Tuva Cumhuriyeti

15
Tuva Cumhuriyeti ve Tuva Türkleri Ekrem ARIKOĞLU 1 Günümüzde Rusya Federasyonu içerisinde özerk bir yapısı bulunan Tuva Cumhuriyeti; 49-45°-53.46° kuzey paralelleri ve 88.49°-98.56° doğu meridyenleri içerisinde yer alır. Güneyinde Moğolistan Cumhuriyeti, Doğusunda Buryat Özerk Cumhuriyeti, Kuzeydoğusunda İrkutsk Oblastı, Kuzeyinde Krasnoyarsk Oblastı ve Hakas Özerk Cumhuriyeti, Batısında Altay Özerk Cumhuriyeti ile sınırlıdır. Ülkenin kuzeyini boydan boya çevreleyen Sayan Dağları; adeta Rusya’yla doğal bir sınır teşkil etmektedir. Bu dağları aşma güçlüğünden dolayı, Sibirya’nın hemen bütün yerlerine ulaşan demiryolu ağı Tuva Cumhuriyetine henüz gelememiştir. Ülkenin güneyinde ise Altay Dağlarının Doğu sınırı olan Tannu-ula sıradağları bulunur. 170.500 km 2 olan ülke topraklarının % 82’si dağlık, %18’i ise ovalarla kaplıdır. En yüksek silsile 3976 metreyle Möngün Tayga (Gümüş Orman)dır. Dağlık bölgelerin büyük bölümü aynı zamanda ormanlarla kaplıdır. Ülkede hayvancılık yapılır. Keçi, koyun, inek, yılkı besleyiciliği yaygındır. Cumhuriyet topraklarında altın başta olmak üzere pek çok maden çeşidi bulunur. Ülke, nüfus yoğunluğunun azlığına rağmen, ekonomik olarak kendine yeterli değildir ve bütçenin büyük bölümü merkezi hükümet tarafından karşılanır. *Prof. Dr. Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türkoloji Bölümü

Transcript of Tuva Cumhuriyeti

Tuva Cumhuriyeti ve Tuva Türkleri

Ekrem ARIKOĞLU 1

Günümüzde Rusya Federasyonu içerisinde özerk bir yapısı bulunan Tuva

Cumhuriyeti; 49-45°-53.46° kuzey paralelleri ve 88.49°-98.56° doğu meridyenleri

içerisinde yer alır. Güneyinde Moğolistan Cumhuriyeti, Doğusunda Buryat Özerk

Cumhuriyeti, Kuzeydoğusunda İrkutsk Oblastı, Kuzeyinde Krasnoyarsk Oblastı ve

Hakas Özerk Cumhuriyeti, Batısında Altay Özerk Cumhuriyeti ile sınırlıdır. Ülkenin

kuzeyini boydan boya çevreleyen Sayan Dağları; adeta Rusya’yla doğal bir sınır teşkil

etmektedir. Bu dağları aşma güçlüğünden dolayı, Sibirya’nın hemen bütün yerlerine

ulaşan demiryolu ağı Tuva Cumhuriyetine henüz gelememiştir. Ülkenin güneyinde ise

Altay Dağlarının Doğu sınırı olan Tannu-ula sıradağları bulunur.

170.500 km2

olan ülke topraklarının % 82’si dağlık, %18’i ise ovalarla kaplıdır.

En yüksek silsile 3976 metreyle Möngün Tayga (Gümüş Orman)dır. Dağlık bölgelerin

büyük bölümü aynı zamanda ormanlarla kaplıdır.

Ülkede hayvancılık yapılır. Keçi, koyun, inek, yılkı besleyiciliği yaygındır.

Cumhuriyet topraklarında altın başta olmak üzere pek çok maden çeşidi bulunur. Ülke,

nüfus yoğunluğunun azlığına rağmen, ekonomik olarak kendine yeterli değildir ve

bütçenin büyük bölümü merkezi hükümet tarafından karşılanır.

*Prof. Dr. Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türkoloji Bölümü

Tuva Arması Tuva Bayrağı

Tuva Cumhuriyeti 17 idari bölgeye ayrılır. Bu idari bölgeler ve adları şöyledir:

1.Bay-Tayga, 2. Barıın-Hemçik, 3. Çöön-Hemçik, 4. Kaa-Hem, 5. Kızıl, 6.Möngün Tayga, 7.Övür, 8. Biy-Hem, 9. Süt-Höl, 10. Tandı, 11.Tere-Höl, 12.Tes-Hem, 13. Toju, 14. Uluğ-Hem, 15.Çaa-Höl, 16. Çedi-Höl, 17. Erzin.

Nüfus

1959 1970 1979 1989 2002

Tuva 97,996

(57.0%) 135,306

(58.6%) 161,888

(60.5%) 198,448

(64.3%) 235,313

(77.0%)

Rus 68,924

(40.1%) 88,385

(38.3%) 96,793

(36.2%) 98,831

(32.0%) 61,442

(20.1%)

Hakas 1,726

(1.0%) 2,120

(0.9%) 2,193

(0.8%) 2,258

(0.7%) 1,219

(0.4%)

Diğer 3,282

(1.9%) 5,053

(2.2%) 6,725

(2.5%) 9,020

(2.9%) 7,526

(2.5%)

Tarihi

Tuva Türkleri kendilerini "Tıva" olarak adlandırır. "Tuva" kelimesinden

hoşlanmazlar. Çünkü o kelimeyi Ruslar kullanmaktadır. Tuvaların menşei hakkında

çeşitli görüşler vardır: "Tuva" kelimesinin III-IV. asırlarda Çinin kuzeyinde büyük bir

devlet kurmuş olan "Toba-Topalardan geldiği, günümüz Tuvaları arasında yaygın olan

bir kanaattir. "Topa" Devleti ve kültürü hakkında en kapsamlı araştırmalar Sinoloji

Doktoru W. Eberhand tarafından yapılmıştır: "Çin kaynaklarında Tabgaçlara "Toba"

derler. Bunlar Çinli olmayan, yani yabancı bir kavimdir." Nitekim DLTde iki Tavgaç

kelimesinden biri "Türklerden bir bölüktür." cümlesiyle açıklanmaktadır. Eberhard,

aynı makalede "Toba" Devletinin Türk ve Moğol kavimlerinin karışımından müteşekkil

119 kabileden oluştuğunu yazar (Eberhard, 1943: 19-30).

