1
Gürdal Aksoy
Haritada Bir ‘Masumiyet’ Müzesi: Anadolu Harita ve Müzelerde Ulusal Mekân Tasavvuru Üzerine
© Gürdal Aksoy
Ağustos 2015
2
Haritada Bir ‘Masumiyet’ Müzesi: Anadolu1
Harita ve Müzelerde Ulusal Mekân Tasavvuru Üzerine
Gürdal Aksoy
Haritalardaki Milliyetcilik ve Anadolu Haritalari
Milliyetciliklerin referans aldiklari ulusu metinsel ve gorsel olarak
kurgulanmis bir anlatinin merkezine yerlestirdikleri bilinmektedir. Ulus böylece
kismen kendi iradesinden bagimsiz olarak her yerde kendini gosterir; tarih
kitaplarinda ve siyasal mitoslarda oldugu kadar haritalarda ve arkeoloji müzelerinde...
Son otuz yilda sikca ifade edildigi uzere uluslar „hayal edilmis topluluklar‟sa,
haritalar ve onlar kadar onemli bir yer tutan müzeler de bu „gorunmez‟ topluluklarin
gorulebilen gostergeleri olmalidirlar. Dahasi, haritalar ve arkeoloji müzeleri ulusal
projeleri bir bicimde bir mesruiyet zeminine oturturlar ki, her ikisinin uluslarin insa
sureclerindeki rollerine cesitli boyutlariyla deginilmistir. Gerek haritaciligin, gerekse
arkeoloji müzelerinin ulus insasindaki rolleri, burada köprü mecazi araciligiyla
somutlastirilarak, Anadolu kavrami ve Anadoluculuk baglaminda irdelenmeye
calisilacaktir. Zira müze ve haritalarin uluslarin tahayyullerinde oynadiklari bu etkin
rolleri bir metafor olarak köprüde bulusmaktadir.
Bilindigi uzere arkeoloji ulus-oncesi toponomiye ihtiyac duysa da, paradoksal
olarak pek cok kez ulus patentli cografi terimleri alintilamaya gereksinim
duymaktadir. Bu terimler Anadolu, İran, Suriye ve Irak gibi etnik acidan anonimlik de
tasiyorlarsa, zamanla vazgecilmesi guc kavramlara donusebilirler. Bugun basta
Anadolu olmak uzere adi gecen cografi terimlerin böyle bir potansiyele sahip
olduklari ve ulusal amaclar dogrultusunda kullanildiklari aciktir. Oyle ki zamanla
birer ulke adina donusturulen bu cografi adlarin pre-modern ve hatta arkaik
donemlere teşmil edilmeleriyle köprünun tarihsel temelleri atilmis olur. Bir sonraki
1 Bu makale „Harita Emperyalizmi, Arkeoloji Müzeleri ve Bir Somurgenin Farkli Adlari Uzerine‟
basligiyla 11 Agustos 2003 tarihinde Rizgari Online Forum‟da ve ayrica Rizgari website‟in ana
sayfasinda yayimlanmistir. Sonrasinda Halklar Hapishanesi Anadolu (2002) adli calismamin kapsamli
yeni bir baskisi için yeniden gozden gecirilerek duzenlenmistir. Buradaki son haliyle tarafimca tekrar
gozden gecirilmistir (Agustos 2015).
3
asamada ya da eszamanli olarak soz konusu metafor devreye girerek, adi gecen sun‟î
cografyalar uygarliklari birbirlerine baglayan bir köprü, bir merkez olarak takdim
edilirler. Dolayisiyla köprü burada bir kulturel etkilesim kavsagi ve bir gecis yeri
kadar bir birlesme noktasi olarak merkezi de simgelemektedir. Böylece cografi anlam
kulturel ve ulusal olana donusmekte ve ulusun mensuplarina aidiyetin onemi
hissettirilmektedir. Bu nedenle köprü metaforu yalnizca Anadolu için degil, diger
ulusal cografya sablonlarina da yarayacak sekilde yaygin olarak kullanilagelmistir.
Konuyla ilgili oldugu için kaydediyorum; İran pek cok kez Yakindogu ile Orta
Asya arasinda kulturel bir köprü olarak nitelenmekteyken, ayni sekilde Filistin Suriye
ile Mısır; Mısır Asya ile Afrika; Guney Kore Çin ile Japonya; Bosna Hersek İslam ile
Hiristiyan Bati, Yunanistan ise yine Dogu ile Bati arasinda kulturel bir köprü olarak
var sayilmistir (Mısır için bkz. Godlewska 1995: 9). Wolfgang Röllig MÖ. 10 ila 8.
yy’larda Dogu ve Bati Arasinda Yunanistan baslikli bir derleme kitapta yayimlanan
„Dogu ile Bati Arasinda Bir Köprü Olarak Kucuk Asya‟ adli makalesinde, Suriye‟nin
Mezopotamya, Kucuk Asya ve Mısır arasinda bir köprü ulke oldugunu yazmistir ki,
yazar belki de farkinda olmaksizin tam anlamiyla mizahi bir duruma yol acmistir
(Röllig 1992: 94). Bu kadarla da degil, kimileri de Suriye‟nin Asya ve Afrika, Firat ve
Nil arasinda kalan, bir yaniyla Dogu dunyasina, Akdenizdeki limanlari araciligiyla da
Bati dunyasina baglanabilen bir köprü oldugunu dusunmektedir (Van Deursen 1935:
44).
Benzer bir gorus Rusya için de one surulmustur. Nitekim Carr, Rusya‟nin
Avrupa‟nin bir parcasi olup olmadigi konusunda tarihciler arasinda hararetli bir
tartismanin varligindan soz etmektedir (Carr 1996: 73). Bir yaklasima gore, Rusya
Asya ile Avrupa arasinda bir baglanti noktasi, bir baska ifadeyle bir köprüdur. Ustelik
yalnizca fizikî cografya acisindan degil, kulturel ve ekonomik olarak da böyledir
(Mcdonald 1997: 9). Alman ve Rus cografyacilar 18 ve 19. yy‟larda Rusya‟yi
„Avrupaî Rusya‟ ile „Asyatik Rusya‟ diye ikiye ayirmislardi. Bu ayrima gore, Ural
daglari Avrupaî Rusya‟nin dogu sinirini olusturuyordu (Vernadsky ty: 12). Asya
uzerine ilk Sovyet otoritelerinden sayilan Georgi Safarov, Rusya‟nin Dogu ile Bati
arasinda bir köprü oldugu temasini ilk kez ayrintilandiranlardan biriydi. Safarov
Rusya‟nin Avrupa‟da yari Asyali, Asya‟da ise yari Avrupali olarak goruldugune isaret
4
ediyordu (Laqueur 1959: 9).2 Dostoyevski bile Bir Yazarin Gunlugu‟nde soyle
demisti:
„Rusya sadece Avrupada degil, ayni zamanda Asyadadir; ve bir Rus sadece bir
Avrupali degil, fakat ayni zamanda Asyalidir. Bununla birlikte, Rusya için
Avrupadan cok Asyada daha fazla umut vardir. Asya belki de gelecekte bizim için en
iyi cikis yeridir‟ (Eudin-North 1957: 3)
Bir internet sitesinde rastladigim Costa Rica‟da turizm ile ilgili bir arastirma
metninde ise, Orta Amerika‟nin „köprü‟ pozisyonunu gosteren bir haritayla birlikte su
aciklamaya yer verilmisti: Orta Amerika cografi, lojistik, ekonomik ve kulturel bir
köprü durumundadir. Herseyden once onun dogal konumunun buna elverdigi, cunku
Kuzey ve Guney Amerika arasinda bag olusturdugu, yine Pasifik ve Atlantik
okyanuslari arasinda da yer almakla Avrupa ve Asya‟nin merkezinde oldugu
vurgulaniyordu. Ayrica Latin Amerika, Kuzey Amerika ve Avrupa‟nin farkli dil ve
kulturleri acisindan bir köprü olduguna da deginilmisti. Bu ornekten de
anlasilmaktadir ki, köprü metaforunun baslica referans noktalarindan biri de onun
merkezi temsil etmesidir3. Kaldi ki, soz konusu bolge cografi konumuyla haritaya
aktarilirken, haritanin cizimi bu anlayisa gore yapilmisti. Sozgelimi kitalar haritada
Orta Amerika‟nin merkezi konumunu acikca gosterebilecek sekilde ayarlanmisti (bkz.
