I
T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İLAHİYAT ANABİLİM DALI
TEFSİR BİLİM DALI
KUR’AN’DA TESBİH KAVRAMI
Yüksek Lisans Tezi
GEZİM DUNGAJ
İstanbul, 2006
II
T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İLAHİYAT ANABİLİM DALI
TEFSİR BİLİM DALI
KUR’AN’DA TESBİH KAVRAMI
Yüksek Lisans Tezi
GEZİM DUNGAJ
Danışmanı: PROF. DR. SADRETTİN GÜMÜŞ
İstanbul, 2006
III
İÇİNDEKİLER
Sayfa No:
KISALTMALAR .............................................................................................................. VII
ÖNSÖZ .............................................................................................................................VIII
GİRİŞ .....................................................................................................................................1
1. TESBİH KELİMESİNİN LÜGAT VE İSTİLAHİ MANALARI ................................3
1. 1. Sözlük Anlamı ..................................................................................................3
1. 2. Terim Anlamı ...................................................................................................5
2. TESBİH KELİMESİNE YAKIN ANLAMLI KELİMELER ......................................6
2. 1. Zikir ..................................................................................................................6
2. 2. Şükür.................................................................................................................8
2. 3. Takdis .............................................................................................................11
2. 4. Hamd ..............................................................................................................13
2. 5. Dua..................................................................................................................16
2. 6. Tekbir..............................................................................................................19
2. 7. Secde...............................................................................................................22
2. 8. Teshîr ..............................................................................................................25
2. 9. Tehlil...............................................................................................................27
3. TESBİH ÇEŞİTLERİ.....................................................................................................29
3. 1. Sözlü Tesbih ...................................................................................................29
3. 2. Sözsüz Tesbih .................................................................................................31
IV
4. KUR’ÂN’DA TESBİH KAVRAMININ KULLANILIŞI ...........................................33
4. 1. Allah’ı Tenzih Etmek .....................................................................................33
4. 2. İnşallah Anlamında........................................................................................38
4. 3. Boş Vakit, Meşguliyet Anlamında .................................................................40
4. 4. Namaz Kılmak ve Dua Etmek ........................................................................42
4. 5. Gezegenlerin Allah’a Boyun Eğmeleri...........................................................46
4. 6. Melekler, Ruhlar, Gâziler, Atlar ve Gemilerin Hızlı Hareket Etmeleri..........48
5. CANLI VARLIKLARIN TESBİHİ ..............................................................................50
5. 1. Meleklerin Tesbîhi..........................................................................................51
5. 2. Cinlerin Tesbîhi ..............................................................................................55
5. 3. İnsanların Tesbîhi ...........................................................................................60
5. 3. 1. Nebilerin Tesbihi...............................................................................61
5. 3. 1. 1. Hz. Musa’nın Tesbihi ...............................................................63
5. 3. 1. 2. Hz. Davud’un Tesbihi ..............................................................64
5. 3. 1. 3. Hz. Yunus’un Tesbihi...............................................................68
5. 3. 1. 4. Hz. Zekeriya’nın Tesbihi..........................................................71
5. 3. 1. 5. Hz. İsa’nın Tesbihi ...................................................................73
5. 3. 1. 6. Hz. Muhammed ( a.s )’ın Tesbihi.............................................76
5. 4. Hayvanların Tesbihi .......................................................................................80
5. 4. 1. Kuşların tesbihi .................................................................................83
6. CANSIZ VARLIKLARIN TESBİHİ ............................................................................89
6. 1. Güneş, Ay ve Yıldızların Tesbihi ...................................................................90
6. 2. Gök Gürültüsünün Tesbîhi ............................................................................98
6. 3. Dağ ve Bitkilerin Tesbihi .............................................................................100
6. 4. Cemadatın Tesbihi .......................................................................................104
V
SONUÇ ..............................................................................................................................112
BİBLİYOGRAFYA ..........................................................................................................114
VI
KISALTMALAR
(s.a v.) : salallahu aleyhi ve sellem
bs. : baskı
bkz. : bakınız
C. : Cilt
DİA. : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
Dğr. : Diğer
Hz. : Hazreti
md. : madde, maddesi, maddeleri
r.a. : radıyallahü anh
s. : sayfa
T.D.V. : Türkiye Diyanet Vakfı
thk. : tahkik eden
trc. : tercüme eden, tercüme edenler
ts. : tarihsiz
v. : vefatı
vb. : ve benzeri, ve benzerleri
vd. : ve devamı
Yay : Yayına hazırlayan
VII
ÖNSÖZ
Kur’ân’ın, indirilişinden beri bir çok araştırmaya konu olduğu ve bu araştırmalarla
onun daha iyi anlaşılmasının amaçlandığı bilinmektedir. Onu anlamak isteyen, kimsenin
kavramları yerli yerinde kullanmak ve Kur’ân’ın o kavrama biçtiği rolü kavraması
gerekmektedir. İşte biz de bu metodu göz önünde bulundurarak tezimizi ortaya koymaya
çalıştık. Tez, giriş ve altı başlıktan oluşmaktadır. Girişte insanın Yüce Allah’a karşı yaptığı
genel tavırlarından bahsedilmektedir. Burada asıl vurgulanmak istenilen, insanın Bir olan
Yaratıcıya boyun eğme duygusu ile yaratılmasıdır.
Birinci başlıkta “tesbih” kelimesinin sözlük ve terim anlamlar üzerinde
durulmuştur. İkinci başlıkta ise tesbih kelimesi ile yakın anlamlı kelimeler teker teker ele
alınıp arasındaki ilişkisini ortaya konulmuştur.
Üçüncü başlıkta en önemli müfessirlerin görüşlerine dayanarak tesbihin
çeşitlerinin üzerinde durulmuştur. Dördüncü başlıkta ise tesbih kelimesinin âyetlerde nasıl
kullanıldığını, Kur’ân’dan ve müfessirlerin yorumlarından örnek vererek anlatılmıştır.
Beşinci başlıkta canlı varlıkların tesbihi üzerinde durulmuştur. Burada meleklerin,
cinlerin, insanlardan Kur’ân’da geçen bazı peygamberlerin tesbihi konusunu ele alınmıştır.
Altıncı ve son başlıkta ise cansız varlıkların tesbihi üzerinde durulmuştur.
Araştırmam esnasında hiçbir desteğini esirgemeyen kıymetli hocam Prof. Dr.
Sadrettin Gümüş Bey’e, Doç. Dr. Abdulaziz Hatip Bey’e, Dr. Erdoğan Baş Bey’e, Murat
Kaya Bey’e ve özellikle bana Kur’ân’ı sevdiren pek muhterem Doç. Dr. Mehmet Okuyan
Bey’e ve diğer bütün hocalarıma şükranlarımı arzederim.
Gezim Dungaj
İstanbul/2006
1
GİRİŞ
Bir insan, kendi haberi olmadan birinin sürekli kendi iyiliği için çalıştığını öğrense
acaba ne yapar? Herhalde “bana bu iyiliği ne için yapıyor?” diye sorar. Sonra ona teşekkür
eder. Allah, bize bizim haberimiz olmadan iyilikler, güzellikler veriyor, bahşediyor. Ama
biz bunların farkında bile değiliz. Her şey biz insanlar için ayarlanmış, uygun hale
getirilmiş, emrimize verilmiş. Fakat insanoğlu bunların gelişigüzel, rasgele yapıldığını
zannediyor. Bir “sânî” (yapıcı, sanatkâr)ı fark edemiyor. Bu durumu fark etmek, Allah’a
sonsuz şükrânı gerektirir. Bunun içindir ki, Kur’ân hamd ile başlamıştır. Kur’ân’ın ilk
sayfasından başlayan bir okuyucu Allah’a hamd ederek âyetleri okumaya başlar. Yani önce
hamd, övgü...
Allah’ın büyüklüğü karşısında kendi küçüklüğünü hatırlayarak, insanlardan bir
insan, okuyuculardan bir okuyucu, Mü’minlerden bir Mü’min olduğunu hatırlayarak, bir
“dâhî” olduğunu zannederek değil. Eğer tesbihi olmazsa, bir “hiç” olacağını düşünerek,
Kur’ân’ı okumaya başlayan kişi, önce bu tür duygular atmosferinde işe başlamalıdır.
Tesbih üzerinde düşünme, bu duyguları veya benzerlerini akla getirecektir. Çünkü tesbih
yani onu hatırlama, hamd etme, teşekkür etme insanın kendini bilmesidir. Yaratılışı
düşünerek Allah karşısındaki konumunu tespit etmesidir. Hamd, tesbih, teşekkür gibi
övmeler bir itiraftır, âcizlik ve küçüklük itirafıdır.
Doğadaki her şey, Allah’ı övmekte, O’na tesbih etmektedir. “Yedi gök, yer ve
bunlarda bulunanlar O’nu tesbih eder; O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur;
fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. Doğrusu O Halim olandır, Bağışlayan’dır..”1
Yeryüzünde insan soyu yaratılmadan önce de bu böyleydi. Yeryüzünde bir halife
yaratmayı murad edince Allah’a karşı melekler şöyle dediler: “Kan dökecek ve fesat
çıkaracak birini mi? Oysa ki biz seni hamd ile tesbih ediyoruz.”2 Ondan önce doğada tam
bir hamd ve tesbih düzeni vardı. Herkes ve her şey Allah’ı övüp yüceltiyor, O’na karşı
1 İsra, 17/44. 2 Bakara, 2/30.
2
gelmiyor, tam bir teslimiyetle itaat ediyordu. İnsanoğlunun yaratılması ve şeytanla birlikte
yeryüzüne gelmesiyle O’nu yüceltmek, tanımak şöyle dursun; O’na ve elçilerine karşı
savaş açanlar çıktı. İnsanların çoğu Allah’ı unutup şeytanın yoluna girdi. Şeytanı övüp
yüceltti.
İnsanoğlu ibâdete, hamde meyilli yaratılmıştır. Birilerini övmeye, onlara bağlanıp
ibâdet etmeye eğilimdir. Suyun çukur bulduğu yere doğru akmaya başlaması gibi, insan da
Allah’ı unutursa, birilerine doğru akmaya, ona ibâdet etmeye, bağlanmaya, övüp
yüceltmeye başlar. Çünkü insan, aslında ibâdete etmek için yaratılmıştır. Allah’a kulluk
etmezse başkasına edecektir. Zira onun mayasında bu vardır. İnsan, kul olarak her zaman
fakirdir, yani her açıdan Allah’a muhtaçtır. Çünkü O’ndan başka nimet veren yoktur.
Hayatını sürdürebilmek için her zaman O’nun yarattığı nimetleri tadmak zorundadır. Kul
bu nimetlerin karşılığını da ancak kullukla yerine getirebilir. İnsan, aynı zamanda hata ve
günah içerisindedir. Günahkâr ise her an Rabbinin af ve mağfiretine muhtaçtır. Bu açıdan
Yüce Allah kulları hakkında Rahmân, Rahim ve Ğafur’dur. Rahmân ve Rahim olan Allah
kullarına nimet vererek ve ihsanda bulunarak merhamet etmektedir.
Kul daima Rabbinin verdiği nimetler ile nefsinin günahları arasındadır. Hasan-i
Basrî diyor ki: “Ben nimet ile günah arasında sabahlıyorum. Bundan dolayı nimeti şükürle,
günahı ise tevbe-istiğfar ile hatırlamak istiyorum.”3 İnsan ancak Allah’ı sık sık tesbih
ederek günahlardan uzaklaşır. Günahlardan da uzak kalınca insan hem bu dünyada hem de
ahrette mutlu ve temiz bir hayat sürdürebilir ki bu, Kur’ân-ı Kerimin indiriliş sebebidir diye
düşünüyoruz.
Neticede Müslümanlar olarak gördüğümüz her şeyi ister canlı olsun ister cansız
olsun Allah’a tesbih ettiklerinin farkında olup, bizde O’nun ne kadar Yüce olduğunu his
etme duygusunu uyandırması gerekmektedir. Biz bu çalışmamızda tesbihin ne olduğu,
Kur’ân’da nasıl kullanıldığı, canlı ve cansızların nasıl tesbih ettiklerini ve bunun ne kadar
önemli olduğu konuları üzerinde durmaya çalışacağız.
3 İbn Teymiyye, Ebü’l-Abbas Takıyyüddin Ahmed b. Abdülhalim, Câmiu’r Rasâil, thk. Muhammed Reşit Rıza, Lecnetü’t-Turâsi’l-Arabi, ts., C.1, s. 116.
3
1. TESBİH KELİMESİNİN LÜGAT VE İSTİLAHİ MANALARI
1. 1. Sözlük Anlamı
“Tesbih” kelimesi ( ��� ) fiilinin masdarı olup tef’il vezninde kulanıldığında teksir
(çoğaltma) ifade eder.4 Bu kelime Arapçada çeşitli anlamlara geldiği görülmektedir. Biz ilk
olarak ( ��� ) kökünden türeyen kelimelere bakıp incelemeye çalışacağız.
“Sebh” Arapça’da suda ya da havada hızlı hareket etmek5, nehirde yüzmek6, boş
vakit, geçimde tasarrufa gitme7, işe gitmede acele etme, hemen işe koyulma, atların
koşması8, yıldızların yörüngelerinde hareket etmesi9, çukur kazmak, çokça konuşmak10,
uzaklaştırmak11 gibi anlamlara gelmektedir.
“Subha” duâ ve nafile namaz12 anlamına gelir. “es-Sebbâha” ve “el-Musebbiha”
kelimeleri işaret parmağı, “sebûha” kelimesi ise “Haram Belde” anlamındadır.13
“Subhanellah” lafzı, Allah’ı vasıflandırması doğru olmayan her türlü şeylerden
tenzih etmektir. Zeccac (v. 337/949), “subhan” lafzının “Allah’ı tenzih ederim” demek
olduğunu, Sibeveyh (v. 180/796), “subhanellah” lafzının “beraetullah” lafzıyla aynı
anlamda kulanıldığını, yani Allah’ı tenzih etmek anlamına geldiğini söylemiştir. Ayrıca
Araplar hayret ifade etmek için ( subhân min keza) derler.14
4 Elmalılı, M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul: Hikmet Yay, 1992, C.1, s. 260. 5 el-İsfehânî, er-Râğıb Ebu’l Kasım el-Hüseyn b. Muhammed b. el-Mufaddal, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân, 3. bs., Beyrut: Dâru’l-Kalem, 1997, “s-b-h” md. 6 İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl Cemalud-din Muhammed b. Mukerrem, Lisanu’l –Arab, Beyrut: Dâru Sâdir, ts., “s-b-h” md. 7 A.g.e., “s-b-h” md. 8 el-İsfehâni, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân, “s-b-h” md. 9 İbn Manzûr, a.g.e., “s-b-h”, md; el-İsfehânî, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân, “s-b-h” md. 10 İbn Manzûr, a.g.e., “s-b-h” md. 11 Ateş, Süleyman, Kur’ân Ansiklopedisi, “tesbih” md., İstanbul: Kur’ân Bilimleri Araştırma Vakfı (KUBA), ts., C.20, s. 289. 12 ez-Zebîdî, Ebü’l-Feyz Murtaza Muhammed b. Muhammed, Tâcu’l-Arûs, thk. İbrahim Terzi, Beyrut: Dâru İhyai’t-Türâsi’l-Arabi, 1975, “s-b-h” md. 13 İbn Manzûr, a.g.e., “s-b-h” md. 14 İbn Manzûr, a.g.e., “s-b-h” md.
4
İbn Cînnî (v. 392/1001) “subhân”ın beraat ve tenzih anlamında özel bir isim
olduğunu belirtirken Sa’leb, bu kelimenin “sebbaha’nın’ masdarı değil “sebeha”nın
masdarı olduğunu söylemiştir.15 Tehzib’te şöyle denmektedir: ( ������ ���� ا� ��� �� و ).
Burada her ikisi de aynı anlamdadır. Masdar tesbihtir, isim olan “subhan”da masdarın
yerine geçer.16
“es-Subbuh” Allah’u Teâla’nın sıfatlarından olup “el-Kuddus” ile aynı manaya
gelmektedir. Çünkü Allah tesbih ve takdis edilmeletedir. Ebu İshak ve Sibeveyh gibi
bunların aynı manaya gelmediğini söyleyen de vardır.17
“Subuhât”, “subha”nın çoğulu olup “ت و�� ا�����” Allahın yüceliği, azameti
demektir. İbn Şumeyl, bu ifadenin “Allah’ın yüzünün nuru” anlamına geldiğini söylemiştir.
Yine bu ifadenin Allah’ın güzellikleri, onu tenzih etmek, O’nun nurunun üzerine düştüğü
her şeyi yakıcı, yok edici olması, secde edilen yer gibi anlamlara geldiği de söylenmiştir.18
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi
onunla konuşunca, Musa: “Rabbim! Bana Kendini göster, Sana bakayım” dedi. Allah: “Sen
Beni göremezsin ama dağa bak, eğer o yerinde kalırsa sen de Beni göreceksin” buyurdu.
Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir etti ve Musa da baygın düştü; ayılınca: “Yarabbi,
münezzehsin, Sana tevbe ettim, ben inananların ilkiyim” dedi!”19
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi “tesbih” kelimesi, ise “sebbeha”nın masdar olup
Allah’ı tenzih etmek anlamına gelmektedir. Bu kelimenin aslı, Allah’a ibadette hızlı
hareket etmek olup, kötülükten uzaklaştırmak için kullanıldığı gibi, iyilik yapmak için de
kullanılmıştır. Bu; gerek kâvli, gerek fiilî ve gerekse niyetle alâkalı ibadetler hakkında
umumî bir kelimedir20.
15 A.g.e., s. 471. 16 el-Ezherî, Ebu Mansûr Muhammed b. Ahmet, Tehzibu’l-Luğa, Mısır: Dâru’l-Mısrıyye, 1964, “s-b-h” md. 17 İbn Manzûr, a.g.e., “s-b-h”, md.; el-Ezherî, a.g.e., “s-b-h” md. 18 İbn Manzûr, a.g.e., “s-b-h” md. 19 Araf, 7/143. 20 el-İsfehâni, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“s-b-h” md.
5
Ayrıca “Tesbih” kelimesi türkçede tespih şeklinde de kullanılır. Namazdan sonra
33 defa sübhanellah, 33 defa elhamdülillah ve 33 defa Allahuekber dualarını okumaya da
tesbih denir. Bunların ilki subhanellah olduğu için, hepsine birden bu isim verilmiştir.21
1. 2. Terim Anlamı
“Tesbih”in istilahi olarak şöyle tarif edildiği görmekteyiz: “Allah’ı kutsal
yüceliğine lâyık olmayan kusurlardan, gerek söz gerek kalb ile tenzih etmek, uzak
tutmaktır”22. Başka bir ifade ile “Tesbih” Allah’ı türlü noksanlıktan beri kılmak, O’nu
üstün sıfatlarıyla vasıflandırmak; Onun bir ve tek, yüceler yücesi olduğunu her zerrenin
gerek lisan-ı hal gerekse liasn-ı kal ile haykırmasıdır.
Zemahşeri (v. 538/1144) Keşşaf’ta Allah’ın ismini tesbih etmenin ne olduğunu
şöyle açıklamaktadır: “Yüce Allah’ın ismini tenzih etmek, Allah hakkında sahih olmayan
cebr ve Allah’ı bir şeye benzetme gibi, isimlerini inkar etmeye götüren manalardan O’nu
uzak tutmaktır; O ismi hafife almaktan, huşû ve saygı dışında bir maksatla anmaktan
korumaktır23.
Gördüğümüz gibi Tesbih: Yüce Allah’ı eksik, yakışıksız niteliklerden ve eylemlerden
uzaklaştırmak demektir.24 Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde bu konu ile ilgli olarak bir çok
âyetler zikretmektedir. Ancak biz gelecek bölümlerde duracağımız için bir âyet verip
yetineceğiz. Âyet şudur: “De ki: Faraza müşriklerin iddia ettikleri gibi Allah’tan başka
tanrılar bulunsaydı, elbette onlar Arş’ın ve kâinat hakimiyetinin sahibi Yüce Allah’a üstün
gelmek için çareler arayacaklardı! (Ama besbelli ki böyle bir şey asla vaki değildir). Allah
onların, iddialarından münezzehtir, Son derece yücedir, uludur.”25
Âyetten anlaşıldığı gibi, Allah’ın tek bir tanrı olduğu, müşriklerin O’na nispet
ettikleri bir takım yakışmayan sıfatlardan uzak olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca O
21 Turgay, Nurettin, , Şamil İslâm Ansklopedisi, “tesbih” md., İstanbul: Şamil Yay, 1994, C.6, s. 192. 22 Kılıç, Hamza. Kişisel Gelişimde Zikir ve Tesbih, İstanbul: İnsan Yay, 2001, s. 145. 23 ez-Zemahşeri, Carullah Ebû’l-Kasım Mahmud b. Ömer, el-Keşşâf an Hakayıkı’t-Tenzil, Beyrut: Dâru İhyâi’t-Turâs, ts., C.4, s. 739. 24 Ateş, Kur’ân Ansiklopedisi, “tesbih” md., C.20, s. 289. 25 İsrâ, 17/42-43.
6
kendisine yakışmayan şeylerden münezeh olduğunu ve bütün kemal sıfatlarıyla muttasıf
olduğunu belitmektedir. Çünkü gerçekten O yüceler yücesidir.
2. TESBİH KELİMESİNE YAKIN ANLAMLI KELİMELER
Kur’âni Kerimde çeşitli manalarda kullanılan müşterek lafızlar vardır. Bir
kelimenin bir âyette ifade ettiği mana ile yine aynı kelimeninin diğer âyetlerde ifade ettiği
anlamlar aynı olmayabilmektedir. Tefsir ilminde bu tür kelimelere “Vucuh” denilmektedir.
Bunun aksine de, yani çeşitli birçok kelimenin aynı manayı ifade etmesine “Nezâir”
denmektedir. Şüphesiz bu durum Kur’ân’ın mucize oluşunun bir delilidir.26 Buna göre biz
aşağıda tesbih kelimesinin yakın anlamlı kelimeler üzerinde kısaca durmaya çalışacağız.
2. 1. Zikir
“Zikir”, sülasinin birinci babından masdardır. Zikir kelime olarak “bir şeyi telaffuz
etmek, korumak, muhafaza etmek27, hatırlamak ve anmak manasındadır.28 Zikir kelimesi
bazen; nefsin elde etmesi gereken bilgileri korumak imkânı kastedilir ki bu durumuyla
“hıfz” gibidir. Ancak “hıfz” bilginin elde edilmesi, zikir ise elde edilen bilginin
hatırlanmasıdır.29 Kur’ân’da “kesret-i zikir” manasında ذآ�ى kelimesi mastar olarak
kullanılmaktadır.30 “et-tezkire” kelimesinde “kendisiyle bir ihtiyacın hatırlandığı şey”31
manasında olup Kur’ân’da sık sık kullanılan kelimelerdendir. Bu kelime delalet ve
emareden daha umumidir.32
“Zikir” ve “Zikrâ” kelimelileri unutmanın zıddıdır.33 Bu kelime mecazen; “sena”,
“şeref”34, “dua”, “kitap”35 manasındadır. Bunun dışında zikir kelimesinin Kur’ân-ı Kerimde
26 İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, Ankara: T.D.V. Yay, 1985, s. 184. 27 İbn Manzûr, a.g.e., “z-k-r” md. 28 Tahanevi, M. b. Ali b. Kadı M. Hamid b. Sabir, Keşşafu İstilahati’l-Funun, İstanbul: Kahraman Yayınları, 1984, “z-k-r” md. 29 el-İsfehânî, er-Râgîb Ebu’l Kasım el-Hüseyn b. Muhammed b. el-Mufaddal, el-Mufredât Fi-Garîbil-Kur’ân, Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l İlmiye, ts., “z-k-r” md. 30 Tahanevi, a.g.e., “z-k-r”, md. 31 el-Cevheri, İsmail ibn Hammad, Tâcü’l-Luğa ve Sıhahi’l-Arabiyye, Mısır: ts., “z-k-r” md. 32 el-İsfehâni, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“z-k-r” md. 33 el-Cevheri, a.g.e., “z-k-r” md.
7
bir çok manada kullanıldığı tespit edilmiştir: Hıfz, taat ve ceza, beş vakit namaz, beyan,
söz, Kur’ân, Tevat, Şeref ve şan, ayb, Levh-i Mahfuz, sena, vahy, salat, Cuma namazı,
ikindi namazı bunlardan bazılarıdır.36
Zikir kelimesi terim olarak ise şöyle tarif edilmektedir: Allah’ı anmak üzere
yapılması veya söylenmesi tavsiye edilen, hamd, duâ, ibâdet ve övgü gibi fiiller ve
sözlerdir.
Zikir, insanın bilgi olarak elde ettiği şeyleri muhâfaza altında tutmasına ve
gerektiğinde hatırlamasına imkân sağlayan bir bellek anlamında potansiyel bir gücü ifade
ettiği gibi, bir şeyin kalben veya sözlü (dil ile) hatırlanması şeklinde aynı gücün harekete
geçirilmesine de denir.37 Kalp veya dil ile zikir, unutulmuş bir şeyin yeniden hatırlanması,
ya da hafızadakinin unutulmamak üzere sürekli canlı tutulması şeklinde olabilir.38
Zikrin bir diğer tarifi ise: “Şanı yüce olan Allah’ı zikretmenin hakikatı onu tesbih
etmek, ona hamdetmek, onun şanını yücelten kelimeleri telaffuz etmek, Kur’ân okumak,
Nebisi Muhammed (s.a.v)’e salât ve selamda bulunmak, gerek din gerek dünya ve gerekse
âhiretle ilgili bütün ihtiyaçlarını O’ndan istemek, Nebimiz Muhammed (s.a.v)’in, Allah’a
sığındığı her şeyden O’na sığınmaktır”39.
Zikrin, yukarıda yapılan tariflerden dışında, tasavvufi anlamda birçok tarifi de
yapılmıştır: Allah’ı anmak ve hatırlamak, O’nu unutmamak ve gaflet halinde olmamak.
Allah kelimesini veya “La ilahe illallah” cümlesini söylemek40 ve tekrarlamak vb.41
34 İnşirah, 94/4. 35 ez-Zebîdî, a.g.e., “z-k-r” md. 36 Ebü’l-Beka, Kadı Eyyub b. Musa el-Kefevi, Kulliyatu Ebi’l-Beka, İstanbul: Matbaa-i Amire Yay, 1987, s. 337-338. 37 el-İsfahânî, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân, “z-k-r” md. 38 A.g.e., “z-k-r” md. 39 Ramazanoğlu, Süleyman, “Tasavvuf – Kur’ân ve Sünnete Göre Zikir” http://www.akadem.nl/sayı2/Tasavvuf.htm. 40 İlkine lafza-i celâl, ikincisine kelime-i tevhid zikri ve ya tevhid zikri denir. 41 Uludağ, Süleyman, “Zikir” md., Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Marifet Yay, 1995, s. 588.
8
Zikir, Kur’âni bir kavram olarak Allah’ı gerek kalben gerek lisanla anmak
demektir. Kur’ân-ı Kerimde buna işaret eden pek çok âyet vardır.42 Zikirde yönelinen varlık
yüceler yücesi olan Allah olduğundan bu aynı zamanda bir tesbih olmaktadır.
Neticede yapılan tariflere göre zikir ve tesbih kelimelerinin birbirleriyle çok yakın
anlam ilişkisi bulunmaktadır. Zikrin asıl anlamı; Yüce Allah’ı hatırlamak, O’nu
unutmamakdır ki aynı zamanda, tesbihin amacıdır. Tesbih eden kimsenin, Allah’ı unutması
imkânsızdır. Buradan hareketle tesbih kelimesinin yerine zikir kelimesini kullanmak pek
ala uygun düşmektedir.
2. 2. Şükür
Arapça bir kelime olan şükür, “şekere” kökünden gelmektedir. Şükür kelimesinin
zıddı, küfür (nankörlük)dür; nimeti unutup örtmektir.43 “Şükür, kişinin kendine ulaşan
ni’meti bilmesi ve bunu çeşitli şekillerde açığa vurmasıdır.”44 Bir başka deyişle nimet
sahibini bilip onu övmesi demektir.
Bir başka tanım ise: “Verilen herhangi bir nimetten dolayı, bu nimeti verene karşı
söz, fiil veya kalb ile gösterilen saygı ve karşılık, iyiliğin kıymetini bilme ve iyilik yapana
bu hissi gösterme, nimet ve iyiliği anıp sahibini övme.”45
Kur’ân’da “şükr” kökünden yirmi dokuzu isim, kırk altısı fiil olmak üzere yetmiş
beş kelime yer alır. Fiillerin on ikisi doğrudan veya dolaylı ifadelerle kullara şükreden
kimselerden olmayı emir ve tavsiye etmektedir. İsimlerin onu “şekûr” şeklinde olup
bunlardan dördü Allah’a nispet edilmiştir. Üçü “gafûr” ismiyle birlikte bulunur. Dört yerde
geçen “şâkir” isminin ikisi “alîm” ismiyle birlikte Allah’ı nitelemektedir. 42 “Artık Beni anın, Ben de sizi anayım; Bana şükredin, nankörlük etmeyin (Bakara, 2/152); “Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: “Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, Sen münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru.” (Âl-i İmran, 3/191); “Rabbini gönülden ve korkarak içinden hafif bir sesle sabah akşam an, gafillerden olma.” (A’raf, 7/205); “Herhangi bir şey için, Allah’ın dilemesi dışında: “Ben yarın onu yapacağım” deme. Unuttuğun zaman Rabbini an ve şöyle de: “Umulur ki, Rabbim beni doğruya daha yakın olana eriştirir.” (Kehf, 18/23-24). 43 el-İsfahânî, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“ş-k-r” md. 44 İbn Manzûr, a.g.e., “ş-k-r” md. 45 Turgay, Nurettin, a.g.e., “şekere”, C.6, s. 62.
9
Şükrü, “insana bahşedilen duygu, düşünce, âzâ ve cevârihi (uzuv ve latifeleri)
yaratılış gayeleri istikametinde kullanmak” şeklinde tanımlamak mümkündür ki, o, “kalple,
lisanla, ifâ edilebileceği gibi bütün uzuvlarla da yerine getirilebilir”46.
Büyük Müfessir Hamdi Yazır (v. 1942), şükür hakkında şunu söylemektedir:
“Şükür, geçmiş olan bir nimete kavlen, fiilen veya kalben Mün'imini tazim ile mukabele
etmektir. Sadece fiilen veya kalben yapılan şükür ne medihtir ne hamd. Lâkin lisan ile
kavlen yapıldığı vakit hem hamd hem medih olur ve bu hamd şükrün başıdır. Hamd ve
şükür, ikisi de bir hakk u hakikat aşk u inşirahı ve binaenaleyh ahlâkı olmakla beraber,
hamdde mânâ-yı şevk, şükürde mânâ-yı sadakat daha barizdir. Bu suretle şükür bir mâzi-i
mütehakkıkın hatıra-i tebcili olduğundan daha zor, yapanları daha azdır”47
Şükür konusu üzerinde tafsilatlı bir şekilde ilk duran mütefekkirlerden birisi İmâm
Gazzalî’dir. Gazzâlî (v. 505/1111), şükrü sabırla birlikte ele almış, şükür konusunu detaylı
bir şekilde inceleyerek tevhid ile şükür arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir. Şükrün
“Verilen nimeti minnet duygusu içinde itiraf etmek” ve “İhsanını anarak ihsanda bulunanı
övmek” şeklinde tanımları yapıldığını, anılan tanımların yeterli olmadığını söyleyen İmâm
Gazzalî, “şükür hakkında yapılan tanımların hiç birinin tam anlamıyla şükrü ihata
edemediğini” belirtmiştir. Ona göre bu kavramın hakikatini kavrayabilmek için şükrün,
ilim/bilme, hâl/hissetme ve amel/yapma olmak üzere üç ciheti bulunduğu hatırdan
çıkarılmamalıdır. Yapılan tanımlar, şükrün bilme, hissetme ya da amel ciheti esas alınarak
yapıldığı için eksik kalmışlardır. Bu sebeple şükür, kısaca "nimeti, nimeti verenden bilme,
nimetin verilmesinden dolayı mutluluk hissetme ve nimeti veren kişinin maksadına ve
sevgisine uygun bir şekilde davranma" şeklinde anılan üç yön dikkate alınarak
tanımlanabilir. Bu durumda esas olan bilmektir; bilmek, minnet duyma hissini/hâlini ortaya
çıkarır, bu duygu da ona göre davranmayı netice verir.48 Şükür bir anlamda da kulun
kendini gerçek şükretmekten âciz görmesidir. İnsan ne kadar gayret ederse etsin; ne verilen
46 Gülen, M. Fethullah, Kalbin Zümrüt Tepeleri I, İzmir: Nil Yay, 2001, s. 135. 47 Elmalılı, Hamdi Yazır, a.g.e., C.1, s. 57. 48 Gazzalî, Ebu Hamid Huccetülislam Muhammed b. Muhammed İhyâu Ulûmi'd-dîn, trc. Ahmed Serdaroğlu, İstanbul: Bedir Yay, 1974, C.6, s. 176-177.
10
nimetlerin karşılığını hakkıyla ödeyebilir, ne de nimet vereni hakkıyla övebilir. Şüphesiz ki
Allah’ın bir insana şükredebilme kabiliyeti ve fırsatı vermesi, anlayabilenlere göre, insan
için en büyük iyiliktir. Bir başka açıdan “şükür”, güç ve imkânlarını Allah’a ibadet ve itaat
uğruna kullanabilmektir.
Şükr’ü çeşitli açılardan tanıtan şu tanımlara bakmakta da yarar vardır: Şükür, ihsan
yapan kimseyi, ihsanını anarak övmektir. Şükür, nimet verene kalbin sevgiyle, organların
itaatle, dilin onun zikri ile ve onu övmekle meşgul olmasıdır. Şükür, nimetleri onu verene
boyun eğerek nisbet etmektir. Şükür, Allah’ın nimet vermesinden dolayı O’nun ihtiyacı
olmadığı halde O’nu övmekle lezzet duymaktır. Şükür, bir nimeti verene teşekkür etmek,
memnuniyetini ve minnettarlığını belirtmek, verilen nimetin değerini bilip takdir etmektir.
Her türlü nimetin tek ve gerçek sahibinin Allah olduğunun şuuruna varmak ve bunu
saygıyla ifade etmektir. Şükür, şükürden âciz olduğunu bilmektir. Şükür, Allah’ın verdiği
nimet ile Allah’a isyan etmemektir.
Kur’ân, insana sayısız nimet verildiğini, insanın bunları veren Allah’ı bilip,
hizmetine sunulan bu nimetlerden dolayı nimet sahibine minnet duymasını, bu minnettarlığı
çeşitli şekillerde ortaya koymasını söylüyor. Türkçe’de kullandığımız ‘teşekkür etmek,
şükran duymak’ kavramları da aynı kökten gelmekte ve yaklaşık aynı manayı ifade
etmektedirler. Neticede görüldüğü gibi müminler Yüce Allah tarafından bahş edilen
nimetlere karşı şükür edip O’nu yüceltmektedir. Ki Kur’ân’dan anladığımıza göre
mü’minler Allah’a üç şekilde şükredebilirler. Ki onların yaptıkları bütün bu şükürlerin aynı
zamanda bir tesbih faliyyeti olduğunu açıkca görülecektedir.
1) Dil ile şükür: Ni’met sahibini anmak, O’nu övmek, O’nun nimet sahibi
olduğuna iman etmekle ve bunu Tevhid kelimesiyle ilân etmekle olur. Bu basit bir teşekkür
ifadesi değil, dil ile “şehâdeti” getirmek, dil ile doğru sözlü olmak, dil ile Kur’ân’ı tasdik
etmek, dil ile İslâm’ı anlatma, Kur’ân okuma ve dil ile Allah’ı çokca zikretmek ve buna
benzer dil ile ilgili kulluk görevlerini yapmakla yerine getirilir.
11
2) Kalp ile şükür; imanı kalbe yerleştirdikten sonra nimet sahibinin Allah
olduğunu kalp ile tasdik etmek, vahy ile gelen şeyleri kabul etmek, yüreğe Allah’tan başka
kimsenin gerçek anlamda korkusunu ve sevgisini koymamaktır.
3) Fiil (aksiyon-eylem) ile şükür; bedenin organlarıyla nimet verene itaat etmek ve
O’nun yüce emirlerini yerine getirmektir. Kısaca İslâm’ı her bakımdan yaşamaya
çalışmaktır. Çünkü nimet vereni bilip O’nu övmek, bir anlamda O’ndan gelen her şeyi
kabul etmektir.49
Bütün bu tanımlara bakarak neticede şunu söylememiz mümkündür: Müminler
Yüce Allah ’ın nimetlerini boyun bükerek itiraf etmektedirler. Onlar kendilerine yapılan
iyiliği itiraf eder ve ni’met vereni överler. Bu anlamda müminlerin “Allah’a hamdolsun”
demeleri bir şükür ifadesidir. Nimetlere şükür, Allah’ın yaptığı ihsanları görmek, Allah’ı
ululamak ve nimet verenin hizmetinde bulunmaktır. İşte O’na yapılan bu ta’zimler ve
şükürler aynı zamanda bir tesbih faaliyetidir.
2. 3. Takdis
“Takdis” kelimesi, pek uzağa gitmek olan “kuds” den alınmıştır. Ve temizlemek
ve pek temiz tutmak manasındadır.50 Ancak buradaki temizleme, maddi temizlenmesi
manasında olmayıp, Allah’ın şu âyetinde zikrolunduğu gibi manevi temizlemedir.51
“Evlerinizde oturun; eski Cahiliyye’de olduğu gibi açılıp saçılmayın; namazı kılın; zekatı
verin; Allah’a ve Peygamberine itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! (ehl-i beyt) Şüphesiz
Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister.”52 Âyetteki “kusuru” ifadesi ile,
kötülüğü ve hayasızlığı kaldırmak53 kast edilmiştir.
49 Hüseyin, K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, İstanbul: Beyan Yay, 2000, s. 648. 50 Elmalılı, a.g.e., C.1, s. 260. 51 el-İsfehâni, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“k-d-s” md. 52 Ahzap, 33/33. 53 et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân fî Tefsiri’l-Kur’ân, Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1985, C.22, s. 6.
12
Kur’ân’da “kuds” kökünden biri fiil, dokuzu isim olmak üzere toplam on kavram
yer almaktadır. Fiil olarak geçtiği bir yerde meleklerin Allah’ı takdîs etmesi şeklinde zât-ı
ilâhiyyeye dolaylı atıfta bulunmuştur.54 İsm-i mefûl kalıbındaki “mukaddes” kelimesi iki
âyette Hz. Musa’ya vahyin geldiği vadinin sıfatı55 olarak kullanılmış olup “şirkten
arındırılmış” mânasına alınmıştır. Bu kelime aynı mânada Mûsa Peygamber’e îman eden
Benî İsrâil’in hicret ettiği toprağın da (el-arzü’l-mukaddese) sıfatı olmuştur.56 Kudüs ise
dört âyette “ruhü’l-kudüs” terkibinde yer alır ve Cebrâil’i belirler. O’nun bu kavramla
anılması insanları arıtan ilâhî mesajı ileten bir vasıta olması sebebiyledir.57 Kuddûs ismi
geçtiği iki yerde “melik” ismiyle birlikte Allah’ı nitelemektedir.58
Allah’ı takdis etmek demek; Allah’ın sahip olduğu izzet, büyüklük, her türlü
noksanlıktan uzak olma sıfatlarının Allah’a verilmesi ve bunun ilan edilmesidir. “Takdis”
ile “tesbih” birbiriyle iç içedir. Kur’ân’da da bu iki kelime aynı âyette geçmektedir. “İşte O
Rrahman Rabbin meleklere: “Bakın, Ben yeryüzünde ona sahip çıkacak birini
yaratacağım!” demişti. Onlar: “Seni övgüyle yüceltip takdîs eden bizler dururken, orada,
54 Bakara, 2/30. 55 “Musa ateşin yanına gelince: “Ey Musa!” diye seslenildi: “Ben şüphesiz senin Rabbinim; ayağındakileri çıkar; çünkü sen, kutsal bir vadi olan Tuva’dasın”. “Ben seni seçtim; artık vahyolunanları dinle.” (Ta-ha, 20/11-13); “Tuva’da, kutsal bir vadide, Rabbi ona şöyle hitap etmişti…” (Nâziât, 79/16) 56 “Ey milletim! Allah’ın size yazdığı kutsal yere girin, ardınıza dönmeyin, yoksa kaybedenler olarak dönersiniz” demişti.!” (Mâide, 5/21) 57 el-İsfehani, a.g.e., “k-d-s” md; “And olsun ki, Musa’ya kitap verdik, ondan sonra ardarda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya belgeler verdik, onu Ruhul Kudüs ile destekledik. Size bir peygamber nefsinizin hoşlanmadığı bir şey getirdikçe, büyüklük taslayarak, bir kısmını yalancı sayıp, bir kısmını öldürür müsünüz?” (Bakara, 2/87); “İşte bu peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Onlardan Allah’ın kendilerine hitabettiği, derecelerle yükselttikleri vardır. Meryem oğlu İsa’ya belgeler verdik, onu Ruhul Kudüs’le destekledik. Allah dileseydi, belgeler kendilerine geldikten sonra, peygamberlerin ardından birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat ayrılığa düştüler, kimi inandı, kimi inkar etti. Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi, lakin Allah istediğini yapar.” (Bakara, 2/ 253); “Allah, “Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve anana olan nimetimi an” demişti, “Seni Ruhul Kudüs ile desteklemiştim; beşikte ve yetişkin iken insanlarla konuşuyordun; sana Kitap'ı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştim. Sen iznimle, çamurdan kuş gibi bir şey yapmış ona üflemiştin de iznimle kuş olmuştu; anadan doğma körü, alacalıyı iznimle iyi etmiştin. Ölüleri iznimle diriltiyordun. İsrailoğullarına belgelerle geldiğinde, onlardan inkar edenler, ‘Bu apaçık bir büyüdür’ demişlerdi de Ben onların sana zarar vermelerini önlemiştim.” (Mâide, 5/110); “De ki: “Kur’ân’ı; Ruhul Kudüs (Cebrail) Rabbinin katından, inananların inançlarını pekiştirmek, Müslümanlara doğruluk rehberi ve müjde olmak üzere gerçekle indirmiştir.” (Nahl, 16/102) 58 “O, kendisinden başka tanrı olmayan, hükümran, çok kutsal; esenlik veren, güvenlik veren, görüp gözeten, güçlü, buyruğunu herşeye geçiren, ulu olan, Allah’tır. Allah onların koştukları eşlerden (ortaklardan) münezzehtir. (Haşr, 59/23); “Göklerde olanlar ve yerde bulunanlar, hükümran, çok kutsal, güçlü ve Hakim olan Allah’ı tesbih ederler.” (Cuma, 62/1)
13
bozgunculuğa ve yozlaşmaya yol açacak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler.
