Namık Kemal'in Eleştirmen Kimliği

52
Uğur MORKAYA 21053942 Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü IV. Sınıf Modern Eleştiri Kuramları I Namık KEMAL’in Eleştirmen Kimliği Ders Sorumlusu: Prof. Dr. Dilek YALÇIN ÇELİK 1

Transcript of Namık Kemal'in Eleştirmen Kimliği

Uğur MORKAYA

21053942

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü IV. Sınıf

Modern Eleştiri Kuramları I

Namık KEMAL’in Eleştirmen Kimliği

Ders Sorumlusu: Prof. Dr. Dilek YALÇIN ÇELİK

1

NAMIK KEMAL’İN ELEŞTİRMEN KİMLİĞİ

Uğur MORKAYA*

Giriş

İnsan zihninin bir faaliyeti olan eleştiri ya da tenkit, düşünce hayatı içerisinde önemli bir yere sahiptir. Yaşadığı toplum ya da zaman ne olursa olsun insan zihni her zaman bir eleştirme kavramına sahiptir. Dış dünya ile iç içe bir yaşam süren insan, gerek aklının isteğiyle gerek farkında olmadan ilgi duyduğu herhangi bir varlığı hep eleştirme isteğiyle baş başa kalmıştır. Bir zekâ örneği olan eleştiri, insanın daima dış dünya ile iç içeliğini, birlikte hareketemesini kolaylaştıran ya da sağlamlaştıran bir zihin faaliyeti olarak karşımıza çıkar.

İnsanın gelişiminde önemli bir rol oynayan tenkit, hiç kuşkusuz insan zihninin bir üretimi olan edebiyatın gelişmesini ve ilerlemesini de sağlar. Edebiyatın eleştirilme noktasında oluşan inceleme alanı edebî tenkit olarak karşımıza çıkmaktadır. Eski Türk Edebiyatında kavramsal olarak yer alan edebî tenkit, Tanzimat’la birlikte, Batının tesiriyle yeni bir yaklaşım kazanır.

Çalışmamızın konusu olan Tanzimat döneminin önemli şahsiyetlerinden Namık Kemal’in eleştirmen kimliğinden bahsetmeden önce, tenkit kavramından, bu kavramın değer ve ölçütlerinden kısaca söz edip daha sonra, Batı edebiyatında ve bilhassa Türk edebiyatındatenkidin gelişimine yer vereceğiz. Sonrasında ise yazarın eleştirmenkimliği üzerinde durulmadan önce bilmemiz gereken bir nokta olan Namık Kemal’in hayatına, sanatına ve eserlerine kısaca değineceğiz. Bu çalışmamız içinde eleştirinin teorik kısmı için Prof. Dr. Bilge Ercilasun’ un Servet-i Fünun’da Edebî Tenkid adlı eserini esas aldığımızı belirtmek gerekir.

Eleştiri Kavramının Tanımı, Mahiyet ve Gelişimi

Tenkid ya da bugün ki kullanımıyla eleştiri kelimesi, dilimize Fransızca ‘’critıque’’ kelimesinin karşılığı olarak girmiştir. Eskiden bukavram için ‘’ ilm-i nakd’’ tabiri kullanılmış ve Tâhir-ül Mevlevî adlı eserde nakd, nazmın kusurlarını ortaya koyan bir ilim olarak tarif edilmiştir.

2

Tanzimat yazarları ise Fransızcadan gelen kritik kavramı için ‘’ muhâkeme’’ ve ‘’ muâheze’’ terimlerini kullanmayı tercih etmişlerdir. 1

Tâhir-ül Mevlevî’ye göre Edebiyat-ı Cedîdeciler kritik kavramı için nakd kelimesinden türetilen ‘’ tenkad, tenakkud, intikad, tenkid’’ kelimelerini kullanmışlardır. Bu dönem yazarlarının çoğu tenkid kelimesini kullanmayı tercih etmişlerdir. 2

Batı dillerinde bugün tenkidin karşılığı olarak karşımıza çıkan kelimenin kökeni, Yunanca ‘’hüküm’’ manasına gelen ‘’krites’’ kelimesinden türemiştir. Yunancada ‘’krinein’’, ‘’hüküm vermek’’ anlamındadır ve ‘’kritikos’’ terimi daha sonraki zamanlarda ‘’ edebiyat hükmü’’ anlamını kazanır. Quintilian gibi retorisyenler, Aristoteles gibi filozoflar, bugün İngilizcede yer alan edebî tenkit kavramının oluşmasına ön ayak olurlar. Kelime daha sonra Orta Çağ’da bir tıp terimi olarak karşımıza çıkarken Rönesans’la birlikte tekrar gerçek anlamına geri döner. 3

‘’ Critic’’ ya da ‘’critcism’’ terimleri hümanistler tarafından sınırlandırıldı. Onlar bu terimi, eski metinlerin baskıya hazırlanması ve düzeltilmesi olarak kullandılar. Terimin edebî tenkidi ve günlük tenkidi içine alarak kullanılması ancak on yedinciasırda gerçekleşti. Bu yüzyıldan sonra terim, ilk olarak klasik yazarların sözlü tenkidi anlamında kullanıldı. Daha sonra yavaş yavaş anlama ve hüküm verme problemi olarak karşımıza çıktı. Bugün terim İngilizcede ‘’criticism’’, Fransızcada ‘’critique’’, İtalyancada ‘’critica’’, Almancada ‘’kritik’’ şeklinde kullanılmaktadır. Bu kelimenin genelolarak anlamı ise şöyledir:

‘’ Bir sanat eserinin, ister şahsi zevke, ister bazı estetik prensiplere göre, sistemli bir şekilde değerlendirilmesi…’’ 4

Edebî teori, edebî tenkit ve edebiyat tarihi edebiyatta birbirinin içine girmiş üç disiplin olarak karşımıza çıkar. Bunlardan edebî tenkit, edebiyatı öncelikli olarak statik bir biçimde ele alarak ve sık sık edebî teoriyi de işin içine katarak kullanır. Bir eleştirinin en önemli ölçüsü kişisel duygu ve düşünceler, tecrübe ve hüküm vermektir. Ancak kişi hüküm verirken mümkün olduğu kadar objektif kalmayı başarabilmelidir.

1* Uğur Morkaya, Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü LisansÖğrencisi. Bile Ercilasun, Sertvet-i Fünün’da Edebî Tenkid, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, s.9.2 Bilge Ercilasun, a.g.e., s. 9-10.3 Bilge Ercilasun, a.g.e., s. 10.4 Bilge Ercilasun, a.g.e, s. 12.

3

Edebî tenkitte, edebiyatın kendi içerisinde nasıl ki bazı değerleri ve ölçüleri varsa tenkidinde vardır. On dokuzuncu asırda oluşan tarihî tenkit metodu, edebî bir eseri; yazar odaklı incelemeyi ister. Bunu yaparken de yazarın hayatından, yetişme biçiminden ve şartlarından, duygu ve düşüncelerinden hareket eder. Edebî bir eserle yazarın kişisel zevk ve eğilimleri arasında sıkı bir ilişkiden bahseder ve ortaya çıkan eseri de bu ölçülere göre değerlendirir. Bu görüşe göre eserden çok, eserin yazarı önem arz eder.

Bir eseri değerlendirirken yazarın hayatının mercek altına alınması kadar, bu yazarın daha doğrusu ortaya çıkarılan eserin yazıldığı devirde değerlendirme ölçütleri arasındadır. Bunun dışındabir başka ölçütte ‘’ devirlerin hükmü’’ dür. Bununla anlatılmak istenen, meşhur eleştirmen ve filozofların hükümlerinin esas alınmasıdır. Eser üzerinde tarihin otoritesi, yazarın çağdaş otoriteleri kadar itirazlara açık bir kapı bırakmalıdır.

Hiçbir sanat eseri geniş varyasyonlara sahip olabildiğinde mutlak bir yapı göstermez. Bu nedenle bir edebî eserin değişmezliğine inanarak onu mutlakçı bir görüşle eleştirmeye çalışmakta yanlış bir yaklaşım olur. Tenkide bir ölçü koymaktan kaçınmak ya da istememek, herkesin zevkini ve şahsi düşüncesini esas almak gibi bir olguyu ortaya çıkarır. Bu durum ise değerler karmaşasına yol açar. Bir başka husus da izlenimdir. Bir edebî eser karşında eleştirmenin sübjektif değerlerine yer vermesi, o eserin ve değerlerinin ihmal edilmesine neden olur.

Tenkitte ki bir başka ölçüt ya da görüş ise, edebî eserin bir yapı, bir bütün olduğunu ve bu nedenle tenkitte hareket noktasının eserin bizzat kendisi olması gerektiğini benimseyen görüştür. New Criticism ( Yeni Tenkitçilik) olarak adlandırılan bu görüş, edebî incelemenin, edebî bir eserin bütünlüğünden sık sık tamamen uzaklaştığını; biyografi, sosyal şartlar, tarihi zemin gibi edebiyatdışı bilgilerle lüzumundan fazla uğraştığını belirtir. Bir edebî eser tetkik edilirken tarih, sosyal şartlar, gelenek gibi edebiyat dışında yer alan unsurlar tamamen bir kenara itilmemelidir. Ancak tenkidi de yalnızca tarihle sınırlandırmamakta gerekir. 5

Tenkit kavramının bu noktasında ele almamız gereken diğer husus kavramın Batı ve Türk edebiyatındaki gelişimidir. Ancak bunu yaparken öncelikli olarak Batı edebiyatındaki tenkide yer vereceğiz.Bu kıskımda da sadece romantik tenkit evresini de dahil ederek modern tenkit kısmına değinmeyeceğiz. Türk edebiyatında ise, Divan 5 Bilge Ercilasun, a.g.e., s. 14-15.

4

Edebiyatındaki ve Tanzimat edebiyatındaki tenkitten bahsedeceğiz. Bunu yapmamızdaki sebep ise, Namık Kemal’in tenkit kimliğini daha iyi anlamak ve konun az da olsa sınırlı kalmasını sağlamaktır.

Batı’daki tenkit anlayışını kronolojik olarak baktığımızda dört evrede inceleyebiliriz: Klasik tenkit, neoklasik tenkit, romantik tenkit ve modern tenkit.

Eski Yunan ve Roma devirlerini içine alan klasik tenkit, ‘’ sanat tabiatın bir taklididir’’ görüşünden hareket etmektedir. Bu görüşe göre sanatın en önemli özelliği, insanı, hayvanı, tabiatı yani bütün gerçekliği yansıtıyor olmasıdır. Sanatın nasıl bir gerçekliği yansıttığı sorusuna verilen çeşitli cevaplar vardır. Bu değişik cevapları ise klasik tenkidin kurucuları olarak sayabileceğimiz Eflatun ve Aristoteles’in düşünce sistemlerinde bulabiliriz.

Arsitoteles’in sanat ve sanat eserinin nasıl olması gerektiği hakkındaki görüşlerini ortaya koyduğu Poetika adlı eseri, klasik antikitenin en önemlileri arasındadır. Bu eser edebî tenkidin başlangıcı sayılmakla birlikte, bu eserle tenkidi tahlil başlamıştır. Eserin tesiri yazıldığı devirden itibaren romantik anlayışın ortaya çıkmaya başladığı on dokuzuncu aşıra kadar zaman zaman kendini hissettirmiştir. Aristoteles bu eserinde, doğrudan doğruya natüralist bir gözle edebiyata yaklaşmıştır. 6

Aristoteles’in yaratmış olduğu bu tenkit sistemi, Romalılar devrinde de kabul görmüştür. Ancak Çiçero farklı düşünerek, Latin kültürünün Yunan kültüründen ayrı bir yapıya sahip olduğunu belirtirve bunun içinde Latin tenkidinin milli ve müstakil olması için çalışır. Latin hitabet sanatının prensiplerini sistemleştirerek, Latin tenkidinin terminolojisini oluşturur. Horoce ise Ars Poestica adlı eseriyle Latin tenkidi şiire ve Yunan doktrinlerine geri döner.Bu eserde tenkit tarihi içinde tesirini uzun yıllar hissettirir. Latin tenkidi de, şiirde epik ve tiyatroyu, nesirde hitabet ve tarihi inceleme alanı yapmıştır. Ancak bu tenkit anlayışının eksiği,psikolojiyi ihmal etmesindedir.7

Ortaçağda, Rönesansta ve 17. asırda tamamen 18. asırda ise kısmenhüküm süren ve genel olarak klasik eleştirinin prensiplerini benimseyerek hareket eden neoklasik tenkit, edebiyatın, edebî yaratıcılığın, edebî eserin yapısının ve okuyucunun tepkisinin prensiplerini keşfetmeye çalışmıştır. Bu eleştiri ekolünde insan tabiatının değişmez psikolojisini görürüz. Neoklasik eleştirmenlerin

6 Bilge Ercilasun, a.g.e , s. 18.7 Bilge Ercilasun, a.g.e, s.18-19.

5

hepsi, edebiyatın fonksiyonunu, yaratıcılığın mahiyetini, edebî bir eserin dayandığı usulleri açıklamaya çalışan bir edebiyat teorisi aramaya çalıştılar. 8

Uzun bir devreyi kapsayan neoklasik tenkidin ilk ve en önemli vasfı sanatı tabiatın bir taklidi olarak görmeleridir. Tabi bu devirde tabiatın taklidi anlayışları da çeşitlilik araz ediyordu. Kimisi bu taklidi natüralizm diye açıklarken, kimisi tipik ve evrensel olma isteği, kimisi de evrensel ve tipik olma isteği şeklinde açıklamıştır. İdealin yakalanmasının tabiattan seçme şeklinde mümkün olduğunu belirtenler ise dolayısıyla tam bir taklitten söz edilemeyeceğini belirtirler. 9

Neoklasik tenkit Aristoteles’in sanat eserini bir bütün olarak değerlendiren görüşünde uzaklaşmıştır. Eserdeki şekil ve içeriği birbirinden ayrı bir şekilde değerlendirme yoluna giderler. Aristoteles ve Horace’ın ortaya koydukları tür teorilerini tartışmaya açtılar. Pratik anlamda yeni türler meydana gelmiş olsa bile, teoride türler tam bir açıklıkla ele alınmamıştır. Yeni türlerin yaratılıp yaratılmayacağı sorunu ise kesin bir şekilde çözüme kavuşmadı. Neoklasik tenkit, edebî eserin okuyucuda olan tesirinde ahlaki bir gaye güder. Onlara göre bir eserin asıl faydasıahlaki faydadır. 10

19. asırda ortaya çıkan romantik tenkitte birbirinden farklı iki husus dikkati celp eder: diyalektik ve sembolist bir şiir görüşü ve tenkitte tarihçilik kavramının ortaya çıkması. Neoklasik tenkidin prensiplerine bir tepki olarak ortaya çıkan romantik tenkit, geniş manada diyalektik ve sembolist bir şiir anlayışının meydana çıkmasıdır denilebilir. Bu görüş Gerde ve Goethe’nin ortaya koyduğu organik yapıdan dolayı gelişme göstermiş, fakat zıtlar birliği, bir semboller sistemi şeklinde gelişme göstermiştir. Böylece Almanya’da estetik kavramı mistisizme yaklaştı. Almaya dışında ise bu teori sadece Coleridge ve Hugo tarafından benimsendi.11

Romantik tenkit anlayışı, 1800’lü yıllarda Almanya’da Friedrich veSchlegel’le başlar. Daha sonra İngiltere’de Wordsworth ve Coleridge,Fransa ve İtalya’da Madame de Stael’in çalışmalarının vasıtasını görürüz. Fakat Fransa’daki romantik hareket, Hugo’nun 1827’de yayınladığı Cromwell önsözü ve 1830’da Hernani’nin sahnelenmesiyle ortaya çıkar. Romantik tenkit anlayışı Avrupa’daki ülkelerde

8 Bilge Ercilasun, a.g.e , s.19.9 Bilge Ercilasun, a.g.e , s.20.10 Bilge Ercilasun, a.g.e , s.20.11 Bilge Ercilasun, a.g.e , s.22-23.

6

birbirinden farklı olarak gelişme gösterdi. Almanya’da sembolist, diyalektik ve tarihi bir şiir anlayışının sistemleşmeye başlamasına rağmen, İngiltere’de on sekizinci asırdan miras alınan ampirik ve psikolojik bir şiir görüşü meydana çıktı. Fransa ve İtalya’da ise daha çok heyecana bağlı şiir anlayışı görülmekteydi.12

On dokuzuncu asırda tenkidin gayeleri, metot ve malzemeleri çoğalmış ve yaygınlık göstermiştir. Ancak elde ettiği kazançlar ve verdiği hükümler bakımından asıl hedefine ulaşamamıştır. Şiirin tabiî ilimler gibi bir ilim yapma işine girilmesi yüzyılın asıl teşebbüsü olarak karşımıza çıkar. Bu asrın en büyük kazancı olan tarihçilik ise zamanla yayıldı ve genişledi. Tenkitte birbirine zıt görüşler meydana geldi. Bu asırdaki tenkit anlayışı ‘’ sanat için sanat’’ anlayışına sebep olmuş ve sanatı, sosyal ve felsefi gayelerden uzaklaştırmıştır. Sanat eserinin şekli ve içeriği ayrı ayrı değerlendirilmeye tabi tutulmuştur. Böylece sanat eserindeki bütünlük zedelenmiştir. Bu asrın tenkidinin küçümsenmeyecek bir başka özelliği ise milli vasıflar kazanmasıdır.13

Tanzimat’tan önceki Türk edebiyatı içinde tenkit kavramı yer almakla birlikte bir tür olarak karşımıza çıkmamaktadır. Dîvân şairlerinden bazıları özellikle tezkire yazarları, eserlerine aldıkları şairler hakkında çeşitli hükümler verme yoluna gitmişlerdir. İşte bu tezkire yazarlarının eserlerinde şairler hakkında verdikleri hükümlerde kullandıkları hususi manalı kelimelerbizi Tanzimat’tan önce de paratik bir tenkidin varlığından haberdar eder. Edebiyatın ne olduğu ya da ne olması gerektiği üzerinde duran nazarî tenkit ise bu edebiyat anlayışta az görülmektedir. Bunun nedeni olarak da o dönemlerde özellikle Müslüman şark âleminde edebiyat anlayışının katileşmiş olması, tartışılmaya açık olmayan bazı ölçütlerinin olmasına bağlanabilir. 14

Divan edebiyatına karşı bir duruş olarak doğan Tanzimat edebiyatında tenkit başlıca iki prensipten meydana geliyordu: eskinin reddi, yenin yaratılması. Tanzimatçılarda tenkit ve edebiyatfaaliyetlerini bu iki ana eksen etrafında geliştirme yoluna giderler. Tanzimat yazarları, yeni bir edebiyata duydukları ihtiyacıeski edebiyatın prensiplerini ve hayat görüşlerini eleştirerek ortaya koyarlar. Tanzimat tenkidini şu başlıklar altıda ele almak mümkündür: Edebiyatta romantizm (birinci nesil, ikinci nesil),

12 Bilge Ercilasun, a.g.e , s.23-24.13 Bilge Ercilasun, a.g.e , s.24-25.14 Bilge Ercilasun, a.g.e , s.29-30.

7

edebiyatta realizm, orta görüşte olanlar ve dil ve retorik çalışmaları.15

Edebiyatta romantizmi benimseyenler daha çok Fransız romantizminden etkilenmişlerdir. Bu romantikler içinde Şinasi, NamıkKemal ve Ziya Paşa birinci nesli oluşturmaktadır. Bunlar edebiyatın estetik bir gayeye değil, sosyal bir faydaya dayanması gerektiğini benimserler. Bunun da eski edebiyatın reddi ve yeni bir edebiyatın oluşumuyla sağlanacağını sunarlar. 16 İkinci nesildekiler ise, edebiyatın sosyal bir faydaya değil de ferdi duygulara dayanması gerektiğini benimser. Onlar sanatı ferdi ıstırapları anlatan bir varlık olarak görürler. Bu neslin iki mühim siması olarak karşımıza Abdülhak Hâmid ve Recâizâde Ekrem çıkar.17

1880-1885 yılları arasında edebiyatımızda realizm izleri görülmeyebaşlar. Bu izlerle birlikte Sâmi Paşazâde Sezâi, Nâbizâde Nâzım gibirealist görüşü benimseyenler bu tarz eserler vermekle birlikte, bu edebiyatın anlayışını tanıtıcı ve savunucu yazılar kaleme alırlar. 18

bu realist ve romantik nesillerin dışında eski edebiyatı reddetmeyen, ancak batıyı da olduğu gibi taklit etmekten kaçınan birgrupta bulunmaktadır. Orta görüşlüler olarak nitelendirilen bu grup içerisinde Ahmed Mithat, Muallim Nâci, Ali Kemal, Ahmed Rasim yer almaktadır. 19

Son olarak bu dönemdeki eleştiri mevzuunda dil ve retorik çalışmalarına baktığımızda, Osmanlı dili üzerinde düşünme, edebiyat tarihi, edebiyat antolojisi, edebî bilgilerle ilgili çalışmalar Tanzimat’la başlar ve bu devrin de önemli bir yanını teşkil eder. Butarz çalışmalar, dil ve lügat çalışmaları ve retorik çalışmaları olarak karşımıza çıkar.20

Namık Kemal (Hayatı-Sanatı-Eserleri)

Türk edebiyatının önemli sanatkârlarından biri, yeni bir edebiyatın oluşmasında ve tanınmasında gösterdiği gayretlerle, eserleriyle, eleştirileriyle, âdeta bir ekol olan Namık Kemal 21 Aralık 1840 tarihinde doğmuştur. Asıl adı Mehmed Kemal olan yazarın babası Mustafa Asım Bey annesi Fatma Zehra Hanımdır. Hem anne hem de

15 Bilge Ercilasun, a.g.e , s.35.16 Bilge Ercilasun, a.g.e , s.35.17 Bilge Ercilasun, a.g.e , s.48.18 Bilge Ercilasun, a.g.e , s.54.19 Bilge Ercilasun, a.g.e , s.60.20 Bilge Ercilasun, a.g.e , s.67.