Inman-Mesa-Flores-Prado 2002).
2 Bu bakis acisina gore, Ekim devriminin Dogu ile Bati‟nin fay hattinda meydana geldigi soylenebilir. Bu kirilma
noktasi donemin siyasal egilimlerinin sekillenmesinde etkili olmustu. Sozgelimi Gurcu lider Zhordaniia
Bolsevikleri „Asyali sosyalistler‟ olarak adlandirmisken, karsitlari olan Mensevikler ise, ona gore „Avrupalilar‟di.
Devrimin liderleri arasinda ise, bir adlandirmanin otesinde farkli bakislar sozkonusuydu. Laqueur‟a gore, Lenin
Asya ile daha ilgiliydi: 1908 ve 1913‟de “Dogu” ile ilgili birkac deneme kaleme almisti ki, bunlardan biri „Gerici
Avrupa ve Ilerici Asya‟ adini tasiyordu. Sovyetlerin uluslar komiseri Stalin de ayni egilimi tasiyordu. Ilk
makalelerinden biri „Dogu’yu Unutma!‟ idi. Ancak ne Trotsky, ne de Zinovyev (Baku‟deki kurultayda yer
almasina ragmen), Kamenev, Bukharin, Rykov ve digerleri Dogu‟daki olaylarla pek ilgili degillerdi. Yine de
Laqueur‟a gore, Lenin‟in cagdaslari olan diger sosyalistlere gore (Kautsky, Bernstein ya da Rosa Luxemburg)
daha cok Asya bilinci tasidigini dusunmek zordur. Kaldi ki, donemin bazi liberalleri bile Asya‟nin asamali olarak
dunya politikasinda kararli ve aktif olarak ortaya cikacagina inanmislardi (Laqueur 1959: 9-10). Benzer bir
jeopolitik sekillenmenin Hirvatlar için de gecerli oldugu soylenmistir. Stanko Guldescu History of Medieval
Croatia adli calismasinda, Hirvatistan‟in merkezi Avrupa ile Balkanlar arasinda bir sinir ulke oldugunu, bu cografi
dualizmin de politik tarihe yansidigini belirtmistir (Guldescu 1964: 11).
3 Merkez olma, ayni zamanda iki nokta arasinda sınır olma durumunu da ifade etmektedir.
5
Ait oldugu cografyayi merkeze alma ve bunu haritalar uzerinde gosterme
siyaseti, belirtildigine gore „soguk savas‟ yillarinda ABD‟li ve SSCB‟li haritacilar
tarafindan sıkça yapilmis, her iki taraf da kendi topraklarini oldugundan daha buyuk
gostererek, haritalar uzerinde dahi dunyaya egemen olma gayreti içinde olmuslardi
(Armagan 2003: 98). 1987‟de Iwo Pogonowski tarafindan hazirlanan ve New York‟da
yayimlanan Poland, A Historical Atlas adli yapit da bu tur propaganda unsurlari
bakimindan hayli zengin sayilabilir ki, kitabin arka kapaginda yer alan sukran
ifadelerine bakilirsa, calismanin ortaya cikmasinda Zbigniew Brezinski‟nin de
yardimlari olmustur. Pogonowski, Bati Avrupa‟nin kaderi acisindan onemli oldugunu
belirttigi Polonya‟yi „Avrupa’nin ortasi‟ (the middle of Europe) olarak nitelerken,
yayimladigi bir duzine haritayla Bati uygarliginin onemli bir siniri olarak Polonya‟nin
savas doneminde komunizme karsi temel bariyer oldugunu savunuyordu (Black 1997:
161).
Her ne kadar bu tur ornekler, arka plandaki amacin salt politik nitelikli oldugunu
dusundurtse de, dinler tarihcisi Mircea Eliade‟nin uzerinde onemle durdugu merkez
simgeciliginin de payi olsa gerektir. Kendi cografyasini merkeze koyma ya da merkez
addetme olarak ozetlenebilen ve Omphalos sendromu olarak adlandirilan bu egilim,
kendisini antik donem haritalarinda da gostermistir. Babillilerin dunya haritasinda
Babil, Çinlilerinkinde Çin, Elenlerinkinde Delphi, Islami haritalarda Mekke,
Hiristiyanlarin dunya haritalarinda ise, Kudüs dunyanin „merkez‟i gosterilmistir
(Harley 2001: 66; ayrica bkz. Bagrow 1964). 17. yy‟a ait bir Fars dunya haritasinda
ise, Fars ulkesi yedi iklime ayrilmis olan dunyanin merkezinde yer alirken, Habeşistan
(Afrika) batida, Cin doguda, Buhara ve Kasgar kuzeyde, onun otesinde ise Yecüc ve
Mecüc yer almistir. Avrupa ise, haritada Farang (Frenk) olarak gecer (Bagrow 1964:
208-9). Kisacasi, köprü metaforu araciligiyla belirli bir cografyanin merkeze alinmasi,
yalnizca ne modern donemlere ozgu, ne de belirtilen ulusal mekanlarla sınırlı bir
yaklasimdir.
Merkezin onemi, haritaya konu olan cografyanin hic degilse komsularina gore
daha buyuk gosterilmesi araciligiyla da vurgulanabilmektedir. Bu ve bunun gibi pek
cok faktor, bu alanda „kartografik pozitivizm‟in artik eskisi gibi taraftar
6
bulamayacaginin habercisi olmustur.4 1945‟ten itibaren haritaciliktaki
Avrupamerkezcilik sorunu, Black‟in de belirttigi gibi artan bir bicimde farkedilmeye
baslandi (Black 1997: 199);5 ancak diger alanlarda oldugu gibi, burada da suregelen
kimi aliskanliklar kolayca terkedilmiyor. Sozgelimi, tarih kitaplarinda hâlâ I. Dünya
savasindan soz edilmektedir. Oysa savasin vukuu buldugu yer butun bir dünya degil,
Avrupa‟nin bir bolumu ile birkac devletin sahasinda gerceklesmisti. Bu nedenle ona
Dunya savasi demek, Kundera‟nın da isaret ettigi gibi -en azindan cografi icerigiyle-
yanlis bir adlandirma olacaktir (Kundera 1989: 35). Fakat kimileri ise, son kertede
Japonya ve Amerika‟nin da savasa katilmalariyla savasin yuzunu butun kitalarda
gostermis olmasindan oturu, artik onun bir Dunya savasi olarak adlandirilabilecegini
one surmektedirler.6
Köprü mecaziyla ilgili butun bu orneklerin en populer olanlarindan biri
Anadolu‟dur. O gerek Türklerin, gerekse Avrupalilarin ve baska ulke insanlarinin
nazarinda bir kulturel köprü var sayilagelmistir. Daha 1920‟li yillarin sonunda
Anadolu‟nun Bati ile Dogu arasindaki bir köprü oldugu seklindeki mecaz Türk
basininda yaygin olarak kullanilmaya baslanmisti (Georgeon 1990: 40). Bu mecaz
Türk sagindan soluna dek bir miras olarak bugune dek aktarildi. Oyle ki, Türk
sosyalistlerinin onemli bir kesimi dahi yakin bir zamana dek, Ermenistan ve
Kürdistan‟i coktan unutmus olarak bu köprünun medeniyetler ya da uluslar arasindaki
muhtesem islevine atifta bulunup durdular. Nitekim Sosyalizm ve Toplumsal
Mucadeleler Ansiklopedisi‟nde (C. 8, s. 2465, Istanbul 1988: Iletisim) bu milli klise
kendisine soyle yer bulmustur:
4 Harley, Foucault‟nun bilim ve ideoloji arasinda bir ayrim yapmayi reddetmekle, kendisini geleneksel
Marksizmin bilgi kategorileri arasinda bu ayrimi yapanlardan ayirdigini belirtir ve benzer bir bicimde „propaganda
haritalari‟ ve „gercek haritalar‟ arasinda bir ayrim yapmanin da bu pozitivist gelenegin devami olacagina isaret
eder (Harley 2001: 251, dn. 102). Haritalar cesitli ideolojiler tarafindan kosullanmis olsalar da, kuskusuz bu
onlarin tumuyle gerceklik disi oldugu anlamina da gelmez.
