Eleştirel Teori ve Güvenlik: Kimin için Güvenlik?

34
ELEŞTİREL TEORİ VE GÜVENLİK: KİMİN İÇİN GÜVENLİK? Klevis KOLASİ 1 “Onun dünyaya bakışı ne pozitif ne de negatifti, yalnızca radikal bir şekilde eleştireldi.” Hannah Arendt, Gotthold Lessing hakkında. 2 Giriş Uluslararası İlişkilerde standart/ana akım veya klasik (Realist) yoruma göre uluslararası yaşam yalnız, sefil, kötü, vahşi ve (sadece güçlüysen) uzundur. 3 Akademik bir disiplin olarak Uluslararası İlişkiler hakkında düşünmenin köken- leri tartışmalı olsa da, genelde belirli bir savaşın doğasıyla veya sonucuyla ilişki- lendirilmektedir. Şöyle ki realist yaklaşım Peloponez Savaşı'nı uluslararası poli- tikanın anarşik yapısının devletlerin davranışları üzerine yaptığı etkisinin klasik bir örneği olarak görürken (Atina/güçlü olan istediğini yapar, Meloslular/zayıf olan ise katlanması gerekene katlanır), Otuz Yıl Savaşları'na son veren Westphalia Anlaşması modern devletlerarası sistemin/toplumun ortaya çıkması- nı temsil ettiğini kabul etmektedir. I. Dünya Savaşı ardından 1919 yılında Aberystwyth Üniversitesinde (liberal bir dünya görüşüne sahip olan) David Davis tarafından ilk olarak açılan Uluslararası İlişkiler kürsüsü, büyük devletle- rarası savaşın nedenlerini incelemek ve savaşın tekrarlanmasını uluslararası hukuku, uluslararası örgütleri ve liberal norm ve değerleri hâkim kılarak önle- mek gibi normatif bir amaçla kuruldu. Ancak 1930’larda uluslararası işbirliği yerine güç politikasının hâkim olmasıyla uluslararası ilişkilerin sorunları realiz- min lenslerinden okunmaya başlandı. Böylece savaş ve barış konularıyla ilgi- lenmek geleneksel Uluslararası İlişkiler'in temel konusu haline geldi, o kadar ki bu konuların genç disiplinin varoluş nedenini (raison d’etre) oluşturduğu savı 1 Doktora Öğrencisi, Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı. 2 Elisabeth Young-Bruehl, Hannah Arendt. For Love of the World, London, Yale University Press, 1984, s. 261. 3 Ken Booth, “Security in Anarchy: Utopian Realism in Theory and Practice”, International Affairs, Cilt 67, Sayı 3, Temmuz 1991, s. 530.

Transcript of Eleştirel Teori ve Güvenlik: Kimin için Güvenlik?

ELEŞTİREL TEORİ VE GÜVENLİK: KİMİN İÇİN GÜVENLİK?

Klevis KOLASİ1

“Onun dünyaya bakışı ne pozitif ne de negatifti, yalnızca radikal bir şekilde eleştireldi.”

Hannah Arendt, Gotthold Lessing hakkında.2

Giriş

Uluslararası İlişkilerde standart/ana akım veya klasik (Realist) yoruma göre uluslararası yaşam yalnız, sefil, kötü, vahşi ve (sadece güçlüysen) uzundur.3 Akademik bir disiplin olarak Uluslararası İlişkiler hakkında düşünmenin köken-leri tartışmalı olsa da, genelde belirli bir savaşın doğasıyla veya sonucuyla ilişki-lendirilmektedir. Şöyle ki realist yaklaşım Peloponez Savaşı'nı uluslararası poli-tikanın anarşik yapısının devletlerin davranışları üzerine yaptığı etkisinin klasik bir örneği olarak görürken (Atina/güçlü olan istediğini yapar, Meloslular/zayıf olan ise katlanması gerekene katlanır), Otuz Yıl Savaşları'na son veren Westphalia Anlaşması modern devletlerarası sistemin/toplumun ortaya çıkması-nı temsil ettiğini kabul etmektedir. I. Dünya Savaşı ardından 1919 yılında Aberystwyth Üniversitesinde (liberal bir dünya görüşüne sahip olan) David Davis tarafından ilk olarak açılan Uluslararası İlişkiler kürsüsü, büyük devletle-rarası savaşın nedenlerini incelemek ve savaşın tekrarlanmasını uluslararası hukuku, uluslararası örgütleri ve liberal norm ve değerleri hâkim kılarak önle-mek gibi normatif bir amaçla kuruldu. Ancak 1930’larda uluslararası işbirliği yerine güç politikasının hâkim olmasıyla uluslararası ilişkilerin sorunları realiz-min lenslerinden okunmaya başlandı. Böylece savaş ve barış konularıyla ilgi-lenmek geleneksel Uluslararası İlişkiler'in temel konusu haline geldi, o kadar ki bu konuların genç disiplinin varoluş nedenini (raison d’etre) oluşturduğu savı 1 Doktora Öğrencisi, Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı. 2 Elisabeth Young-Bruehl, Hannah Arendt. For Love of the World, London, Yale University

Press, 1984, s. 261. 3 Ken Booth, “Security in Anarchy: Utopian Realism in Theory and Practice”, International

Affairs, Cilt 67, Sayı 3, Temmuz 1991, s. 530.

122 Uluslararası İlişkilerde Güvenlik

yaygın fikir olarak kabul edildi. Bu yönüyle güvenlik, Uluslararası İlişkiler'de kurucu kavramlarındandır. Uluslararası ilişkiler hakkında bu şekilde düşünmek, savaşı uluslararası ilişkilerin temel konusu/sorunu ve devletleri güvenliğin temel nesnesi ve öznesi olarak öne çıkarırken, barışı da büyük devletlerarası savaşın yokluğuna indirgemektedir. Bu görüş Soğuk Savaş'ın yapısından da beslenerek uluslararası ilişkilerde güvenlikle ilgili ana akım perspektif haline gelecektir.

Uluslararası İlişkiler teorilerinin esas üreticisi olan Amerika Birleşik Devlet-leri’nin (ABD) Soğuk Savaş boyunca kendi bloğundaki ve özellikle Üçüncü Dünya/çevre ile kurduğu ilişkilerin türü “önce güvenlik/istikrar sonra demokra-si” esasına göre yürütüldü. Soğuk Savaş'ın kendisi “yüksek/birincil politika” olarak da adlandırılan stratejik hedeflerin ve güvenlik odaklı politikaların öne çıktığı, kimin dost kimin düşman, yani (çoğu kez askerî olarak tanımlanan) teh-ditlerin açık bir biçimde belirlenebildiği bir dönemi temsil etmektedir. Uluslara-rası İlişkilerin bir alt dalı olarak kabul edilen Güvenlik Çalışmaları (Security Studies) bu anlamda Soğuk Savaş dönemin bir ürünüdür.4 Bu nedenle, gelenek-sel Güvenlik Çalışmaları ve dolayısıyla güvenlik kavramı, uluslararası ilişkiler-deki güç politikasına, korkuya ve anarşiye odaklanan realizmin ve 1970’lerin sonundan itibaren anarşik yapı dolayısıyla hayatta kalabilmek için devletlerin temel hedeflerinin güvenliklerini maksimize etmek olduğunu savlayan neo-realizmin etkisinde kaldı. Devletlerin dünya politikasının temel aktörü olduğu ve dünya politikasında çözülmesi gereken temel sorunun devletlerarası savaş oldu-ğu fikri/savı Güvenlik Çalışmaları’nın, askerî gücün kullanımını, kontrolünü ve kullanma tehdidini inceleyen bir alan olarak tanımlanmasına neden oldu.5

Eleştirel Teori ise Soğuk Savaş dönemin kapanmaya başladığı 1980’lerin or-talarından itibaren “eleştirel dönüş” veya ”dördüncü tartışma”6 sırasında Ulusla-rarası İlişkiler disiplinine giren ve bu disiplinin o ana kadar sorduğu soruları ve verdiği cevapları sorgulayan bir perspektiftir. Eleştirel Teori'nin, güvenlik alanı-nı incelemek için benimsenmesi/kullanılması ise 1990’ların başında olacaktır. Ken Booth’un başını çektiği Eleştirel Güvenlik Çalışmaları (EGÇ) veya Aberystwyth/Galler Ekolü olarak tanımlanan çalışma alanı bu kesişmenin bir

4 Pınar Bilgin, Regional Security in the Middle East: A Critical Perspective, New York,

Routledge, 2005, s. 16. 5 Stephen Walt, “The Renaissance of Security Studies”, International Studies Quarterly, Cilt 35,

Sayı 2, Haziran 1991, ss. 211-239. 6 Eleştirel dönüş veya pozitivizm ve post-pozitivizm arasında yaşanan “Dördüncü Büyük Tar-

tışma”nın Uluslararası İlişkilerdeki yeri ve etkisi hakkında bkz. Steve Smith, Ken Booth ve Marysia Zalewski (der.), International Theory: Positivism and Beyond, Cambridge, Cambridge University Press, 1996; Milja Kurki ve Colin Wight, “International Relations and Social Sci-ence”, Tim Dunne, Milja Kurki ve Steve Smith (der.), International Relations Theories: Disci-pline and Diversity, New York, Oxford University Press, 2013.

Eleştirel Teori ve Güvenlik: Kimin İçin Güvenlik? 123

ürünüdür. Eleştirel Teori'nin güvenlik kavramını ele alışı, bu teorinin varsayım-larından ve bu konuya eğilen yazarların çalışmalarından / normatif tutumların-dan olduğu kadar, bu teorinin çıktığı tarihsel koşullarından ve mekândan da etkilenmiştir. Eleştirel Teori'de, olgular, bilgi ve düşünceler, tarihsel bir perspek-tif içerisinde ve hâkim sosyo-ekonomik ve siyasî yapının etkileri dikkate alına-rak incelenmektedir. Diğer bir deyişle, Eleştirel Teori her kavramın veya teori-nin görünüşteki doğalığını sorgulayarak hangi bağlamda ve neden ortaya çıktı-ğını ve kime hizmet ettiğini araştırmaktadır. Eleştirel Teori sunduğu teorik çer-çeve sayesinde güvenlik kavramının neden ve nasıl dönüştüğünü anlamamıza yardımcı olmaktadır. Bunun yanında Eleştirel Teori güvenlik kavramını özgür-leşmeye bağlayarak geleneksel güvenlik anlayışından önemli bir kopuş getirmiş-tir.

Bu çalışma, güvenlik kavramının 1980’ler veya daha belirgin biçimde 1990’lardan itibaren neden yeniden ele alınma ihtiyacı olduğunu ortaya koyarak, güvenlik kavramın Eleştirel Teori açısından, yani Eleştirel Güvenlik Çalışmala-rı/Aberystwyth Ekolü çerçevesinde nasıl değerlendirildiğine odaklanmaktadır. Bu amaçla önce güvenlik kavramın Uluslararası İlişkiler disiplininde ana akım teorileri tarafından nasıl kavramsallaştırıldığı üzerine durulacaktır. İkinci bö-lümde ise güvenlik kavramın dönüşümünü etkileyen yapısal sosyo-ekonomik ve siyasî gelişmeler kısaca değerlendirilecektir. En sonunda da, güvenlik kavramı Eleştirel Teori'nin veya daha doğru bir ifade ile Aberystwyth Ekolü'nün lensle-rinden okunacaktır. Eleştirel Teori'nin varsayımlarına dayanarak tüm bu dönü-şüm süreci tarihsel bir perspektif içinde değerlendirilecektir. Son olarak da Aberystwyth Ekolüne yöneltilen eleştirilere kısaca değinilecektir.

Uluslararası İlişkilerde Geleneksel Güvenlik Kavramı ve Savaş Sonrası Düzen

Uluslararası İlişkiler'de güvenlik kavramı ile öncelikle devletin güvenliği an-laşılmasının arkasında, yukarıda kısaca değinilen belirli tarihsel koşullar ve bu koşulların ürünü olan teorik nedenler/açıklamalar bulunmaktadır. Uluslararası İlişkiler disiplinin temel konusu uluslararası politikayı incelemektir. Siyasal düzen ve güvenlik arasındaki ilişki üzerine odaklanan (siyasal veya klasik) rea-lizm, Uluslararası İlişkiler disiplinde güvenlik kavramı hakkında teorik düşün-meyi etkileyen birincil yaklaşımdır. Uluslararası politikanın iç politikadan farklı olarak merkezi bir yönetimin olmadığı bir ortamda cereyan ettiği, Uluslararası İlişkiler disiplinde yaygın kabul gören kurucu varsayımlarındandır. Uluslararası İlişkiler literatüründe anarşi7 adı verilen bu yapısal unsur, klasik realizmdeki

7 Uluslararası İlişkiler'de anarşi kavramı düzensizlik, kargaşa veya kaos kavramı ile karıştırıl-

maması gerekir. Anarşi belirli türden bir düzene işaret etmektedir.

124 Uluslararası İlişkilerde Güvenlik

sabit ve egoist (animus dominandi, yani hükmetme arzusu) veya kusurlu8 insan doğası ile birleştiğinde, uluslararası politikayı bir güç mücadelesi ve çıkar alanı-na dönüştürmektedir. İşte anarşik yapı ve değişmeyen insan doğası nedeniyle uluslararası politika sürekli bir güç mücadelesi alanı olarak kalmakta-dır/tanımlanmaktadır. Diğer bir deyişle uluslararası alan toplumsal sözleşme öncesi Hobbes'çu doğa durumuna benzemektedir. Ancak Hobbes örneğinde hayatın sefil, vahşi ve kısa olduğu toplum içi doğa durumunda bireyler tarafın-dan hissedilen güvensizlik toplumsal sözleşmeye yol açıp Leviathan’ın (devle-tin) kurulmasıyla sonuçlanırken, uluslararası alanda devletlerin hissettiği güven-sizlik ancak savunma tedbirlerine ve caydırıcılığa yol açmaktadır.9 Bu açıdan hayatta kalmak devletlerin önde gelen amacıdır.10 Bu amaçla güçlü olmak dev-letlerin temel hedefi hâline gelmektedir.

Ancak devletler güvenliklerini maksimize etmek için güçlerini maksimize etmeye çalışırken, aynı zamanda diğer devletlerin güvensizliklerini de artırmak-talar. Bu durum “güvenlik ikilemi” olarak tanımlanan bir güvensizlik sarmalını doğurmaktadır.11 Devletlerin anarşik bir ortamda böyle bir güvensizlik sarmalı-na hapsolmuş olmaları uluslararası politikanın trajik ve karamsar yönünü ortaya koymaktadır. Diğer bir deyişle, devlet/yönetim biçimleri tarihsel olarak değişe-bileceği hâlde uluslararası alanda merkezi bir Leviathan’ın olmaması, yani anar-şik yapı devam edeceği için, uluslararası alan/politika bir “tekrar alanı”12 olma-ya mahkûmdur. Uluslararası politikanın bu karamsar tablosu yüzyıllardır değiş-meden kalırken, değişen tek şey devletlerarası sistemdeki güç dağılımıdır.13 Diğer bir deyişle, büyük güçlerin yükseliş ve çöküşlerine bağlı olarak uluslara-rası sistem ya çok kutuplu ya da iki kutuplu olabilmektedir. Tek-kutupluluğun ise diğer büyük güçleri dengelemeye iteceğinden dolayı teorik olarak kısa ömür-lü olacağı düşünülmüştü.14 Ancak güç dağılımındaki değişimler devletlerin dav-

8 Hristiyanlık öğretiden etkilenen Reinhold Niebuhr’a göre insan cennetten kovulduğu için

kusurlu bir doğaya sahiptir. 9 Robert Jackson, Classical and Modern Thought on International Relations: From Anarchy to

Cosmopolis, New York, Palgrave Macmillan, 2005, s. 45. 10 Neorealizmde güç olgusu hakkındaki tartışma için bkz. Yücel Bozdağlıoğlu ve Çınar Özen,

“Liberalizmden Neoliberalizme Güç Olgusu ve Sistemik Bağımlılık”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 4, Kış 2004, ss. 62-63.

