nesilden nesile aktarımını sağlamıştır. Bu çalışmada
yaptığım görüşmeler ve yazılı kaynak araştırmalarına
dayanarak geleneksel tedavi yöntemlerinin neler olduğunu,
olumlu ve olumsuz olarak ortaya çıkabilecek sonuçlarının
neler olduğunu ve bu tedavi yöntemlerinin günümüze dek
nasıl aktarıldığını anlamaya çalıştım. Bu süreçte,
öncelikle böylesine toplumumuzun içinden gelen ve
kuşaktan kuşağa aktarılması gereken bir konuyu araştırmam
için bana layık gören; Yrd. Doç. Dr. Sezgin ZABUN ve
2
samimiyetle tüm sorularıma cevap veren; Doğal Tıp Uzmanı
Öğretim Gör. Şaduman KARACA’ya teşekkür ediyorum.
ÖZETHastalıkların tedavisinde geçmişten günümüze halkın
arasında farklı isimlerle adlandırılmış şaman, lokman,
lokman hekim, şeyh, hoca, abdal, üfürükçü, büyücü ve
ocaklı gibi “nefesi kuvvetli”, “eli şifalı” pek çok kişi
her zaman var olmuştur. Bu kişiler, isimleri ne olursa
olsun, halkın bir şekilde inandığı ve güvendiği
kişilerdir. İhtiyaçtan doğan ve insanların çaresiz
zamanlarında onların ağrılarını dindirmek için geleneksel
yöntemleri kullanan kişilerdir. Özellikle geleneksel
toplumlarda halkın sıklıkla başvurduğu “iyileştiriciler”,
hastalıkların tedavisinde birbirine benzer yöntemler
kullanarak çoğu zaman etkili olmuşlar ve kuşaktan kuşağa
3
aktarılan bir geleneğin taşıyıcısı rolünü
üstlenmişlerdir.
Geleneksel Anadolu Halk Hekimliğinin kaynakları
arasında hem İslam öncesi hem de İslam sonrası inanç ve
uygulamalar yatmaktadır. Tıbbın gelişmediği çağlarda,
insanların kendi özel çabalarıyla hastalıkları tedavi
etme yöntemi, halk hekimliği olarak kabul edilir. Halk,
mevcut hastalığı tedavi için çeşitli pratiklere
başlangıçtan beri sürekli başvurmuştur. Bunlar,
bitkilerden ilaç yapmak, yatırları ziyaret etmek,
hastalara su, müzik ve kuş sesleri dinletmek, muska
yazmak veya bir ocaklıya görünmek gibi geçmişten günümüze
süregelen birçok şekilde tezahür etmektedir.
Halk arasında bilgeliğiyle tanınan ve geleneksel
bir öğreti silsilesiyle usta-çırak ilişkisi içinde
sağaltım yöntemleri öğrenen ve "El almak" denilen deyimle
tanımlanan süreç içerisinde kendini geliştirmiş bazı
kişilerde halkın karşılaştığı sağlık sorunlarına özgün
yöntemler kullanarak yanıt vermeye çalışmışlardır.
Özellikle modernleşme sonrasında ve yaygınlaşan modern
sağlık sistemiyle bu tür insanların sayısında da azalma
olmuş ancak kimi geleneksel ve yerel kültüre büyük ölçüde
yerleşmiş uygulamalar halk arasında uygulanmaya devam
ettirilmektedir.
5
GİRİŞGünümüzde gelişen teknoloji ve yapılan çok sayıda
araştırma sonucu“Modern” yada“Batı” tıbbı olarak bilinen
tıbbi-biyolojik model akıl almaz derecede gelişmiştir.
Buna rağmen yüzyıllardır kuşaktan kuşağa aktarılan ve
genel bir ifadeyle “Geleneksel Tıp” (Traditional
Medicine) adı verilen, “sözlü olarak kuşaklar boyu
taşınan, halka ait olan sağlık bilgisi” gerçeği kuşkusuz
yadsınamaz. “Geleneksel” olarak tanımlanan tıbbi bilgi ve
uygulamaların insanların hayatındaki yerinin sadece
geleneksel toplumlarda değil “modern” kent ortamında da
önemini yitirmeksizin devam ettiği gözlenmektedir.
Geleneksel tıp bilgileri ve uygulamaları zamanla
değişebilir; hatta bazıları işlevini yitirdiği zaman yok
olabilir. Ancak, tarihsel olarak bakıldığında halka ait
tedavi yöntemleri, çeşitli biçimlerde ve yeniden
üretilerek bir şekilde varolmuş, insanlar da bu
geleneksel sağlık bilgilerini uygulamaktan hiçbir zaman
vazgeçmemişlerdir. (Melike KAPLAN, s.1, 2010)
Geleneksel tıp, aynı zamanda “yerel tıp”
(ethnomedicine) veya“halk tababeti/sağaltmacılığı” (folk
Medicine) olarak da anılmakta; sağlık ve hastalığa
ilişkin bilgi ve uygulamaların kuşaktan kuşağa
aktarılmasıyla oluşan, her aktarımıyla birlikte “yeniden
6
üretilen” sözlü sağlık bilgisini nitelemektedir. (Melike
KAPLAN, s.1, 2010)
Halk kültürünün içinden çıkmış olan geleneksel tıp
uygulamaları, Halkbilim’in temel çalışma alanlarından
biridir. Geleneksel halk tıbbında şifa, genel olarak
hastanın yalnız bedenini değil ruhunu da iyileştirmeye
dayanmaktadır. Sağlığı bir bütün olarak düşünerek,
“bedenin iyileşmesini öncelikle ruhun iyileşmesine
bağlayan” anlayış, kökleri Şamanizm‟de karşılık bulan
“sağaltıcı”, şifa veren “Şaman”ın(medizinman/Medicine-
man), tedavi anlayışını da ifade etmektedir. Geleneksel
halk tıbbının kökenlerini oluşturan bu bakış açısı, “ruh-
beden sağlığı” bütünlüğünde kendisini ifade etmektedir.
Hastaları tedavi ederken kullandıkları malzemeleri ve
farklı kültürlerde isimleri değişse bile geleneksel “halk
şifacıları”, dünyanın çeşitli yerlerinde insanları
iyileştirmeye devam etmektedirler. (Melike KAPLAN, s.2,
2010)
Günümüzde modern tıp - geleneksel tıp
tartışmalarının temelinde, bedeni bir “makine” gibi gören
modern tıp anlayışının karşısında; daha bütüncül
(holistik) bir bakış açısına sahip “geleneksel”, ve
yeniden üretilen biçimleriyle “tamamlayıcı”
(complementary) ya da “popüler/alternatif” olarak ifade
edilen iyileştirme yöntemlerinin yaklaşım farkı
bulunmaktadır. Modern tıptaki bilimsel gelişmelere rağmen
7
geleneksel tıbbın günümüzde varlığını korumasında önemli
etkenlerden biri kökendeki bu anlayış farklılığıdır.
Modern tıbbın, bilimsel temellere dayanmadığı için
eleştirdiği geleneksel iyileştirme pratiklerinin, halk
tarafından uygulanma nedenlerinin bilimsel araştırmalarla
anlaşılmasında özellikle sosyal bilimlerin yardımına
ihtiyaç duyulmaktadır. (Melike KAPLAN, 2010,s.1)
Modern tıp adı altındaki gelişmeler, Hipokrat
(Hippocrates) tedavisindeki bütüncül tedavi anlayışından
doğduğu halde, modern tıbbın hastaya ve hastalığa
günümüzdeki yaklaşımı çeşitli tartışmalara yol
açmaktadır. Modern/bilimsel tıp bugün geldiği noktada,
bedenin daha küçük parçaları üzerinde yoğunlaşarak çoğu
kez hastanın bir “insan” olduğunu göremez hale geldiği ve
sağaltım (şifa) olayıyla ilgilenmediği için
eleştirilmektedir. Oysa tıp doktorlarının yüzyıllardır
bağlılık sözü verdikleri Hipokrat Yemini‟nin amacı,
hastaya zarar vermeden “şifa vermek” tir. (Melike KAPLAN,
2010,s.2)
8
I. BÖLÜM
1.GELENEKSEL TEDAVİ YÖNTEMLERİ
1.2. Konu ve Kapsam
Dünya Sağlık Örgütü geleneksel tıbbı; hastalıkları
teşhis ve tedavi veya sağlığı korumaya yönelik bitki,
hayvan ve mineral temelli sağlık uygulamaları,
yaklaşımları, bilgi ve inançları, ruhsal terapiler, el
kullanılarak yapılan teknikler, egzersizler bütünü olarak
tanımlar. Geleneksel tıp başka bir ifadeyle; Eski
hekimlerin, kendi zamanlarındaki tıp anlayışı ve
birikimleri ile işe yarayabileceğini umduğu veya
öğrendiği bitkiler, macunlar, sular, sargı, yakma ve
diğer yöntemlerle hastasını tedavi etme uygulamalarına
verilen isimdir. Dünya Sağlık Örgütü Geleneksel Tıp ile
Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp arasındaki ayrımı belirtmek
için TM (Traditional Medicine) ve CAM (Complementary and
Alternative Medicine) kısaltmalarını kullanmaktadır.(
http://tr.wikipedia.org)
9
Geleneksel tıp, genel tanımlara bakıldığında tek
başına yeterli görülmeyen bir uygulamadır. Burada
geleneksel olanın, literatürde alternatif tıp
karşılığında kullanılan “tamamlayıcı tıp” olarak
nitelendirilmesi kavramların algılanması konusunda bazı
çelişkilere yol açmaktadır. Diyebiliriz ki, bu yönüyle
literatürdeki tanımlamaya tam olarak karşılık gelen bir
tanım yapılmamaktadır. Böylece, geleneksel tıptan
anlaşılan şey, aslında modern tıbbın yardımcısı,
destekleyicisi gibi bir tanımlamadır. Yani
literatürdeki“alternatif” tıbbın karşılığı, geleneksel
tıp için kullanılmaktadır.
A)Alternatif Tıp: Tedavi yaptığı ileri sürülen, ancak bu
etkileri bilimsel metotlarla kanıtlanamayan geleneksel
veya güncel tıbbi uygulamalara verilen isimdir.
B)Tamamlayıcı Tıp: Çağdaş tıp bilimince hastalık
sebeplerini önlemede somut verileri olmadığı veya
kanıtlanmış bir tedavi yöntemi olmadığı halde hasta
isteğiyle çağdaş tıp tedavilerinin yanında, onlara
destekleyici olarak hastanın rahatlaması, bağışıklık
sisteminin güçlenmesi, psikolojisinin düzelmesi gibi
amaçlarla uygulanabilen alternatif tıp yöntemleridir.
C)Modern Tıp: Kanıta dayalı, karşılaştırmalı ve modern
bilimsel metotlarla hastalar için faydalı olduğu görülen
ve bu yararı ölçümlenebilen tıp yöntemlerini kapsar.
İnsanlığın bilgisi arttıkça ve yeni teşhis araçları
10
(mikroskop, radyografi, manyetik rezonans, tomografi,
elektron mikroskobisi, biopsi, kan dışkı idrar tahlilleri
vb) bulundukça hastalıklar ve bu hastalıkların
tedavisinde kullanılan yöntemler daha kapsamlı olarak
geliştirildi. Hastaya bir herhangi bir bitki yaprağı
vermek yerine, fayda sağlayan etken madde damıtılıp ilaç
haline getirildi. Etken maddelerin insan dokularında
nasıl iyileşme yarattığı öğrenilerek, kimyasal yapısı
farklı, daha az yan etkisi olan ilaçlar sentezlendi. (
http://tr.wikipedia.org)
Geleneksel Anadolu Halk Hekimliğinin kaynakları
arasında hem İslam öncesi hem de İslam sonrası inanç ve
uygulamalar yatmaktadır. Şamanist köklere örnek olarak
ateş ile yapılan uygulamalar ve hastalığın olduğu yerin
emilmesi örnekleri verilebilir. (
http://tr.wikipedia.org)
Halk hekimliği uygulamalarını Türk edebî
metinlerinde de görmekteyiz. Dede Korkut Kitabı'nda Dirse
Han'ın oğlu Boğaç'ın vurulmasından sonra, Boğaç’ın
annesinin yanına Hızır gelir ve çocuğun yarasını
sıvazlar; "dağ çiçeği ile ananın sütü yaranın merhemidir"
der ve ayrılır. Yine Salur Kazan'ın Evinin Yağmalandığı
hikâye’de, Karacuk çoban kâfirlerle savaşırken yaralanır
ve kâfirlerin leşinden ateş yakarak keçesinden isli kül
yapıp yarasına basarak tedavi olur. Görüldüğü gibi daha o
yıllarda halk kendi çaba ve yöntemleriyle hastalıkları
11
tedavi etmeye çalışmıştır. Günümüzde de tıbbın
gelişmesine rağmen hâlâ eski alışkanlıklarını sürdüren,
hastalıklarını "atadan görme" şekliyle tedavi eden veya
ettiren kesim azımsanmayacak kadar fazladır. (
http://tr.wikipedia.org)
Bazı uygulamalara örnekler: Akıl ve sinir
hastalıklarında yatır yanındaki suda yıkanılır. (Çorum).