5 Dunya haritalarinin cogunda Avrupa dunyanin merkezinde yer alir (Eriksen 2002: 105). Cunku Pannikar‟in cok
onceden belirttigi gibi, Avrupa hâlâ kendisini dunyanin merkezi olarak gormektedir. Bu, Avrupa‟nin basta Asya ve
Afrika uzerindeki egemenligini kurgulayan ve onceleri „Europo-centrism‟ ya da „Europacentrisme‟ olarak, ancak
artik „Euro-centrism‟ olarak adlandirdiklari ideolojinin merkezi ogesidir (bkz. Pannikar 1962; Amin, 1993; Sevket
Sureyya 1932). Oysa dunyanin merkezinde olusu bir yana, Avrupa‟nin bir kıta olusu bile tartismalidir.
6 Savasin nesnesi (cografya) kadar, savasi baslatan ve yuruten oznelerin (emperyalistler) kimler oldugu ve hangi
amaclari tasidiklari da dikkate alinmalidir. Boyle olunca 1. Emperyalist Paylasim Savasi kavramlastirmasi gercege
daha yakin gorunur.
7
„Anadolu tarihin en eski donemlerinden beri halklarin bulustugu, kaynastigi, karsi
karsiya geldigi bir köprü olagelmistir.‟
Server Tanilli de kaleme aldigi Uygarlik Tarihi‟nde ayni anlayisi tekrarlar:
„Daha ilkcagdan baslayarak da Doguyla Bati arasinda surgit bir köprü olmustur
Anadolu.‟ (Tanilli 1984: 117)
Bu tur ifadeler Türk tarih ya da cografya ders kitaplarinda daha sık gorulur.
Lise son sinif ogrencileri için hazirlanmis 1972 tarihli Türkiye Cografyasi adli ders
kitabinda su ifadelere rastlanmaktadir:
„… yuzey sekilleri bakimindan memleketimiz On Asya ile Avrupa arasinda ancak
Bogazlar ve Marmara bolgesinde zayif bir sekilde kesintiye ugrayan bir köprü
durumundadir. Her iki kitanin daglari iste bu köprü uzerinden birbirine baglanmakta,
Asya‟dan batiya dogru ilerleyen genc kivrimli daglar kusagi bu köprü boyunca guney
Avrupa‟ya dogru uzanmaktadir.‟ (Erinc-Ongor 1972: 12)
Köprü metaforuyla birlikte, resmi Türkiye cografyasinin dunya uzerindeki
konumu da Türk cografyacilarinca merkezlestirilmeye calisilmistir. Ayni kitabin
hemen baslarinda soyle deniliyor: „…memleketimiz kuzey yarimkurede ve kutup
noktasi ile ekvator arasindaki mesafenin hemen hemen ortasindadir. Gercekte
ekvatora biraz yakindir.‟ Bir sonraki sayfada meram daha net olarak vurgulaniyor:
„Türkiye, Eski Dunya kitalarinin hemen hemen geometrik merkezindedir.‟(Erinc-
Ongor 1972: 5-6)
Ayni sekilde Ermenistan ve Kürdistan‟i da içine alan bicimde betimlenen
Türkiye haritasinin tamamen bir dikdortgene benzemesi/benzetilmesi ve ustelik, bu
dikdortgenin kuzey ve guney enleri ile dogu ve bati boylarinin birbirlerine neredeyse
esitlenmis olmasi da olasi bir aldatmaca iceriyor gibidir. Nitekim Suriye siniri 877
km, Irak siniri 331 km ve resmi sinirlari itibariyle Türkiye en olarak da ortalama 1500
km uzunlugunda (en uzun nokta 1600 km‟den fazla) olduguna gore, Akdeniz kiyisi
girintisi cikintisi hesaba katilmasa, duz bir sekilde uzunlugu yaklasik 300 ya da
maksimum 400 km olacaktir. Suriye ve Irak siniri, Akdeniz kiyisi kadar girintili,
8
cikintili olmadigi ve toplam 1208 km‟yi buldugu halde, harita uzerinde bu iki sinirin
uzunlugu hemen hemen esitlenmis gibi gorunmektedir. Bir ders kitabinda yer alan su
ifadeler bunun anlatimi olsa gerektir:
„Türkiye’nin sekli bir dik dortgene benzer. Bu dortgenin uzun kenarlari, paralel
daireleri boyunca uzanir. Bu sekil benzeyisinden fayadalanarak, memleketimizin
yuzolcumunu kolayca, fakat kaba olarak hesaplamak mumkundur. Bunun için de ,
Türkiye‟nin dogu-bati ve kuzey-guney dogrultusundaki uzakliklarini birbirlerine
carpmak yeter. Fakat bu carpimdan cikacak sonuc Türkiye‟nin gercek
yuzolcumunden biraz farkli olacaktir. Gercekte memleketimizin alani 780.600
kilometre karedir.‟ (Erinc-Ongor 1972: 7) (abç)
Bu olasi mudahale ayni klisenin dogu ve bati boylari için de sozkonusu gibidir
ve nedense Türk dikdortgeninin bicim degistirmeye niyeti yok gibidir. Tipki
Italya‟nin bir cizmeye benzetilmesinde oldugu gibi, bu milli haritanin da bir sekil
araciligiyla kliselestirilmesi kollektif hafizalarda sureklilesmesine yaramaktadir.
Benzer bir bicimde Farslar İran‟i uyuyan bir kediye, Tunuslular Tunus‟u bir kadına,
Hollandalilar ise arslana benzetirler. Buradan bakildiginda, Kürdistan sorununun
kartografik temsili, herseyden once dunya haritasi uzerinde uyuyan bir kedi ile bir
dikdortgenin biraraya gelmis olmasi olarak tasvir edilebilir. Bir baska acidan,
dikdortgen ile buyuk bir ucgenin harita uzerinde biraraya gelisi de bu temsili ortaya
cikarir.7 Bununla birlikte, Kürdistan sorununun cozumu herhangi matematiksel bir
islem (bolme, toplama, cikarma ya da carpma) kadar basit degildir.
Etienne Copeaux Türk tarih ders kitaplarini konu alan arastirmasinda Türk
ulusal haritalarini da mercek altina almistir. Copeaux‟nun yorumladigi haritalar
arasinda bazi ikonografik ogelerin eklendigi haritalar da vardir. Bunlardan biri,
uzerinde bir asker ve bayrak figuru olan Türkiye haritasidir ki, ona gore „karsimizda
artik bir harita degil, duygulara seslenen bir imge vardir‟. Resmi Türkiye
cografyasinin seklinin dikdortgene benzeyisinden de yaralanilarak, cografyanin Türk
7 Cottam İran resmi cografyasini bir ucgene benzetmistir. Ona gore, İran cografi olarak kendini dunyaya buyuk bir
ucgen olarak sunar (Cottam 1979: 23). Lloyd ise, daglik yapisiyla bazilarinca Anadolu yarimadasina acik bir sol el
goruntusu verildigini yazmaktadir: „Toros daglari, ice dogru bukulmus basparmak gibidir; avuc ici cukur platoya,
avuc içinin dipteki cikintili kismi dogudaki dag kitlesine, parmaklar da alcala alcala bati yonunde giden ve yankisi
Ege adalarina kadar suren siradaglara benzetilmektedir‟ (Lloyd 1998: 2).