11 Güvenlik ikilemin eleştirel bir analizi için bkz. Ken Booth and Nicholas Wheeler, Security Dilemma Fear, Cooperation, and Trust in World Politics, New York, Palgrave Macmillan, 2008.

12 Martin Wight, “Why is There No International Theory?” Andrew Linklater (der.), International Relations: Critical Concepts in Political Science, Cilt 1, New York, Routledge, 2000, s. 34.

13 Kenneth N. Waltz, Theory of International Politics, Reading, Addison Wesley, 1979. 14 Bkz. John Mearsheimer, “Back to the Future: Instability in Europe After the Cold War”, Inter-

national Security, Cilt 15, Sayı 1, Yaz 1990.

Eleştirel Teori ve Güvenlik: Kimin İçin Güvenlik? 125

ranışlarını etkilerse de uluslararası politikanın (hayatta kalmak, güvenliği sağla-mak, güç mücadelesi) temel doğasını büyük ölçüde değiştirmez çünkü uluslara-rası politikayı belirleyen temel unsur anarşik yapıdır.15

Böyle bir ortamda devleti temel aktör yapan iki önemli nokta vardır. Birinci-si devlet, toplum içi anarşiye son veren ve vatandaşlarının güvenliğini sağlayan ve bu nedenle evrensel bir meşruluğa sahip olan tek aktördür. İkincisi, devletin varlığını anarşik bir ortamda sürdürmek zorunda kalması, onu sürekli güvenlik içgüdüleriyle hareket etmeye zorlamaktadır. Kısaca bu yoruma göre, devlet hem güvenliği sağlayan (güvenliğin öznesi), hem de güvenliğinin sağlanması amaç-lanan (güvenliğin nesnesi) durumundadır. Bu açıdan devlet karşısında duran en büyük tehlike savaş olasılığıdır çünkü Waltz’ın belirttiği gibi “savaşlar onları engelleyecek hiç bir şey olmadığı için vardır”.16 Bu durum askerî güç/kuvvet kullanımının incelenmesini Güvenlik Çalışmaları'nın merkezine oturtmaktadır.

Buradan anlaşılacağı üzere geleneksel güvenlik tanımlaması, realist yaklaşı-mın güvenlik anlayışından türemektedir. Bu çerçevede, Güvenlik Çalışmaları devleti iç ve dış tehditlerden nasıl korunacağıyla ilişkin tartışmalardan gelişti.17 Güvenlik Çalışmaları'nın aynı zamanda Ulusal Güvenlik Çalışmaları (National Security Studies) veya Stratejik Çalışmalar (Strategic Studies)18 adlarıyla da anılması, güvenlik kavramının askerî tehditlerle ilişkilendirildiği kadar bu anla-yışın devletin korunmasını esas aldığını göstermektedir. Bunun yanında, (rea-lizmdeki bütüncül devlet anlayışı nedeniyle) devletin toplumsal ve ideolojik açısından homojen bir organizma olduğu, yani devlet ve toplum arasında doğal bir uyumun olduğu varsayılması, devletin otomatik olarak ulusun çıkarını temsil ettiği fikrinin verili alınmasına da neden olmaktadır.19 Kısaca devletin güvenliği için iyi olan, otomatik olarak ulusun/halkın güvenliği için de iyi olacağı düşü-nülmektedir. Keith Krause ve Michael Williams’ın belirttiği gibi geleneksel güvenlik anlayışında güvenlik veya güvende olmak başta bir ülkenin vatandaşı

15 Kenneth N. Waltz, “Structural Realism After the Cold War”, International Security, Cilt 25,

Sayı 1, Yaz 2000, ss. 5-41. 16 Kenneth N. Waltz, Man, the State and War: A Theoretical Analysis, New York, Columbia

University Press, [1954] 2001. 17 Barry Buzan ve Lene Hansen, The Evolution of International Security Studies, Cambridge,

Cambridge University Press, 2009, s. 8. 18 Ulusal Güvenlik tanımlaması genelde ABD’de daha çok kullanılırken, Stratejik Çalışmalar

ifadesi İngiliz akademik topluluğunda kullanılmaktadır. Bkz. Bilgin, Regional Security, a.g.e. 19 Ulusal çıkar kavramın eleştirel bir açıdan tartışıldığı bir çalışma için bkz. İlhan Uzgel, Ulusal

Çıkar ve Dış Politika, Ankara, İmge, 2004.

126 Uluslararası İlişkilerde Güvenlik

olmaktan gelmektedir. Güvensizlik ise diğer ülkenin vatandaşlarından geldiği varsayılıyordu.20

Realizmlerin (klasik realizm ve neo-realizm) uluslararası olguları ve özellik-le güvenliği incelerken devletlerin davranış ve pratiklerine odaklanıp onu temel aktör olarak kabul etmeleri (devlet-merkezlilik) ve aynı zamanda devleti güven-liğin öznesi ve nesnesi olarak kabul etmeleri (devletçilik),21 devletin önemini güvenlik/stratejik nedenler nedeniyle siyaset alanında ve refah devleti uygulan-ması nedeniyle sosyo-ekonomik alanında öne çıkaran Soğuk Savaş dönemin genel mantığı ve ideolojisi ile örtüştüğünü söyleyebiliriz.22 Diğer bir deyişle, realist güvenlik anlayışının Güvenlik Çalışmaları'na damgasını vurması büyük ölçüde II. Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin dünya politikasında bulunduğu konumundan ve Soğuk Savaş'ın yarattığı özel stratejik, ideolojik ve ekonomik ortam ile uyumlu olmasından kaynaklanır. Bunu iki planda/düzlemde inceleye-biliriz: birincisi Soğuk Savaş'ın stratejik ve askerî yapısı açısından. İkincisi de ekonomi politik yapısı açısından.

Soğuk Savaş eşsiz bir jeopolitik ve tarihsel ortam yarattı.23 Bu eşsiz politik ortam/koşullar kapitalizmin “altın çağı” veya “şanlı otuz yıl” (trente glorieuses) dönemi (1945-1965/75) ile paralel olarak gelişti. Bu birlikteliği/paralelliği gör-mek, bu zaman diliminde meydana gelen olayları daha iyi anlamamıza yardımcı olduğu kadar, bu dönemde ortaya atılan teorik tartışmaları ve kavramları daha iyi inceleyebilmemize de olanak sağlamaktadır.

II. Dünya Savaşı uluslararası politikanın merkezi olarak Avrupa’nın sonunu getirdi.24 II. Dünya Savaşından askerî ve ekonomik olarak en güçlü ülke olarak ortaya çıkan ABD yeni bir düzen kurma yoluna gitti. ABD yeni düzeni, görü-nüşte farklı ama birbirlerini tamamlayan iki büyük strateji izleyerek oluşturma

20 Keith Krause ve Michael C. Williams, “Preface: Toward Critical Security Studies”, Keith

Krause ve Michael C. Williams (der.), Critical Security Studies: Concepts and Cases, Minnea-polis, University of Minnesota Press, 1997, s. 43.

21 Pınar Bilgin, “Critical Theory”, Paul D. Williams (der.), Security Studies: An Introduction, New York, Routledge, 2007, s. 94.

22 Bkz. J. Ann Tickner, “Re-visioning Security”, Ken Booth ve Steve Smith (der.), International Relations Theory Today, Cambridge, Cambridge University Press, 1995, s. 177.

23 Soğuk Savaş'ın Uluslararası İlişkiler incelemesini nasıl etkilediği ile ilgili bkz. K. J. Holsti, “Scholarship in An Era of Anxiety: The Study of International Politics During the Cold War”, Tim Dunne, Michael Cox ve Ken Booth (der.), The Eighty Years’ Crisis: International Rela-tions 1919-1999, Cambridge, Cambridge University Press, 1999.

24 Anthony Best ve diğerleri, International History of the Twentieth Century and Beyond, New York, Routledge, 2008.

Eleştirel Teori ve Güvenlik: Kimin İçin Güvenlik? 127

politikası izledi.25 Çevreleme olarak tanımlanan ve güvenlik odaklı birinci (rea-list) strateji NATO ve Amerikan-Japonya Askerî Paktına dayanıyordu. Bunun yanında, ABD yeni düzenin güvenlik kısmını askerî açıdan tek rakibi olan Sov-yetler Birliği ile örtük bir biçimde bir uzlaşıya giderek halletti. Wallerstein, bu uzlaşıya “Yalta uzlaşısı” veya “Yalta düzenlemesi” adını verir. Buna göre, dün-ya fiilen iki ideolojik kampa bölünecekti ve iki taraf birbirinin nüfuz alanı dışın-da kalacaktı.26 Bu ortamda ABD, Sovyet tehdidine vurgu yaparak McCarthycilik uygulamasıyla iç muhalefeti bastırıp sürekli bir korku havası yaratırken, Kore Savaşı gibi olaylar sayesinde NCS-68 Belgesini yürürlüğe koyarak Marshall Planın sınırlıklarını ortadan kaldırdı. Böylece “barış” zamanında büyük çapta askerî harcamalar/yeniden silahlanma yapabilme yolunu buldu ve Batı Avru-pa’nın yeniden inşasının ve dünya ekonomisinin gerektirdiği likiditenin yeniden dolaşımını sağlayarak hem Amerikan hem de dünya ekonomisini canlandırdı.27 Bu doğrultuda Marshall Planı, savaş sonrası dönemde kapitalist/sanayileşmiş merkezin (Batı artı Japonya) ABD’nin ekonomik vizyonuna göre yeniden kal-kınmalarını sağlayan bir işlev gördü. Kısaca, Bachevich’in belirttiği gibi, çevre-leme stratejisi sadece komünizmin çevrelenmesiyle ilgili değildi, aynı zamanda, dünyayı siyasî, kültürel ve özellikle ekonomik açıdan açık tutmak için aktif tedbirler almakla ilgiliydi.28 Siyasetin ekonomi ile iç içe geçtiği bu nokta bizi, Ikenberry’nin liberal olarak tanımladığı, diğer büyük stratejiye götürmektedir.

1929 Büyük Buhran krizinden ders çıkararak açık bir ekonomi sürdürme gi-rişimi olan ekonomi odaklı ikinci (liberal) büyük strateji Marshall Planı, Bretton Woods, OECD, Dünya Bankası gibi uluslararası girişim, kurum ve kuruluşlara dayanıyordu. Bu strateji gelişmiş sanayi ülkelerinde veya kapitalist merkezde (ABD, Batı Avrupa, Japonya) yıkıcı/stratejik rekabetin veya emperyalistler arası rekabetin, bölgesel blokların, ekonomik milliyetçiliğinin yeninden canlanmama-sını ve Batı Avrupa’da meşruiyet zemini kuvvetli olan komünist partilerin yöne-time gelmelerini önlemeyi hedefliyordu. Bu açıdan, yeni düzenin, kabaca söyle-yecek olursak, iyi ayağı vardı: stratejik/güvenlik ve ekonomik ayağı. Bu strateji doğrultusunda ekonomik açıdan Batı dünyasında/gelişmiş kapitalist merkezde 25 John G. Ikenberry, “Power and Liberal Order: America’s Postwar World Order in Transition”,

International Relations of the Asia-Pacific, Cilt 5, Sayı 2, 2005, s. 137; John Ikenberry, “The Myth of Post-Cold War Chaos”, Foreign Affairs, Cilt 75, Sayı 3, Mayıs/Haziran 1996.

26 Immanuel Wallerstein, “Globalization or the Age of Transition? A Long-Term View of the Trajectory of the World System”, International Sociology, Cilt 15, Sayı 2, Haziran 2000, ss. 251–267.

27 Giovanni Arrighi, The Long Twentieth Century: Money, Power, and the Origins of Our Times, Londra, Verso, 1996, s. 297; Giovanni Arrighi, “Hegemony Unravelling -II”, New Left Review, Sayı 33, Mayıs-Haziran 2005.

28 Andrew Bacevich, American Empire: The Realities and Consequences of U.S. Diplomacy, Harvard University Press, 2004, s. 7.

128 Uluslararası İlişkilerde Güvenlik

Amerika’da New Deal (Yeni Yön/İstikamet) ve Batı Avrupa’da sosyal/refah devlet anlayışı hâkim olurken, Üçüncü Dünya'da/çevrede devletçilik hâkimdi. İki model de ekonomiyi düzenleme ve refahın yeniden bölüşümü konusunda devlete önemli bir görev yüklüyordu/atfediyordu. Bu sosyal ve ekonomik sava-şım ulus-devlet çerçevesinde yürütüldüğü için, Üçüncü Dünya'da dekolonizasyon sürecinden çıkan yeni devletler için de ulus-devletin kurulması modernleşmeye giden yolun başlangıcı olarak kabul ediliyordu. Şöyle ki siyasî bağımsızlıktan (ulusal kurtuluş hareketleri) sonra toplumu dönüştürme ve mo-dernleşme projeleri en önemli adım olarak yaygın bir biçimde kabul ediliyor-du.29 Orta Doğu’da ortaya çıkan Nasırcılık ve Baasçılık bu tarihsel bağlamda meşruiyet zemini elde etmeye çalıştılar. Bu tarihsel koşullarda devlet veya daha doğru bir ifade ile ulus-devlet refahın, toplumsal dönüşümün ve modernleşme-nin yaşanacağı temel siyasî alanı temsil ediyordu. Dolayısıyla Soğuk Savaş dö-neminde güvenlik ve uluslararası ilişkiler ile ilgili akademik çalışmalarına devlet merkezlilik damgasını vurmuştur.

Devletin, bu dönemde güvenlik kavramının merkezinde olmasını sağlayan bir diğer önemli gelişme, ABD’nin nükleer silah tekelini 1949 yılında Sovyetler Birliğine kaptırması ve nükleer silahların büyük güçlerle sınırlı da olsa yayılma-sı sonucunda “dehşet dengesine” ulaşılmasıdır. Medeniyete son verme aşaması-na getirilen nükleer silahların üreticisi ve muhtemel kullanıcısı olarak devlet, doğal olarak güvenlik/stratejik çalışmaların merkezine yerleştirildi. Bunun ya-nında, Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti arasında yaşanan geriliminin, iç yönetim veya üretim biçimine bakılmaksızın, uluslararası alanda büyük güçle-rin güvenlik kaygılarla hareket ettikleri, yani benzer davrandıklarını ileri süren realizmin tezlerine meşruiyet kazandıran bir diğer gelişmeydi. 1970’lerde yükse-len çok uluslu şirketler ve Avrupa Topluluğu örneğinde artan karşılıklı bağımlı-lık ilişkileri liberal kurumsalcı tezleri öne çıkarırdıysa da, İkinci Soğuk Savaş olarak adlandırılan Reagan döneminde çevrelemeden vazgeçip geri püskürtme (roll back) stratejisine geçilmesi, bu dönemde ortaya çıkan neo-realizmin tezle-rinin görünüşte doğrulandığı gösteriyordu. Ancak neo-realizmin iki kutuplu yapının sürekliliğine vurgu yapması, Soğuk Savaş'ın barışçıl sonunu öngöreme-mesi ve sonuçlarını (NATO’nun dağılmaması, tersine derinleşmesi; Alman-ya’nın birleşmesi; tek-kutupluluğun oluşması; devlet-dışı aktörlerin yükselişini gibi) açıklayamaması güvenlik alanındaki realizmin tekelinin kırılmasına neden oldu.

