Tuva Cumhuriyeti
Transcript of Tuva Cumhuriyeti
Tuva Cumhuriyeti ve Tuva Türkleri
Ekrem ARIKOĞLU 1
Günümüzde Rusya Federasyonu içerisinde özerk bir yapısı bulunan Tuva
Cumhuriyeti; 49-45°-53.46° kuzey paralelleri ve 88.49°-98.56° doğu meridyenleri
içerisinde yer alır. Güneyinde Moğolistan Cumhuriyeti, Doğusunda Buryat Özerk
Cumhuriyeti, Kuzeydoğusunda İrkutsk Oblastı, Kuzeyinde Krasnoyarsk Oblastı ve
Hakas Özerk Cumhuriyeti, Batısında Altay Özerk Cumhuriyeti ile sınırlıdır. Ülkenin
kuzeyini boydan boya çevreleyen Sayan Dağları; adeta Rusya’yla doğal bir sınır teşkil
etmektedir. Bu dağları aşma güçlüğünden dolayı, Sibirya’nın hemen bütün yerlerine
ulaşan demiryolu ağı Tuva Cumhuriyetine henüz gelememiştir. Ülkenin güneyinde ise
Altay Dağlarının Doğu sınırı olan Tannu-ula sıradağları bulunur.
170.500 km2
olan ülke topraklarının % 82’si dağlık, %18’i ise ovalarla kaplıdır.
En yüksek silsile 3976 metreyle Möngün Tayga (Gümüş Orman)dır. Dağlık bölgelerin
büyük bölümü aynı zamanda ormanlarla kaplıdır.
Ülkede hayvancılık yapılır. Keçi, koyun, inek, yılkı besleyiciliği yaygındır.
Cumhuriyet topraklarında altın başta olmak üzere pek çok maden çeşidi bulunur. Ülke,
nüfus yoğunluğunun azlığına rağmen, ekonomik olarak kendine yeterli değildir ve
bütçenin büyük bölümü merkezi hükümet tarafından karşılanır.
*Prof. Dr. Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türkoloji Bölümü
Tuva Arması Tuva Bayrağı
Tuva Cumhuriyeti 17 idari bölgeye ayrılır. Bu idari bölgeler ve adları şöyledir:
1.Bay-Tayga, 2. Barıın-Hemçik, 3. Çöön-Hemçik, 4. Kaa-Hem, 5. Kızıl, 6.Möngün Tayga, 7.Övür, 8. Biy-Hem, 9. Süt-Höl, 10. Tandı, 11.Tere-Höl, 12.Tes-Hem, 13. Toju, 14. Uluğ-Hem, 15.Çaa-Höl, 16. Çedi-Höl, 17. Erzin.
Nüfus
1959 1970 1979 1989 2002
Tuva 97,996
(57.0%) 135,306
(58.6%) 161,888
(60.5%) 198,448
(64.3%) 235,313
(77.0%)
Rus 68,924
(40.1%) 88,385
(38.3%) 96,793
(36.2%) 98,831
(32.0%) 61,442
(20.1%)
Hakas 1,726
(1.0%) 2,120
(0.9%) 2,193
(0.8%) 2,258
(0.7%) 1,219
(0.4%)
Diğer 3,282
(1.9%) 5,053
(2.2%) 6,725
(2.5%) 9,020
(2.9%) 7,526
(2.5%)
Tarihi
Tuva Türkleri kendilerini "Tıva" olarak adlandırır. "Tuva" kelimesinden
hoşlanmazlar. Çünkü o kelimeyi Ruslar kullanmaktadır. Tuvaların menşei hakkında
çeşitli görüşler vardır: "Tuva" kelimesinin III-IV. asırlarda Çinin kuzeyinde büyük bir
devlet kurmuş olan "Toba-Topalardan geldiği, günümüz Tuvaları arasında yaygın olan
bir kanaattir. "Topa" Devleti ve kültürü hakkında en kapsamlı araştırmalar Sinoloji
Doktoru W. Eberhand tarafından yapılmıştır: "Çin kaynaklarında Tabgaçlara "Toba"
derler. Bunlar Çinli olmayan, yani yabancı bir kavimdir." Nitekim DLTde iki Tavgaç
kelimesinden biri "Türklerden bir bölüktür." cümlesiyle açıklanmaktadır. Eberhard,
aynı makalede "Toba" Devletinin Türk ve Moğol kavimlerinin karışımından müteşekkil
119 kabileden oluştuğunu yazar (Eberhard, 1943: 19-30).