9
bayragina donusturuldugu bir baska harita vardir ki, uzerinde geleneksel kiyafetleriyle
bir nine ve dede, yanlarinda modern anne, baba ve cocuklar, onlarin da uzerinde butun
„ulusun babasi Atatürk‟ vardir (Copeaux 1998a). Bu da bir haritadan cok ulusal aile
fotografi gibidir. Ancak harita burada bu aileyi tamamlayan bir cüz olarak
kullanilmistir. Tarihsel anlatinin basit figürlerle kurgulandigi bu tür tematik haritalar
her yerde, ozellikle cocuklar için hazirlanmis kitaplarda yer almaktadirlar (bkz. Van
der Kooij 1984: 50-2).
Copeaux‟nun belirttigine gore, Türk haritasinin bayraklastirilmasina 1990
oncesinde pek rastlanilmamaktadir. Sanirim bu, PKK onculugunde gerilla
mucadelesinin doruga ulastigi donemle ilgili olmalidir. Tipki 1984 yilinda o doneme
dek ortaogretim tarih ders kitaplarinda kullanilan Anadolu adi yerine Türkiye adinin
ikame edilmesinde oldugu gibi (Aydın 2001: 60). Bu bir tesaduf muydu, kuskuluyum.
Zira o donem (1984) PKK gerilla savasina baslamisti ve Türkluk tehdit edildiginden,
Anadolu yerine onu daha acik ifade eden Türkiye adinin, yani cografyanin etnik
adinin one cikarilmasi gerekiyordu. Yine 1989‟dan bu yana tarih ders kitaplarindaki
haritalarda Bizans imparatorluguna yer verilmeyisi izlenen siyasetin bir parcasiydi.
Daha da ilginci, donemin Milli Egitim bakani olan Hasan Saglam tarafindan Ankara
valiligine gonderilen 21/03/1983 tarihli bir genelgede, ilgili bakanlikca da okullara
tavsiye edilmis olan bir tarih atlasinda gecen Ermenistan ve Armenia sozcuklerinin
silinmesi gerektigi seklindeki direktifti (Aydın 2001: 63).
Bir kez daha vurgulayacak olursam, haritalar „hayal edilmis‟ bu topluluklarin
gorsel gostergelerindendir. Ulke goruntusunun kollektif hafizada dondurulmasi ulusun
zihinlerdeki bekasi için sarttir. Bu sayede kliselesen „Türk vatani‟ ezeli ve ebedi bir
varlik gibi sunulmaktadir. Sunulan bu goruntu, alicilar tarafindan genellikle fotografik
gerceklik duzeyinde somut olarak algilandigindan, gercekligin birebir temsili olarak
dusunulurler. Fotograf uzerine yazarken, kapitalist toplumun goruntuler uzerine dayali
bir kulturu sart kostugunu belirten Susan Sontag, goruntulerin uretilmesinin bir
yonetme ideolojisi sunduguna isaret etmistir. Türkiye haritasi da bir goruntu olarak
Türklerin ulusal mekanini yonetilenlerin zihnine naksetmektedir; en basta da ulkeleri
ellerinden alinan Kürtlere… Bu goruntunun zihinlerdeki devamliligi için zaman
zaman nufusa dair kimi manipulatif haberler de yapilmaktadir. Niyet farkli olsa bile,
Türk basininda ordu kaynakli „gizli‟ arastirmalara atfen, Türkiye‟deki Kürt nufusunun
10
2020‟li yillarda Türklerin nufusunu asacagi yonundeki haberler, aslinda Kürt kollektif
zihniyetinde Türkiye sablonunu korumaya, saglamlastirmaya yaramaktadir.
Dolayisiyla, bu tur haberler ayni zamanda „Türk vatani‟ni Kürtlerin zihinsel
haritalarinda gelecege donuk sabitlestirme islevi gormektedirler.
Anadolu’nun Bir ‘Vatan’ Olarak Arkeolojik İnşası
Anadolu‟nun ya da herhangi baska bir cografyanin köprü oldugu seklindeki
yorumlar haritacilik kadar arkeolojinin de urunudur. 19. yy‟da Anadolu adi once
Osmanli entellektuelleri arasinda artan bir bicimde kullanilmaya basladiginda henuz
bugunku icerigine sahip degildi. Bu nedenle, onun Dogu ile Bati ya da Asya ile
Avrupa arasinda bir köprü oldugu dusuncesine pek rastlanmiyordu. Kuskusuz bunun
baska nedenleri de vardi. Herseyden once, Osmanli henuz Avrupa‟da Trakya‟ya
cekilecek kadar kuculmemisti. Dolayisiyla daha cok iki farkli cografya arasina
yerlestirilen köprünun bir mecaz olarak Osmanli‟nin sinirlari içinde kullanilmasi
dusunulemezdi.
Diger bir acidan, Türkculuk o donem henuz siyasal milliyetcilik olarak tam
olarak kristallesmemis ya da kendisini cok acik bir bicimde ortaya koymamis ve
sinirlarini kesin bir bicimde cizememisti. Fakat TC‟nin kurulusundan sonraki
donemlerde yapilan arkeolojik kazilarda elde edilen veriler biriktikce, Türk
milliyetciligi eldeki herseyi kendi perspektifine uygun olarak kullanmaya ve bu
dogrultuda anlamlandirmaya basladi. Zamanla Ermenistan ve Kürdistan‟i ve diger
kulturel cografyalari içine alarak genisleyen Anadolu sablonunun jeolojik
ozelliklerinin de bilinmesiyle, sablon bu haliyle dunya haritasi uzerinde artik bir
baglanti noktasi, bir köprü olarak sunulmaya baslandi. Ozellikle 1920‟li yillarin
sonunda, Türkiye‟nin Dogu ile Bati arasinda bir köprü oldugu fikri Türk basininda
sikca dile getirilmisti (Georgeon 1990: 40).8 Arka planda yine Batili arkeologlar
vardi. Onlarin bir kismi Anadolu kavramini resmi Türk cografyasiyla esitlerken, bir
8 Lloyd‟dan anlasildigina gore, köprü benzetmesi Anadolu yarimadasinin jeolojik ozellikleri bilindikten sonra
William Ramsay tarafindan yapilmistir. Yine Lloyd‟a gore, Herodot‟un MO. 5. yy‟da „kara köprüsu‟ gibi bir
kavrami anlamasi olanaksizdi. Cunku onun tasavvur ettigi yarimada, doguya dogru daralip gecilmez bir kistakta
son buluyordu (Lloyd 1998: 2-3). Köprü mecazinin ozellikle 1930‟lu yillarin Türk cografya kitaplarinda goruldugu
belirtilir. Bu konuda heuz yayimlanmamis bir calisma için bkz. Caliskan, Gulhanim-Isik, Oguz (1994) „A Nation
Its Geography in the making‟, ODTÜ Şehir ve Bolge Planlama Bolumu.
11
kismi henuz Ermenistan ve Kürdistan‟i icermeyecek anlamiyla kullaniyorlardi. Bu
ikinci anlamiyla Anadolu‟yu refere edenlerde de bir fikri homojenlik yoktu. Onlar da
yer yer Türk resmi sozlugundeki Anadolu‟yu benimsiyorlardi.
W. M. Ramsay, Elen (Grek) Uygarliginda Asyali Unsurlar adli yapitinda,
Anadolu‟nun Dogu ile Bati arasinda bir köprü oldugunu, bu bakimdan karsilikli
etkilesimlerin bu sahnede ortaya ciktigini soylemektedir. Ona gore, Orta Anadolu
platosu savaslarin meydana geldigi bir sahne oldugu kadar, bariscil, dostane alisveris
ve iliskilerin de meydana geldigi bir yerdi. Böyle oldugundan Kucuk Asya daima ne
Asyali, ne Avrupali olmus, yari Grek, yari Dogulu, gercekte ise „Greko-Asiatic‟
karisik bir uygarlik olagelmistir (Ramsay 1928: 302; ayrica bkz. Ramsay 1962: 24).