Bu bağlamda, 1990’ların başında oluşan yeni ortam “yeni güvenlik” açılım-ların ortaya çıkmasına sahne oldu. “Yeni güvenlik” yaklaşımların vurguladığı

29 Immanuel Wallerstein, Amerikan Gücünün Gerileyişi: Kaotik Bir Dünyada ABD, Tuncay

Birkan (çev.), İstanbul, Metis, 2004.

Eleştirel Teori ve Güvenlik: Kimin İçin Güvenlik? 129

güvenliğin askerî ve nükleer olmayan boyutları, daha Soğuk Savaş döneminde Johan Galtung’un “yapısal şiddet” kavramıyla gündeme getirilmiştir. Ancak bu gibi yazarların sesi gerektiği gibi duyulmamıştır.30 O zaman güvenliğin dar as-kerî ve nükleer dışındaki boyutlarını gündeme gelmesini sağlayan nedir? Bu “yeni güvenlik” açılımın ortaya çıkması genelde Avrupa’da oluşan yeni güven-lik ortam ve Soğuk Savaşın sonu gibi tarihsel gelişmelerle açıklanmaya çalışıl-maktadır. Bu tablo doğru olmakla beraber eksiktir. Aşağıdaki bölüm güvenliğin dönüşümünü, onu etkileyen yapısal faktörlerin ekonomi politiğini esas alan bir duyarlılıkla ele almaktadır.

Toplumsal, Ekonomik ve Siyasî Gelişmelerin Işığında Güvenliğin Dönüşmesi

Yukarıdaki tablo göz önünde bulundurulduğunda, geleneksel anlamda gü-venlik devletin sağladığı bir “kamusal hizmet”tir demek mümkündür. Devlet vatandaşlarına bu önemli “kamusal hizmeti” sağladığı için yaygın bir meşruiyete sahiptir. Başta ABD’de ortaya çıkan ve sonradan müttefiklerine de dayatılan millî/ulusal güvenlik devleti modelinde “güvenlik” ile başta devletin güvenliği anlaşılmaktaydı. Benzer şekilde sosyalizmi uyguladıklarını ileri süren İkinci Dünya ülkelerinde bile devlet ile özdeşleşen Parti’nin güvenliği demokrasiden önce geldiği ve çoğu kez kendi vatandaşları için baskıcı yönetim yöntemleri meşrulaştırdığı halde, ulus-devlet 1965-70’lere kadar toplumsal ve siyasal haya-tın düzenlenmesi bakımından en yaygın çözüm olarak varlığını korumaktaydı. Ulusal kurtuluş hareketlerin felsefesini besleyen ve sosyalizmi milliyetçilikle birleştiren Üçüncü Dünyacılık da benzer şekilde devleti merkeze koymaktaydı.

II. Dünya Savaşı'nın sonu, Pax Americana (veya ABD hegemonyası), dehşet dengesi, baby boom kuşağı, refah devleti, emek-sermaye/Keynesyen/sosyal-demokrasi/sınıf uzlaşı, devletçilik, milliyetçilik gibi faktörlerin hepsi güvenliği devlet ile tanımlanmasını kolaylaştırdı. Devlet eğitim, sağlık ve emeklilik alan-larında sosyal politikalar güderek vatandaşların siyasî güvenliği yanında sosyal güvenliğini de sağlayarak kendi pozisyonunu meşrulaştırdı. Diğer bir deyişle, 1945-1970 arasında Batı merkezinde yaşatılan emek-sermaye veya Keynesyen uzlaşı sayesinde devlet (toplumsal güçlerden) önemli bir özerklik kazandı. Dev-let artık sadece dar bir sınıfın değil herkesin/tüm vatandaşların devleti olarak

30 Pınar Bilgin, “Dünya Literatürü ve Uygulamasında Güvenlik Sektörü: “Devlet Merkezli”

Güvenlikten “Yurttaş-Merkezli” Güvenliğe Doğru Mu? “Yeni Güvenlik”, Ümit Cizre ve İbra-him Cerrah (der.), Güvenlik Sektörü Yönetişimi: Türkiye ve Avrupa, Güvenlik Sektörü Çalışma-lar Dizisi-4, İstanbul, DECAF-TESEV, 2008, s. 45.

130 Uluslararası İlişkilerde Güvenlik

görülmeye başlanmıştı.31 O döneme kadar kurulan ve kurulmaya çalışılan ulus-devletin kurucu ideolojisi olan milliyetçilik da bu “iddiayı” meşrulaştırıp doğal-laştırıyordu. Bu durum Gramscici anlamda liberal hegemonyanın tesis edilmesi ve sürdürülmesiyle ilgiliydi. Anti-emperyalizm savaşı veren ulusal kurtuluş hareketleri ve İkinci Dünya devletleri de sosyalizmi milliyetçilikle besliyordu. Bunun yanında, bu dönemde yürütülen siyasal ve sosyal mücadeleler sınıf siya-seti içerisinde yürütülmekteydi. Bu çerçevede modernleşme/toplumsal dönüşüm doğru adımlar takip edildiği ölçüde (liberallere göre liberal norm ve ilkeleri hâkim kılarak, Bağımlılık Okulu'na göre ise var olan sıfır toplamlı merkez-çevre ilişkisini kopararak) Üçüncü Dünya için de elde edilebileceği, teleolojik bir proje olarak varlığını korumaktaydı. Özetleyecek olursak savaş sonrasından 1970’lere kadar geçen sürede Batı merkezinde altyapıda Ruggi’nin ifadesiyle “gömülü liberalizm”32 (embedded liberalism)/emek-sermaye uzlaşı hâkim iken, siyasî ve kültürel üstyapıda sosyal devlet ve modernleşme hâkimdi. Çevrede ise altyapıda ithal ikameci sanayileşme modeli hâkimken üstyapıda devletçilik ve modernleşme çabaları hâkimdi.

Vietnam Savaşı, 1968 yılı ile ilişkilendirilen toplumsal olaylar, Petrol Şoku, Bretton Woods Sistemi'nin çöküşü, çok uluslu şirketlerin yükselişi, kapitalizmin girdiği aşırı birikim krizine çözüm olarak geliştirilen dünya ekonomisinin neoliberal ilkeler etrafında yeninden yapılandırılması ve Soğuk Savaşın “bek-lenmeyen” sonu gibi gelişmelerin sonucunda, yukarıdaki tablo tamamen değişe-cektir. Burada belirtilmesi gereken temel nokta, 1990’larda küreselleşme olarak tanımlanacak olan yukarıda kabaca izah edilen zincirleşme olguların tüm bölge-leri ve devletleri aynı şekilde etkilemediği için güvenlik kavramına ve bu kav-ramın devlet ile olan ilişkisine farklı anlamlar yüklendiğidir. Bununla beraber, 1980’lerden itibaren güvenliği devlet ile bağdaştıran geleneksel anlayışın ya çeşitli kaynaklardan ve açılardan eleştirildiği ya da dar askerî sektörün yanında diğer sektörlerin (toplumsal, ekonomik, çevre) de güvenlik kapsamına alınmaya çalışıldığı görülmektedir. Aynı zamanda 1980’ler sınıf siyasetinden kimlik siya-setine geçildiği bir dönüm noktası teşkil etmektedir. Böylece 1980’lerden itiba-ren veya daha da belirgin bir biçimde 1990’lardan itibaren, devlet güvenliği sağlamak şöyle dursun, homojenleştirici uygulamalarıyla farklı kimlik ve sesle-rin bastırıcısı olarak güvensizliğin kaynağı olarak görülmeye başlanacaktır. Ne-ler değişti?

31 Kapitalist düzende devlet teorisi ile ilgili tartışmalar için bkz. Nicos Poulantzas, “The Problem

of the Capitalist State, New Left Review, Sayı I/58, Kasım-Aralık 1969; Simon Clarke, “Marx-ism, Sociology and Poulantzas’s Theory of the State”, Capital and Class, Sayı 2, 1977.

32 John Ruggie, “International Regimes, Transactions, and Change: Embedded. Liberalism in the Postwar Economic System” International Organization, Cilt 36, Sayı 2, 1982.

Eleştirel Teori ve Güvenlik: Kimin İçin Güvenlik? 131

1980’leri bir kırılma noktası yapan yapısal unsurlardan biri, 1945’ten beri Batı’da geliştirilen ve emek-sermaye uzlaşına (class compromise) dayanan kapi-talist birikim modelinin, 1970’lerde yaşanmaya başlanan kâr oranların düşmesi, stagflasyonun yaşanması ve uluslararası ekonominin yapısal bir krize (aşırı biri-kim) girmesi üzerine, bu krize bir çözüm olarak geliştirilen neoliberal politikalar neticesinde terk edilmeye başlanmasıdır.33 Neoliberal politikalar emek-sermaye uzlaşına bir son vererek, zenginliğin toplumdaki üst katmanlarına akacak şeklin-de devlet-piyasa ve devlet toplum ilişkisini yeniden yapılandırdı. Felsefi/teorik çerçevesini Friedrich Hayek ve Milton Friedman’ın çizdiği ve “Chicago Çocuk-ları” ile uygulamaya konulan “piyasa köktenciliği” olarak da anılan neoliberalizm, “daha az devlet, daha çok özel teşebbüs” sloganında özetlendiği gibi aşırı birikim krizine çare olarak devletin ekonomik alanından çekilmesini savunsa da, aslında serbest piyasa ile ilgili ilkelerini hayata geçirebilmesi için (iktisatçı Karl Polanyi’nin öngördüğü şeklinde)34 devletin gücünü sermayenin lehine kullanılmasını gerektirmekteydi. Örgütlü iş gücüne ve orta sınıfa indirilen darbelerden doğan toplumsal huzursuzlukları örtmek ve kontrol altında tutabil-mek için devletin zor ve ideolojik araçlarından yararlanılır. Toplumda milliyetçi-liğin ve dinin yükselmesi desteklenir.

1990’larda küreselleşme olarak tanımlanacak olan dünya ekonomisinin ve toplumsal ilişkilerin neoliberal ilkeler altında yeninden yapılandırılması süreci, ekonomik açıdan serbest piyasayı, sermayenin serbest dolaşımını, finansın ser-bestleşmesini, sanayisizleşmeyi (sermayenin emek gücün ucuz olduğu yerlere taşınması), özelleştirmeyi ve kamusal alanın küçülmesini desteklerken, siyaset açıdan da muhafazakârlığı özendirmeye başladı. Küreselleşmeye “neoliberal küreselleşme” denmenin temel nedeni, küreselleşmenin kalbinde yer alan ser-mayenin sınırsız yayılması, biçim değişmesi, her yere yerleşme mantığı, tüm duvarları temelden yerle bir etme gücü Komünist Manifesto’da betimlenen eski bir olgu iken, sermaye birikiminin neoliberal ilkeler etrafında yeniden şekillen-dirilmesinin ise 1980’lerde geliştirilen siyasî bir proje olmasından kaynaklanır.35 Diğer bir deyişle, neoliberal küreselleşme ne doğal ne de kaçınılmazdır, tersine

33 Bkz. David Harvey, A Brief History of Neoliberalism, New York, Oxford University Press,

2007; Alfredo Saad-Filho ve Deborah Johnston (der.), Neoliberalizm: Muhalif Bir Seçki, Şeyda Başlı v Tuncel Öncel(çev.), Yordam, 2014; Kısa bir özeti için bkz. William I. Robinson, “The Global Capital Leviathan”, Radical Philosophy Sayı 165, Ocak/Şubat 2011.

34 Karl Polanyi, The Great Transformation: the Political and Economic Origins of Our Time, Boston, Beacon Press, 2001.

35 Leo Panitch ve Sam Gindin, “Global Capitalism and American Empire”, Leo Panitch ve Colin Leys (der.), Socialist Register 2004: The New Imperial Challenge, Cilt 40, London, Merlin Press, Ekim 2003, s. 4.

132 Uluslararası İlişkilerde Güvenlik

ABD hegemonyasının yeniden üretilmesiyle yakından ilgilidir.36 Bu doğrultuda Sovyetler Birliği'nin çöküşünden müteakip Rusya başta olmak üzere, eski İkinci Dünya ve Üçüncü Dünya belirli şartlarda neoliberal küreselleşmeye eklemlene-cektir.

Bu dönemde sınıf siyasetinden kimlik siyasetine geçiş yaşanması bir rastlantı değildir. Kimlik söyleminin sınıf siyasetinin yerini alması hissedilen toplumsal güvensizliklerin veya (eski yapıların ani çöküşü nedeniyle) maruz kalınan yapı-sal şiddetin öncelikle kültürel olarak ifade edilmesini teşvik ederek “küreselleş-meyi” doğallaştırdı. Böylece, sınıf politikasının çekilirken bıraktığı boşluğu tarikat-cemaat, etnik bağlantılı siyaset doldurdu. Geleneksel/Eski solun (Sovyet-ler Birliği/Marksizm-Leninizm, ulusal kurtuluş hareketleri/Üçüncü Dünyacılık, Batı Avrupa’daki sosyal-demokrat hareketleri, ABD’deki New Deal demokratla-rı) dünya çapındaki başarısızlığı daha eşitlikçi bir dünya yaratacak bir dönüş-türme mekanizması olarak devlete duyulan inancı kaybettirdiği37 gibi geleceğin hep şimdiki zaman gibi olacağı inancını pekiştirerek38 neoliberal küreselleşme-nin “tek alternatif olarak” yayılmasını da kolaylaştırdı. Bu durumda, neoliberal küreselleşmenin siyaset açısından taşıyıcıları Thatcher ve Reagan ile özdeşleşe-cek olan Yeni-Sağ olacaktı. Neoliberalizmin Üçüncü Dünya’ya dayatılması ise Washington Uzlaşı ve Şok Doktrini aracılığıyla gerçekleşecekti.39 Dünya çapın-da finans sermayenin serbest dolaşımına verilen öncelik finans sermayenin kar-şısında çeşitli engeller koyan ulus-devletin geleneksel egemenliğini de dönüş-türmeye zorladı. Bu da ulus-devlet modelinin açıkça sorgulanmasına yol açtı. Geleneksel egemenliğin sorgulanması insan hakları söylemin uluslararası çapta yükselişine de katkı sağladı. Birleşmiş Milletler Antlaşması (BM) Madde 2/7 ile güvenceye alınan egemenlik kavramın kendisi, Madde 2/4 kapsamında kuvvet kullanımının yasaklandığı40 halde, 1999 Kosova müdahalesi müteakip Koruma Sorumluluğu girişimi ile yeniden düzenlenmeye başlanacak ve 2002 yılında Bush Doktrini’nin ilanıyla fiilen mutlak ve esnek olarak ikiye ayrılacaktır.41

36 Bkz. Leo Panitch ve Sam Gidin, The Making of Global Capitalism: The Political Economy of

American Empire, London, Verso, 2012; Stephen Gill, Power and Resistance in the New World Order, New York, Palgrave Macmillan, 2008.