Bugün "Tuva" (kendilerince "Tıva") olarak bilinen kelimenin 19. asırdan itibaren
yazılı kaynaklarda geçtiğini biliyoruz. Bu kelime dışında Tuvalar çeşitli kaynaklarda;
Soyon, Soyot, Uranhay, Uryanhay, Tuba kelimeleriyle anlatılmıştır. Aslında bütün bu
kavramlar Tuvaların bir üst kimliğinin adı olarak kabul edilebilir. Günümüzde toplu
olarak bu adla bilinen cumhuriyet insanları çeşitli boylardan, oymaklardan geldiklerini
bilirler. Bu oymaklar çeşitli Uygur, Kırgız, Türkmen boylarından günümüze ulaşmışlar,
ortak ad olarak da "Tıva" kelimesini kullanmaya başlamışlardır. Bu boyların bazıları
şunlardır:
Bay-kara, Çoodu, Deleg (Telengit), Doñgak, Hertek, İrgit, Kırgıs, Küjuget,
Maadı, Oorjak, Oyun, Sat, Salçak, Sayan, Tumat, Toju, Todut; Uygur, Balıkçı, Kuskun,
Höyük, Homuşku, Monguş, Ondar, Hovalıg, Hoyug, Sarıg, Oy-ondar, Kara-ondar,
Darhat (Tarkat).
Günümüz Tuva Türklerinin yaşadığı toprakları üzerinde, tarih boyunca çeşitli
millet veya kavimler hâkim olurlar: M.Ö. III-M.S. II. yüzyıllarda Hunlar, II.-V.
yüzyıllarda İskitler V.-VIII. yüzyıllarda Köktürkler, VIII.-XVI. yüzyıllarda Uygurlar,
IX-XIII. yüzyıllarda bugünkü Hakas ve Kırgızların ataları olan Yenisey Kırgızları,
XIII.-XVI. yüzyıllarda Moğollar, XVII.-XVIII. yüzyıllarda Altın Hanlar-Cungarlar bu
topraklarda hüküm sürerler. Aynı bölge 1717-1911 yıllarında Mançurya’nın
hâkimiyetinde kalır. Tuva tarihinin günümüze ulaşan ve halkın muhayyilesinde yaşayan
en önemli hadiselerinden biri 1883-1885 yıllarında cereyan eder.
Tuva’da Uygurlardan Kalma Por Bajın (Boz Ev).
Bu tarihte Mançur (Çin) emperyalizmine başkaldıran Tuva kahramanlarının çoğu
kısa sürede yakalanarak idam edilir. Kalan altmış kişi dağlara çıkarak iki yıl boyunca,
koca imparatorluk ordusuyla mücadelesine devam eder. Sonunda büyük bir güç
üzerlerine gönderilir. Bugün "Süt Höl" olarak bilinen yerde kıstırırlar ve yakalanarak
işkenceye tabi tutulurlar. Kafaları vücutlarından koparılır ve Tuva kültüründe kutsal
kabul edilen aşıtlarda sırıkların üzerine geçirilir. Günümüzde bu altmış kahraman -
Tuvalar onlara "Aldan Durgunnar" (Altmış Firari) veya "Aldan Maadır" (Altmış
Bahadır) adını vermiştir- hikâyesi gerek halk muhayyilesinde, gerekse tarihi
kaynaklarda canlılığını korumaktadır.
1914-1921 yıllarında kısmen Rusların egemenliğinde kalan bölgede, 1917-1921
yılları arasında Çarlık Rusya’sı ile Bolşeviklerin iktidar mücadelesi görülür.
1921 yılının 14 Ağustos tarihinde Tıva Arat Respublika (Tuva Halk
Cumhuriyeti) kurulur ve Tuva’nın ilk anayasası kabul edilir. Anayasanın 1. maddesi
"Tuva iç işlerinde serbest, dış işlerinde ise Rusya’ya danışarak hareket eder”
şeklindedir. Bağımsızlığını 1944 yılına kadar devam ettiren Küçük Tuva Cumhuriyeti,
20. asırda Türkiye Cumhuriyetinden sonra en fazla bağımsız kalan Türk Cumhuriyeti
olma özelliğini göstermiştir. Cumhuriyet kurulduktan sonra devlet başkanlığına
Sodnam Balçır seçilir.
Daha bu yıllarda, Sovyetler Birliğinin, çeşitli yollarla Tuva’yı kendilerine
bağlamak üzere çalışmalara başladığını görüyoruz. Şüphesiz bu yollardan en önemlisi:
önce Moğolistan’da, çünkü komünizm Moğolistan’a resmî olarak 1920’li yılların
ortalarında girmiştir, daha sonra Tuva’da gençlerin komünist ideoloji doğrultusunda
eğitilmesi olmuştur. Eğitilen bu gençler, ülkelerinde yeni açılan okullara öğretmen
olarak atanmışlar, kısa süre sonra da yönetimde söz sahibi olmuşlardır.