Ramsay ayni yapitinin onsozunde onemli bir gercege, Kucuk Asya‟nin tamami (yani,
yarimada) için kullanilan eski bir adin var olmadiginina isaret ediyor ve ekliyor; „o
asla bir butun degildi‟. Anadolu adini daima yarimada için kullandigini ve onun tam
anlamiyla Karamania‟dan ayri oldugunu soylemis olmasini da ayrica kaydetmek
gerekir.
Bir digeri, Hitit tarihi uzerine yazan John Garstang idi. Garstang Hitit
Imparatorlugu adli yapitinda, Kucuk Asya‟nin Asya ile Avrupa arasinda dogal bir
baglanti ulke oldugunu ve Anadolu popülasyonunun heterojen bir karaktere –Türkler,
Elenler, Ermeniler, Çerkesler ve Kürtler- sahip oldugunu yazmistir (Garstang 1929:
26, 38). Artik bu klise ifadeye arkeoloji ve antik tarih hakkindaki hemen her metinde
rastlamak mumkundu. Kürt W. Marek‟in C. W. Ceram takma adiyla yayimlamis
oldugu ve alaninda bilinen bir yapit haline gelen Tanrilarin Vatani Anadolu adli yapiti
da bunun izlerini tasimaktadir. Ceram kitabin girisinde, „Kucukasya dedigimiz
bugunku Türkiye,‟ diyor, „tarihin ilk caglarindan beri insan kitlelerinin gecis ulkesi,
cesitli uluslarin catistigi alan ve giderek içinde kaynayip eridigi bir pota olmustur.‟
(Ceram 1979: 9) (abç).
Aslinda köprü Ceram‟da ve diger pekcok arastirmacida oncelikle daha dar bir
alan uzerine konuslandirilmistir ki, bu alan Canakkale ve Istanbul bogazlari ya da
bugunku resmi icerigi disinda yalnizca yarimada olarak Kucuk Asya/Anadolu
olmaktadir. Nitekim Ceram da kitaba su cumlelerle basliyor:
12
„Cok eski zamanlarda genc Leander, sevgilisi Hero‟nun kollarina atilabilmek için her
gece Canakkale bogazini yuzerek gecerken, ayni zamanda Asya‟dan Avrupa‟ya
gecmis oluyordu. Greklerin Hellespont, Avrupalilarin Dardanel dedigi, bir yandan
Akdeniz‟e bir yandan Marmara‟ya acilan bu dar bogaz; bir su engeli degil,
Kucukasya ile Avrupa arasinda bir köprüdur.‟ (Ceram 1979: 9)
Benzer bir yaklasim daha yakin bir tarihte Macief Popko‟da gorulur. Popko bir
yandan Anadolu yarimadasinin Asya ile Avrupa arasinda bir köprü oldugunu
soylerken, ote yandan cok eski zamanlarda bile, Canakkale ve Istanbul bogazlarinin
dar gecitlerinin Balkanlardan gelen halklarin gocleri için bir engel olmadigini belirtir
(Popko 1995: 16). Bu yerlesik yargiya ragmen, onu belli baglamlarda tartismak
isteyen arkeologlar da yok degildir. D. H. French, „Anadolu; Köprü ya da Bariyer?‟
adli makalesinde, Anadolu‟nun arkeoloji literaturunde Dogu ile Bati arasinda cografi
ve kulturel bir köprü olduguna degindikten sonra, bu „apaciklik‟ karsisinda, bunun
neden böyle „apacik‟ goruldugunu, neden bir alternatifi olmadigini soruyor. French‟e
gore, bunun alternatifi onun bir bariyer olmasidir ki, bu belki cok daha gucludur. O
yine de sonucta Anadolu‟nun bir köprü kadar bir bariyer olusuna da isaret eder:
“the idea that Anatolia was the physical and cultural land-bridge between East and
West, a view that has never seriously, to my knowledge, been questioned by
archaeologists. Less frequently one hears or sees Anatolia describes in the
archaeological literature as a land-bridge, whether geographical or cultural, between
West ans East. No other assessment seems to have been made. Why? Anatolia the
land-bridge: the concept in the context of geography or culture is a corner-stone of
Near Eastern archaeology. The viewpoint is universally accepted. It is „so obvious‟.
Why should it be „so obvious‟? An alternative is to hand. Moreover, not simply an
alternative: in fact, an opposite. Was Anatolia a barrier?
The idea is perhaps too stark. Let us consider, then, a more accommodating
viewpoint, one not so direct nor so (apparently) neat: Anatolia could have been a
bridge and a barrier, sometimes one, sometimes the other. Sometimes both” (French
1986: 117)
Aslinda French‟den cok once, bir Türk arkeolog olan Tahsin Ozguc tarihsel ve
arkeolojik sorunlarin cozulmesi babinda, sozkonusu köprü mecazinin abartili olarak
kullanildigina isaret etmisti (Ozguc 1963: 28). Ahmet Unal ise, köprü nitelemesinin
13
tarihsel sureklilikte bir kopukluk olarak algilanabilecegi dusuncesiyle, bir baska
acidan buna itiraz etmistir. Unal‟a gore;
„genel kaninin aksine, bu ulkeyi köprü olarak kullanan kavimlerin sayisi oldukca
azdir. Yani, bir takim panbabilonistlerin ileri surdukleri gibi Anadolu sadece bir
köprü, bir gecis yeri, veya bagrinda bazi „dagli‟ kavimlerin peripheral kulturlerini
urettikleri bir mekan degildir (…) Köprü olma cografi konumuna ragmen, Anadolu
yerlesim tarihinde, kulturunde ve siyasi yapisinda sasilacak derecede bir devamlilik
vardir. Paleolitik cagdan itibaren Neolitik, Kalkolitik ve eski Tunc Caglarini
kapsayan cok uzun bir donemde, kucuk capta bazi ic ve dis goc ve isgaller onemli bir
kopukluk olmamis gibidir. Bir cok yerlesim yerindeki sureklilik veya bir devirden
oburune olan bariscil gecis, bu durumu acikca kanitlamaktadir.‟ (Ünal 1995: 367)
Ünal‟in yorumunda bir olcude Akurgal‟in gorusune de dokunan bir kritik gizli
gibidir. Zira Akurgal yukarida adi gecen makalesinde, Anadolu yarimadasinin cesitli
jeomorfolojik ozelliklerini siralarken, kuzey ve guneydeki siradaglardan baska,
dogudaki yuksek daglar ile guneydogudaki anti-toroslarin Anadolu‟da „kapali‟
bolgeler olusturmus oldugunu, bunlarin da degisik uygarliklarin gelismesine zemin
hazirladigini belirtmistir (Akurgal 1986: 22). Garstang „Dogu ve Bati Anadolu‟
arasinda yer alan bu cografi bariyer ve sinir isaretine deginmisken, kimi Türk
cografyacilari da Anadolu‟da daglarin cercevelemesiyle olusan „kurak ve disariya
kapali havzalar‟dan sozetmislerdir (Garstang 1929: 28; Erinc-Ongor 1972: 15).