Doğumu kolaylaştırmak için kadına kocasının avucundan su
içirilir (Tokat, Antalya, Sivas, İstanbul, Mersin,
Isparta, Sinop).Doğumu kolaylaştırmak için kadına Kâbe
toprağı konmuş su içirilir (Ordu).Doğumu kolaylaştırmak
için, türbe toprağı konmuş su içirilir.
(Eskişehir).Çocuğun sancısını kesmek için, hocaya bıçak
ağzı yazdırılır ve bu bıçağın batırıldığı su çocuğa
içirilir (Trabzon).Yürüyemeyen çocuk, üç gün, hiç
tartılmamış etin içine konduğu su ile yıkanır. Sonra et,
üç yol ağzına gömülür. Kırk basan çocuk çeşme veya
değirmen çarkından alınan su ile yıkanır (Adana,
Gaziantep).Kırklama yapmak için kırk tas su sayılır.
Suyun içine yeşillik, bıçak, tarak konulur. Bu su loğusa
ve çocuğun başına dökülür. Kırklama yapmak için üç yol
ağzında loğusa ve çocuğun başına elek konulur. Eleğin
içine tarak, ayna, anahtar, makas, dua okunmuş kırk tane
küçük taş konulur. Üç kere bunların üzerinden su dökülür.
(Antalya)
Diğer bazı uygulamalar:
12
Şişe Çekme
Tütsüleme
Hacamat (Kan aldırma)
Muska yazma
Kaplıca Tedavisi ve Şifalı Sular, Mineral
kullanımı
Su ve kuş sesleri dinletme (psikolojik kökenli
hastalıklarda)
Müziğin hastalıklar üzerinde etkisi olduğu
düşünülmekte, farklı makamlarla bazı
hastalıklar ilişkilendirilmekteydi.
( http://tr.wikipedia.org)
1.3. Şişe Çekme
Anadolu'da da kullanılan
yöntemin Çin ve Moğolistan bölgesinde bulunan Uygur
Türkleri'nin bu tedavi yöntemini ilk kullananlar arasında
olduğu bilinmektedir. Bardak içerisindeki oksijenin
tüketilmesi esasına dayanan yöntem için eskiden
Anadolu'da kâğıt ya da alkollü pamuk kullanılmıştır.
Günümüzde pompa ile içerisindeki havanın alınması esasına
dayanan aletler yapılmıştır.
1.3.1. Yararları
Cilt altı kan dolaşımını artırır.
Kas gevşeticidir.
13
Hücrelerin beslenmesine yardımcı olur, kan
dolaşımını hızlandırır.
Vücuttaki toksinlerin ve karbondioksitin atılmasını
sağlayarak, kalbin çalışmasını düzenler.
Genellikle sırt bölgesinde oluşan asit birikimini
tedavi eder.
Eklemleri güçlendirir, kireçlenmeyi tedavi eder,
sinir sistemini güçlendirerek fiziksel tedaviye
yardımcı olur.
1.3.2. Yöntemleri
Kuru çekim
Masaj
Kanatma (Hacamat)
Kavanoz Kapatma, Bardak Tutma, Şişe Çekme (
http://tr.wikipedia.org)
Binlerce yıldır kullanılan hemen hemen hiç yan
etkisi olmayan, hata riski taşımayan, kolay
uygulanan, masrafsız, çabuk ve etkili, kupa çekme
işlemini herkes uygulayabilir. Faydası ve uygulama
şekli hacamata benzediği için, "küçük hacamat"
olarak da adlandırılır. Bıngıldak ve ense çukuru
hariç, vücudun her yerine kupa kapatılabilir.
Omuz, sırtın orta kısmı ve yanlara kupa
kapatmak (son kaburga kemiğine kadar omurganın
iki tarafı) ; akciğer, karaciğer, safra kesesi,
14
pankreas, mide hastalıkları ve ağrılarına,
yüksek tansiyon, omurgada kireçlenme ve boyun
fıtığına çok iyi gelir.
Sırtın Alt Kısmına (son kaburga kemiğinden
başlayarak kuyruk sokumuna kadar omurganın iki
tarafı) kupa kapatmak; bel ağrısı, yüksek
tansiyon, böbrekler ve kadın-erkek
hastalıklarına iyi gelir.
Şakakların alt kısmına (kulaklar önüne) kupa
kapatmak; göz, burun, dudak, yanak, kulak,
boğaz, boyun, diş ve dişeti hastalıklarına iyi
gelir, beyni temizler, cildi güzelleştirir.
Kulak altı ve biraz arkasına kupa kapatmak;
kulak, burun, göz hastalıkları, ön dişler ve
köpek dişleri, baş ağrısı, baş titremesi,
karaciğer ve safra kesesi ağrılarına iyi gelir.
Çene altına kupa kapatmak; boyun fıtığı,
bademcik, çene, göz, burun, kulak, dudak, diş,
dişeti, yanak, ses telleri, tiroid bezi ve lenf
bezi hastalıklarına iyi gelir, cildi
güzelleştirir.
Göğüslerin üstüne kupa kapatmak; göğüsteki
tıkanıklığı dağıtır, sütü arttırır.
Uylukların içine kupa kapatmak; basur, göbek
fıtığı, kasık fıtığı, gut hastalığı, kalça ve
topuk ağrılarına iyi gelir.
15
Uylukların önüne kupa kapatmak; erbezi ödemi,
kalça ve baldır yaralarına iyi gelir.
Uylukların arkasına kupa kapatmak; tansiyonunu
düşürür, baş ağrısını dindirir, uyluklardaki
yara ve ağrıları giderir.
Topuklara kupa kapatmak; regl düzensizliği,
siyatik ve gut hastalığına iyi gelir.
Göbek üstüne kupa kapatmak; yağları dağıtır,
cildi güzelleştirir, kabızlık, fıtık, mide ve
karın ağrısına iyi gelir.
Göbek çukuruna yarım litrelik kupa kapatmak;
karın ağrısı ve adet ağrısını giderir. (Dr.
Aidin SALİH,2014)
1.4. Tütsüleme
Halk arasında nazar değen kişileri
iyileştirmede kullanılan yöntemlerden biride tütsü
yakmaktır. Tütsü, Türk topluluklarında eskiden beri
tedavi ve büyü, nazar gibi çeşitli tehlikelerden
korunma amacıyla uygulanan bir gelenektir. Bugünde
özellikle kırsal çevrelerde çeşitli bitkilerin
tütsüleme yoluyla nazarın tedavisinde ya da evin
içindeki kötü ruhların kovulmasında kullanıldığı
görülmektedir. Tütsü için genellikle üzerlik otu,
bunun yanı sıra çörek otu, tuz, kuru karanfil vb.
kullanılabilir. (Nilgün ÇIBLAK COŞKUN, s.15,2004)
16
1.5. Tumar (Muska)
Tumar - Türk, Altay ve Orta Asya Türk
toplulukları halk kültüründe ve halk inancında
yapılan muska olarak adlandırılmaktadır. Tomar
olarak da söylenir. Muska bazı sıkıntı ve
hastalıkları tedavi etmek ve nazara karşı korunmak
için, Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde
bildirilen ayetleri, duaları okumak, taşımak.
Kur'an-ı kerimdeki ve hadis-i şeriflerdeki dualar
yazılıp muska şeklinde de
taşınabilir.(http://tr.wikipedia.org)
Muskalar, hastalıklardan ve ölümlerden korunmak
için bu için ehli sayılan kişiler tarafından
yazılmış genellikle üçken şeklindeki kolye
uçlarıdır. Suya değdiğinde ıslanmaması için balmumu
ile hazırlanmış muşambalara sarılır. Muskalar, büyü
metinleri içerip zaman zaman kötü niyetli kişilerce
de kullanılmıştır. Muskalar Vafi (Koruyucu) ve Gafi
(Tedavi edici) olmak üzere iki kısımdır. Bir muska
örneğinde şunlar yazılıdır:
-“Her kim bu muskayı üstünde taşısa ve suyunu içse
yetmiş iki türlü derde şifadır,
Yemliha, Mekselina, Mislina… Kıtmir.
Euzubikelimatillahi minşerri ma halake la havle vela
kuvvete illa billahil aliyyilazim”.(Elif Tuba
17
TATAROĞLU, s.8)
1.6. Hacamat (Kan Aldırma)
Hacamat derinin bir neşter yardımıyla çizilip
ağzı geniş bir bardak, kavanoz veya şişe ile
oluşturulan emme gücüyle kanın çekilmesi şeklinde
yapılan işlemdir. Genellikle iki omuz arasından,
sırttan, başın arka tarafından yahut vücudun
herhangi bir yerinden alınır. Geleneksel olarak
ağrı, sızı veya hastalık olan organa yakın yerlere
yapılır. Akciğer hastalığı gibi bazı hastalıklarda
hipervolemi yüzünden baş ağrısı ve solunum, dolaşım
sıkıntısı çeken hastalar uzman doktorun önerisi ile
önerilen miktarda kan aldırırlar ise bu şikâyetleri
ile ilgili rahatlama yaşarlar.
Hacamat, deneysel çalışmaların yetersiz olması ve
tıbbi sakıncaları yüzünden modern tıpta
kullanılmamaktadır. Kan vermenin de hacamat ile benzer
etkide olduğu söylenebilir. Hacamatta kılcal damarlar
üzerinden kan alınmaktadır. Kan verme işleminde ise venöz
kan verilmektedir.
Kansızlık, demir eksikliği, tansiyon düşüklüğü olan
kişilerde, demir eksikliği ve beslenme problemleri
nedeniyle dikkat eksikliği ve zihinsel yetersizlik
yaşayanlarda akıtılan kan volümüne bağlı olarak durumu
ağırlaştırabilir. Steril şartlarda yapılmayan uygulamalar
18
hepatit B, HCV, HIV gibi tedavisi güç hastalıkların
kişiye bulaştırılmasına yol açabilir. Çocuklarda,
yaşlılarda, Hamile veya mensturasyon dönemindeki
kadınlarda, metastatik kanser hastalarında, kemik ve kas
problemleri olan kişilerde kontrendikasyon
düşünülmelidir.
Tıbb-ı Nebevi'de Hacamat:
Hacamat, İslam dininde Hz. Muhammed'in (SAV) tavsiye
ettiği bir sünnet olarak kabul görür. Çeşitli hadisler
ise buna kaynak olarak gösterilmektedir. Ebu Kesbe El-
Enmari anlatıyor: "Resulullah başından ve iki omuzu
arasından hacamat oldu ve: "Kim bu kandan akıtırsa,
herhangi bir hastalık için, bir başka ilaçla tedavi
olmasa da zarar görmez!" buyururdu. Hz. Muhammed’in (SAV)
bizzat kendisi Ebû Taybe adında bir hacamatçıya hacamat
yaptırmış ve başından kan aldırıp ücretini ödemiş ve
şöyle buyurmuştur: "Kan aldırma yollarının en güzeli
hacamattır.""Her kim ayın on yedi on dokuz ve yirmi
birinci günlerinde kan aldırırsa kan hücumundan dolayı
meydana gelen birçok hastalıklardan şifa bulur." Miraç
gecesinde yanından geçtiği bir melek grubunun
Hz. Muhammed’e(SAV) ; “Ümmetine hacamatı emret!” diye
söylediğini Abdullah B. Abbas rivayet etmektedir. “Eğer
sizin tedavi olduğunuz herhangi bir şeyde hayır varsa, o
da hacamat yaptırmaktır.” (http://tr.wikipedia.org)
19
1.7. Kaplıca Tedavisi ve Şifalı Sular, Mineral Kullanımı1.7.1. Kaplıca Tedavisi
Ülkemizde kaplıcaların sağlığı korumak ve
hastalıkları iyileştirmek amacıyla kullanılması geçmişi
çok eskilere dayanan ve günümüzde de devam eden bir
gelenektir. Bu gelenek dünya üzerindeki pek çok ülkede de
var olmuştur. Bugün, özellikle güney, Orta ve Doğu
Avrupa, Asya (Ortadoğu, Japonya, Çin, Türkî
Cumhuriyetler), Güney Amerika (Arjantin, Meksika,
Kolombiya) ve Kuzey Afrika’da (Fas, Tunus) yaygın şekilde
uygulanmaktadır. Kaplıca tedavisi, ülkemizin de içinde
bulunduğu pek çok ülkede geleneksel niteliğinden pek
sıyrılamamışken Almanya, Fransa, İtalya, Japonya, İsrail
gibi ülkelerde yüksek kalite standartlarına ulaşmıştır.