1930’lu yılların sonunda komünist ideolojiyi savunanların ülke yönetimine
tamamen hâkim olduklarını görüyoruz. 1921 yılında TAR kurulduğunda: "Rusyanın
işçi-çiftçi hükümeti Uryanhay (Tuva) Bölgesini kendi toprakları olarak görmemekte ve
onu bu şekilde ilerde de görecek her hangi bir düşüncesi bulunmamakta" diye kutlama
mesajı gönderen Sovyetler Birliği yönetimi, aradan 23 yıl geçtikten sonra bütün şartları
lehine çevirmiş ve Tuva Hükümetinin 17 Ağustos 1944 yılında aldığı "Büyük Sovyet
Devletinin idaresi altına girme isteğini" kabul etmiştir. 11 Ekim 1944 yılında alınan bu
kararla bağımsız TAR, "Sovyet Muhtar Bölgesi" olmuştur. Sovyetler Birliğine katılmak
için en çok çaba sarf edenlerden biri olan Salçak Toka, Muhtar Bölgenin başına
getirilmiştir. 10 Ekim 1961 yılında Tuva; "Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti"
unvanını alır. 1991 yılında Sovyetlerin çöküşüyle Tuva, 28 Ağustosta "Tuva
Cumhuriyeti" adını alır. Şerig-ool Oorjak halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı
olur. Aralık 1993’te yapılan seçimlerde, Tuva Meclisine seçilen 32 parlamenterden, 28
tanesini Tuva kökenli adaylar kazanır. Tuva dili uzmanı olan Kaadır-ool Biçeldey,
parlamento başkanlığına seçilir.
Tuva’da 21 Ekim 1993 yılında yeni anayasa kabul edilir. Bu yeni anayasanın 1.
maddesi: "Tuva Cumhuriyeti Rusya Federasyonu terkibi içinde demokratik bir
devlettir. Federasyon antlaşmasını bütün Tuva halkının referandumu gereğince
değiştirme, kendini yönetme ve Rusya Federasyonundan ayrılma hakkına sahiptir."
demektedir. Bu madde iki binli yıllarda değiştirilmiş ve “Tuva Cumhuriyeti Rusya
Federasyonu içinde demokratik hukuk devletidir.” şekline dönüştürülmüştür.
Bağımsızlık Hareketleri
Kendi kültür ve inançlarına son derece bağlı olan Tuvalar, Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetleri Birliğinin çökmesinden önce de birçok vatanseveri komünist sisteme
kurban vermiştir. 1930lu yılların sonu ile 1940lı yıllar ve 1950li yılların başında,
idarenin tamamıyla komünistlerin elinde olmasından dolayı milliyetçiler; "eski sistem
yanlıları", "Japon işbirlikçisi", "ispiyoncu", "zenginlerin ve din adamlarının taraftarı"
"halk düşmanı" gibi çeşitli suçlamalarla idam edilmişler veya ağır hapis cezalarına
çarptırılmışlardır.
Bu ağır cezalardan dolayı 1980li yılların sonuna kadar nispeten bastırılan
milliyetçi düşünceler ve bağımsızlık hareketleri; Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri
Birliğindeki gelişmelere paralel olarak yeniden ortaya çıkmıştır. 1989 yılının 12
Ekiminde Tuf (Tuvanın Ulusçu Frontuzu-Tuvanın Milliyetçi Cephesi)u kurmak için bir
toplantı yapılır. Bu toplantıda Tuf’un programının hazırlanması, tüzüğünü planlaması
ve kuruluş toplantısının yapılması kararları alınır. 18 Şubat 1990’da bu toplandı
gerçekleşir. Başkanlığa daha sonra yapılacak seçimlerde milletvekili olan ve
parlamento başkanlığına seçilen Kaadır-ool Biçeldey getirilir. Tuvanın Milliyetçi
Cephesi 1992 yılının 18 Ocak’ında yaptığı toplantıda adını "Bot-doğunnaan Tıvanın
Ulusçu Namı=Bağımsız Tuvanın Milliyetçi Partisi" olarak değiştirdi ve Kalin-ool
Küjüget başkanlığa getirildi. Bu parti etrafında toplanan Tuva milliyetçilerinden Sergey
Bayır, İgor İrgit, Vaçeslav Salçak, Mergen Ayan-Ool, Andrey Şumov, Çısınmaa
Bayındı, Segey Tumat Tuvanın bağımsızlığı için çaba sarf eden aydınlar olarak ilk akla
gelenler.
