Türkiye'nin Filistin Politikasında ABD ya da AB Çizgisi: Güvenlik Etkeninin Belirleyiciliği

32
Uluslararası Hukuk ve Politika Cilt 7, Sayı: 28 ss.57-88, 2011© 57 Türkiye’nin Filistin Politikasında ABD ya da AB Çizgisi: Güvenlik Etkeninin Belirleyiciliği Erkan ERTOSUN Özet Bu çalışma, ABD’nin ve Avrupa Birliği (AB)’nin Filistin sorununa yakla- şımları ile Türkiye’nin Filistin politikası arasındaki ilişkiyi incelemektedir. ABD, İsrail’i Orta Doğu’da stratejik değere sahip bir müttefik olarak gör- mektedir. Amerikan kamuoyunun İsrail’e sempatisi ve Yahudi lobisinin ABD dış politikasını yönlendirmesinin de etkisiyle, Washington için, Tel- Aviv’in güvenliğinin sağlanması bölgedeki öncelikli dış politika hedeflerin- den biridir. Bölgeyle köklü tarihi, kültürel ve ekonomik ilişkilere sahip olan AB ise, Filistin sorununda Arap tarafının söylemlerine daha fazla yer veren bir politika izlemektedir. Ancak, AB’nin sorunun çözümüne ilişkin katkısı “sivil güç” seviyesinde kalmaktadır. ABD’nin ve AB’nin Filistin me- selesiyle ilgili farklı yaklaşımlar sergilemeleri, Türkiye için bir ikilem do- ğurmaktadır. Türkiye’nin Filistin politikasının ilkeleri genelde AB çizgi- sindedir. Bu makaledeki örnek olay çalışmalarında da görüldüğü üzere, Türkiye, dış politikasında güvenlik kaygılarının geri planda ve ekonomik hedeflerinin önde olduğu dönemlerde AB çizgisine paralel bir politika iz- lemektedir.Güvenlik endişelerinin yükseldiği zamanlarda ise Ankara, Washington’la ilişkilerine önem veren ve Tel-Aviv’e karşı göreli olarak daha yakın ve ılımlı bir tutum takınmaktadır. Anahtar Kelimeler: ABD, AB, Filistin Politikası, Güvenlik, Lübnan’ın İşgali, Türkiye, Türkiye-İsrail İşbirliği. GİRİŞ Geleneksel Türk dış politikasının iki temel ilkesi statükoculuk ve Batıcılık’tır. 1 Statükoculuk, mevcut sınırları ve dengeleri sürdürmeyi öngörürken; Batıcılık, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı, Doktora Adayı. 1 Baskın Oran, “Türk Dış Politikasının Teoriği ve Pratiği”, içinde Baskın Oran, (der.) Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt 1: 1919-1980, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2005), s. 46-53.

Transcript of Türkiye'nin Filistin Politikasında ABD ya da AB Çizgisi: Güvenlik Etkeninin Belirleyiciliği

Uluslararası Hukuk ve Politika Cilt 7, Sayı: 28 ss.57-88, 2011©

57

Türkiye’nin Filistin Politikasında ABD ya da AB Çizgisi: Güvenlik Etkeninin Belirleyiciliği

Erkan ERTOSUN �

Özet

Bu çalışma, ABD’nin ve Avrupa Birliği (AB)’nin Filistin sorununa yakla-şımları ile Türkiye’nin Filistin politikası arasındaki ilişkiyi incelemektedir. ABD, İsrail’i Orta Doğu’da stratejik değere sahip bir müttefik olarak gör-mektedir. Amerikan kamuoyunun İsrail’e sempatisi ve Yahudi lobisinin ABD dış politikasını yönlendirmesinin de etkisiyle, Washington için, Tel-Aviv’in güvenliğinin sağlanması bölgedeki öncelikli dış politika hedeflerin-den biridir. Bölgeyle köklü tarihi, kültürel ve ekonomik ilişkilere sahip olan AB ise, Filistin sorununda Arap tarafının söylemlerine daha fazla yer veren bir politika izlemektedir. Ancak, AB’nin sorunun çözümüne ilişkin katkısı “sivil güç” seviyesinde kalmaktadır. ABD’nin ve AB’nin Filistin me-selesiyle ilgili farklı yaklaşımlar sergilemeleri, Türkiye için bir ikilem do-ğurmaktadır. Türkiye’nin Filistin politikasının ilkeleri genelde AB çizgi-sindedir. Bu makaledeki örnek olay çalışmalarında da görüldüğü üzere, Türkiye, dış politikasında güvenlik kaygılarının geri planda ve ekonomik hedeflerinin önde olduğu dönemlerde AB çizgisine paralel bir politika iz-lemektedir.Güvenlik endişelerinin yükseldiği zamanlarda ise Ankara, Washington’la ilişkilerine önem veren ve Tel-Aviv’e karşı göreli olarak daha yakın ve ılımlı bir tutum takınmaktadır.

Anahtar Kelimeler: ABD, AB, Filistin Politikası, Güvenlik, Lübnan’ın İşgali, Türkiye, Türkiye-İsrail İşbirliği.

GİRİŞ

Geleneksel Türk dış politikasının iki temel ilkesi statükoculuk ve Batıcılık’tır.1 Statükoculuk, mevcut sınırları ve dengeleri sürdürmeyi öngörürken; Batıcılık, � Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı, Doktora

Adayı. 1 Baskın Oran, “Türk Dış Politikasının Teoriği ve Pratiği”, içinde Baskın Oran, (der.) Türk Dış

Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt 1: 1919-1980, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2005), s. 46-53.

E. Ertosun

58

Türkiye’nin kurucu esaslarından biri olarak, Batı medeniyetinin bir parçası ol-mayı hedefler. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinden Cumhuriyet’e uzanan süreçte modernleşme genelde Batılılaşma olarak yorumlanmıştır. Bu anlayış, So-ğuk Savaş şartlarının güvenlik bağlamında Batı’yla birlikte olmayı zorunlu kılma-sıyla örtüşmüş ve söz konusu durum, Türkiye’nin siyasi-askeri-ekonomik açıdan Batı dünyasının kurumlarıyla da birlikte olma sürecini hızlandırmıştır. Güvenlik kaygılarının dış politika tercihlerini yönlendirdiği bu dönem boyunca Türkiye için Batı ile ilişkilerde belirleyici ülke, Batı kampının başat gücü ABD olmuştur. Türkiye’nin 1959’daki ortaklık başvurusuyla başlayan AB ile entegrasyon süreci ise, Türkiye’nin Batı medeniyetiyle özellikle demokratik ve ekonomik anlamda bütünleşme çabasını temsil etmektedir.Türk dış politikasında hem ABD’nin hem de AB’nin -değişen ölçeklerde, ancak çok önemli- etkileri vardır.

Türkiye,Batılı kimliğinin yanısıra, aynı zamanda bir Orta Doğu ülkesidir. Türkiye’nin kuruluşu, dört yüzyıl gibi uzun bir süre bölgenin büyük bölümünde hâkimiyet sürmüş olan Osmanlı Devleti’nin mirası üzerinde gerçekleşmiştir. Bu durum, Türkiye’yi Orta Doğu meseleleri ile de ilgilenme gereğiyle yüz yüze bı-rakmaktadır. Altmış yılı aşan Orta Doğu çatışmasının temelinde ise Filistin so-runu bulunmaktadır. Türkiye, bu süreç içerisinde değişen ölçeklerde de olsa Fi-listin meselesi ile hep ilgilenegelmiştir.

Türk dış politikasının Batı merkezli niteliği, Türkiye’nin, Filistin politikasının oluştururken ABD’nin ve AB’nin konuya yaklaşımlarını dikkate almasını gerekli kılmaktadır. Ayrıca, ABD ve AB, Filistin sorununun çözümüyle ilgili uluslararası girişimlerde öne çıkmaktadırlar.Ancak, bu iki uluslararası aktörün Orta Doğu’ya bakışlarını belirleyen tarihsel, stratejik ve ekonomik bazı etkenler, Filistin soru-nunu değerlendirme biçimlerinde ve sorunun çözümü için ortaya koydukları yaklaşımlarında bazı farklılıklar ortaya çıkarmaktadır. Washington’un ve Brük-sel’in Filistin politikasına farklı bakışları, Ankara’nın Filistin politikası için de iki seçenek sunmaktadır: ABD çizgisi ya da AB çizgisi.

Çalışmamızda öncelikle, ABD’nin ve AB’nin, Filistin politikalarını belirleyen etkenler ve soruna ilişkin olarak izlediği somut politikalar incelenecektir. Daha sonra, Türkiye’nin, ABD’nin ve AB’nin soruna farklı yaklaşımlarından kaynaklı olarak yaşadığı ikilem üzerinde durulacaktır. Söz konusu ikilem karşısında Tür-kiye’nin Filistin politikasının, hangi koşullarda ABD’nin veya AB’nin çizgisinde şekil aldığıtespit edilmeye çalışılacaktır. Bunun için de Türkiye’nin 1982’de İs-rail’in Lübnan’ı işgali sonrasında izlediği politika ile 1990’ların ortalarında geli-şen Türkiye-İsrail işbirliği sürecinde izlediği politika üzerinde durulacaktır.

ABD’NİN FİLİSTİN POLİTİKASI

ABD-İsrail Yakınlığının Nedenleri

ABD’nin Orta Doğu politikasında İsrail’le yakın ilişkiler içerisinde olduğu bili-nen bir gerçektir. ABD-İsrail yakınlığının nedenleri, “stratejik etken” ve “iç et-

Türkiye’nin Filistin Politikasında ABD ya da AB Çizgisi

59

kenler” olmak üzere iki ana başlıkta incelenebilir. ABD’nin İsrail’e desteği, İs-rail’in ABD için stratejik bir değer olarak görülmesiyle birlikte gerçek kimliğine kavuşmuştur. Başlangıçta ABD, göreli olarak daha dengeli ve tarafları küstür-meme esasına dayalı bir politika izlemiştir. ABD, İsrail’i tanıyan ilk ülke olmakla birlikte, bu karar, ülke içinde tartışmalı bir süreç sonucunda alınabilmiştir. Dı-şişleri Bakanı George Marshall’ın şiddetli muhalefetine rağmen ABD, İsrail Devleti’nin ilanından birkaç dakika sonra tanıma kararını açıklamıştır.2 ABD’nin İsrail’e askeri ve ekonomik desteği aşamalı olarak gelişmiştir.� ABD’nin İsrail’i Orta Doğu’da stratejik bir unsur olarak görmeye başlaması, bölgede 1958 yılında yaşanan gelişmelerle gerçekleşmiştir. Lübnan, Irak ve Ürdün’de cereyan eden olaylar sebebiyle ABD’nin bölgeyle ilgili endişeleri artmış ve ABD’nin bölgeye olası müdahaleleri bağlamında Tel-Aviv, Washington için stratejik bir ülke ola-rak değerlendirilmeye başlanmıştır. Bu durum, ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles’in İsrail Başbakanı David Ben-Gurion’a gönderdiği mektupta görülmek-tedir:

“Meselenin özü… Şu an Orta Doğu’da işleyen kanunsuzluk ve yıkım güçle-rine karşı uluslararası düzen ve adaletin siperini güçlendirmek acil bir ge-rekliliktir. İsrail’in bu amacı paylaşmasından dolayı çok memnunuz. İs-rail, bunu ABD ve Birleşik Krallık hava kuvvetlerinin Ürdün’e yardım gö-revinde İsrail hava sahasını kullanmalarını kabul ederek göstermiştir.”3

1973 yılı ise ABD’nin İsrail’e bakışında diğer bir dönüm noktası niteliğinde-dir. Bu savaşta İsrail, bölgede güçlü bir aktör olduğunu göstermiştir. Söz konusu zaman diliminde yaşanan petrol krizi, Mısır’ın Sovyetler Birliği’yle ekonomik ve askeri anlaşmalar yapması ve Suriye ve Irak’ta Baasçıların güç kazanması, ABD’nin Orta Doğu’ya ilişkin endişelerini arttırmıştır. Bu şartlar altında, ABD, demokratik ve Batılı niteliğiyle İsrail’i radikal Arap devletlerine ve Sovyet tehdi-dine karşı stratejik bir müttefik olarak görmüştür.4 Nitekim ABD’nin İsrail’e yap-tığı yardımlarda 1973’den itibaren ciddi bir artış gerçekleşmiştir. ABD’nin 1948’den 1973’e kadar İsrail’e yaptığı yardımlar 2,3 milyar dolar tutarken, 1973’ten 2001’e kadar yapılan yardım toplamı 97 milyar dolara yakındır.5 Tüm bu gelişmeler göstermektedir ki ABD’nin Orta Doğu politikasında İsrail’in önemi ve değeri, ülkenin ABD tarafından stratejik bir değer olarak algılanması süreciyle paralellik arz ederek yükselmiştir. 2 Robert J. Lieber, “US-Israeli Relations Since 1948”, Middle East Review of International Affairs,

Vol. 2, No. 3, Eylül 1998, http://www.meria.idc.ac.il/JOURNAL/1998/issue3/jv2n3a2.html, (Erişim Tarihi: 18.04.2010).

� İlk zamanlarda İsrail’in silah ve nükleer teknoloji konusundaki ana kaynağı ABD’den ziyade Fransa’dır. Bu dönemde, İsrail ve Fransa’yı buluşturan ortak payda Nasır düşmanlığıdır.

3 Ibid. 4 Ekrem Karakoç, “ABD’nin Filistin Politikası”, içinde M. İbrahim Turhan, (der.) Filistin:

Çıkmazdan Çözüme, (İstanbul: Küre Yayınları, 2003), s. 108. 5 Ibid., s. 109.

E. Ertosun

60

ABD’nin İsrail’le yakın ilişkiler içerisinde olmasının iç etkenlerini ise ABD’deki Yahudi lobisinin gücü ve Amerikan kamuoyunun Filistin meselesine bakışı çerçevesinde değerlendirebiliriz. Esasen bu iki husus birbiriyle yakından ilişkilidir. ABD’deki Yahudi lobisi, hem Amerikalı karar vericileri etkilemekte, hem de Amerikan kamuoyu üzerinde yönlendirici bir güce sahip bulunmaktadır. Amerikan kamuoyunun Filistin meselesine bakışının İsrail eğilimli olması, poli-tikacıların kararlarının da bu yönde olmasını etkilemektedir.ABD’deki Yahudi lobisi, organizasyon yapısı ve finansal gücüyle ülkedeki diğer etnik lobilerden çok daha başarılıdır. Yahudi lobisinin temel amacı, ABD’nin İsrail’in güvenliğini sağlamaya yönelik politikasının sürmesi ve bu bağlamda, İsrail’e daha fazla askeri ve ekonomik yardımın sağlanmasıdır.6 ABD’deki Yahudi lobisi, ülkenin tüm eya-letlerinde organize olmuş tüm Yahudi örgütlerini, başta basın sektöründe olmak üzere Yahudilerin sahip oldukları şirketleri, yasama ve yürütme organlarında gö-rev alan tüm Yahudileri kapsamaktadır. Yahudi örgütleri, Amerikan Yahudi Ör-gütleri Başkanlar Konferansı isimli bir şemsiye örgüt altında ayda bir toplan-makta ve genel değerlendirme yapmaktadırlar.7 Böylelikle, örgütler birbiriyle koordine bir şekilde faaliyet göstermektedirler. Yahudi lobisinin etkinliğinin bir diğer unsuru da seçim dönemlerinde yaptıkları bağışlardır. Bağışların büyük bölümü Kongre’deki ulusal güvenlik ve dış politika konularıyla ilgili komitelerin üyelerine gitmektedir.8

John M. Mearsheimer ve Stephen M. Walt, 2006 yılında ABD dış politikası üzerinde Yahudi lobisinin etkisini inceleyen ve kamuoyunda yankı uyandıran eleştirel bir makale9 yayınlamışlardır. Mearsheimer ve Walt’a göre, ABD’nin Orta Doğu politikası, ülkenin ulusal çıkarlarından ziyade İsrail’le ilişkilerine odaklıdır. Bu durumun sebebi şudur: Yahudi lobisi, Amerikalıları, ABD’nin ve İsrail’in çıkarlarının özdeş olduğuna ikna etmektedir.10 Yahudi lobisi, yasama ve yürütme organlarının üzerindeki etkisinin yanında medyayı manipüle etmekte, düşünce kuruluşları ve akademik camiayı yönlendirmektedir. Yahudi lobisinin başarısının arkasındaki önemli unsurlardan biri de İsrail’in eylemlerini eleşti-renleri “anti-semitik” diye yaftalamasıdır.11 Böylelikle, muhalif sesler cılız kalmaktadır.