[Allah:] “Sizin bilmediğiniz (çok şey var, onları) Ben bilirim!” diye cevapladı.”59 Takdisle
tesbih arasında şu fark vardır: Takdiste ta’zim, tesbihte ise tenzih anlamı vardı ki, bunlar
birbirlerini bütünlerler.60 Yani, tesbihte: Allah’ın her türlü şirk ve sapıklığa mensup
olanların, O’na isnat ettikleri, O’na yaraşmayan şeylerden tenzih edilmesi anlamı galip
iken; Takdiste ise Allah’ın mevsûf olduğu temizlik, izzet, büyüklük gibi sıfatların O’na
verilmesi ve ilan edilmesi manası vardır.
el-Halimi (v. 403/1012) konuyla ilgili olarak şöyle diyor: Kuddûs’ün manası,
faziletleri ve güzel sıfatları sebebiyle öğülen demektir. Şu halde tesbihte takdis, takdiste
tesbih kendiliğinden ve zımnen vardır. Çükü mezmum şeyleri nehyetmek, övülen sıfatları
isbat etmek demektir. “Ortağı ve benzeri yoktur” sözümüz O’nun tek olduğunu kabul
etmektir. Buna karşılık övülecek hususları kendine nispet etmek, O’nun hakkında kusuru
nefyetmektir. Ancak şu var ki : “O şöyledir” demenin zahiri takdis, “O şöyle değildir”
demenin zahiri tesbihtir.61
Allah’ın sıfatlarından biri de el-Kuddüstür. Allah’ın bu sıfatı Kur’ân’da iki yerde
geçmektedir.62 Aynı zamanda esma-i hüsnadandır. Kuddüs: Gâyet mukaddes, her türlü
kusurdan münezzeh (uzak), her vasfında mükemmel, sınırlamaya ve tasvire sığmaz, hiçbir
leke kabul etmez, tertemiz demektir.63
2. 4. Hamd
“Hamd” birini güzel vasıfları ve iyi fiilleri sebebiyle övmek anlamına
gelmektedir.64 Bu kelime “medih”ten daha özel, şükürden daha genel bir mâna ifade ettiği
59 Bakara, 2/30. 60 Yıldırım, Suat, Kur’ân’da Uluhiyyet, İstanbul: Kayıhan Yay, 1987, s. 267. 61 Yıldırım, Suat, a.g.e., s. 267. 62 “Allah O’dur ki O’ndan başka ilah yoktur: Mutlak hakim, kutsal, kurtuluşun tek kaynağı, iman bağışlayan, doğru ile yanlışın tek belirleyicisi, üstün, eğriyi düzeltip doğruyu ihya eden, bütün ihtişamın sahibi! Şanı yüce olan Allah, insanların ilahlık yakıştırdıkları her şeyden münezzehtir.” (Haşr, 59/23); bkz, Cuma, 62/1. 63 Elmalılı, a.g.e., C.7, s. 524. 64 İbn Manzûr, a.g.e., “ş-k-r” md.
14
kabul edilir.65 Nimet ve ihsan mukabilinde olan şükur, Allah’ın lütuf ve nimetlerinin
şuuruna vararak, bunların karşılığında hürmet, huşû ve itaatte bulunmaktır. Hamd ise bir
şahsın kendi zâtında sahip olduğu vasıflar ve yaptığı fiillerin tamamına râci olduğundan
daha geniş mânalı bir övgüye işaret eder.66
Hamd kavramı Kur’ân’da altmış sekiz yerde geçmekte olup bunların beşi Hz.
Peygmaber’e nispet edilmiştir. Bir âyette de yaptıklarıyla övülmek isteyen grupları
yererken “hamd” kökünden gelen fiil kullanılmıştır. Hamd ismi yirmi üç yerde
“elhamdülillâh” (Allah’a hamd olsun) şeklinde gelerek lafza-i celâlle bir terkip
oluşturmuştur. On beş âyette “rab” ismine veya Allah’a racî bir zamire muzaf olmuştur.67
Hâmid ismi on âyette “ganî” , üç âyette “azîz”, bir âyette “mecîd”, bir âyette “hakîm”, bir
âyette de “velî” ismiyle birlikte Allah’a nispet edilmiştir.68
“Hamd” kavramının anlamını Türkçe’de aynen karşılayacak bir kelime
bulunmamaktadır. Çünkü o yalnızca bir övme değil, methetme ile şükür arasında bir çeşit
övme, özel bir methetmedir. Canlı veya cansız varlıklar da methedilebilir. Mesela, değerli
bir elmas parçası veya güzel bir at övülebilir. Ama hiç bir zaman onlara hamd edilmez.
‘Hamd’, canlılara ve cansızlara istediği şekli ve değeri veren daha güçlü bir varlığa karşı
yapılır.
Dilciler hamd, şükür, medih ve senâ kelimleri arasında sıkı bir münasebetin
bulunduğunu kabul ederler. Bazı âlimler hamd ile şükür arasında anlam bakımından fark
gözetmezken dilcilerin çoğunluğuna göre yukarıda bahsettiğimiz gibi şükür: kişinin
kendisine yapılan bir iyiliği bilip sahibine övgü ile mukabelede bulunması ve bunu diğer
insanlara da duyurmasıdır. Hamd ise söz konusu iyiliğin kendisine yönelik olma şartı
aranmadan bir kimsenin mutlak manada lutufkârlığının ve iyilikseverliğinin dile
getirilmesidir. Buna göre hamd şükürden daha kapsamlıdır. Hamd ile medih arasında anlam
65 el-İsfehânî, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“h-m-d” md. 66 A.g.e., “h-m-d” md. 67 Topaloğlu, Bekir, “Hamd” md., DİA, T.D.V. Yay, C.15, s. 443. 68 Bkz. Topaloğlu, Bekir, “Hamîd” md., DİA, T.D.V. Yay, C.15, s. 458.
15
yakınlığı bulunmakla birlikte medih birinde var olan veya var olduğu kabul edilen övgüye
lâyık bir özelliğin belirtilmesidir.
Namazın esasını Allah’a hamd oluşturduğundan Kur’ân, bazı yerlerde namaza
hamd ismi verir69. Mü’minlerin dâvâ, dâvet ve duâlarının sonu da şudur: Hamd âlemlerin
Rabbı Allah’a mahsustur70. Zaten ilkte de, sonda da hamd, Allah’a mahsustur71. Her şey
Rabbına devamlı hamdediyor72. İnsan ve cinlerin kâfirleri dışındaki tüm yaratıklar Allah’a
hamdetmektedirler73. “Göklerde ve yerde hamd O’na mahsustur.”74 Hamd ve şükür,
nimetleri arttırır: “Hatırlayın ki, Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi)
arttıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir! diye
bildirmişti.”75 Bütün bunlara rağmen, insanoğlu ise çok zâlim ve çok nankördür76.
“Kullarımdan şükreden ne kadar az!”77
“El-hamdü lillâh (hamd Allah’a mahsustur) de. Fakat onların çoğu
düşünmezler.”78 “Çocuk edinmeyen, hâkimiyette ortağı bulunmayan, acizlikten ötürü bir
69 “Onların dediklerine sabret; güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et; gece saatlerinde ve gündüzleri de tesbih et ki Rabbinin rızasına eresin.” (Tâhâ, 20/130); “Söylediklerine sabret; Rabbini, güneşin doğmasından önce ve batışından önce överek tesbih et.” (Kaf, 50/39) 70 “Oradaki duaları: “Münezzehsin ey Allah’ım”, dirlik temennileri: “Selam size” ve dualarının sonu da: “Alemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun”dur.” (Yûnus, 10/10) 71 “Allah O’dur; O'ndan başka tanrı yoktur. Hamd, dünyada da ahirette de O'nun içindir; hüküm de O’nundur. Yalnız O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas, 28/70) 72 “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu tesbih eder; O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. Doğrusu O Halim olandır, Bağışlayan’dır.” (İsrâ, 17/44) 73 “Korku ve ümide düşürmek için size şimşeği gösteren, yağmurla yüklü bulutları meydana getiren O’dur. O’nu, gök gürlemesi hamd ile, melekler de korkularından tesbih ederler. Onlar pek kuvvetli olan Allah hakkında çekişirken, O, yıldırımları gönderir de onlarla dilediğini çarpar.” (Ra’d, 13/12-13) 74 “Akşamlarken ve sabahlarken, öğle ve ikindi vaktinde Allah’ı -ki göklerde ve yerde hamd O’na mahsustur- tesbih edin, namaz kılın.” (Rûm, 30/18) 75 “Rabbiniz: “Şükrederseniz and olsun ki, size karşılığını artıracağım; nankörlük ederseniz bilin ki azabım pek çetindir” diye bildirmişti.” (İbrahim, 14/7) 76 “Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size vermiştir. Allah’ın nimetini sayacak olsanız bitiremezsiniz. Doğrusu insan pek zalim ve çok nankördür.” (İbrahim, 14/34) 77 “Süleyman için, o ne dilerse, mabedler, heykeller, büyük havuzlara benzer çanaklar ve taşınması güç kazanlar yaparlardı. “Ey Davud ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır.” (Sebe’ 34/13) 78 “And olsun ki onlara: “Gökten su indirip onunla, ölümünden sonra yeri dirilten kimdir?” diye sorarsan, şüphesiz, “Allah’tır” derler. De ki: “Övülmek Allah içindir”, fakat çoğu bunu akletmezler.” (Ankebut, 29/63)
16
velîye/dosta da ihtiyacı olmayan Allah’a hamd ederim (el-hamdü lillâh) de ve tekbir
getirerek O’nun şânını yücelt (Allahu Ekber’ de).”79
Kur’ân’ın birinci sûresi olan Fâtiha’nın ilk âyeti hamd olayının kime ait olduğunu
net bir şekilde ortaya koymaktadır. “Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a aittir”.80 Buna göre
hamd sahibi bellidir. İnsanlar kendi görüşlerinden hareket ederek başkalarına hamd
edemezler. Kur’ân-ı Kerim bu gerçeği başka bir âyette şöyle dile getirmektedir:
“Başlangıçta da sonda da hamd yalnızca Allah’a aittir.”81 Hamd, eşi ve benzeri olmayan
ilâhî rahmetin hakkıyla övülmesi, o rahmetin sahibinin hakkıyla yüceltilmesidir. Görüldüğü
gibi hamd Allah’a karşı bir şükür ve tesbih olmaktadır. Bu yüzden tesbih ve hamd çok
yakın bir ilişki içerisindedir.
2. 5. Dua
Arapça bir kelime olan dua, davet/da’vâ gibi kelimelerin mastarı olup, sözlüklerde
çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek; öncelik tanımak, söz vermek, özel
birisini yemeğe davet etmek, isim vermek, yalvarmak; küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya
vâki olan talep ve niyaz; sığınmak, ilgi kurmak; dilekte bulunmak, nida gibi manalara
gelir.82 Terim olarak ise: Kulun Allah’a sığınma ve yakarışını, Allah’ın yüceliği karşısında
kulun güçsüzlüğünü itiraf etmesini, sevgi ve tazim (yüce bilme) duyguları içerisinde
lütfünü, yardımını ve affını dilemesini ifade eder. Yine dua, bir kulun Allah’ın yüceliği ve
azameti karşısında kendi zayıflığını kavramak yoluyla Allah’ın büyüklüğünü dile getirmesi,
O’na yalvarması, O’na hamd etmesi, şükretmesi, O’nu övmesi demektir.83
Kur’ân-ı Kerim’de yirmi yerde geçen dua kelimesiyle birlikte bazı âyetlerde da’vâ
ve da’vet kelimeleri de aynı anlamda kullanılmıştır. Ayrıca pek çok ãyette dua kökünden
79 “De ki: “Hamd, çocuk edinmemiş olan, hükümranlığında ortağı bulunmayan, düşkün olmayıp yardımcıya da ihtiyaç göstermeyen Allah’a mahsustur.” O’nu gereği gibi büyükle..” (İsrâ, 17/111) 80 “Hamd, alemlerin Rabbi Allah içindir” (Fâtiha,1/ 2) 81 “Allah O’dur; O’ndan başka tanrı yoktur. Hamd, dünyada da ahirette de O’nun içindir; hüküm de O’nundur. Yalnız O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas, 28/70) 82 Dere, Mehmet, “İslâm Terminolojisinde Dua Kavramı”, http://www.ilkadimdergidi.com/164/arastirma- mehmetdere.htm. [Mart 2002] 83 Dere, Mehmet, a.g.e., http://www.ilkadimdergidi.com/164/arastirma- mehmetdere.htm. [Mart 2002]
17
fıiller yer almıştır. Bu âyetlerde dua ve türevleri Allah’a yakarma, istek ve ihtiyaçlarını
arzederek O’nun lutfunu dileme, çağırma, seslenme, davet etme, ibadet etme, yardıma
çağırma, bir durumu arzetme, Allah'ın birliğini tanıma, isnat ve iddia etme anlamlarında
kullanılmıştır.84
İbn Manzûr (v. 711/1311), dua etmenin başlıca üç şeklinin bulunduğunu belirterek
bunları şöyle sıralamıştır:
1) Allah’ın birliğini dile getirme ve O’nu övgüyle anma.
2) Allah’tan af, merhamet gibi manevî isteklerde bulunma.
3) Allah’tan dünyevî nimetler isteme.85
Aynı müellif, genellikle “Ya Rabbi”, “Allahım” gibi hitap ve çağrı ifadeleriyle
başlayan veya Allah'ı övgüyle anan her sözün içinde bir dilek ve istek bulunmasa da dua
olduğuna işaret ederek buna Hz. Peygamber’in Arefe günüyle ilgili bir hadisinde geçen.
“Arefede benim duam ve benden öncekilerin duası “Lâ ilâhe illallâhü vahdehü lâ şerîke leh
lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alã külli şey in kadir” sözüdür” şeklindeki
açıklamasını delil gösterir; bundan dolayı tehlil (lâ ilâhe illallah), tahmîd (elhamdülillâh)
gibi dini ifadelere İslâmî gelenekte dua denildiğini hatırlatır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de de
Yûnus suresinin onuncu âyetinde müminlerin cennetteki dualarının Allah’ı tâzim ve tenzih
sözleriyle (sübhânekellâhümme) başlayacağı, yine onların dualarının övgü sözleriyle (el-
hamdü lillâhi rabbi’l-âlemin) biteceği bildirilmiştir.86
Râgıb el-lsfahânî (v. 503/1109), sözlük anlamıyla dua kelimesinin nidâ ile anlam
yakınlığı olmakla birlikte ıstılahi mânadaki duada daima tâzim ve tãzimle birlikte istekte
bulunma anlamının mevcut olduğuna dikkat çeker ve buna Müslümanların Hz.
Peygamber’i çağırırken (dua) saygılı bir ifade kullanmalarını emreden “Peygamberin
84 Parladır, Selâhattin, “Dua” md., DİA, T.D.V. Yay, İstanbul: 1994, C.9, s. 530. 85 İbn Manzûr, a.g.e., “d-a-v” md. 86 A.g.e., “d-a-v” md.
18
çağrısını, kendi aranızda birbirinizi çağırmanız gibi tutmayın. Allah, içinizden sıvışıp
gidenleri şüphesiz bilir. O’nun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın
gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar.”87 âyetini delil gösterir.88
Gerçekten kâinata dikatli bir şekilde bakılırsa bütün yaratıkların tabiatında Allah’a
doğru bir yönelişinin varlığını görebiliriz. Kur’ân-ı Kerim, yerde ve gökte bulunan bütün
varlıkların hareket ve davranışlarını zikir ve dua olarak nitelendirmekte, canlı ve cansız tüm
yaratıkların Allah’ı övgü ile tesbih ettiğini belirtmektedir.89 Kâinatın özü, varlıkların
gözbebeği diye tarif edilen insanın en önemli görevi Allah’a kulluktur.90 Allah’a kulluğu en
güzel şekilde ifade eden ibadet şekli ise duadır. Dua, her an bizimle olan Allah’ı anmak,
yaratıcı ile bağlantı kurmak ve bu şuura yükselmektir. İlahi rahmet ve ilginin gerçekleşmesi
için ilk adımın kul tarafından atılması gerekmektedir. Bir kudsi hadiste; “Kulun Rabbine
gösterdiği ilgi ve sevginin fazlasıyla karşılığını bulacağı belirtilmiştir.”91 Diğer bir kudsi
hadiste ise; dua ve ibadetle meydana gelen yakınlaşmanın Allah’ın sevgisine, bu sevginin
de kulda duyarlı bir vicdan ve sağduyunun doğmasına yol açacağı bildirilmiştir.92
Görüldüğü üzere, insan Rabbine yöneldiği oranda değer kazanmaktadır. “De ki: “İbadetiniz
(duanız) olmasa Rabbim size ne diye değer versin?” Ey inkarcılar! Yalanladığınız için,
azap yakanızı bırakmayacaktır!”93 âyeti kerimesi bu gerçeği ifade etmektedir. O halde,
insana düşen Allah’a yönelmek, ilahi rahmet ve merhameti dilemek, rahmet kapısına varıp
dua etmektir.
87 Nur, 24/63. 88 el-İsfahânî, Mu’cem-u Mufredât- Elfazi’l-Kur’ân, “d-a-v” md. 89 “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu tesbih eder; O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. Doğrusu O Halim olandır, Bağışlayan’dır!” (İsra, 17/44); “O’nu, gök gürlemesi hamd ile, melekler de korkularından tesbih ederler. Onlar pek kuvvetli olan Allah hakkında çekişirken, O, yıldırımları gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Yerde ve göklerdeki kimseler de, gölgeleri de, sabah akşam, ister istemez Allah’a secde ederler.” ( Rad, 13/13,15); “Göklerde ve yerde olanlar Allah’ı tesbih ederler. O güçlüdür, Hakim’dir.!” (Hadid, 57/1); Ayrıca şu âyetlere bakınız: Haşr, 59/1; Saf, 61/1; Cuma, 62/1; Tegabün 64/1. 90 “Cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etmeleri için yaratmışımdır.” (Zariyat, 51/56) 91 Bkz. Müslim, “Tevbe”, 1; et-Tirmizî “Deavât”, 132. 92 Bkz. el- Buhârî, “Rikak”, 38. 93 Furkan 25/77.
19
Kul, içinde bulunduğu şartların tesiriyle bir şey için veya Allah için Allah'a
yönelmektedir. Bu durumda dua kavramı, İslâmî dönemde yeniden teşkil edilen semantik
alan içinde dinî duygu ve yönelişin birbirine komşu olan zikir, tesbih, hamd, senâ, şükür,
tövbe, İstiğfar, istiâze vb. görünüşlerinin genel çerçevesini oluşturmaktadır. İnsan içinde
bulunduğu zor ve sıkıntılı durumlardan kurtulmak, kötü durumlara maruz kalmamak için
Allah’ı hatırlar, aczini, güçsüzlüğünü ve kusurlarını samimiyetle itiraf ederek O’ndan
yardım ister. Kötü durumdan kurtulma isteği, onu işlediği günah ve kusurlar sebebiyle
pişmanlık duymaya ve kalbini temizlemeye, Allah’ı övüp yüceltmeye, af dilemeye sevk
eder. Bazen sıkıntıdan kurtulduğu, nimet ve rahata kavuştuğu için memnuniyetini dile
getirir (şükür, hamd, senâ). Dua bazen tabiattaki nizam ve estetiği derinden müşahede eden,
mutlak kemal, güzellik ve gerçekliği sezen kişinin içinde meydana gelen hayranlık
duygularının ifadesi olur.94 Böylece bu sebeplerden dolayı Allah’a yapılan bu dualar aynı
şekilde bir tesbih olmaktadır.
2. 6. Tekbir
“Tekbir” sözlükte, yüceltmek, büyük tanımak, ululamak demektir.95 “De ki:
“Hamd, çocuk edinmemiş olan, hükümranlığında ortağı bulunmayan, düşkün olmayıp
yardımcıya da ihtiyaç göstermeyen Allah’a mahsustur.” O’nu gereği gibi büyükle”.96
Ayrıca büyük görmek, “Allahu ekber” demek.97 “Kebure” kökünden “tef'îl” babında bir
mastar. Bütün namazlara giriş “Tekbir” ile olduğu gibi, namaz rükünlerinin ayrılması tekbir
cümlesi ile olur. Bayram veya cenaze namazlarında ilâve tekbirler, teşrik tekbirleri de
Allah’ın yüceliğinin anıldığı diğer tekbir çeşitleridir: Buna göre tekbir hüküm olarak farz,
vacip, sünnet veya nafile olarak tekrarlanan “övgü ve senâ” cümlesidir.98
Kur’ân’da çeşitli şekillerde oldukça kullanılmış kelime gruplarından birini teşkil
eden bu kavram elli beşi fiil, 106’sı isim olmak üzere toplam 161 yerde geçmektedir.
94 Parladır, Selâhattin, “dua” md., a.g.e., C.9, s. 531. 95 Ateş, “Tekbir” md, Kur’ân Ansiklopedisi, C.20, s. 225. 96 İsrâ, 17/111. 97 el-İsfehânî, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“k-b-r” md. 98 Döndüren, Hamdi, “Tekbir” md., “Şamil İslâm Ansklopedisi”, İstanbul: Şamil Yay, 1994, C.6, s. 164.
20
Fiillerden dördü, isimlerden ise dokuzu Allah’a nispet edilmiştir. İsimlerin yedisi “kebir”
şeklinde iken, yücelik ve hakimiyet99 anlamına gelen “kibriya”100 masdarı ile
“mutekebbir”101 ismi birer defa olmak üzere Allah’ı nitelemektedir.
Kur’ân-ı Kerimde, “kbr” kökünden gelen “tekbir” kelimesini sadece Allah için
kullanılmadığı görülmektedir. Bilakis şu âyetlerde olduğu gibi şeytanlar, kâfirler ve diğer
insanlar için de kullanılmaktadır.
1) Allah’ın büyüklüğü: “Muhakkak ki Allah Aliyyu’l Kebîrdir.”102 “Gayb ve
şuhûd âlemini bilen Kebîru’l Müteâldir.”103 “Hukm, Aliyyu’l Kebîr olan Allah’ındır.”104
“Allah, her mütekebbir cebbarın kalbini mühürler.”105 “Rabbini büyükle!”106 “Rabbinin
ismini an.”107
2) Şeytanın büyüklenmesi: “Meleklere, “Adem’e secde edin” demiştik, İblis
müstesna hepsi secde ettiler, o ise kaçındı, büyüklük tasladı ve inkar edenlerden oldu.”108
3) Yeryüzünde kâfirlerin Büyüklenmesi: “Âyetlerimizi yalanlayarak
büyüklenenler ateşe atılacaklardır.”109 “Firavun ve onun seçkinler çevresine gönderdik;
fakat bunlar büyüklük tasladılar; zaten (oldum olası) kendilerini büyük gören bir toplumdu
bunlar.”110 “Firavun memleketin başına geçti ve halkını fırkalara ayırdı. İçlerinden bir
topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ bırakıyordu; çünkü o,
99 Fîrûzâbâdî, Ebü’t-Tahir Mecdüddin Muhammed b. Yakub b. Muhammed, el-Kâmûsu’l-Muhît, Beyrut: Müessesetü’r-Risale, 1986, “k-b-r” md. 100 “Göklerde ve yerde azamet O’nundur, O, güçlüdür, Hakim’dir!” (Câsiye, 45/37) 101 “O, kendisinden başka tanrı olmayan, hükümran, çok kutsal; esenlik veren, güvenlik veren, görüp gözeten, güçlü, buyruğunu herşeye geçiren, ulu olan, Allah’tır. Allah onların koştukları eşlerden (ortaklardan) münezzehtir.” (Haşr, 59/23) 102 Hacc, 22/62. 103 Ra’d, 13/19. 104 Mü’min, 40/12. 105 Mü’min, 40/15. 106 Müddessir, 74/3. 107 Alak, 96/3. 108 Bakara, 2/34. 109 Nisâ, 4/5. 110 Mü’minûn, 23/46.
21
bozguncunun biriydi.”111 “Ama Firavun yalanladı ve baş kaldırdı. Geri dönüp yürüdü.
Adamlarını toplayıp seslendi: “Sizin en yüce Rabbiniz benim” dedi.”112
4) Rasûl’e karşı büyüklenme: “Ve yine şöyle derler: “Bu Kur’ân, neden iki şehrin
ileri gelenlerine inmiş değil?”113 “Âyetlerimiz gözlerinin önüne serilince: “Bu apaçık bir
sihirdir” dediler. Gönülleri kesin olarak kabul ettiği halde, haksızlık ve büyüklenmelerinden
ötürü onları bile bile inkar ettiler. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!”114 “O,
Kitap ile ilgisiz bir topluma, kendi içlerinden kendilerine Allah’ın mesajlarını aktaran,
onları arındıran, ilahî kelâmı ve hikmeti öğreten bir elçi göndermiştir ki, o’ndan önce, açık
bir sapıklık içindeydiler.”115
5) Varlıkların birbirine karşı büyüklenmesi: “İblis: “Ben ondan daha üstünüm.
Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın” dedi.”116
Görüldüğü üzere, her şey Allah’ın “en büyüklüğü” etrafında dönmektedir. Bu
nedenle İslâmî bir devrimin dünyaya ilân edeceği temel çağrı bu büyüklüğün tanınması ve
O’na teslim olunmasıdır.117
Biz Müslümanlar, sevindiğimizde, üzüldüğümüzde, şaşırdığımızda, şok
olduğumuzda, hayran olduğumuzda hep tekbir getiririz: Allahu ekber! Çünkü “Allah en
büyüktür” mânâsına gelen tekbirin işlevi de, anlamı kadar büyüktür. Seviniyorsak
sevincimizi Allah’ın büyüklüğüne bağlarız. Üzülüyorsak, kendimizi Allah’ın en büyük
oluşuyla teselli ederiz. O’ndan bağımsız bir saâdet ve felâket tasavvur etmediğimiz için
safâ halinde de, cefâ halinde de “Allahu ekber” deriz. Şaşırdığımızda, Allah’ın en büyük
oluşunu hatırlar ve bizi şaşırtan şeyin Allah için çok basit, sıradan bir şey olduğunu bir kez
daha hatırlarız. Şok olduğumuzda, bizi şok eden olayın Allah katında daha büyüklerinin
111 Kasas, 28/4. 112 Nâziât, 79/21-24. 113 Zuhruf, 43/31. 114 Neml, 27/13-14. 115 Cum’a, 62/2 116 Sâd, 38/76. 117
Eliaçık, İhsan, İslâm ve Sosyal Değişim, İstanbul: Bengisu Yay, 1995, s. 27.
22
olduğunu dile getirmek için tekbir getiririz. Hayran olduğumuzda, hayretimizi esere değil;
o eserin sahici müessirine, sanata değil; asıl sanatkâra yönelttiğimizi tekbirle ifade ederiz.
Şüphesiz âlemlerin Rabbi Allah (cc) her şeyden yücedir ve büyüktür. “Kibriyâ”
yani her türlü yücelik ve büyüklük O’nun Rabliğinin gereğidir. Mü’minler, iman ederek bu
büyüklüğü tasdik ederler. Onlar Allah’ın büyüklüğü (kibriyâsı) karşısında istikbar edip
büyüklük taslamazlar, kibir göstermezler. Mü’minler, Allah Teâlâ’nın kendilerine hidâyet
lutfetmesinden dolayı Allah’ı tekbir ederler, “Sen en büyüksün” derler. Büyüklük (kibriyâ)
kelimesi neyi ifade ediyorsa, büyüklükten ne kast ediliyorsa hepsinin Allah’a ait olduğunu
ilân ederler. İşte “tekbir”, Allah’ın her şeyden üstün, ulu, azamet sahibi ve büyük olduğunu
söylemenin adıdır. Neticede Allah’ı yüceltmek, yani tekbir getirmek tesbih eylemi
kapsamına direr.
2. 7. Secde
“Secde” kelimesi: baş eğme, itaat etme, üstün bir varlığın önünde yere kapanma;
namazda veya Allah'a ibadet niyeti taşıyarak alın ve burun yere değecek şekilde yere
kapanma118 ve dua etme anlamında bir fıkıh terimidir.
Kur’ân-ı Kerim’in birçok âyetinde Müslümanlar, rükû ve secde edenler şeklinde
tanımlanmış; Allah'a yaptıkları secde nedeniyle yüzlerinin nurlandığı ve alınlarındaki secde
izlerinden tanınacakları bildirilmiştir.119 Diğer yandan, secdenin, Müslümanların namaz
kılarken alınlarını yere koymaları dışında, aslında Allah'ın emirlerine uymak, O’nun
kâinattaki düzenine riâyet etmek anlamına geldiği şu âyet-i kerimeyle daha iyi
anlaşılmaktadır: “Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar,
hayvanların ve insanların birçoğunun Allah’a secde ettiklerini görmüyor musun? İnsanların
118 İbn Manzûr, a.g.e., “s-c-d” md. 119 “Muhammed Allah’ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler. Onları rükua varırken, secde ederken, Allah’tan lütuf ve hoşnudluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar. İşte bu, onların Tevrat’ta anlatılan vasıflarıdır. İncil’de de şöyle vasıflandırılmışlardı: Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkarcıları öfkelendirir. Allah, inanıp yararlı işler işleyenlere, bağışlama ve büyük ecir vadetmiştir.” (Fetih, 48/29)
23
birçoğu da azabı hak etmiştir. Allah’ın alçalttığı kimseyi yükseltebilecek yoktur. Doğrusu
Allah ne dilerse yapar.”120 Dolayısıyla secde, Allah’ın buyrukları dışına çıkmamak
anlamına gelirken; namazda yapılan secde ise Allah’a itaatin bir sembolü, bir göstergesidir.
Namazda secde eden Müslüman, hayatının diğer zamanlarında da O’na boyun eğiyor,
buyruklarından dışarı çıkmıyor demektir. Secde kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’ân’da 92
yerde geçer. Secde yapana “sâcid”, çok secde yapana ise “süccâd” denir. Üzerinde secde
yapılıp namaz kılınan kumaş veya küçük halıya “seccâde”, secde yapılıp (topluca) namaz
kılınan binaya “mescid” adı verilir. Secde yapma olayına da “sücûd” denilir. Sücûd aynı
zamanda çok secde yapan anlamına da gelmektedir.121
Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Yusuf’un kıssası anlatılırken, anasının, babasının ve on bir
kardeşinin Yusuf’a secde ettikleri bildiriliyor.122 Allah'ın dışında hiç bir varlığa secde
edilmeyeceğini, bunun şirk olduğunu söyleyen İslâm âlimleri söz konusu âyeti açıklarken,
buradaki “secdeye kapandılar” cümlesine iki tür anlam yüklüyorlar: Ya onlar
sevinçlerinden Allah’a şükür niyetiyle yere kapandılar; ya da, Hz. Yusuf’un emrine girerek
hayatlarının diğer bölümünde Onun buyruklarının dışına çıkmadılar. Bir diğer anlamı,
Yusuf’un önünde saygıyla eğildiler demektir. 123 Buna göre Allahın dışına hiçbir
mahlûkata, ister canlı olsun ister cansız olsun secde yapılamaz. Çünkü secde yapılmaya
yani saygı duyulmayı layık olan bir tek varlık vardır. O da her şeyin Yaratıcısı olan
Allahtır.
120 Hacc, 22/18. 121 “Kabeyi, insanlar için toplanma ve güven yeri kılmıştık. İbrahim’in makamını namaz yeri edinin, dedik. Evimi ziyaret edenler, kendini ibadete verenler, rüku ve secde edenler için temiz tutun diye İbrahim ve İsmail’e ahd verdik.” (Bakara, 2/125); “Bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, orada kıyama duranlar, rüku edenler ve secdeye varanlar için Evimi temiz tut” diye İbrahim’i Kabe'nin yerine yerleştirmiştik” (Hacc, 22/26) 122 “Ana babasını tahtın üzerine oturttu, hepsi onun önünde (Allah’a secde edip) eğildiler. O zaman Yusuf: “Babacığım! İşte bu, vaktiyle gördüğüm rüyanın çıkışıdır; Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan, benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni hapisten çıkaran, sizi çölden getiren Rabbim bana pek çok iyilikte bulundu. Doğrusu Rabbim dilediğine lütufkardır, O şüphesiz bilendir, Hakim’dir” dedi.” (Yusuf, 12/100) 123 Kızmaz, Fedakâr, “Secde” md., Şamil İslâm Ansklopedisi, İstanbul: Şamil Yay, 1992, C.5, s. 358.
24
Namaz secdesi dışında “şükür secdesi”, namazda yanılmanın karşılığı olarak
“yanılma (sehiv) secdesi”, Kur’ân’da secde âyetleri okunduğu zaman yapılan “tilâvet
(okuma) secdesi”124 gibi secde çeşitleri karşımıza çıkmaktadır.
Secde iki türlüdür: Birincisi; ihtiyarî, yani insanın kendi hür iradesiyle / özgür
tercihiyle yaptığı secde.125 Bu, yalnızca insana mahsustur. Allah (cc) bütün insanları
kendine secde etmeye, yani kendine mutlak anlamda itaat etmeye davet ediyor.126 Ikincisi;
Teshirî, yani ister istemez, daha doğrusu zorunlu olarak yapılan secdedir. İnsanın dışındaki
bütün varlıklar da Allah’a secde ederler ve bu secdelerini ister istemez yaparlar. Çünkü
başka tercihleri olamaz.127
Secde tam anlamıyla; ibadetin, kulluk tavrının özü ve esasıdır. Bu yüzden Kur’ân-ı
Kerim, çeşitli âyetlerde secde edenleri övmektedir.128 Peygamber’e uyan ve O’nun Allah
katından dini benimseyip yaşayan sahabelerin ve mü’minlerin yüzlerinde secde izleri
vardır. Onların mü’min oldukları neredeyse alınlarındaki secde izinden belli olur. “Onları
rükûa varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rızâ isterler. Yüzlerinde
secdelerin izinden nişanları vardır.”129 Allah’a her yerde secde edilebilmekle birlikte,
secde/ibadet için özel yapılar da söz konusudur. Bu konuyla ilgili âyette, secdenin/ibadetin
124 Döndüren, Hamdi, Delilleriyle İslâm İlmihali İnanç-İbadet-Günlük Hayat, İstanbul: Erkam Yay, 2005, s. 443. 125 el-İsfehânî, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“s-c-d” md. 126 “Ey inananlar! Rüku edin, secdeye varın, Rabbiniz’e kulluk edin, iyilik yapın ki saadete erişesiniz.!” (Hacc, 22/77); “(Ama artık) Allah’a secde edin ve [yalnız O’na] kulluk yapın!” (Necm, 53/62) 127 “Göklerde ve yerde var olan her şey ve herkes isteyerek yahut zorunlu olarak Allah’ın önünde eğilmektedirler; onların gölgeleri de sabah akşam bunu yapmaktadır.” (34 Ra’d, 13/15); “Ayrıca göklerde ve yerde olan her şey, bütün canlılar/hayvanlar ve melekler kendilerini büyüklük duygusuna kaptırmadan Allah için saygı ve tazimle yere kapanmaktadırlar. Üstlerinde (egemen) bulunan Rablerinden korkuyor ve kendilerine ne buyurmuşsa onu yapıyorlar.” (Nahl, 16/49); “Ey insanoğlu,] göklerde ve yerde var olan her şeyin, güneşin, ayın, yıldızların, dağların, ağaçların ve hayvanların Allah’ın (kudret ve yüceliği) önünde yere kapandığını görmüyor musun.” (Hacc, 22/18); Bil ki, Rabbine yakın olanlar O’na kulluk yapmaktan asla kibre kapılmazlar; ve O’nun sınırsız yüceliğini övgüyle anar ve [yalnızca] O’nun önünde yere kapanırlar.” (A’râf, 7/206) 128 “Eğer andlaşmalarından sonra, yeminlerini bozarlar, dininize dil uzatırlarsa, inkarda önde gidenlerle savaşın, çünkü onların yeminleri sayılmaz, belki vazgeçerler. (Tevbe, 9/112); “Sihirbazlar [hemen] diz çöküp yere kapanarak.” (A’râf, 7/120); “[O’nun huzurunda] saygıyla yere kapananlar arasında yer aldığını da görmektedir; çünkü her şeyi bütün gerçeğiyle bilen (ve dolayısıyla) her şeyi işiten O’dur!” (Şuarâ, 26/219) 129 “...Onların [namazda] eğilerek (ve) yere kapanarak Allah’ın lütuf ve rızasını aradıklarını görürsün: onların işaretleri, yüzlerindeki secde izleridir…” (Fetih, 48/29)
25
sadece Allah’a yapılması vurgulanmaktadır: “Mescidler şüphesiz Allah’ındır, öyleyse
oralarda Allah’a yalvarırken başkasını katmayın.”130
Neticede Yüce Allah’a yapılan secde, bu isterse namazda yapılan secde olsun ister
O’nun emirlerine boyun eğmek olsun, ikisi de insanın güçsüzlüğünü itaraf etmesidir. Ki bu
da Allah’ın kudretini, büyüklüğünü kabul etmek demektir. Dolayısıyla O’nu övmek,
yüceltmek ve aczini itiraf etmek de tesbihtir.
2. 8. Teshîr
“Teshir”, Kurâ’nın temel kavramlardan olup Kur’ân terminolojisinde, boyun
eğidirmek, emrine vermek gibi anlamları taşımaktadır.131 Bunun dışında aynı kökten suhrî,
suhriyyet de birine istediği şeyi yaptırıp onu gülünç duruma düşürmek,132 yani onunla alay
emek.133 Boyun eğdirmekten kasıt, varlığın, Yaratıcı önünde O’nun tarafından belirlenmiş
hedeflere doğru gelişmek ve yürümek üzere boyun eğmesidir.
Emrine vermek anlamındaki “teshîr” den kasıt varlıkların insanın hizmetine
verilmesidir.134 Teshîr fili Kur’ân’da mâzî, geniş zaman ve isim-fiil şeklinde
kullanılmaktadır.135 Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın geceyi
gündüze ve gündüzü geceye kattığını, her biri belirli bir süreye kadar hareket edecek olan
güneşi ve ayı buyruk altında tuttuğunu; Allah’ın, yaptıklarınızdan haberdar olduğunu
bilmez misin?”136 Yani, gündüz ile gecenin sabit ve düzenli biçimde zuhur edip
dönüşmesi, kendiliğinden, güneş ve ayın bir sisteme boyun eğdiğini gösterir. Güneş ve Ay
burada özellikle zikredilmiştir. Çünkü her ikisi de göğün önde gelen cisimleridir. O kadar
ki, en eski dönemlerden beri insanoğlu bunlara ilâh olarak tapmıştır ve bugün bile birçok
kimse için durum böyledir. Ancak gerçek şu ki, Allah, Arz da dahil olmak üzere kainatın
130 Cinn, 72/18. 131 Öztürk, Yaşar Nuri, “teshir” md., Kur’ân’nın Temel Kavramları, İstanbul: Yeni Boyut Yay, 1999, s. 591. 132 Ateş, “teshir” md., Kur’ân Ansiklopedisi, C.20, s. 309. 133 el-İsfehâni, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“s-h-r” md. 134 Öztürk, Yaşar Nuri, “teshir” md., a.g.e., s. 591. 135 Ateş, “teshir” md., Kur’ân Ansiklopedisi, C.20, s. 309 136 Lokman, 31/29.
26
tüm yıldız ve gezegenlerini kendisinden bir parmak bile sapamayacakları bir sisteme
bağımlı kılmıştır.137
“Emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri, lütfedip verdiği rızkı aramanız
için denizi buyruğunuz altına veren Allah’tır, belki artık şükredersiniz. Göklerde olanları,
yerde olanları, hepsini sizin buyruğunuz altına vermiştir. Doğrusu bunlarda, düşünen
kimseler için dersler vardır.”138 âyetlerinde de Allah’ın insanlara olan nimetleri hatırlatılır.
Allah insanların yararlanması için emriyle yani yarattığı yasalarla denizde gemileri
yürütmektedir. Göklerde ve yerde bulunan nice güçleri, insanların hizmetine vermiştir. İşte
bunları yapan yalnız Allah’tır. Öyle ise yalnız bunları yapana ve yaratana tapılır, yalnız
O’na şükredilir. O’ndan başkasına tapılmaz ve şükredilmez. Hamde ve şükre lâyık olan,
yalnız Allah’tır.139
“Gökleri ve yeri yaratan, yukardan indirdiği su ile rızık olarak ürünler yetiştiren,
emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri, nehirleri, belli yörüngelerinde yürüyen ay
ve güneşi, geceyle gündüzü sizin buyruğunuza veren Allah’tır.”140
“Her sınıf varlığı yaratan O’dur. Gemiler ve hayvanlardan binesiniz diye size
binekler var etmiştir. Bütün bunlar; üzerlerine oturunca Rabbinizin nimetini anarak:
“Bunları buyruğumuza veren ne yücedir.”141
Yukarıda zikrettiğimiz âyetleden anladığımız kadarıyla “teshîr” ve “tesbih”
kelimeleri arasında çok yakın bir anlam ilişkisi bulunmaktadır. “tesbih” Yüce Allah’a
boyun eğmek, O’nu noksan sıfatlardan tenzih etmek olduğunu daha önce belirtmiştik.