8

baba tarafından kültürlü ve devletin yönetim kadrolarında çeşitli görevler almış bir ailenin çocuğudur. Yazar kendisinin de zaman zaman övgüyle bahsettiği ve gurur duyduğu, önemli şahsiyetler yetiştirmiş köklü bir aileye mensuptur.

Annesini kaybettikten sonra dedesi Abdüllatif Paşa’nın yanında yaşamaya başlayan yazar, Abdüllatif Paşa’nın değişik kentlerde görev yapması nedeniyle düzenli bir eğitime devam edemedi. Özel dersler alarak kendi kendini yetiştirmeye çalıştı. Dedesi Afyon’dakivali yardımcılığı görevinin ardından ailesiyle İstanbul’a gelerek, üç ay Bayezid Rüştiyesine ve ardından dokuz ay Valide Mektebi’ne devam etme fırsatı erişti. Dedesinin  Kars’a mutasarrıf olarak atanması sebebiyle bir buçuk yıl Kars’ta yaşadı. Karslı şair ve müderris Vaiz-zade Seyyid Mehmet Hamid Efendi'den divan edebiyatını öğrendi.

1854 yılı ortalarında büyükbabası ikinci defa görevden azledilince, büyün aile tekrar İstanbul’a döner. Bir yıl kadar sonra, Abdüllatif Paşa bu defa Sofya kaymakamlığına tayin edilince, yine büyük babası ile birlikte Sofya’ya gider. Bu sırada on beş yaşlarında bulunan Namık Kemal’in asıl edebî ve fikrî gelişimi burada gerçekleşir. Bir yandan hususi hocalardan dersler alırken diğer yandan acemice denemelerine giriştiği şiir yazma işine devam eder. Bir divançe dolduracak kadar klasik tarzda şiir kaleme alan yazara Eşref Paşa ‘’ Namık’’ mahlasını verir. 1856 yılında Niş kadısı Mustafa Ragıp Efendi’nin kızı Nesime Hanım ile evlendirilen yazarın daha sonra sırasıyla Feride, Ulviye ve Ali Ekrem adında üç çocuğu dünyaya gelir.

1857 yılında Sofya’dan İstanbul’a dönen Namık Kemal’in bu sırada henüz belirli bir yöne temayülü olmadığı için o da devrin diğer bir kısım genç aydınları gibi, önce Hariciye Nezareti Tercüme Odası’nda çalışmaya başlar. Bu arada bir yandan Fransızca öğrenmeye başlayan Namık Kemal, burada daha sonra arkadaş olacağı Sâdullah Bey (Paşa), Âyetullah Bey, Kânipaşazade Rifat Bay ve Recâi-zade Celâl Bey ile tanışır ve Fransızca derslerini de Şinasi ile tanışmasından sonra değil Tercüme Odası’nda Mehmet Mansur Efendi’den alır.21

Encümen-i Şuarâ toplantılarına katılan yazar, buranın en genç müdavimi olmakla birlikte görevi, şairlerin geçen bir hafta içerisinde yazdıkları manzumeleri davetlilerin önünde yüksek sesle okumaktır. Genç yazar bu dönemde gerek sanat anlayışı, gerekse şahsiyet olarak topluluk üyesi şairlerden daha ziyade Leskofçalı 21 Abdullah Uçman, ‘’Namık Kemal’’, Tanzimat Edebiyatı, 2006, Akçağ, Ankara,s. 205.

9

Galib’in etkisi altındadır. Encümen-i Şuarâ’nın dağılmasından sonra bir gün Sahaflar Çarşısı’nda dolaşırken tesadüfen Şinasi’nin ‘’ Münâcât’’ adlı eseriyle karşılaşmasıyla artık hayatında ve edebi kişiliğinde değişmelerinde başlangıcı oluyordu. Bu manzumeyi okuduktan sonra yazar gidip doğrudan Şinasi ile tanışır. 22

İçinde yetiştiği dönemin önde gelen fikir ve aksiyon adamı olarakNamık Kemal asıl şahsiyeti, Tanzimat’tan sonraki yıllarda Osmanlı Devleti’nde yeni bir edebiyat ve kültür hareketinin öncülüğünü yapanŞinasi ile tanıştığı tarihten sonra oluşmaya başlamıştır. Şinasi Namık Kemal için mükemmel bir hoca ve yol gösterici olur. Tasfir-i Efkâr’ın yayın hayatına girişinden yaklaşık dört ay kadar sonra gazetenin yayın kadrosuna katılan yazarın burada yayımlanan ilk makalelerinden başlayarak fikir hayatında meydana gelen değişimler takip edilebilir. Şinasi’nin Paris’e gitmesi üzerine bu gazetenin başına geçen Namık Kemal, Şark Meselesi üzerine yazdığı bir makaleden dolayı Erzurum’a vali muavini olarak atandı, ancak o buraya gitmek yerine Ziya Paşa ile Paris’e kaçmayı seçti.

 O ve arkadaşlarını Paris’te yaşayan Mısırlı prens Mustafa Fazıl Paşa davet etmiş ve maddi himayesine almıştı. Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın torunu olan ancak Sultan Abdülaziz’in bir fermanıyla Mısır yönetimindeki haklarından mahrum edilen Mustafa Fazıl Paşa, kendisini Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin reisi ilan etmiş ve Avrupa’ya davet ettiği örgüt üyelerinin finansörlüğünü üstlenmiş birisiydi. M. Fazıl Paşa’nın desteğiyle Londra’da "Muhbir" adlı gazeteyi çıkardılar ancak Namık Kemal, Ali Suavi ile yaşadığı anlaşmazlık üzerine Muhbir' den ayrıldı. Aynı yıl Sultan Abdülaziz Uluslararası Paris Sergisi’ni görmek üzere şehre gelince Fransız hükümeti Genç Osmanlılar’ ı ülkeyi terk etmeye davet etti. Namık Kemal, bazı arkadaşlarıyla birlikte Londra’ya gitti ve orada "Hürriyet Gazetesi" ni çıkardılar. Bu arada Mustafa Fazıl Paşa, Paris’e gelen Abdülaziz’le ilişkilerini düzeltmiş ve onunla İstanbul’a dönmüştü. Giderken gazeteyi çıkarmaya devam etmelerini, desteğinin süreceğini söylediyse de İstanbul’a döndükten sonra fikrini değiştirdi ve geçici olarak Hürriyet’i kapatmalarını istedi. Bunun üzerine Namık Kemal ile Ziya Paşa gazeteyi kendi imkânları ile çıkarmayı denediler. Bir süre sonra arkadaşları ile arası bozulan Namık Kemal vazgeçti ve 1870’te Sadrazam Âli Paşa ile barışıp yurda döndü.

1872’de başında Namık Kemal’in bulunduğu yeni bir kadro ile yayımlanmaya başlayan İbret, aynı zamanda onun bu alanda en etkili faaliyet gösterdiği bir gazete olur. Gazetecilik hayatının en olgun

22 Abdullah Uçman, a.g.e, s. 206-207.10

ve etkili yazılarını burada yayımlayan yazarın makaleleri bazen gazetenin birkaç sayfasını kaplayacak bir hacimdedir. İbret kısa birsüre içerisinde onun yönetimi altında sıradan bir haber gazetesi olmaktan çıkarak tamamıyla memleket ve millet meselelerinin ele alındığı bir fikir gazetesi hüviyeti kazanır. Gazete sık sık kapatıldı ve sonunda sadrazam Mahmut Nedim Paşa’yı eleştiren yazılar yüzünden Namık Kemal, İstanbul’dan uzaklaşması için mutasarrıf olarak Gelibolu’ya atandı. Birkaç ay kaldığı Gelibolu’da "Vatan yahut Silistre" adlı oyunu ile "Evrâk-ı Perişan" adlı eserini tamamladı. Gelibolu’nun bazı sorunları ile ilgilendi ve su davasını halletti.[1] Rumeli fatihi Gazi Süleyman Paşa'nın Bolayır’daki kabrini ziyaret etti. Ebüzziya Tevfik Bey'e burada gömülmeyi vasiyet etti. Namık Kemal, bir yandan da "İbret Gazetesi"’ne “BM’’ ve Ebuzziya’nın çıkardığı "Hadika" Gazetesine “N.K” imzası ile yazı göndermeye de devam ediyordu. Gelibolu’da salgın haline gelen kuduz hastalığını önlemek için köpekleri sürgün etmesi bahane edilerek Gelibolu mutasarrıflığı görevinden alındı.

Namık Kemal İstanbul’a döner dönmez tekrar İbret gazetesini çıkarmaya başlar. Bu sefer öncekinden daha şiddetli bir siyasi mücadeleye girer ve hükümetin basın üzerine getirdiği yasakları şiddetle eleştiren yazılar yazar. Hem bu dönemdeki yazıları hem de bu sıralarda yazdığı Vatan Yahut Silistre adlı piyesinden dolayı bu sefer Magosa’ya sürgün edilir. Namık Kemal, Magosa’da, onun kıymetini bilen ve takdir eden birtakım devlet adamlarının anlayışı sayesinde İstanbul’la olan bağını koparmamıştır. Buradaki sürgün hayatı tam otuz sekiz ay sürmüş ve buradan kurtulması ise Sultan Abdülaziz’in askeri bir darbeyle tahtan indirilmesi sonucunda olmuştur. V. Murat’ın iktidarından bir fayda göremeyen yazar asıl yararı, II. Abdülhamid’in tahta geçmesiyle görür. Padişah onun rütbesini yükselterek Ziya Paşa ile beraber Şûrâ-yı Devlet üyeliğinetayin eder, hemen arkasından da Kanun-ı Esâsi’yi hazırlamak üzere kurulan komisyona üye seçer.

Dönemin siyasi çalkantıları içerisinde Namık Kemal’ yine bir pay düşer. İlk olarak Girit adasına gönderilmesi düşünülürken daha sonraMidilli’ye gönderilmesine karar verilir. Burası onun için yeni bir dönüm noktası olur. Bir yandan meclisin faaliyetlerini yakından takip etmeye çalışıyor, bir yandan da bazı mebuslarla fikir alış verişinde bulunuyordu. 93 Harbi’nin verdiği umutsuzluk ve üzüntüyle de ‘’Vâveyla’’, ‘’ Vatan Mersiyesi’’, ‘’ Murabbâ’’ gibi lirizmin adeta doruğa ulaştığı çeşitli şiirler yazıyordu.

Midilli’de yedi sene görev yapan yazar daha sonra Rodos’a mutasarrıf olarak tayin edilir. Midilli’de yakalandığı zatürreden de

11

burada kurtulur. Rodos’ta idari işlerle uğraşırken Sakız adasına tayin edilir ve burada hastalığı tekrar nükseder. 1888 tarihinde de yaşamını kaybeder.

Devrinde bir fikir adamı olduğu kadar edebî alanda da ileri sürdüğü görüşleri ve eserleriyle tam bir yol açıcı olarak karşımıza çıkan Namık Kemal, gerek çeşitli makaleleri, gerekse bir kısım eserleriyle yazdığı önsözler ve bazı mektupları ile edebî konulardaki düşüncelerini edebiyatla ilgilenen dostlarına ulaştırmıştır. Edebiyatın vatanı olmadığını belirterek ufkunun genişliğini ortaya koymuştur.

Edebî zevk bakımından geleneksel edebiyat anlayışından pek fazla uzaklaşmadığı halde düşünce bakımından tamamen yenilik taraftarı olan Namık Kemal, siyasi mücadelesinin yanında oldukça geniş bir bakış açısıyla yaşadığı devrin dil ve edebiyat meseleleri üzerinde durmuş ve devrine göre önemli teklifler ileri sürmüştür. O edebiyatın bundan böyle halka inmesi gerektiğini benimsemiş ve eski edebiyatın dili bir oyuncak haline getirmesine itiraz etmiştir.

Bu kısımda yazarın edebî kişiliği hakkında fazla bilgi vermeyeceğiz. Nedeni ise, asıl konumuzda yazarın çeşitli eserlerinden eleştirmen kimliğini açıklarken sanat görüşüne de yer verecek olmamızdır. Batılılaşmanın önemli bir ismi olan Namık Kemal’in eserlerine baktığımızda birçok alanda çalışma yaptığını görürüz. Tiyatro ( Vatan Yahut Silistre, Gülnihal, Âkif Bey, Kara Belâ, Zavallı Çocuk, Celâleddin Harzemşah), roman (İntibah, Cezmi ) biyografiler ve tarihler ( Bârika-i Zafer, Devr-i İstilâ, Evrâk-ı Perîşân, Silistre Muhasarası, Kanije, Osmanlı Tarihi), edebî tenkid ( Tahrîb-i Harabat, Ta’kîb, İrfan Paşa’ya Mektup, Mes Prisons Muâzenesi, Mukaddime-i Celâl, Bahâr-ı Dâniş Mukaddimesi, Tâlim-i Edebiyat Üzerine Risale) bunların dışında Rüya, Renan Müdafaanâmesi,mektupları, makaleleri bulunmaktadır.

Namık Kemal’in Eleştirmenliği

Tarihimizde vatan, millet hürriyet gibi konulardan bilinçli olarak ilk defa bahseden ve ölünceye kadar da mukaddes bildiği bu değerler uğrunda hayatını ortaya koyarak kalemiyle müdafaa eden Namık Kemal, bu yönüyle Türk tarihinin milli kahramanlarından biri olarak kabul edilmektedir.

Tanzimat Fermanı’nın ilanını izleyen zaman diliminde, ülkemizde askeri, siyasi, sosyal ve iktisadi hemen her alanda bulunan çözülüş

12

ve çöküntüyü önlemek amacıyla ülkemize batılı devlet modellerine göre yeni bir şekil vermeyi istemektedir. İnandığı bu fikirler uğrunda hayatını hiçe sayan bu büyük idealist, kendi şahsında içindeyaşadığı devrin gerçek anlamda aydın vasfını taşıyan ender insanların başında gelmektedir. Gerek ortaya koyduğu eserleri, gerekse hareket tarzı bakımından, Tanzimat’tan sonraki dönemde yetişen diğer Türk aydınları gibi o da gelenek ve yenilik arasında iki yönlü bir kültür ve dünya görüşüne bağlıydı. Onun da tek arzusu,milli kimliğimizden büsbütün uzaklaşmadan Batılılaşmaktı.

Tanzimat sonrası Türk edebiyatçıları arasında Şinasi’den sonra gerçek anlamda tenkit örnekleri ortaya koyan ve tam bir eleştirmen kimliği ile görünen kişi Namık Kemal’dir. Onun öteden beri yeni Türkedebiyatının beyannamesi kabul edilen ‘’ Lisân-ı Osmânînin EdebiyatıHakkında Bazı Mülâhazâtı Şâmildir’’ adlı makalesinden başlayarak Bahâr-ı Dâniş mukkaddimesi, İntibah adlı romanının mukaddimesi, Tahrîb-i Harâbat ve Ta’kîb risaleleri, İrfan Paşa’ya Mektup, Mes Prisons Muâhezenâmesi, Ta’lîm-i Edebiyat Üzerine Bir Risale ile Celâl mukaddimesin’ de dağınık bir biçimde yer almış olsa da onun tenkid hakkındaki fikirlerini öğreniriz.

Namık Kemal’in eleştirmenliği üzerinde durmadan önce onun eleştiri kavramına yaklaşımına değinmek gerekir. Namık Kemal Münif Paşa’ya yazdığı bir mektupta bu kavrama ilişkin düşüncelerini şöyle belirtiyor:

‘’ Tenkid sözünü kritik yerine kullanmak doğru değildir. Bundan dolayı selefin eserlerinden iktibasla kritik muâheze sözüyle tercüme etmiştim. Tenkid bir şeyin iyisini fenasından ayırmak için hüküm vermektir. Muâheze ise her şeyi fena tarafından görerek bir mütalaa beyan etmektir. Hakikati bulmak için bâtılı hakikatten ayırmak en sağlam yoldur.’’ 23

Bu eşsiz yazar bu görüşleriyle aslında tenkit kavramına çok basitbir şekilde yaklaşmıştır. Öncelikle bugün bizlerinde kullandığı tenkit kelimesinin Fransızca ‘’ Critique’’ kelimesinden türeyen kritik kelimesi yerine kullanmanın doğru bir yaklaşım olmayacağını belirtir. Bu nedenle kendisinin eserlerinde tenkit kelimesi yerine muâheze kelimesini kullanmaktan yana olduğunu söyler. Muâheze kelimesinin kullanmaktaki amacını da tenkit ve muâheze kelimelerininfarkını ortaya koyarak belirtir. Tenkidin sadece iyi ve kötü arasındaki ayrım olduğunu belirtirken, kendisinin seçmiş olduğu muâheze kelimesinin ise; her şeyi ilk olarak kötü tarafından görerek, bir fikir beyan etmek olduğunu söyler. Aslında bu sözlerdende Namık Kemal’in dünya görüşünü görmekteyiz. O fikir beyan etmeden duramayacak bir insandır. 23 Bilge Ercilasun, a.g.e., s. 9.

13

Yukarıda adı geçen bu mukaddimelerde, risalelerde ve makalelerde Namık Kemal bir yandan zihniyet ve ortaya konulan örnekler bakımından Divan edebiyatını eleştirirken, diğer yandan da yeni yenioluşmaya başlayan edebiyatı ve yeni bazı türleri savunduğunu görürüz. Bu eserlerde yazar, edebiyatımız hakkındaki tenkit ve tekliflerini, prensip ve fikirlerini ifadeye çalışmıştır. Onun bu konudaki düşünce ve görüşlerini belli başlı üç başlık altında ele alabiliriz: Divan edebiyatı ya da eski edebiyat eleştirisi, eskiden tamamen farklı yeni bir edebiyat kurma arzusu ve bunun müdafaası ve yeni edebî türlerin müdafaası.

Biz çalışmamızın bu kısmında; Namık Kemal’in eleştirilerinin toplandığı üç noktayı daha da geniş bir biçimde alarak onun teker teker tenkit anlayışını ele alacağız. Böylece yazarın eleştirmen kimliğinin çok boyutluluğunu göstermenin yanında, eleştiri yönelttiği noktaların daha iyi anlaşılacağını umuyoruz. Ama öncesinde böyle bir sınıflandırma yapmadan yazarın edebî tenkit alanında yazmış olduğu eserlere değinmek gerekmektedir.