37 Wallerstein, Amerikan, a.g.e., s. 234. 38 Terry Eagleton, Why Marx Was Right, Yale University Press, 2012. 39 Şok Doktrini hakkında bkz. Naomi Klein, The Shock Doctrine: the Rise of the Disaster Capi-

talism, Metropolitan Books, 2007. 40 Tek istisnası 51. Madde'de bahsedilen Meşru Müdafaa hakkıdır. 41 John Ikenberry, “America’s Imperial Ambitions”, Foreign Affairs, Cilt 81, Sayı 5, Eylül/Ekim

2002; İlhan Uzgel, “Yeni Dünya Düzeni, Yeni Yugoslavya ve Miloseviç Dönemin Sonu”, Mülkiye, Cilt 24, Sayı 225, 2000; Tarık Ali (der.), Evrenin Efendileri? NATO’nun Balkan Se-feri, Yavuz Alagon (çev.), OM Ekonomi-Politik, İstanbul, 2001.

Eleştirel Teori ve Güvenlik: Kimin İçin Güvenlik? 133

Toplumsal, ekonomik ve siyasî alanında yaşanılan bu yapısal dönüşümler, kültürel alanında ve sosyal bilimlerde postmodern bir ruh halinin ve temaların hâkim olmasına neden oldu.42 Toplumsal dönüşüm ve kapitalizmin radikal bir eleştirisini yapan Marksizm ve türevleri başta olmak üzere tüm teoriler ve yakla-şımlar postmodernizm tarafından birer büyük anlatı (metanarrative) olarak ta-nımlanarak reddedildi. Sosyal bilimlerde postmodernizm postkolonyalizm ve postpapısalcılık gibi yaklaşımların hızlı yayılması 1980’lerden beri oluşan yeni sosyo-ekonomik, siyasî ve kültürel gelişmelere uygun düşmekteydi. Arif Dir-lik’in de belirttiği gibi, postmodern yaklaşımların hızlı yayılmasında özellikle bu yaklaşımların Avrupamerkezciliğe olduğu kadar, kapitalizme radikal bir eleştiri getiren ve toplumsal dönüşümü vurgulayan Marksizme karşı olarak gelişmeleri43 ve toplumsal dönüşüm, kapitalizm eleştirisi, ideoloji kavramların/temaların ye-rine sınıf/üretim ilişkilerinden arındırılmış söylem kavramını öne sürmeleri yat-maktadır. Böylece Batı'nın geç modernite çağında kendi “rasyonel aklını” eleş-tirmesinden türeyen postmodernizm felsefesi Batı'da ırk ayrımı, cinsiyet ayrımı, insan/göçmen hakları, azınlıklara ve farklılıklara saygı şeklinde sınıf siyasetinin yerine geçen hâkim söylemin parçası olurken, aynı akım, gelişme/modernleşme projelerin terk edildiği Üçüncü Dünya’da ve özellikle Orta Doğu’da çetin bir anti-modernizm tutumuna dönüştü. Hatta siyasal İslam’ın yükselişiyle paralel olarak, her türlü modernite karşıtı temaları meşrulaştıran bir işlev görmeye baş-ladı.44

Söylem ve kimlik analizleri, etnik milliyetçilik ve dinsel silahlı çatışmalar ile sarsılan 1990’lar sonrası dünyasında özellikle postmodern bir güvenlik dönemi-ne girdiği ileri sürülen Batı Avrupa’daki45 akademik çevrelerde yaygınlaşmaya başlandı. Bu bağlamda, yeni/eleştirel güvenlik çalışmaların, yani Aberystwyth, Kopenhagen ve Paris Ekolleri’nin (ve güvenlik kavramını yeniden değerlendiren feminist, postkolonyal, postyapısalcı akımların) ABD’den çok Batı Avrupa’da doğmaları ve yankı bulmaları bir rastlantı değildir.46 Postmodernizmin dünyası kesinlik karşısında belirsizliği, bilinen karşısında bilinmezliği, bütün karşısında

42 Postmodernizmin sosyal bilimlere etkisi için bkz. Pauline Marie Rosenau, Post-modernism and

the Social Science: Insights, Inroads, and Intrusions, New Jersey, Princeton University Press, 1992.

43 Arif Dirlik, The Postcolonial Aura: Third World Criticism in the Age of Global Capitalism, Boulder CO., Westview Press, 1997, s. x.

44 Rosenau, a.g.e. 45 Barry Buzan ve Ole Waever, Regions and Powers: The Structure of International Security,

Cambridge University Press, 2004. 46 1970-1980 döneminde ortaya çıkan tarihsel gelişmelerin eleştirel güvenlik çalışmaların ortaya

çıkmasındaki rolü CASE Collective tarafından da kabul edilmektedir. Bkz. CASE Collective, “Critical Approaches to Security in Europe A Networked Manifesto”, Security Dialogue, Cilt 37, Sayı 4, Aralık 2006.

134 Uluslararası İlişkilerde Güvenlik

parçalanmışlığı veya farklılığı, evrensellik karşısında yerelliği, ilerleme karşı-sında düş kırıklığı ve epistemolojik açısından pozitivizm karşısında postpozitivizmi koymaktadır. Bu yönüyle postmodernizmi iyi veya kötü olarak görmek yerine, geç modernite çağında veya 1970’ten beri dünyanın ekonomik, toplumsal ve siyasî olarak geçirdiği dönüşümün kültürel mantığı/ideolojisi47 veya diğer bir deyişle, neoliberal altyapının (geç kapitalizmin) felsefi üstyapısı olarak görmek daha açıklayıcı olabilir. Özet olarak, ulus-devletten küresel kapi-talizme olarak özetlenebilecek olan bu paradigma değişimi48 devlet merkezlili-ğini sorunsallaştırması yanında başta devlet ile ilişkilendirilen güvenliğin de sorunsallaştırılmasını beraberinde getirdi.

Neoliberal Dönemde Güvenlik: “Güvenliğin Genişlemesi”

1980’lerden itibaren, neoliberal küreselleşmenin etkisinde yeniden yapılandı-rılan devlet-piyasa ve devlet-toplum ilişkisi sürecinde güvenlik de önemli dönü-şümlere uğramış ve piyasada özel güvenlik şirketleri tarafından satılan bir mal hâline getirilmiştir.49 Bu açıdan güvenlik kavramının dönüşmesi aslında devlet aygıtının toplum ve piyasa ile ilişkisinde yaşanan dönüşümden etkilendiğini söyleyebiliriz. Bu nedenle askerî tehdit ve askerî gücün kontrolü ve kullanımıyla ilgilenen geleneksel güvenlik çalışmalarının sorgulanmasıyla, güvenlik analizle-ri daha az devlet-merkezli olarak yeniden tartışılmaya başlandı. Güvenlik sağla-yıcı olarak devletin rolü açıkça sorgulanarak askerî tehditler dışındaki (bazen devletin kendisinin kaynağı olduğu) tehditler vurgulanmaya başlandı. Mesela ulusal güvenlik devlet modeli, sınırlarını devletin çizdiği meşru siyasal kimliğin dışında kalan unsurların güvenliğini yok saydığı gibi bu unsurları “tehdit” olarak görmektedir. Bu yönüyle ulusal güvenlik devletin ideolojisi ve uygulamaları toplumsal-kültürel farklılığı bastırmıştır. Bu nedenle “çözüm”, devlet dışı birim-lerin güvenliğin nesnesi olarak ele alınması ileri sürüldü.50

Yumuşamanın ve Petrol Şoku’nun (1969-1976) yaşandığı dönemde ekono-miyle ve insan haklarıyla ilgili konulara artan bir duyarlılığın baş göstermesi, askerî boyutun yanında farklı boyutların da güvenliğin konusu olabilmesinin kapısını açtı. Ancak bu erken girişimler bir kırılma olmaktan çok diğer konuları

47 Fredric Jameson, Postmodernism, or, The Cultural Logic of Late Capitalism, London, Verso,

1991. 48 William I. Robinson, “Küresel Kapitalizm ve Ulusötesi Kapitalist Hegemonya: Kuramsal

Notlar ve Görgül Deliller”, Praksis, Sayı 8, Güz 2002. 49 Bkz. Filiz Zabcı, “Yeni Savaşların Gizli Yüzü: Özel Askeri Şirketler”, Mülkiye, Cilt 28, Sayı

243, 2004. 50 Özlem Kaygusuz, “Küreselleşme ve Ulusal Güvenlik Devleti: Geri Dönüş Mümkün Mü?

Mülkiye, Cilt 31, Sayı 255, 2007, s. 138.

Eleştirel Teori ve Güvenlik: Kimin İçin Güvenlik? 135

paranteze alma işlemi olarak kaldı.51 Güvenliği yeniden tanımlamak için erken bir girişim Barry Buzan’dan geldi. Buzan 1983 yılında kaleme aldığı Peoples, States and Fear çalışmasında52 yukarıdaki dönemde baş gösteren alternatif gü-venlik (barış çalışmaları, ortak güvenlik, Üçüncü Dünya güvenliği) ile ilişkin tartışmaları dikkate alarak güvenlik kavramının askerî boyutun ötesine genişle-mesini teklif etti. Buzan devletin ulusal güvenliğin esas birimi olduğunu kabul ettiği halde, güvenliğin çok boyutlu doğasının daha iyi anlaşılması için insan topluluklarının daha geneli dikkate alınması gerektiğini belirtti. Bu doğrultuda Buzan askerî boyut dışında dört sektör daha güvenliğe dâhil edilmesini ileri sürdü: siyasî, ekonomik, toplumsal ve çevresel. Ona göre güvenliğin askerî bo-yutuna orantısız bir önem atfedilmiştir. Diğer sektörlere yetersiz derecede önem verilirken güvenliğin sadece askerî boyuta indirgenmesi durumu, karşılıklı ba-ğımlılığı artan bir dünyanın gerektirdiği analiz derinliği ve genişliği yerine geti-remiyordu. Aynı şekilde, devlet içi çatışmalar yeni norm olurken, devletlerarası savaşın bir istisna haline geldiği bir dönemde büyük devletlerarası savaşa odak-lanmanın yarardan çok zararı dokunduğu ileri sürüldü.53 Mao’nun “siyasî güç tüfeğin namlusundan doğar” ve Stalin’in “Papa’nın kaç tümeni var” ifadelerinde somutlaşan geleneksel güvenlik anlayışı, gücü de güvenliği de askerî/maddi güç ile eşitlerken, diğer önemli faktörlerin görmezlikten gelinmesine ve önemli soru-ların kaçırılmasına neden oldu. Sovyetler Birliği'nin ani çöküşünü dikkate aldı-ğımızda bugün Papa şöyle sorabilir: Stalin’in kaç tane heykeli vardır?54 Bu açı-dan Soğuk Savaş'ın sonu ve neoliberal küreselleşmenin serbest bıraktığı güçlerin uluslararası ilişkilerde önemli yansımaları oldu.

Uluslararası politikanın temel yapılarının katı bir şekilde maddi değil, sosyal olduğu ve bu nedenle uluslararası ilişkiler hakkında düşünme şeklimizi değiş-tirmenin uluslararası ilişkilerin geneline ve uluslararası güvenliğe yönelik temel bir değişim yaratabileceği söylemi öne çıktı.55 Düşüncelerin ve sosyal yapıların güvenliği ne derecede etkileyebileceğini Kopenhag Ekolü veya Güvenlikleştir-me Ekolü ile doruğa çıktı. Güvenlikleştirme Ekolü'nün esas temsilcilerden Ole

51 Pinar Bilgin, Ken Booth ve Richard Wyn Jones, “Security Studies: The Next Stage?” Naçao e

Defesa, Cilt 84, Sayı 2, Kış 1998, s. 134. 52 Barry Buzan, Peoples, States and Fear: The National Security Problem in International Rela-

tions, Sussex: Wheatsheaf Books, 1983. Kitap 1991 yılında çıkan ikinci baskısında gen-işletilmiş ve gözden geçirilmiştir bkz: Barry Buzan, People, States and Fear: An Agenda for International Security Studies in the Post Cold War Era, Rienner Publishing Company, 1991.

53 Bilgin, Booth ve Jones, a.g.m. 54 Ken Booth, “Dare not to Know: International Relations Theory versus the Future”, Ken Booth

ve Steve Smith (der.), International Relations Theory Today, Cambridge, Polity Press, 2010, ss. 335-336.

55 John Baylis, “Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavramı”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 5, Sayı 18, Yaz 2008, s. 79.

136 Uluslararası İlişkilerde Güvenlik

Waever, güvenlikleştirmeyi objektif veya maddi bir durum olarak değil, güven-lik uygulamalarının yeniden üretilmesine yarayan meseleleri veya alanları gü-venlikleştirmek için elitler tarafından gerçekleştirilen bir “söz eylemi” (speech act) olarak tanımlamaktadır. Böylece Waever’a göre “güvenliği yeniden tanım-lama” gündemi, aslında güvenlik alanının dışında bırakılması gereken konuların güvenlik alanının içerisine getirme sürecidir. Ancak güvenliği geleneksel bir mantıkla yeniden tanımlamanın (yeni tehdit kaynakları kapsamak veya yeni güvenlik referansları ileri sürmek) askerî olmayan sorunların askerî mantık çer-çevesinde değerlendirilmesine neden olmaktadır. Devlet bir konuyu veya olayı güvenlik sorunu olarak adlandırarak, ona müdahale etmek için özel bir hakkı olduğunu iddia eder. Müdahale ederken de kullandığı araçlar baskı araçları ol-maktadır. Buna göre, düşmanların ve tehditlerin maddi varlığı olmasına rağmen onların inşa sürecinden bağımsız objektif bir anlamı yoktur. Düşmanlar genelde, en dehşet verici korkularını başkalarına yansıtarak birbirlerini yaratırlar. Bu yansıtmalar doğrultusunda hareket ettikleri müddetçe de hayal ettikleri tehditler maddi bir gerçeklik kazanırlar.56 Waever güvenlikleştirmenin barındırdığı tehli-kelere işaret ederek çözüm olarak “güvenliksizleştirmeyi” önerdi. Güvenliksiz-leştirme, güvenlik konusu yapılan sorunların tekrar siyaset alanına alınması sürecini gösterir. Bu yaklaşımın 1990’ların küreselleşme, insan hakları, kimlik vs. söylemi ile uyumlu olması akademik çevrede hızlı yayılmasını sağladı.