Bugün "Tuva" (kendilerince "Tıva") olarak bilinen kelimenin 19. asırdan itibaren

yazılı kaynaklarda geçtiğini biliyoruz. Bu kelime dışında Tuvalar çeşitli kaynaklarda;

Soyon, Soyot, Uranhay, Uryanhay, Tuba kelimeleriyle anlatılmıştır. Aslında bütün bu

kavramlar Tuvaların bir üst kimliğinin adı olarak kabul edilebilir. Günümüzde toplu

olarak bu adla bilinen cumhuriyet insanları çeşitli boylardan, oymaklardan geldiklerini

bilirler. Bu oymaklar çeşitli Uygur, Kırgız, Türkmen boylarından günümüze ulaşmışlar,

ortak ad olarak da "Tıva" kelimesini kullanmaya başlamışlardır. Bu boyların bazıları

şunlardır:

Bay-kara, Çoodu, Deleg (Telengit), Doñgak, Hertek, İrgit, Kırgıs, Küjuget,

Maadı, Oorjak, Oyun, Sat, Salçak, Sayan, Tumat, Toju, Todut; Uygur, Balıkçı, Kuskun,

Höyük, Homuşku, Monguş, Ondar, Hovalıg, Hoyug, Sarıg, Oy-ondar, Kara-ondar,

Darhat (Tarkat).

Günümüz Tuva Türklerinin yaşadığı toprakları üzerinde, tarih boyunca çeşitli

millet veya kavimler hâkim olurlar: M.Ö. III-M.S. II. yüzyıllarda Hunlar, II.-V.

yüzyıllarda İskitler V.-VIII. yüzyıllarda Köktürkler, VIII.-XVI. yüzyıllarda Uygurlar,

IX-XIII. yüzyıllarda bugünkü Hakas ve Kırgızların ataları olan Yenisey Kırgızları,

XIII.-XVI. yüzyıllarda Moğollar, XVII.-XVIII. yüzyıllarda Altın Hanlar-Cungarlar bu

topraklarda hüküm sürerler. Aynı bölge 1717-1911 yıllarında Mançurya’nın

hâkimiyetinde kalır. Tuva tarihinin günümüze ulaşan ve halkın muhayyilesinde yaşayan

en önemli hadiselerinden biri 1883-1885 yıllarında cereyan eder.

Tuva’da Uygurlardan Kalma Por Bajın (Boz Ev).

Bu tarihte Mançur (Çin) emperyalizmine başkaldıran Tuva kahramanlarının çoğu

kısa sürede yakalanarak idam edilir. Kalan altmış kişi dağlara çıkarak iki yıl boyunca,

koca imparatorluk ordusuyla mücadelesine devam eder. Sonunda büyük bir güç

üzerlerine gönderilir. Bugün "Süt Höl" olarak bilinen yerde kıstırırlar ve yakalanarak

işkenceye tabi tutulurlar. Kafaları vücutlarından koparılır ve Tuva kültüründe kutsal

kabul edilen aşıtlarda sırıkların üzerine geçirilir. Günümüzde bu altmış kahraman -

Tuvalar onlara "Aldan Durgunnar" (Altmış Firari) veya "Aldan Maadır" (Altmış

Bahadır) adını vermiştir- hikâyesi gerek halk muhayyilesinde, gerekse tarihi

kaynaklarda canlılığını korumaktadır.

1914-1921 yıllarında kısmen Rusların egemenliğinde kalan bölgede, 1917-1921

yılları arasında Çarlık Rusya’sı ile Bolşeviklerin iktidar mücadelesi görülür.

1921 yılının 14 Ağustos tarihinde Tıva Arat Respublika (Tuva Halk

Cumhuriyeti) kurulur ve Tuva’nın ilk anayasası kabul edilir. Anayasanın 1. maddesi

"Tuva iç işlerinde serbest, dış işlerinde ise Rusya’ya danışarak hareket eder”

şeklindedir. Bağımsızlığını 1944 yılına kadar devam ettiren Küçük Tuva Cumhuriyeti,

20. asırda Türkiye Cumhuriyetinden sonra en fazla bağımsız kalan Türk Cumhuriyeti

olma özelliğini göstermiştir. Cumhuriyet kurulduktan sonra devlet başkanlığına

Sodnam Balçır seçilir.

Daha bu yıllarda, Sovyetler Birliğinin, çeşitli yollarla Tuva’yı kendilerine

bağlamak üzere çalışmalara başladığını görüyoruz. Şüphesiz bu yollardan en önemlisi:

önce Moğolistan’da, çünkü komünizm Moğolistan’a resmî olarak 1920’li yılların

ortalarında girmiştir, daha sonra Tuva’da gençlerin komünist ideoloji doğrultusunda

eğitilmesi olmuştur. Eğitilen bu gençler, ülkelerinde yeni açılan okullara öğretmen

olarak atanmışlar, kısa süre sonra da yönetimde söz sahibi olmuşlardır.

