İletişim, Sistem ve Felsefe: İletişimsel Sistem Felsefesine Giriş - Communication, System and...

40
İletişim, Sistem ve Felsefe: İletişimsel Sistem Felsefesine Giriş Sadık Türker* Özet Özü itibariyle dil, bir iletişim (communication) sistemidir. Bununla birlikte dil denilince çoğunlukla anlaşılan lisan, yani konuşma dilleridir. Dil (langue) ve lisan/bildirişim (langage) kavramları kültürümüzde genellikle birbirine karıştırılır. De Saussure’ün belirttiği gibi lisan, çok önemli olmakla birlikte dilin yalnızca bir parçasını oluşturur. Lisan, çok yönlü ve gayrımütecânistir. Halbuki dil, mütecanis bir bütünlüktür ve bir sınıflama ilkesidir. İletişim sistemi olarak ele alındığında dil kavramının sınırları bir hayli geniştir. Bizler sadece haber iletişiminde bulunmayız, ayrıca bilgi, görüş, fikir, tecrübe, istek, emir ve duyguları da iletişiriz. Ayrıca iletişim insanlarla sınırlı bir olay değildir; kuvvet, zaaf ve hastalığın yanı sıra ısı ve hareket de iletişime konu olan olaylardır. Sıvıların yahut gazların karışımı bir iletişimdir; ses, ışık yahut ısının yayınımı iletişimdir; mütecanis yahut gayrı mütecanis cisimlerin meydana getirdiği sistemli olaylar birer iletişimdir; kısacası her türlü hareket aslında iletişimdir. İletişim kavramının dilbilgisi, eğitim, sanat, fizik, kimya ve hatta ontoloji gibi çeşitli alanların kesiştiği bir noktada bulunması, onu gerçek bir felsefi sorun haline getirmektedir. Tebliğimde, dilin özü olarak iletişim kavramına yönelik çağdaş anlayışlar değerlendirilerek, iletişimsel sistem felsefesinin imkanı üzerinde durulacaktır. I Teorik sorunlara bakışımızdaki verimsizliğin en bariz örneklerinden birisini, Türk modernizm anlayışının belirlenmesinde izlenen yanlış yöntemler oluşturmaktadır. Ülken’in isabetle işaret ettiği üzere, 18inci yüzyıl başında modernleşme çabası içerisine girerek Avrupa’daki gelişmeleri tanımaya çalışan Osmanlı Devleti, 17inci yüzyılda Newton’ın fizik devrimini gerçekleştirmesine rağmen, Yanyalı Es’ad Efendi’ye Aristoteles’in Fizika’sını tercüme ettirmişti. [Onyedinci yy Japonyasında tersi olmuştur. Japon limanlarından birine yanaşan bir geminin Felemenkli kaptanı esir alınır. Başkumandan (şogun) kaptana Japonyaya nasıl geldiğini sorar. Uzun boylu sohbet ve münakaşaların ardından bunca uzun yolculuğun teknik imkânlarının bilime, o bilimin de Newton mekaniğine dayalı olduğu 1

Transcript of İletişim, Sistem ve Felsefe: İletişimsel Sistem Felsefesine Giriş - Communication, System and...

İletişim, Sistem ve Felsefe: İletişimsel Sistem Felsefesine Giriş

Sadık Türker*

ÖzetÖzü itibariyle dil, bir iletişim (communication) sistemidir. Bununlabirlikte dil denilince çoğunlukla anlaşılan lisan, yani konuşmadilleridir. Dil (langue) ve lisan/bildirişim (langage) kavramlarıkültürümüzde genellikle birbirine karıştırılır. De Saussure’ünbelirttiği gibi lisan, çok önemli olmakla birlikte dilin yalnızca birparçasını oluşturur. Lisan, çok yönlü ve gayrımütecânistir. Halbukidil, mütecanis bir bütünlüktür ve bir sınıflama ilkesidir. İletişimsistemi olarak ele alındığında dil kavramının sınırları bir hayligeniştir. Bizler sadece haber iletişiminde bulunmayız, ayrıca bilgi,görüş, fikir, tecrübe, istek, emir ve duyguları da iletişiriz. Ayrıcailetişim insanlarla sınırlı bir olay değildir; kuvvet, zaaf vehastalığın yanı sıra ısı ve hareket de iletişime konu olan olaylardır.Sıvıların yahut gazların karışımı bir iletişimdir; ses, ışık yahutısının yayınımı iletişimdir; mütecanis yahut gayrı mütecanis cisimlerinmeydana getirdiği sistemli olaylar birer iletişimdir; kısacası hertürlü hareket aslında iletişimdir. İletişim kavramının dilbilgisi,eğitim, sanat, fizik, kimya ve hatta ontoloji gibi çeşitli alanlarınkesiştiği bir noktada bulunması, onu gerçek bir felsefi sorun halinegetirmektedir. Tebliğimde, dilin özü olarak iletişim kavramına yönelikçağdaş anlayışlar değerlendirilerek, iletişimsel sistem felsefesininimkanı üzerinde durulacaktır.

ITeorik sorunlara bakışımızdaki verimsizliğin en bariz

örneklerinden birisini, Türk modernizm anlayışının belirlenmesindeizlenen yanlış yöntemler oluşturmaktadır. Ülken’in isabetle işaretettiği üzere, 18inci yüzyıl başında modernleşme çabası içerisinegirerek Avrupa’daki gelişmeleri tanımaya çalışan Osmanlı Devleti,17inci yüzyılda Newton’ın fizik devrimini gerçekleştirmesine rağmen,Yanyalı Es’ad Efendi’ye Aristoteles’in Fizika’sını tercüme ettirmişti.[Onyedinci yy Japonyasında tersi olmuştur. Japon limanlarındanbirine yanaşan bir geminin Felemenkli kaptanı esir alınır.Başkumandan (şogun) kaptana Japonyaya nasıl geldiğini sorar. Uzunboylu sohbet ve münakaşaların ardından bunca uzun yolculuğun teknikimkânlarının bilime, o bilimin de Newton mekaniğine dayalı olduğu

1

izâh edilir. Uzun lafın kısası, Japon erkân kaptandan Newton’unPhilosophiae Naturalis Principia Mathematica’sını Japoncaya tercüme etmesinitaleb eder. Kaptan Latince asıllı Principia’yı elindeki Felemenkcetercümeden daha önce Hırıstıyan olup Latince bilen bir JaponaFelemenkceden Latinceye, o da Latinceden Japoncaya çevirir. Bu,Yeniçağ Japon felsefe-biliminin esâsını teşkil eder.] Modern makine,gerçekte imkansız bir teşebbüs olan Eskiçağ mekaniğinin ilkeleriyleanlaşılmak isteniyordu. Varsayılan şuydu ki, modern bilim, –Avrupalıtarihçilerin biraz da ideolojik bir şekilde sunduğu modernizmintarihi resmine uygun olarak– Eskiçağ Helen mirasının yenidenkeşfedilmesiyle doğmuştu. Mademki modernizmin altında Helen mirasıyatıyordu, o halde modernleşme sürecine oradan başlanılmalıydı.Ülken 18nci yüzyıldaki tercüme hareketini şöyle değerlendirir:

Ahmed III zamanında Aristo’nun Physica’sının bütünü olan sekiz kitabıKütüb-ül-Semâniye adı ile Yunanca aslından Arapçaya çeviren Yanyalı EsadEfendi, kitabın önsözünde bu çevirisi ile övünüyor ve Abbasilerzamanındaki bütün çevirilerin Süryaniceden Arapçaya ikinci eldenyapılmış olduğu için onlardan üstün olduğunu söylüyorsa da, o yüzyıldaBatı’da astronomi ve fiziğin ne derece ilerlediği ve Aristo fiziğinintamamen tarihe karışmış olduğu düşünülecek olursa, bu çevrininyüzyıllarca geri kalmış, hatta lüzumsuz olduğu anlaşılır.1 Sarıkavak’ın belirttiği gibi, böyle bir devlet projesinde,

Yeniçağ fiziğine ait eserler tercüme edilmiş olsaydı, hiç şüphesizsonuç çok farklı olacaktı.2 Osmanlı’nın modernleşme teşebbüsü,bilindiği gibi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Modernizmi, kaynağıolduğu varsayılan Helen mirası yörüngesinde anlama ısrarının Türkkültürü üzerindeki olumsuz etkilerinin, sadece Osmanlı’da değilTürkiye Cumhuriyeti’nde üniversitelerde ve devlet projelerinde deuzun süre devam ettiğini acıyla tespit etmek zorundayız. Türkfelsefe geleneği, modernizmin daha ziyade retorik ve ideolojikyanlarıyla meşgul olmuş, sorunun ağırlık merkezini gözdenkaçırmıştır. İçerisinde bulunduğumuz çağı anlamanın, felsefetarihini anlamaktan başka bir sorun olduğu, ne yazıkki bugün bileyeterince berrak bir şekilde birbirinden ayırt edilebilmiş değildir.Ülkemizdeki pek çok düşünür halen modernizm sorununa kilitlenmişken,aslında 20inci yüzyıldan beri içerisinde bulunduğumuz dönem, yenibir devrimin, bildirişim (information) devriminin büyümekte olduğu birçağdır. Çünkü azımsanamayacak kadar önemli bir gurup düşünür,medeniyet tarihi boyunca tarım, sanayi ve bildirişim veya bilişimteknolojisi (IT: Information technology) olmak üzere üç devrimingerçekleşmiş olduğunu savunmaktadır. Öte yandan çağımızda bu kadar

1 * Doç.Dr. Felsefe Bölümü, Kırklareli Üniversitesi. Çalışmaya yaptığıeleştirici ve yapıcı katkıları için değerli hocam Prof.Dr. Ş. TeomanDuralı’ya teşekkür borçluyum.

? Ülken (2001, s. 27).2 Sarıkavak (1998, s. 18).

2

etkili bir kavram olmasına rağmen, iletişim (communication)konusunda çeşitli bilim dallarının birbirinden farklı yaklaşımlarıbulunmaktadır. İletişime felsefi bir bakışsa, hâlâ literatürdekieksikliklerden birisi olma niteliğini korumaktadır. Bu yüzdençalışmamda, iletişim (communication) sorunu üzerinde durarak, Türkfelsefe geleneğinde iletişimi canlı ve verimli bir kavram halinegetirmenin nasıl mümkün olabileceğini tartışmaya açacağım ve bubağlamda iletişim sistem felsefesi adlı bir öneride bulunacağım.

İletişimin felsefi önemi, varlık sorununa epistemolojik bir delilsağlamasından kaynaklanır. Şöyle ki tek başıma ben, etrafımdakişeylerin ve olayların varlığından şüphe duyabilir, onların hayalimdeuydurduğum varlıklar olduğunu düşünebilirim. Ancak başka ‘ben’lerinbu şeyler hakkındaki benimkine benzeyen yargıları, bu şeylerinbendeki psikolojik süreçlerden bağımsız bir varlığa sahip olduğukonusunda kuvvetli delillerdir.3 Hiç şüphesiz iletişim, ‘ben’lerarasında ortak bir aklın oluşmasını sağlar. Çeşitli bilimler,sanatlar ve bütün felsefe bu ortak aklın eseridir. Platon’dan beripek çok filozof iletişimin, konuşan ile konuşulan arasındapaylaşılan, güvenilebilir aklî bir biçime dayandığına inanmıştır.4

Sözgelişi Kant, eserlerinin pek çoğunda iletişimin metafizik temeliolarak evrensel olarak iletişilebilir biçimlerden (universally communicableforms) söz eder. Ancak geleneksel felsefi yaklaşımın iletişimkonusundaki seçikliği ve kolaycılığı, onun kavram teorisindenkaynaklanır. İletişimi sağlayan tümellerdir; tümeller bireyseltecrübeleri kuşatan genel sınıflardır. Tümeller arasındakiiletişimse, yüklemlemeyle açıklanmıştır. Yani nasıl ki, bireyseltecrübelerden bazıları belirli sınıflarda toplanıyorsa, bu tümelsınıflardan bazıları da diğer bazılarında içerilir. Tümelleri ifadeeden genel adların söz içerisindeki düzeni, sesbilgisel etkilerledeğişse de, düşüncenin dili evrensel bir düzene sahiptir. Gelenekselanlayışa göre iletişim, varlığın birliğinin düşünceye yansımasındanbaşka bir şey değildir.5

IIİletişim gibi son derece karmaşık bir olayın incelemesinde daha

fazla güçlük çıkaran kavramlardan birisi bildirişim ile onun yerinekullanılan dil deyimleridir. Her ne kadar lisan kastedildiğindekonuşma dili diye belirlense de, pratikte düşünürlerin dil ile lisanıözdeşleştirme eğilimleri ağırlık kazanmaktadır. Dil kavramının,çağımızda görülen müracaatlardan yoksun olması, bu konuyla ilgiliincelemelerin de verimsiz olmasına yol açmaktadır. Örneğin, çağdaşliteratürde dil ve düşünce ilişkisinden söz edilirken bundançoğunlukla kastedilen, lisan ve düşünce ilişkisidir. Lisan denilince3 De Morgan (1847, s. 28).4 Fuller - Collier (2004, s. 30).5 Royce (1901, II, s. 238-239).

3

de bundan genellikle kastedilen sözcükler ve onların düzenidir. Bukonudaki terminolojik bulanıklığın belki de en fazla hissedildiğifelsefî sorun, —modası geçmiş olsa da— düşünce ile dilin özdeş olupolmadığı tartışmasında görülür. Lisan iletişiminde sözcüklerinpayının yalnızca %7 olduğu ve lisanın insanın kullandığı iletişimyöntemlerinden sadece birisi olduğu dikkate alındığında, öncelisana, ardından sözlere indirgenmiş bir dil-düşünce ilişkisinin nekadar sığ kaldığı tahmin edilebilir. Dil ve düşünce ilişkisikonusundaki kafa karışıklığının asıl sebebi, dili lisanaindirgeyerek bu ilişkiyi açıklamaya kalkışmaktır. Gerçekte bu konudaizlenmesi gereken yöntem, tam tersi istikâmette, yani lisandan dileve dilden iletişime doğru genişleyen bir çerçevede, iletişiminçeşitli türleriyle birlikte düşünce sorununu ele almaktır. Düşüncenasıl bir bütünse, dil de öylece bir bütün olarak dikkatealınmalıdır. Lisan, dilin yalnızca bir parçasını oluşturur.6

Düşüncelerin, lisan dışında da ifade yolları bulunduğuna göre, ancakdilin bir bütün olarak dikkate alınması durumunda düşünce ve dilinözdeş olup olmadığı, felsefi anlamda meşru bir sorun olarakgörülebilir. Dolayısıyla felsefi olarak meşru veya geçerli olmayanbir soruna odaklanmış çözüm arayışlarındaki isabet payı, ancak birçuval keçiboynuzundaki bal kadardır. Düşünce, hakkında nispetenyeterli birikime sahip olduğumuz bir sorundur; ancak, dilin özü veçerçevesi belirlenmeden, dille ilgili bu gibi sorunlara çözümgetirmekten uzakta kalmak kaçınılmazdır.

Felsefe tarihinin geniş bir kesitinde filozofların dille olanilişkisi, daha ziyade lisana dayanan geleneksel mantık eksenindeşekillenmiştir. Lisanla sınırlı bir çerçeve içerisinde kalanfilozofların dille ilgili görüşleri, bu nedenle çoğunlukla verimliolamamıştır. Felsefenin çok erken dönemlerinden beri onlar, konuşmadilinin felsefedeki sakıncalarına dikkat çekmekle yetinmişler, çözümolaraksa ya kendinde şeylere ya da soyut fikirlere yönelmeyi salıkvermişlerdir. Mesela Platon Cratylus’da şöyle der: ‘…şeylerin bilgisiadlardan elde edilmemelidir. Aksine şeyler, kendileri bakımındanaraştırılıp incelenmelidir.’7 Bu uyarı, Yeniçağ filozofu Descartestarafından da paylaşılmıştır. O Meditations’da şöyle der: ‘… kelimelerçoğunlukla beni engellemiş, gündelik dilin deyimleri beni neredeysealdatmıştır’.8 Mükemmel bir şekilde kullanılan kelimelerin,insanlığın bilgi birikiminin çağlar ötesi ve milletlerarasıpaylaşılmasını sağladığını belirten keşiş Berkeley, öte yandankelimelerin kötü kullanımının, bilginin çoğu parçalarını karmaşık vekaranlık hale getirdiğini, dolayısıyla dilin, bilimlerinengellenmesine mi yoksa gelişmesine mi daha fazla katkıda bulunduğusorusunun gündeme getirilebileceğini söyler. Berkeley’in kendi6 De Saussure (1959, s. 9). 7 Platon (1997, s. 154).8 Descartes (1958b, s. 188).

