GUNUMUZDEN 100 tamami

53
GÜNÜMÜZDEN 100 (Yazı ile yüz) sene sonra… (Eski türk dilinden tercüme) Engin bilgi, dedikoduyu vakıf Vak’anuis Halikarnassos Kısa Menzil Kaptan-ı derya Tombul Yanak Bey, Silsilet-ül Havadis nam 59 ciltli devasa kitabında - ömrü vefa etseydi 149 cilt olacağını söylüyormuş- Eski Türkiye Cumhuriyeti’nin, yaşadığı tarihler arasında bütün reislerini, bütün sefinelerini, bütün bahri hikâye ve dişe dokunur/dokunmaz olaylarını, kimin kiminle fakir palamut, kimin kimin ile zengin Hazar havyarı yediğini, kimin kör, kimin topal olduğunu vü kendi sefer-i muazzamalarını tek tek en ince teferruatına kadar baldan datlı bir üslüb-u nefis ile anlatmış, günümüzde pek az kalan akl-ı evvel derya düşkünlerini irşat etmektedir. Her ne kadar yine kaptan-ı derya olan vü olmayan başka zevat, misalen “Arz-ı İstion” muharrirlerinden ser bulut Gözü Camlı Kostantınıyyeli Şakacı lakaplı Âlicenap Bey ve benzerleri de dönemi anlatmışlarsa da Tombul Yanak Bey mertebesine dedikodu bâbında erişememişler, süre-i hayatları boyunca sadece el değil ayak parmaklarının tırnaklarını da yemekten iflahları kesilmiş, defalarca ameliyat masasını ziyaret etmişlerdir. Zamanımızda aklını ve servetinin bir bölüm altununu deryaya savurmaya namzet bu cemiyet kaçkını, bu, kendi deyişleri ile hürriyet aşığı, Devlete vergi, rüsum vermekten kaçan ve sadece yeli kullanmak isteyen bozguncu taifesi, aralarında şer âb, arak ve bilumum beyn dumuru yaratan maii düşkünü de olan güruh hayatta kalan birkaç mütercime avuç avuç altun, gümüş ve fıçı fıçı neft ödemek suretiyle, işte bu tarihin tozlu raflarında saklanan eski dilden bilumum kitabı okuyarak hususi tarih-i bahrimizi eşelemektedirler.

Transcript of GUNUMUZDEN 100 tamami

GÜNÜMÜZDEN 100 (Yazı ile yüz) sene sonra…

(Eski türk dilinden tercüme)

Engin bilgi, dedikoduyu vakıf Vak’anuis Halikarnassos Kısa Menzil Kaptan-ı derya Tombul Yanak Bey, Silsilet-ül Havadis nam 59 ciltli devasa kitabında - ömrü vefa etseydi 149 cilt olacağını söylüyormuş- Eski Türkiye Cumhuriyeti’nin, yaşadığı tarihler arasında bütün reislerini, bütün sefinelerini, bütün bahri hikâye vedişe dokunur/dokunmaz olaylarını, kimin kiminle fakir palamut, kiminkimin ile zengin Hazar havyarı yediğini, kimin kör, kimin topal olduğunu vü kendi sefer-i muazzamalarını tek tek en ince teferruatına kadar baldan datlı bir üslüb-u nefis ile anlatmış, günümüzde pek az kalan akl-ı evvel derya düşkünlerini irşat etmektedir.

Her ne kadar yine kaptan-ı derya olan vü olmayan başka zevat, misalen “Arz-ı İstion” muharrirlerinden ser bulut Gözü Camlı Kostantınıyyeli Şakacı lakaplı Âlicenap Bey ve benzerleri de dönemi anlatmışlarsa da Tombul Yanak Bey mertebesine dedikodu bâbında erişememişler, süre-i hayatları boyunca sadece el değil ayak parmaklarının tırnaklarını da yemekten iflahları kesilmiş, defalarcaameliyat masasını ziyaret etmişlerdir.

Zamanımızda aklını ve servetinin bir bölüm altununu deryaya savurmaya namzet bu cemiyet kaçkını, bu, kendi deyişleri ile hürriyet aşığı, Devlete vergi, rüsum vermekten kaçan ve sadece yeli kullanmak isteyen bozguncu taifesi, aralarında şer âb, arak ve bilumum beyn dumuru yaratan maii düşkünü de olan güruh hayatta kalanbirkaç mütercime avuç avuç altun, gümüş ve fıçı fıçı neft ödemek suretiyle, işte bu tarihin tozlu raflarında saklanan eski dilden bilumum kitabı okuyarak hususi tarih-i bahrimizi eşelemektedirler.

Gafil ve garipler! Öğrenseniz, irşat olsanız neye yarayacak? Dolgularla gölcük kadar kalan Maramara(!), Egeiou ve Vaytsi’de denizdudağında, Alaiye falezlerinde, Halikarnassos dağlarında daşlarında,Hopa’dan İskendorun’a uzanan sahil seyir yolunda yükselen devasa “site” dediğimiz kal’alardan denize ulaşmak mümkün müdür? Bir tek doğal ağaç dalını kınnapla bağlayacak sahil mi vardır? Denize, deryaya duyulan aşk ile hürriyet tutkusuymuş. Sevsinler!

Bütün bu zırvalıklar yetmezmiş gibi, bu zevat-ı nâ şerif, üstüne üstlük bir de çağımız ultra moderen tekniklerini reddederek illa da odundan mamul sefineleri, kıçı kırık sandalları arşa çıkartıyorlar kitaplarında, en çok da buna katıla katıla gülüyorum. Binlerce yıl bir adım ileri gidememiş, durduğu yerde otlamış, âdem gücü ile inşa edilmiş, âdem gücü ile yürüyen meşe, karaağaç, ihlâmur, atkestanesi – adı üstünde, kime ne yararı olabilir ki- mezarlık kara selvisi gibi adını bile unuttuğumuz nebatattan tekne yapmayı ululuyorlar. Neymiş? Denize daha çok yakışıp daha konforlu, daha denizci imişler.Peeeh!

Hele bir de bu müellifler içinde “Ağzı bozuk” nâm, mütekait “HuysuzEhtiyar Cemalettün Bey var ki, sanki deruni(!) araştırmaları, tercümeleri o tarihlerde bile el tersi ile itilip okunmazken, eşşek inadı ile bu nebattan yapılma odun nev'ilerini fırsatını düşürdüğü her mecrada anlatmış da anlatmış. Neredeyse âteş bulunmazdan öncesi,Nuh Peygamber zamanına kadar işi uzatıp- neye yarar ise?- arzın dörtbir yanında fi tarihinde kullanılmış bu eski üskü şeyleri resimlerlefelan döktürmüş de döktürmüş.

Diyesi ki “ Nasıl camiler, kervansaraylar, ulu binalar tarihi mirasımız olarak addediliyorsa eski dönemlerde kullanılmış nebattatan mamul deniz sefineleri de öyle kabul edilmeli, tıpkısı benzerleri inşa edilerek gelecek nesillere de bırakılmalıdır” Vah zavallı, aklını peynir ekmekle yemiş rind. Eskiye rağbet olsaydı birpazarına nûr yağardı!

Vel hâsılı kelâm, artık çoktan değişmiş ve devasa gelişmiş Yeni Cumhuriyeti’mizde ameli ve ruhi ve felsefi karşılığı olmayan, sadeceen az bir kilometre uzaktan seyredilip genel olarak da netice dönülerek koyun, kuzu, tavuk kanadı naam edilen, bazen şarkılara, türkülere meze olan deniz ve özellikle de yelken mevhumu ebede kadarunutulmuştur. Hele bildiğimiz odundan mamul olanlar!

Bahr, sadece başta neft, sonra maden cevheri ile ticari emtia taşıyan ve sadece Beylere, Paşalara servetlerine servet katıp Devletimizi daha nurlu ufuklara taşıyacak bir su kütlesidir. Ötesiniaraştırmak, yukarıda sözü geçen müellifleri okuyup, okuyup, haves etmek, hürriyet naraları atmak sade ve sadece bir ruhi hezeyan, tedaviye muhtaç bir illettir. Zinhar maltup da değildir.

2115 İstanbul Yeni Boğaz cenup ağzı Sümbül Moru Kal’ası

Molla-ı Kebiri

“Tarihimizde Bağzı Deniz Yazarları ve İşe yaramaz Düşünceleri” Risalesinden

BU BÖLÜM YEDİ ÖLÜMCÜL GÜNAHTAN BİRİ OLAN KISKANÇLIK & HASETİ ANLATIR.

Zamanımızdan altmış yıl kadar önce Kostantıniyye bahrı sathında yolcu taşımakla mükellef, o zamanın adları ile yolcu vapurları, dolmuş motorları ve arabalı vapurlar ile deniz otpisleri (otobüs de olabilir) Yeni Cumhuriyetimizin Caponlara, Hunlulara inşa ettirdiği devasa köprülerin sayesinde seferlerden men edildiler. Bosphorus nâm

eski boğazdan da âli cenap Devletimizin himmeti ile sadece geçiş parası ödeyemeyecek kadar fakir devletlerin küçük ticaret gemilerineizin veriliyor. Diğerleri Yeni Boğaz’ı kullanıp Devletimize hem çil çil geçiş rüsumu ödüyor hem de duacı oluyorlar. Hamdolsun !

Pek yakın tarihte köprülerin de bir anlamı kalmayacak. Görüyorsunuz,seyyar mobiller günümüzde “piloşöfer” dâhil sekiz kişi taşır halde semalarımızı doldurmaya başladılar bile. Yakın tarihte de hâklimiz devasa metruçaklar ile o yakadan bu yakaya seyyahat edecekler.

Bütün bunları zaten bilen hâkimize neden anlatıyorum? Var tabii bir hikmeti!

Yine son 15 yıldır Yeni Cumhuriyetimizin bilâ kaydı şart maddi ve manevi desteğine mazhar olmuş “zeman makinesi” bilim adamlarımız, birokratlarımız, hukukçularımız, tüccarlarımız, ulemamız, hariciyemiz mensuplarının insanüstü çabaları ile artık, beşere tanıtma safhasına ermek üzere. Hal bu minvalde iken, tabii, toplumumuzda itikadı sağlam, sözü sohbeti dinlenir, hâlkımizin ağzının içine bakıp “Bu gün ne hikmet yumurtlayacak?” diyerek bekleştiği bazi zevatı da davet edip bu “çağın makinası” ile zeman yolculuklarına çıkartıyorlar. Bendeniz fakiri de eksik olmasınlar davet ettiler. Tabii bu davete heman icabette kusur etmedim.

Tesadüf eseri bilimci âdemler, içine girip maroken koltuğa oturup, elime de letafet bir şerbet tutuşturup sakinlememden sonra, bu makinenin devasa zaman çarkının kolum kadar ibresini 2014 senesinin Eylul ayına sabitlemişler. Bulunduğum madeni fıçının içine seda borusu ile bildirdiler. Tahayyül ediniz bir! Zamanımızdan tam tamına yüz yıl öncesine! Ne büyük bir macera!

Bir zeman geçtikten sonra oturduğum rahat maroken koltuğun tabanı açılıverdi ve ben kendimi hooop ve cuppalak sesleri arasında bir sahil kenarına düşmüş buldum. Etraf leş gibi lağım, çürük meyva, zebze, leş kokuyor.

Önce dizlerimin üzerine sonra da neticeme oturup etrafıma, kendime baktım. Bilim ne kadar ilerledi! Hamdolsun! Esvaplarım cebimdeki akçeler, ayağımdaki yemeniler, başımdaki serpuş bile ziyaretine geldiğim yıla ait.

Ayaklandım ve yürümeye başladım. Helecandan susamışım, az da bitkinim. Sağım solum mahşer yeri gibi. Âdemler, nisalar oradan oraya acele acele seyirtip duruyorlar. Her yandan artık bizim nadiren duyduğumuz siren sesleri, küfür kıyamet gırla. Sanırsın bütün cemaat Sûr borusunu üflemiş de cennete yer kapmaya hamle etmişler. Dirsek atanlar, önündekinin topuğuna basanlar, çelme takanlar, itiş kakış bir şeylere binmeye çalışanlar, diğer kapılardaküfür kıyamet inmeye çabalayanlar… Vel hâsıl bir garip dünya.

Az ileride, içeride genç âdemlerin birer monitör başında kendi dünyalarına dalmış ne yaptıkları belirsiz bir izbe var. Toparlanıp gittim. Kapıdan girdim. Anlaşabilmemiz zor oldu. İçerdekiler benimle“Uzaydam nı düştün Beybaa?” diye maytap geçti. Terbiyesizler! İlkeller! Sonunda imana gelip elime bir işe renkli, gazlı mayi verdiler bir de monitörün başında bir sandalye. Avucumda uzattığım akçelerin de hepsini aldılar. Haydut kılıklılar!

Benden önceki müşteri her şeyi açık bırakıp gitmiş. Gözüm takıldı tabi. Merak işte! Eski Türkçeyi maşallah iyi kıraat edip öğrendim zamanında. Okumaya başladım.

Ve tabii neye uğradığımı şaşırdım. Bir müellif, benim kendi zemanımda kaleme aldığım “Tarihimizde Bağzı Deniz Yazarları ve İşe yaramaz Düşünceleri” adlı risalemden alıntılar yaparak nâmımı ve adresemi bile eksik bırakmayarak bir hayali kahvehane sayfalarına derc etmiş. Hopalaaa! Nasıl olur? Yoksa ? Yoksa onlarda da zeman maşinası var mıydı?

Gazlı, renkli maiyi yudumlarken deruni düşüncelere daldım. Hem de gururlandım tabii. Öyle midir, böyle midir, yoksa şöyle midir derken

sağ elim bir düzeneğe değince sayfa monitörde aşağı akmaya başladı ve durdu.

Amanin! Âdemoğlu her devirde aynıdır. Çiğ süt emmiştir. Bu bahsi geçen kahvehane müdavimlerin ikisi benim risaleyi kahvehane duvarınakoyan müellifin tatlı canına kast etmişler. Sebep ise akıllara seza!Ney miş? Birinin müthiş fikirleri varmış amma yazma yeteneği yok muş. Diğerinin ise yazma yeteneği alülüalâ imiş. İş birliği idüp zavallı, saf müellifin karşısına devv bir ortak romanla çıkıp garibibu tatlı dünyadan silecekler miş. Aman Allahım. Ben nasıl bir dünyaya düştüm?

Üstelik iki hempadan iyi yazanı “ O huysuz ehtiyarın katli vaciptir”Diye de aççık seçik yazmış. Vah zavallı. Katledecekler garibi.

Burada müsafirim. Az zeman sonra beni tekrar 2114’e alacaklar ne yapabilirim diye hezeyanlar içinde düşünür, elim ayağım birbirine dolaşmış, beyn kıvrımlarım düz birer çizgi haline gelmişken kendimi ansızın yine içine bindirildiğim madeni fıçının içinde, maroken koltukta otururken buluverdim. Elimde öte yanda akçe ödeyip aldığım boşalmış renkli, gazlı mayi şişesi ile birlikte.

Demem o ki, okuyucu, haset ve kıskançlık yedi ölümcül günahtan biridir. Sen, sen ol, bu günaha bulaşma. Öte yanda amel defterin dürülürken meleklerin iskeleden mi sancaktan mı verecekleri ebedi hayatına yön verecek.

2115 İstanbul Yeni Boğaz cenup ağzı Sümbül Moru Kal’ası

Molla-ı Kebiri

Bir zeman seyahatnamesinden çıkarılacak ulvi dersler

İstanbul Yeni Boğaz cenup ağzı Sümbül Moru Kal’ası Molla-ı Kebiri '' Huysuz Ehtiyar '' lakabıyla maruf Cemalettun Paşa YENİ Devletu Aliyye-i Osmaniyye padişahunun gizli bir mektubunu frenk küffarına iletmek üzere özel bir görevle geldiği Benefşe burnunda metruk San der Ancello kilisesi önünde 6 kulaç suda demirde (1) yatmaktadır. Görevi dikkat çekmemeyi gerektirdiğinden bir küçük barça ve yanında güvenulur bir avuç Leventle yola çıkmıştır.

YENİ Devletu Aliyye-i Osmaniyye bahriyesine '' ince donanma komutanı'' olarak hizmet etmeye başlayalu tamı tamına 31 sene, 6 ay , 19 günve 21 saat olmuştur. Bu süre içinde sayısız deniz cenklerine ( ;??^+%% ) katılmış ve Rabbimin izniyle hepsinden muzaffer çıkmış, padişahımızın ve İslam aleminin yüzünü güldürmüş bulunan Paşa artık yorgundur. Emeklu olup, Sarıyer hevalisinde bir küçük, ama elbette kayıkhaneli ; yalıcık alıp ; bundan böyle sadece “Tarihimizde BağzıDeniz Yazarları ve İşe yaramaz Düşünceleri” adlı risalesini temam etmek ve şüphesiz beş kıtanın efendisi sultanımıza sunmak istemektedir. Helbette Cemalettun Paşanın adını beyan ettiğimiz risalesi edebiyyen Piri Reis nam ünlü denizcinin Kitab-ı Bahriyye adlı eserinden kat be kat üstün olacaktır.

Yağ kandilinin ışığında önünde ala parşömen kağıtları , hokka ve dividiyle risalesi üzerinde çalışan '' Huysuz Ehtiyar '' Cemalettun Paşanın gözleri dalar...

