“TOKİ'nin Daha Fazla Özgürleşmeye İhtiyacı Var Mı?”, Yeni Mimar, no. 87, ss. 8-10,...

8
BAĞIMSIZ KENT VE MİMARLIK GAZETESİ AYDA BİR YAYIMLANIR 15 TEMMUZ 2010 SAYI 87 OKULLARDA BEDELSİZ KİTAPEVLERİNDE 3.5 TL YILLIK ABONELİK 39 TL yenimimar.com YENİMİMAR’I BULABİLECEĞİNİZ MİMARLIK VE ŞEHİRCİLİK OKULLARI ABANT İzzET BAYsAL ! AKDENİz ! BAhçEşEhİR ! BEYKENT ! BİLgİ ! çANAKKALE ONsEKİz MART ! çuKuROVA !DİcLE ! DOğu AKDENİz ! DOğuş ! DOKuz EYLüL ! ERcİYEs ! EsKİşEhİR ANADOLu ! EsKİşEhİR OsMANgAzİ ! gAzİ ! gEBzE YüKsEK TEKNOLOjİ ! hALİç ! İsTANBuL TEKNİK ! İzMİR EKONOMİ ! İzMİR YAşAR ! İzMİR YüKsEK TEKNOLOjİ ! KARABüK ! KARADENİz TEKNİK ! KOcAELİ ! KüLTüR ! MALTEPE ! MERsİN ! MİMAR sİNAN güzEL sANATLAR ! ORTA DOğu TEKNİK ! sELçuK ! süLEYMAN DEMİREL ! TRAKYA ! uLuDAğ ! YEDİTEPE ! YILDIz TEKNİK KONE DEsTEğİ İLE Bu gAzETE İçİN AğAç KEsİLMEDİ DİsİPLİN Disiplinler arasında sınır ihlali J 6 illüstrasyon hakan tüzün şengün Erginoğlu & Çalışlar’ın Tuz Ambarları projesine istinaden mimarlara iç mimarlık disiplini alanına girdikleri gerekçesiyle dava açılmasının ardından mimarlık ve iç mimarlık disiplinlerinin sınırlarına ilişkin tartışmalar gündeme geldi. Manavcı kelimesini andıran “dış mimar” tanımı gazete yazılarında bile boy göstermeye başlarken, disiplinlerin sınırlarının mekanın içi ve dışı üzerinden yeniden tanımlanması gibi bir durum ortaya çıktı. Bilkent İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Serpil Özaloğlu’na ve yine aynı bölümde ders veren ve İç Mimarlar Odası Yönetim Kurulu Üyesi olan Özgen Osman Demirbaş fikirlerini paylaştılar. DöNüşüM Tevfik Sırrı Gür Stadyumu Mersin’dir J6 Mersin için büyük bir simgesel anlama sahip Tevfik Sırrı Gür Stadyumu TOKİ’nin dönüşüm projesiyle yıkılma, arazisi de kamusallığını kaybetme tehlikesi altında. Deniz Hancıoğlu süreci ve Mersinlilerin tepkilerini anlattı. 5 5 5 ATöLYE Geçici Kentler tersanenin kapılarını kamuya açtı J4 Haliç Tersanesi 30 Haziran akşamı, kamuya açık üç etkinliğe birden ev sahipliği yaptı. Bilgi Üniversitesi ile YTÜ mimarlık öğrencilerinin tasarladığı geçici mekansal müdahalenin ortaya çıkış sürecini İdil Erkol anlattı. 5 5 5 TOKİ TOKİ’nin daha fazla özgürleşmeye ihtiyacı var mı? J5 TOKİ, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu kapsamından çıkarılıyor. Herkese yeterli konut ve altyapı yapmak için gerekli ödenek, doğrudan hükümet onayıyla TOKİ’ye verilebilecek. Bunun sonuçlarını sosyolog Özlem Ünsal anlattı. 5 5 5 ATöLYE “İstanbul kamusal mekanıyla yeterince ilgilenmiyor” J2 Mies van der Rohe Vakfı, Akdeniz Kentleri Programı, Uluslararası Atölyesi için İstanbul’a gelen Eduard Bru i Bistuer ile Akdeniz kentlerinin ortak özellikleri ve kamusal mekana bakışları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. 5 5 5 YENİMİMAR.cOM YeniMimar.com mimarlık ve kent gündemine eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşıyor ve sorularını konuyla ilgili taze fikirler sunacak kişilere yöneltiyor. The Morning Line sanat ve mimarlık arasındaki sınırları niye bulanıklaştırıyor? MATTHEw RITCHIE Denizli’deki Kız Meslek Lisesi niye yıkıldı? İBRAHİM ŞENEL Mimarlık yalnızca ticari meta mı? HAKAN MAHİROĞLU Çetrefil sorular gözü pek yanıtlar J8

Transcript of “TOKİ'nin Daha Fazla Özgürleşmeye İhtiyacı Var Mı?”, Yeni Mimar, no. 87, ss. 8-10,...

BAĞIMSIZKENT VE MİMARLIKGAZETESİAYDA BİR YAYIMLANIR15 TEMMUZ 2010SAYI 87OKULLARDA BEDELSİZKİTAPEVLERİNDE 3.5 TLYILLIK ABONELİK 39 TLyenimimar.com

YENİMİMAR’I BULABİLECEĞİNİZ MİMARLIK VE ŞEHİRCİLİK OKULLARI ABANT İzzET BAYsAL ! AKDENİz ! BAhçEşEhİR ! BEYKENT ! BİLgİ ! çANAKKALE ONsEKİz MART ! çuKuROVA !DİcLE ! DOğu AKDENİz ! DOğuş ! DOKuz EYLüL ! ERcİYEs ! EsKİşEhİR ANADOLu ! EsKİşEhİR OsMANgAzİ ! gAzİ ! gEBzE YüKsEK

TEKNOLOjİ ! hALİç ! İsTANBuL TEKNİK ! İzMİR EKONOMİ ! İzMİR YAşAR ! İzMİR YüKsEK TEKNOLOjİ ! KARABüK ! KARADENİz TEKNİK ! KOcAELİ ! KüLTüR ! MALTEPE ! MERsİN ! MİMAR sİNAN güzEL sANATLAR ! ORTA DOğu TEKNİK ! sELçuK ! süLEYMAN DEMİREL ! TRAKYA ! uLuDAğ ! YEDİTEPE ! YILDIz TEKNİK

KONE DEsTEğİ İLE Bu gAzETE

İçİN AğAç KEsİLMEDİ

DİsİPLİN

Disiplinler arasında sınır ihlali J6

illü

str

asy

on

hak

an t

üzü

n ş

engü

n

Erginoğlu & Çalışlar’ın Tuz Ambarları projesine istinaden mimarlara iç mimarlık disiplini alanına girdikleri gerekçesiyle dava açılmasının ardından mimarlık ve iç mimarlık disiplinlerinin sınırlarına ilişkin tartışmalar gündeme geldi. Manavcı kelimesini andıran “dış mimar” tanımı gazete yazılarında bile boy göstermeye başlarken, disiplinlerin sınırlarının mekanın içi ve dışı üzerinden yeniden tanımlanması gibi bir durum ortaya çıktı. Bilkent İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Serpil Özaloğlu’na ve yine aynı bölümde ders veren ve İç Mimarlar Odası Yönetim Kurulu Üyesi olan Özgen Osman Demirbaş fikirlerini paylaştılar.

DöNüşüM

Tevfik Sırrı Gür StadyumuMersin’dir J6

Mersin için büyük bir simgesel anlama sahip Tevfik Sırrı Gür Stadyumu TOKİ’nin dönüşüm projesiyle yıkılma, arazisi de kamusallığını kaybetme tehlikesi altında. Deniz Hancıoğlu süreci ve Mersinlilerin tepkilerini anlattı. 5 5 5

ATöLYE

Geçici Kentler tersanenin kapılarını kamuya açtı J4

Haliç Tersanesi 30 Haziran akşamı, kamuya açık üç etkinliğe birden ev sahipliği yaptı. Bilgi Üniversitesi ile YTÜ mimarlık öğrencilerinin tasarladığı geçici mekansal müdahalenin ortaya çıkış sürecini İdil Erkol anlattı. 5 5 5

TOKİ

TOKİ’nin daha fazla özgürleşmeye ihtiyacı var mı? J5

TOKİ, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu kapsamından çıkarılıyor. Herkese yeterli konut ve altyapı yapmak için gerekli ödenek, doğrudan hükümet onayıyla TOKİ’ye verilebilecek. Bunun sonuçlarını sosyolog Özlem Ünsal anlattı. 5 5 5

ATöLYE

“İstanbul kamusal mekanıyla yeterince ilgilenmiyor” J2

Mies van der Rohe Vakfı, Akdeniz Kentleri Programı, Uluslararası Atölyesi için İstanbul’a gelen Eduard Bru i Bistuer ile Akdeniz kentlerinin ortak özellikleri ve kamusal mekana bakışları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. 5 5 5

YENİMİMAR.cOM

YeniMimar.com mimarlık ve kent gündemine eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşıyor ve sorularını konuyla ilgili taze fikirler sunacak kişilere yöneltiyor.