4

tercihi, kelimelere mümkün olduğunca az başvurup çıplak fikirlereyönelmektir.9 Yine çoğunlukla lisan odaklı bir şekilde karşımızaçıkan modern felsefenin dil sorunu, hem Batı’da hem de ülkemizdekigeleneksel felsefe akımlarına, çok kötü tarzda, metafiziğintasfiyesi biçiminde yansımıştır. Gerçekte modern dil sorunununaltında, metafiziği tasfiye etmek yahut felsefeyi terbiye etmek gibibir temel amaç yatmaz. Sorunun bu boyutu, meslekçe doğabilimcilerindeğil, daha ziyade, bilimsel bulgulara dayanmakla birlikte, biliminkendisinin üretmediği bir ‘bilimsel dünya görüşü’ yaratan modernistfilozofların elinde gelişmiştir. Böylece dil sorununu bilimsel dünyagörüşü çerçevesinde savunan filozoflar, bir bakıma, bilimin zamanzaman kilisenin ideolojik tutumlarına karşı savunulma ihtiyacınıgidermek üzere avukatlığını yapmışlardır. Bilim ve din yahut bilimve metafizik karşıtlığı çerçevesinde gerçekleştirilen diltartışmalarının, felsefeye somut ve olumlu bir katkısından sözedebilmekse güçtür. İdeolojik kaynaklı bu tartışmaların sonuçları daverimsiz olmuştur. Dil sorunundaki asıl ilerleme, teknik sınırlarıiçerisinde çeşitli bilim dallarında yürütülen tartışmalarlasağlanmıştır ki bu bilim dallarının başlıcaları dilbilim, fizik,psikoloji ve bildirişim teknolojisidir.

IIIİnsanlığın beş bin yılık serüveninde, zayıflamak yerine daha da

güçlenerek varlığını sürdüren ve bugünü belirleyen en önemlifikirler, dil ve iletişim etrafında örülmüş olanlardır. Evreninsembollerle dolu bir kitap olduğu, Eskiçağ Mesopotamya’sında doğmuşbir inançtır. Bu inancı kendisine temel kılmış filozoflar, hattakültürler olmuştur. Yeni-Platonculuğun kurucusu Plotinus’a göreşeyler işaretlerdir, bu işaretleri okumayı bilen bilge kimselersegirilemez olan gayb alanını müşahede ederler.10 Ona göre bütün birdoğa, yazılarla dolu olan bir kitap gibidir; bilgelik, varlıklarınhareketlerinin telaffuz ettiği yasaları doğa kitabından okumamarifetidir. Şeylerin birbirine benzerlikleri dikkatle müşahedeedildiğinde, onlardaki düzen ve düzendeki serilik görülebilir; öyleki bu kitapta hâlihazırda yazılmış olanlar, yazılacak olanlar daokunabilir, yani doğa olaylarını öngörmek mümkündür.11 Mesopotamyakaynaklı bu inancın, yeniden ve daha güçlü bir şekilde kendisinigösterdiği kültürlerden biri İslam’dır. İslam kültürünün en ayırtedici özelliklerinden birisinin dil ve iletişim olduğu, literatürdeyaygın olarak bilinen şu özdeyişle açık bir şekilde ifadeedilmiştir: ‘Hikmet Frankların beyni, Çinlilerin eli ve Araplarındili üzerinde parıldamıştır.’12 Bir bütünlük içinde Kur’ân’a9 Berkeley (1871a, I, s. 152). 10 Plotinus (1952, s. 360). 11 a.e. (s. 96). 12 Hitti (1998, s. 26).

5

bakıldığında, ilk vahyedilen ayet olan ‘oku’ ifadesinin, sadeceKur’an’daki sözleri değil, ayet kelimesinin ifade ettiği şeyleri veolayları birer sembol olarak görüp anlama manasına geldiğigörülebilir. Yıldızlar, gezegenler, gök olayları, yağmurun yağması,güneşin doğup batması, canlıların doğup ölmesi, dağlardan tozzerrelerine varıncaya kadar etrafımızda gördüğümüz irili ufaklı herşey, ancak bilge kimselerin okuyabileceği işaretlerdir. Söz konusuinancı, farklı bir sentezle Yeniçağ Avrupa’sının gündemine taşıyanGalilei, evrenin büyük bir kitap olduğunu, fakat bu kitabınyazıldığı dil ve semboller bilinmeksizin evren kitabınınanlaşılamayacağını söyler. Ona göre bu kitap, matematik dilinde veüçgen, çember ve diğer geometrik şekillerden oluşan sembollerleyazılmıştır. Bu sembollerin ve matematik dilinin yardımı olmaksızın,karanlık bir labirentte çaresiz bir hayret içerisinde kalan insanın,evren kitabının tek bir sözünü bile anlaması mümkün değildir.13

Galilei’nin bu anlayışı modern dönem boyunca pek çok filozoftarafından benimsenmiş ve felsefi görüşlerine işlenmiştir. ÖrneğinFrancis Bacon’a göre öncelikle doğanın hangi dilden anladığınıöğrenmek şartıyla onu dinlemeliyiz.14

IVBu tarihsel zeminden hareket edildiğinde geniş anlamıyla dil,

insanların birbirlerini etkileyebildiği her türlü iletişimselsistemleri kuşatır. Hatta 19uncu yüzyıldan beri yaygınlaşananlamıyla dili, lisanlarla ve insanlarla sınırlamak doğru değildir;çünkü resim, müzik ve bale gibi sanatlarla da iletişim kurulurken,hücreler, hayvanlar, hatta makineler de birbirleriyleiletişebilirler.15 İletişim, çoğunlukla beşeri iletişim, yani lisaniletişimi anlamında kullanılsa da, çağımızda ortaya çıkanmüracaatlarıyla iletişim, son derece geniş bir kavramdır. İletişimekonu olan şey, haber yahut bilgidir. İletişimi insanla sınırlıdüşünen yaklaşım, oldukça eski bir geçmişe sahiptir. Bu yaklaşımagöre iletişimin özü akıldır. Dolayısıyla dil, insanla sınırlı birolaydır. Örneğin bir yerbilimci, bir kayayı incelediğinde buradanpek çok bilgi elde edebilir; fakat kaya yerbilimciyle iletişimkurmaz, çünkü onun düşüncesi yahut iradesi yoktur.16

Dil kavramının yani lisana tahsis edilmesinden dolayı, müzik vematematiğin birer bildirişme olduğu konusunda genel bir karışıklıksürüp gitmektedir. Sözgelişi Collingwood’a göre matematik, anlamlıişaretler kullanması bakımından dile benzeyen, ama ifade ediciolmadığı için dil olmayan bir sembolizmdir.17 Halbuki müzik,13 Koyré (1943, s. 336); Burtt (1925, s. 64). 14 Durant (1917, s. 76-77). 15 Weaver – Shannon (1964, s. 3).16 O’Sullivan (2006, s. 50).17 Collingwood (2005, s. 204).

6

aritmetiğe ve onun temelinde yatan düzenliliğe mensup olan,duyguların seslerle anlatıldığı bir dildir, seslerin dilidir vedilin tarifi gereği müzik ezgileri anlam ifade ederler. Bir dildebulunması gereken sentaks ve semantik müzikte de vardır.18 Herlisanın bir müzik özelliği bulunsa da, konuşma dilleri ile müzikdilinde ifade edilen anlamlar birbirinden oldukça farklıdır. Birkere müzikte ifade edilen anlam, kavramdan yoksun olup ne iddia, nesoru, ne de emir bildirir. Sonra o, kavramdan yoksun olduğu için nedoğru ne de yanlıştır.19 Nitekim Kant’a göre lisandaki her ifade,anlamına uygun bir tona sahiptir.20 Bu ton, az ya da çok konuşanınduygularını ifade ettiği gibi dinleyende benzer bir etkiye nedenolur. Müzik, duygulanımların dilini kullanır ve kendi bileşimyasalarına göre söz konusu tonlarla ilişkili estetik fikirleri ifadeeder. Fakat bu fikirler, hiçbir şekilde kavramlar veya belirlidüşünceler değildir.21

Resim, şekilleri ve renkleri kullanan bir sanattır. Şekiller verenkler, her insanın tasavvur bankasında bulunan duyusal verilerdir.Ancak bunların bileşimi, sanatçının ifade tarzını ve anlatmakistediği şeyi ortaya koyar. Ne var ki, resimler sadece kavramsızanlamları ifade ederler. Bir resim hakkında yapılan kavramsalyorumlar, şekiller ve renklerin bileşiminde kendiliğinden görülendüşünceler değil, tercümeler (translations) ve dilsel dönüşümleridir(trans-formations).22 Resimle anlatılmak istenen, kavramlı dillerleifade edilemeyen bazı anlamlardır. Sanatçı, derinden hissettiğişeyleri sanatsal iletişimle ortaya koymaya çalışır. Sanatsaliletişimin temel özelliği, onun, sanatçının kendi içinde ve yaratıcıtecrübeleri ışığında gerçekleşen bir iletişim olmasıdır.23 17inciyüzyılda dil olarak resim (İ painting as language) yahut resmin dilbilgisi (İpictorial grammar) kavramını geliştiren Poussin’i, 19uncu yüzyıldaSeurat ve 20inci yüzyılda Kardinsky, Mondrain ve diğerleriizlemişlerdir. Onlar şekiller ve renklerin standartlaştırılması veanalojik olarak tanımlanmasına dayanan evrensel bir resmin dili (İlanguage of painting) veya resimdili (pictogramme) oluşturmayaçalışmışlardır. Her ne kadar çok geniş bir alanı kuşatması ve resminsentaktik ve semantik yönlerini açıkça ayırdetmesi gibi konularda

18 Nahm (1946, s. 307); Wierzbicka (1992, s. 135). Müziğin aritmetiğedayandığı, Pythagorasçı filozoflardan beri Helen felsefesinde yaygın birinançtır. Bkz. Aristoteles (1928, III, frg. 985b 32-34).

19 Swain (1996, s. 135).20 Fakat herkesin bildiği üzere lisanlarda tonlamanın evrensel bir

ölçüsü yoktur. Sözgelişi biri Türkçe öbürü İngilizce, aynı durumu ifadeeden iki cümlede aynı şekilde tonlama yapıldığında ifade, belagatını vetonlamaya bağlı bazı anlamları kaybeder.

21 Kant (1904, s. 250-251).22 Lemon (2002, s. 184).23 Leboutillier (1943).

7

güçlükleri bulunuyorsa da bu teori, çağımızda bazı sanatçılar,tarihçiler ve özellikle estetikci filozoflar tarafındansavunulmaktadır. Blanc’a göre resmin ifade birimleri, her biribelirli anlamlara gelen renkler ve şekillerdir. Örneğin düz çizgilersertlik ve kuvveti, yatay çizgiler denizin sükunetini ve enginliğinhaşmetini çağrıştırır. Resmin mutlak gramer ilkesiyse, birliktir;bir ressam, bütün yöntemlerini birlikten hareket ederekgeliştirebilir.24 Wölfflin dil olarak resim kavramını kurmak içinbazı karşıt kavram kümeleri önerir: çizgisel-renksel, yüzeysel-girintili, çokluk-birlik ve öznenin mutlak açıklığı-izâfî açıklığı.Ona göre bu karşıt çiftlerden ilki klasik Rönesans üslubunun,ikincilerse klasik-karşıtı üslubun ölçüleridir. Wölfflin her ikiküme kavramı da, birer dil olarak iş gören iki ayrı görsel tasavvursisteminin (İ system of visual representation) temeli olarak kabuleder. Bununla ilişkili olarak Shapiro sanatsal üslubu, bir ifadesistemi sorunu olarak görür. Ackerman ise sanatsal üsluba, morfolojive sentaks gibi dil özellikleri atfeder. Her ne kadar ayrıntılarınıortaya koyamamışsa da, Charles Morris’e göre semiotiğin kavramlarıolan sentaks, sematik ve pragmatik resim sanatına da uygulanabilir.Resim dili yahut resim grameri hakkındaki bu görüşler, her ne kadarlisanların yapısını benzetmeli (İ analogic) alarak ele almış olsalarda, konuşma dillerini de kuşatan genel bir dil kavramına ulaşmakistemişlerdir.25

Öyleyse dili üç kümeye ayırarak incelemek mümkündür: Birincisianlamlı diller, ikincisi kavramlı diller, üçüncüsü anlamlı-kavramlıdillerdir. Resim ve müzik gibi sanatlar, kavrama sahip olmayan vesadece anlamlı olan dillerdir. Bu dillerin ifadeleri olan eserlereatfedilen kavramlar, yalnızca yorumlardır. Bir dilin sembollerikavramı gösteriyorsa, zaten anlamlı olmak zorundadır. Ancak kavramlıbir dilde anlam, ya kavramla özdeştir ya da değildir. Aritmetik,geometri, cebir ve sembolik mantık, kavramlı olan dillerdir. Budillerde anlam ve kavram arasında bir ayrım yapılamaz, çünkü onlarözdeştirler. Sözgelişi aritmetikte 1 sayısı, hem anlam hem de kavramifade eder. Bununla birlikte bu dillerde anlam, kavramla özdeşolduğundan, bu anlamlarda bireysel yahut duygusal bir unsurbulunmaz. Sayı mistikliği gibi akımlarda görülen şeyse, aritmetiktenziyade kosmolojiyle ilgili olup, sayıların kendilerinde bulunmayandüşüncelerdir. Dolayısıyla kavramlı diller ile birey arasındaduygusal bağlar söz konusu değildir; başka bir deyişle bu dillerdekavramsız anlam bulunmaz.26 Kavramlı dillerde, anlamlı olmak ile manâlıolmak arasında genellikle bir ayrım yapılamaz;27 olsa olsa bir24 Blanc (1891, s. 40-47).25 Carter (1974, s. 331-333). 26 Richards (1930, s. 181); Winchester (1900, s. 46-47). 27 Bir sözcük ya anlamlıdır ya da anlamsızdır; anlamlı sözcüklerden

oluşsa bile bir cümle ya manâlıdır ya da manâsızdır.

8

ifadeye eşit başka analitik ifadeler söz konusu olabilir. Örneğin,(x + y) . (x – y) = x2 – y2 denklemi, iki terimin toplam vefarklarının çarpımının onların karelerinin farkına eşit olduğunuifade etmektedir. Eşitliğin diğer tarafındaki ifade, bu taraftakininmanası değil onun eşiti yahut başka bir ifadesidir. Dolayısıyla,kavramlı dillerin ifadelerinde, pek nadir rastlanan belirsizlik müstesnaolmak üzere, doğru ve yanlış değerlerin dışında bir seçenek mevcutdeğildir.28 Yani bu dillerde oluşturulan bir ifade ya doğrudur ya dayanlıştır. Kavramlı dillerin sembollerine ve sentaks kurallarınauymak şartıyla manasız bir cümle kurmak yahut bir kavram tasavvuretmek mümkün değildir. Onlarda manasız olmak ile imkansız olmak aynışeydir.29 Örneğin ‘dört kenarlı üçgen’ imkansız bir tasavvur olduğugibi, 5 + = – ifadesi imkansızdır, halbuki 8 – 2 = 1 ifadesi manasızyahut imkansız değil sadece yanlıştır. Üçgenin iç açılarınıntoplamının iki dik açıdan daha küçük olduğu gibi bir iddia, Ökliduzayının yanı sıra Riemann uzayı veya Lobachevsky uzayı gibi diğer mümkündillerde de doğru değilse, işte o zaman kavramlı dillerdeimkansızlıktan söz edilebilir.

DİLLER

Anlamlı diller Kavramlı diller Anlamlı-kavramlıdiller

Resim Aritmetik LisanlarMüzik GeometriHeykeltraş Cebir

Sembolik mantık

Kavramlı bir dilde anlam, kavramla özdeş değilse, bayağıdillerden (langues ordinaires/ ordinary languages) bahsediliyordemektir. Bütün lisanlar hem anlamlı hem de kavramlıdır. Çünkülisanlarda anlam ile kavram mutlak olarak özdeş değildir; bazıanlamlar kavramsız, bazılarıysa kavramlıdır. Kavramsız bazıanlamlar, tonlama gibi ses özelliklerinin yanı sıra, vücut dili gibiyazı diline aktarılması zor olan araçlarla ifade edilebilir.30 Diğer28 Frege ve Strawson gibi filozoflara göre manasızlık veya doğruluk

değerinin belirsizliği, dilin kendisiyle değil, ifadenin işaret ettiğinesnelerin bulunmayışıyla veya cümle kurma sürecindeki hatalarlailgilidir. Bkz. Strawson (1964, s. 174-187, 217); Mancosu (1996, s.109).