Bahriyede ; Nazırlıklarda ve Bab-ı Ali katında , hatta Tophane denizci kahvelerinde bile kendisine huysuz ehtiyar dendiğini bilmektedir.

Az evvel yediği sübye dolması ve üzerine afiyetle içtiği (şekersiz )Türk kahvesi nedeniyle olsa gerek , hafifçe geğirir, bir '' estaaağfurullaah...'' çeker , elinden mors dişinden yapılma kaleminiusulca bırakır ve konuşur gibi düşünceler dalar...

'' ...Aaah, ah. Bilirler mi ki ; ben de bir zaman genç idum ; kanım kaynardı ; herkeslerle ahbapluk ederdim. Enderunda tahsilimi ikmal ederken kendi gayretimle Galatada Cinevizlilerden Cinevizce ; Tophanedeki kilisenin erbabından Frenkçe öğrenmiş idim. Enderundaki hocalardan Aynarozlu Yusuf Paşanın rahlesinde, - bi epey değnek yiyerek - ; kadim lisanlardan (H)Elenceyi bu halkın pek zaman öncebağrından çıkardığı ünlü muharrirlerin tragödya'larını dahi aslındanokuyacak kadar ikmal etmiştim.

İş bu gayret ve başarılarım hem bahriye nezaretindeki amirlerimin dikkatini çekmiş ; hemi de zat-ı şahanemiz padişahımızın kulağına gitmiş olmalı ki ; bir gün bir emir geldi : '' - Cemalettun Efendi dirhal hazırlığını yapa ; bilgi ve görgüsünü arttırmak üzere VenedikCumhuriyesine yola çıka. Tüm mesarifi bahriye nezareti kesesinden ödene. Vesselam ''.

Aaah...Benim Venedik maceram işte böyle başladı. Elbette her şeyin en iyisini bilen Rabbimdir amma velakin ; keşkü kaderim beni Venediğe değil de, Anadolunun en ücra sahilinde veya bir ağaç bitmez, kul yaşamaz adaya karakol kumandanı yapsaydı...Bugün hüznüm böyyük, kalbim kırık ise hep o vaytsea adlı ummana batası Venedik şehri yüzünden...Gerçi üç beş ada, beş on meydan , kırk elli köprü, yüzlerce kanal, zengin ve soyluların evleri köşklerinden ibaret ; sularında burun ve kıçları kitara sapına benzer o tuhaf karga karasıkayıkların ve her daim terennüm iden kürekçilerinin şehrinin ne günahı olacak ? Beni bu hale koyan hep ilk ve ebedi aşkım, gönlümün tek sahibesi, Contessa di Marghera - Mascarpone'ye müteveccih tarifimümkinsiz, derun aşkım...

Onunla ne helecanlı, muhabbetlu günlerim saatlerim oldu.

Venedik Cumhuriyesinde pek çok ahpap da edinmuş idim. Marco Polo nambir uçarı genç vardı mesela...Şöyle kısa boylu ; tıknaz. Hatta şişman. Kafasında hep komik, buruşuk bir serpuşla dolaşırdı.

Gözlerinde Flemenk ustalarının yaptığı camdan pertavsızlar. Onları alsan ; bu bi şey seçemez ; göremez idi. Çeşutlu Frenk dilleri bilir; ilim ve fenden anlar idi. Sanırım esaslı biçimde riyaziye ilmi tahsil etmişse de , aklı fikri yazmakta, yazdıklarını yayınlamakta ;çok ademe bu yolla ulaşıp ; sevgi çemberi kurma peşindeydi. Benim gördüğüm Venedik merkez mahalleden ( kafir centro storico der ) üç evlek mesafedeki Lido ve Pellestrina nam adacıklardan başka uzak ellere gitmemiş olmasına rağmen bir '' Çin-i Maçin '' seyyahatnamesiyazmış , lafı uzatabilmek ; karilerini helecanlandırabilmek, yüreklerine korku salabilmek için bu hayali seyahatinde görmüş olduğunu iddia eddiği tepegöz devleri , ağzından alev saçan ejderleri, kendi kendune alev alıp yanan geniş toprahları , Çin Emparatorunun tam tamına 3472 ayak boyundaki dev gemusunu sekiz kolundan sadece ikisiyle Çin denuzunun 1000 kadem derinliklerine çeken ; Sultan Ahmed Camii'mzin tam 7 misli büyüklüğünde ahtapot ve deniz canlılarını ; işte bu minval türlü tuhaflık ve palavrayı hikaye eder idu.

Sonradan Venedik keferesi bunun ne uydurukçu olduğunu anladı. O günekadar satabilmiş olduğu hepi topu 17 adet ceylan derisi ciltli el yazması kitabını önüne yığdılar. '' Ya bunları yersin ; ya kelleni verirsin '' dediler. İşte tam o an ben olaya dahil oldum, bir gece küçük bir gayuk ilen bunu Anadoluya kaçırttım. Halikarnassus nam , kal'asıyla maruf bir sahil kasabasına çıkmış, namını Halikarnaslı Cücü Efendi Kaptan olarak değiştirmiş ; az buçuk kırık dökük bir Türkçe öğrenmiş...Huylu huyundan vaz geçmez demişler a ; imdi bizim illerde yazar-çizermiş...Dönüşte o limanda bir mola versem, görsem şu keratayı...Tıpkı gençliğimizdeki gibi kafasından serpuşunu, gözünden pertavsızlarını çeksem ; vermesem.''

İstanbul Yeni Boğaz cenup ağzı Sümbül Moru Kal’ası Molla-ı Kebiri Cemalettun Paşa bunları düşünürken, gemisi hafifçe sallanır. Dışarıdan önce boğuk sesler duyulur. Derken ses ve gürültü artar. Gemideki bir kaç leventin Allah ALLAH ! nidaları, kılınç şakırtılarıduyulur. Cemalettun Paşa ağrıyan dizleri ( onca sene denizlerde geçen hayat Paşamızın ağır romatizma hastası olmasına neden olmuştur) ve sızlayan eklemleriyle , son 13 yıl, 7 ay ve 3 gündür artık eline almadığı ve nereye koyduğunu unuttuğu kılncını ararken kapı

kırılır...İçeri bir düzine Venedik askeri dolar ; Paşayı dert dest edup, gözlerini bağlayıp meçhule giden bir geminin ambarına kilitlerler.

DEVAM EDECEK İNŞALLAH

(1) Cemalettun Paşanın kaç metro demir zenciri koyverdiğini bilemiyoruz. O dönemde zincirlerin renkli kablo tutucularıyla işaretlenmesi henüz icad olmamıştı. Bu buluşu çok sonraları büyük Türk denizcisi Halikarnassoslu Cücü Efendi Kaptana borçluyuz.

Bundan böyle şort stori'ler kaleme almak zorunda olduğumuzdan artık açık ünvanının tamamını yazamadığımız Cemalettun Paşa'nın Sandel Ancello mevkiinde ne şekilde baskın yediğiniı ( lakin kendisini ele verenin kim olduğu ileriki bölümlerde açığa çıkacaktır umarız ) ve Venedik Cumhuriyesinin Yeni Hapishanesinde hücreye atılmak üzereSon Nefes Köprüsü (Ponte dei Sospiri ) veya namı diğer İç Çekişler Köprüsü veya İşkence Köprüsü'ne (2) nasıl getirildiğini tafsilatıylaanlatmıyoruz.

Ol sabah Contessa di Marghera - Mascarpone büyük bir iç sıkıntısıylauyanmıştır. Hiç bir zaman sevemediği eşi Venedik Cumhuriyyesi İdare Konseyi Başganı hain Comte di Capri sabah apar topar evden fırlamış,acelesiyle ilgili de tek kelime etmemiştir. Kontes köşklerinin verandasında kız kardeşleri, nedimeleri ve arkadaşlarıyla oturup söyleşirken dahi içinde hep bir felakete şahit olacakmış gibi bir his vardır. Güzel ve narin yüreği pır pır etmektedir.

Artık yetişmiş ; babası o ince uzun, sıska ve esmer , karga burunluCapri kontuna hiç benzemeyen, kahverengi saçlı, renkli gözlü , yapılı orta boylu biricik oğlu Cemilio gezinmek üzere dışarı çıkmadan annesinin yanına gelmiş, yanağından öpmüş ve şakalaşmış isede, Kontesin efkarını dağıtamamıştır.

Cemilio'nun ismi elbette dikkatli okuyucunun merakını mucip olmuştur.

Baş ağrıtmak pahasına bunu okurcuya açıklamak zorundayız. Günümüzdentam tamına 30 sene, 3 ay, 21 gün evvel bir sabaha karşı dünyaya gelmiş oğluna isim konulacağı zaman kontes kendisine eşi Kont, kayınvalidesi ve Başpiskopos tarafından önerilen cem'an 10 ismin tamamını reddetmiş, oğlumun adı Cemilio olacak ! diye tutturmuştur. '' Muhterem Kontes hazretleri ; dilimizde böyle bir isim yok. Carlo,Camillo, Casimiro var ; Emilio var ama Cemilio yok ? Kimse koymamış ki...'' diyen tüm aklı selim sahibi Venedik ileri gelenlerine inatla'' Ben koydum ; oldu ! '' demiş, diyebilmiştir. (3) Muazzam bir kadınmış, vesselam !

Cemalettun Kaptan Paşa bir manga kılınçlı ve kargılı Venedikli askerin gözetiminde itiş kakış ve niçebin eziyetle Son Nefes Köprüsüne doğru sürüklenirken ; Cemilio bir parça hava almak için çok sevdiği ahşap teknesiyle ( Cemilio bir türlü yerel ve yöresel kayıkları sevememiş, o kuzguni karga karası gondol kayığı yerine, hayalindeki bir kayığı artık Afrika kıtasından mı ; Hind ellerinden mi geldiği bilinmez pahalı ve ender ağaçlarla, en iyi Venedikli ustalara inşa ettirmiştir ) bir gezinti yapmayı düşünmüş ; yanına dahiç ayrılmadığı, dişili - erkekli tam yarım düzine birbirinden şirin, altın tüylü, sarkık kulaklı Cocker Spaniel (4) köpeklerini almıştır. Denize asla bu can dostlarını almadan çıkmazmış.

Belli bir hedefi olmadan şu kanaldan bu kanala doğru dümen tutan Cemilio hiç fark etmeden Son Nefes Köprüsünün altına gelmiş olduğunufark eder. Köprü üstünde bir ahali kalabalığı görünmekte ; kızgın bağırışlar duyulmaktadır. Köprüye biraz daha yaklaştığında askerlerin önlerinde kafası sarıklı, ayağı şalvarlı , sakallı yaşlı bir tuhaf ademi sürüklediklerini ; aylak ahalinin de peşlerinden gelerek nümayiş yaptıklarını anlar.

Cemilio tam o pırıl pırıl parlayan aristokrat kayığı ve yarım düzinecins köpeği ile köprünün orta penceresinin hizasına geldiğinde ; bu yaşlı yabancı ihtiyar mahkum da taş köprünün üzerinde aynı noktaya varmıştır. Birden sert bir hareketle durur, kendisini dürtmeye çalışan en yakın askeri iteler ; başını aşağıya çevirip ; çakmak çakmak gözlerle kendi dilinde ( aslında Venedik dilini unutmamıştır ama gururundan konuşmaz ) Cemilio'ya höykürür :

'' - O nasıl bir gayık eyy Venedig sapkını, şaşkını ...? Güverte çalımı yanlış düşmüş. Eni ile boyu mütenasip değil.

Hiç Rum ellerine seyahat etmedin mi ; Helen dilinde triandil sözcüğünü duymadın mı bre gafil ? Üçe bir. Üçe bir demek triandil. Teknenin eni bir birim olacak, boyu üüüçç ! 40 yıldır tüm Akdenüz çanağında hem dil-i Osmaniyeyle, hemi de Lingua Franca ilen bunu herademe haykırıyoruz ; dilimizde tüy bitti anlayanı beri gele !

Gayuğun bezirini de yanlış çalmışsınız üzerine...Her kattan sonra fazlasını ala Mısır bamuklu beziyle silecektiniz, fazlasını alacaktınız, kurumasını bekleyecektiniz...Bu ne böyle akide şekeri gibi olmuş gayuk ? ''

Cemalettun Kaptan Paşa esirliğini unutmuş ; ince donanmaya hükmettiği günlerdeki gururu ve şiddetiyle bağırmaya devam etmektedir :

'' Hem o köpeklerinin hali nicedir ? Bak soldan üçüncünün bir gözü akmış. Silsene onu ipek fularınlan. Sağ baştaki dişi küpeğin bu sabah tımarı eyi edilmemiş ; tüyleri parlamıyor. Niye tam arkandaki yavrucuğun dasması o kadar sıkı vurulmuş ? Boğulacak evladım...Bilmiyorsaz niye beslersiz ? Günahtır, yazıktır, zulümdür !''

Bu sırada üç beş asker toparlanır, Paşamızı ite kaka zindana doğru sürüklerler.

Hiç tanımadığı, tuhaf lisanının bir kelimesini anlamadığı, üstelik hal ve hiddetinden güzel şeyler söylemediğini kestirdiği bu yaşlı, tutsak esir yine de Cemilio'nun üzerinde garip bir etki yaratmıştır.Nasıl dese ; sanki her şeye rağmen adamın dediklerini anladı ? Anlamadıysa da hissetti. Kılığı kıyafeti buna benzer bir takım doğulu tüccarları önünden sık geçtiği Palace di Turchi denilen handagördüğünü hatırladı...Ama bu adam kimdi ? Hiç görmemiş, hiç karşılaşmamış olduklarından adı kadar eminken ; adamda kendisini hemde çok derinden çeken, etkileyen, tanıdık gelen bir şeyler vardı.

Akşam yemeğinden önce verandada oturup bir kadeh bir şeyler içip üzüm yerken bugün başına gelen bu tuhaf tesadüfü annesi Kontes'e de anlatmayı düşündü...Validesinin canı sıkkın görünüyordu sabah. Belkibu tuhaf hikaye onun ilgisini çekip, keyfini getirir, bir nebze gülümsetirdi.

YINE DEVAM EDER INŞALLAH. GELECEK BÖLÜME : Cemalettun Paşamızı ihbareden , Venedikliye satan kim idu ?

2) O da neymiş diyen dikkatsiz okuyucuya not : Lütfen Hüsnü Helvacıoğlu korsanın Kaçak Kat Yayınevi yayınlarından : Venedik ve Ahlar köprüsü adlı eserini tekrar okuyunuz ).

3) Bakınız Dilbilimci Antonio Cesare Corrado'nun '' Ender Rastlanan Venedik ve Havalisi Kadın ve Erkek İsimleri Sözlüğü ''

4 ) Bu küpecikler Büyük Britanya yetiştirmesi diye bilinmelerine rağmen, çok daha önce Venedikte yetiştirilmiş, iki asır sonra kimi yavrular İngilizlerce çalınarak, adada da üretilmiştir. Bknz : Lord Nelson : İtalya Sefer Anılarım kitabı . Yazarın Notu.

Cemalettun Paşa taş hapishanenin rutubetli mahzeninde zencure vurulmuş , şimdi de karadaki esaretinin ilk saatlerini geçirirken ;

Cemilio çoktan Casa Familia di Capri malikanesine dönmüş, kavdan birşişe şarap seçmiş ; annesinin aile mandıra işletmesinden gelen ala Mascarpone peynirinden (5)kestiği bir kaç dilimi ve bir kaç salkım üzümü bir gümüş tepsiye koyarak annesinin dairesine çıkmıştı. Anne oğul San Marco meydanına bakan balkonda oturmuşlar ; Cemilio gündüzbaşına gelenleri eğlenceli bir dille annesine aktardıysa da ; kontesin sıkıntılı olduğunu ve onun kendisini pek can kulağıyla dinlemediğini anlamıştı.

Asıl üzücü hadise yaklaşık bir saat sonra olacaktı .Comte di Capri meclisten eve dönüp alt salonda yenen akşam yemeği için üstünü değiştirirken kendisine '' hoşgeldiniz Kont ; gününüz nasıl geçti ? '' diyen eşine : '' Hoş bulduk Kontes, hoşbulduk. Bugün hayatımın engüzel günü...İntikam günü. Sizin de pek iyi hatırlayacağınız o Türk denizcisini ; ne denizcisi canım, korsan bozuntusunu 30 seneden fazla takip ettikten sonra en nihayet bugün elime geçirdim. Zindana attırdım. Yakında mahkemeye çıkacak ve kellesini verecek. Gecikmiş adalet sonunda yerini bulacak...''. Tıslayarak zehrini akıtan kont sırtını dönüp odadan çıkmıştı ki, ileri doğru bir adım atan kontes ağzından yavaşça çıkan bir iki anlaşılmaz sözcük söyledi.Elini kalbinin üzerine götürdü ve olduğu yere yığıldı.

Cemalettun Kaptan Paşa zindanın soğuğu, kokusu ve rutubeti , içine düştüğü durumun vehameti nedeniyle uyuyabilecek durumda değildi. Zihni bir saniye durmuyor ; endişeler, anılar, olaylar, umutsuz kurtuluş planları birbirini kovalıyordu.

Bir ara daldı, içi geçer gibi oldu. Tekrar kendine geldiğinde bir kaç gün evvel gemisinde oturup kitabı üzerinde çalıştığı gece düşündükleri aklına geldi. Hatıraları onu bıraktığı yerden yakaladı...