A. Namık Kemal’in Edebî Tenkit Eserleri

1. Tahrîb-i Harâbât

Yazar bu eserinde, hürriyet mücadelesinde en yakın ve eski dava arkadaşı olan Ziya Paşa’nın bir tür eski Türk edebiyatı antolojisi mahiyetindeki Harâbât adlı eserinin başında yer alan ‘’Mukaddime’’ ile birinci cildinin tenkidini yapmaktadır.

Ziya Paşa, Namık Kemal’le birlikte Londra’da çıkardıkları Hürriyetgazetesinde yayımladığı ‘’Şiir ve İnşa’’ adlı makalesindeki eski edebiyatıçeşitli yönleriyle eleştiren ve her şeyden önce dilin mümkün olduğunca sadeleşmesini belirten tekliflerinden sonra Harâbât adlı antolojiyi yayımlayarak, eserde yer alan mukaddime kısmında eski görüşleriyle çelişen fikirler ileri sürmüştür. Namık Kemal, birlikte karşı çıkıp, yıkmaya çalıştıkları eski edebiyat anlayışınıtekrar canlandırmak isteyen bu eski dava arkadaşına şiddetli bir tepki göstererek bu eseri kaleme almıştır. Namık Kemal’ e göre ZiyaPaşa, Sultan Abdülaziz’e yaranmaya çalışmakta, kendi şiirlerinden birçok örneğe yer verirken Namık Kemal’in şiirlerine pek az yer

14

vermekte, yeni yetişen şairlerden hiç söz etmediği gibi, Nevres gibi orta derecedeki şairleri övmektedir.

‘’Eskiyi hortlatıyorsun, onu beraberce gömmeye azmetmiştik’’ diyen yazar eserinde, Ziya Paşa’nın karışık zevkini, yanlışlarını ve ihmallerini de alaycı bir dille eleştirmektedir. Bu eser öncelikli olarak Ziya Paşa’nın Harâbât Mukaddimesi’ni hedef alır. Onuadım adım takip ederek, edebiyat tarihi, tarih hatta coğrafya konularında yapılmış olan yanlışları dile getirir. Eserde, ayrıca Namık Kemal çok önem verdiği tiyatro konusunda Ziya Paşa’nın fikirlerine karşı çıkar.

1874 tarihinde yazarın Magosa sürgünü sırasında yazılan eser önce Mecmua-i Ebüzziya’da tefrika edilerek yayımlanmış, daha sonra da 1886 yılında da kitap haline getirilmiştir. Yeni harflerle esern tamamı ilk defa Kazım Yetiş’in hazırladığı Namık Kemal’in Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Görüşleri ve Yazıları’ nda yer almaktadır.

2. Ta’kîb

Harâbât’ın ilk cildinde yer alan Türk, Arap ve Acem şairlerinin kaside ve mesnevileri dışında kalan divan nazım şekillerinden seçmelerin yer aldığı ikinci cildi ile mesnevilerinin yer aldığı üçüncü ciltlerini tenkit etmek için hazırlanmış bir eserdir.

Önceki eserin devamı niteliğinde olan bu eserde de doğrudan doğruya bütün kusurlar ile divan edebiyatını hedef alan Namık Kemal, esas olarak Türk edebiyatının henüz tam anlamıyla Fars etkisinden kurtulamadığı bir zamanda, hakikate ve ahlâka aykırı birçok örneği bir araya getiren böyle bir antolojinin gençlik için,meyhane açmak kadar zararlı olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Ziya Paşa’nın bilgi yanlışlarını, sübjektif değerlendirmelerini, tezatlarını, seçtiği örneklerdeki tutarsızlıkları da alaylı bir ifade ile dile getirmiştir. Namık Kemal, Ziya Paşa’yı ve bu eserinigerek edebiyat, gerekse hakikat ve siyaset bakımından benimsediği düşünlere aykırı bulduğundan dolayı eleştirdiğini de belirtmektedir.

Önce Mecmua-i Ebüzziya’ da tefrika edilen eser 1887 tarihinde kitap haline getirilmiştir.

3. İrfan Paşa’ya Mektup

Namık kemal uzunca bir mektup şeklindeki bu eserini, devrinin eski edebiyat taraftarlarından olan İrfan Paşa’nın Mecmua-i İrfan Paşa adıyla yayımladığı divançesinin başında yer alan mukaddimesinde

15

‘’nevresîdegân’’ adını verdiği yeni edebiyat mensuplarına bazı tarizlerde bulunması üzerine yazmıştır.

Namık Kemal burada eski şairlerin dili, edebiyat anlayışları, kullandıkları teşbihlerle birlikte İrfan Paşa’nın eserindeki yanlışlar hakkında fikirlerini açıklamıştır. 1874 ‘te Magosa’da yazılan bu mektup, yine Ebuzziya Tevfik tarafından Mecmua-i Ebüzziya’ da yayımlanmış ve 1887’de kitap halinde çıkmıştır.

4. Mes Prisons Muâhezesi

Recâi-zade Ekrem’in, İtalyan şair Silvio Pellico’nun Le Mie Prigionoadlı Fransızca eserini Türkçe’ye çevirerek1874’de kitap halinde yayımlaması üzerine, eserin aslı ve tercümesini tenkit amacıyla kaleme almıştır.

Öncelikle tercümenin dilini ve üslûbunu tenkit eden yazar, Recâi-zade Ekrem’i, eskimiş ve gereksiz kafiyelerle müstehcen tabirler kullanmakla itham eder ve çeşitli örnekler sunarak ifade bozukluklarıyla tercümedeki zayıflıkları gösterir. Bu eserde yer alan dil ve üslûp üzerine görüşler, yer yer Magosa hatıraları ile Namık Kemal’in karakterini ve eserlerini belirten kısımlar, bu tenkidin önemini ve değerini arttırmaktadır. Adı geçen tenkit yine Mecmua-i Ebüzziya’ da yayımlanışıtır.

5. Mukaddime-i Celâl

Namık Kemal’in Celâleddin Harzemşah piyesinin baş tarafında yer alanbu mukaddime, öteden beri Victor Hugo’nun romantizmin beyannamesi kabul edilen Cromwell önsözüne benzetilmiştir. Namık Kemal burada bir yandan yeni edebiyat ve batı edebiyatı hakkında bilgiler verirken, diğer yandan eski edebiyata da ağır eleştiriler yöneltir.

Burada roman ve tiyatro türü hakkında verilen bilgilerle edebi eserlerdeki gerçeğe uygunluk ve aykırılık konularındaki görüşler, eserin devri için yeni ve faydalı kısımlarını oluşturur. Bir tiyatroeserinin dilinden sahneye konuluşuna, klasik tiyatrodaki üç birlik kuralına kadar bilgiler verilmektedir. Tiyatroyu eğlencelerin en faydalısı olarak gören yazar, dilin güzelleşmesi ve gelişmesi bakımından da tiyatroyu mükemmel bir mektep olarak alır. Edebiyatın çeşitli meselelerinin geniş bir bakış açısıyla ele alındığı bu mukaddimede, ayrıca divan edebiyatı yine ağır ithamlarla tenkit edilirken dilde sadelik konusu üzerinde de sık sık durulmuştur. 1880yılında önce Şark Mecmuası’nda isimsiz olarak yayımlanan mukaddime, 1884-1885 yıllarında Mecmua-i Ebüzziya’ da tefrika edilmiş ve 1888’de müstakil olarak basılmıştır.

16

6. Bahâr-ı Dâniş Mukaddimesi

Bahâr-ı Dâniş, Şeyh İnâyetullah Kanbû’nun Urdu diliyle yazdığı hikâyeve masallarını ihtiva eden Külliyat’ı içinde yayımlanmıştır. Namık Kemal, Magosa sürgünündeyken gönül eğlendirmek amacıyla çeşitli dillere çevrilmiş olan bu hikâyelerden birinin Farsça nüshasından sade Türkçe ile çevirmiştir. Namık Kemal, eserinin başında yer alan mukaddimede ise yine bir taraftan hakikate, tabiata ve akla aykırı olduğu gerekçesiyle divan edebiyatına hücum ederken, diğer taraftan da Fars edebiyatının büyük eserlerini överek bunlardan faydalanılması gerektiğini söylemiştir. Namık Kemal’in biraz aceleyle yazılmış eserleri arasında değerlendirilen bu çalışması 1885 yılında Bahâr-ı Dâniş ile birlikte yayımlanmıştır.

7. Tâlim-i Edebiyat Üzerine Risale

Recâi-zade Mahmut Ekrem’in Mekteb-i Mülkiye’de okuttuğu ders notlarından meydana gelen ve bizde batılı anlamda kaleme alınmış ilkretorik kitabı kabul edilen Tâ’lim i Edebiyat’ının değerlendirilmesini içeren bir eserdir. Kitapta sadece kitabın yazarının eseri değil, aynı zamanda Namık Kemal’inde devrin çeşitli edebiyat meseleleri hakkındaki görüşleri ve düşünceleri yer almaktadır.

Namık Kemal bu eseri Midilli’de iken kaleme almış, ancak son şeklini verememiş ve bu yüzden yayımlayamamıştır. Yıllar sonra müsveddeleri arasında bulunan bu çalışma herhangi bir yorum yapılmadan Necmettin Halil Onan tarafından Namık Kemal’in Tâlim-i Edebiyat Üzerine Bir Risalesi adıyla yayımlanmıştır.

8. Renan Müdafaanâmesi

Namık Kemal’in Midilli’de bulunduğu sırada kaleme aldığı bu eser,esas itibarıyla Fransız Akademisi âzâlarından Ernest Renam’ın 1883 tarihinde Sorbonne’da verdiği ‘’I’Islamisme et Science’’ adlı konferansta ileri sürdüğü ‘’İslamiyet’in özellikle maarif alanında bütünüyle Müslümanların ilerlemesine engel olduğu’’ şeklindeki görüşlerini eleştirmek üzere yazılmıştır.

Burada önce Renan’ın kısaca hayat hikâyesini anlatan yazar, daha sonra onun papaz okulunda okuduğunu, ancak fikir ve itibariyle Hristiyanlıkla Uyuşamadığı için kiliseden uzaklaşarak müsteşrikler arsına katıldığını belirterek, İslamiyet hakkındaki ön yargılarının nereden geldiğini anlatmaya çalışır. Namık Kemal’in burada meseleyi sadece bir din konusu değil, aynı zamanda bir medeniyet meselesi olarak ele aldığı da açıkça görülmektedir.

17

Midilli’de, konuyla doğrudan ilgili olmak üzere yanında yeterince kaynak bulunmadığından da söz eden yazar, buna rağmen, çeşitli batılı yazarlar ve İslam tarihinden, hatta Renan’ın kendi ifadelerinden getirdiği delillerle onun ve onun gibi düşünen batılı yazarların iddialarını çürütmeye çalışır. Kitap halinde ilk defa II.Meşrutiyet’in ilân edildiği 1908 yılında yayımlanan eserin daha sonraki tarihlerde birkaç baskısı daha yapılmıştır.

B. Namık Kemal’in Tenkit Konuları

1. Şiir Üzerine Tenkitleri

Namık Kemal, şiirde yenileşme çabalarını Şinasi’ nin açmış olduğuyolda daha da geliştirerek gür bir sesle devam ettirir. Namık Kemal,hem şiirleri hem de nesirleriyle klasik şiiri tenkit eder. O, şiirlerinde bir milletin kendine dönüş arzusunu hep canlı tutmaya çalışır. Eski Türk edebiyatını ise kullanmış olduğu dil, hayal sistemi ve edebî sanatlarla yüklü olmasından dolayı sert bir şekildetenkit eder.

Yazarın şiirlerinin ana ekseninde vatan ve millete hizmet etme noktası yer alır. O şiiri kendi duygu ve düşüncelerine ortak etmeye çalışır ve bu bağlamda eleştirilerini yöneltir. Namık Kemal’e göre Divan edebiyatının toplumla ve tabiatla bağlarının sağlam olmamasının sebebi; kendi içine kapanmış, soyut, Arapça ve Farsça tamlamalarla kurulmuş olmasında aranmalıdır. Bu durum eski Türk edebiyatına özgü eserlerinin gerçek yaşamdan uzak ve hayalci ürünlerortaya koymasına neden olmuştur. Bu noktada Celâl Mukaddimesinde unları söyler:

‘’ Dîvanlarımızdan biri mütalâa olunurken insan; muhtevi olduğu hayâlâtı zihninde teressüm ettirse, etrafını maden elli, deniz gönüllü, ayağını Zuhal’in tepesine basmış, hançerini Mirrîh’in göğsüne saplamış Memduhlar, feleği tersine çevirmiş de kadeh diye önüne koymuş, cehennemi alevlendirmiş de dağ diye göğsüne yapıştırmış, bağırdıkça arş-ı a’lâ sarsılır, ağladıkça dünya kan tufanlarına gark olur âşıklar; boyu serviden uzun, beli kıldan ince, ağzı zerreden ufak, kılıç kaşlı, kargı kirpikli, geyik gözlü, yılan saçlı ma’şukalarla mâlâmâl göreceğinden kendini devler; gulyabânîler âleminde zanneder.’’ 24

Namık Kemal, şiir ve edebiyatın, toplum, insan ve sosyal yaşamlabağlarının sağlam olmasından yanadır. Bu yüzden de şiirde kendi milletinin değerleri peşinde koşar. Onun tek amacı, Tanzimat’la başlayan değişim ve dönüşümlerin, şiir ve edebiyat sahasında da

24 Nâmık Kemal, Mukaddime-i Celâl ( Celâleddin Harzemşah, hazırlayan: Hüseyin Ayan), İstanbul; 1969, s.7-8.

18

hızlı bir şekilde gerçekleşmesi ve şiir gibi edebî ürünlerin gerçeğeyaklaşarak, hayat ve tabiatı gerçeğe uygun şekilde ifade etmesidir. Namık Kemal, klasik Türk şiirinin bu özelliklerden yoksun olmasındandolayı, klasik Türk şiirinden uzaklaşılmasından yanadır. Yazar, “Sâniyen, şiirin mücerred bir emr-i tabiî olmadığı nasıl iddia olunabilir? Zât-ı vâlânız şiire ne kadar sa’y ettiniz?” diyerek şiirin doğal e saf bir emir olduğunu dile getirir. Şiiri saf bir tür olarak görmeyenlere de olumsuz eleştirilerini yöneltir. Namık Kemal’e göre şiiri nesre uygun bir hale getirme çabası, seci ve benzetmeler yapmak, şiiri süsaracı olarak görmekten ibarettir. O, şiiri her zaman “mücerred bir emr-i tabiî” olarak görür. Bunun aksi ise Namık Kemal göre şiiri bozmak, şiiri gerçek anlamından uzaklaştırmaktır. Bu duruma eleştirisini de şu şekilde getirir:

“Evvela bu bâbta muârızların efkârını reddetmek sadedinde bulunmamaya lüzum görmüyorum.Garez bunları iskât ve ilzâm ise, şiire meş’ûmiyyet ve nekbet isnâd edecek derece kanûn-ı tefekkürdengafil olan divaneler nasıl ikna, olunur ve ne sûretle mephut olur. Yok murâd şiire tergib ise, bunlar şiir söyler de ne fâide görülür. İşte birtakım söyleyen yadigârlar var; kâşki dilleri tutulsa da söylemeseler.”

Namık Kemal, nesir ile şiiri iç içe kullananları sert bir şekildeeleştirir. Şair, şiirin; ahlaki değer ve fikirlere yer verilerek halkın ahlaki öğretilerinin yüceltmesinden yanadır. Bu değerlerden yoksun olan şiirin milletimize bir yarar sağlamadığı gibi ahlaki değerlerini de bozduğunu ifade eder ve bu tarzda yazılan şiirleri kötü yönde tenkit eder. Halkı meraklandırarak kendine davet eden şiiri, olumlu yönde tenkit eden Namık Kemal, şiiri her zaman çağın şartlarına uygun, yaratıcı bir eylem olarak görür ve şiiri kendi iç dünyasının görüntüsü olarak adlandırır. Ona göre şiir, iç dünyanın gerçek dünya ile bir arada yürüdüğü eksendir. Onun için dünya ile yaşam, şiirin genel çerçevesidir. Şiiri genel olarak mevzun, mukaffâve muhayyel özellikleriyle tanımlayan Namık Kemal, şiir eleştirilerinin hemen hemen hepsinde fesahâte/açıklığa ve anlama büyük önem verdiğini söyler. Namık Kemal,Menemenli Tâhir’e 29.12.1883 tarihinde yazdığı mektubunda, “Hüsn-i ezeli teverrüm etmiş mısrâ’ına ben yine kâni olamadım. Hüsn âhilesi diyeceğim bu âhile hem cemi, müfred olarak kullanılmış olmaklazım gelir ki Lûgat-i Osmaniye’de âhile müfred âhilât da ânın cemi’dir deniliyor. Kâmusta yokAhterî’de yok imiş… İhtimal ki Vankulu’da yoktur.” diyerek anlatım ve sözcük kullanımındaki tutumunu tenkit eder. Hiçbir sözlükte bulunmayan kelimelerin, şiirde kullanılması, anlatım ve açıklığı zorlaştırdığını dile getirerek bu türlü sözcük kullanılmasını eleştirir. Namık Kemal yine aynı mektupta

19

“Şiirde biraz fesahât isterim. Hem güç olur; hem geç olur; mamâfih öyle olmak lazım gelir. Kırkbeş yaşındayız; bir beyti kırk kıyâfete sokmadıktan sonra meydana atamıyorum. Nâci, veyâ ism-i âharla Messûd-i Harâbâtî, yahut kazım Paşa; yâhud, mâhud, veya mahûd şairler, beyler falanlar gibi mânası elfâzında sığmaz, elfâzı mânasının ayıbını setredemez türrehât söylemek kolay şey… Dur bakayım sana şiir târifinde bence mübarek ve mukaddes olan ecill-i suarâ Shakesparare Hazretleri’nin bir ibâresini tercüme edeceğim… Şiirde elfâz mûsikide hanendeye benzer; fasih olmayan kelimeler; manâyı, çirkin sesli hânendeler kadar bozar…” diyerek görüşlerini net bir biçimde açıklığa kavuşturur. Namık Kemal, şiirde açıklık yerine söz ve musikiye önem verenleri, şiirde açıklık ve anlaşılırlık yerine şiiri söz ve musiki uğruna feda edenleri olumsuz yönde eleştirir. Onun eleştirdiği en önemli nokta; “Hani bizim Türkler’in eski eski bir ta biri vardır a, “Ah râbıtasızlık!” derler. İşte o rabıtâsızlık âlem-i edebiyatta lafzı mâ naya, mânayı lafza bağlayamamaktan zuhur ediyor.” diyerekklasik Türk şiirinde mana yerine söz sanatlarına ve ahenge verilen önem ve bunu kullanan şairleri eleştirir. O şiirin dünyayı takip eden ve insanın gelişmesinde etkili olan yönünü ön plana çıkarır. Abdülhak Hamid’e yazdığı 17.02.1879 tarihli mektubunda; “Bugünkü fikrime göre bizi Türkçede istediğimiz şiiri söylemekten men eden vezin değil kafiyedir.” diyerek eski Türk şiirindeki kafiye anlayışını tenkit eder ve Abdülhak Hamid’e şiir yazarken kafiyeden dolayı zorluk çektiğini belirtir. Namık Kemal, döneminde şiir sahasında kendisinden sonra gelen birçok şairi tenkitleriyle yön verir. Bu bakımdan onun şiirde yapmakistediklerini Recaizade Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamid gerçekleştirir. Ona göre şiirde işlenen tema, şiirin özünü oluşturanen önemli unsurdur. Şiiri toplumun yararına kullanan Namık Kemal, çevresindeki gençlere de bu yönde nasihatler verir. Şiiri bütün şahsiyeti ve çevresiyle değiştirmeye çalışan Namık Kemal, dönemindeki edebî görüşleri de tenkit eder. Genel olarak Namık Kemaltenkit yazılarında, hayalî varlıklardan bahseden ve söz sanatlarınıniçinde kaybolmuş şiiri, eski şiiri tenkit eder. Bu tenkitlerin ana nedeni ise Divan edebiyatının klişe söyleyiş biçimidir. Yazılarında şiiri, akıl, düşünce ve fen yönünde ele alan Namık Kemal, şiirde aklın önemine, düşüncenin gerçekçiliğinin işlenmesine değinerek eskiedebiyatı ya da şiiri bu yönlerden yoksun olduğu için tenkit eder. Ayrıca değindiği bir diğer nokta da; şiirin geleneksek ve milli duygulara hizmet etmesidir. Namık Kemal şiiri, halkı büyüten ve onu eğiten bir tür olarak görür. Divan şiirini de halktan ve halkı anlamaktan uzak olmasından dolayı tenkit eder. Şiiri, toplumun ahlaki ve fikri anlamda hizmetine sunmayı amaç edinir. Namık Kemal, şiirde kafiye konusuna büyük önem verir ve tenkit yazılarında da bu yönde görüşlerini ortaya koyar. Sanatçının eserlerine baktığımızda kafiye üzerine eleştirilerinin genelde

20

olumsuz olduğunu görürüz. Bunun nedeni, klasik şiirin kafiye konusundaki katı tutumudur. Klasik Türk şiirindeki kafiye anlayışının ses ve ahenkle ilgili olduğunu ve Arapça ile Farsçanın kurallarının doğrultusunda gelişim gösterdiğini belirtir. Namık Kemal ise şiirin bu eksen üzerine gelişme göstermesine karşı çıkar ve şiirde millilik hususlarının olmasına dikkat çeker. Tanzimat

şiirinde lafzٔ ve kafiye yerine manayı ön plana çıkartarak yeni şiiringelişmesine olanak sağlar. Şiirin kafiye ve vezne kurban edilmesini istemeyen şair, Tanzimat’tan önceki klasik Türk şiirini manayı kafiyeye feda ettiği için tenkit eder. Ebüzziya Tevfik’e yazdığı 03.01.1879 tarihli mektubunda; “Hazâkat ve iltisâk ve tardiye me’selelerine dâir yazdığın şeylerde hakkın yoktur; çünki bizim müsteşidâtımızdan olan Osmanlı üdebâsı şevâib’i mevâib’e, takvâ’yi deryâ’ya, kevâkib’i muvâkib’e, suğrâ’yı kübrâ’ya kafiye yapmakta marifet gösterdikleri için, bizlerce müsteşhidâttan olmadılar. Vakı’a mânayı kafiyeye feda ederlerdi.” Diyerek eski şiirde kafiye uğruna mananın ortadan kalktığınıbelirtir.