29 Banarjee (1963, s. 91).30 Hockett (1967, s. 546) Lisan iletişiminin % 55’i duruş, göz teması ve

yüz hareketlerinden oluşan vücut diliyle, % 38’i ses tonuyla ve yalnızca

9

bazılarıysa yine kavram bildirmeyen edatlarla ifadeye katılırlar.Kavramsız anlamlar dile, kişiye ve kültüre özgü duygusal bağlarkatar. Dolayısıyla lisanlarda muhatabın sözlerini anlamak, sadecekavramı ve düşünceyi idrak etmekle değil, ayrıca onun duygusaldurumuna uygun tecrübelere sahip olmakla mümkündür.31 Anlamlı-kavramlı dillerin diğer bir özelliği, o dilin sembolleri ve sözdizimkurallarına tamamen uygun olmakla birlikte manasız cümlelerinkurulabilmesidir. ‘Hareket mavidir’ gibi manasız cümleler,dilbilgisel olarak doğru olmakla birlikte, gerçeklikten kopuk olanifadeler olduklarından, doğru yahut yanlış olmayan cümlelerdir.Lisanlar söz konusu olduğunda manasız cümleler, hiçbir şekildeimkansız ifadeler değildir; çünkü söz konusu cümleler, lisanınkurallarına tamamen uygundur. Bununla birlikte ‘hareket mavidir’ifadesini oluşturan kelimeler anlamlı olduğu halde cümlenin bütünümanasız olduğu için, bu türlü ifadelerle iletişim kurmak, ancakifadelerin doğru yahut yanlış diye değerlendirilmesi gerekmeyen vehayal gücü ile estetik duyarlılığa hitap eden şiirde mümkündür. Saltkavramlı dillerde manasızlık ile imkansızlık anlamdaşken, anlamlı-kavramlı dillerde anlamdaş değildir. Örneğin Wittgenstein’a göre ‘2+ 2 saat üçte 4 edecektir’ gibi ifadeler, manasız sahteönermelerdir.32 Russell’ın örneğiyle ‘dörtlük erteleme içer’ yahutCarnap’ın örneğiyle ‘bu taş Viyana hakkında düşünüyor’ cümlelerinimanasız kılan şey, dilbilgisi kuralları değildir. Dilbilgisi böylebir ifadenin söylenemeyeceğini öngören hiçbir bir kurala sahipdeğildir.33

% 7’si sözcüklerle gerçekleştirilir. Bu oranlar, yaklaşıma göredeğişebilmekle birlikte, sözcüklerin, lisan iletişiminde küçük bir payasahip olduğu gerçeği ortadadır. Vücut dili oldukça geniş bir kavramolarak kullanılmaktadır. Göz teması, sadece insanlarda değil hayvanlardada tehdit yahut davet gibi belirli temel anlamlara gelir. Göz teması, elve yüz hareketlerinin yanı sıra saç ve giyim tarzı, takı ve dövme gibivücut süslemeleri, insanların kimlikleri, ilişkileri, düşünceleri veeğilimleri hakkında sözlü olmayan haberler veren vücut dilinin kapsamıiçerisinde yer alır. Bkz. Danesi (2004, s. 53-57). Lisan iletişimi bugerçeklerin ışığında yeniden değerlendirildiğinde, aslında onun işgörmesini sağlayan geniş bir iletişimsel arka planın ihmal edilmekteolduğunu kolayca anlayabiliriz. Başka bir deyişle, bu iletişimsel arkaplan sözlü iletişimden soyutlandığında, lisan iletişiminin ancak ilkelbir şekilde gerçekleşebileceği anlaşılır.

31 Örneğin bkz. Duralı (2010, s. 241). Sibeveyhi gibi klasik Arapdilbilginlerinin belirttiği üzere konuşma, sadece anlama ve dile getirmedeğil, hissetme ve hissettirme özelliklerine sahiptir. Konuşulan sözler,ifade ettikleri kavramsal anlamların yanı sıra zihin üzerinde çekiciyahut itici, kuvvetli yahut zayıf duygusal etkilerde bulunurlar. Bkz.Türker (2007, s. 157).

32 Wittgenstein (1963, s. 57).33 Russell (1956, s. 166); Quine (1986, s. 21).

10

Bir dilde inançtan, çelişkiden yahut doğruluktan söz edebilmekiçin o dilin kavramlı olması gerekir. Örneğin müziksel ifadelerdeinanılacak bir şey bulmak kolay değildir.34 Anlamlı dillerinifadelerinde kavram bulunmadığı için dilin analitik bir özelliğiyoktur. Bu yüzden çelişkiye yahut gerçekdışılığa yol açan bir durumortaya çıkmaz. Dolayısıyla anlamlı dillerde, imkansız yahut manasızbir ifade mümkün değildir. Sadece sanatsal ifadenin doğasınıngereklerine uygun olmama durumu söz konusu olabilir. Örneğin,ahenkten yoksun olan bir ses dizisi, müzik parçası değil gürültüdür.Öte yandan ahenkli olmakla birlikte, günlerce çalınabilecek kadaruzun bir ezgi, sanatsal değeri olmakla birlikte imkansız yahutmanasız değildir, sadece uygun yahut ekonomik değildir. Birgerçekliği, gerçek dışı çizgiler, renkler ve ilişkilerle tasviretmek, resim sanatında imkansız yahut manasız değildir; hatta böylebir yöntem, resim sanatında akım haline bile gelebilmiştir.

VBütün dillerin nihai görevi iletişimdir.35 Dil zihinsel bir

işaretler sistemdir, söz ise bu sistemin ürünü olan ifadelerisomutlaştırmanın sadece bir yoludur.36 Dolayısıyla söz olmasa da, dilvardır; fakat bunun tersi doğru değildir.37 İletişim, dilden çok dahagenel bir kavram olduğundan ifade, iletişimin yalnızca bir bölümünüoluşturur. Dolayısıyla dil, bir iletişim sistemi olduğu haldeiletişim dil demek değildir.38 Ancak iletişim araştırmalarındailetişimi dile benzeterek, dilin sistematiğinden faydalanmauygulaması bulunduğunun altı çizilmelidir. Bütün dillerin ortaközelliği ifade birimleri, bu birimlerin nasıl dizilerek üst-ifadebirimleri oluşturulacağını gösteren bir kurallar bütünü, düzen yahutbakışım ile düzenin birliği fikrine sahip olmalarıdır. Düzendenyoksun olan yahut bileşim kurallarını ihlal eden yahut da birliközelliğine sahip olmayan ifade birimleri ya hiçbir şey ifade etmezya da bozuk bir şekilde ifade eder.39

34 Richards (2004, s. 266-267).35 Jamieson (1820, s. 14). 36 Dilin lisanla sınırlı en kapsamlı tarifini, 19uncu yüzyılda

başpiskopos William Thomson (1819-1890) şöyle yapmıştır: ‘En genelkabule göre dil, düşüncelerimizi vücut organlarının hareketlerivasıtasıyla ifade etme yolu olarak tasvir edilebilir. Böylece dil,konuşulan kelimeleri, çığlıkları ve duyguları ifade eden istemsizhareketleri hatta resim ve heykeltraşın yanı sıra konuşmanınkullanılamadığı durumlarda onun yerini tutan telgraf, boru sesi, simge,hiyeroglif gibi icatları da kapsayacaktır.’ Bkz. Thomson (1860, s. 43).

37 Danesi (2004, s. 96). 38 Müller (1887, I, s. 192). 39 Resimde drama yahut mise en scene anlamlarına gelen düzen iki çeşittir:

Birincisi renklerin ve şekillerin bakışımını ifade eden ve göz zevkinehitap eden optik güzelliktir; ikincisi duygulara hitap eden ve tutkuları

11

Lisanın, genel olarak dilin sadece bir iletişim aracı olarakgörülmesi ve bilişimsel süreçlerin bundan bağımsız ve öncelikliolarak değerlendirilmesi son derece yanlıştır. 20inci yüzyılda gerekdilbilim gerekse fiziğin kuantum mekaniği gibi alanlarında yapılanpek çok çalışma, dilin, iletilmek istenen düşünceleri belirlediğiniortaya koymuştur. Sapir ve Whorf’a göre insanın sadece dünya yahuttoplum gerçekliği içerisinde yaşadığını kabul ederek onu açıklamayaçalışmak, yetersiz olduğu gibi yanlıştır da. Gerçeklikler karşısındalisanı basit bir iletişim aracı olarak görmek ve onun aracılığıolmaksızın gerçekliğin idrak edilebileceğini düşünmek, biraldanıştır. Gerçek dünya, büyük ölçüde bilinçsiz şekilde, toplumundil alışkanlıkları üzerine kurulmuştur. Çünkü lisanın yapısındabulunan yorumlayıcı kodlar, gerçek dünyanın belirli bir şekildeanlaşılmasına yol açtığından, bu kodlar anlaşılmaksızın bir toplumunsadece hangi sosyal gerçeklikler içerisinde yaşadığı değil, ayrıcahangi duyusal gerçeklikler içerisinde bulunduğu tespit edilemez.40

Heisenberg’e göre konuşma dili, ancak aşırı derecede fazla atomkütlelerinden oluşan ve duyusal tecrübeye açık nesnelerindavranışlarını ifade etmede yeterli olabilir; ancak atomaltıevrendeki olayları ifade etmeye elverişli değildir. Ancak konuşmadilinden tamamen arındırılmış bir fizik mümkün değildir. Fiziğinformül dili olan matematik, konuşma dilinin sınırlarına sahipdeğilse de, sözgelişi kuantum teorisinin dilsel tasvirinde yinetemsili bir dilin kullanılması zorunluluk haline gelmektedir.41

Heisenberg’e göre modernizmin ürettiği kesin bilim, uzay ve zamanadayanan nesnel süreçler (res extensa) ile zihin (res cogitans)arasındaki açık ayrıma dayanır. Ancak o dilsel olarak kendisini,insan ile nesneler arasındaki iletişimin karşılıklı değil tek yönlüolduğu esasına göre belirlemiştir. 20inci yüzyıldaysa bilimi buşekilde anlamak doğru değildir. 20inci yüzyıl bilimi, insan ile doğaarasındaki ilişkiler ağına odaklanmış olup, insanı nesnelsüreçlerden kesin bir çizgiyle ayırmaz. Bu yüzden bilim, doğayanesnel bir gözlemci olarak bakmaz; aksine o kendisini, insan iledoğa arasındaki etkileşimde bir aktör olarak görür. Bilimselçözümleme, açıklama ve sınıflama yöntemleri, her şeyi izah etmekgibi bir amacın peşinde değildir artık ve kendi sınırlarınınfarkındadır. Böylece bilim, kendisini ve inceleme konusunu yeniler.Başka bir deyişle, inceleme yöntemi ile nesnesi, artık birbirinden

ateşleyen ahlaki yahut şiirsel güzelliktir. Resimde, tasvir edilmekistenen şeyin doğasına göre bu iki düzenlilik çeşidi arasında bir dengekurulabileceği gibi, bunlardan birisinin öne çıkarılması söz konusudur.bkz. Blanc (1891, s. 34-40).

40 Sapir (2008, I, s. 221-222); Whorf (1959, s. 135). Sapir ve Whorf’undil konusundaki görüşleri, literatürde Sapir-Whorf Hipotezi (Sapir-WhorfHypothesis) olarak tanınmaktadır.

41 Heisenberg (1949, s. 10-11).

12

ayırt edilemez. Dolayısıyla bilimsel dünya görüşü, kelimenin tamanlamıyla bilimsel olmaktan çıkmıştır.42

İletişim, biri antropolojik, öbürü ontolojik iki ana boyutta elealınabilir. İnsanla sınırlı bir haberleşme gerçeğini yansıtanantropolojik iletişim, çoğunlukla lisanla özdeşleştirilen dili ifadeeder. Ontolojik iletişimse, düşüncelerin kendi aralarındakiiletişimden, hayvanların iletişimine ve varlıkların iletişiminekadar geniş bir çerçeveyi kuşatır. Bu manadaki iletişim, açık birşekilde sistem demektir. Gerek lisan ve onun bir bakıma ürünü olantoplum, gerekse kavramlı diller ve onların ürünü olan biçimselbilimler dikkate alındığında, iletişim ve sistem arasında bir ayrımyapmanın güçlüğü ortaya çıkar. Bu bakımdan ele alındığında düşünme,aslında zihindeki anlamlar arasında gerçekleşen bir iletişimdemektir. Tutarlı iletişim bağlarından oluşan düşünceler bütünüyse,bir teoridir veya bir düşünce sistemidir. Toplumlar birer sistemdirve onların özünü oluşturan toplumsal örgütlenmeyi belirleyen,lisanlardır. Aritmetik bir sistemdir ve onun özünü oluşturanaritmetik semboller ile onların düzenleniş kurallarıdır. Çünküiletişim, etkileşimi takip eden bir uzlaşma süreci anlamına gelir.43

Sistemlerde iletişimin doğası incelendiğinde, bütün sistemler vealt-sistemler arasındaki iletişimin uzaktan veya vasıtalı olduğugerçeğiyle karşılaşılır.44 Bütün sistemler, gerek kendi altsistemleri gerekse başka sistemlerle iletişim kurarken araçkullanmak zorundadırlar. Bunun nedeni, onların birbirine kapalıalanlar olmasıdır. Dolayısıyla iletişimsel araçların gerekliliği,sistemler ve alt-sistemler arasındaki uzaklık ve kapalılıktankaynaklanır. Teleiletişimin, sadece uzak mesafelerden iletişimkurmayı sağlayan bir yöntem olarak, diğer iletişim yöntemlerindenayırt edilmesi yanlıştır. Çünkü dikkat edilirse, bireyler arasındakiher türlü iletişim, aslında uzaktan iletişimdir. Uzaktan etkileşimkonusunda her ne kadar Newton’un bizzat kendisi tarafındanreddedilmişse de, onu takip eden bazı fizikçilere göre, karşılıklıtemasta bulunmayan cisimlerin, maddi olmayan bir şeyin aracılığıolmaksızın, birbirini etkilemesi tasavvur edilemez. Çekim gücü(gravitation), maddenin doğasında bulunan, asli ve ondan ayrılmazbir kuvvettir. Çekim gücünün aracılığı olmaksızın, cisimlerinboşlukta birbirlerini etkileyebilmesi hiçbir şekilde akla uygundüşünce değildir.45 Aynı tarzda düşünme ile kosmik hareketin doğasınıaçıklamaya çalışan Hume’a göre, zihin dünyasında da birbirindenfarklı fikirleri düzenleyen, çekim yasasına benzer yasalar söz

42 Heisenberg (1958, s. 27-29); Wright (1959, s. 731).43 Holmes (2005, s. 15).44 Dainty (2006, s. 5).45 Stewart (1814, I, s. 78-79).

13

konusudur.46 Hayvanların vücudundaki çeşitli organlar arasındakiiletişim, sinirler vasıtasıyla sağlanır. Birbiriyle konuşan ikikişi, ses dalgalarının havada yaydığı titreşimler sayesinde iletişimkurarlar. Çünkü hiçbir vasıtanın bulunmadığı bir boşlukta sözlüiletişim kurmak mümkün değildir.47 Bireyler arasındaki mesafenin birmetre olması ile yüzbin metre olması arasındaki tek fark, mesafearttıkça iletişim için kullanılan doğal vasıtanın fizikselimkanlarının kısıtlanmasıdır. Havada yayılan ses dalgaları, insanınses organlarının kısıtlı titreşim şiddetine bağlı olarak belirli birmesafeden sonra havadaki diğer sesler içinde silikleşerek kaybolur.Bunun için çeşitli kültürlerde insan sesinin yetişemeyeceğimesafelere haber ulaştırmanın farklı yöntemleri geliştirilmiştir.Örneğin Amerikan yerlileri, uzak mesafelere haber iletmek için,belirli aralıklara ayrılarak kelimeleri kodlayan duman işaretlerinikullanmışlardır. Afrika yerlileri davullarla uzaktan iletişimkurmayı başarmışlardır. İletişimin doğası gereği uzaktan yapılmasıbakımından telgraf, telefon yahut duman işaretleriyle kurulaniletişimler arasında hiçbir fark yoktur.48 Tamtam ve telefonvasıtasıyla yapılan iletişimler arasındaki fark, mesafe değil,kullanılan iletişim aracı ile haberin gönderilme yöntemidir.