11 Mart 1990 tarihinde alınan kararla "Tuvaca" Tuva Cumhuriyetinin devlet dili
olarak kabul edildi. Bu tarihten sonra okullarda eğitim ve öğretim dili olarak "Tuvaca"
daha çok yer almaya başladı.
1990’lı yıllar boyunca yoğunlaşan bağımsızlık hareketleri sonunda ülkede
bulunan Rus azınlığın bir bölümü Rusya Federasyonunun iç bölgelerine göç etti.
Putin’in demir yumruk politikasıyla birlikte Rusya Federasyonunun diğer bölgelerinde
bastırılan bağımsızlık hareketleri Tuva’da da geriledi. Putin yaz aylarında Tuva’nın
güzel tabiatını keşfederek hemen her yıl tatilini bu bölgede yapmaya başladı. Uzun
yıllardır Putin’in sağ kolu olan Tuvalı Sergey Şoygu 2013 yılında Rusya Federasyonu
Savunma Bakanlığı görevine getirildi. Bu hem bir Tuvalının Rusya’nın üst
yöneticilerinden biri olması açısından, hem de Rus yöneticilerin bölgeye verdiği önemi
göstermesi açısından önemlidir. Günümüzde Tuva Cumhuriyetinde Şolpan Kara-ool
cumhurbaşkanı olarak görev yapmaktadır.
Dini
Tuvaları diğer Türk topluluklarından ayıran en belirgin özellikleri Budist-
Lamaist oluşlarıdır. Budizm Tuva’ya 13-14. yüzyıllarda gelmiş fakat yaygınlaşması
XVIII. yüzyılın ilk yarısından itibaren olmuştur. Tuva’da Budizm inancı kabul
edilmekle birlikte, kamlık inancı da ortadan kalkmamış, iki inanış birlikte yaşanmış ve
yaşanmaya devam etmektedir. Budizm-lamaizm ile kamlık arasındaki temel farklılıklar
şu şekilde sıralanabilir: 1. Budizmde sadece erkekler lama olabilirler. Oysa kamlıkta
kadınlar da kam olabilir. Hatta bazı kadın kamların erkeklerden daha güçlü olduğuna
inanılır. 2. Budizm kitaba dayanır, lamalar Budizm kitaplarından bölümler okuyarak
mesleklerini icra ederler. Kamların yazılı kaynakları yoktur. Tefiyle, tokmağıyla o anda
aklına gelen alkışlarını söyleyerek kamlık ederler. 3. Lamalar Buda’ya dua ederler.
Kamların çeşitli eerenleri vardır. Eerenler kamın ruhlarla bağlantı kurmalarına
yardımcı öğelerdir. Kamın tefinden giyimine, elbisesinin üzerindeki yılanlara, kuş
tüylerine, halkalara varıncaya kadar hepsi kamın yardımcılarıdır. Her kamın irtibat
kurduğu ruhlar ve bu ruhların güçleri de farklı olduğundan, her kamın tedavi edeceği
hastalık türleri de farklılık gösterir. İyi bir kam kendinin tedavi edemeyeceği bir
hastayı, o konuda uzman olduğunu düşündüğü farklı bir kama gönderir.
Budizm-lamaizm ve kamlık inancının bu farklı yönleri bulunmasına karşılık,
içinde yaşadığımız tabiata saygılı olarak, onunla uyum içerisinde yaşama felsefesi her
iki inanç sisteminde de ortak özelliktir ve bir arada yaşamalarını sağlar.
1928 yılında Tuva’da 3500 Budist Lama vardı. (Aynı tarihte Tuva’nın nüfusu
65 bin kadardı.) Çünkü her aile erkek çocuklarından birinin lama olmasını istiyordu.
Aynı şekilde 1920’li yılların başında 20 tane hüree (Budist tapınağı) bulunuyordu.
30’lu yılların başında bu tapınakların ve lamaların sayısı hızla azaldı. 1931 yılında
Tuva’da 787 lama ve 725 kam kalmıştı. Bu kamların yarıya yakını kadındı (Fridman,
2003: 181). Özellikle 1930’lu yıllarda lamaların ve kamların faaliyetleri yasaklanmış bu
yasaklara uymayanlar ağır şekilde cezalandırılmıştır. 1944 yılına gelindiğinde Tuva’da
hiç lama kalmamış, kamlar açık bir şekilde mesleklerini icra edemez olmuşlardır. Bu
durum SSCB’nin dağılmasına kadar devam etmiştir. Sovyetler Birliğinin çöküşüyle
Tuva’nın başkenti Kızıl’da ve Kızıldağ kasabalarında hüreeler açılmış ve buralarda
lamalar çalışmaya başlamışlardır. Yaygınlaşarak açılmaya devam eden Budist
tapınaklarının açılmasıyla günümüzde bu sayı yirminin üzerine çıkmıştır. Aynı şekilde
kamlar da etnograf ve yazar Monguş Kenin Lopsan önderliğinde bir dernek kurmuşlar,
başkentte Düngür (kam tefi) adını verdikleri bir tedavi merkezi açmışlardır.