Evet, en güzel yaşlarında irade-i şahane ve bahariye nezareti emriyle Venediğe gelmiş ; pek gösterişli olan bahriyenin Casa il Navale Turchi adıyla tanınan evine yerleşmiş ; İtalyanca, Venedikçe,Lingua Franca öğrenmeye başlamış ; şehir kütüphanelerindeki tüm elyazması bahriye kitaplarını ve el çizimi bahriye hartalarını

okumaya, notlar almaya, çizimleri kopyalamaya başlamıştı. Artık küçük yaşta eline aldığı ilk tahta oyuncak kayığından mı ; Enderundaaldığı kimi mühendislik derslerinden midir bilinmez ; gemi inşaiyesive tarihine büyük ilgi duymakta, henüz pek genç olmanın verdiği helecan ve toylukla ; ille yazmak istediği : '' NUH PEYGAMBERDEN GÜNÜMÜZE...BİL'UMUM KITALARIN ve UMMANLARIN İNŞA EYLENMİŞ TÜM GAYIK ve TEĞNELERİN BOL SURETLİ ANSİKLOPEDYASI '' (6) adlı ( kitabın isminin pek beceriksizce ve okurcuyu cezbetmeyeck tarzda seçilmiş olması tabii ki genç Cemalettin'in tecrübesizliğindendi. Ama kitap bitseydi tüm dünya denizcileri için bir temel eser olabilecekti ) çalışması için bilgi ve belge toplamaktaydı.

Lakin paşamız kendini salt ilim ve irfan öğrenmeye vakfetmemiş ; aldığı eyi Enderun eğitimi, doğup büyüdüğü payitahtta yaşayan kırkbirbuçuk milletin her türlü hal ve hareketine, adetlerine alışıkolması , göz alıcı Osmanlı bahriye kıyafetleri sayesinde , diyelim ki bir parça da şaraba olan düşkünlüğü nedeniyle ; Venedik sosyete ve eğlence dünyasına kolay intibak etmiş, eh ne yalan söyliyelim, epey de hüsnü kabul görmüştü.

İşte bu dönemde önce Marco Polo nam atmasyoncu yazarla ; İstanbulda kalmış olan hemşiresine fistanlık kumaş, kurdelaa , Çin ipeği almaküzere girdiği bir dükkanda , ilk ve ebedi aşkı Kontes di Marghera - Mascarpone ile tanışıp, ahbap olmuş, zamanla pek çok bilim ademi ; hartacı, astronom , Devleti Aliyye topraklarında bilinmeyen tiyatoroadlı arsız sahne gösterileri artistleri ve yaşıtı genç Venedikli aristokratla arkadaş olup ;pekala meyhane meyhane de gezer olmuştu.Oh pek de ala !

Saymakla bitiremeyeceğimiz arkadaşları arasında esrarengiz de bir adem kişi türemişti. Aslen Türk olan ve Devleti Aliyyei Osmaniyye'nin Galatalı Bankerleri adına çalışan bu kişi ilk bakışta kısa da görünse, Frenk'in metro nam cetvelu ile ölçüldüğünde bir metro yetmiş santimden fazla gelir ; zayıf lakin çok sinirli , gergincene , pek yaşını göstermez, kara saçlı bir adamdı. Sık sık Venedik, Cineviz, Marsilya nam Frenk limanlarını dolaşır , bankası adına iş yaptıkları frenklerle muhasebe ve defter kayut

mutabakatları yapar idi. Payitahtta Kocagillerden İtimad Efendi olarak bilinirse de ; hangi niyetle bilinmez, ol signor Rum elinde kendine Güvelotti di Tantanella ismini almıştır (7).

Aslında salt bu tuhaf misal bile kurmay subaylık eğitimi almış, zekiCemalettun Efendinin bu kişiden, kendi ümmetinden dahi olsa, uzak durmasına neden olmalıydı. Aaah ama işte gençlik...Beraber içilen içkiler ; yapılan gezintiler, Güvelotti beyin Venediğ limanında bağlı duran '' FARFARA di INFERNO '' (8) tantanalı isimli lüks tenezzüh ve yarış kayığıyla katıldıkları müsabakalar genç deniz subayımızın gözünü boyamış, ona güvenmesine ve has dostu diye bilmesine yetmişti.

Cemalettun Kaptan Paşanın beyninde anılar kopuk kopuk oradan oraya sıçrıyordu. Birden yine tek ve ebedi aşkı Clara Contessa di Marghera - Mascarpone'yi düşünmeye başladı. Kontesle her türlü tehlikeye rağmen, yakınlaşmışlar ; birbirlerini sevmişler, sevişmişler, karşılıklı bağlılık yeminleri etmişlerdi. İkisi de kontesin nişanlısı Comte di Capri'nin neler yapabileceğinin pekala farkındaydılar. Genç Cemalettun Efendi elbette bir gün yurduna geri dönmesi gerekeceğini biliyordu. Ama buna daha vakit vardı ; elbette iki gönül bir olunca bir çaresi bulunacaktı.

Her şey birden bire oluverdi. Bir gecede. Hatta bir kaç dakikada...Cemalettun ve dostu Marco Polo yine bir meyhanede bol şarap eşliğinde birbirlerine çeşitli aslı astarı olmayan hikayeler anlatır, şakalaşır ve didişirken ( Cemalettun yine Marco'nun Flemenkellerinden gelmiş gözlüğünü gözünden çekip almış vermiyor ; beriki de etrafa boş boş bakarak '' Bak hele kolağası efendi , aleyhine üç tek satır yazarım , bir daha cihanda tek bür deniz ademi yüzüne bakmaz senin...'' diye tehditler savuruyordu. Bildiğin denizci geyikmuhabbeti yani ey okurcu...Asırlar geçse, değişmez ! Derken paldır küldür meyhanenin ağır tahta kapısı dibine kadar açıldı ; içeri giren üç Türk denizci leventten önde olanı '' Cemalettun Efendi ; sana padişahımız fermanı vardır. Açasın, okuyasın '' deyu ünledi. . Koynundan çıkardığı mühürlü fermanı Cemalettun'a uzattı.

13 Cemaziyelevvel 1354 tarihli ; Sultan efendimizin mührü ve imzasını taşıyan fermanda şunlar yazıyordu :

'' Cemalettun Efendi, irademi okur okumaz eşyanı toplayıp tiz sana bu mektubumu getiren leventlerin teğnesi ile yola çıkasın. Yolda ve denizde bir lahza bile vakit kaybetmeden gece gündüz seyirle Dersaadet'e vasıl olmakla, Haliçde yatmakta olan ince donanmanın komutanlığını devr alacaksın.

Vesselam.

YENİ Devleti Aliyyei Osmaniyye Padişahı

İmza / mühür

Tafsilat isterseniz ; padişahımız efendimiz bir öfke anında Ege ve Akdeniz ince donanması Kaptanpaşasını rüşvet almaktan dolayı idam ettirmiş ( ki kendisi aslen padişahımızın at bakıcısı idi ) ; yerine gelebilecek olanlardan Rükneddun efendi amiral olmakla birlikte yine aslen sur dışı bostanları umum bahçevanbaşısı ; bir diğer rakibi Seyfullah paşa da padişahımızın potincibaşılığından 5.000 altunla makam satın alarak donanmaya girmiş idi. Başı sıkışan devletlunun son çare olarak Cemalettun Efendiye sarılması hem bahriyemiz , hem devletumuz için hayırlı bir iş olmuştu.

Devlet için eyu olan ; tebası için eyu olmayabilir.

İşte bu emirle sevgilisine, dostlarına ; hiç kimseye veda dahi edemeyen Cemalettun efendi ; evin ortasında taş gibi dikilen 3 leventin ifadesiz bakışları arasında üç parça özel eşyasını, kitaplarını, hartalarını, çizimlerini topladı bir çıkına doldurdu. Usturlab'ını, puslasını, pergel ve cedvelini de koltuğunun altına sıkıştırdı. Kapıdan çıkarken bir zarf ve kağıt aldı ; mintanının cebinden çıkardığı beyaz ipek mendilinin bir ucunu yaktı...Sonra mektubuna başladı :

'' Sevgilim, bir tanem Kontesim. Siz bu mektubumu o güzel ellerinizde tutarken ben padişah efendimizin emriyle denizlerde , millerce uzakta olacağım. Eğer beni sevdiğiniz gerçekse ve kavuşmamızı istiyorsanız ; mektubumun yanındaki mendili o güzel dudaklarınızla bir kez öpünüz ; sonra sinenize bastırınız. Güzel kokunuz sonsuza dek mendilime işleyecektir. Bu mendili Venediğ elçiliği özel ulağıyla bana Dersaadet'e gönderiniz. Haberinizi alır almaz içinde şanınıza layık düğün hediyeleri taşıyan üç parça barca gönderip ; törenle sizi Venediğden aldıracağım. ''

Aceleyle zarfın üzerine kontesin adını yazar, (ucu yanık ) ipek mendiliyle mektubu içine koyar, dikkatle zarfı yapıştırır. Şimdi iş laf anlamaz görünüşlü leventleri kontesin evinin önünden geçmeye ikna etmektedir. O leventleri bir yana götürmeye çalışırken, üç yağız levent Cemalettun efendiyi limana, kayığa doğru sürüklemektedirler. Bağrış, çağırış, tehdit, yalvarma kar etmezken ;birden uzaktan karanlıkların içinden biri çıkar ; aman...şu talihe bak ; can dostlarından Güvelotti di Tantanella veyahut da diğer ismiyle Kocagillerin İtimad Efendi. Siz dilediğiniz gibi çağırın.

Cemalettun Efendi heyecanla , dört nala kalkmış bir tay gibi hızla konuşur :

'' Dostum, kardeşim İtimad Efendi , has karındaşım Güvelotti Senyor.Ben payitahta dönüyorum. İstirham eder, size yalvarırım ; şu mektubumu ne yapın edin ; Kontes di Marghera - Mascarpone'ye bir salise gecikmeden hemen bu gece iletiniz. Rabbim sizi korusun, tuttuğunuzu altun eylesin. Elveda muhterem...''

Bu kısa karşılaşmadan sora Güvelotti di Tantanella şehir merkezine ;dört denizcimiz de limandaki Osmanlı kayığına doğru uzaklaşırlar.

Zindanda vakit gece yarısını çoktan geçmişken Cemalettin Kaptan Paşanın aklı yine biraz karışır...Peki ; hadisat böyle gelişmiştir ama ; niye sevdiceği, ciğerparesi Kontes onun mektubuna cevap vermemiş ; mendilini göndermemiştir ? O zalim kontun baskılarına dayanamayıp, onunla zoraki bir izdivaç mı yapmıştır ? Yoksa...ahh,

çürüyen yüreğim ; yoksa beni, biricik Cemilotti Pasha'sını aslında hiç sevmemiş, sadece gönül mü eğlendirmiştir ?

Bahtsız paşamız soğuk zindanda bu düşüncelerle kahrolurken ey okurcu; maalesef onun bilmediği bir çok şeyi ben bilmekteyim. Bilmem de pek doğal ; ben yazıyorum ya...

Paşamızın tüm hayatını berbat eden olaylar ( bu hadisat 30 yıl önce olmuş, aklımda kaldığı kadar, hatırladığım kadar yazıyorum...Doğru da olmayabilir ) şöyle gelişir. Zaten angarya işlerden, salyalı sümüklü aşk meşk ilişkilerinden pek hazzetmeyen bir kişiliğe sahip olan Güvelotti efendi hem yürür hem kendi kendine söylenir : '' Adamsen de ; şu kitap kurdu Paşa adayı tıfıl oğlanın bana ettiği işe bak...Yavuklusuna tiz mektup götürecekmişim...Bunun içinde de bir şeyler var yahu, sadece mektup değil. Ne var ki acaba ? Yağmur da bastırıyor, önce şurda Alfredo'nun meyhanesine bi uğrayayım, iki tekatar ısınırım. Hem belki bir iki tanıdığa rastlarım. Acelen ne be acul Cemalettun efendi ? Çıkışta varır mektubunu kontesin kapısına bırakırım...''

Alfredonun meyhanesinden içeri girip ilerleyen Güvelotti efendi gözüloş ışığa alışamadan, yankılanan gür bir sesle irkilir : '' Signor Güvelotti, masamıza buyurmaz mıydınız prego ? '' Sesin sahibi çirkin, ahlaksız , kötü Kont di Capridir. Senatodan bir kaç asil senatörle masaya oturmuş hem içmekte , hem barbut atmaktadırlar. Güvelotti Beyin aklına derhal Kontla bağlanacak bir kaç yüz bin guldenlik bir kredi anlaşmasının Dersaadetteki patronunun ne kadar hoşuna gideceği, kendisinin ne kadar yükselebileceği, gelir ve akçesinin ne kadar artabileceği gelir. Eline içkisini alıp cebinde olan pek de azımsanmayacak bir miktarla barbut oyununa katılır. Aksigibi o öğlen taam da eylememiştir, şarap midesini ekşitmekte, hafifçe başını döndürmektedir. Oyun oynar ve Kont'a karşı gerektiğinde hile yaparak, bilinçli kaybederken bir taraftan bir kredi anlaşmasının zeminini hazırlamaktadır. Lakin kont kendini senatörleri ve Güvelotti Beyi ütmeye kaptırmış ; kendisi için hiç bir şey ifade etmeyen lakin masadaki diğer beyler için mütevazi bir servet sayılacak paradan başka bir şey düşünmemektedir. Güvelotti

bey bir kaç kadeh ve cebindeki tüm parayı kaybedince ( kayıbın önemiyoktur ; tüm zararı ''müşteri ağırlama ; ikram ve tanıtım giderleri '' kalemine atıp, patronundan yine tahsil edecektir ) şansını bir başka zaman denemesi gerektiğini anlar, kredi işi başka bir bahara kalmıştır.

İzin isteyerek kalkar, kalkarken hafifçe sendeler , paltosunun cebinden bir zarf masanın altına doğru düşer. Hınzır, namussuz Kont zarfın üzerinde hat kalemi, çini mürekkebi ve inci gibi bir yazıyla Kontesin adının yazılı olduğunu görür, şimşek gibi sol ayağını zarfın üzerine basar ; zarfı düşürdüğünün farkında bile olmayan Güvelotti bey kontun gelmişine geçmişine kendi kendine Osmanlıca , Venedigce ve İtalyanca söverek dışarı çıkar. Bir müddet gider ; birden Contessa di Marghera - Mascarpone'nin evinin önüne geldiğini fark eder. '' Ha, ülen şu peynirci hatunun evinin önüne gelmişiz yahu...Bari bizim şapşal oğlanın namesini kapıdan bırakayım...'' der. Elini redingot'unun üst sol, alt sağ, sonra üst sağ , alt sol ceplerine atar. Sonra göğüs cebini yoklar. Orada kendi boş para kesesinden gayri bir şey yoktur.

'' Kanala düşürdük hele galiba enayi oğlanın mektubunu ; he ? '' der, omuz silker.Islıkla yanık bir memleket türküsü tutturarak yağmurluve soğuk Venedik gecesinde kaldığı evin yolunu tutar. Kafayı vurup, huzur içinde uyur ve ömrü boyunca bir daha mektubu filan hatırlamaz.

DAHİ DİVAM EDE. BAKALIM DAHA NELER OLA ?

5 )Kontesin babası ; aslen korsan olan dede Comte di Marghera önce yağma, ganimet ve fidyeden, daha sonra intisap ettiği Venedik donanmasında amirallikle hatırlı sayılır bir servet edinmişti. Düka di Venezya'nın ayaklarının dibine esaslı bir miktar İspanyol altunu dökerek de asalet ünvanını satın almıştı. Lakin kurnaz bir adam olduğundan yatırım için geniş araziler almış, bir mandıra ve peynirhane kurmuş, ailenin adına ürettikleri peynirden gelen Mascarpone ismi de ilave edilmişti. Böylelikle 16 yy. ortasından itibaern ailenin ünvanı di Marghera - Mascarpone olmuştur. Bakınız :TÜM ITALYAN ASİLLERİ SOYAĞACI KİTABI : Dr. historicum Gianfranco Ferre Domani .1992 Roma. III. Baskı.

6 ) Söz konusu pek bir uzunca isimli kitap sadece ( Rabbime şükür ! ) tahta tekneleri içerür idü. Ol tarihlerde demirden kılınç ve zırh yapılır ; gemü edilmez idü. Laylon ve beton henüz bulunmamıştı. Ne mutlu ona ki ; Cemalettun Kaptan Paşamız yaşam döneminde tuhaf malzemelerden imal edilmiş tek bir teğne dahi görmemiştir.

7 ) Bakınız : Halikarnassoslu Cücü Kaptan Efendi . VENEDİĞ ELLERİNDEGEÇEN GENÇLİĞİM ve dahi HATIRATIM. 127. Sayfa.34. satır '' O tarihte gece alemlerimize ve teğne gezilerimize katılır bir tuhaf kısaca boylu Türk adem kişi var idi ki ; kendine Güvelotti di Tantanella ismini vermişti. Artık ne akla hizmetse ? ''

8 ) Farfara di İnferno isminin Osmanlıcadaki tam karşılığını bilemiyoruz. '' Cehennemin tantanası, patırtısı '' anlamına gelmesi muhtemeldir. Yazarın notu.