“Açık toplum”, “açık piyasa”, “açık siyaset”, “yönetişim”, “şeffaflık” ilkele-rine dayanan küreselleşme süreci, devlet üstü/aşırı ve devlet altı (sivil toplum) unsurları öne çıkararak, devlet merkezliliğinin örttüğü çelişkileri ve “öteki” olarak adlandırılan unsurların güvensizliğinin ortaya çıkarılmasını da kolaylaş-tırdı. Ancak burada belirtilmesi gereken, küreselleşmenin yukarıdaki dönüşüm-leri sürecinde devletlerin egemenliğini aşındırdığı ve sadece ekonomi-nin/piyasanın yapısal mantığından gelişen, yani devletlerin dışında ve kaçınıl-maz bir süreç olduğu anlayışının gerçeği yansıtmadığıdır. Küreselleşme olgusu-nun yapısal bir ekonomik mantığı bulunduğu hâlde, ABD’nin hegemonyası ve siyasî gücünden ayrı ve bağımsız olarak anlaşılması mümkün değildir. Örneğin, “açık piyasalar/toplumlar” siyaseti ABD’nin “Angajman ve Genişleme” strateji-siyle hayata geçirildi ve sürdürüldü. Stephen Gill’in belirttiği gibi 1980’lerden beri ABD neoliberal politikalar uygulayarak dünya düzenin üç yönünü yeniden yapılandırmayı hedefliyordu: kapitalist devletlerin iç toplumsal ilişkileri (mesela emek karşısında sermayeyi güçlendirmek), büyük kapitalist devletler (G7) ve

56 Ronnie D. Lipschutz (der.), On Security, New York, Columbia University Press, 1998, s. 6; Ole

Waever, “Securitization and Desecuritisation”, Ronnie D. Lipschutz (der.), On Security, New York, Columbia University Press, 1998, ss. 54-55.

Eleştirel Teori ve Güvenlik: Kimin İçin Güvenlik? 137

dünyanın geri kalanı arasındaki jeopolitik ve ekonomik ilişkileri ve daha bütün-leşmiş bir dünya/küresel piyasası oluşturmak.57

Yukarıdaki dönüşümler ışığında, küreselleşmiş dünyanın güvenlik algısı So-ğuk Savaş dönemi güvenlik anlayışından önemli oranda farklılık taşıdığı genel olarak kabul edilmektedir. ABD’nin kendisi de Soğuk Savaş sonrasında dönüşen küresel çıkarları doğrultusunda Üçüncü Dünya’da genel olarak yönünü “otoriter rejimlerin desteklenmesinden demokrasinin gelişmesinin desteklenmesi” strate-jisini çevirdi.58 Diğer bir deyişle bu strateji değişikliği aslında değişen yapısal koşulların bir sonucu olarak okunabilir. Bu açıdan, 1983 yılında kurulan Ulusal Demokrasi Vakfı’nın (National Endowment for Democracy) neoliberal ilkelerin çevreye dayatılmaya başladığı dönemde kurulması manidardır. Böylece ABD, Üçüncü Dünya’da askerî elitler üzerinden yürüttüğü ilişkileri değiştirerek, doğ-rudan sivil toplum veya neoliberal küreselleşmeyi uygulamaya hevesli toplumsal güçler ile yeni ittifaklar (Gramsciyen anlamda tarihsel bloklar) kurma yoluna gitti. Bu anlamda ABD, küreselleşmenin temsil ettiği güler yüzlü kapitalizm veya kadife eldiven altında duran demir yumruk olarak kendi hegemonyasını yeniden üretme ve sürdürme işlevini gördü.

Bu süreçte, ABD’nin izlediği politika sonucunda karşılaşılan 11 Eylül olay-larına müteakip, uluslararası veya küresel terörizm en büyük güvenlik tehdidi olarak ilan edildi. Ancak siyasal, ekonomik ve toplumsal köklerine inilmeden, terörizm 1990’ların başında Huntington’un ortaya attığı “medeniyetler çatışma-sı” tezine dayanarak açıklanmaya ve dolayısıyla çözüme kavuşturulmaya çalışıl-dı. ABD’nin küresel terörizmi askerî yöntemlerle yenmeyi tercih etmesi ve ülke içi özgürlükleri (göreceli olarak) kısıtlama yoluna gitmesi, akademik çevrelerde ulusal güvenlik devletinin geri dönüşü tezlerini, 1990’ların başındaki küresel-leşmenin ulus-devleti zayıflattığı tezleri gibi aynı hızla gündeme getirdi. Eleşti-rel Güvenlik Çalışmaları alanında faaliyet gösteren yazarlar da bu önemli olayı tekrar neden “eleştirel” güvenlik yaklaşımlara ihtiyaç duyulduğunu ve neden ulusal güvenlik devletinin geri dönemeyeceğini göstermek için çeşitli analizler ürettiler.59 1990’ların başında gelişen Aberystwth Ekolü burada değinilen tarih-sel gelişmelerin ışığında güvenliği yeni bir teorik çerçeve içerisinde düşünmeye başladı.

57 Stephen Gill, “National In/Security on a Universal Scale”, Isabella Bakker ve Stephen Gill

(der.), Power, Production and Social Reproduction: Human In/security in the Global Political Economy, New York, Palgrave, 2003, s. 208.

58 William I. Robinson, “Globalization, the World System, and "Democracy Promotion" in U. S. Foreign Policy”, Theory and Society, Cilt 25, Sayı 5, Ekim 1996.

59 Bkz. Kaygusuz, a.g.m., s. 145.

138 Uluslararası İlişkilerde Güvenlik

Aberystwyth Ekolü ve Güvenliğin “Derinleşmesi”

Bilgi/teori yetişkin bir biçimde Zeus’un kafasından fırlayarak60 doğmaz. Bil-gi, sıkça çeşitli çatışmalı çıkarların ürünü olarak kalıplaşmakta ve önceki belirli bilgi geleneklerine dayanarak gelişmektedir. Eleştirel Güvenlik Çalışmala-rı/Aberystwyth Ekolü61 de bu durumdan bir istisna olamaz. Nasıl ki klasik jeo-politik yaklaşımlar geliştikleri zaman ve mekânı ve dönemin siyasetini, yani Emperyalizm Çağı ve Sosyal Darwinizmi yansıtıyorlardı,62 aynı şekilde eleştirel güvenlik çalışmaları da ortaya çıktıkları neoliberal dönemin ürünüdür. O zaman Eleştirel Güvenlik Çalışmalarını/Aberystwyth Ekolünü “eleştirel” yapan nedir? Diğer “eleştirel” yaklaşımlardan nasıl ayrılır? Önce “eleştirel” ile ne anlaşıldığı-nı açıklamak gerekir.

Bir teoriyi, yaklaşımı veya düşünce sistemini “eleştirel” yapan ilk ve en ge-nel özellik mevcut bilginin doğallığını sorgulamasıdır. Diğer bir deyişle, eleşti-rel düşünce toplumda ve “bilimde” doğal ve mutlak gerçek olarak kabul edilen görüş ve kavramların sorgulanarak örttükleri (toplumsal) çelişkilerin ve iktidar ilişkilerinin ortaya çıkarılmasıyla ilgilidir. Modern anlamda ise eleştirel sosyal teorinin kökenleri ekonomi, toplum ve tarih hakkında görünüşte doğal ve rasyo-nel/gerçek olarak kabul edilen liberal tezlerin eleştirisini yaparak bu tezlerin tarihselliğini ortaya koyan Karl Marx’a dayanmaktadır. Toplumsal gerçekliğin veya toplumsal dünyanın görünüşteki doğallığı ve değişmezliği metafizik/ilahi bir gücün tasarımı olarak veya değişmez insan doğasının bir ürünü olarak değil de insanın/toplumun bir ürünü olarak görmek onu değiştirebilir yapmaktadır. Bu bize eleştirel anlayışın ikinci genel özelliğine götürmektedir: dünyayı değiştirme fikri. Marx, Feuerbach Üzerine Tezler’de ortaya koyduğu “filozoflar sadece çeşitli yolarla dünyayı yorumlamışlar oysa asıl mesele onu değiştirmektir”63 diyerek eleştirel bir yaklaşımın normatif yönünü de belirtmiş oluyordu. Böylece Marx’tan bu yana eleştirel bilimin/çalışmaların amacı veya ana fikri dünyayı değiştirmektir. Ancak burada dünyanın değiştirilmesine yapılan vurgudan, dün-yayı/toplumsal gerçekliği anlayabilmek konusunun daha az önemli olduğu sonu-cu çıkarılmamalıdır. Sonuçta Marx da, tarihimizi ve toplumu ne kadar doğru

60 Yunan mitolojisinde Bilge Tanrıçası Athena (Lat. Minerva), Zeus’un, yani babasının kafasın-

dan fırlayarak yetişkin, zırhlı ve silahlı bir biçimde doğmuştur. 61 Aberystwyth Ekolü ifadesi özellikle Ole Waever tarafından dile getirilmiştir bkz. Ole Waever.

“Aberystwyth, Paris, Copenhagen, New ‘Schools’ in Security Theory and Origins between Core and Periphery.” Paper Presented at the 45th Annual Convention of the International Stud-ies Association, Montreal, Canada, 20/03/2004.

62 Ronnie D. Lipschutz, After Authority: War, Peace, and Global Politics in the 21st Century, Albany, State University of New York Press, 2000, s. 86.

63 Marx and Engels, Selected Works: Volume One, Moscow, Progress Publishers, 1969. https://www.marxists.org/archive/marx/works/1845/theses/theses.htm

Eleştirel Teori ve Güvenlik: Kimin İçin Güvenlik? 139

bilebilirsek onlara daha iyi yön verebileceğimizi savunan Aydınlanma felsefe-sinden etkilenmiştir.64 Ancak eleştirel düşüncenin felsefi kökenleri Marx’a da-yansa da Aberystwyth Ekolü’nün benimsediği “Eleştirel” Teori, Frankfurt Oku-lu'nun geliştirdiği Eleştirel Teori'ye dayanmaktadır.65

Sosyal bilimlerde Eleştirel Teori, 1923 yılında Frankfurt’ta Sosyal Araştır-malar Enstitüsü adı altında kurulan ancak 1930’ların başında Nazi baskısı nede-niyle ABD’ye göç etmek zorunda bırakılan, Frankfurt Okulu düşünürleri ile ilişkilendirilmektedir.66 Frankfurt Okulu’nun çekirdek kadrosu veya ilk nesli Marksist Yahudilerden (Max Horkheimer, Theodor Adorno, Herbert Marcuse, Erich Fromm) meydana gelmiş olması bu yazarların çalışmalarını önemli ölçüde etkilemiştir. Böylece Eleştirel Teori, 1980’lerde Uluslararası İlişkiler disiplinine girinceye dek, kapitalist toplumda insanın karşı karşıya kaldığı siyasî, ideolojik, psikolojik ve kültürel sorunlar ile eleştirel bir şekilde ilgilenmiştir. Bu yönüyle Eleştirel Teori sosyal bilimlerde ilk sistematik modernite eleştirisini yapan yak-laşım olma rolüne sahiptir. Altyapı (üretim tarzı ve üretim ilişkileri) analizine odaklanan klasik Marksizm’den farklı olarak Frankfurt Okulu’nun odağı üstyapı (siyaset, ideoloji, kültür) olmuştur. Max Horkheimer ve Thomas Adorno’nun kaleme aldıkları Aydınlanmanın Diyalektiği, Aydınlanmanın ilerleme fikrini “araçsal akıl” kavramıyla eleştirerek, Aydınlanma geleneğini/moderniteyi eleşti-rip onu iyileştirmek isteyenlere (Jürgen Habermas, Andrew Linklater, Mark Hoffman, Ken Booth gibi) olduğu kadar, özellikle 1980’lerden sonra Aydınlan-manın farklılığı bastıran totaliter yönünü vurgulayan ve onu başarısız bir proje olarak gören postmodernizm ve postyapısalcılık gibi akımlara da ilham kaynağı olmuştur.67 Uluslararası İlişkiler'deki “eleştirel dönüş”/”dördüncü tartışma” sırasında pozitivizme/rasyonalizme (yani neorealizm/neoliberalizm) karşı çıkı-şında Eleştirel Teori ile aynı safta yer alan bu akımlar toplumsal gerçekliği söy-leme indirgeyerek veya söylem/metin dışında bir gerçeğin (truth) olmadığını savunarak, değiştirebilecek tek bir dünyanın veya ulaşılması gereken tek bir özgürleşmenin söz konusu olamayacağını ileri sürdüler. Bu açıdan bu akımlar-dan etkilenen ve güvenlik alanına yönelen yazarlar dönüştürebilecek tek bir 64 Aynı şekilde Marksizm’in üç sacayağı olarak Alman felsefesi, Fransız sosyalizmi ve İngiliz

ekonomi politiğinin değerlendirilmesi bunun bir göstergesidir. Bkz. V. I. Lenin, “The Marxist Doctrine”, Stewart Smith (der.), Collected Works Volume 21, Moscow, Progress Publishers, 1974. http://www.marxists.org/archive//lenin/works/1914/granat/ch02.htm

65 Richard Wyn Jones, Security, Strategy, and Critical Theory, Boulder CO., Lynne Rienner, 1999.

66 Frankfurt Okulu’nun çalışmaları ve döneme etkisinin incelediği özet bir çalışma için bkz. Stephen Eric Bronner, Critical Theory: A Very Short Introduction, New York, Oxford Unver-sity Press, 2011.

67 Stephen Eric Bronner, Reclaiming the Enlightenment: Toward a Politics of Radical Engage-ment, Columbia University Press, 2006.

140 Uluslararası İlişkilerde Güvenlik

dünyadan bahsetmek yerine, değiştirilecek dünyalardan, ulaşılması gereken özgürleşmelerden bahsedilmesi gerektiğini ortaya koydular.68 Bu diğer “eleşti-rel” yaklaşımları Eleştirel Teori'den ayırmak için küçük harflerle “eleştirel” ifadesinin kullanılması69 yanında, onları tanımlamak için “Fransız” akımlar ifadesi de kullanılmaktadır.70 Fransız akımlar olarak çağırılmasının nedeni ise, Marx’ın Frankfurt Okulu gibi genelde Alman kökenli olan takipçilerinin önemli bir kısmı toplumsal gerçekliği açıklamak için sınıf, üretim ve kapitalizmi refe-rans almaları karşısında, bu yapısal unsurlar yerine söylemi, metni, yapısökümü, soykütüksel analizi öne çıkaran postyapısalcı Fransız düşünürlerinden (Jacques Derrida, Michael Foucault, Jean Baudrillard gibi) etkilenmelerinden kaynak-lanmaktadır.71 Güvenlik teorisi alanında Aberystwyth Ekolü'nü bir yana bıraka-cak olursak, geleneksel (realist) güvenlik anlayışını reddeden tüm diğer “eleşti-rel” yaklaşımların72 (Paris Ekolü, Güvenlikleştirme veya Kopenhag Ekolü, post-yapısalcılık, post-sömürgecilik, bazı feminist teorileri) bu “Fransız” düşünce geleneğinden bir şekilde etkilendiklerini söylemek mümkündür.

Frankfurt Okulunu 1980’ler sonrası gelişmeler için akademisyenler için çe-kici yapan özelliği sosyal teori içinden gelen ilk modernite eleştirisini yapması ve epistemolojik düzeyde pozitivizme erken bir tarihte karşı çıkışıdır. Eleştirel Teori ismi de Horkheimer’in 1937 yılında kaleme aldığı makalesinde geleneksel (pozitivist) teori ve Eleştirel Teori arasında yaptığı ayrımından kaynaklanır. Robert W. Cox 1981 yılında kaleme aldığı makalesinde bu ayrımı Uluslararası İlişkiler'e “problem-çözücü teori” ve “eleştirel teori” şeklinde taşıdı. Emsalini neo-realizmin ve neo-liberalizmin temsil ettiği “problem-çözücü teori”, mevcut düzeni analizinin başlangıç noktası yapmaktadır. Var olan düzenin nasıl meyda-na geldiğini sorgulamadan mevcut toplumsal-ekonomik-siyasî-ideolojik ilişkile-ri verili almaktadır. Bu çerçevede sistemin daha iyi işlemesini sağlayacak bilgiyi üretmeyi çalışmaktadır. Eleştirel Teori ise tersine mevcut düzenin doğalığını sorgulayarak hâkim toplumsal ve güç ilişkilerin nasıl meydana geldiğini ve kime

68 Bu anlayışın iyi bir örneği için bkz. Keith Krause and Michael C. Williams (der.), Critical

Security Studies: Concepts and Cases, New York, Routledge, 1997. 69 Bkz. Steve Smith, “The Increasing Insecurity of Security Studies: Conceptualizing Security in

the Last Twenty Years”, Contemporary Security Policy, Cilt 20, Sayı 3, 1999. 70 “Alman” ve “Fransız” düşünce gelenekleri ifadesine ihtiyatlı yaklaşılması gerekir çünkü “Al-

man” geleneğinde eserler veren Althusser gibi Fransız düşünürler oluğu gibi, “Fransız” gele-neğin gelişmesinde etkili olan Nietzsche gibi Alman düşünürleri de bulunmaktadır.