Yazarın tenkit ettiği diğer bir konu, kafiye uğruna Türkçenin zorlanması ve yabancı diller tarafından kuşatılmasıdır. Şiirde kafiye uğruna Arapça ve Farsça kelimelerin kullanılması Namık Kemal için şiir dilinin anlaşılmaz bir hale sokulmasıdır. Dolayısıyla Namık Kemal, kafiye için şiir dilinin anlaşılmaz biçime sokulmasını eleştirir. Bu eleştirinin bir diğer sebebi ise; kafiye yüzünden Türkşiirinin ve şairlerinin gelişme gösterememesidir. Namık Kemal’in şiirde kafiye üzerine tenkitlerinin bir diğer önemli noktası Arap alfabesinden kaynaklanan kafiye anlayışıdır. Arap alfabesi ile Türk şiirinde yapılan bazı kafiyelere karşı çıkar. Namık Kemal’e göre kafiye, kendi şiir dilimizin özelliklerini içermelidir. Recaizade Mahmut Ekrem’in “Bahar” adlı manzumesinin üçüncü lahnını kafiye anlayışı bakımından eleştirir. Recaizade Mahmut Ekrem’e “Üçüncü lahnın güzel; fakat (ta birler mazûr ola) altı kaval üstü şeşhâne tasvsifine mazhar olmaktan kurtulamıyor. Bir tarafından erken-derken gibi Türkçe’de maruf olmamış fakat Türkçe, bir tarafında ise meşcere gibi gayr-i me’nûs Arabça, veyâhut lems gibi, bedid gibi edebiyyat-ı cedideden tardolunmuş Arabî ve Farsî kafiyeler var;” diyerek Türkçenin kafiye uğruna Arapça ve Farsça kelimelerle kuşatılmış olmasına karşı çıkar.

Köklü bir şiir geleneği bulunan Türk edebiyatı, önceden sözlü ve yazılı edebî ürünlerinde büyük bir çoğunlukla hece ölçüsünü kullanmaktaydı. Bu durum, Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerine kadar böyle devam etti. Nitekim İslamiyet’i kabul ettikten sonra Arap ve Fars edebiyatı ile yakın ilişki içerisine giren Türk edebiyatı, aruz ölçüsü ile tanıştı. İlk dönemde İran edebiyatındaki aruzu kullanan Türk şairler, aruzun bütün özelliklerini Türk edebî ürünlerine uygulamaya başladılar. Ancak Türkçenin, yapısı aruz

21

kurallarının uygulanmasına pek de uygun değildir. Bunun başlıca sebebi, Türkçede uzun ünlülerin yer almayışıdır. Bu eksikliği gidermek isteyen Divan şairleri, Türkçedeki bazı ünlüleri uzatarak aruz ölçüsüne uygun hale getirmeye çalıştılar. Ancak bu durum gerek Türk dilini gerekse dönemindeki şairleri zorlayan bir durum ortaya çıkarır.

Tanzimat’la birlikte Batı’ya, dolayısıyla da Batı edebiyatına yönelen sanatçılar, Batı’daki yeni türlerle tanışırlar. Bu durum tekrardan aruz-hece tartışmasını ortaya çıkarır. Çünkü Batı’daki edebi türler aruz vezniyle yazılmaya uygun değildir. Bundan dolayı Tanzimat döneminde hece-aruz tartışması edebî tartışmaların ileri gelen konuları arasında yer alır. Namık Kemal de çeşitli tenkit yazılarında bu konuya değinmeyi ihmal etmemiştir. Sanatçı tenkit yazılarında aruz ölçüsünü olumsuz yönde tenkit ederken, hece ölçüsünü millî ölçümüz olduğu için över. Ancak ne var ki Namık Kemal’in şiirlerinde aruz veznini, hece veznine göre daha fazla kullandığını görürüz. Tahrib-i Harâbât, İrfan Paşa’ya Mektup ve Celal Mukaddimesi’ nde Namık Kemal’in vezin konusunda tenkitleri oldukça yer edinmektedir. Namık Kemal, aruzu Türk şiiri önünde en büyük engel olarak değerlendirir ve Türk şiirinin aruz ölçüsünden ayrılmadıkça gelişme gösteremeyeceğini savunur. Bu durumu; “Evzân-ıAcem’den ayrılmadıkça bizde tiyatro olacak kadar tabiî şiir söylemeye kabiliyet göremiyorum.’’ diyerek dile getiren Namık Kemal, Batı edebiyatından edebiyatımıza yeni gelen edebî türlerin gelişmesinde en büyük engeli “Evzan-ı Acem” olarak görür. Namık Kemal, gerek tiyatroda gerek şiirde hece ölçüsünün kullanılmasından yanadır.

Şiirde hecenin on birli ölçüsünü beğenen Namık Kemal, bu ölçününşiire ayrı bir ahenk getirdiğini ifade eder. Ziya Paşa’ya yazdığı mektubunda; “bilmem neden ise, vezninde on bir yerine on heceyi ihtiyâr etmiş. Birçok yerleri güzel olmuş ise de nesirden fark olunmaz dereceye gelmiş.” diyen Namık Kemal,şiirin ölçü yüzünden nesre benzemesini tenkit eder. Ona göre ölçü, şiiri nesirden ayıran ve şiire ahenk kazandıran önemli bir unsurdur.Namık Kemal, hece ve aruz ölçüsü konusunda her ne kadar hece ölçüsünü savunsa da aruz ölçüsünden şiirini kurtaramaz. Namık Kemal, Celal Mukaddimesi’ nde bu hususta kendisini aruzdan yana gösterirken,hece ölçüsünün her ne kadar millî ölçümüz olsa da ahengin letafettenyoksun olduğunu bildirir.

Türk edebiyatı için önemli bir şahsiyet olan Namık Kemal, yeni şiirin konusunda da yazılarında yer verir. Klasik şiirin gerçekten uzak, hayatın akışından kopmuş olmasını tenkit eder. Kendisinin de klasik tarzda bir eğitim almasına rağmen Şinasi’ yi tanımasıyla birlikte şiir ve sanatçı tutumunda büyük bir değişim yaşar. Eski Türk şiirinin içeriğine yönelik tenkitlerde bulunan Namık Kemal,

22

yeni şiirin içeriği hakkında da eleştirilerde bulunur. Namık Kemal’egöre şiir ve edebiyatta hürriyet, “ben” in kendi varlığına hizmet etmelidir. Bu yönde yazılan ve milletin kendi benliğinin oluşmasına yardımcı olan eserler onun için daha makbuldür.

Namık Kemal’in mektuplarındaki bir diğer önemli husus, şiirde vatanın ve vatan teminin işlenmesidir. “Vatanî şiir” anlayışı ağırlıklı bir şiir onun şairliğinin nirengi noktasını teşkil eder. Vatan onun şiirlerinin en önemli dayanağıdır. Onun en büyük aşkıdır.

“Vatan yolunda dökülecek yaş, şehidân-ı hürriyetin yanaklarına dökülecek kandan ibârettir. Hubb-i vatan gibi, gayret-i insâniyye gibi, yanmış, kömür kesilmiş gönülleri safvet ve metânet billurlaştırmak elmas etmek şerefinden olan havass-ı gaibeye mâlik olanların gözünden, lisân-ı nedâmetin tecessüm etmiş cezâ-yı âcizânesi demek olan girye nasıl dökülür.”

Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem’in yapmış olduğu “Mes PrisonsTercümesi” ni tenkit eder. Tenkitin başlıca sebebi Silviyo’nun ağlamasıdır. Çünkü vatanını seven bir insan asla ağlamaz. Yürekli, cesur, ideal insandır. Recaizade Mahmut Ekrem’i böyle bir kahramanı

zaٔ flarına yenik düşürerek anlatmasını eleştirir. Bu da gösteriyor kiNamık Kemal, vatan kahramanlarının idealist yüce bir kişilik olarak şiirde işlenmesinden yanadır. Namık Kemal’e göre şiir, vatana hizmetetmelidir. Halk arasında millî ve medeni birliği sağlamalı, millî benliği muhafaza etmelidir. Şiirde işlenen temalar mantığa uygun olup, insana vatanperverliği aşılamalıdır. Bu özelliklerden yoksun olan şiir ise ona göre topluma faydası olmayan ve toplumdan uzak olan bir şiir anlayışıdır.

2. Roman Üzerine Tenkitleri

Namık Kemal romanı da diğer edebî türler gibi halkı eğitmeye yarayacak, fikirleri geniş kitlelere yayabileceği faydalı bir eğlence olarak nitelendirir. Hayatı boyunca sadece iki roman kaleme alan yazarın hem ilk romanı İntibah’ta hem de Cezmi adlı romanında, makale, şiir, tiyatro ve tarihle ilgili diğer eserlerinde, mektuplarında ele almış olduğu bazı fikirlerini romanlaştırmış olduğu görülmektedir. İntibah’ta aile kurumu ve çocuk eğitimi üzerinde dururken, Cezmi’de ise daha çok İttihâd-ı İslâm yani İslam birliği ideolojisi etrafında yoğunlaşmaktadır. Onun hemen bütün eserlerinde görülen sosyal fayda ve kıssadan hisse çıkarma anlayışı yazarın romanlarına da aksetmiştir.

23

Başlangıçtaki adı Son Pişmanlık olan ve ilk baskısına koyamadığı İntibah adlı romanının önsözünde bu konuda şunları söylemektedir: ‘’ Bir zât varakasında: ‘’ Zamanımızda hikâyeler mi ahlâka hizmet edecek?’’ diye soruyor.Evet, onlar hizmet edecek… İnsan öyle kuru kuruya mev’ize dinlemeğe kani olmuyor,eğlenerek istifade etmek istiyor. Ne yapalım tabiat-ı âlemi değiştirmek elimizden gelir mi?

İtikad-ı âcizâneme kalırsa, hikâye hakikaten insanlar arasında nâil olduğu itibara lâyıktır.İnsan eğlencesinden de faide görecek bir takım nesâyih bulursa zarar mı etmiş olur? (…)

İşte eğleceği dahi bir medâr-ı istifâde etmek mütalâsına mebnîdir ki, Hindliler, İbranîler,Yunanîler, Romalılar, Araplar, Acemler, Avrupalılar daima hakînâme nasihatları şathiyyâtkabilinden birtakım hikâyeler içinde setr edegelmişlerdir.’’ 25

Namık Kemal’e göre roman, ‘’muhatabını ıslah etmek veya eğlendirmek içinmünasebetli münasebetsiz, akla, ağza ne gelirse söylemek tarz-ı kudemâ-perestânesini terkile tabiat-ı beşeriyenin tahliline çalışmaktır. Vicdan-ı beşerdeki serâiri kalbin en gizliköşelerine taallûk etmedikçe bulmak muhaldir. Serâir-i kalbiyye bilimedikçe bir adamasöylenilen sözleri tesir ettirmek ise bütün bütün adîmü’l-ihtimaldir.’’ Yani yazara göreromandaki en önemli mesele, insan ruhunu tahlil etmektir. Çünküinsan psikolojisi yeterince bilinmedikçe, ona etki etmek de mümkündeğildir. Oysa Namık Kemal’e göre bütün sanat eserleri gibi romanında başlıca gayesi insan üzerinde terbiye edici bir etki yapmakolmalıdır. İnsan vücudundaki yürek sırlarının en gizli köşelerinegöz atmadıkça, insanı bulmak boş bir çabadır.

‘’ Çünkü fikir her ne tasavvur ederse bir kere zihnindeki mahfuzât ve gönlündeki teessürâtatatbik eder. Benzerse kabul eder, benzemezse etmez. Bir iki asırdan beri, hususiylezamanımızda Avrupalılar ahvâl-i kalbiyyeyi teşrih etmekte bir mahâret-i fevkalâde izhârederek gerek tiyatro, gerek hikâyeyi edebiyatın en büyük kısımları i’dâdına idhal ettiler. HattâFransız lisânında hikâyeye ‘’roman’’ derler.’’ 26

Yazar hikâyeyi tanımlarken, hayal gücünün, Doğu’da doğal olarakBatı’dan üstün olduğunu ve Avrupalıların her fende olduğu gibiedebiyatta da Hind’in, Yunan’ın, Arab’ın, Acem’in taklitçisiolduğunu ve roman gibi bir özel türün bulucusu olma şerefine de yinebizim atalarımızın eriştiğini belirtir. Ancak Avrupalıların taklitederken, gerçekten taklide değer olanları aldıklarını söyler.

25 Kazım Yetiş, Namık Kemal’in Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Görüşleri ve Yazıları, Alfa Yayınları, İstanbul,1999 s.64-65.26 Kazım Yetiş, Namık Kemal’in Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Görüşleri ve Yazıları, Alfa Yayınları, İstanbul,1999, s. 66.

24

Namık Kemal Celâl Mukaddimesi’nde bizdeki romanla Batı’dakiromanı karşılaştırarak bir roman tarifine gider. Bizdeki hikâyenintılsım ile define bulmak, bir yerde denize batıp sonrada müellifininhokkasından çıkmak, ah ile yanmak, dağ yarmak olarak niteler.

‘’Halbuki bizim hikâyeler tılsım ile define bulmak, bir yerdedenize batıp sonra müellifin hokkasından çıkmak, âh ile yanmak,külüng ile dağ yarmak gibi bütün bütün tabiat ve hakikatin hâricindebirer mevzua müstenit ve suret-i tasvîr-i ahlâk ve tafsil-i âdât veteşrih-i hissiyât gibi şerâit-i âdâbın kâffesinden mahrum olduğuiçin roman değil koca karı masalı nev’indendir.’’ 27

Yazar, Avrupa’daki yazarlardan örnekler vererek bunlarıneserlerini över. Burada binlerce ahlâka uygun eserlerbulunabileceğini ve bunların iftihar kaynağı oldu, ölmez eserlerolacaklarını söyler.

‘’Avrupalılar roman yolunu o derece ileri götürmüşlerdir ki bugün her mütemeddin milletlisânında ahlâkça hatta bir dereceye kadar maarifçe istifade olunacak binlerce hikâyebulunabilir. Hele içlerinde ‘Walter Skot’ gibi ‘Çarles Dikens’ gibi ‘Viktor Hugo’ gibi ‘AleksandrDüma’’ gibi meşâhirin bazı hikâyeleri şu asr-ı medeniyete medâr-ı mübâhât olan muhalledeaddolunmaktadır.’’28

Görüldüğü gibi yazar roman hakkında yazdığı yazılarında insan vetoplum hayatı ile dünya ve tabiatla iç içe olan realist biranlayıştan yanadır. Ona göre hakikat, tabiata ve akla uygunolmalıdır.

3. Tiyatro Üzerine Tenkitleri

Namık Kemal’in tiyatroyla olan ilişkisi; onun tiyatroyu Türk edebiyatıyla tanıtması ve Türk tiyatrosunun yaygınlaşmasına yönelik çabalarını içerir. Şinasi’nin “Şair Evlenmesi” adlı eserinden sonra döneminde Türk tiyatrosuna en fazla hizmet eden şahsiyet tartışmasızNamık Kemal’dir.Yazmış olduğu altı tiyatro eserleriyle tiyatro türünde kendini kanıtlamış olan Namık Kemal, Osmanlı Tiyatrosu’nda oyuncuların yetişmesi için de birçok çalışmalarda bulunmuştur. Sanatçı yazdığı; “Vatan yahut Silistire, Akif Bey, Kara Bela, Gülnihal, Zavallı Çocuk ve Celaleddin Harzemşah”adlı tiyatro eserleriyle bu katkısını ortaya koymuştur. Namık Kemal’e göre “tiyatro insanı ve cemiyeti bütünü ile sarar, kuşatır. Sevdiren, ağlatan,

27 Nâmık Kemal, Mukaddime-i Celâl ( Celâleddin Harzemşah, hazırlayan: Hüseyin Ayan), İstanbul, 1969, s.39.28 Nâmık Kemal, Mukaddime-i Celâl ( Celâleddin Harzemşah, hazırlayan: Hüseyin Ayan),İstanbul, 1969, s. 39.

25

saadet ve ıstırap veren, eğlendiren, terbiye eden, dinlendiren; bütün bunları aynı anda ve beraberce yapandır.”

Yazarın yazılarından da anlaşılmaktadır ki Namık Kemal, edebî türler arasında en fazla tiyatroyu sevmiştir. Bunun nedeni Tanzimat’la birlikte yaşanan değişim ve yenileşme hareketinin tiyatro ile ülkeye taşınmasıdır. Batı tarzında tiyatro, Türk tiyatrosunun bazı enstrümanlarının eksikliğinden ve halkın tiyatro zevkinin düşük olmasından dolayı Türk edebiyatında çok yavaş gelişir. Daha çok şehirlerde oynanan halk tiyatrosu ve köylerdeki seyirlik oyunları, sahneye ve senaryoya gerek duymamaktaydı. Yeni anlayışa ait tiyatro eserleri de bu geleneğe göre kaleme alınmıştır.Namık Kemal ise bu süreçte hem tiyatro eserleri hem de tiyatro üzerine yazılar yazarak Batı tarzı tiyatronun edebiyatımızda gelişmesini büyük katkılar sağlar.

Namık Kemal, tiyatro eseri yazmak, tiyatronun konusu, tiyatro eserlerinin dili ve tiyatro türünde eser veren gençlerin yönlendirilmesi hususu üzerinde durmaya çalışmıştır. Yazar tiyatro ile ilgili görüşlerini Avrupa’dan dönüşü ile birlikte yazmaya başlar. İnci Enginün’e göre “Namık Kemal, mektuplarında da gördüğümüz gibi, tiyatro seyrinden çok hoşlanmaktadır. Özellikle Avrupa’ya gittikten sonra tiyatroya karşı büyük bir ilgi duymaya başlar. Arkadaşlarına yazdığı mektuplarda, bu konu üzerinde sıklıkladurur.” 29 Yazar, mektuplarında olduğu kadar diğer yazılarında da tiyatro denildiğinde bizim için Batı, Batı’da ise Fransız romantik tiyatrosunu örnek göstermektedir. Bizde var olan tiyatroyu ve tiyatrogeleneğini ise, Fransız romantik tiyatrosundan uzak olduğu için yok saymakta ve geleneksel tiyatromuzu tenkit etmektedir.