“teshîr” kelimesi ise Allah’ın insanlar için yarattığı bütün mahlukatı, bu insanlara boyun
eğdirilmesi, onların hizmetine sunulmasıdır. Ancak bu iki kelimenin arasında bir fark
görülmektedir. “Tesbih” kelimesi bütün varlıklar, canlı cansız olanlar tarafından Allah’ı
137 el-Mevdûdî, Ebu’l-A’lâ, Tefhimu’l-Kur’ân, trc. Ahmed Asrar, İstanbul: Bengisu Yay, 1997, C.6, s. 430. 138 Câsiye, 45/12-13. 139 Ateş, “teshîr” md., Kur’ân Ansiklopedisi, C. 20, s. 318. 140 İbrahim, 14/32-33. 141 Zuhruf, 43/12-13.
27
tenzih etmek için kullanılan bir terimdir. “Teshir” ise evrende bulunan her şeyin insanın
hizmetine sunulmasını ifade eden bir kavramdır. Bu evrende var olan bütün mahlukat
O’nun koyduğu kanunu usanmadan uygulamaktadır. İşte onların bu boyun eğme eylemi
Yüce Allah’ın ne kadar güçlü ve bütün noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu
göstermektedir ki bu aynı zamanda tesbihtir.
2. 9. Tehlil
Tehlil, “Lâ ilâhe illâllah (Allah’tan başka ilâh yoktur)” sözünü söylemek demektir.
Bu kelime, bilindiği gibi “kelime-i tevhid” olarak da adlandırılır. Tevhid, İslâm’ın
temelidir. Allah’tan başka hiçbir ilâhın olmadığını, hâkimiyet, üstünlük, yaratıcılık ve
ilâhlığın ancak Allah’a ait olduğunu kalp ve dil ile söylemeye tehlil denir.142 Tevhid
kelimesi, iki kısımdan meydana gelir. Birinci kısmı, “Lâ ilâhe illâllah”, ikincisi ise,
“Muhammedün Rasûlullah (Muhammed Allah’ın rasûlü/elçisidir)”143.
Kur’ân’ın birçok yerinde, tehlil kelimesinin ifâde ettiği Allah’ın varlığı ve birliği
inancını açıklayan âyetler bulunmaktadır. Bu âyetlerden bazılarının meâli şöyledir:
“Yeryüzünde edindikleri tanrılar mı, onlar mı ölüleri diriltecekler? Eğer yerle gökte
Allah’tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de bozulurdu. Arşın Rabbi olan Allah, onların
vasıflandırdıklarından münezzehtir.!”144.
“Allah çocuk edinmemiştir; O'nun yanında hiçbir tanrı yoktur, olsaydı, her tanrı
kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirinden üstün olmağa çalışırlardı. Allah onların
vasıflandırdıklarından münezzehtir. O, görülmeyeni de, görüleni de bilir. Koştukları
ortaklardan yücedir.”145
Hz. Peygamberimiz, günde yüz defa tehlil’i okumayı/zikretmeyi tavsiye etmiş ve
bunun, büyük sevapların kazanılmasına ve çeşitli günah ile zararların giderilmesine vesile
142 Nureddin Turgay, “tehlil” md., a.g.e., C.6, s. 163. 143 A.g.e., “tehlil” md., C.6, s. 163. 144 Enbiya, 21/21-22. 145 Mü’minûn, 23/91-92.
28
olduğunu açıklamıştır.146 Aslında buradaki yüz sayısı, çokluğa işarettir. İhlâsla bol miktarda
tehlil okumanın faziletini ifade etmektedir. Yine diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur:
“Zikrin en faziletlisi; “lâ ilâhe illâllah”, duanın en faziletlisi de “el-hamdü lillâh’tır.”147
Başka bir hadiste de Rasûlullah (s.a.s.): “Lâ ilâhe illâllahu vallahu ekber ve lâ havle ve lâ
kuvvete illâ billâh” demenin, çok sayıda günahların affedilmesine vesile olacağını
söylemiştir.148 Ebû Süfyan’ın naklettiğine göre Rasûlullah (s.a.s.), Herakl’e mektup yazdığı
zaman ona; “Gelin sizinle aramızda müsâvi, eşit olan bir kelimede birleşelim” demişti. Bu
kelimenin, takvâ kelimesi olan “Lâ ilâhe illâllah” olduğu belirtilir.149
Tehlil ile ilgili olarak Hz. Peygamberin şu hadisleri bize konuyu daha iyi
anlamamıza yardım edecektir: Hz. Ebü Bekri’s-Sıddik’in âzadlısı Yüseyre (radıyallâhu
anhümâ) ki ilk muhâcirlerden idi ve şöyle anlatıyor: “Resulullah (s.a.v) bize dedi ki: “Size
tesbih, tehlil, takdis, tekbir çekmenizi tavsiye ederim. Bunları parmaklarla sayın. Zira
parmaklar (Kıyamet günü nelerde kullanıldıklarından) suale maruz kalacaklar ve
konuşturulacaklardır.”150 Nu’man İbnu Beşîr radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah’ın celalinden zikrettiğiniz tesbih
(sübhanallah), tehlil (lâ ilahe illallah) ve tahmid (elhamdülillah) cümleleri Arş’ın etrafında
dönüp dururlar. Onlar tıpkı arı oğulu uğultusu gibi uğultu çıkararak, sahiplerini andırırlar.
Sizden biri, Arş’ın civarında kendisini andırtan birisinin olmasından hoşlanmaz mı?”151
Ümmü Hâni radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “La ilahe
illallah (Allah'tan başka ilah yoktur)" kelimesini fazilette hiçbir amel geçemez ve bu kelime
hiçbir günahı bırakmaz, (affettirir).”152
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhisslâtu vesselâm)
ilerledi, Mekke’ye girdi. (Doğru Beytullah’agiderek) Haceru’l-Esved’e geldi, (ilk iş) onu
146 Buhârî, “Deavât”, 64; et-Tirmizî, “Deavât”, 60. 147 İbn Mâce, “Edeb”, 25; et-Tirmizî, “Deavât”, 9. 148 et-Tirmizî, “Deavât”, 58. 149 el-Buhârî, “Eymân”, 19. 150 et-Tirmizî, “Deavât”, 131; Ebû Dâvûd, “Salât”, 359. 151 Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Ankara: Akçağ Yay, 1991, C.17, s. 496. 152 A.g.e., C.17, s. 492.
29
istilâm buyurdu. Sonra Beytullah’ı (yedi şavtta) tavaf etti. (Tavaf tamamlanınca) Safâ
tepesine geldi, oradan beytullah’a baktı. Ellerini kaldırıp Allah’ı (tekbir, tehlil, tahmid ve
tevhitle zikretmeye başladı ve Allah’ın zikretmesini dilediğince zikretti, dua etti. Bu sırada
Ensâr (radıyallahu anhüm) da onun aşağısında (aynı şekilde zikir ve duada
bulunuyordu).”153
Sunuç itibariyle gelmiş geçmiş bütün peygamberler, Yüce Allah tarafından
insanlara tevhid inancını getirmişlerdir. Bu Peygamberler yalnız Allah’a inanmaya ve
yalnız O’na ibâdet etmeye çağırmışlardır. Onlar bir takım batıl inanclara karşı mücâdele
etmişlerdir. Bu mücadele tevhid mücâdelesidir. Yukarıda belirtiğimiz gibi tehlil getirmek,
“Lâ ilâhe illâllah Muhammedün Rasûlullah” söylemek demektir ki bu, şu anlama
gelmektedir: bütün batıl tanrıları red ediyorum. Allah tektir O’na yakışmayan sıfatlardan
tenzih ederim. O Son derece yücedir, uludur ve Muhammed (s.a.v.) O’nun elçisidir. İşte
tehlil, bu tevhidi kalben, fikren ve zikren idrak etmek, yaşamak ve Allah’a yaklaşmaktır ki
bu, tesbih faaliyetlerindendir.
3. TESBİH ÇEŞİTLERİ
“Tesbih” i sözlü tesbih (lisanu’l-kâl) ve sözsüz tesbih (lisânu’l-hâl) olmak üzere
ikiye ayırmak mümkündür. Es-Sa’dî (v. 1376/1956), “Yedi gök ve yerle aralarında ne varsa
hepsi, Onu noksan sıfatlardan tenzîh eder ve hiçbir şey yoktur ki Ona hamdederek Onu
noksan sıfatlardan tenzîh etmesin,…”154 tefsirini yaparken; (Yüce Allah’a) konuşan,
konuşmayan canlılar; ağaçlar, bitkiler, camidler, hayat taşıyan ve ölüler söz ve hal diliyle
tesbih ettiklerini söylemektedir.155
3. 1. Sözlü Tesbih
Allah’ı kendisine lâyık olmayan sıfatlardan lisanen tenzih etmek sözlü tesbih,
başka bir ifadeyle lisâ-ı kâl ile yapılan tesbih olmaktadır. Bu tesbih daha ziyade insanların,
153 Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 46. 154 İsra,17/44. 155 es-Sa’dî, Abdurrahmân b. Nâsir, Tefsîru’s-Sa’dî, Beyrut: Dâru Muessesetu’r-Risâlât, 2000, C.1, s. 459.
30
cinlerin ve meleklerin yani akıllı varlıkların yaptığı tesbih türüdür. Müfessirlerin genel
kanaati, akıllı varlıkların sözlü, diğer varlıkların ise sözsüz tesbih yaptıklarıdır. Beydâvî (v.
685/1286), göklerde ve yerdeki akıllı varlıkların sözlü tesbih yaptığı görüşendedir.156 İbn
Kesîr (v. 774/1372) ise; bütün eşyanın tesbih ettiğini ve bunların tesbihlerinin bizim
dillerimizden farklı bir dille olduğu için tesbihlerini anlamadığımızı belirtmektedir.157
Şu âyetler de sözlü tesbihe delalet etmektedir.
“Sen Rabb’ini hamd ile tesbih et (O’nu övecek sözlerle an, sübhanellahi
velhamdulillah de) ve secde edenlerden ol.”158
“Öyleyse Yüce Rabb’inin adını tesbih et.”159
“Rabb’inin Yüce adını tesbih et.”160
Görüldğü gibi âyetlerde Allah’ın noksan sıfatlardan tenzih edilmesini, şanının
yüceltilmesini emredilmektedir.
Hadis-i şeriflerde zikir, tehlil ve tahmidi teşvik eden sözler de sözlü tesbihe işaret
etmektedir. Ve resulullah’ın bunlara teşvik eden sözleri hadis kitaplarında bol bol
geçmektedir. Ebû Hureyre’den rivâyet olunan bir hadiste Resulallah (s.v.a) şöyle
buyuruyor. “Bir kimse sabah namazının arkasında yüz kere tesbihte, yüz kere de tehlilde
bulunursa, deniz köpüğü gibi çok bile olsa günahları affedilir.”161
Yine Ebü Hüreyre’den rivâyet edilen başka bir hadiste bir kimse günde yüz defa
“La ilahe illallah vahdehu la şerike leh lehu’l-mulku ve lehu’l-hamdu ve huve ala kulli
şeyin kadir” derse o kimse için on köle azad etmiş olanı sevabı ve ayrıca kendisine yüz
hasene yazılır. Yüz günahı da silinir. Bunun için o gün akşamlayıncaya kadar şeytandan 156 el-Beydâvî, Nasru’d-Din Ebi Saîd Abdullah Ebi Ömer b. Muhammed eş-Şîrazî, Tefsîrü’l-Beydâvî, Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1966, C.3, s. 448. 157 İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, Beyrut: Dâru’l-Marife, 1996, C.3, s.45. 158 Hicr, 15/98. 159 Vâkıa, 56/96. 160 A’lâ, 87/1. 161 en-Nesâî, “Sehv”, 95.
31
muhafaza olur. Onun yaptığı daha fazelitli bir iş kimse yapamaz. Meğer ki onun
yaptığından fazla iş yapsın. Ve bir kimse günde yüz defa “Subhanallah ve bihamdihi” derse
günahları denizin köpüğü kadar bile olsa sâkıt olur.”162
Bu kısa açıklamalardan anlaşıldığı üzere akıllı varlıklar tarafından Yüce Allah’a
yapılan övmeler yani tesbihler, sözlü tesbihlerdir. Bunu yukarıda zikrettiğimiz âyet ve
hadislerde açık bir şekilde görmekteyiz. Çünkü “Yüce Rabbinin adını tesbih et”
dinildiğinde ağızdan çıkan sesler veya kelimelerden meydana gelen tesbih anlaşılacaktır. Ki
Hz. Peygamber (s.a.v)in hadislerinden de böyle anlaşılmaktadır.
3. 2. Sözsüz Tesbih
Bu tesbihin türü lisanen yapılan tesbih değil, her şeyin yaratılşının bir yönüyle
veya bir sıfatıyla Allah’ın varlığına, birliğine delâlet etmesidir.163 Bu tesbih türü daha
geneldir ve bütün varlıklar için geçerlidir. Çünkü âyette; “…O’nu hamd ile tesbih etmeyen
hiçbir şey yoktur…”164 denmektedir. Tesbih, Allah’ın zâtını ve sıfatlarını eksik, kötü
şeylerden uzaklaştırmak demek olduğuna göre göklerde ve yerde bulunan her şeyin Allah’ı
tesbih etmesi, iki anlama gelebilir: ya göklerde ve yerde bulunan her şey kendine özgü
dilleriyle, Allah’ı tesbih eder, O’nun eksik sıfatlardan uzak olduğunu söyler. Ya da dil ile
tesbih akıllı varlıklara özgüdür. Cansız şeylerin Allah’ı tesbih etmesi dil ile değil, hal iledir.
Onlar, bulundukları hal ve bilinçle, düzenle kendilerini yaratan Allah’ın sonsuz kudret ve
kemâl sahibi olduğunu gösterirler.165
Yine Büyük Müffesir Taberî (v. 310/923) bu konu ile ilgili olarak bir kısım
âlimlerin âyette, Allah’ı tesbih eden bütün varlıklardan maksadın, ruh sahibi varlıklar
olduğunu, diğerlerin ise canlı veya cansız bütün varlıkların Allah’ı tesbih ettiklerini
söylediklerini belirtmektedir.166
162 el-Buhârî, “Deavat”, 54. 163 et-Tûsî, Ebu Cafer Muhammed b. Hasan, Tefsîru’t Tibyan, Necef: Dâru’l-Endelusî, 1965, C.6, s. 482. 164 İsra, 17/44. 165 Ateş, “tesbih” md., Kur’ân Ansiklopedisi, C.20, s. 293. 166 et-Taberî, a.g.e., C.15, s. 93.
32
Abdullah b. Mes’ud diyor ki: “Ben, Resulullahın parmaklarının arasından su
kaynadığını gördüm. Şüphesiz ki bizler, yenirken yemeğin tesbih ettiğini işittik.167 Cabir b.
Abdullah diyor ki: “Resulullah (s.a.v.) önceleri bir hurma kütüğünün üzerine çıkarak hutbe
okuyordu. Ensardan bir kadının, Resulullaha bir minber yapılmasını teklif etmesi üzerine
Resulullaha minber yapıldı. Cuma günü olunca Resulullah minberin üzerine çıktı. Hurma
kütüğü, çocuğun ağlaması gibi ağlamaya başladı. Resulullah (s.a.v.) minberden aşağı inip
onu kucakladı. Kütük hâlâ çocuğun inlemesi gibi inliyordu. Resululah ise onu teskin etmek
istiyordu. Bu Hadis-i Şerif birçok sahabi tarafından rivâyet edilmiştir ve mütevatir
hadislerdendir. Bütün mevcudatın kendi lisanlanyla ve kendi halleriyle Allah’ı tesbih
ettikleri gibi hayvanlar da kendi lisanlanyla Allah’ı tesbih ederler.168
Bu tesbih türünün daha genel olduğunu söyledik. Zira sözlü tesbih yapılan akıllı
varlıklar aynı zamanda sözsüz tesbih de yapmakta, varlıklarının bir yönüyle Yüce
Yaratıcıya delâlet etmektedirler. “(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına göğün nasıl
yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine yeryüzünün nasıl yaratıldığına bir bakmazlar
mı?169 âyetlerini insanların varlıklara ibret nazarıyla bakmaları gerektiğini, onların
yaratılışındaki mukemmelliğin yaratıcılarına delâlet ettiğini, dalayısıyla lisân-ı hâl ile tesbih
ettiklerini göstermektedir.
Daha önce de belirtiğimiz gibi bu tesbih türü hem insanlar hem de diğer canlı ve
cansız varlıklar için de geçerlidir. Ayrıca sözlü tesbih ile bütün insanlar tesbih etmezken
sözsüz tesbih ile bütün insanlar “evrensel tesbih faaliyeti”ne katılmaktadır. Bu ister istemez
boyun eğme şeklinde gerçekleşmektedir. Bazı insanlar her ne kadar ilâhî emirlere isyan
ederse etsin yine de evrensel kanuna Allah’ın her şeyi kavrayan ve insan fiillerinin iyi veya
kötü, varlık sebebini bulduğu o esrarengiz nizam boyun eğmekten kurtulmuş değildirler. Bu
durum sözsüz tesbihin bir yönünü ifade etmektedir. Biz buna “evrensel tesbih faaliyeti”
demekteyiz.
167 Buhârî, “el-Menâkib”, 25; Ahmed b. Hambel, Müsned, C.1, s. 460. 168 Buhârî, “el-Menâkib”, 25; et-Tirmizî, “el-Cumua”, 10. 169 Ğaşiye, 88/17-20.
33
Sözsüz tesbihin bir diğer yönü de her varlıkta mevcut olan esrarengiz özelliklerdir.
Her varlık bu özellikleriyle yüce yaratıcıyı haykırmaktadır. Bu durum ifade eden en ilginç
varlık insanoğludur. Zira insanın anatomisi incelendiğinde onun mükemmel bir sistemle
çalışan küçük bir evren olduğu görülür. Nitekim bir âyette, “Kesin olarak inananlara,
yeryüzünde ve kendi içinizde Allah’ın varlığına nice deliller vardır; görmez misiniz?
Rızkınız da, size söz verilen azap da yukarıdan gelir.”170 diye buyrulmaktadır. Demek ki
insan varlığı, yaratılış itibarıyla Allah’ın varlığına, birliğine, kudretine… delil olmaktadır.
İşte bu durum sözlü tesbih ile yapılan tesbihi ifade etmektedir. İnsana düşen görev gerek
kendisinde gerek diğer varlıklardaki işaretleri idrak edip şuurlu bir tesbih faaliyetinde
bulunmaktadır.
4. KUR’ÂN’DA TESBİH KAVRAMININ KULLANILIŞI
Tesbih kelimesi ve mustaklarının Kur’ân-ı Kerim’de çeşitli anlamlarda kullanıldığı
görülmektedir. Asıl önemli olan da kelimenin Kur’ân-ı Kerim’deki anlamlarının tesbit
edilmesidir. Zira İzutsu’nun dediği gibi bütün anahtar terimler Kur’ân’da yeni bir anlam
kazanmakta olup bu anahtar terimleri tahlil ederken kendilerine özel anlamlar kazandıran
çeşitli ilişkilerini de gözden uzak tutmamalıyız.171
4. 1. Allah’ı Tenzih Etmek
Kur’ân-ı Kerim’e bakıldığında tesbih kavramının en çok kullanılan anlamlarından
bir tanesinin “Allah’ı tenzih etmek” olduğu görülmektedir. Daha önce de “tesbih”i kavram
olarak; “Allah’ı her türlü noksanlıktan tenzih etmek” şeklinde tarif etmiştik. Bu anlam şu
âyetlerde kullanılmıştır:
170 Zâriyat, 51/20-21. 171 İzutsu, Toshihiko, Kur’ân’da Allah ve İnsan, trc. Süleyman Ateş, İstanbul: Yeni Ufuk Yay, ts., s. 19.
34
“Kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescidi Haram’dan (Mekke’den), kendisine bir
kısım âyetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa’ya
(Kudüs’e) götüren Allah'ın şanı yücedir. Doğrusu O, işitir ve görür.”172
“Allah çocuk edinmemiştir; O’nun yanında hiçbir tanrı yoktur, olsaydı, her tanrı
kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirinden üstün olmağa çalışırlardı. Allah onların
vasıflandırdıklarından münezzehtir!”173
Seyyid Kutup (v. 1966) konu ile ilgili olarak şunları söylemektedir: “Her tanrı
yarattığını ayırır, onu özel bir yasa ile yönlendirirdi; o zaman evrenin her bir parçasının, ya
da yaratıklardan her bir grubun kendine özgü bir yasası olurdu. Her parçayı ve her grubu
yönlendiren genel bir yasa etrafında birleşmezlerdi. “Biri öbürüne karşı üstünlük kurmaya
çalışırdı.” Diğerlerine galip gelmek, egemenlik kurmak ve evrenin yönlendirmesini elinde
bulundurmak için üstünlük sağlamaya çalışırdı. O zaman da ancak bir yasa, bir
yönlendirme ve bir planlama ile ayakta kalabilen, düzeni sağlanan evrenden eser kalmazdı.
Bu tabloların hiçbiri evrende mevcut değildir. Evrenin biçiminin birliği yaratıcısının
birliğine, kendisine egemen olan yasalar sisteminin birliği de planlayıcısının birliğine,
tanıklık etmektedir. Evrenin her parçası, evrende yer alan her şey birbirleriyle uyum
içindedirler. Bir çatışmanın, bir zıtlaşmanın, bir karmaşanın olduğu görülmemiştir.”174 Bu
172 İsrâ, 17/1. 173 Mu’minûn, 23/91; Ayrıca bu âyetlere bakılabilir: “Rabbin dilediğini yaratır ve seçer; onlar için seçim hakkı yoktur. Allah onların koştukları ortaklardan münezzehtir, yücedir.!” (Kasas, 28/68); “Yerin yetiştirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmediklerinden çift çift yaratan Allah münezzehtir!” (Yasin, 36/36); “Allah’la cinler (melekler) arasında da bir soy bağı icad ettiler. And olsun ki, cinler de, kendilerinin (bunu söyleyenlerin) hesap yerine götürüleceklerini bilirler. Allah onların vasıflandırmalarından münezzehtir.” (Saffât, 37/158-159); “Senin güçlü olan Rabbin, onların vasıflandırmalarından münezzehtir.” (Saffât, 37/180); “Göklerin ve yerin Rabbi, Arşın Rabbi onların vasıflandırmalarından münezzehtir!” (Zuhruf, 43/82); “O halde, Allah’tan başka bir tanrıları mı var? Allah, sınırsız şanıyla insanların O’na yakıştırdığı ortaklardan münezzehtir.” (Tur, 52/43); “O, kendisinden başka tanrı olmayan, hükümran, çok kutsal; esenlik veren, güvenlik veren, görüp gözeten, güçlü, buyruğunu herşeye geçiren, ulu olan, Allah’tır. Allah onların koştukları eşlerden (ortaklardan) münezzehtir.” (Haşr, 59/23); “Bir kısım insanlar da, “Allah kendine bir oğul edindi!” iddiasında bulunurlar. (Asla!) O, yaratılmışlara özgü böyle vasıflardan kesinlikle uzaktır. Göklerde ve yerde ne varsa yalnız O’nundur; her şey bütün varlığıyla O’nun iradesine tâbidir.”
(Bakara, 2/100). 174 Kutup, Seyyid, Fî Zilâl-il Kur’ân, trc. Salih Uçan, Vahdettin İnce ve Mehmet Yılmaz, İstanbul: Dünya Yay, 1991, C.7, s. 426.
35
yorumundan anlaşıldığı gibi; Evrende var olan her şey bir uyum içindedir. Buna göre bu
evrende bir düzenin olması, tek bir Tanrı’nın olduğunun göstergesidir. Eğer birden fazla
Tanrı olsaydı bu düzen olmazdı.
“Cinleri O yaratmışken kafirler Allah’a ortak koştular. Körü körüne O’na oğullar
ve kızlar uydurdular. Hâşâ, O onların vasıflandırmalarından yücedir.”175
Râzî bu âyetteki “sübhan” kelimesi ile ilgli şöyle bir açıklama yapmaktadır:
“Subhanehu buyruğu, Allah’ı, O’na yakışmayan her şeyden tenzih etmeyi ifade eder. Hak
Teâlâ’nın, “ve çok yücedir” ifadesinin, mekân bakımından bir yüksekliği ifade etmediği
hususunda şüphe yoktur. Çünkü burada, bu tabirle kastedilen, Allahu Teâlâ’yı yanlış ve
bâtıl görüşlerden tenzih etmektir. Mekân bakımından yükseklik, bu manayı ifade etmez.
Binaenaleyh, burada Cenâb-ı Hakk’ın her türlü bâtıl itikâd ve yanlış görüşten yüce ve
münezzeh olduğu manasını ifade ettiği sabit olur.”176
Mananın böyle olması halinde “Subhanehu” ile “tealâ” (çok yücedir) ifadesi
arasında herhangi bir fark kalmaz” diyenlere, er-Râzî, şöyle cevap verilebileciğini
söylemektedir: “Cenâb-ı Hakk’ın “Subhanehu” sözüyle kastedilen, bu sözü söyleyen
kimsenin O’nu , O’na yakışmayacak şeylerden tenzih, tesbih ve takdis etmesidir. Halbuki
Teâlâ lâfzından maksad ise, ister O’nu bir tenzih eden olsun, ister olmasın O’nun zâtı
itibariyle, (zaten) böylesi sıfatlardan yüce ve münezzeh olmasıdır. O halde, tesbîh ve takdis
etmek, tenzih edenlerin sözleriyle alâkalıdır. Yüce olmak ise, Cenâb-ı Hakk’ın, başkası
sebebiyle değil zâtı gereği tahakkuk edip mevcut olan zâtı sıfatlarıyla ilgilidir.”177
Bu konu ile ilgli olarak şu âyetlere bakmamıza yarar vardır: “Onlar Allah’ı
bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler. Oysa
tek Tanrı’dan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka tanrı yoktur.
175 En’am, 6/100. 176 er-Râzî, Ebu Abdullah Fahreddin Muhammed b. Ömer, Mefâtihu’l-Ğayb, Beyrut; Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1990, C.13, s. 96. 177 A.g.e., C.13, s. 96.
36
Allah, koştukları eşlerden münezzehtir”178 “Allah çocuk edindi” dediler; haşa; O
müstağnidir; göklerde ve yerde olanlara sahiptir. Elinizde, onun çocuk edindiğine dair bir
delil yoktur, bilmediğiniz şeyi Allah’a karşı nasıl söylüyorsunuz?”179 “Beğendikleri erkek
çocukları kendilerine; kızları da Allah’a malediyorlar. O bundan münezzehtir.”180
“Allah çocuk edinmez, O münezzehtir. Bir işin olmasına hükmederse ona ancak
“Ol” der, o da olur.!”181
Seyyid Kutup bu âyeti şöyle açıklar: “Evlât edinmek O’nun bu yüceliği ile
bağdaşmaz. Ölümlüler soylarını sürdürmek için ve güçsüzler destek kazanmak amacıyla
evlât ediniyorlar. Oysa yüce Allah kalıcıdır, varlığının sona ermesi sözkonusu değildir.
Ayrıca güçlüdür, hiç kimsenin yardımına ihtiyacı yoktur. Tüm varlıklar O’nun “ol” sözü ile
var olur. O bir işin olmasına karar verince o işe sadece “ol” der, o da hemen oluverir. Yani
neyi gerçekleştirmek isterse ona iradesini yönelterek gerçekleştirir, bunun için ne evladın
ve ne de yardımcının aracılığına ihtiyaç duymaz.”182
“Allah çocuk edinmek isteseydi, yaratıklarından dilediğini seçerdi. O
münezzehtir, O; gücü her şeye yeten tek Allah’tır.!”183
Büyük Mufessir Elmalılı der ki : “Şanı yüce olan Allah kendini tenzih eder ve
O’nun yüce zatı, bunların böyle cahilce ve iftira edercesine vasıflandırmalarından
mukaddes ve yücedir. Gerek zıtlık, gerek benzerlik ve aynı cinstenlik şekliyle olsun, her
çeşit ortaklık ve aynı şekilde aynîlik ve aynı cinstenlikle ortaklığı gerektiren doğurmak ve
doğmak gibi vasıflar haddi zatında ilâhlık vasfına uymayan, ilâh anlayışıyla çelişkilidirler.
Bunlar bir çeşit noksan, acizlik ve ihtiyaç ifade eden sonradan olma vasıflardır. İlâhlık
gerçeği ise, her noksandan uzak ve yüce bir kemâldir. Şu halde Allah’ın zatı ve hakikati
hakkında ortaklık ve çocuk mümkün değildir. Ve bunu anlamak için başka bir delile ihtiyaç
178 Tevbe, 9/31. 179 Yûnus, 10/68. 180 Nahl, 16/57. 181 Meyrem, 19/35. 182 Kutup, a.g.e., C.7, s. 164. 183 Zümer, 39/4.
37
da yoktur. Bizzat ilâh anlayışı bu imkansızlığı ispata yeterlidir. Zira ilâh anlayışında en
yüksek bir yücelik ile bir yaratıcılık ve güzellik vasfı vardır.”184
İşin garibi, müşrikler kız çocuklarından hoşlanmadıkları halde, eşi ve benzeri
olmaktan münezzeh olan Yüce Allah’ın kızları olduğunu söylerler: Yüce Allah, buna
“Rabbiniz erkek çocukları sizin için ayırdı da, kendisi meleklerden kızlar mı edindi?
Gerçekten siz çok büyük bir söz söylüyorsunuz.”185 diye karşılık vermektedir.
Birçok müffesirler zikrettiğimiz âyetlerdeki “ن����” kelimesine, Allah kendisini,
O’na yakışmayan sıfatlardan “tenzih etmektedir” diye tefsir etmişlerdir.186 Çünkü
müşrikler O’na yakışmayan birtakım sıfatlar nispet ediyorlardı. Onlar: Allah’ın eşi, çocuğu,
mülkünde ortağının olduğunu ve cahillikten kaynaklanan bir takım sözler söylüyorlardı. Bu
yüzden Allah bizzat kendini bu âyetlerde tenzih etmiştir. Allah, O’na yakışmayan noksan
sıfatlardan pek uzaktır.
En güzel isimlerin ve sıfatların kendisine layık ve âit olduğu yüceler yücesi
Rabbimizin zatını, sıfatlarını ve fiillerini tenzih ederek iman etmek Allah'a İman'ın ilahi
takdire uygun yapılabilmesi için elzemdir. Allah'ı fiillerinde tenzih etmek öz olarak, O’nun
her şeyin yaratıcısı olduğunu ama şerri, zulmü dilemediğini, hiç kimseye haksızlık
etmeyeceğini, kulları için kötülüğü dilemekten münezzeh olduğunu kabul etmektir. Allah
her şeyin yatatıcısıdır, Kâinatta ikinci bir yaratıcı yoktur; ancak O asla insanlar için kötülük
düşünmez, şerri dilemez.
184 Elmalılı, a.g.e., C.3, s. 148. 185 İsrâ, 17/40. 186 Bkz. er-Râzî, a.g.e., C.13, s. 96.
38
4. 2. İnşallah Anlamında
el-İsfehâni “tesbih” kelimesinin kalem suresinin 28 ve 17 âyetlerine dayanarak,
“istisna” yani “İnşallah demek” anlamı da ihtiva ettiği görüşündedir.187 Âyet şudur:
“Ortancaları: “Ben size Allah’ı anmanız gerekmez mi, dememiş miydim?” dedi.”188
Müfessirler, kalem suresinin 17-32 âyetlerinde189 anlatılan kıssada belirtilen
bahçenin Yemen ve Habeşistan’da olduğunu rivâyet etmişlerdir. Bazıları da, bu bahçenin
Sakîf’ten bir adama ait olduğunu, (bu adamın) ağaçtan yere düşen ürünleri fakirlere
bıraktığını, o ölüp çocukları mirasçı olunca; “Babamız kuskusuz ahmak bir adamdı” deyip
fakirleri bundan mahrum bıraktıklarını söylemişlerdir.190
Bu bahçe sahipleri sabah vakti erkenden bahçelerinin mahsullerini
devşireceklerine yemin etmişlerdi. Böylelikle fakirler durumu öğrenip daha önce aldıklarını
almaya gelmesine mani olmak istiyorlardı. Bu yolla mahsulün ve ekinin tamamını kendi-
lerine saklamaya çalışmışlardı. Bunu söylediklerinde de “inşallah” dememişlerdi.191
Çoğunluğun kanaatine göre onlar yemin edip “inşallah”, diyerek işi Allah’ın
iradesi şartına bağlayıp, istisna yapmadıkları kanaatindedirler. Çünkü onlar bu işi kesinlikle
yapacaklarından emin idiler. Başkalarının görüşü ise: Bundan maksat; onların ekinin
tamamını toplayacaklarını, yoksullara paylarını yahut ta babalarının vaktiyle yoksullara
verdiği kısmı istisna etmeksizin bunu yapacaklarını anlatmaktır. Maksat, durumlarının
187 el-İsfehâni, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“s-b-h” md.; İbn Manzûr, a.g.e., “s-b-h” md. 188 Kalem, 68/28. 189 “Biz bunları, vaktiyle bahçe sahiplerini denediğimiz gibi denedik. Sahipleri daha sabah olmadan, bahçeyi devşireceklerine bir istisna payı bırakmaksızın yemin etmişlerdi. Ama onlar daha uykudayken Rabbinin katından gönderilen bir salgın o bahçeyi sarıvermişti de bahçe kapkara kesilmişti. Sabah erken: “Ürünlerinizi devşirecekseniz erken çıkın” diye birbirlerine seslendiler. “Bugün orada, hiçbir düşkün kimse yanımıza sokulmasın” diye gizli gizli konuşarak yürüyorlardı. Yoksullara yardım etmeye güçleri yeterken böyle konuşarak erkenden gittiler. Bahçeyi gördüklerinde: “Herhalde yolumuzu şaşırmış olacağız; belki de biz yoksun bırakıldık” dediler. Ortancaları: “Ben size Allah'ı anmanız gerekmez mi, dememiş miydim?” dedi. “Rabbimizi tenzih ederiz; doğrusu biz yazık etmiştik” dediler. Birbirlerini yermeye başladılar. Sonra şöyle dediler: “Yazıklar olsun bize; doğrusu azgınlık edenlerdendik. “Belki Rabbimiz bize bundan daha iyisini verir; doğrusu artık, Rabbimizden dilemekteyiz.” 190 Derveze, Muhammed İzzet b. Abdülhadi b. Derviş, et-Tefsiru’l-Hadis, trc. Ahmet Çelen, Şaban Karataş, Mehmet Çelen, İstanbul: Ekin Yay, 1997, C.1, s. 47-48. 191 ez-Zühaylî, Vehbe, Tefsiru’l-Münir, Dımaşk: Dâru’l-Fikr, 1991, C.29, s. 63.
39
ortaya çıkarılması için Mekkelilerin sınanmasıdır. Allah’ın üzerlerindeki nimetlerine
şükredip, Allah’ın kendilerine müjdeci ve uyarıcı olmak üzere göndermiş olduğu Allah
Rasulüne iman mı edeceklerdi, yoksa onu yalanlayarak risaletini kabul etmeyip Allah’ın
üzerlerindeki hakkını inkâr mı edeceklerdi? Böylelikle bahçe sahipleri cezalandırıldığı gibi,
kendileri de lâyık oldukları cezaya çarptırılacaklardı.192
Vahidi (v. 468/1076) de âyetteki “َن��ُ���َ�ُ � َ�ْ َ” kelimesinin inşallah anlamında
olduğu kanaatindedir. Çünkü o istisna (inşallah demeleri) Allah’ı ta’zîmdir. Her ta’zîm
tesbihtir.193
Arapça’da, “���”, “Falanca, içinde istisnanın bulunmadığı, yer almadığı bir
biçimde yemin etti” demektir. Ki, bu kelimelerin tümünün manası birdir. Yine bu
kelimelerin hepsinin aslı, “vazgeçirmek, geri çevirmek” anlamına gelen kökünden gelir.
Zira, yemin eden kimse, “Allah’ın başkasını dilemesi durumu müstesna, Allah’a yemin
ederim ki, şöyle yapacağım..” dediğinde, “istisnayı kullanmış olmasından dolayı, her
yeminin oluşmasını adeta geri çevirmiş olur. Alimler, “��������� � ��� �” ifadesinin ne demek
olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak çoğu, “Onlar, Allah’ın meşîetini
işe katmadılar; zira onlar, bu işi, muhakkak yapabileceklerini umuyorlardı” derken, diğer
bazıları da, “Çünkü onlar, bahçedekilerin tümünü kendileri için devşirmeyi amaçlamışlardı.
Babalarının o fakir kimselere verdikleri o miktardan, fakir kimseler için ayırmıyorlardı.”
demişlerdir.194
Elmalılı, “َن��ُ���َ�ُ � َ�ْ َ” ifadesi ile ilgili olarak şöyle demektedir: “Yüce Allah’ın
kusursuzluğunu tanısanız, onun eksiklikten uzak bir Allah olduğunu egemenliğini kimseye
vermeyeceğini; alçaklığı, haksızlığı, zorbalığı sevmediğini bilseniz, hakkı gözetseniz,
istisna yapsanız da zorbalığa sapmasanız. Bu, “vaktiyle beni niye dinlemediniz?” diye
benlik sevdasıyla yapılan sadece bir sitem değil, bu kez düştükleri ümitsizlikten kurtarmak
ve ümitsizlikle Allah’a zulüm yakıştırmak gibi, ona karşı daha büyük bir küfür ve günaha
192 Bkz. a.g.e., C.30, s. 79-80. 193 el-Vâhidî, Ali b Ahmed Ebu’l-Hasen, Tefsiru’l-Vâhidî, Beyrut: Dâru’l-Kalem, 1994, C.2, s. 1123. 194 er-Râzî, a.g.e.., C.30, s. 80.
40
düşmekten sakındırmak için sitem tarzında, edilen hatayı hatırlatarak tevbe etmeye ve
uyanmaya bir çağrıdır. Bu sebeple uyandılar.”195
Hasan el-Basrî ise şöyle demiştir: “Buradaki tesbih ile namaz kastedilmiştir.
Çünkü onlar sanki namaz hususunda tembellik ediyorlardı. Yoksa namaz, onları
kötülüklerden alı kor ve Allah’ı zikretmeye, “İnşallah” demeye devamlarını sağlardı.”196
4. 3. Boş Vakit, Meşguliyet Anlamında
Tesbih kavramının bir diğer anlamı ise ibadete ve hayra koşmak, boş vakit ve
meşguliyettir. Bu manayı şu âyette görmekteyiz. “ Çünkü gündüz“ .” َ َ. ِ-, َا +"َ*�ر َ�ْ�ً�� َ)ِ�یً&�ِإن"
senin için uzun bir meşguliyet var.”197
Taberî kendi tefsirinde bu âyet ile ilgli olarak şu görüşleri zikretmektedir: “İbn-i
Zeyd diyor ki: “Bu emir, gece namazının farz olduğu zamanda idi. Sonra Allah kullarına
lütfederek bu namazı hafifletti. Daha sonra ise mecburi olmaktan çıkardı. Allah Teâla bu
hususta Muzzemmil suresinin 1-4 âyetlerinde şöyle buyurmuştur; “Ey elbisesine bürünen
Peygamber, gecenin birazı hariç olmak üzere kalk namaz kıl. Gecenin yarısını kalk yahut
yarısından biraz eksilt veya yarısından biraz fazla kıl. Kur’ânı ağır ağır tane tane oku.”
Daha sonra ise 20 âyetinde şöyle buyurmuştur: “Ey Muhammed, şüphesiz Rabbin, senin ve
beraberindeki bir gurup ashabının, gecenin üçte ikisine yakın, yarısı ve üçte biri kadar bir
müddet kalkıp namaz kıldığını bilir. Gece ve gündüzü ölçüp ayarlayan Allah’tır. Gece ve
gündüzün bütün vakitlerini hesaplayamayacağınızı bildiği için Allah sizi affetti. O halde
Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun.” İbn-i Zeyd sözlerine devamla diyor ki: “Daha sonra
İsra Suresinin, 79 âyette belirtildiği üzere: “Ey Muhammed, gecenin bir bölümünde, sadece
sana mahsus nafile namaz kıl. Muhakkak rabbin seni övülmüş bir makama erdirecektir”
diye daha geniş bir emir geldi.”198
195 Elmalılı, a.g.e., C.8, s. 276. 196 er-Râzî, a.g.e., C.30, s. 80. 197 Muzzemil, 73/7. 198 et-Taberî, a.g.e., C.29, s. 131.
41
Bu âyetteki “���” kelimesi hakkında çeşitli görüşler vardır. İbn Cüzey şöyle der:
“Burada “Sebh”, işlerde tasarruf etme ve meşgul olma manasınadır. Yani, işlerinle meşgul
olman için gündüz sana yeter. Geceyi de Rabbine ibadete ayır.”199 Müberred, ise “gerekli
olan şeyler için çabalaman, dönüp dolaşman...” manasını vermiştir. Bundan ötürü, eliyle-
ayağıyla çabalayıp tersyüz yaptığı için yüzen kimseye “sabih” denmiştir. 200
Râzî âyetin manasının ne demek olduğu hususunda şu iki izahın yapılabileceğe
görüşündedir:
1) Gündüz işlerin için dönüp-dolaşman, çalışıp-çabalaman söz konusudur.