Kaplıca tedavisi, termal ve mineralli suların, başta
banyolar şeklinde, doğal olarak yeryüzüne çıktıkları
yerler olan kaplıcalarda, değişik hastalıkların
tedavisinde sezgisel kullanılmasıyla gelişen ve
gelenekselleşerek günümüze kadar ulaşan bir tedavi
yöntemidir. Kaplıca tedavisi kavramı, zaman içinde
Balneoterapi ve/veya Klimaterapi kavramlarıyla anılır
olmuş ve bu iki yöntem kaplıca ortamlarının özgün tedavi
yöntemleri haline gelmiştir. Çağdaş kaplıca kürü,
özellikle Avrupa ülkelerinde, Balneoterapi ve Klimaterapi
yanında, başka yöntemlerin de uygulandığı kompleks bir
20
tedavi yöntemidir. Fizik tedavi, medikal tedavi, masaj,
egzersiz, aromaterapi, fitoterapi, akupunktur, sağlık
eğitimi, psikolojik destek, diyet düzenlemesi. Bu
yöntemlerin başında gelir.
Kaplıca tedavisi geleneği “kaplıca turizmi” olgusunu
da beraberinde getirmiştir. Çünkü genellikle başka bir
yere gitmeyi ve orada konaklamayı gerektirir. Yatırımcı
ve işletmecilerin bu alana olan ilgisi neticesinde
geleneksel olan ile bilimsel olan birbirine karışmış;
bilimsel olmayan, yetersiz ve yanlış uygulamalar ortaya
çıkmıştır. Ülkemizdeki kaplıca tesislerinin çoğunda
Sağlık Bakanlığı ruhsatı, gerekli tıbbi donanım ve hekim
kontrolü yoktur. Halk genellikle kendi kararıyla, hekim
kontrolünden geçmeden kaplıcaya gitmektedir. Hâlbuki
kaplıca olgusu bilimsel bir uğraş alanıdır ve uzmanlık
gerektirir.
1.7.2. Kaplıca Kürünün Düzenlenmesi
Bir kaplıca kürüne karar verildiğinde, öncelikle
hastanın rahatsızlığının türüne iyi geldiği bilinen bir
kaplıca seçilir. Hastayı kaplıca tedavisine gönderen
hekim, kaplıca hekimine hastalığın hikâyesini, uygulanan
tedavileri, tetkik neticelerini ve hastanın son durumunu
bildiren bir rapor gönderir. Kaplıcaya giden hasta
belirli bir süre dinlendikten sonra kaplıca hekimine
muayene olur. Hekim hastaya bir kür programı düzenler.
Hastaya, kaplıca kürü sırasında, bir tedavi programı
21
yapılırken, ikincisi tedavinin ortalarında, sonuncusu
tedavinin sonunda olmak üzere en az üç defa hekim
kontrolünden geçer. Ayrıca, istediği zaman hekime
başvurabilir. Hastaya, kaplıcadan ayrılmadan önce,
tedavisi hakkında bilgi verilir ve kaplıca sonrasında
dikkat etmesi gereken hususlar anlatılır.
Kaplıca tedavisinin faydalı olduğu başlıca hastalıklar
şunlardır;
Solunum sistemi hastalıkları: Astım bronşit, kronik
bronşit, alerjik üst solunum yolları hastalıkları,
pnömokonyozda Klimaterapi (iklim kürleri) ağırlıklı
uygulanır.
Cilt hastalıkları: Egzama, akne, psöriasis,
nörodermit, kronik rezidüel ürtikerde, Klimaterapi
ağırlıklı Balneoterapi, Balneoklimaterapi,
balneohelioterapi, balneofototerapi yöntemleri
uygulanır.
Lokomotor sistem hastalıkları: Dejeneratif eklem
hastalıkları, yumuşak doku romatizmaları, bazı
inflamatuar romatizmal hastalıklar (ankilozan
spondilit, romatoid artrit gibi), ortopedik girişim
sonrası, travma sonrasında Balneoterapi (banyo
kürleri) ağırlıklı uygulanır.
Kalp-dolaşım sistemi hastalıkları: Kompanse kalp
yetmezliği, fonksiyonel dolaşım bozukluğu,
hipotansiyon, hipertansiyon, varisler, periferik
22
arter hastalıklarında Balneoklimaterapi (banyo ve
iklim kürleri ağırlıklı uygulanır.
Mide-bağırsak-metabolizma
hastalıkları: Hiperasidite, hipoasidite, diyabet,
obezite, gut hastalığı, karaciğer yetmezliği, safra
kesesi yetmezliği, hepatit sekellerinde Balneoterapi
(içme kürleri, peloidoterapi) ağırlıklı uygulanır.
Böbrek-idrar yolları hastalıkları: Kronik
piyelonefrit, kronik sistit, kronik prostatit,
ürolitiasiz, fonksiyonel yetmezlikte Balneoterapi
(içme kürü, peloidoterapi, banyo kürü) ağırlıklı
uygulanır.
Jinekolojik hastalıklar: Genital organların kronik
inflamasyonları, vejetatif over yetmezliği,
fonksiyonel kısırlık, ağrılı adet görme, fluor,
ameliyat sonrası yapışmanın önlenmesinde
Balneoterapi (banyo kürü, peloidoterapi) ağırlıklı
uygulanır.
Nörolojik hastalıklar: Merkezi ve periferik kronik
inflamatuar hastalıklar, omurga hastalıkları,
tramvatik lezyonlar, spastik paraliziler, nöro ve
myopatiler, vasküler nörolojik hastalıklar, nöro-
vejetatif distoni, inme rehabilitasyonunda
Balneoterapi (banyo kürü) ağırlıklı uygulanır.
(Prof.Dr. Zeki Karagülle,2007)
23
1.7.3. Kaplıca Tedavisinin Kontrendikasyonları
Uzman bir doktorun yönlendirmesi söz konusu değilse,
aşağıdaki durumlarda kesinlikle kaplıca tedavisi
uygulanmamalıdır:
Hastalıkların akut (alevlenme) dönemlerinde
Ateşli, iltihaplı hastalıklarda
Kalp, böbrek, karaciğer yetmezliklerinde
Aktif tümör varlığında
Sarılık, nefrit gibi iltihaplı organ
hastalıklarında
Aktif ülserde
Kanamayla seyreden hastalıklarda (Prof.Dr. Zeki
Karagülle,2007)
1.7.4. Balneoloji, Balneoterapi, KlimaterapiUygulamaları
1.7.4.1. Balneoloji
“Balneoloji” “banyo bilimi” demektir. Bilimsel bir
disiplin olan Balneoloji, “yer altı, toprak, su ve iklim
kaynaklı doğal iyileştirici faktörlerin bilimi” olarak
tanımlanır. “Balneoterapi” ise bu doğal faktörlerle
yapılan banyo, içme ve inhalasyon kürleri şeklinde
uygulanan bir uyarı-uyum tevdisi yöntemidir.
Balneoterapi’de kullanılan doğal iyileştirici faktörler
yeraltı kaynaklı doğal şifalı sular, çamurlar ve iklimsel
faktörlerdir. Bunlara “balneolojik kaynaklar” veya
24
“balneoterapötikler” denir. Doğal peloidler (çamurlar) ve
gazlar (karbondioksit, radon, hidrojen sülfür), kaplıca
tedavisinde kullanılan diğer kaynakladır.
1.7.4.2. Balneoterapi Yöntemleri
Balneoterapi, termal veya mineralli suların,
peloidlerin ve gazların, yöntem ve dozları belirlenmiş,
banyo-paket-içme-inhalasyon uygulamaları şeklinde,
düzenli aralıklarla, seri halde tekrarlanarak
kullanılmasıyla, belirli bir zaman aralığında ve kür
tarzında gerçekleştirilen bir uyarı-uyum tedavisidir.
Başlıca Balneoterapi yöntemleri şunlardır:
İklimsel faktörlerin hastalıkların tedavisinde
sistematik olarak kullanılmasına “Klimaterapi” denir.
“Balneoklimaterapi” ise kaplıca küründe, balneolojik
kaynaklarla iklimsel faktörlerin birlikte
kullanılmasıdır. Özgün bir tedavi yöntemi olan
Balneoterapi tek başına veya diğer tedavi yöntemleriyle
kombine/kompleks şekilde uygulanabilir
1.7.5. Banyo Tedavisi
Termomineral su, peloid ve gaz banyolarıyla bunların
lokal uygulamalarıdır. Banyolar, “soğuk” (hipotermal; 34º
C’nin altında; deniz banyoları da bu gruba girer), “ılık”
(izotermal; 34-35º C), “sıcak” (termal; 36-38º C ve 38-
40º C) ve “aşırı sıcak” (hipertermal; 40-42º C) olarak
sınıflandırılır. Banyo süresi genellikle 20 dakikadır;
hipertermal banyolarda 10 dakikaya indirilebilir,
25
izotermal banyolarda 25-30 dakikaya kadar uzatılabilir.
Tam, yarım, oturma banyosu ve ekstremite (kol-bacak)
banyosu şeklinde uygulanabilir. Genellikle 2-4 hafta
süreyle, her gün (haftada bir gün banyosuz geçer) veya
gün aşırı bir defa yapılır. Ülkemizdeki geleneksel
uygulamalarda günde iki, hatta üç banyo
yapılabilmektedir. Radyoaktif sularla yapılan kürlerde
daha seyrek, örneğin üç günde bir banyo yapılabilir.
Karbondioksit banyolarında genellikle iki gün üst üste
banyo yapılması, üçüncü gün ara verilmesi tavsiye edilir.
Bir kaplıca küründeki banyo sayısı 15-20 arasındadır.
Hasta, karbondioksitli banyolar haricinde, özellikle tam
banyolarda, rahatça hareket edebilmelidir. (Prof.Dr. Zeki
Karagülle,2007)
1.7.5.1. Peloidler (Şifalı Çamurlar)
Peloidlerin banyo, paket ve tampon şeklinde
uygulanmasıdır. Kaplıca kürünün özgün tedavi
yöntemlerinden biri olan organik veya inorganik
maddelerdir. Doğada ince tanecikli halde bulunabilirler
veya bazı işlemlerle ufak ince tanecikli hale
getirilirler. Doğal olarak su içerebilirler veya susuz
olabilirler. Çamur banyoları ve çamur paketleri şeklinde
bazı hastalıkların tedavisinde kullanılırlar. Peloidler,
banyo (tam, yarım veya ekstremite banyoları) veya paket
şeklinde uygulanır. Paket, en sık kullanılan
peloidoterapi yöntemidir. Burada, bitimünoz veya minerali
26
bataklar, deniz ve delta balçıkları ve termomineral suyla
karıştırılmış şifalı topraklar kullanılır. Peloid
tedavisi egzersiz için iyi bir hazırlayıcıdır, çünkü doku
ve kasları yumuşak ve esnek hale getirir. Peloidler,
kaynak, nitelik ve bileşimlerine göre 4’e ayrılırlar:
1.7.5.2. Turbalar
Özellikle yüksek su bağlama kapasitesinde, asit
pH’da, boya maddeleri, hümik asit ve rezorbe olabilen
östrojen benzeri maddeler içerirler.
1.7.5.3. Şifalı Bataklar
Durgun sulardaki ufak tanecikli çökeltilerdir.
Organik maddeler bakımından çok farklılık gösterirler.
“Bitüminoz” ve “mineralli” olarak 2’ye ayrılırlar.
Mineralli olanlar termomineral suların doğal olarak
yeryüzüne çıktıkları (kaynadıkları) yerlerde oluşurlar.
Bitüminoz olanlar daha çok organik madde içerirler.
1.7.5.4. Delta ve Deniz Balçıkları
Delta balçıkları, akarsu deltalarında çöken inorganik
sedimentlerdir. Deniz balçıkları ise deniz diplerinde,
gelgit ile bağlantılı çöken ve deniz suyuna benzer
içerikte çözünmüş mineral içeren çökeltilerdir.
1.7.5.5. Şifalı Topraklar
Su topluluklarının dışında ufalanmayla oluşan ufak
tanecikli sedimentler veya katı halde bulunan
27
kayaçlardır. “Fango”, “tan” ve “volkanik tüf” başlıca
şifalı topraklardır. Tedavide, termomineral suyla
karıştırılarak, paket şeklinde (peloma), vücudun belirli
bölgelerine uygulanırlar.