Namık Kemal, “Tiyatrodan Bahseden Arkadaşlara” başlıklı yazısında tiyatronun “öyle marifet veya ahlâk mektebi değil, âdeta bir eğlence” olduğunu belirtir ve daha sonra diğer eğlenceler içinde en güzeli ve en faydalı olanı olarak tiyatroyu görür. 30 Tiyatro seyretmeyi çok sevenNamık Kemal, özellikle Victor Hugo ve Shakespeare üzerinde durur. Londra ve Paris’te Namık Kemal’in tiyatro ile ne kadar meşgul olduğunu gösteren mektupları mevcuttur. Bu mektuplar yazarın hem Avrupa’da tiyatro ile ilgili yakınlığını hem de tiyatro türüne olan bakışını göstermesi açısından önem arz eder. Yazar, Avrupa’da olduğusürece hemen hemen her gece tiyatroya gider. Bunu da Avrupa’dan arkadaşlarına yazdığı mektuplarında dile getirir.29 İnci ENGİNÜN, Namık Kemal ve Tiyatro. Doğumunun Yüzellinci Yılında Namık Kemal,Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara,1993. s. 14.30 Kazım YETİŞ, Namık Kemal’in Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Görüşleri ve Yazıları, 1996, İstanbul: Alfa Yayınları, 1996, s. 49.

26

Celal Mukaddimesi’ nde “Bir milletin kuvve-i nâtıkası edebiyyât ise, timsâli edebin nâtıka-i zîhayâtı tiyatrodur. Tiyatro fikrin hayâlâtına vicdân, vicdanın ulviyâtına cân, cânın hayâlatına lisân verir.” 31 diyen Namık Kemal, tiyatroyu hep olumlu yönde tenkit eder.

“Hele burada bir tiyatro var; hakikat görülecek bir şey!... Âdeta hem ahlâk hem de lisân için en büyük mekteptir. Bir takım oyunlar oynuyorlar ki taştan yürekleri ağlatır. Hemen ekser geceleri oradayım; lâkin Mevlâna Hacı Nûrî beğenmiyor. O da bir zevzeklik tiyatrosuna mecbur olmuş. Orada kırk-elli yaşında, ağzı cücük, burnu çenesi sivri, gözleri mâ i çil, kaşı yok ki şeklini tarif edeyim, kendi esmer sarı. Omuzları tabla gibi geniş, kolları değnek gibi ince bir karı var. Oyun oynuyor arada kedi gibi miyavlıyor. O da türkü olacak”

Sanatçı, bizdeki tiyatro anlayışı ile Batı’daki tiyatro anlayışı arasında bir karşılaştırma yoluna gider. Bizdeki tiyatro ve tiyatro oyuncularını da eleştiren Namık Kemal, tiyatro oyuncularının neredeyse her bakımdan yetersiz olduğunu belirtir. Onların aynı zamanda dili yerelleştirerek kullanmaları ise değinilmesi gereken bir başka olumsuzluktur. Metin And, “Çoğunluğu Ermeni olan oyuncular zaten bozuk olan telaffuzları yanında bir de konuşma diline böylesine yabancı metinleri oynayınca bu seyirciler için anlaşılmaz, içinden çıkılmaz bir durum alıyor.”32 diyerek o dönemdekioyuncuların dil konusunda yetersizliklerinin nedenlerini açıklar.

Namık Kemal, Batı’daki tiyatro ve tiyatro eserlerinin, dilini ve söyleyişini olumlu yönde tenkit eder. Celal Mukaddimesi’nde bizdeki tiyatro oyuncularına değinen yazar, “Filhakîka tiyatromuz öylemücevver marazlı, mükemmel perdeli olmadığı gibi, oyuncular evzâda zararsız, fakat telâffuzdatemâşanın yarı zevkini gâib ettirecek kadar kusurludur.” 33 diyerek oyuncuların kedigibi miyavlamala-rının tiyatrodan, tiyatro eserinden alınması gereken zevki ve dersi yarıya indirdiklerini belirtir. Ona göre tiyatro, halkı eğitmeli ve halkın diline hizmet etmelidir. Tiyatronun göze de hitap etmesi gerektiğini belirten yazar, tiyatroyu toplumun bir aynası olarak görmektedir. Bu aynanın da dahadüzenli ve daha güzel olmasını dilemekte ve estetik bir gaye gütmesini istemektedir. Her ne kadar tiyatroyu, hayatı anlatan ve içeren bir tür olarak görse de her zaman sahnede estetiğin ve güzelliğin olmasından yana bir tavır sergiler.

31 Önder GÖÇGÜN, Yeni Türk Edebiyatı Metinleri I, Konya: Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları,1987, s. 167. 32 Metin AND, Tanzimat ve İstibdat Döneminde Türk Tiyatrosu 1839-1908, Ankara: Türkiye İşBankası Yayınları, 1972, s. 306. 33 Önder GÖÇGÜN, a.g.e, s.165.

27

Namık Kemal, Türk tiyatrosunda gerçek anlamda büyük yenilik ve değişimler yapan bir sanatçıdır. Onun mektuplarında ya eleştiri yazılarında tiyatro hususundaki görüşlerinin önemli olan bir diğer cephe ise, tiyatronun halkı eğitmesi ve halkın millî duygularını harekete geçirmesi hususudur. Bu açıdan Tanzimat’la birlikte tezli tiyatro yolunu açan Namık Kemal, mektuplarında tiyatro eserlerinin sosyal faydacı yönüne değinir ve gençleri bu konuda olumlu yönde eleştirir. Bu konuda İnci Enginün şöyle bir açıklama yapar; “Namık Kemal’in tiyatro ile meşgul olması Tanzimat sonrası tiyatro faaliyetlerinin çok artmasına ve tezli tiyatronun gelişmesine yol açmıştır. Tiyatro faaliyetlerinin çoğalması sevindirici olmakla birlikte, tezli tiyatro, tiyatronun ayrı bir sanat ve teknik meselesi olduğunu unutturmuş, sahneyi günlük meselelerin dile geldiği bir çeşit kürsü haline sokmuştur.” 34 bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi yazar, tiyatroyu sadece bir eğlence aracı değil, bir tez aracı olarak da görmüş ve gençleri de bu yönde eserler vermesi teşvik etmiştir.

Namık Kemal, halk tiyatrosuna, halkın ahlakını bozduğundan fazlaitibar etmez. O, halk tiyatrosunu, Batılı anlamda tiyatronun gelişmesine bir engel olarak gördüğünden, sık sık olumsuz yönde tenkit eder. Namık Kemal, Ocak 1876 tarihinde yazdığı bir mektubunda:“Ortaoyunları’nın hâlini bilirsiniz. Bunlar olsa olsa halkın fesâd-ı ahlâkla haiz olduğu dereceye numûne olabilir. Vâkıa tuhaflığı inkâr olunmaz; fakat ne derece mugayir-i edep olduğu meydandadır.”

Kenan Akyüz’ün de belirttiği gibi Namık Kemal’e göre tiyatro; “herşeyden evvel eğlencedir; fakat hükmü hemen bir “içtimaî fayda” düşüncesi takip eder ve tarif “faydalı bir eğlence” şeklinde tanımlanır.35 Namık Kemal 17.02.1879 tarihinde Abdülhak Hamid’e yazdığı mektubunda; Abdülhak Hamid’in “Nesteren” adlı tiyatro eseri üzerine tenkit ve görüşlerini bildirir. Abdülhak Hamid’in ”Nesteren” adlı eserinde konu hususunun da bize uygun olmadığını Batı kültürünü yansıttığını dile getirerek tekniğingüzel ancak işlenen konunun bazı yerlerinin bize uygun olmadığı yönünde eleştiriler bildirir. Anlaşılmaktadır ki yazar gençlere tiyatro hususunda yön verirken kendi şahsi fikirleri arasında yer alan millilik düşüncesini de yansıtmalarını istemektedir.

Namık Kemal’in tiyatro eserlerinin tercümesi konusunda da tenkitleri vardır. Ona göre her tiyatro eseri tercüme edilmesi gerekmektedir. Namık Kemal’in isteği bize gereken, halkımızı, eğitenve dilimize uygun eserlerin tercüme edilmesidir. O, gelişigüzel, hiç bir amaç taşımayan tiyatro eserlerinin tercüme edilmesine karşı çıkmaktadır. Batı tiyatrosu hakkında Sâmi Paşazâde Sezâi’ye bilgi veren Namık Kemal;

34 İnci ENGİNÜN, a.g.e 1993, s. 18.35 Kenan AKYÜZ, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, 1860-1923, İstanbul: İnkılâp Yayınları,1995, s.58.

28

“Herman’i, Victor Hugo’nun birinci tiyatrosu olmak mes’eleleride sizin Fıransızca hocası hezâyan buyurmuşlar; Hâmid’in tahkiki de yanlış… Hugo’nun birinci tiyatrosu Cromwell’dir…Shakspeare’in Hamlet’i fevka’l-âde yazılmış tiyatrolardan biridir; fakat âsârının en alâsı değildir. Shakspeare’in kâffe-i âsârına Macbeth namındaki tiyatrosu fâ’ik olduğu cumhûr-ı udebâ indinde müttefik aleyhidir.” diyerek bir başka açıdan yazar, Batı tiyatrosu hakkında da tenkitlerde bulunarak Batı’daki tiyatro ve tiyatro eserlerinin bizimedebiyatımızda tanınmasını sağlar.

4. Gazete Üzerine Tenkitleri

Tanzimat edebiyatında yenileşme ve modernleşme hareketinin yansıdığı edebî türlerden bir de gazetedir. Bu dönemde gazete, halkıaydınlatma ve halka yararlı olma düşüncesi etrafında şekillenmiş ve diğer edebî türler içerisinde ön plana çıkmıştır. Ahmet Hamdi Tanpınar; “Yeniliğin memleket içinde yerleşmesinde ve gelişmesinde âmil olan şeyler arasında yeni yeni fikir süren gazeteciliği de saymak lazım gelir.” diyerek gazete ve gazeteciliğin önemini de vurgular.36

1862–1873 yılları arasında gazetecilikle uğraşmış olan Namık Kemal’in, bu yıllara ait mektuplarında gazete ve gazetenin fonksiyonuna yönelik tenkitlerde bulunduğunu görürüz. Ona göre; gazete, bir insanın kimliğini dahi ortaya koyabilme gücüne muvafıktır. Namık Kemal, Rüşdî Efendiye 1865 yılında yazdığı mektubunda “Fil-hakika buna diyecek yoksa da, bu tedbir-i şifâhî olmalıdır; çünkü zâten tahsile düşmemiş adam, elbette gazete ve risâle alıp okumaz.”37 diyerek düşüncelerinidile getirir. Bu görüşlerinden anlaşılmaktadır ki yazarı gazeteyi, bir kültür ve bilgi alanı olarak görür. Eline gazete alıp okumayan insanları tahsilden uzak, cahil kişiler olarak değerlendirir. Görülür ki gazete onun için bilginin ta kendisidir.

Namık Kemal’in gazete konusunda değindiği bir başka husus da bizde neden gazetenin gelişmediğidir. Bu konuda devleti ve aydınlarıeleştirmekte ve insanımızın yazın hayatından uzak durmasına kızmaktadır. Bunun bir nedenini de halkın boş zamanlarını kıraathanelerde geçiriyor olmasına bağlar. Bizde gazeteciliğin nedengelişmediğini aslında şu sözlerle çok iyi anlatır:

“Takvim-i Tecâret”i görmüş mü idiniz? İsimlerinin bir cüzü müttehittir ammâ, bu gazete öteki

36 Ahmet Hamdi TANPINAR, 19 uncu Asır Tür Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Çağlayan Kitabevi, 1997, s. 146.37 Feyzi Abdullah TANSEL, Namık Kemal’in Husûsî Mektupları I, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1997, s.36.

29

Takvim’e hiç benzemez. Hâvî olduğu efkârın istikameti ve muharrirlerin selika-i kitâbeti cihetiile hakikaten şâyân-ı mütelaa bir eserdir; Lakin işittiğime göre irâdı masrafına mukābele etmediğindenidâresinde suûbet çekilmekte imiş. Bir gazete Avrupa’da birkaç yüz kişiyi beyler gibi geçindirir.Burada ekseri kendi masrafları korutamaz.’’

Bu konuda halkın bilinçlendirilmesinden yanadır. Diğer taraftan da özel gazetelerin devlet tarafından da desteklenmesini ister. O gazetenin sosyal bir fayda gütmesini amaçlar. Gazetenin her kesime hitap etmesinden yana olan Namık Kemal, sadece bir konu üzerinde yoğunlaşan gazeteleri de gazeteciliği de tenkit eder. Onun bu konudaki görüşlerini en iyi şu sözleri ifade eder:

“Times gazetesi ki, İngilizler’in Nevâbig-i Zemahşeri ve Mâkâmat-ı Hamedâni ve Harirî’sidir; umûr-ı düvelliye ve dekāyık-ı politikadan bahsederken pamuk ve fabrika ve kömür ve kürek ve soba ve mangal fıkralarına geçer. Kezâlik Fransız gazeteleri dahi meâlî-i- umûra bakmayıp daima hasâyisle iştigāl ederler.”38

Avrupa’daki birçok gazetenin içeriğinin sade politik ve ekonomik konulardan oluşmasını ve sosyal konulara yer vermemesi Namık Kemal’in tenkit ettiği bir başka noktadır. Bu bakımdan İstanbul’da çıkan Al-Cevâib gazetesini örnek gösterir. Bu gazetenin her sayfasındafarklı konuların işlendiğini belirterek gazetenin övgüsünü yapar. Namık Kemal’in Yeni Osmanlılar Cemiyeti tarafından Avrupa’da neşredilen “Muhbir” gazetesi hakkında da birtakım tenkitleri vardır. İlk olarak İstanbul’da çıkarılan bu gazete, 32. Sayısında hükümet

tarafından kapatılır. Daha sonra Londra’da Ali Suٔ avi tarafından tekrardan çıkarılan bu gazetenin İstanbul’a kolayca giremediğinden dert yanan Namık Kemal, hükümet yöneticilerini bu hususta eleştirir. “Gazetenin idhâlinde sıkıntı çekiyoruz, şu ayrıcalık mehâretini, elmas kaçıranların aleyhinde kullansanız da bizim gazete kaçıranların eşyâsını, o kadar aramayıverseniz iş pek kolaylaşırdı.”39 diyerek gazete ve gazeteciliğin gelişmesinde ne kadar çoksıkıntı çekildiğini söyler. Namık Kemal Tasvîr-i Efkâr gazetesinde çalıştığı sırada gazetede basılacak eserlerin maliyetleri hakkında dabilgiler verir.

Namık Kemal’in gazete ve gazetecilik üzerine tenkitleri, gazetenin Tanzimat döneminde gelişme göstermesine yöneliktir. Namık

38 Feyzi Abdullah TANSEL, Namık Kemal’in Husûsî Mektupları I, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1997, s.162-163.39 Feyzi Abdullah TANSEL, Namık Kemal’in Husûsî Mektupları I, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1997, s.131.

30

Kemal gazeteyi, bilgiyi toplumsallaştırmak, halkın düşüncelerini yansıtma aracı ve halka bilgi vermesi yönünde ele alır. Onun mektuplarında ve yazılarında özellikle üzerinde durduğu konu, gazetenin Osmanlı’nın modernleşmesine önemli ölçüde katkı sağlayacağı düşüncesidir.

5. Dil ve Edebiyat Üzerine Tenkitleri

Namık Kemal’in edebî yazılarından anlaşılır ki; edebî türlerin Türk edebiyatında yaygınlaşması, modern bir edebiyat anlayışının gelişmesi ve Türk dilinin kullanılışı gibi hususlarda tenkitlerinin yoğunlaştığı görülür. Onun ilk münekkidimiz olduğunu düşünürsek eserlerinde neden bu özelliği sıklıkla kullandığı ortaya çıkar.

Kazım Yetiş’ e göre Namık Kemal dil meselelerinden çok edebiyat meseleleri ile ilgilenmiştir. Bugüne kadar da, dilden çok edebiyat ve Türk edebiyatı üzerinde çalışmalar yapmıştır. Özellikle eski edebiyata dair tenkitleri en çok üzerinde durduğu konulardır.40 Biz bugün Namık Kemal’in yazılarından yola çıkarak dil ve edebiyat üzerine tenkitlerini; Arap dili ve edebiyatı, Fars dili ve edebiyatı, Batı dili ve edebiyatı ve Türk dili ve edebiyatı olarak inceleyebiliriz.

a. Arap Dili ve Edebiyatı Üzerine Tenkitler

Namık Kemal’in dilin millet hayatındaki önemini belirten çok önemli yazıları mevcuttur. Çünkü o dili, toplumu kaynaştıran en önemli unsur olarak görmektedir. Namık Kemal, eski edebiyatı tenkit ederken diğer yandan da Arap dili ve edebiyatını da değerlendirmeye tabi alır. Kazım Yetiş; “Namık Kemal edebiyatın, milletin muhafazasında oynadığı ehemmiyetli rolü anlatırken misal olarak Arap edebiyatını gösterir. Devlet ve ilim hayatları sönmüş olan, hatta bazı fırkaları dillerini kaybetmiş bulunan Araplar, edebiyatları sayesinde kavmiyetlerini koruyabilmişlerdir. Dolayısıyla o, bu noktada Arap edebiyatına üstünlük tanımaktadır.”41 diyerek Namık Kemal’in Arap dili ve edebiyatına karşı görüşlerini ortaya koyar. Ona göre Arap dili, dünyada önemli diller arasında yer almaktadır. Çünkü Arapça birçok milleti ve bu milletlerin dilini etkilemiştir. Bunun nedenini birçok düşünür, şair, yazar vb. alanlarda önemli insanları yetiştirmesine bağlayan Namık Kemal, eski edebiyatı sadece Arap sair ve edebiyatçıları taklit etmesini tenkit eder.

Yazar, güçlü bir etkiye sahip olan Arap dilini ve edebiyatını genelde olumlu yönde tenkit etmektedir. Aslında bizim dilimizin ve edebiyatımızın da tıpkı Arap dili ve edebiyatı gibi güçlü olmasını

40 Kazım YETİŞ, a.g.e, s.25.41 Kazım YETİŞ, a.g.e, s. 30.

31

ister. Genelde yazılarında Arap dili ve edebiyatını bizim dil ve edebiyat anlayışımızı ortaya çıkarmak için bir karşılaştırma aracı olarak kullanır. Namık Kemal’in tenkit burada ettiği husus, gençlerimizin kendi dillerini yeterince öğrenmeden Arapça öğrenmeye başlamalarıdır. Bunun yanında Arapçanın da kendi içinde problemleri olduğunu ifade eder.

Namık Kemal, 1881 yılında Midilli’den yazdığı bir mektubunda: “Arapçaların hangisi olursa olsun söyletmeğe yazmağa çalışmak, ayniyle Arnavudça veya Lazca öğrenmeye uğraşmak kabilindendir; çünkü bu şivelerin hiçbir lisan-ı ilm-u edeb değildir. Arab’ın lisan-ı ilm-u edebi ise, hayfa Milel-i İslamiye’ de bir dereceye kadar okuyup yazmak bilenlerin cümlesine ma’lum olmak ve Akvam-ıMuhammediye’ nin müşterek lisan-ı vicdanını bulmamak lazım gelirken, Arabistan’da bile o lisan ile tekellüm eder memleket halkı bulunamıyor.” 42 diyerek hem Arap dili ve edebiyatının gerekliliğini hem de bu dilin içinde bulunduğu durumu dile getirir. Arap dilinin bilinmesi, ona göre bütün Müslüman âleminin birlik ve beraberliğini simgeler.

“Hangi Arabi’yi… öğreneceğiz ? Şimdiki halde ma’lumdur ki Arabistan’ın her yerinde bir başka lisan söylenir. Bir Arnavud, bir Kürd’ün Türkçesini anlamakta ne kadar su’ubet çekerse, bir Mısır’lı Bağdatlı’nın; bir Yemenli bir Cezayirli’nin Arabisini anlamakta da o kadar güçlük çeker.” 43der. Bu açıdan Arap dili ve edebiyatını bir bütünlük göstermediği için tenkit eder.