Dolayısıyla sen Allah’a ibadet için ancak geceleyin boşalırsın. Binaenaleyh sana gece
namaz kılmanı emrettim.
2) Zeccâc “Eğer geceleyin uyku ve istirahat gibi şeyleri temin edemezsen, gündüz
boş vaktin var. Dolayısıyla bu vaktini bunlara harca” manasını vermiştir.201
“���” kelimesi “hî” ile “ �ْ�َ/ً� ” şeklinde de okunmuştur ki bu da, yünün atılıp
çırpılması manasındaki, “sebhi’s-sûf” ifadesinden alınmıştır. Çünkü gündüz kalb,
meşguliyetler sebebiyle darmadağınık olur ve çeşitli sebepler yüzünden kalbin himmetleri
farklı farklı olur.202
İbnü’l-Arabi (543/1148) ise “sebh” kelimesini “hi” ile okunursa “rahatlık”
anlamına geldiğini söylemektedir.203 Bunun dışında “uyku” anlamında da diyenler de var.
Buna göre “et-tesbîh”, “ağır uyku” demektedir.204
Abdullah b. Abbas ve Katade bu âyeti şu şekilde izah etmişlerdir. “Şüphesiz ki
senin için gündüzün uzun bir boş zaman vardır. Geceleyin ibadet et. Gündüzün bu boş
199 es-Sabuni, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefasir, trc. Sadreddin Gümüş ve Nedim Yılmaz, İstanbul: Ensar Neşriyat Yay, 1992, C.7, s. 105. 200 er-Râzî, a.g.e., C.30, s. 156. 201 et-Taberî, a.g.e., C.22, s. 216. 202 er-Râzi, a.g.e., C.30, s. 156. 203 İbnü’l-Arabi, Ebu Bekir Muhammed b. Abdullah, Ahkâmu’l-Kur’ân, Beyrut: Dâru’l-Cîl, ts., C.4, s. 1877. 204 A.g.e., C.4, s. 1877.
42
zamanında da uyursun.”205 Abdullah b. Abbas ve Katade’nin bu izahtan : “sen geçeleyin
çokça ibadet et, nasıl olsa dinlenmek için gündüz vakitlerinde boş zamanın var, bu
vakitlerde uyursun” kast etmişlerdir.
İbn-i Zeyd bu âyeti şöyle izah etmiştir: “Şüphesiz ki senin, gündüzün ihtiyaçlarını
karşılaman için uzun bir zamanın vardır. O halde geceni dinine ayır.206
Neticede âyetteki “sebh” kelimesi, “yüzme” anlamının yanında, mecaz olarak, “ih-
tiyaçlar ve türlü meşguliyet alanları için koşuşturma, gidip gelme, dolaşıp durma” şeklinde
de açıklanmıştır.207 Burada Hz. Peygamberimiz’e ve bütün müminlere, gündüz vakitlerinde
rızıklarını aradıkları için daha meşakkatli olduğu vurgulanmaktadır. Bu yüzden böyle bir
vakitte insanların fazla meşguliyetlerden dolayı stresli olabileceklerini ve bunun için de
ibadet etmek için en uygun zaman geceleyin olduğu anlatılmaktadır.
4. 4. Namaz Kılmak ve Dua Etmek
“Tesbih” kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de namaz anlamına da gelmektedir. Zira
namaz, evrendeki tesbih faaliyetine şuurlu ve en mükemmel bir katılımdır.208
“Onların dediklerine sabret; güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini
hamd ile tesbih et; gece saatlerinde ve gündüzleri de tesbih et ki Rabbinin rızasına
eresin.”209
Râzî’ye göre Âlimler, buradaki “tesbih”in ne demek olduğu hususunda şu iki
şekilde ihtilaf etmişlerdir: Âlimlerin çoğu, bununla namazın murad edildiği
kanaatindedirler. Bu görüşte olanlar, şu üç değişik görüşü ortaya atmışlardır:
1) Âyet, beş vakit namaza delâlet eder, fazlasına ve noksanına değil... Buna göre
İbn Abbas (r.a): “Beş vakit namaz bu âyette mündemiçtir.” “Güneşin doğmasından evvel”
205 et-Taberî, a.g.e., C.29, s. 131. 206 A.g.e., C.29, s. 131 207
Hayrettin Karaman, ve Dğr, Kur’ân Yolu, Ankara: T.D.V. Yay, 2003, C.5, s. 410. 208 Öztürk, Yaşar Nuri, Din ve Fırat, İstanbul: Yeni Boyut Yay, 2. bs., 1992, s. 114. 209 Taha, 20/130.
43
ifadesi, sabah namazına, “(Güneşin) batmasından evvel” ifadesi de öğle ve ikindi namazına
delâlet eder. Çünkü bu ikisi, güneşin batmasından evveldir. Âyetteki, “Gecenin bir kısım
saatlerinde... tesbih et” ifadesi akşam ve en son olan yatsı namazını içine alır. “Gündüzün
etrafında” ifadesi de, gündüzün iki tarafında olan sabah ve akşam namazlarını, te'kid eden
bir ifade olmuş olur. Bu tıpkı, Bakara suresinin 238. âyetindeki210 “salat-ı vusta” ifadesi
gibi (te’kiddir).
2) Âyet, beş vakit namaza ve fazlasına delalet eder. Âyetin beş vakit namaza
delalet edişi şöyledir: Zaman, ya güneşin doğuşundan evvel veya batışından evveldir. O
halde, gece ile gündüz bu iki ifadeye dâhildir. Dolayısıyla farz namazların vakitleri, bu iki
ifade ile anlatılmıştır. Âyette geriye, “Gecenin bir kısım saatleri” ve “Gündüzün etrafı"
ifadeleri kalır. “Gündüzün etrafı” ifadesi, nafile namazlara aittir.
3) Âyet, beş vakit namazın bir kısmına delâlet eder. Buna göre, “güneşin
doğmasından evvel” ifadesi, sabah namazına; “batmasından evvel” ifadesi, ikindi
namazına, “gecenin bir kısım saatleri” ifadesi, akşam ve yatsı namazına aittir. Binaenaleyh
öğle namazı, hariçte kalmış olur. Birinci görüş daha kuvvetli olup, nazarı dikkate alınması
daha uygundur. Bütün bu görüşler, âyetteki “tesbih et” ifadesini “namaz kıl” manasına
aldığımızda söz konusudur. Ebu Müslim: “Tesbih et” ifadesini, Cenâb-ı Hakk’ı tenzih et”
manasına hamletmek uzak bir ihtimal değildir. Buna göre âyet, “Bu sayılan vakitlerde
Allah’ı tenzih et” demektir” der. Bu görüş, âyetin zahirine ve bahsi geçen şeylere daha
uygun bir görüştür. Çünkü Allah Teâlâ, Hz. Muhammed (s.a.s)’e önce, onların ileri
sürdükleri yalanlama, şirk ve küfürlerine sabretmesini emretmiştir. Buna uygun olan ise,
peygamberliğinin devam etmesi, onu ortaya koyabilmesi ve ona çağırabilmesi için, Allah’ı
tenzihi emretmesidir. İşte bundan ötürü, Cenâb-ı Hak, bütün vakitleri kapsayacak genel bir
ifade kullanmıştır.211
[Zekeriya] yalvardı: “Ey Rabbim! Bana bir işaret göster!”. “İşaretin şudur ki,”
denildi, “üç gün boyunca yüz işaretleri dışında insanlarla konuşma! Rabbini hiç durmadan
210 “Namazlara; bilhassa salat-ı vusta’ya devam edin.” (Bakara, 2/238). 211 er-Râzî, a.g.e., C.22, s. 115-116.
44
an ve gece gündüz O’nun sınırsız şanını yücelt!” 212 âyeti, tesbih kelimesinin namaz
anlamına geldiğini gösteren âyetlerindendir.
Âyetteki “şanını yücelt” ifâdesi hakkında şu iki görüş zikredilmiştir:
1) Bundan murad, “namaz kıl” demektir. Çünkü namaz da “Tesbih” diye
adlandırılmıştır. Nitekim Cenâb-ı Hak, Rum suresinin 17 âyetinde “Haydi akşama girerken
ve sabaha ererken Allah’ı “tesbih edin” (Yani namaz kıl) buyurmuştur. Namaz içinde tesbih
de yapıldığından ötürü, namazın “Tesbih” diye adlandırılması caiz olmuştur. İşte burada
delil, şu iki bakımdan bu ihtimalin olabileceğini göstermektedir.
a) Şâyet biz bu ifâdeyi “tesbih” ve “tehlîl” etme manasına alır isek, bu âyet ile
bundan önceki “Rabb’ini çok zikret” âyeti arasında bir fark olmazdı. Binâenaleyh bu bâtıl
olmuş olur. Çünkü bir şeyin yine kendisine, (aynısına) atfedilmesi caiz değildir.
b) Bu, Hak Teâlâ’nın, “Gündüzün iki tarafinda namaz kıl” şeklindeki Hûd,
suresinin 114 âyetine son derece uygundur.
2) Hak Teâlâ’nın “Rabb’ini çok zikret” ifadesi lisân ile zikretme mânâsına
hamledilir.213
Konu daha açık olması için şu âyetlere bakmamızda yarar vardır. “Öyleyse akşam
vaktine girdiğinizde ve sabah kalktığınızda Allah’ın sınırsız şanını yüceltin; Göklerde ve
yerde her türlü övgünün O’na mahsus olduğunu [görerek] öğle vaktinde de sonrasında da
[O’nu yüceltin].”214
“O halde sıkıntılara karşı sabırlı ol; çünkü Allah’ın vaadi mutlaka gerçekleşecektir,
günahların için bağışlanma dile ve Rabbinin şanını sabah akşam yücelt.”215
212 Al-i İmran, 3/41. 213 er-Râzî, a.g.e., C.8, s. 37. 214 Rum, 30/17. 215 Mü’min, 40/55.
45
“O halde [ey müminler,] onların söyleyebilecekleri her şeye karşı sabırlı olun ve
güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbinizin sınırsız ihtişamını yüceltin ve hamd
edin; geceleri ve her namazın sonunda O’nun şanını yüceltin.”216
Bu âyette gecenin bir bölümünde yapılması emredilen tesbih’ten neyin kastedildiği
hakkında farklı görüşler zikredilmiştir.
İbn-i Zeyd’e göre, gecenin bir bölümündeki tesbih’ten maksat, yatsı namazıdır.
Mücahid’e göre ise geceleyin kılınan herhangi bir namazdır, Taberî, âyetin genel ifadesine
bakarak Mücahid’in görüşünün daha uygun olduğunu söylemiş ve bu ifadeden maksadın
sadece yatsı namazı olmayıp hem akşam hem de yatsı namazı olduğunu söylemenin daha
isabetli olacağını bildirmiştir. Hz. Ali, Hz. Hüseyin, Ebu Hureyre, İbn-i Abbas, Şa’bî,
Mücahid, Katade, Evzai ve Abdullah b. Muhacir’e göre “Secdeden sonra tesbih”ten
maksat, akşam namazının farzından sonra kılınan iki rekat sünnettir. Taberî bu görüşü
tercih etmiştir.217
Hz. Aişe (r.anh.) Resulullah’ın şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor: “Kim on iki
rekat sünnete devam edecek olursa Allah onun için cennette bir ev yapacaktır. Bunlar
öğleden önce dört rekat, öğleden sonra iki rekat, akşamdan sonra iki rekat, yatsıdan sonra
iki rekat ve sabah namazından önce iki rekattır.218
Bu hususta diğer bir âyet de şudur: “Siz ey imana ermiş olanlar! Allah’ı çokça
anın, ve sabah akşam O’nun şanını yüceltin.”219
Seyyid Kutub bu âyetle ilgili olarak şunları söylemektedir: “Allah’ı anmak”
kavramı, namazdan daha geniş kapsamlıdır. Çünkü bu kavram Rabb’i anmanın ve O’nunla
kalpten ilişki kurmanın her türünü, her biçimini içerir. Bu anmanın dile dökülmesi ya da
gizli yapılması önemli değildir. Amaç, biçimi ne olursa olsun, yüce Allah ile canlı, sıcak ve
216 Kaf, 50/39-40. 217 et-Taberî, a.g.e., C.26, s. 180-181. 218 et-Tirmizî, “es-Salah”, 306. 219 Ahzab, 33/41-42
46
duygulandırıcı bir ilişki kurmaktır. İnsan kalbi yüce Allah ile ilişki kurmadığı, O’nu
anmadığı, O’nunla başbaşa olmadığı anlarda boştur, ihtirasların oyuncağıdır, şaşkındır.
Fakat yüce Allah’ı andığı, O’nunla ilişki halinde olduğu anlarda dolu, ciddi ve kararlı olur;
yolunu-yöntemini bilir; nereden kalkıp nereye gideceğinin, adımlarını nereye doğru
atacağının bilincinde olur. Bu yüzden gerek Kur’ân-ı Kerim ve gerekse Peygamberimiz sık
sık Allah’ı anmamızı teşvik ederler. Kur’ân “Allah’ı anmak” ile insanın geçirdiği bazı
vakitler ve durumları arasında bağ kurar. Amaç bu vakitleri ve durumları yüce Allah’ı
anmakla donatmak, yüce Allah ile ilişki halinde olmanın bilinci ile renklendirmektir; kalbin
Allah bilincinden yoksun kalmaması, O’nu unutmamasıdır.”220
Âyette ismi geçen “sabah” ve “akşam” vakitleri, kalpleri yüce Allah’ı anmaya
özendirici, duyguları bu amaca yöneltici nitelikte vakitlerdir. Çünkü bu anlarda somut
olarak görülüyor ki, yüce Allah durumları değiştiriyor, karanlıkları aydınlıklara ve
aydınlıkları karanlıklara dönüştürüyor; ama kendisi kalıcı ve süreklidir; ne değişir, ne
başkalaşır, ne halden hale dönüşür ve ne de kaybolur. Oysa O’nun dışındaki her şey değişir
ve başkalaşır; dönüşüme uğrar ve yok olur.”221 Seyyid Kutub’un yorumundan, âyette iki
vaktin isimlerinin zikredilmesi, insanın özellikle bu vakitlerde Allah’a yönelmesinin, O’nu
Yüceltmesinin, O’na ibadet etmesinin daha uygun olduğu anlaşılmaktadır.
4. 5. Gezegenlerin Allah’a Boyun Eğmeleri
Tesbih kelimesi, gezegenler için kullanıldığında, onların Yüce Allah’a boyun
eğmeleri manasına gelmektedir. Şu âyette olduğu gibi: “Geceyi ve gündüzü, Güneş’i ve
Ay’ı yaratan O’dur. Onların her biri bir yörüngede akıp gitmektedirler.”222
Âyette geçen “Felek” kelimesi gezegenlerin yörüngeleri demek olan “eflâk”in
tekilidir. Bu kelimenin aslı dönmek anlamındadır. Nitekim dönüp durduğu için kirmenin
220 Kutup, a.g.e., C.8, s. 336. 221 A.g.e., C.8, s. 336. 222 Enbiya, 21/33.
47
“felke”si de buradan gelmektedir.223
Bu kelimeyle ilgili birçok rivâyetler bulunmaktadır: Kurtubî, İbn Mes’ud’un şu
sözü aktarmaktadır: “Ben atımı adeta bir felekte dönüyormuş gibi bıraktım.” Atını dönüşü
dolayısıyla üzerinde yıldızların döndüğü semânın felekine benzetmiş gibidir. İbn Zeyd dedi
ki; Felekler yıldızların, güneşin ve ayın akıp gittiği yerlerdir. Bunlar sema ile arz
arasındadırlar. Katade ise şöyle demiştir: Felek semânın sabit olması ile birlikte yıldızlarla
beraber semâdaki bir dairesel dönüştür. Mücahid de şöyle demektedir: Felek, değirmenin
merkez noktasını ve eksenini teşkil eden demiri şeklindedir. ed-Dahhâk da şöyle demiştir:
Feleği, onun akışı ve hızlıca yol alışıdır. Feleğin dairesel bir dalga olduğu, güneş ve ay’ın
onun içinde aktığı da söylenmiştir.”224 Bu görüşlerden yola çıkarak, neticede “felek”
kelimesinin anlamı bir eksenin etrafında dönmek olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre
âyyetteki “felek” kelimesininin anlamı, yıldızların yörüngesidir.225
Âyetteki “her biri” ifadesiyle güneş, ay, yıldızlar, gezegenler, gece ve gündüz kast
edilmiştir. Bütün bunlar bir yörüngede yüzmektedirler. Suda yüzer gibi hızlıca akarlar ve
yol alırlar.226
İbn Sînâ (v. 428/1037) âyette geçen “ ن� kelimesi ile Yusuf suresinin 4’cü ” ی���
âyetinde: “Bir vakit Yusuf babasına şöyle demişti: “Babacığım! Ben [rüyamda] onbir
yıldız, güneş ve ayı gördüm: benim önümde saygıyla yere kapanmışlardı!” geçen “01ی���”
kelimesindeki çoğul şeklinin, akıl sahibi varlıklara mahsus bir şekil olduğuna dayanarak,
yıldızların da insanlar gibi konuşabilen canlılar olduğunu ileri sürmektedir. Oysa yıldızların
burada insanlara mahsus sîga ve çoğul bir kelimeyle vasıflanmaları onların canlı ve
konuşabilen varlıklar olduğundan değil, yaptıkları yüzme filinden dolayıdır.227
Sibeveyh’e göre ise: bu, yıldızların, akılı varlıklar gibi bir iş yaptıkları içindir. Ki
223 el-Kurtubî, Ebü’l-Hasan Ali Halef b. Abdülmelik İbn Battal, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’ân, Kahire, Dâruş-Şa’b, ts., C.11, s. 286. 224 A.g.e., C.11, s. 286. 225 er-Râzî, a.g.e., C.22, s. 144-145. 226 el-Kurtubî, a.g.e., C.11, s. 485 227 er-Râzî, a.g.e., C.22, s. 145.
48
bu görüş el-Ferrâ’nın açıklamasına yakındır. el-Kisaî ise: Burada “ ن� ve ”و“ fiilinin ” ی���
ile çoğul gelmesi âyet-i kerîmenin sonu oluşundan dolayı demektedir. Bir diğer görüşe ”ن“
göre asıl akıp yüzüş “yörünge” içindir. O bakımdan bu ona nispet edilmiştir. Kurtubî ise
gezegenin yörüngede aktığı görüşünün, daha doğru olduğu kanaatindedir. Ona göre bu yö-
rüngeler meleklerin alanıdır ve melekûtun esbabı olan tabaka tabaka olan göklerin dışında
yedi yörünge bulunmaktadır. Ay en yakın yörüngededir. Bundan sonra Utarit (merkür),
sonra Zühre (venüs), sonra Güneş, sonra Merih (mars), sonra Müşteri (Jüpiter), sonra Zuhal
(satürn), sonra burçların yörüngesi gelir, dokuzuncusu ise en büyük felektir.”228
İbn Abbas der ki: İğin iğ ağırsağı içinde döndüğü gibi dönerler. Mücahid de: Ne
iğ ağırsaksız ne de ağırsak iğsiz dönmez. Yıldızlar, güneş ve ay da ancak onunla, o da
ancak bunlarla döner.229
Neticede “Güneş, Ay ve dünyanın uçsuz bucaksız fezada döndüklerini bugünkü
modern ilim de ispat etmektedir. Bu da Kur’ân’ın ebediyete kadar mucize olduğuna, O’nun
Allah tarafından sâdır olan bir vahiy olduğuna ve insanoğluna büyük bir nimet olduğuna
delâlet etmektedir.”230
4. 6. Melekler, Ruhlar, Gâziler, Atlar ve Gemilerin Hızlı Hareket Etmeleri
Tesbih kelimesi yukarıda belirttiğimiz anlamlardan dışında, melekler, ruhlar,
gâziler, atlar ve gemilerin hızlı hareket etmeleri gibi anlamlara da gelmeketedir. Nitekim
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır:
“Düşün bu [yıldız]ları, batmak üzere yükselen ve [yörüngelerinde] istikrarlı
şekilde hareket eden, ve [uzayda] sakin sâkin yüzen, ve hızlı şekilde [birbirini] izleyen”231
Âyette geçen “[uzayda] sakin sâkin yüzen”, ifadesi ile ilgili farklı görüşler ileri
sürülmüştür.
228 el-Kurtubî, a.g.e., C.11, s. 286 229 İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.3, s. 238. 230 Bkz. ez-Zühaylî, a.g.e., C.17, s. 47. 231 Nâziat, 79/1-4.
49
1) Abdullah İbn Mes’ud, bunları melekler olduğunu söyler. Hz. Ali, Mücahid, Saîd
İbn Cübeyr ve Ebu Salih’den de buna benzer bir ifâde nakledilmiştir.
2) Mücahid ise bu ifade ile ölümü kast etmiştir der.
3) Katade’ye göre: Kendi yörüngelerinde hızla dönüp dolaşan yıldızlar demektir.
4) Ata İbn Ebu Rebâh’a göre: Bununla denizde sürat yapan gemilere işarettir.232
Bu görülşerin dışında savaşlarda Allah düşmanlarına doğru dört nala koşturulan
atlara ve süvari birliklerine işaret ettiğini söylemişlerdir.233
Taberî, âyetin genel anlamda olduğunu, bütün bunları ve benzeri yüzen herşeyi
kapsadığını söylemiştir.234
Râzî, Hz. Ali, İbn Abbas ve Mesrûk’un naklettiği görüşlerine dayanarak âyette
geçen “yüzenler” kelimesiyle melekler kast edildiği görüşünü benimsemiştir. Ona göre
melekler müminlerin ruhlarını yavaş yavaş ve aralıklarla alırlar. Yani o ruhu tıpkı kişinin
suda yavaşca yüzdüğü gibi yumuşak almaya çalışırlar. Çünkü insan suda boğulmamak için
çok yavaş bir şekilde hareket eder. Buna göre müminlerin canına şiddet dokunmasın diye,
melekler çok merhamet ve şefkat göstermektedir.235
Bu âyetlerin içinde geçen bu kelimelerin bu şekilde birçok mânâya gelme
ihtimalinden dolayı burada tefsirciler de birçok yorum nakletmişlerdir.
Büyük müfessir Elmalılı “yüzenler” kelimesinin insanların nefisleri olduğunu
söylemektedir. Bunun da iki ayrı yorumu vardır. Ona göre: bedenden neşeli olarak çıkan
232 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.4, s. 600. 233 Beğavi, Ebu Muhammed Muhyissünne Hüseyin b. Mesud, Tefsirü'l Beğavi, Beyrut: Dârü’l-Ma’rife, 1987, C.I, s. 324; Yıldırım, Celal, İlmin Işığında Asrın Kur’ân Tefsiri, İzmir: Anadolu Yay, 1989, C.13, s. 6563 234 et-Taberî, a.g.e., C.30, s. 30. 235 er-Râzî, a.g.e., C.31, s. 26.
50
nefisler ruhlar aleminde yüzerler. Yüzdükten sonra mükaddes bölgeye giderler. Bu nefisler
şeref ve kudreti nedeniyle melekler sırasına ve hatta onlardan ileri geçmektedirler.236 Yine
ona göre: “Gâziler veya elleri veya atları ki, elleri silahlarını doldurur çeker, oklarını,
mermilerini kolayca atarlar, karada ve denizde yüzer giderler, düşmanla savaşta yarışıp ileri
geçerler, sonra onların işlerini yönetirler. Bu özellikler gazilerin atlarında da düşünülebilir.
Şu kadar var ki, atların iş yöneticisi olmaları, sebebiyet alakası ile mecaz olur. Yani atlar iş
çevirip yönetmeye sebep oldukları için, mecaz olarak onlara da iş çevirici denilebilir.”237
Görüldüğü üzere müfessirler âyetteki “sakin sâkin yüzen” ifadesi ile ilgili olarak
farklı görüşler belirtmişlerdir. Bazılarına göre: meleklerdir. Bazılarına göre: ruhlardır yada
gemilerdir vs. Fakat bize göre burada asıl önemli olan o varlıkların yüzmeleridir. Yüce
Allah onlara verdiği emirleri yerine getirmektedirler. Yani O’nun koyduğu kanunlara
boyun eğmektedirler.
5. CANLI VARLIKLARIN TESBİHİ
Canlı varlıklar, akıllılar ve akıllsızlar olarak iki şekilde telaki edilmektedir.
Bunların mahiyeti farklı olduğundan tesbihlerinin mahiyeti de bazı yönlerden farklılık arz
edecektir. Meraği (v. 1371/1952) bu noktada şunları söylemektedir: “Akıllılar Rabb’ini
“Subhanallah” sözüyle ve hallerinin Allah’ın birliğine delalet etmesi suretiyle tesbih
ederler. Gayri akiller ise ancak ikinci bir yolla tesbih ederler ki o da, yaratılmış olmalarıyla
Allah’ın varlığına, birliğine ve kudretine acık bir şekilde delalet etmeleridir.”238
Şimdi “En güzel bir şekilde yaratılan”239 ve yaratılış gayesi ancak “Allah’a
kulluk”240 olan insanın Allah’ı nasıl tesbih ettiğini, O’na nasıl boyun eğdiğini, O’nun
varlığını nasıl haykırdığını izah etmeye çalışacağız.
236 Elmalılı, a.g.e., C.8, s. 511. 237 A.g.e., C.8, s. 511. 238 el-Merâği, Ahmed Mustafa, Tefsiru’l-Merâği, 5. bs., Kahire: Mustafa el-Babi el-Halebi, 1974, C.15, s. 51. 239 Tin, 95/4. 240 Zariyat, 51/56.
51
5. 1. Meleklerin Tesbîhi
Bu evrende var olan her şey yüce Allah’ı tesbih etmektedir.241 O bu evreni
yaratmadan once melekleri yaratmıştır.242 Biz ilk olarak bu varlıkların, mahiyeti ve
görevlerinin üzerinde durmadan önce “melek” kelimesinin üzerinde durmak istiyoruz.
“Melek”, dilde kuvvetli yönetim sahibi anlamına gelir. “Le’eke” kökünden gelen
bu kelimenin aslı, mel’ek’tir. Esasen “le’eke”nin aslı da “eleke”dir. Mimli mastardan
“me’lek”tir. Arapçada harflerin yeri değiştirilerek söylenen bazı kelimeler vardır. Bu
babdan olarak “me’lek” de “mel’ek” şekline sokulmuş, sonra ortadaki hemzesi de kaldırılıp
“melek” şekline konmuştur. “Eleke” gönderdi; “me’lek” ise elçilik etmek demektir.
Allah’ın buyruklarını taşımak ve yerine getirmekle görevli elçiler olduğu için bu ruhsal
varlıklara melek denmiştir.”243
“Melekler, yüce nûranî, latîf yaratılışlı, mâhiyetlerini ancak Allah’ın bildiği
birtakım güçlü varlıklardır. Asıl rûhânî biçimleriyle onları bu gözle görmek mümkün
değildir. Fakat onlar, istedikleri şekle bürünüp görünebilirler. Yerde, gökte, her tarafta
bulunurlar. Bir anda yeri ve gökleri dolaşabilirler, çok ağır işleri bir anda yapma gücüne
sahiptirler. Meleklerde erkeklik, dişilik olmadığı gibi, yorulma ve usanma da yoktur.
Allah’a isyan etmezler, dâima O’na itaatle meşguldürler. Meleklerde günâh işleme yeteneği
yoktur.”244
“Meleklerden bir kısmının görevi, yalnız Allah’a ibâdet etmektir. Bir kısmı
Allah’ın verdiği görevleri yaparlar. Allah’ın Arşını taşıyan, Arşı tavaf eden, dâima zikir ve
tehlîl ile meşgul olan melekler bulunduğu gibi; rüzgârları savuran, yağmurları yağdıran,
depremleri oluşturan melekler de vardır. Yani tabiat kanunları ve güçlerinden tutun da
peygamberlere vahiy taşıyan Hz. Cibril’e kadar çok çeşitli derece ve yaratılışta melekler
241 “Yedi gök ile yer ve onların içinde yer alan her şey O’nun sınırsız kudret ve yüceliğini anmaktadır; O’nun yüceliğini, aşkınlığını övgüyle yankılamayan bir tek nesne yoktur: ne var ki siz onların yücelemelerini anlayamıyor, kavrayamıyorsunuz. Yine de, hem çok bağışlayıcı, hem de halîm olan O’dur.” (İsra,17/44). 242 İbrahim, Ahmed Şevki, Tesbihü’l-Kevn, Kahire: Nahdatu Mısr li’t-Tıbaa ve’n-Neşr, 2003 s. 55 243 Ateş, “melek”, md., Kur’ân Asiklopedisi, C.13, s. 155 244 A.g.e., C.13, s. 155-156.
52
mevcuttur. İnsanların yaptıkları işleri kaydeden iki melek de vardır ki bunlara hafaza,
“kirâmen kâtibîn” melekleri denir. Bunlar, insandan hiç ayrılmaz ve onun yaptığı her işi
kaydederler. Yüce Allah, İnfitar suresinin 11 âyetinde “Sizin üzerinizde (yaptıklarınızı ve
söylediklerinizi) zaptedici melekler vardır. Onlar değerli yazıcılardır, işlediklerinizi
yazarlar.” buyurmaktadır.”245
Görüldüğü üzere meleklerin mahiyetleri insandan farklı olduğundan dolayı
tesbihlerinin mahiyeti de insanınkinden farklı olması pek mantıklıdır. Melekler de kendi
lisanlarıyla Allah’ı tesbih etmektedirler. Bu durum şu âyetlerde açıkça belirtilmektedir.
“Rabbinin yanında olanlar, büyüklük taslayıp O’na kulluktan geri kalmazlar,
(dâima) O’nu tesbîh ederler ve O’na secde ederler”246 âyetinde, Allah’ın huzurunda
bulunanların, O’na kulluktan böbürlenmeyecekleri, O’nu tesbîh ve O’na secde ettikleri
bildirilmektedir.247 Âyette geçen “Rabbinin yanında olanlar” ifadesini yorumlayan
müfessirler, bunların melekler olduğunu söylemişlerdir.”248
Âyetten anlaşıldığı üzere Melekler Rablerinin büyüklüğünü uygun sıfatlarıyla
tanımaktadırlar. Onlar Yüce Allah’ı noksan sıfatlarından tenzih etmektedirler.
Yeryüzündeki bazı akılsızların O’na karşı yaptıkları saygısızlıklardan dolayı
utandıklarından ötürü yüzlerini yere koyup Yüce Allah’tan özür dilemektedir. O’na secde
eder, boyun eğer ve O’nun emirlerini gereği gibi yerine getirirler.
“Melekleri, arşın etrafını çevirmiş oldukları halde, Rablerini hamd ile överken
görürsün. Artık insanların aralarında adaletle hüküm olunmuştur. “Övgü, Alemlerin Rabbi
245 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Ahmed Hasan eş-Şeyh, el-Melâiketu Hakîkatuhum Vucûduhum Sıfâtuhum, Trablus: Jarrous Press, 1991, s. 7-8. 246 A’râf, 7/206. 247 Ateş, Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, 1989, C.3, s. 437. 248 eş-Şevkâni, Ebu Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Havlani, Fethu’l-Kâdir, 2. bs., Kahire: Mustafa el-Babi el-Halebi, 1964, C.2, s. 409; İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm C.2, s. 373; Bayraklı, Bayraktar, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’ân Tefsiri, İstanbul: Bayraklı Yayınları, 2003, C.7, s. 459-460.
53
olan Allah içindir” denir..”249 âyetinde de Allah’ın huzurunda bulunanların, gece gündüz
hiç usanmadan O’nu tesbîh ettikleri vurgulanmaktadır.
Bu âyette meleklerin iki durumda oldukları söz konusudur: “ اْ 6َْ�ِشَح�-� 0َ 0ْ4ِ َحْ�ِل ”
(Arşın çevresinde dönerler) ve diğer durum ise “7ْ*ِ�َن ِبَ�1ِ9ْ َرب� Rablerini hamd ile) ”ُیَ���ُ�
anarlar)
Yüce Allah’ın arşını taşıyan melekler 8 tanedir. Bunlar kıyamet gününde de aynı
şekilde arşını taşıyacaklardır.“Ve melekler onun başlarında [duracak]; ve onların da
üstünde, o Gün sekiz(i) Rabbinin kudret ve egemenlik tahtını taşıyacak”250 âyeti bunu
açıkca ifade etmektedir. İbn Tahman, Musa b. Ukbe’den rivâyet ediyor. O Muhammed b.
el-Münkedir’den, o Cabir b. Abdillah el-Ensarî’den dedi ki: Rasûlullah (sav) buyurdu ki:
“Bana Arş’ın taşıyıcılarından olup Allah’ın meleklerinden bir melek hakkında (sizlere) söz
etmem için izin verildi. Onun kulağının yumuşağı ile omuzu arasındaki mesafe yedi yüz
yıldır.”251 Bunun dışında Yüce Allah’ın arşının etrafına dolaşan ve tavaf ederek tesbih eden
melekle252 de bulunmaktadır.
Allah’ın arşını taşıyan ve onun etrafına dalaşan melekler amel bakımından da
farklılık arz etmektedirler. Allah’ı hamd ile tesbih edenler. Müminler için istiğfar eden
melekler. Kur’ân-ı Kerim’de “Gökler neredeyse üstlerinden çatlayacak. Melekler Rablerini
överek tesbih eder ve yeryüzünde bulunanlar için O’ndan bağışlanma dilerler. İyi bilin ki
Allah Şüphesiz bağışlayandır, merhametli olandır”253 buyrulmaktadır.
Kurtubî âyetteki “Rabblerini hamd ile tesbih ederler.”ifadesi ile ilgili olarak şunu
söylemektedir: “Onlar bu hamd ve tesbihlerini ibadet olsun diye değil, bununla lezzet
almak üzere yapacaklardır. Yani onlar Rabblerine şükretmek üzere Arşın etrafında dua
eder, namaz kılarlar.254 es-Salebî dedi ki: Araplar “tesbih” lafzı ile birlikte “be” harfini kimi
249 Zümer, 39/75. 250 Hakka, 69/17. 251 el-Kurtubî, a.g.e., C.18, s. 267. 252 İbrahîm, a.g.e., s. 56. 253 Şura, 42/5. 254 el-Kurtubî, a.g.e., C.15, s. 287.
54
zaman kullanırlar, kimi zaman hazf ederler ve şöyle derler: “ Rabbini hamd“ ” رب.-��� ب�19
ile tesbih et”, “رب. ح19ا ���-” “Allah’a hamd ederek tesbih et.”255
Diğer âyetlerde ise Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Eğer büyüklük taslarlarsa
(bilsinler ki) Rabbinin yanında bulunan (melek)ler, gece gündüz O’nu tesbih ederler ve
onlar hiç usanmazlar.”256
“Neredeyse gökler üstlerinden çatlayacaklar. Melekler Rablerini hamd ile tesbih
ederler; yerdekiler için de mağfiret dilerler. İyi bil ki Allah, işte çok bağışlayan, çok
esirgeyen O’dur.”257
Burada “Melekler Onu nitelendirilmesi caiz olmayan ve celaline yakışmayan
şeylerden tenzih ederler. Müşriklerin cesaretlerinden ötürü hayret ederler, diye de
açıklanmıştır. Çünkü hayret edilen şeyler görüldüğünde tesbih ile zikir yapılır.”258 Kurtubî
bu yorumundan sonra âyetle ilgili olarak şu hadisi zikir eder: “Ali (r.a)’dan rivâyete göre o
şöyle demiştir: Onların tesbihleri, müşriklerin Allah’ın gazabına maruz kalacak şekilde
neler yaptıklarını görüp, hayret etmelerinden dolayıdır. İbn Abbas da şöyle demektedir:
Onların tesbihleri, gördükleri yüce Allah’ın azameti karşısında zilletle boyun eğmelerinden
ötürüdür. “Rabblerini hamd ile” buyruğu da Rabblerinin emri ile anlamındadır.”259
Râzî âyetle ilgili olarak şunu söylemektedir: “Meleklerin Gece Gündüz Tesbihleri
Hak Teâlâ’nın “Onlar gece gündüz ara vermeyerek (O’nu) tesbih ediyorlar” ifadesi,
“Onların tesbihleri her zaman devam eder. O tesbihi, hiçbir şeyde meşgul olmaları
zedelemez, engellemez” demektir.”260
Bizim anladığımıza göre meleklere insanlar gibi bir takım görevler verilmiştir.
İnsanlardan bazıları verilmiş bu görevini yerine getirmemektedirler. Melekler için böyle bir
255 el-Heysemi, Ebü’l-Hasan Nureddin Ali b. Ebi Bekr b. Süleyman, Mecmaü'z-Zevaid ve Menbaü'l-Fevaid, 2. bs., Beyrut: Dârü’l-Kitâbi’l-Arabi, 1967, C.2, s. 190. 256 Fussilet, 61/38. 257 Şûra, 62/5. 258el-Kurtubî, a.g.e., C.16, s. 4. 259 A.g.e., C.16, s. 4. 260 er-Râzî, a.g.e., C.27, s. 112.
55
şey söz konusu değildir. Onlar görevlerini hiç aksatmadan yerine getirirler bunun yanında
“sübhanallah” demeleriyle usanmaksızın sürekli olarak Allah’ın tesbih etmektedirler. Şunu
unutmamak gerekir ki; Yüce Allah’ın onların ibadetlerine ve tesbihatlarına ihtiyacı yoktur.
Her şey O’na ister istemez boyun eğmek zorundadır. İşte her şeyin Allah’ı tesbih etmesi
yüceliğinin ve kudretinin eseri olmasındandır. İşte melekler de bu durumun neticesi olarak
görevlerini harfiyen yapmkata ve bıkmadan, usanmadan sürekli şekilde Allah’ı tesbih
etmekte, O’na hamdü senâda bulunmaktadır. Dolayısıyla melekler de kendi halleri gereği
bir şekilde evrensel tesbih faaliyetine katılmaktadırlar.
5. 2. Cinlerin Tesbîhi
Sözlükte “örtmek, örtünmek, gizli kalmak” anlamındaki “c-n-n” kökünden türeyen
bir isim olup tekili olan cinni “örtülü ve gizli şey” mânasına gelir.261 Terim olarak
“Duyularla idrak edilemeyen, insanlar gibi şuur ve iradeye sahip bulunan, ilãhî emirlere
uymakla yükümlü tutulan ve mümin ile kãfir gruplardan oluşan varlık türü” anlamına
gelir.262
İslâm öncesi Arap toplumunun inancında ruhlar âleminin iyi ve kötü güçlerin
önemli bir yeri vardı. Bazı taş ve ağaçlarda kuyu, mağara ve benzeri yerlerde insan hayatına
tesir eden varlıkların mevcudiyetine inanılıyordu. Ruhlar âleminin iyi ve faydalı olanların
meleklerle cinlerin bir kısmı kötü ve zararlı olanların da şeytanlar ve cinlerin diğer kısmı
teşkil ediyordu. Câhiliye Araplari cinleri yeryüzünde oturan ilâhlar olarak kabul ediyor,
meydana gelen pek çok olay onların yaptıklarına inanıyorlardı. Kur’ân-ı Kerîm’in
261 İbn Manzûr, a.g.e., “c-n-n”, 262 Şahin, M. Süreyya, “cin” md., DİA, İstanbul: T.D.V. Yay, 1993, C.8, s. 5.
56
bildirdiğine göre Kureyşliler cinlerle Allah arasında soy birliğinin olduğunu ileri sürüyor263
cinleri Allah’a ortak koşuyor264 ve cinlere tapıyorlardı265.
Cinnin varlığı Kur’ân ve sünnet ile sabittir. Kur’ân-ı Kerim’de “Cin” kelimesi 22
kez, “Cinler” demek olan (cinin çoğulu) “Cann” kelimesi 7 kez; Yine cinin çoğulu olan
“Cinneh” kelimesi de 10 kez geçmektedir.266 Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey cin ve
insan topluluğu! Size âyetlerimi anlatan, bugünle karşılaşmanızdan sizi uyaran
peygamberler gelmedi mi?” “Kendi hakkımızda şahidiz” derler. Dünya hayatı onları aldattı
da inkarcı olduklarına, kendi aleyhlerinde şahidlik ettiler.”267
“Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresini aşıp geçmeye gücünüz
yetiyorsa geçin! Ama Allah’ın verdiği bir güç olmaksızın geçemezsiniz ki!”268
İnsanlardan nasıl inanan ve inanmayan varsa yukarıda belirtiğimiz gibi cinlerden
de inan ve inanmayan vardır.269 Yüce Allah onları uyarmak ve O’na ibadet etsinler diye Hz.