4. BÖLÜM

Değerli okuyucu ; en geç hem'an bir önceki tefrikanın son paragrafından sonra denizcilik camiamızda helecanlı tartışmaların başlayacağını ; fitne ve fesat'ın başlarını alıp gideceklerini ; okurcuların kamplara bölüneceğini ; -ama en talihsiz gelişme olmak üzere - ; naçizane Cemalettun Kaptan Paşa Biyoğrafyasını yazabilmek için, evdeki dededen kalma son gümüş şamdanı, nineden kalma bakır hamam tasını Bedestende satmış olan değersiz bendeniz kulunuzun ağırithamlar altında kalacağımı tahmin ederim.

İçinizden kendini külyutmaz sayan bir takım kötücüller ; beni Güvelotti Efendiyi koruyup kollamaya çalışmakla, hatta dahi onun tarafından satın alınmış olmakla suçlayacaklar ( neler olabileceğiniönceden görürüm ben ; bir nev'i şarkın Nostradamus'uyumdur ya , onungibi nazımla anlatma becerim yok. Benimkisi ''bon pour l'orient ''

tarzı bir yetenek ). Delil olarak tee yarım asırı geçmiş ; kendisiyle aynı medresede tahsil görmemi dahi ileri sürecekler. Ne alaka yani ? O medrese YENİ Devlet-i Aliyyeyi Osmaniyye'ye misal üç Başvezir çıkarmış idü ki ; şahsım üçünü de tanımam sevmem ( onlar dabeni tanımaz idüler. Tanısalar zaten sevmezler idü) . Niye İtimad Efendi'yi koruyup , kollayayım ?

Kaldı ki maalesef bu tarz anı veya biyografi çalışmalarında tüm tarafsızlık çabalarına rağmen muharrir yazdıklarıyla başını kimi ünlülerle , onların sevenleri, aileleriyle belaya girmekten alıkoyamaz...İleriki bölümlerde yine benzeri hadiseler yaşayacağızdır, şimdiden bilginize sunayım.

Kısa keselim ; yaptığım araştırmalardan öğrendiğime göre o meşum Venedig gecesi Alfredo'nun meyhanesinde barbut masasında Cemalettun Kaptan Paşanın kaderini (sonuçta hep aynı şekilde ) belirleyen olay üç şekilde gerçekleşmiş olabilirdi. Güvelotti efendinin maddi çıkarınedeniyle Paşanın kontese mektubunu Kont di Capriye rüşvet olarak vermiş olması ilk ihtimal idi. İkinci ihtimal akçesi kalmayan Güvelotti beyin mektubu masaya pey olarak sürmesiydi. Son ihtimal ise ; Güvelotti beyle yaptığım bir söyleşide kendisinin beni pekala kesinlikle ikna etmiş olduğu gibi ; mektubu yanlışlıkla düşürmüş olma olasılığıydı. Ki biz şu mütevazi eserimizde olayı böyle naklettik.

Bu durumda Güvelotti efendiyi has bir dostunun bir gönül meselesine dair pek önemli recasına fazla, hatta hiç ehemmiyet vermemiş olmaklave dikkatsizlikle suçlayabiliriz. Kendisi de hala bu talihsiz gelişmenin doğurduğu vicdan azabını çekmektedir. Oh olsundur. Çeksindir !

Önemli bir biyoğrafide tarihi gerçeklik ve bilimsellik adına ; bu iddiaları böylelikle kayda geçirmiş, sonrasında daha da ellememiş olalım ve esas konumuza dönelim. Maalesef çok daha müessif durumlarla karşılaşmanın arefesindeyiz.

Bilesiz !

Cemalettin Kaptan Paşa'nın karanlık, rutubetli, soğuk zindanda zencirlere vurulu ilk gecesi geçmiş, gün doğmuş idi. İçine tıkılmış olduğu kuyu gibi zindanın Paşanın başından 15-20 kadem yukarıda olandemirli küçücük havalandırma deliğinden içeri çok zayıf bir güneş ışığı ; sokaktaki seyyar satıcılerın arsız bağırışları , kanaldan geçen gondolcuların (9) çığırdığı türküler bir uğultu halinde gelmektedir.

Birden adım sesleri ve kılınç, silah, zırh şakırtıları duyulur ; ağır zindan kapısı gıcırdayarak açılır, içeri bir takım ademler girerler. Paşa doğrulur ; gelenleri görmeye çalışır. Gelen tabiidir ki o hainler haini ( Rabbim üzerine felaketler yağdırsın ! ) Comte di Capri ; Savunma ve Bahriye Nazırı, Senato Başkanı ve Emniyet müdiridir. Arkalarında dişten tırnağa silahlı 10 asker vardır. Ayaklarından ve kol bileklerinden manda gözü büyüklüğünde baklaları olan zencirlerle duvara bağlanmış olan Paşamız bu haliyle bile düşmanına saldığı korkudan memnun kalmıştır doğrusu...

Zayıf, kara kuru, Paşamızdan iki kafa boyu daha uzun olan karga burunlu Kont üç adım atarak Paşaya yaklaşır ve aralarında Venediğlilerin diliyle ( okurcuya tüm hörmetime rağmen bu önemli konuşmayı orjinal dilinden takip edecek biri çıkacağını sanmıyorum. Ben de Venediğçe bilmiyorum. O nedenle biz bu konuşmayı dilimize adapte ettik. Paşamızın konuşmasında fark edeceğiniz tuhaf haller, esaret veya korku neticesi değil, son 32 sene 8 ay 11 gündür Venedikdilinde konuşmamış olması, lisanı hafiften unutmasındandır ) şu konuşma geçer :

KdC : '' Hah, hah, haa...Ehe, ehe, ehe. ŞGeçmişte şerefimi lekelemeye kalkışmış şu Türk korsanının haline de bakınız . Geceyi nasıl geçirdiniz ekselans amiral ? Misafirperverliğimizden memnun kaldınız mi ? ''

CKP : '' BAK HELE !! Ne diyor sen la ? Kuş beyninle kafa mı bulmak sen benimle kara karga ? '' Paşa zencire vurulu eliyle beline saldırır ; ama kılıncının üzerinde olmadığını, çoktan el konulduğunu hatırlar. Kolu yanına düşer.

KdC : '' Aha aha aha...Barbar 30 sene cenk ve gemülerde sefer ede ede hem konuşmayı , hem medeniyet dilimizi unutmuş...Boşver sen bu ucuz kahramanlıkları ; kellen de gidecek nasılsa ama ; seni bunca yıl sonra nasıl ele geçirdiğimi de merak etmez misin be adam ? ''

CKP : '' Kader inanç var bizim...Her şey Allahtan. Yazımız böyle yazılmak deriz, kabul gösteririz...Beni sen asmak nasılsa, tamam. Ama var bir sorum. Kontes di Marghera - Mascarpone yaşamak ? Hayattadır ? Nerdedir, nicedir ? ''

KdC : '' Sarayımızda sevgili oğlumuzla şu saatlerde sabah kahvaltısına oturmuş muhterem eşimin adını bir kez daha ağzına almaya cesaret edersen ; seni şimdi mahkemenin kararını dahi beklemeden, burada , ellerimle....( sinirli sinirli güler ) Ha,ha,haaa...Benim sana sorduğuma cevap ver sen ; merak etmez misin seni Benefşe burnunda metruk San der Ancello kilisesi önünden dalından armut koparır gibi nasıl kapıp ; buraya aşırdık ? ''

CKP : '' Heç de sormam. Ama anlıyor ben. Sormasam da anlatır sen. Vardır helbet size haber uçurmak yapan bir hayın koskoca Devleti Aliyyeyi Osmaniyede. Hep oldu hayınlar bizim topraklarda...''

KdC : '' Hah, gel şöyle hizaya...Biliyorum meraktan çıldırıyorsun aslında.Heh hee...Aslında ben de pek fazlasını bilmiyorum. Böyle küçük işleri elçilerimiz, adamlarımız tezgahlar. Senin şehrinden olup, Frenklerin okulunda eğitim görmüş, Frenkçe ve Kuzey Batıdaki Keltler midir, Britanyalılar mıdır nedir ; o barbarların dilini de konuşan fazla geveze bir şişman, saçsız adam varmış. Gayığını Didymalimanında tutar, arada bir Helen adalarına sefer edermiş. Herkese yerli yersiz türlü sual etmesiyle, burnunu her işe sokmasıyla marufmuş. Bu siz Didymada ikmal yaparken senin leventlerden biriyle konuşmuş, onun ağzından nereye sefer eyleyeceğinizi öğrenmiş. Constantinopoliye'ye avdetinde bizim elçimizin verdiği bir davete bir isim karışıklığı nedeniyle yanlışlıkla bunu da çağırmışlar meğer. Bu hemşerin de '' ille elçiyle de tanışayım ; ona kendimi göstereyim...'' deyu uğraşırken ; senin o gizli görev seferini de elçimiz Carlo Dell'Orto'ya (10) boşboğazlık edip yumurtlamış...Gerisini sen de biliyorsun zaten...''

CKP : ( heyecandan Türkçe bağırarak ) : Vaaay ulaaaan ! Hayt bre ! Kimmiş bu gafil, bu hayın, bu, bu.....

KdC :( anlamaz): '' che ? '' ( ne ? )

CKP : '' Ol münasebetsiz , dili kopası var ademoğlu kim olmak ? ''

KdC : '' Costantiniyye'yi fetheden sizin o genç kralla aynıydı galiba ismi ? ''

CKP ( gürler ) :'' Cihan Padişahı Fatih Sultan Mehmed Han hazretleri o bre gafil, kefere kralı değil. Adını ağzına salavatla al...Ne, Mehmet mi demek demin ben ? ''

KdC : '' Hah vero ( tamam ) . Memet, Mechmet ? Si, öyle bişeydi...

Pekiyi, ey okuyucu ; biz bunları hep Venedikten naklederken Dersaadette ; Bab-ı Aali'de, Bahariye Nezaretinde neler olmaktadır ;merak etmez misiniz ? Koskoca cihan emparatorluğunun sabrını test ettirmeyeceğini ; bir Kaptan Paşasını üç paralık bir şehir cümhuriyesinde rehin bırakmayacağını ; Başvezir hazretlerinin heman ve derhal elçi Dell'Orto'yu makamına çağırtıp etek öptürdükten sonra, tam ünvanıyla İstanbul Yeni Boğaz cenup ağzı Sümbül Moru Kal’ası Molla-ı Kebiri Cemalettun Kaptan Paşayı derhal özür ve alayuvala ile serbest bırakıp, 30.000 Venedik dukası tazminat vermedukları takdirde Sadrazam olarak ahti olsun ; ekselansları elçuhazretlerinin içini açtırarak, tekmil iç organlarını boşalttukda, saman doldurarak tuzlayıp Venediğe iade edeceğini kesin bir dille anlatmuş idi. Yapar mı yapar. Varmışdı eskiden böyle adamlar.

Üstelik Osmanlı bu ; oyunu bitmez. Bir B planı da olmalı muhakkak. Vardı da netekim. Aslında çoktan şehrin Anadolu yakasında Kelemiç nam koyda (11) bir özel yelkenli teğne ( çünkü askeri bir Osmanlı barcası Venedik sularında derhal fark edilirdi ) bir kurtarma ameliyesi için hazırlanmaktaydı. Harekat cihet-i askeriyye veya cihet-i bahariye tarafından icra edilmeyecek ; bir başarısızlık halinde Devleti Aliyye ile Venediğ Cumhuriyeti cenke tutuşmak zorunda kalmasın diye ; hepücüğü denizci ve pek yiğid kimi başıbozuk, seçmece, vatanı ve Paşamızı seven ademlerce yapılacağüdü.

Bu ademlerin 6 veya 8 kişi olduğu bilgisi zemanımıza kadar intikal ettiyse de ; tüm araştırmalarımda ancak dördünün ismini tespit edebildim ( diğerlerini bilen tarihimize meraklu denizcilerimizin yardımını reca ederim ). Bilebildiğimiz bu dört adem özel kriterleregöre tikkatle seçilmişlerdi. İkisi yapılı olacak ; ki bunlar sivil leventler HakanE ( kendisi sert mizacı ve korkusuz, gözüpek olduğu içün seçilmişti. Ayrıca iktiza eder üse ; tebabet ve ilk yardım işlerini üstlenecekti ) ve HakanZ ( öncelikle boyu ve cüssesi HakanE ile mütenasip olduğu için, muhakkak var olan diğer meziyetlerini ise henüz tespit edemedik. Yazarın eksiğidir şüphesiz ). Üçüncü ademin adını duyunca pek şaşıracak ; '' Aaaaa ? '' , '' Haaaa ? '' , '' Nee, yok artık ! '' hatta '' üstüme eyiliksağlık ! Kızım mutbahtan bi tas su getir bana, içeyim '' nidaları atacaksınız. Evet, üçüncü er kişi artık sadece Kocagillerin İtimad efendi adını kullanan, Kaptan Paşamızın kaderinde oynadığı dramatik rol nedeniyle vicdan azabı çeken adem idi. Eh, paşayu kurtarmaya sefer edecek kayığın adını da bildiniz şinci işte, değil mi ? Tabii ki operasyon İtimad Efendinin FARFARA di INFERNO nam, Venedig bandralı kayığı ile yapılacak, Paşa kurtaruldukta yine bu teğneyle emniyetli sulara getirilecekti. Boycanak ufak tefek , lakin dev gibibir yüreğe sahip, çok iyi piştov da kullanan İtimad efendi ayrıca bildiği Venedik lisanıyla hapishane kapısındaki muhafızları lafa tutacak, gerekirse bacaklarının altından kaçıp sıyrularak içeriye hucum gösterecek idi. Yani kendisinden beklenen pek fazla iş olup ; bu ekibin doğal lideriydi. Bizce bugün malum son şahıs Umut adlı denizcu idi. O da İtimad beyle eş boyda gözüktüğünden seçilmiş olabilirdi. Lakin helbette onun pek çok başka yetenekleri, marifetleri varmıştır. Kendisi misal yüzyıllar sonra Hameriga adlı bir ülkeden dünyaya yayılan televizyon dizilerinden birisindeki ünlü

ajan MacGyver gibi hem yakuşuklu, hem aynen onun gibi her türlü hurdadan her türlü yararlı malzemeyi yaratabilen bir mucittir (12 )

Sanırım bu boy intizamı meselesi bu yiğitleri her zabahınan eğitime çıkaran Bahriye Miralayı Seyfullah nam gomutanın bir takıntısıydı. Gurup sabah içtiması için sıraya girdikte ; HakanE ve HakanZ yanyanaönde, İtimad ve Umut efendiler de bir arka sırada ( gerçi öndekilerin boyu nedeniyle görünmez oluyorlar ve bundan istifade içtimada itişip, şakalaşabiliyorlardı ) ama her sıra kendi içinde yan bakışta aynı boyda görünmekteydi. Seyfullah komutan bunları ve diğer yiğidleri her sabah ezandan sonra topluyor, Bahçe-i Fener (13)nam mahalde önce 115 tur koşturuyor, sonra denize sokarak tam 1112 kulaç attırtıyor ; sonra boy boy destelere ayırarak çemende güleştiriyordu. Yiğitler bu eğitim ve kişi başı günde yedikleri 1 kuzu çevirme, bir lenger Trapezunt tereyağlı pilav ve bir sini kadayif dadlusuyla eyice güç ve guvvet toplamış, deyim yerindeyse daşı sıksalar suyunu çıkaracak kıvama gelmişler idi.

A R A

DEĞERLİ OKURCULAR ; İTİMAD BEYİN DESTEKLERİYLE YAYINLANMASI MÜMKİN OLMUŞ ;UZUN YILLARDIR HAZIRLADIĞIM DİĞER BİR ESERİM NEDENİYLE ; BU BİYOĞRAFİK ROMANA DEVAM EDEMEYECEĞİMDİR . KAHRAMANLARIMIZA , BAHRİYETARİHİMİZE, DENİZ ve TEĞNELERE , GEÇMİŞİMİZE MERAKLI HER DENİZCİMİZİN BU ESERE BİR BÖLÜM KATKI SAĞLAMASI VE İLERLETMESİ GELECEK NESİL DENİZCİLERİMİZE BORCUMUZDUR. VESSELAM !

9) Gondola ; gondol : Venedig Cumhuriyesine özgü kuzguni karga karası, başı kıçı kitara sapına benzer ,kıçında iskelesiyle sancağı simetrik olmayan, kırk çeşit farklı ağaçtan mamul, bir kürekçiyle yürütülen tuhaf bir kayık cinsi. Kürekçinin şan dersleri almış olanımakbuldür. Yazarınız pek sevmez.

10 ) Venediğin İstanbul Büyükelçisi C. Dell'Orto'nun ahfadı yaklaşık 500 sene sonra Milano şehri civarında sanayiciliğe soyunup ; italyan ıspor arabalarına DellOrto marka karbüratörler üretmişlerdir. Yazarın notu.

11 ) Kelemiç koyu : Bugün Kalamış koyu olarak anılan yörenin eski Osmanlı kayıtlarında geçen adıdır. ( YN )

12 ) Umut Tonoz Ağırlığı veyahut Korkmaz ya da Poyraz Tonoz Ağırlığı: Türk amatör denizcisi Umut Korkmaz tarafından geliştirilen ; batmaz halatları suya batırabilen teknik düzenek ( YN )

13 ) 1552 yılında yörede bir fener inşa edildukta ; bu ismi almıştır( YN )

5. BÖLÜM

Bu bölüm yiğidlerimizin Kelemiç koyundan yelken basmakla Venediğ şehri kapularına dayanmalarını anlatır.