The Morning Line sanat ve mimarlık arasındaki sınırları niye bulanıklaştırıyor? MATTHEw RITCHIE

Denizli’deki Kız Meslek Lisesi niye yıkıldı? İBRAHİM ŞENEL

Mimarlık yalnızca ticari meta mı? HAKAN MAHİROĞLU

Çetrefil sorular gözü pek yanıtlar J8

2

YENİ MİMAR TEMMUZ 2010 SAYI 87 yenimimar.com

Dışişleri Bakanlığı Yerleşkesi Mimari Proje YarışmasıSon Başvuru Tarihi: 2 Eylül 2010www.bayindirlik.gov.tr

11. docomomo konferansı Living in the Urban Modernity (Kentsel Modernitede Yaşamak) başlığı altında düzenlenen konferans 19-27 Ağustos tarihlerinde Meksika’da yapılacak.

unam, meksikawww.esteticas.unam.mx/docomomo2010

ATöLYE

Yeni Mimar Mimarlık Gazetesi www.yenimimar.com Adına Hazırlayanlar Pınar Arslan, hülya Ertaş, Deniz

hancıoğlu, Kuyaş örs, şebnem şoher Düzenli Katk›da Bulunanlar Yrd. Doç. Dr. İpek Yada Akpınar, Asu

Aksoy, Boğaçhan Dündaralp, Dr. sait Ali Köknar, Yrd. Doç. Dr. hüseyin Kahvecioğlu, hakan Tüzün şengün,

Doç. Dr. Murat cemal Yalçıntan Temsilciler gökçen özkanlar (Aü), Ali Yavuz (Bahçeşehir ü.), Onur Yalın

(Beykent ü.), Nazlı Tümerdem (Bilgi ü.), Doç. Dr. Arzu Başaran uysal (çOMü), şebnem hoşkara (DAü), Deniz

Dokgöz (DEü), Mutlu Oral (EOü), A. zeynep Aydemir (hü), hazar Arasan (İTü), Ebru Aydeniz (İYü), İbrahim

Türkeri (KOü), Rana Ata (Mü), Doç. Dr. Murat cemal Yalçıntan (Msgsü), Doruk çiftçi (YTü) Reklam Eda

ünsalan (satış ve pazarlama koordinatörü), Burcu hinginar Akıncı (müdür) Okuyucu İlişkileri Sorumlusu

Biriçim Kalender Grafik Tasarım Emre çıkınoğlu Sayfa Tasarımı ve Uygulama Doğukan Bilgin Sahibi Kuyaş örs (Depo Yay›nc›lık adına) Yönetim Yeri Depo Yayıncılık, hacı İzzet Paşa sokak 12/2 gümüşsuyu,

Taksim, 34427 İstanbul, telefon: 0212 251 18 11, faks: 0212 251 17 26, [email protected] Basım Yeri Ofset Yapımevi ve Matbaacılık, Yahya Kemal Mahallesi, şair sokak 4, Kağıthane, İstanbul Gazetede yer

alan yaz› ve fotoğraflar›n tamam› ya da bir bölümü, Depo Yay›nc›l›k’›n yaz›l› izni olmadan kullan›lamaz.

Yeni Mimar Gazetesi üniversite dağıtım destekçisi

Egepen Deceuninck;İzmir Ekonomi, Mimar sinan güzel sanatlar, Yeditepe, Karadeniz Teknik, çanakkale Onsekiz Mart, Abant İzzet Baysal, Kocaeli, İzmir Yaşar

Depo tüm yayınlarında KONE'nin desteği ile %100 dönüştürülmüş kağıt kullanıyor.

R Siz Mies van der Rohe Vakfı, Akdeniz Kentleri Programı’nın başkanısınız. Akdeniz kentlerinin ortak özellikleri neler?Öncelikle Akdeniz kentleri derken neyi anladığımıza karar vermeliyiz. Bunlar, yalnızca Akdeniz’in kenarında olan kentler midir, yoksa Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerin, İtalya’nın, İspanya’nın, Yunanistan’ın bütün kentleri bu tanıma dahil olur mu? O zaman işler değişmeye başlıyor. Ben, bunların Akdeniz havzasında yer alan kentler olduğunu düşünmeyi tercih ediyorum. Tüm bu kentlerin ortak özelliğiyse öncelikle hepsinin eski kentler oluşu. Yalnızca tarihleri çok eskiye dayanmakla kalmıyor, aynı zamanda tüm bu kentler tarih öncesi çağlardan bu yana Yunan, Roma düzenleri içinde varolmuş şehirler. Bugün Akdeniz kentlerinin tümünde, bahsettiğim eski kentler ya şehir merkezinde ya da merkezin altında varlığını sürdürüyor.

“İstanbul kamusal mekanıyla yeterince ilgilenmiyor”Mıes van der Rohe Vakfı Akdeniz Kentleri Programı Uluslararası Atölyesi için İstanbul’a gelen Eduard Bru ı Bıstuer ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Bir başka ortak özellik de topoğrafya. Bizim kentlerimizin hiçbiri düz değildir. Çoğunda kent bir düzlüğe kurulmuştur ancak kentin başka bir bölümü de başka bir yerdedir ve bu ikisi arasında eğimi fazla olan alanlar vardır. Eğimli alanlardan aşağı inen dereler denizle buluşur; bu, Akdeniz kentleri için ortak bir özelliktir. Düz alanlar ve daha sonra gelişmiş diğer alanlar arasındaki eğimli alanlar farklı süreçlerde oluşmuştur, kent içinde daha düzenli ya da daha karmaşık geometriler, farklı kentsel düzenler okunur. Ortak özellikler arasında göçü de sayabiliriz. Elbette ülkeye özgü dönemsel farklılıklar olabilir, ancak bahsettiğimiz birçok kent tarihin belirli dönemlerinde çevresine göre daha zengin olmuştur. Özelikle 20. yüzyılda hepsi yoğun olarak göç almıştır ve bu göçler, kente yeni bir düzeni empoze etmiştir. Kente yeni parçalar eklemlenmiştir ki bu, bazen çok hızlı bir biçimde gerçekleştiği için büyük problemlere neden olmuştur.

Tüm bu benzerliklerin dışında, İstanbul’un kendine özgü nitelikleri olarak nelerden bahsedebilirsiniz?İstanbul elbette bu benzer özellikleri taşıyor, fakat burasıyla ilgili söylenebilecek çok daha fazla şey var; İstanbul istisnai bir şehir. Öncelikle coğrafyası çok belirleyici. İstanbul’da olan çoğu şey aslında coğrafyası nedeniyle gerçekleşiyor. Akdeniz kentleri içerisinde konumu nedeniyle çok önemli. Bu konum sayesinde kentte birçok kültür bir arada bulunuyor ve üst üste çakışıyor. İstanbul’un suyla ilişkisi de çok önemli ve farklı. Suyun kentin ortasında yer alması, kentin yapısal bir parçası olması, tıpkı Venedik gibi, bambaşka bir durum. Bu, bambaşka ve tümüyle İstanbul’a özgü bir yaşam tarzı ortaya çıkarıyor.

Başkanlığını yaptığınız Mies van der Rohe Vakfı, Akdeniz Kentleri Programı, İstanbul Uluslararası Atölyesi’nde yoğun olarak kamusal alan ve kamusal alanın kentin geri kalanıyla bütünleşmesi tartışıldı. İstanbul’da kamusal mekan kullanımı hakkında ne düşünüyorsunuz?İstanbul kamusal mekanıyla yeterince ilgilenmiyor. Oysa kamusal mekan insan yaşamı için çok önemli. Fakat sanırım, İstanbul’da bu yeterince göz önünde bulundurulmuyor. Kamusal mekanın en iyi konuma sahip yer olması gerekmiyor. Kamusal mekanın kentin merkezinde, tarihi alanında, turistik bölgesinde ya da en güzel yerinde olması önemli değil, ortak olarak

kullanılıyor olması önemli. Çünkü kamusal mekan, periferide oturanlar tarafından da kullanılmalı, kamu yararı için olmalı ve birlikte sürdürülmeli. Kısacası kamusal mekan, evimizin dışında olan her yerdir. Kamusal mekandan bahsedilince benim aklıma gelen büyük meydanlar olmuyor. Elbette her kentin büyük merkezleri, ana caddeleri var. fakat önemli olan bu kamusal mekanların insanların gündelik yaşamlarına katkısı.