Namık Kemal’in, Ziya Paşa’nın “Harabat’’ına karşı yazdığı “Tahrib-i Harabat” ta, Arap dili ve edebiyatı da nasibini almaktadır. Namık Kemal’in, Ziya Paşa’ya eleştirdiği nokta, Ziya Paşa’nın “Harabat” ı yazarken eski metinlerden yapmış olduğu seçkidir. Özellikle şu noksanlıklar onu sinirlendirir ve bu nokta sert eleştirilerde bulunur; “Harabat” ın il’anından evvel Hazret-i Hassan’ın Divanı yedi kuruş fi’atla tunbakucu Acem ve bilmem ne ağanın dükkânında satıldığı her gazetede i’lan olunup dururken, öyle Na't-ı Nebevide,

“Her aydan beri olarak yaratıldın Sanki sen nasıl istedinse öyle halkolundum”

beyiti gibi sahihan i’ane-i rûhül-kude muhtaç âsârı bırakarak, bize Nevres’in gûya Beytul’lah darü’l-esnam imiş gibi,

Naksolundu Kabe’ye gûya Bilal’in sureti

42 Fevziye Abdullah TANSEL, Namık Kemal’in Hususi Mektupları III, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, s. 114.43 Fevziye Abdullah TANSEL, Namık Kemal’in Hususi Mektupları III, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi,1973, s.113-114.

32

gibi, turrehatı numune-i belagat”44 gösterdin diyerek, Ziya Paşa’yı Arap edebiyatının ikinci sınıf bir şairinin beytine yer vermesinden, onunfikirlerini benimsemesinden dolayı tenkit eder. Ona göre bu tür şiirler eski edebiyatı tekrardan canlandırıp gençleri olumsuz yönde etkilemektedir.

Namık Kemal’in Arap edebiyatını tenkit ettiği bir diğer konu, Arap edebiyatının mübalağa sanatını çok sık kullanarak gerçeklerden uzaklaşması, çok süslü ve sanatlı bir edebiyat olmasıdır. Namık Kemal özel mektuplarında, Arap edebiyatının kafiye anlayışı üzerine de tenkitlerde bulunur. Arap edebiyatı ile bizim edebiyatımız arasındaki farkı ortaya koymaya çalışır. Arap edebiyatını bilmemeninçok büyük bir eksiklik olduğunu belirtir. Bu konuyu İntibah Mukaddimesi’ nde de ele alan Namık Kemal, Arap dili ve edebiyatının dünyanın en güzel dili ve edebiyatı olduğuna değinir. Ona göre; “Lisan-ı Arab’ın vu’ sat ve letafetini ve üdebasının fetanet ve maharetini kimse inkâr edemez ve hatta edebiyatça Arab’ın asarı her lisanın müellefatına müreccahtır.”45 Çünkü ona göre bu dil ve edebiyat, dünyanın en gelişmiş dili ve edebiyatıdır. Bu nedenle bütün dilleri ve edebiyatları etkileyebilecek bir güce sahiptir. Namık Kemal’in Arap dili ve edebiyatı üzerine tenkitlerinin altında bir yandan da Divan edebiyatının unsurlarını içermesi yatmaktadır.

b. Fars Dili ve Edebiyatı Üzerine Tenkitleri

Namık Kemal birçok konuda tenkitler yapmıştır. Bu konulardan bir tanesi de Fars dili ve edebiyatıdır. Sanatçıya göre Fars dili ve edebiyatının Türk edebiyatına yapmış olduğu tesir azımsanmayacak birderecededir. Bu yüzden Namık Kemal de yazar ve aydın olarak Fars dili ve edebiyatı üzerine söz söylemekte kendini muhtar olarak görür. Fars dili ve edebiyatının, Türk edebiyatını kuşatmasını bir aydın olarak eleştiren yazar, Türk edebiyatının içinde bulunduğu duruma çeşitli yazılarında değinir.

Namık Kemal, Fars edebiyatı ve dilini olumsuz yönde tenkit eder. Onun Türk dili ve edebiyatını Fars dili ve edebiyatının etkisinden kurtarma çabası içine girdiğini görürüz. Mehmet Kaplan, “Onun tenkitlerinde gecen şive-i acem tabiri bütün İran sairlerine ait değildir. O, bununla bilhassa

44 Fevziye Abdullah TANSEL, Namık Kemal’in Hususi Mektupları I, Ankara, TürkTarih Kurumu Basımevi, 1973, s.331.45 Fevziye Abdullah TANSEL, Namık Kemal’in Hususi Mektupları I, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1967, s. 162.

33

İran edebiyatında kullanılan ve bizim sairlerin tenkit ettikleri bir üslup tarzını anlatır.” 46 Namık Kemal yazılarında, İran dil ve edebiyatını abartılı üslubundandolayı tenkit eder. Bizim şairlerimizin de Fars dili ve edebiyatınınüslubunu taklit etmelerini sert bir şekilde eleştirir.

Yazarın, Fars dili ve edebiyatı üzerine tenkidinin başlıca sebebi,Fars dili ve edebiyatının aşırı mübalağa ile sanatı gerçek gayesinden uzaklaştırmasıdır. Recaizade Mahmut Ekrem’e 1873 yılında yazdığı mektubunda bu durumu şöyle izah ediyor: “75’inci sahifede Atala, ben Okkon dağının keçilerini gördüm. Lakin senin lakırdılarına ne keçilerin güzelliği benzer… diyor. Bu keçi güzelliğinden illa’llah! Yani çirkinlikte İran’ın mâr-ı zülf teşbihinden aşağı kalmıyor.”47 diyerek Recaizade Mahmut Ekrem’in İran edebiyatındaki gibi tasvirleri kullanmasını ve yeniden hatırlatmasını tenkit ediyor.

Namık Kemal, İran edebiyatındaki mübalağalı anlatımı; “Erbabına ma’lumdur ki eser asarında İran’ın tahriri tasvirine benzer. Birinde elvân ne kadar dilnîşin ise diğerinde elfâz o kadar zengin olmakla beraber, biri menâzıra ve diğeri münazaraya mutabık olmadığı için ikisi dahi tabiatın hilafındadır. Hatta Acem’in levâyıh-ı mersûmesine nazır olursa bir pehlivanın bıyığı mızrağında uzun ve medâyih-i manzûmesine bakılsa bir

mızrağın tûlu mâh ile mâhi beyninde olur bu ٔ d-i mücerreddenfüzûn görülür.” 48 diyerek açıklar.

Namık Kemal, İran edebiyatının aşırı mübalağacı yönünü; varlıkları gerçek görüntüsünden farklı sunması, insanları gerçek ve tabilikten uzaklaştırması yüzünden tenkit etmeye çalışır. Özellikle Türk tiyatro eserlerindeki karakterler arasındaki mahalli konuşmalarında dahi bu abartılı dili kullanmalarına dayanamaz. Çünkübizim tiyatromuzda bu türden eserlerde mübalağalı ve sanatlı söyleyiş, öyle abartılır ki seyirciler gösteriden çok, oradaki oyuncuların ne söylediklerini anlamaya çalışırlar. Bu da yanlış bir tutumdur. Namık Kemal, Farsça öğretiminin de mekteplerden uzak tutulmasını ister. Arapçaya karşı olumlu bir tutum sergileyen sanatçı, Fars dili ve edebiyatına karşı ise olumsuz bir tutum sergiler. O, Fars dili ve edebiyatının söyleyiş biçim ve kaidelerinin, Türk dil ve edebiyatının söyleyiş biçimini yeniden kuşatmasından endişe eder. Bu konudaki tutumunu şu sözlerle ifade eder:

46 Mehmet KAPLAN, Namık Kemal, Hayatı ve Edebi Eserleri, İstanbul: İbrahim Horoz Basımevi, 1948, S.149.47 Fevziye Abdullah TANSEL, Namık Kemal’in Hususi Mektupları I, Ankara, TürkTarih Kurumu Basımevi, 1967, s. 287.48 Kazım YETİŞ, a.g.e., s.31.

34

“Fârsî-ye gelince, bu mübarek lisanı hattı, bûsesi ile aşkı ile mahbûbu ile beraber mektep kapısından görünmek iktidarından mahrum etmeli! Yalnız vasf-ı terkibilerde, falanda lâzım olduğu için, mektebe kavâ’ idini göstermelidir. Fârsî bilmek isteyen bıyığı, sakalı geldikten sonra öğrensin. Mekteplerde ifsâd-ı ahlâk için, lisân talim olunmaz”49

Namık Kemal Recaizade Mahmut Ekrem’in “Bahar” adlı şiiri için şairebir mektup yazar ve bu mektuptaki III. Lahnında bulunan kafiye düzeni üzerine düşünce ve tenkitlerini bildirir. Şiirde yer alan “erken” ve “derken” kelimelerinin Türkçede kafiye olarak kullanılmadığını dile getirir. Edebiyatımızda kullanılmayan “meşcere”, “lems”, “bedid” gibi kelimelerin kullanımını da yersiz bulur. Kafiye için mananın ikinci plana atıldığını düşünür. Bu yüzden Recaizade Mahmut Ekrem’in şiirini şöyle tenkit eder:

“III. Lahn güzel; fakat (ta’birler ma’zur ola) altı kaval üstü şeşhane tavsifine mazhar olmaktan kurtulamıyor. Bir tarafında erken-derken gibi Türkçede ma’ruf olmamış fakat Türkçe, bir tarafından da meşcere gibi gayr-i me’nus Arabça, veyâhut lems gibi, bedid gibi edebiyat-ı cedideden tardolounmuş Arabi veyahut Fârsî kafiyeler var;”50

Cahit Kavcar’ın belirttiği gibi Namık Kemal “Her şeyden önce muhtevayaönem veren bir estetik görüşün esas alınması, edebiyat için ahlaki bir amaç gözetilmesi, anlamın sanat uğruna feda edilmemesi gibi yeni ve ilgi çekici görüşler öne sürer.”51 bu nedenle onun Fars dilini ve edebiyatını tenkit etmesi de normaldir.

Namık Kemal Fars dili ve edebiyatını, tiyatro türünün gelişmesinde engel teşkil ettiğini düşündüğü içinde bu dile eleştirilerini yöneltir. İran edebiyatının sadece şiirden meydana geldiği ve bununda abartılı bir anlatımdan oluştuğu için tiyatroda bazı huşuların sahnelenmesinde uygun olmayacağını düşünür. Celâl Mukaddimesi’ nde bu durumu şöyle açıklar: “Edebiyat-ı İraniyye içinde ise şiirin haline nazâran tabi’i tiyatro mevcûd olmaz. Mâhdan mâhiye erisecek gargıları, derûnundaki felegi habâb kadar gösterecek kadehleriyle beraber haylaât-ı Acemaneyi dünyanın neresine sığdırmak mümkün olsun!”52

Namık Kemal’in Fars edebiyatı üzerine az da olsa olumlu yönde eleştiride bulunur. Bahr-ı Daniş Mukaddimesi’ nde ‘’bu edebiyat en bozuk

49 Fevziye Abdullah TANSEL, Namık Kemal’in Hususi Mektupları III, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1973, s. 115.50 Fevziye Abdullah TANSEL, Namık Kemal’in Hususi Mektupları II, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1969, s. 415.51 Cahit KAVCAR, “Namık Kemal’in Üslup Anlayışı”, Doğumunun Yüzellinci Yılında Namık Kemal, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 1993, s. 50.52 Önder GÖÇGÜN, a.g.e, s. 170.

35

lisanlardandır biridir. Fakat içinde güzel yazılmış kitaplar yoktur denilemez. Bil’akis İran’ın Gülistan gibi, Mesnevi gibi binlerce asarı vardır.’’ der. Bu acıdan Namık Kemal Farsçanın, edebiyat dünyası içinde önemli olduğunu dile getirir.53

c. Batı Dili ve Edebiyatı Üzerine Tenkitleri

Batılılaşma çabalarında önemli bir yeri olan Namık Kemal’e göre bu dünyanın keşfi mutlaka ama mutlaka Fars edebiyatının etkisinden kurtularak geçekleşir. Sanatçıya göre Batı edebiyatının ülkemizde gelişmesinin önündeki engel de bu unsurdur. Bundan dolayı Batı edebiyatının vasıflarını ortaya koyarken genellikle Fars edebiyatının olumsuz yönlerini ön plana çıkarır ve tenkit eder.Çünkü ona göre Osmanlı Devleti’nin geri kalmasının sebeplerinden biri de budur.

Tanzimat ile birlikte yönünü Batı’ya dönen Türk halk ve aydını, hem askeri, hem sosyal, hem de edebiyat alanında birçok yenilikle karşı karşıya kalır. Özellikle edebiyat alanında Batı’daki yeni türlerin edebiyat sahamıza girmesi ve insanımızın dünyaya bakış ve algılayışını değiştirip etkilemesi, Namık Kemal’in dikkatinden kaçmaz. Namık Kemal de bu etkileri yazılarında paylaşır ve ülkemizdeBatı edebiyatının tanınmasını sağlar. Namık Kemal mektuplarında, Batı dili ve edebiyatının şu yönleri üzerinde tespit ve tenkitlerde bulunur:

I. Türkçe ile Batı dilleri arasındaki ilişkiII. Batı edebiyatından edebiyatımıza gelen yeni edebi türlerIII. Batı’da edebiyatın önemi ve sosyal yönü

Namık Kemal, Batı dili ve edebiyatı konusunda genellikle olumlu tenkitlerde bulunduğunu görürüz. Ancak yer yer Batı dillerinin özellikle de Fransızcanın Türkçe üzerindeki etkisini dile getirirkentenkitlerinin olumsuz bir hüviyete büründüğü dikkati çeker. Namık Kemal mektuplarında, Batı edebiyatı hakkında kapsamlı tenkitlere yervermez. Bunun sebebi, sanatçının Batı dillerine fazla hâkim olamamasından kaynaklanır. Namık Kemal, 21.11.1876 tarihinde Abdülhak Hamid’e yazığı mektubunda, Batı edebiyatı, özellikle de Fransız edebiyatına yönelik tenkit ve görüşlerine yer verir: ‘’Dumaslar hakkında sualini tekrar etmişsin! Dumas Pere, zamanında en ziyade meşhur olmuş hatta muasırlarının cümlesine tercih olunmuştur. Mazhar-ı kabul olmasına sebep de yazdığı şeylerin, hem tatlı hem de parlak olmasıyla beraber, milletinin çocuklarına varıncayakadar hem manasına, hem zevkini anlayacak bir yolda bulunmasıdır. Hani bizim sehl-i mümteni dediğimiz yolda yazı yazardı’’54

53 Önder GÖÇGÜN, a.g.e, s. 237.36

Namık Kemal’e göre iyi bir eser, tıpkı Fransız edebiyatında olduğu gibi insanların sosyal yasam ve sorunlarıyla ilgili olmalarıdır. Sanatçıya göre insanı merkeze alan Batı edebiyatı, bu yönüyle hem yazarlarını, hem de ait olduğu milletin mahiyetini göstermesi bakımından önemlidir. Namık Kemal Batı edebiyatını, İngiliz, Alman, Fransız ve İspanyol edebiyatının sair ve yazarlarından ibaret olarak görür. Ona göre bu milletlere ait şair ve yazarların eserleri gerçek edebiyat ürünüdür: “Avrupa’nın edebiyat-ı sahihâsına merak olununca İngiltere ve Almanya ve ispanya sairlerinin ve Fransa’dan Hugo ve Musset gibi romantik yolunu iltizâm edenlerin asârıyle Corneille’nin uluvv-i efkârda Moliere’nin muahâzât-ı ahlâk-u âdâta meziyetler müsellamattandır. Bu mûtaleât, edebiyatın fikr-i şâirâne cihetine mutealliktir. İnsada Fransızlar’ın ve hususiyle onsekizinci asır u debâsının rüchnına inkâr kabul olamaz.”55 Bu sözleriyle şair Batı edebiyatındaki şair ve yazarlara değinerek onların eserlerindeki ulviyeti, fikri ve güzelliği dile getirir.

Celal Mukaddimesi’nde “Tiyatronun ahlâkça o kadar te’siri tecrübe olunmuştur ki vaktiyle bir sair, Fransa’da (Esafo) ta’bir olunan ve hizmeti üzerinde adamın i’ dâm olunmaktan ibâret bulunan bir aleti ma’râzda göstermek isteyince, mu’âsırlarından bir hâkim. “Aman! O vasıtâ-ı mel’ûneyi temâşâ-gâhâ çıkarma, sanma ahali altında dört tekerlek takar da siyaset meydanlarında dolaştırmaya baslar…”56 demiştir. Bu ifadede de görüldüğü üzere Batı’da edebiyat, insanları yönlendirmede öncü, büyükve etkin bir güce sahiptir. Namık Kemal bu etkinliği ve gücü Batı edebiyatının gerçek ile olan ilişkisine bağlar.

Namık Kemal, Batı edebiyatına özgü olan bazı benzetme, durum ve olayların bize, bizim değerler dünyamıza uygun düşmeyeceğini belirtir ve bu türlü benzetme, durum ve olayların edebi eserlerin içinde ele alınırken bizim değer yargılarımızın şiddetle göz önünde tutulmasını ister. Sanatçı her şeyi Batı’dan yenilik diye almamızı da eleştirir: “Ta’ dil kelimesini edebiyatımıza sokan, Terceme Odası’nın ricâlidir. Fransızca’nın her şivesini ve hususiyle mantıka mugayir olan şeylerini, niçin alalım? İbaredenanlaşılan Şaktas, fekâketinin hitâmından bahsedecek, o halde, tali’ biraz yüzüme gülmeğe başladı ve yahut bahtımın nuhuseti azaldı ve yahut tecelli değiş ir gibi oldu sözlerinin köküne kıran mı girdi’’ 57 diyerek kendi dilimizde olan ibareleri kullanmamızdan yana olduğunu belirtir.

54 Fevziye Abdullah TANSEL, Namık Kemal’in Hususi Mektupları I, Ankara, TürkTarih Kurumu Basımevi, 1967, s. 434.55 Fevziye Abdullah TANSEL, Namık Kemal’in Hususi Mektupları I, Ankara, TürkTarih Kurumu Basımevi, 1967, s. 434.56 Önder GÖÇGÜN, a.g.e, s. 168.57 Fevziye Abdullah TANSEL, Namık Kemal’in Hususi Mektupları I, Ankara, TürkTarih Kurumu Basımevi, 1967, s. 287.

37

Namık Kemal, döneminde gazetelerde tartışma konusu olan “Tıbbiye’de derslerin Fransızca olarak okutulmasına” dair münakaşalarına da özel mektuplarında yer verir. Bilindiği gibi XIX. yüzyılda Avrupa tarzında acılan okullardan bir tanesi de tıp mektepleridir. Bu devirde açılan okullarda eğitim dili Fransızca olarak yapılmaktaydı. Namık Kemal, yabancı bir dilde eğitim verilmesini sert bir şekilde tenkit eder. Ancak daha sonra bu fikrin

doğru olmadığının farkına varır. Bu durumu Menemenli Rifٔ at Bey’e yazdığı bir mektubunda Türkçe eğitim ile askere doktor yetiştirilemediği, yabancı dillerde de eğitim verilmesi gerektiğini belirtir: “Mektepte tıb, Fransızca ve hattâ Almanca okunur ise ne olmak iktizâ edecek? Elli sene ilerisine varıncaya kadar Türkler fenni-i tıbta, Avrupa’dan aşağı kalacak öyle mi? Varsın kalıversin… Hangi fenn-i bir kavm ile yarışacak kadar ileri götürürdük ki, bizde de Türkçe okunarak pek â’ la hekim çıkar diye, üçyüz, bi-çare neferi, ecel-i kazaya uğratmak hamiyyetimize dokunuyor. Tıbbı, Fıransızca tıb okuyan tabiblerimiz Türkçe’ye terceme ettiler.”58

Namık Kemal, Batı dili ve edebiyatını tenkit ederken her şeyden önce edebiyatın hakikate, tabiata ve akla uygun olmasına önem verir.Körü körüne Batı’yı benimseyenleri acımasızca tenkit eder ve bizim kendi edebi zevkimize ve yaşayışımıza uygun bir edebiyat geliştirmemizi ister. Namık Kemal’in mektuplarında Batı’ya yöneliş, tekniktedir. İçeriği de Batılı yapanları olumsuz yönde tenkit eder.

d. Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Tenkitleri

Namık Kemal’in sanat ve edebiyat hakkındaki görüşleri bir nevi onun dünyaya olan bakışını göstermektedir. Edebiyat ve dil üzerine yazdığı birçok yazısında bu hususta tenkitlerde bulunur. Sanatçının genel olarak bu konudaki tenkitleri eski Türk edebiyatını tenkit ve yeni Türk edebiyatını ve türlerini tenkit etmek şeklindedir. Ahmet Hamdi Tanpınar, Namık Kemal’in fikirlerini iki grup baslığı altında ele alır:

“I. Eskiye itham ve tenkitlerII. Yeninin etrafındaki mücadelesi ve onu tanıtma gayretleri, bunların dışında münferit eserler için yazdığı tenkitler.” 59

58 Fevziye Abdullah TANSEL, Namık Kemal’in Hususi Mektupları II, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1969, s. 304.59 Ahmet Hamdi TANPINAR, 19 uncu Asır Tür Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Çağlayan Kitabevi, 1997, S. 419.