6 Tayyar Arı, Amerika’da Siyasal Yapı, Lobiler ve Dış Politika, (İstanbul: Alfa Yayınları,1997), s.

240. 7 Ibid., s. 244. 8 Örneğin, Federal Seçim Komisyonu’nun kayıtlarına göre, Yahudi lobisi tarafından 1985–1990

arasında Senato Dış İlişkiler Komitesi üyelerine 1,2 milyon dolar ve Senato Tahsisatlar Komitesi’nin Dış Operasyonlar Komitesi’nin on üç üyesine 1 milyon dolar bağış yapılmıştır. Bkz.: Ibid., s. 250.

9 John M. Mearsheimer ve Stephen M. Walt, “The Israel Lobby and U.S. Foreign Policy”, Middle East Policy, Vol. 13, No. 3, Sonbahar 2006, s. 29-87.

10 Ibid., s. 30. 11 Ibid., s. 48-49.

Türkiye’nin Filistin Politikasında ABD ya da AB Çizgisi

61

ABD-İsrail ilişkilerini anlamak için ele alınması gereken ikinci iç etken, Ame-rikan kamuoyunun meseleye bakışıdır. GALLUP’un yaptığı ve 1988’den 2010’a uzanan süreci kapsayan kamuoyu yoklamaları,12 Amerikan halkının İsraillilere, Filistinlilere oranla çok daha sempatiyle baktığını göstermektedir. Amerikan kamuoyunun İsraillilere sempatisi 1988’de % 37 düzeyindeyken, bu oran 1991’de % 64’e yükselmiştir. Söz konusu sempati 1996 ve 1997 yıllarında % 38, 2000’de % 42 gibi göreli düşük oranlarda seyrederken 2002 sonrası tedricen yükselme seyri gösterip 2010’a geldiğimizde % 63 seviyesine ulaşmıştır. Aynı dönemde Amerikan kamuoyunun Filistinlilere sempatisine baktığımızda, 1988’de % 15 dü-zeyindeyken, 1991’de % 7’ye düşüp 1993–1996 döneminde % 15 seviyesinde bir istikrar yakalarken 1997’de % 8 ile en düşük oranlarından birine inmiştir. 1998–2010 sürecinde ise % 12 ila % 20 arasında inişli çıkışlı bir grafik sergilerken, 2007, % 20 ile Amerikan toplumunun Filistinlilere en üst seviyede sempati duyduğu yıl olmuştur. Bahsedilen oranlar ile belirtilen yıllarda yaşanan uluslararası, bölgesel ve iç gelişmeler arasında bağlantılar kurmak ayrı bir çalışmanın konusu olmakla birlikte, açıkça görülen bir şey vardır ki gelişmeler ne olura olsun Amerikan toplumunun İsraillilere sempatisi, Filistinlilere duyduğundan çok daha öndedir.

ABD’nin İsrail’e Desteği

Yukarıda bahsedilen sebepler neticesinde ABD, bölgede İsrail’in güvenliğini sağlamayı öncelikli amaç olarak görürken, Filistin sorununda İsrail yanlısı bir tutum takınmıştır. ABD’nin İsrail’e desteğinin somut göstergeleri için Washington’un BM oylamalarındaki tutumuna ve İsrail’e yaptığı yardımlara ba-kılması yeterli olabilir. ABD’nin BM’deki oylamalarda İsrail’e desteği, 1947’de Filistin’in taksimi meselesinden başlayıp günümüze kadar uzanan çizgide devam etmektedir. Bu uzun yolculukta, ABD’nin İsrail’e desteğini anlama hususunda sadece Başkan Clinton’ın 2. dönemini ele almak bile kâfidir. Söz konusu dö-nemde, ABD, İsrail’e ilişkin BM kararlarını sekiz defa veto etmiştir. Bunlardan üçü BM Güvenlik Konseyi’nin, beşi ise BM Genel Kurulu’nun İsrail’in Doğu Ku-düs’teki faaliyetlerini durdurmasına dairdir.13 ABD, sadece “Tünel Olayı”na iliş-kin BM Güvenlik Konseyi kararında çekimser kalmıştır. Sonraki dönemlere iliş-kin sadece birkaç örnekten bahsetmek gerekirse, BM Güvenlik Konseyi’nin 2003’de “İsrail’in Yaser Arafat’ı sınır dışı edeceğine dair tehditlerine son verme-sinin istenmesi”, 2004’de “İsrail’in Ahmed Yasin’i öldürmesinin kınanması” ve 2004, 2006 ve 2009 yıllarındaki “İsrail’i Gazze’deki operasyonlarını sona erdir-meye çağrı” kararlarında veto yetkisini kullanan tek devlet ABD olmuştur.14

12 http://www.gallup.com/poll/1639/Middle-East.aspx, (Erişim Tarihi: 20.04.2010). 13 Tayyar Arı, “ABD-İsrail İlişkileri ve Orta Doğu Barış Süreci”, Avrasya Dosyası, Cilt:5, Sayı:1,

İlkbahar 1999, s. 240. 14 Detaylı bilgi için bkz.: U.S. Vetoes of UN Resolutions Critical of Israel: 1972-2006,

http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/UN/usvetoes.html, (Erişim Tarihi: 18.10.2010) ve Use of the Veto on the United Nations Resolutions by the USA, http://www.krystal.com/democr

E. Ertosun

62

ABD’nin İsrail’e mali yardımı, 1949’da İsrail’in göçmenleri yerleştirme amaçlı talep ettiği 135 milyon dolarlık Exim Bank kredisini onaylamasıyla başlamıştır.15 1949’dan 1973’e kadar, ABD, İsrail’e yıllık ortalama 122 milyon dolar, toplamda 3,1 milyar dolar yardımda bulunmuştur. İsrail, ABD’den silah satın almaya 1962’de başlasa da 1973 Savaşı sonuna dek karşılıksız askeri yardım almamıştır. Bu tarih itibariyle, ABD Kongresi’nde, askeri olarak güçlü bir İsrail’in Orta Doğu’da barış için bir gereklilik olduğu düşüncesi hâkim olmaya başlamıştır. 1974’ten günümüze kadar İsrail’e yapılan ABD yardımı 100 milyar doları bul-maktadır.16 1976–2004 yılları arasında, İsrail, ABD’den en fazla yardım alan ülke sıralamasında hep birinci olmuştur. ABD, Orta Doğu’da istikrarsızlığın yaşandığı dönemlerde İsrail’e yardımlarını arttırmıştır. 1991’de Irak’a yaptığı müdahalesi-nin İsrail’e maliyetini onarmaya yönelik olarak 650 milyon dolarlık bir acil karşı-lıksız yardım onaylanırken, 2003 Irak Savaşı sonrası ise Kongre, 1 milyar dolarlık karşılıksız askeri yardım ve 9 milyar dolarlık kredi garantisini sağlayan bir yasa çıkarmıştır.17 2007 Ağustos’unda ise Bush yönetimi, İsrail’e verilen askeri yardımlarda on yıl içinde toplam 6 milyar dolarlık artış öngören bir plan açıkla-mıştır.18 Buna göre, 2009 yılında 2.55 milyar dolar olan askeri yardım 2013’e ka-dar her yıl 150’şer milyon dolarlık artışlarla yıllık 3.15 milyar dolar seviyesine ulaşacak; 2013–2018 döneminde bu rakamda sabitlenecektir. 2010 Ağustos’unda ise ABD ve İsrail, maliyetinin tamamı ABD’nin “Dış Askeri Finansman” prog-ramı bağışlarından sağlanacak olan 20 adet F–35 uçağının İsrail’e verileceğini açıklamışlardır.19

Tüm bunlarla birlikte, son yıllarda Amerikan kamuoyunda Washington’un Tel-Aviv’e verdiği desteğin niteliği ve büyüklüğü eleştirel bir tonda tartışılmaya başlanmıştır. Özellikle 2003 Irak Savaşı sonrası, ABD’nin savaşa girmesinin ar-kasında Yahudi lobi örgütlerinin rolü, savaşın ABD’ye kazandırdığı ve kaybet-tikleri bağlamında bir sorgulama süreci yaşanmıştır.20 2005 yılında yapılan bir ankete göre, Amerikan kanaat önderlerinin çoğunluğu küresel ölçekte Amerikan karşıtlığının ana sebebinin ABD’nin İsrail’e desteğinin olduğunu ifade etmişler-dir.21 2006 yılında ise ABD eski başkanlarından Jimmy Carter’ın yazdığı Filistin: Barış,Irkçılık Değil22 isimli kitabı büyük ses getirmiştir. Carter, kitabında barış

acy-whyusa03.html, (Erişim Tarihi: 18.10.2010). 15 Mitchell Bard, U.S. Aid to Israel, http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/us-israel/foreign-

aid.html, (Erişim Tarihi: 18.10.2010). 16 Ibid. 17 Ibid. 18 Ibid. 19 Congressional Research Service, U.S. Foreign Aid to Israel: CRS Report for Congress, 16 Eylül

2010, s. 1-2, http://www.fas.org/sgp/crs/mideast/RL33222.pdf, (Erişim Tarihi: 18.10.2010). 20 Sara Roy, “Reflections on the Israeli-Palestinian Conflict in U.S. Public Discourse: Legitimizing

Dissent”, Journal of Palestinian Studies, Vol. 39, No. 2, Kış 2010, s. 25. 21 Ibid., s. 26. 22 Jimmy Carter, Palestine: Peace Not Apartheid, (New York: Simon & Schuster Paperbacks, 2007)

Türkiye’nin Filistin Politikasında ABD ya da AB Çizgisi

63

sürecinin tıkanmasında İsrail’in ana müsebbip olduğunu belirtmiş ve bu ülkeyi ırkçılık yapmakla itham etmiştir.23

ABD-FKÖ İlişkileri

ABD, Filistin meselesinin diğer tarafındaki muhatap olarak uzun süre başta Ür-dün olmak üzere Arap ülkelerini görmüştür. Filistin Kurtuluş Örgütü(FKÖ) ise radikal bir örgüt olarak değerlendirilmiştir. Ürdün’ün himayesinde özerk bir Fi-listin yönetiminin kurulması, ABD dış politikasının Filistin sorununa yaklaşı-mında önceliği teşkil etmiştir. ABD, bağımsız bir Filistin Devleti fikrine ilk defa 1947 yılında Filistin’in taksimi kararına BM’deki olumlu oyuyla destek vermiş-tir.24 1970’lerin ortasında FKÖ’nün uluslararası alanda meşruiyet zemini elde etmesiyle birlikte, ABD politikasında da farklılık gözlemlenmeye başlanmıştır. FKÖ ile diplomatik ilişki kurulması için şu şartlar öne sürülmüştür: FKÖ, BM Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararını tanıyacak, terörizmle ilişkisini kesecek ve İsrail’in varlık hakkını kabul edecektir.25 Belirtilen şartlar, bu dönem itibariyle, FKÖ tarafından kabul edilmemiştir. ABD de İsrail’in 1982’de Lübnan’ı işgaliyle birlikte FKÖ’yü bölgeden çıkartmak için yaptığı operasyonlara göz yummuştur.26

Temmuz 1988’de Ürdün Kralı Hüseyin’in ülkesinin Batı Şeria’daki tüm hak-larından vazgeçtiğini açıklamasıyla birlikte, FKÖ, Filistin halkının temsilcisi ola-rak ABD’nin tanımasını elde etmek amacıyla, önceki politikalarını gözden ge-çirmeye yönelmiştir. Bu bağlamda, 13 Aralık 1988’de BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında, FKÖ lideri Yaser Arafat, Amerikan karşıtı söylemini terk etmiş ve BM Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararını kabul ettiğini belirtmiş; ancak te-rörizmi kınama ve İsrail’i tanıma ifadelerini net olmayan bir üslupla söylemiş-tir.27 Bu beyanat, ABD tarafından yeterli görülmemiştir. Açıklamalarına Washington’un beklentilerini tatmin edecek şekilde netlik kazandırması yolun-daki Amerikan istemine Arafat’ın daha sonra bir basın açıklamasıyla28 olumlu

23 Ibid., s. 189 ve s. 215. 24 Karakoç, “ABD’nin Filistin Politikası”, s. 112. Başkan Bush’un 2001’de 11 Eylül saldırısı sonrası

yaptığı açıklamasında bağımsız bir Filistin’den bahsetmesine ve 2002 Mart’ında BM’nin ilgili kararını desteklemesine kadar çok uzun bir süre bir daha bu konuya girilmeyecektir

25 Barry Rubin, Misperceptions and Perfect Understanding: The United States and the PLO, http://www.meria.idc.ac.il/books/misperceptions.html, (Erişim Tarihi: 18.04.2010)

26 Karakoç, “ABD’nin Filistin Politikası”, s. 115. 27 “PLO Chairman Yasser Arafat, Speech on the Palestinian Peace Initiative, UN General

Assembly”, içinde Mahdi Abdul Hadi, (der.) Documents on Palestine, Vol. IV: 1987-1994, (Kudüs: Palestinian Academic Society for the Study of International Affairs, 2007), s. 49-58.

28 “PLO Chairman Yasser Arafat, Press Statement Clarifying his Speech before the UN General Assembly”, içinde Documents on Palestine, Vol. IV: 1987-1994, (Kudüs: Palestinian Academic Society for the Study of International Affairs, 2007), s. 59-60.

E. Ertosun

64

cevap vermesi ve söz konusu üç şartı da kabul ettiklerini bildirmesiyle ABD, FKÖ ile resmi temasa geçmiştir.29

ABD’nin İsrail’e desteğinin üst bir boyutta olması, ABD’nin Filistin mesele-sine ilişkin konularda tümüyle İsrail’le birlikte hareket ettiği anlamına da gel-memektedir. ABD, yerleşimler ve Kudüs’ün statüsü gibi bazı konularda İsrail’le ayrışmakta ve Filistin tarafının görüşlerine göreli olarak yaklaşmaktadır. 1967 Savaşı sonrası işgal altındaki topraklarda ilk Yahudi yerleşimlerinin oluşturulma-sından itibaren, ABD, bu yerleşimlerin uluslararası hukuka aykırı olduğunu� ve barışı engellediğini birçok kez ifade etmiştir.30 İsrail’in kurduğu yerleşim bölge-leri, Reagan dönemine kadar “hukuk dışı”, Reagan yönetimince “barışa engel” ve Clinton yönetimi tarafından “zorlaştırıcı faktör” olarak tanımlanmıştır.31 Ancak, İsrail, Oslo anlaşması sonrasında dahi, anlaşma hükümlerine göre Filistin Dev-leti’nin kurulacağı topraklarda yerleşim bölgesi inşa etmeyi sürdürmüş ve yedi yıl içinde Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’teki yerleşimcilerin sayısı 286 000’den 357 000’e çıkmıştır.32 Clinton yönetimi, yerleşimlerin barış sürecine zarar verdi-ğini görmüş ve bazı tedbirler almıştır. ABD’nin yerleşim bölgeleri inşası için İs-rail’e verdiği 10 milyar dolarlık krediden 1993’te 437, 1994’te 216 ve 1995’te 60 milyon dolarlık ceza kesilmiştir.33 Kudüs’ün statüsüyle ilgili olarak ise, ABD, BM kararları çerçevesinde şekillenen uluslararası görüşten yana tavır almıştır. Kongre’nin Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması ve Amerikan büyükel-çiliğinin bu şehre taşınması konusundaki ısrarına rağmen, ABD yönetimleri bu yönde adım atmamıştır. Başkan Reagan’ın Eylül 1982’de yaptığı açıklama, ABD’nin konuyla ilgili tutumunu özetler mahiyettedir: “Şuna kaniyiz ki Kudüs bölünmemelidir, ama şehrin nihai statüsü müzakerelerle belirlenmelidir.”34 Baş-kan Bush da Mart 1990’da verdiği beyanatta, Kudüs’ün işgal altında bir bölge ol-duğunu ve Doğu Kudüs’teki yerleşimlere karşı olduğunu ifade etmiştir.35

Yukarıda incelenen tüm bu hususlar göstermektedir ki ABD’nin Orta Doğu sorununa yaklaşımında İsrail’in güvenliğinin sağlanması öncelikli ve ayrıcalıklı bir yere sahiptir. ABD’nin İsrail’e desteği, bölgedeki çıkarları için bu ülkeyi stra-

29 “US President Ronald Reagan, Statement on US-PLO Dialogue” Documents on Palestine, Vol. IV:

1987-1994, (Kudüs: Palestinian Academic Society for the Study of International Affairs, 2007), s. 60.