İletişimde vasıta sorunu, Eskiçağ’dan beri farklı bir çerçevedeele alınmaktaydı. Eskiçağ kosmolojisinden beri, boş kapta hiçbirşeyin olmaması mümkün müdür sorusu, aslında filozofların, fezâboşluğu göründüğü gibi gerçekte de boş mudur sorusu bağlamındatartışılmış, günümüzde de modern bilimin bulguları bu doğrultudayorumlanmaya devam etmektedir. Aristoteles’e göre de kaptaki suboşaltıldığında yerine başka bir nesne, sözgelişi hava dolar; içiboş bir kap su içerisinde ters çevrilerek batırıldığında içine sugirmez çünkü havayla doludur. Havanın da boşaltılması mümkün olsaydıkabın içi yine dolu olacaktı. Eskiçağ’dan beri doğabilimcifilozoflara göre havanın olmadığı kabın içi, genel olarak bütünevren esîrle (aether) doludur. 17inci yüzyıla kadar yıldızlar arasındageçişi sağlayan tek kuvvetin ışık olduğuna inanılıyordu. Newton bunayerçekimini de ekledi. Bugün boş olduğu sanılan alanların elektrikve magnetik kuvvetlerle dolu olduğu kabul edilir. Bu yüzdendir ki,yıldızların ve gezegenlerin boşlukta yüzdüğü inancı yanlıştır;onların çevresinde bir enerji denizi bulunmaktadır.49 Esîr ya da onunyerine konulan kavramlar, holistik felsefi sistemleri savunanfilozofların sıkça başvurduğu düşüncelerdir. Evrenin dolu olupolmadığı tartışmasının altında yatan asıl sorun, yekpare bir evrenivarsaymamızı mümkün kılacak evrensel bir iletişimin var olupolmadığıdır. Çünkü bütün iletişim çeşitleri, vasıtalarla46 Hume (1854, I, s. 28).47 Dainty (2006, s. 75).48 Pei (1955, s. 230).49 Whittaker (1910, s. 1).

14

gerçekleşirler veya diğer türlü bakarsak, bütün sistemler iletişimlevarolurlar. Bu konuda Leibniz şöyle der:

Bu bakımdan bileşik varlıklar, basit cevherler gibidir; çünkü bütünuzay doludur, dolayısıyla bütün maddeler ilişkilidir. Dolu bir kaptayahut dolu uzayda her hareket, uzaklığıyla orantılı olarak diğercisimlere etkide bulunur. Öyle ki her cisim, temasta olduğu cisimlerdensadece etkilenmek ve bu etkilere göre cevap vermekle kalmaz, ayrıca buetkiler vasıtasıyla diğer cisimlerin kendisiyle birleştiği cisim,onlara cevap verir ve bu cisimler arasındaki karşılıklı iletişim, hangiuzaklık olursa olsun birbirine ulaşır. Sonuç olarak her cisim, evrendeolan bütün şeylere cevap verir. Böylece bütün bunları görebilen kişi,her bir şeyde, her yerde ne olduğunu ve olacağını okuyabilir. O kişi,Hipokrates’in ‘Her şey gizli planlar yapmaktadır’ sözünde olduğu gibihalihazırda bulunuyorken, uzayda ve zamanda uzak olanı keşfedebilir.50

Bu iletişim gerçeği, aynı zamanda özünü iletişimin oluşturduğunukabul ettiğimiz sistemlerin doğası hakkında bir sonucagötürmektedir: İletişim içerisindeki ögelerden hiçbirisi, diğerininaynısı değildir ve ister insan haberleşmesi isterse doğal olaylarsöz konusu olsun, iletişim kayıpları kaçınılmazdır. Bu demektir ki,beşeri iletişimlerde bir kimsenin söylemek istediği düşünceyi tamolarak başkasına aktarmak mümkün olmadığı gibi, doğal olaylarda,sözgelişi elektrik akımının iletiminde kaçınılmaz kayıplar vardır.

VIÇağdaş iletişim teorisi (communication theory), 19uncu yüzyılda

makinelerle iletişim kurma amacından kaynaklanmış, 20inci yüzyıldayine bu doğrultuda gelişerek sibernetik yani kontrol biliminin anayöntemi haline gelmiştir. Esasen iletişim teorisini ortaya çıkaransüreçte, dilbilim çalışmalarının ve dilbilim araştırmalarındaysamekanikci (mechanicist) dünyatasavvurunun (Weltbild = world picture)önemli bir etkisinin bulunduğu bilinmektedir.51 Örneğin Letellier,evrensel dilini (langue universelle) oluşturmak için onu sesli, onusessiz toplam yirmi harfin çeşitli bileşimleriyle elde edilebilecekmilyarlarca muhtemel kelimeden söz eder.52 Her ne kadar dilkavramının, makine çerçevesinde anlaşılmak istenmesinde bazıgüçlüklerin bulunduğu biliniyorsa da, çağdaş iletişim sorunu elealınırken, teknolojik ve matematik bir yörüngenin çekimindekalındığı görülmektedir. Buysa, iletişim kavramının tarihselgeçmişiyle bağlantı kurarak genel bir iletişim resmi çizmeninönündeki önemli bir engeli teşkil eder. Dolayısıyla Claude Shannongibi düşünürlerin ortaya koyduğu matematiksel ve mekanik iletişimteorileri, her ne kadar aydınlatıcı fikirler içeriyorsa da, beşerive bilişsel bilimlerde ele alınan iletişim sorununun özünden

50 Leibniz (1968b, s. 264-265, frg. 61). 51 Smith (1872, s. 323). 52 Letellier (1854, s. 5-10).

15

uzaktırlar.53 Ancak hiç şüphesiz bilişsel bilimlerin veya kontrolbiliminin ortaya koyduğu sorunlar ve çözümlerin, felsefi anlamdailetişim sorunu ele alınırken önemli açılımlara, hiç olmazsa yeniyaklaşımlara yol açtığı yadsınamaz.54 İletişim, bütün bir kavramsa,iletişim hakkındaki çeşitli yaklaşımlar da bu bütünün parçalarıolmak zorundadır.

Bildirişim teorisinde bilişim (information), insan yahut makinetarafından algılanan herhangi bir veridir. Shannon’un teorisi,teleiletişim sistemlerinin etkinliğini geliştirmek amacıylatasarlanmıştır. Teorinin temeli, iki insan arasında tek yönlü olarak(unidirectionally) bilişim aktarımı sürecine dayanır. Haber aktarımsüreciyse, ihtimaliyet faktörlerine, yani bir mesajın, veriliherhangi bir durumda olması beklenme yahut beklenmeme derecesinebağlıdır. Dolayısıyla iletişim teorisinde bilişim, matematik olarakihtimali bir şey olarak anlaşılmıştır. Shannon, bir sinyaldeiçerilmiş bilişimin, onun ihtimaliyetiyle ters orantılı olduğunugöstermiştir. Bir sinyal ne kadar çok ihtimale sahipse o kadar azbilişim taşır.55 Dilsel ihtimaliyet, basit bir matematikselyakıştırma değildir; dilin doğasında bulunan bir özelliktir.Özellikle konuşma dilinde söylenen bir ifadenin anlaşılması, onunmuhtemel kuruluş biçimlerine dair bir önbilgiye müracaat edilerekgerçekleşir. Burada sözcüklerin çokanlamlı oluşundan farklıharflerin yahut sözcüklerin ses benzerliklerine kadar birçok etkenrol oynar.56 Dilin kendisine dayandığı matematik temeller çağdaşdönemde Wittgenstein tarafından bir kez daha vurgulanmıştır. İlkçalışmalarından birisi olan Philosophical Grammar adlı eserinde dilihesaba (calculus) benzeten filozof onun, semboller, onlarınkullanımına ilişkin tarifler ile onların kullanımı vedönüştürülmesini yöneten kurallardan meydana geldiğini belirtmiştir.Hesaba benzetilen dilin yapısı, anlamlı kelimelerin farklı bileşimihtimallerinin mekanik olarak işletilmesi esasına dayanır. Bu gibimekanik yaklaşımlarda filozofları en çok zorlayan husus, yukarıdaifade edildiği gibi, konuşma kuralları bütününün, bu kurallara uygunolarak yapılmış ifadelerin manalı olmalarını sağlamaya yetmemesidir.Örneğin Wittgenstein bileşim ihtimalleri üzerinde dururken kavramsızanlamlarla ilgili önemli bir tespitte bulunmuştur: İhtimaliifadelerin manası (sense) ile etkisi (effect) birbirinden dikkatle

53 Klüver - Klüver (2007, s. 2).54 Bu açıdan bakıldığında, Wittgenstein gibi filozofların dil sorunu

etrafındaki görüşlerinin, 19 ve 20inci yüzyıl Avrupa kültürününderinliklerine işlemiş mekanik sistem, makine ve sibernetik kavramlarınaolan müracaatı hesaba katılmaksızın, lisanla sınırlı bir şekildeanlaşılması, dikkat çekilmesi gereken hususlardan birisidir.

55 Danesi (2004, s. 277).56 McDermott (2001, s. 75); Nahm (1946, s. 263). Örneğin ‘kal’ ve ‘kaal’

kelimeleri arasındaki benzerlik gibi.

16

ayırt edilmelidir. Ben, süt, şeker ve getirmek sözcüklerinin muhtemelbileşimlerinden ‘bana süt getir’ ve ‘bana şeker getir’ ifadelerimanalıyken ‘süt bana şeker’ manalı değilse de etkide bulunan birifadedir.57 Sonraki dönemindeki görüşlerini sergilediği Blue and BrownBooks adlı eserindeyse filozof, sembollerin kullanımına ilişkintarifler ile kuralların kesin olarak belirlenemeyeceği noktasındadurmaktadır. Ancak Russell, Carnap ve Chomsky gibi düşünürleringösterdiği üzere mana ile sözdizim kuralları birbirindenbağımsızdır. Dolayısıyla dilin hesabın ilkelerine uygun şekildemeydana gelen ifade evreni ile bu evrendeki manalı ifadeler arasındadoğrudan bir ilişki yoktur.58

Bildirişim teorisinde bilişimin ihtimali sayılması, tesadüfenortaya çıkmamıştır; nitekim ihtimaliyet, sadece dilin doğasıyla dasınırlı bir özellik değildir. Descartes sonrasında gerçekliğin,maddi ve zihinsel iki ayrı türden oluştuğu ve maddi gerçekliklerinmütecanis olduğu kabul edildi. Cisimlerin yapı ve hareketlerininaçıklanmasında, geometrik büyüklüklerde görülen orantısal düzeneuygun, doğrusal bir yol takip edildi. Zorunluluk, bilimsel yasalarıntemel özelliğiydi. Bu özelliğe göre, bir şeyin sadece mevcut durumudeğil, gelecekteki durumu da, doğrusal ve zorunlu bir şekildeöngörülebilirdi. 19uncu yüzyıldan sonraysa maddi gerçekliklerdevarsayılan mütecanislik yahut tektiplilik (uniformism), en azındanikiciliğe dönüştü. Yeni gerçeklik anlayışına göre biri diğerinetercih edilmesi gerekmeyen ve birbirini tamamlayan iki gerçekliktürü söz konusudur. Dahası, bu gerçeklik türlerinden birisi, modernbilimin tektip gerçeklik anlayışına dayanan yöntemleriyleaçıklanamazdı. Dolayısıyla Max Born ve Werner Heisenberg gibifilozofların tespit ettiği gibi 20inci yüzyıl biliminde zorunluluk,bilimsel yasaların temel kipi olarak görülemezdi. Öyleyse hiçbirkatı bilimsel yasa düşünülemez; bundan böyle bilimsel yasalar,ihtimaliyet yasalarıdır.59

VIIİletişim kavramının antropolojik ve ontolojik boyutları

arasındaki fark, yalnızca yaklaşım değişikliğiyle görülebilir.İnsanlar birbirleriyle iletişim kurarlarken, kavramlar değilbireyler arasında gerçekleşen bir iletişimden söz edilir. Ancakdüşünme veya iç konuşma denilen süreçte, bireyler arasında değilfikirler arasında bir iletişim söz konusudur.

Aristoteles tutarlı iç konuşmanın yani düşünmenin kurallarınımantıkta ortaya koymuştur; fakat bu kuralların anlaşılması veuygulanması önemli ölçüde iletişimin antropolojik boyutuna bağlıdır.

57 Wittgenstein (2004, s. 189).58 Blair (2006, s. 134-135). 59 De Broglie (1930, s. 9).

17

Filozof düşünme ile konuşmanın aynı yahut bakışımlı süreçlerolduğunu kabul etse de, iç konuşmanın kendisine özgü ilkeleridiyebileceğimiz önemli esasları başka eserlerinde belirtmiştir.Örneğin filozof, On Memory and Reminiscence’da bildiğimiz bir şeyihatırlamak için üç yöntem önerir: (1) Hatırlamak istediğimiz fikrebenzeyen başka bir fikirden hareket etmek. (2) Hatırlamak istediğimizfikre karşıt başka bir fikirden hareket etmek. (3) Hatırlamakistediğimiz fikre uzayca yahut zamanca bitişik başka bir fikirdenhareket etmek. Bu yöntemlerden özellikle üçüncüsü, kelimeleredökülmesi çoğu kez mümkün olmayan zihinsel resimlerle ilgili olmasıbakımından değerlendirildiğinde, kavramlı yahut kavramsız fikirlerinhangi ilkelere göre düşünceleri meydana getirdiği, yani fikirleriniletişim ilkeleri sorunu ortaya çıkmaktadır.

Titchener’e göre Aristoteles’in önerdiği bu yöntemler, uzun birzaman içerisinde gelişerek fikirlerin bileşimi (association of ideas)kavramını ortaya çıkarmıştır. Thomas Hobbes, David Hume, John Locke,David Hartley, Thomas Brown, James Mill, John Stuart Mill, AlexanderBain ve Herbert Spencer gibi İngiliz filozoflarının hepsinin önemleüzerinde durduğu bu kavram, çağdaş felsefeye yön veren ilkelerdenbirisi haline gelmiştir. Titchener, fikirlerin iletişim kurallarısorununun, 1880lerde Ebbinghaus tarafından çözümlendiğini belirtir.Ebbinghaus sorunu çözümlemek için iki binden fazla anlamsız heceyi(nonsense syllable) inceleyerek kavramlı fikirlerimizin bunlartarafından düzenlendiği sonucuna varmıştır. Titchener’e göre buyaklaşım, bahis konusu sorunda Aristoteles’ten sonra atılan enönemli adım olmuştur. Titchener, Ebbinghaus’un yaklaşımını çokönemli bulmakla birlikte yeterli görmez ve onu, Aristoteles’inhatırlama yöntemleri ve Hume’un fikirlerin bileşimi kavramıylasentezler. Bu senteze göre fikirlerin, ihtimallerden oluşanmatematik bir düzeni vardır. Fakat bunlar, henüz gerçek dünyaylailgili manalı düşünceleri oluşturmazlar. Duyusal dünyaya uygundüşünceleri üreten fikir bileşimleri, ancak söz konusu fikirlerin,tecrübeden ve/veya tecrübenin yol açtığı duygulanımlardankaynaklanan ve dilde ancak anlamsız edatlarla ifade edilebilenizlenimlerin yahut uyarıların etkisiyle ortaya çıkar.Duyusal/duygusal uyarıların fikirler arasında yol açtığı bağıntılar,elbette Aristoteles’te görüldüğü gibi analitik değil, aksinesürprizlerle doludur.60

VIIIAyer gibi filozofların iletişimi ontolojik bir kavram olarak

görmesinde, hiç şüphesiz Eskiçağ bilgeliklerine yabancı bir yenilikolan elektrik teorisi ile onunla ilişkili manyetizma ve kütle çekimigibi kavramların öncülüğünde 20inci yüzyılda gelişen temel tânecikfiziğinin (elementary particle physics) büyük bir payı vardır. Elektrik60 Titchener (1912, s. 374-386).

18

teorisi ve onunla ilişkili teoriler, kosmik sistemin bütününübağlayıcı evrensel nitelikli görüşlerdir. Çünkü evrendeki bütüncisimlerde elektrik ve onun yol açtığı manyetizma ve kütle çekimivardır; bilhassa küresel sistemlerin özünü teşkil eden kütle çekimidikkate alındığında bu gerçek daha iyi anlaşılır. Hem elektriği hemde ona dayanan elektronik haberleşme sistemlerinin özünü teşkil edenelektronlar, cisimleri oluşturan bütün atomlarda mevcuttur.Dolayısıyla bütün cisimlerin yapısında bulunan elektronların zamanve uzayın en küçük ve en büyük boyutlarında birbirleriyle nasılilişkili oldukları, sadece temel tânecik fiziğinin temelsorunlarından birisi değildir, aynı zamanda bildirişim teorisinin(information theory) de hareket noktasıdır.61 Çünkü, Claude E.Shannon’un 1948de yayımladığı A Mathematical Theory of Communication(Matematik İletişim Teorisi) adlı çalışmasıyla ortaya çıkan ve bildirişimteorisi olarak da adlandırılan iletişim teorisi, aslında yaklaşıkbir asır önce icat edilmiş olan telgraf ve elektrik teorisindenilham almıştır, daha doğrusu elektronların iletişimi üzerinekurulmuştur.