38

Namık Kemal, eski Türk edebiyatının gücünü yitirdiğini ve klişeleşmiş bir yapıya dönüştüğünü dile getirir. Bu nedenle artık eski edebiyatın yerini yeni edebiyata ve yeni türlere bırakması gerektiği üzerinde durur. Ancak sanatçının klasik edebiyatı tamamen reddettiğini söylemek doğru olmaz. Çünkü zaman zaman beğendiğini söylediği şahsiyetler, şairlerde mevcuttur. Eski Türk edebiyatı üzerine tenkitlerini incelediğimizde genellikle olumsuz bir yaklaşımı olduğunu görürüz. Mananın ikinci plana atılmasına karşı çıkara, söz güzelliği ile mananın bütünlüğünün eşit olmasından yanadır. “Me’âl elfâzı; me’ânî bedi’ i: selâset zineti: ruh, kalbı zincir-i tehakkume aldı. Bir şey yazmak istenince, esvâp gösterecek ağaç parçası gibi, lafza munâsip mana aranmıyor; gelin tezyin edecek elbise gibi, mananın letâfetini gösterecek elfâz aranıyor.” diyerek eskinin mana ve söz arasındaki kopukluğunu dile getirir.

Ona göre eski Türk edebiyatı, milletimizin acılarına çare olamayanve ondan uzak olan bir edebiyattır. Bundan dolayı Namık Kemal, halktan uzak olan bir edebiyata ve edebiyat görüşüne karşıdır. Her şeyden önce edebiyatın gerçekçi hayata ve halka yakın olmasını ister. Ahmet Hamdi Tanpınar, “Namık Kemal’in eskiye hücum ettiği noktalar onu evvela hakikate, sonra da tabiata yahut tabiat-ı eşyaya uygun bulmamasıdır. O eskinin edebiyat anlayışına ve hayal sistemine hücum eder. Ona göre eski edebiyat insanla hayal arasında tam bir münasebet kurmamıştır. Ufku dardır; ancak onun bittiği yerde duygularımızın kâinatı ve hayatın turlu manzaraları baslar.’’ 60 diyerek Namık Kemal’in eski Türk edebiyatını eleştirdiği noktalara değinir.

Namık Kemal’in mektuplarında eski Türk edebiyatına karşı yönelttiği sert tenkitlerinden biri de daha önceden de üzerinde durduğumuz, eski Türk edebiyatının edebî sanatlara sık sık başvurması hususdur.Eski Türk edebiyatına mensup olan şairlerin, Arap belagatindeki sanatlara hâkim olmadığını söyleyenNamık Kemal, klasik sairlerin Fars edebiyatını kendilerine örnek aldıklarını belirtir. Fars edebiyatının mübalağacı anlatım tarzını da bu yüzden tenkit eder. Ona göre lâfız uğruna şiir yazmak ve anlamı önemsememek, şiir dolayısıyla da edebiyatı gerçek anlamından uzaklaştırmaktadır.

“Osmanlı udebası sevâ ib’i mevâ ib’e, tekvâ’yi deryâ’ya, kevâkib’i mevâkib’e sugrâ’yi kubrâ’ya kafiye yapmakta ma’ rifet gösterdikleri için, bizlerce müsteshidattan olmaktadır. Vakı’ a manayı kafiyeye feda ederlerdi;”61 diyerek eski edebiyatın tenkidini yapar. Cahit Kavcar bu durumu şöyle özetler:’’ Namık Kemal “Birçok sözün

60 Ahmet Hamdi TANPINAR, 19 uncu Asır Tür Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Çağlayan Kitabevi, 1997, S. 421.61 Fevziye Abdullah TANSEL, Namık Kemal’in Hususi Mektupları II, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1969, s. 343.

39

kafiye, seci, Farsi hatır için söylenmiş olmasından dolayı da eski edebiyatı eleştirir. Ona göre vezne ve kafiyeye uydurulmuş her söz şiir sayılmaz. Eski edebiyatın hayal sistemleri, mazmunları ve edebi sanatlar üzerinde sık sık durur, bunları hoş karşılamaz.”62

Edebiyata sosyal fayda çerçevesinden bakan Namık Kemal, eski Türk edebiyatını insanları terbiye etme, milleti, ilim yönünden geliştirme ve ahlâk dersi verme gibi özelliklerden yoksun olduğunu söyler ve bu durumu tenkit eder. Namık Kemal, eski Türk edebiyatını;dili kullanış bicimi, hayal sistemi, edebi sanatlar, mana ve sosyal fayda hususunda tenkit eder. Bu acıdan “Namık Kemal eski Türk edebiyatına karsı ilk önemli, tesirli hücumu yapan ve yeni edebiyatın tesi’sinde büyük rol oynayan bir şahsiyet”63 olarak tarihte yerini alır.

Namık Kemal’in eski edebiyat dışında bir de yeni edebiyatla ilgilifikirleri de vardır. Onun yeni edebiyatla ilgili tespitleri ve tenkitleri, yeninin gelişip yayılmasına yöneliktir. Yeni Türk edebiyatına,edebiyatı-ı cedide veya edebiyat-ı sahiha adını veren Namık Kemal, bu edebiyatın kuşkusuz en önemli simasıdır. Ancak ona göre bu yeni edebiyatı ve ilk yenilikleri/türleri ülkemize getiren Şinasi’dir. Recaizade Mahmut Ekrem’e 21. 09. 1878 tarihinde yazdığı bir mektubunda şöyle söyler: “Devr-i edebin bana nisbeti dünyaca nasıl müsellem olabilir ki, Şinasi, Tercümân-ı Ahvâl’i neşrede dururken, ben kafiyeli bir tezkire yazabilmeyi kendime bahtiyarlık addedenlerdenim, Tasvir in birincicüz’üne bak; Şinasi ile benim yazdığım şeyler devr-i edep ânın olduğuna delil-i vâzıhtır.”64 Namık Kemal, yeni Türk edebiyatının kurucusu olarak Şinasi’yi işaretederken onun Batı edebiyatı ile olan münasebetine de değinir. Çünkü Şinasi, edebiyatı Garp’tan alınmak lazım geldiğini gösteren ilk kişidir.

Namık Kemal, yeni Türk edebiyatının büyük bir dünya olduğunu söylemektedir. Bu acıdan hem kendi hem de dönemindeki gençler adına yeni edebiyatın anlaşılması için makale ve mektup gibi birçok eserinde tenkitlerde bulunur. Abdülhak Hamid’e yazdığı 24.01.1882 tarihli mektubunda “Edebiyat için pek çok zevat ile uğraşmış idim; halbuki simdi o mu’ terizlerden bazıları yine beni edebiyat müceddidlerinden addedip duruyorlar. Müceddidlik hakkı ise, ya Şinasi’nin yahut senindir. Ben arada hatt-ı ittisalim.” diyerek dönemindekidurum ve olayları okuması açısından tespitlerde bulunur. Namık Kemalmektuplarında, yeni Türk edebiyatı ürünlerinin, manalı ve faydalı olmasını ister. Yeni Türk edebiyatına mahsus eserlerin, sanatlardan olduğunca uzak kalmasını ister.

62 Cahit KAVCAR, a.g.e., S.52.63 Kazım YETİŞ, a.g.e, s. 498.64 Fevziye Abdullah TANSEL, Namık Kemal’in Hususi Mektupları III, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1973, s. 204.

40

Namık Kemal, yeni Türk edebiyatını, tek uğraş alanı olarak görmüşve bu alanda savunduklarından dolayı da birçok kişi ile tartışmaya girmiştir. Onun 22.10.1882 yılında Ahmet Mithad Efendi’ye yazdığı mektubunda “Edebiyat bahsinde ben de konuşacağım. Allâh cezânı versin! Sen şöylesin, sen böylesin diye diye, beni edebiyatça sâhid-i vâhid derecesine i’lâ ettiniz. Çâresiz, hüküm yolunda bir şey yazacağım. Hepinizi te’dib edeceğim; fakat edebiyat-ı cedide tarafdârlarını, hafif dokunmakla okşayacağım. Edebiyat-ı atikâ tarafdârlarına da, kalem yerine süpürge sapı sallayacağım.” 65 diyerek yeni edebiyata ve edebiyatçılara bakısını ortaya koyar.

Namık Kemal’in yazılarına bakıldığında onun genellikle yeni Türk edebiyatının içeriğinden bahsettiğini görürüz. Ona göre yeni edebiyat; mana ve fikir birliğine sahip olmalı ve kendi diline, dinine ve milletine hizmet ederek halkı terbiye etmeli görevini üstlenmelidir. Edebiyat ve diğer alanlarda, Batı’nın bize uymayan hayat anlayışından kaçınılması gerektiğini de vurgular. O, aynı zamanda eğitimin Türkçe olması, adapte ve çevirilerde de Türkçe ifadelerin halkın kullandığı biçimde olması gibi hususlar üzerinde durur.

6. Sosyal Tenkitleri

Namık Kemal’in olgunluk döneminde İbret gazetesinde en verimli makalelerini yayımladığını görmekteyiz. . Bu makalelerinde özelliklesosyal alanda gördüğü aksaklıkları tenkit etmiştir. Ayrıca çocuk eğitimi, çevre kirliliği, görücü usulüyle evlilik, medeniyet, karı koca münasebetleri gibi konularda tenkitlerini ve çözüm tekliflerinidile getirdiğini görürüz. İbret gazetesinin ilk sayfasında düzenli olarak yazılar neşreden Namık Kemal bütün yazılarının altında Kemal ismini kullandığı dikkati çeker.

Namık Kemal’in yazı hayatı Şinasi ile tanışınca farklı bir vadiye sürüklendiğine daha önceden de değinmiştik. Şinasi’nin tesiriyle gazete çıkaran, Avrupa’da matbaa kuran, devrin aydınlarına yön verenbir kişilik olarak karşımıza çıkar. Tasvir-i Efkâr, Hürriyet ve İbret gazetelerindeki makaleleri ile devrine yön verir, geleceğe de ışık tutar.

Namık Kemal ve arkadaşlarının yazılar çıkardıkları İbret üzerine bugüne kadar ciddi bir çalışma yapılmamıştır. Bu konu hakkında yıllar önce Ahmet Hamdi Tanpınar da belirtmiştir. Ahmet Hamdi

65 Fevziye Abdullah TANSEL, Namık Kemal’in Hususi Mektupları II, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1969, s. 169.

41

Tanpınar, İbret gazetesinin bugüne kadar incelenmediğini, bâkir kaldığını belirttikten sonra Namık Kemal ve İbret gazetesi hakkında sözlerine şöyle devam eder:

“…mevzu adeta bâkir bulunmaktadır, denilebilir. Bu vesikalar tamamıyla tetkik edildiği zaman,birçok ve birbiriyle tezat hâlinde fikir cereyanlarına tesadüf edilecek ve belki de Namık Kemal’in dönüşü meselesi tenevvür edecektir.’’66

Namık Kemal, bir gazeteci kimliği ile sosyal olaylara bakmış dahasonra da romancı ve tiyatrocu kişiliği ile sosyal alanda gördüklerini roman ve tiyatrolarına yansıtmıştır. İnci Enginün bu konu hakkında şu yorumu yapar:

“Namık Kemal dönemin en etkili gazetecisidir. Namık Kemal’in daha sonra edebî eserlerinde de tezahür edecek fikirleri önce makalelerinde yer alır.”67

Namık Kemal’in, İbret gazetesinde sosyal eğitim üzerinde fazlaca durmuş olduğu dikkati çeken bir noktadır. Paris’ten döndükten sonra toplumun eğitilmesi meselesine eğilmiş ve tenkitlerini bazen istihzaederek bazen de ciddi bir üslupla yazmıştır. Bununla ilgili bir makalesini koleranın salgın olduğu 1872 Haziran’ın sonunda kaleme almış ve o dönem doktorlarının kapuz ve patlıcan tüketilmesinin kolera açısından mahzurlu olduğunu belirtmeleri üzerine halkın bu uyarıyı dikkate almamasından bahsetmiştir. Makalesinin devamında camilerde Cuma hutbelerinde halkın eğitilebileceğini savunduğunu görürüz:

“Hıfz-ı sıhhat esbabında kusur, halkımızın lazıma-i şanı gibidir. Cenab-ı Hak saklasın, kolerazamanında bile bayağı ukalamızdan addolunan zevatı karpuz ve patlıcan yemekten mene muktedir olmak kaleler fethetmekten müşkül görünür. Bu ise ecel meselesince halkın zihninde takarrür eden bir yanlış itikattan neşet etmedir. Vaiz efendiler cevami-i şerifede kıssa-hânlık edeceklerine böyle dünya ve ahirete nafi ve hayat-ı millete kâfil olacak mesailden bahse himmet eyleseler efkâr-ı umumiyede mevcut olan bu yolda birçok su-i zehaplar pek çabuk mündefi olur.”

Burada yazarın, toplumun sadece okullar aracılığıyla değil farklıortamlarda da eğitilebileceğini öne sürdüğünü görürüz. Özellikle tenkitlerinin sonunda tekliflerini de sıralamış olması da önemlidir.Ona göre toplumun eğitilmesi, halkın sağlıklı yaşam hakkında

66 Ahmet Hamdi TANPINAR, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergâh Yayınları, İstanbul 2000, s. 23067 İnci ENGİNÜN, Yeni Türk Edebiyatı, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e, (1839–1923), Dergâh Yayınları, İstanbul 2006, s.54.

42

bilgiler edinmesinin okullar dışında camilerde verilecek vaazlarla da mümkündür. Ancak sosyal eğitimin sağlanması için modern okullarınaçılması gerekliliğini de söyler. Okul açmak için gerekli mali kaynağın millî ve kültürel yapımızda var olan sosyal dayanışmada gizli olduğunu İbret başlığı ile kaleme aldığı bir makalesinde şöyle belirmektedir:

“Mesela yüz kişi bir yere toplansa da her biri hayır için günde iki kuruş verse yüz çocuk okutacakbir mektebin mülkümüzde idaresine kifayet edebilir. O çocuklar ise hiçbir vakit bir günde hayır için bir kuruş veremeyecek bir halde bulunmaz.”

Namık Kemal, İbret gazetesinde özellikle kızların eğitimi üzerinde ısrarla durmuştur. Ona göre toplumun çekirdeğini oluşturan ailenin ilk eğiticisi de annedir. Geleceğin annelerini oluşturacak olan kızlar okutulmasını ve onlara iyi bir eğitim verilmesini ister.Bunun toplumumuzun geleceği içinde önemli olduğunu belirtir. Bununlabirlikte yazar, Avrupa’da kızları okuttukları için hemen her sahada çalışan bayanlara rastlamanın mümkün olduğunu belirtmektedir. Özellikle mekteplerdeki hocaların yarıdan fazlasını genç bayanların oluşturduğuna dikkat çekmektedir:

“…her nevi mekteplerinde olan hocaların nısfından ziyadesi kadınlar veya daha vazıh tabirolunmak istenirse yirmi beş yaşına varmamış kızlardır. Cumhur reisleri, nazırlar, vükelâ-yı ümmet,generaller, memurlar, âlimler, edipler hemen ekseriyet itibariyle zevcelerini onlardan intihapederler.”

Namık Kemal, toplumun eğitilebilmesi için işe aileden başlamak gerektiğini düşünür. Ailenin eğitilmiş olması, toplumun temelinden eğitilmesi demektir. Böylece aile yapısı düzgün bireylerin oluşturduğu bir toplumda huzur ve karşılıklı dayanışmanın oluşmasınazemin hazırlar. Bu konudaki görüşlerini de şöyle belirtir:

“Ne zamana kadar pederler oğlunun mutlaka kendi gibi olmasını veyahut mesela kendi mahalle imamı iken oğlu tabip olmak isterse ayıbını kara toprak örtmesini temenni edecek? Ne zamana kadar valideler kızlarını satılık matah gibi senelerce her gün bir esirci bakışlı görücünün nazar-ı muayipcünayesine arz ettikten sonra hediyelik cariye gibi bir kerecik rızasını bile sormaya tenezzül etmeksizin kendi beğendiği bir adamın eline teslim edecek? Nezamana kadar biraderler, hemşireler, kayınvalideler, gelinler menfaat için, inat için, zevzeklik için birbirinin etini yemeye, kanını içmeğe çalışacak? Ne zamana kadar…”

Yazara göre toplumun bilinçlendirilmesi için ailenin bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Ailelerin bilinçlendirilmesi de sosyal problemlerin çözümünde önemli bir nokta arz eder. Toplum içindeki ailelerin sıkıntılarından bahsederek, bu sıkıntıları

43

çocukların çocukluk yıllarına bağlı yanlış eğitimlerine bağlar ve şunları söyler:

“Bizde aile muamelatından az çok bir fikir hâsıl etmek için orta halli bir efendinin hanesine girilse, câri olan ahvâle nazar-ı ibretle bakılsa ne görülür? Tabiatıyla pîş-i nazara en evvel ailenin pederitesadüf eder; onun muamelatına layıkıyla dikkat olunursa görülür ki, vaktiyle çocuk imiş, her türlü hevâyiç ve lezâizini hazırlayacak bir dadı veya bir beslemesi varmış, her belasını o çeker imiş. Biraz sinnini almış, evlendirmişler; dadı gitmiş yerine bacı gelmiş. Efendinin münasebetli münasebetsiz ne kadar merakı ne kadar arzusu var ise –velev ki, her biri birkaç gece uykusuzluğu, birkaç gün hastalığı, bin türlü meşakk-i cismaniyi, yüz bin türlüazab-ı ruhaniyi mucip olsun- hanım onların cümlesini yerine getirmedikçe boğazından rahatça bir lokma geçmek ihtimali yoktur.

Efendi, çocukluğunda, mesela bir kedi beslemiş; onunla eğlenirmiş. Teehhülden sonra kedi gitmiş; yerine bir iki çocuk gelmiş. Evvelleri kendisine yaptığı gibi, şimdi de terbiye namıyla kendinin ne kadar hevesâtı var ise çocuklarının fikir ve vicdanına intiba ettirmeye çalışıyor.”

Namık Kemal, aileyi oluşturan fertler üzerinde durduktan sonra çocukların yetiştirilme tarzlarına dikkat çeker. Bazı babaların kendilerinin erişemedikleri makam ve mevkilere evlatlarının yetişmeleri için onları zorladıklarını belirtir:

“Pederler görüyoruz ki evladını kendi fikir dairesine hasretmek değil, kendi fikrinin erişemediğimaaliyeye isâl etmedikçe bir türlü rahat edemez.”

Yazarın bir diğer eleştirdiği nokta da Osmanlı’nın son dönemlerinde görülen çocuk aldırma işlemidir. O cana kıymak olarak nitelediği bu işi yapanları yazılarından katil diye adlandırmaktadır:

“Acaba bir insan iki dakikalık sefası için hâsıl ettiği bir masumun daha dünyasını görmeden, daha validesinin memesini emmeden hayatına nasıl yürekle kast eder? Acaba bir valide aguşuna düştükten sonra bir kılını kopartmak için feda-yi can edeceği malum olan ciğerparesine daha cismi cisminden, canı canından ayrılmadan ne merhametsizlikle canına kıyar?”