1930’lu yılların sonunda komünist ideolojiyi savunanların ülke yönetimine

tamamen hâkim olduklarını görüyoruz. 1921 yılında TAR kurulduğunda: "Rusyanın

işçi-çiftçi hükümeti Uryanhay (Tuva) Bölgesini kendi toprakları olarak görmemekte ve

onu bu şekilde ilerde de görecek her hangi bir düşüncesi bulunmamakta" diye kutlama

mesajı gönderen Sovyetler Birliği yönetimi, aradan 23 yıl geçtikten sonra bütün şartları

lehine çevirmiş ve Tuva Hükümetinin 17 Ağustos 1944 yılında aldığı "Büyük Sovyet

Devletinin idaresi altına girme isteğini" kabul etmiştir. 11 Ekim 1944 yılında alınan bu

kararla bağımsız TAR, "Sovyet Muhtar Bölgesi" olmuştur. Sovyetler Birliğine katılmak

için en çok çaba sarf edenlerden biri olan Salçak Toka, Muhtar Bölgenin başına

getirilmiştir. 10 Ekim 1961 yılında Tuva; "Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti"

unvanını alır. 1991 yılında Sovyetlerin çöküşüyle Tuva, 28 Ağustosta "Tuva

Cumhuriyeti" adını alır. Şerig-ool Oorjak halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı

olur. Aralık 1993’te yapılan seçimlerde, Tuva Meclisine seçilen 32 parlamenterden, 28

tanesini Tuva kökenli adaylar kazanır. Tuva dili uzmanı olan Kaadır-ool Biçeldey,

parlamento başkanlığına seçilir.

Tuva’da 21 Ekim 1993 yılında yeni anayasa kabul edilir. Bu yeni anayasanın 1.

maddesi: "Tuva Cumhuriyeti Rusya Federasyonu terkibi içinde demokratik bir

devlettir. Federasyon antlaşmasını bütün Tuva halkının referandumu gereğince

değiştirme, kendini yönetme ve Rusya Federasyonundan ayrılma hakkına sahiptir."

demektedir. Bu madde iki binli yıllarda değiştirilmiş ve “Tuva Cumhuriyeti Rusya

Federasyonu içinde demokratik hukuk devletidir.” şekline dönüştürülmüştür.

Bağımsızlık Hareketleri

Kendi kültür ve inançlarına son derece bağlı olan Tuvalar, Sovyet Sosyalist

Cumhuriyetleri Birliğinin çökmesinden önce de birçok vatanseveri komünist sisteme

kurban vermiştir. 1930lu yılların sonu ile 1940lı yıllar ve 1950li yılların başında,

idarenin tamamıyla komünistlerin elinde olmasından dolayı milliyetçiler; "eski sistem

yanlıları", "Japon işbirlikçisi", "ispiyoncu", "zenginlerin ve din adamlarının taraftarı"

"halk düşmanı" gibi çeşitli suçlamalarla idam edilmişler veya ağır hapis cezalarına

çarptırılmışlardır.

Bu ağır cezalardan dolayı 1980li yılların sonuna kadar nispeten bastırılan

milliyetçi düşünceler ve bağımsızlık hareketleri; Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri

Birliğindeki gelişmelere paralel olarak yeniden ortaya çıkmıştır. 1989 yılının 12

Ekiminde Tuf (Tuvanın Ulusçu Frontuzu-Tuvanın Milliyetçi Cephesi)u kurmak için bir

toplantı yapılır. Bu toplantıda Tuf’un programının hazırlanması, tüzüğünü planlaması

ve kuruluş toplantısının yapılması kararları alınır. 18 Şubat 1990’da bu toplandı

gerçekleşir. Başkanlığa daha sonra yapılacak seçimlerde milletvekili olan ve

parlamento başkanlığına seçilen Kaadır-ool Biçeldey getirilir. Tuvanın Milliyetçi

Cephesi 1992 yılının 18 Ocak’ında yaptığı toplantıda adını "Bot-doğunnaan Tıvanın

Ulusçu Namı=Bağımsız Tuvanın Milliyetçi Partisi" olarak değiştirdi ve Kalin-ool

Küjüget başkanlığa getirildi. Bu parti etrafında toplanan Tuva milliyetçilerinden Sergey

Bayır, İgor İrgit, Vaçeslav Salçak, Mergen Ayan-Ool, Andrey Şumov, Çısınmaa

Bayındı, Segey Tumat Tuvanın bağımsızlığı için çaba sarf eden aydınlar olarak ilk akla

gelenler.

11 Mart 1990 tarihinde alınan kararla "Tuvaca" Tuva Cumhuriyetinin devlet dili

olarak kabul edildi. Bu tarihten sonra okullarda eğitim ve öğretim dili olarak "Tuvaca"

daha çok yer almaya başladı.

1990’lı yıllar boyunca yoğunlaşan bağımsızlık hareketleri sonunda ülkede

bulunan Rus azınlığın bir bölümü Rusya Federasyonunun iç bölgelerine göç etti.

Putin’in demir yumruk politikasıyla birlikte Rusya Federasyonunun diğer bölgelerinde

bastırılan bağımsızlık hareketleri Tuva’da da geriledi. Putin yaz aylarında Tuva’nın

güzel tabiatını keşfederek hemen her yıl tatilini bu bölgede yapmaya başladı. Uzun

yıllardır Putin’in sağ kolu olan Tuvalı Sergey Şoygu 2013 yılında Rusya Federasyonu

Savunma Bakanlığı görevine getirildi. Bu hem bir Tuvalının Rusya’nın üst

yöneticilerinden biri olması açısından, hem de Rus yöneticilerin bölgeye verdiği önemi

göstermesi açısından önemlidir. Günümüzde Tuva Cumhuriyetinde Şolpan Kara-ool

cumhurbaşkanı olarak görev yapmaktadır.

Dini

Tuvaları diğer Türk topluluklarından ayıran en belirgin özellikleri Budist-

Lamaist oluşlarıdır. Budizm Tuva’ya 13-14. yüzyıllarda gelmiş fakat yaygınlaşması

XVIII. yüzyılın ilk yarısından itibaren olmuştur. Tuva’da Budizm inancı kabul

edilmekle birlikte, kamlık inancı da ortadan kalkmamış, iki inanış birlikte yaşanmış ve

yaşanmaya devam etmektedir. Budizm-lamaizm ile kamlık arasındaki temel farklılıklar

şu şekilde sıralanabilir: 1. Budizmde sadece erkekler lama olabilirler. Oysa kamlıkta

kadınlar da kam olabilir. Hatta bazı kadın kamların erkeklerden daha güçlü olduğuna

inanılır. 2. Budizm kitaba dayanır, lamalar Budizm kitaplarından bölümler okuyarak

mesleklerini icra ederler. Kamların yazılı kaynakları yoktur. Tefiyle, tokmağıyla o anda

aklına gelen alkışlarını söyleyerek kamlık ederler. 3. Lamalar Buda’ya dua ederler.