Goruldugu uzere, kimi ayriksi fikirlere ragmen arkeoloji köprü metaforunun
insasinda onemli bir rol ustlenmistir. Farkli kulturler ya da farkli uygarliklarin
kesisme alani olarak tanimlanan bu alan, bu haliyle bile Türk milliyetcilerinin
arzularini tatmin edebilmistir. Köprü benzetmesinin bu kesim tarafindan bikip
usanmaksizin one surulmesinin nedenlerinden biri, ortuk ve dolayli bile olsa,
birlestirici imgesi araciligiyla yarimadanin Kürdistan ve Ermenistan‟i da içine alacak
sekilde genisletilebilmesidir. Böylece „Anadolu Dogu ile Bati arasinda bir köprüdur‟
seklindeki klise yargi, kisa zamanda Türk iktidarinin istahla kullandigi bir
formulasyona donusmustur. Köprüyü insa edenler gorunurde Avrupalilar olsa da,9
onu millilestirip siyasal bir isletmeye donusturenler Türk milliyetcileri olmustur.
9 Amin‟in belirttigine gore, Yunanistan‟i Bati, Misir, Mezopotamya ve İran‟i ise Dogu ile bir tutarak, sahte bir
karsitlik kurgusu yaratan dusunce Avrupamerkezci olduguna gore (Amin 1993: 49), Anadolu yarimadasinin Dogu
14
Bu milli isletme icte oldugu kadar dista da onemli avantajlar saglamaktadir.
TC‟nin son yillarda Avrupa Birligi‟ne tam uye olabilme yolunda kullandigi israrli
soylemlerden biri de, Türkiye‟nin uyeliginin kabuluyle ancak medeniyetlerin
bulusmasindan sozedilebilecegidir; yani, bugun de Anadolu cografyasinin Türk ulus
tarihindeki sunumuna uygun olarak bir köprü islevi gorebilecegidir.
Türk iktidari bu metafora dogrudan atifta bulundugunda, köprü bir yandan birlestirici
ve dolayisiyla butunlestirici isleviyle ice donuk homojenlestirme politikalarina
dayanak olmakta, ote yandan ise, bununla iliskili olarak disa donuk „savunmaci‟
soylemi („ic ve dis tehdit‟) rasyonalize etmektedir. Anadoluculugun bazi bicimlerinin
-ozellikle sol Kemalist Anadoluculuk- Sevr paranoyasi gibi dogrudan politik bir
paranoya tarafindan kosullanmis olmasi da, belli donemlerde bu mecaza fazlasiyla
abanilmasina yol acmistir. Nitekim 1980 sonrasi Türkiyesi‟nde okutulan cografya
ders kitaplarindan birinde soyle bir ifade goze carpmaktadir:
“Biz Türkler dil, din, yurt, tarih ve ulku birligine sahip homojen bir milletiz ve daima
yurtta ve dunyada baris ve kardeslik isteriz. Buna karsin bizim birligimizi bozmak,
kulturel zenginligimiz olan farkli etnik ve dinsel kimliklerimizi kullanip ic tehdit
yaratarak bizi icten yikmak isteyen bir takim gizli gucler vardir. Bu gizli gucler hem
kahraman ve guclu Türk milleti, hem de Türkiye‟nin cografi konumu karsisindaki
caresizlikleri nedeniyle bize kin beslemektedirler. Türkiye cogu kez birbirine cok da
dost olmayan onemli yapilar arasinda ‘köprü’ gorevi gordugunden, bu dis guclerin
gozleri uzerimizdedir.” (Caliskan 1994: 165-7) (abç)
Anadolu Medeniyetleri Müzesi
ve Bir Ulusun Otoktonluk Figürü Olarak Hititler
Goruldugu uzere, Anadolu‟nun bir „memleket manzarasi‟ olarak uretilmesinde
haritalar kadar müzelerin de onemli bir rolu olmustur. Bunun arka planinda bolge
ulkeleriyle pek cok zaman bir „ortaklastirilmis siyasa‟ guden Emperyalist devletlerin
yani sira Sarkiyatcilar da yer almaktadir. Sozgelimi, ünlü Alman İranisti Ernst
Herzfeld Tahran‟da milli anitlar için bir cemiyet (Anjoman-e Athar-e Melli) kurdugu
gibi, Persepolis‟teki arkeolojik kazilari baslatmiş ve Fransiz Andre Godard‟a İran
Arkeoloji Müzesi‟ni (Müze-ye İran-bastan) kurmada yardim etmisti (Shahbazi 1996:
ile Bati arasinda kulturel bir köprü oldugu seklindeki yaklasim, bir anlamda ayni dusuncenin bir urunu ya da
yansimasi olsa gerektir.
15
879). Benzer bir bicimde Anadolu Medeniyetleri Müzesi‟nin temellerinin atilmasinda
da kimi Avrupali arastirmacilarin onculuk ettikleri gorulmustu. Nitekim bir milli
müze kurulmasi fikri ve buna yonelik calismalar 1921 yilina dek geriye goturulmekle
birlikte, müzenin ilk kez 1940‟da Dil ve Tarih Cografya Fakultesi ogretim
uyelerinden Guterbock ile Van der Osten tarafindan yapilan calismalar ile bir sergi
senaryosuna kavusturulmus olmasi onemlidir (Gur 2001: 222, dn. 8). Bu müzenin
onemi, ziyaretcilerine uzerinde yasadiklari resmi cografyayi bir vatan olarak
algilamaya ve tarihi evrimsel ve dogrusal bir cizgide sunan dizayni yoluyla gecmisle
bugun arasinda bir bag kurabilmelerine olanak tanimasindadir. Böylece müzeyi
gezenler, hic degilse eski uygarliklarla territoryal bir akrabalik kurmaktadirlar ki,
bunun sinirlarini ise genel hatlariyla ulus-devlet belirlemektedir. Sonucta bugun kimi
Türk gazetecilerinin dusundugunun aksine (bkz. Akyol 2003), ornegin Hititlerle
Türkler arasinda etnik bir iliskilendirme kurulmasa bile, arkeoloji burada yine Türk
ulusunun emrindedir. Dolayisiyla bu müze her ne kadar Ankara‟da Ulus semtinin
biraz yukarisinda olsa da, islevsel acidan hic de ulus-ustu degildir.