Peygamberimizi göndermiştir. Peygamber onlara Kur’ân okuyordu. Cinlerden bazıları yüz
263 “Bazıları da Allah ile bütün görünmez varlık türleri arasında bir yakınlık uydurdular; oysa bu görünmez varlıklar [da] pekala bilir ki, onlar, [bu şekilde Allah’a isnadda bulunanlar,] mutlaka [Hesap Günü O’nun huzurunda] yargılanacaklardır: [çünkü] Allah, insanların geliştirdiği her türlü tasavvurun üstünde, sonsuz yüceliktedir.” (Sâffât 37/ 158), 264 “Ama bazıları bütün görünmez varlık türlerine Allah’ın yanında (O’na denk) bir yer yakıştırmaya başladılar, halbuki onları[n tümünü] yaratan O’dur; ve cehaletleri yüzünden O’na oğullar ve kızlar isnad ettiler! O, sonsuz ihtişam sahibidir ve insanların her türlü tasavvur ve tahayyülünü aşan bir yüceliğe sahiptir.” (En’âm 6/ 100) 265 “Melekler: “Sen, kudret ve egemenliğinde eksiksiz ve kusursuzsun!” derler, “Bize yakın olan [yalnız] Sensin, onlar değil! Hayır, onlar [bize ibadet ettiklerini zannettikleri zaman, aslında] duyuları ile kavrayamadıkları güçlere [körcesine] tapıyorlardı; çoğu onlara inanmıştı.” (Sebe’ 34/41 ). 266 Bâkî, Muhammed Fuad, el-Mu'cemü'l-müfehres li-elfazi'l-Kur’âni'l-Kerim, İstanbul: El-Mektebetü’l-İslâmiyye, 1982, “c-n-n” md. 267 En’am, 6/130. 268 Rahman, 55/33-34. 269 “Kuran’ı dinleyecek cinlerden bir takımını sana yöneltmiştik. Onlar Kuran’ı dinlemeğe hazır olunca birbirlerine: “Susun” dediler. Kur’ân’ın okunması bitince, her biri birer uyarıcı olarak milletlerine döndüler. Şöyle dediler: “Ey milletimiz! Doğrusu biz, Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan, gerçeği ve doğru yolu gösteren bir kitap dinledik.” “Ey milletimiz! Allah’a çağırana (Muhammed’e) uyun ve O’na inanın da Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi can yakıcı azabdan korusun. Allah’a çağırana uymayan kimse bilsin ki, Allah’ı yeryüzünde aciz bırakamaz; onların O’ndan başka dostları da bulunmaz; işte onlar apaçık sapıklıktadırlar. Gökleri, yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu görmezler mi? Evet; O her şeye Kadir’dir.”(Ahkaf, 46/29-33)
57
çevirerek, onu dinlemediler. Cinler akıllıdırlar. Bundan dolayı da mükelleftirler. Bazıları
mü’mindir bazıları da kâfirdir.270
el-İsfehâni (v. 502/1108) cinleri üç gruba ayırmaktadır:
1) Hayırlı olan, Allah’ın emrinden çıkmayan ve insana iyi şeyler ilham eden
melekler.
2) İnsanı aldatan şerre yönelten şeytanlar.
3) Hem hayırlılar hem de şerli olanlar.271
Biz, konumuzla alakalı olan cinler, yani hayırlı cinler üzerinde durmaya
çalışacağız.
Yüce Allah cinleri insanlardan önce yaratmıştır. O bütün mahlûkatı O’na ibadet
etme, secde ve tesbih yapma duygusuyla yaratmıştır. Bu duygu veya fıtrattan çıkan
kimseler büyük hüsrana uğramıştır. Yaratma sebebi de O’na ibadet etmektir. Bunu Kur’ân-ı
Kerim’de şöyle ifade etmektedir: “Cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etmeleri için
yaratmışımdır.”272
Bu âyette cinleri insanlardan önce zikretmesi, onların bu dünyada uzun bir
zamanda insanlardan önce yaratılması sebebiyledir.273 Bir diğer görüşe göre ise: “Cinlerin
ibâdeti gizli olup, o ibâdetlerin içine, büyük oranda riya giremediğindendir. İnsanların ise
ibâdetlerine gelince, bu ibâdetlerin içine riya karışabilir. Çünkü insan, Allah’a bazan,
hemcinsinden (insanlardan) dolayı, onlar için ibâdet eder. Bazan da, cinlerden haber almak,
yahut da onlardan korktuğu için ibâdet eder. Hâlbuki cinler böyle değildir.”274
270 İbrahîm, a.g.e.,, s. 63. 271 el-İsfehâni, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“C-n-n” md. 272 Zariyat, 51/56 273 İbrahîm, a.g.e., s. 62. 274 er-Râzî, a.g.e., C.28, s. 199.
58
Âyette “Bana kulluk etmeleri için yarattım” ifadesiyle ilgili şu görüşler
belirtmişlerdir: İbn Abbas’tan rivâyetle Ali İbn Ebu Talha bu ifadeyi şöyle açıklar: “
İsteyerek vaya istemeyerek Bana ibadeti kabul ve ikrâr etsinler diye yarattım.” İbn Cerîr de
bu görüşü benisemiştir. İbn Cüreyc ise: “Ancak Beni tanısınlar diye yaratmıştım”, şeklinde
açıklar.275 Ali b. Ebi Talib bu ifadeyi: “ Sadece Bana ibadet etmelerini emretmek ve buna
davet etmek için yaratmışımdır” diye açıklamıştır.276 Bütün bu açıklamalardan, cinlerin
insanlar gibi ibadet etme meyli ile yaratılmış varlıklar olduklarını anlaşılamaktadır.
Kurtubî “İbadet; itaat, taabbüd de ibadete kendini vermek demektir” diyerek. O
halde “Bana kulluk etmeleri için yarattım” buyuruğu Bana zilletle boyun eğsinler, emrime
uysunlar ve ibadet etsinler diye... demek”277 olduğu görüşünü benimsemektedir.
“De ki: Cinlerden bir topluluğun Kur’ân’ı dinlediği bana vahyolundu; onlar şöyle
demişlerdir; “Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kur’ân dinledik de ona
inandık; biz, Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız. Doğrusu Rabbimizin yüceliği her
yücelikten üstündür. O, zevce ve çocuk edinmemiştir.”278
Bu âyette, Kur’ân’ı dinleyen cinlerin kimler olduğu hususunda Âsım, Zer’den
şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Zevba’a ve adamlarından bir gurup (cin) Mekke’de Hz.
Peygamber (s.a.s)’in yanına geldiler. Hz. Peygamber (s.a.s)’in Kur’ân okuyuşunu
dinlediler, sonra da çekip gittiler. Râzî bu görüşü zikrettikten sonra, Ahkaf suresinin 29
âyetinde “Hani cinlerden bir gurubu Kur’ân dinlemeleri için sana çevirmiştik” şeklinde
anlatılan hadisenin bu olması gerektiğini, Şeysaban kabilesinden olduğunu ve sayıca en
kalabalık cin kabilesi olduğunu söylemektedir.279
Taberî âyette geçen “Ced” kelimesi ile ilgili olarak şöyle demektedir: “Abdullah b.
Abbas, Süddi, Katade ve İbn-i Zeyd’e göre “Ced” kelimesinin manası “Emir, saltanat ve
275 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.4, s. 303. 276 el-Beğavi, a.g.e., C.1, s. 380. 277 el-Kurtubî, a.g.e., C.17, s. 56. 278 Cin, 72/1-3. 279 er-Râzî, a.g.e., C.30, s. 135.
59
kudret” demektir. Buna göre âyetin manası şöyledir: “Cinler dediler ki: Rabîmizin emri,
saltanatı ve kudreti her şeyin üstündedir, yücedir.” İkrime, Mücahid ve Katade’den
nakledilen diğer bir görüşe göre “Ced” kelimesinden maksat, “Azamet ve celal” demektir.
Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: “Rabbimizin büyüklüğü ve celali pek yücedir.”
Hasan-ı Basri’ye göre “Ced” kelimesinden maksat, “Zenginlik”tir.280Sonra cinlerin bu
sözleriyle: “Rabbimizin mülk, saltanat, kudret ve azameti pek yücedir. Artık onun ne eşi
olabilir ne de çocuğu. Zira eş edinme, şehvani arzuları giderme acziyetinin bir neticesidir.
Rabbimiz ise böyle bir acizlikten beridir, münezzehtir” manasını kast ettiğini
söylemektedir.281 Ki bütün bu ifadeler tesbihin, cinlerinin faaliyetlerinden olduğu
anlaşılmaktadır.
İbn Kesir’in ifadesiyle: Cinler Allah’a teslim oldukları ve Kur’ânı dinledikleri
zaman O’nun eş ve çocuk edinmekten uzak olduğunu söylemişlerdir.282 Yani Yüce Allah’ı
tenzih etmişlerdir.
Bezzar, Hâkim ve İbn Cerir’den sahih bir hadis rivâyet etmişlerdir. Hadis şudur:
“Peygamberimiz (s.v.a.) cinlere Kur’ân okuyordu. Onu bitirdikten sonra dedi ki: “Ben
cinlere Kur’ân okudum, yani Rahman suresini. Onlar en güzel karşılığı veren oldular. Ne
zaman ben “ِن�َب�ُ�َ;: �ُ;9َ�ء َرب�=َ �ي?َ�ِ-َ” âyetini okusam onlar “Biz Senin nimetlerinden hiçbir şeyi
yalanlayamayız ey Rabbimiz. Hamd Sanadır” diye karşılık verdiler. Ki imanı tasdik etmek
ve hamd, Yüce Allah’a salat, secde ve tesbihtir.283
Neticede âyetlerden anladığımız şu ki: Mü’min olan cinler Yüce Allah’a şirk
koşmazlar. O’nun emirlerine boyun eğmişlerdir ve O’nu bütün noksanlardan tenzih
etmektedirler.
280 et-Taberî, a.g.e., C.29, s. 104; İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.4, s. 550. 281 et-Taberî, a.g.e., C.29, s. 105. 282 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.4, s. 550. 283 İbrahîm, a.g.e., s. 66.
60
5. 3. İnsanların Tesbîhi
Zâriyat suresinin 56 âyetlerinde de belirtildiği üzere: Yüce Allah bütün insanları
ve cinleri Ona ibadet etsinler diye yaratmıştır. Daha önce cinlerin tesbihi konusunu ele
almıştık. Burada ise insanların Yaratıcısına nasıl ibadet ettikleri ve O’nu nasıl tesbih
ettiklerini izah etmeye çalışacağız.
Bilindiği üzere insan, akıllı ve şuurlu bir varlıktır. “O yaratanı bilerek ve isteyerek
tesbih etmektedir. İnsan, Allah’ın Yüceliğini, kudret ve azametinin, noksanlıklardan uzak
olduğunu söylemek ve düşünmekle O’nu tesbih etmektedir. O Allah’ı aklın, zekânın, duygu
ve hayallerin ürettiği her türlü benzetmelerden, her türlü tesbihlerden de tenzih
etmektedir.”284
İnsanlar Allah’ı iki şekilde tesbih etmektedirler: “Sözlü tesbih” ve “Sözsüz
tesbih”. Sözlü tesbih: İnsanların tesbihi diğer varlıkların tesbihinden farkıdır. Zira
insanların yaptığı sözlü tesbih bilinçli ve iradî ile yapılan bir tesbihtir. Daha önce
belirttiğimiz gibi, Melekler de sözlü tesbih ederler, ancak onların imtihan için
yaratılmaması, sevap ve günah işlemelerinin mümkün olmaması nedeniyle onların sözlü
tesbihi bu yönüyle insanlarınkinden farklılık arz etmektedir. İnsanların yaptığı sözlü
tesbihin bilinçli ve iradî olduğunu söylemiştik, ancak sözlü tesbihin bütün insanlar için
geçerli olduğunu söyleyemeyiz. Zira, insanlar bu dünyada imtihan olmaktadırlar. İnanan da
var inanmayan da.
Kur’ân-ı Kerim’de tesbihle ilgli seksen kusur âyetin bir kısmı sözlü tesbihe delalet
etmekte ve bunu emretmektedir. “ Sen Rabb’ini hamd ile tesbih et ( O’nu övecek sözlerle
an, sübhanallah velhamdu lillah de) ve secde edenlerden ol.”285 Bu gibi “tesbihin
emredildiği bazı âyetlerdeki “tesbih et” lafzının “Namaz kıl” anlamına da geldiğini daha
önce belirtmiştik.286 Dolayısıyla, insanın “sübhanallah” demesi de namaz kılması da ve
284 Kılıç, a.g.e., s. 148. 285 Hicir, 15/98; Vâkıa, 56/96; A’la, 87/1. 286 Âl-i İmran, 3/41; Tâhâ, 20/130; Rûm, 30/17; Mü’min, 40/55.
61
bütün ibadet-u taatı da tesbihtir. Kısacası en genel anlamıyla yaratılışına uygun hareket
etmesi bir tesbih faaliyetedir.
Tesbihle ile ilgili olarak pek çok da hadis rivâyet edilmiştir. Rivâyet olunduğuna
göre Ebu Zerr kuşluk vakti Hz. Peygamber (s.a.v)’in yanına veya Hz. Peygamber Ebu
Zerr’in yanına girdi ve “Ey Allah’ın resülu, anam babam sana feda olsun, hangi söz daha
faziletlidir?” Peygamberimiz (s.v.a.): “Allah’ın melekleri için seçtiği söz olan “sübhanallahi
ve bihamdihi sözüdür” buyurdu.287
Demek ki insanın “sübhanallah” sözü gerçekten geniş bir mana ihtiva etmektedir.
Zira tesbih faaliyeti “tevhid sistemi”nin özünü teşkil etmektedir.
5. 3. 1. Nebilerin Tesbihi
“Nebi”, Arapça bir kelime olup, “nbe’” kökünden türetilmiştir. “Muhbir”, yani
“haber verici” anlamına gelir. Ancak nebe’, herhangi bir haber değil; bize bildirilen
fevkâlade değerde, çok önemli bir haber, bir tebliğ demektir. Nebe’, yalnız, doğruluğunda
hiç şüphe olmayan bir haber için kullanılabilir.288 Nebi’nin manası, Allah’ın, seçtiği
kullarına ilâhî haberinin, vahiy yoluyla ulaşması ve vahyine muhatab olmasıdır. Kelime,
Allah ile peygamberi arasındaki alâkayı, yani vahyi ve haber vermeyi açıklıyor.289
Kur’ân-ı Kerim’de “nebi” yerine “resül” de geçmektedir. Arapçada “irsal”
kelimesinden alınan “rasul”, gönderilen kimse, haberci, elçi anlamına gelmektedir. Yüce
Allah tarafından, insanları irşad edip onları doğru yola yöneltmek için gönderilmiş
olduklarından, peygamberlere, “resül-i kirâm, mürselîn” denmiştir.290
Kur’ân-ı Kerime baktığımınzda Hz. Adem’den başlamak üzere diğer bütün
peygamberlerin Yüce Allah’ın risalerini teblig etmek için gönderildiğini anlamaktayız. Her
287 Müslim, “Zikir”, 84. 288 el-İsfahanî, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“n-b-y” md. 289 el-Bûtî, Saît Ramazan, Kübra’l-Yakiniyyati’l-Kevniyye Vücudü'l-Halik, 8. bs., Dımaşk: Dâru’l-Fikr, 1982, s. 172. 290 İbn Manzûr, a.g.e., “r-s-l” md.; el-İsfehâni, Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân,“r-s-l” md.
62
millete mutlaka kendi içinden seçilen bir peygamber gönderildiği açıkça beyan
edilmiştir.291 Ayrıca her kavme kendi lisanıyla gönderilmiştir.292 Kuran’da da dikkat
çekildiği gibi, bu peygamberlerin tüm davranışları, ahlaki özellikleri, müminler için
örnektir. Allah, müminlere peygamberleri örnek almayı tavsiye etmiştir: “Andolsun, sizin
için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın
Resûlü’nde güzel bir örnek vardır.”293 Yüce Allah, Peygamberleri müminler için müjdeci
kafirler için uyarıcı olarak gönderildiğini şu âyetlerde açıkca belirtmektedir:
“Peygamberleri ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderiyoruz. Kim inanır ve
nefsini ıslah ederse onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.”294
“Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat
insanların çoğu bilmez”295
“Peygamberlerden sonra, insanların Allah’a karşı bir hüccetleri olmaması için,
gönderilen müjdeci ve uyarıcı peygamberlerden bir kısmını daha önce sana anlatmış, bir
kısmını da anlatmamıştık. Allah, Musa’ya hitabetmişti. Allah güçlüdür, Hakim’dir.”296
Bütün peygamberler Yüce Allah’a ibadet edip O’nu tesbih etmişlerdir. Onlar
Allah’tan aldıkları o kutsal emirleri kendi toplumuna teblig etmeden önce kendileri büyük
bir titizlikle uygulamışlardır. Bu emirlerin içerisinde O’na yakışmayan bütün sıfatlardan
291 “Biz seni hakikat ehli bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik: çünkü hiçbir topluluk yoktur ki içlerinden bir uyarıcı gelip geçmemiş olsun.” (Fâtır, 35/24); “Her ümmet için mutlaka bir elçi olagelmiştir: ancak (her ümmetin) elçisi geldikten [ve tebliğini yaptıktan] sonra onlar hakkında bütünüyle adaletle yargıda bulunulur; ve onlara asla haksızlık yapılmaz.” (Yunus,10/47); “Her kim ki doğru yolu izlemeyi seçerse, bunu kendi iyiliği için yapmış olacaktır. Ve her kim ki yoldan saparsa, bu kendi kötülüğüne olacaktır; kimse kimsenin yükünü taşıyacak değildir. Ayrıca, Biz, [kendilerine] bir elçi göndermeden [yaptığı haksızlıklardan ötürü hiçbir topluma] azap etmeyiz.” (İsrâ, 17/15); 292 “Biz her elçiye, mutlaka kendi halkının diliyle [vahyedilmiş bir mesajla] gönderdik ki, [hakkı] onlara açık (ve dolaysız) bir biçimde ulaştırabilsin; artık bundan sonra Allah [sapmayı] dileyeni sapıklık içinde bırakır, [doğru yolu tutmayı] dileyeni de doğru yola yöneltir, çünkü doğru hüküm ve hikmetle edip-eyleyen en yüce iktidar sahibi O’dur.” (İbrahim, 14/4); 293 Ahzab Suresi, /21. 294 En’am, 6/48. 295 Sebe’, 34/28. 296 Nisa, 4/164-165.
63
uzak tutmak, O’nu yüceltmektir. Buna göre Kur’ân-ı Kerim’de ismi geçen bazı
peygamberlerin tesbihleri üzerinde durmaya çalışacağız.
5. 3. 1. 1. Hz. Musa’nın Tesbihi
Hz. Musa’nın tesbihi ile ilgli olarak Yüce Allah bir âyette şöyle buyurmaktadır:
“Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuşunca, Musa: “Rabbim! Bana
Kendini göster, Sana bakayım” dedi. Allah: “Sen Beni göremezsin ama dağa bak, eğer o
yerinde kalırsa sen de Beni göreceksin” buyurdu. Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir
etti ve Musa da baygın düştü; ayılınca: “Yarabbi, münezzehsin, Sana tevbe ettim, ben
inananların ilkiyim” dedi.!”297
İbn Kesir âyetteki “Subhan” kelimesi Yüce Allah’ı bu dünyada her hangi birinin
görmesinden uzak olduğu manasındadır demektedir.298 Bir diğer görüş ise: Hz. Musa
Allah’ın ona izin vermediği bir konuda soru sorduğu için “subhaneke” demiştir.299
Bu konuda şu iki izah yapılmıştır:
1) “Dünyada iken seni görme isteğinden dolayı, sana tevbe ettim!”
2) “Senin iznin olmadan seni görme isteğinden tevbe edip sana yöneldim” Senin,
dünyada iken görülmeyeceğine inanıp iman edenlerin ilki benim,” veya, “Senin iznin
olmadan senden bir şey istemenin uygun olmadığına inananların ilki benim…” demektir.300
3) Hz. Musa âyette geçen ifadeleri, Yüce Allah’ın kudretinin azametini gösteren
âyetler belirdiğinde müminlerin adeti olduğu üzere ve O’nu tesbih etmek için dile
getirmiştir.301
297 Araf, 7/143. 298 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.2, s. 325. 299 eş-Şevkâni, a.g.e., C.2, s. 354. 300 er-Râzî, a.g.e., C.14, s. 191. 301 el-Maverdi, Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib, Tefsirü’l-Mâverdî, Beyrut: Dârü’l-Kütübi’-İlmiyye, 1996, C.3, s. 259.
64
Hz. Mûsâ ayılıp kendisine geldiği zaman da: “Ya Rabbi seni tesbih ederim, sana
tevbe edip yöneldim ve ben inananların ilkiyim diyordu. Ya Rabbi seni tesbih ederim. Yâni
seni senin tanıttığın gibi tanırım. Sana senin bildirdiğin gibi inanırım. Seni senin sıfatlarınla
tanırım. Seni sende olmayan sıfatlardan tenzih ederim, ben senin sıfatlarına, senin gücüne
kudretine iman edenlerin ilkiyim” diye dua etmiştir.
5. 3. 1. 2. Hz. Davud’un Tesbihi
Hz. Dâvûd (a.s.) Hz. Nûh (a.s.)’un soyundandır302 ve İsrâiloğullarına peygamber
olarak gönderilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de, Câlût’u öldürmesinden sonra Dâvûd’a hem
hükümdarlık hem de hikmet (nübüvvet) verildiği bildirilir303. İsrâiloğullarının tarihinde
peygamberlikle hükümdarlık ilk defa Hz. Dâvûd’un şahsında bir araya gelmiştir.304 Kur’ân,
Dâvûd (a.s.)’a peygamberliğin ve Zebur’un dışında bir lutuf ve mûcize olarak, diğer
insanlara verilmeyen başka şeyler de verildiğini söylüyor. Hz. Dâvûd, bir Allah elçisiydi.
Ona verilenler, hem onun peygamberliğinin delili, hem de gerçek şükrün, hakkıyla kulluk
yapmasının karşılığıydı. Şüphesiz Allah hakkıyla şükreden kullarını değişik şekillerde
mükâfatlandırır. Hz. Dâvûd’a geniş bir hükümdarlığın yanında hikmet, ilim, anlayış,
adâletle hükmetme, neyin nasıl yapılacağını bilme, yerli yerinde iş yapma, faydalı olana
sarılma, güzellikler üretme gibi şeyler verildi. O, bu hikmetle hükümdarlığını süslüyor,
sürekli Kur’ân’ın sâlih amel dediği, güzel ve faydalı işleri yapıyordu.305
“Davud ve Süleyman da milletin koyunlarının yayıldığı bir ekin hakkında hüküm
veriyorlarken, Biz onların hükmüne şahiddik. Süleyman’a bu meselenin hükmünü
302 “Ona İshak’ı, Yakub’u bağışladık, her birini doğru yola eriştirdik. Daha önce Nuh’u ve soyundan Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı ve Harun’u ki işlerini iyi yapanlara böylece karşılık veririz, Zekeriya’yı, Yahya’yı, İsa’yı ve İlyas’ı ki hepsi iyilerdendir, İsmail’i, Elyesa’ı, Yunus’u, Lut’u ki hepsini dünyalara üstün kıldık doğru yola eriştirdik.” (En’âm, 6/84-86). 303 “Onları Allah’ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut’u öldürdü, Allah Davud’a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah’ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır.” (Bakara, 2/251). 304 İbn Kesîr, Ebü’l-Fida İmadüddin İsmail b. Ömer, Kısasu’l-Enbiyâ, thk. Abdülkadir Ahmed Ata, 2. bs., Beyrut: Mektebetü’l-İslâmiyye, 1982. s. 248. 305 Bkz. Bakara, 2/251.
65
bildirmiştik; her birine hüküm ve ilim verdik. Davud ile beraber tesbih etsinler diye dağları
ve kuşları buyruk altına aldık. Bunları Biz yapmıştık.”306
Râzî âyette bahsedilen “tesbih” hususunda şu iki izah yapıldığını
söylemektedir:
1) “Dağlar bizzat Allah’ı tesbih ediyorlardı. Bu görüşü belirtenler, dağların tesbihi
hususunda da şu izahları yapmışlardır:
a) Mukâtil şöyle demiştir: “Dâvud (a.s), Rabbini zikrettiğinde dağlar ve kuşlar da,
onunla birlikte zikrediyorlardı.”
b) Kelbî şöyle der: “Dâvud (a.s.) tesbih ettiğinde, dağlar da onunla birlikte tesbih
ederdi.”
c) Süleyman b. Hayyân şöyle der: “Dâvud (a.s.) kendisinde bir gevşeklik
gördüğünde, Allah Teâlâ dağlara emreder, dağlar da tesbihe başlardı. İşte o zaman Dâvud
(a.s.)’un neşvesi ve iştiyakı artardı.
2) Bazı me’anî âlimlerinin tercihi olan görüşe göre, dağların ve kuşların tesbihi,
tıpkı “Allah’ı hamdi ile tesbih etmeyen hiçbirşey yoktur”307 âyetinde beyan edildiği gibidir.
Bu işin, Dâvud (a.s.)’a has olarak zikredilmesi, ancak onun bunu, kesin olarak bilmesinden
dolayıdır. Böylece onun yakîni ve ta’zimi artıyordu. Birinci görüş doğruya daha yakındır.
Çünkü âyetin lafzını zahirî lafzından alıp (mecazi) manaya hamletmek için, burada bir
zaruret yoktur.308
306 Enbiya, 21/78-79. 307 İsra, 17/44. 308 er-Râzî, a.g.e., C.22, s. 173.
66
“Ey dağlar ve kuşlar! Davud tesbih ettikçe siz de onu tekrarlayın” diyerek and
olsun ki, ona katımızdan lütufta bulunduk; “geniş zırhlar yap, dokumasını sağlam tut” diye
ona demiri yumuşak kıldık. Yararlı iş işleyin; doğrusu Ben yaptıklarınızı görenim.!”309
Âyette geçen “ ,اوب ” kelimesi, tesbih edin anlamındadır.310 Ebu Meysere bunun
habeşce dilinde tesbih edin anlamına geldiğini söylemiştir. Bu bakımından “te’vîb”
kelimesi, tekrar demektir. Âyetin anlamı şu olur: “Dağlara ve kuşlara da onunla birlikte
sesini tekrarlamalarını emrettik.311
Vehb İbn Münebbih dedi ki: “Yüce Allah Dâvud’a öyle bir şey vermişti ki, ondan
başka kimseye vermemişti. O, güzel sesti. O, Zuburu okuyunca, yabani hayvanlar bile gelip
dinlerler ve kulak verirlerdi. Öyle ki onların boyunlarından tutulurdu da hiçbir kaçmazdı.
Şeytanlar mezmurları, barbutları ve zilleri onun sesinin çeşidine göre yaptılar.”312
Hz. Âişe ve Ebû Hüreyre’den rivâyet edilen bir hadise göre Hz. Peygamber Ebû
Mûsâ el-Eş’arî’nin sesini işittiğinde, “Ebû Mûsâ’ya Dâvûd’un Mezâmir’inden
verilmiştir.”313 Ebû Mûsa’nın naklettiği bir başka rivâyette de, “Ey Ebû Mûsâ! Sana Âl-i
Dâvûd’un Mezâmir’inden bir mizmar verilmiştir.”314 demiştir. Hz. Dâvûd, sesinin güzelliği
yanında süratli okuyuşuyla da tanınmıştı. Ebû Hüreyre’den nakledilen bir hadise göre
Rasûlullah şöyle buyurmuştur: “Dâvûd’a kıraat kolaylaştırılmıştır. O bineğinin
hazırlanmasını emreder ve daha bineği hazırlanmadan Zebûr’u okurdu.315
Ebu’d-Derdâ (r.a.)’dan naklen şöyle denmektedir: “Hz. Peygamber (s.a.), Davud
(a.s.)’u zikrettiği ve kendisinden birşeyler naklettiği zaman, “O insanların en fazla ibadet
edeni idi.” buyururdu.” Burada zikredilen dört özellik şunlardır:
309 Sebe, 34/10-11. 310 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.3, 695. 311 A.g.e., C.4, s. 39. 312 A.g.e., C.3, 695. 313 Ahmed b. Hanbel, Ebu Abdullah Ahmed b. Muhammed eş-Şeybani, el-Müsned, Kâhire: Müessesetu Kurtuba, ts., C.2, s. 354. 314 el-Buhârî, “Fezâilu’l-Kur’ân”, 31. 315 el-Buhârî, “Tefsir”, 55.
67
1) Sabır: Yüce Allah Hz. Muhammed (s.a.)’e, kadrinin yüceliğine rağmen, Allah’a
taatte sabır gösterme konusunda Hz. Davud’a uymasını emir buyurmuştur.
2) Kulluk: Yüce Allah Hz. Davud hakkında “Kulumuz Davud” buyurmak suretiyle
Hz. Davud’u “kulluk”a vasfetmiş, Zât-ı ilâhisinden de ta’z-im maksadıyla çokluk sigasıyla
bahsetmiştir. Yüce Allah’ın bir kimseyi “kulluk”la vasfetmesi, onun için şereflendirmenin
son noktasıdır. Nitekim İsrâ suresinin 1 âyettinde anlatıldığı gibi Hz. Muhammed (s.a.) de
Miraç gecesi bu sıfatla vasfedilmiştir: “Yüceliğinde sınır olmayan O [Allah] ki kulunu
geceleyin, kendisine bazı alametlerimizi göstermek için [Mekke’deki] Mescid-i Harâm’dan,
çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götürdü. Çünkü, gerçekten her şeyi işiten,
her şeyi gören O’dur.” Zira Allah Tealâ’nın, peygamberleri “kulluk”la tavsif buyurması,
onların, taatte bütün güçlerini sarfetmeleri sebebiyle kulluğun gerçek anlamına ulaştıklarını
hisettirmektedir.
3) Taati yerine getirmede ve ma’siyetlerden sakınmada kuvvet: Bu husus, “kuvvet
sahibi”316 kavl-i ilâhisinde dile getirilmiştir.
4) Bütün işlerinde Allah Tealâ’ya taate rücû: Bu husus “O daima Allah’a
yönelirdi.”317 kavl-i ilâhisinde dile getirilmiştir.”318
Abdullah b. Amr’dan rivâyetle, Abdullah, her gün gündüzleri oruç tutar, geceleri
de (nâfile) namaz kılardı. Onun bu durumu Rasûlullah’a bildirildiğinde Hz. Peygamber onu
çağırdı ve şöyle buyurdu: “Bir gün oruç tut, bir gün iftar et. İşte bu Dâvûd (a.s.)’ın
orucudur.” Bir başka rivâyette ise, Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah’u Teâlâ ya
en sevimli oruç, Dâvûd (a.s.)’ın orucudur. O, bir gün oruç tutar, bir gün iftar ederdi. Allah’a
en sevimli namaz da Dâvûd namazı idi. O, her gecenin yarısında uyur. Üçte birinde (nafile)
namaz kılardı. Altıda birinde de yine uyurdu.”319
316 Sad, 38/17. 317 Bkz. Sad, 38/17. 318 İbni Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.4, s. 29. 319 Müslim, “Siyam”, 183; en-Nesâî, “Siyam”, 69.
68
Neticede şunu söylemek mümkündür ki: Âyetlerden anlaşıldığı üzere Hz. Davut
Yüce Allah’ı tesbih etmiştir. Yukarıda zikrettiğimiz bütün bu âyet, hadis ve büyük
müffesirlerin açıklamalarından, onun Yüce Allah’ı ne kadar tesbih ettiğini anlamaktayız.
Hatta onunla beraber kuşların ve dağların eşlik ettikleri anlaşılmaktadır. “Kuşların ve
dağların tesbihi” konusunda gelecek bölümlerde duracağmız için bu kadarla yetineceğiz.
5. 3. 1. 3. Hz. Yunus’un Tesbihi
“Geridekiler arasında kalan yaşlı bir kadın dışında, Lut’u ve ailesinin hepsini
kurtarmıştık. Sonra diğerlerini yok etmiştik. Sabah akşam, onların yerleri üzerinden
geçersiniz. Akletmez misiniz? Doğrusu Yunus da peygamberlerdendir. Dolu bir gemiye
kaçmıştı. Gemide olanlarla karşılıklı kura çekmişti de yenilenlerden olmuştu, bu sebeple
denize atılmıştı. Kendini kınarken onu bir balık yutmuştu. Eğer Allah’ı tesbih edenlerden
olmasaydı, tekrar diriltilecek güne kadar balığın karnında kalacaktı. Halsiz bir halde iken
kendisini sahile çıkardık. Onun için, geniş yapraklı bir bitki yetiştirdik. Onu, yüzbin veya
daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik. Sonunda ona inandılar, bunun üzerine Biz de
onları bir süreye kadar geçindirdik.”320
Taberî kendi tefsirinde bu kısayı kısaca şöyle anlatmaktadır: “Yüce Allah, Yunus
(a.s.)ı Musul şehrine yakın bir şehir olan Ninova halkına peygamber olarak göndermiştir.
Hz. Yunus, insanları hak dine davet etmesine rağmen, onlar inkarlarında ısrar etmişler ve
Yunus’u dinlememişlerdir. Yunus (a.s.) bunun üzerine oradan ayrılmış ve Allah’ın üç gün
sonra göndereceği bir azabı haber vermiştir. Ninova halkı azabın kendilerine mutlaka
geleceğini anlayınca çoluk çocuklarını ve hayvanlarını alarak çöllere açılmışlar ve orada
Rablerine yalvararak göndereceği azabı kendilerinden kaldırmasını istemişlerdir. Bunun
üzerine Allah Teâla da dualarını kabul edip azabı kendilerinden kaldırmıştır. Yunus (a.s.)
ise kavminin inkarcılığını görünce, onları bırakıp bir gemiye binerek oradan uzaklaşmak
istemiş, gemi dalgalara tutulmuş yükünün ağırlığından dolayı batıp boğulacaklarını
anlayınca yolcular aralarında kur’a çekerek içlerinden birini denize atmaya karar vermişler,
320 Saffat, 37/139-148
69
kur’a Yunus’a çıkmış, Yunus’u denize atmamak için kur’ayı üç defa tekrar etmişler,
hepsinde de kur’a Yunus’a çıkmış, bunun üzerine Yunus (a.s.) kendisini denize atmıştır.
Yüce Allah’ın vazifelendirdiği bir balık gelip Yunus’u yutmuş bunun üzerine Yunus,
denizin, gecenin ve balığın karnının meydana getirdikleri karanlıklar içinde kalmıştır. İşte
orada Rabbine niyaz ederek “Senden başka hiçbir ilah yoktur, Seni tenzih ve tesbih ederim.
Doğrusu ben, zalimlerden oldum” diye Allah’a yalvarmıştır.”321
“Zünnun (Balık Sahibi; Yunus) hakkında söylediğimizi de an. O, öfkelenerek
giderken, kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı; fakat sonunda karanlıklar içinde:
“Senden başka tanrı yoktur, Sen münezzehsin, doğrusu ben haksızlık edenlerdenim” diye
seslenmişti. Biz de ona cevap verip, onu üzüntüden kurtarmıştık. inananları böyle
kurtarırız.”322 âyetti Hz. Yunus’un bağlığın karnında bunalım içine düştüğünde Yüce
Allah’ı nasıl niyaz ettiğini anlatmaktadır.
Âyette geçen “Sübhaneke” ifadesi, Hz. Yunus (a.s)’ın Yüce Allah’ın, bütün
noksanlıklardan tenzih ettiğini göstermeketedir. Âyetten anlaşıldığı üzere Hz. Yunus (a.s.)
düştüğü sıkıntılara sabır etmeyip Yüce Allah’ın bu konuda ona yardım edemeyeceği
zannederek görevi brakıp kaçmıştı. “Bizim kendisini hiçbir zaman sıkıştıramıyacağımızı
sanmıştı...” buyruğu Râzî’ye göre: Yunus (a.s.), O’nun aciz olduğunu zannetmemiş
olduğuna delâlet eder. Bu yüzden Yunus (a.s.), “Sübhaneke” demiştir. Çünkü bu ifadenin
takdiri, “Allahım seni, bunu bir zulüm olarak veya intikam alma arzusuyla yahutta, beni bu
balığın karnından kurtarmaktan aciz olduğun için yapmış olmandan tenzih ederim. Tam
aksine sen bunu, ulûhiyyetin hakkı ve hikmetinin muktezâsı olarak yaptın...” şeklindedir.323
Peygamberimiz (a.s.v) şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Yunusun balığın
karnındayken şöyle dua etmişti: “Senden başka tanrı yok! Sınırsız kudret ve yüceliğinle
321 et-Taberî, a. g.e., C.23, s. 105. 322 Enbiya, 21/87-88. 323 er-Râzî, a.g.e., C.22, s. 187.
70
Sen her şeyin üstündesin: doğrusu ben gerçekten büyük bir haksızlık yaptım”. Daha önce
bu duayı yapan hiç kimse yok ki Allah onun duasını kabul etmesin.324
Beyhaki ve Hakimin tahriç ettiklerine göre: Hz. Yunus, balık onu yutmadan önce
boluk zamanında bile Allah’a çokça dua ederdi. Balık karnında iken kendini ölü
zannederdi. Ayakları hareket ettirince o da Allah’a secde etti ve dediki: “ben benden once
hiç kimse Sana secde etmeyen bir yere secde yaptım ve şöyle dua etti: “Senden başka hiçbir
ilah yoktur, Seni tenzih ve tesbih ederim. Doğrusu ben, zalimlerden oldum”.325
Görüldüğü üzere Hz. Yunus (a.s.) yalvarmaya tevhidle başladı. Sonra tenzih,
tesbih ve sena etti. Sonra da istiğfar etti ve nefsinin zulüm, yani günah işlediğini itiraf
etti.326 Bütün bu yalvarmaların tümü bu âyette tesbih olarak adlandırılmaktadır. Aslında
tevhîd inancını söylemesi ile “sübhâneke” demesi tesbihi ifade etmektedir.327 İbni Ebî
Hatim, Hz. Enes’in (r.a.) Peygamberimiz’e (s.a.) isnat ettiği şu hadisi rivâyet etmektedir:
Hz. Yunus (a.s.) balığın karnında iken bu kelimelerle dua etmeyi arzu edince şöyle niyazda
bulundu: “Allahım! Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben
zalimlerden oldum.” dedi. Bu dua arşın altına yöneldi. Melekler: Ya Rabbi! Bu ses garip bir
yerden gelen, bilinen güçsüz bir sestir, dediler. Cenab-ı Hak: Bunu bilmiyor musunuz? diye
sordu. Melekler: Hayır ya Rabbi! Bu kim! dediler. Cenab-ı Hak: Kulum Yunus’tur, dedi.
Melekler: Devamlı kabul edilmiş ameli, makbul duaları semaya yükselen kulun Yunus mu
bu! Ya Rabbi! Rahat içerisinde işlediği amel sebebiyle ona rahmette bulunup belâdan
kurtarmaz mısın? dediler. Cenab-ı Hak: Evet, dedi. Balığa emretti. Balık onu boş bir
aRâzîye attı.328
324 el-Âlûsî, Ebü’s-Sena Şehabeddin Mahmud b. Abdullah, Ruhul’l-Meanî, Beyrut: Dâru İhyâi’t-Turâs, ts., C.17, s. 85; İbrahîm, a.g.e., s. 75. 325 İbrahîm, a.g.e., s. 74. 326 Bkz. ez-Zühaylî, a.g.e., C.17, s.115, 119. 327 Bayraklı, a.g.e., C.12, s. 507. 328 İbn Kesîr, Tefsiru’l Kur’âni’l-Azim, C.4, s. 22; Bayraklı, a.g.e., C.9, s. 106-108;
71
“Eğer o, [en derin bunalım anlarında bile] Allah’ın sınırsız şanını yüceltenlerden
olmasaydı, herkesin yeniden dirileceği güne kadar o (balığı)n karnında kalmış olacaktı.”329
Kurtubî “Eğer o, gerçekten tesbih edenlerden” ifadesi ile “namaz kılanlardan
olmasaydı” kast edildiğini söylemektedir.330 Bana göre o namaz kılanlardan olmasaydı
herkesin yeniden dirileceği güne kadar o (balığı)n karnında kalmış olacaktı.
Balığın karnında ne kadar kaldığı hususunda farklı görüşler vardır. es-Süddî, el-
Kelbî ve Mukatil b. Süleyman, kırk gün kalmıştır derken, ed-Dahhak yirmi, Atâ yedi gün,
Mukatil b. Hayyan üç gün kalmıştır, demişlerdir. Tek bir saat (kısacık bir an) kaldığı da
söylenmiştir.331 Bu tartışmalar bizim konumuzun dışında olduğu için bu konu ile ilgili
olarak bu kadarla yetineceğiz.
5. 3. 1. 4. Hz. Zekeriya’nın Tesbihi
Kur’ân’da adı gelen peygamberlerden biridir. Soyu Dâvud (a.s)’a dayanmaktadır.
Kur’ân’da anılan duâlarından Meryem suresinde 6 âyetinde anlaşıldığına göre, soyu daha
sonra Yâkub (a.s)’a varmaktadır.332 Zekeriyya (a.s) İsrâiloğullarının peygamberi olduğu
gibi, aynı zamanda onların bilgini, reisi ve müşaviri, yani danışmanı idi333. Onun hakkında
çeşitli âyet ve hadisler vardır. Ebû Hureyre’nin naklettiğine göre, Hz. Muhammed (s.a.s);
“Zekeriyya (a.s) marangoz idi demiştir.”334 Kur’ân-ı Kerimde Hz. Zekeriya ile ilgli şu
âyetler bulunmaktadır:
“Aynı yerde Zekeriya Rabbine yalvardı: “Ey Rabbim!Rahmetinle bana güzel bir
zürriyet bağışla; zira Sen, her yakarışı duyarsın.”335
329 Saffat, 37/143-144. 330 el-Kurtubî, a.g.e., C.15, s. 126. 331 A.g.e, C.15, s. 126. 332 “Katından bana bir oğul bağışla ki, bana ve Yakub oğullarına mirasçı olsun. Rabbim! Onun, rızanı kazanmasını da sağla.” 333 es-Sa’lebi, Ebu İshak Ahmed b. Muhammed b. İbrahim en-Nisaburi, Kısasü'l-Enbiya, 4. bs., Lübnan : Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1985, s. 372. 334 Ahmed b. Hanbel, a.g.e., C.2, s. 405. 335 Ali-İmran, 3/38.