Statik elektriklenme, magnetizma ve ışık, endüstri çağının uzunyüzyıllar öncesi kültürlerde de biliniyordu, fakat bunların aynışeyin farklı yönleri oldukları bilinmiyordu. Bu gerçek, ancak 19uncuyüzyılda Maxwell’in elektrik ve manyetik kuvvetleri, elektromanyetikteorisinde birleştirerek açıklamasıyla anlaşıldı. Maxwell denklemleri,1897de temel tânecik elektronun keşfiyle birleşince, radyodanbaşlayıp bugünün elektronik teknolojilerine giden yol açıldı.62 Atom,kütlesi son derece küçük bir çekirdekte yoğunlaşmış, hacmiyse (vehacmin kimyasal ve fiziksel özellikleri) nispeten dağınık haldeçekirdeği kuşatan elektronlardan oluşan bir tâneciktir. Atomlar,pozitif ve negatif yüklerin dengelendiği tâneciklerdir. Çekirdeğioluşturan protonlar pozitif yüklüdür, çekirdekten 1/1836 oranındaküçük kütleler olan elektronlarsa negatif yüklüdür. Çekirdeğioluşturan protonlar ile elektronlar arasındaki kütle bakışımsızlığı,pozitif ve negatif yükler arasındaki farklılığın bir kaynağı olarakkabul edilmiştir.63 Pozitif ve negatif yüklerin karşıtlığıysa,cisimler arasındaki çekme ve itme eylemlerini gerçekleştirenkuvvetlerin farklılığından başka bir şey değildir. Bununla birliktepozitif yük ve negatif yük terimleri, cebirdeki artma ve eksilme anlamındabir karşıtlık bildirmesi bakımından isabetli bir uzlaşımıneseridir.64 Bütün cisimler yüklüdür ve bütün yüklü cisimler,birbirlerine temas ederek elektron alış verişinde bulunurlar;birbirlerine yaklaştıklarındaysa, alış veriş olmaksızın, etkileşiminyönü doğrultusunda yük kutuplaşması meydana gelir. Yani pozitif61 NRC (2006, s. 18-19).62 a.e, s. 34.63 De Broglie (1960, s. 68).64 Thomson (1897, s. 3).

19

yükler ile negatif yükler birbirinden ayrışarak, cismin karşıtkonumlarında toplanırlar. 20inci yüzyıl ortalarına kadar alınıpverilen şeylerin daima negatif yüklü elektronlar olduğunainanılmıştır. Çünkü pozitif yüklü protonlar çekirdeğioluşturduklarından, onların yer değiştirmesi, çekirdeğin aktarılmasıdemektir ki böyle bir şey mümkün değildi. Dolayısıyla elektrikakımını meydana getiren ve bir cisimden diğerine geçen şeyin,negatif yüklü elektronlar olduğu kabul edilmişti. Daha sonraelektronlarla aynı kütleye sahip pozitif yüklü elektronlar, yanipozitronlar keşfedildiğinde, pozitif elektrik yükünün kaynağınınçekirdek olmadığı anlaşıldı.65

Fizikçilerin maddenin yapısı hakkındaki incelemeleri daima,normal ölçülerdeki cisimler için inşa edilmiş yasaların, herhangibir deneysel uyuşmazlıkla karşılaşılmadığı sürece temel tâneciklereuygulanması esasına dayanmıştır. Deneysel bulgularda, mevcutyasalarla açık bir uyuşmazlık görülmediği sürece, yasanın geçerliolduğu kabul edilmiştir.66 Elektron aktarımı kavramı da, kütleselhareketin temel yasalarının tâneciklere uygulanmasıyla ortayaçıkarılmıştır. Bu anlayış, De Broglie tarafından dalga mekaniği adıyla,tânecik esasına dayanan klasik mekaniğin, dalga esasına dayanandalga mekaniğiyle yer değiştirmesine kadar böyle devam etti. 1870ile 1910 yılları arasında temelleri atılan dalga mekaniği, normalkütleye sahip cisimlerin yasalarından oluşan klasik mekaniğin cisimcik(corpuscle) olarak gördüğü cismin temellerini, dalga kavramınadayandırır. Buna göre, atomun proton ve elektronlardan oluşan bütünparçalarının kütle merkezi, somut bir tânecik (particle) yerine soyutbir nokta olarak anlaşılır. Dalga mekaniği, kolay anlaşılır birteori değildir; teorideki zorluk, sonsuz küçük (vanishing) tânecikile mekân ve zamana sonsuz bir şekilde yayılan dalga gibi birbirineen uzak iki kavramı birlikte düşünmenin güçlüğünden kaynaklanır.Bunun için Bohr, dalga mekaniğinin anlaşılmasını bir bakımakolaylaştırmak için bu iki kavramı birlikte düşünmeye akıldışılık(irrationality) ilkesi adını vermiştir.67 Dalganın hareketi, bircismin yer değiştirme hareketi gibi değildir. Su dalgasıdüşünüldüğünde, ortada bir hareket vardır, ancak aslında su kütlesiyer değiştirmez.

Ancak madde ve hareket ister tânecikle isterse dalgaylaaçıklansın, bazı fizikçilere göre, tânecik veya dalganın hareketininaçıklanmasında önemli bir boşluk bulunmaktadır. III. Bölümde ifadeedildiği gibi, şeylerin bir vasıta olmaksızın boşlukta hareketediyor olması, bazı düşünürlere göre kabul edilebilir değildir.Esîrin evrensel bir vasıta olduğunu iddia eden Hooper’a göre

65 De Broglie (1960, s. 68-71).66 Born (1937, s. 44).67 a.e, s. 77, 82.

20

Maxwell, Poynting, Thomson, Hertz, Huyghens ve Young gibifizikçilerin bulguları, Eskiçağdan beri savunulan esîrin bulunduğuhipotezini desteklemektedir.

Esîrsel Vasıta, genel olarak maddenin bütün özelliklerinin ve bütünevrendeki hareket olaylarının kendisiyle açıklanacağı temel bir vasıtaolarak kabul edilmiştir. Işık ve Isının, bu evrensel Esîrin periyodikdalga hareketinden dolayı bulunduğu ispatlanmıştır ve Clerk Maxwell,Poynting, Thomson ve Hertz gibi insanların araştırmalarıyla elektro-manyetik olayların, bu aynı vasıtadan dolayı meydana geldiğiispatlanmıştır. Esîrin muhtelif biçimleri, zaman zaman farklı filozoflar tarafındanvarsayılmıştır; ancak varlığı süren tek Esîr, sonradan Thomas YoungEsîr kavramını ses temeline dayandırmada başarılı olmuşsa da, Huyghenstarafından Işık olaylarını açıklamak üzere tespit edilendir. Biliminher bir keşfi, yalnızca Esîrin varlığını ve buna ilişkin hipotezikuvvetlendirmiştir. Son keşif olan ve Signor Marconi tarafındanbaşarıyla geliştirilen kablosuz telgraf, bu aynı Esîrin elektro-magnetik özellikleriyle ilgilidir.68

20inci yüzyılda da evreni dolduran esîrin bulunduğu inancıkaçınılmaz şekilde bulunmaktadır; çünkü 17inci yüzyılda RobertHooke’un tespit ettiği gibi ses, havanın bulunmadığı boşluktangeçmiyorsa, gerek feza boşluğunda gerekse havası alınmış ampültüpünde ışık dalgalarının hareket etmesini sağlayan bir tür maddeninbulunması gerekmektedir. Ancak esîrin, deneysel gözlemden uzak birmadde olması, onun bilimsel olmaktan çok felsefi bir kavram olarakkalmasının nedenidir.69

IXFiziğin son iki asrı içerisinde ortaya çıkardığı iki farklı

yaklaşım, aslında iletişim konusundaki iki ayrı anlayışıyansıtmaktadır. Bu ayrıma yol açan sorun şudur: Hangi anlamda olursaolsun iletişimde bir şeyin yer değiştirmesinden mi, yoksa başka birşeye etkide bulunmasından mı söz edilmektedir?

Düşünce tarihinde iletişim sorununun hangi temel yaklaşımlariçerisinde sınıflandırılabileceği elbette ilk kez burada yapılan birteşebbüs değildir. Bununla birlikte konunun çoğunlukla epistemolojikyahut teknolojik bir bakışla değerlendirilmesi, kuşatıcı biriletişim tasnifi yapmanın önündeki en büyük engel olmuştur. Yine deRichards ve Fiske gibi çağdaş düşünürlerin genel bir çerçeve çizmeyeçalıştığı görülmektedir. Richards’a göre iki türlü iletişim anlayışıvardır. Birincisi, aktarma kelimesinin mümkün olan en gerçekanlamıyla –sözgelişi, bir liranın bir elden diğerine taşınması gibi–iletişimi, tecrübe ve düşünce aktarımı olarak değerlendirir. Daha azsomut olan ikincisiyse insanların zihinlerindeki aynı tecrübe ve68 Hooper (1903, s. 54).69 Close (2007, s. 62-70).

21

düşüncelerin birbirleri tarafından paylaşıldığını, böylecezihinlerin birbirine nüfuz ettiğini iddia eder. Dolayısıyla birdenfazla zihnin bulunduğu bir yanılgıdır, gerçekte insanların payaldığı tek bir zihin vardır; ne var ki bu tek zihnin pek çok veçeşitli görünümleri vardır. Her iki anlayış da, birbirinden farklıolsa da insanların, aynı şartlarda aynı tecrübelere sahip olacağınıöngörmektedir. Ancak Richards, insanların aynı tecrübelere sahipolacağından hareketle iletişimin açıklanmasını tatmin edici bulmaz.En ideal şartlar varsayıldığında bile, bireylerin sahip olabileceği,aynı değil benzer tecrübelerdir. Gerek birbirinden farklıbireylerin, gerekse aynı bireyin birbirinden farklı tecrübeleriarasında bir benzerlik bulunmaması halinde iletişim imkansızdır.70

Fiske’e göre iletişim konusunda iki temel yaklaşım vardır.Bunlardan birincisi iletişimi alıcı ile verici arasında bir mesajaktarımı olarak görerek iletişimin temel parametrelerini iletişimaracı, şifreleme ve şifre çözme, aktarım kanalı, alıcı-vericiarasındaki etkileşim ve mesajın kesinliği olarak belirleyen süreçokuludur (the process school). İkincisiyse iletişimi alıcı ve vericiarasındaki bir etkileşim olarak değil, mesajın alıcıda yenideninşası olarak değerlendiren ve bu durumu semiotik yöntemle inceleyensemiotikçilerdir.71

Yukarıdaki tasnife benzemekle birlikte, düşünce tarihinde aktarımteorisi ve mutabakat teorisi olmak üzere iki iletişim teorisi bulunduğusöylenebilir. Her iki teoride ortaya konulan iletişim ve dilkavramlarının antropolojik ve ontolojik olmak üzere iki boyuta sahipolduğu görülmektedir. Her iki teorinin ontolojik boyutu, birbirindenfarklı sistem teorilerini sergilemektedir. Başka bir deyişleiletişim, bir sistemin varlık şartlarının başında gelir. Dolayısıylailetişim teorilerinin ontolojik boyutu, iletişimsel sistemfelsefesinin gerekliliğini ortaya koyar.

İletişim

Aktarım (İK) Mutabakat (İM)

Antropolojik Ontolojik Antropolojik Ontolojik

70 Richards (2004, s. 160-164).71 Fiske (2002, s. 1-2).

22

(İKA) (İKO) (İMA)(İMO)

Hem dilbilgisinde hem de felsefede pek çok düşünüre göreiletişim, iki yahut daha fazla sayıda insan bireyi arasında düşünceve duygu aktarımı (transmittance) yahut taşınması (conveyance)anlamına gelmektedir.72 Klasik kaynakların çoğunluğunda bu tarifiyledil, lisandan başka bir şey değildir ve insanlarla sınırlı birolaydır.73 Başkalarıyla iletişim kurmak için kavramları aktarmakgerekir; kavramları aktarmak içinse onlara işaret eden kelimelerkullanılmalıdır.74 Bu anlamdaki dilin temel şartlarından birisi deakıldır. Nitekim Aristoteles’e göre insan sesleri, anlaşılabilirsembollerdir. Hayvanların çıkardığı sesler, her ne kadar haz yahutelem duygusunun bir işaretiyse de akla dayanmadığı için sadeceseslerdir. Dolayısıyla ses çıkarmak ve konuşmak birbirinden farklıolaylardır.75 Çoğu düşünüre göre iletişimden söz edebilmek için,bireyler arasında iletişilen haberin aynı olması gerekir. Haberinaynı olmasını sağlayan etkenler, insanların aynı bilişsel yetileresahip olmalarının yanı sıra aynı nesne ve olayları tecrübeetmeleridir. Aktarım teorisi çerçevesinde savunulan iletişimanlayışına ilişkin farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Bazılarıiletişimi, kelimenin lafzi anlamıyla aktarım olarak anlarken,bazıları aktarımın mecazi olarak değerlendirilmesi gerektiğinisavunmuşlardır. Bazılarıysa iletişimi, aynı düşüncenin başka birbireyde yenibaştan yaratılmasını sağlayan süreç olarakanlamışlardır. Örneğin Gregory’e göre iletişim, zihinsel bir durumubirinden öbürüne aktarmak manasında değil, aynı tecrübe ve aynıdüşüncenin bir başkasında yeniden üretilmesini sağlamak manasındadeğerlendirilmelidir.76 Gregory’nin neredeyse mutabakat teorisiniandıran görüşü şöyledir:

Bilgi, maddi bir şey gibi, bir zihinden diğerine taşınamaz; çünküdüşünceler, elle tutulup taşınabilen nesneler değildir. Fikirleryalnızca, alıcı zihindeki süreçlerin mutabakat ettiği [diğer zihindeki]süreçlerin [yol açtığı] fikirlerin bütünlüğüne doğru yönlendirmeklemümkündür. Fikirler yeniden düşünülmeli, tecrübe yeniden tecrübeedilmelidir.77

Fakat bütün bu farklı yaklaşımları aktarım teorisinde buluşturanortak nokta, farklı bireyler arasındaki iletişim sonucundailetişilen haberin yahut düşüncenin, aynı kaldığı inancıdır.

72 Dainty (2006, s. 3).73 Whitmore (1946, s. 267).74 Posner (2004, s. 638).75 Türker (2002, s. 131).76 Gregory (1917, s. 2-3).77 a.e, s. 32.

23

Aktarım teorisine göre, insanlar konuşurken muhataplarına düşünceve duygularını aktarırlar; dolayısıyla muhatabın konuşan kişiyianlayıp anlamadığı, daha çok mesajın dışında kalan bir dizi araçsaletkene bağlıdır. Örneğin, söz konusu düşünceyi aktarırken uygunkelimeler seçilmiş midir, seçilen kelimeler konusunda muhatabımızuzlaşmış mıdır, aktarım yolunda mesaj gürültü yahut işitme bozukluğugibi bir engelle karşılaşmış mıdır? Bu anlamda alındığında bireylerarasında aktarmak suretiyle gerçekleşen iletişimin ilkeleri,toplumsal uzlaşmanın ve bilimsel öğretimin de temellerinioluşturacaktır. Aktarım teorisi, alıcıdan vericiye mesaj yollanmasıbakımından doğrusal ve aynı zaman diliminde tek yönlü iletişim sistemleriöngörür.

İletişim bir aktarım olarak görüldüğünde, öğrenme aslında almak,öğretmeyse vermek demektir. Öğretmen aktif bir verici, öğrenciysepasif bir alıcı durumundadır. Çünkü öğrencinin bilinç durumu pasifolmadığı sürece, aktarıcı durumundaki öğretmenin bilgi vermesimümkün olmayacaktır.78 Aktarma teorisi, çağdaş eğitim-öğretimdeolumsuz görülen bir yaklaşımdır; çünkü bireylerin pasif algılanması,insancılığın (humanism) temel değerleriyle bağdaşmaz. İletişimin buanlamına göre, farklı kültürler arasında meydana gelebilecekiletişim de bir aktarım olarak anlaşılacaktır. Diyelim, yabancıdilden bir eser Türkçe’ye tercüme edildiğinde o kültürdekidüşünceler bu kültüre aktarılmış olacaktır.

Aktarım teorisinin antropolojik boyutunu zorlayan sorunlardanbirisi, kişinin kendi kendine yaptığı düşünmenin, Platon’dan beribir iç konuşma olarak nitelendirilmesidir. Çünkü konuşma, kaçınılmazolarak iki bireyi ve bu bireyler arasındaki bir aktarımıgerektirmektedir. Halbuki kişi kendi kendine düşünürken iki kişiolmadığına göre, tek bir kişinin kendi kendisine bir şey aktarmasınasıl düşünülebilir? Bu durumda, iletişim kavramının insanbireyleriyle sınırlandırılması mümkün görünmemektedir. Yaniiletişim, aynı bireydeki düşünceler arasında da söz konusuedilecektir. Ancak bu sonuca gidildiğinde bu kez, iletişiminantropolojik sınırları ortadan kalkacak, ardından dil ve konuşmakavramlarının ardında yatan akıl ve irade kavramları öneminikaybedecek; buysa aktarım teorisinin, antropolojik boyuttan çıkarakontolojik boyuta geçtiğini gösterecektir. Aktarımcı iletişimitamamen ontolojik bir kavram olarak ortaya koyansa, fizikte,özellikle elektrik teorisinde elektronların yer değiştirdiğidüşüncesidir.