Kamların çeşitli eerenleri vardır. Eerenler kamın ruhlarla bağlantı kurmalarına

yardımcı öğelerdir. Kamın tefinden giyimine, elbisesinin üzerindeki yılanlara, kuş

tüylerine, halkalara varıncaya kadar hepsi kamın yardımcılarıdır. Her kamın irtibat

kurduğu ruhlar ve bu ruhların güçleri de farklı olduğundan, her kamın tedavi edeceği

hastalık türleri de farklılık gösterir. İyi bir kam kendinin tedavi edemeyeceği bir

hastayı, o konuda uzman olduğunu düşündüğü farklı bir kama gönderir.

Budizm-lamaizm ve kamlık inancının bu farklı yönleri bulunmasına karşılık,

içinde yaşadığımız tabiata saygılı olarak, onunla uyum içerisinde yaşama felsefesi her

iki inanç sisteminde de ortak özelliktir ve bir arada yaşamalarını sağlar.

1928 yılında Tuva’da 3500 Budist Lama vardı. (Aynı tarihte Tuva’nın nüfusu

65 bin kadardı.) Çünkü her aile erkek çocuklarından birinin lama olmasını istiyordu.

Aynı şekilde 1920’li yılların başında 20 tane hüree (Budist tapınağı) bulunuyordu.

30’lu yılların başında bu tapınakların ve lamaların sayısı hızla azaldı. 1931 yılında

Tuva’da 787 lama ve 725 kam kalmıştı. Bu kamların yarıya yakını kadındı (Fridman,

2003: 181). Özellikle 1930’lu yıllarda lamaların ve kamların faaliyetleri yasaklanmış bu

yasaklara uymayanlar ağır şekilde cezalandırılmıştır. 1944 yılına gelindiğinde Tuva’da

hiç lama kalmamış, kamlar açık bir şekilde mesleklerini icra edemez olmuşlardır. Bu

durum SSCB’nin dağılmasına kadar devam etmiştir. Sovyetler Birliğinin çöküşüyle

Tuva’nın başkenti Kızıl’da ve Kızıldağ kasabalarında hüreeler açılmış ve buralarda

lamalar çalışmaya başlamışlardır. Yaygınlaşarak açılmaya devam eden Budist

tapınaklarının açılmasıyla günümüzde bu sayı yirminin üzerine çıkmıştır. Aynı şekilde

kamlar da etnograf ve yazar Monguş Kenin Lopsan önderliğinde bir dernek kurmuşlar,

başkentte Düngür (kam tefi) adını verdikleri bir tedavi merkezi açmışlardır.

Günümüzde iki inanç sistemi de yaygınlaşarak varlıklarını devam ettirmektedir.

Bizde yaygın olarak kullanılan şaman kelimesi Tuva’da ve Sibirya’nın diğer

Türk topluluklarında kullanılmaz. (Şaman kelimesinin kökeni hakkında bak. Günay,

Güngör s.137-142) Bunun yerine “kam” kelimesinden gelen “ham” kelimesi kullanılır.

Kamların yaptığı iş ise hamnaar “şamanlık etmek” fiiliyle karşılanır.

“Tuva’da uygulandığı biçimiyle Şamanizm, insanları şaman aracılığıyla yukarı

ve aşağı dünyanın ruhlarına bağlayan bir inanç sistemidir. Şaman vecd haline (hipnoz

durumu da denir) geçiş sayesinde atalarının ve doğanın ruhlarıyla konuşarak kehanette

bulunabilen ve geleceği tahmin edebilen, ruhlarını kaybetmiş ya da hastalıktan ıstırap

çeken kişileri iyileştiren ve topluluğun sağlığı için ayinler yapan dinsel uygulayıcıdır

(Fridman, 2003:182).

Tuva Kam Süldüm Başkı Tuva Lamalarının Lideri

Kamlar kamlık kökenlerini sanatlarını icra ederken dile getirirler. Bu daha çok

törenin başladığı sırada, kamın kendisini tanıtması sırasında olur. Kam kökeninin

gücünü belirtirken, kendilerine seslendiği ruhlara daha inandırıcı gelmekte, onların

sözünü niçin yerine getirmeleri gerektiğini belirten açıklamalar yapmaktadır.

1.Kalıtım Yoluyla kam olanlar

Büyük Türkolog W. Radloff Sibirya’da yaptığı gözlemlere dayanarak kalıtım

yoluyla kamların erginlenmesini çok güzel şekilde tarif eder. “Şamanlık bilgisi ırsîdir

ve babadan oğla intikal eder… Cetlerin kuvvetiyle şaman olarak tespit edilen şahıs,

azalarında birdenbire bir gevşeklik hisseder, bu hal şiddetli bir titreme ile kendini

gösterir. Onda kuvvetli bir gayri tabii esneme başlar, göğsünde ağır bir tazyik hisseder,

birdenbire şiddetli seslerle bağırma ihtiyacı duyar, sıtmalı gibi titrer, gözleri şiddetle

döner, birdenbire yerinden sıçrayarak deli gibi etrafında dönmeye başlar, nihayet ter

içerisinde yere yuvarlanır ve saralı çırpınmalarla kramp içerisinde kıvranır. Azaları bir

şey duymaz, eline ne geçerse yakalar ve yutmaya bakar… Şamanlığa tayin edilen kişi

cetlerin arzusuna karşı gelir ve Şamanlık yapmak istemezse korkunç ıstıraplara katlanır

veya azgın bir şekilde delirerek kısa zamanda kendisine kıyar veya hastalığının

artmasından ölür” (Radloff, 1994:19).