Celep Nemrut Haydar ve Bakkal Şaşkın İzzet'in (14 ) maaşallah pek iştahalı yiğidlerimizin günde yedükleri 8 kuzunun ; 3 okka halis tereyağının ; 2 batman halis pirincin ve 24 somunun bedelini bahariye nezaretinden hala alamamış olmaları nedeniyle veresiyeyi kesmeleri ; hafiften serinlemeye başlayan rutubetlu havalarda Bahçe-i Fener'de bez çadırda kalmaktan azan romatizmaları ve Kasımpaşasındaki sobalı ahşap evinin epeydir gözünde tütmeye başlaması Miralay Seyfullah'a artık namzet-ül piyadeyi bahriye (15) deyu adlandırdığı sivil denizcilerimizin eğitimin bir tamam ikmal edilmiş olduğunu düşündürtür.

Ertesi sabah daha gün ağarmadan yiğidlerimizi uyandırır, duayla apdest aldırtıp namaz kıldırtır. Sonra hepsinin tek tek alınlarındanöper ; Bursanın en maruf ustasının dövüp şekil verdiği birer çelik kama hediye eder. Yol mesarifi için Padişahımız efendimizin gönderdiği 8 kese Venedig altunu yiğidlere dağıtır ( Yüce sultanımızaslında 10 kese altın ihsan buyurmuşlardır. Lakin bir dikkatsizlik sonucu Seyfullah Efendiye bir bahşiş unutulunca ; o da iki keseyi içrahatlıyla kendine ayırmakta bir sakınca görmemiştir ).

Başıbozuk leventlerimiz Kelemiç koyunda yatan FARFARA di INFERNO kayığına intikal ettikte vakit zayi etmeksizin ; vira bismillah komutuyla demir alır, yelken düzenine geçerler. Yekede kayuk sahibi olmağ sıfatiynen İtimad Efendi vardır. Gür sesiyle :

'' Seferimiz mübarek yolumuz açık ola ; Bundan böyle bize Türk korsanları dene ; Tiz varalım kokuşmuş Venedig eline ; Çalalım kılınçları hain küffarın beline. Çok yaşasın Padişahımız efendimiz. Sık dişini bre Cemalettun Kaptan Paşamız ; yettuk !'' deyu haykırır.

Yiğidler de üç kez '' Oley, oley, oleeey ! '' deyu ünlerler (16 )

Yiğidlerimiz bu nağrayı atmışlardır ki ; birden gaaarç ! deyu kötü bir ses duyulur ; FARFARA di INFERNO kayığu zıplar, sarsılır ve durur ! Hem'an Bahçe-i Fener önlerindeki Öreke nam daşa oturmuşlardır. Dümenden havuzluğun içine düşmüş olan İtimad Korsan yerinden doğrulurken talimatları yağdırır :

'' Skotalar laşkaaa ! Dümeeen iskele alabandaaa ! Tüm ademler sancakküpeşteye yığıla ! Birinuz aşağıya ine, kayuk su alır mı ki, baka '' Neyse ki, oturma şiddetli değildir ; teğne yavaşça geri kayıp tekrar yüzer. Yiğidler duruma vaziyet eyleyup, kayığı tekrar rotasına koyarlar.

Bu Öreke daşlaru şöyle möhimdir ki ; dibaçeye dip not koymakla geçiştirilmez. İlle burada anlatmak iktiza eder. Bu daşlar Bizans döneminde Hera ve İreas kayaları olarak anılup, üzerlerine mermer daşundan bir kaide ve bir Tanrıça heykeli dikili olduğu rivayet edilmekte ise de kimi kaynaklar burada bir ateş kulesi olduğunu bildirir. Ecdadımız Kanuni Sultan Süleyman Han hazretlerinin Recep 969 (Mart 1562) tarihli bir fermanında bu fenerden şöyle bahsedilmektedir:

“Kalemiç burnu nâm mahalde Müslümanların ve gayrin gemileri gece ilegelüp geçerken fânûs olmamağın, ekser zamanda taşa çalup zarar ve

ziyan olmağın mahâll-i mezkûrda bir fânûs yeri bina etmek murad edinmeğin, buyurdum ki.”

Her neyse, ister kaideli heykel , ister ateş kulesi , ister fanus yeri...Burada geçmişde muhkem, sağlam ve düzgün inşa edilmiş kul yapusu binalar bulunduğu bizlere intikal etmiştir. Aradan geçen yüzyıllar boyunca ( içinde fakir kulunuzun da bulunduğu ) pek çok inatçu ve tikkatsiz teğne kaptanı kıyı seyrunda bu binalara bindire,çarpa, vura ; yok etmiş , bugün sadece kayalar kalmıştır. Adını şimdi getiremediğim bir muharrir , TÜRK DENİZCİ ATASÖZLERİe ve DEYİŞLERİ adlı bir sureti de bende bulunan kitapçığında şu önemli vedoğru deyişi nakleder :

Yurdum denizcileri üçe ayrılur. 1 ) Öreke daşuna çıktıkta bunu ehbaplarına itiraf edenler 2 ) Öreke daşuna çıktukta bunu şiddedle saklayıp, ömürlerinin sonuna kadar inkar edenler 3 ) Bir gün Öreke daşuna çıkacak olanlar.

Başkaca cins denizci taifesi olabilemez. Vesselam.

Ey okuyucu ; gelin biz başıbozuk leventlerimize hayırlı seyirler dileyelim. Bu değersiz romanımızı elbette aşka, meşke susamuş, frenklerin romantizm dediği o hastalıklı ruh haline düşmüş, beyaz atlu bir şehzade bekleyen başuçlarında yağ kandili, yataklarına uzanmış genç hanum kızlarımız okumayacak. Bir diyardan diğerune bir teğneyi emniyetlu ve kısa yoldan götürme ilmi navigasyonu bilen irfanlı deniz erbabı okuyacak. Onlar ki bu ve benzeri yolları def'alarca yaptılar ( bu naçiz kulunuz dahi ol rotaları ikmal etmiştir ) . İmdi Venediğe nasıl rota tutulur anlatıp ol derya kurtlarının canlarunu sıkmayalım. Sadece FARFARA di INFERNO'nun Venediğe çıkartma harekatındaki mühim vakaları görelim...

Elbette küçük bir gemüde 8 yiğid umman aşmak zor zanaattır. Yolda leventer arasunda epey tartışma başgösterir, yumruklar konuşur, hancerler çekilir, lakin bunlar hep tatluya bağlanır. Yol halidir olur. Anlayış göstermek gerektir. Yolda canı sıkılan Umut nam korsanahşap makara ve palangaların yerini alup ; yelken basma ve indirmeye, skotaların laşkasını almaya yarayacak ; vinç adını

verdüğu bir garip pirinç alat yapıp güverteye bir sağlam bağlamış, bunu çalıştırmağ içün de yaptığı ''vinç kolu'' adlu ağır demiri İtimad Kaptan Korsana vermiştir. İşte gemüde asıl nizamı sağlayan İtimad korsanın ikide bir havada salladığı bu nesnedur.

İşte irili ufaklı bir kaç yüz arbede içinde önemli bir tanesi ikmal için uğranacak Halikarnassus nam limanda ; şanını duydukları, hepicüğünün arada mektublaştukları , bazen sevişup, çoğu lahza itiştikleri aslen Venediğli ( Venedigli Marco Polo ) olup, ülkesinden kaçtıkta Halikarnassoslu Cücü ( veya Cüccü ) Kaptan Efendi namını alıp, ol kasabada haytalık ve bolca avarelik ider, el yazması kitaplar yayınlayan kişiyi de yanlarına alıp almamaları konusunda patlak virir. Cücü Efendi Kaptan doğup büyüdüğü Venediği avucunun içi gibi bilir ; Venedik lehçesi ana dilidir. Kahramanlığı,kılınç kullanmışlığı , gözü pekliği hiç mi hiç yoktur da ; kurnazdır, ağzı çok laf yapar, böyle bir harekatta bu hasletler işe yarar.

Bir levent '' Padişah efendimizden alduğumuz altundan ona da pay gerekir, ne lüzum ? '' dir. Diğeru '' Ben de virmem. Hem bu herif bizden alacağı bir avuç altunu ne yapsun ? Oraya vardukta bizi istese bin altuna anında Venediglilere satar. Kendine altun işlemelikırmızı ipek kaftan alur, gelür San Marko meydanında Roma dondurması yalayaraktana idamımızı zevk ilen seyreder '' dir. HakanEnam levent bi şey dimez, sadece kötü bakar. Bu fikirden vaz geçilince bu defa yiğitler yeni bir tartışmaya girişirler. Eğer Halikarnassosda ikmal yapacağ iseler, bunu Cücü Efendinin duymaması imkansızdır. Öğrenir. Ya hemen özel ulakla, bilemedin posta güverciniyle eski vatanı Venediğe yaranmak içün haber uçurur ise ?

Bunun üzerine , rota değiştirilip ikmalin Didyma şehrinde yapılmasına karar verirler. Dördüncü gün Didyma limanına girdiklerinde limana yanaşır, fıçı fıçı su, tuzlu et ve balık, niçebin zerzevat , meyve taşırlar. Onlar kan ter içinde kayığı yüklerken şişmanca, göbekli, derisi parlak kel kafalı, beyaz mintanının kolları sıvalı, pantulu az bolcana, potinleri pek parlatılmış bir ademoğlu yanlarına sırıtarak yanaşır : '' Selamün

aleyküm yiğidler ; yolculuk uzak ellere herhalde, yoksa niye alasınız bu kadar nevale ? Ben kendim de aha şordaki barca'nın sahibi ve kaptanıyım. Keyf içün kayığımla gezerüm. Aslen Dersaadettegemici kahvehanelerini dolaşır sigorta işleri yaparım...Kayığınız dapek güzelmiş, siz de kalabalıksınız hani yiğidlerim. Çok da yükünüz var. Arzu buyursanız kayığınıza bir sigorta, size seyyehat ve hayat , yükünüze de mal zayi sigorta evrağı tanzim edeyim. Hepicüğü 15 altun tutar ya, size 12,5'a da olur, içiniz rahat seyredersiniz...Sahi, nereye idü sizin yolculuk demiştiniz , baktım da Venedig bayragınız var ; Venediğe mi yolculuk ? Ticaret için mi ?''

Genç ve toy leventlerden biri boş bulunur ; zati sırtındaki yükten bunalmıştır : '' He emce. Venediğedir yolumuz. Ne ticareti yahu, bizde tacir hali mi var ? Lahana, pırasa mı satacağız Venedikliye...'' deyu bu yapışgan adamı başından savmak için civap verdukda ; birden teğnede buz gibi bir hava eser. Tüm yiğidler birbirine bakınır. Boşboğaz genç levent söyledikleriyle hepicüğünü tehlikeye atmıştır. Leventler birbirine bakınır, İtimad korsan başını hafifçe oynattukda diğer leventler bu geveze ademi karga tulumba karadan alur, teknenin ambaruna taşudukta elini ağzını bağlayıp, lahzada başaltına tıkarlar. Hem'an halatları çözüp, yola revan olurlar.

YOK MUDUR BRE BİR YİĞİT Kİ ; HEM DİVAMINI YAZSIN, HEMİ DE YAYINCIDANPARASINI ALABİLSİN ?

14 ) Bakkal Şaşkın İzzet işlerin iyi gitmemesi nedeniyle bir gün dükkanı toplayıp, sahili takiben yaklaşık bir fersah kadar yürüdükte( 1 fersah = 5685 metro ) ;pek bağlık bağçelik bir yere gelip bu defa buraya bir dükkan kondurur. Etrafta tek bir adem dahi yaşamamaktadır. Günümüzün Şaşkınbakkal semti böylelikle kurulmuş olur ( Yn )

15 ) Cemalettun Kaptan Paşa hakkında yaptığımız bu araştırmada çok ilginç bir gerçek ortaya çıkmıştır. Hameriga Birleşik Devletlerunca o pek şöhretli, Marine Corps namlı deniz piyade kolordusu kurulmadantam 5 asır önce Devleti Aliyyeyi Osmaniyye Bahriye subayı Miralay Seyfullah bu silahlı gücü ilk düşünen ve ilk mangayı yetiştiren kişidir. Batı askeri tarihinde bu gerçek bilinmez. Tüm dünyaya duyurmak vazifemiz olmalıdır. ( Yn )

16 ) bize bir İspanyol deniz tarihçisinin naklettiği bu nida atma şekli dönemin ve Osmanlının adetleriyle bağdaşmaz görünmektedir. Lakin Grande -Admiral Marki Jose Louis Fernandez Felipe de Valdecarzana anılarında olayı böyle nakletmiştir. Kendisine tekneninlimandan ayrılış hikayesini bu harekattan çok yıllar sonra İskenderiyede bir sahil kahvehanesinde bizim yiğidlerden birinin anlattığını iddia etmektedir ( bu dahi Yn )

6. BÖLÜM

Bu bölüm yiğidlerimizin Kelemiç koyundan yelken basmakla Venediğ şehri kapularına dayanacakları seyru bir temam tekmül anlatır ki ; neşriyatçımızın vaki israrlı talepleri üzre bila-istek , mecburiyetten yazılmıştır. Yoh ise bu kısmı es geçecek idük.

İtimad Kaptan Reis navigasyonu her daim ( uyurken koynuna sokmaktadır ) neticesinin altında muhafaza ettiği, - Cemalettun Kaptan Paşanın dahi '' pirümüz efendümüz '' deyu metheylediği ( aslında kendisinin ondan daha büyük bir denizci olduğunu düşünmekte ise de )-; Piri Reis nam bir yüce Osmanlı deniz ademinin 1513 tarihli, ceylan derisi üzre işlenmiş hartasının yağlı kasap kağıdına çini mürekkebiyle çizilmiş ucuz bir kopyasıyla yapmaktadır.( Bakınız değil ; zahmet verip ,üğrenip bilesizdir ! Kaptanı Derya Piri Reis . Hakkında biz bilgi vermeyeceğizdir ) . Hartayı başka bir

leventin eline teslum etmemekle yiğidlerimiz üzerindeki mutlak otoritesini koruyacağını bilmektedir.

Yola çıkıldığından beru yiğidler arasında bir hoşnutsuzluk sezilmektedir ki ; bunun sebebu elbette tuzlu et ve balıkla kuru somun yeyip ; yavan su içmektendir ( resmi vakanüvistlerimizin hep her daim Osmanlının pek bir hoşgörü sahibi olmuş olduğunu bize aktarmalarına rağmen ) Ol dönemde YENI Devleti Aliyyeyi Osmaniyyede başta olan Sadrazamın sofuluğu nedeniyle hamr veya alkollü içkü hoş görülmez olmuş idi. Zati içilmesundur. Ademoğlu içince saputup sağa sola çemkirmek gibi bir tuhaf huya sahiptir ; cümle alem bunu bilir.Devlet göreviyle yola çıkan FARFARA di INFERNO gayığına bu nedenle içkü yüklenmemişti. Durumun vahametini anlayan zeki İtimad efendu yiğidlerine şol müjdeyi verdi : '' İlk durağımız Urum elinde Leros adasıdır ki ; oradan size 2 fıçı ala şarap yükü alacağımdır ''. ( Leros adası : 37.09.26 K 26.51.35 D ) Tüm leventlerin yüzleri aydınlanır, geniş geniş sırıtırlar. Az bir zaman sonra adı geçen adacığa vardukta ; yiğidler hep birlikte karaya çıkarlar. Hemen üzerlerine seyirten ve '' liman bahşüşü gereklidir '' diyen Urum'u ensesinden tuttukta ; suya atarlar. Koyu renkli giysisi üzerinde limani polisi yazan ve bunlara evrak, pasaport soran gafil görevliyekılınç ve kamalarını teşhir eyledükte beriki de toz olur...Anlıyoruzki o dönemde denizlerde dolaşmak şimdiki kadar yoğun bürokrasiye tabi değul imiş. Ayrıca İtimad beyin kayığının Selçuklu, Osmanlı ve Türkiyenin gördüğü ilk yabancı bandralı teğne olduğuna dikkat çekeriz. Daha sonra sularımızda yerli insanımıza ait misal Delaware kayıtlı tenezzüh teğneleri görmek için 400- 450 sene beklememiz gerekecektir. İtimad beyimizin kayuğunun kıçında Vinediğ bayrağı taşıması hasebiyle alınan 2 fıçı şarap ( hamr ) Evropa Birliği nam bir antlaşma çerçevesinde harçsız , vergisüz ve çok ucuzdur. Leventler hatta '' keşkü dört fıçı alsaydık...'' dirler. Her dirayetlu kaptan gibi taifesinin vaziyet ül moralman'ına çok tikkat iden İtimad reis onları akşam yimeğine çıkararır ; yolda bilgi verur: '' Bu Urum kafiri taverna tabir ettükleri aşevlerinde güzel yer içer. Fiyatları da pek makuldur. Dersaadette , bizim Ege sahillerinde, kötü bir meyhanede yediğün üçtüğünün yarısı kadar bilehesap vermezsun.Ziyadesiynen ehvendir '' Lakin yiğidlerin kısmı azamı '' içünde domuz eti vardır '' deyu et yimezler...Mekruhtur deyu pespembe bir böcük cinsi olan karideslere ; ısgarası pek latif

olan kalamari ve octopus a el sürmezler. Peynir ve somuna yüklenirler. Henüz domat namlı zebze Hameriga kıtasından Akdeniz yöresine gelmemiş olduğundan meşhur Grek salad'ına da yumulamazlar. Üstün körü nefis körletirler. Müteakip sabah erkenden adadan ayrılırlar.