Aktarımsal iletişimi savunan düşünürlerin pek çoğunun, bireylerarasındaki haber aktarımının ne demek olduğu ve sonuçları konusundabilinçli oldukları söylenemez. Aktarmak yahut taşımak, bir şeyi biryerden alıp başka bir yere koymak, yani yerini değiştirmek demekse,78 Marcell (1853, I, s. 333).

24

insanlar iletişim kurarken kendi duygu ve düşüncelerini çoğaltarakbaşkalarının zihinlerine mi yerleştirmektedirler? İletişilen haber,bu kadar somut bir şey midir?

X‘Dünyadaki en zor şeylerden birisi’ diyor Lewis Carroll, ‘bir

anlamı bir zihinden öbürüne kesin olarak taşımaktır.’79 Bagley’e göresembolik iletişim, konuşanın tecrübesinin dinleyene aktarılmasınısağlar. Fakat aktarımın buradaki manası, konuşanın kastettiğianlamın, tamamen dinleyenin kendi tecrübelerine bağlı olarakdinleyici tarafından alınmasıdır. Dil, dinleyenin dikkatinikonuşanın tecrübesine doğru çekemez; dilin görevi, dinleyeni idealolarak yapılandırılmış bir tecrübe içerisine yerleştirerek konuşanıntecrübesine yaklaştırmaktır.80 Bagley’in yorumuyla aktarım, artıkaktarımın lafzi anlamının tamamen dışında bir durumu göstermektedir.Daha da önemlisi, bu anlamdaki iletişim sonucunda, bireylerinzihinlerindeki bilgi yahut düşünce aynı değil, sadece birbirinebenzer yahut yakındır. Psikolojist Titchener, konuşma dilininsözcükleri ve cümlelerinin, yalnızca ve yalnızca fikirleriilettiğini söyler. ‘Ben çok kızgınım’ dediğimde muhatabım kızgınolduğumu anlar, fakat kızgınlığımı ifade eden bu söz sayesinde benimkızgınlığımı hissedemez. Yani, sözün ifade ettiği tecrübe yahutduygu durumu karşı tarafa aktarılmış olmaz. Sözlü ifade duygulanımı,duygulanım fikrine çevirir; muhataba iletilense memnuniyet yahutmemnuniyetsizlik değil sadece onların fikirleridir.81 Titchener’inaktarımla kastettiği, görüldüğü gibi tecrübe aktarımı değildir.

Mutabakatçı iletişim teorisinde, aktarımcı modelde iletişimiaçıklayan gönderici ve alıcı kavramları, tamamen reddedilirler veyaen azından gerçek anlamlarını yitirmişlerdir. İfade etmenin habertaşıma (conveyance) anlamına geldiğini savunan Pollock, iletişimintarafları bakımından burada gönderilen önerme ile alınan önermelerolduğunun altını çizer. Ancak o, gerek gönderme gerekse almakavramlarını, aktarımın değil mutabakatın parçaları olarakdeğerlendirir. Çünkü bir önermenin alınması, onun dinleyicide hazırbulunan muhtemel önermelerden bazılarıyla ilişkili duruma gelmesidemektir. Bu yüzden gönderilen önerme sayıca tek olsa bile, alınanönermeler çoğunlukla birden fazladır. Genel inanışa göre gönderilenve alınan önermeler özdeş sayılsa da, Pollock haber taşımak içinbunun gerekli olmadığı görüşündedir. Önermenin gönderilip alınmasınısağlayan, bireyler arasındaki ortak tecrübelerdir. Bu tecrübeler,üzerine konuşulan şeyler hakkındaki iletişimsel müracaatlarıoluştururlar. Ancak bu tecrübelerde bireysel farklılıklar (idiosyncrasies)söz konusuysa, yani kavramlar bütün bireylerde aynı anlama79 Collingwood (1899, s. 331). Ayr.Bkz. Cohen (1966, s. 152).80 Bagley (2010, s. 42).81 Titchener (1907, s. 110).

25

gelmiyorsa, iletişimdeki haber gönderme amacı gerçekleşmiş sayılsabile, gönderilen ve alınan önermeler aynı olmayacaktır.

İfadeler, ifade etmenin nesnelerdir. İfade etmenin görevi, habertaşımaktır. Bir anlığına kesin olmayı bırakırsak, haber taşımak,konuşanın zihninde bulunan kesin bir önerme ile dinleyicisinin zihnindebulunan ondakiyle ilişkili duruma gelen önermelerden oluşur. Bunlarısırasıyla gönderilen-önerme ile alınan-önermeler diye adlandıralım.Gönderilen önerme, konuşanın, ifadesine ‘ciddiyetle’ —yani ‘söylediğişeye inanıyor’sa— inanmak zorunda olduğu önermedir. Alınan önerme,dinleyen birisinin konuşanı kendisiyle anladığı önermedir. En basitsenaryoya göre gönderilen önerme ile alınan önerme özdeştir; fakat bu[özdeşlik], haber taşımak için zorunlu değildir. Örneğin konuşan,belirli bir nesnenin belirli bir özelliğe sahip olduğunu dinleyicisinetaşımaya çalışabilir. Dinleyicisi, konuşanın müracaat ettiği nesneyibildiği ve bu nesneye atfedilen özelliğin ne olduğunu anladığı sürece,konuşanın amacı gerçekleşmiştir. Konuşanın amacı bakımındandinleyicinin, bahis konusu nesneyi konuşanla aynı tarzda düşünür durumagelmesi gerekmez. Eğer dinleyici, nesneyi konuşandan farklı tarzdadüşünürse, bu durumda haber taşıma başarılı olsa da, alınan önermegönderilen önermeyle aynı değildir. Öyleyse ifade etmenin görevinin,dinleyiciyi, gönderilen önermeyle ilgili özel bir şekildeilişkilendirilmiş bir önermeyi almasını sağlamaktır; fakat bu alınanönerme, muhtemelen gönderilenle özdeş olmayacaktır.82

İletişim konusunda aktarımı reddederek, iletişimin zihinlerarasındaki mutabakata dayandığını savunan Paul’ün görüşleriyseşöyledir:

Şimdi, söz konusu olan fikirler, zihinde bu türlü bir iletişimleyaratılamaz. Aksine, fikirler fizyolojik uyarılar aracılığıyla zatenzihinde varolmak zorundadırlar. İletişimin etkisi, zihinde uykuhalindeki belirli fikir kütlelerinin [fizyolojik uyarılarla]uyandırılarak bilinç düzeyine çıkarılması ve böylece belirli şartlaraltında [fikirler arasında] yeni bağıntıların yaratılması yahut eskibağıntıların güçlendirilmesinden başka bir şey olamaz. Öyleyse fikirler, oldukları gibi iletişilemezler. Başka bir kişinin fikirleri hakkında bildiğimizi kabulettiğimiz her şey, tamamen kendi fikirlerimizden çıkarılmış sonuçlara dayanır. Bu sonuçlarıoluştururken diğer bireyin zihninin bizimkisiyle aynı şekilde dışdünyayla ilişkili olduğunu, o bireyin zihninde aynı fizikselizlenimlerin oluşturduğu fikirlerin bizde [oluşturduğu fikirlere]benzediğini ve bu fikirlerin benzer şekilde birbiriyle ilişkiiçerisinde olduğunu varsayarız. Bizi kuşatan doğa ve hayatın şartlarıbakımlarından, zihinsel ve bedensel organizmalar arasındaki belirli birdüzeyde mutabakat, farklı bireyler arasındaki anlaşma imkanınınöncelikli şartıdır. Mutabakat arttıkça anlama kolaylaşır. Aksine, bumutabakat ilişkisindeki her sapma, ya anlamadaki başarısızlık yahutkusurlu bir şekilde anlama [sonucunu] artırmak hatta fiilen gerektirmekzorundadır.83

82 Pollock (1982, s. 20-21).83 Paul (1891, s. xxxix, 7).

26

XIİletişimin bir aktarım değil mutabakat meselesi olduğu, iletişime

bağlı anlama, öğrenme ve öğretme gibi etkinliklerin yanı sıra doğaolaylarının mutabakat esas alınarak incelenebileceği görüşü Platon,Gazzali, Berkeley, Descartes, Leibniz gibi büyük filozoflarınkatkıda bulunduğu oldukça uzun bir geçmişe sahiptir. Ancak buanlayışın, yeni bir terminoloji içerisinde yeniden canlanmasınısağlayan, çağdaş bildirişim teorisinin ve bilimin çeşitli sorunlarıolmuştur.

Platon Menon’da Sokrates’in ağzıyla, hiç kimsenin bildiği birşeyi öğrenmesinin mümkün olmadığını, bilmediği şeyiyseöğrenemeyeceğini iddia ederken, buna delil olarak matematikle ilgilihiçbir şey bilmeyen bir köleye geometri problemleri çözdürür.Doktrine göre köle, zaten geometri bilmektedir. Hatırlama diyeadlandırılan doktrine göre bütün araştırmalar ve bütün öğrenmeler,zaten daha önceden bildiğimiz şeyleri, doğru yöntemler keşfederekhatırlamaktan başka bir şey değildir.84 Genel olarak bütün duyutecrübeleri, bizde zaten varolan kavramları ve kavramsal bağıntılarıortaya çıkaran bir araçtan ibarettir.85 Öyleyse zihin, maddigerçeklikten ayrı düşünülmemelidir. Başka bir deyişle, yalnızca veyalnızca bir tek dünya (evren) vardır. Çünkü zihnin gerçekliğikeşfettiği hiçbir an yoktur; zira o gerçekliğin içindedir.86

Platon’un hatırlama doktrini, Aristoteles felsefesinde iki metafizikkavramdan oluşan yeni bir çerçeve içerisinde sunulmuştur: bilkuvvedenbilfiile geçiş. Plotinus’un öncülüğündeki Yeni Platoncularsa Platon’unöğretisini, içkin ilkeler (innate principles) yahut içkin fikirler (innateideas) adı altında güncellemişlerdir.87 Berkeley’e göre bir önermeyianlamak yahut konuşmak, bireyin zihnindeki fikirlerin, genel adlarınişareti vasıtasıyla başka birisinin zihnindeki fikirlerle mutabakat(correspondance = mütekabiliyyet) etmesidir.88

Gazzâlî’ye göre idrak, ben ile ben-olmayan arasındakimutabakattır. En genel anlamda ben-olmayanın idrakini, benin varlığısağlar. Bu yüzdendir ki, benin varlığını en yüksek düzeyde ortaya84 Platon (1875, I, s. 282-288). Hiç şüphesiz Platon’un bu iddiayla

varmak istediği sonuç, sadece bilimsel bilginin araştırılması veöğretilmesi sorunlarına çözüm getirmek değil, daha önemlisi ruhunönceden varlığı gibi ontolojik bir iddiayı sağlamlaştırmaktır. Bkz.Taylor (1908, s. 82-90). Ancak bu yaklaşım, çoğu çağdaş filozofun,hatırlama doktrinini bir teşbih yahut mecaz (metaphor) olarak görmesinesebep olmuştur. Gerçekteyse hatırlama doktrini, araştırmanın, şeye değilzihne yönelik bir etkinlik olduğunu, tecrübelerin yalnızca araçsal birdeğere sahip olduğunu ileri sürmektedir.

85 Campbell (1894, II, s. 310).86 Demos (1939, s. 185).87 Whittaker (1918, s. 51).88 Berkeley (1871b, II, s. 297-298).

27

koyan düşünce, ben-olmayanın varlığına ilişkin en kesin aksiyomdur.Özel anlamda tek tek şeylerin idrakinde de aynı durum söz konusudur.‘Ben-olmayan’a ait herhangi bir şey, ancak ‘ben’e ait süreçleremutabakat ediyorsa idrak edilebilir. Herhangi bir şeyin idraki,daima insanda daha önceden bulunan misali sayesinde mümkündür. Bütünvarlıkların misâlleri, insanda daha önceden varolmasaydı, ben-olmayan hiçbir şey idrak edilmezdi. Şu halde Gazzâlî’ye göre hangişekilde olursa olsun idrak etmek, bir şeyin zihinde mutabakat ettiğifikri hatırlamaktır (ez-zikr).89

Descartes’a göre bir düşüncenin tamamlanması ve geliştirilmesisöz konusu olduğunda, o düşüncenin sahibinden başkası bunu yapamaz.Çünkü hiç kimse, başkasından öğrendiği bir şeyi kendi düşüncesihaline getiremez. Descartes bu iddiasına, kendi tecrübelerindenşöyle bir örnekle devam eder:

Çok defa görüşlerimi son derece akıllı insanlara açıklamışımdır.Onlarla konuşurken kendileri, anlattıklarımı tamamen anlamışgörünmüşlerdir. Ancak, anladıklarını tekrar ettiklerinde görüşlerimin,artık kendi düşüncelerim olarak tanıyamayacağım derecede neredeysetamamen değiştirildiklerini fark etmişimdir.90 Leibniz’e göre ‘zihinlerimize dışarıdan hiçbir şey girmez’.

Hatırlama teorisine emprik bir temel geliştirmeye çalışan filozofagöre zihin, bütün mümkün iletişim şekillerine aynı zamanda sahiptir.Bu yüzden ‘zihinlerimizde daha önceden fikrine sahip olmadığımızhiçbir şeyi öğrenemeyiz.’91

XIIGünümüzde iletişim sorununu felsefi ve kapsamlı olarak tartışan

pek çok düşünüre göre, aktarım anlamında bir iletişim, evrenselolarak mümkün görünmemektedir. Realizm çerçevesinde iletişimsorununu tartışan Broad, nesnelerin algılarının doğrudan doğruyailetişime konu olamayacağını, A ve B gibi iki bireyin her birininkendi zihinlerinde bulunan sözgelişi kırmızı örnekleriylehalihazırdaki algıları arasında yaptıkları mukayese sonucundaalgılanan şeyin benzer yahut farklı yargısında bulunabileceklerinibelirtir. A ve B bireylerinin algılarının birbiriyle uyuşupuyuşmadığı ise cevaplanamayacak bir sorudur.92 Hyslop bu konuda dahaileri giderek, matematiksel olanlar dahil olmak üzere tecrübeyedayanan ve ilgili nesnelere işaret etmeyi sağlayan hiçbir kavramıniletişime konu olamayacağını belirtir. Yani bir kavramın nesnesiyleilgili doğrudan tecrübeye sahip olmayan birisine söz konusu kavram

89 Türker (2002, s. 243-244).90 Descartes (1958a, s. 135-137). 91 Leibniz (1968a, s. 44). 92 Broad (1914, s. 31-45, 248).

28

anlatılamaz. Aynı şekilde üçgen fikrine sahip olmayan birisine onunne olduğu anlatılamaz, o kişinin bunu tecrübe etmesi gerekir.93

Bizlerin herhangi iki zihin arasındaki her türlü iletişimin gerçekşartlarını ve sınırlarını unuttuğumuz, toplumsal bir gerçekliktir.Şüphecilik ‘bilgi’nin izafiyetini ispatladıktan sonra, Antik Yunanlılarerdem ile ‘bilgi’nin öğretilip öğretilemeyeceği gibi, açıkça pek çokinsana saçma görünen, bununla birlikte insan tecrübesi üzerine bir andüşünen herkesçe kesinlikle makul olan bir soru ortaya atmışlardır.Sosyal hayatta bizler, ‘bilgi’nin öğretilebileceğini ve fikirlerin birzihinden diğerine kolayca iletilebileceğini bir aksiyom olarak kabulederiz. Fakat bundan daha hatalı bir öğreti bulunamaz. Gerçek şu kihiçbir şey öğretilemez. Her şey öğrenilmek zorundadır. Fikirleri hiçbirşekilde iletemeyiz.94

İletişimi aktarım olarak anlayan klasik yaklaşıma karşı çıkanLewis, düşüncelerin temelinde yatan algılamalar insanlar arasındaortak olsa ve bu manada bir aktarımın mümkün olduğu kabul edilsebile, bu algılamalara dair duygulanımların bireysel olarakkalacağını ve bunun aktarıma konu olamayacağını söyler. İnsanlarınbirbirleriyle iletişim kurmada empatiye dayalı hareket ettiklerinibelirten Lewis, iki bireyin ancak benzer tecrübelere sahipolduklarında birbirlerini anlayabileceklerini belirtir. Basitçenesnenin algısı anlamına gelmeyip bireysel dinamiklerle donanmıştecrübeyse, aktarıma konu olan bir şey değildir.95 Diğer bir deyişlebirey, muhatabında benzeri varolmayan bir şeyi ona ifade edemez.Dolayısıyla iletişimin özü aktarım değildir. Bireyler, ancakkendilerinde varolan düşünce ve duygular, başkalarındakileremutabakat ettiğinde iletişimde bulunabilirler. Üstelik bu anlamınagöre iletişim yahut dil, konuşma kavramına indirgenemez; zira sadeceinsan bireyleri yahut canlılar değil, bütün varlıklar arasında biriletişim bulunmaktadır.