72
[Zekeriya] şaşkınlıkla: “Ey Rabbim!” dedi, “Yaşlılık beni yakalamışken ve karım
da kısırken nasıl bir oğlum olabilir?” [Ona]: “Pekala olabilir!” denildi, “Allah dilediğini
yapar.” [Zekeriya] yalvardı: “Ey Rabbim! Bana bir işaret göster!”. “İşaretin şudur ki,”
denildi, “üç gün boyunca yüz işaretleri dışında insanlarla konuşma Rabbini hiç durmadan
an ve gece gündüz O’nun sınırsız şanını yücelt!”336
Âyette geçen “tesbih” kelimesi hakkında şu iki görüş zikredilmiştir:
1) Bundan murad, “namaz kıl” demektir. Çünkü namaz da “Tesbih” diye
adlandırılmıştır. Nitekim Cenâb-ı Hak, “Haydi akşama girerken ve sabaha ererken Allah’ı
“tesbih edin”337 buyurmuştur. Namaz içinde tesbih de yapıldığından ötürü, namazın
“Tesbih” diye adlandırılması caiz olmuştur. İşte burada delil, şu iki bakımdan bu ihtimalin
olabileceğini göstermektedir:
a) Şâyet biz bu ifâdeyi “tesbih” ve “tehlîl” etme manasına alır isek, bu âyet ile
bundan önceki “Babb’ini çok zikret” âyeti arasında bir fark olmazdı. Binâenaleyh bu bâtıl
olmuş olur. Çünkü bir şeyin yine kendisine, (aynısına) atfedilmesi caiz değildir.
b) Bu, Hak Teâlâ’nın, “Gündüzün iki tarafinda namaz kıl”338 âyetine son derece
uygundur.
2) Hak Teâlâ’nın “Rabb’ini çok zikret” ifadesi lisân ile zikretme mânâsına
hamledilir.339
Hz. Zekeriya kendisi bizzat Yüce Allah’ı tesbih ederdi. Bunun dışında o halknı da
tesbih etmelerini ve namaz kılmalarını emrederdi. “Bunun üzerine [Zekeriya] mâbedden
kavminin karşısına çıktı ve onlara “Sabah akşam [Rabbinizin] sınırsız kudret ve yüceliğini
336 Ali-İmran, 3/41-42. 337 Rum, 30/17. 338 Hûd, 11/114. 339 er-Râzî, a.g.e., C.8, s. 37.
73
anın!”diye işaret etti.”340
Begavi bu âyetle ilgli der ki: “Hz. Zekeriya halkına karşı sabah ve akşam
vakitlerinde çıkıp namazı emrederdi. Karısı hamile kaldığında konuşmaktan men edildi. Bu
yüzden işaret yaparak halkına çıkıp namazı emrediyordu.341
“İşaret etti” kelimesi el-Kelbî, el-Kutebî; ima etti; Mücahid, yerin üzerinde yazı
yazdı, İkrime bir kitaba yazdı, diye açıklamıştır. Şu delili getiriyorlar. Arapça’da “vahiy”
yazmak demektir. Zu’r-Rimme’nin şu beyitinde de bu anlamda kullanılmıştır: “Sahifelerin
iç taraflarında bir yazı (vahiy) kalıntısını andıran o dört siyah at dışında...” Antere de şöyle
demiştir: “Kisra döneminde kalmış sahifelerdeki bir yazı (vahiy) gibi ki onları açık-seçik
konuşamayan bir Arap olmayana hediye etmiştir.342 Burada hangi anlam verilirse verilsin
asıl önemli olan Hz. Zekeriya halkına tesbih etmelerini veya namazı kılmalarını
emretmesidir. Namaz da bir tesbih türü olduğunu geçen bölümlerde de belirtmiştik.
5. 3. 1. 5. Hz. İsa’nın Tesbihi
“İsa” kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de 25 yerde geçer. Hz. İsa’nın lâkabı olan “Mesîh”
11 yerde ve çoğunluğu “İbn Meryem” şeklinde olmak üzere “Meryem” ismi de 34 yerde
kullanılır. İsa ismi, Kur’ân-ı Kerim’de geçen âyetlerin tümünde “İbn Meryem -Meryem
oğlu-” ifadesiyle geçer. Bu şekilde kullanılması, Hz. İsa’nın bir beşer olduğu ve bir
beşerden doğduğunun vurgulanması ve babasız olduğu için olmalıdır.
İsa, Meryem’in oğludur. Bâkire olan Meryem’den Allah’ın yaratıcı kudretinin bir
nişânesi olarak doğmuştur; Allah’tan bir kelime’dir veya Allah’ın kelimesi’dir343 ki, Allah
340 Meryem, 19/11. 341 el-Beğavi, Hüseyn b. Mes’ud el-Fer’a Ebu Muhammed, Meâlimu’t-Tenzîl, thk. Halid Abdurrahman Ak, 2. bs., Beyrut: Dârü’l-Ma’rife, 1987, C.1, s. 221. 342 el-Kurtubî, a.g.e., C.11, s. 85-86. 343 “O zaman melekler, “Ey Meryem!” demişlerdi, “Allah, Kendisinden bir söz ile sana, Meryem oğlu İsa Mesih adıyla bilinecek, bu dünyada ve öteki dünyada büyük şeref sahibi ve Allah'ın en yakınlarından olacak [bir oğul] müjdeliyor.” (Âl-i İmrân, 3/45); “Ey Kitap ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin. Allah hakkında ancak gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih, Allah’ın peygamberi, Meryem’e ulaştırdığı kelimesi ve kendinden bir ruhtur. Allah’a ve peygamberlerine inanın, “üçtür” demeyin, vazgeçin, bu hayrınızadır. Allah ancak bir tek Tanrı’dır, çocuğu olmaktan münezzehtir, göklerde olanlar da yerde olanlar da O'nundur. Vekil olarak Allah
74
onu Meryem’e ilka etmiş ve ona “Kün (Ol)!” demiş o da olmuştur344. Hz. İsa’nın babasız
dünyaya gelişini yadırgayanlara Kur’ân, Hz. Âdem’i örnek göstermektedir. Allah Âdem’i
nasıl anasız ve babasız yaratmışsa ve buna gücü yetmişse İsa’yı da babasız yaratmıştır.
Bunda Allah’a ve O’nun yüce kudretine iman edenler için bir gariplik yoktur345
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de müşrikler Hz. İsayı Tanrı’nın oğlu olduğunu
düşünüyorlardı. O da böyle bir şeyden uzak olduğunu delil olarak şu âyetleri
göstermektedir: “Bir kısım insanlar da, “Allah kendine bir oğul edindi!” iddiasında
bulunurlar. (Asla!) O, yaratılmışlara özgü böyle vasıflardan kesinlikle uzaktır. Göklerde ve
yerde ne varsa yalnız O’nundur; her şey bütün varlığıyla O’nun iradesine tâbidir.”346
“Ey Kitap ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin. Allah hakkında ancak gerçeği
söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih, Allah’ın peygamberi, Meryem’e ulaştırdığı kelimesi ve
kendinden bir ruhtur. Allah’a ve peygamberlerine inanın, “üçtür” demeyin, vazgeçin, bu
hayrınızadır. Allah ancak bir tek Tanrı’dır, çocuğu olmaktan münezzehtir, göklerde olanlar
da yerde olanlar da O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.”347
“Yeryüzünde edindikleri tanrılar mı, onlar mı ölüleri diriltecekler? Eğer yerle
gökte Allah’tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de bozulurdu. Arşın Rabbi olan Allah, onların
vasıflandırdıklarından münezzehtir!”348
“Allah çocuk edinmemiştir; O’nun yanında hiçbir tanrı yoktur, olsaydı, her tanrı
kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirinden üstün olmağa çalışırlardı. Allah onların
vasıflandırdıklarından münezzehtir.”349
yeter.” (Nisâ, 4/171); “Meryem oğlu İsa hakkında, üzerinde öylesine derin bir anlaşmazlığa düştükleri doğru açıklama işte budur.” (Meryem, 19/34) 344 Nisâ, 4/171. 345 Âl-i İmrân, 3/59. 346 Bakara, 2/116. 347 Nisa, 4/171 348 Enbiya, 21/21-22. 349 Mü’minûn, 23/91.
75
“Allah çocuk edinmez, O münezzehtir. Bir işin olmasına hükmederse ona ancak
“Ol” der, o da olur.”350
“Allah çocuk edinmek isteseydi, yaratıklarından dilediğini seçerdi. O münezzehtir,
O; gücü her şeye yeten tek Allah’tır!”351
Gölürdüğü üzere Yüce Allah bu âyetlerde, kendisinin coçuğu olmadığını ve bunun
gibi şeylerden münezeh olduğunu vurgulamaktadır. O Hz. İsa’yı sorduğunda şöyle cevap
vermiştir: “Allah, “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara Beni ve annemi Allah’tan başka
iki tanrı olarak benimseyin dedin?” demişti de, “Haşa, hak olmayan sözü söylemek bana
yaraşmaz; eğer söylemişsem, şüphesiz Sen onu bilirsin; Sen, benim içimde olanı bilirsin;
ben Senin içinde olanı bilmem; doğrusu görülmeyeni bilen ancak Sensin” demişti, “Ben
onlara sadece ‘Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin’ diye bana emrettiğini
söyledim. Aralarında bulunduğum müddetce onlar hakkında şahiddim, beni aralarından
aldığında onları Sen gözlüyordun. Sen her şeye şahidsin”.”352
Yukarıda vermiş olduğumuz Hz. İsanın tesbihini gösteren âyet tesbih
âyetlerindendir. Yüce Allah Hz. İsaya sorduğunda “sen şöyle şöyle mi dedin” diye o da
“ben dedim veya demedim” dememiştir. Fakat o şöyle demiştir: “benim hakkım olamayan
şeyi söylemem. Bu benim hakkım değildir. Hz. İsa her şeyi bilen mutlak olan Allahın
ilmine bıraktı ve dedi ki “Bunu söylemiş olsaydım Sen muhakkak bilirdin” ki bu da Allah’a
karşı ne kadar mütevazı ve edepli olduğunu göstermektedir. Aynı şekilde Allah’ın
huzurunda tesbihini göstermektedir.353
Hz. İsanın dışında Yüce Allah’ı tesbih eden onun annesi olan Hz. Meryem de
vardır. Kur’ân-ı Kerimde şöyle buyrulmaktadır: “Ey Meryem! Rabbine gönülden boyun eğ,
secde et, rüku edenlerle birlikte rüku et”.”354
350 Meyrem, 19/35. 351 Zumer,39 /4. 352 Maide, 5/116. 353 İbrahîm, a.g.e., s. 84. 354 Ali-İmran, 3/43.
76
Âyet-i kerimede geçen “Boyun eğ” diye tercüme edilen kelimesinden maksat,
Mücahide göre “Namazda kunutunu uzun yap.” Rebi’ b. Enese göre “Ayakta dur.” Evzaiye
göre “Ayağa kalk.” Katadeye ve Süddiye göre “İtaat et.” Hasan-ı Basriye göre “İbadet et.”
Said b. Cübeyre göre ise “İhlaslı ol.” demektir. Bu hususta Ebu Said el-Hudri, Resulullahın
şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir. “Kur’ânın herhangi bir yerinde kunut kelimesi
zikredilcek olursa bundan maksat, Allah’a ibadettir.355 Mücahid diyor ki: “Hz. Meryeme bu
emir geldikten sonra o kadar ayakta durmuştu ki topukları şişmişti.” Evzai de diyor ki: “Hz.
Meryemin ayakları iltihaplanıp onlardan irin akmıştı.”356 Taberî buradaki “Kunut’tan
maksadın “Allaha itaatte ihlaslı olmak.” demek olduğunu, Allah Teâlanın Hz. Meryeme
“Ey Meryem, rabbine ibadette ihlaslı ol, sadece onun rizası için ibadet et. Ona itaatte huşu
içinde ol. İbadette boyun eğ.” buyurduğunu söylemiştir.357
Neticede bütün bu kelimeler (Allah’a boyun eğmek, itat etmek, ibadet etmek
namaza durmak, vs) tesbih kavramının eş anlamları olduklarını daha önce de belirtmiştik.
5. 3. 1. 6. Hz. Muhammed ( a.s )’ın Tesbihi
Resulullah (a.s.v) Rabbını tesbih etmek için, Rabbininden bahsetmek için, Rabbine
hamd etmek için, Rabbına şükretmek için en ufak bir değişikliği vesile ediyor, sebep kabul
ediyordu. Hayatın monotonluğunu bozan en ufak bir değişikliği O’nu zikretmek için bir
sebeb sayıyor, bir vesile görüyordu. Sözü döndürüp dolaştırıp hep Allah’a getiriyordu. Şu
âyetlere bir göz atalım.
“Yüce Rabbinin adını tesbih et.”358 Râzî bu âyetle ilgili olarak şu izahların
yapılabileceğini söylemektedir:
1) Bununla, “Rabbinin adını, bu isimle başkasını isimlendirmekten tenzih ederek,
tesbih et” manası kastedilmiştir. Binâenaleyh bu, Cenâb-ı Hakk’dan başkasının, Cenâb-ı
355 et-Taberî, a.g.e., C.3, s. 265. 356 A.g.e., C.2, s. 265. 357 A.g.e., C.2, s. 266. 358 A’la, 87/1.
77
Hakk’ın isimleriyle anılmasını bir nehiy olmuş olur. Nitekim müşrikler, putlarına, Lât,
Müseyleme’ye de, “Yemâme’nin Rahmân’ı” diyorlardı.
2) “Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinin, Cenâb-ı Hak hakkında düşünülemeyecek
manalarda tefsir edilmesi hususunda, O’nu tenzih et.” Bu, mesela, buradaki, “A’lâ” (yüce)
kelimesinin, mekan açısından olan bir yükseklik manasına; “Rahman Arş üzerinde istiva
etmiştir” ifadesindeki “istivâ”nın da, “Arş üzerinde karar kılmıştır” şeklinde, Allah’ın
münezzeh olduğu bir manada tefsir edilmesi gibi... Aksine buradaki yücelik, hakimiyet,
güçlü-kuvvetli oluş manasında; istiva da, hükümran olma manasında tefsir edilmiştir.
3) Cenâb-ı Hakk’ın adının, huşu ve ta’zîm niyyeti ve üslûbu içerisinde değil de,
gelişi güzel, saygısız bir şekilde söylenmekten korunması, böylece onun tenzih edilmesi...
Buna, Allah’ın isimlerinin, insanın gaflet içerisinde olduğu bir sırada, manalarına ve
inceliklerine dikkat etmeden anma da girer.
4) “Rabbinin adını tesbih et” emriyle “Allah’ı, sana indirdiğim ve O’nun isimleri
olarak öğrettiğim isimleriyle öv” manası kastedilmiştir. Buna göre âyet tıpkı, “De ki: ister
Allah diyerek, ister Rahman diyerek dua edin”359 âyeti gibi olmuş olur. Bu izahın bir
benzeri de, “Rabbinin azim ismini tesbih et”360 âyetidir. Bu izahtan murad, şu iki şeydir:
Birincisi: Bunun manası, “Müşriklerin ıslık çalarak, el çırparak yaptıkları ibadet
gibi değil, Rabbinin ismini zikrederek namaz kıl” şeklindedir. İkincisi: “Kul Rabbini, ancak
tevkîfî olarak (vahiyle) bildirilmiş olan isimleriyle anmalı.” Ferrâ, “Sebbih isme rabbike”
ifâdesi ile “Sebbih bismi rabbike” ifadesi arasında bir farkın olmadığını ileri sürerken
Vahidî, “Bu iki ifade arasında bir fark vardır. Çünkü, “Sebbih bismi rabbike” ifadesinın
manası, “Allah’ı, bâtılı savunan kimselerin söylediklerinden, O’nun münezzeh, yüce ve
uzak olduğunu ortaya koyan ismi ile an, tesbih et” şeklindedir. “Sebbih isme rabbike”
ifadesinin manası ise, “Allah’ın ismini, ona yakışmayan şeylerden tenzih et” şeklindedir”
demiştir.
359 İsra, 17/110. 360 Hakka, 69/52.
78
5) Ebû Müslim, buradaki “isim” ile, Yüce Allah’ın sıfatlarının kastedildiğini
söylemiştir. Bu, “En güzel isimler Allah’a aittir. Allah’a o güzel isimlerle dua edin”361
âyetinde de böyledir.
İkinci izah, yani âyetteki “adını” kelimesinin zaid oluşu ve mananın, “Rabbini
tenzih ve tesbih et” şeklinde oluşu, bir kısım muhakkik alimin görüşüdür. Bu alimler şöyle
demişlerdir: Çünkü, “isim”, gerçekte, harflerden meydana gelmiş bir lafızdır. Dolayısıyla
da, Allah hakkında yapılması gerekli olan tenzih gibi, “ismi” de tenzih etmek gerekmez. Ne
var ki, bahsi geçen son derece büyük bir zat olunca, o değil de, O’nun ismi zikredilmiş de,
böylece, “ismini tesbih et; zikrini yadet, ulula” denilmiştir. Ve bu tıpkı, “Selam yüce
meclise” denilmesi gibidir. Lebîd de, “�9; ,yani selam demektir. Bu ”ا D ا ��ل 7C ا �Bم @&
Arapça’da, meşhur olan bir yol ve yöntemdir. Râzî şöyle devam eder: “Bu izaha göre şöyle
diyebiliriz: “Allah’ı, tesbih etmek” şu iki manaya gelebilir:
1) “Kafirlere, o kendisi sebebiyle Allah’ı uygun olmayan bir şekilde anacakları bir
tarzda, muamelede bulunma” demek olup, bu manaya göre bu ifade, Yüce Allah’ın tıpkı, o
müşriklerin “Allah’tan başka taptıklarına sövmeyiniz; eğer böyle yaparsanız, onlar da,
bilmeksizin Allah’a söverler...”362 âyeti gibi olmuş olur.
2) Bu, Allah’ı, zâtı, sıfatları, fiilleri, isimleri ve hükümleri hususunda kendisine
yakışmayan şeylerden takdis ve tenzih etmek demektir. Zatını, Yüce Allah’ın cevherlerden
ve ilintilerden (arazlardan) mürekkeb olmadığı; sıfatlarını, muhdes, sonlu ve noksan
olmadıkları; fiillerini de O’nun mutlak mâlik olduğu, işlediği hiçbir konuda kendisine itiraz
edilemeyeceği hususunda takdis ve tenzih etmek.”363
Bir diğer âyette ise yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Rabbinin hükmüne kadar
sabret; onların günah işleyen ve inkarcı olanlarına uyma. Rabbinin adını sabah akşam
361 A’râf, 180. 362 En’âm, 6/108. 363 Bkz. er-Râzî, a.g.e., C.31, s. 123-124.
79
an.”364
Elmalılı bu âyetle ilgli şunları söylemektedir: “Peygamber’e teheccüdün vacip
olduğuna bir dikkat çekme olmakla beraber, Rabbinin hükmü gelinceye kadar sabredilmesi
emredilen müddetin uzun bir gece gibi geleceğine ve onun, Allah’ı tesbih edip noksan
sıfatlardan uzak tutarak uyanık bir şekilde ibadet ve hazırlık ile geçirilmesi gerektiğine de
işaret vardır.”365
Âyetteki “Rabbinin adını an” ise Yüce Allah’ın bu ifadelerinden, namaz değil,
aksine sözlü ve itikadi açıdan olan tesbih, yani takdis ve tenzih kastedilmiştir ki maksadı
da, kulun bütün vakitlerde, gece ve gündüz, kalbiyle ve diliyle Allah’ı zikretmesi
(hatırlaması) gerektiğini bildirmektir. Bu Hak Teâlâ’nın, “Ey iman edenler Allah’ı çokça
zikredin ve O’nu sabah akşam tesbih edin”366 âyetiyle anlatılmak istenen manadır.367
Hz. Peyganber (a.s.v)’in tesbih ile ilgili bir çok hadisleri bulunmaktadır. Onlardan
birkaçını burada aktarmak istiyoruz: “Allah’ım seni hamdinle tenzih ederim, senden başka
ilah yoktur. Günahım için af delirim, rahmetini taleb ederim. Allahım ilmimi artır, bana
hidâyet verdikten sonra kalbimi saptırma. Katından bana rahmet lütfet. Sen lütfedenlerin en
cömerdisin.”368
Ebu Hureyrenin rivâyet ettiği bir hadisinde Resulallah (s.a.v): “Allah’ı tesbih
ederim, hamdler Allah’adır, Allah’tan başka ilah yoktur, Allah en büyüktür” demem bana
üzerine güneşin doğduğu şeyden (dünyadaki her şeyden) daha sevgilidir.”369 Her namazın
arkasından yapılması gereken tesbihi de şu hadislerinde beyan etmektedir: “Her namazın
arkasından kim 33 defa Allah’ı tesbih eder “subhanallah” der, 33 defa Allah’a hamd eder
“alhamdülillah”, 33 defa Allah’ı tekbir eder “Allahu ekber” der ve “la ilahe ilallahu
vahdehu la şerike leh …” sözü ile yüze tamamlarsa, günahları deniz köpüğü kadar dahi
364 İnsan, 76/25-26. 365 Elmalılı, a.g.e., C.8, s. 472. 366 Ahzab, 33/41-42. 367 er-Râzî, a.g.e., C.31, s. 124-125; eş-Şevkâni, a.g.e., C.5, s. 497. 368 Ebû Dâvûd, “Edep”, 108. 369 Müslim, “Zikir”, 32.
80
olsa, onlar bağışlanır.”370
Resulullah (s.a.v)’in hadis kitaplarında haber verilen zikirlerini, dualarını,
tesbihlerini, tehlillerini düşünecek olursak; gerçekten O’nun hayatının zikirle, dua ile,
tesbih ve tehlil ile dolu olduğunu görürüz. O her zaman Allah’ı tesbih etmeyi bir görev
bilmiş ve O’nun adı anılmadan yapılan işin noksan olduğunu kabul etmiştir.
5. 4. Hayvanların Tesbihi
Kur’ân’ın ifadesine göre hayvanlar da birer ümmettir. Âyette şöyle
buyrulmakatdır: “Yerde yürüyen hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar da ancak sizin gibi
birer toplulukturlar. Kitap’da Biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık; onlar sonra Rablerine
toplanacaklardır.”371
Ferrâ şöyle demiştir: “Her çeşit canlı, başlı başına bir ümmettir. Nitekim Hz.
Peygamber bir hadisinde, “Şâyet köpekler ümmetlerden bir ümmet olmasaydı, onların
öldürülmelerini emrederdim”372 buyurmuş, böylece de köpeklerin bir ümmet olduğunu
beyan etmiştir.
Râzî Nur suresinin 41. âyetini tefsir ederken şu uzun açıklamayı yapmaktadır:
“Bazı âlimler şöyle demişlerdir: “Biz, Allah Teâlâ’nın, kuşlara ve diğer haşerâta, akıllıların
ekserisinin yapamayacağı fevkalâde kabiliyetler ilham etmiş olduğunu, verdiğini
görmekteyiz. Durum böyle olunca, onlara, kendisini tanımalarını, kendisine dua ve
tesbihatta bulunmalarını ilham etmiş olması niçin mümkün olmasın? Hak Teâlâ’nın,
kuşlara ve haşerâta fevkalâde kabiliyetler ilham ettiğini şöyle izah ederiz:
1) Allah Teâlâ’nın, onlara avlarını ele geçirme hususunda verdiği kabiliyetler.
Meselâ örümceğin, sineği avlama hususundaki, o ince hilesini bir düşün. Nitekim şöyle
denilir: Ayı, öküzün geçeceği yerde sırt üstü yatar. Öküz onu boynuzlamak istediğinde de,
370 Müslim, “Salat”, 146. 371 En’am, 6/38. 372 Ebû Dâvûd, “Sayd”, 1.
81
elleriyle boynuzlarından yapışır ve onu yere yıkıncaya, öldürünceye kadar ısırmaya başlar.
Yine ayının taş atabildiği, sopa alıp insanlara vurabildiği, öldüğünü sandığı insanı bıraktığı,
zaman zaman onu koklayıp, nefes alıp almadığını kontrol ettiği, kolay bir sıçrayışla ağaca
çıktığı, bir eline ceviz koyup öbür eliyle vurarak kırdığı, sonra üfleyerek kabuklarını
savurup, içini yediği anlatılmıştır. Yine farenin, hırsızlığı hususunda enteresan şeyler
anlatılmıştır.
2) Arının ve üstlendiği reislik (beylik, başkanlık) durumunun ve en üstün
mühendislerin bile yapamadıkları şekilde, altıgen evler (Petek) yapışı.
3) Turna kuşunun, kendisine en uygun havayı bulabilmek için, dünyanın bir
ucundan, bir ucuna uçması. Yine denildiğine göre, her bir atın, karşılaştığı her atın sesini
unutmayıp, tanıması da, bunların özelliğindendir. Yine köpeklerin, birbiri tarafından
tanınan şekilde havladıkları rivâyet edilmiştir. Pars, su içtiğinde yahut “hânikü’l-fehd” adlı
bitkinin suyunu içtiğinde, insanların süpürüntü ve çöplerini yediği rivâyet edilmiştir.
Timsahlarda da, saksağan kuşu gibi kuşları beklemek için ağızlarını açtıkları ve o kuşların,
timsahın diş aralarını temizlediği, o kuşların başında, dikenimsi şeylerin bulunduğu, timsah
onu yutmaya yeltendiğinde, bu dikenimsi şeyin ona bu imkânı vermediği ve kuşun böylece,
kolaylıkla (tehlikesizce) gittiği söylenmektedir. Yine kaplumbağanın, yılanı yedikten sonra,
dağda biten kekik otundan yediği ve böylece onun tesirinden kurtulduğu rivâyet edilmiştir.
4) Kirpi, rüzgar esmeden önce, kuzey ve güneyi tesbit eder, böylece de yuvasının,
girişini (rüzgara göre) değiştirir. Kırlangıç da, çamurdan yuva yapıp, ağaç oyma hususunda
gerçekten bir ustadır. Eğer çamura ihtiyacı olursa, toprağı kazar ve sonra kanatlarında
taşıyabileceği kadar bir çamur yapabilmek için, o çamuru çorakta yuvarlar. Yavru
yaptığında, yavrularının bakımını titizlikle yapar, onların pisliklerini gagasıyla alıp,
yuvadan atar. Sonra da onlara bu pisliklerini, yuvanın bir tarafına yapmalarını öğretir. Avcı,
kekliğin yavrularının olduğu tarafa yaklaştığında, keklik ona gözükür, peşine düşüp,
yavrularının bulunduğu taraftan uzaklaşması için, ona yaklaşır ve neredeyse
yakalanacakmış gibi his verir. Ağaçkakan, yeryüzüne nadiren konar. Genellikle ağaç
82
üzerinde, içinde (ağaç) kurdu olduğunu bildiği yeri gagalar durur. Yine kuğular, uçarken
gökte çok yükselirler. Eğer bir bulut, yahut sis onların birbirlerini görememelerine sebep
olursa, o zaman, sanatlarından, birbirlerini duyup takip edebilecekleri bir ses çıkarırlar. Bir
dağ başında uyuduklarında, başkanları hariç, hepsi başlarını kanatları altına sokarlar.
Başkanları ise, başı açıkta uyur. Böylece bir bekçi vasifesi görür en hafif bir ses duysa,
hemen uyanır. Karıncalar, son derece düzgün bir çizgi üzerinde, birbirlerini kontrol ederek,
yuvalarına gitmektedirler.373 Râzî’nin saydığı bütün bu örneklerden hayvanların, kendi
çeşitlerine göre ümmet oldukları anlaşılmaktadır. Bunlar hareketleriyle, sesleriyle, hasılı
yaşam biçimleriyle Allah’ı tesbih ederler.
Ebu Hüreyre, karıncaların tesbihi ile ilgili olarak Hz. Peygamber (a.s.v)’den şu
hadisi rivâyet etmiştir: “Peygamberlerden birini karınca ısırmış. O peygamber karıncaların
bulunduğu yuvanın yakılmasını emredince Allah ona şöyle vahy etmiştir: Seni ısıran bir
karınca yüzünden tesbih eden bir topluluğu yok ettin.”374
İbn Ömer (r.a.) diyor ki: “Resûlüllah (s.v.a) Efendimiz, kurbağa öldürmeyi
yasakladı ve şöyle buyurdu: “Doğrusu onun vıraklaması tesbihtir.” 375
İmam Beyhaki şöyle rivayet ediyor: “Hz. Peygamber (s.a.v.) hayvanların yüzlerine
damganmasını ve vurmasını yasaklanmıştır. Çünkü o hayvanlar Yüce Allah’ı tesbih ve
hamd ederler.”376
Hayvanlar lisân-ı hâlleriyle de tesbihte bulunmaktadırlar. Hayvanların yaratılış
özellikleri, verilen görevi yerine getirmeleriyle düşünen bir toplum için Allah’ın varlığına
delil teşkil etmektedir. Zira onları mükemmel şekilde yaratıp emrine boyun eğdiren Yüce
Allah’tan başkası olamaz. Nitekim “Bu insanlar, devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl
yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?”377
373 er-Râzî, a.g.e., C.24, s. 11-12. 374 İbn Mace, “Sayd”, 10. 375 İbn Mâce “sayd”, 10. 376 eş-ŞiRâzi, Nasır Mekarim, el-Emsal fi Tefsiri Kitabillahi'l-Münzel, Beyrut : Müessesetü’l-Ba’se, 1992, C.9, s. 14. 377 Ğaşiye, 88/17-18.
83
âyeti insanları düşünmeye çağırıp Allah’ın varlığına ve birliğine götürmeye çalışmaktadır
ki bu mecazî tesbihi ifade etmektedir.
Neticede tesbih ve ibadet sınırsız çeşitleriyle her şeyde vardır. Fakat her şeyin
kendi tesbihlerinin ve ibadetlerinin bütün yönlerini bilip hissetmesi gerekmez. Çünkü bir
şeyin olması, kalbin hazır olması gerektirmez. Şu halde bütün çeşitleriyle hayvanlar da
bütün hareket ve sükûnlarıyla, Allah’ın nizamına boyun eğmeleriyle ve lisân-ı hâlleriyle
Allah’ı tesbih edip yüceltmektedir.378
5. 4. 1. Kuşların tesbihi
Kuşların öyle özellikleri vardır ki, onları incelediğimiz zaman hem akıllara
durgunluk verir, hem de Yüce Allah’ın yüksek kudretinin onlardan yana tecellisini yansıtır.
Bir kısmını şöyle özetleyip maddeleştirebiliriz :
1) Uçan kuşların vücutlarının hemen her parçası ve bölümü uçuşa uygun ve
yardımcı ölçüde yaratılmıştır. Şöyle ki: Vücut boşluklarında ve uzun kemiklerinde
akciğerle bağlantılı hava torbacıkları vardır. Göğüs kasları geminin ön kısmını andırır
şekildedir ve vücudun önemli kısmını meydana getirir. Kanat tüyleri, kanatlar kapandığı
zaman havanın süzülebileceği delikler ve aralıklar bırakmayacak şekilde üst üste biner.
Kanatlarını açıp çırptığı zaman hava tüylerin arasından kayar ve öne doğru süratlenmesini
sağlar.
2) Yağışlı havada ıslanmamaları için vücutları çok ince yağ salgılar da o sayede
tüyleri kaygan hale gelir.
3) Vücutlarındaki ve uzun kemiklerindeki hava torbacıkları sayesinde hem
uçmaları sağlanır, hem de yeterli oksijen aldıkları için terlemezler. Böylece çok uzun
yolculuklarında su içmeden yollarına devam edebilirler.
378 Ulutürk, Veli, Kur’ân-ı Kerim Allah’ı Nasıl Tanıtıyor, İzmir: Çağlayan Yay, 1995, s. 70.
84
4) Gözleri çok keskindir. Yerdeki taneyi, havada uçuşan sineği uzaktan fark
edebilirler.
5) Göç mevsiminde bir kısmı binlerce kilometre yol katederek, okyanusları
aşarlar. Nereye göç etmeleri gerekiyorsa bir yanlışlığa meydan vermeden oraya doğru yol
alırlar.
6) Nesillerini devam ettirmede büyük ustalık gösterirler. Yuva yapma ve yer
seçmedeki maharetleri harikadır.
7) Her kuş kendi türüyle yaşar ve onlarla gruplar halinde hayatını sürdürür.
8) Her kuş yine kendi türünün özelliğine göre hareket sağlar, ses çıkarır ve bağlı
bulunduğu grupla haberleşir.”379
Yüce Allah’ın kudretini ispat eden delillerden bir tanesi, O’nun yarattığı bütün
varlıklarına konuşma yeteneği vermesidir. Hiçbir mahluk yoktur ki onun konuşma veya
kelamı olmasın. Bunu, şu âyette görmekteyiz: “Derilerine: “Aleyhimize niçin şahidlik
ettiniz?” derler. “Bizi, her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. Sizi önce yaratan O’dur ve
O’na döndürülüyorsunuz” cevabını verirler.”380 Kur’ân-ı Kerim bizlere karıncanın, arının
ve kuşların dilinden haber vermektedir. Bunun dışında dağların ve diğer cemadatın dilinden
de bahs etmektedir ki, bu Yüce Allah’ı tesbih faaliyeti olmaktadır. Tesbih faaliyeti bahs
edeceğimiz gibi konuşma, hareket ve seslerden oluşmaktadır.381
Yüce Allah Hz. Süleyman’a kuşların konuşma dilini öğretmiş ve bu üstün ilim
sayesinde ordusunda kuşlardan oluşan bir bölük kurmasını sağlamıştır. Hz. Süleyman bu
vesileyle kuşlarla bağlantı kurmuş, onlara dilediği şekilde hükmedebilmiştir. Bu durum
tümüyle Allah’ın Hz. Süleyman’a olan rahmetinin bir sonucudur. Bunun farkında olan
Süleyman Peygamber, halkına yaptığı açıklamada bu ilmi kendisine Allah’ın öğrettiğini
379 Yıldırım, Celal, a.g.e., C.8, s. 4239-4240 380 Fussilet, 41/21. 381 İbrahim, a.g.e., s. 118.
85
özellikle belirtmiştir. Bu ilmin kendisine ait bir özellik olmadığını ve insanın sadece
Allah’ın öğretmesiyle böyle bir ilme sahip olabileceğini vurgulamıştır. Böylece Allah’a
karşı olan teslimiyetini ve muhtaçlığını açıkça ifade etmiştir: “Süleyman Davud’a varis
oldu: “Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize herşeyden bolca verildi. Doğrusu bu
apaçık bir lütuftur” dedi.”382 Yine karınca vadisinde Hz. Süleyman (a.s), bir karıncanın:
“Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman’ın ordusu farkına varmadan sizi ezmesin”
dedi.”383 deyişini anlar, güler ve Rabbına şükreder.
Mukatil bu âyet-i kerime hakkında şöyle demektedir: “Bir gün Süleyman (a.s)
oturur iken yanında belli bir şeyin etrafında dönen bir kuş geçti. Yanında bulunanlara: Bu
kuşun ne dediklerini biliyor musunuz? Bu kuş bana şunları söyledi: Ey saltanat sahibi
hükümdar ve ey Israiloğullarının peygamberi selam sana! Yüce Allah sana ikramda
bulunmuştur. Seni düşmanlarına karşı muzaffer kılmıştır. Ben şimdi yavrularımın yanına
gideceğim, ikinci bir defa sana geleceğim. O biraz sonra bize ikinci defa gelecek derken
kuş döndü, Süleyman (a.s) dedi ki: Bu kuş şöyle diyor: Ey saltanat sahibi hükümdar selam
sana. Eğer izin verirsen ben yavrularım için bir şeyler kazanayım taki yetişsinler, sonra
senin yanına geleyim o vakit bana istediğini yap. Süleyman onlara kuşun söylediklerini
bildirdi, ondan sonra da ona izin verdi, kuş da gitti.”384
Ferkad es-Sebehî dedi ki: “Süleyman bir ağacın üzerinde kafasını oynatan,
kuyruğunu hareket ettiren bir bülbülün yanından geçiyordu. Arkadaşlarına; bu bülbülün ne
dediğini biliyor musunuz? diye sordu. Onlar: Hayır ey Allah’ın peygamberi dediler.
Süleyman (a.s) dedi ki: Bu bülbül şöyle diyor: Ben bir meyvenin yarısını yedim. Artık
bundan sonra dünya umurumda değil. Yine bir ağacın üstünde bir hüdhüd kuşu gördü,
küçük bir çocuk da ona bir tuzak kurmuştu. Süleyman: Ey hüdhüd dikkat et dedi, kuş: Ey
Allah’ın peygamberi bu akılsız bir çocuktur, ben de onunla dalga geçiyorum, dedi. Daha
sonra Süleyman geri döndüğünde kuşun çocuğun tuzağına yakalanmış olduğunu ve
382 Neml, 27/16. 383 Neml, 27/18. 384 el-Munâvî, Zeynüddin Muhammed Abdürrauf b. Ali, thk. Hamdi Danış Muhammed, Feyzü’l-Kadîr, Mekke: Mektebetu Nizar Mustafa el-Baz, 1998, C.1, s. 380
86
çocuğun elinde bulunduğunu gördü. Ey hüdhüd bu da ne? dedi. Hüdhüd: Ey Allah’ın
peygamberi ben o tuzağı göremedim ve nihâyet ona düştüm dedi. Süleyman: Yazık sana,
sen yerin altındaki suyu görüyorsun da sana kurulan tuzağı görmüyor musun? Hüdhüd dedi
ki; Ey Allah’ın peygamberi tedbirin takdire karşı faydası yoktur.”385
Yüce Allah Ku’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Göklerde ve yerde olan
kimselerin, sıra sıra uçan kuşların Allah’ı tesbih ettiğini görmez misin? Her biri kendi niyaz
ve tesbihini bilir. Allah, onların yaptıklarını bilendir.”386
Yüce Allah bu âyet-i Kerimede göklerde ve yerde olanların tesbih ettiklerini
belirtirken özellikle dikkatimizi kanatlarının çırparak uçan kuşlara çekmektedir. Allah bu
misalle bize mesaj vermektedir. Zira kuşların boşlukta uçmaları düşünen için ibret verici bir
durumdur. Nitekim Yüce Allah başka bir âyette de havada kanat çırparak uçan kuşları
kendisinden başka kimsenin tutmadığını387 belirterek mesajını da vermiş olmaktadır.
Râzî âyetteki tesbih ile, ya bütün varlıkların, Yüce Allah’ın noksanlardan
münezzeh olduğuna ve kemâl sıfatlarına sahip olduğuna delil oluşu, yahut onların bizzat
dilleriyle konuşup tesbih ettikleri, yahut da bazıları hakkında tenzih, bazıları hakkında da
lisânen konuşma manası kastedilmiş olduğunu söylemektedir.388
Süleyman Ateş’e göre her şey Allah’ın verdiği içgüdü ile ve ilham ile görevini
yapar, kendisindeki içgüdü ile Allah’a yönelir. Dolayısıyla her varlığın, Allah’ın kendisine
yüklediği görevini yapması Allah’ı tesbih sayılır.389
Ebu Sâbit’ten şu rivâyet edilmiştir: “Muhammed b. Cafer el-Bakır (r.a)’ın yanında
oturuyordum. O bana, “Güneş doğarken ve batarken, şu serçelerin ne dediklerini biliyor
385 A.g.e., C.1, s. 380 386 Nur, 24/41. 387 “Onlar, üstlerinde kanat çırparak uçan kuşlara hiç bakmazlar mı? Onları havada tutan yalnızca Rahmân’dır: Gerçek şu ki O, her şeyi gözetiminde bulundurur.” (Mülk, 67/19). 388 er-Râzî, a.g.e., C.24, s. 10. 389 Ateş, Yüce Kur’ânın Çağdaş Tefsiri, C.6, s. 200-201.
87
musun?” dedi. Ben de, “Hayır” dedim. O, “Bunlar, Rablerini tesbih ve takdis ediyor ve o
günkü rızıklarını istiyorlar” dedi.”390
Şüphesiz Yüce Allah hiçbir mahluku boşuna yaratmadığı gibi, başı boş da
bırakmamıştır. Ne için yaratılmışlarsa o maksada uygun cihazlarla donatılmış ve o gayeye
yöneltilmişlerdir. Bu itibarla yumurtadan çıkan ördek yavrusu hemen suda yüzüyor, kuş
yavrusu kanatlarını uçmaya hazır bulup uçuyor, arı bal yapıyor, inek süt veriyor…
Demek ki yüce Allah hiçbir şeyi boşuna yaratmamış, başı boş bırakmamış ve her
şeye ifa edecekleri fonksiyona göre yollarını göstermiştir. Bütün hayvanlar yuvasını
yapmayı, rızkını arayıp bulmayı, neslini kurumayı vb biliyor.
Bir diğer âyette ise: “Doğrusu Biz, akşam sabah onunla beraber tesbih eden
dağları, kuşları da toplu halde onun buyruğu altına vermiştik. Her biri ona
yönelmekteydi.”391 İbn Abbas bu âyetle ilgili olarak şöyle demiştir: “Dâvûd (a.s) tesbih etti
mi dağlar ona cevab verir. Kuşlar onun etrafında toplanır ve onunla birlikte tesbih ederlerdi.
İşte kuşların onun yakında toplanmaları, onların haşredilmeleri (toplanıp gelmeleri)dir.
Buna göre anlam şöyle olur: Biz kuşları onunla birlikte tesbih etmeleri için onun etrafında
topluca bir araya gelmelerini sağlayarak müsahhar kıldık.”392
Hz. Davud (a.s)’ın güzel ve tatlı bir sesi vardı. O Allah’ı tesbih ettiğinde dağlar
onun güzel sesini yankılandırıyor, kuşlar da çevresine toplanıyor onunla beraber tesbih
ediyorlardı. Onun sesi ile ilgili olarak şöyle rivâyet edilmiştir: Ebu Musa el-Eşari (r.a)
Kur’ân okurken oradan geçen Peygamber (s.a.v.) ayakta durup uzun bir süre onu dinlemiş
ve o Kur’ân okumayı bitirdiğinde: “Bu adama Davud’un güzel sesinden bir parça verilmiş”
393 demiştir.