1.7.5.6. İçme Kürleri
Mineralli sularla kaplıcalarda veya yaşanılan yerde
yapılan içme kürleridir. Balneoterapi’de termomineral
sularla yapılan banyolardan sonra en çok kullanılan
yöntem, doğal mineralli suların belirli bir sürede, gün
boyu bölünmüş dozlarda ve belirli miktarlarda içilmesiyle
yapılan içme kürleridir. Kullanılan mineralli suyun
kimyasal bileşimine bağlı olarak, sindirim sistemi
üzerinde doğrudan, böbrekler ve idrar yolları üzerinde
ise dolaylı etkiler ortaya çıkar. (Nazan BAŞOĞUL,2014)
1.7.5.7. Hidroterapi
Hidroterapi; Suyun metodik uygulanması sayesinde
akut ve kronik hastalıkların tedavisinde, beden
fonksiyonlarının stabilize edilmesi ve bazı hastalıkların
önlenmesinde ve rehabilitasyonu için başvurulan
yöntemlerin toplamına verilen isimdir. Hidroterapi su
ile yapılan tedavi olup ve klasik doğal tıp
yöntemlerinden biridir. Özellikle suyun ısısının verdiği
etki kullanılmaktadır, suyun basıncı veya ivmesi
kullanılmamaktadır. Bu tedavi yönteminde su elementi her
türlü formda kullanılmaktadır; örneğin buz, ılık su,
soğuk su, sıcak su ve buhar halinde.
28
Doğal Tıp alanında Hidroterapiden bahsedildiğinde
Kneipp’in yöntemleri kastedilir ve hatta Kneipp - Terapi
= Su ile tedavi olarak eş anlamda kullanılmaktadır.
1.7.6. KNEİPP Konsepti
Sebastian Kneipp’ın hidroterapi konsepti aslında tek
başına bir tedavi konsepti değildir, o hastalarını
bütünsel tedavi etmeye çalışmıştır ve tedavi sistemini
aşağıdaki beş temele oturtmuştur. (Bu dönemde Almanya’da
bir eczacı ve bir teolog tarafından doğal tıp konsepti
oluşturulmaktaydı ve buna göre doğal tıp beş direk
üzerine oturtulmuştu: Hava, Su, Işık, Hareket ve
Beslenme)
1. Su uygulamaları
2. Şifalı bitkiler - Fitoterapi
3. Hareket
4. Dengeli beslenme
5. Hayatı düzenleyici önlemler
1.7.7. Sebastian Kneipp’ın Su ile Tedavi Yöntemleri
1.7.7.1. Çıplak Ayakla Islak Çimen Üzerinde Yürümek
Kneipp’ın su ile tedavi yöntemlerinden direkt su ile
olmasa da ıslak bir çimen üzerinde her yaşta kişinin
koruyucu sağlık amaçlı uygulayabileceği yöntemlerden
29
biridir. Bu yöntemin ekseriyetle geçiş mevsimleri olan
sonbahar ve ilkbaharda uygulanması önerilir.
1.7.7.2. Yıkamalar
Yıkamalar özellikle çocuklar ve zayıf insanlar için
uygundur. Akan suyun altında veya suya sokularak
ıslatılan pamuklu veya keten bezlerle yapılır, tüm bedene
veya kısmi uygulanır. Bunlar su ile tedavinin en yumuşak
biçimidir. Bu yıkanmadan sonra kurulanma yapılmaz.
Yıkamalarda Dikkat Edilecek Nokta: Yıkama yapılan
mekânın en az oda sıcaklığında olması gerekir, yıkama
sonrası kurulanmadan pijama giyinilir ve hemen sıcak
yatağa girilir.
Yıkamanın Faydaları: Soğuk su ile yapılması
durumunda, vücut ısısını yükseltir, kışa hazırlık veya
kış esnasında kanın dolaşımını hareketlendirir, genel
olarak kalbi ve kanın dolaşımını destekler.
1.7.7.3. Tam Banyolar
Tam banyolar bütün beden için yoğun bir
uygulamadır, banyo küvetinde yapılır. Soğuk, sıcak tam
banyo olduğu gibi, soğuk-sıcak olarak dönüşümlü ve
sıcaklığı giderek yükselen tam banyolar kan dolaşımı
hareketini güçlendirir.
Tam banyolarda su ısısının yanında suyun yüksekliği
de önemli rol oynar. Bu banyolara eklenen banyo
takviyeleri istenen etkiyi daha da güçlendirir. Banyo
30
takviyesi olarak şifalı bitkileri, kaya tuzlarını ve
uçucu yağları kullanabiliriz. Tam banyonun faydaları ise
kan dolaşımını harekete geçirir ve sinirleri
sakinleştirir.
Uyarı: Çok hasta ve zayıf insanlara tam banyo önerilmez.
1.7.7.4. Kısmi Banyolar
Kısmi banyolar vücudun belli bölümlerini tedavisi
için başvurulan yöntemdir, ayak banyosu, kol banyosu,
oturak banyo v.b. Tam banyolarda olduğu gibi, kısmi
banyolarda da soğuk, sıcak ve dönüşümlü sıcak banyolar
yapılabilir. Kısmi banyolar tam banyolara göre daha
yumuşak etki gösterir.
Kısmi Banyoların Faydaları: Ayak banyosu baş
ağrısına, kol banyosu ise tansiyon düşüklüğüne iyi
gelmektedir.
1.7.7.5. Su Dökünmeleri
Su dökünmeleri zamanla Kneipp’ın en sık kullandığı
tedavi yöntemi olmuştur. Su dökünmelerinde tedavi
edilmesi gereken gövde bölgesine hedeflenerek su dökülür.
Bunun için özel ibrikler veya geniş hortumlar kullanılır.
Su dökünmelerinin faydaları; kan dolaşımını,
dolayısı ile kan akımını harekete geçirdiği için genel
şifa sürecini desteklemektedir.
31
1.7.7.6. Su Pedalları
Su pedalı yöntemi bağışıklık sistemini güçlendirir
ve canlandırır. Su pedalında, kişi suyun içinde
bacaklarını yukarı kaldırarak leylek gibi birkaç saniye
suyun içinde kalır.
1.7.7.7. Sargılar İlkyardım
Soğuk suya daldırılmış pamuklu bezlerle uygulanan
Sargılar, durgunluğu ör. şişmeyi veya iltihaplanmayı
önlemek için çarpmalardan, burkmalardan sonra uygulanır.
Sargıların etkisi vücudun neresine ve hangi ısıyla
uygulandığına göre değişir. Sargılar sirke, bitki suları
veya lor peyniri ile de uygulanarak etkisi
güçlendirilebilir.
1.7.7.8. Buhar tedavileri- Banyoları
Buhar banyoları en küçük su damlacığını solunum
yolumuza, cildimize ve başka bölgelerimize taşırlar. Bu
sayede şifa süreçleri harekete geçer.
Kneipp, buhar banyolarını çok nadir uyguladığı bir
önlem olarak önerirdi, çünkü insan eğer hemen arkasında
soğuğa çıkar ise kızgın buhar insanı hassaslaştırır ve
soğuk algınlığını tetikleyebilir. Buhar banyolarında
etkiyi iyileştirmek için şifalı bitkiler de
kullanılabilir. En tanınmış buhar
banyosu, nezle durumunda klasik papatya buhar
banyosudur. ( Öğr. Gör. Şaduman KARACA)
32
1.7.8. Şifalı Sular
En yayın kullanılan balneolojik kaynaklar şifalı
sulardır. Şifalı sular fiziksel ve kimyasal niteliklerine
göre sınıflandırılırlar. Genel kabul gören sınıflandırma
şöyledir:
1.7.8.1. Termal Sular
Doğal su çevrimine bağlı olarak oluşur, toprağın alt
katmanlarında magmaya yaklaşarak belirli bir sıcaklığa
ulaşırlar. Doğal sıcaklıkları 20º C’nin üzerindedir.
1.7.8.2. Mineralli Sular
Toprakta bulunan mineral, gaz ve diğer maddeleri
değişik düzeylerde çözündürürler. Litrelerinde 1 gramın
üzerinde çözünüş mineral bulunur.
1.7.8.3. Termomineral Sular
Yüzey sularına göre yüksek bir sıcaklığa, yüksek
mineral içeriğine ve özel bir kimyasal bileşime
sahiptirler. (Prof.Dr. Zeki Karagülle,2007)
1.7.9. Mineral Kullanımı
Günümüzde, tedavi amaçlı kullanılan mineraller
başlıca kil mineralleridir. İlk çağlardan bugünlere
ulaşan kilin terapötik amaçlı kullanımı günümüzde
Jeoterapi (Geotherapy) kavramıyla ifade edilmekte ve bu
kavram geniş kitlelerce de bilinmektedir.
Kil mineralleri farmakolojik karışımlarda (etken
veya katkı maddesi olarak), eklem ve kemik
33
hastalıklarının tedavisinde ve estetik tıpta
kullanılırlar. ( Bahattin Murat DEMİR, 2009)
1.7.10. Su ve Kuş Sesleri Dinletme (psikolojik kökenli hastalıklarda)
Kâinatta her şey titreşir. Dalga hareketlerini
ortaya çıkaran titreşimlerin her biri, ses dalgaları
olarak bilinir. Ses dalgalarının ritmik desenleri,
musikiyi ortaya çıkarır. Bu açıdan varlıkların
aktiviteleri sırasında çıkardığı ses titreşimleri, birer
musikidir. Musiki sadece insana has değildir. Her varlık,
musikisiyle birlikte yaratılır. Düşük frekanslı ses
dalgaları ihtiva eden kuş, su ve rüzgâr, uyku esnasındaki
insanın beyin dalgalarına yakın dalgalar ürettiğinden
insanı dinlendirici tesirlere sahiptir. Duyguları
incelten ve gönlü yumuşatan müzik türleri, asırlardan
beri tedavide kullanılmaktadır.
Vücudumuzun ortalama % 60'ı sudur. Bu sebeple su,
vücudumuzdaki ses ve titreşimler için harika bir
iletkendir. Biz sadece kulaklarımızla değil, her bir
hücremizle bu titreşimleri duyuyoruz. Her türlü karmaşa
ve gürültü, bizi strese sokar, moralimizi bozar ve
ümitsizliğe sevk eder. Neticede bunlar bağışıklık
sistemimizi zayıflatır. 90 desibelden daha yüksek
frekanstaki sesler, strese ve işitme kaybına yol
açmaktadır. Dr. Pierce J. Howard, çok yüksek titreşimli
müziğin, alkol ve uyuşturucu gibi, şuura tesir edip bize
34
uyuşukluk verdiğini, sonrasında bizde bağımlılık
yaptığını belirtmektedir. Anne karnında dinlenen şeyler,
cenine tesir etmektedir. İşitme, cenin daha 16
haftalıkken gelişir. Anne karnındaki bebeğin, hamileliğin
belli dönemlerinde duyduğunu ve duyduklarının tesiri
altında kaldığını biliyoruz.
Günümüzde araştırmacılar, beden ve zihin
hastalıklarının tedavisinde müziğin kullanılması
konusunda hemfikirdir. Bu konuda yapılan birçok
araştırma, doktor ve müzisyenlerin; depresyondan kansere,
yüksek tansiyondan kronik ağrılara, disleksiden akıl
hastalıklarına, migrenden uyuşturucu madde bağımlılığına
kadar geniş bir sahada tedavi gayesiyle müziği
kullandıklarını göstermektedir. ( Zülfe EYLES, 2004)
Özellikle hastaların kendine güveninin gelmesinde,
sosyal ilişkilerinin gelişmesinde olumlu sonuçları
hekimler tarafından da kabul edilen müzikle tedavinin
Anadolu’da başlıca merkezleri vardır. Anadolu’da kurulan
medeniyetler içerisinde müzikle tedavi yöntemini en fazla
uygulayan medeniyetler Selçuklu ve Osmanlı’dır. Ancak
müzikle tedavi yöntemi Osmanlılar döneminde zirveye
ulaşır. Başta Edirne olmak üzere Kayseri, Sivas, Amasya,
Manisa ve Bursa’da tedavi yöntemleri kurulur. Sultan II.
Bayezid’in, Edirne’de 1488 yılında yaptırdığı darüşşifada
hastalara su sesi ve müzikle tedavi yapılmasını emrettiği
bilinir. Bu konuda ünlü seyyah Evliya Çelebi,
35
Seyahatnamesinde ‘ruh hastalarının burada müzikle nasıl
tedavi edildiklerini’ yazar. Evliya Çelebi’nin
anlattığına göre; “Müziğin insan ruhu üzerindeki olumlu
etkisi konusunda yeterli bilgi ve deneyime sahip
darüşşifanın hekimbaşısı, hastalarına önce çeşitli müzik
makamları dinletiyor, kalp atışlarının hızlanıp ya da
yavaşladığına bakıyor, yararlandıkları uygun melodiyi
belirliyor ve ondan sonra tedaviye başlıyor.” Yine
Çelebi, aynı eserde hafıza ve hatırları güçlendirmede
isfehan; aşırı hareketli, heyecanlı hastaları
sakinleştirmede rehavi; sıkıntılı, karamsar durgun ve
neşesiz hastalara da kuçi makamının iyi geldiğini
belirtir. (Uzm. Dr.F. Efser GÖKÇEN)
II. BÖLÜM
2.Türk Tarihi ve Kültüründe Müzikle TedaviMüzikal seslerin ve melodilerin fizyolojik ve
psikolojik etkilerini çeşitli ruhsal bozukluklara göre
ayarlamak suretiyle, düzenli bir yöntem altında yapılan
tedavi şekline Müzikle Tedavi denilmektedir.( Özge
GENÇEL, 2006 )
Tarih boyunca duygu ve düşüncelerin anlatım biçimi
olan müzik; büyüsel, dinsel, askeri ve eğlence amaçlı
olduğu kadar tedavi amacıyla da kullanıldı. Farklı
36
ritimler ve etkileyici sözler eşliğinde hastanın şifaya
kavuşturulması, müzikle tedavi-nin temelini oluşturdu.