� İsrail’in de taraf olduğu 4. Cenevre Sözleşmesi’nin 49. maddesine göre, işgalci güç, sivil nüfusunu işgal altındaki topraklara yerleştiremez.

30 Mark, “Israel-United States…”, s. 42. 31 Karakoç, “ABD’nin Filistin Politikası”, s. 119. 32 PLO Negotiations Affairs Department, Negotiations Primer, Ramallah, 2009, s. 9. 33 Karakoç, “ABD’nin Filistin Politikası”, s. 120. 34 “US President Ronald Reagan, Adress to the Nation on US Policy for Peace in the Middle

East(Reagan Plan)”, içinde Mahdi Abdul Hadi, (der.) Documents on Palestine, Vol. III: 1974-1987, (Kudüs: Palestinian Academic Society for the Study of International Affairs, 2007), s. 281.

35 Karakoç, “ABD’nin Filistin Politikası”, s. 120.

Türkiye’nin Filistin Politikasında ABD ya da AB Çizgisi

65

tejik bir değer olarak görmesi, Amerikan kamuoyunun İsrail’e duyduğu sempati ve Yahudi lobisinin çalışmalarından kaynaklanmaktadır. Washington, yaptığı yardımlarla Tel-Aviv’in bölgede askeri ve ekonomik olarak güçlenmesini sağlar-ken, BM’deki desteğiyle de İsrail’in eylemlerine karşı uluslararası bir girişimin harekete geçmesini engellemiştir.Öte yandan, ABD, uluslararası başat bir güç olmanın gereği olarak, meseleye taraf diğer aktörlerin yaklaşımlarını da dikkate almak durumundadır.

AB’NİN FİLİSTİN POLİTİKASI

AB’nin Filistin Politikasını Belirleyen Etkenler

Avrupa’nın Orta Doğu’daki gelişmelerle ilgilenmesinin temel nedenleri; Orta Doğu’yla sahip olduğu tarihi bağlar, coğrafi yakınlığından dolayı bölgedeki olay-ların Avrupa’yı etkileme potansiyeli, bölge ülkeleriyle kurulmuş ticari ilişkiler ve özellikle enerji kaynakları bakımından bölgeye bağımlılığıdır. Bu doğrultuda, Av-rupa ülkelerinin çıkarları, Orta Doğu’da istikrarın teminini gerekli kılmaktadır. Avrupa, istikrarsızlığın temel nedeni olarak Filistin meselesini görmüş, bunun için sorunun barışçıl yollarla çözülmesi amacıyla çaba sarf etmiştir.

AB’nin Filistin politikasının anlaşılmasında üç önemli husus etkilidir. Birinci etken, uluslararası ortamdır. Avrupa, küresel düzeyde gerilimin yaşandığı yıl-larda özgün bir dış politika oluşturamamıştır.36 Bu süreçte, Sovyet tehdidi sebe-biyle ABD’ye yakın olan Avrupa ülkeleri, dış politikalarını Washington’la aynı doğrultuda şekillendirmişlerdir. Uluslararası ortamda yumuşamanın yaşandığı yıllarda ise Avrupa, bütünleşme süreci doğrultusunda önemli adımlar atmayı ba-şarmış ve buna bağlı olarak uluslararası meselelere ilişkin kendi yaklaşımını ge-liştirebilmiştir. Soğuk Savaş sonrasında güvenliği için ABD’ye bağımlılığı azalan Avrupa, daha rahat politika üretebilme imkânına kavuşmuştur. Fakat bu yeni ortamda ABD, rakipsiz bir küresel güç seviyesine ulaşmış ve AB, atacağı adım-larda yine ABD’yi dikkate almak zorunda kalmıştır. İkinci etken, AB’nin yapısıyla ilgilidir. AB, oluşum süreci devam eden bölgesel bir bütünleşme hareketidir. Bir devlet gibi davranmak istemekte ve bölgesi dışındaki uluslararası meselelerde de müdahil olmayı amaçlamaktadır. Ancak AB, küresel bir aktörün ürettiği politi-kaları uygulayabilecek siyasi, özellikle askeri güce ve kurumsal işleyişe sahip de-ğildir.37 Bu nedenle AB teorik seviyede geliştirdiği politikalarını pratiğe dönüştü-rememiştir. Üçüncü etken, Filistin meselesinin taraflarının AB’ye bakışıdır. Arap tarafı Avrupa’nın Filistin meselesine yaklaşımını olumlu, ama yetersiz görmüş-tür. İsrail tarafı ise Avrupa’yı Arap yanlısı olarak değerlendirmiş ve Avrupa’nın

36 Muzaffer Şenel, “Avrupa Birliği’nin Ortadoğu Barış Süreci’ne Etkileri”, içinde M. İbrahim

Turhan, (der.) Filistin: Çıkmazdan Çözüme, (İstanbul: Küre Yayınları, 2003), s. 137. 37 Ibid, s. 133.

E. Ertosun

66

tarafsız olamayacağı iddiasıyla meselenin çözümünde aktif rol almasını isteme-miştir.38

1990 Öncesi AB’nin Filistin Politikası

1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan birkaç gün önce AT üyesi altı ülke bir araya gelmiş, fakat yaklaşan savaşı önleme amaçlı ortak tavır belirlemek bir yana, konuyu gündeme alma hususunda bile anlaşamamışlardır.39 Bu durumun ortaya çıkmasının iç sebebi, üye devletlerin konuya bakışındaki “çok seslilik” ve sadece oybirliğiyle karar alabilmeleridir. Dış sebep ise, ABD’nin, Sovyetler Birliği’nin bölgedeki etkisini arttırmasına zemin hazırlayacağı gerekçesiyle AT’nin Orta Doğu’da ayrı politika belirlemesine razı olmamasıdır. Söz konusu durum, AT’yi ortak dış politika belirleme konusundaki yapısal eksikliklerini gidermeye yön-lendirmiştir. Bunun sonucunda,1969’daki Lahey Zirvesi’nde dış politikaya ilişkin toplantılar sistemli hale getirilmiştir.40

1973 Savaşı sürpriz bir şekilde gerçekleştiği için AT ülkelerinin savaş öncesi ortak bir tavır belirleme şansları olmamıştır. Ancak, savaş sonrasında Avrupa Si-yasi İşbirliği Konseyi’nin 6 Kasım 1973’te aldığı kararlar, AT’nin Filistin politika-sını kurumsallaştırmıştır. Söz konusu kararlar, BM Güvenlik Konseyi’nin 242 ve 338 sayılı kararlarına dayandırılmıştır. Bildirge’de zor kullanarak toprak kazanı-mının kabul edilemezliği belirtilmiş ve buna bağlı olarak, İsrail’in 1967 Savaşı’yla birlikte işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerektiği ifade edilmiştir.41 Bildirge’ye göre kalıcı bir barış, bölgedeki tüm devletlerin� toprak bütünlüğüne, bağımsızlı-ğına ve egemenliğine ve Filistinlilerin “meşru hakları”na saygıyı esas almalıdır. Kararlar büyük ölçüde Arap tarafının söylemleriyle paralellik arz ettiği için Arap ülkelerince memnuniyetle karşılanmış ve Avrupa-Arap diyaloguna�� giden yolu açmıştır.

38 Örneğin, İsrail Başbakanı İzak Şamir 1989’da Avrupa Parlamentosu Başkanı’na “Avrupalıların

barış sürecinde aktif olamayacaklarını, çünkü AT’nin Filistin yanlısı önyargılar taşıdığını” ifade etmiştir. Bkz.: Rosemary Hollis, “The Union and the Arab-Israeli Conflict: From Venice to Madrid”, içinde PASSIA Seminar: The European Union, (Kudüs: PASSIA Publication, 1996), s. 56. 1997’de ise Başbakan Benyamin Netanyahu, “AB’nin barış sürecinde sadece ‘ekonomik’ bir rol üstlenebileceğini” açıklamıştır. Bkz.: Şenel, “Avrupa Birliği’nin Ortadoğu….”, s. 158.

39 S. Sezgin Mercan, “Avrupa Dış Politikası: İsrail-Filistin Çatışması Örnek Olayı”, Akademik Orta Doğu, Cilt: 3, Sayı: 1, 2008, s. 105.

40 Haydar Efe, “Soğuk Savaş Döneminde Avrupa’da Ortak Dış Politika Oluşturma Çabaları”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt: 9, No: 1, 2010, s. 45-46.

41 Şenel, “Avrupa Birliği’nin Ortadoğu….”, s. 148. � Aslında İsrail kastedilmektedir. �� AT’nin 1972 Paris Zirvesi’ndeki “Genel Akdeniz Politikası” kararına dayandırılabilecek süreç,

1973’teki Kopenhag Zirvesi’ne bir Arap heyetinin “sürpriz” ziyaretiyle gelişmiştir. Bu doğrultuda, Avrupa ile Arap ülkeleri arasında ekonomik ve kültürel konularda işbirliği amaçlanmıştır. 1975’te Kahire’de gerçekleştirilen toplantıda ağırlıklı olarak ekonomik konulara yönelik yedi adet çalışma grubu oluşturulmuştur. Söz konusu süreçte Fransa, sürükleyici bir rol üstlenmiştir. Camp David

Türkiye’nin Filistin Politikasında ABD ya da AB Çizgisi

67

ABD’nin yoğun çabası neticesinde sağlanan İsrail-Mısır barışına AT ülkeleri de destek vermişlerdir. Süreci bizzat yöneten ABD Başkanı Jimmy Carter, AT’nin etkisinin, gelişmeleri dışarıdan destekleme seviyesinde kalmasını iste-miştir. Devam eden süreçte ise AT ülkelerinin Orta Doğu barışı için özgün kat-kılarını yapabilmeye yönelikbir girişimi dikkat çekicidir: Venedik Bildirgesi.42 1980 Haziran’ında yayınlanan Venedik Bildirgesi, AT’nin Filistin meselesine iliş-kin resmi görüşünü belirtmesi ve Avrupa’nın Orta Doğu’da “kapsamlı bir barışın temini” için daha aktif bir rol oynama isteğini yansıtması açısından önemlidir. Bildirge ile AT, uluslararası alanda ilk kez Filistinlilerin “kendi kaderini tayin etme” hakkını tanımıştır. FKÖ’nün barış görüşmelerine Filistinlilerin yasal tem-silcisi olarak katılması öngörülürken, bölgedeki tüm devletlerin de İsrail’in varlı-ğını tanıması gerektiği vurgulanmıştır. Kudüs’ün statüsünü tek taraflı olarak de-ğiştirme girişimlerinin kabul edilemeyeceği ve yerleşimlerin uluslararası hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir.43 Böylelikle, Filistin meselesinin sadece mülteciler konusundan ibaret bir sorun olmadığı ortaya konulmuştur. İsrail hükümeti, bil-dirgeyi, ilanından iki gün sonra yaptığı sert bir açıklamayla kınamıştır.

1980’lerin ilk yarısı Soğuk Savaş geriliminin tekrar tırmandığı bir dönemdir. Bu yıllarda AT dış politika konularında ayrı bir ses olmaktan çekinmiştir. AT’nin Madrid Sonuç Bildirgesi’nde Orta Doğu’da barış için gerekli ilkeleri ifade etmesi iki bloklu yapının yıkıldığı 1989 yılına rastlamıştır. Bildirgede vurgulanan dört temel ilke şunlardır:

1) BM gözetiminde uluslararası bir barış konferansının toplanması,

2) FKÖ’nün sürece katılması,

3) Görüşmelerin “barış için toprak” ilkesi temelinde yapılması ve

4) İşgal altındaki topraklarda özgür seçimlerin gerçekleştirilmesi.44

sürecine AT’nin desteği ve Arap ülkelerinin tepkisiyle birlikte 1979’da askıya alınan diyalog, 1983 sonrası küçük gelişmeler göstermiş ve özellikle Körfez ülkeleriyle ilişkilerde mesafe katedilmiştir. 1995’de on beş AB üyesi ülke ile on iki bölge ülkesi(Fas, Cezayir, Tunus, Mısır, İsrail, Ürdün, Lübnan, Suriye, Filistin Yönetimi, Türkiye, Kıbrıs ve Malta) Barselona Bildirgesi’ni imzalayarak Avrupa-Akdeniz İşbirliği’ni başlatmışlardır. Bildirgenin kapsamını siyasal/güvenlik, ekonomik/mali ve sosyal/kültürel konular oluşturmuştur. Siyasal konularda iç politikaya ilişkin hususlar (demokratikleşme, insan hakları, hukukun üstünlüğü) daha fazla vurgulanmış ve ABD’nin etkin olduğu güvenlik alanına pek girilmemiştir. 2004 yılında on yeni üyenin katılımıyla sınırları genişleyen AB, “Avrupa Komşuluk Politikası” çerçevesinde bölge ile işbirliğini geliştirmeyi sürdürmektedir.

42 Ibid., s. 149. 43 Hollis, “The Union and …”, s. 55. 44 Şenel, “Avrupa Birliği’nin Ortadoğu….”, s. 150-151.

E. Ertosun

68

1990 Sonrası AB’nin Filistin Politikası

1991’de Madrid Konferansı’yla başlayan barış süreci ise yine ABD’nin liderli-ğinde gerçekleşmiş ve ABD, süreçte AT’nin siyasi olarak aktif ve belirleyici bir rol üstlenmesine sıcak bakmamıştır.45 AB’nin barış sürecine katkısı ancak ekono-mik araçlarla mümkün olabilmiştir. AB, Oslo süreciyle kurulan Filistin Yöne-timi’nin kurumlarının inşası ve yaşatılması için gereken finansal yardımın ana sağlayıcısı konumundadır.46 Diğer taraftan, AB, İsrail’in yeni bir ticaret anlaş-ması talebini, Tel Aviv’in Filistin ile yürüteceği barış görüşmeleri ilkelerini kabul etmesi şartına bağlamıştır. Brüksel, söz konusu görüşmelere Tel-Aviv’in bu doğ-rultuda attığı adımlardan sonra başlamıştır. AB, İsrail ile 20 Kasım 1995’te Av-rupa-Akdeniz Ortaklık Anlaşması’nı ve 24 Şubat 1997’de ticari konuları kapsa-yan bir çerçeve anlaşmasını imzalamıştır.47AB’nin 1998’den itibaren gerçekleştir-diği önemli bir uygulaması da, İsrail’in uluslararası hukuka aykırı eylemlerini ve insan hakları ihlallerini içeren “Gözlem Raporları”nı yılda iki kez yayınlaması-dır.48 Böylelikle, AB, İsrail’in eylemlerinin uluslararası kamuoyu tarafından denetlenmesine imkân sağlamıştır.