Yaklaşuk kabaca hesap ile 200 -220 mil kadar gittükte ; koordinatları 35.25.28 K 21.23.56 D olan bir noktada tramola eyleyip Şimal yönüne dümen tutmaları gerekirken ; artık ne hata olmuş ise İtimad korsan ya dükkatsüzlüğünden, ya şarab , ya uykusuzluğun etkisinden rota değiştirmez. Batı güney batı rotasında divam ederler. Yeyecek ve şarap bol olunca kimsenin umuru olmaz ki ;bir kaç gün yol gittikte kendilerini Tunus'un Bizerte limanında bulurlar. Burayı İtalyan ülkesinin topuğu zannederlerken, teğnede Venediğ bayrağını gören bir sürü baldırı çıplah Arap yalınayak yalınkılıç tekneye hucüm gösterir, niyetleri tekneyi yağmalamak, ekibini esir alıp fidye neyin istemektir. Lakin bizim leventler sekizi birden Allah Allah nidalarıyla bir elde kılınç diğer elde Bursa işi kamalar güvertede cenk düzenine girince ; Arap yağmacılar desdur deyip geri çekilir ve pes ederler. Kayığa bir elçi gönderir ve leventlerimizi misafir etmek istediklerini bildirirler. Akşam ezanından sonra davete icabet eden leventlerimiz ala, içine kuzu gözü ve yanağı doldurulmuş kellelerin, koyunların içine ; ol koyunların da dişi deve içine yerleştirilmesiyle yapılmış ananevi yöresel yemeği taam eyledukte, kulpsuz fincandan koyu Yemen kahvelerini içip teğneye geri dönerler. Bir kısmısı mide ve bağırsakağrısıyla teğnenin tek ayakyolunun önünde kuyruğa girerken ; HakanZ ve Umut leventler İtimad kaptanı sıkıştırırlar. '' Reis helebize şu hartanı bir göster ; biz buralara niye düştük ki ? diye sualaçarlar. İtimad reis hartayı istemiye istemiye önlerine serdikte HakanZ az bakar : '' İtimad abey, sen bu hartayı ters serersin ; bahharta dibaçesinde çizili şol ok'un üst tarafı her daim Şimali gösterir. Sen hartayı masaya ters sermişsin '' dir. Bunlara şahid olan Umut Efendi sıkılır ; '' harta tarayıcısı '' adını vereceği bircihaz üzerine çalışmaya başlar ki ; bu alet cümle dünya hartalarını ihtiva edup, teğne yürüdükçe yerini harta üzerinde göstereceğdur. Bunun için önce elektrik denilen nesneyi icad etmek , sonra bunu batarya denilen küçük kara kutularda depolamak , sonra bu elektriği ancak Kapalıçarşı esnafından tecrübeli bir Ermeni kuyumcunun

yapabileceği tel inceliğünde altun hatlardan kandil ışığıyla aydınlatılmış bir küççük perdeye aktarmak gerekmektedir. Lakin kayığın o anki konumunu anlayabilmek için gök yüzüne bir takım peykler göndermek lazım idir ki , işte bu mesele çözülemez. Umut korsan defterine işlediği bu keşfin müsveddelerini bir kenara atar. Ondan ancak beşyüz sene sonra küffar bunu becerip ; ''chart plotter '' adu altunda tüm denizcilere bahalı bahalı sokuşturacaktır.

Toplu ishal krizini atlatan denizciler ertesi gün Bizerte limanundan( 37.16.23 K 09.53.23 D ) ayrılup 1 gün 1 gece yol gidende gün doğarken uzakta bir korsan teknesi belirir. Korsan gemüsü yaklaştıkta direğin üzerindeki gözcü yuvasından bir kapkara bir arabın aşağıya seslendiği duyulur : '' Önümüzde bi' küçük teğne vaa' ! ''. Kırk değişik milletten korsanın bulunduğu teknenin şişmankaptanı tedbiren sorar '' Romalılar mı ; Galyalılar mı ? '' .Zencü yukarıdan bağırır '' Hayıı'...Vinediğ bayvaklı bunlaa...'' Kaptan keyifle hucum emri verir, manevra yapar, bizimkilerin yanına doğru dümen kırar. Korsanların sayısı leventlerimizin 5 mislidir, gemülerüde en az 2 misli büyüklüktedir. Leventlerimizin tüm cesaretüne rağmen pek şansları yok gibidir. Lakin başından beri FARFARA di INFERNO kayığının böyle bir askeri harekata girişmiş iken hiç silah taşımamasını stratejik açıdan doğru bulmayan Umut korsanı bir gece evvel uyku tutmamış havuzluğun bir köşesinde oturur idi. Birden aklına Bizerte şehrinde avare gezinirken önüne çıkan,önce bir tekme atup tangur tungur yuvarlayarak eğlendiği, daha sonra belki bi işe yaratırım..diyerek omuzlayıp kayuğa getirdiği ağır prinç borudan sırtta taşınabilen hafif bir top yapmak geldi. Tüm gece çalıştı. Sabah gün doğduğunda top hazur idi. Mermi olarak FARFARA di INFERNO teknesinin salmasına safra olarak yerleştirilmiş yumruk büyüklüğündedemir gülleri kullanacak idi. Talihsiz korsanlar işte tüm bu proje olup bitende bizimkilere rastgelmişlerdi. Korsan teknesi yetişup borda bordaya gelmek üzerelerken, Umut korsan topu HakanZ leventin omuzuna yerleştirdi. Barutu hakkıyla verip, namludan gülleyi sürdü. Bu arada İtimad korsan elinde viç kolu korsanlara sallıyor '' Yiyorsa gelsenize ulan, gelsenize...'' deyu bağırıyor idi. Korsanlarda zati avı pek kolay gördüklerinden eğlenerek İtimad efendiye el sallıyor ; gülüyor idiler. Topun aniden patlamasıyla korsan gemisinin karinasında koca bir delik açılması bir oldu. Patlayan barutun etkisiyle HakanZ korsan kapkara olmuş, sadece dudaklarının

pempesi, dişlerinin beyazı bir de kocaman açılmış gözlerinin akı seçilir olmuştu . Umut korsan geri sıçradı : '' Ahan da gözcü direğindeki yamyam önüme düştü...'' deyu düşündü. HakanZ korsanın ''N'aaptın olum sen yaa ? '' feryadıyla durumu anladı. HakanZ korsanımıza şükür Allaha bişeycikler olmamıştı. Datlu suyla yıkandıkta yine aynu adem oldu.

Tüm leventlerimizin aklında bu olaydan son bir sahne kaldı...Batan korsan gemüsünün sadece direği suyun üstünde olup, gözcü yuvasındakiiri yaru zencunun : '' Batıyo'uzz ! '' deyu bağırdığı an. ( 15 )

Akdenizin ( son YENİ Osmanlı padüşahunun isimlendirmesiyle Vaytsii'nin ) engin sularında bir müddet yol aldıktan sonra yiğidlerimizun kayığı Adriyatik Denuzu nam sulara girdi. Şimale tırmana tırmana Venediğe doğru çıkarken bu defa küçük bir hatayla Arnavut adı verilmiş inatçu bir milletin Gjiri i İnglezit adı verilen sahil yöresine düştüler. Müsliman ümmetine sempati duyan Arnavutlardan izzet-ü ikram görürler. Birlikte yirler, içerler. Ayrılırken civarda keçilerini otlatmakta olan bir çobana Venediğin yolunu sorarlar. Çoban eliyle yön göstererek : '' Ahanda şol yönde güneş bir kargı boyu yükselene kadar gidin, Venediğe varırsınız '' dir. Bizimkileri selametler. Az gittikde , yaklaşık 4- 5 mil sonra Sazan adası ( 40.28.31 K 19.16.46 D )denilen daş parçası önünde birkez daha karaya otururlar.

Buradan da kurtuldukta rüzgar cenubdan esmeye başlamıştır. Dubrovniknam şehrun önlerinde bir kavança atarak Venediğe doğrudan dümen tutmak isterler. İtimad korsan her zamanki gibi dümende '' Hazuuur, ....kavança ! '' deyu ünledukte leventler pozisyon alır, yelkenler canhıraş feryadlarla haşur haşur sesler çıkarırken bumba hızla bir kontradan diğerune geçer ; işte o an ortalıkta dolaşan ; ismini bilemeduğumuz bir leventin kafasına ağır bumba geçiverur. Kafasına bumba isabet eden yiğidin başı kan revan içinde kalıp, sağgözü yerinden fırlar, iri burnunun yanında sallanmaya başlar. Yiğid acıyla '' Uuiiy...Cözüm çıkmıştır daa '' deyu haykırırkene tabip levent HakanE korsan hamle edup, bir anda gözü hoop diye yuvasına yerleştirir. Yiğid cöreyrum cöreyrum diye sevinçle bağırır. HakanE

Yiğid de gayet sakince : '' Herkes görüyor zaten...'' deyup gidip başüstüne oturur. (16 )

Sazan adasındaki karaya vurma da selametle atlatıldukta artık Venediğe az mesafe kaldığından, leventler başaltında derdest edilmişMehmet adlu ademin elini kolunu çözmüş, teğnede serbest dolaşmasına izin vermişlerdir. Bu adem havuzlıkta oturur ve etrafı taciz etmeğe divam ider. Gah '' Bu kayığın gölgeliği ne güzelmiş, benim teğneye de yapaydık...Benim elimden gelmez, sen bana bir proje çizsen a Umutkorsanım ? '' gah : '' Teğnenin kıçından keşki rahatça suya inebilsek de ; çimsek. Oraya bi platform yapsak ; acep kim bana bunuyapar ? '' , gah : '' 3 karış suya gaç karış zencir koyverilir ? '' gah '' Rüzgarın hızı neylen ölçülür, bofor ilen mi, knot ilen mi ; bu Beaufort denilen adem de kimdir, nerelidir ? '' gah ( afedersiniz) '' Teknede apdest yaptuğdan sonra temizlemek içun kollu pompadan daha eyi bir çare yoğ mudur ? '' gibi suallerle leventlerimizin içini baymaktadır. Lakin az buçuk deniz tecrübesi de vardır. Misal Umut reis rüzgar duranda tekneyi yürütebilmek için, gövdeye yerleştireceği ayak pedallarıyla çalışan bir çarka bir mil, milin ucuna da pervane denilecek bir burgu takarak, teğneyi yürütebilecek bir düzenek çizdiğinde bu Mehmet efendi çizimlere bağmış ve demiştirki : '' Bu sistem çalışmaz. O burguyu çeviren mil kesilir...Burgu suya düşer, kaybolur gider...''

MECBUREN BİR MÜDDET DAHA DEVAM EDECEK. EĞER BAŞKA LAFAZAN Bİ KORSAN ÇIKMAZ ÜSE BAŞLADIĞIMIZ İŞİ BİTİRMEK BOYNUMUZUN BORCU OLDU.

15 )işte bir zaman geçtikten sonra FANFARE di INFERNO'da tutsağ bulunan Mehmet adlı ademin Frengistan'a yaptığı bir ziyarette Belçika denilen küçük bir ülkede , bir tencere midye yeyüp ala şarapiçerken bir Belçikalı ademe anlattığı bu hikaye Belçika krallığında nesilden nesile ağızdan ağıza aktarılmış ; günün birinde heç elleri skota ve yeke tutmamış ; Akdenüzü bilmez iki yazar çizer komik masa

başı ademi tarafından ASTERİKS adlı , hayali, pek meşhur çizgi romanserisine başka bir biçimde aktarılmıştır.

16 ) FARFARA di INFERNO teğnesinde geçtiğini kesin bildiğimiz bu hikaye, MS 1970li yıllarda İstanbula kadar sefer eylemiş Tristan Jones adlu palavracı bir İngiliz yazarın BUZ adlı kitabında sanki kendi başından geçmiş gibi anlatılmaktadır. Bu adem tıpkı Cücü Kaptan Korsan gibu sıkı palavracı olmakla birlikte, hikaye yeteneği ( yine aynen Cücü korsan gibi ) gayetle şayan-ı takdirdir ( Yn )

7. BÖLÜM

Leventler Venediğde karaya çıktıklarında tanınmamak için bir çare düşünmektedirler. Hepsi helbette yahşi, yakışıklı, hanımların gönüllerini hoplatan, gerçi yaşları hafif geçkince , delikanlılardırya ; yine de ola ki İtalya nam toprahlarda hepisü Milan denülen , esbap ; potin modasında pek ileri bir diyardan giyinen o havalı İtalyan erkeklerinin yanında bir garip, epey bir yabancı, kalplerinikırmadan nassı süylesem ; az biraz taşralı gibi kalacaklarını ve tikkatleri üzerlerine çekebileceklerini bilmektedirler. O sırada işsizlikten gemü ambarında bulunan ( hepsi iki- üç kitapçıktır zaten, bağzılarının adını virmekten utançla imtina ederim ) eserlerarasında DECAMERON HİKAYELERİ adlı büyük eseri okuyup bitirmiş olanHakanZ korsanın eline diğer bir kitap geçer. TEKMİL AFRİKA EVROPA veCAPON MASKLARI . HakanZ ahşap işleme ve oyma sanatından hoşlanır ; acep bir mask oyar mıyım deyu kitabın sayfalarını karıştırırkene birbakar ki ; Venediğ Karnaval maskeleri deyu bir bölüm içermekte. İlgisini çeker. Okuyunca öğrenir ki, Venediğ ahalisi bu maskları sadece kış aylarına denk gelen meşhur 40 günlük karneval eğlencesinde takmaz ; çeşitli vesilelerle diğer zamanlarda da kullanır. Misal bu tarz bir maske takarak tanınmadan şehrin çeşutlu meydanlarında dilenen fakir düşmüş aristokratlar filan varmıştır. Tabii anlarsız ki bu takım masklari şehrin çapkın hatun ve ademleri gönül eğlendirmeğ içün de kullanırlar. HakanZ levent tiz teğnenin otutaklarından bir tanesini yerinden söker, elde pıçak, keski tüm

yiğidlerimiz için yüzlerini saklayabilecekleri kara masklardan oymaya başlar ( bir ufak tikkatsizlik etmiştir ; bu masklar kullanımyerine göre çeşit çeşittir. Meğer bizim korsanın seçtiği model tanınmadan sokaklarda gönül eğlendirmeğ isteyen çapkın hanımlar içünmüş ). Masklar bittükte bunları güzelce boyar, yüze tutturulacakkayışlarını geçirür ; hazur eder.

Başka kayda değer bir olay olmadan bir akşamüzeri leventlerimiz yelkenleri küçülterek, ağır yolla Venediğe girerler. Canale della Giudecce'yi takiben Plazza di San Marco meydanının kanala açıldığı sokağın hemen ucundaki ; Isola S. Giorgio nam adanın karşısındaki Doç'un Sarayı namıyla maruf tarihi binanın önüne aborda olurlar. Bu kadar göz önü olan bir yeri seçmelerinin nedeni talihsuz Cemalettun Kaptan Paşanın tutulduğu hapishaneye ve şu meşhur Ahlar Köprüsüne çok yakin olmasıdır. Ayrica bu kadar merkezi bir noktaya gayığını bağlayan ademden zaptiye de zinhar şüphelenmez. Sadece yerin şehrin tam göbeği ve pek aristokratik bir mekan olmasından dolayı, gecelik bağlama ücreti neredeyse bir küçük kürekli kayık parasınadır ya ; İtimad efendi anlaşulur nedenlerle burada hır çıkarmayı düşünmez, kendisundan talep edilen fahiş yanaşma bedelini liman memuruna heç bir zorluk çıkarmadan peşinen öder. Lakin makbuzunu almayı ihmal itmez. Belki avdetlerinde Bahriye nezareti bu ve benzeri mesarifleriöder ?

Tekmili ambarda saklanan yiğidler akşam çökende az bekler ; üzerlerine kara pelerinler atar ve HakanZ'nin yaptığı maskları yüzlerine geçirirler. Kılınçlarını kuşanır ve kamalarını göğüslerineyerleştirirler. Baskını nasıl vireceklerini bir kez daha konuşurlar.Kısa bir duadan sonra birer ikişer, tikkat çekmeksüzün teğneden ayrılır ve sokaklarda dolaşan tek tük ademin arasına karışırlar. Kararlaştırdıkları üzere San Marco nam meydanda buluştuktan sonra hızla Ahlar Köprüsünü (vayahut Son Nefes Köprüsü (Ponte dei Sospiri),namı diğer İç Çekişler Köprüsü yada İşkence Köprüsü' ) aşarlar ki Paşamızın esir tutulduğu Yeni Hapishane adlı uğursuz yire varsınlar ; ki bu hapishanede kırbirbuçuk milletten niçebin yiğid can vermiştir. Kapusu bir manga seçmece gözü kara Venediğ askerince

tutulur. İçerde ise Ortaçağın en zalim gardiyanları ve işkencecilerigörev yapar. Pek ender mahkum buradan sağ çıkmıştır. Çıkabilenlerin de ya dili, kulağı kesik, kolu bacağı koparılmış veyahut gözlerine mil çekilmiştir.