390 er-Râzî, a.g.e., C.24, s. 10. 391 Sad, 38/18-19. 392 el-Kurtubî, a.g.e., C.15, s. 161. 393 el-Mevdûdî, a.g.e., C.3, s. 288-289.
88
“Davud ve Süleyman da milletin koyunlarının yayıldığı bir ekin hakkında hüküm
veriyorlarken, Biz onların hükmüne şahiddik. Süleyman’a bu meselenin hükmünü
bildirmiştik; her birine hüküm ve ilim verdik. Davud ile beraber tesbih etsinler diye dağları
ve kuşları buyruk altına aldık. Bunları Biz yapmıştık.”394
Kuşların toplu halde Dâvud Peygamber’e boyun eğmesini ile ilgli olarak şu
yorumlar yapıldığını görülmektedir:
1) Dâvud Peygamber (a.s.) insanların kalbine kuş sevgisi aşılayarak onların
korunmasını sağlamış, o kadar ki kuşlar insanlardan ürkmez olmuşlardı.
2) Dâvud Peygamber kendisine verilen yüksek keramet veya mu’cizeyle, kuşların
-ilâhî sünnet gereği- tesbihlerini anlıyor ve özellikle ibâdet için sabah ve akşam gibi iki
faziletli vakitte, diğer bir anlatımla, sabahleyin kuşlar etrafa yayılırken, akşam vakti de
yuvalarına dönerken Dâvud (a.s.) onların zikir ve tesbihine gönül kulağını verip Hakk’ı
tenzîh ediyor, O’nu anıp hamdu senada bulunuyordu.
3) Güçlü ordusuyla dağları, ovaları aşıp uçan kuşlarla yarış edercesine bir saltanat
kurduğu da düşünülebilir.395
İmam Sadık bu komu ile ilgli olarak şöyle demiş: “Karada ve denizde hiçbir
avlanan her hangi bir kuş veya yabani hayvan yoktur ki kendi dilince Yüce Allah’ı tesbih
etmiş olmasın.”396
Konu ile ilgili olarak bir diğer rivayet ise şudur: İmam Bakir anlatıyor : “Bir gün
Hz. Peygamber (s.a.v.) serçenin sesini işitince, Ebu Hamzeti Semalî’ye dedi ki: “ O kuşlar
Yüce Allah’ı tesbih ediyor ve günlük rızıklarını arıyorlar.”397
394 Enbiya, 21/78-79. 395 Yıldırım, Celal, a.g.e., C.10, s. 5157-5158. 396 eş-ŞiRâzi, a.g.e., C.9, s. 14. 397 A.g.e., s. 14.
89
Sonuç itibariyle zikredilen bütün âyetler, hadisler ve müfessirlerin yorumlarından
anlaşıldığı üzere kuşların havada yol alırken kanat çarpışı tesbihtir. İster bu tesbih seslerle
yapılmış olsun ister hareketiyle, önemli olan bu kuşların Yüce Allah’ı her zaman zikretip
O’nu tesbih etmeleridir.
6. CANSIZ VARLIKLARIN TESBİHİ
Kur’ân-ı Kerim’e baktığımızda cansız varlıkların adeta konuşturulduğunu, onlara
canlılık atfedildiğini görürüz. Tabiat dediğimiz bütün varlık ve hatta cansızlar bile O’na
aynı Yaratıcı’nın emirlerine boyun eğen, fıtrî vazifelerini yerine getiren itaatli askerler gibi
görünür: Çünkü “İnananların, imanlarını kat kat artırmaları için, kalblerine güven indiren
O’dur. Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah’ındır. Allah bilendir, Hakim olandır.”398 Evet,
cansız tabiat dediğimiz eşya Kur’ân’da adeta canlı gibi karşımıza çıkmaktadır. Yüce Allah
onlara hitap eder. Allah kâinat yaratılışında “Yeryüzüne üstünden ağır baskılar (dağlar)
yerleştirdi, onu bereketli kıldı; arayıp soranlar için gıdalarını tam (toplam) dört gün içinde
yetiştirmesi kanununu koydu (takdir etti). Sonra, duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona
ve yeryüzüne: “İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin” dedi. İkisi de: “İsteyerek
geldik” dediler.”399 âyetinde belirtildiği gibi cansız eşyayı belli kanunlar çerçevesinde
yönlendirip hedefini tayin etmiştir. Bu ve benzeri âyetlerdeki hitabın temsilî olduğunu,
gerçekte cansızların böyle bir konuşmaları ve cevap vermeleri bulunmadığını ileri sürenlere
göre de, bu cansızlar âlemi yaratılışlarından beri lisânı-ı hâl ile Allah’ın emirlerine tam bir
itaatle boyun eğmektedir. Yani cansız dediğimiz eşya niçin yaratılmışlarsa hiç sapmadan o
gayeye hizmet ediyorlar. Mesela, tesbihin kelime anlamı olan, yıldızların yörüngelerinde
hiç sapmadan hareket etmeleri ilahi kanuna boyun eğmelerinin bir sonucudur. İşte bu
durum evrensel bir tesbih faaliyetidir.
Tabiata baktığımızda eşyanın cansız olduğunu söylesek de hareketsiz olduğunu
söylememiz mümkün değildir. Zira bunun böyle olduğunu modern bilim ispat etmiştir.
Daha yakın zamana kadar cansız dediğimiz tabiatın hareketsiz, donuk olduğu sanılırdı. Bu
398 Fetih, 48/4. 399 Fussilet, 41/11-12.
90
gün maddenin en küçük parçası olan atomun çekirdeği etrafından saniyede 2.000 km. hızla
döndüğü söylenmektedir400 ki bu gerçekten enteresan, esrarengiz bir durum arz etmektedir.
Demek ki her şey, canlı olmasa da hareket halindedir. Demek ki her şey belli bir nizam
çerçevesinde hareket etmekte ve bu durumuyla da Allah’ı tesbih etmiş olmaktadırlar.
Tabiat gerçekten o kadar mükemmel örülmüş ve o kadar düzenli çalışmaktadır ki,
bu durum Allah’ın Yüce kudretinin eseri olarak Kur’ân-ı Kerimde pek çok yerde dile
getirilmiştir.401 Dev bir makine gibi olan bu kâinat içindeki tüm sebeplilik süreçleriyle
birlikte kendi yapıcısının temel işareti (âyeti) ve varlığının delilidir.402 İşte bazı âyetlere
dayanarak cansız varlıkların tesbihlerini, onların boyun eğmelerinin mahiyetini açıklamaya
çalışacağız.
6. 1. Güneş, Ay ve Yıldızların Tesbihi
Kur’ân’ın indiği dönemin uzay ve kâinât bilgisi gereğince Kur’ân “gökler”
demiştir. Fakat “gökyüzü” dendiği zaman, nerde başlayıp nerde bittiği bilinmeyen, uçsuz
bucaksız bir uzay akla gelmektedir. Bu uzay, yıldızları, gezegenleri ve galaksileri ve
galaksi kümelerini içermektedir. Astronomi bilgisinin oldukça sınırlı olduğu miladi 7.
yüzyıl insanları açısından “gökler ve yeryüzü”, üzerinde yaşadığımız bu dünya ile onun
göğünü temsil etmektedir. Halbuki “gökler”, bütün uzay ve içindeki yıldızları ve
gezegenleri, yani kâinâtı kapsayan bir terimdir. “Arz” ise, üzerinde yaşadığımız dünyadır.
400 Karaman, ve Dğr, a.g.e., C.3, s. 423; Ateş, Yüce Kur’ânın Çağdaş Tefsiri, C.5, s. 219-220. 401 “Dağları yerinde donmuş gibi durur görürsün, oysa onlar bulutlar gibi geçerler. Bu her şeyi sağlam tutan Allah’ın işidir. Doğrusu O, yaptıklarınızdan haberdardır!” (Neml, 27/88); “O her şeyden öncedir; kendisinden sonraya hiçbir şeyin kalmayacağı son’dur; varlığı aşikardır; gerçek mahiyeti insan için gizlidir. O her şeyi bilir. Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden, yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilen O’dur. Nerede olursanız olun, O, sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.” (Mülk, 67/3-4); “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahiblerine şüphesiz deliller vardır. Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: “Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, Sen münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru!” (Al-i İmrân, 3/190-191); “Gökleri, gördüğünüz gibi, direksiz yükselten, sonra arşa hükmeden, her biri belli bir süreye kadar hareket edecek olan Güneş ve Ay’ı buyruğu altına alan, işleri yürüten, ayetleri uzun uzun açıklayan Allah’tır; ola ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanırsınız.” (R’ad, 13/2) 402 Fazlu Rahman, Ana Konularıya Kur’ân, trc. Alparslan Açıkgenç, Ankara: Ankara Okulu Yay, 1998, s. 117.
91
Yüce Allah bizlere bu uzayda var olan güneşin, ayın ve yıldızların tesbih ettiklerini haber
vermektedir:
“Sonra, duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: “İsteyerek veya
istemeyerek buyruğuma gelin” dedi. İkisi de: “İsteyerek geldik” dediler..”403
Kurtubî’nin dediği gibi bu âyet, “evrenin Allah’ın koyduğu kanunlara boyun
eğişini çok çarpıcı bir ifade ile ima etmektedir. Bu evren gerçeğinin yaratıcısına bağlılığını
vurgulamaktadır. Bu bağlılık onun sözlerine ve iradesine uymak ve teslim olmak şeklinde
kendini göstermektedir.”404 Bunun dışında kâinâtın yaratılışının ilk başlangıcına ve Allah’a
olan itaatine işaret etmektedir. Fakat göklerin ve yerin Allah’ın emrine “isteyerek geldik”
demiş olmaları bir kere olmuş bitmiş bir iş değildir, bu teslimiyet o günden bugüne
süregelmekte olup, kıyamete kadar da devam edecektir.
Bu âyetin daha iyi anlaşılması için bilim adamlarının keşf ettiklerine başvurmamız
daha uygun olacaktır.
Bugünkü ilmî verilere göre “bu evrende en az 100 milyar galaksi bulunmaktadır.
Bu galaksilerden biri Samanyolu’dur. Güneş de Samanyolu’ndaki 200 milyar yıldızdan
biridir. Her yıldızın ayrı gezegenleri ve uyduları olup bir galakside trilyonlarca gökküre
bulunmaktadır. Bilindiği üzere evrende her şey hareket halindedir, hiçbir şey belli bir yerde
durmaz. Gerçekte dünya (ve onunla birlikte güneş sistemi) her yıl, bir önceki yılda
bulunduğu yerden 500 milyon km uzakta bulunur ve uzayın sonsuzluğunda dolaşır
durur.”405
“Güneş, samanyolunu oluşturan 200 milyar yıldızdan biridir. Çapı 1.393.000
km’dir. Dünyamızdan 325.500 defa daha büyük bir kütle olan ve her gün kendini yakan bu
muazzam gaz fırını, saniyede 500-600 milyon ton hidrojeni, helyuma dönüştürür. Bir başka
403 Fussilet, 41/11. 404 Kutup, a.g.e., C.9, s. 20. 405 Bkz. Deniz, M. Akif, “Hayat ve Enerji Kaynağımız: Güneş”, Teknobilim, http://www.ilkadimdergisi.com/171/teknobilim-akifdeniz.htm.
92
deyişle, burada her saniyede binlerce hidrojen bombası patlar ve hidrojen atomları helyuma
dönüşür. Bu sırada kaybolan kütle enerjiye dönüşür. İşte bu enerji, yeryüzünde yaşayan
bütün canlıların hayatları için ihtiyaç duyduğu enerjidir. İbrahim Suresinin 32-33 âyetinde:
“Gökleri ve yeri yaratan, yukardan indirdiği su ile rızık olarak ürünler yetiştiren, emri
gereğince denizde yüzmek üzere gemileri, nehirleri, belli yörüngelerinde yürüyen ay ve
güneşi, geceyle gündüzü sizin buyruğunuza veren Allah’tır.” buyurulmaktadır.”406
“Güneşin birinci hareketi kendi ekseni etrafında dönüşüdür. 7 derece 11 saniye
eğik bir eksen çevresindeki bu dönüşünü yaklaşık 25 günde tamamlar. İkinci hareketi,
bütün gezegenleri ve uyduları ile birliktedir. Bu dönüş, Samanyolu merkezi etrafında olup
saniyedeki hızı 270 km.dir ve bu dönüşü 250 yılda tamamlar. Üçüncü hareketi, Samanyolu
ile birlikte yaptığı harekettir. Samanyolu 100-125.000 ışık yılı çapında bir galaksidir. İşte
bu yıldızlar uydular topluluğu beraber dönmektedirler.”407
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır: “Ve [görmüyorlar ki,] geceyi
ve gündüzü, güneşi ve ayı hepsi de uzayda dolaşan (o gök cisimlerini) yaratan O’dur!”408
Râzî, yıldızların hareketi konusunda çeşitli görüşleri belirttikten sonra “felek sakin
olur, kendisindeki yıldız ise, tıpkı durgun sudaki balığın hareketi gibi hareket eder”
görüşünün daha doğru olduğunu söylemektedir.409
Elmalılı bu âyetle iligili olarak şunu söylemektedir: “Güneş, ay ve yıldızlar
takdirinde olmasıdır ki, güneş ile ayın yanında yıldızlar hazfedilmiş sonra da, hepsi
anlamında olan “küllün” sözcüğü ve çoğul siğası olan “yesbehûn” ile hepsine işaret
olunmuş demektir.”410
Gerçekten de yıldızlar, gezegenler ve uydular hem kendi etraflarında, hem de bağlı
bulundukları sistemle birlikte dönmekte, evren bir fabrikanın dişlileri gibi düzenli
406 Bkz. a.g.e., http://www.ilkadimdergisi.com/171/teknobilim-akifdeniz.htm. 407 Bkz. a.g.e., http://www.ilkadimdergisi.com/171/teknobilim-akifdeniz.htm. 408 Enbiya, 21/33. 409 er-Râzî, a.g.e., C.22, s. 145. 410 Elmalılı, a.g.e., C.5, s. 451.
93
çalışmaktadır. Evrendeki yörüngeler sadece bazı gök cisimlerinin hareketi değildir. Güneş
sistemimiz hatta diğer galaksiler, başka merkezler etrafında büyük bir hareketlilik
gösterirler. Dünya ve onunla birlikte Güneş Sistemi her yıl, bir önceki yerinden 500 milyon
kilometre uzakta bulunur. Gök cisimlerinin yörüngelerinden en ufak bir sapmanın bile
sistemi altüst edecek kadar önemli sonuçlar doğurabileceği hesaplanmıştır.411
“Ve güneş[te de onlar için bir işaret vardır]: o, kendine ait bir yörüngede akıp
gider.”412
Seyyid Kutubun dediği gibi daha önce güneşin sabit bir yerde kendi ekseni
etrafında döndüğü zannedilirdi. Ancak sonra güneşin yerinde sabit olmadığı, aksine
hareket etmekte olduğu ortaya çıktı. Uzay boşluğunda, astronomların hesabına göre
saniyede on iki millik bir hızla, bir yöne doğru akıp gitmektedir. Güneşi, onun yol alışını ve
varacağı yeri çok iyi bilen yüce Rabb’i diyor ki: Güneş bir yere doğru yol alıp gitmektedir.
Güneşin ulaşacağı bu durağı ancak kendisi bilir. Kendisinden başka hiçbir kimse
bilemez.413
İbn Kesîr, “o, kendine ait bir yörüngede akıp gider” ifadesinin anlamı ile ilgili şu
iki görüşü zikretmektedir: Biri, “karar kılacağı yer”dir. Bu yer de arzdan sonra gelen Arş’ın
altıdır. Zira, Hz. Peygamber (s.a.v.) Ebu Zerr’e (r.a.) şöyle demiştir: “Ey Ebâ Zer! Biliyor
musun güneş nerede batar?” Ebu Zer: “Allah ve Rasûlu daha iyi bilir” demiş, Rasulullah
(s.a.v) de “O Arş’ın altında secde edinceye kadar gider buyurmuştur.414 İkincisi,
Müstekarr’dan maksat, güneşin hareketinin son bulacağı kıyamet günüdür. O gün seyri
bozulur, hareketi durur, dürülür ve bu âlem sona erer. Onun ne durması ne sükûnu vardır.
Bilakis o hiç durmadan ve ara vermeden gece gündüz yürür.415
411 Bkz. http://www.sevde.de/KuranBilim/kuran_ve_bilim.ht 412 Yasin, 36/38. 413 Kutup, a.g.e., c.8, s. 473. 414 el- Buhârî, “Tefsir”, 36. 415 İbn Kesîr, Tefsirü’l-Kur’âni’l-Azim, C.3, s. 754.
94
Astronomların hesaplarına göre güneş, içinde bulunduğu galaksinin hareketi
nedeniyle, Solar Apex adı verilen bir yörünge boyunca Vega Yıldızı’na doğru saatte
720.000 km.’lik bir hızla yolculuk etmektedir. (Bu, kaba bir hesapla güneşin günde
720.000x24=17.280.000 km. yol katettiğini gösterir. Tabi ona bağlı olan dünyamızın
da...)416
“Ve ay[da da bir işaret vardır ki] Biz onu, kuru ve eğik bir hurma dalını andırır
hale gelinceye kadar çeşitli safhalardan geçirdik. Ne güneş aya erişebilir, ne de gece
gündüzü yok edebilir, çünkü hepsi uzayda [yasalarımız doğrultusunda] hareket ederler.”417
“Bu âyette geçen “el-Urcûn” kelimesi, hurma salkımının sapına denir. “el-Kadim”
de eski demektir. Hurmanın sapı eskidikçe incelir, eğrilir ve sararır. İşte ay sonunda, tıpkı
eski hurma sapı gibi ince, eğri, sarımtırak bir görünüm alır. Bu benzetme hilâlin ilk ve son
şeklini göstermekle kalmıyor, aynı zamanda Ayın, yörüngesinde geçerken Dünya
çevresinde bir ayda dolandığı yolun biçimini de göstermiş oluyor. Ayın yolu tam dairesel
olmayıp bir tarafı konkav bir eğrilik arz eder.”418
Kurtubîye göre ayın yirmi sekiz konağı vardır. Bu konakların ismi şöyledir:
Şeretan, butayn, süreyya, deberan, hek’a, hena, zira, tarf, cebhe, haratan, sarfe, avva, simak,
gafr, zubbaneyan, iklil, kalb, şevle, neaim, beledde, sa’d ez-zabih, sad’bula, u’s-dussuut,
sa’du’l-ahbiye, el-ferğu’l-mukaddem, el-ferğu’l-muahhar, batnu’l-hut.419 Ay, saydığımız bu
konakların sonuna geldikten sonra baştakine dönmektedir. Yörüngesini yirmi sekiz gecede
tamamlamaktadır. Sonra bu görünmez olur, sonra tekrar hilal olarak doğar ve yörüngesinde
konakları kat etmeye yeniden başlamaktadır.420 İşte ay böyle oluşmaktadır. Ayın
oluşumunda geçirdiği bu safhalar, bu hareketler onun Yüce Allah’ı tesbih etmesidir.
416 Bkz: http://www.sevde.de/KuranBilim/kuran_ve_bilim.ht 417 Yasin, 36/39-40. 418 Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, C.7, s. 348. 419 el-Kurtubî, a.g.e., C.15, s. 29-30. 420 A.g.e., C.15, s. 29-30.
95
Bu hususta diğer bir âyette de şöyle: “Yerde ve göklerdeki kimseler de, gölgeleri
de, sabah akşam, ister istemez Allah'a secde ederler.”421
Râzî bu âyetle ilgili olarak şunları söylemektedir: Burada bahsedilen “secde’nin
manası hususunda iki görüş vardır:
Birinci Görüş: Bu “secde”den murad, alnı yere koyma manasındaki secdedir. Bu
manaya göre, âyetin iki izahı vardır:
a) Bu, her ne kadar umûmî bir ifâde ise de, bundan murad hususî (belli)
varlıklardır. Onlar da mü’minlerdir. Çünkü bazı mü’minler, Allah’a kolaylıkla ve arzu ile
secde ederler. Bazı müslümanlar ise, bu kendilerine ağır geldiği için, Allah’a kerhen
(zorlanarak) secde ederler. Onlar kendilerini, nefisleri istese de istemese de, bu ibadetleri
yerine getirmeye zorlarlar.
b) Bu ifâde umûmîdir ve bundan kastedilen mana da umûmîdir. Buna göre, âyette
bir müşkil söz konusudur. Çünkü göklerde ve yerde olan her şey, Allah’a secde etmez.
Aksine melekler ile cin ve insanlardan mü’min olanlar Allah’a secde ederler. Kâfirler ise
secde etmezler.
Buna iki şekilde cevap verilebilir:
1) “Göklerde ve yerde kim varsa onlar da Allah’a secde ederler”; yani, “Göklerde
ve yerde olan her canlının Allah’a secde etmesi gerekir” demektir. Böylece gereklilik
(vücûb) olma ve meydana gelme ile ifâde edilmiştir.
2) Secdeden murad, ta’zîm ve kulluğu itiraftır. Allah’ın Lokman suresinin 25
âyetinde “Andolsun ki onlara, gökleri ve yeri kimin yarattığını sorarsan, muhakkak “Allah”
derler” buyurduğu gibi, göklerde ve yerde bulunan her canlı, Allah’a kulluğu itiraf eder.
421 R’ad, 13/15.
96
İkinci Görüş: Secde, inkıyâd etmek, boyun eğmek ve başkaldırmamak
anlamındadır. Bu manaya göre, göklerde ve yerde olan her canlı, Allah’a secde ediyor,
demektir. Çünkü O’nun, kudret ve meşieti, herkes hakkında geçerlidir.422
“Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanların ve
insanların birçoğunun Allah’a secde ettiklerini görmüyor musun? İnsanların birçoğu da
azabı hak etmiştir. Allah’ın alçalttığı kimseyi yükseltebilecek yoktur. Doğrusu Allah ne
dilerse yapar.”423 Buradaki “secde” etmek tabiri “boyun eğme, Allah’ın verdiği görevi
yerine getirmek” anlamını ifade etmektedir. 424
Yüce Allah’a yapılan secde O’na ait özel bir şekilde olmaktadır. Göklerde bulunan
melekler, yeryüzünde insanlar, cinler, ülvî alemden Güneş, Ay ve Yıldızlar, süflî alemden
ağaçlar ve bütün hayvanlar, sevaba lâyık pek çok insanlar O’na secde ederler.425 İster bu
secde isteyerek yada istemeyerek yapılmış olarak anlaşılsın, burada asıl önemli olan bütün
mahlukatın O’na secde etmeleridir.
Bir başka dikkat çekici nokta, âyette belirtildiği gibi bu mahlukatın gölgeleri sabah
akşam Allah’a secde etmeleridir. Aklımıza şöyle bir soru gelebilir. Neden Yüce Allah’a
özellikle bu vakitlerde secde etmektedir? Kurtubî bu soraya şöyle cevap vermektedir:
“Gölgeler bu vakitlerde açıkça ortaya çıkmakta, bir cihetten diğer bir cihete geçmektedir.
Bu da yüce Allah’ın gölgeleri dilediğine uygun olarak evirip çevirmesi ile olur. Sonra o
delil olarak en-Nahl suresinin 48 âyeti getirmektedir: “Allah’ın yarattığı şeylerin, gölgeleri
sağa sola vurarak, Allah’a boyun eğerek secde etmekte olduklarını görmüyorlar mı?.
Ayrıca göklerde ve yerde olan her şey bütün canlılar/hayvanlar ve melekler kendilerini
büyüklük duygusuna kaptırmadan Allah için saygı ve tazimle yere kapanmaktadırlar:
422 er-Râzî, a.g.e., C. 19, s. 24-25 423 Hac, 22/18. 424 Bayraklı, a.g.e., C.13, s. 54-56. 425 ez-Zühaylî, a.g.e., C. 13, s. 135.
97
Üstlerinde (egemen) bulunan Rablerinden korkuyor ve kendilerine ne buyurmuşsa onu
yapıyorlar.” 426
Kâinâtın Allah’ı tesbihine, “secde” kavramıyla da işaret edilmiştir. Bir başka
deyişle, “tesbih”le “secde” kavramları arasında büyük bir ilgi ve alaka vardır. Bunu zaten
daha önce de belirtmiştik. Önemli olan burada, secde kavramının tesbih kavramıyla hemen
hemen aynı anlamda kullanılmış olmasıdır. Bu âyette, tesbih âyetlerinin aksine, “gökler ve
yeryüzü” değil de, “göklerde ve yeryüzünde bulunanlar”ın Allah’a secde ettikleri haber
verilmektedir. Kâinâttaki varlıkların Allah’a secde etmesi, söz konusu varlık aleminde
mutlak manada Allah’ın egemenliğinin geçerli olması demektir. Varlık, Allah’ın koyduğu
yasalara harfiyen bağlıdır. Herhangi bir itaatsizlik söz konusu değildir.
Yukarıda zikrettiğimiz âyetlerden anlaşıldığı gibi Yüce Allah’a evrende cansız
olan varlıkları da boyun eğip, O’nu tesbih etmektedirler. Güneş, Ay, Gölgeler, Yıldızlar ve
diğer cansız varlıkların, Onun koyduğu kanunlara ne kadar bağlı olduklarını açık bir şekilde
anlaşılmaktadır. Yeryüzünde ve Gökyüzünde de hareket eden her şey, Yüce Allah’ı tesbih
etmektedir.
Bayraktar Bayraklı, bu konuyu farklı açıdan bakarak şöyle demektedir: “Yüce
Allah, gece ile gündüzü -bunlar anılınca Güneş ile Ay da devreye girmektedir- hepsini
yarattığını ifade ederken, sadece gökyüzünü değil, oradaki cisimleri, ışığı ve karanlığı da
yarattığına dikkat çekmektedir. Yer küre insanı ne kadar ilgilendiriyorsa, Güneş ile Ay,
gece ile gündüz de bir o kadar ilgilendirmektedir. Ama gök cisimlerinin bir yörüngede, bir
boşlukta akıp gitmeleri, hareket etmeleri, yüzmeleri de önemli bir ders, kanun ve öğreti
niteliğini taşımaktadır. Onlar, kendilerine tahsis edilen yörüngede hareket ederken, insanın
da kendisine tahsis edilen yolda hareket etmemesi ilginçtir. Aslında insan aklına da bir yö-
rünge tahsis edilmiştir. Ama, cehaletin ve nefsin karanlığı onun yoluna engel
koymaktadır.”427 Sonra şöyle devam eder: “Yüce Allah insanlara iman etmeleri için dış
âlemdeki göksel ve yerel kanunlarını anlatmakta, bunları araştırması için ödev vermektedir.
426 el-Kurtubî, a.g.e., C.9, s. 302. 427 Bayraklı, a.g.e., C.12, s. 439.
98
Bu kanunların anlatımında uzaktan yakına, yakından uzağa metodunu kullanmaktadır.
Yüce Allah, tekten çokluğa, çokluktan teke giden bir açıklama yapmaktadır. Tek olan
Allah, tek maddeyi yani hidrojeni yaratıyor; daha sonra ondan tüm kâinatı ve ondaki
varlıkları ve elementleri yaratıyor. Sonra o kâinatın yapısı ve kanunları insan aklını tek olan
Allah’a imana götürüyor. İşte bu tekten çokluğa, çokluktan da teke giden bir metot
oluyor.”428
6. 2. Gök Gürültüsünün Tesbîhi
Yüce Allah bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Gök gürlemesi O’nun sınırsız kudret
ve yüceliğini övgüyle anmakta; melekler de korku ve sakınma içinde bunu yapmaktalar. Ve
O yıldırımları gönderip onlarla dilediğini çarpmaktadır. (Hal böyleyken) onlar yine de
Allah hakkında tartışıp duruyorlar; hem de O’(nun), kavranamaz ince ve derin planını
gerçekleştirmek için sınırsız bir kudrete sahip olduğu ortada olduğu halde!”429
Bu âyette geçen “R’ad” kelimesi ile ilgili olarak âlimler farklı görüşler
belirtmişlerdir:
1) “R’ad” bir meleğin adıdır. Bu durumda duyulan ses bu meleğin Allah’ı tesbih
edişidir. Bu durumda mecazî değil hakikî tesbih kast edilmiş olur.
2) “R’ad” o duyulan sesin adıdır.
3) Mecazi bir mana söz konusudur. Yani o sesi duyanlar ses dolayısıyla Allah’ın
hamdine bürünerek O’nu tesbih etmektedir. 430
Bu konu daha açık olması için burada bazı müfessirlerin görüşlerini zikredeceğiz.
Süleyman Ateş “gök görültüsü, hal diliyle kendisine oluşturan tabiat kanunlarının
yaratıcısı yüce Allah’ın büyük kudretini ibret kulaklarına haykırmaktadır, kendisinin bir
428 A.g.e., C.12, s. 439-440. 429 Ra’d, 13/13. 430 er-Râzî, a.g.e., C.19, s. 21; el-Âlûsî, a.g.e., C.13, s. 118-119; et-Tûsi, Ebu Cafer Şeyhüttaife Muhammed b. Hasan b. Ali, et-Tibyan fî Tefsiri’l-Kur’ân, Beyrut: İhyâu’t-Türasi’l-Arabi, ts., C.6, s. 230.
99
rastlantı değil, hikmet ve kudret sahibi Allah’ın kanunlarıyla meydana geldiğini
söylemektedir. Düşünen, bu tabiat âyetinin sesinden, ne demek istediğini anlar” diye
söylemektedir.431 Mücâhid bu konu ile ilgili olarak şöyle demiş: Gök gürlemesi, sözle
değil, aksine lisân-ı hâl ile Yaradanı ortaktan ve acizlikten tenzih eder, O’na boyun eğdiğini
ilân ederek, kudreti ve hikmeti karşısında O’na mutî’ olduğunu bildirir.432
“Yıldırımın tesbîhi, yüklendiği program gereği sür’at göstermesi ve plândaki
yerini alıp hizmet vermesi ve böylece Hakk’ın irâdesine baş eğip teslîm olması433 diyenler
de vardır.
Elmalılı bu âyet ile ilgili olarak şöyle demektedir: “Şimşek ile birlikte olan ve daha
sonra işitilen o gök gürlemesi, o yürekleri yerinden oynatacak gibi tepede patlayıp, yerleri
ve gökleri sarsarcasına ufuktan ufuğa yayılan o çatlayış ve gürleyiş, Allah Teâlâ’nın nimet
ve rahmetini, azamet ve kibriyasını ilan ederek O’nun uluhiyetinin şanını tesbih ve tenzih
eden bir sestir ki, tesbihinin altında yatan mânâyı bütün âleme haykırır. Ya da işitenlere bu
mânâyı hatırlatıp telkin eder.”434 Hz. Peygamber (s.v.a)den nakledilmiştir ki, kendisi gök
gürlediği zaman “ E@1 ب���19��ن 04 ی��� ا � ” “ Gök gürültüsünün hamd ile tesbih ettiği Allah’ı
tesbih ederim” derdi.435
Neticede şunu söylemek mümkündür ki: Gök gürültüsünün tesbihi fıtri tesbihtir.
Hiç bir zaman o Yüce Allah’ın ona verdiği fıtratın dışına çıkmaz. Bu şey bir tek ona
verilmiş değil, bilakis yeryüzünde bütün mahkukatlara verilmiştir.436 Ra’d O’nu hamd eder.
Gök gürlemesi, gök gürültüsü de Allah’a hamd eder. Gök gürlemesi hamd ile Allah’ın
yüceliğini, azametini, rubûbiyetini gündeme getirerek Rab’lerine boyun bükerler.
Kurtubi’nin dediği gibi kim Ra’d’ın bulut sesi olduğunu söylerse onda hayatın yaratılmış
olması dalayısıyla Ra’d’ın tesbih etmesi caiz olur. Çünkü Allah’ın âyetteki “melekler de
431 Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, C.6, s. 463. 432 ez-Zühaylî, a. g.e., C.13, s. 132. 433 Yıldırım, Celal, a.g.e., C.6, s. 3049. 434 Elmalılı, a.g.e., C.5, s. 131. 435 A.g.e., C.5, s. 131. 436 İbrahim, a.g.e., s. 109-110.
100
O’nun korkusundan” sözü bunun doğru olduğunu göstermektedir. Kim Ra’d’ın melek
olduğunu söylerse mana, “meleklerin de Allah korkusundan (O’nun tesbih ettiklerini)”
şeklinde olur.437 Ra’d şimşekten sonra gökyüzünde meydana gelen ve Rabbimizin azamet
ve kibriyasını ilân eden gökleri ve yeri şiddetle sarsan gürültüdür. İşte bu göklerin tesbihi,
göklerin hamdidir ki tüm kâinata ilân edilir. “R’ad”, melek de olsa gök gürültüsü de olsa
önemli olan bu olayın bir tesbih faaliyeti olduğudur. Biz buna melek dersek hakikî tesbih
kast etmiş oluruz, gök gürültüsü dersek mecazi tesbihi kast etmiş oluruz. Önemli olan
R’ad’ın Yüce Allah’a yaptığı tesbih faaliyetidir.
6. 3. Dağ ve Bitkilerin Tesbihi
Şimdiye kadar belirtiğimiz bu cansızların tesbihi dışında, dağlar ve bitkilerin
tesbihi hususunda da bahs edilmektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:
“Davud ve Süleyman da milletin koyunlarının yayıldığı bir ekin hakkında hüküm
veriyorlarken, Biz onların hükmüne şahiddik. Süleyman'a bu meselenin hükmünü
bildirmiştik; her birine hüküm ve ilim verdik. Davud ile beraber tesbih etsinler diye dağları
ve kuşları buyruk altına aldık. Bunları Biz yapmıştık.”438
Âyette geçen “teshîr”den maksat, dağların ve kuşların Yüce Allah’ın kanunlarına
şaşmadan uymaları ve Hz. Davud’un onlara has bu kanunu anlaması ve dağların
yankısından, kuşların ötmesinden birtakım tesbîh anlamında neticeler çıkarmasıdır.439
Dağların Dâvud (a.s.)ın buyruğuna verilmesine gelince: Bu iki şekilde
yorumlanabilir:
1) Her şey Yüce Allah’ın koyduğu konuna bağlı kalıp planına göre O’nun
emirlerine baş eğrerek O’nu tesbih ve tenzih etmektedirler. Nitekim Hz. Davud’a bunların
437 el-Kurtubî, a.g.e., C. 9, s. 295. 438 Enbiya, 21/78-79. 439 Yıldırım, Celal, a.g.e., C.8, s. 3938-3939.
101
tesbihlerini anlama kabiliyeti verilmiştir. Buna göre dağlar da onunla beraber Yüce Allah’ı
tesbih ederlerdi.
2) Hz. Dâvud sağlam ve güçlü devlet, iyi donatılmış ordusuyla dağları aşıp ülkeler
fethediyordu. Orduların tekbîr seslerine dağlar yankı ile cevap veriyordu. Hz. Muhammed
(a.v.s.)’in ve ordularının yankıları daha büyük olacağı, İslâm’ın geleceğinin çok parlak
olacağı kapalı bir anlatımla müjdelenmektedir.440
“Ey dağlar ve kuşlar! Davud tesbih ettikçe siz de onu tekrarlayın” diyerek and
olsun ki, ona katımızdan lütufta bulunduk; “geniş zırhlar yap, dokumasını sağlam tut” diye
ona demiri yumuşak kıldık. Yararlı iş işleyin; doğrusu Ben yaptıklarınızı görenim.”441
Kurtubî’ye göre dağların tesbihi Yüce Allah’ın, ağaçta kelamı halkettiği442 gibi,
dağlarda da tesbihi halketmiştir. Böylelikle Dâvûd (a.s)’a bir mucize olmak üzere dağların
tesbih sesleri, tıpkı tesbih eden kimsenin sesi işitildiği gibi, işitilirdi.443 O Zebur’u
okuduğunda dağlar onunla birlikte seslenir, kuşlar da ona kulak verirdi. Böylelikle tıpkı
onlar da onun yaptığını yapmış gibi oluyorlardı.444
“…Davud’u hatırla! O, her zaman Bize yönelirdi: [ve bunun için,] her sabah ve
her akşam sınırsız kudret ve egemenliğimizi anarken dağları o’na eşlik ettirirdik, ve [aynı
şekilde] bölük bölük kuşları da: bunlar [hep birlikte] O’na, [kendilerini yaratmış olana,]
tekrar tekrar yönelirlerdi. Biz de (buna karşılık) o’nun otoritesini güçlendirmiş ve
kararlarında hikmet ve basîret üzere olmasını sağlamıştık.”445
İbn Kesîre göre Kuşlar, Dâvûd (a.s.)’un yaptığı tesbih gibi tesbih eder, onun
nağmesi gibi nağme çıkarırlardı. Havada uçmakta olan bir kuş ona uğrayıp da, Zebur
440 A.g.e., C.10, s. 5157-5158. 441 Sebe’, 34/10-11. 442 Kurtubî “Tefsiru’l-Beğavi”de geçen: “Ali b. Ebi Talib’den: Resülullah (a.s) ile beraber iken Mekke’nin dağlar ve ağaçlar arasından şehrin etrafına çıktık. Geçtiğimiz yerlerdeki hiç bir dağ ve ağaç olmasın ki ona: “es-selamü aleykum ya resülallah” demesin” hadisine dayanarak söylemiştir. 443 el-Kurtubî, a.g.e., c, 14, s. 265. 444 A.g.e., c, 14, s. 256. 445 Sad, 38/18-20.
102
okuyarak terennüm ettiğini duyunca havada durur ve onunla birlikte tesbih ederdi. Yüksek
dağlar da böyleydi. Onunla birlikte nağme yapar ve ona bağlı olarak tesbih ederdi.446
Mukatil dedi ki: Dâvûd (a. s) yüce Allah’ı andı mı dağlar da onunla birlikte Allah’ı
anardı ve o dağların tesbihini anlardı. İbn Abbas dedi ki: “Tesbih eder halde” namaz kılar
halde... demektir.447
Neticede bütün bu âyetler ve açıklamalardan Hz. Davud, kuşlar gibi dağlar da
Yüce Allah’ı tesbih etmekte oldukları anlaşılmaktadır. Bu tesbihin nasıl yapıldığı
hususunda yukarıda belirttiğimiz gibi çeşitli rivâyetler ve yorumlar yapılmıştır. Ancak biz
müslümanların o tesbihi en iyi bilenin Yüce Allah olduğunu hiçbir zaman unutmamamız
gerekmektedir.
Bitkilerin tesbihi ile ilgili olarak şu âyeti kerimeyi incelemeye çalışalım:
“Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanların ve insanların
birçoğunun Allah’a secde ettiklerini görmüyor musun? İnsanların birçoğu da azabı hak
etmiştir. Allah’ın alçalttığı kimseyi yükseltebilecek yoktur. Doğrusu Allah ne dilerse
yapar.”448
Taberî’ye göre “yeryüzünde bulunan dağlar, ağaçlar ve hayvanlar Allah’a
gölgeleriyle secde etmektedirler. Zira güneş bunların üzerine doğduğunda gölgeleri uzayıp
kısalarak ve dönerek Allah’a secde etmektedir. Göklerde bulunan güneşin, ayın ve
yıldızların secdeleri ise doğup batmalarıyladır. Zira bunlar doğarken ve batarken Allah’ın
emrine uyarak hareket etmektedir.”449
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Bitkiler ve ağaçlar O’nun buyruğuna boyun
eğerler.”450
446 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.4, s. 39. 447 el-Kurtubî, a.g.e., C.15, s. 159. 448 Hac, 22/18. 449 et-Taberî, a.g.e., C. 6, s. 16-17. 450 Rahman, 55/6.
103
“Allah’ın yarattığı şeylerin, gölgeleri sağa sola vurarak, Allah’a boyun eğerek
secde etmekte olduklarını görmüyorlar mı?”451
Seyyid Kutup bu âyetle ilgili olarak şunu söylemektedir “Kur’ân varlıkların ve
eşyanın ilahi yasalara boyun eğişini boyun eğişin en belirgin görüntüsü olan “secde” ifadesi
ile vermektedir. Dikkatleri uzadıktan sonra geri dönen gölgelerin hareketine çekmektedir.
Gölgelerin hareketi gerçekten de gizli, saf duygular üzerinde etkili olan, köklü ve derin bir
harekettir. Burada bütün yaratıklar gönülden boyun eğmiş, teslim olmuş ve itaatkâr olmuş
biçimde çizilmektedir. Ayrıca bunlara yerde ve göklerde bulunan her canlı ilave edilmiştir.
Bu evrendeki tüm varlıklara bir de melekler ekleniyor. Sonra bakmışız ki sahne, nesneler,
gölgeler, hayvanlar ve meleklerle dolup taşmıştır. Hepsi boyun eğmiş, itaate yönelmiş,
ibadete ve secdeye kapanmıştır. Allah’a kulluk yapmaya karşı büyüklük taslamıyorlar ve
O’nun emrine aykırı hareket etmiyorlar.”452
İşte zikrettiğimiz bu âyetler cansız varlıkların da Allah’a secde ettiğini O’nu tesbih
ettiğini göstermektedir. Ama bu boyun eğme ve tesbihin mahiyeti varlıklara göre bazı
yönleriyle farklılık arz etmekte olup bunun ortak yönleri de vardır. Bildiğimiz gibi secde iki
türlüdür:
1) Mükellef akıllıların taabbuden Allah’a yaptıkları secde.
2) Mahlûkatın hepsinin Yüce Allah’ın iradesinin gereğine boyun eğmeleridir.
Demek ki, bu varlıkların tesbih ve secdeleri fitrîdir. Onlar fıtrat kanunlarına
uymaktadır.453 Bu durum bütün varlıklar için geçerlidir. Ancak daha önce belirttiğimiz gibi
bazı yaratıklar sözle tesbihte de bulunmaktadır.