Günümüzde iki inanç sistemi de yaygınlaşarak varlıklarını devam ettirmektedir.
Bizde yaygın olarak kullanılan şaman kelimesi Tuva’da ve Sibirya’nın diğer
Türk topluluklarında kullanılmaz. (Şaman kelimesinin kökeni hakkında bak. Günay,
Güngör s.137-142) Bunun yerine “kam” kelimesinden gelen “ham” kelimesi kullanılır.
Kamların yaptığı iş ise hamnaar “şamanlık etmek” fiiliyle karşılanır.
“Tuva’da uygulandığı biçimiyle Şamanizm, insanları şaman aracılığıyla yukarı
ve aşağı dünyanın ruhlarına bağlayan bir inanç sistemidir. Şaman vecd haline (hipnoz
durumu da denir) geçiş sayesinde atalarının ve doğanın ruhlarıyla konuşarak kehanette
bulunabilen ve geleceği tahmin edebilen, ruhlarını kaybetmiş ya da hastalıktan ıstırap
çeken kişileri iyileştiren ve topluluğun sağlığı için ayinler yapan dinsel uygulayıcıdır
(Fridman, 2003:182).
Tuva Kam Süldüm Başkı Tuva Lamalarının Lideri
Kamlar kamlık kökenlerini sanatlarını icra ederken dile getirirler. Bu daha çok
törenin başladığı sırada, kamın kendisini tanıtması sırasında olur. Kam kökeninin
gücünü belirtirken, kendilerine seslendiği ruhlara daha inandırıcı gelmekte, onların
sözünü niçin yerine getirmeleri gerektiğini belirten açıklamalar yapmaktadır.
1.Kalıtım Yoluyla kam olanlar
Büyük Türkolog W. Radloff Sibirya’da yaptığı gözlemlere dayanarak kalıtım
yoluyla kamların erginlenmesini çok güzel şekilde tarif eder. “Şamanlık bilgisi ırsîdir
ve babadan oğla intikal eder… Cetlerin kuvvetiyle şaman olarak tespit edilen şahıs,
azalarında birdenbire bir gevşeklik hisseder, bu hal şiddetli bir titreme ile kendini
gösterir. Onda kuvvetli bir gayri tabii esneme başlar, göğsünde ağır bir tazyik hisseder,
birdenbire şiddetli seslerle bağırma ihtiyacı duyar, sıtmalı gibi titrer, gözleri şiddetle
döner, birdenbire yerinden sıçrayarak deli gibi etrafında dönmeye başlar, nihayet ter
içerisinde yere yuvarlanır ve saralı çırpınmalarla kramp içerisinde kıvranır. Azaları bir
şey duymaz, eline ne geçerse yakalar ve yutmaya bakar… Şamanlığa tayin edilen kişi
cetlerin arzusuna karşı gelir ve Şamanlık yapmak istemezse korkunç ıstıraplara katlanır
veya azgın bir şekilde delirerek kısa zamanda kendisine kıyar veya hastalığının
artmasından ölür” (Radloff, 1994:19).
Tuva Kamlarının Başkanı Tuva Kamları Ayin Sırasında
Günümüz Tuva kadın kamlarının en ünlüsü olan Ay Çürek’in öyküsü de
şöyledir: Ay Çürek’in doğduğu gün çok kötü bir fırtına varmış. Ay Çürek’in ilk
ağlaması duyulduğunda fırtına birdenbire dinmiş ve bulutların arkasından ay görünmüş.
Bu yüzden ailesi ona Ay Çürek (Ay Yürek) adını vermiş. Ay Çürek’in annesi kammış
ve onun yetenekleri Ay Çürek’e geçmiş. Çocuk yaşlarda ruhlarla bağlantı kurmaya
başlamış. Sık sık hastalanıyormuş. Ailesi onu pek çok kez psikologa götürmüş ise de
derdine çare bulunamamış. İlk çocuğunu doğurduktan sonra sağlığı daha iyiye gitmiş.
1993 yılında katıldığı kamlar toplantısında Kamlar derneğinin başkanı M. Kenin
Lopsan tarafından yeteneği keşfedilmiş. Bu sırada otuz yaşındaymış ve o zamandan
beri kamlık yapıyormuş. Her geçen gün kamlık yeteneği artmış, yeteneğiyle birlikte
şöhreti de (Deusen, 2000: ).