Eski medeniyetler müziği duyguları harekete geçirmede,
kişiyi heyecanlandırmada ya da sakinleştirmede kullanarak
müzikten eğitim, telkin ve tedavi amaçlı yararlandılar.
Tarihin bilinen ilk hekim modeli oldukları düşünülen
Şamanların ritim, müzik ve dansın etkisiyle insanları
adeta hipnotize ederek tedavi etmeye çalıştıkları
bilinmektedir. Belki de şamanlar, bilinen tarihin ilk
müzik terapistleri idi. Antik döneme kadar hastalıkları
tedavi etmek ya da kötü ruhları bedenden çıkarmak için
kullanılan hızlı, yavaş, sert ya da yumuşak melodiler ile
ikna ve etki edici sözlerden oluşan şarkılar müzikle
tedavinin temelini oluşturmuştur. (Sezer ERER, Elif
ATICI, s.29, 2010) Günümüzde Uygur Şamanları ayinleri
sırasında hastaları tedavi amaçlı; kutsal hançer, kutsal
kamçı, kutsal ip, ağaç dalı, kutsal tuğ, kutsal çırağ,
kutsal su, kutsal ateş ve kutsal ayna kullanmaktadırlar.
(Adem ÖGER, Tuğba GÖNEL, S.239 , 2011)
Türklerde müziğin tedavi amaçlı kullanımı ise hem
İslamiyet öncesi, hem de İslamiyet sonrası dönemde
süregelmiştir. Ancak ilk ciddi müzikle tedavi
çalışmalarının Selçuklularda ve Osmanlılarda uygulandığı
görülmektedir. Selçuklu ve Osmanlılar döneminde öncelikli
olarak akıl hastalıklarının tedavisinde kullanılan
müzikle tedavinin uygulanması için, gerekli akustiği
37
sağlayacak şekilde hastaneler darüşşifalar yapılmıştır.
( Sezer ERER, Elif ATICI , s.30,2010)
Müziğin psikolojik rahatsızlıklar üzerindeki tedavi
edici etkisi ilk çağlardan bu yana bilinen bir yöntemdir.
Osmanlılarda müzikle tedavi en parlak dönemlerinden
birini yaşamıştı. Orta çağda ve batılı ülkelerde
ruhlarına şeytan girdi diye akıl hastaları, insanlık dışı
ağır işkencelere maruz bırakılırken Sultan 2. Bayezit
Edirne'de 1488’ de mimar Hayrettin'e inşa ettirdiği
külliyenin darüşşifa (akıl hastanesi) bölümünde hastaları
Müzik’le tedavi ettiriyordu.
Müziğin tedavi gücü, aslında Osmanlı Türk ruh
hekimlerinin bir buluşu değildi. Fakat bilimsel
çalışmaları ile ruh hekimliği alanında da, çağdaşlarına
göre yüksek düzeye ulaşmış Osmanlı Türk ruh hekimleri,
hastaların müzikle tedavi konusunda bir hayli ileri
gitmiş, İbn-i Sinâ, Râzi, Farâbi gibi Türk bilginlerinin
öncülüğünü yaptığı müzikle terapi, günümüz modern tıbbına
da ışık tutmuştur.
Tıp bilgin ve filozoflarından İbn-i Sina ( 980-
1037), musikinin tıpta oynadığı rolü şöyle
tanımlamaktadır: "Tedavinin en iyi yollarından, en
etkililerinden biri, hastanın akli ve ruhi güçlerini
arttırmak, ona hastalıkla daha iyi mücadele için cesaret
vermek, ona en iyi musikiyi dinletmek, onu sevdiği
insanlarla bir araya getirmektir."
38
Evliya Çelebi'ye göre "müziğin insan ruhu
üzerindeki olumlu etkisi konusunda yeteri bilgi ve
deneyime sahip darüşşifanın hekimbaşısı, hastalarına önce
çeşitli müzik makamları dinletiyor, kalp atışlarının
hızlanıp yada yavaşladığına bakıyor, yararlandıkları
uygun melodiyi belirliyor, şikâyetleri ve benzer
hastalıkları bir araya getiriyor, darüşşifanın müzik
ekibine haftanın belirli günlerine konserler
tertipletiyordu. Evliya Çelebi, zihni açma, hafıza ve
hatırları güçlendirmede İsfehan, aşırı hareketli,
heyecanlı hastaları sakinleştirmede Rehavi, sıkıntılı,
karamsar durgun ve neşesiz hastalara da Kuçi makamının
iyi geldiğine seyahatnamesinde belirmişti.
Felsefe, tıp, matematik, astronomi, musiki gibi bilim
dallarında eserler veren İslam âlimi Yakup El Kindi'nin
tüccar komşusunun oğlu birdenbire hastalanır. Hastalık,
tüccarın işlerini sekteye uğratır; çünkü her işi oğlu
yönetmektedir. Hastalığa çare bulunamaz. Bir arkadaşı
tüccara, bu hastalığı ancak Kindi'nin tedavi
edebileceğini söyler. Tüccar, komşusu Kindi'yi
bilmektedir ama şimdiye kadar sürekli aleyhinde
konuşmuştur. Yine de aracı vasıtasıyla ondan yardım
ister, Kindi de kabul eder. Hastanın nabzını kontrol
ettikten sonra musikide hünerli öğrencilerinden birkaçını
çağırır. Onlara ne çalmaları gerektiğini söyler ve
sürekli o musikiyi icra etmelerini ister. Dakikalar
39
geçtikçe nabzı kuvvetlenen ve nefesi canlanan hasta bir
süre sonra kımıldamaya, oturmaya ve konuşmaya başlar.
Kindi, tüccara, "Oğluna ne sormak istiyorsan sor?" der.
Sorular sorulup cevaplar alındıktan sonra hasta yeniden
eski haline döner. Baba müzisyenlerin devam etmesini
isteyince Kindi, "Hasta son gayretini gösterdi. Fazlasına
imkân yok; çünkü ömrü tamamdır." diye konuşur. ( Uzm.
Dr.F. Efser GÖKÇEN)
2.1.İslamiyet Öncesi ve Sonrasında GelenekselTedavi
İslâm’dan önce Arap tıbbi, genellikle tecrübeye
dayanıyordu. Bununla beraber onlar, daha ziyade bitki ve
özellikle çöl bitkilerini ilaç olarak kullanıyorlardı.
İslâm’ın gelişi ile tib için yeni ufuk ve kapılar
açılmaya başlandı. Çünkü bizzat Hz. Peygamber,
doktorlarla istişare ve görüşmeyi teşvik ediyor, onların
bilgilerinden istifade etmeyi gerekli görüyordu. Hatta bu
konuda o, doktorların Müslüman olup olmamasına da
bakmıyordu. Nitekim Veda Haccı esnasında hastalanan Sa'd
b. Ebi Vakkas'ın tedavi edilmesini, zamanın Arap tabibi
ve henüz Müslüman olmamış bulunan Haris b. Kelde es-
Sakafî'den istemişti.
40
Islâm tarihinde tip ilmi ile meşgul olma ve tedavi
için hastane kurulmasının gerektiği anlayışı, Hz.
Peygamber dönemine kadar uzanmaktadır. Nitekim Hendek
Gazvesi (Savası) esnasında yaralanan Sa'd b. Muaz ile
diğer yaralılar için seyyar savaş hastanesi
diyebileceğimiz bir hastanenin (Rüfeyde Çadırı), mescidin
yanına kurulmasını emreden ve yaralıların buraya
kaldırılıp tedavi edilmesini isteyen Hz. Peygamber, Eslem
kabilesinden olan Rüfeyde el-Ensariye adındaki kadının,
bu çadırda yaralıları tedavi etmesini de istemişti. Böyle
bir uygulama sayesinde biz, Hz. Peygamber'in, Islâm
âleminde ilk defa hastane kurulmasını emreden kimse
olduğunu söyleyebiliriz. Bununla beraber, ilk defa tam
teşkilatlı dâru's-sifa (hastane)nın Emevî Halifesi Velid
b. Abdülmelik tarafından Sam'da hicrî 88 (miladî 706)
tarihinde kurulduğu bilinmektedir. Yine Emevîler
döneminde Fustat'ta Kanadil sokağındaki Ebû Zübeyd'in evi
Bimaristan haline getirilerek burada da bir Bimaristan
yapılmıştı. Velid, burayı bazı doktorların nezaretinde
cüzzama yakalananların tedavisi için açmıştı. O,
doktorlara ücret tayin eden ve cüzamlılar ile körlerin
sokaklara çıkıp sıkıntı çekmemelerini isteyen, bu sebeple
onlara maaş bağlayan birisi idi. Ayrıca o, bunlara
yardımcı olacak bedenen sağlam insanları da
görevlendirmişti. Emevîler döneminde tip egitim ve
öğretiminde büyük bir gelimse olmuştu. Emevî Halifesi
Ömer b. Abdülaziz (99-101/717-720) döneminde tip ilminin
41
büyük bir merhale katettiği görülür. Çünkü o,
İskenderiye’deki bu mesleği Antakya ve Harran'a taşıdı.
Bu da Abdülmelik b. Ebcer el-Kinanî'yi Antakya'ya
getirmekle olmuştu. (Osmanlı Tarihi)
2.2.Selçuklu ve Osmanlılarda Müzikle Tedavi
Türklerde ilk ciddi müzikle tedavi Osmanlı devleti
zamanında görülmekle beraber, Orta Asya`da Anadolu öncesi
zamanda Baksı adı verilen Saman müzisyenler tarafından,
çeşitli hastalıklar için tedavi çalışmaları yapılmıştır.
Bir Selçuklu Türk`ünün yaptırdığı Şam`daki Nurettin
Hastanesi'nde İbn Sina, müzikle akıl hastalığının
tedavisini uygulamıştır. Osmanlı saray hekimi Musa bin
Hamun, diş hastalığı ve çocuk psikoloji hastalıklarını
iyileştirmede müzikle tedavi yöntemini kullanmıştır. (
Uzm. Dr.F. Efser GÖKÇEN)
Dünya'nın İlk Tıp Fakültesi Selçuklu Sultanı I.
Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından 1204-1206 yılları
arasında Kayseri'de inşa ettirilmiş olan Gevher Nesibe
Şifahanesi ve Gıyasiye Medresesi ilk tıp medresesidir.
Gevher Nesibe Sultan, Selçuklu Hükümdarlarından II.
Kılıçarslan'ın kızıdır. 1204 yılında verem hastalığına
yakalanarak Kayseri'de vefat etmiştir. Medrese Gevher
Nesibe Hatun'un vasiyeti üzerine inşa edilmiştir. (
http://tr.wikipedia.org)
42
Çifte Medrese olarak da anılan yapı birbirine
bitişik, açık avlulu iki yapıdan teşekkül eder. Medrese
ve Şifahane, dikdörtgen şeklinde yan yana iki ayrı bina
olarak düzenlenmiştir. Yapı içerisinde yer alan
"Bimarhane" adı verilen bölümün akıl hastanesi olarak
kullanıldığı bilinmektedir. 18 odacıktan oluşan kısmı
özgünleştiren, duvarların arasından geçen akustik ses
kanallarıdır. Bimarhane’de bulunan hasta odalarının eyvan
kavislerinde karşılıklı ikişer delik bulunmaktadır. Bu
delikler o zaman uygulanan “Musiki” veya “Telkin
Tedavisi” amacıyla yapıldığı bilinmektedir. Bu kanallarla
odacıkların içindeki su ve müzik sesi eşliğinde,
telkinler yapılarak hastaların tedavi edilmeye
çalışıldığı kaynaklardan öğrenilmektedir.1890’a kadar
hizmet vermiştir. (www.biyografi.net)
Islâm dünyasında tib egitim ve ögretimi ile
tedavinin birlikte yürütüldügü müesseseler, "Dâru't-tib",
"Dâru's-sifa", "Dâru's-sihha", "Dâru'l-merza",
"Şifahane", "Mâristan", "Bimaristan", "Dâru'l-afiye" ve
"Bimarhane" gibi isimlerle anılmaktadır.