Bu güne kadar yaratıkların lisanlarını anlama hususunda gayret edildiğini
görmekteyiz. Bunun dışında bitkilerin konuşmalarının nasıl olduğu, hayatlarının ne şekilde
451 Nahl, 16/48. 452 Kutup, a.g.e., C.6, s. 536. 453 Ulutürk, a.g.e., s. 65-66.
104
sürüp gittiği konusunda da araştırmalar yapılmaktadır. Bu mevzudaki araştırmalar ilim
dünyasına yeni bakış açıları ve değerlendirme imkânları kazandırmaktadır. New York’lu
Cleve Backster Laboratuarda bu konu ile ilgli en geniş araştırmayı yapmıştır. Backster’in
1960 yılında başladığı çalışmalarında kullandığı âletler, zayıf elektrik akımlarını ölçebilen
ve bitki üzerinde meydana gelen titreşimleri grafik üzerine kayd eden Galvonometrelerdir.
İnsanın refah ve saadetine dokunan herhangi bir tehdit, o insanın ruh dünyasını altüst eder.
Yapılan araştırmalar neticesinde bu durumun, bitkilerde de aynen cereyan ettiğini
göstermiştir.454
Ali b. Ebi Talib’den: Resülullah (a.s) ile beraber iken Mekke’nin dağlar ve ağaçlar
arasından şehrin etrafına çıktık. Geçtiğimiz yerlerdeki hiç bir dağ ve ağaç olmasın ki ona:
“es-selamü aleykum ya resülallah” demesin.455
6. 4. Cemadatın Tesbihi
Yüce Allah Kur’ân-I Kerimde bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
“Göklerde ve yerde olan her şey, Mülkün Sahibi, Mukaddes, Kudret ve Hikmet Sahibi
Allah’ın sınırsız şanını yüceltmektedir.”456
“Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu tesbih eder; O’nu hamd ile tesbih
etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. Doğrusu O Halim
olandır, Bağışlayan’dır.!”457
Bu üç âyette “sebeha” fiilinin tef’ıl babından ve mazi sîgası kullanılmıştır. Bu
durumda âyetler zahiren, “…her şey Allah’ı tesbih etti” diye tercüme edilmek
durumundadır. Fakat Arapçada ve Kur’ân’da bu şekilde, geçmiş zaman (mazi) kipiyle
şimdiki ve geniş zaman ve hatta bazen de gelecek zaman anlamının kastedildiği yerler
bulunmaktadır. Meallerde de genellikle bu âyetler “…tesbih ederler” diye tercüme
454 Bkz. Turgut, Talha, “Bitkilerin Fısıltıları”, Sızıntı Dergisi, Şubat 1981, 3 sayı. http://www.sizinti.com.tr/konu.sizinti?SIN=4977e7e5c8&k=1366&171636724 455 el-Beğavi, a.g.e., C.1, s. 86-87. 456 Cuma, 62/1; Hadid, 57/1; Haşr, 59/1, 24; Saf, 61/1; Teğabun, 64/1. 457 İsrâ, 17/44.
105
edilmektedir. Bununla beraber, “yüsebbihu”nun (tesbih ederler) yerini alacaksa, neden öyle
denmedi de “sebbeha” dendi, diye sorulabilir. Elbette bu soru haksız değildir ve “sebbeha”
mazi fiilinin kullanılması şöyle bir inceliğe binaen olmalıdır: Gökler ve yeryüzünde olan
her şey, ilk varlık alanına çıkışı itibariyle Allah’ı tesbih ettiler, yani varlık alanına
gelirlerken Allah’ı tesbih ettiler, onların var kılınmaları, Allah’ın varlığına, yüceliğine
şehadettir. Fakat bu varlıkların tesbihi elbette ilk başlangıçtakiyle kalmadı. İlk günden
bugüne kadar bu süreç devam etti, kıyamete kadar da devam edecektir.
Ayrıca âyetlerde “Yedi gök ile yer ve onların içinde yer alan her şey”in Allah’ı
tesbih ettiği belirtilmektedir. Bu âyetlerde o kadar genelleyici bir ifade kullanılmıştır ki,
göklerde, yeryüzünde ve her ikisinde bulunan her şey, yani bütün varlık Allah’ı tesbih
edenler zümresine dahil edilmiştir. Buna göre, kâinâtta Allah’ı zikretmeyen hiçbir şey
kalmamaktadır. Var olan her şey O’nu tesbih etmektedir.
Bu evrende ne varsa, hepsi Allah’ın büyüklüğünü söyler onun birliğine şahitlik
eder. Maviliği ile gökler, yeşilliği ile tarlalar, göz alıcı renkleriyle ile bağlar, hışırtıları ile
ağaçlar, şırıltıları ile sular, nağmeleriyle kuşlar, doğması ve batması ile güneş, yağmur
yağdırmasıyla bulutlar vs. Bütün bunlar, Allah’ı tesbih eder ve onun birliğine şahitlik eder.
Her şeyde onun birliğini gösteren bir delil vardır.458
Gökteki gezegenler, yerküre ve bütün varlıklar hareket halindedir. Maddenin en
küçük parçası olan atomun çekirdeği etrafında dolaşan elektronlar aslında bu hareketleri ile
Allah’a tesbih ibadeti yapmaktadırlar. Aynı şekilde Ka’be’nin etrafında tavaf yapmamız da
tesbih olmaktadır. Demek ki göklerin, yerin ve içindeki varlıkların hareketi boşuna değil,
bir amaca yönelik olarak gerçekleşmektedir. Yüce Allah’ın onlara verdiği görevi yerine
getirmeleri de bir tesbihtir.”459
“O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur …” buyurduğu hakkında temel
iki görüş vardır:
458 Karaman, Hayrettin ve Dğr, a.g.e., C.3, s. 380. 459 Bayraklı, a.g.e., C.11, s. 276.
106
Birinci görüşe göre, bunların tesbihleri kendi lisân-ı hâlleri iledir. Çünkü bu
varlıkların Allah’a olan ihtiyacları, sahip oldukları özellikleri ile birlikte münezzeh ve
mukaddes bir yaratıcının kendilerini var etmesine muhtaç olduklarının delilidir.
İkinci görüş sahipleri ise şöyle demektedir: Yaratıkların tesbihi lisân-ı kâl iledir.
Ancak bizler onların lisanlarıyla yaptıkları bu tesbihi işitimemekteyiz. Yine bu görüşün
savunucuları arasında iki yaklaşım vardır. Birinciler der ki: tesbih sadece ruh sahibi olan
her şeye has bir fiildir. İkinci görüş ise böyle bir kayıt kabul etmemektedir.460
İkinci görüş sahiplerinin delillerinden olan birkaç hadisi burada zikr etmek
istiyoruz: “Hz. Peygamber (s.a.v) mirâ’ca çıkarıldığı gece makâm ile zemzem arasında
imiş. Cebrail sağında, Mîkâîl solunda imiş. Hz. Peygamber o ikisi ile birlikte uçmuş, yedi
göğe çıkmış. Döndüğü zaman şöyle buyurmuş: pek çok tesbîh ile beraber, göklerin şöyle
tesbih ettiğini duydum: “Yüce gökler heybet sahibini tesbih ederler. Yücelik sahibinin
yüceliğinden eğilmişlerdir. Tesbih ederiz yücelerin yücesi, tenzih ve takdis ederiz O’nu.”461
“Şüphesiz ki Nuh (a.s) ölmek üzere iken iki oğlunu çağırıp onlara şöyle dedi:
“Size iki şeyi yapmanızı, iki şeyden de kaçınmanızı vasiyet ediyorum: “Lâilâhe illallah” ile
emrediyorum. Çünkü gökler, yer ve bu ikisi arasında bulunan her şey teRâzînin bir
kefesine, “Lâ ilahe illallah” da diğer kefesine konulsa, elbette “Lâ ilahe illallah” ağır gelir.
Eğer gökler ve yer bir halka olsa, “Lâ ilahe illallah” da onun üzerine konulsa, mutlaka onu
bölüp birbirinden ayırırdı. Ve size “Sübhanellahi ve bi-hamdihi” demenizi de
emrediyorum. Çünkü bu, varlık âleminde her şeyin tesbihidir ve her şey bu sebeple
rızıklanır.”462
Râzî, âyetin “Her şey lisânıyla Allah’ı tesbihettiği” şeklinde anlaşabileceğini
savunanlara karşı bir kaç açıdan cevap verilebileceğini söylemektedir.
460 Havva, Said, el-Esas Fi’t-Tefsîr, trc. M. Beşir Eryarsoy, İstanbul: Şamil Yay, 1990, C.8, s. 223. 461 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, C.3, s. 42. 462 Ahmed b. Hanbel, a.g.e., C.2, s. 170.
107
1) Sen tek bir elma aldığında, o elma sayısız atomlardan (cüzlerden) meydana
gelmiştir. O atomların herbiri, Allah’ın varlığına başlıbaşına bir delildir. Onların her
birinin, karakter, tad, renk, koku ve bir yer tutma gibi, kendilerine ait hususî sıfatlan vardır.
Bu atomlardan herbirine, o belli sıfatlarının verilmesi, “mümkin” işler türündendir.
Dolayısıyla bu verme, kadir ve hakîm bir İlâh’ın vermesi ile olmuştur. Bunu iyice
kavradığında, o elmanın atomlarının herbirinin, Allah’ın varlığına tam bir delil ve tek bir
atomda bulunan o sıfatların da yine Allah’ın varlığına tam bir delil olduğu ortaya çıkmış
olur. Ama buna rağmen ne o atomların sayısı, ne de onlardaki sıfatların durumu bizce
malum değildir. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hak, “Fakat siz, onların tesbihini iyi
anlamazsınız” buyurmuştur.
2) Kâfirler her ne kadar dilleri ile, âlemin bir ilahı olduğunu söylüyorlarsa da,
onun varlığına delalet eden çeşitli deliller üzerinde tefekkür etmiyorlar. İşte bundan ötürü
Allah Teâlâ Yusuf suresinin 105. âyetinde: “Göklerde ve yerde nice âyetler vardır ama,
(insanlar) bunlardan yüzçevirici olarak, üstüne basar geçerler” buyurmuştur. Binâenaleyh,
“Fakat onların tesbihini iyi anlayamazsınız” âyeti ile de, bu mana murad edilmiştir.
3) Müşrikler her ne kadar dilleri ile âlemin bir ilahı olduğunu kabul ediyorlarsa
O’nun mükemmel bir kudrete sahip olduğunu bilemezler. Ayrıca bu âyetteki tesbihi, lisân-ı
hal olarak anlamak mecazîdir. Lisân-ı kâl olarak anlamak ise tesbihin hakikî mânâsıdır. Bu
durumda “tesbih” lafzının aynı anda hem mecazî hem de hakîki mânâda kullanılmış olması
gerekir ki bu fıkıh usûlünün delillerine göre batıldır. Dolayısıyla bu tesbihi böyle bir
mahzur meydana gelmemesi için insanlar hakkında değil de, yerde ve gökte bulunan
cansızla hakkında mecacî mânâya hamletmek daha evladır.”463
Bursevî, Rûhûl’-Beyan’ın’da her iki görüşü de birleştirici bir yorum getirmektedir.
Ona göre, göklerin ve yerin lisân-ı hal ile tesbih etmeleri yaratıcının varlığına, kudret ve
463 er-Râzî, a.g.e., C.20, s. 175-176.
108
hikmetine delalet etmektedir. Tesbihten kasıt mecazın umumileştirilmesi yoluyla gerek
lisân-ı hâl, gerekse lisân-ı kâl ile konuşulan muntazam mânâ olduğuna binaendir.464
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır: “Sonra kalbleriniz yine
katılaştı, taş gibi, hatta daha da katı oldu. Nitekim taşlar arasında kendisinden ırmaklar
fışkıran vardır; yarılıp su çıkan vardır; Allah korkusundan yuvarlananlar vardır. Allah
yaptıklarınızı bilmez değildir.”465
Âyette geçen “Allah korkusundan yuvarlananlar vardır” ifadesiyle ilgili olarak şu
açıklama yapılmıştır: Bazılarına göre “ha” zamiri taşlara değil kalplere gider. Diğerlerine
göre ise bu zamir taşlara gider. Biz ikinci görüşün üzerinde durmaya çalışacağız.
Buradaki “Allah korkusundan” ifadesi mecazi manada olduğunu söylenmiştir.466
Ehl-i sünnet, cansız varlıklarla diğer canlıların da kendilerine özgü namazları, tesbihleri ve
Allah’tan korkuları olduğu görüşündedir.467 Yani onlara göre “Allah korkusundan” ifadesi
hakiki manada olup, mecazi değildir. Çünkü, Allah o cansız dediğimiz varlıklarda da hayat
ve temyiz gücü yaratmıştır. Kaldı ki bir şeyde hayatın ve temyiz gücünün yaratılması için
mutlaka onun belli bir bünye üzerinde yaratılması şartı yoktur.468
Semerkandi (v.539/1144) konu ile ilgili olarak şunu söylemektedir. “Kainata
bulunan canlı cansız bütün varlıklar Rabblerini hamd ile tesbih ederler. Toprak
kurumadıkça yaş nebat ve yaprak yerinden kopartılmadıkça su aktığı müddetçe elbise yeni
olduğu müddetçe tesbih eder. Elbise eskiyince tesbihi bırakır, vahşi hayvanlar ve kuşlar
çağrıştırdıkları vakitte tesbih ederler suküt ettiklerinde tesbihi brakırlar”469
464 el-Bursevi, İsmail Hakkı, Rûh’l-Beyan Fi-Tefsiri’l-Kur’ân, trc. Abdullah Öz ve Dğr, İstanbul: Damla Yay, 1996, C.5, s. 16. 465 Bakara, 2/74. 466 en-Nesefi, Tefsiru Medariki’t-Tenzil ve Hakaiki’t-Te’vil, Ebü’l-Berekat Hafızüddin Abdullah b. Ahmed b. Mahmud, Beyrut : Dârü’l- Kalem, 1989, C.1, s. 82. 467 Bursevi, a.g.e., c.1,s. 174. 468 en-Nesefi, a.g.e., C.2, s. 82. 469 es-Semerkandi, Seyyid Alaeddin b. Yahya, Bahrul Ulum Tefsiri, trc. Ali Kara, İstanbul: Mutlu Ticaret Yay, ts., C.4, s. 94.
109
Hz. Peygamberimizin şu hadisi çok ilginçtir. O şöyle buyurmakatdır: “Mekkede
öyle bir taş biliyorum ki, peygamber gönderilmeden önce bana selam vermişti. O an hala
zihnimde canlı.”470
Abdullah b. Mes’ud diyor ki: “Ben, Resulullahın parmaklarının arasından su
kaynadığını gördüm. Şüphesiz ki bizler, yenirken yemeğin tesbih ettiğini işittik.”471Cabir b.
Abdullah diyor ki: “Resulullah (s.a.v.) önceleri bir hurma kütüğünün üzerine çıkarak hutbe
okuyordu. Ensardan bir kadının, Resulluha bir minber yapılmasını teklif etmesi üzerine
Resülullaha minber yapıldı. Cuma günü olunca Resulullah minberin üzerine çıktı. Hurma
kütüğü, çocuğun ağlaması gibi ağlamaya başladı. Resulullah (s.a.v.) minberden aşağı inip
onu kucakladı. Kütük hâlâ çocuğun inlemesi gibi inliyordu. Resululah ise onu teskin etmek
istiyordu.472
“Maddenin en küçük parcası olan atom, bu hareketiyle Yaratıcısının Şanını
yüceliğini, hikmetinin üstünlüğünü söylemektedir. Her zerre Allah’ın yüceliğini,
eksikliklerden uzak olduğunu kanıtlar. Dilsiz görünen doğa, derin düşünenler için dillenir
hal diliyle Allah’ın bir olduğunu, her şeyde O’nun kudretinin göründüğünü söyler.”473
Maddenin hareketi ile ilgili olarak Fiziko-Matematik Araştırma Laboratuarı Şefi
olan Yusuf Mürüvve şöyle demektedir: “Bildiğimiz üzere, üstün hızla hareket eden
cisimler, insan gözünde sanki hareketsiz gibi görünür. Hareket eden cismin hızı artıkça, o
cisim daha sağlam, daha katı ve sıkı, daha sert ve sabit gözükür. Atom çekirdeği
çevresindeki Elektronların hareketi, atoma fazla sertlik kazandırmaktadır. Elektronların hızı
artıkça atom daha da pekişmektedir. Bunun gibi bisiklet tekeri duruyorken, tekerin
çubukları asasındaki boşluklardan insanoğlu, en ufak bir zarar görmeden elini
sokabilmektedir. Fakat teker hızlı dönerken ahmağın biri aynı şeyi yapmaya kalkarsa, teker
470 el-Beğavi, a.g.e., c.1, s. 86. 471 el-Buhârî, “el-Menakıb”, 25; Ahmed b. Hanbel, a.g.e., C.1, s, 460. 472 el-Buhârî, “el-Menakıb”, 25; et-Tirmizî, “el-Cuma”, 10. 473 Ateş, Yüce Kur’ânın Çağdaş Tefsiri, C.5, s. 219-220.
110
kendisine şu şekilde görünecektir: Aradaki boşluklar kalkmış, sanki tek ve sert bir kurs
durumunu almıştır. Gerçekte, boşluklar tekerdeki asıl yerlerinde bulunmaktadır.”474
Seyyid Kutub ise konu ile ilgili olarak şöyle söylemektedir: “Bu ifade şu koca
evrende bütün atomların bir kalp gibi attığını göstermektedir. Allah’ı noksan sıfatlardan
uzaklaştıran ifadelerle coşkun bir ruh halinde O’na doğru harekete geçmektedir. Bir de
bakmışsın ki, bütün bir evren hareket ve hayat içindedir. Yine bir de bakmışsın ki, varlığın
tamamı sevinç ve mutluluk içinde tek ses olarak O’nun adını yüceltmekte, yüce ulu ve bir
olan yaratıcıya doğru bir saygı içinde yükselmektedir. Kalp bu olayı zihninde, içinde
canlandırdığında, onun eşsiz bir kâinat tablosu olduğunu görecektir. Bütün taşlar ve bütün
çakıllar, bütün tohumlar ve bütün yapraklar, bütün çiçekler ve bütün meyveler. Bütün
bitkiler ve bütün ağaçlar. Bütün böcekler ve bütün sürüngenler. Bütün insanlar ve bütün
hayvanlar. Yeryüzünde bulunan bütün canlılar. Suda yüzen bütün canlılar, havada uçan
bütün canlılar. Bunun yanında göğün sakinleri... Evet bütün bu varlıklar, Allah’ı noksan
sıfatlardan uzak görmekte ve yüceliği için de O’na yönelmektedirler.”475
“Onların yücelmelerini anlayamıyor, kavrayamıyorsunuz” sözünü gerçek
anlamından ziyade, bir dikkat çekme, dikkat çekilen hadisenin ancak ince bir nazarla
kavranabileceğine işaret olarak algılamak daha doğru olur kanaatindeyiz. Biz insanlar belki
diğer varlıkların tesbihini bizim gibi sesle, sözle, harflerle ve kelimelerle olacakmış gibi
düşünmeye meyilliyiz. Halbuki tabiata yüzümüzü çevirdiğimiz vakit, “sessizlik sesi ile”,
hal diliyle konuşan bir alem görmekteyiz. Aslında insan da her zaman mesajını kelamla
iletmez; insan beden diliyle de “konuşur”. İşte insan, tabiata baktığında ondan sözler
işitmez. Fakat tabiatın lisan-ı halini okumasını bilirse oradan çok büyük mesajlar çıkartır.
Tabiatın mesajı, herkes tarafından algılanır değildir. Çünkü herkes tabiata, mesajını
algılamak amacıyla bakıyor değildir. Söz konusu mesaj, tefekkürle, ta’akkul ile, tedebbür
ve tezekkürle anlaşılır. İşte bu şekilde kâinâta bakanlar, kâinâtın, Allah’ı nasıl da tenzih
eden işaretlerle dopdolu olduğunu, nasıl da zamanın, mekanın, oluşun biteviye Allah’ı
474 Mürüvve, Yusuf, İzafiyet Teorisi ve Kur’ân İlkeleri, trc. Recep Çalı, Ankara: Aydın Matbaası, 1979, s. 54. 475 Kutup, a.g.e., C.7, s. 45.
111
tesbih ettiğini anlayacaktır. Bunu anlamak için, mü’min gözüyle, basiretle, ibret gözüyle
bakmak gerekmektedir. Materyalist biri için evren mekanik bir düzen iken, mü’min için
evren, kevnî âyetler yumağıdır; Allah’ın hikmetlerinin denizler mürekkep olsa, ağaçlar
kalem olsa, denizin tükenmesi pahasına, yazmakla bitmeyeceği amaçlı bir âlemdir, ilahî bir
mekteptir. Yaratılışın her an yinelendiği bir akıştır adeta. Kâinâtın tesbihi, sanki ilahi sır
perdesi altında işlemektedir. Fakat o perde hiç kalın değildir. Yeter ki insanlar akıllarını
kullansınlar ve tefekkür etsinler. Akleden ve tefekkür eden insanlar, o perdeyi aralamakta,
varlıkların Allah’ı tesbih ve zikir edişini görebilmektedirler. Kâinâtın yaratılışı, gece ile
gündüzün düzenli işleyişi, yani zamanın ve mekanın mükemmel işleyişi akıl sahipleri için
birer âyettir. “Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin
yaratılışını düşünürler: “Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, Sen münezzehsin. Bizi
ateşin azabından koru”476 Bu da, varlıkların tesbihini insanın anlayacağına dair bir
ipucudur.
Neticede şunu söylemek mümkündür ki insanın dışında kalan ister hayvan, ister
bitki, ister diğer varlıklar ve isterse uzayın derinliklerinde yer alan diğer yıldızlar ve
içlerinde bulunan bilmediğimiz şeyler olsun, bunların Allah’ı tesbihi, biz insanların
“sübhanellah” sözüyle tesbih etmemize benzetilemez. Çünkü “sübhanellah” demek, sözdür
ve harflerle konuşmak insana özgü bir eylemdir. Fakat ‘konuşma’nın tek biçimi, bizimki
gibi sesle ve harflerle olan değildir. İnsan için nasıl bir de “beden dili” varsa, eşyanın ve
hayvanların da kendilerine has mesaj dili vardır. Bu gerçeğe rağmen, nedense insan
haricindeki varlıkların tesbihi, aynen insan gibi, sesle ve sözle tesbih olarak anlaşılmak
istenmektedir. Halbuki, dilimizle “sübhanellah” demek, tesbihin biçimlerinden biridir ve
biz insana mahsustur. Söz söylemenin, konuşmanın, yazı yazmanın da biz insana mahsus
olması gibi … Şüphesiz insanın tesbihi, yani Allah’ı tenzih etmesi ve O’nu yüceltmesi
sadece sözlü olandan ibaret değildir. Bu böyle olduğu gibi, diğer varlıkların tesbihi de hem
hâl lisanıyla hem de kendi lisanlarıncadır, harflerle, kelimelerle olmak zorunda değildir.
476 Al-i İmran, 3/191.
112
SONUÇ
“Tesbih” kelimesi “s-b-h” kökünden masdar olup sözlükte; havada hızlı hareket
etmek, suda yüzmek, boş vakit, geçimde tasarrufa gitme, işe gitmede acele etme, hemen işe
koyulma, atların koşması, yıldızların yörüngelerinde hareket etmesi anlamlarına
gelmektedir. Bir terim olarak “tesbih” ise; Yüce Allah’ı tenzih etmektir. Söz, fiil ve niyet
olarak ibadetlerin geneli için kullanılır. Kelimenin kök anlamı göz önüne alındığında,
Allah’ı iman ve amelle tenzih edişte sürekliliği, sağa sola sapmamayı ve tezliği ifade ettiği
söylenebilir. Yüce Allah’ı, O’na layık olmayan şaibelerden, gerek kavlen ve gerek kalben
tenzih etmek ve uzak tutmaktır. Kur’ân-ı Kerim’de geçen tesbih kelimesiyle yakın anlamlı
başka bazı kelimeler de bulunmaktadır. Bunlar; zikir, şükür, takdis, hamd, dua, tekbir,
secde, teshir ve tehlil şeklinde sıralanabilir.
Bu kelime Kur’ân-ı Kerim’de; Allah’ı tenzih etmek, O’nu güzel isimlerle anmak,
ibadete ve hayra koşmak, namaz kılmak ve dua etmek, gezegenlerin tesbihi, boş vakit,
meşguliyet, melekler, ruhlar, gâziler, atlar ve gemilerin hızlı hareket etmeleri gibi
anlamlarda kullanılmıştır. Kur’ân’da tesbih kelimesinin geçtiği ayetlerde, melek, cin,
hayvan ve insandan ziyade, bu varlıkların dışındaki diğer mevcudatın da Allah’ı tesbih
ettiği vurgulanmaktadır.
Bu varlıkların tesbihleri sözlü ve sözsüz olmak üzere iki türlüdür. İnsanlar,
melekler, cinler gibi canlı varlıklar hem sözlü hem de sözsüz tesbih etmektedirler. Ancak
sözlü tesbih bütün melekler için geçerli iken insanlar ve cinler için böyle bir şey söz konusu
değildir. Çünkü insanlar ve cinlerden bazıları inanmazlar. Onlar inanmadıkları için sözlü
tesbih yapmazlar. Mükelleflerin yaptığı tesbih şuurlu ve ihtiyâridir kerhî değildir. İnsanın
nefes alıp vermesi bir tesbihtir. Kalbinin atışı, kanının dolaşması, sinirlerinin her an elektrik
hızıyla duyguları taşıması, adalelerinin ve organlarının çalışmaları birer tesbihtir. Beyinden
bütün vucuda yayılan elektrik, gözün görmesi, kulağın işitmesi birer tesbihtir.
Yine kuşun havada, balığın suda, karıncaların toprakta yol alması Yüce Allah’ı
tesbihtir. Bülbülün sesi, aslanın kükremesi ve kedinin mırlaması tesbihtir. Cansızların
113
tesbihi ise lisan-ı hal iledir. Bir ağacın çiçek açması, meyve vermesi, bulutun yağmur
indirmesi, rüzgarın esmesi, şimşeğin çakması, yıldırımın düşmesi, gezegenlerin
yörüngelerini şaşırmadan akıp gitmeleri, elektronların atom çekirdeği etrafında
dönüşleri…vs. hepsi, Allah’ın yaratılıştan verdiği özelliklerle, kendilerine yüklenen
görevleri hakkıyla yerine getirmektedirler. Bu varlıkların, adeta yaratılıştan kodlandıkları
fiil ve davranışları hakkıyla işlemeleri, kendilerinden beklenen rolü mükemmel şekilde
yerine getirmeleri, varlık ummanında kendilerinden isteneni eksiksiz biçimde ifa etmeleri
birer tesbihtir.
Biz insanlar, diğer varlıkların tesbihini bizim gibi sesle, sözle, harflerle ve
kelimelerle olacakmış gibi düşünmeye meyilliyiz. Halbuki tabiata yüzümüzü çevirdiğimiz
vakit, “sessizlik sesi ile”, hal diliyle konuşan bir alem görmekteyiz. Aslında insan da her
zaman mesajını kelamla iletmez; insan beden diliyle de konuşur. İşte insan, tabiata
baktığında ondan sözler işitmeyebilir. Fakat tabiatın lisan-ı halini okumasını bilirse oradan
çok büyük mesajlar çıkartır. Tabiatın mesajı, herkes tarafından algılanabilir değildir. Çünkü
herkes tabiata, mesajını algılamak amacıyla bakmaz. Söz konusu mesaj, tefekkürle,
ta’akkul ile, tedebbür ve tezekkürle anlaşılır. İşte bu şekilde kâinâta bakanlar, kâinâtın,
Allah’ı nasıl da tenzih eden işaretlerle dopdolu olduğunu, nasıl da zamanın, mekanın,
oluşun biteviye Allah’ı tesbih ettiğini anlayacaktır. Bunu anlamak için, mü’min gözüyle,
basiretle, ibret gözüyle bakmak gerekmektedir. İşte insanoğlu ancak bu durumda olduğunda
bu varlıkların arasındaki yerini iyi bir şekilde bilmiş ve anlamış olacaktır. Yapacağı her
hareketin bilincinde olup en iyi bir şekilde bu varlıkları değerlendirecektir. Başka bir
ifadeyle şuurlu bir şekilde “evrensel tesbih faaliyeti”ne katılacaktır.
114
BİBLİYOGRAFYA
el-Âlûsî, Ebu Fadl Şihabu’d-Din es-Seyyid Mahmud el-Bağdadî. Ruhul’l-Meanî, Beyrut: Dâru İhyâi’t-Turâs, ts, C. 30.
Ateş, Süleyman. “tekbir” md, Kur’ân Ansiklopedisi, Kur’ân Bilimleri Araştırma Vakfı (KUBA), C. 30.
_____________, “teshir” md, Kur’ân Ansiklopedisi, Bilimleri Araştırma Vakfı (KUBA), C. 30.
_____________, Yüce Kur’ân Çağdaş Tefsiri, Ankara: Yeni Ufuk Yayınları, 1982, c.12.
Bayraklı, Bayraktar. Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’ân Tefsiri, İstanbul: Bayraklı Yayınları, 2004, C.12.
el-Beğavi, Ebu Muhammed Hüseyn b. Mes’ud. Meâlimu’t-Tenzîl, thk. Halid Abdurrahman Ak, 2. bs, Beyrut: Dârü’l-Ma’rife, 1987, C. 6.
el-Beydâvî, Nasru’d-Din Ebi Saîd Abdullah Ebi Ömer b. Muhammed eş-Şîrazî. Tefsîrü’l-Beydâvî, Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1966, C. 5.
el-Buhârî, Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail. el-Camiu’s-Sahih, el- Mektebetü’l Kübra’l-Emiriyye, 1895.
Bursevi, İsmail Hakkı. Rûh’l-Beyan Fi-Tefsiri’l-Kur’ân, İstanbul: Damla Yayınevi, 1330, C. 10.
el-Bûtî, Saît Ramazan. Kübra’l-Yakiniyyati’l-Kevniyye Vücudü'l-Halik, 8.bs., Dımaşk: Darü’l-Fikr, 1982.
Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Ankara, Akçağ Yayınları, 1991, C. 18.
Cerrahoğlu, İsmail. Tefsir Usulü, Ankara: T.D.V. Yayınları, 1985.
el-Cevheri, Ebu Nasr İsmail b. Hammad el-Farabi. Sıhah Taci'l-Luga ve Sıhahi'l-Arabiyye, thk. Ahmed Abdülgafur Atar, 4. bs., Beyrut: Dârü’l-İlm li’l-Melayin, 1990, C. 6.
Deniz, M Akif. “Hayat ve Enerji Kaynağımız: Güneş”, Teknobilim, http://www.ilkadimdergisi.com/171/teknobilim-akifdeniz.htm
115
Dere, Mehmet. “İslâm Terminolojisinde Dua Kavramı”, http://www.ilkadimdergidi.com/164/arastirma- mehmetdere.htm. [Mart 2002 (29 Ocak 2006).
Derveze, Muhammed İzzet b. Abdülhadi b. Derviş, et-Tefsiru’l-Hadis, trc. Ahmet Çelen, Şaban Karataş, Mehmet Çelen, İstanbul: Ekin Yay, 1997, C. 7.
Döndüren, Hamdi. “Tekbir” md, “Şamil İslâm Ansklopedisi”, İstanbul: Şamil Yay, 1994, C. 6.
_______________, Delilleriyle İslâm İlmihali İnanç-İbadet-Günlük Hayat, İstanbul: Erkam Yay, 2005.
Ebû Dâvûd, Süleyman b. Eş’as b. İshak el-Ezdi es-Sicistani, Kitabu’s-Sünen, thk.
Muhammed Avvame, Cidde: Dârü’l-Kıble li’s-Sekafeti İslâmiyye, 1998, C. 5.
Ebül-Beka, Kadı Eyyub b. Musa el-Kefevi. Kulliyatu Ebi’l-Beka, İstanbul: Matbaa-i Amire Yayıları, 1987.
Ece, Hüseyin K. İslâm’ın Temel Kavramları, İstanbul: Beyan Yay, 2000.
Eliaçık, İhsan. İslâm ve Sosyal Değişim, İstanbul: Bengisu Yay, 1995.
Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, trc. Alparslan Açıkgenç, Ankara: Ankara Okulu Yay, 1998.
Fîrûzâbâdî, Ebü’t-Tahir Mecdüddin Muhammed b. Yakub b. Muhammed. el-Kâmûsü’l -Muhît, Beyrut: Müessesetü’r-Risale, 1986.
Gazzalî, Ebu Hamid Huccetülislam Muhammed b. Muhammed. İhyâu Ulûmi'd-dîn, trc. Ahmed Serdaroğlu, İstanbul: Bedir Yayınları, 1974, C. 4.
Gülen, M. Fethullah. Kalbin Zümrüt Tepeleri I, İzmir: Nil Yayınları, 2001.
Hanbel, Ebu Abdullah Ahmed b. Muhammed eş-Şeybani. el-Müsned, thk. Sıdki Muhammed Cemil Atar, Beyrut: Dârü’l-Fikr, 1991.
Havva, Said. el-Esas Fi’t-Tefsîr, trc: M. Beşir Eryarsoy, İstanbul: Şamil Yay, 1990, C.16.
el-Heysemi, Ebü’l-Hasan Nureddin Ali b. Ebi Bekr b. Süleyman. Mecmaü'z-Zevaid ve Menbaü'l-Fevaid, 2. bs, Beyrut: Darü’l-Kitâbi’l-Arabi, 1967, C. 6.
İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm. Beyrut: Dâru’l-Marife, 1996, C. 4.
116
________, Kısasu’l-Enbiyâ, thk. Abdülkadir Ahmed Ata, 2. bs, Beyrut: el-Mektebetü’l-İslâmiyye, 1982.
İbn Teymiyye, Ebü’l-Abbas Takıyyüddin Ahmed b. Abdülhalim. Câmiu’r-Rasâil, thk. Muhammed Reşit Rıza, Lecnetü’l-Turâsi’l-Arabi, ts.
İbnü’l-Arabi, Ebi Bekir Muhammed b. Abdullah. Ahkâmu’l-Kur’ân, Beyrut: Dâru’l-Cîl, ts, C. 4.
İbn Mace, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid el-Kazvini, Sünenu İbn Mace, thk.
Muhammed Mustafa A’zami, 2 bs., Riyad: Şirketü’t-Tıbaati’l-Arabiyye, 1984, C. 4.
İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl Cemalud-din Muhammed b. Mukerrem. Lisanu’l–Arab, Beyrut: Dâru Sâdir, ts, C. 15.
İbrahim, Ahmed Şevki. Tesbihü’l-Kevn, Kahire: Nahdatu Mısr li’t-Tıbaa ve’n-Neşr, 2003.
el-İsfehânî, er-Râğıb Ebu’l Kasım el-Hüseyn b. Muhammed b. el-Mufaddal. Mu’cemu Mufredâti Elfazi’l-Kur’ân, 3. bs., Beyrut: Dâru’l-Kalem, 1997.
_________, El-Mufredât Fi-Garîbil-Kur’ân, Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l İlmiye, ts.
İzutsu, Toshihiko. Kur’ân’da Allah ve İnsan, trc. Süleyman Ateş, İstanbul: Yeni Ufuk Yayınları, ts.
Karaman, Hayrettin ve dğr, Kur’ân Yolu, Ankara: T.D.V. Yayınları, 2003, C. 6.
el-Kardavî, Yusuf. es-Sabru fî’l-Kur’ân, 6. bs, Beyrut: Müessestü’r-Risâle, 1991.
Kılıç, Hamza. Kişisel Gelişimde Zikir ve Tesbih, İstanbul: İnsan Yayınları, 2001.
Kutup, Seyyid. Fî Zilâl-il Kur’ân, trc. Salih Uçan, Vahdettin İnce ve Mehmet Yılmaz, İstanbul: Dünya Yay, 1991, C. 10.
Kızmaz, Fedakâr. “Secde” md, Şamil İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Şamil Yay, 1992, C. 6.
el-Kurtubî, Ebü’l-Hasan Ali Halef b. Abdülmelik İbn Battal, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’ân, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’ân, Kahire, Dâruş-Şa’b, ts., C. 8
el-Maverdî, Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib, Tefsirü’l-Mâverdî, Beyrut: Dârü’l-Kutubi’-İlmiyye, 1996, C. 6.
117
el-Mevdûdî, Ebu’l-A’lâ. Tefhimu’l-Kur’ân, trc. Ahmed Asrar, İstanbul: Bengisu Yay, 1997, C. 7.
el-Merâği, Ahmed Mustafa, Tefsiru’l-Merâği, Beyrut: Dâru’l-Fikr, ts, C. 10.
el-Munâvî, Zeynüddin Muhammed Abdürrauf b. Ali. Feyzü’l-Kadîr, thk. Hamdi Daniş Muhammed, Mekke: Mektebetu Nizar Mustafa el-Baz, 1998, C. 13.
en-Nesâî Ebu Abdurrahman Ahmed b. Ali b. Şuayb. Sünenü'n-Nesai, Beyrut: Dârü’l-Fikr, 1930.
en-Nesefî, Tefsirü Medariki’t-Tenzil ve Hakaiki’t-Te’vil Ebü’l-Berekat Hafızüddin Abdullah b. Ahmed b. Mahmud. Beyrut: Dârü’l- Kalem, 1989, C. 3
Öztürk, Yaşar Nuri. Din ve Fırat, 2. bs., İstanbul: Yeni Boyut, 1992.
_______________, Kur’ân’nın Temel Kavramları, İstanbul: Yeni Boyut Yay, 1999.
Parladır, Selâhattin. “Dua” md, DİA, İstanbul: 1994, C. 30.
Ramazanoğlu, Süleyman. “Tasavvuf – Kur’ân ve Sünnete Göre Zikir” http://www.akadem.nl/sayı2/Tasavvuf.htm.
er-Râzî, Ebu Abdillah Fahreddin Muhammed b. Ömer, Mefâtihu’l-Ğayb, Beyrut; Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1990, C. 32.
es-Sa’lebî, Ebu İshak Ahmed b. Muhammed b. İbrahim en-Nisaburi, Kısasü'l-Enbiya, 4. bs., Lübnan: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1985.
es-Sâbuni, Muhammed Ali. Safvetü’t-Tefasir, 4. bs., Beyrut: Dârü’l-Kur’âni’l-Kerim, 1981, C. 3.
es-Sa’dî, Abdurrahmân b. Nâsır. Tefsîru’s-Sa’dî, Beyrut: Dâru Muesseseti’r-Risâlât, 2000, C. 1.
es-Semerkandi, Seyyid Alaeddin b. Yahya, Bahrul Ulum Tefsiri, trc. Ali Kara, İstanbul: Mutlu Ticaret Yayınları, ts., C. 6
Şahin, M. Süreyya. DİA, “cin” md, İstanbul: T.D.V. Yayınları, 1993, C. 30.
eş-Şeyh, Ahmed Hasan. el-Melâiketu Hakîkatuhum Vucûduhum Sıfâtuhum, Trablus: Jarrous Press, 1991.
eş-Şevkâni, Ebu Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Havlani. Fethu’l-Kâdir, 2. bs., Kahire: Mustafa el-Babi el-Halebi, 1964, C. 5.
118
eş-Şirâzî, Nasır Mekarim, el-Emsal fi Tefsiri Kitabillahi’l-Münzel, Beyrut: Müessesetü’l-Ba’se, 1992, C. 20.
et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr. Câmiu’l-Beyân fî Tefsiri’l-Kur’ân, Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1985, C. 30.
Tahanevi, M. b. Ali b. Kadı M. Hamid b. Sabir. Keşşafu İstilahati’l-Funun, İstanbul: Kahraman Yayınları, 1984, C. 2.
et-Tirmizî, Ebu İsa Muhammed b. İsa b. Serve es-Sülemi. Sünenü't-Tirmizi, Dehli [Delhi]: Matbaatü’l -Müctema, 1897.
Topaloğlu, Bekir. “hamd”, md., DİA, İstanbul: T.D.V. Yayınları, C. 30.
______________, “hamîd”, md., DİA, İstanbul: T.D.V. Yayınları, C. 30.
Turgay, Nureddin. “tehlil” md, Şamil İslâm Ansklopedisi, İstanbul: Şamil Yayınları, 1994, C. 6.
______________, “tesbih” md, Şamil İslâm Ansklopedisi, İstanbul: Şamil Yayınları, 1994, C. 6.
Turgut, Talha. “Bitkilerin Fısıltıları”, Sızıntı Dergisi, Şubat 1981, 3 sayı. http://www.sizinti.com.tr/konu.sizinti?SIN=4977e7e5c8&k=1366&171636724 (7 Şubat 2006).
et-Tûsî, Ebu Cafer Muhammed b. Hasan. Tefsîru’t Tibyan, Necef: Dâru’l-Endelusî, 1965, C. 6.
Uludağ, Süleyman. “Zikir” md, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Marifet Yayınları, 1995.
Ulutürk, Veli. Kur’ân-ı Kerim Allah’ı Nasıl Tanıtıyor, İzmir: Çağlayan Yayınları, 1995.
el-Vâhidî, Ali b Ahmed Ebu’l-Hasen. Tefsiru’l-Vâhidî, Beyrut: Dâru’l-Kalem, 1415, C. 2.
Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul: Hikmet Yay, 1992, C. 10.
Yıldırım, Celal. İlmin Işığında Asrın Kur’ân Tefsiri, İzmir: Anadolu Yayınları, 1989, C. 14.
Yıldırım, Suat. Kur’ân’da Uluhiyyet, İstanbul: Kayıhan Yay, 1987.
ez-Zebîdî, Ebü’l-Feyz Murtaza Muhammed b. Muhammed. Tâcu’l-Arûs, thk. İbrahim Terzi, Beyrut: Dâru İhyai’t-Türâsi’l-Arabi, 1975, C. 20.