Kalıtım yoluyla kam olduklarını kamlar alkışlarında dile getiriyorlar. Bu
alkışlarda bazen doğrudan kamlık alınan kişiden bahsedilirken, bazen kamlar yedi
atadan beri kamlık genlerini taşıdıklarını gururla söylüyorlar. İşte bu alkışlardan bazı
bölümler:
2. Gökten kamlayanlar.
Sibirya Türk topluluklarında göğün çeşitli katlardan oluştuğu inancı yaygındır.
Tuva inancına göre gök dokuz katlıdır. Dokuz kat göğün en üst katında Hayırakan
(Kayra Kan) yaşar. Yedinci katta ise Hayrakan’ın yardımcıları, göklerin halklarından
olan Azarlar ve Hoorlar olarak adlandırılan topluluklar vardır. Bazı kamlar kamlık
yeteneklerini bu gökyüzündeki topluluklardan almaktadır. Hastaları tedavi ederken
kendi köklerinden olduklarına inandıkları bu toplulukları yardıma çağırırlar.
3.Yer, su iyelerinden.
Tuvaların inancına göre yer, dağ, aşıtlar, şifalı sular, kam ağaçların iyeleri
(sahipleri) vardır. Bu sahiplerin kızdırılmaması, onlara saygı gösterilip dua edilmesi
gerekir. Bu iyelerle iyi geçinilerek tabiatın insana sunduğu yararlı ürünleri artırılması
sağlanabilir.
4. Aza ve Buk soyundan.
Azalar ıssız yerlerde, eski yurt ve obalarda, nehir kıyılarında, çukur yerlerin
ağzında bulunur. Daha çok akşam kızıllığında ortaya çıkarlar. Bazen sadece sesleri
duyulur. Çoğunlukla insan kılığındadırlar. Bunun dışında köpek, kuş, yabanî hayvan
kılığında da olabilirler.
Azaya benzeyen diğer bir ruh da buk’tur. İnsanların daha önce yaşadığı ve halen
yaşamakta oldukları çadırlarda görülürler. İşkence görmüş insan tipindedir. Ortaya
çıktığı yerde kötü kalpli insanın bulunduğuna inanılır. Korkutucu ve zehirlidir. Bu
yüzden buk’la karşılaşan insan hastalanabilir. Bu durumda kam çağrılmalıdır. Buklu
yerlerden atla geçilirse at hareket edemez olur. Atı yeniden hareket ettirmek için atın
dört tabanının bastığı yerin çevresindeki toprak bıçakla kesilir gibi çizilmelidir.
5. Albıs ve Diiren soyundan.
Albıs’lar insanların yaşamadığı ıssız yerlerde guruplar hâlinde görülür.
Albısların yeri yurdu, obası oymağı vardır. Kendi aralarında misafirliğe gidip, tanışıp
düğün yapıp evlenirler. Albıs’la karşılaşınca bazı kişilerin anlayışı zayıflar, hatta
müzmin hastalığa yakalanabilirler.
Çeşitli yollarla kam olma gelenekleri bulunmakla beraber ataları arasında güçlü
kamlar bulunanların daha etkili kam olduğu inancı halk arasında yaygındır.
Tuba’da bazısı göktanrı iancından günümüze ulaşmış, bazısı zaman içerisinde
renk değiştirerek gelen pek çok inanç vardır. Halk inançlarını yoğun olarak günümüzde
de yaşayan Tuvalıların “Dokuz Kutsalı”nı Monguş Kenin Lopsan’ın “Tıvalarnın
Burungu Ujurları” (Lopsan, 1994) adlı eserinden buraya özetleyerek alalım:
1.GüneĢ: Güneş olmadan hayat olamayacağından hayatımızın kaynağı güneştir.
Güneş ışığıyla yeryüzünü aydınlatır ve ısıtır. Bu yüzden sabah kalkınca kaynatılan
sütten dokuz çukuru olan kaşıkla güneşe saçılır.
Tuva insanı güneşten mutluluğunu, ruhunun derinliklerinden iyi dileklerinin
yerine gelmesini ister.
2. Ay: İhtiyarların anlatımlarında ay eskiden beri, günleri, ayları ve yılı
belirlemeye yarayan güçlü bir ışıktır. Ay, güneş, anne, baba kelimeleri Tuva
geleneklerinde birbirleriyle karşılaştırılarak verilir.
Çıkan ayın aydınlığını gören, okuma yazması olmayan Tuva insanları, o ayın
durumundan nasıl bir yağış olacağını, karın yağacağını, rüzgârın eseceğini veya
havanın güneşli olacağını bilirlermiş.