2.3.Müzikle Tedavi Yapılan Selçuklu ve Osmanlı Hastaneleri
43
Razi, Farabi, İbni Sina, Hasan Şuurî ve Gevrekzade
Hasan Efendi gibi bilim adamlarının yaptıkları
araştırmalar ve elde ettikleri sonuçları anlatan
kitaplarını kullanan Türklerin, ilk ciddi müzikle tedavi
çalışmalarını Selçuklu ve Osmanlılar döneminde
uyguladıkları görülür. Eski Türk hekimleri, korku,
heyecan, kuşku ve ruhi bunalım gösterenlerin
nabızlarındaki değişim ve bu değişimin neden olduğu
huzursuzluk için hastalarına çeşitli melodileri
dinletirler, bu sırada nabızlarını kontrol ederek hastaya
en uygun melodiyi bulurlar, hatta aynı hastalığı olan
hastaları bir araya getirerek tedavi ederlerdi.
2.4. Selçuklular Döneminde Müzikle Tedavi Yapılan Hastaneler
2.4.1. Nureddin Hastanesi (1154)
İlk kez Selçuklu hükümdarı Dukak tarafından Şam’da
inşa ettirilmiş olan bu hastane, Selçuklu Sultanı Zengî
Atabeyi Nureddin’in Şam’ı ele geçirmesinden sonra1154
yılında onarılarak yeniden faaliyete geçirilmiş ve
“Nureddin Hastanesi” adını almıştır. Bu hastanede akıl
hastaları için özel bir bölüm bulunduğu ve bu bölümde
müzikle tedavi yapıldığı bilinmektedir. Hekimbaşı Abdül
Mecid Efdal ud-deve Muhammed bin Abdullah El-Bahili, hem
hekim hem de müzisyen olup, müziğin hastalıkların
tedavisindeki yerini de incelemiştir. Darüşşifaya 1648
44
yılında gelen Evliya Çelebi bu hastanede akıl hastalarına
müzikle tedavi uygulandığını anlatmaktadır. (Sezer ERER,
Elif ATICI. s.30, 2010)
2.4.2. Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası(Turan Melik Darüşşifası) (1228-9)
Darüşşifa kısmı, 1228 yılında, Erzincan Beyi
Fahrettin Behram Şah’ın kızı Turan Melik Sultan
tarafından yaptırılmıştır. Anadolu’da müzikle tedavinin
uygulandığı merkezlerden biri olan darüşşifa, 1985
yılında UNESCO’nun “Dünya Kültür Mirası” listesinde ilk 3
içine girmiştir. (Sezer ERER, Elif ATICI. s.31, 2010)
2.4.3. Amasya Darüşşifası (1308)
İlhanlı hükümdarı Olcayto Mehmed döneminde, prenses
Yıldız Hatun’un Anber Bin Abdullah’a yaptırdığı
darüşşifa, çevrenin hekim ihtiyacını karşılamak için
hekim yetiştiren bir kurum olmuştur. Bu darüşşifanın en
önemli özelliği; dünyada
akıl hastalıklarının müzik ve su sesiyle iyileştirildiği
ilk yer olmasıdır. Ses titreşimlerinin doğrudan beyin
dokularına etki ettiği düşüncesi, ruh hastaları üzerinde
müzikle tedavi uygulanmasını sağlamıştır. Tanzimat
döneminde önemini yitiren darüşşifa, 1939 depreminde
hasar görmüş, 1945 yılında dış cephesi onarım görmüş,1999
yılında ise Belediye Konservatuarına devredilmiştir.
45
2.5. Osmanlılar Döneminde Müzikle Tedavi Yapılan Hastaneler
2.5.1. Fatih Darüşşifası (1470)
İstanbul’da 1470 yılında kurulan Fatih Külliyesi’ne
eklenen 70 odalı, 200 yataklı Fatih Bimarhanesi (Bî-
mârhane-i Ebûl-Feth) akıl hastaları için yaptırılmıştı.
Bu hastane döneminde Avrupa’nın en büyük hastanesi idi.
İstanbul Tıp Fakültesi’nin ilk adımı sayılan bu
darüşşifada hastalara uygun ilaçlardan başka musiki
konserleri gibi ruhi tedavilerde uygulanıyordu.
2.5.2. Edirne II. Bayezid Darüşşifası (1488)
II. Bayezid’in, kendi adıyla mimar Hayreddin’e
yaptırdığı külliyenin bir parçası olan darüşşifada, ruh
hastaları müzikle tedavi edilmiş, gerekli her türlü
yöntem için olanaklar sağlanmıştır. Bu yapısıyla Türk
psikiyatrisi ve medeniyetinin eşi bulunmaz bir
hastanesidir. Evliya Çelebi, merkezi binada haftanın 3
günü 10 müzisyenden oluşan bir saz ekibinin hastalara
konser verdiğini söylemektedir. Darüşşifada ilaç ve müzik
tedavisi yanında güzel kokularla (sümbül, reyhan, lale,
karanfil, şebboy vb) rehabilitasyon yapıldığı da
bilinmektedir. Darüşşifa, 1866’da Edirne’de yeni bir
hastane açılınca, sadece akıl hastaları için hizmet
vermiş, Balkan Savaşından sonra ise tamamen
boşaltılmıştır. Trakya Üniversitesi tarafından onarılan
yapı bugün Tıp Tarihi Müzesi olarak kullanılmaktadır.
46
2.5.3. Süleymaniye Darüşşifası (1557)
Kanuni Sultan Süleyman’ın 1550-1557 yılları arasında
Mimar Sinan’a yaptırdığı külliyenin önemli bir bölümünü
oluşturan darüşşifa, hasta odaları ve hamamın bulunduğu,
bodrum katının ise akıl hastanelerine ayrıldığı önemli
bir yapıdır. Darüşşifa 1843 yılından sonra sadece akıl
hastalarına hizmet vermiştir. Cumhuriyet döneminden sonra
medresenin büyük bir kısmı üzerinde Süleymaniye Doğum Evi
yaptırılmıştır. (Sezer ERER, Elif ATICI. s.31, 2010)
2.6. Şifalı Türk Müziği MakamlarıMüzikle tedavi, alternatif bir tedavi yöntemi
olmayıp, geleneksel tıbba uygundur ve müzikle tedavinin
kendine ait metotları vardır. Türk Müziği makamlarının
ruha olan etkileri Farabi’ye göre şöyle
sınıflandırılmıştır;
1. Rast makamı: İnsana sefa(neşe-huzur) verir.
2. Rehavi makamı: İnsana beka(sonsuzluk fikri) verir.
3. Kuçek makamı: İnsana hüzün ve elem verir.
4. Büzürk makamı: İnsana havf(korku) verir.
5. Isfahan makamı: İnsana hareket kabiliyeti, güven hissi
verir.
6. Neva makamı: İnsana lezzet ve ferahlık verir.
7. Uşşak makamı: İnsana gülme hissi verir.
8. Zirgüle makamı: İnsana uyku verir.
9. Saba makamı: İnsana cesaret, kuvvet verir.
47
10. Buselik makamı: İnsana kuvvet verir.
11. Hüseyni makamı: İnsana sükûnet, rahatlık verir.
12. Hicaz makamı: İnsana tevazu(alçakgönüllülük) verir.
Farabi Türk müziği makamlarının zamana göre psikolojik
etkilerini de şu şekilde göstermiştir:
1.Rehavi makamı: yalancı sabah vaktinde etkili
2. Hüseyni makamı: sabahleyin etkili
3. Rast makamı: güneş iki mızrak boyu iken etkili
4. Buselik makamı: kuşluk vaktinde etkili
5. Zirgüle makamı: öğleye doğru etkili
6. Uşşak makamı: öğle vakti etkili
7. Hicaz makamı: ikindi vakti etkili
8. Irak makamı: akşamüstü etkili
9. Isfahan makamı: gün batarken etkili
10. Neva makamı: akşam vakti etkili
11. Büzürk makamı: yatsıdan sonra etkili
12. Zirefkend makamı: uyku zamanı etkilidir.
Duygusal olarak makamların insan üzerindeki tesirleri
hekimlerce şöyle açıklanır:
1.Irak makamı insana tat ve çeşni
2.Zirgüle makamı uyku
3.Rehavi makamı ağlama
4.Hüseyni makamı güzellik
5.Hicaz makamı alçak gönüllülük
48
6.Neva makamı yiğitlik
7.Uşşak makamı gülme hisleri verir.
2.6.1. Hangi Makam Hangi Hastalığa İyi Geliyor?
2.6.2. Rast Makamı
Kemik ve beyne etkili, fazla uyumayı engeller,
nabzın yükselmesine yardımcı olur. Özellikle çocuk
bünyesinde nem hâkim olduğu için; bu nedenle oluşan
dengesizlikleri düzeltir. Akıl hastalıklarına iyidir.
2.6.3. Irak Makamı
Kuşluk ve ikindi vakti etkilidir. Menenjit, beyin ve
akıl hastalıklarında faydalıdır. Omuz, kol ve ellere
etkilidir. Başın üst tarafına etkisi belirtilmektedir.
Lezzet verir, düşünme ve kavrama konusunda etkilidir.
Korku gidericidir. Saldırganlığı önleyici ve nevrotik
hastaları tedavi edici etkisi vardır.
2.6.4. Isfahan Makamı
Ateşli hastalıklardan vücudu koruyucu özelliği
vardır. Ense, boyun, omuzlar ve sol dirsek için
etkilidir. Güven hissi, uyum sağlama, hareket yeteneği,
zihin açıklığı, gönül yenileme, düzgünlük verme, zekâyı
açma ve hatıraları tazeleme özelliği vardır.
49
2.6.5. Zirefkend Makamı
Sırt, mafsal ağrılarına ve kulunca faydalıdır.
Beyinle ilgili ağız çarpılmasına, kalp, ciğer, göğüs,
kalça ve sağ omuza etkilidir.
2.6.6. Büzürk Makamı
Kulunç ve beyin hasarı ile ortaya çıkan şiddetli
hastalıklara yararlıdır. Güç kazandırır. Boyun, boğaz,
göğüs, ciğer kalp ve yan böğür (basen) için etkilidir.
2.6.7. Zengule Makamı
Kalça eklemleri ve bacak içleri ile ilgisi bulunur.
Kalp hastalıklarına, menenjit ve beyin hastalıklarına
etkilidir. Beyin hastalıkları ve ruh hastalıklarının
tedavisi için mide ve karaciğer ateşini yok eder. XIII.
asırdan önce hicaz makamından ayrılarak oluşmuştur. Hayal
ve sırlar telkin eder, uyku verir, masal duygusu verir.
2.6.8. Rehavi Makamı
Sağ omuz, baş ağrıları, burun kanamaları, ağız
çarpıklığı ve balgamdan gelen hastalıklara, akıl
hastalarına faydalıdır. Doğuma yardımcı olur. Göğüs, mide
ve yan böğür için faydalıdır.
2.6.9. Hüseyni Makamı
Güzellik, iyilik, sessizlik, rahatlık verir ve
ferahlatıcı özelliği vardır. Karaciğer ve kalbin
iltihabını söndürür. Mide hararetini giderici özelliği
vardır. Ateşli nöbetlerin giderilmesinde faydalıdır.
50
Sıtma hastalığına iyidir.
2.6.10. Hicaz Makamı
Kemiklere, beyne ve çocuk hastalıklarına tedavi
edici etkisi vardır. Üro genital sisteme ve böbreklere
etki gücü fazladır. Alçakgönüllülük duygusu verir. Düşük
nabız atımını yükseltir ve göğüs bölgesi diğer önemli
etki alanıdır.
2.6.11. Nihavend Makamı
Kan dolaşımı, karın bölgesi, kalça, uyluk ve bacak
bölgelerine etkilidir. Kulunç, bel ağrısı ve tansiyon
rahatsızlıklarına faydalıdır.
2.6.12. Neva Makamı
Göğsün sağ tarafına, böbreklere, omurilik, kalça ve
uyluk bölgelerine etkisi vardır. Üzüntüyü giderir ve
lezzet verir. Gönül okşayan makam adıyla bilinir.
2.6.13. Uşşak Makamı
Kalp, ayak rahatsızlıkları ile nikriz (damla)
ağrılarına faydalıdır. Gülme, sevinç, kuvvet ve
kahramanlık duyguları verir. Çocukları etkileyen yellerde
ve erkeklerdeki ayak ağrılarına faydalıdır.
2.6.14. Acemaşiran Makamı
Kemiklere ve beyne etkilidir. Yaratıcılık duygusu ve
ilham verir. Durgun düşünce ve duyguları canlandırır.
Hanımlarda doğumu kolaylaştırır. Anne karnındaki çocuğun
51
yanlış duruşlarının düzelmesine yardım eder. Ağrı
giderici ve spazm çözücü özelliği vardır. (Hatice
İNCE ,2013)
2.6.15. Segâh Makamı
Şişmanlık, uykusuzluk, yüksek nabız, kalp, ciğer ve
kas rahatsızlıklarına faydalıdır. Beyin nöronlarına
etkisi vardır. Mistik duygular oluşturur.
2.6.16. Pentatonik Melodiler
Pentatonik müzik, Asya kökenli Türk musıkîsinin en
önemli ve karakteristik özelliğidir. Kendine güven ve
kararlılık verir, rahatlık sağlar. Çocuklara, 9–10 yaşına
kadar sadece Pentatonik müzik dinletilmesi öneriliyor.