71 David Mutimer, “Critical Security Studies”, Myriam Dunn Cavelty ve Victor Mauer (der.), The Routledge Handbook of Security Studies, New York, Routledge, 2010, s. 46.

72 Pınar Bilgin, “Güvenlik Çalışmalarında Yeni Açılımlar: Yeni Güvenlik Çalışmaları”, Stratejik Araştırmalar, Cilt 8, Sayı 14, Ocak 2010.

Eleştirel Teori ve Güvenlik: Kimin İçin Güvenlik? 141

hizmet ettiğini ortaya koymaya çalışmaktadır. Diğer bir deyişle, mevcut sistemin ne doğal ne de sabit olduğunu göstererek değişim olanaklarını araştırmaktadır.73

Uluslararası İlişkiler'de teori ve pratiğin iç içe olması ve Soğuk Savaş döne-minin mantığı, disiplinin epistemolojisini ve ontolojisini de derinden etkiledi. Disiplinin hâkim bilim felsefesi olan pozitivizm, Soğuk Savaş dönemi uluslara-rası ilişkilere damgasını vuran iki-kutupluluk düzen, stratejik silahlar ve biline-bilir olma mantığına belirleyicilik vurgusuyla “doğal” bir bilimsel araç sağladığı gözüküyordu. Cox’un teoriler alanında yaptığı ayrım, dönüşmekte olan sosyal gerçekliğin, ana akım teorilerinin ontolojik ve epistemolojik çerçevesini sağla-yan pozitivizmin içerisinden bütüncül bir şekilde anlaşılamayacağını gösteriyor-du. Öbür taraftan, Cox’un sesinin Uluslararası İlişkiler'de duyurulur olmasını sağlayan da bir önceki bölümünde değinilen 1970-1980 döneminde meydana gelen tarihsel gelişmelerdir. Kısaca, pozitivizmin bilimsel felsefesi olduğu sos-yal gerçeklik artık dönüşmüştü.

Pozitivizm özne (bilen) ve nesne (bilgisi aranan) ayrımına dayanan, sosyal bi-limlerin doğa bilimleri gibi incelenebileceği, sosyal dünyanın da fiziki dünya gibi kendine has kuralları/yasaları olduğu ve bunları gözleme dayanarak objektif bir şekilde ortaya çıkarabileceğini savunan bir bilim felsefesidir. Araştırmacının/bilim adamın bilim yaparken kendi değerlerinden arındırılıp objektif çalışma yapabile-ceğini savunur. Pozitivizm teoriyi bizim dışımızda duran bir gerçekliği dışarıdan objektif bir şekilde keşfedebileceğini/açıklayabileceğini sağlayan bir araç olarak görür. Eleştirel Teori ise tersine tüm bu varsayımlara karşı çıkmaktadır. Değer bağımsız bilginin mümkün olamayacağını, özne nesne ayrımın bilimsel değil, ideolojik bir ayrım olduğu, her bilginin de tarihsel (belirli toplumsal ve siyasî şartların ürünü olarak) ve değer yüklü olduğunu vurgular. Bilginin toplumsal ola-rak üretildiğini74 kabul etmek aynı zamanda bilginin belirli çıkarları olduğunu sonucu doğurmaktadır. Bu açıdan bilgi/teori tarafsız değil, belirli çıkarların (ulu-sal, sınıfsal) temsilcisidir. Cox buradan hareketle “teori her zaman birisi için ve bir amaç içindir” diyecektir. Cox’a göre her teorinin perspektifi ortaya çıktığı toplum-sal ve siyasal zaman ve mekânın bir ürünüdür. Diğer bir deyişle, tarih dışında kendi içinde bir teori diye bir şey yoktur. Değer bağımsız ve objektif olduklarını ileri süren “problem-çözücü” teoriler var olan düzeni verili alıp analizlerinin baş-langıç noktası yapmaları örtük bir biçimde değer yüklü olduklarını göstermektedir. Böyle bir durumda önemli olan bilginin/teorinin hangi amaçla kurulduğudur. Eleş-tirel Teori mevcut düzenin tarihselliğini ortaya koyarak alternatif düzenler araş- 73 Robert W. Cox, “Social Forces, States and World Orders: Beyond International Relations The-

ory”, Millennium Journal of International Studies, Cilt 10, Sayı 2, Haziran 1981, ss. 126-155. 74 Bu sav diğer eleştirel yaklaşımların ve pozitivist/ana akım teoriler ve post-

pozitivist/reflektivist/eleştirel yaklaşımlar arasında kendini bir “orta yol” yaklaşımı olarak öne çıkaran konstrüktivizmin paylaştığı bir argümandır.

142 Uluslararası İlişkilerde Güvenlik

tırmayı ve uluslararası ilişkiler ötesine geçmeyi hedeflemektedir. Realizmin de-ğişmez bir gerçek olarak gördüğü (devletlerarası) ilişkilerinin, belirli bir tarihi ve üretim süreci olduğu için, o anki görünen şekliyle kalmalarının bir nedeni yoktur. Bu açıdan devletin gücü/askerî güvenliği kendinde açıklayıcı olmaktan çıkar ve açıklanması gereken bir konuma getirilir. Aynı şekilde problem-çözücü bir pers-pektiften savaşın uluslararası yaşamın doğal bir özelliği olduğu varsayımını esas aldığımızda tüm çabalarımız savaşı engellemekle sınırlanmış olmaktadır.75 Aynı sorun problem-çözücü teorilerin tarih dışı varsayımlarında kendini göstermektedir. İnsan doğası ve uluslararası ilişkilerin/politikanın değişmeyen doğası hakkındaki problem-çözücü/realist varsayımlar geleceğin hep geçmiş gibi olacağı sonucunu doğurmaktadır. Bu yorum tarzı genel olarak uluslararası politikayı ve özelde gü-venliği tarihsel bir yoruma kapatmaktadır. Dahası, uluslararası politikayı iyileştir-me veya güvenlik ikilem sarmalını kırma girişimleri veya bunlarla ilgili düşünce-leri boş bir çaba olarak görülmesine neden olmaktadır. Eleştirel Teori için ise bilgi ve kurumlar tarihsel olduğu için değiştirebilir nitelik taşımaktadırlar. Üstelik bilgi-nin toplumsal olarak inşa edildiğine dikkat çekerek insan doğasının toplum-sal/tarihsel sonuçların nedeni değil, onun ürünü olduğunu göstermektedir. Eleştirel Teori, bilginin belirli tarihsel şartlarda oluştuğunu varsaydığı için incelediği top-lumsal gerçekliği ve kavramları değişmez ve verili olarak değil, tarihsel bir süre-cin ürünü olduğunu kabul ederek incelemektedir. Diğer bir deyişle, incelenen gerçeklik her zaman toplumsal ve tarihsel bir gerçeklik olduğu için, değişmez, zaman ve mekândan bağımsız genel doğrular aramak başlı başına ideolojik bir tutumdur.

Ken Booth, Cox’un yaptığı ayrımdan yola çıkarak “problem-çözücü” teorile-rin güvenlik anlayışımızı nasıl şekillendirdiği ve doğallaştırdığı ortaya koyduk-tan sonra, Eleştirel Teori içerisinden güvenliğin nasıl yeniden kavramsallaştıra-cağı üzerine durdu. Booth’un tanımladığı şeklinde “eleştirel” ifadesi; “kozmopolitan, bilinçli olarak ilerici, özgürleştirici, postpozitivist, post-Marksist, insan imkânlarına açık, Aydınlanmadan esinlenmiş ve epistemolojik yönünden bilinçli” demektir. Bu anlamda Eleştirel Güvenlik Çalışmaları'nın (EGÇ)/Aberystwyth Ekolünün üç temel ilkesi/ana fikri bulunmaktadır: güvenli-ğin temel nesnesi olarak bireyi almak, güvenliği derinleştirmek veya onun türe-tilmiş bir kavram olduğunu kabul etmek, güvenliği özgürleşmeye bağlamaktır. Bu son özellik Aberystwyth Ekolü'nü diğer “eleştirel güvenlik çalışmalarından” ayıran en önemli unsurdur.

Güvenliğin nesnesi olarak birey: Booth’a göre güvenliği yeniden tanımlamak için atılacak ilk adım, güvenliğe nasıl sorularıyla değil, kimin güvenliği (whose security) sağlanmalı sorusuyla başlanması gerekir. Booth’un belirttiği gibi, gü-

75 Peoples ve Williams, a.g.e., s. 20.

Eleştirel Teori ve Güvenlik: Kimin İçin Güvenlik? 143

venlik hakkında geleneksel sorular genelde şu şekilde sorulmuştur: 21. yüzyılda güvenliğimizi nasıl iyileştirebiliriz? Oysa böyle bir problem-çözücü tanımlama-da, problemin kendisinin tanımlanması yapılmış ve olası cevaplar önceden belir-lenmiştir. Açık ve kapsayıcı bir eleştirel perspektif ise tersine 21. yüzyılın kimin için olacağı sorusuyla başlanması gerekiyor. Güvenliğin başlangıcın-da/temelinde nasıl değil kim sorusu olmalıdır.76 Geleneksel güvenlik anlayışında kim sorusu devlet diye verili alınmıştır.

Realist devlet kavramsallaştırmasında devlet bir organizmaya benzetilmekte-dir. Şöyle ki nasıl bir organizma içinde o organizmayı oluşturan parçalar arasın-da bir çıkar çatışması yoksa (ve tüm parçalar belirli işlevler üsteleyerek bir ama-ca hizmet ediyorsa, mesela bir organizmada baş ve ayaklar arasında bir uyuş-mazlık söz konusu olamaz), devlet ve toplum arasında da benzer bir uyum var-sayılır.77 O nedenle devletin çıkarı, ulus olarak tanımlanan toplumun çıkarı olduğu örtük bir şekilde kabul edilmektedir. Ulus-devletin en yaygın devlet biçimi hâline gelmesi nedeniyle toplumun veya halkın örtük bir biçimde bir ulus olarak tanımlandığı kabul edilmektedir.78 Realizmin geleneksel güvenlik anlayı-şına da damgasını vuran bu bütüncül devlet anlayışı tarih dışı olması eleştiriye açıktır. Eleştirel teorilerden bakıldığında ulusal çıkar bir bütün olarak halkın çıkarı olduğu iddiası aslında toplumsal/sınıfsal çatışmayı örtmek için kullanılan bir kavramdır. Ulusal çıkar ulus tanımlanması dışında kalanlar için bir güvensiz-lik kaynağı olabildiği gibi, Üçüncü Dünya’da devlet kendi vatandaşları için güvensizliğin kaynağı da olabilmektedir. Diğer bir deyişle geleneksel anlayışa göre bir “ulusun” güvenliği o “ulus” tanımlanmasına uymayanların güvensizliği ile eşittir. Güvenlik burada sıfır toplamlı bir süreçtir.

Yukarıda görüldüğü gibi devleti güvenliğin temel referans noktası yapmak, amaçlarla araçların karıştırılması demektir. Devlet güvenliğin sağlanmasında ancak bir araç olabilir.79 Bu açıdan güvenliğin nesnesini ancak birey olarak ta-nımladığımıza güvenlik anlam kazanmaktadır. Böylece Aberystwyth Ekolü bireyleri güvenliğin esas veya nihai referans noktası kabul etmektedir. Richard Wyn Jones’a göre, Eleştirel Güvenlik Çalışmaları mevcut dünya düzeninden dolayı güvensiz duruma düşen insanları (erkek ve kadınları) analizin odak nok-tası yapmakla ilgilidir. Devletler bireyleri güvensiz duruma düşürürken

76 Ken Booth, “Two Terrors One Problem”, Ersel Aydinli ve James N. Rosenau (der.), Globalisa-

tion, Security, and the Nation-State: Paradigms in Transition, Albany, State University of New York Press, 2005, s. 42.

77 Ali Murat Özdemir, “Kolektif Emperyalizm ve Orta Doğu”, 21. Yüzyılda Sosyal Bilimler, Sayı 2, Aralık/Ocak/Şubat 2012-2013.

78 Ayrıca bkz. Buzan ve Hansen, a.g.e., s. 26-30. 79 Booth, “Security and Emancipation...”, a.g.m., s. 320.

144 Uluslararası İlişkilerde Güvenlik

neoliberal ekonomik yapı bu durumu daha da ağırlaştırmaktadır.80 Askerî, çev-resel, ekonomik, siyasî ve toplumsal tehditler başta bireyleri etkilediği için onla-rı güvenliğin nihai nesnesi yapmak güvenliğin temel amacı olmalıdır. Sonuçta devletler de bireylerden meydana gelen topluluklardır.

Güvenliğin derinleşmesi veya türetilmiş bir kavram olarak güvenlik: Güven-sizlik doğal, sabit, değişmez ve bizim dışımızda değil, insanların kendileri tara-fından sosyal olarak inşa edilen bir durumdur. Booth’a göre, güvenlik bizim onu nasıl inşa ettiğimize bağlıdır. Ancak bu inşa sürecin kendisi belirli bir dünya görüşlere ve söylemlere dayanır. Bu nedenle Aberystwyth Ekolü için alternatif bir güvenlik teorisi ortaya koymak için atılacak en önemli adım, güvenlik kav-ramının dayandığı siyasî teoriyi/dünya görüşünü/varsayımları açığa çıkartmak-tır. Bu açıdan “eleştirel güvenlik teorisi” girişimi sadece geleneksel güvenlik gündemin genişlemesi veya güvenlik kavramının dar askerî boyutunun ötesinde insan güvenliği, ekonomi güvenliği, toplum güvenliği, çevre güvenliği gibi ko-nuları içerecek şeklinde genişlemesi değildir.81 Aberystwyth Ekolü başta güven-liğin “derinleşmesini” savunmaktadır. Genişleme güvenliğin derinleşmesinden sonra atılacak bir sonraki adımdır. Booth’a göre “güvenliği derinleştirmek” sıkça karıştırıldığı şeklinde devlet dışındaki birimlerin (bireyleri, grupları) analiz odağı yapmak değildir. Booth’un ifadesiyle güvenliği derinleştirmek dünya siyasetinde güvenliğin türetilmiş bir kavram (derivative concept) olduğunu ka-bul etmektir. Güvenliği türetilmiş bir kavram olarak görmek, güvenlik ile ilişki-lendirilen farklı tutum ve davranışların belirli siyasî teorilere dayandığını ortaya çıkarmaktır. Buna göre güvenlik anlayışımız dünya politikası (birimler, yapılar, süreçler) hakkındaki varsayımlarımızdan meydana gelir.82 Güvenliğin temel unsurları (nesnesi, tehditler, zarardan kaçınma isteği) hiçbir zaman tarafsız ve bağımsız bir temelden kavramlaştırılamaz. Yukarıda gördüğümüz gibi, “ulusal güvenlik” gibi tanımlamalar belirli siyasî varsayımlara dayanan belirli söylemler ve uygulamalar benimsemektedir.83 Bu nedenle siyaset ve dünya hakkında sahip olduğumuz farklı dünya görüşleri ve söylemler neleri tehdit olarak gördüğümü-zü, neleri korumamız gerektiği, kısaca güvenliği nasıl tanımladığımızı da belir-lemektedir.84 Buna göre öne sürdüğümüz güvenlik tanımlamaları bizim dışımız-

80 Buzan ve Hansen, a.g.e., s. 206; Richard Wyn Jones, “’Message in a Bottle’? Theory and

Praxis in Critical Security Studies”, Contemporary Security Policy, Cilt 16, Sayı 3, 1995, s. 310.