Ancak mutabakat teorisini, kısır bir şekilde anlamamak gerekir.İki birey arasında ortak noktalar bulunmuyorsa bu, basitçe iletişimkurulamayacağı anlamına gelir. Ancak iletişim, bu ortak noktalarlasınırlı bir olay değildir. İletişimin ortak elemanlarına sahipsek,buradan, tıpkı üst-kümeler oluşturmanın mümkün olması gibi, dahaönceden bulunmayan fikirleri oluşturmanın mümkün olduğu sonucuçıkar. Başka bir deyişle öğretici, öğrenciye bilmediği şeyleröğretir; ancak bunu yapabilmesi için, hem kendisinde hem deöğrencide varolan ortak tecrübeleri kullanmak zorundadır.Öğreticinin buradaki görevi, kendi bilgi ve tecrübelerini öğrenciyeaktarmak değil, kendi zihnindeki şemaya benzer şekilde, öğrencidekiortak tecrübelerin belirli bir şekilde düzenlenmesini sağlamaktır.Özetle mutabakat teorisi, antropolojik iletişimin, bireyler arasında93 Hyslop (1905, s. 54).94 a.e, s. 493.95 Lewis (1929, s. 102-103).

29

(a) tecrübece, (b) kavramca ve (c) –sembolik—uzlaşımca benzerlik veyaörtüşme olduğunu kabul eder. Bu parametrelerde ne kadar fazlabenzerlik veya örtüşme varsa, iletişim o kadar mükemmeldir. İnsanlarile bazı hayvanların iletişim kurmasını mümkün kılan (a) tecrübeparametresiyken, aynı sembolik uzlaşıma sahip olmayan, yani farklılisanları konuşan insanların iletişim kurmasını mümkün kılan (a) ve(b) parametreleridir. Ancak bu durumda, (c) parametresi eksikolduğundan, temel ihtiyaçlarla ilgili kavramların dışında, sözgelişiteorik konularda iletişim kurmak mümkün değildir. Bununla birliktebütün parametrelere sahip olsalar da, sözgelişi aynı ailede doğupbüyümüş, aynı lisanı konuşan iki kardeşin bile mükemmel bir iletişimkurması mümkün değildir. Başka bir deyişle, iletişime konu olansüreçler tüketesiye ifade edilemez; yani mükemmel bir iletişim aslamümkün olmaz.

XIIIİletişimin bir aktarım olarak kabul edilmesi, tümel bir iddia

olması halinde daima başarısızlığa uğrar. Aslında mutabakatçıiletişim de, tümel bir iddia sayıldığında başarısızlığa uğrar. Ancakmutabakat teorisini, aktarıma göre daha seçilebilir gösteren,mutabakatın çeşitli durumlara göre kolay yorumlanabilir olmasıdır.İletişim konusunda birbirinin karşı savları halinde görünenaktarımcı ve mutabakatçı teorilerin yanı sıra, sentezci biryaklaşımdan da söz edilebilir. İletişimi aktarıma veya mutabakataindirgemeye karşı olan bu yaklaşım, her ikisine müracaat ederekiletişimi açıklamak ister. Örneğin Fodor gibi bazı çağdaşdüşünürler, ‘fikirlerin içkin olması’ ile ‘tecrübe sonucundakazanılması’ görüşlerinin birer seçenek olarak düşünülmesininyanlışlığına dikkat çekerler. Bütün kavramlar öğrenilmişolamayacakları gibi, içkin de olamazlar. Hume gibi katı tecrübecifilozofların bile bazı kavramların içkin, yani kazanılmamış olmasıgerektiği inancında olmalarına dikkat çeken Fodor, öğrenilenkavramların, zihindeki öğrenilmemiş, diğer deyişle kazanılmışkavramlardan inşa edildiğini belirtir.96 Sentezci iletişiminfizikteki yansıması daha açıktır. 20inci yüzyılda Schrödinger, Born,De Broglie ve Heisenberg gibi pek çok filozofa göre katı, sıvı vegaz halindeki cisimlerin yanı sıra ısı, ışık ve ses gibi olaylarıkuşatan maddi varlık, cisimcik esaslı anlaşılabileceği gibi, dalgaolarak da görülebilir. Madde ve ışınım, tânecik ve dalgadan oluşanikili yapıya sahiptir. Varlıklar bazen tânecik, bazen de dalgabiçiminde tezahür edebilmektedirler. Varlıkların bu ikili doğasını,Schrödinger gibi fizikçiler, bütün tâneciklerin dalga paketleri olduğunuileri sürerek tekbiçimli bir teoriye dönüştürmek istemişlerse de,fizikteki ikilik (dualité) varlığını sürdürmektedir. Heisenberg’egöre hem tânecik hem de dalga teorileri, iki ayrı varlık resmi

96 Fodor (2008, s. 130-141).

30

sunmaktadırlar ve her ikisi de, gerçekliği ifade etmede tam veyeterli olmadığı gibi biri diğerine tercih edilebilir de değildir.Çünkü varlıklar bazen tânecik gibi, bazen de dalga gibi davranırlarya da bu yaklaşımlardan birine göre ifade edilmeye dahaelverişlidirler. Hem ışık hem de madde, aslında tek bir varlığınfarklı tezahürleridir. Fizikteki ikilik, bu farklı tezahürleri tekbir sistem içerisinde, tutarlı şekilde ifade edebilecek bir dilinyetersizliğinden kaynaklanmaktadır.97

XIVOlayların ayrıntılarını araştırmada bir sınır koymamak, bilimsel

düşüncenin ayrıntılardaki hassasiyetine rağmen ekonomik olmayan birtutum olarak görülmüştür. Genel kültür düzeyinin yanı sıra uzmanlıkdüzeyinde yapılan öğretim etkinliklerinde bu tutum, zahmetli hattaçoğunlukla sakıncalı bulunduğundan, her bilimdalında kavramlarıifade eden sınıf-üye ilişkisi, sanki üyeler birbirinin aynısıymışgibi anlatılır.98 Dolayısıyla, araştırmada belirlenen sınır, birbakıma araştırma konusu doğanın da sınırıdır. Örneğin kimyaderslerinde elementlerden söz edilirken, diyelim bakır elementi veyaproton sınıfı kapsamında değerlendirilen tânecikler evrensel olarakstandart unsurlar gibi anlatılır. Aslında bakır sınıfındakiatomların birbirinden farklı olduğu ispatlanmış değildir, ancak öteyandan aynısı olduğu da ispatlanmamıştır. Buradaki temel güçlük,çekirdek altı tânecikleri, yine evrensel zafiyetler taşıyan veevrenin bir parçası olan araçlarla sonuna kadar denetleme imkanınınbulunmamasıdır. Bu gibi derslerden edindiğimiz bir alışkanlık eseridoğayı gözlemlerken, mesela bir portakal yahut çam ağacına bakarkenonu, yapraklarının birbirinin aynısı olduğu önyargısıyla algılarız.Gerçekteyse evrende hiçbir şey diğerinin aynısı değildir. Aynıportakal ağacının aynı dalındaki herhangi iki yaprak birbirininaynısı olmadığı gibi, bakır sınıfı içerisinde değerlendirdiğimiztâneciklerin birbirinin aynısı olduğunu düşünmemiz için hiçbir nedenyoktur. Herhangi bir ortak kavramımız bile, herkeste aynı manayagelmez.99 Evrende her şey birbirinden farklıysa, sistemler nasılmeydana gelmiştir?

97 Heisenberg (1949, s. 10-11). 98 Modern metafizik her ne kadar kendisini dinamik bir ontoloji üzerine

dayandırmışsa da, modern bilim 19uncu yüzyılın ikinci yarısına kadar,garip bir şekilde dinamik evren görüşünü tekbiçimci şekilde anlamaktaısrar etmiştir. Tekbiçimci evren anlayışından doğan kesincilik yahutkesin bilim inancı, 19uncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren yerinibelirsizlik, izafiyet ve zorunsuzluk gibi fikirlere bırakmıştır. Esasentekbiçimcilik (uniformism), modernizmin temellerinden birisidir ve butemelin zarar görmesi, modernizmin sarsılmasından başka bir şeydeğildir.

99 Maruyama (1961, s. 319-321), Rynin (1932, s. 507-508).

31

Bütün sistemler, ögeleri arasındaki tutarlı etkileşimlerdenoluşan iletişimsel yapılardır. Dinamik bir olay olan iletişim,türsel benzerliklerin yanı sıra türsel ve bireysel farklılıklarınbulunması, hatta bunların zenginleşmesi şartına bağlıdır.Benzerlikler olmaksızın iletişim mümkün değildir; öte yandan türiçindeki bireysel farklılıklar olmazsa iletişim yine mümkündeğildir. Bu demektir ki, birbirine en uzak görünen ve aynı cümleiçerisinde bir araya getirildiğinde manasız görünen kümelerinelemanlarından, pekala anlamlı bir küme oluşturulabilir. İnsanbireyleri, her zaman ‘ben’i (kendilerini) ve ‘ben’deki ‘ben-değil’i(kendilerini etkileyen nesneleri) ifade etmek isterler. Evrendekibireyler biricik olduklarından, onlar arasındaki etkileşim, biryandan benzerlikleri artırırken, öbür yandan farklılıkları çoğaltır.Çünkü her ‘ben’, ‘ben-değil’den başkadır ve ‘ben-değil’in ‘ben’deyarattığı her bir etki yahut bu etkilerin toplamı, hiçbir zaman onunmutlak bir yansıması değildir. Böylece etkileşim, bir yandan sürekliolarak ‘ben’de değişiklik meydana getirirken, öbür yandandurmaksızın ‘ben-değil’in değişik tasavvurlarını ortaya çıkarır.

Dil aralıksız bir yaratıştır. Zaten üretilmiş olanın yeniden üretilmesihariç, dilsel olarak ifade edilmiş olan tekrarlanamaz. Biteviye yeniizlenimler, seslerin ve anlamların sürekli değişimine, yani biteviyeyeni ifadelere yol açar. Öyleyse örnek dili aramak, hareketinhareketsizliğini aramak demektir. Herkes, şeylerin kendi ruhundayarattığı yankılara göre, yani kendi izlenimlerine göre konuşur ve[nitekim] konuşmalıdır da.100 Bilimde, sanatta, edebiyatta ve gündelik konuşmalarda yapılan

budur. Keşfedilecek hiçbir şey yoksa bilim sona erer, ifade edilecekfarklı bir duygu bulunmazsa sanat ve edebiyat ölür, her bireybaşkalarındaki aynı düşünce ve duygulara sahipse veya bunlarıoldukları gibi aktarmak mümkünse, konuşulacak bir şey de kalmamışdemektir. Tür içindeki bireysel farklılıklar, iletişimin dinamik veyaratıcı olmasını, kısaca varolmasını sağlar. Evrendeki her şey,kendi içinde biriciktir, başkasıyla aynı değildir. Şeyler arasındakibenzerlikler, bir iletişim demektir ve bu, onları türler halindedüşünebilmemizi sağlayan sebebin kendisidir. Başka bir deyişle,şeyleri sınıflandırmamızı mümkün kılan, onlar arasındaki karşılıklıve birbirini gerektiren iletişimi idrak etmemizdir.101 Bizi sınıflaragötüren her benzerlik, iletişimden kaynaklanır. Eskiçağ filozoflarıbu durumu, benzer şeylerin bir arada bulunacağı teziyleaçıklamışlardır. Şeyler arasındaki iletişim, sayıca ve nitelikçedeğiştiğinden benzerlikler ve onların yol açtığı sınıflar dadeğişir. Makro ve mikro bütün sistemler, iletişimin dinamiktemellerine bağlıdır. Dolayısıyla bütün olarak evren, dinamik veçeşitli yapılardan oluşan bir sistemdir. Sayısız çeşitlilik üretmek100 Croce (1909, s. 247). 101 Wright (1959, s. 733).

32

ama bu çeşitler arasında benzerliği sürdürmek, evrenin doğasınıngereğidir.

İletişimin dinamik doğasını bilimde de görmek mümkündür. Kuvvetlidelillerle ileri sürülen ve pek çokları tarafından benimsenen birdoktrinin, zamanla yorumlanması konusunda anlaşmazlıklar ortayaçıkar. Daha sonra doktrinin temelleriyle ilgili yeni kavramlardoğmaya başlar. Bir teorinin iç gelişimi açısından bakıldığında dadurum böyledir. Teorinin bütün olarak tutarlı olmasını engelleyenboşluklar, iletişim kopukluklarıdır. Doğal olarak bu kopukluklarınonarılması, yeni kavramların ve kavramsal farklılıkların ortayaçıkmasına neden olur.102 İletişim kopukluklarının fark edilmesi,kavramlaştırılması ve çözümleme arayışlarının tamamı, eleştirisürecinde ortaya çıkar. Bütün eleştirilerin amacı, daha kesin vedaha seçik olması yönünde iletişimin geliştirilmesidir.103 Bütünsistemlerin özünü teşkil eden iletişimin talepleri, asla sonugelmeyen bir süreçtir. Collingwood, bu süreci belirsizlik,tamamlanmamışlık ve anlaşılamaz unsur kavramlarına dayanarak şöyle dilegetirir:

Tarihsel yazım, yazarın bilgi haznesinden iletişmek üzere seçtiği şeyiokura ifade etme teşebbüsüdür. Yazar ele aldığı konuyla ilgili bildiğibütün şeyleri kaleme almayı asla denemez, sadece bildiklerinin birkısmını yazar. Nitekim onun bütün yapabileceği de bundan ibarettir.Zaman içindeki olaylar, birbirinin dışına düşerler; bununla birlikteonlar sonuç zinciriyle birbirlerine bağlanırlar. Bildiklerimiz,bilmediğimiz başka şeylerle bu şekilde ilişkilendirildiklerinden, eniyi bildiklerimizde bile kesin bir anlaşılamaz unsur bulunur. Bu yüzdenverili herhangi bir olay hakkındaki bilgimiz tamamlanmamıştır;tamamlanmamış olduğu için onun ne kadar eksik olduğunu söyleyemeyiz.Emin olabildiğimiz tek şey, merkezi bir bilgi çekirdeğinden her yöneyayılan bir belirsizlik hüzmesidir.104

İletişimin dinamik temelleri bakımından değerlendirilirse,mükemmel bir iletişim, asla mükemmel olamayacak sonsuz bir iletişimdemektir. Evrendeki bütün sistemler, doğal olarak sonsuzlukeğilimine sahip dinamik yapılardır. Herhangi bir varlığın yapısınıanlamak istediğimizde, araştırmamıza peşin sınırlar konulmadığıtakdirde bir sona varamayız; aynı şekilde bir kavram üzerinekonuşurken kurabileceğimiz düşünce bağıntıların da sonu yoktur.İletişim, paradoksal bir gerilimle varolur. Dinamik sistemleriyaratan, benzerliklerin içindeki farklılıkların ve farklılıklardakibenzerliklerin devamlılığıdır. Geleneksel felsefe sistemlerininçoğu, benzerliklerdeki devamlılık fikrinden mülhem bir varlıkkavramı üzerine kurulmuşlar, farklılıklardaki sürekliliği çokluğasürükleyen, olumsuz ve bir bakıma akla aykırı bulmuşlardır. Bu102 Fuller - Collier (2004, s. 122).103 Richards (1930, s. 11).104 Collingwood (2005, s. 208).

33

yüzden onları, mükemmeliyetçi ve statik sistemler olarakdeğerlendirmek mümkündür. Genel olarak söylemek gerekirse, herhangibir sistem, son fikri üzerine kurulmuşsa, statiktir. Hangi tür olursaolsun sistemler için belirlediğimiz ‘son’lar, asla ispatlanamayacakvarsayımlardan veya araştırma iktisadının belirlediği postülalardanibarettir. Bu yüzden evren için ispatlanabilir bir sonbelirleyemeyeceğimiz gibi, diğer sistemler için de bir sınırkoyamayız. Elbette böyle bir iletişim kavramının doğuracağı ontolojianlayışı, 19uncu yüzyıla kadarki kesinci ve tekbiçimci anlayışlardanuzak, ihtimaliyetçi ve izafiyetçi bir epistemoloji sunacaktır.105

Kopernik-Galileo çizgisindeki astronomiyi, klasik astronomidenayırt eden özelliklerden birisi, Eskiçağ’dan beri varsayılan ay-altıve ay-üstü evrenlerin yapıca birbirinden farklı olması nedeniyle ay-altını yani dünyayı açıklayan mekanik yasaların evrenin gerikalanını açıklamayacağı inancına karşı çıkılmasıydı. Modern mekanik,evreni mütecanis bir varlık olarak kabul etmek suretiyle, dünyayıaçıklayan yasaların, evrenin geri kalanına da genelleştirilebileceğiesasına dayanıyordu. Lisandan dile ve dilden iletişime doğruçizdiğimiz teorik çerçeve yani iletişimsel sistem kavramı, lisanaraştırmalarından elde edilen bazı bulguların dil sistemlerine,hatta bütün iletişimsel sistemlere genelleştirilebilmesi anlamınageldiği için önemlidir.