Peki, kamusal mekanın yeterince önemsenmemesi İstanbul’a özgü bir sorun mu? Bu durum elinizdeki araçlara bağlıdır. Bir kentin ekonomik kapasitesi, kamusal mekanların niteliğiyle ilişkilidir çünkü bugün kamusal mekan denen şey çok pahalı. Çok pahalı diyorum, ama durum yalnızca başlangıçta böyle. Çünkü kentin düzeyi arttıkça, kamusal alana yapılan yatırım kent için yeni bir gelire dönüşüyor. Barselona bunun muhteşem bir örneği. Belediye kamusal mekanı dönüştürmek için önceleri, kamu parasıyla çok büyük yatırımlar yaptı ama daha sonra kaliteli mekanlar sayesinde bir çok kişi kenti ziyaret etti ve sonuç olarak kent bundan para kazanır hale geldi.

Atölye çalışmaları sırasında yapılan tartışmalardan biriyle ilgili bir sorum olacak. Gruplardan biri, ağırlıklı olarak yapısal olmayan, geçici etkinlik mekanları önermişti ve bu önerilerin iyimser ama gerçekçi olmayan fikirler olduğu söylendi. Hayır, ben aslında iyimser ve gösterişli tanımlarını kullandım. Bir turist olsam,

bu benim için muhteşem bir şey olurdu. Düşünün ki kentin donmuş bir parçasını ziyaret ediyorum, neredeyse harabe diyebileceğimiz bir mekanda, kendilerine özgü bir biçimde yaşayan, hoş insanlarla tanışıyorum ve aynı zamanda burada tümüyle kendiliğinden bir biçimde gelişen açık bir etkinlik programı uygulanıyor. Bunun tümüyle yapay olduğunu söyleyebilirim. Burada bir politikadan ya da bir sürdürülebilirlik stratejisinden bahsedemeyiz. Böylesine düşük yoğunluklu bir yerin sürdürülebilmesi için vergilerin artması gerekir. Bunun olmaması demek, kamu bütçesinin bu sahnenin sürdürülebilmesi için harcanması demektir.

Atölyede çalışılan projeyi bir kenara bırakırsak, küçük ölçekli müdahalelerin, genel olarak kentler için bir umut olabileceğini düşünüyor musunuz?İlginç bir şekilde, başlangıç için bir umut olabileceğini düşünüyorum. Üzgünüm, hep Barselona’yı örnek veriyorum ama Barselona’da bu durum yaşandı. Bugünlerde aidiyetten, kentin bir parçası olmaktan bahsediyoruz. Konuşmalar esnasında, Emre Arolat, İstanbul’da bu aidiyet hissinin çok zayıf olduğunu söyledi. Barselona’da ise insanlar gazetelere şehirle ilgili düşüncelerini anlatan yazılar gönderiyorlar. Hatta kentlilerin şikayetlerinden oluşan bir sergi bile yapıldı. Bu da gösteriyor ki, insanlar kentle ilgileniyorlar ve bu konuda fikirleri var. Sonuç olarak Barselona’da dönüşüm mütevazi denemelerle başladı. Ancak bunların çoğu, oldukça depresif alanlarda, 60’larda göçlerin sonucunda inşa edilmiş

çok büyük blokların olduğu yerlerde gerçekleştirildi. O zamanın belediyesi, dönüşüme bu blokların arasında kalan küçük meydanlarla başladı. Bazen sadece oraya ağaç diktiler, çünkü yakınlarda en ufak bir yeşil dahi yoktu. İnsanlar başta bu duruma şaşırdılar, fakat daha sonra “Burada bir bank var ve ben buna oturabilirim.” diye düşündüler, nihayet kentin bir parçası olduklarını hissetmeye başladılar. Kentte olmak, sadece uyumak ve çalışmak değildir. Küçük bir alandan başlayarak tüm kentle ilişki kurabilirsiniz. Bu durumun bir başka önemli sonucu da, politikacıları bu süreci sürdürme konusunda teşvik etmesi oldu. Önce küçük bir şey yapmaya başlarsınız, insanlar bunu fark eder ve daha fazlasını istemeye başlar ve bunu yeni bir süreç izler. Kısacası bu küçük eylem, başlangıç için çok faydalı. Peki sonrasında neler oluyor? Bence bundan sonra soylulaştırma gündeme geliyor. Bunun da ılımlı olması mümkün. Neredeyse harabe olan bir yapı adasında daireler hiç denebilecek karşılıklara satılabiliyorken, elbette bu durum değişiyor. Kent merkeziyle aynı olmasa da burada da bir daire karşılığında para ödenmeli. Bu da normal bir durum; çünkü bedava diye bir şey yoktur, siz ödemiyorsanız bu, başkası ödüyor demektir. Bu süreçte ilk başta belediye ödüyor olsa da, bir yerin kalitesini artırmak, oranın kentliler tarafından benimsenmesiyle ve belediyenin kamu kaynaklarını burası için gitgide daha az harcamasıyla sonuçlanır. !

Bu yazıya yorum yapmak için

yenimimar.com/eduardbru

ŞEBNEM ŞOHER

3

yenimimar.com SAYI 87 TEMMUZ 2010 YENİ MİMAR

ARCHIPRIX için başvuru süresi bitiyor “Intersections / Kesişmeler” Yaz Atölyesi

Mersin Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Yüksek Lisans Programı

Türkiye’deki tüm mimarlık okullarını ortak bir platformda buluşturarak yapıcı bir rekabet ortamı yaratan ve mimar adaylarının ufkunu genişleten ARCHIPRIX-Türkiye Yarışması, bugüne kadar 32 üniversiteden 868 öğrenciyi biraraya getirdi. ARCHIPRIX-Türkiye Yarışması’nın bir diğer özelliği ise 1996’dan bugüne kadar ödül alan 113 genç mimarın, mesleki başarılarına ulaşmaları yolundaki ilk adımı temsil ediyor olması. Doğan Hasol, Şevki Vanlı, Hülya Yürekli ve Ferhan Yürekli’nin kuruculuğunda düzenlenen yarışma, bu yıl Türkiye’de 15. kez gerçekleştirilecek. ARCHIPRIX-Türkiye 2010 Seçici Kurulu Alişan Çırakoğlu, Umut İyigün, Şevki Pekin, Julien De Smedt ve M. Arif Suyabatmaz’dan oluşuyor. ARCHIPRIX-Türkiye 2009 birincisi Onur Akın ise yedek jüri üyesi olarak yarışmaya katkıda bulunacak. Yarışmaya başvuru için son tarih 23 Ağustos 2010.

Yeditepe Üniversitesi ve Miami Üniversitesi İç Mimarlık Bölümleri’nin ortaklaşa düzenlediği “Intersections / Kesişmeler” başlıklı yaz atölyesi, 28 Temmuz - 6 Ağustos 2010 tarihleri arasında Yeditepe Üniversitesi’nde gerçekleştirilecek. Atölye kapsamında Tophane-i Amire

binası tarihsel / toplumsal / coğrafi veya topoğrafik açıdan bir kesişme alanı olarak ele alınıp işlevlendirilerek bir iç mekan tasarım önerisi geliştirilecek. Atölyeye katılmak isteyen Mimarlık ve İç Mimarlık lisans & yüksek lisans öğrencilerinin Öğr.Gör. Neşet Murat Ergün ile iletişime geçmeleri gerekiyor.

Mersin Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Yüksek Lisans Programı

2010-2011 güz döneminde öğrenci almaya başlayacak. Mersin Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Yüksek Lisans

Programı, şehir planlama disiplininin getirdiği biçimde disiplinlerarası bir niteliğe sahip ve bundan dolayı farklı disiplinlerle ilişki içerisinde olacak şekilde kurgulandı. Başvurular 20 Ağustos 2010, Cuma günü saat 17:00’a kadar kabul edilmekte.planlama.mersin.edu.tr

Türkiye’de mimarlık alanındaki en iyi diploma projelerini seçmek üzere düzenlenen “ARCHIPRIX-Türkiye 2010” için başvuru süresi sona eriyor.

Mimarlık ve iç mimarlık öğrencileri, Tophane-i Amire’yi tarihsel / toplumsal / coğrafi veya topoğrafik açıdan ele alarak birlikte tasarım yapacak.

Program 2010-2011 güz döneminde öğrenci almaya başlıyor.