Bununla birlikte, haritalar gibi müzeler de geleneksel olarak notral
gorulmuslerdir. Oysa onlar da genellikle bir anlati icerirler ki, bu anlatinin dogrulugu
ziyaretcilerine bir bicimde hissettirilir ya da telkin edilir (konu hakkinda bir tartisma
için bkz. Bradburne 2000). Anlati pek cok zaman, ozellikle de ulusal müzelerde ulusal
kimliklere gore kurgulanir ve bize kim oldugumuzu ya da kim olmadigimizi dogrudan
soylemese de, bunun gostergelerini sunar. Dolayisiyla müzeler bu yanlariyla yeni
hafizalarin ve tarihlerin sabitlenmesinde onemli roller ustlenirler. Orada hatirlama
kadar unutma da tesvik edilir. Anadolu Medeniyetleri Müzesi orneginde goruldugu
gibi, hatirlatilan Hitit tarihinin eziciligi altinda bugunku etnik kimlikler
unutturulabilmektedir. Hatirlamanin mekanlasma ihtiyaci ise, kurgulanan anlatiyla
(ezeli bir „vatan‟ olarak Anadolu) karsilanir. Sonucta Gür‟ün de ifade ettigi gibi;
“bu anlatilar yoluyla Anadolu ulus devlet tarafindan tasavvur edilen bir politik-
ekonomik birim olmaktan oteye gidip, bir „anayurt‟ olarak bu gezinmelerle yeniden
uretilerek tasavvur edilmekte. Böylece vatandaslik, vatan, ulus gibi teritoryal devlet
orgutlenmesinin ayrilmaz sosyo-politik kategorileri gunluk birer kategoriye
donusturulerek birey için kisisel olarak anlamli hale gelmektedir.” (Gür 2001: 232)
16
Anadolu Medeniyetleri Müzesi‟nin kokleri Mustafa Kemal‟in 1923‟de
Ankara‟da bir Hitit müzesi kurulmasi arzusuna dek uzanir. TC Milli Maarif
Vekaleti‟nce Kurşunlu Han ile Mahmut Pasa Bedesteni satin alinip gerekli onarimlar
yaptirildiktan sonra, müze Ankara Arkeoloji Müzesi olarak ziyarete acilir. Müze
bugunku adini ise, ancak 1967‟de alir (Atasoy ty: 1464). Her ne kadar müze basindan
itibaren Hitit müzesi adini almamissa da, gerek bugune dek gelen kurgusu, gerekse
genel agirligi itibariyle zihinlerde Hititleri canli tutmaktadir. Cunku Hititler yalnizca
Ermeni, Rum, Kürt, Suryani, Laz vb etnik topluluklarin tarihini notralize eden degil,
ayni zamanda laik bir Türkiye‟den sozetmeyi de olanaklastiran bir eski tarihi ifade
ediyordu. Anthony Smith‟in isaret ettigi uzere;
„Hititlerin kendileri ve Bogazkoy‟deki baskentleri bile Batililasmis Türklerin
gozunde kulturel odak noktasinin Istanbul‟dan Ankara‟ya kaymasi için bir neden
olarak ele alinmisti. Böylece laik ve sinirlari belli olan bir Türkiye‟den soz etmek de
daha kolay oluyordu.‟ (Ersanli 2003: 216 dn. 39)
Arkeoloji ile Anadoluculuk arasindaki iliski, arkeolog Remzi Oguz Arık ile
Ekrem Akurgal‟in adlariyla daha bir somutluk kazanmaktadir. Arık sagci
Anadoluculardan olup, 1926-31 yillari arasinda Paris‟te sanat tarihi ve arkeoloji
ogrenimi gormustu. Istanbul Arkeoloji müzelerinde klasik arkeoloji uzman
yardimciligi, Bakanlik arkeologlugu (1933), Arkeoloji Müzesi Mudurlugu
gorevlerinde bulunmus, Cincinati Universitesi‟nden bir grupla birlikte Truva
kazilarina katilmisti. Sonrasinda Ankara Universitesi Dil ve Tarih-Cografya
Fakultesi‟nde profesorluge dek yukselen Arık, sag goruslu olmasina ragmen,
belirtildigine gore sol egilimli Anadolucular uzerinde cok onemli etkileri olmustu
(Ersanli 2003: 216; Kurdakul 1989: 74).
Türkiye‟nin uluslararasi alanda taninan arkeologlarindan Ekrem Akurgal da
tipik bir Anadolucuydu. Akurgal‟in Anadoluculugu bir yandan dogallasmis bir
bicimde Türkiye‟nin „ulusal butunlugu‟nu esas aliyor, diger yandan ise, bir ulus-
devletin belirlemis oldugu sinirlar içinde eski tarihte bir mozaik tablosunun
mevcudiyetini one surerek, bugunu mesrulastirmaya calisiyordu. „Anadolu Tarihinin
Olusmasinda Jeomorfolojik Ozelliklerin Rolu‟ adli makalesinde, Anadolu‟nun
jeomorfolojik ozelliklerinin gecmiste farkli uygarliklarin (kıyı, bozkır, daglarla cevrili
uygarliklar) ortaya cikmasina neden oldugunu belirtmistir. Hemen hemen diger butun
17
Anadolucularda oldugu gibi, o da Hititleri one cikarirken, ozellikle Elenler ve
Romalilarin izlerini kucumsemistir. Nitekim Romalilari ve Persleri isgalci olarak
niteleyen Akurgal‟a gore, Demir Çağı boyunca Anadolu‟da en etkin kultur birligi
gosteren Elenler olmustur. Ancak onlar da yalnizca kiyilarda ve kiyilara yakin
yerlerde oturduklari için tam anlamiyla Anadolulu sayilmazlardi (Akurgal 1986).
Sonucta Akurgal da digerleri gibi Hititleri hem bir unutma, hem de otoktonluk figuru
olarak kullanmistir. Bilindigi uzere gercek ya da kurgusal olsun, kendilerine
„atalar/analar‟ bulmak ya da icad etmek isteyen ve onlarin otoktonluguna dair kanitlar
bulmaya calisarak, mekanda bir sureklilik hayal eden uluscu ideolojiler, bu amacla
ayni zamanda arkeolojiye atifta bulunurlar. Hititler, böylece Türklerin antik tarihteki
„atalari/analari‟ olmasalar bile, onlarin temsilcileriymis gibi icad edilerek bu ihtiyaca
bir sureligine cevap verebilmislerdir. Anadoluculugun da otesinde, bugun
arkeolojiden Anadolumerkezcilige miras kalan pek cok unsur arasinda yine Hititler
yer almaktadir. Oyle ki, Hititce‟nin yani sira Luwi ve Pala dillerini iceren „Anadolu
dilleri‟ tanimlamasi dilbilimciler arasinda genel bir kabul gormustur.
Arkeoloji pek cok yaniyla basta Anadolu olmak uzere, Suriye, İran ve Irak
adlarini surekli olarak yeniden ureten bir faaliyet içinde olmustur. Ozellikle arkeolojik
yayinlarin adlarinda bu cabayi gozlemlemek mumkundur. Anadolu‟yla ilgili ilk olarak
1951‟de Ankara‟daki Ingiliz Arkeoloji Dernegi dergisi (Journal of the British Institute
of Archaeology at Ankara) olan Anatolian Studies yayimlanmistir. Ardindan 1955
yilinda Istanbul Universitesi Edebiyat Fakultesi Önasya Dilleri ve Kulturleri bolumu
ilk sayisini Ankara‟da yayimladiklari Anadolu Arastirmalari‟ni cikarmis, 1956‟da ise
Ankara Universitesi Dil ve Tarih-Cografya Fakultesince Anatolia dergisinin ilk sayisi
yayimlanmistir. Hollanda Yakin Dogu Tarih-Arkeoloji Enstitusu (Nederlands
Historisch-Archaeologisch Instituut in het Nabije Oosten) tarafindan 1967‟de ilk
sayisi yayimlanan Anatolica‟yi da unutmamak gerekir. 2000‟li yillardan itibaren ise,
yine Ankara Universitesi Dil ve Tarih-Cografya Fakultesi‟nce Anadolu Arsivi
(Archivum Anatolicum) adli dergi yayimlanmaktadir. Benzer olarak 1920‟de
Fransizlar tarafindan Syria (Revue d’Art Oriental et d’Archeologie) adli dergi
yayimlanirken, eski tarih ve arkeolojiyle ilgili olan Iraq dergisi ise, yayin hayatina
1934 yilinda baslamis olup finansal olarak British Academy tarafindan desteklenmis,
Irak‟taki British Arkeoloji Okulu tarfindan yayimlanmisti. Daha da onemlisi, derginin
ilk sayisi 1915‟de Britanya‟nin Ortadogu ofisinin Arap bolumunde calismaya
18
baslayan Gertrude Bell‟e adanmistir ki, bir istihbaratci/diplomat olan Bell ayni
zamanda arkeolojiye de ilgi duyuyordu. Oyle ki, gorunurde 1907‟de Sir W.M.
Ramsay ile birlikte Bizans ve Hitit alanlarinda arastirmalar dahi yapmisti (Murray
2001:154).