AB, Filistin’de artan şiddete son vermek amacıyla 2002’de kurulan Orta Doğu Dörtlüsü’nün ABD, BM ve Rusya ile birlikte üyelerinden biri olmuştur. Faaliyet alanlarının Filistin Yönetimi’nin kurumsal ve ekonomik gelişimi, İsrail’in uygu-ladığı kısıtlamaların kaldırılması, Gazze’ye yardımların ulaştırılması ve Filistin’de güvenlik güçlerinin hâkimiyetinin sağlanması gibi konular49 olduğunu gözönüne aldığımızda, AB’nin meseleye yaklaşımının Dörtlü’nün izlediği politikaları etki-lediği görülmektedir. Orta Doğu Dörtlüsü’nün hazırladığı ve “Yol Haritası” diye adlandırılan çözüm planı, İsrail ve Filistin taraflarına Nisan 2003’te sunulmuştur. Planın birinci aşamasında, Filistin’de serbest ve adil bir seçimin yapılması, İs-rail’in Eylül 2000 öncesi durumuna dönmesi, şiddetin sona erdirilmesi ve ikinci aşamasında geçici sınırlara sahip bir Filistin Devleti’nin kurulması öngörülmüş-tür.50 Üçüncü aşamasında ise, Kudüs, yerleşimciler ve mültecilerin geri dönüşü gibi konuların uluslararası bir konferansta nihai çözüme kavuşturulmasının ar-dından, 2005 yılı sonuna kadar kesin sınırlara sahip bir Filistin Devleti’nin oluş- 45 Hollis, “The Union and …”, s. 56-57. 46 1994-1998 arasında AB’nin Filistin Yönetimi’ne yaptığı yardımların toplamı 1,5 milyar dolardır ve

bu rakam, uluslararası toplumun toplam yardımının % 50’sini oluşturmaktadır. Ayrıca, aynı dönemde AB ülkelerinin Yakın Doğu’daki Filistinli Mülteciler için BM Yardım ve Çalışmaları Ajansı (UNRWA) aracılığıyla yaptıkları yardımların toplamı 550 milyon dolardır. Bkz.: Esra Hatipoğlu, “The EU and the USA in the Middle East”, Turkish Review of Middle East Studies, 2003 Yıllığı, s. 51-52.

47 Mercan, “Avrupa Dış Politikası…”, s. 113. 48 Ibid., s. 114-115. 49 Orta Doğu Dörtlüsü’nün görev tanımı ve faaliyet alanları için bkz.: http://www.tonyblairoffice.o

rg/quartet/pages/key-issues, (Erişim Tarihi: 12.11.2010) 50 Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu Siyaset, Savaş ve Diplomasi, (İstanbul: Alfa

Yayınları, 2002), s. 770-772.

Türkiye’nin Filistin Politikasında ABD ya da AB Çizgisi

69

turulmasıdır.51 “Yol Haritası” taraflarca barışın sağlanması için bir çerçeve olarak kabul edilmiş, ancak görüşmelerden netice alınamamıştır.

Sonuç olarak, Filistin meselesinin çözüm çabalarına AB’nin iki önemli katkısı olmuştur: Birincisi, AB özellikle yayınladığı bildirgelerle, uluslararası alanda so-runun tanımlanma ve algılanma biçimini şekillendirmiştir. Böylelikle, Arap ta-rafının söylemlerinin uluslararası alanda yer bulmasını sağlamıştır. İkincisi, AB sorunun çözümüne ilişkin uluslararası politikaları etkileyen ve yönlendiren ana güç olamasa da söz konusu politikaların yürütülmesine yardımcı olan, kaynak temin eden ve eksik yanları tamamlayan “sivil güç” rolünü oynamıştır.

TÜRKİYE’NİN FİLİSTİN POLİTİKASINDA ABD-AB İKİLEMİ

ABD ve AB’nin Orta Doğu politikalarında temel amaçları aslında ortaktır: Pet-rolün uluslararası pazarlara arzının güvenli ve ekonomik bir şekilde sağlanması, bölgede istikrarın temini ve demokrasinin yaygınlaştırılması, terörizmle müca-dele ve kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesi.52 Ancak, AB ve ABD’nin bölgeye bakışlarında ve ortak amaçlarına ulaşmak için izledikleri politikalarında bazı farklılıklar söz konusudur. Bu durumun ortaya çıkmasının sebepleri üç maddede ele alınabilir.Birincisi, Avrupa’nın Orta Doğu ile geçmişi çok daha es-kiye dayanmaktadır ve bölge ile köklü sosyal, kültürel ve ekonomik ilişkileri mevcuttur. ABD’nin bölgeye ilgisi ise 2. Dünya Savaşı sonrası gelişmeye başla-mış, Sovyet tehdidinin çevrelenmesi ve İsrail’in güvenliğinin sağlanması gibi ko-nular etrafında gelişmiştir. İkincisi, Avrupa, Orta Doğu petrollerine ABD’den daha fazla bağımlıdır. Bu sebeple Avrupa ülkeleri, Arap dünyasıyla ilişkilerinde daha hassas ve dengeli hareket etmişlerdir. Üçüncüsü, Avrupa, coğrafi olarak bölgeye yakındır, ABD ise bir hayli uzaktır. Dolayısıyla Avrupa, bölgedeki geliş-melerden daha fazla etkilenmektedir.53 Örneğin, “göç” olgusu Avrupa’nın ciddi bir gündem maddesidir. Bu durum, AB’yi Orta Doğu ile ilişkilerini “komşuluk” tanımlaması çerçevesinde ele almaya yönlendirmiştir. Neticede, AB’nin Orta Doğu politikası, bölge ülkelerinin meselelere bakış açısına daha fazla değer ve-rirken, ABD ise bölgeye “güvenlik” ağırlıklı bir bakış açısıyla yaklaşmıştır.

ABD ve AB’nin bölge meselelerine bakışındaki ayrışmanın açık bir biçimde görüldüğü konulardan biri Filistin meselesidir. Öncelikle, ABD ve AB sorunun temel kaynağını farklı şekillerde tanımlamaktadırlar. Avrupa’daki hâkim görüşe göre, sorunun çıkış noktası, İsrail’in Filistin ve diğer bazı Arap topraklarını işga-lidir. ABD’ye göre ise sorunun ana kaynağı, Arapların İsrail’i bir Yahudi Devleti

51 Ibid., s. 772-773. 52 Ayşegül Sever, “AB ve ABD’nin Ortadoğu’da Politika Öncelikleri ve Türkiye”, içinde Faruk

Sönmezoğlu, (der.) Türk Dış Politikasının Analizi, (İstanbul: Der Yayınları, 2004), s. 360. 53 Muhittin Ataman, “Orta Doğu’da ABD-AB Rekabeti ve Türk Dış Politikası’na Etkileri”, Avrasya

Dosyası, Cilt: 12, Sayı: 2, Mayıs-Ağustos 2006, s. 6.

E. Ertosun

70

olarak tanımak istememeleridir.54Bu değerlendirme farklılığı sonucunda, AB, ya-yınladığı bildirgelerde barış için İsrail’in işgal altındaki topraklardan çekilmesini bir şart olarak öne sürerken; ABD, bölgede varlığını ve güvenliğini ciddi tehdit altında gördüğü İsrail’i siyasi, askeri ve ekonomik olarak desteklemiştir. İkincisi, ABD, İsrail ve Filistinliler arasında cereyan eden çatışmaları, Tel-Aviv’in “ken-dini savunma hakkı” çerçevesinde değerlendirip Filistinli silahlı grupları terörist olarak nitelemektedir.55 Bundan dolayı, Washington, Tel-Aviv’in Filistinlilere yönelik pek çok eylemine BM’den gelen tepkilere karşı İsrail’i savunan bir poli-tika izlemiştir. AB ise çatışmalardan iki tarafı da sorumlu tutmakta ve şiddetin eş zamanlı olarak durdurulması gerektiğini belirtmektedir.56 Son olarak, ABD ve AB’nin barış sürecine ilişkin görüşleridir. ABD’ye göre, barış süreci için yapıl-ması gereken, tarafların sorunlarını görüşmeler yoluyla çözebilecekleri ortamı oluşturmaktır. AB’ye göre ise, ikili görüşmeler yoluyla çözüme ulaşılamayacağı görülmüştür ve artık yapılması gereken, uluslararası toplumun hazırladığı bir çözümü taraflara kabul ettirmektir.57 Bu bakış farklılığı neticesinde, ABD, 1979’da ve 2000’de Camp David’te olduğu gibi, taraflar arasında arabuluculuk rolü üstlenebileceği görüşmelere önem verirken; AB, 1991 Madrid Konfe-ransı’ndaki gibi uluslararası katılımın sağlandığı girişimleri desteklemiş-tir.Ayrıca, Brüksel, barış için Filistinlilerin “kendi kaderini tayin etme” hakkını sıkça vurgulayıp, “iki devletli çözüm” üzerinde ısrarla durmaktadır. Washington’un “iki devletli çözüm” fikrini benimsediğine dair açıklamaları bu-lunsa da söz konusu fikrin gerçekleşmesi için yeterli desteğinin olmadığı görül-mektedir.58

Türkiye’nin Filistin meselesine bakışının büyük ölçüde AB çizgisine paralel olduğu söylenebilir. AB’nin genelde Orta Doğu, özelde Filistin politikasında ABD’den farklılaşmasına sebep olan etkenlerin tümü Türkiye için de geçerlidir. Türkiye’nin Orta Doğu ülkeleriyle tarihsel bağları güçlüdür, bölgeyle komşu ol-duğu için gelişmelerden doğrudan etkilenmektedir ve enerji kaynakları açısın-dan bölgeye bağımlılığı üst seviyededir. Öte yandan, Türkiye, AB ile bütünleşme sürecini yaşamaktadır ve söz konusu durum, dış politika tercihlerinde Ankara’yı Brüksel’in yaklaşımlarından etkilenmeye açık hale getirmektedir. Türkiye-ABD ilişkileri ise derin ve çok yönlüdür. Türkiye’nin güvenlik hesaplamalarında ABD, halen birinci derecede önemli müttefikidir. Öte yandan, Türkiye, ABD’nin ulus-

54 Patrick Clawson, “US and European Priorities in the Middle East”, içinde Gustav Lindstrom,

(der.) Shift or Rift: Assessing US-EU Relations after Iraq, (Paris: European Union Institute for Security Studies, 2003), s. 129.

55 Martin Ortega, “The Achilles Heel of Transatlantic Relations”, içinde Gustav Lindstrom, (der.) Shift or Rift: Assessing US-EU Relations after Iraq, (Paris: European Union Institute for Security Studies, 2003), s. 156.

56 Ibid., s. 157. 57 Clawson, “US and European…”, s. 127-128. 58 Ortega, “The Achilles Heel…”, s. 156-157.

Türkiye’nin Filistin Politikasında ABD ya da AB Çizgisi

71

lararası sorunlara çözüm üretebilecek potansiyele sahip en güçlü ülke olduğu-nun farkındadır.

Türkiye için güvenlik kaygılarından göreli olarak bağımsız hareket ede-bildiği ve ekonomik ilişkilerin ön planda olduğu dönemlerde, Ankara’nın Filistin politikası AB çizgisinde şekillenmektedir. Bölgesel ve ulusal güven-lik sorunlarının ağırlık kazandığı süreç ise, Türkiye’yi ABD ve İsrail’e ya-kınlaştırmakta ve bunun sonucunda Türkiye, Filistin meselesinde savun-duğu “ilkeler” doğrultusunda bir politikadan uzaklaşıp, “güvenlik” kaygıla-rının belirleyici olduğu bir çizgiye kaymaktadır. Bu durumu örneklendirmesi bakımından, 1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgali sonrasında Türkiye’nin izlediği po-litikayı ve 1990’ların ortasında Türkiye’nin İsrail’le kurduğu yakın ilişkiler ele alınabilir.

İSRAİL’İN LÜBNAN’I İŞGALİ’NE(1982) KARŞI TÜRKİYE’NİN POLİTİKASI

Türkiye’nin Filistin Politikasının İlkeleri

Türkiye’nin bu dönemde izlediği Filistin politikasının ilkelerini 12 Eylül askeri müdahalesi sonrasında işbaşına gelen Bülend Ulusu yönetiminin Hükümet Programı’nda bulmak mümkündür: “Bölgemizdeki anlaşmazlıklar karşısında Türkiye’nin yaklaşımı, adalet ve hakkaniyet, her milletin kaderini bizzat tayin etmesi, kuvvet yoluyla toprak ilhakının reddi gibi ilkelere dayanacaktır. Bu ilke-lerin çerçevesinde Orta Doğu sorununa karşı tutumumuz ve Filistin halkının haklı davasına desteğimiz de azimle sürecektir.”59

Türkiye, söz konusu ilkeler çerçevesindeki yaklaşımını uluslararası alanda da gündeme getirmiştir. 28 Eylül 1981’de BM 36. Genel Kurulu’ndaki konuşma-sında Orta Doğu’da kapsamlı, kalıcı ve adil bir barışın şu esaslara dayanması ge-rektiğini ifade etmiştir:60

1) İsrail’in Kudüs dâhil 1967’den beri işgal altında tuttuğu tüm Arap toprak-larından çekilmesi,

2) Filistin halkının bağımsız bir devlet kurmak dâhil tüm meşru haklarının tanınması ve gerçekleştirilmesi,

3) Bölgedeki tüm devletlerin güvenli ve tanınmış sınırlar içerisinde yaşama hakkı,

59 Kemal Girgin, T.C. Hükümet Programlarında Dış Politikamız (70 Yılın Panoraması), 1923-1993,

(Ankara: T.C. Dışişleri Bakanlığı, 1993), s. 95. 60 “BM 36. Genel Kurulu’nda Yaptıkları Konuşma”, içinde Dışişleri Bakanı İlter Türkmen’in

Konuşmaları, Demeçleri ve Basına Verdiği Mülakatlar: 21 Eylül 1980- 3 Kasım 1983, (Ankara: Dışişleri Bakanlığı Matbaası, 1983), s.66.

E. Ertosun

72

4) Filistin halkının tek ve meşru temsilcisi olan FKÖ’nün bütün barış çabala-rına çatışmanın diğer taraflarıyla eşit düzeyde katılması ve

5) Kudüs’ün Arap ve İslami karakterinin korunması ve şehrin statüsünün uluslararası hukuka aykırı olarak tek taraflı keyfi uygulamalarla değişti-rilmesinin reddi.

Türkmen, konuşmasında ayrıca, bölgede kapsamlı bir çözüm için çalışmalar yürüten AET’nin çabasının “övgüye değer” olduğunu vurgulamıştır.61 Başbakan Bülend Ulusu da 20 Kasım 1981’de International Herald Tribune’de yayımlanan mülakatında, “Türkiye, Arap-İsrail ihtilafına barışçı çözüm bulunması yolundaki etkin çabaların, bölge güvenliğine önemli katkısı olacağı inancındadır” dedikten sonra, “AET üyelerinin yapmakta oldukları temasları ilgi ile izlediklerini” belirt-miştir.62

İşgale Karşı Türkiye’nin Tepkisi

İsrail, 4 Haziran 1982’de başlattığı ve “Galilee Barış Operasyonu”63 adını verdiği harekâtla başkent Beyrut dâhil Lübnan’ın büyük kısmını işgal etmiştir. İşgal ne-ticesinde, Lübnan’da yerleşik bulunan FKÖ gerillaları ve FKÖ lideri Arafat ülkeyi terk etmek zorunda kalmışlardır. FKÖ gerillaları pek çok Arap ülkesine dağılır-ken, Arafat karargâhını Tunus’a taşımıştır. İsrail’in operasyonuna karşı An-kara’nın resmi düzeydeki ilk tepkisi Başbakan Yardımcısı Turgut Özal’dan gel-miştir. 16 Haziran’da Libya ziyareti esnasında konuşan Özal, saldırılar nedeniyle Filistin ve Lübnan halklarının yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu be-lirtip, işgali “İsrail’in alnına sürülmüş bir kara leke” olarak tanımlamıştır.64 BM Silahsızlanma Konferansı’na katılmak üzere New York’ta bulunan Dışişleri Ba-kanı İlter Türkmen de aynı gün verdiği bir demeçte “İsrail’in ölüm ve tahribat saçarak ve BM ilkelerini hiçe sayarak Lübnan’ı işgal etmesinin bölgede tehlikeli bir durum yarattığını ve Türkiye’nin bu olayları büyük endişe ile izlediğini” bil-dirmiştir.65 Türkmen, barışın sağlanması ve Lübnan’ın bölünmesinin önlenmesi için İsrail’in Lübnan’dan derhal çekilmesi çağrısında bulunmuştur.

Geçen on yıl boyunca aşırı sol ve aşırı sağ grupların ülke içindeki terör ey-lemleriyle uğraşan Türkiye’nin gündeminde, 1980’lerin başında, yurt dışındaki Türk diplomatlarına yönelik düzenledikleri suikastlarla adını duyuran Ermeni

61 Ibid. 62 “International Herald Tribune Gazetesi Muhabirine Verilen Demeç”, içinde Başbakan Bülend

Ulusu’nun Konuşma, Demeç ve Mesajları, (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1982), s. 441. 63 İsrail’in Lübnan’ı işgalinin detayları için bkz.: Martin Gilbert, Israel: A History, (New York:

Harper Perennial, 2008), s. 503-508, William L. Cleveland, A History of the Modern Middle East, (Boulder: Westview Press, 1994), s. 347-349 ve Fahir Armaoğlu, Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları(1948-1988), (Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1989), s. 538-559.