“Moda mimarlıktır: Bir oran meselesidir.”Coco Chanel

OKULLARDAN

Günter Behnisch vefat etti Alman mimarlık ofisi Behnisch Architekten’in kurucusu ve Münih Olimpiyat Stadı ve parkını Frei Otto ile birlikte tasarlamış olan mimar 88 yaşında hayata gözlerini yumdu.

4

YENİ MİMAR TEMMUZ 2010 SAYI 87 yenimimar.com

İzmir Mimarlık Ödülleri 2010Son Başvuru Tarihi: 23 Ağustos 2010www.izmimod.org.tr

hüseyin çağlayan: 1994-2010 Hüseyin Çağlayan’ın son 16 yılda ürettiği moda koleksiyonları, enstalasyonları ve filmlerini bir araya getiren sergi, 15 Temmuz – 24 Ekim arasında İstanbul Modern’de.

istanbul modern, tophanewww.istanbulmodern.org

ATöLYE

Geçici Kentler tersanenin kapılarını kamuya açtıHaliç Tersanesi 30 Haziran’da kamuya açık üç etkinliğe ev sahipliği yaptı. mimarlık öğrencilerinin tasarladığı geçici mekansal müdahalenin sürecini İdil Erkol anlattı.

R 2010 Avrupa Kültür Başkentleri İstanbul, Pecs ve Ruhr’un ortak projesi olarak hayata geçen “Geçici Kentler” her üç kentin mimarlık ve şehir bölge planlama öğrencilerini bir araya getirerek, kamusal alan üzerine düşünme ve kısa süreli müdahale etme imkanı tanıyan bir proje olarak kurgulandı. 2008 yılında başlayan projeye, İstanbul 2010’u temsilen İstanbul Bilgi Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi; Pecs 2010’u temsilen Pecs Üniversitesi, Ruhr 2010’u temsilen ise Dortmund, RRTW Aachen ve Siegen Üniversiteleri katıldı. Proje kapsamında üç kentte seçilen alanlarda, belirlenen problematikler çerçevesinde öğrencilerden “geçici” bir kamusal alan tasarımı istendi. Süreç, proje alanını analiz etmek için yapılan atölye çalışmaları ve alanın kentle ilişkisini kurmaya yönelik seminerlerle başladı. Analiz çalışmalarının ardından düzenlenen kısıtlı

uluslararası yarışmayla alana ilişkin farklı projeler elde edildi. Yapılan uluslararası jüri değerlendirmelerinin ardından birinci seçilen projelerin 2010 yılı içinde her üç kentte de uygulanması planlandı. Böylece kazanan projenin müellifleri kamusal alana geçici olarak müdahale etme şansı bulurken, yaratılacak bilginin salt akademik bir düşünce egzersizi olarak kalmaması, üretilen bilginin pratiğe de aktarılması sağlanmış olacaktı. Bu amaçla ilk çalışma 31 Ekim - 5 Aralık 2008 tarihleri arasında Duisburg’da gerçekleşti. Proje konusu, Ortaçağ kent meydanını yeni kent merkeziyle bütünleştirme olarak belirlendi. 24-29 Nisan 2009 tarihleri arasında Pecs’de gerçekleşen çalışmadaysa kentsel dönüşüm projesi kapsamında yenilenecek olan Zsolnay Seramik Fabrikası ile eski kent merkezini birbirine bağlayacak bir proje tasarlanması amaçlandı. Projenin üçüncü ayağı

İstanbul’da gerçekleşti. 12-18 Aralık 2009 tarihleri arasında yapılan çalışmanın proje alanı olarak Haliç Tersanesi seçildi. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın 2010 yılı yaz ayları içinde birçok farklı etkinlik düzenlemek istediği tersane için, bu etkinlikleri barındırabilecek kamusal alan tasarımları yapıldı. İstanbul’daki çalışma için tersanenin proje alanı olarak seçilmesi, uzun zamandır kamuya açılması planlanan alana yapılacak ilk müdahale olması açısından önem taşıyor. Yapılan çalışmada, tersane işlevinin tamamen ortadan kalkması ve alanın otel ve benzeri kullanımlar için yeniden yapılandırılması gibi düşüncelerin aksine, tersane işlevinin sürdürülmesi ve tersane iş programının ve iş güvenliğinin izin verdiği şekilde kamuya açılmasının üzerinde duruldu, öğrencilerden bu bağlamda geçici bir kamusal mekan düzenlemesi istendi. Projenin İstanbul ayağında, İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı’ndan Ceyda Cihangir ve Fazıl Efe İlgen, Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Duygu Kirişoğlu ve Müge Yorgancı’nın tasarladığı proje birincilik ödülüne layık görüldü. Tersaneye ait öğeleri kullanması sebebiyle öne çıkan projede, tersanenin havuzlarından birine yerleştirilen “yüzer sahne”,

tersanedeki vince taşıtılan üst örtüsüyle bir konser alanı tanımlarken, havuzun çevresindeki yapıların kırmızı kumaşlarla kaplanan cepheleri konser alanına yönlendirme sağlıyordu. Ayrılan 70.000 TL’lik kısıtlı bütçeyle projenin uygulanması için çalışmalar Nisan - Haziran ayları arasında yapıldı. Bu küçük ölçekli projenin uygulama aşamasında birçok farklı faktör devreye girdi. Yarışma şartnamesinde verilen uygulama bütçesinin sınırları içinde kalma koşulu temel faktörlerden biriydi. Öncelikle projenin uygulama bütçesinin yeterliliği kontrol edildi. Sahne için çizilen konstrüksiyonun teknik açıdan uygulanabilirliği ise bir diğer faktör olarak öne çıktı. Bu aşamada karşılaşılan teknik zorunluluklar sahne tasarımında ve sahne örtüsünde bazı değişiklikler yapılmasını zorunlu kıldı. Projeye göre varillerle yüzdürülen sahne, kolay alabora olabileceği gerekçesiyle “katamaran”a benzer bir şekilde inşa edildi. Tersanenin simgesi haline gelen kırmızı vince taşıtılması düşünülen yaklaşık 1.000m2’lik üst örtünün ise, rüzgar yükü nedeniyle delikler açılarak uygulanması planlandı. Tam bu noktada Haliç Tersanesi’nin iş programı belirleyici bir rol üstlendi. Tersanenin üçüncü havuzu için tasarlanan proje, havuzda süregelen gemi tamir ve bakımı sebebiyle tersanenin

girişine en yakın olan birinci havuza alındı. Sözü edilen bu yer değişikliği, kazanan projede kritik revizyonlar yapılmasını gerektirdi. Projenin uygulanacağı havuzda vinç olmaması nedeniyle vince asılan üst örtüden vazgeçildi. Yüzer sahnenin boyutu ise, yerleştirileceği havuzun büyüklüğü, uygulama bütçesi ve tersaneye ulaşım aşamasında geçiş yapılan Unkapanı Köprüsü’nün ayaklarının genişliği göz önünde bulundurularak yeniden belirlendi. Konser alanına yönlendirme yapan kırmızı örtüyle kaplı cephelerden de vazgeçildi. Bunun yerine tersanenin giriş bölümünde yer alan yapılardan biri kırmızı örtüyle kaplanarak bir karşılama mekanı oluşturuldu. Yarışmaya katılan tüm projelerin yer aldığı sergi ise kırmızı örtüyle kaplı karşılama mekanının önünde yer aldı. Atölye çalışmaları sonucunda

ortaya çıkan işler, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Kentsel Projeler Direktörlüğü ev sahipliğinde 30 Haziran Çarşamba günü Haliç Tersanesi’nde düzenlenen etkinliklerle İstanbullularla buluştu. Projenin uygulama sürecinde, bütçe, tersane iş programı, vb çok sayıda farklı bileşenin göz önünde bulundurulması gerekiyordu. Projenin kamuya duyurulması ve tersanenin gerçek anlamda kamuya açılması amacıyla, projenin son aşaması olarak bu sahne üzerinde gerçekleşecek etkinliğe karar verildi. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Müzik Yönetmenliği’nin işbirliğiyle, kısa bir süre içinde 30 Haziran akşamı için bir konser organizasyonu yapıldı. Etkinlik günü önce Geçici Kentler İstanbul projesinin kazananları, kendi tasarladıkları sahnenin üzerinde ödüllerini aldılar. Hemen ardından ise DAAU (Die Anarschistiche Abendunterhaltung) adlı grup yüzer sahnenin üzerinde bir konser verdi. Etkinlik, Haliç Tersanesi’nde düzenlenen kamuya açık ilk etkinliklerden biri olması bakımından önemli. Yoğun ilgi gören konseri dinlemek isteyen herkese kapının açık olduğu gecede, tersane tam anlamıyla “kamusal bir mekan”a dönüştü. Akıllara bazı soruları da beraberinde getirerek: Tersane nasıl bir dönüşüm sürecinden geçmeli? Tersane mevcut işlevi korunarak dönüştürülebilir mi? Kentin belleğinde yer eden biçimiyle tersaneden yeni bir kamusal mekan yaratmak mümkün mü? !