Hapishaneye yaklaştıkta yiğidlerimizi az biraz korku alır. İtimad Reis '' Hemen yolumuzun üstünde sağ cenahta eskiden bizim Alfredo'nun meyhanesi var idü. Yıkılıp yerine kervansaray yada alış veriş merkezi yapılmadıysa, orada birer sert içki içeydük ; cenkten önce eyü gelirdü...'' der. Yiğidler : '' Günahtır reis efendi ; kafirle cihata giderkene haram nesne ağza sürülür mü heç '' derken, Antonio'nun meyhanesinin önüne varırlar. Tam bu sırada meyhanenin kapısı açılır, Kont di Capri ; yanında oğlu Cemilio ve iki muhafızları dışarı çıkarlar. Kont her akşam vazife çıkışı Antonio'nun meyhanesine uğrayıp iki kadeh parlatmakta, maiyeti veya şehir asillerinden ademlerle bir kaç el prafa oynamaktadır. Bizimkilerle burun buruna gelmişlerdir. Kont etrafındakilere dönerek: '' Ooo bakın sekiz tane eğlenmeye çıkmış maskeli genç hanım...Şu ikisinin boyları pek uzunmuş amma, şu en ufak ikisi pek hoşlar, özellikle şu sert ve sinirli bakanı...Ee, hanımlar bize katılmaz mısınız ? '' dedukte ; kötü Kont'u dirhal tanımış olan İtimad bey leventlere haykırır : '' Bu Venediğ kontu. Dirhal esir alalım ! ''. Yiğidler pelerinlerinin altından kılınçlarını çeker bunların tekmilini esir alıp, ağızlarını tutarak ; hapishaneye doğru seyirtirler.

Hapishaneye kapusuna vardukta üzerlerine doğru gelen 10-12 kişiyi gören muhafızlar hemen kılınçlarına ve kargılarına sarılıp vaziyet alırlar. İtimad reis kamasını Kontun boğazına yapıştırıp ; Venediğçe'' Çabuk söyle adamlarına ; silahlarını bırakıp kapuyu açalar ; yoğsa burda boğazını keserim ! ''. Bunun üzerine Kont adamlarına silah bırakma ve teslim olma emri verir. Bizimkiler muhafızları heman girişteki demir kafesli gözaltı hücresine tıkar, aşağıya zindana inen merdivenlerden koşturdukta burdaki gardiyanları etkisizhale getirirler. Paşamızın tutulduğu hücrenin önüne geldiklerinde esir gardiyana kapuyu açtırırlar. Düşüncelere dalmış Paşamız : '' Hayda bre, ne oluyor ? '' dedukte yiğitler hep bür ağuzdan '' Sizi kurtarmaya geldik Paşamız '' dirler. Çok dokunaklı ve heyecanlu

anlar yaşanır...Yiğitlerden biri ikisi Cemalettun Kaptan Paşanın zencirlerini çözerken hain Kont tir tir titremekte , zayıf uzun bedeni iki büklüm olmaktadır. Bu ihtiyar Türk korsanının elinden kurtulamayacağı içine doğmuştur. Cemilio ise hiç bir korku belirtisigöstermemekte ; Türk leventlerinin elinde ve Paşanın karşısında gayet sakin ve vakur bir tavırla durmaktadır. Paşa zincirlerden kurtuldukta sanki 20 yaş gençleşmiş, bedeni iki mislu büyümüştür. Anunda Kontun gırtlağına çöken Paşa haykırır : '' Şimdi seni derhal ellerimle boğardım ya ; senin evini basup Kontesimi de yanumuza alupbu lanet şehirden çıkabilmek için senin şu sefil bedenine daha ihtiyacım var. Az daha yaşa bakalım, cezanı Kontese sorar öyle viririz helbette '' . Kontun yüzü daha da sararır...ne cevap versin bilemez.

Bu sırada iki leventin arasında duran Cemilio onlardan ani bir hareketle kurtulur , öne çıkar ve Paşanın karşusunda durup kırık dökük bir Türkçeyle : '' Ver elinde öpeyim Pasa papam. Üç hafta evvel siz ne zaman zindanda atıldı ; o akşam Kont bunu mamam kontesesöyledi ; mamam o an yerde düştü öldü. Kalp krizinden. Kaliba ne diyor siz Kelimeyi sahadet ? mi ; işte o sözler söyleyip ölmüş '' Sonra devam etti : '' Ertesi gün de benim teyze, mamamın kardeşi bana tüm gerçek anlattı. Ben senin oğlunum ''. Paşanın elini öpüp başına götürende Paşanın gırtlağına bir yumruk oturur. Bir süre konuşamaz ; sonra sorar : '' Adın nedir senin oğul ? '' . Beriki '' Cemilio '' deyu cevap verdukte Paşa gerçekten de hiç tanımamış olduğu ( halbuki 3 hafta evvel köprünün üzerinden çemkirdiği genç deo idi ) öz oğlunu göğsüne bastırdı, sıkı sıkı sarıldı.

Ardından konta döndü : Allahım şahidimdir ; bana yaptıklarından ötürü sana bir kötülük yapmayacak, canını bağışlayacaktım. Amma kontesimin ölümüne de sen neden oldun. Onun hakkına canını alacağım...'' dedi ; en yakındaki leventin elinden hançerini kaptıkta kontun göğsüne sapladı. Yere düşen kont kısa sürede can verdi. Hem Paşaya, hem Kontese, hem yıllar yılı kendi halkına ve başkaca milletlerin ademlerine yapmış olduğu kötülüklerin kefaretiniödedi.

Tüm olan bitenler karşısında eyice şaşkın kalmış yiğidlerimizden biri kendine gelip ikaz etti : '' Paşam çok vakit kaybettik. Artık kaçmak zemanıdır, bir an önce gitmemiz iktiza eder ''. Paşa başını salladı ; oğlunun sırtına kuvvetlice vurdu ; '' Haydin gidelim ; burada başka işimiz kalmamıştır yiğidler '' dedu.

Paşa, yiğidler ve Cemilio sessuz Venediğ sokağında paldır küldür teğneye koşarlarken bir köşe başında Kaptan Paşamız zınk ! diye durur. Şaşıran yiğidlerimiz de duruverirler. Paşanın yüzüne soru dolu bakışlarla bakarlarken Cemalettun Paşa konuşur : '' Şorda, sol cenahtaki sokağın içünde Venediğ Şehir Kütüphanesi olup ; misli görülmemiş eser barındırır. Varıp kapısını kıralım, bunlarun yeni neşrettukları keşif kitaplarını, bahriye hartalarını, teğne inşa kitaplarını yüklenelim...Eskilerin hepicüğünün birer kopyası bende var '' dir. Yiğidlerden ikisi '' La havle '' çekerek, Paşanın kollarına girdikte, ayağunu yerden kesip limana doğru seyirtirler.

Paşa bu kitapları araklayabilseydi, sonradan donanmamız çağdışı kalıp Haliçte bağlı çürümeyecek, Osmanlı hep büyük deniz gücü kalacaktı. Çünkü paşamızdan sonra bu böyük ümmetin bir kulu bile böyle bilimsel ve askeri deniz konularına merak göstermemiştir. Başımıza geleceğ var imiş, neyleyelim ?

Sonunda hepicüğü sağ salimen teğneye intikal edende ; dirhal halatlar çözülür. FANFARE di INFERNO hiç ses etmeden, yağlı seyir kandillerini yakmadan uygun esen Venediğ rüzgarında yelkenlerini basar ve San Giorgio adasının arkasından dolanarak uzaklaşmaya başlar. Leventler tetikte ve huzursuz olup, gözleriyle karanlık suları taramakta, gecenin sesini dinlemektedirler. Acep küffar askeri hızlı kayuklaruna atlayup onları takip etmekte midir ? Tereyağındal gıl çekilur gibi yapılmış bu kaçış operasyonunun farkına varmış mıdırlar ?

BEKLERSEZ DİVAMI GELİR

SONUNCU BÖLÜMDÜR ki hikayemiz burada biter

Bir kaç saat yol gitmeğle endüşeleri yatışmaya başlar ; seslerini azcuk da olsa, yükselterek sohbete, şakalaşmaya başlarlar. Cemalettun Kaptan Paşa'ya ambarda sakız gibi çarşaflarla bir yer yatağı serilmiş ; günlerdir zindanda uykusuz kalmış Paşamız az istirahat etmeye ikna edilmiştir. Bunu fırsat bilen dümen başındaki İtimad efendi havuzlukta tekmil toplanmış taifeye usul sesle şunlarısöyler :

'' Kaptan Paşamız teğnemizde yolculuk iderkene bize reislik düşmez ;büyüğümüze vahim saygusuzluk , hatta haşa hakaret sayılır. Paşamız uyanduğunda komutayı ona teslum edeceğumdur. Artık o ne dirse o yapıla ! Taa ki hepimiz sağ salim Dersaadete ulaşıp seferimizi muaffakiyetle tamam eyleyelum...

Bilirsüz ; memlekette kimi kendini bilmez, böyüğüne hörmet etmez denizci Paşamıza tevbe istağfurullah Huysuz Ehtiyar da dirler...Lakin duyduğuma göre hakükaten Paşa da zor adamdır. İmdi yolumuz uzun, günlerce derya üzerü giderkene helbet sohbet açılur. Paşa size kayığlarınızı sorar ; donanımını sorar, ne cins armanız var sorar, kaç pare yilkeniniz var, ne renk, hangi kumaştandır ; sorar. Teknede misal gölgeliğiniz, serpinti koruyucunuz, tel dolabınız , buz kutunuz, ayru bir odacuğda ayak yolunuz, su dökünmeğiçün hamam kurnanız var mı diye sorar ; '' Vardır helbette, kayuğa çok akçe dökmüşüzdür Paşam '' diyene çok ; hele misal bizim teğnede iki ayak yolu vardır Paşam, biri başta, biri kıçta...diyene misliylekızar. Sorduğunda '' benim kayığım güvertesi az, ambarı açık , kaptan köşkü olmayan basit yavuz bir gayıktır ki ; pek bir rahatsızdır lakin her hevada hızlı gider ; muhkem bir arması vardur Paşam ''[/i] deyin.

Denuzdan gezdiğiniz elleri sorar. Gitmiş olduğunuz yirleri beğenmez,gitmedüğün yere niye gitmedin diye sual eder.

Bir de Paşamız zağarları pek bür sever imiş. Onun yanında ite it veya küpek dimeyin. Ez kaza bir ite denk gelursenuz '' Ademoğlunun

en yakin arkadaşı, dört ayaklı dostumuz...'' deyin. Sakın ola ki ol iti tepiklemeyin. ''

Sahiden bu '' Kaptan Paşamızı idrak ve idare etme '' dersinin üzerinden az vakit geçende Kaptan Paşa efendimuz ambar merdivenlerinin başında görünür. Üzerindeki kirli paslu urbaları boyu posuna uygun leventlerimizin temiz kıyafetleriyle değiştirmiş ;Fazla uzamış sakalını azucuk kırpıp şekil vermiş, beilne bir beyaz kuşak sarmış idi. '' Sabah-ı şerifler hayrolsun yiğitler ! '' deyu ünledükte, tüm yiğitler havuzlukta ayağa fırlayarak '' Sağol, sağol,sağol ! '' diye haykırdılar. Paşanın gözü İtimad reise takıldı, yüzünden sanki bir gri bulut geçti ...'' Sen niye ayağa kalkmazsun bre dümenci ? '' deyu terslenecekken onun da aslında ayağa kalkmış dikilir olduğunu fark etti. Mesele şudur ki ; ces'ur İtimad reisimizoturdukta veya ayağa kalktukta neredeyse aynı boyda görünüyordu.

Bunun akabinde kısa lakin duygulu bir girizgah yaptıktan sonra İtimat reis teğnenin kumandasını Paşamıza verdiğini hörmetle beyan ettikte, Paşamız kabul buyurdular ve İtimad beyi yine baş dümenci olarak tayin ettiler. İtimad bey koynundan çıkardığı yağlı kağıda çizilmiş hartayı Paşaya uzattı ; beriki haritaya şöyle bir baktı : '' Piri Reüs'ün hartasıdır. Bize elbetekü iktiza etmez. Biz bu suları gice ve gündüzün gözümüz kapalı emnüyetle seyredecek derecedebiliriz elhamdürüllah...'' dedükte ; batılı yazar meslektaşlarımızın'' teatral biçimde '' deyu tasvir edecekleri accuk abartılı bir el hareketiyle mavi sulara fırlattı. Ezbere mevki koyup, dümenci İtimadbeye yeni rotayı söyledi.

İmdü hayatlarını tehlikeye atarak, kendisini kurtaran leventlerle tek tek tanışan ; teşekkür idende bol bol iltifatlar da yağdıran Cemalettun Kaptan Paşamız en son havuzluğun dibinde , HakanE korsanın arkasına sinmış endişelü bir yüzle hevalara bakan Mehmed nam ademi fark eder. Keyifle ona takılmak ister : '' Beri bak yiğidim, peküü senin adın , sıfatın nedür ? O gübeğün, tombul yanaklarınla pek de savaşkan bir ademe benzemezsin...Padişahımız efendimiz, bahriye nezaretimiz seni bu sefere niye koydu ? Tanıt bakalım kendünü... ''

Beriki safran sarısı olmuş suratıyla zar zor, duyulur duyulmaz bir sesle '' Adum Memed'dir Paşam '' dedükte anında bayılır. HakanE adlutabip yiğidimiz bunu bacaklarından tuttukta baş aşaağu denize sallandırır ki ; bizimkisi ayılsın. Bu sırada İtimad reis Paşamuza bu ademi Didyma'da nassıl dert dest eyleyüp, tedbiren tutsak aldıklarını, lakin sefer sırasında tehlükesüz, kendü halinde bir garip adam olduğunu anladıklarını anlatır ve ilave eder '' Yalnuz, çok konuşur bu Paşam ''.

Bu Mehmet nam adem ayuldukta Paşamız : '' Dimek senin de adın Mehmed. Ne tuhaf, beni ihbar eden hainin de adu meğer Mehmed imiş...'' deyu takılmak ister. Bizimkisi tekrar bayılmamah içün bin bir gayret gösterirkene : '' Paşam efendim ; Osmanlı elinde milyonlarca Mehmed nam adem yaşar ; tesadüf işte...Dimek içlerinden de bir hayını çıkmıştır ? '' dir.

Yolculuğun divamında Paşa bu Memed'in Kemeraltındaki Sen Benuva nam papas okulundan mezun olduğunu öğrenince '' Aaa, ben de gençluğümde oranın Frenk papaslarından Frenkçe dersleri almış idim...'' dir. Nedense kendisine hep korkulu gözlerle bakan bu ademe kanı kaynamıştır ; seferin devamında keyfi oldukça bu ademe Frenkçe laflar atar. Beriki civap verir. Birlikte pek eğlenirler. Diğer yiğidler bunların ne konuştuğunu anlamazlar. Ben naçiz muharrir kulunuz da Frenkçe bilmediğimden ben dahi sizlere nakledemedum. Artıh Bu Memed nam yiğid Paşamıza geçmişte ettiği kötülüğün hesabınıahirette virsin.

FARFARA di INFERNO az gidip uz gittikte Kefalonia nam bir adaya varırlar ( 38.16.47K 20.40.24D ). Burada kayuğun ikmali yapılırken leventler akşamları limandaki meyhanelere dağılır, Padişah efendimizin ihsanı olan altunlarla bol bol yer içer, hatta çapkınlıkiderler ki ; haklarıdır bize laf düşmez. Venediğ yıllarından beri tiyatoro nam frenk gösterisine pek meraklı olan Cemalettun Paşamız ise bu eğlencelere katılmaz ; şehir agorasında gerisinde pek çok meşale yakılmış büyük bir bez perdenin hemen ardında kimi adem ve hatunların temsil ettiği Yüzbaşı Corelli'nin Mandolini adlı gölge oyunu eserini temaşa eder ; çekirdek çıtlar ; pek memnun olur. Bizde

böyle sanatlar niye icra edilmez, hatun kişiler perde arkasunda sahneye niye çıhmaz ? deyu ziyadesiyle hayıflanır.

Tekrar yola çıktıkta bir müddet sonra Paşa iskelede tarafında kalan büyük bir koyun ağzını işaretle : '' Bu mevkiye Korint dirler. Urum elinin diplerine kadar gider. Ahdim olsun ki ; velinimetimiz Padişahımız efendimizi ikna edebilirsem ; ucuna bir kanal açtıracağım, üzerine de bir köprü yaptıracağım ! '' dir. (17 )

Yolculuğun geri kalan kısmı güzel hava şartlarında mükemmel geçer. Paşamız dümen tutturduğu Halikarnasta Cücü kaptan efendiyle hasret giderir, Baronla tanışır. Bu Cücü (veya Cüccü ) Efendi, daha önce defalarca bahsi geçtiği gibi ; aslen Marco Polo nam yazar kişidir. Osmanlıya sığındıkta adunu değiştirmiş ; bir yayınevi ve bir turşuhane dahi işletur idi. Döneminde denizculuk camiasında tanınan ve takdir gören bir muharrir idi ki ; yergisi keskin ; muhayyilesi ve anlatımı geniş idi. Hailkarnassos elinden çıkan en büyük yazar kişi olarak adlandırılabileceğ idi ki ; daha sonra o toprahlarda yergici şair ve neyzen Tevfik Efendi ve Halikarnassos Baluğçusu nam Cevat Şakir adlı ulu çınarlar yetiştükte bu Cücü efendi gölgede kalmış ve unutulmuştur. Koskoca Cemalettun Paşa ve Halikarnassoslu Cücü Efendinin Venediğ lisanıyla konuşup ; çocuklar gibi şakalaşmaları, itişip kakışmaları, Paşamızın ikide birde Cücü efendinin burnundan gözlüğünü, tepesinden şapkasını alması ; Liman kenarında Sünger nam bir aşevinde yimek yedukte üç akçelik hesabı birbirlerine yüklemeye çalışmaları , Cücü efendinin mahsus seçtiği, el kadar, kıvır kıvır tüylü , titrek ve arsuz hanımlara mahsus birkucak itini ille '' sen pek seversin '' deyu Kaptan Paşamıza güye hedaye etmeye çalışması yiğidlerimizi pek güldürür. Cücü efendi Kaptan Paşamıza pek gururlandığı kayuğunu illa göstermek istedüğündePaşamız : '' Ne diye göreyim ki ben senin kayığını ? Sen onun kıç üstüne kameriye inşa eyleyup, sarmaşık bile sardırmışsındır. Kuzu çevirme yapmağ içün kıç üstüne kömürlü ocak koymuşsundur. Göreyim decinlerim tepeme mi üşüşsün ? '' dir ,reddeder. Ne de olsa bu ikisi 30 senelik dost idiler. Böylece bolca eğlenirler idi.