64 “Özal: İsrail Saldırısı İnsanlık İçin Kara Bir Lekedir”, Milliyet, 17 Haziran 1982. 65 Sami Kohen, “Türkmen: İsrail, Lübnan’dan Derhal Çekilmeli”, Milliyet, 17 Haziran 1982.

Türkiye’nin Filistin Politikasında ABD ya da AB Çizgisi

73

terörü de bulunmaktadır. Türkiye’nin terör hassasiyetini iyi bilen İsrail, işgal sü-recinde elde ettiği bazı bilgi ve ele geçirdiği Türk ve Ermeni teröristleri, Tür-kiye’nin sempatisini kazanmak ve operasyona karşı tepkisini azaltmak için kul-lanmaya çalışmıştır. Bu doğrultuda, İsrailli yetkililer, konuyla ilgili haberleri Türk basınına vermişlerdir. 16 Haziran’da ise İsrail Dışişleri Bakanlığı Türkiye Masası Şefi Elomo Benu, bir Türk gazetesine verdiği demeçte, Ermeni terör ör-gütü ASALA militanlarının FKÖ kamplarında eğitim aldıklarını açıklamıştır.66 Benu, FKÖ-ASALA bağlantısının Beyrut’taki Sovyetler Birliği büyükelçiliği üze-rinden sağlandığını belirtmiştir. İsrailli yetkili, Lübnan’daki Türk ve Ermeni te-röristlerle ilgili bilgileri Türkiye’yle paylaşmaya hazır olduklarını bildirmiş ve Türkiye’ye terörizme karşı işbirliği67 yapma çağrısında bulunmuştur. Konunun dünyaya duyurulması, Başbakan Begin’in 6 Temmuz’da Knesset’te yaptığı ko-nuşmasında, Lübnan’daki FKÖ kamplarında yakalananlar arasında 26 Türk terö-ristin de bulunduğunu açıklamasıyla gerçekleşmiştir.68 İsrailli yetkililer, Tür-kiye’nin terörizmle mücadelesi için büyük öneme sahip bilgileri CIA’ye vermiş ve söz konusu istihbarat ABD tarafından Türkiye’ye ulaştırılmıştır.69

Esasen bu dönemde Türkiye için Arap dünyası ve Avrupa ülkeleri ile ticari ilişkilerin geliştirilmesi Türkiye için öncelikli dış politika hedefidir. 1973 sonra-sında petrol fiyatlarında yaşanan hızlı tırmanış ve Türkiye’nin enerji tüketiminin büyük bölümünü oluşturan petrolün temininde Arap ülkelerine bağımlı oluşu, Ankara’yı Arap dünyasıyla ekonomik ilişkilerini geliştirmeye yönlendirmiştir.70 Söz konusu yıllarda Türkiye’yi gerek Araplarla gerek Avrupalılarla ticaretini art-tırmaya iten bir başka etken 24 Ocak 1980’ de alınan kararlardır. Buna göre; Türkiye, ihracata dayalı yeni bir sanayileşme stratejisini benimsemiştir.71 Uluslararası piyasalara açılmayı hedefleyen Türk ekonomisi için Arap ve Avrupa ülkeleri cazip bir pazar olmuştur. Türkiye, bu sırada 12 Eylül sonrası ortamdaki

66 Özgen Acar, “Beyrut’ta Üslenen ASALA’yı Sovyetler Yönlendiriyor”, Milliyet, 17 Haziran 1982. 67 İsrail’in söz konusu çağrısını, Türkiye’yi, FKÖ’nün mücadelesini de terörizm bağlamında

değerlendirmeye yönlendirme girişimi olarak değerlendirebiliriz. 68 Nezih Tavlaş, “Türk-İsrail Güvenlik ve İstihbarat İlişkileri”, Avrasya Dosyası, Cilt: 1, Sayı: 3,

Sonbahar 1994., s. 18. 69 Ibid. Bu ortamda Türkiye ile İsrail arasında gelişen işbirliğinin ulaştığı son nokta, Beyrut’un

doğusundaki Zahle şehrindeki kamplarda bulunan Ermeni teröristlere yönelik olarak düzenlenen ortak operasyondur. Nezih Tavlaş’ın makalesindeki bilgilere göre, İsrail’in daveti üzerine gerçekleşen operasyona Türkiye’den gayri resmi bir komando timi katılmış ve kamplarda Ermeni terör örgütlerinin önemli bazı elebaşları öldürülmüştür.

70 Bu konuda kapsamlı bir çalışma için bkz.: Alon Liel, Turkey in the Middle East: Oil, Islam and Politics, (Boulder: Lynne Rienner Publishers, 2001), s. 27-101.

71 Baskın Oran, “24 Ocak 1980 Kararları Kutusu”, içinde Baskın Oran, (der.) Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt 1: 1919-1980,(İstanbul: İletişim Yayınları, 2005), s. 665.

E. Ertosun

74

insan hakları ihlallerinden dolayı AT’yle ilişkilerde sancılı bir dönem yaşasa da, Avrupa ile işbirliğini geliştirme hedefinden geri adım atmamıştır.72

Bu dönemde Türkiye’nin Orta Doğu ülkelerine ihracatında dikkat çekici bir büyüme yaşanmıştır. Türkiye’nin bölgeye ihracatının toplam ihracatındaki oranı 1979’da % 17,1 iken 1985’te % 40’a yükselecektir.73 Türk müteahhit firmalarının iki ülkeyle imzaladıkları sözleşmelerin toplam değeri, 1980’de 3,5 milyar dolarken 1984 sonunda 14.975 milyar dolara ulaşmıştır.74 1984 sonu itibariyle bu ülkelerdeki iş hacmi, Türk müteahhit firmalarının yurt dışı faali-yetlerinin % 90’ını oluşturmaktadır. Bu süreçte, Türkiye’nin söz konusu ülkelere gönderdiği işçi sayısı da 125.000’i aşmıştır.75 İşçilerin Türkiye’ye gönderdikleri dövizlerin ülke ekonomisi için hayati değere sahip olduğu bilinen bir gerçektir. Türkiye’nin Avrupa ülkelerine ihracatı ise 1980’ler boyunca aşamalı bir artış göstermiştir. Türkiye’nin önde gelen dört Avrupa ülkesi (B.Almanya, Fransa, İn-giltere, İtalya) ile olan ihracatı 1981’de toplam ihracatının % 26,6’sını teşkil eder-ken, bu oran 1985’te % 33,3’e ve 1990’da % 43,5’e çıkacaktır.76

Bu ortamda, İsrail’in, Türkiye’nin tepkisini FKÖ’ye yönlendirme ve “Galilee Operasyonu”na ilişkin tepkisini azaltma çabası Ankara’dan karşılık bulmayacak-tır. Türkiye, FKÖ’ye sitemini belirtmekle birlikte, Filistin meselesine desteğinde geri adım atmayacak ve uluslararası alanda İsrail’in işgaline yönelik kararlı bir politika izleyecektir. Filistin kamplarında bazı Türk ve Ermeni teröristlerin bu-lunduğu haberlerinin doğrulanması üzerine, Dışişleri Bakanı Türkmen, Türk kamuoyunda bu konuda haklı bir tepkinin ortaya çıktığını belirtmiştir.77 Türk-men, açıklamasında “Tüm uyarılarımıza rağmen, Filistinli örgütlerin bu noktaya dikkat etmemiş olması üzücüdür. FKÖ, kendi kontrol ettiği örgütlerde Tür-kiye’ye karşı eylem planlayan hiçbir Türk’ün bulunmadığı konusunda bize temi-nat vermişti” ifadelerini kullanmıştır. Ancak, Bakan Türkmen, başka bir müla-katındaki “…kendilerine karşı bu serzenişlerimiz olmakla beraber, bu tabii Filis-tin davasındaki temel tutumumuzu değiştirmemize yol açmaz. Bizim maksadı- 72 Çağrı Erhan ve Tuğrul Arat, “AT’yle İlişkiler”, içinde Baskın Oran, (der.) Türk Dış Politikası

Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt 2: 1980-2001,( İstanbul, İletişim Yayınları, 2006), s. 83-87.

73 Halis Akder, “Turkey’s Exports Expansion in the Middle East, 1980-1985”, The Middle East Journal, Vol. 41, No. 4, Sonbahar 1987, s. 555.

74 Nevzat Yalçıntaş, “Economic Relations Between Turkey and Islamic Countries”, Studies on Turkish-Arab Relations, 1986 Yıllığı, s. 322.

75 Ibid 76 Hikmet Uluğbay, “1981-1990 Döneminde Bazı Ülkelerin Türkiye’nin İhracat ve İthalatındaki

Payları Kutusu”, içinde Baskın Oran, (der.) Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt 2: 1980-2001, ( İstanbul, İletişim Yayınları, 2006), s. 25.

77 “Milliyet Gazetesi’nden Nilüfer Yalçın’a Verdikleri ve Anılan Gazetenin 21 Ağustos 1982 Tarihli Nüshasında Yayınlanan Mülakat”, içinde Dışişleri Bakanı İlter Türkmen’in Konuşmaları, Demeçleri ve Basına Verdiği Mülakatlar: 21 Eylül 1980- 3 Kasım 1983, (Ankara: Dışişleri Bakanlığı Matbaası, 1983), s. 259.

Türkiye’nin Filistin Politikasında ABD ya da AB Çizgisi

75

mız Filistin milletine yardım etmektir”78 sözleriyle bu durumun, Türkiye’nin Filistinlilere verdiği desteğe ilişkin bir tutum değişikliğine yol açmayacağını be-lirtmek gereğini duymuştur.

Türkiye, BM Genel Kurulu’nun İsrail’i kınayan ve derhal Lübnan’dan çekil-meye çağıran 26 Haziran tarihli ES-7/5 sayılı kararını79 ve 19 Ağustos tarihli ES-7/6 sayılı kararını80 desteklemiştir. Türkiye’nin İsrail’e yönelik asıl büyük tepkisi ise, 16-17 Eylül gecesi Filistinli mültecilerin yaşadığı Lübnan’daki Sabra ve Şatilla kamplarında gerçekleşen katliamlar81 sonrasında gelecektir: Olaylar, basında “Müslüman Katliamı” ve “Hitler’i Bile Gölgede Bıraktılar” gibi başlıklarla yer al-mıştır.82 24 Eylül günü ülke genelinde kılınan Cuma namazlarından önce yapılan dualarda katliamı yapanlar kınanmış ve okunan hutbelerde “Bu olayların mesul-leri Allah indinde ebediyen lanetlenecektir” ifadelerine yer verilmiştir.83 Türkiye, Sabra ve Şatilla katliamlarına karşı uluslararası platformda da sert bir tepki gös-termiştir. BM’nin 37. Genel Kurulu’nda konuşan Bakan Türkmen, yaşananlar karşısında İsrail’in tutumunu şu ifadelerle eleştirmiştir: “Sabra ve Şatilla kampla-rındaki kitlesel ölümlerden dolayı İsrail’in sorumluluğu inkâr edilemez. İsrail, politik ihtiraslarına ulaşabilmek için hiçbir vicdani değere bağlı olmadan hareket ettiğini göstermiştir.”84

Filistin Sorununa Uluslararası Çözüm Arayışları ve Türkiye

İsrail’in Lübnan’ı işgaliyle ortaya çıkan gelişmeler uluslararası ve bölgesel aktör-lerin dikkatlerini tekrar Filistin meselesine çekmiştir. ABD ve Arap ülkeleri so-runa çözüm üretebilmek amacıyla, Reagan Planı ve Fez Planı diye anılan iki planı gündeme getirmişlerdir: ABD Başkanı Ronald Reagan, 1 Eylül 1982’de halkına hitaben yaptığı konuşmada,85 hem İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’de egemenliğinin veya kalıcı kontrolünün hem de bağımsız Filistin Devleti fikrinin barışı getirme-yeceğini belirtmiştir. ABD Başkanı, bir nevi orta yolu bularak, Filistinlilere, Ür-

78 “Cumhuriyet Gazetesi’nden Sedat Ergin’e Verdikleri ve Anılan Gazetenin 21, 22 ve 23 Ağustos

1982 Tarihli Nüshalarında Üç Bölüm Halinde Yayınlanan Mülakat”, içinde Dışişleri Bakanı İlter Türkmen’in Konuşmaları, Demeçleri ve Basına Verdiği Mülakatlar: 21 Eylül 1980- 3 Kasım 1983, (Ankara: Dışişleri Bakanlığı Matbaası, 1983), s. 269.

79 Kararın tam metni için bkz.: Department of Public Information-UN, Yearbook of the United Nations, 1982, Vol.: 36, 1986, s. 451.

80 Kararın tam metni için bkz.: Ibid., s. 476. 81 İsrail askerlerinin göz yumduğu ve Lübnan’daki Falanjistlerin gerçekleştirdiği katliamlarda, İsrail

tarafından kurulan Kahan Komisyonu’nun raporuna göre, 700-800 Filistinli öldürülmüştür. Bu konuda bkz.: Gilbert, Israel: A History, s. 509-511 ve Armaoğlu, Filistin Meselesi ve…, s. 560-564.

82 Hürriyet, 19 Eylül 1982. 83 “Eller, İsrail’e Lanet İçin Kalktı”, Hürriyet, 25 Eylül 1982. 84 “Birleşmiş Milletler 37. Genel Kurulu’nda Yaptıkları Konuşma”, içinde Dışişleri Bakanı İlter

Türkmen’in Konuşmaları, Demeçleri ve Basına Verdiği Mülakatlar: 21 Eylül 1980- 3 Kasım 1983, (Ankara: Dışişleri Bakanlığı Matbaası, 1983), s. 74.

85 “US President Ronald…”, s. 278-282.

E. Ertosun

76

dün’le beraber, Batı Şeria ve Gazze’de tam bir özerklik verilmesini teklif etmiştir. Reagan, toprak konularının Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararı çerçevesinde al-ver pazarlığı şeklinde çözülmesi gerektiğini de söylemiştir. Reagan, son olarak, Kudüs’ün bölünmemesini ve şehrin nihai statüsünün müzakerelerle belirlenme-sini önermiştir.

Reagan Planı, 6-9 Eylül 1982’de Fas’ta biraraya gelen Arap devletlerinin, Fi-listin sorununa ilişkin kendi çözüm esaslarını açıklamalarına vesile olmuştur. 9 Eylül’de duyurulan ve Fez Planı diye anılan ilkelerin başlıcaları şunlardır:86

1) İsrail’in, Kudüs dâhil 1967’de işgal ettiği tüm topraklardan çekilmesi,

2) 1967’den beri Arap topraklarında kurulan İsrail yerleşimlerinin kaldırıl-ması,

3) Batı Şeria ve Gazze’nin birkaç ayı geçmeyecek bir süreyle BM gözetimi al-tında kalması,

4) Başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulması ve

5) Kudüs’teki kutsal mekânlarda her dinin törenlerinin serbestçe yapılabil-mesi.

BM Genel Kurulu’na katılmak için New York’ta bulunan Dışişleri Bakanı İl-ter Türkmen, ABD’li mevkidaşı George Schultz ile yaptığı görüşmede Başkan Reagan’ın adıyla anılan barış planına ilişkin kanaatlerini aktarmıştır. Türkmen, Reagan Planı’nın Arap-İsrail çatışmasına çözüm getirmek için yeterince kap-samlı olmadığı eleştirisini dile getirmiştir.87 Bakan Türkmen, Schultz’la görüşmesinde, Arap Zirvesi’nde ortaya çıkan Fez Planı’na dikkat çekmiş ve bu planın soruna “daha geniş, olumlu ve gerçekçi bir çözüm” getirebileceğini öne sürmüştür. Türkmen, Genel Kurul’da yaptığı konuşmada da Fez Planı’nın bölge-deki tüm ülkelerin çıkarını gözeten dengeli ve gerçekçi bir çözüm olduğunu ve artık bundan sonra, İsrail’in, Arap ülkelerinin söz konusu “barışçıl yaklaşımı”na cevap vermesi gerektiğini ifade etmiştir.88 Bakan Türkmen, konuşmasında, Tür-kiye’nin Orta Doğu’da kalıcı ve adil bir barışın sağlanması için gerekli gördüğü ilkeleri şöyle sıralamıştır:89

1) İsrail’in, Kudüs dâhil, 1967’den beri işgal ettiği tüm Arap topraklarından geri çekilmesi,

86 “League of Arab States, Final Declaration of the 12th Arab Summit Conference (Fez Plan)”,

içinde Mahdi Abdul Hadi, (der.) Documents on Palestine, Vol. III: 1974-1987, (Kudüs: Palestinian Academic Society for the Study of International Affairs, 2007), s. 285-287.