Bu yazıya yorum yapmak için

yenimimar.com/idilerkol

İDİL ERKOL, Arş.Gör.Bilgi Üniversitesi

5

yenimimar.com SAYI 87 TEMMUZ 2010 YENİ MİMAR

TOKİ’nin daha fazla özgürleşmeye ihtiyacı var mı?

R TOKİ’nin mali kural denetiminin dışına çıkarılması tek başına yaşanan bir yenilikten ziyade, son altı - yedi yılda düzenlenegelmiş çeşitli yasal ve idari değişikliklerin bütünlüğü içerisinde değerlendirilmeli. 2004 yılında Arsa Ofisi’nin kapatılmasıyla birlikte başlayan süreçte TOKİ sadece imarlı ve imarsız hazine arazilerini bedelsiz olarak bünyesinde toplamaya başlamakla kalmadı, zamanla 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu’na da yansıyan değişikliklerle toplu konut üretimine kaynak oluşturabilmek için kar amaçlı yatırım ve konut üretimi yapabilen bir kurum haline getirildi, imarda sınırsız yetkilerle donatıldı, kentsel dönüşümde kamulaştırma erkini elde etti, orman arazilerinden kıyı şeritlerine kadar pek çok bölgede faaliyet sürdürebilir konuma getirildi, emlak vergisinden muaf tutulmaya başlandı… Söz konusu değişiklikler ve daha da fazlasının yaşandığı bu zaman diliminde sivil toplumun çeşitli kesimleri gelişmelerden duydukları endişeleri gerek basın açıklamaları, gerekse açılan davalar yoluyla ortaya koydu, koymaya devam ediyor. 1984 yılında TOKİ’nin kurulurken yüklendiği özellikle dar gelirli grupların konut ihtiyacını planlı bir yaklaşım ve ülke koşullarına uygun şekilde karşılama misyonunu hatırlayacak olursak meslek odalarının, sesleri gittikçe yükselen mahalle derneklerinin ve diğer sivil grupların taşıdığı endişeler çok da yersiz sayılamaz. Temel endişe, hazine topraklarının ve mülkiyetten arındırılmış arazilerin bir kamu otoritesine koşulsuz olarak aktarılması ve üstelik bu otoritenin, çeşitli ayrıcalıklarla elindeki kaynağı hiçbir kamu yararı gözetmeksizin değerlendirebilmesi. Ya da diğer bir deyişle, hatrı sayılır bir arazi stokunun esasen sosyal misyonlar yüklenmiş bir devlet kuruluşu eliyle özelleştirilmesi. En önemlisi de, bütün bunlar olurken aynı kamu kuruluşunun hiçbir denetime maruz kalmaması. Yeri geldiğinde özellikle Başbakan Erdoğan ve elbette

TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar tarafından “fakir fukarayı” ev sahibi yapan (hatta “Türkiye’nin Robin Hood”u ilan edilegelen), mortgage (tut-sat) krizini önleyen ve sonunda da Türkiye’nin konut sorununu alt edebilen yegane “kahraman” olarak lanse edilen TOKİ’nin, diğer yandan yukarıda bahsi geçen gelişmelerle birlikte Türkiye’nın en büyük inşaat ve gayrimenkul firması haline gelmesi nasıl yorumlanmalıdır? Detay vermek gerekirse, idare 2003-2008 yılları arasında mülkiyetine toplam 65 milyon

808 bin 239 metrekarelik arazi geçirmiş. Bu arazinin 46 milyon 921 bin metrekaresi Maliye Hazinesi’nden, 793 bin 239 metrekaresi ise özel mülkiyetten temin edilmiş. Temmuz 2010’da TOKİ’nin yayımladığı faaliyet raporuna göre, merkezi hükümetin “planlı kentleşme ve konut üretimi” programı kapsamında 2003-2010 arasında 81 il, 800 ilçe, 1.721 şantiyede 432.956 konut üretilmiş. Bu rakam, 100 bini aşkın nüfuslu 17 sehire denk geliyor. Üretilen konutların 188.671’i “dar ve orta gelir grubuna”, 115.055’i “alt gelir grubu ve yoksullara” yönelik, 50.915’i “gecekondu dönüşüm” ve 11.900’ü “afet konutları” niteliğinde deniyor. Yani üretilen toplam konutun 370.248’inin sosyal konut olduğu iddia ediliyor. Konut dışında 618 lise, ilköğretim ve anaokulu, 625 spor salonu, 36 kütüphane, 371 ticaret merkezi, 78 hastane, 82 sağlık ocağı, 300 cami, 51 yurt ve pansiyon (13.376 kişilik), 21 Sevgi Evi (199 bina), 15 Engelsiz Yaşam Merkezi (165 bina) inşaatları başlatılmış, bunların büyük bir kısmı tamamlanmış. Sayısını bilmediğimiz miktarda karakol ve askeri lojmanı da bu listeye eklemek gerekir. Yatırım maliyeti (KDV dahil) yaklaşık 35 milyar TL olan, 3.000 ayrı ihale gerçekleştirilmiş (hakediş ödemeli ve hasılat paylaşımı) ve toplam 20 milyar TL civarında hakediş ödemesi yapılmış. Satışa sunulan

404.958 konuttan 357.036 adedi halihazırda satılmış. Bu arada tarihi dokunun yenilenmesi ve korunmasına yönelik toplam 261 projeye 20 milyon TL kredi açılmış, 123 proje tamamlanmış. Verili tabloya bakarak edinilebilecek ilk izlenimlerden biri yüksek ihtimalle TOKİ’nin Türkiye’deki inşaat sektörü içerisindeki payının büyüklüğüne ilişkin olacaktır. Hatta bu izlenimi bir adım ileri taşırsak TOKİ’nin sektör içerisinde bir kartel kurmuş olma noktasına varıp varmadığı sorusunu da sorabiliriz.

Gerek İnşaat Mühendisleri Odası, gerekse Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları Derneği (GYODER) ve diğer sivil toplum kuruluşlarının sıklıkla gündeme getirdiği ve cevabını da “evet” olarak verdiği bu sorunun yanı sıra, yukarıdaki tabloda ifade edilmemiş bazı ince ayrıntılara değinmekte yarar var. Örneğin konut üretimindeki farklı kategorilerin ve bunlara karşılık verilen rakamların muğlaklığı, lüks konut üretimine dair herhangi bir rakamın belirtilmemiş olması, ya da özellikle alt gelir grubu konut ödemelerinde yaşanan sıkıntılar nedeniyle yapılan iade başvurularına dair hiçbir bilginin verilmemesi bunlardan yalnızca birkaçı. Verilen ihalelerle ilgili Kamu İhale Kurumu’na (KİK) iletilen bilgilerin eksik gösterildiği, manipüle edildiği ve ihalelerin çoğunlukla AKP ve TOKİ’ye yakın şirketlere verildiğini ortaya koyan çalışmalar da mevcut. TOKİ’nin son yedi yılda gerçekleştirdiği faaliyetler ve gözden “kaçırılan” meselelere bakarak bunların, sağlanan ayrıcalıklar, yetkiler ve muafiyetlere paralel giden bir denetim mekanizmasının yoksunluğundan kaynaklandığını söylemek çok da yanlış olmaz. Üstelik bu denetimsizliğin sonucu rakamlar ya da ifşa edilen bilgilerdeki çelişkilerle de sınırlı kalmıyor. TOKİ kuruluş amacını, yani mevcut

ülke koşulları içerisinde konut ihtiyacını giderme misyonunu özellikle dar gelirliler bağlamında yerine getirememekte ve aksine bu kesimleri daha güç yaşam koşullarıyla karşı karşıya bırakmaktadır. Bugün İstanbul, Ankara, İzmir, Muğla ve daha pek çok ilde TOKİ konutlarına yerleşen ya da yerleştirilen alt ve orta gelir grupları yalnızca güçlerinin üzerinde seyreden borçları ödeyememekten değil, aynı zamanda inşaatların eksikliğinden ve kalitesizliğinden kaynaklanan ekonomik ve yaşamsal güçlüklerden de

muzdarip. Bu güçlüklerin yelpazesi maalesef sağlıksız yaşam koşullarından insan yaşamının kaybına kadar geniş olabiliyor. TOKİ’nin mali kural denetimi dışında tutulmasının özellikle kurumun kent ölçeğindeki kamusal işlevi açısından sonuçlarını anlayabilmek için tam da buralardan başlamak gerek. TOKİ’ye verilen bu yeni özgürlük alanı, her şeyden önce, hayati işlev ve sorumluluklarla yüklenmiş bir kamu kuruluşunun hesap verebilirliğinin bir derece daha ortadan kalkmasına

sebep olacaktır. Yatırım maliyetlerinden müteahhitlere yapılan ödemelere, hasılat paylaşımlı projelerin girdi/çıktı detaylarından hazineye aktarılan gelirin miktarına kadar daha pek çok mevzuda TOKİ’yi “yoklamak” artık daha da bir imkansızlaşacak. Yalnızca TOKİ’nin finans yapısı ve kredilendirme yöntemleri değil, onu kamusal bir özne yapan esaslar da gittikçe bulanıklaşacak. !