3. Gök: Eski Tuvalar göğü “hayırakan” diye adlandırmıştır. Burada “hayırakan”
“ilk”, “ön” anlamındadır. İnsanın yaratılması inancına göre Tuvalar göğü “ata” olarak
görmüştür. “Gök- atam” terkibi buradan doğmuştur. Eski Tuvalara göre canlıların var
olmasında göğün kendine has bir yeri vardır. Ak gökte “Azarlar” ve “Hoorlar” adlı
topluluklar yaşarlar. Tuva kamlık geleneklerine göre kökeni, gökte bulunan Azarlar
veya Hoorlar adlı topluluklara dayanan kamlar güçlüdürler. Bu yüzden kam
alkışlarında gök en önemli kahramanlardan biridir.
Gök insanın atasıdır. Göğün meyvesi ak damlalardır. Bu damlalar yer anaya
düşünce hayat olur. Bu yüzden Tuva insanı eskiden beri göğü kutsamıştır.
4. Yer: Yeryüzü güneşin sabah doğup, akşam olunca battığı yerdir. İnsanın
doğduğu yer yeryüzü ile gökyüzü arasındadır. İnsanoğlu yeryüzüne bağlıdır. Çünkü
doğduğu zaman göbek bağı doğduğu yere gömülmüştür.
Yeryüzü insanoğlunun dokuz kuşaktan beri yaşadığı yer. Bu sebeple
“atalarımızın yurdu” denir. İnsanın ata yurdu ayla, güneşle eş değerdedir. İnsanoğlu
doğduğu yeri kötüleyemez. Çünkü orası atalarının yattığı yerdir.
Yeryüzü, bu gökyüzünün altında nehirler, dağlar, ovalar ve çadır yerinin
bulunduğu yerdir. Yeryüzü olmazsa insanoğlu yaşayamaz. Ormanda geyik besleyenler
ormanlarını kutsayıp yaşarlar. İnsanoğlunun ata yurdundan kıymetli ne vardır.
“Yer anam!” Sözü Tuvaların yeryüzüne ettikleri duadır. Çadır yeri, doğulan yer,
eski yurt yerleri, ihtiyarların cesetlerinin gömüldüğü yerler, avlanılan ormanlar,
otlaklar, ekin ekilen tarlalar hep ”Yer” adlı kutsal kelimeyle karşılanır. “Yer” insanın
anasıdır. Bu yüzden kutsal saydığı yerlere Tuva insanı yalvarır.
5. Su: Eski Tuva geleneklerinde suyun iyesi (sahib) vardır. “Su başı yeryüzünün
nabzıdır. Herhangi bir kimsenin kışlağının veya yaylasının yanında su başı varsa, o
insan çok zengin olur. Su başına rastlayan insan sudan üç avuç içerek, üç defa dua
ederse yolu ak olur.
Suyun sahibi vardır. Su gece gündüz akar. Su başı gündüz fısıldanır, o zaman
onun sahibi güneşten saklanır. Su başı gece çağlar. O zaman sahibi ortaya çıkarak
konuşur. Su başı kirletilirse, sahibi kızdırılmış olur. Suyun sahibini kızdıran kişinin
kolu bacağı eğilir. Bu sebepten su başı kirletilmez, ona saygı gösterilir.
6. AĢıt: Aşıtlar “eelig” (sahipli)’dir. Acelesi olan insan aşıta geldiğinde
atından iner. Dağ sahibine duasını ettikten sonra, atının kuyruğundan kılı keserek
taşların üzerinde bulunan kuru ağacın bir koluna bağlar. Aşıda gelen insan taş
kümesinin içine mutlaka bir taş bırakmalıdır. Yanında bulunan yemeklerden bir parça
taş yığının yanına bırakılır. İçeceklerden dua eşliğinde bir miktarı saçılır. “Aşıt aşılırsa,
hayatın bir zorluğu atlatılır.” diye atalarımızın sözü var. Atalarımız aşıt üzerinden ağaç
kesmemişler, çiçek yolmamışlardır.
7. Ayı: İnsanoğlu akıllıdır. Çok eskiden ayı hayırakan Kurbustu’da Azarlar
yurdunda yaşarmış. Daha sonradan yeryüzüne inmiştir. Ayının huyu insana benzer. Bu
sebepten ayının adı doğrudan söylenmez. Benzetme yoluyla ayıdan bahsedildiği
anlaşılır.
Çok eski zamanlarda Yeryüzünde Çılbıga adlı, insan eti yiyen, insan kanı içen
bir kişi yaşarmış. Çılbıga bütün insanları yemiş, sadece ihtiyar bir karı koca kalmış.