Tuva Kamlarının Başkanı Tuva Kamları Ayin Sırasında

Günümüz Tuva kadın kamlarının en ünlüsü olan Ay Çürek’in öyküsü de

şöyledir: Ay Çürek’in doğduğu gün çok kötü bir fırtına varmış. Ay Çürek’in ilk

ağlaması duyulduğunda fırtına birdenbire dinmiş ve bulutların arkasından ay görünmüş.

Bu yüzden ailesi ona Ay Çürek (Ay Yürek) adını vermiş. Ay Çürek’in annesi kammış

ve onun yetenekleri Ay Çürek’e geçmiş. Çocuk yaşlarda ruhlarla bağlantı kurmaya

başlamış. Sık sık hastalanıyormuş. Ailesi onu pek çok kez psikologa götürmüş ise de

derdine çare bulunamamış. İlk çocuğunu doğurduktan sonra sağlığı daha iyiye gitmiş.

1993 yılında katıldığı kamlar toplantısında Kamlar derneğinin başkanı M. Kenin

Lopsan tarafından yeteneği keşfedilmiş. Bu sırada otuz yaşındaymış ve o zamandan

beri kamlık yapıyormuş. Her geçen gün kamlık yeteneği artmış, yeteneğiyle birlikte

şöhreti de (Deusen, 2000: ).

Kalıtım yoluyla kam olduklarını kamlar alkışlarında dile getiriyorlar. Bu

alkışlarda bazen doğrudan kamlık alınan kişiden bahsedilirken, bazen kamlar yedi

atadan beri kamlık genlerini taşıdıklarını gururla söylüyorlar. İşte bu alkışlardan bazı

bölümler:

2. Gökten kamlayanlar.

Sibirya Türk topluluklarında göğün çeşitli katlardan oluştuğu inancı yaygındır.

Tuva inancına göre gök dokuz katlıdır. Dokuz kat göğün en üst katında Hayırakan

(Kayra Kan) yaşar. Yedinci katta ise Hayrakan’ın yardımcıları, göklerin halklarından

olan Azarlar ve Hoorlar olarak adlandırılan topluluklar vardır. Bazı kamlar kamlık

yeteneklerini bu gökyüzündeki topluluklardan almaktadır. Hastaları tedavi ederken

kendi köklerinden olduklarına inandıkları bu toplulukları yardıma çağırırlar.

3.Yer, su iyelerinden.

Tuvaların inancına göre yer, dağ, aşıtlar, şifalı sular, kam ağaçların iyeleri

(sahipleri) vardır. Bu sahiplerin kızdırılmaması, onlara saygı gösterilip dua edilmesi

gerekir. Bu iyelerle iyi geçinilerek tabiatın insana sunduğu yararlı ürünleri artırılması

sağlanabilir.

4. Aza ve Buk soyundan.

Azalar ıssız yerlerde, eski yurt ve obalarda, nehir kıyılarında, çukur yerlerin

ağzında bulunur. Daha çok akşam kızıllığında ortaya çıkarlar. Bazen sadece sesleri

duyulur. Çoğunlukla insan kılığındadırlar. Bunun dışında köpek, kuş, yabanî hayvan

kılığında da olabilirler.

Azaya benzeyen diğer bir ruh da buk’tur. İnsanların daha önce yaşadığı ve halen

yaşamakta oldukları çadırlarda görülürler. İşkence görmüş insan tipindedir. Ortaya

çıktığı yerde kötü kalpli insanın bulunduğuna inanılır. Korkutucu ve zehirlidir. Bu

yüzden buk’la karşılaşan insan hastalanabilir. Bu durumda kam çağrılmalıdır. Buklu

yerlerden atla geçilirse at hareket edemez olur. Atı yeniden hareket ettirmek için atın

dört tabanının bastığı yerin çevresindeki toprak bıçakla kesilir gibi çizilmelidir.

5. Albıs ve Diiren soyundan.

Albıs’lar insanların yaşamadığı ıssız yerlerde guruplar hâlinde görülür.

Albısların yeri yurdu, obası oymağı vardır. Kendi aralarında misafirliğe gidip, tanışıp

düğün yapıp evlenirler. Albıs’la karşılaşınca bazı kişilerin anlayışı zayıflar, hatta

müzmin hastalığa yakalanabilirler.

Çeşitli yollarla kam olma gelenekleri bulunmakla beraber ataları arasında güçlü

kamlar bulunanların daha etkili kam olduğu inancı halk arasında yaygındır.

Tuba’da bazısı göktanrı iancından günümüze ulaşmış, bazısı zaman içerisinde

renk değiştirerek gelen pek çok inanç vardır. Halk inançlarını yoğun olarak günümüzde

de yaşayan Tuvalıların “Dokuz Kutsalı”nı Monguş Kenin Lopsan’ın “Tıvalarnın

Burungu Ujurları” (Lopsan, 1994) adlı eserinden buraya özetleyerek alalım:

1.GüneĢ: Güneş olmadan hayat olamayacağından hayatımızın kaynağı güneştir.

Güneş ışığıyla yeryüzünü aydınlatır ve ısıtır. Bu yüzden sabah kalkınca kaynatılan

sütten dokuz çukuru olan kaşıkla güneşe saçılır.

Tuva insanı güneşten mutluluğunu, ruhunun derinliklerinden iyi dileklerinin

yerine gelmesini ister.

2. Ay: İhtiyarların anlatımlarında ay eskiden beri, günleri, ayları ve yılı

belirlemeye yarayan güçlü bir ışıktır. Ay, güneş, anne, baba kelimeleri Tuva

geleneklerinde birbirleriyle karşılaştırılarak verilir.