87 “Türk-Yunan Dışişleri Bakanları Yarın Buluşuyor”, Hürriyet, 1 Ekim 1982. 88 “Birleşmiş Milletler 37. Genel Kurulu’nda Yaptıkları Konuşma”, içinde Dışişleri Bakanı İlter

Türkmen’in Konuşmaları, Demeçleri ve Basına Verdiği Mülakatlar: 21 Eylül 1980- 3 Kasım 1983, (Ankara: Dışişleri Bakanlığı Matbaası, 1983), s. 74.

89 Ibid., s. 75.

Türkiye’nin Filistin Politikasında ABD ya da AB Çizgisi

77

2) Filistinlilerin kendi devletlerini kurmak dâhil tüm yasal haklarının tanın-ması,

3) FKÖ’nün Filistin halkının meşru temsilcisi olarak diğer taraflarla eşit ko-numda tüm barış görüşmelerine katılması,

4) Bölgedeki tüm devletlerin güvenli ve tanınmış sınırlar içerisinde yaşama hakkı ve

5) Kudüs’ün Arap ve İslami karakterinin korunması.

Görüldüğü üzere, Türkiye’nin öne sürdüğü ilkeler, BM Güvenlik Konseyi’nin 242 ve 338 sayılı kararları,90 Arapların Fez Planı ve AT’nin Venedik Bildirgesi ile örtüşmektedir. Filistinlilerin devlet kurma hakkının tanınması ve FKÖ’nün Fi-listin halkının tek meşru temsilcisi olarak kabul edilmesi, Arapların ve Avrupa-lıların sıkça vurguladıkları hususlardır. Türkmen, Mısırlı mevkidaşı Kemal Has-san Ali’nin Ankara ziyareti sırasında 3 Kasım’da yaptığı bir konuşmada ise hem Başkan Reagan’ın barış girişimini hem de Arap ülkelerinin Fez Planı’nı memnu-niyetle karşıladıklarını belirtip, iki önerinin birleştirilmesi suretiyle ortak bir çö-züm yolu üretilmesi önerisinde bulunmuştur.91 Türkmen’in bu tavrı, bir yönüyle Reagan Planı’yla ilgili önceki eleştirel tutumundan bir geri adım gibi görülse de, esasen ABD’nin içinde olmadığı bir çözüm arayışının etkisiz ve sonuçsuz kalaca-ğını bilmenin getirdiği gerçekçi bir yaklaşımdır.

TÜRKİYE-İSRAİL İŞBİRLİĞİ

Türkiye’nin 1990’lardaki Güvenlik Algılamaları

Türkiye’nin güvenlik algılamalarında 1990’ların başında bazı önemli değişimler yaşanmıştır. Birincisi, öncelikli tehdidin kuzeyden geldiği düşüncesinden vazge-çilmesidir. Nitekim 1992 yılında gözden geçirilen Milli Güvenlik Siyaseti Bel-gesi’nde Sovyetler Birliği’nin ardılı ülke konumundaki Rusya Federasyonu “düş-man ülke” statüsünden çıkarılmıştır.92 İkincisi, iç güvenlik sorunlarının dış politikada belirleyici seviyeye ulaşmasıdır. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde söz konusu gözden geçirme neticesinde “bölücülükle savaş” tehdit sıralamasında ilk

90 “UN Security Council, Resolution 242” ve “UN Security Council 338”, içinde Mahdi Abdul Hadi,

(der.) Documents on Palestine, Vol. II: 1948-1973, (Kudüs: Palestinian Academic Society for the Study of International Affairs, 2007), s. 307 ve s. 413.

91 “Mısır Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Sayın Kemal Hassan Ali Onuruna Verdikleri Yemekte Yaptıkları Konuşma”, içinde Dışişleri Bakanı İlter Türkmen’in Konuşmaları, Demeçleri ve Basına Verdiği Mülakatlar: 21 Eylül 1980- 3 Kasım 1983, (Ankara: Dışişleri Bakanlığı Matbaası, 1983), s. 295-296.

92 Gencer Özcan, “Doksanlı Yıllarda Türkiye’nin Değişen Güvenlik Ortamı”, içinde Gencer Özcan ve Şule Kut, (der.) En Uzun On yıl: Türkiye’nin Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar, (İstanbul: Boyut Kitapları, 1998), s. 19.

E. Ertosun

78

sıraya yerleşmiştir.93 1997 yılında yapılan değişiklikte ise “irtica” 1 numaralı teh-dit olarak değerlendirilmiştir. Ankara, gerek ayrılıkçı PKK terörünün gerek köktendinciliğin kaynağını, komşuları Suriye, İran, Irak ve Yunanistan’ın bu ha-reketlere verdikleri destekte görmüştür. Türkiye’nin söz konusu ülkelerle ilişki-lerinde bu desteğin bitirilmesi amacı belirleyici olmuştur.94 Üçüncüsü, değişen güvenlik ortamında NATO’nun, Türkiye’nin güvenliği için artık tek başına ye-terli olamayacağı düşüncesinin yaygınlaşmasıdır. Bu durum, özellikle Körfez Krizi esnasında kendini göstermiştir. Ankara’da, Bağdat’tan gelebilecek olası bir saldırıda konunun NATO tarafından “alan dışı” kapsamında değerlendirileceği endişesi yaşanmıştır.95 Körfez Savaşı’nda müttefik güçlerinin kullandığı askeri teknolojinin gelişmişlik düzeyi, Türk Silahlı Kuvvetleri(TSK)’nin bu alandaki ek-sikliğini görmesine vesile olmuştur.96 1990’ların ilk yarısında Türkiye’nin ABD ve AB üyesi müttefiklerinden sağladığı silah ve teçhizat alımının, Irak’taki sınır ötesi operasyonlarda ve sivillere karşı kullanıldığı gerekçesiyle sözü edilen ülke-ler tarafından askıya alınması, TSK’yı zor durumda bırakmıştır. Tüm bu endişe-ler, bölgede kitle imha silahlarının yaygınlaşması gerçeğiyle birlikte daha da de-rinleşmiştir. Bu nedenlerle, Türkiye, değişen güvenlik ortamının ihtiyaçlarını karşılayacak işbirliği arayışına girmiştir.

Tüm bu şartlar altında 1990’lar, Türkiye’de bölgesel güvenlik kaygılarının üst seviyede hissedildiği bir dönem olmuştur. Dışişleri Bakanlığı’nın eski Genel Sek-reteri Şükrü Elekdağ’ın “2 ½ Savaş Stratejisi” başlıklı makalesi97 söz konusu kaygıları yansıtması açısından önemlidir: Elekdağ, Türkiye’nin, komşuları Yuna-nistan ve Suriye’den gelen yakın bir tehdit altında olduğunu iddia etmiştir. Elekdağ, Yunanistan ve Suriye’nin Türkiye düşmanlığı ortak paydasında buluş-tuklarını ve birbirlerini doğal müttefik olarak gördüklerini ifade etmektedir.98 Bu çerçevede, Suriye ve Yunanistan’ın Haziran 1995’te imzaladıkları Savunma İş-birliği Anlaşması’nın Türkiye’ye karşı yapıldığı belirtilmektedir. Elekdağ’a göre, Türkiye, söz konusu tehditlere karşı NATO’ya güvenmemelidir:99 Sovyetler Bir-liği’nin dağılmasıyla NATO, Türkiye’nin güvenliğini sağlama işlevini yitirmiştir. Bundan sonra Ankara, varlığına yönelik tüm tehditlerle sadece kendi kaynakla-

93 Ibid., s. 18. 94 Meliha B. Altunışık, “Güvenlik Kıskacında Türkiye-Ortadoğu İlişkileri”, içinde Gencer Özcan ve

Şule Kut, (der.) En Uzun On yıl: Türkiye’nin Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar, (İstanbul: Boyut Kitapları, 1998), s. 334.

95 Mustafa Kibaroğlu, “Turkey and Israel Strategize”, Middle East Quarterly, Vol. 9, No. 1, Kış 2002, s. 62-63 ve Serhat Güvenç, “Bir Dış Politika Aracı Olarak Türk Silahlı Kuvvetleri: Yetenekler ve Uygulamalar”, içinde Faruk Sönmezoğlu, (der.) Türk Dış Politikasının Analizi, (İstanbul: Der Yayınları, 2004) s. 915.

96 Gencer Özcan, Türkiye-İsrail İlişkilerinde Dönüşüm: Güvenliğin Ötesi, (İstanbul: TESEV, 2005), s. 59.

97 Şükrü Elekdağ, “2 ½ War Strategy”, Perceptions, Vol. 1, No. 1, Mart-Mayıs 1996, s. 33-57. 98 Ibid., s. 45. 99 Ibid., s. 55.

Türkiye’nin Filistin Politikasında ABD ya da AB Çizgisi

79

rıyla baş edebilecek güce ulaşmalıdır. Tüm bunlar, Türkiye’nin batıda Yunanis-tan’la, güneyde Suriye’yle ve içeride olası bir Kürt ayaklanmasıyla eş zamanlı ola-rak mücadele edebilecek bir savunma planlamasını zaruri kılmaktadır.100Elekdağ, Türkiye’nin savaştan uzak kalmasını, “caydırıcılık” şartına bağlamakta ve bunun için gerekli güce ulaşacak silahlanmanın ve askeri modernizasyonun gerçekleşti-rilmesi gerektiği sonucuna varmaktadır.

Türkiye-İsrail İşbirliğinin Stratejik Boyutu

Ofra Bengio, demokratik değerleri benimseyen, teröre ve radikal dinciliğe karşı çıkan ve bölgede istikrarı korumak isteyen Türkiye ve İsrail’in işbirliği yapması-nın, ABD’nin Orta Doğu’daki çıkarlarıyla örtüştüğünü ve Washington’un, özel-likle İran ve Irak’a karşı önemli bir denge oluşturacağını düşündüğü bu işbirliği-nin tesisine katkıda bulunduğunu iddia etmektedir.101 Buna göre; Başkan Bill Clinton, Kasım 1995’te İzak Rabin’in cenaze töreni için bulunduğu İsrail’de Baş-bakan Tansu Çiller, Dışişleri Bakanı Şimon Peres ve Kral Hüseyin ile bir toplantı yapmış ve bu üç ülkeyi stratejik işbirliği geliştirmeleri için teşvik etmiştir.102 Bengio’nın iddiasını, ABD Dışişleri Bakanı Nicholas Burns’ün Mayıs 1997’deki şu sözleri doğrulamaktadır:

“Türkiye ve İsrail’in askeri işbirliğini ve siyasi ilişkilerini arttırmaları Bir-leşik Devletler’in stratejik hedefidir. İsrail, Birleşik Devletler’in yakın bir dostu ve yakın bir müttefikidir. Türkiye de yakın bir dost ve müttefiktir, bize göre İsrail ve Türkiye’nin askeri birlikteliği doğal ve olumludur. Birle-şik Devletler bu işbirliğinde memnuniyetle yer alacaktır… �Biz� uzun, çok uzun yıllar boyunca buna destek verdik.”103

ABD, Türkiye ve İsrail’le birlikte düzenlenen ortak deniz ve hava tatbikatla-rına katılmanın yanında, PKK’nın eylemlerini önlemeye yönelik olarak Tel-Aviv’e Ankara’yla gerekli istihbaratı paylaşması telkininde bulunmuştur.104 Ay-rıca, ABD’deki Yahudi lobisi de gerek Türkiye’de gerek ABD’de önde gelen Türk siyasi ve askeri isimleriyle yaptıkları görüşmelerle, Türkiye ve İsrail arasındaki işbirliğinin geliştirilmesi için önemli bir katkı sağlamıştır.105

İşte Türkiye’nin yukarıda zikrettiğimiz bölgesel güvenlik kaygılarının gide-rilmesi, ABD’nin de katkısıyla gerçekleşen İsrail’le işbirliği ile mümkün olmuş-tur. Ankara’nın Tel Aviv’le çok boyutlu olarak geliştirdiği ilişkilerin en dikkat 100 Ibid., s. 57. 101 Ofra Bengio, Türkiye-İsrail: Hayalet İttifaktan Stratejik İşbirliğine, Filiz Kaynak Dişkaya, (çev.)

(İstanbul: Erguvan Yayınevi, 2009), s. 150. 102 Ibid., s. 149. 103 Ibid., s. 148. 104 Ibid., s. 151. 105 Robert Olson, Turkey’s Relations with Iran, Syria, Israel and Russia, 1991-2000: The Kurdish and

Islamist Questions, (Kaliforniya, Mazda Publishers, 2001), s. 143-147 ve s. 158-160.

E. Ertosun

80

çekici tarafı savunma işbirliğidir. Söz konusu işbirliğinin ilk aşaması, 18 Eylül 1995’te imzalanan ve iki ülke hava kuvvetlerinin ortak eğitim faaliyetleri gerçekleştirebilmesine imkân sağlayan Askeri Uçaklar ile Eğitim Hakkında An-laşma Muhtırası’dır.106 İlişkilerin düzeyi, 23 Şubat 1996’da imzalanan Askeri Eği-tim İşbirliği Anlaşması ile yükseltilmiştir.107 Türkiye-İsrail askeri yakınlaşmasını pekiştiren gelişme ise, 28 Ağustos 1996 tarihli Savunma Sanayi İşbirliği Anlaş-ması’dır.108 Bahis konusu çerçeve anlaşma uyarınca yapılan işbirliğinin en önemli boyutları, Türk savaş uçakları ve tanklarının İsrailli firmalar tarafından moderni-zasyonu ile İsrail’den insansız hava araçları ve sınır güvenlik sistemlerinin satın alınması gibi projelerdir. Bu doğrultuda iki ülkenin üst düzey askeri yetkilileri düzenli olarak bir araya gelerek “stratejik diyalog” toplantıları gerçekleştirmiş-lerdir. Bütün bunların bir amacını da Suriye ve İran gibi ülkelere mesaj vermek oluşturmuştur.109

1990’larda gelişen Türkiye-İsrail ilişkilerinin başka bir yönü istihbarat payla-şımıdır. Bu yıllarda, Türkiye gündemini meşgul eden en ciddi mesele, ayrılıkçı PKK terörünün bitirilmesidir. Dolayısıyla, Ankara için söz konusu mücadelede elde edeceği istihbarat hayati değer taşımaktadır. Temmuz 1994’te, “MİT’in MOSSAD ile ortak çalışıp çalışmadığına” dair bir soru önergesine hükümet adına cevap veren Devlet Bakanı Bekir Sami Daçe, iki ülke arasında istihbarat alanındaki işbirliğini ilk kez resmi bir ağızdan teyit etmiştir: “Bugün sınır tanı-maksızın bütün ülkelerin sorunu haline gelen uluslararası terörizm, tüm dünya ülkelerinin ilgili diğer kuruluşları yanında istihbarat örgütlerini de bu konuda belirli bilgi alışverişi sürecine sokmuştur.”110 Bu çerçevede, Türk ve İsrailli istihbarat yetkilileri düzenli olarak bir araya gelmiş ve karşılıklı istihbarat payla-şımında bulunmuşlardır. Türkiye, PKK ile mücadelesinde, MOSSAD’ın yüksek teknolojik imkânları sayesinde elde ettiği bilgilerden faydalanmıştır.