2.7. Günümüzde Müzikle Tedavi1977′de Amerika müzikle tedaviyi bir bilim dalı
olarak kabul etmiştir. Müzik terapisi psikiyatri temelli
hastalıklarda 1950’lerden bu yana etkin olarak
kullanılmaktadır. Farabi, Razi, İbn-i Sina ve Gevrekzade
Hasan Efendi gibi Türk alimleri bu alanda çok önemli
çalışmalara imza atmışlardı. Batı dünyası da 20. yüzyılın
ortalarında keşfettiği müzikle tedavi ya da terapiyi,
alternatif tedavi yöntemi değil, geleneksel tıbba uygun
ve kuralları kendine has bilimsel bir tedavi yöntemi
olarak kabul etmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nda yaralanan
askerlerin terapisinde müzikten yararlanılır ilk olarak.
Ardından, 1947’de ABD’nin Michigan Devlet Hastanesi’nde
52
müzik tedavi programına alınır. Böylece bu konuda
araştırmalar hızlanır. Depresyon, şizofreni, zekâ
geriliği, alkol ve madde bağımlığı ile mücadelede müzik
tedavi yöntemine başvurulur. Yeni teknik ve pratik
uygulama biçimleri geliştirilir. Amerikan Müzik-terapi
Birliği 1997’de bir tanımlama yaparak son noktayı koyar:
“Müzik terapi, bazı bireylerin fiziksel, psikolojik,
sosyal ve zihinsel ihtiyaçlarını karşılamada müziği ve
müzik aktivitelerini kullanan uzmanlık dalıdır.”
Bugün Batı’da hastane, klinik, gündüz bakımevi,
okul, madde bağımlılığı merkezi gibi yerlerde 5 binden
fazla uzman, müzik terapisi uygulamaktadır. Şüphesiz,
bunda etkili olan temel faktör son yıllarda müzik ve
beyin araştırmalarında elde edilen verilerdir. Müziğin,
özellikle serotonin, norepinefrin, dopamin, melatonin,
kortizol, adrenalin, testosteron gibi psikiyatrik
hastalıkların oluşumunda etkili hormonlara; kan basıncı,
solunum ritmi, solunum kalitesi, nabız sayısı gibi
fizyolojik olaylara olumlu etki yaptığı artık
bilinmektedir. ( Uzm. Dr.F. Efser GÖKÇEN)
53
III. BÖLÜM
3. Geleneksel Tedavideki Diğer Yöntemler
3.1.Ocaklık – El AlmaAnadolu’ya has bir sağaltıcılık biçimi olan Ocaklık,
genelde aile içinde varolduğuna inanılan bir tür güce
dayanır. Bu güç ve bilgi, ana-babadan çocuğa geçerek
sürer. Ocak tedavileri ikna yöntemine dayanır.
Hastalıkları, olağanüstü yöntemlerle tedavi etme
gücünde olduğuna inanılan kişiler veya aileler vardır ki
bunlara “ocak” veya “ocaklı” denir. Anadolu‟da çeşitli
hastalıklara bakan pek çok farklı Ocak bulunmaktadır.
Örneğin, sarılık ocağı, kurşun dökme ocağı, siğil ocağı,
yılancık ocağı, sıtma ocağı, albastı ocağı, kabakulak
ocağı, uçuk ocağı, bademcik ocağı, kısırlık ocağı gibi
pek çok ocak vardır ve bunların bazıları günümüzde de
varlığını sürdürmektedir.
Ocak olan kimse tedavi etme kudretini herhangi bir
eğitim ve öğretim yoluyla diploma karşılığı elde etmez.
Bu bilgileri ocaklının uygulamalarına şahit olmuş
genellikle onunla kan bağı bulunan kimse el alma yoluyla
öğrenir ve uygulamaya başlar.
Halk hekimliği konusunda bilgisi olanların,
özellikle ocak olan kimsenin tedavi yöntemlerini,
uygulamalarını, pratiklerini kendisinden sonra devam
54
edebilmesi için bir başkasına aktarmasına "el verme" ,
bunu kabul etmeye de "el alma" denir. El alma, ocaklının
iznine tabidir. Bazı ocaklarda ocaklı tarafından
kendisine el verilmiş aynı soydan gelen birden fazla
ocaklı bulunabilir. Ocaklılar bir veya birkaç hastalığa
bakabilir. Hangi hastalık veya hastalıklar konusunda el
almış ise o hastalığı tedavi etme gücüne sahiptir. Eğer
kişi bu işi “el almadan” yapıyor ise, yaptığı tedavinin
tesirine inanılmaz.
Günümüzde bile hâli hazırda resmiyeti olmasa dahi
rastgele bir duvara el yordamıyla yazılmış “bel
çekilir” , “yanıkçı” , “çıkıkçı” gibi ifadeler, telefon
numaraları görülebilir. Bu işi yaptığını saklamayıp
tabela bastıranlar da mevcuttur. (Melike KAPLAN, s.41,
2010)
3.2. Yatır ve Ziyaretlerin Halk Kültüründe Tedavi Edici Rolü
Anadolu’nun pek çok köşesinde rastlanan yatır ve
ziyaretler, halk arasında veli ya da ermiş adı verilen
şahıslara ait mezar yada makamlar olup kaynağı İslamiyet
öncesi dönemlere kadar uzanan inanç merkezleridir. Dinî-
tasavvufi bağlamda Tanrı dostu kabul edilen bu kişiler,
yaşarken keramet sahibi olmakla ödüllendirilmiştir.
Ölümlerinin ardından ise söz konusu kerametleri, adları
etrafında oluşturulan çeşitli efsanelerle inandırıcılık
55
özelliğini daha da arttırmıştır. Bunun sonucunda velinin
mezar ya da türbesi de kutsallaştırılmıştır.(Nilgün
ÇIBLAK COŞKUN,s.1205, 2013)
Günümüzde yatır veya türbelere karşı korkuyla
karışık büyük saygı duyma ve buraları ziyaret etme
oldukça yaygındır. Sosyokültürel durumu fark edilmeksizin
birçok kişi, şifa bulma, çocuk sahibi olma, işe girme,
felaketten kurtulma vb. düşüncelerle kutsal kabul ettiği
bu yerlere gitmekte, söz konusu ziyaretlerde dualar edip
dileklerinin yerine gelmesi için adaklar adamakta ve
dileğinin gerçekleşmesi durumunda da bir an evvel adağını
yerine getirmektedir. (Nilgün ÇIBLAK COŞKUN,s.1206-1207,
2013)
Buralarda yatan ya da makamı bulunan veliler,
sağlıklarında hayatlarını zühd ve takvayla geçirmiş, kimi
zaman din yoluna gazalara katılmış, hatta bu yolda
şehitlik mertebesine erişmiş, Tanrı’nın sevgili kulları
kabul edilip bu özellikleri dolayısıyla Tanrı katında
hatırlarının kırılamayacağına inanılan ve ölümlerinden
sonra da çevrelerinde kült oluşturulan kişilerdir.
Hastalıkların tedavisi amacıyla ziyarete gelenler,
hastalıklarının her aşamasında türbeye başvurabilmekte,
ancak genellikle doktora gidip de çare bulamadıklarında
türbe ziyaretini gerçekleştirmektedir. (Nilgün ÇIBLAK
COŞKUN,s.1210, 2013)
56
Görüldüğü üzere türbeye yapılan ziyaretlerin çeşitli
nedenleri vardır. Bunları kendi içerisinde “sağlıkla
ilgili sebepler”; “ekonomik sebepler”; sevdiğine kavuşmak
ya da evlenmek, kötü huyları uzaklaştırmak gibi
“psikolojik sebepler” ile “Allah rızasını kazanmak” gibi
dinî sebepler şeklindedir. (Nilgün ÇIBLAK COŞKUN,s.1211,
2013)
Hastalıkların çeşitlerine göre seçilen bu ziyaret
yerlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Çocuğu Olmayanların Gittikleri Ziyaret
Yerleri: Cabbar Dede, Derviş Hoca, Çoban Dede, Bilal-i
Habeşi, Yedi Kardeşler, Cafer El Tayyar, Sultan
Habibin Nacar, Bulamaç Dede, Ağca Baba, Gaffar Baba,
Sadık Sultan. Zilli Dede, Durhasan Dede, Hurmalı Dede,
Mutlu Dede, Bulut Dede, Sait Dede, Arpacı Dede,
Muhittin Dede
2. Çeşitli Hastalıklara Şifa Aramak İçin Gidilen
Ziyaret Yerleri: Derviş Hoca, Bilal-iHabeş, Yedi
Kardeşler, Hz. Hıdır, Cafer-El Tayyar, Nuh Nebi, Halil
İbrahim, Bulamaç Dede, Ağca Baba, Sadık Sultan, Ali
Dede, Durhasan Dede, Karataş Dede, Bulut Dede
3. Sağlıklı Doğum Yapmak İçin Gidilen Ziyaret
Yeri: Sultan Habibin Nacar
4. Felçli Hastalara Şifa İçin Gidilen Ziyaret
Yeri: Çoban Dede
57
5. Boğaz Hastalıklarına Şifa İçin Gidilen Ziyaret
Yeri: Süleyman Efendi
6. Deliliğe Şifa İçin Gidilen Ziyaret Yeri: Çoban
Dede
7. Görme Özürlülere Şifa İçin Gidilen Ziyaret
Yeri: Çoban Dede(Prof. Dr. Erman ARTUN)
3.3. Nazarlıkla İlgili İnanışlar:Halk arasında bakışlarında zararlı güç bulunduğuna
inanılan kötü niyetli kişilerin bu özellikleriyle, canlı
ya da cansız varlıklar üzerinde olumsuz bir etki
bırakması nazar olarak açıklanır. (Nilgün ÇIBLAK COŞKUN,
s.103)
İnsanoğlu, eski dönemlerden günümüze kaza,
hastalık, ölüm ya da herhangi olumsuz bir etki
yarattığına inandığı nazardan korunmak için çeşitli
yöntemlere başvurmuştur. Bununla ilgili olarak halkımız
tarafından da nazara karşı koymak için “koruyucu”
özelliği bulunan çeşitli nazarlıkların yanı sıra
“iyileştirici, tedavi edici” birtakım büyüsel işlemler
Eski dönemlerden günümüze her toplumda yaygın olarak
görülen nazar inancı, ülkemizde de günlük hayatın içinde
varlığını devam ettirmektedir. (Nilgün ÇIBLAK COŞKUN,
s.17)
Bugün halk arasında, nazara karşı mavi boncuk,
delikli taş, nal, yumurta kabuğu gibi çeşitli nazarlıklar
58
kullanma, hocaya muska yazdırma, kurşun dökme vb. çeşitli
pratikler yapılmaktadır. Ancak bu tür uygulamalar, bâtıl
inançlar arasında yer alması dolayısıyla dinimizce haram
kılınmıştır. Hz. Muhammed’in “Nazar’dan Allah’a
sığınınız. Çünkü göz (değmesi) gerçektir.” hadisinden de
anlaşılacağı üzere İslâm dininde nazarın varlığı kabul
edilmiştir, fakat nazardan korunmak için nazar boncuğu
yada muska taşımak vb. pratikler uygulamak yasaktır.
Bununla ilgili olarak İbn-i Mes’ud’dan alınan bir hadiste
“(Ağrıları, dertleri gidermek için ne olduğu meçhul
şeylerle muska yazarak) afsun yapmak, (nazar’ı ve sair
belâyı gidermek için) boncuk takmak, kadınların
kocalarına kendilerini sevdirmek için sihir yapmak
şirktir.” denilmektedir. (Nilgün ÇIBLAK COŞKUN, s.1)
Türkiye’de nazarla ilgili pratikleri; “nazar
değmeden önce yapılan uygulamalar” ve “nazar değdikten
sonra yapılan uygulamalar” olmak üzere iki ana başlıkta
toplayabiliriz.
3.3.1. Nazar Değmeden Önce Yapılan Uygulamalar
Nazar muskası yapılması,
Nazar değme olayının meydana gelmemesi
için,“maşallah”, “Nazar değmez inşallah” gibi
sözlerin söylenmesi,
Nazarlık (Nazar Boncuğu, El Şekli, Nal, Kurbağa
Kabuğu, Hayvan Kafatası, Koç Boynuzu, Çan, Delikli
Taş, Civa, Şap, Yumurta Kabuğu, Çeşitli Bitki, Ağaç
59
Dalı, Yiyecek ve Birtakım Nesnelerden Yapılan
Nazarlıklar ) bulundurulmaktadır.