81 Ken Booth, “Security and Self Reflections of a Fallen Realist”, Krause and Williams (der.), Critical Security Studies, 1997, s. 106.

82 Booth, Theory of World...,a.g.e., s. 150. 83 Booth, Theory of World,a.g.e 84 Booth, “Security and Emancipation..”, a.g.m., ss. 313-326; Booth, “Security and Self...”,

a.g.m., s. 106.

Eleştirel Teori ve Güvenlik: Kimin İçin Güvenlik? 145

da duran bir dünya karşısında geliştirdiğimiz tarafsız tepkiler değil, her zaman belirli bir yerden, birileri için ve bir amaca yöneliktir.

Bu anlamda Eleştirel Teori'den türeyen bir güvenlik anlayışı onu, sonradan ele alacağımız, bir özgürleşme süreci olarak incelemektedir. Eleştirel Teori, teoriyi araştırmacının elinde tarafsız bir araç olmadığını, açıklamaya çalıştığı sosyal gerçekliği aynı zamanda şekillendiren bir yapısı olduğunu vurgular. Diğer bir deyişle, teorinin oluşturucu yanını (constitutive) ortaya koymaktadır. Bunun-la beraber tüm teoriler pratiği şekillendirme konusunda aynı oranda etkili değil-lerdir. Mesela, realizm Soğuk Savaş boyunca geleneksel güvenlik anlayışımızı, yani güvenlikle ilgili siyasî ve etik ufkumuzu tanımlarken Barış Çalışmaları geleneksel güvenlik anlayışının kenarında kalmıştı. Bilgin'in belirttiği gibi, bu-nun nedeni bilgi iktidar ilişkisinde yatmaktadır.85

Kısaca doğal olarak karşılanan güvenlik anlayışı, aslında bireylerin ve top-lumların sahip olduğu siyasî bakış ve felsefi dünya görüşünden türer. Booth’un belirttiği gibi, güvenliğin türetilmiş bir kavram olarak değil de mutlak ve değiş-mez bir kavram olarak görülmesi ve yaşatılması tarihsel olarak dünyayı daha az güvenli bir yer yapmıştır.86 Bu durumda tüm siyaseti bir güvenlik pratiğine dökmeye eğimli problem-çözücü yaklaşımlarının aksine Aberystwyth Ekolü, derinleşme aracılığıyla güvenlik konularını siyaset teorisinin soruları/parçası olarak değerlendirmeyle ilgilenir.87 Aberystwyth Ekolü güvenlik kavramını derinleştirdikten sonra, bir dizi referans nesnesi tarafından karşılaşılan güvensiz-lik çeşitlerini dikkate almak için güvenlik anlayışını genişletmektedir. Kopenhag Ekolü'nün işaret ettiği “güvenlikleştirme” risklerini göz önünde bulundurarak “güvenlik” konularını güvenliksizleştirmek yerine çözüm olarak onları siyasal-laştırmayı önermektedir. Aberystwyth Ekolü “güvenliği” devlet dışındaki gü-venlik nesnelerin sorunları dile getirmek ve çözüme kavuşturmak için kullan-mayı önerir. Buna göre güvenlik konularını siyasallaştırmazsak ve onları sadece “güvenliksizleştirmekle” yetinirsek, bireyler için önemli olan kaygıları/sorunları genelde bunlara karşı duyarsız olan devlet elitlerin elinde bırakmış oluruz. Gü-venlik konularını siyasallaştırmak, yani siyaset teorisinin alanına çekmek, onla-rın gerçek insanların yararına çözülmesine olanak tanımaktadır.88 Sonuç olarak güvenliği siyaset teorisi ile birleştirmek, mevcut güvenlik/güç ilişkileri eleştir-mek için olduğu kadar onları yeniden inşa etmek için de bir sentez oluşturur, bu da özgürleşme siyasetinin önünü açmaktadır.89

85 Bilgin, “Critical Theory...”, a.g.e., s. 96. 86 Booth, “Security and Self...”, a.g.m., ss. 104-119. 87 Booth, Theory of World..., a.g.e., s. 158. 88 Bilgin, “Critical Theory”, a.g.e., ss. 99-100. 89 Booth, Theory of World..., a.g.e., s. 149.

146 Uluslararası İlişkilerde Güvenlik

Özgürleşme güvenliktir: Aberystwyth Ekolü sadece geleneksel güvenlik ta-nımları eleştirmekle yetinmez, aynı zamanda insanlığı bulunduğu korku ve gü-vensizlik durumundan özgürleştirecek/kurtaracak güvenlikle ilişkin alternatif bir kuramsal çerçeve geliştirmeyi amacını da gütmektedir. Bu doğrultuda, güvenlik için devleti ve düzeni vurgulayan geleneksel anlayışın aksine Aberystwyth Eko-lü özgürleşmeyi ileri sürmektedir. Booth özgürleşme ve güvenlik arasındaki ilişkiyi, Johan Galtung’un “yapısal şiddet” tanımını andırır biçimde, şu şekilde açıklamaktadır: güvenlik, tehditlerin yokluğu demektir. Özgürleşme ise insanla-rın (birey ve grup olarak) serbest bir şekilde/koşullar altında yapacakları şeyler-den alıkoyan sosyal, fizikî, ekonomik, siyasî ve diğer kısıtlamalardan kurtarıl-masıdır. Savaş ve savaş tehlikesi sefalet, zayıf eğitim, siyasî baskı vb. bu engel-lerden sadece birkaçıdır. Güvenlik ve özgürleşme aynı madalyanın iki yüzü gibidir. Gerçek güvenliği güç veya düzen değil, özgürleşme üretmektedir. Böy-lece, özgürleşme teorik olarak güvenliktir.90 Hatta güvenliğin incelenmesinin temel amacı özgürleşmedir. Şöyle ki özgürleşme mücadelesi yolunda acının, korkunun, açlığın ve yoksulluğun yokluğu anlamında güvenlik esas bir unsur-dur.91

Aberystwyth Ekolü için özgürleşme sonu olan bir nokta değil sürekli takip edilmesi gereken bir süreç olarak kabul edilir yani varılacak bir yer değil bir istikamettir. Booth’un özgürleşme kavramı ilhamını Marx’tan alsa da Kantçı bir süzgeç aracılığıyla yumuşatılmakta ve böylece özgürleşmenin aşamalı reformlar aracılığıyla elde edilebileceği öngörülmektedir.92 Bu anlamda Booth tarafından ileri sürüldüğü şekilde, özgürleşmenin zaman ve mekândan bağımsız evren-sel/objektif bir kavram olmadığı dile getirilmeli, diğerlerin aleyhine elde edile-meyeceği ve Batılılaşma ile eşit olmadığı vurgulanmalıdır.93 Bunun yerine bu teoride özgürleşme üç role sahiptir: felsefi bir dayanak; stratejik bir süreç ve taktik bir hedeftir.94 Bireyler düzeyinde ulaşılacak özgürleşmenin kolektif gü-venlik hakkında pozitif sonuçları olacaktır.95

Bu doğrultuda Aberystwyth Ekolü, dünyanın herhangi bir yanında bulunan insanların yaşamlarını olumsuz etkileyen, önlerine engeller/kısıtlamalar koyan, kendilerini gerçekleşmelerini engelleyen çeşitli kısıtlamaları açığa çıkarmayı hedeflemektedir. Aynı zamanda bu kısıtlamaları sürekli kılan veya onları doğal-laştıran güvenlik bilgisi ve pratiğine meydan okumayı güvenlik çalışmaların 90 Ken Booth, “Security and Emancipation”, Review of International Studies, Cilt 17, Sayı 4,

Ekim 1991, s. 319. 91 Bilgin, “Critical Theory...”, a.g.e., s. 100. 92 Peoples ve Vaughan-Williams, a.g.e., s. 28. 93 Bilgin, Booth ve Wyn Jones, a.g.m., s. 153. 94 Smith, “The Increasing Security...”, a.g.m., s. 90. 95 Buzan ve Hansen, a.g.e., s. 206.

Eleştirel Teori ve Güvenlik: Kimin İçin Güvenlik? 147

merkezinde görmektedir. Diğer bir deyişle, insanların refahı, yani askerî ve as-kerî olmayan tehditlerden özgür olma halleri, güvenlik gündeminin merkezinde olmalıdır. Buna göre insanlar savaş, yoksulluk ve baskıdan ne kadar güvende olursa, o kadar özgürleşmiş olacaklar.96 Mesela geleneksel güvenlik anlayışında güvenlik “hayatta kalma” ile eşit görülür. Booth, “hayatta kalma” (survival) sadece “bir canlı olarak nefes alma/var olma” (being alive) ile eşit olduğu ileri sürerken, güvenliğin yaşamak demek olduğunu belirtmektedir.97 Bu nedenledir ki güvenlik hakkında düşündüğümüz zaman, aynı zamanda siyasal yaşamın doğası hakkındaki temel soruları ile uğraşıyoruz.98

Sonuç yerine: Aberystwyth Ekolü’nün Eleştirisi

Aberystwyth Ekolü, Eleştirel Güvenlik Çalışmaları projesini eleştirel teorinin belirli bir türüne bağlayarak normatif bir tercihte bulunmuştur. Ken Booth ve Richard Wyn Jones’in çalışmalarından görülebileceği gibi, Aberystwyth Ekolü Robert Cox’tan etkilendiğini kabul eder. Bununla beraber, bu yazarlar, Eleştirel Güvenlik Çalışmaları projesini Cox’un açtığı ve Stephen Gill, Mark Rupert, William I. Robinson gibi isimlerin sürdürdüğü eleştirel uluslararası ekonomi politik yaklaşımı yerine Andrew Linklater ve Habermas geleneğiyle tanımlanan Frankfurt Okulu Eleştirel Teori’ye bağlamaktadırlar. Bu entelektüel tercih, gele-neksel güvenliği eleştirmek ve güvenliği özgürleşme ile bağdaştırmak için uy-gun bir teorik çerçeve sunarken, neo-Gramsciyen okulun eğildiği dünya düzeni, hegemonya, neoliberal küreselleşme gibi yapısal faktörlere yeterince yer ver-memesinin, özgürleşme amacına önemli sınırlıklar getirdiğini söyleyebiliriz. Aberystwyth Ekolü'nün savunucularından Pınar Bilgin’in kabul ettiği gibi, lite-ratürde güvenlik ve küreselleşme ile ilişkisi yeterince incelenmemiştir.99 Sonuç-ta özgürleşme ve dolayısıyla Aberystwyth Ekolünün savunduğu anlamında gü-venlik üretim ilişkileri, dünya düzeni ve ideoloji düzeyinde gerekli dönüşümle-rin yer almadan gerçekleşmesi beklenemez. Diğer bir deyişle, hegemonya ve dünya düzeni konusunu incelemeden (güvenliğin ekonomi politiğini dikkate almadan)100 veya mevcut düzeni dönüştürmeden güvenliğin özgürleşme ile bağ-

96 Peoples ve Vaughan-Williams, a.g.e., s. 25. 97 Booth, Theory, a.g.e., s. 106. 98 Peoples ve Vaughan-Williams, a.g.e., s. 25. 99 Pınar Bilgin and Adam David Morton, “Rethinking State Failure: The Political Economy of

Security”, Daniel Lambach and Tobias Debiel (der.), State Failure Revisited I: Globalization of Security and Neighborhood Effects, INEF Report 87, 2007, s. 7.

100 Eleştirel güvenlik çalışmaları ve uluslararası ekonomi politik ile ilişkisini inceleyen sınırlı kaynaklardan bir tanesi için bkz. Roger Tooze, “The Missing Link: Security, Critical Interna-tional Political Economy, and Community”, Ken Booth (der.), Critical Security Studies and World Politics, Boulder, Lynne Rienner, 2005.

148 Uluslararası İlişkilerde Güvenlik

daşması yolunda atılacak adımlar önemli sınırlıklar barındırmaktadır. Kısaca, Aberystwyth Ekolü'nün bireylerin güvensizliğinin büyük bir kaynağı olan gü-nümüz kapitalizmin işleyiş mantığı hakkında yeterli söz söylememesi özgürleş-me hedefini gölgelendirmektedir.101 Hatta Tara McCormack’a göre, Eleştirel Güvenlik Teorisi'nin (Aberystwyth Ekolü dâhil olmak üzere) realizme ve mev-cut uluslararası sistemin adaletsizliklerine getirdiği kuvvetli eleştiriye rağmen, mevcut güç ilişkilerine/yapılarına meydan okumaları şöyle dursun eşitsiz bir uluslararası düzenin teorik meşrulaştırmasına hizmet etmektedirler.102

Aberystwyth Ekolü'ne sıkça yöneltilen bir diğer eleştiri ise, genelde postyapısalcı bir perspektif benimsenen yazarlardan gelmektedir. Buna göre Aberstwyth Ekolü, özellikle başarısız olduğu iddia edilen Aydınlanma projesi-nin bir ürünü olan ve potansiyel olarak tehlikeli bir büyük-anlatı olan özgürleş-me projesine hâlâ bağlı kaldığı ve dışlanan/mağdur kimliklere yeterince yer vermediği yönünde eleştirilmektedir. Postyapısalcı olmayan bir takım yazarlar ise, Booth’un perspektifinin güvenliğin hâlâ devletin güvenliği ile bağdaştırıl-ması gereken zayıf veya çökmüş devletlerin bulunduğu coğrafyalarda uygula-namayacağı veya en azından gerçekçi bir reçete oluşturamayacağını dile getir-mektedirler. Örneğin, Üçüncü Dünya’daki güvenlik konusu ile ilgilenen Mohammed Ayoob gibi yazarlar özgürleşmenin, devletin kurumsallaşmadığı Üçüncü Dünya’da büyük bir fark yaratmadığı görüşündedir. Üstelik Ayoob, özgürleşme kavramının kendi kaderini tayin hakkı olarak yorumlanabileceği için daha fazla kargaşaya neden olabileceğini vurgulamaktadır.103

101 Peoples ve Vaughan-Williams, a.g.e., s. 31; Rens Van Munster, “Review of Ken Booth,

“’Theory of World Security’”, Cambridge Review of International Affairs, Cilt 21, Sayı 3, 2008, ss. 437-450.

102 Tara McCormack, Critique, Security and Power: The Political Limits to Emancipatory Ap-proaches, New York, Routledge, 2010.