Bu yazıya yorum yapmak için

yenimimar.com/ozlemunsal

“Mimarlık ana sanattır. Kendi mimarlığımız olmaksızın kendi medeniyetimizin ruhuna sahip olamayız.”Frank Lloyd Wright

TOKİ

UNESCO’ya mahalle baskısı İstanbul’un Dünya Kültür Mirası Listesi’ndeki yerini değerlendirecek olan UNESCO’ya Türkiye’den bazı çevrelerin mahalle baskısı yaptığını açıklayan Başkan Topbaş, “AKM’de ve Muhsin Ertuğrul’da bize yapılan mahalle baskılarının bir benzeri, maalesef şimdi UNESCO nezdinde yapılmakta.” dedi.

TOKİ, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu kapsamından çıkartılıyor. Bu durumun doğurabileceği sonuçları sosyolog Özlem Ünsal anlattı.

öZLEM ÜNSAL

]] TOKİ’yi ‘yoklamak’ daha da

imkansızlaşacak. ]]

6

YENİ MİMAR TEMMUZ 2010 SAYI 87 yenimimar.com

Bornova Belediyesi Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi Ulusal Mimari Proje YarışmasıSon Başvuru Tarihi: 13 Eylül 2010www.bornova.bel.tr

LıghtMappıng ıstanbul Etkinlik İstanbul’un ışık haritasını çıkarmayı amaçlıyor. Haziran ayında İstanbul’un önemli yaşam alanlarında (Galata, Taksim, Cihangir vb.), o alanlar ile ilgili bilgili liderler eşliğinde, gece gezileri düzenlenerek, bu yürüyüşler sonucunda çıkan belge ve bilgiler, 30 Eylül - 03 Ekim tarihleri arasında gerçekleşecek konferansta tartışılacak.

İstanbulwww.pld-turkiye.comDİSİPLİN

Mimarlık ve iç mimarlık arasında sınır ihlali olabilir mi? Erginoğlu & Çalışlar’ın Tuz Ambarları projesine istinaden mimarlara iç mimarlık disiplini alanına girdikleri gerekçesiyle dava açıldı.

R Belki başka disiplinler üzerinden konuya bakarak daha objektif bir bakış açısı oluşturabiliriz. Mesela hekimlik açısından baktığımızda tüm uzman hekimlerin pratisyen hekimleri dava etmesi gerekirdi. Ya da terapistlerin psikologları, sinema oyuncularının sinemada oynayan tiyatro oyuncularını, pasta fırınlarının ekmeğin yanı sıra çörek çıkaran ekmek fırınlarını, uluslararası hukukçunun düz hukukçuyu, işletmecinin ekonomisti, bilgisayar mühendisinin elektrik-elektronik mühendisini, polisiye yazarlarının arada bir polisiye konulu roman yazan düz romancıları, vb. Konuyu uzattıkça saçmalığı ortaya çıkıyor. Çünkü temel mesleği icra edenler, işlerinin doğası gereği, o mesleğin uzmanlık alanlarında mesleğin niteliğiyle de ilgili olarak belli bir noktaya kadar faaliyet gösterebilirler. Hukuk, mimarlık, tıp, öğretmenlik, elektrik mühendisliği, vs. temel disiplinler/mesleklerdir. Bu disiplinlere bağlı olarak doğmuş olan kardeş mesleklerin varlık nedeni bizzat o temel disiplinlerin/mesleklerin varlığı olagelmiştir. Kardeş meslek sahibi, içinden çıktığı temel mesleğin faaliyet alanının kapsayıcılığını neden reddetmeye çalışır? İkinci bir konu ise piyasada denetlenebilen mimarlık, iç mimarlık işlerinin yüzdesi. Bundan birkaç yıl önce, mimarlık açısından denetlenebilen bina sayısının, yapılı çevrenin %5’ini oluşturduğu söyleniyordu. İç mimarlık için nasıldır bilmiyorum. Ama daha iyi bir durumun ortaya çıkacağını hiç tahmin etmiyorum. Bence meslektaşlar meslek örgütlenmelerini güçlendirip, piyasadaki ehliyetsiz kişilerin yaptığı denetimsiz işleri ortaya çıkarmaya ve zapt-ı rapt altına almaya çalışsalar çok daha yararlı bir iş yapmış olurlar. Yoksa yarın öbür gün endüstri

ürünleri tasarımcılarının da iç mimarları dava etmeye başlamalarına hiç şaşırmamak gerekir. Üçüncü konu ise mantar gibi açılan, yüksek kontenjanlı iç mimarlık okulları. Açılan her yeni özel üniversite önce iç mimarlık bölümünü kuruyor. Her sene yüzlerce öğrenci iç mimarlık bölümlerinden mezun oluyor. Pastadaki payı, birbiriyle kavga ederek değil ama ehliyetsiz kişilerin yaptığı işleri denetim altına alarak büyütmek daha akıllıca ve daha az yıpratıcı olsa gerek.

R Değişen yaşam şartları, teknolojik yenilikler, yeni yaşamsal tanımlamalar ve kullanıcı beklentileri bütün meslekleri ve disiplinleri sürekli bir devinimle yenilemekte ve kapsamlandırmaktadır. Bu gelişme, beraberinde yeni tanımlamaları ve açılımları da getirmektedir. Dolayısıyla yukarıda bahsi geçen faktörlerin tekil veya birlikte etkileri ile yaşanan süreç, meslek veya disiplinlerin statik ve tekil tanımlamalar altında yeralmalarına olanak tanımamaktadır. Başka deyişle her geçen gün mesleki tanımlar kapsamlandırılmakta, meslek içi uzmanlaşmalar meslekleşmekte ve yeni uzmanlaşmalar doğmaktadır. Bu önüne geçilemez bir süreçtir ve beraberinde uzlaşılamayan durumları da yaratabilmektedir. Bugün hangi disipline baksak bu gerçeklikle karşılaşmaktayız.Bunun sonucunda, çözüm arayışı yerine çatışmaya varacak derecede karşıtlıkların hayat bulduğu bir kaos ortamı oluşturulmaktadır. Bunun en belirgin örneği, tasarım şemsiyesi altında bulunan, amaçları toplum refahını yükseltmeye yönelik çalışmalar yapan disiplinler arasında uzun süredir yaşanmakta. Meslektaş olarak birbiriyle etkileşmesi ve dayanışması gereken profesyoneller, farklı

disiplinler diye tanımladıkları mevzilerden birbirlerine hücum etmekteler. İşin ilginç yanı bu karşıtlıkta bazen taraflardan biri ötekinin disipliner duruşunu bile kabul etmemekte, başka bir deyişle, mesleki varlığını reddetmektedir. Peki kimdir meslekleri veya disiplinleri tanımlayan? Ya da bir disiplini disiplin yapan, bir etkinliği meslek olarak ortaya çıkaran nedir? Kelime anlamına baktığımızda, yapısal düzene gönderme yapan pek çok anlamının yanında “disiplin”, öğretim konusu olan ve/veya olabilecek bilgilerin bütünü ve bilim dalı anlamlarını taşımaktadır. Dolayısıyla icrası için birçok bilgiye ihtiyaç duyan, bu bilgilerin kazanımları için donanımlı öğretim programları yapılandırılmış ve üzerinden bilimsel çalışmaların yürütüldüğü tüm profesyonel etkinliklerin disiplin olarak tanımlandırılması yanlış olmayacaktır. Önceleri bir mesleğin uzmanlığı olarak görünen profesyonel bir etkinlik; zaman içinde kendi bilgilerini genişletip, yeni bilgileri ortaya çıkartarak bir uygulamanın ötesinde, bilim dalı haline gelmekte ve kaçınılmaz şekilde yeni bir disiplini oluşturmaktadır. Bu gerçeğe sırt dönmek zamanı reddetmekten öte bir tavır değildir. Ancak burada önemli olan hangi disiplinin nerede başladığı nerede bittiğini saptamak değildir. Özellikle tasarım gibi çok yönlü ve dinamik bir süreçte bu denli statik bir arayış, nafile bir kaos arayışının ötesine geçememekte ve ilgili tüm disiplinlere zarar vermektedir. Tasarım şemsiyesi altındaki tüm disiplinler birbirleri ile varolmaktadır. Sınır sınıra değil, birbiri ile örtüşen bir ilişki söz konusudur. Nasıl ki bir yelpazenin işlevini yerine getirebilmesi için tüm yapraklarının belli oranda birbiri üzerine bindirilmiş olması ve bu şekilde tespit edilmiş olması gerekliyse, tasarım etkinliği de bütünselliği nedeniyle benzer şekilde ilgili tüm