Sonuç
Goruldugu uzere, arkeoloji genellikle siyaset dışı olmayan cizgisinin bir devami
olarak milliyetcilere yeterince malzeme saglamis ve elde ettigi bulgulari da hic
degilse ulusal sablonlara uygun bir bicimde yorumlayarak, ulusal muhayyileye
kulturel bir taban saglamistir. Haritacilik da ayni perspektif dogrultusunda uluslarin
mekansal temellerini gorsel duzeyde insa etmekle mesgul olmustur. Böylece her ikisi
vatan kurgularinin vazgecilmez metaforlarindan olan köprü kavraminda
bulusmuslardir. Köprü islevsel olarak bir toprak parcasinin toplumsal algilarda
merkezileserek onem kazanmasini ve uzerinde yasayan ulusal topluluga bu onemin
hissettirilmesini sagladigindan, bu yolda adeta zorunlu bir sicrama tahtasi
olagelmistir. Oyle ki köprü mecaziyla dunyada one cikarilmayan pek az ulke
oldugunu soylemek mumkundur. Sinirlari bitisik olan ulkeler bile, muhtemelen
birbirlerini cok da fazla onemsemeksizin, kendilerini kitalararasi bir merkez olarak
gostermekten pek hosnut olmusa benzemektedirler. Böylece, sozgelimi bir yandan
Yunanistan, ote yandan Türkiye ve Rusya kendilerini es zamanli olarak Dogu ile Bati
arasinda bir köprü olarak sunmakta bir sakinca gormezler. Cunku ulusun kendisi ve
uzerinde yasadigi topraklarin surekli olarak merkezi figurler haline getirilmeleri
ulusal bilinci diri tutmaya yaramaktadir.
Kaynaklar
Aksoy, G. (2002) Halklar Hapishanesi Anadolu, Kurtlerde Anadolumerkezci Yabancilasma, Istanbul:
Komal yayinlari
Akurgal, Ekrem (1986) „Anadolu Tarihinin Olusmasinda Jeomorfolojik Ozelliklerin Rolu‟, Anadolu
Arastirmalari, Band X, Istanbul
Akyol, Taha (2003) “Anadolu Medeniyetleri ve Milliyetcilik”, Milliyet, 07/07/2003
19
Amin, Samir (1993) Avrupamerkezcilik. Bir Ideolojinin Elestirisi, cev. Mehmet Sert, Istanbul: Ayrinti
yayinlari
Armagan, Mustafa (2003) Osmanli. Insanligin Son Adasi, Istanbul: Ufuk Kitaplari
Atasoy, Sumer (ty) „Anadolu Medeniyetleri Müzesi‟, Cumhuriyet Donemi Türkiye Ansiklopedisi, C. 6,
Istanbul: Iletisim
Bagrow, Leo (1964) History of Cartography, revised and enlarged by R. A. Skelton, London: C. A.
Watts & Co. Ltd.
Black, Jeremy (1997) Maps and History. Constructing Images of the Past, Hong Kong: Yale
University Press
Bradburne, James (2000) “The Poverty of Nations. Should Museums Create Identity?”, in Heritage
and Museums. Shaping National Identity, edited by J. M. Fladmark, Oxford: Donhead
Copeaux, Etienne (1998c) „Bir Haritanin Tarihi -II-‟, Defter, Bahar 1998, sy 33
Copeaux, E.-Sahin, I. Kaya-Sokmen, Semih (1998b) „Gecmis Bir Yabanci Ulkedir. Tarih Ders
Kitaplarinda Türklugun Temeli‟, Defter, Bahar 1998, sy. 32 (Soylesi)
Copeaux, E. (1998a) „Bir Haritanin Tarihi -I-‟, Defter, Kis 1998, sy. 32
Deursen, A. van (1935) “De Landen der Heilige Schrift”, Bijbelsch Handboek, eerste deel Het Oude
Testament, editors: J. H. Kok, G. Ch. Aalders, A. van Deursen, C. van Gelderen, W. H. Gispen, A.
Noordtzij, J. Ridderbos, Te Kampen
Eriksen, Thomas Hylland (2002) Ethnicity and Nationalism. Anthropological Perspectives,
Chippenham: Pluto Press
Erinc, Sirri- Ongor, Sami (1972) Turkiye Cografyasi, Lise III, Istanbul: Guven yayinevi
Ersanli, Busra (2003) Iktidar ve Tarih. Türkiye’de ‘Resmi Tarih’ Tezinin Olusumu, Istanbul: Iletisim
Eudin, Xenia Joukoff-North, Robert C. (1957) Soviet Russia and the East, Stanford: Stanford Univ.
Press
Guldescu, Stanko (1964) History of Medieval Croatia, The Hague: Mouton & Co.
Gür, Asl (2001) “Uc Boyutlu Oykuler: Turkiyeli Ziyaretcilerin Gozunden Anadolu Medeniyetleri
Müzesi ve Temsil Ettigi Ulusal Kimlik”, Hatirladiklariyla ve Unuttuklariyla Turkiye’nin Toplumsal
Hafizasi, derleyen Esra Ozyurek, Istanbul: Iletisim yayinlari
Harley, J. B. (2001) The New Nature of Maps. Essays in the History of Cartography, ed. by Paul
Laxton, Introduction by J. H. Andrews, Baltimore: The John Hopkins University Press
Inman, Crist (2002) “Tourism in Costa Rica”, with the assistance of Nathalia Mesa, Katiuska Flores
and Andrea Prado, bkz. www.incae.ac.cr/ES/clacds/investigation (erisim tarihi 2002)
Kundera, Milan (1989) Roman Sanati, cev. Ismail Yerguz, Istanbul: Afa yayinlari
Kurdakul, Sukran (1989) Sairler ve Yazarlar Sozlugu, 5. bs. Istanbul: Inkilap Kitabevi
Laqueur, Walter Z. (1959) The Soviet Union and the Middle East, London: Routledge and Kegan Paul
Lloyd, Seton (1998) Türkiye Tarihi. Bir Gezginin Gozuyle Anadolu Uygarliklari, cev. Ender
Varinlioglu, Ankara: Tubitak Populer Bilim Kitaplari
Murray, Tim (2001) „Bell, Gertrude Margaret Lowthian (1868-1926)‟, in Encyclopedia of
Archaeology, History and Discoveries, Vol. I (A-D), Santa Barbara: ABÇ-CLIO, Inc.
Ozguc, Tahsin (1963) “Eski Anadolu Arkeolojisi””, Anatolia VII, Ankara
20
Pannikar, K. M. (1962) “An Indian View of Europe”, The Indo-Asian Culture, Vol. XI, No. 2, October
1962
Ramsay, William M. (1928) Asianic Elements in Greek Civilization, second (enlarged) edition,
London: John Murray
Röllig, Wolfgang (1992) “Asia Minor as a Bridge Between East and West: The Role of the Phoenicians
and Arameans in the Transfer of Culture”, Greece between East and West: 10th
-8th
Centuries BC,
Papers of the Meeting at the Institute of Fine Arts, New York University March 15-16th
, 1990, edited
by Gunter Kopcke- Isabelle Tokumaru, Mainz am Rhein: Verlag Philipp von Zabern
Shahbazi, A. Shahpur (1996) “Iranology”, Encyclopedia of the Modern Middle East, Vol. 2, ed. by
Reeva S. Simon, Philip Mattar, Richard W. Bulliet, New York: Simon & Schuster Macmillan
Sontag, Susan (1993) Fotograf Uzerine, cev. Reha Akcakaya, Istanbul: Altikirkbes
Sevket Sureyya (1932) “ „Europacentrisme‟in Tasfiyesi”, Kadro. Aylik Fikir Mecmuasi, 1932- C. I
(tipkibasim), hazirlayan Cem Alpar, Ankara: Ankara Iktisadi ve Ticari Ilimler Akademi yayini
Ünal, Ahmet (1995) “Yakilip Yikilan Eski Anadolu Kentlerinin Akibeti: Hitit Gocleri ve Hitit Isgalinin
Anadolu Iskan Tarihinde Dogurdugu Demografik Sonuclar”, Eski Yakin Dogu Kulturleri Uzerine
Incelemeler -I. Metin Akyurt-Bahattin Devam Ani Kitabi-, yayimlayan Nezih Basgelen, Istanbul:
Arkeoloji ve Sanat yayinlari
Van der Kooij, Cees (1984) Verhalen over Vroeger. Historische Jeugdliteratuur als Hulpmiddel voor
het geschiedenisonderwijs in de Basisschool, Tilburg: Uitgeverij Zwijsen
Vernadsky, George (ty) Geschiedenis van Rusland, Amsterdam: Amstel Boeken
Top Related