3.3.2. Nazar Değdikten Sonra Yapılan Uygulamalar
Kurşun Dökme
Köz Söndürme
Tütsüleme
Tuz Dolandırma(Nilgün ÇIBLAK COŞKUN)
3.3.3. Sülük Tedavisi:
Sülükle tedavi anlamına gelen hirudoterapi
yönteminin bundan 2500 yıl öncesinde antik Mısır’da kan
alma yöntemi olarak kullanıldığı bilinmektedir. Roma
döneminde Galen (MS 129–199) insan vücudundaki dört
sıvının (kan, balgam, sarı ve kara safra) dengesizliğinde
kan almanın gerekli olduğuna inanarak sülük kullanmıştır.
İbn-i Sina’nın da uyguladığı bir yöntem olarak sülük
tedavisi Ortaçağ döneminde de çok popüler olmuştur. İbn-i
Sîna (MS 978-1037) El Kanun Fi’t-Tıbb adlı eserinde sülük
tedavisi ve uygulama yöntemleri ile ilgili detaylı
bilgiler vermiştir. (Berrin Okka, s.9 .2011)
Günümüzde sülük tedavisi biyolojik etkileri
açısından “benzeri olmayan” bir tedavi yöntemi olarak
nitelendirilmektedir. Sülükler sivrisineklere benzer
şekilde, ağrı oluşturmadan deriyi ağızlarında yer alan üç
adet çenenin üstünde bulunan keskin dişleriyle ensize
ederek kan emmeye başlarlar ve salyasındaki çeşitli
mediatörleri (lokal anestezik, histamin benzeri
60
vazodilatatörler, pıhtılaşmayı engelleyici maddeler,
yayılma faktörleri, antibiyotikler vb.) bu bölgeye
salarlar.
Hastalıklarda tedavi edici özelliği bulunan
sülüklerin Hirudo Medicinalis ve Hirudo Verbana türlerine
‘’ Tıbbi Sülük ‘’ adı verilir. Sülüğün tıbbi etkileri 3
ana maddeye ayrılabilir:
Flebotomi (içindeki pıhtıyı yok etmek üzere bir
damara müdahale)
Refleks Uyarım
Biyoaktif Salgı İçeriği
Sülükler, kan emerken vücuda kendi ürettikleri
salgıyı verirler. Bu salgı şu ana kadar izole
edilebildiği kadarıyla 100′e yakın biyoaktif madde
içermektedir. Bu maddelerin bir kısmı kanın
pıhtılaşmasını engellerken bir kısmı oluşmuş pıhtıları
eritmekte, birkaçı ağrı kesici özellikler sergilemekte,
bir bölümü de kan basıncını dengelemektedir. Ayrıca sülük
tedavisinin antidepresan, antibakteriyel, antioksidan
etkinliği de yapılan çalışmalarla ortaya konmuştur.
Sülüğün tıbbi etkilerinin tamamı şu şekilde
sıralanabilir:
Antibakteriyel
Analjezik
Antiromatizmal
61
Antihipertansif (yüksek tansiyon karşıtı)
Antidepresan
Myorelaksan (kas gevşetici)
Antioksidan
Nörotrofik (sinir hücresi yenileyici)
Hangi Hastalıklara Sülük Tedavisi Uygulanır?
Bu özellikleri itibariyle; varis, hemoroid, derin
ven trombozu ve periferik arter tıkanıklıkları gibi
damarsal sorunlarda, artroz ve artrit gibi iskelet
sistemi hastalıklarında, egzama, sedef hastalığı başta
olmak üzere birçok cilt hastalığında, glokom ve retinal
arter tıkanıklığı gibi tedavisi neredeyse imkânsız göz
hastalıklarında başarıyla kullanılmaktadır.
Sülük tedavisinin etkin bir şekilde kullanıldığı
hastalıklar aşağıdaki gibi sıralanabilir:
Bazı Göz Hastalıkları (Behçet hastalığı, Üveitler,
Glokom, Makulopatiler, Sarı nokta hasta-lığı,
Diyabetik retinopatiler, Hipertansif retinopatiler,
Retinitis pigmentosa, Optik sinire ait problemler ve
Optik atrofiler gibi gözün damar, sinir, makula ve
retina hastalıkları)
Varis ve venöz damar sorunları
Romatoid artrit ve diğer romatizmal hastalıklar
Artroz ve eklem kireçlenmeleri
Migren ve gerilim baş ağrıları
Baş dönmesi, kulak çınlamaları ve meniere sendromu
62
Her türlü kas ağrıları, fibromyaljiler, huzursuz
bacak sendromu
Boyun fıtığı, bel fıtığı, tendinit- tenosivonit-
bursit iltihap ve ağrıları
Dejeneratif sinir sistemi hastalıkları ve felçler
(MS, ALS, PARKİNSON gibi…)
Egzama, ürtiker, kronik deri hastalıkları, sedef
hastalığı ve akneler
Kronik hepatit ve karaciğer hastalıkları
Depresyon ve fobiler
Tüm bağışıklık sistemi hastalıkları ve kronik
yorgunluk sendromu
Hangi Durumlarda Sülük Tedavisi Uygulanmaz?
Sülük tedavisi uygulamasında dikkat edilmesi gereken
noktaların başında hastanın anemi (kansızlık) sorununun
olmaması, kan sulandırıcı ilaç kullanmıyor olması,
pıhtılaşmaya engel bir hastalığının bulunmaması ve
vücudunda aktif bir kanama odağının bulunmaması gelir.
Ayrıca gebelerde ve emziren annelerde, kontrolsüz diyabet
hastalığı veya kalp yetmezliği olanlarda da sülük
tedavisi uygulanmaz.
Kanama Diyatezleri (Hemofili gibi)
Aktif Kanama Odağının Varlığı
Ciddi Anemi (Hb < 10)
Cerrahi Girişim Öncesi
Kan Sulandırıcı İlaç Kullanımı
63
Gebelik ve emzirme durumlarında sülük tedavisi
uygulanmamaktadır.
Vücudun Hangi Bölgelerine Sülük Uygulanabilir?
Vücudun aşağıdaki bölgeler dışındaki her yerine sülük
tedavisi uygulanabilir; aşağıdaki bölgelere sülük
uygulanması ise çok sakıncalıdır.
Yumuşak Cilt Bölgeleri (Göz kapağı çevresi gibi)
Keratinize Bölgeler (Avuç içi, ayak tabanı gibi)
Önemli Damarların Üzeri (Boyun, çene altı, koltuk
altı, kasık gibi) “dışında” her bölgeye sülük
uygulanabilir.
IV BÖLÜM
SONUÇ VE DEĞERLENDİRMEHalk hekimliği, geleneksel tedavi yöntemleri olarak
adlandırabileceğimiz uygulamalar, tarih sahnesinde
insanoğlunun var olmasıyla beraber var olduğu çeşitli
hastalıklara doğadan ve geçmişten gelen deneyimlerden
faydalanarak çare araması sonucu ortaya çıkmıştır.
Yapılan araştırmalar, binlerce yıldır süregelen bu
uygulamaların bir kültür birikimine dönüştüğünü
göstermektedir. Araştırmalarda kırık-çıkıkçılar,
iğneciler, yerli ebeler, hacamatçılar, muska yazanlar,
okuyanlar, bakıcılar, yara ilacı yapanlar, çocuk ilacı
yapanlar, diş çekenler-diş yapanlar, ocak olanlar,
64
dağlama yapanlar gibi oldukça çeşitli halk hekimleri göze
çarpmaktadır. Tedavi uygulamaları ise birbirinden farklı
ve çeşitlidir.
Geleneksel tedavi yöntemleri bazı bilim çevrelerince
her ne kadar geri kalmışlık yahut tüm hastalıklara
verdiği olumlu sonuçlar açısından yetersiz olarak görülse
dahi ülkemiz dahil bugün başta, her türlü ekonomik,
bilimsel ve teknolojik gelişmenin zirvesine ulaşmış
ülkeler başta olmak üzere, pek çok ülkede, geleneksel
tıbba ve alternatif çeşitli tedavi yöntemlerine yönelik
yöntemler uygulanmaktadır. Modern tıbba göre geleneksel
tıbbın daha “doğal” olduğunun düşünülmesi neticesinde
sadece geleneksel tıbbın tercih edilmesi değil, aynı
zamanda modern tıbba geleneksel tıptan sonra ya da
geleneksel tıpla birlikte başvurulması gerektiği
öngörülmüştür. Modern tıbbın kimyasal ilaçlarının birçok
yan etkisi olduğundan genellikle insanlar tarafınadn
şüpheyle yaklaşılması sıkça dile gelen bir durumdur.
Ancak, çaresizlikten ve bir o kadar da ihtiyattan doğan
halka ait bazı pratiklerin ve tecrübeyle sabit tedavi
yöntemlerinin hem fazla maddi olarak bir güç
gerektirmemesi ve hem de yan etkilerinin ise yok denecek
kadar az olmasından dolayı öncelikli tercih sebebi haline
gelmiştir. Bütün bunlardan yola çıkarak diyebiliriz ki
Anadolu Halk Hekimliği hayatın içinde kendine yer bulduğu
65
ölçüde sözlü ve yazılı olarak bir gelenek aktarımı
şeklinde yoluna devam edecektir.
Yüzyıllardır süregelen bu uygulamaların bir kültür
birikimine dönüştüğü ortadadır. Halk bilimi bağlamında
söz konusu uygulama ve pratikler, sosyal hayata ilişkin
gelenek-görenek ve inançlar kapsamında
değerlendirilmektedir. Günümüzde hastalık etmenlerinin
mikrop teorisiyle açıklanması kabul gören ve bilinen bir
durumdur ancak halk hekimliği açısından bir takım
hastalıkların sebebi büyüsel ve doğaüstü olaylara
dayandırılır. Bu nedenle halk hekimliği uygulamalarında,
halen devam eden fakat kökeni çok eski uygarlıklara kadar
dayanan çok çeşitli büyüsel ve majik işlemleri de
görmekteyiz. Hiç şüphesiz bu tip pratiklerin temelinde
inanç unsuru yatmaktadır. Modern tıbba ve olanaklarına
ulaşmanın geçmişe nazaran kolaylaştığını düşündüğümüz
günümüzde, halen “kocakarı” ve “kocakarı ilaçları” olarak
da adlandırılan aslında birer “halk hekimi” olan bu
kişilere ve tedavi şekillerine olan rağbeti ancak bu
konudaki inanç unsurunun son derece kuvvetli ve köklü
olması şeklinde açıklayabiliriz.
66
V.BÖLÜM
KAYNAKÇAAdem ÖGER, Tuğba GÖNEL -Uygur Türkleri Arasında Şamanlar ve Tedavi
Yöntemleri (2011)
Bahattin Murat DEMİR – Terapötik Jeoloji (Jeolojik
malzeme, süreç ve mekânların insan sağlığında tedavi
edici etkisi) - Jeoloji Mühendisliği Dergisi 33 (1)
(2009)
Berrin Okka – Geçmişten Günümüze Sülük Tedavisi – (2011)
Doğal Tıp Uzmanı/Öğr. Gör. Şaduman KARACA – Hidroterapi
Su ile Tedavi
Dr. Aidin SALİH – Kupa Çekme
Elif Tuba TATAROĞLU - Anadolu Tıbbi Folklorunda Telkinle
Tedavi ve Bu Çerçevede Şekillenen Edebi Verimler
Hatice İNCE –Müzikle Tedavi (2013)
http://tr.wikipedia.org
Melike KAPLAN- Geleneksel Tıbbın Yeniden Üretim Sürecinde
Kadın-Ankara Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları: 257
Nilgün ÇIBLAK COŞKUN-Yatır ve Ziyaretlerin Halk
Kültüründeki Rolü Bağlamında Mersin’deki Muğdat Dede
Türbesinin İncelenmesi
Nazan BAŞOĞUL- Suyla Gelen Sağlık "Kaplıcalar" (2014)Özge GENÇEL – Müzikle Tedavi - Kastamonu Eğitim Dergisi
(Ekim 2006)
67
Prof. Dr. Erman ARTUN – Adana Halk Hekimliğinde Atalar
Kültü
Prof.Dr. Zeki Karagülle - Kaplıca Tedavisi ve Şifalı
Sular (2007)
Selma SOL-EDİRNE’DE HALK HEKİMLİĞİ-Trakya Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi Haziran 2007 Cilt 9 Sayı
1/175-191
Sezer ERER, Elif ATICI – Uludağ Üniversitesi Tıp
Fakültesi Dergisi (2010)
Uzm. Dr.F. Efser GÖKÇEN- Müzikle Tedavi Yöntemleri
Volume 8/1 Winter 2013, p.1205-1219, ANKARA-TURKEY
www.biyografi.net
Yard. Doç.Dr. Nilgün ÇIBLAK- Halk Kültüründe Nazar,
Nazarlık İnancı ve Bunlara Bağlı Uygulamalar
Yrd. Doç. Dr. Nilgün ÇIBLAK – Türklük Bilimi
Araştırmaları
Yrd. Doç. Dr. Pınar SOMAKÇI – Türklerde Müzikle Tedavi
Zülfe EYLES – Bir Şifa Vesilesi: Müzik (2004)