Ancak insan iletişimindeki kavramları fizik veya biçimselsistemlere uygularken bazı sınırların bulunduğu dikkate alınmalıdır.Bütün beşeri iletişim sistemleri ekonomiktir; buna karşın bütündoğal sistemlerde muazzam bir israf görülür. Bilim felsefesininçıkmaz sokaklarından birisi olan ‘doğada neden bu kadar fazlaçeşitlilik vardır?’ sorusu, doğal sistemlerdeki korkunç israfınfelsefece ifadesinden başka bir şey değildir. Fodor’un söylediğigibi insan, duyuları aracılığıyla, çoğunlukla da otomatik şekildeçevresinden durmaksızın haber toplar. Dolayısıyla, herhangi biranda, akılyürütmede işlenemeyecek kadar çok sayıda haber sözkonusudur. Aklın hızlı veri akışını işlemedeki yavaşlığı, onunekonomik ilkelerini ortaya çıkarmış veya insanı belirleyen pratikihtiyaçlar, aklı ekonomik çalışmaya zorlamıştır. Zira bazı bilgilerdaha gerekliyken bazıları böyle değildir. İşte gerekli olanlarınseçilip ilgi ve dikkatin bunlara yoğunlaştırılarak daha kapsamlı venispeten daha net bilgilerin kazanılması, aklın ekonomik ilkeleridoğrultusunda yapılan seçimle ortaya çıkar.106 Doğal olarak böyle birseçim, türsel farklılık gösteren duyu algılarının, sanki farklıdeğilmiş gibi genel sınıflar içerisinde toplanarak kelimelerlegösterilmesi demektir. Bundan dolayı bütün beşeri diller, ekonomik

105 Sistem konusunda genel bir inceleme ile açık ve kapalı sistemler içinbkz. Duralı (1999, s. 41-42).

106 Cann – Kempson – Marten (2005, s. 21).

34

olma özelliğine sahiptirler. Bu gerçeği Berkeley şöyle ifadeetmiştir: Kelimeler gösteren semboller olup gösterilenebağımlıysa,107 ve birbirinin aynısı olmayan sınırsız sayıdagösterilen nesne bulunuyorsa, bu durumda dil imkansız bir şeyolacaktır.108 Zirâ varolan hiçbir lisan, sınırsız sayıda kelimeyesahip değildir. Zaten Aristoteles’in belirttiği gibi sınırsızanlamları bulunması durumunda kelimelerle konuşmak mümkündeğildir.109

KaynakçaAristoteles 1928. Metaphysics, The Works of Aristotle içinde, çev. W.D. Ross, 2.bsk, 3 c, Oxford: The Clarendon Press.Bagley, William Chandler 2010. The Apperception of the Spoken Sentence: A Study in thePsychology of Language, New York: Nabu Press.Banarjee, Nikunja Vihari 1963. Language, Meaning, and Persons, Londra: GeorgeAllen & Unwin.Berkeley, George 1871a. A Treatise Concerning the Principles of Human Knowledge, TheWorks of George Berkeley içinde, ed. A.C. Fraser, 3 c, Oxford: The ClarendonPress.Berkeley, George 1871b. Alchipron or the Minute Philosopher, The Works of George Berkeleyiçinde, ed. A.C. Fraser, 3 c, Oxford: The Clarendon Press.Blair, David 2006. Wittgenstein, Language and Information, Dortdrecht: Springer.Blanc, Charles 1891. The Grammar of Painting and Engraving, çev. K.N. Doggett, 3.bsk, Chicago: S.C. Griggs and Co.Born, Max 1937. Atomic Physics, çev. J. Dougall, 2. bsk, Londra – Glasgow:Blackie & Son Ltd. Broad, C.D. 1914. Perception, Physics, and Reality: An Inquiry into the Information that PhysicalScience can Supply about the Real, Cambridge: Cambridge University Press.

107 Berkeley (1871b, II, s. 152-153). 108 a.e. (II, s. 297). 109 Türker (2002, s. 106).

35

Burtt, Edwin Arthur 1925. The Metaphysical Foundations of Modern Physical Science: AHistorical and Critical Essay, London – New York: Kegan Paul, Trench, Trumbner andCo. – Hardcourt, Brace & Co.Campbell, Lewis 1894. Essays, Plato’s Republic içinde, 3 c, Oxford: The ClarendonPress.Cann, Ronnie – Kempson, Ruth – Marten, Lutz 2005. The Dynamics of Language: AnIntroduction, Syntax and Semantics vol. 35, 1. bsk, Amsterdam: ElsevierAcademic Press.Carter, Curtis L. 1974. “Langer and Hofstadter on Painting and Language: ACritique”, The Journal of Aesthetics and Art Criticism, 32:3, s. 331-342.Close, Frank 2007. The Void, 1. bsk, Oxford: Oxford University Press. Cohen, L. Jonathan 1966. The Diversity of Meaning, 2. bsk, Londra: Methuen & Co.Collingwood, R.G. 2005. An Essay on Philosophical Method, ed. J. Connelly, G.D’oro, 1. bsk, Oxford: Clarendon Press. Collingwood, Stuart Dodgson 1899. The Life and Letters of Lewis Carroll, 2. bsk,Londra: T. Fisher Unwin.Croce, Benedetto 1909. Aesthetic as Science of Expression and General Linguistic, çev. D.Ainslie, Londra: Macmillan and Co.Dainty, Andrew – Moore, David – Murray, Michael 2006. Communication inConstruction: Theory and Practice, 1.bsk, Londra: Taylor & Francis. Danesi, Marcel 2004. Messages, Signs, and Meanings: A Basic Textbook in Semiotics andCommunication Theory, 3. bsk, Toronto: The Canadian Scholars’ Press Inc.De Broglie, Louis 1930. An Introduction to the Study of Wave Mechanics, çev. H.T.Flint, Essex: Methuen & Co. De Broglie, Louis 1960. The Revolution in Physics: A Non-mathematical Survey of Quanta,çev. R.W. Niemeyer, 5. bsk, New York: The Noonday Press.De Morgan, Augustus 1847. Formal Logic: The Calculus of Inference Necessary and Probable,Londra: Taylor and Walton. De Saussure, Ferdinand 1959. Course in General Linguistics, ed. C. Bally, A.Sechehaye, A. Reidlinger, çev. Wade Baskin, New York: PhilosophicalLibrary. Demos, Raphael 1939. The Philosophy of Plato, New York: Charles Scribner’s Sons.Descartes, René 1958a. Discourse on Method, Philosophical Writings içinde, çev. N.K.Smith, New York: The Modern Library. Descartes, René 1958b. Meditations on First Philosophy, Philosophical Writings içinde,çev. N.K. Smith, New York: The Modern Library. Duralı, Ş. Teoman 1999. Felsefe-Bilime Giriş, İstanbul: Çantay Kitabevi. Duralı, Ş. Teoman 2010. “Türkcenin Felsefe – Bilim Sözlüğü: Dil”, KutadgubiligFelsefe – Bilim Araştırmaları, 17, s. 238-244. Durant, Will 1917. Philosophy and the Social Problem, New York: The Macmillan Co. Fiske, John 2002. Introduction to Communication Studies, 2. bsk, Londra: RoutledgeTaylor & Francis Group.

36

Fodor, Jerry A. 2008. LOT: The Language of Thought Revisited, 1. bsk, Oxford:Clarendon Press.Fuller, Steve – Collier, James H. 2004. Philosophy, Rhetoric, and the End ofKnowledge: A New Beginning for Science and Technology Studies, 2. bsk, New Jersey –Londra: Lawrance Erlbaum Associates Publishers.Gregory, John Milton 1917. The Seven Laws of Teaching, Boston: The Pilgrim Press.Heisenberg, Werner 1949. The Physical Principles of the Quantum Theory, çev. C. Eckart– F.C. Hoyt, New York: Dover Publications.Heisenberg, Werner 1958. The Physicist’s Conception of Nature, çev. A.J. Pomerans,1. bsk, Londra: Hutchinson & Co.Hitti, Philip K. 1998. The Arabs: A Short History, Washington: Regnery Publishers,Inc.Hockett, Charles 1967. A Course in Modern Linguistics, New York: The MacMillan Co.Holmes, David 2005. Communication Theory: Media, Technology, Society, Londra: SagePublications. Hooper, William George 1903. Aether and Gravitation, Londra: Chapman and Hall. Hume, David 1854. Treatise of Human Nature, The Philosophical Works of David Humeiçinde, 4 c, Boston – Edinburg: Little, Brown and Co. – Adam and CharlesBlack.Hyslop, James Hervey 1905. Problems of Philosophy or Principles of Epistemology andMetaphysics, New York – Londra: The Macmillan Co.Jamieson, Alexander 1820. A Grammar of Rhetoric and Polite Literature, New Haven:A.H. Maltby & Co.Kant, Immanuel 1904. The Educational Theory of Immanuel Kant, çev. E.F. Buchner,Philadelphia – Londra: J.B. Lippincott Co.Klüver, Jurgen – Klüver, Christina 2007. On Communication: An Interdisciplinary andMathematical Approach, Dordrecht: Springer. Koyré, Alexander 1943. “Galileo and the Scientific Revolution of theSeventeeth Century”, The Philosophical Review, 52:4, s. 333-348.Leboutillier, Cornelia Geer 1943. “Art as Communication”, Journal of Aestheticsand Art Criticism, 2:8, s. 76-84.Leibniz, Wilhelm Gottfried 1968a. Discourse on Metaphysics, çev. G.R.Montgomery, La Salle: The Open Court Publishing Co. Leibniz, Wilhelm Gottfried 1968b. The Monadology, çev. G.R. Montgomery, LaSalle: The Open Court Publishing Co. Lemon, M.C. 2002. The Discipline of History and the History of Thought, Londra – NewYork: Routledge.Letellier, C.L.A. 1854. Applications de la Théorie du Langage qui donne Naissance à laLangue Universelle, CAEN.Lewis, Clarence Irving 1929. Mind and the World-Order, New York – Chicago –Boston: Charles Scribner’s Sons.

37

Mancosu, Paolo 1996. Philosophy of Mathematics and Mathematical Practice in the SeventeethCentury, New York – Oxford: Oxford University Press.Marcell, C. 1853. Language as a Means of Mental Culture and International Communication,2 c, Londra: ????Maruyama, Magorah 1961. “Communicational Epistemology I”, The British Journal forthe Philosophy of Science, 11:44, s. 319-327.McDermott, Drew 2001. Mind and Mechanism, Cambridge – Londra: The MIT Press.Müler, Max 1887. The Science of Thought, 2 c, New York: Charles Scribner’s Sons.Nahm, Milton C. 1946. Aesthetic Experience and its Presuppositions, New York – Londra:Harper & Brothers Publishers.NRC (National Reseach Council) 2006. Revealing the Hidden Nature of Space and Time:Charting the Course for Elementary Particle Physics, ed. Harold T. Shapiro – SallyDawson, Washington: The National Academies Press. O’Sullivan, Tim – Hartley, John – Saunders, Danny – Montgomery, Martin –Fiske, John 2006. Key Concepts in Communication and Cultural Studies, 2. bsk, Londra –New York: Routledge Taylor & Francis Group. Paul, Hermann 1891. Principles of the History of Language, çev. H.A. Strong, Londra:Longmans, Green, and Co.Pei, Mario 1955. “Non-Linguistic Systems of Communication”, Thought andStatement, ed. W.G. Leary – J.S. Smith, New York: Harcourt, Brace and Co, s.228-235.Plotinus 1952. The Six Enneads, çev. S. MacKenna, B.S. Page, Great Boks of theWestern World 17, ed. R.M. Hutchins, Chicago – Londra – Toronto: WilliamBenton – Encyclopaedia Brittanica. Platon 1997. Cratylus, çev. C.D.C. Reeve, Plato Complete Works içinde, ed. J.M.Cooper – D.S. Hutchinson, Cambridge: Hackett Publishing Co. Pollock, John L. 1982. Language and Thought, Princeton: Princeton UniversityPress.Posner, Roland 2004. “Semantics and Pragmatics of Sentence Connectives inNatural Language”, Semantics: A Reader, ed. Steven Davis – Brandon S. Gillon,Oxford: Oxford University Press, s. 636-658.Quine, W.V. 1986. Philosophy of Logic, 2. bsk, Cambridge: Harvard UniversityPress.Richards, I.A. 1930. Practical Criticism: A Study of Literary Judgment, 2. bsk, Londra:Kegan Paul, Trench, Trübner & Co. Richards, I.A. 2004. Principles of Literary Criticism, Londra – New York: Routledge. Royce, Josiah 1901. The World and the Individual, 2 c, New York – Londra: TheMacmillan Co.Russell, Bertrand 1956. An Inquiry into Meaning and Truth, 5. bsk, Londra: GeorgeAllen and Unwin Ltd.Rynin, David 1932. “The Nature of Communication”, The Journal of Philosophy,29:19, s. 505-516.

38

Sapir, Edward 2008. “The Status of Linguistics as a Science”, The CollectedWorks of Edward Sapir içinde, 2 c, ed. Pierre Swiggers, Berlin – New York:Mouton de Gruyter, I, s. 219-226.Sarıkavak, Kazım 1998. 18. YY’da bir Osmanlı Düşünürü: Yanyalı Es’ad Efendi, Ankara:Kültür Bakanlığı Yayınları 192. Smith, Adam 1872. Essays, 6. bsk, Londra: Alex Murray & Co.Stewart, Dougal 1814. Elements of the Philosophy of Human Mind, 5. bsk, 2 c, Londra: T. Cadell and W. Davies.Strawson, P.F. 1964. Introduction to Logical Theory, Londra: Methuen & Co.Swain, Joseph P. 1996. “The Range of Musical Semantics”, The Journal of Aestheticsand Art Criticism, 54/2: s. 135-152.Taylor, A.E. 1908. Plato, Londra: Archibald Constable & Co.Thomson, J.J. 1897. Elements of the Mathematical Theory of Electricity and Magnetism, 2.bsk, Cambridge: Cambridge University Press. Thomson, William 1860. An Outline of the Necessary Laws of Thought: A Treatise on Pure andApplied Logic, 4. bsk, New York – Boston: Sheldon and Co. – Gould & Lincoln.Titchener, Edward Bradford 1907. An Outline of Psychology, 3. bsk, Londra – NewYork: Macmillan & Co. – The Macmillan Co.Titchener, Edward Bradford 1912. A Text-Book of Psychology, New York: TheMacmillan Co.Türker, Sadık 2002. Aristoteles, Gazzâlî ile Leibniz’de Yargı Mantığı, 1. bsk, İstanbul:Dergah Yay.Türker, Sadık 2007. “Erken Klasik Arap Dilbilgisel Düşüncesinde Kıyas veTemelleri”, Kutadbubilig Felsefe – Bilim Araştırmaları, 11, s. 137-197.Ülken, Hilmi Ziyâ 2001. Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, 7. bsk, İstanbul: ÜlkenYay.Weaver, Warren – Shannon, Claude E. 1964. The Mathematical Theory ofCommunication, 10. bsk, Urbana: The University of Illinois Press.Whitmore, Charles E. 1946. “Communication”, The Journal of Philosophy, 43:10, s.266-274.Whittaker, E.T. 1910. A History of the Theories of Aether and Electricity from the Age ofDescartes to the Close of the Nineteenth Century, Londra – Dublin: Longmans, Gren, andCo. – Hodges, Figgis, & Co. Whittaker, Thomas 1918. The Neo-Platonists: A Study in the History of Hellenism, 2. bsk,Cambridge, Cambridge University Press.Whorf, Benjamin Lee 1959. Language, Thought, and Reality, ed. John B. Carroll, 4.bsk, Londra – New York: John Wiley & Sons, Inc.Wierzbicka, Anna 1992. Semantics, Culture, and Cognition: Universal Human Concepts inCulture Specific Configurations, Oxford: Oxford University Press.Winchester, C.T. 1900. Some Principles of Literary Criticism, Londra – New York:Macmillan & Co. – The Macmillan Co.

39

Wittgenstein, Ludwig 1963. Tractatus Logico-Philosophicus, çev. D.F. Pears, B.F.McGuinness, Londra – New York: Routledge & Kegan Paul – The HumanitiesPress.Wittgenstein, Ludwig 2004. Philosophical Grammar, ed./çev. R.Rhees, A. Kenny,Oxford: Blackwell Publishing. Wright, Henry W. 1959. “Note on Communication as a Principle ofMetaphysical Synthesis”, The Journal of Philosophy, 56:18, s. 730-733.

40