tasarım kollarının belirli bir koordinasyonla işlev almasıyla haraket eder. Özellikle tüm bu disiplinlerin yasalar ve üst kurumlarca disipliner kapsamları doğrultusunda belirlenmiş, eşit süreli programlar ile eğitimlerinin (dört yıllık lisans eğitimi) verildiği düşünülürse, bu kollardan hiçbiri, bir öteki üzerinde hak iddia etmemeli, bir hegemonya yaratmaya çalışmamalıdır. Bu noktada verilen eğitimlerin akreditasyonu başka bir tartışmanın konusudur. Dolayısıyla yasalarca kabul edilmiş ve yüksek eğitimi

verilen her dal bir disiplindir, meslektir. Geçmiş zamanların verileri ve gerçekleriyle disiplinlerin isimleri üzerinden anlambilimsel bir yanlışlığa düşmemek gerekmektedir. Dolayısıyla günümüzdeki mimarlık mesleği ile 15. yy daki “mimar” kavramını aynı düzlemde ele almak yanlış olacak ve mevcut problemlerin çözümünü imkansız kılacaktır. Esas olan yukarıda da vurgulandığı gibi birbirine mutlak ihtiyaç duyan bu disiplinlerin, yan yana hatta kol kola işleyişini sağlayabilmek ve birbirinin haklarını çiğnemek yerine

ötekinin bilgisinden yararlanabilecek ortamın oluşturulabilmesidir. Bu yolla mesleki tanımlamalar da, disiplinler arası sınırlar da daha kolay ve uzlaşılmış biçimde saptanabilecektir. Yapı ve çevre sanatında tehdit oluşturan asıl unsur, farklı disiplinleri temsil eden meslektaşlar değil, yetkisiz olan kişilerin bu meslekleri icra etme cüretleri ve çabalarıdır. !

Bu yazıya yorum yapmak için

yenimimar.com/serpilozalogluyenimimar.com/ozgenosmandemirbas

SERPİL öZALOĞLU, Mimar, Dr.Bilkent Üniversitesi

ö. OSMAN DEMİRBAŞ İç mimarBilkent Üniversitesi

İllü

str

asy

on

HA

kA

N T

üz

üN

şEN

N

7

yenimimar.com SAYI 87 TEMMUZ 2010 YENİ MİMAR

“Bugünün amacı doğal olan evler ve kentler inşa etmek. Doğal olması için bir insan ürününün bir bitkiye ya da ağaca benzemesi zorunlu değildir.” Frei Otto

1923-1960/İzmit: Cumhuriyet’in Tanıkları Binalar ve kentten Haberler Yrd. Doç Dr. Oya Şenyurt’un kitabı, Cumhuriyet dönemi İzmit kentine ait mimari dönüşümün birincil kaynaklardan araştırılarak oluşturulması ve kentin mimarisini inceleyen ilk kaynak olması açısından ilgi çekici.

DöNÜŞÜM

R Türkiye’nin son yıllarına damgasını vuran, ne olursa olsun kar elde etme zihniyeti hiç hız kesmeden yoluna devam ediyor. Yaklaşık çeyrek yüzyıldır toplumsal algımıza gerçekte olması gerekenden daha olumlu çağrışımlar yaptıran “iş bilir” ve “iş bitirir” yaklaşımın özeti de diyebileceğimiz, her şeyi meta olarak gören ve eninde sonunda paraya çevirmeyi amaçlayan bu tavır kamu yararı ve kamusal alan dinlemiyor. Bu durumun bir örneği de Mersin’de yaşanıyor.

1951 yılından beri kullanılan ve dönemin valisi Tevfik Sırrı Gür’ün adını taşıyan stadyumun yıkılması ve başka bir yerde yeni bir stadyumun yapılması gündemde. Görünürdeki gerekçe kimsenin itiraz edemeyeceği türden: Bir Akdeniz kenti olan bir milyon nüfuslu Mersin, Akdeniz Oyunları’na ev sahipliği yapamıyor; çünkü altmış yıllık stadyum kapasite olarak yetersiz. En az 30.000 kişilik bir stadyuma ve çevresinde daha kapsamlı olanaklar sunacak yeni bir

Tevfik Sırrı Gür StadyumuMersin’dir

DENİZ HANCIOĞLU

Mersin için büyük bir simgesel anlama sahip stadyum toki’nin dönüşüm projesiyle yıkılma, arazisi de kamusallığını kaybetme tehlikesi altında.

yerleşkeye gereksinim var. Bunun için alan belirlemesi yapılmış ve belki proje de hazır. Böyle bir etkinliği Mersin’de yaşamak kenti sahiplenmiş herkese mutluluk ve kıvanç verecek kuşkusuz ama görünen gerekçeyi sorgulamak gerekiyor. Yeni bir stadyum yapmak için eskisini yıkmak şart olmayabilir, ancak yeni stadyum yerleşkesi için gereken kaynak TOKİ tarafından sağlanacak, bunun karşılığında eski stadyumun arazisinin TOKİ’ye devredilecek olması, bu yıkımı mantıklı hale getiriyor.

Buna karşın binlerce Mersinli toplantılar, basın bildirileri, imza kampanyaları ile harıl harıl uğraşarak stadyumun yıkılmaması için sesini duyurmaya çalışıyor. Çünkü stadyum arazisi kent için çok önemli ve değerli bir konumda ve yapının kendisi de büyük bir simgesel anlam taşıyor. Arazinin güneyinde deniz, doğusunda bir zamanlar Mersin’in batı sınırını çizmiş olan Müftü Deresi’nin bulunması ve ayrıca bölgedeki yüksek

gelir grubuna seslenen Tenis Kulübü, Yelken Kulübü, Hilton Oteli ve pahalı konutlarıyla bölge, spekülatörlerin iştahını kabartıyor elbette. Üstelik kıyıları ve bahçeleri yıllarca kıyasıya ve plansızca yapılaşmış Mersin’de kent içinde ve deniz kıyısında bu büyüklükte bir alan bulmak artık imkansız. TOKİ’nin stadyumun yıkımıyla birden bire elde edeceği bu araziye alışveriş merkezi, otel, konut blokları ya da başka bir yapı inşa edecek olması, Mersin halkının, şehrin kamuya ait en değerli alanlarından birini özel mülkiyete kaptırması anlamına geliyor. Böyle yoğun bir yatırımın bölgede yol açacağı nüfus, yapı ve trafik yoğunlaşması ise eldeki altyapı ve çevre yapılaşma düşünüldüğünde bölgeyi olumsuz yönde etkileyeceği açıkça öngörülebilir. Kentin kuzey güney yönünde nefes alabildiği en büyük kanal yapılacak TOKİ darbesiyle tamamen tıkanmış ve tanımsızlaşmış olacak. Kısacası yeni stadyum inşaatı için gerekli kaynağın bu alanın kamusallığını kaybetmesi yanında bölge halkının karşılaşacağı altyapı yetmezlikleri pahasına sağlanacak olması kuşkusuz Mersin için önemli bir bedel. Stadyumun kent belleğinde taşıdığı anlama gelince; Tevfik Sırrı Gür’ün 1931- 1947 yılları arasında aralıklarla yaptığı altı yıllık valiliği sırasında kente kazandırılan diğer kamu yapıları gibi stadyum da valinin kentte uyandırdığı enerji ve Mersinlilerin duyarlılığı sayesinde çoğu halkın bağışlarından oluşan parayla yapıldı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında yurt genelinde benimsenmiş bir modernite anlayışının mimari yaklaşımıyla inşa edilmiş stadyumun mimarının kimliği belgelenmiş değilse de Nezih Eldem’in projesinin açılan ulusal yarışmada birinci seçildiği kayıtlarda. Mersin Halkevi’nin mimarı Ertuğrul Menteşe ve Vali Tevfik Sırrı Gür’ün tasarım ve uygulama sürecinde etkin oldukları da bilinmekte. Bugün Mersinlilerin, anne ve babalarının kente kazandırdığı stadyumu kaybetmek