Türkiye, Orta Doğu’da yaygınlaşan kitle imha silahları tehdidiyle mücadelede ABD ve İsrail’le işbirliğine girmeyi en uygun seçenek olarak değerlendirmiştir.111 Ankara’daki askeri yetkililer, Irak ve İran’dan gelebilecek konvansiyonel olmayan tehdide karşı Washington ve Tel Aviv’in geliştirdiği füze savunma sistemi çalış-malarının dışında kalmak istememişlerdir. Türk Hava Kuvvetleri ile ABD ve İs-rail Hava Kuvvetleri’nin ortaklaşa düzenledikleri “Anadolu Kartalı” tatbikatları bu yaklaşımın bir neticesi olarak gerçekleştirilmiştir.112

106 Özcan, Türkiye-İsrail İlişkilerinde…, s. 68. 107 Ahmet Güner, “Türk-İsrail Anlaşmasının Bilinmeyenleri”, Aksiyon, 18-24 Mayıs 1996, Sayı: 76, s.

80-87. 108 Özcan, Türkiye-İsrail İlişkilerinde…,.,s. 70. 109 Altunışık, “Güvenlik Kıskacında Türkiye…”, s. 339. 110 Tavlaş, “Türk-İsrail Güvenlik…, s. 30. 111 Kibaroğlu, “Turkey and Israel…”, s. 63. 112 Ibid.

Türkiye’nin Filistin Politikasında ABD ya da AB Çizgisi

81

İki ülke devlet adamlarının gelişen ilişkiler sonrasında yaptıkları açıklamalar, “Türkiye-İsrail işbirliği, bölgesel güvenlik algılamalarının bir sonucu olarak or-taya çıkmıştır” yolundaki görüşümüzü desteklemektedir. Savunma Bakanı M. Oltan Sungurlu, 11 Nisan 1996’da TBMM’de İsrail’le gelişen ilişkilere yönelik eleştirileri cevapladığı konuşmasında, işbirliğinin, Türkiye’nin değişen güvenlik dengelerine karşı ulusal çıkarlarını sağlama arayışının bir yansıması olduğunu ifade etmektedir:

“Soğuk harbin bitmesinden sonra dünyada yeni askeri ittifaklar, yeni olu-şumlar meydana gelmiştir; …mutlak ki dengeler değişmiştir; bu dengeleri gözetmemek söz konusu değildir. Suriye’nin Yunanistan’la yaptığı anlaş-maları, Rusya’nın AKKA Antlaşması’ndan rücu etmesini ve çevremizdeki risklerdeki değişiklikleri göz önünde tutmazsak, o zaman Türkiye’yi değil, başkalarını düşünmüş oluruz; öncelikle düşünmemiz gereken biziz.” 113

Başbakan Mesut Yılmaz, Ağustos 1997’de yaptığı açıklamasında “Türkiye-İs-rail ortaklığı bölgede güç dengesi için gereklidir” demiştir.114 İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun Eylül 1998’de gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretinde yaptığı açıklaması da dikkat çekicidir:

“Bu güvenlik kuşağına bölge barışına katkıda bulunmak isteyen herkes katılabilir… Bu hem Türkiye hem de İsrail’in ortak çıkarlarına hizmet edecek ve her iki hükümetin de ortaklaşa benimsediği bir oluşum(dur). Bölgede konvansiyonel olmayan savaş başlıklarına sahip balistik füzeler geliştiren ve bunları fırlatabilecek yeteneği olan radikal rejimlerle çepe-çevre kuşatılmış durumdayız. Bu rejimler ciddi tehdit oluşturuyorlar. Orta Doğu’da Türk-İsrail işbirliğini bölgesel bir güvenlik sistemine dö-nüştürmek için çalışmalar yapıyoruz.”115

Türkiye-İsrail İşbirliği’nin Türkiye’nin Filistin Politikasına Etkisi

1990’ların başına kadar, Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinde Tel Aviv’in Filistin me-selesindeki tutumu belirleyici olmuştu. Söz konusu süreçte, Türkiye için, eko-nomik açıdan hassas ilişkilere sahip olduğu Arap ülkelerini küstürmeyecek ve Türk kamuoyunun beklentilerini karşılayacak biçimde Filistinlilere gereken desteği verme önemli bir esastı. Ancak, 1990’larla birlikte, Ankara’nın dış politi-kasında ekonomi faktörünün, öncelikli konumunu güvenlik kaygılarına bırak-

113 TBMM, TBMM Tutanak Dergisi, 11.4.1996, Birleşim: 36, Oturum: 1, s. 200. 114 Efraim Inbar, “Regional Implications of the Israeli-Turkish Strategic Partnership”, Middle East

Review of International Affairs, Vol. 5, No. 2, Haziran 2001’den: “We Have Done a Lot”, Newsweek, 11 Ağustos 1997, http://meria.idc.ac.il/journal/2001/issues2/jv5n2a5.html, (Erişim Tarihi: 14.05.2010)

115 Özcan, Türkiye-İsrail İlişkilerinde…, s. 63’den: Vahap Yazaroğlu, “Yılmaz Arabulucu Olsun”, Milliyet, 5 Eylül 1998.

E. Ertosun

82

ması, Türkiye’yi bölgesel güvenlik algılamalarının etkin olduğu politikalara yön-lendirmiştir. Bu durum, elbette ki Türkiye’nin Filistinlilere desteğini çektiği an-lamına gelmemektedir. Fakat, İsrail ile geliştirdiği stratejik ilişkiler, Türkiye’nin, Filistin meselesine yaklaşımında taraflarla ilişkilerini daha dengeli ele almasına ve İsrail’in uygulamalarına karşı verdiği tepkinin geçmişe oranla daha yumuşak düzeyde kalmasına sebep olmuştur.

Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini ileri seviyede geliştirdiği bu dönemde İsrail, barış

sürecinin gereği olarak imzalanan 17 Ocak 1997 tarihli Hebron(El Halil) Protokolü ve 23 Ekim 1998 tarihli Wye Memorandumu’nun öngördüğü çekil-meleri yerine getirmemiştir.116 Aksine, İsrail, söz konusu dönemde işgal altındaki topraklarda kurduğu yerleşimlere hız vermiştir. Hebron Protokolü’nün imza-lanmasından sadece bir ay sonra İsrail hükümeti, Kudüs yakınlarındaki Har Homa’da 6 500 yeni konut inşa edileceğini açıklamıştır.117 Haziran 1997’de ise, Kudüs’ün batıya doğru genişletilmesi suretiyle şehirdeki Yahudi nüfusunun ora-nını %70’e getirmeyi hedefleyen yeni şehir planı da kabul edilerek uygulamaya konmuştur.118 2001 yılında yayımlanan “Peace Now”� raporuna göre, 1993’te Oslo Barışı’nın imzalanmasından 2001 yılına kadar İsrail, yerleşim bölgelerinde 20 371 yeni konut inşa etmiştir.119 Bu sayı, söz konusu zaman diliminde konut sayısında % 62 artışı ifade etmektedir. Bir başka rapora göre, Eylül 1993- Mart 1998 arasında Filistinlilere ait olan Batı Şeria’da 629, Kudüs’te 94 ev İsrail yöne-timi tarafından yıkılmıştır.120

Türkiye’nin Netanyahu hükümetinin uygulamalarına ilişkin “rahatsızlığı” Ekim 1997’de New York’ta bulunan Dışişleri Bakanı İsmail Cem tarafından mevkidaşı David Levy’ye iletilmiştir.121 Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit, bir gazeteye verdiği demeçte, “Bu ülkeyle ilişkilere büyük önem veriyoruz. Ancak Netanyahu hükümetinin politikası işimizi güçleştiriyor” demiştir.122 Türkiye’nin, İsrail’in politikalarına karşı sert bir tepki vermemesi, Filistin yönetiminde rahat-sızlığa neden olmuştur. Arafat, 8 Temmuz 1998’de Ramallah’ta kendisini ziyaret eden Bakan Cem’e, “Türkiye’den barış süreci ve Kudüs konusunda daha fazla şey yapmasını bekliyoruz” ifadeleriyle sitemde bulunmuştur.123Arafat’tan sonra

116 Arı, Geçmişten Günümüze Orta Doğu…, s. 716-718. 117 Ibid., s. 711. 118 Ibid., s. 713. � İsrail’de 1977’de ortaya çıkan ve Orta Doğu barışının sağlanması için çalışan bir sivil toplum

kuruluşudur. 119 Edward W. Said, The End of the Peace Process: Oslo and After, (Londra: Granta Books, 2002), s.

379. 120 Ibid., s. 289-290. 121 “Ankara Bibi’den Rahatsız”, Milliyet, 3 Ekim 1997. 122 Ibid. 123 “Arafat Cem’e Soğuk”, Yeni Yüzyıl, 9 Temmuz 1998.

Türkiye’nin Filistin Politikasında ABD ya da AB Çizgisi

83

Netanyahu’yu ziyaret eden Cem, İsrail’in, ABD’nin önerdiği ve Batı Şeria’nın %13’ünden çekilmeyi öngören planını 15 gün içinde onaylamaması durumunda “bölgenin teröre ve bozguncu akımlara teslim olacağı” uyarısında bulunmuş-tur.124 Bakan Cem, ziyareti sonrasında yaptığı bir değerlendirmede, “iki tarafa da vermeye çalıştığımız mesajlar iyi algılandı” diyerek girişiminin olumlu neticeler doğuracağı inancını paylaşmıştır.125 Sami Kohen’in Cem’le görüşmesine dayandırdığı habere göre, Türkiye, İsrail liderleriyle yaptığı görüşmelerde, An-kara’nın Tel-Aviv ile arasındaki ilişkilerini Arap ve İslam dünyasıyla ilişkilerine bağlı olarak ele alma niyetinde olmadığını, ancak İsrail’den de barış sürecini canlandıracak uzlaşmacı bir adım beklediğini ifade etmiştir.

Türkiye’nin söz konusu girişimini değerlendiren Mensur Akgün, Ankara’nın telkinlerinin Netanyahu tarafından dikkate alınacağına ihtimal vermediğini, çünkü İsrail Başbakanı’nın Türkiye-İsrail yakınlaşmasının “asıl mimarının asker olduğunun farkında olduğunu” ve “Amerika’daki lobilerinin etkinliğine güvene-ceğini” ifade etmiştir.126 Ferai Tınç da Türkiye’nin barış sürecinin tıkanması karşısındaki tutumunun “pasif” kaldığını belirterek, Arafat’ın 31 Temmuz’da gerçekleştireceği Ankara ziyaretiyle birlikte Türkiye’nin “bölge politikalarında bir süredir kaybettiği dengeyi” tekrar yakalama gayretine girmesinin gereği üze-rinde durmuştur.127

Arafat’ın ziyareti sırasında konuşan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Türkiye’nin Filistin halkına desteğinin süreceğini söyledikten sonra, gelinen noktadan İsrail’in sorumlu olduğunu ifade etmiştir: “Hali hazırda bu barış süreci İsrail yönetiminin izlediği politikalar sonucu çıkmaza girmiş, donuklaşmıştır. Özellikle Kudüs’te izlediği politikalar yanlıştır.”128 Bundan sonra, Türkiye, tarafların ikisiyle de olan yakınlığını kullanarak İsrail ve Filistin yetkililerini mü-zakere zemininde buluşturmaya çalışmıştır. 8 Eylül 1998’de Arafat’ı ziyaret eden Başbakan Mesut Yılmaz, İsrailli mevkidaşının “Arafat’la baş başa görüşme” öne-risini iletmiştir.129 Yılmaz, Arafat’la yaptığı görüşme sonrasında yaptığı açıkla-mada, “Bu tıkanıklığın aşılması için her türlü adımı içtenlikle destekliyoruz. Bu çerçevede Filistin’in kabul ettiği ABD planını İsrail’in de kabul etmesini bekliyo-ruz” diyerek İsrail’e adım atması doğrultusunda mesaj göndermiştir. Ancak, Türkiye’nin söz konusu girişimlerine İsrail tarafından olumlu bir karşılık gel-memiştir.

Görüldüğü üzere, Türkiye, barış sürecini engelleyen eylemleriyle ilgili İsrail’e karşı tepkisini, önceki dönemlerle kıyaslandığında çok daha yumuşak bir üslupla

124 “Barış Sürecini Canlandır”, Cumhuriyet, 10 Temmuz 1998. 125 Sami Kohen, “Ortadoğu’da Dengeli Politika”, Milliyet, 11 Temmuz 1998. 126 Mensur Akgün, “Cem’in Ziyareti”, Yeni Yüzyıl, 12 Temmuz 1998. 127 Ferai Tınç, “Arafat’a Destek”, Hürriyet, 31 Temmuz 1998. 128 “Demirel’den Arafat’a Destek”, Cumhuriyet, 1 Ağustos 1998. 129 “Suriye’ye Sert Yanıt”, Sabah, 9 Eylül 1998.

E. Ertosun

84

göstermiştir. Söz konusu durumun arkasında Tel-Aviv’le geliştirdiği stratejik ilişkilerin bölgedeki gelişmelerden etkilenmemesini sağlama hassasiyeti yat-maktadır. Nitekim İsrail’in ABD dâhil uluslararası toplumun eleştirilerini dik-kate almadan sürdürdüğü politikalarına rağmen Türkiye, İsrail’le geliştirdiği sa-vunma işbirliği projelerinde ve ortak tatbikatlarda herhangi bir geri adım atma-mıştır. Ankara’nın yaklaşımı, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, güvenlik kaygılarını önde tutan bir dış politika anlayışından kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, Türkiye, İsrail’le olan yakınlığını, bu ülkeyi Filistinlilere karşı eylemlerini yumu-şatmak ve ABD’nin öncülüğündeki barış çabalarına olumlu karşılık vermeye ikna etmek amacıyla kullanmak için çaba sarf etmiş, fakat bu girişimlerinden kayda değer bir sonuç alamamıştır.

SONUÇ

Türkiye, kuruluşundan bugüne Batıcı bir dış politika izlemektedir. Bir modern-leşme projesi olarak başlayan Batılılaşma, Batı dünyasının siyasi-askeri-ekono-mik kurumlarıyla bütünleşme biçiminde devam etmiştir. Doğal olarak bu du-rum, Türk dış politikasını Batı etkisine açık hale getirmektedir. Batı dünyası de-yince de akla ABD ve Avrupa gelir. Öyleyse,Türkiye’nin Filistin politikası, ABD’nin ve AB’nin yaklaşımlarıyla ne ölçüde örtüşmektedir? Türkiye’nin politi-kası, hangi şartlarda ABD veya AB çizgisine kaymaktadır? Çalışmamızda bu so-rulara cevap aranmıştır.

ABD’nin Filistin sorununa bakışında İsrail’e yakın bir tutum takındığı görül-müştür. Washington’un Tel-Aviv’i bölgedeki çıkarları için stratejik bir müttefik olarak görmesi, Amerikan kamuoyunun İsrail’e duyduğu yakınlık ve ABD’deki Yahudi lobisinin çalışmaları bu durumun başlıca sebepleridir. ABD, yaptığı mali ve askeri yardımlarla İsrail’in bölgede güçlü bir ülke olmasını sağlamıştır. Ayrıca, ABD’nin BM gibi uluslar arası platformlarda İsrail’e destek vermesi, İsrail’in Fi-listinlilere ve bölge ülkelerine karşı giriştiği eylemlerden dolayı baskı ve yaptı-rıma maruz kalmasını engellemiştir. AB ülkeleri ise, Orta Doğu’yla sahip olduk-ları tarihi, kültürel ve ekonomik bağların etkisiyle bölge ülkelerinin Filistin soru-nuyla ilgili düşüncelerine daha değer veren bir yaklaşım geliştirmişlerdir. Ancak, AB’nin ortak bir dış politika üretme konusunda yaşadığı yapısal sorunlar ve si-yasi ve askeri gücünün sınırlı oluşu, sorunun çözümüne yönelik etkin bir rol oy-nayabilmelerini engellemiştir. AB, yayınladığı bildirgelerle sorunun uluslararası alanda tanımlanma biçiminde Arap tarafının söylemlerinin de yer bulmasını sağlamıştır. AB, ayrıca, meselenin çözümüne ilişkin olarak genelde ABD öncülü-ğünde geliştirilen politikaların yürütülmesinde kaynak temin eden ve eksik yön-lerini tamamlayan “sivil güç” rolünü oynamıştır.