103 Mohammed Ayoob, “Defining Security: A Subaltern Realist Perspective”, Keith Krause ve Michael C. Williams (der.), Critical Security Studies: Concepts and Cases, Minneapolis, Uni-versity of Minnesota Press, 1997.

Eleştirel Teori ve Güvenlik: Kimin İçin Güvenlik? 149

Yararlanılan Kaynaklar

ALİ, Tarık (der.). Evrenin Efendileri? NATO’nun Balkan Seferi, Yavuz Alagon (çev.), OM Ekonomi-Politik, İstanbul, 2001.

ARRIGHI, Giovanni. The Long Twentieth Century: Money, Power, and the Origins of Our Times, Londra, Verso, 1996.

ARRIGHI, Giovanni. “Hegemony Unravelling-II”, New Left Review, Sayı 33, Mayıs-Haziran 2005. (ss. 1-34)

AYOOB, Mohammed. “Defining Security: A Subaltern Realist Perspective”, Keith Krause ve Michael C. Williams (der.), Critical Security Studies: Concepts and Cases, Minneapolis, University of Minnesota Press, 1997. (ss. 121-146)

BACEVICH, Andrew. American Empire: The Realities and Consequences of U.S. Diplomacy, Harvard University Press, 2004.

BAYLIS, John. “Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavramı”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 5, Sayı 18, Yaz 2008. (ss. 69-85)

BEST, Anthony ve diğerleri. International History of the Twentieth Century and Beyond, New York, Routledge, 2008.

BİLGİN, Pınar, BOOTH, Ken ve JONES, Richard Wyn. “Security Studies: The Next Stage?” Naçao e Defesa, Cilt 84, Sayı 2, Kış 1998. (ss. 131-157)

BİLGİN, Pınar. Regional Security in the Middle East: A Critical Perspective, New York, Routledge, 2005.

BİLGİN, Pınar. “Critical Theory”, Paul D. Williams (der.), Security Studies: An Introduction, New York, Routledge, 2008. (ss. 89-102)

BİLGİN, Pınar. “Dünya Literatürü ve Uygulamasında Güvenlik Sektörü: “Devlet Merkezli” Güvenlikten “Yurttaş-Merkezli” Güvenliğe Doğru Mu?” Ümit Cizre ve İbrahim Cerrah (der.), Güvenlik Sektörü Yönetişimi: Türkiye ve Avrupa, Güvenlik Sektörü Çalışmalar Dizisi-4, İstanbul, DECAF-TESEV, 2008.

BİLGİN, Pınar, “Güvenlik Çalışmalarında Yeni Açılımlar: Yeni Güvenlik Çalışmaları”, Stratejik Araştırmalar, Cilt 8, Sayı 14, Ocak 2010. (ss. 69-96)

BİLGİN, Pınar ve MORTON, Adam David. “Rethinking State Failure: The Political Economy of Security”, Daniel Lambach and Tobias Debiel (der.), State Failure Revisited I: Globalization of Security and Neighborhood Effects, INEF Report 87, 2007.

BOOTH, Ken. “Security in Anarchy: Utopian Realism in Theory and Practice”, International Affairs, Cilt 67, Sayı 3, Temmuz 1991. (ss. 527-545)

150 Uluslararası İlişkilerde Güvenlik

BOOTH, Ken. “Security and Emancipation”, Review of International Studies, Cilt 17, Sayı 4, Ekim 1991. (ss. 313-326)

BOOTH, Ken. “Dare not to Know: International Relations Theory versus the Future”, Ken Booth ve Steve Smith (der.), International Relations Theory Today, Cambridge, Polity Press, [1996] 2010. (ss. 238-250)

BOOTH, Ken. “Security and Self Reflections of a Fallen Realist”, Keith Krause ve Michael C. Williams (der.), Critical Security Studies: Concepts and Cases, Minneapolis, University of Minnesota Press, 1997. (ss. 83-119)

BOOTH, Ken. “Two Terrors One Problem”, Ersel Aydinli ve James N. Rosenau (der.), Globalisation, Security, and the Nation-State: Paradigms in Transition, Albany, State University of New York Press, 2005. (ss. 27-48)

BOOTH, Ken. Theory of World Security, Cambridge, Cambridge University Press, 2007.

BOOTH, Ken ve WHEELER, Nicholas. Security Dilemma Fear, Cooperation, and Trust in World Politics, New York, Palgrave Macmillan, 2008.

BOZDAĞLIOĞLU, Yücel ve ÖZEN, Çınar. “Liberalizmden Neoliberalizme Güç Olgusu ve Sistemik Bağımlılık”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 4, Kış 2004. (ss. 59-79)

BUZAN, Barry. Peoples, States and Fear: The National Security Problem in International Relations, Sussex, Wheatsheaf Books, 1983.

BUZAN, Barry. People, States and Fear: An Agenda for International Security Studies in the Post Cold War Era, Rienner Publishing Company, 1991.

BUZAN, Barry ve WAEVER, Ole. Regions and Powers: The Structure of International Security, Cambridge University Press, 2004.

BUZAN, Barry ve HANSEN, Lene. The Evolution of International Security Studies, Cambridge, Cambridge University Press, 2009.

BRONNER, Stephen Eric. Reclaiming the Enlightenment: Toward a Politics of Radical Engagement, Columbia University Press, 2006.

CASE Collective, “Critical Approaches to Security in Europe A Networked Manifesto”, Security Dialogue, Cilt 37, Sayı 4, Aralık 2006. (ss. 443-487)

COX, Robert W. “Social Forces, States and World Orders: Beyond International Relations Theory”, Millennium Journal of International Studies, Cilt 10, Sayı 2, Haziran 1981. (ss. 126-155)

CLARKE, Simon. “Marxism, Sociology and Poulantzas’s Theory of the State”, Capital and Class, Sayı 2, 1977.

DİRLİK, Arif. The Postcolonial Aura: Third World Criticism in the Age of Global Capitalism, Boulder CO., Westview Press, 1997.

Eleştirel Teori ve Güvenlik: Kimin İçin Güvenlik? 151

EAGLETON, Terry. Why Marx Was Right, Yale University Press, 2012.

ERIC BRONNER, Stephen. Critical Theory: A Very Short Introduction, New York, Oxford Unversity Press, 2011.

GILL, Stephen. “National In/Security on a Universal Scale”, Isabella Bakker ve Stephen Gill (der.), Power, Production and Social Reproduction: Human In/security in the Global Political Economy, New York, Palgrave, 2003. (ss. 208-223)

GILL, Stephen. Power and Resistance in the New World Order, New York, Palgrave Macmillan, 2008.

HARVEY, David. A Brief History of Neoliberalism, New York, Oxford University Press, 2007.

HOLSTI, K. J. “Scholarship in an Era of Anxiety: the Study of International Politics During the Cold War”, Tim Dunne, Michael Cox ve Ken Booth (der.), The Eighty Years’ Crisis: International Relations 1919-1999, Camdridge, Cambridge University Press, 1999.

IKENBERRY, John G. “The Myth of Post-Cold War Chaos”, Foreign Affairs, Cilt 75, Sayı 3, Mayıs/Haziran 1996. (ss. 79-91)

IKENBERRY, John G. “America’s Imperial Ambitions”, Foreign Affairs, Cilt 81, Sayı 5, Eylül/Ekim 2002. (ss. 44-60)

IKENBERRY, John G. “Power and Liberal Order: America’s Postwar World Order in Transition”, International Relations of the Asia-Pacific, Cilt 5, Sayı 2, 2005. (ss. 133-152)

JACKSON, Robert. Classical and Modern Thought on International Relations: From Anarchy to Cosmopolis, New York, Palgrave Macmillan, 2005.

JAMESON, Fredric. Postmodernism, or, The Cultural Logic of Late Capitalism, London, Verso, 1991.

KAYGUSUZ, Özlem. “Küreselleşme ve Ulusal Güvenlik Devleti: Geri Dönüş Mümkün Mü? Mülkiye, Cilt 31, Sayı 255, 2007. (ss. 137-153)

KRAUSE, Keith and WILLIAMS, Michael C. (der.), Critical Security Studies: Concepts and Cases, New York, Routledge, 1997.

KURKI, Milja ve WIGHT, Colin. “International Relations and Social Science”, Tim Dunne, Milja Kurki ve Steve Smith (der.), International Relations Theories: Discipline and Diversity, New York, Oxford University Press, 2013. (ss. 14-35)

KLEIN, Naomi. The Shock Doctrine: the Rise of the Disaster Capitalism, Metropolitan Books, 2007.

152 Uluslararası İlişkilerde Güvenlik

LENIN, V. I. “The Marxist Doctrine”, Stewart Smith (der.), Collected Works Volume 21, Moscow, Progress Publishers, 1974. http://www.marxists.org/archive//lenin/works/1914/granat/ch02.htm

LIPSCHUTZ, Ronnie D. (der.). On Security, New York, Columbia University Press, 1998.

LIPSCHUTZ, Ronnie D. After Authority: War, Peace, and Global Politics in the 21st Century, Albany, State University of New York Press, 2000.

MARX ve ENGELS. Selected Works: Volume One, Moscow, Progress Publishers, 1969. https://www.marxists.org/archive/marx/works/1845/theses/theses.htm

MCCORMACK, Tara. Critique, Security and Power: The Political Limits to Emancipatory Approaches, New York, Routledge, 2010.

MEARSHEIMER, John. “Back to the Future: Instability in Europe After the Cold War”, International Security, Cilt 15, Sayı 1, Yaz 1990. (ss. 5-56)

MUTIMER, David. “Critical security studies”, Myriam Dunn Cavelty ve Victor Mauer (der.), The Routledge Handbook of Security Studies, New York, Routledge, 2010.

MUNSTER, Rens Van. “Review of Ken Booth, “’Theory of World Security’”, Cambridge Review of International Affairs, Cilt 21, Sayı 3, 2008, (ss. 437-450)

ÖZDEMİR, Ali Murat. “Kolektif Emperyalizm ve Orta Doğu”, 21. Yüzyılda Sosyal Bilimler, Sayı 2, Aralık/Ocak/Şubat 2012-2013.

PANITCH, Leo ve GINDIN, Sam. “Global Capitalism and American Empire”, Leo Panitch ve Colin Leys (der.), Socialist Register 2004: The New Imperial Challenge, Cilt 40, London, Merlin Press, Ekim 2003. (ss. 1-42)

PANITCH, Leo ve GIDIN, Sam. The Making of Global Capitalism: The Political Economy of American Empire, London, Verso, 2012.

POLANYI, Karl. The Great Transformation: the Political and Economic Origins of Our Time, Boston, Beacon Press, 2001.

POULANTZAS, Nicos. “The Problem of the Capitalist State, New Left Review, Sayı I/58, Kasım-Aralık, 1969. (ss. 67-78)

ROBINSON, William I. “Globalization, the World System, and "Democracy Promotion" in U. S. Foreign Policy”, Theory and Society, Cilt 25, Sayı 5, Ekim 1996. (ss. 616-665)

ROBINSON, William I. “Küresel Kapitalizm ve Ulusötesi Kapitalist Hegemonya: Kuramsal Notlar ve Görgül Deliller”, Praksis, Sayı 8, Güz 2002. (ss. 125-168)

Eleştirel Teori ve Güvenlik: Kimin İçin Güvenlik? 153

ROBINSON, William I. “The Global Capital Leviathan”, Radical Philosophy, Sayı 165, Ocak/Şubat 2011. (ss. 2-6)

ROSENAU, Pauline Marie. Post-modernism and the Social Science: Insights, Inroads, and Intrusions, New Jersey, Princeton University Press, 1992.

RUGGIE, John. “International Regimes, Transactions, and Change: Embedded Liberalism in the Postwar Economic System” International Organization, Cilt 36, Sayı 2, 1982. (ss. 379-415)

SAAD-FILHO, Alfredo ve JOHNSTON, Deborah (der.). Neoliberalizm: Muhalif Bir Seçki, Şeyda Başlı ve Tuncel Öncel (çev.), İstanbul, Yordam, 2014.

SMITH, Steve, BOOTH, Ken ve ZALEWSKI, Marysia (der.). International Theory: Positivism and Beyond, Cambridge, Cambridge University Press, 1996.

SMITH, Steve. “The Increasing Insecurity of Security Studies: Conceptualizing Security in the Last Twenty Years”, Contemporary Security Policy, Cilt 20, Sayı 3, 1999. (ss. 72-101)

TICKNER, J. Ann. “Re-visioning Security”, Ken Booth ve Steve Smith (der.), International Relations Theory Today, Cambridge, Cambridge University Press, 1995.

TOOZE, Roger. “The Missing Link: Security, Critical International Political Economy, and Community”, Ken Booth (der.), Critical Security Studies and World Politics, Boulder, Lynne Rienner, 2005. (ss. 133-158)

WAEVER, Ole. “Securitization and Desecuritisation”, Ronnie D. Lipschutz (der.), On Security, New York, Columbia University Press, 1998. (ss. 46-87)

WAEVER, Ole. “Aberystwyth, Paris, Copenhagen, New ‘Schools’ in Security Theory and Origins between Core and Periphery.” Paper presented at the 45th Annual Convention of the International Studies Association, Montreal, Canada, 20/03/2004.

WALLERSTEIN, Immanuel. “Globalization or the Age of Transition? A Long-Term View of the Trajectory of the World System”, International Sociology, Cilt 15, Sayı 2, Haziran 2000, (ss. 251-267)

WALLERSTEIN, Immanuel. Amerikan Gücünün Gerileyişi: Kaotik Bir Dünyada ABD, Tuncay Birkan (çev.), İstanbul, Metis, 2004.

WALT, Stephen. “The Renaissance of Security Studies”, International Studies Quarterly, Cilt 35, Sayı 2, Haziran 1991, (ss. 211-239)

WALTZ, Kenneth N. Man, the State and War: A Theoretical Analysis, New York, Columbia University Press, [1954] 2001.

154 Uluslararası İlişkilerde Güvenlik

WALTZ, Kenneth N. Theory of International Politics, Reading, Addison Wesley, 1979.

WALTZ, Kenneth N. “Structural Realism after the Cold War”, International Security, Cilt 25, Sayı 1, Yaz 2000, (ss. 5-41)

WIGHT, Martin. “Why is There No International Theory?” Andrew Linklater (der.), International Relations: Critical Concepts in Political Science, Cilt 1, New York, Routledge, 2000.

WYN JONES, Richard. “’Message in a Bottle’? Theory and Praxis in Critical Security Studies”, Contemporary Security Policy, Cilt 16, Sayı 3, 1995. (ss. 299-313)

WYN JONES, Richard. Security, Strategy, and Critical Theory, Boulder CO., Lynne Rienner, 1999.

YOUNG-BRUEHL, Elisabeth. Hannah Arendt. For Love of the World, London, Yale University Press, 1984.

UZGEL, İlhan. “Yeni Dünya Düzeni, Yeni Yugoslavya ve Miloseviç Dönemin Sonu”, Mülkiye, Cilt 24, Sayı 225, 2000. (ss. 110-118)

UZGEL, İlhan. Ulusal Çıkar ve Dış Politika, Ankara, İmge, 2004.

ZABCI, Filiz. “Yeni Savaşların Gizli Yüzü: Özel Askeri Şirketler”, Mülkiye, Cilt 28, Sayı 243, 2004. (ss. 21-49)