Namık Kemal, tembellik konusunda da makalelerinde değinmiştir. Bukonu hakkında halkı uyarmak ve bilinçlendirmek gayesiyle makalelerinde sıkça bu husus da yazılar yazmıştır. Yazara göre tembellikten kurtulabilirsek istikbalimizi de güvence altına almış oluruz. Böylece aslında bizdeki asıl sosyal problemin tembellik olduğuna değinmektedir. Avrupa’da seksen yaşına gelmiş insanların bile zengin olmalarına rağmen her gün akşama kadar çalıştıklarına değinmiştir:

“Halkın ise o kadar miknetle beraber hazinelere malik olan en büyük ashâb-ı serveti seksen yaşında olduğu halde gene mağazasına gider, akşama kadar ayaklı hizmetkâr gibi işle iştigâl eder.”

44

Yazılarında Avrupa’dan geri kaldığımıza, onlar gibi bir şeyler üretemediğimize değinen yazar. Bu konuda bizi felçli bir hastaya benzetir. Ülkenin kalkınması için diğer ülkelerden yardım istemek yerine çok çalışmamız gerektiği üzerinde durur. Ancak sıkı bir çalışmanın neticesinde medeniyetin doğacağını dile getirir. Halkın medeniyeti, Avrupalılaşmayı yanlış anladığını vurgular. Namık Kemal,medeniyet şöyleymiş, böyleymiş, olmasa ne olurmuş, niçin çalışalım ki, gibi sorulara cevaplar üretir.

“Medeniyet mermerden masnu saraylar peyda edermiş. O kadar metin binalar ecele mi methal bırakmaz? Medeniyet geceleri sokakta gaz peyda edermiş. Allah’ın güneşi zail olduktan sonra… (…)Medeniyet vapurlar, şimendiferler husule getirirmiş. İkametine bir kulübe ve maişetine iki dönüm toprak kâfi olan bir adamın üç yüz saatlik yerlere gitmeye ve beş on gün denizler içinde kalmaya ne ihtiyacı olabilir?”

“Evet, kargir binalar ecele mukavemet etmez. Fakat yanmaya yıkılmaya karşı durur. Letafet vema’muriyetle birkaç karın evlada kalır. Evet, geceleri işsiz bir adam için muttasıl ailesini terk edip de sokaklarda eğlence taharri etmekte bir letafet yoktur. Fakat gaz olan yerlerde ashâb-ı sây ve ticaret, geceleri de altı yedi saat kendi işiyle veya alışverişiyle meşgul olur ve bu suretle ömrü üzerine bir ömür daha katar. Şimendifer veya vapur ile birkaç yüz saatlik yerlere giden veya birkaç gün deniz üzerinde çalkalananlar ise ta cihanın öbür tarafına giderler ve havayic-i hayatı getirirler, vatandaşlarının ayağına isâl ederler.” diyerek, halk arasında yanlış bilinen medeniyeti anlatmaktadır. O, tembellikten kurtulmak için işe aileden, daha sonra toplumdan başlamak gerektiğini düşünür. Toplumun bilgilendirilmesini ve böylecegelişmek için yeni adımlar atabileceğimizi düşünür. Yazar, her şeyi devletten beklemenin yanlış olduğunu belirterek toplum olarak el eleverip çalışmalı ve yeni teşebbüsler yapmalıyız, der ve bu fikrini destekleyici bir misaller verir:

“Belki birtakımı bir yere toplanırlar, bir fabrika veya fabrika olmazsa ufacık bir tezgâh peyda ederler. Onda kazandıkları para ile ufacık bir şirket, onun kârıyla da ufacık bir banka teşkiline iktidarhâsıl edebilirler. Bu hâsıl olduktan sonra kendilerinde zenginliğin başlaması tabiidir. Yoksa iptida zenginleşmek sonra fabrika, sonra mektep yapmak murat olunursa bizce vusûl-ı maksat için kimya ve define aramaktan başka çare yoktur.”

Namık Kemal, Osmanlının son dönemlerinde halkın Avrupalılaşmayı yanlış anladığını ve kültürel yozlaşmanın bir gelişme alameti olarakgörüldüğünü söyler. Yazar, önce olması gerekenleri sıralamış, sonra da bizdeki duruma dikkatleri çekmiştir. Gelişmiş ülkeleri tasvirlerinde gözlem gücü kuvvetli olan yazarın Avrupa’daki izlenimleri mevcuttur:

45

“…Kundura boyası yapar bir adam vasiyetnamesinde fukaraya yirmi bin lira bırakıyor. Bu saadet yalnız Londra’ya değil Fransa’nın, Almanya’nın, İsviçre’nin, Amerika’nın derecât-ı mütefavite ile her tarafına şamildir. (…) Fabrikalarına girilse dehşetten tüyler ürperir. İşleyenler makine değil, güya dağ parçası kadar bir dîv-i aheninbedendir ki ağzından ateşler püskürerek ve her uzvu hareket ettikçe başka bir sada-yı müthiş peyda ederek, kendini zincir-i hükmüne esir eden melek’ül-aklın gece gündüzbilâ-ârâm infaz-ı fermanına çalışır.”

Yazar, Avrupa’yı tasvir ederken fabrikalardan ve sürekli çalışan insanlardan bahseder. Avrupalıların sürekli çalıştıklarını ve asıl Batılaşmanın aslında çalışmadan ibaret olduğunu anlatmaya çalışır:

“Keramet-i marifet oralarda demiri altına, kömürü gümüşe tahvil eylemiş, o iki cevheri bulmak için amak-ı zemine iniyorlar. Bahr-i Muhit’in altında bir ufak kaza kadar yerler açıyorlar, içinde dört beş bin kişinin iskânına kâfi köşelere gazlı, sokakları muntazam kasabalar yapıyorlar, etrafında kara vapurları işletiyorlar.”

Yazara göre Avrupalılar sadece çalışkanlık yönüyle değil adaletlidavranma konusunda da bizden oldukça ileridedirler. Avrupa mahkemelerinde hâkimlerin herkese aynı eşitlikle davrandığından bahseder:

“Hele parlamentonun verdiği ahkâmı tatbike memur olan mahkemelerde hâkimler görülür ki tarafeyne sorulsa insaf ve adaletlerine pederlerinin şefkat-i übüvvetinden ziyade istinat ederler.”

“Memlekette esbâb-ı mamuriyet yok denilecek… Yapmamışız ki olsun. Avrupa, caddeleriyle, limanlarıyla, şehirleriyle, kasabalarıyla halk olmadı ya! Bir iki yüz sene evvel oranın da bizim memleketten hiç farkı yoktu. Say ile orada vücûda gelen şeyler burada niçin yapılmasın? Halkımızda servet yok denilecek… İbret’te birkaç kere beyan etmiş idik ki sayi, servet vücûda getirmez; serveti sayvücûda getirir.’’ bu sözleriyle Avrupa’nın trenlerinden ve köprülerinden bahseden yazar, bizim neden mamur edilmediğimiz üzerinde durur. Sonuç olarak da bizim mamur edilmemiz için yapmamız gerekenleri dilegetirir.

Ona göre zenginlik, başarı, ilerleme hep çalışmanın neticesinde ortaya çıkar. Makalelerinde Avrupa’nın ilerlemiş olması, bizim ise geri kalmışlığımızın karşılaştırması yazılarının eksenini oluşturur.Ancak yazar, sadece çalışmanın yeterli olmayacağını, planlı, projeliçalışmanın ilerlememizi hızlandıracağını vurgular. Sistematik düşünce yapısının, toplumumuzda var olmadığından yakınan yazar, her işimizde günlük değil belki asırlık planlar yapmamız gerektiğini söyler. Bu fikrini ispat etmek için Avrupa’dan deliller sıralar. Avrupa’da insanlar yüzyıllar sonrası için bugünden çalışmaktadırlar:

46

“Onlar da bizim gibi bir dakika sonra yaşayacağını sahihan bilmez ve nihayet yüz seneden ziyade yaşayamayacağını yakinen bilir birer mevcûd-ı fâni iken dünyaya kazık çakacak surette taştan yontulmuş ve belki demirden dökülmüş saraylarda oturmaya çalışıyorlar. (…) Onlar beş yüz sene sonra makinelerini idare için iktiza eden kömürün şimdiden tedarikine çare düşünüyorlar. Biz, beş gün sonra midemizin hareketi için kat’iyyü’l-vücûp olan gıdanın esbâb-ı istihsalini bile düşünmüyoruz. Onlar iktiza ederse kendi karınlarını aç bırakıyorlar, çocuklarının fikrini besliyorlar. Biz, düğünde ahbaba ziyafet verememek korkusuyla çocuklarımızı mektebe başlatmıyoruz da nimet-i marifetten mahrum ediyoruz.”

Yazarın, İstanbul ve taşrada gördüğü çevre kirliliğini tenkit ettiğini de görürüz. Ayrıca çevre bilincinden yoksun insanları eleştirerek yapılması gerekenleri sıralamıştır. Yazar bu eleştirilerinde kirliİstanbul ve Anadolu tasvirleri yapar:

“Mahalle ve hanelerin pisliği pek göz önünde olan şeylerdendir. İstanbul’da sokaklar vardır ki köpek leşlerinin ve sair bin türlü mundarlıkların istilası cihetiyle bir taraftan bir tarafına geçilmez.Taşrada memleketler vardır ki lağımları en büyük caddesinden akar. Hâlbuki bu müzahrefatın defi için istikbali beklemeye mecbur değiliz.(…) Fakat hanelerimiz de sokaklarımızdan pek aşağı kalmıyor.Herkesin evini de devlet mi tathir etsin?”

Herkesin evini devletin temizleyemeyeceğini belirten yazara göre her hane halkı kendi evini ve evinin önünü temizlemekle yükümlü olmalıdır. Yazar, görmek istediği tabloyu Avrupa’dan hareketle tasvir eder. Avrupa’da renkli mesire yerleri ve fıskiyelerle çevrilibahçelerin bulunduğunu söyler:

“Gündüzleri fıskiyelerden feveran eden sular nurdan yapılmış bir minare şeklini alır.(…) Nûr-ı nazar bahçesinin bir başından bir başına bitap olarak yetişir. Öyle bir bahçe ki riyaz-ı huldutemaşaya muktedir olan bir adam bu dâr-ı mihnet içinde ondan mükemmel bir taklidini yapmaya muktedir olabilmesi meşkûktür.”

Yazar, çevre temizliğine, özellikle de park, bahçe ve sokakların tertipli olmasına dikkat etmek gerektiğini belirtir. Ayrıca bizde evlerin görüntüsü de bozuktur. Fakirlik adeta evlerin biçimlerine kadar yansımıştır:

“Fakr u zaruret ve ıstırâb u mezellet her köyün ve belki her evin toprak duvarlarında ve çürüktahtalarında yeni mezarlara ve eski tabutlara yakışacak kadar hail ve siyaha mail bir kirli renk ile tasvir olunmuş görünür.”

Namık Kemal, sosyal tenkitlerini sıralarken okuyucularını bilgilendirmeyi de ihmal etmemektedir. Ona göre toplum olarak geleceğini hedefleyerek yaşamalıyız. İstikbali yakalamak ise toplumsal huzuru sağlamakla mümkün olur. Yazara göre memleketin

47

evleri bir evin odaları gibidir. Bu odalarda huzur olursa saadet ortaya çıkacaktır:

“Bir mülkün evleri bir evin odalarına benzer; her odasında bir nefret-i daimiye ve kavga-yı ruzmerre cari olan hanelerde rahat mı olur? Mamuriyet mi kalır? Saadet mi husûl bulur?”

Özellikle değindiği bir nokta da ülkemizde yaşayan farklı ırk ve mezhep mensuplarının vatanımız için tehlike değil bir kazanç olduğudur. Öyle ki her farklı etnik topluluk bir orkestrada farklı enstrümantallerin bulunması gibi sosyal ahenge hizmet edecektir:

“…hâsılı cemiyetimiz her uzvuna natıkıyet gelmiş bir vücuda benzeyecek, ihtilafımız bir çalgı takımının makamatında görülen ihtilaflar gibi daima bir hüsn-i ahenge hizmet edecek.”

Namık Kemal toplumumuzda yaşayan farklı ırk ve din mensuplarının bir ahenk içerisinde yaşamaları gerektiğinin altını çizmektedir. Böylece sosyal huzurunda sağlanmış olunacağı kanaatindedir. Yazar, Vefâ-yı Ahd adlı makalesinde Osmanlı toprakları içerisinde yaşayan farklı milletlere tarihten örnekler vererek ecdadımızın onlara yaptığı iyiliklere dikkat çekmiştir. Diğer milletler bir yeri ele geçirince katliamlar yaptıkları halde Osmanlıların fethettikleri yerlere diğer ülkelerin uygulamalarından farklı olarak ilim ve medeniyet götürdüğünü belirtmiştir. Eski devirlerde birbirine düşmandevletler bir bölgeyi ele geçirdiklerinde masum çocukları bile katlederlerken, Osmanlı askerleri ise yeni bölgeler fethederken elegeçirdiği bölgenin insanlarına şefkatle muamele etmişlerdir. Böylecefethedilen yerlerdeki insanlar sosyal adaletimizi görüp benimsemişlerdir:

“Tarihçe bir garib temaşadır ki devletlerin zaman-ı zuhurunda düşmanlar ara sıra bir köyü basmaya muktedir oldukça cebr ü şiddetle kadınların karnını yarar, henüz gözünü açmış ve fakat dünya görmemiş masumları ifna ederlerdi. Osmanlılar her gün şehirler fethettikçe ellerine geçen çocukları(cebr ü şiddetle değil) ilm ü şefkatle terbiye eder, vatanın evladını teksir ederler idi.”

Görülmektedir ki yazar sadece sosyal problemleri göstermekle kalmamış bunlara karşı çözüm önerileri de sunmuştur. Namık Kemal’inİbret’ te sıraladığı fikirleri onun daha sonra edebî mahsullerinde ileri sürdüğü fikirlerinin malzemesini oluşturmaktadır. Yazar, bu düşüncelerini sistematik bir plan dâhilinde kaleme almış ve İbret’inilk sayfalarında okuyucularına sunmuştur. Gazetedeki yazıların büyükçoğunluğu sosyal meselelerle ilgilidir. Ancak Namık Kemal, sadece dönemini ilgilendiren sosyal problemlere değil toplumumuzda yüzyıllardır var olan ve amansız bir hastalık gibi çağlar boyu sürüpgelen sosyal eğitim, aile, tembellik, kültürel yozlaşma ve modernleşme gibi sosyal problemlere değinmiştir. Yazarın günümüzde bile devam eden bu problemlere sunduğu çözüm önerileri çağları aşıp

48

gelen teklifler olarak bakıldığında sistemli ve dikkate değer olarakdeğerlendirilebilir.

Sonuç

Görüldüğü üzere Namık Kemal, Tanzimat döneminin önde gelen simalarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Yazın hayatına şiir yazarak giren sanatçı, şiir, roman, tiyatro, makale ve mektup türlerinde birçok eser meydana getirmiştir. Bu türler hakkında önemli bilgi ve tecrübeye sahip olan sanatçı, edebiyat ve dili her şeyin üstünde bir güç olarak görmektedir. Bu gücü modern Batı’nın dünyaya bakışı ve yorumlaması ile tekrardan diriltmeye çalışarak edebiyat ve sanat alanında millî olanın sesini arar.

Namık Kemal’in gerek özel mektuplarında, gerek yazdığı diğer makale ve yazılarda bu sesin modernanlamda gelişmesi için birçok girişimde bulunduğunu görürüz. Eleştirmen kimliğini yazar hakkında çalışanların da belirttiği gibi üç temel nokta üzerinde toplamaktayız; eski edebiyatın yerilmesi, yeni edebiyatın ve yeni türlerin savunulması… Namık Kemal, tenkitlerinde genel olarak edebiyatı, dile, millete ve vatana hizmetyolunda görmek ister. Türkçeyi yücelterek onu, gelecek kuşaklara işlenmiş bir şekilde aktarma arzusundadır. Bu yönde atılan adımları olumlu yönde tenkit eden Namık Kemal, aşırıya kaçan örnekleri de olumsuz yönde tenkit eder.

Sonuç olarak Namık Kemal tenkit yazılarında Arap dili ve edebiyatı, Fars dili ve edebiyatı, Batı dili ve edebiyatı, eski Türkedebiyatı ve yeni Türk edebiyatı üzerine düşünce ve tespitlerine yerverir. Bu düşünce ve tespitler, sanatçının, dil ve edebiyat üzerine yaptığı edebi bir tenkit niteliği taşımaktadır. Bu acıdan Namık Kemal’in mektuplarında yaptığı edebi tenkitler, sanatçının edebi görüşünü ve dönemindeki edebi gelişmeleri içermesinden dolayı önemlibir kaynak niteliği taşıdığını da unutmamak gerekir.

49

KAYNAKÇA

AND, Metin (1972). Tanzimat ve İstibdat Döneminde Türk Tiyatrosu 1839-1908, Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları.

AKTAŞ, Şerif (1993). Namık Kemal ve İnsan. Doğumunun Yüzellinci Yılında Namık Kemal, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 1-13.

AKYÜZ, Kenan. (1995). Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, 1860-1923, İstanbul: İnkılâp Yayınları.

----------- (1995). Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, İstanbul: İnkılâp Yayınları.

ENGİNÜN, İnci (1993). Namık Kemal ve Tiyatro. Doğumunun Yüzellinci Yılında Namık Kemal, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 13-24.

------------- (2006). Yeni Türk Edebiyatı, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-1923), İstanbul: Dergâh Yayınları.

ERCİLASUN, Bilge (1994), Servet-i Fünun’ da Edebi Tenkit, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.

DOĞRAMACIOĞLU, Hüseyin (2011). Namık Kemal’in İbret Gazetesinde Sıraladığı Sosyal Tenkitleri ve Çözüm Önerileri, Turkish Studies Volume 6/1 Winter 2011, S. 975-986.

GÖÇGÜN, Önder (1987). Yeni Türk Edebiyatı Metinleri I, Konya: Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları.

------------- (1991). Türk Edebiyatı Araştırmaları I, Konya: Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları.

50

KAPLAN, Mehmet (1948), Namık Kemal, Hayatı ve Edebi Eserleri, İstanbul: İbrahim Horoz Basımevi.

KAVCAR, Cahit (1993), “Namık Kemal’in Üslup Anlayışı”, Doğumunun Yüzellinci Yılında Namık Kemal, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, ss.47–58.

ŞAHİN, Veysel (2008). Namık Kemal’in Mektuplarında Dil ve Edebiyat Üzerine Tenkitler. Turkish Studies, Volume 3/4 Summer, S.10, 687–715.

--------- (2010), Namık Kemal’in Mektuplarında ‘’ Şiir, Tiyatro ve Gazete’’ Üzerine Tenkitler, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları 214 Dergisi, 2010 Güz (13), s. 1-18.

TANPINAR, Ahmet Hamdi (1997). 19 uncu Asır Tür Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Çağlayan Kitabevi.

--------------- (2000). Edebiyat Üzerine Makaleler, İstanbul: Dergâh Yayınları.

TANSEL, Fevziye Abdullah (1967). Namık Kemal’in Husûsî Mektupları I, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.

----------- (1969). Namık Kemal’in Husûsî Mektupları II, Ankara: Türk TarihKurumu Basımevi.

----------- (1973). Namık Kemal’in Husûsî Mektupları III, Ankara: Türk TarihKurumu Basımevi.

--------- (1986). Namık Kemal’in Husûsî Mektupları IV, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.

UÇMAN, Abdullah (2006), ‘’ Namık Kemal’’, Tanzimat Edebiyatı, Ankara: Akçağ Yayınları.

ÜSTÜNOVA, Mustafa (2005). Namık Kemal’in Özel Mektuplarında Edebi Konular, Bursa: Gaye Yayınları.

51

YETİŞ, Kazım (1996). Namık Kemal’in Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Görüşleri ve Yazıları, İstanbul: Alfa Yayınları.

52