Çıkan ayın aydınlığını gören, okuma yazması olmayan Tuva insanları, o ayın

durumundan nasıl bir yağış olacağını, karın yağacağını, rüzgârın eseceğini veya

havanın güneşli olacağını bilirlermiş.

3. Gök: Eski Tuvalar göğü “hayırakan” diye adlandırmıştır. Burada “hayırakan”

“ilk”, “ön” anlamındadır. İnsanın yaratılması inancına göre Tuvalar göğü “ata” olarak

görmüştür. “Gök- atam” terkibi buradan doğmuştur. Eski Tuvalara göre canlıların var

olmasında göğün kendine has bir yeri vardır. Ak gökte “Azarlar” ve “Hoorlar” adlı

topluluklar yaşarlar. Tuva kamlık geleneklerine göre kökeni, gökte bulunan Azarlar

veya Hoorlar adlı topluluklara dayanan kamlar güçlüdürler. Bu yüzden kam

alkışlarında gök en önemli kahramanlardan biridir.

Gök insanın atasıdır. Göğün meyvesi ak damlalardır. Bu damlalar yer anaya

düşünce hayat olur. Bu yüzden Tuva insanı eskiden beri göğü kutsamıştır.

4. Yer: Yeryüzü güneşin sabah doğup, akşam olunca battığı yerdir. İnsanın

doğduğu yer yeryüzü ile gökyüzü arasındadır. İnsanoğlu yeryüzüne bağlıdır. Çünkü

doğduğu zaman göbek bağı doğduğu yere gömülmüştür.

Yeryüzü insanoğlunun dokuz kuşaktan beri yaşadığı yer. Bu sebeple

“atalarımızın yurdu” denir. İnsanın ata yurdu ayla, güneşle eş değerdedir. İnsanoğlu

doğduğu yeri kötüleyemez. Çünkü orası atalarının yattığı yerdir.

Yeryüzü, bu gökyüzünün altında nehirler, dağlar, ovalar ve çadır yerinin

bulunduğu yerdir. Yeryüzü olmazsa insanoğlu yaşayamaz. Ormanda geyik besleyenler

ormanlarını kutsayıp yaşarlar. İnsanoğlunun ata yurdundan kıymetli ne vardır.

“Yer anam!” Sözü Tuvaların yeryüzüne ettikleri duadır. Çadır yeri, doğulan yer,

eski yurt yerleri, ihtiyarların cesetlerinin gömüldüğü yerler, avlanılan ormanlar,

otlaklar, ekin ekilen tarlalar hep ”Yer” adlı kutsal kelimeyle karşılanır. “Yer” insanın

anasıdır. Bu yüzden kutsal saydığı yerlere Tuva insanı yalvarır.

5. Su: Eski Tuva geleneklerinde suyun iyesi (sahib) vardır. “Su başı yeryüzünün

nabzıdır. Herhangi bir kimsenin kışlağının veya yaylasının yanında su başı varsa, o

insan çok zengin olur. Su başına rastlayan insan sudan üç avuç içerek, üç defa dua

ederse yolu ak olur.

Suyun sahibi vardır. Su gece gündüz akar. Su başı gündüz fısıldanır, o zaman

onun sahibi güneşten saklanır. Su başı gece çağlar. O zaman sahibi ortaya çıkarak

konuşur. Su başı kirletilirse, sahibi kızdırılmış olur. Suyun sahibini kızdıran kişinin

kolu bacağı eğilir. Bu sebepten su başı kirletilmez, ona saygı gösterilir.

6. AĢıt: Aşıtlar “eelig” (sahipli)’dir. Acelesi olan insan aşıta geldiğinde

atından iner. Dağ sahibine duasını ettikten sonra, atının kuyruğundan kılı keserek

taşların üzerinde bulunan kuru ağacın bir koluna bağlar. Aşıda gelen insan taş

kümesinin içine mutlaka bir taş bırakmalıdır. Yanında bulunan yemeklerden bir parça

taş yığının yanına bırakılır. İçeceklerden dua eşliğinde bir miktarı saçılır. “Aşıt aşılırsa,

hayatın bir zorluğu atlatılır.” diye atalarımızın sözü var. Atalarımız aşıt üzerinden ağaç

kesmemişler, çiçek yolmamışlardır.

7. Ayı: İnsanoğlu akıllıdır. Çok eskiden ayı hayırakan Kurbustu’da Azarlar

yurdunda yaşarmış. Daha sonradan yeryüzüne inmiştir. Ayının huyu insana benzer. Bu

sebepten ayının adı doğrudan söylenmez. Benzetme yoluyla ayıdan bahsedildiği

anlaşılır.

Çok eski zamanlarda Yeryüzünde Çılbıga adlı, insan eti yiyen, insan kanı içen

bir kişi yaşarmış. Çılbıga bütün insanları yemiş, sadece ihtiyar bir karı koca kalmış.

Çılbıga acıkınca ihtiyar karı kocayı yemek için çadırlarına gitmiş. Çılbıga’yı gören karı

kocadan her biri bir yöne kaçmış. Ormanın içine doğru kaçan koca değişerek ayı

oluvermiş. O günden beri ayı, insan gibi akıllı bir yaratık olmuştur. Karısı günümüzdeki

Ulug-Hemçe (Yenisey’e) girivermiş ve lota balığı olmuştur. Kadın çadırdan çıkarken

kaptaki yağı koynuna sokup, piposunu ağzına alarak gittiği için lota balığının burnu

pipoya benzemektedir ve karnı da yağlıdır.

Ayıyı kutsallaştırma tarihin bilinmeyen zamanlarından kalan bir inançtır.

Ayıdan eerenlerin (putların) bulunması bunun için bir işarettir. Güçlü Şamanların

evinde ayıdan put mutlaka bulunur.