ABD’nin ve AB’nin Filistin politikalarında ayrıştığı konularda şunlar göze çarpmaktadır: AB, sorunun çıkış noktasını İsrail’in Filistin ve diğer bazı Arap topraklarını işgalinde görürken; ABD’ye göre, mesele Arapların bölgede İsrail’in varlığını kabullenememiş olmalarından kaynaklanmıştır. ABD için, İsrail’in gü-

Türkiye’nin Filistin Politikasında ABD ya da AB Çizgisi

85

venliğinin sağlanması, Orta Doğu’daki öncelikli amaçlarından biridir ve “haydut devletler” ve terörizm, bölgesel güvenlik ve istikrarı bozan tehditlerdir. Brüksel, şiddete ve terörizme karşı olmak hususunda Washington’la aynı görüşü payla-şırken, Tel-Aviv’in politikalarını da bölgedeki güvensizliğin önemli bir kaynağı olarak görmekte ve çatışmanın taraflarını eş zamanlı biçimde şiddete başvur-maktan vazgeçmelerini savunmaktadır. AB, Filistinlilerin “kendi kaderini tayin etme” hakkını ve “iki devletli çözüm” fikrini desteklerken; ABD, bağımsız bir Fi-listin devleti kurulması konusunda istekli gözükmemektedir.

ABD’nin ve AB’nin Filistin politikalarındaki bu farklılık, Türkiye için Batılı müttefiklerinden hangisine yakın bir politika izleyeceği konusunda bir ikilem doğurmuştur. Ankara’nın Filistin politikasındaki ilkeleri Brüksel’in yaklaşımla-rıyla büyük oranda örtüşmektedir. Türkiye, barış için İsrail’in 1967 Savaşı’ndan beri işgal ettiği tüm topraklardan çekilmesini ve Filistinlilerin bağımsız bir dev-lete sahip olmak dâhil tüm meşru haklarının tanınmasını savunmuş ve 1970’lerin ortasından itibaren Filistinlilerin tek ve meşru temsilcisi olarak FKÖ’yü kabul etmiştir. Türkiye, aynı zamanda, İsrail’in tanınmış ve güvenli sı-nırlar içinde yaşama hakkının bölge devletleri tarafından tanınmasının gereği üzerinde durmuştur.

Türkiye, güvenlik kaygılarının geri planda olduğu ve Avrupa ve Orta Doğu ülkeleriyle ekonomik ilişkilerini geliştirmeyi öncelikli hedef haline getirdiği dö-nemlerde, Filistin politikasıyla ilgili savunduğu ilkeleri kararlı bir şekilde gün-deme getirmiş ve İsrail’in Filistinlilere ve bazı bölge ülkelerine yönelik eylemle-rine karşı sert bir tutum takınmıştır. Ancak, Ankara’nın tehdit algılamalarının öne çıktığı zamanlarda, söz konusu güvenlik endişelerini giderebilmek için Washington ve Tel-Aviv’le yakınlaşmıştır. Bu durum, Türkiye’yi Filistin politika-sında daha ihtiyatlı bir çizgiye yönlendirmiş ve Türkiye, İsrail’in barış sürecini engelleyen eylemlerine karşı göreli olarak yumuşak bir tepki vermiştir. Ulaştığı-mız bu sonuç, Türkiye’nin günümüzde izlediği Filistin politikasında özgün bir yaklaşım sergileyebilmesinin koşullarını göstermesi açısından önemlidir. Tür-kiye’nin Filistin sorununun çözümüne katkıda bulunacak bir politika izleyebil-mesi, sahip olduğu siyasi ve ekonomik güç kadar, ulusal ve bölgesel güvenliğini tehdit eden ortam ve ilişkilerden uzak kalmasıyla mümkündür. Ankara’nın iç ve dış güvenlik sorunlarıyla baş edebilmesi için istihbarat, askeri teknoloji ve teçhi-zat yönüyle kendine yeterliği öncelikli bir şarttır. Türkiye, gerek teröre gerek bölgeden gelebilecek muhtemel tehditlere karşı, hali hazırda ABD’yle ve İsrail’le kurduğu stratejik işbirliğinin sağladığı imkânlarla mücadele etmektedir. Türkiye, güvenlik kaygılarının ön plana çıktığı bir ortamda, Filistin sorunuyla ilgili savun-duğu ilke ve değerleri değil, stratejik ilişkilerin öngördüğü dengeleri gözeten bir politika izlemek zorunda kalacaktır.

E. Ertosun

86

KAYNAKÇA Abdul Hadi, Mahdi, (der.) Documents on Palestine, Vol. II: 1948-1973, (Kudüs:

Palestinian Academic Society for the Study of International Affairs, 2007). Abdul Hadi, Mahdi, (der.) Documents on Palestine, Vol. III:1974-1987, (Kudüs:

Palestinian Academic Society for the Study of International Affairs, 2007). Abdul Hadi, Mahdi, (der.) Documents on Palestine, Vol. IV: 1987-1994, (Kudüs:

Palestinian Academic Society for the Study of International Affairs, 2007). Acar, Özgen, “Beyrut’ta Üslenen ASALA’yı Sovyetler Yönlendiriyor”, Milliyet, 17 Haziran

1982. Akder, Halis, “Turkey’s Exports Expansion in the Middle East, 1980-1985”, The Middle

East Journal, Vol. 41, No. 4, Sonbahar 1987, s. 553-567. Akgün, Mensur, “Cem’in Ziyareti”, Yeni Yüzyıl, 12 Temmuz 1998. Altunışık, Meliha B., “Güvenlik Kıskacında Türkiye-Ortadoğu İlişkileri”, içinde Gencer

Özcan ve Şule Kut, (der.) En Uzun Onyıl: Türkiye’ninGüvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar, (İstanbul: Boyut Kitapları, 1998), s. 329-353.

“Ankara Bibi’den Rahatsız”, Milliyet, 3 Ekim 1997. “Arafat Cem’e Soğuk”, Yeni Yüzyıl, 9 Temmuz 1998. Arı, Tayyar, Amerika’da Siyasal Yapı, Lobiler ve Dış Politika, (İstanbul: Alfa

Yayınları,1997). Arı, Tayyar, “ABD-İsrail İlişkileri ve Orta Doğu Barış Süreci”, Avrasya Dosyası, Cilt: 5,

Sayı:1, İlkbahar 1999, s. 233-249. Armaoğlu, Fahir, Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları(1948-1988), (Ankara: Türkiye

İş Bankası Kültür Yayınları, 1989). Ataman, Muhittin, “Orta Doğu’da ABD-AB Rekabeti ve Türk Dış Politikasına Etkileri”,

Avrasya Dosyası, Cilt: 12, Sayı: 2, Mayıs-Ağustos 2006 Bard, Mitchell, U.S. Aid to Israel, http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/us-

israel/foreign-aid.html, (Erişim Tarihi: 18.10.2010) “Barış Sürecini Canlandır”, Cumhuriyet, 10 Temmuz 1998. Başbakan Bülend Ulusu’nun Konuşma, Demeç ve Mesajları, (Ankara: Başbakanlık

Basımevi, 1982). Bengio, Ofra, Türkiye-İsrail: Hayalet İttifaktan Stratejik İşbirliğine, Filiz Kaynak Dişkaya,

(çev.) (İstanbul: Erguvan Yayınevi, 2009). Clawson, Patrick, “US and European Priorities in the Middle East”, içinde Gustav

Lindstrom, (der.) Shift or Rift: Assessing US-EU Relations afterIraq, (Paris: European Union Institute for Security Studies, 2003), s. 127-145.

Cleveland, William L., A History of the Modern Middle East, (Boulder: Westview Press, 1994).

Carter, Jimmy, Palestine: Peace Not Apartheid, (New York: Simon&Schuster Paperbacks, 2007).

Congressional Research Service, U.S. Foreign Aid to Israel: CRS Report for Congress, 16 Eylül 2010, http://www.fas.org/sgp/crs/mideast/RL33222.pdf, (Erişim Tarihi: 18.10.2010)

“Demirel’den Arafat’a Destek”, Cumhuriyet, 1 Ağustos 1998. Dışişleri Bakanı İlter Türkmen’in Konuşmaları, Demeçleri ve Basına Verdiği Mülakatlar:

21 Eylül 1980- 3 Kasım 1983, (Ankara: Dışişleri Bakanlığı Matbaası, 1983). Efe,Haydar, “Soğuk Savaş Döneminde Avrupa’da Ortak Dış Politika Oluşturma Çabaları”,

Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt: 9, No: 1 (2010), s. 37-62.

Türkiye’nin Filistin Politikasında ABD ya da AB Çizgisi

87

Elekdağ, Şükrü, “2 ½ War Strategy”, Perceptions, Vol. 1, No. 1, Mart-Mayıs 1996), s. 33-57.

“Eller, İsrail’e Lanet İçin Kalktı”, Hürriyet, 25 Eylül 1982. Erhan, Çağrı ve Arat, Tuğrul, “AT’yle İlişkiler”, içinde Baskın Oran, (der.) Türk Dış

Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt 2: 1980-2001, (İstanbul, İletişim Yayınları, 2006), s. 83-101.

Girgin, Kemal, T.C. Hükümet Programlarında Dış Politikamız (70 Yılın Panoraması), 1923-1993, (Ankara: T.C. Dışişleri Bakanlığı, 1993).

Gilbert, Martin, Israel: A History, (New York: Harper Perennial, 2008). Güner, Ahmet, “Türk-İsrail Anlaşmasının Bilinmeyenleri”, Aksiyon, 18-24 Mayıs 1996,

Sayı: 76, s. 80-87. Güvenç, Serhat, “Bir Dış Politika Aracı Olarak Türk Silahlı Kuvvetleri: Yetenekler ve

Uygulamalar”, Gencer Özcan, Türkiye-İsrail İlişkilerinde Dönüşüm: Güvenliğin Ötesi, (İstanbul: TESEV, 2005), içinde Faruk Sönmezoğlu, (der.) Türk Dış Politikasının Analizi, (İstanbul: Der Yayınları, 2004), s. 895-933.

Hatipoğlu, Esra, “The EU and the USA in the Middle East”, Turkish Review of Middle East Studies, 2003 Yıllığı, s. 45-65.

Hollis, Rosemary, “The Union and the Arab-Israeli Conflict: From Venice to Madrid”, içinde PASSIA Seminar: The European Union, (Kudüs: PASSIA Publication, 1996), s. 54-57.

http://www.gallup.com/poll/1639/Middle-East.aspx, (Erişim Tarihi: 20.04.2010) http://www.pollingreport.com/israel.htm, (Erişim Tarihi: 20.04.2010) http://www.tonyblairoffice.org/quartet/pages/key-issues, (Erişim Tarihi: 12.11.2010) Inbar, Efraim, “Regional Implications of the Israeli-Turkish Strategic Partnership”,

Middle East Review of International Affairs, Vol. 5, No. 2, Haziran 2001, http://meria.idc.ac.il/journal/2001/issues2/jv5n2a5.html, (Erişim Tarihi: 14.05.2010)

Karakoç, Ekrem, “ABD’nin Filistin Politikası”, içinde M. İbrahim Turhan, (der.) Filistin: Çıkmazdan Çözüme, (İstanbul: Küre Yayınları, 2003), s. 101-130.

Kibaroğlu, Mustafa, “Turkey and Israel Strategize”, Middle East Quarterly, Vol. 9, No. 1 Kış 2002, s. 61-65.

Kohen, Sami, “Ortadoğu’da Dengeli Politika”, Milliyet, 11 Temmuz 1998. Kohen, Sami, “Türkmen: İsrail, Lübnan’dan Derhal Çekilmeli”, Milliyet, 17 Haziran 1982. Liel, Alon, Turkey in the Middle East: Oil, Islam and Politics, (Boulder: Lynne Rienner

Publishers, 2001). Lieber, Robert J., “US-Israeli Relations Since 1948”, Middle East Review of International

Affairs, Vol. 2, No. 3 (Eylül 1998), http://www.meria.idc.ac.il/JOURNAL/1998/issue3 /jv2n3a2.html, (Erişim Tarihi: 18.04.2010)

Mearsheimer, John M. ve Walt, Stephen M., “The Israel Lobby and U.S. Foreign Policy”, Middle East Policy, Vol. 13, No. 3, Sonbahar 2006, s. 29-87.

Mercan, Sezgin, “Avrupa Dış Politikası: İsrail-Filistin Çatışması Örnek Olayı”, Akademik Orta Doğu, Cilt: 3, Sayı: 1, 2008, s. 97-131.

Olson, Robert, Turkey’s Relations with Iran, Syria, Israel and Russia, 1991-2000: The Kurdish and Islamist Questions, (Kaliforniya, Mazda Publishers, 2001).

Oran, Baskın, “Türk Dış Politikasının Teoriği ve Pratiği”, içinde Baskın Oran, (der.) Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt 1: 1919-1980,(İstanbul: İletişim Yayınları, 2005), s. 17-93.

E. Ertosun

88

Oran, Baskın, “24 Ocak 1980 Kararları Kutusu”, içinde Baskın Oran, (der.) Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt 1: 1919-1980,(İstanbul: İletişim Yayınları, 2005), s. 665.

Ortega, Martin, “The Achilles Heel of Transatlantic Relations”, içinde Gustav Lindstrom, (der.) Shift or Rift: Assessing US-EU Relations after Iraq, (Paris: European Union Institute for Security Studies, 2003), s. 147-167.

“Özal: İsrail Saldırısı İnsanlık İçin Kara Bir Lekedir”, Milliyet, 17 Haziran 1982. Özcan, Gencer, “Doksanlı Yıllarda Türkiye’nin Değişen Güvenlik Ortamı”, içinde Gencer

Özcan ve Şule Kut, (der.) En Uzun Onyıl: Türkiye’nin Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar, (İstanbul: Boyut Kitapları, 1998), s. 13-43.

PLO Negotiations Affairs Department, Negotiations Primer, Ramallah, 2009. Roy, Sara, “Reflections on the Israeli-Palestinian Conflict in U.S. Public Discourse:

Legitimizing Dissent”, Journal of Palestinian Studies, Vol. 39, No. 2, Kış 2010, s. 23-38.

Rubin, Barry, Misperceptions and Perfect Understanding: The United States and the PLO, http://www.meria.idc.ac.il/books/misperceptions.html, (Erişim Tarihi: 18.04.2010)

Said, Edward W., The End of the Peace Process: Oslo and After, (Londra: Granta Books, 2002).

Sever, Ayşegül, “AB ve ABD’nin Ortadoğu’da Politika Öncelikleri ve Türkiye”, içinde Faruk Sönmezoğlu, (der.) Türk Dış Politikasının Analizi, (İstanbul: Der Yayınları, 2004), s. 359-377.

“Suriye’ye Sert Yanıt”, Sabah, 9 Eylül 1998. Şenel, Muzaffer, “Avrupa Birliği’nin Ortadoğu Barış Süreci’ne Etkileri”, içinde M. İbrahim

Turhan, (der.) Filistin: Çıkmazdan Çözüme, (İstanbul: Küre Yayınları, 2003), s. 131-180.

Tavlaş, Nezih, “Türk-İsrail Güvenlik ve İstihbarat İlişkileri”, Avrasya Dosyası, Cilt: 1, Sayı: 3 (Sonbahar 1994), s. 5-31.

TBMM, TBMM Tutanak Dergisi, 11.4.1996, Birleşim: 36, Oturum: 1. Tınç, Ferai, “Arafat’a Destek”, Hürriyet, 31 Temmuz 1998. “Türk-Yunan Dışişleri Bakanları Yarın Buluşuyor”, Hürriyet, 1 Ekim 1982. Uluğbay, Hikmet, “1981-1990 Döneminde Bazı Ülkelerin Türkiye’nin İhracat ve

İthalatındaki Payları Kutusu”, içinde Baskın Oran, (der.) Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt 2: 1980-2001,( İstanbul, İletişim Yayınları, 2006), s. 15.

Use of the Veto on the United Nations Resolutions by the USA, http://www.krystal.com/d emocracy-whyusa03.html, (Erişim Tarihi: 18.10.2010)

U.S. Vetoes of UN Resolutions Critical of Israel: 1972-2006), http://www.jewishvirtuallibr ary.org/jsource/UN/usvetoes.html, (Erişim Tarihi: 18.10.2010)

Yalçıntaş, Nevzat, “Economic Relations Between Turkey and Islamic Countries”, Studies on Turkish-Arab Relations, 1986 Yıllığı, s. 317-326.