istememesinden doğal ne olabilir ki ? Cumhuriyet ruhu ve kimliğini taşıyan bu önemli yapının yerini Toplu Konut İdaresi’nin çevresine duyarsız, çevresiyle ilişkisiz yapılarına bırakacak olması Mersinli olsun olmasın duyarlı herkesin canını acıtacak bir tehdit. Mersin halkının altmış yıldır maç ve konser izlemek, bayram kutlamak için geldiği, kent belleğinin önemli bir parçası olan Tevfik Sırrı Gür Stadı’nı korumak için Mimarlar Odası ve diğer sivil toplum örgütlerinin

stadın yıkım kararına karşı protestoları, şehir ve ülke çapında yaptıkları çalışmalar ve imza kampanyaları sürmekte. Mimarlar Odası, Mayıs ayı içinde şehrin birçok noktasına “Stadyum Mersindir, Yıkılamaz” afişleri astı ve sunduğu basın bildirisinde Mersin’e yeni bir stadyum sağlamak için mevcut stadyum arazisinin ticari bir meta olarak kullanılmasına karşı olduğunu beyan etti. Odanın önerisi, hiç olmazsa stadyumun mimari kimliğinin en güçlü okunduğu kapalı tribünü korurken, arazinin

geleceğini kamusallığını korumak koşuluyla ulusal bir yarışmayla belirlemek. Zaten programında da 2010 sonbaharında mimarlık öğrencilerine yönelik bir yarışma düzenlemek var. Bir kent örnek bir duyarlılıkla geçmişine ve kimliğine sahip çıkıyorsa biz mimarlara da ona destek vermek ve bu değerlerini geliştirerek korumasına yardımcı olmak düşmez mi? !

Bu yazıya yorum yapmak için

yenimimar.com/denizhancioglu

foto

ğra

fla

r D

ENİz

HA

NCI

LU

8

YENİ MİMAR TEMMUZ 2010 SAYI 87 yenimimar.com

Çuhadaroğlu Alüminyum 2010 Öğrenci Proje Yarışmasıson başvuru tarihi: 19 Ekim 2010www.cuhadaroglu.com

YENİMİMAR.COM

12. uluslararası venedik mimarlık bienali Bu yılki teması İnsanlar Mimarlıkta Buluşur olan bienalin küratörü Kazuyo Sejima.

venedik, italyawww.labiennale.org

The Morning Line sanat ve mimarlık arasındaki sınırları niye bulanıklaştırıyor?

Sanat, sonradan üretilmiş, yapay bir kavram. Ta 18. yüzyıla dek sanat ve mimarlık aynı pratik içinde, aynı türde değerlendiriliyordu. Bu ayrışma yeni, tarihe baktığımızda sanatla mimarlığı

tamamen ayrı şeyler olarak görmemizi sağlayacak bir zemin pek yok. Yine de böylesi bir ayrışmaya sıkı sıkı tutunan birçok kişi olduğu malum. Son 15-20 yılda disiplinlerin altyapıları çok radikal bir

şekilde değişti, bu da tüm sınırları anlamsızlaştırdı. Hepimiz dijital bir mekanda (bilgisayar mekanında) çalışıyoruz ve bu mekanın tek bir amacı var ki o da bilgiyi orijinalinin geometrik dengine

dönüştürmek. Diğer bir deyişle bilgisayara aktardığınız her şeyi bilgisayar geometriye, müziğe, sanata, mimariye ya da tıbba, vs dönüştürüyor. Her ne yaparsak yapalım hepimiz aynı dijital mekanda çalışıyoruz. Ve bu dijital mekan yalnızca ona aktardığınız geometrilerle tanımlanmış bir dizi pratik ilişkiyi kurmakla kalmıyor aynı zamanda etik bir mekan da sunuyor, yani davranışları belirliyor. 21. yüzyılda karşılaşacağımız iş kollarından biri siber mekanda gösterilmesi gereken davranışı tanımlamak ve tarif etmek; beynin davranışını, disiplinlerin davranışını ya da dünya görüşümüzü değil, hepsinden önce bu yeni mekana uygun davranışları tanımlamalıyız. Bu yeni mekan insan aktiviteleriyle oluşturulan tüm diğer mekanlardan oldukça farklı, Öklid geometrisine sahip değil ve çok özel çünkü öncekinden oldukça farklı biçimde kültürel olarak yoğun. R yenimimar.com/matthewritchie

MATTHEw RITCHIE 29 Haziran

foto

ğra

f M

UR

AT

DU

RU

SOY

/ T-

B A

21

Denizli’deki Kız Meslek Lisesi niye yıkıldı?

Geçtiğimiz yıl Denizli’de yeni hükümet konağı yapımıyla ilgili bir tartışma süreci başlamıştı. Biz de Mimarlar Odası olarak bu düzenlemenin, yalnızca birkaç konu başlığı altında sınırlı kalmaması, yapılmak istenenin yalnızca bir hükümet konağı olarak değil de bölgedeki birtakım mevcut yapıların, korunması gerekli yeşil dokunun varlığı sebebiyle bunun bir kent merkezi yeniden düzenleme projesi olarak ele alınması gerektiğini söyledik. Proje elde etme yöntemi olarak da ulusal ölçekli bir mimari tasarım yarışmasının açılması gerektiğini belirttik ki tam bu günlerde de zaten

Denizli Belediyesi Hizmet Binası yarışma süreci devam ediyordu ve tamamlanmak üzereydi. O yarışmada Türkiye çapında çok üst düzeyde bir katılım gerçekleşmiş olması ve yarışmanın Türkiye’de oldukça ses getirmesi bize, ilgili idareyi yani Denizli Valiliği’ni ikna etmek konusunda güç vermişti. Ancak başlangıçta bir şart öne sürdük: Yarışma tek başına yeterli değildi ve öncesinde yarışmanın konu başlıklarıyla ilgili bir sempozyum düzenlenmeliydi. Denizli dışından da uzmanların bu konuda söz söylemesi gerektiğini düşünüyorduk. (...) R yenimimar.com/ibrahimsenel

İBRAHİM ŞENEL 5 Temmuz

Mimarlık yalnızca ticari meta mı?

Mimarlık Doğan Hasol’un ‘Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü’ kitabında insanların yaşamasını kolaylaştırmak ve barınma, eğlenme, dinlenme, çalışma gibi eylemlerini sürdürebilmelerini sağlamak için mekanlar düzenleme sanatı’ şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımdan anlaşıldığı gibi mimarlık sanat olarak değerlendirilmiştir. Bu tanımla birlikte mimarlık uygarlık tarihine referans veren ve sürecin değerlendirmesinde baş rol oynayan en önemli aktörlerden biridir. O halde mimarlığın ticari meta olup olmadığını sorgulamaya neden ihtiyaç duymaktayım? Çünkü ülkemizde mimarlık yapma yetkisi ve bunu oluşturan şartlar mimarlığı sanat

olmaktan çıkartmaya başlamıştır. Nitekim sanat tanımına baktığımızda sanatın bireysel ve teorik bir etkinlik olduğunu görmekteyken ülkemizde mimarlık mesleğinin hayat bulması, sanat tanımında yer alan bireysel etkinlik ifadesine tezat bir durumda mümkün olmaktadır. Bunu Mimarlar Odası’nın mevcut yönetmelikleri bağlamında değerlendirip açıklamak istiyorum. Çoğumuzun bildiği gibi mimar, iş yaşamında serbest mimarlık hizmeti üretmek istemişse bunun için ticari anlamda iki türlü tercihte bulunabilir. Birincisi serbest meslek erbabı statüsünde bireysel olarak ticari faaliyet yürütebilir, ikincisinde ise şirket ortağı olabilir. İlkinde

mimarlığın sanat olarak kabul görmesini destekler bir durum söz konusudur. Ancak ikinci tercih, mimarlığı bireysellikten çıkartıp sermayenin insafına bırakabilmektedir. Nitekim son zamanlarda kurulan bazı şirketlerde yönetmeliklere aykırı hiçbir uygulama olmadan mimara verilecek az bir hisseyle mimarlık hizmeti üretip mimarın emeğini sömüren uygulamaların olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü mevcut yönetmeliğimiz beş kişilik bir şirkette mimara yüzde yirmi bir hisseyi yeterli görmekte olup diğer hissedarların şirket hisselerinin yüzde yetmiş dokuzunu elinde tutmalarını sağlamaktadır.(...) R yenimimar.com/hakanmahiroglu

HAKAN MAHİROĞLU 13 Temmuz