8. Yedigir: İhtiyarların fikrine göre Yedigir yıldızı, eskiden yeryüzünde yaşamış

yedi oğlandır. Yedi oğlan gökyüzüne uçup çıkmıştır. Bu yedi oğlanla ilgili efsane

şöyledir:

Yer ve gök oluştuğu, insanoğlu yeryüzüne geldiği zaman imiş. Bir karı kocanın

yedi sarı başlı (saçlı) oğlu varmış. Karı koca çadırlarında ölüp kalmışlar. Bir ahır

dolusu yılkı bozkırda kalakalmış. Tan atarken kardeşler kavga etmişler. Hiç kimse

yılkının yanına gitmek istemiyormuş. Ağabeyin sözünü kardeş, kardeşin sözünü ağabey

dinlemiyormuş. Yedi sarı saçlı kardeş birbirleriyle inatlaşarak çadırlarında otururken

gökyüzüne doğru uçuvermişler. Yedigir olup gökyüzünde kalmışlar. O zamandan beri

yedi kardeş, Yedigir olup bir arada bulunsa da birbirleriyle hiç konuşmazlarmış.

Bu efsaneden “insanların akrabalarıyla aralarını açmamaları gerektiği” öğüdü

ortaya çıkmaktadır. Eski Tuva şarkılarında Yedigirle ilgili olanları da vardır:

9. Süt: Süt ak renklidir ve Tuva insanı onun kendisine en faydalı şeylerden biri

olduğuna inanmıştır. “Süt gibi temiz insan” sözü kalbinde kötülüğü olmayan, insanlara

faydası dokunan kimseler için kullanılır. “Sütle dolu kova devrilmez, mutluluk

kaybolur.” Bu sözde ise sütün hem kutsallığı vurgulanmakta, hem de sütün zenginliğin

işareti olduğu belirtilmektedir.

Yeryüzünde ak ile kara varolduğundan beri insanın hayatında iyilikler ve

kötülükler ortaya çıkmıştır. Gökyüzünün öfkesini süt geçirir. Bu sebepten Tuva

geleneğine göre süt yere dökülmez. Gök gürleyip şimşek çakmaya başladığında sütten

saçı saçılır. Böylece yıldırım çakmasının önüne geçilmiş olur.

Akşamleyin ve gece çadırın içerisinden dışarıya süt çıkarılmaz. Çıkarılırsa

emzikli kadının sütü çekilir.

Sütle dolu kazan ocağın üzerinden devrilirse oymak, otlak kuru kalır. Süt dolu

tencere devrilirse, insan kötü bir ölümle ölür. Sütle dolu kabın yanına ninem bizi

yaklaştırmazdı.

Süt! Ak süt! Tanrı içeceği süt! Tuva insanının ak sütü saçıp yalvarma inancı

eskiden beri var olagelmiştir Bundan sonra da devam edecektir. Tanrısına süt saçan

kişi, çoluk çocuğunun sağlıklı, tok yaşamasını diler.

“Süte saygılı olunuz” sözü mal besleyiniz, zengin yaşayınız demektir. “Süt

dökme, karnın acıkır.” Sözü mal beslemezsen aç kalırsın demektir. Atalarımız süte

karşı saygılı olmuşlar.

Dili

Tuva Türkçesi, çeşitli Türkologların sınıflamalarında "adak" grubu olarak

adlandırılır. Bu adlandırma Eski Türkçede bulunan "d" sesinin Tuva Türkçesinde

korunmasından kaynaklanmaktadır. Bu yönüyle Tuva Türkçesinin yaşayan Türk

lehçeleri arasında Eski Türkçeye en yakın dil olduğu söylenebilir. Moğolların yüzyıllar

boyunca Tuva topraklarına hâkim olmalarından dolayı, yaşayan diğer bütün Türk

lehçelerinden daha fazla Moğolca kelime, Tuva Türkçesine girmiştir. Moğolca kökenli

kelime oranının Tuva Türkçesinde % 30’un üzerinde olduğu sanılmaktadır. 20. asırda

Tuvaların hayatı Ruslarla birlikte olduğundan, özellikle teknik terimlerde, Rusçanın

büyük etkisi görülür. Buna karşılık Müslüman Türk topluluklarında rastladığımız

Arapça ve Farsça etkisi, Tuva Türkçesinde yok denecek kadar azdır. Dini terimler daha

çok Tibet ve Moğol kökenlidir.

Tuvalarla bin yılı aşkın bir ayrılığımızın olduğu düşünülürse dilde farklılıkların

bulunması normaldir. Farklılıklar, cümle yapısı veya eklerden ziyade, ses

değişmeleriyle ortaya çıkmıştır. Buna rağmen, ilk söylendiğinde anlaşılan binlerce

kelime Türkiye Türkçesiyle ortaktır. Bunlardan ilk aklımıza gelen birkaç kelime: ak, al-

, arı, at, baş, başka, beg, bel, beş, bilek, bir, dağ, demir, dolu, dört, düş, dür-, inek, kara,

karış, kulak, kes-, keski, kurt, süt vb... Bunun dışında binlerce kelime de sadece bir ses

değişimiyle farklılaşmıştır. Bu tür kelimeler sadece İstanbul ağzını bilen biri için

yadırganabilir, fakat Anadolu ağızlarını bilenlerce bir çırpıda anlaşılan kelimelerdir: aar

(ağır), ool (oğul), daş (taş), dus (tuz), bus (pus), dilgi (tilki), dis (diz) vb...

Bütün bunlara rağmen Tuva Türkçesinin; Çuvaş ve Saha lehçelerinden sonra

Türkiye Türkçesine en uzak Türk lehçesi olduğunu söyleyebiliriz. Tuva Türkleri son

zamanlara kadar, kendi yazılı dil ve edebiyatlarını 20. yüzyıldan başlatıyorlardı.