Bodrumda FARFARA di INFERNO alargada yatarkene Durgut KağanE adlı mektebinden kaçmış bir çocuk iç donuyla yüzerek tekneye gelir,

yiğidlerimizle tanışur. Bunlar da ona iltifat eyleyüp Venedikten getirdikleri cafe latte ikram ederler. Cebune bir akçe koyanda nasihat eyleyup , şakacıktan kulağını çeküp okuluna geri gönderirler. Bu genç ileride büyüdüğünde yerinden az kıpraşır , çokça limanda durur ; lakin içinde zevcesiyle yaşadığı bir teğne alur ; Marmaris hevalisine yerleşur. Dersaadet'in zehirli havasından, çamurlu kokulu sularından kurtulur. Buralardan denizcilik hikayeleri anlatır.

Halikarnassosdan Paşamızın ve yiğidlerimizin yurda avdet ettikleri derhal posta güvercinleri ile payitahta duyurulur. Gelişmelerden sonderece memnun olan Sultanımız Efendimiz Padişah hazretleri FARFARA di INFERNO Ayastefanos / Yeşilköy önlerinde görüldüğü anda atlı haberciyle şehre haber uçurulmasını ; donanmanın elinde kalan son denize açılabilir ve su yapmaz bir kaç muharebe gemüsünden ; toplarıatış da yapabilen bir ikisinin seçulup ; Sarayburnu önlerinde top atışıyla ve törenle Paşa ve yiğidlerimizin karşılanmasını buyurur. Bu sırada Sadrazam efendimiz Venediğ elçisi DellOrto'nun yakalanarakboğazından kasığına kadar içinin açılıp, tuzlandukta, samanla doldurulup dikilmesine dair fermanı henüz göndermemiştir. Keyifle olemri yırtıp atar.Elçi efendi kıl payı canun kurtarmıştır. Ol zamanlar Dersaadet fazla eğlencesi olmayan bir şehir olmakla ; şehzade sünnetlerini, sultan izdivaçlarını, arada bir Sultanahmed meydanında itin, uğursuzun, kopuğun asılmalarını seyir dışında halkımızın pek bir eğlencesi yoğidi. Bu nedenle Dersaadet halkı bu törene pek ilgi göstermiş, ol mesut günde Sarayburnu önlerinde yüzlerce kayuğun, karada binlerce ademin karşılama merasimine katılacağı anlaşulmuştu. O zamanki şehir emaneti uz görülü olsaydı ;sahil güzelce doldurulur, büyükçe bir meydan yapılur ; burada belki 100.000 meraklı toplaşurdı. Hatta gece havai fişek gösterisi bile yapılacağı söylenmekte idü.

İşte Paşamızı tanuyup, kurtarmaya giden leventlerle de dost olan Aali reis adlı bir adem ( onun Paşayı kurtarmaya giden gözüpek yiğidlerin arasına niyçün dahil edilmediğini bilmiyoruz. Herhalde eksikleri varmıştı ) de haberleri duydukta hanımına : '' Hanım birazkuru köfte ve haşlanmış yımırta hazırlasan ; yeşil soğan, bi kaç salatalık soyup, tuzlasan sepete koysan ; az da meyve eklesen ; biz

de kayuğumuzla Paşayı karşılamaya gitsek fena mı olur ? '' dir. Zevcesi : '' Pek münasip olur beğim '' dedikte hazırlıklarını bir tamam ederler.

Ertesi sabah limana gedüp, kayığı yükleyüp yola çıkmak için halatları attukta , sudaki tonoz halatına dolanırlar. Epiy bir müşgülat çekerler. Sonunda kurtulup yel yepelek yelken kürek Sarayburnu önünü tutarlar. Orda demirlemiş kayık ve teğnelerin arasında demirleyip yerlerini alırlar. Sepetlerini açıp sofralarını kurmuşlardır ki ; FARFARA di INFERNO tam arma suları yara yara çıka gelür. Artık karadaki ademlerde , kayıklardaki insanlarda bağırış, çağırış, tezahüratı gökleri tutar. Tam bu anda birinin adunun KAPUDANE olduğunu bildiğimiz iki Paşa Baştardasından top atışları yapılır, karada havai fişenkler ateşlenir. Gözbebeğimiz Kaptan Paşamız Cemalettun Efendu teğnenin burnunda kılıncını kuşanmış heykel gibi durmakta, arada bir eliyle ahalinin selamını almaktadır.Bu güzel sahneye dalmışken Aali reisin muhterem zevcesi konuşur : ''Paşayı kurtarmaya pek de ufak bir kayıkla gitmişler. Bizimkisi kadarbişey bu...Bu kadar kayık tee Venediğ ellerine gider miymiş ? Koskoca Osmanlı gönderecek sağlam böyük bi şey bulamamış mı yani bey? Eyi ummanda telef olmamış bu garipler. '' Aali efendi sol elindekihaşlanmış yımırtadan bir ; sağ elindeki kuru köfteden bir ısırık alıp ; yuttuktan sonra sabırla 25 senedir hep yapageldiği izahatı yeniden yüzüncü ; bininci kerre yapmaya başlar :'' Gözümün nuru gönlümün sultanı hanımcığım ; bunlar pek sağlam kayıklardır. Altlarında salma denilen koca yüzgeçleri vardur ki ; içine onlarca çeki demir ya da eritilmiş kurşun doldurulur ; bu kayuklar devrildikte hacıyatmaz gibi tekrardan dikilir, içindeki ademlere heç bişeycikler olmaz. '' Karısı üzümünü yirken ona '' anlat sen..'' diyen bir yan bakış atar, içünden '' hiç çocuk oyuncağıynan denizde yüzen, can taşıyan koca gemü bir olur muymuş '' diye düşünür, lakin bir şey dimez.

Ertesi sabah Paşa Padişahımız efendimizin huzuruna çıkarılır. Padişahımız , sultanımız Paşaya kahve ve kehribar çubuklu bir cigaraikram edende karşılıklı kahvelerini içip, cigaralarını tellendirirler. Padişahımız Paşanın hikayesini bir tamam ilgiyle dinler. Kontesin hikayesini pek dokunaklı bulur ; keşki hanım sultana haber vereydik de, şordaki tahta kafesin ardından sizin

hikayenizi o dahi duysaydı ; kimbilir kaç mendil ıslatırdı ? der. Sonra Paşaya som altundan bir Birincu Sınıf Nişan-ı Devletu Aliyye Osmaniyye ve beratını verir ve yine eski vazifesi olan Kaptan-ı Deryalık teklif eder. Paşa yerinden kalkıp hürmetle padişahımızın önünde eğilir ; artık yaşlandığını, pek yıprandığını ; kalan zamanını kontesin anısını yaşatmaya ve bunca yıl sonra bulduğu oğluna adamak istediğini söyler ; vazifeden affını diler. Bunu anlayışla karşılayan padişahımız efendimiz Paşaya esaslı bir ihsandabulunduğu gibi ; ilaveten Sarıyerde ( elbette altında bir kayıkhanesi bulunan ) bir yalı hediye eder. Şimdilerde milyarder bir iş ademimize ait olan bu yalının esas isminin Cemalettun Kaptan Paşa veya Kaptanpaşa yalısı olduğunu günümüzde kimseler bilmez, merak idip, araştırıp üğrenmez de .

Gençlüğünde hep '' bir oğlum olsa ona bir kayuk edeceğum'' diyen Paşa Cemilio'ya doğru düzgün bir teğne yapmaya karar verir. Bu kayıkhelbette Cemilionun Venediğde kullandığı o sevimsiz teğneden misliyle güzel ve yürük olacaktır. Ancak uzun zaman kararsız kalır.Bu tekne bir triandil mi olacaktır yohsam uzak barbar Britanyalı milletin Bristol Channel Cutterlerinden mi olmalıdır ? Sonra bu tekne tamamen bir tenezzüh teknesi mi olmalıdır, yoh isem teğneler beylerin zevkü sefası içün değil, aslen ağır yükleri taşımağ için icad edildiğinden yine Britanya barbarının work boat dediğü teknelere mi öykünen bir tasarımı olmalıdır ? Paşamız helbette doğrukarar verir ; mükemmel bir kayuk eyler.

Cemilio Kaptanzade Bahri Cemil ismini alır , her ne kadar Paşa babası ona kuruş sarfettirmese ve artık Venediğde teyzesi ve kuzenlerince işletilen aile mandıra ve peynirhanesinden pek güzel gelir elde etse de aylak kalmamak içün Dersaadet'in ilk yabancı restaurantı olan VENEDİĞLİ CEMİLYO adlı aşevini açar, büyük teveccüh görür. O tarihe kadar yabancı mutbahlarla pek ilgilenmeyenpayitaht mensubu kibar hanımlar, beyler ; beyzadeler ve genç hanım kızlar aşevinin salonlarını doldurur ; göz süzüşür, gizlice mektup teati der ; yer içerler. Öyle ki bunların şık ve pırıl pırıl faytonları ; landoları ve kupaları tüm sokağı işgal eder, yolu açmağüzre bağzen zaptiyenin müdahalesi gerekirdi.

İtimad Kaptan avdetinde Dersaadet Limanlar Müdiriyyeti ve dahü Gümrük Nazırlığı katına birer püşmanluk dilekçesu verende ; Venediğ bandralı teğnesinin gereğli işlemler ikmal edilerek Devletu Aliyye bağlama kütüğüne adı DANTANAĞ olarak kaydını talep ider. Artık bayrak gönderinde şanlu ay yıldızımız dalgalanacaktır. Bunun karşuluğunda adı harç olan ve her sene üç-beş altun zam gören yıllıkharacı vermeyi kabul etmiştir. Böyledir bu işler ; vatan sevgisi bedava olabilmez ki. Helbette bir bedeli olmalı.

Gelelim bahriye tarihimizin bu en cesurane ve önemli kurtarma seferine ; iradesi dışında ve tutsak olarak katılmış Mehmed Efendiye. Tabii o Dersaadete varışta paşa ve diğer leventler gibi ( her levente beşer kese daha altın ve gümüş Kahraman-ı Osmaniyye nişanı verilmiştir ) Devletu Aliyye tarafından onurlandırılmamıış vekendisine ihsanda bulunulmamıştır. Yine de gerçeklerin ortaya çıkmamasının ve bu sayede hayatta kalmasının ona verilmiş en büyük hediye olduğunu idrak ettikte ; düzgün bir adem olarak , işinin gücünün peşinde koşmuştur. Denizcilere hizmet aduna kazancı olmayan pek çok gönüllü ameliyeye girişmiş ; hatta Kelemiç koyundaki bir yelkenli müsabaka tekneleri kulübüne başgan dahi olmuştur.

Cemalettun Paşamız ; son ve tam resmi sıfatıyla İstanbul Yeni Boğazcenup ağzı Sümbül Moru Kal’ası Molla-ı Kebiri Cemalettun Paşa ; çok hakikatli bir adem olmağınan ; kendisini kurtaran leventleri, Cücü Efendiyi ; Frenk diliyle takılmaya pek alıştığıı Mehmed efendiyi, hatta tanış olduğu Aali efendiyi unutmamış ; SeKo Seyyah Korsan adlubir deniz, derya, yilken ve teğne severler dergahında yıllarca onlarla heberleşmiş, mektublar yazmış idir.

Zamanla İstanbulun gürültü ve kirliliğinden sıkılan ; gün boyu güzelyalısının önünden geçen çirkin tur teknelerinin görüntü ve ses kirliğinden bıkan Paşamız İyonya nam yörede ; Teos adlı sahil köyüne( günümüzde Sığacık / Seferihisar deyu bilinir. 38° 10′ 38″ K, 26° 47′ 6″ D) yerleşir, hayatını hikaye eden bir kitap yazmak istemektedir.

Bir akşam yemeğinden sonra sırtına hırkasını alıp ocakta gürül gürülyanan ateşin karşısındaki çalışma masasına oturur. Kandilini yakıp önüne bir deste parşömen kağıdı alır. Kağıdı burnuna götürüp kokusunu içine çeker. Uzun zamandır eline almadığı mors dişinden yapılma dividini tutup, öper. Sonra hokkaya batırıp ; önündeki kağıdın üzerine ağır ağır özenle ilk cümlesini yazar :

'' Genç bir bahriyeli yiğüd idüm. Bir gün Venediğe tayin oldum. Hayatım değişti...'' ( 18 )

Dirken birden ortalık mavi kuvvetli bir şerare ile aydunlandı ; tarifi zor , alışılmadık bir vızıltı ve gürültüyle çatıdan odanın içüne ( lakin çatıda bir delik açılmamış, hiç bir iz görülmez idi ) bir gümüşi tuhaf silindirik alat düşmedi de , sanki indi. Kapusu kendiliğinden açuldu . İçerudan dışarı hafif ve sıcak bir ışık sızıyor ; bir takım minik cam düğmeler rengarenk ışıldıyor ; güccük,mavi şavklı pencereye benzer kutucukların üzerinde niçebün anlaşılmaz yazı ve rakamlar akıyor, dans ediyurdu. Paşa hiç şaşırmadan , gülümseyen bir yüzle yerinden kalktı. '' Dimeğ ki yine vakit gelmiştir '' dedu. Üzerine bir satır yazdığı yaprağı aldu, katlayıp mintanının cebine koydu, kandili üfleyip söndürdü. Alatın içine girdikte turunc renkli koltuğa oturdu, beline gelen kuşağı kuşanıp, kilitledi. Aletin kapısı kendülüğünden kapandı. Yavaşça yükselen silindir yine aynı mavi şerareleri ve tuhaf vınlamayı çıkararak, çatuyu yine delmeden içerusundan geçti ; hızlandıkça hızlanıp deniz üzerine doğru yükseldi ve lahzada semada kayboldu. Teos halkından bir tek adem bile bu olayı görmedi, şahit olmadı.

----------------------------------

SON SÖZ :

İmdi sıkı durun ; şu ana kadar yazarınıza en inanmışınız dahi ; okuduklarına inanamayacak. Kafası karışacak. Benimkisi de hayli karıştı. Hele yayımcımız (adını vermekten imtina ediyorum ) asla

anlamayacaktır ve bendenize çemkirecektir ya , ne yapalım biz alıştık. Layıki veçhile cevabını ve ağzunun payunu bir güzel veriruz.

Diyeceğim odur ki ; aslında paşamız günümüzden 101 sene sonra ; 2115yılında yaşamaktadır. Bunu da nerden uydurdun diyenlere Paşamızın Seyyah Korsan adlı bir internet sitesine daha kısa süre evvel biri 2114 diğeri 2115 yılından gönderdiği iki mesajı delil olarak gösterebilirim. Giriniz, bakınız. O mesajlar oarada durmaktadır. Paşa birinde 2014 yılında Yeni Istanbul denilen berbat kente geldiğinde edindiği izlenmimlerini anlatıyordu. Diğer makalesinde degah zeman makinası, kah zeman maşinası kah da geleceğin makinası deyu anduğu, bu çağda bizim aklımızın alamayacağı, bir aletle yaptığı zaman yolculuklarını 2115 yılından, yani gelecekten bizlere naklediyordu.

Benim kıt aklımla çıkarımım odur ki ; Paşamız bu zeman maşinasıyla bir seyahatinde de kontrol panelindeki dokunmatik ayar ekranına eski bir tarih girmiş ve Osmanlı bahriyesine katılmış ; bu sayede Venediğe gitmiş ve bu biyoğrafyasında anlattığımız tüm bu olaylar olabilmiş idi. Dimek ki Paşamız başkaca pek çok geziler yapmış ve yapacak olabilir. Belki ademoğlu ilk kütükten kayığı oyup suya attığında Paşamız orada idi. Pek mümkindir ki MS 950 - 1000 yılları arasında mini buz çağında Viking Kızıl Erik ile İzlandanın buzlu sularında dolaşıyordu. Belki Macellan nam kaşifin gemüsünde navigatör idi. Kaptan Scott'un 1901 - 1904 Antartika seferi sırasında buzlara sıkışan Discovery gemisinde de bulunmuş olabilir. İhtimaller namütenahi. Paşamız belki ileride de bazı ipuçlarını yinezamanımıza gönderir ; elbette başka muharrir ademler araşturup hikaye eder.

17 ) Korint kanalı. Maalesef sultan gemü yolunu 400km kısaltan bu projenin önemini anlamaz. Bu proje Kaptan Paşamızın döneminden çok sonra, 1880-90'larda iki Macar mühendisince gerçekleştirilir.