Sovyetler çöktükten sonra, Tuvalı araştırmacılar eski Türk yazılı abidelerine en çok

kendilerinin sahip çıkması gerektiği inancına vardırlar. Bu amaçla Köktürk bengü

taşlarının okunuşunun yüzüncü yılı münasebetiyle, 1993 yılında büyük bir kurultay

düzenlediler. Orhun abideleri Tuva Türkçesine aktarılarak "Kültegin, Burungu Türk

Bijiktin Turaskaaldarı" (Kültigin, Eski Türk Yazılı Abideleri) adıyla 1993 yılında,

Kızılda basılmıştır.

Bilim adamları Eski Türkçeyle, Tuva Türkçesi arasındaki münasebeti daha fazla

incelemeye başladılar. 1920’li yıllarda kendi alfabesi bulunmayan Tuva Türkleri;

Moğol, kısmen de Rus alfabesini kullanmıştır. Tuva Cumhuriyetinde alfabe 1930

yılında Türkiye Türkçesinin alfabesi örnek alınarak hazırlandı. Latin kökenli Tuva

harflerinin kullanıldığı bu alfabe, bağımsız Tuva Cumhuriyeti, Sovyetler Birliğine

teslim olmadan önce Kiril alfabesine teslim oldu. 1941 yılında kabul edilen bir kanunla

Kiril alfabesine geçiş kararı alındı. Günümüzde bu alfabe kullanılmakla beraber,

yeniden Latin kökenli alfabeye dönüş de Tuva aydınları arasında tartışılmaktadır.

Tuva sözü edebiyatı yüzyıllardır halkın hayatının bir parçası olarak

süregelmiştir. Bu edebiyatta en büyük yeri şüphesiz kahramanlık destanları alır. Mısra

başı kafiyeli ve bir müzik aleti eşliğinde söylenen bu destanların çoğu derlenerek

basılmıştır. 1930’lu yıllarda başlayan yazılı edebiyat geleneği büyük ölçüde komünist

ideolojinin etkisinde kalmıştır. Yine de Tuva Türklerinin hayatı, yazılan bu hikâye,

roman ve tiyatro eserlerinde kendine yer bulur. Avcılık ve hayvancılık, toplum hayatını

en önemli iki uğraş alanı olarak, edebi eserlerde geniş olarak işlenir. 1990’lı yıllarda

komünist ideolojinin ortadan kalkması, milliyetçiliğin yaygınlaşması ve bağımsızlık

özlemleriyle birlikte edebî eserlerin muhtevaları da yeni hareketlere yönelmiş,

toplumun komünist sistemce yok edilmeye çalışılan değerleri ön plana çıkmaya

başlamıştır.

Tuva Edebiyatçıları arasında; Salçak Toka, Monguş Kenin Lopsan, Kızıl Enik

Kudaji, Viktor Kök-ool, Salim Sürün-ool, Stepan Sarıg-ool, Yuri Künzegeş, Oleg

Suvakpit, Ekatarina Tanova akla gelen ilk isimler olarak sayılabilir.

2000’li yıllarda Tuva’da İskitlerden kalma pek çok tarihi eser keşfedilmiştir. Bu

günümüzde Tuva Cumhuriyetinin bulunduğu bölgede tarihin en eski devirlerinden beri

medeniyetlerin bulunduğunu göstermektedir.

Tuvalılar kendilerine has gırtlaktan söyledikleri müzikleriyle, Türkler açısından

kutsal sayılabilecek Yenisey ırmağının çıkış noktasındaki bakir yurtlarıyla, kendi

kültürlerini yaşatma azimleriyle diğer Türk toplulukları arasında özel bir yere sahiptir.

Güney Sibirya’da kışlar sert ve soğuk geçer. Fakat Tuvalıların sıcak yüreği sizi bir

akraba olarak karşılayacak ve sıcak ilgisiyle ülkelerinin soğukluğunu size

hissettirmeyecektir. Bir gün yolunuzu Tuva’ya düşürünüz.

KAYNAKLAR

Dravis, M. Tuvinians in Russia, http://www.bsos.umd.edu /cidcm/mar/rustuviv.htm Deusen, K. Van, The Shamanic Gift and the Performing Arts in Siberia

F:\Moscow2000.htm

Eberhard, W. (1943) Tobalar Etnik Bakımdan Hani Zümreye Girer,

AÜDTCFD I, S.2. s.19-30 Eliade, Mircea, (Çev. İsmet Birkan), (1999), ġamanizm, Ġlkel Esrime

Teknikleri, İmge

Frešová, Zora, TUVA the Treasure in the Centre of Asia F:\Zora Frešová -

seminars Sources - Tuvan Shamanism.htm

Fridman, Eva Jane Neumann (Çev. Müfit Balabanlılar), (2003), Tuva Şamanizmi,

Türkler, Türk Dünyası, C. 20, s.180-188

Günay, Ünver- Güngör, Harun, (2003), BaĢlangıçlarından Günümüze

Türklerin Dinî Tarihi, Ragbet, İstanbul Katanov,N, F, (2000) Bilimsel Eserlerinden Seçmeler, TÜRKSOY, Ankara

Kenin-Lopsan, B. Monguş, (1993), Magiya Tuvinskih ġamanov, Kızıl

Kenin-Lopsan, B. Monguş, (1994) Tuva Çonnuŋ Burungu Ujurları , Kızıl Mannay-ool, M, (1998) Homdu Dayını, Ulug-Hem Kızıl, s.127-140

Mannay-ool, M, D (1996) Ġstoriya Tuvı 9, Kızıl, s.77-78

Oçur, V, (1991) Taŋdı-Tıva Ulustuŋ Ündezilekçi Ulug Huralı Ulug-Hem, S. 77, s.150-

160

Radloff, W. (Çev. Ahmet Temir) (1994), Sibirya’dan III , MEB, s.1-85

Roux, Jean-Paul (çev. Aykut Kazancıgil) (1998) Türklerin ve Moğolların Eski

Dini, II.Baskı, İşaret Yay. İstanbul

Serenot, Stanislav (1993) Tuva Ulusçu EmneeĢkin, Kızıl Töögü Dokumentileri (1990) Ulug-Hem, Kızıl