Çılbıga acıkınca ihtiyar karı kocayı yemek için çadırlarına gitmiş. Çılbıga’yı gören karı
kocadan her biri bir yöne kaçmış. Ormanın içine doğru kaçan koca değişerek ayı
oluvermiş. O günden beri ayı, insan gibi akıllı bir yaratık olmuştur. Karısı günümüzdeki
Ulug-Hemçe (Yenisey’e) girivermiş ve lota balığı olmuştur. Kadın çadırdan çıkarken
kaptaki yağı koynuna sokup, piposunu ağzına alarak gittiği için lota balığının burnu
pipoya benzemektedir ve karnı da yağlıdır.
Ayıyı kutsallaştırma tarihin bilinmeyen zamanlarından kalan bir inançtır.
Ayıdan eerenlerin (putların) bulunması bunun için bir işarettir. Güçlü Şamanların
evinde ayıdan put mutlaka bulunur.
8. Yedigir: İhtiyarların fikrine göre Yedigir yıldızı, eskiden yeryüzünde yaşamış
yedi oğlandır. Yedi oğlan gökyüzüne uçup çıkmıştır. Bu yedi oğlanla ilgili efsane
şöyledir:
Yer ve gök oluştuğu, insanoğlu yeryüzüne geldiği zaman imiş. Bir karı kocanın
yedi sarı başlı (saçlı) oğlu varmış. Karı koca çadırlarında ölüp kalmışlar. Bir ahır
dolusu yılkı bozkırda kalakalmış. Tan atarken kardeşler kavga etmişler. Hiç kimse
yılkının yanına gitmek istemiyormuş. Ağabeyin sözünü kardeş, kardeşin sözünü ağabey
dinlemiyormuş. Yedi sarı saçlı kardeş birbirleriyle inatlaşarak çadırlarında otururken
gökyüzüne doğru uçuvermişler. Yedigir olup gökyüzünde kalmışlar. O zamandan beri
yedi kardeş, Yedigir olup bir arada bulunsa da birbirleriyle hiç konuşmazlarmış.
Bu efsaneden “insanların akrabalarıyla aralarını açmamaları gerektiği” öğüdü
ortaya çıkmaktadır. Eski Tuva şarkılarında Yedigirle ilgili olanları da vardır:
9. Süt: Süt ak renklidir ve Tuva insanı onun kendisine en faydalı şeylerden biri
olduğuna inanmıştır. “Süt gibi temiz insan” sözü kalbinde kötülüğü olmayan, insanlara
faydası dokunan kimseler için kullanılır. “Sütle dolu kova devrilmez, mutluluk
kaybolur.” Bu sözde ise sütün hem kutsallığı vurgulanmakta, hem de sütün zenginliğin
işareti olduğu belirtilmektedir.
Yeryüzünde ak ile kara varolduğundan beri insanın hayatında iyilikler ve
kötülükler ortaya çıkmıştır. Gökyüzünün öfkesini süt geçirir. Bu sebepten Tuva
geleneğine göre süt yere dökülmez. Gök gürleyip şimşek çakmaya başladığında sütten
saçı saçılır. Böylece yıldırım çakmasının önüne geçilmiş olur.
Akşamleyin ve gece çadırın içerisinden dışarıya süt çıkarılmaz. Çıkarılırsa
emzikli kadının sütü çekilir.
Sütle dolu kazan ocağın üzerinden devrilirse oymak, otlak kuru kalır. Süt dolu
tencere devrilirse, insan kötü bir ölümle ölür. Sütle dolu kabın yanına ninem bizi
yaklaştırmazdı.
Süt! Ak süt! Tanrı içeceği süt! Tuva insanının ak sütü saçıp yalvarma inancı
eskiden beri var olagelmiştir Bundan sonra da devam edecektir. Tanrısına süt saçan
kişi, çoluk çocuğunun sağlıklı, tok yaşamasını diler.
“Süte saygılı olunuz” sözü mal besleyiniz, zengin yaşayınız demektir. “Süt
dökme, karnın acıkır.” Sözü mal beslemezsen aç kalırsın demektir. Atalarımız süte
karşı saygılı olmuşlar.
Dili
Tuva Türkçesi, çeşitli Türkologların sınıflamalarında "adak" grubu olarak
adlandırılır. Bu adlandırma Eski Türkçede bulunan "d" sesinin Tuva Türkçesinde
korunmasından kaynaklanmaktadır. Bu yönüyle Tuva Türkçesinin yaşayan Türk
lehçeleri arasında Eski Türkçeye en yakın dil olduğu söylenebilir. Moğolların yüzyıllar
boyunca Tuva topraklarına hâkim olmalarından dolayı, yaşayan diğer bütün Türk
lehçelerinden daha fazla Moğolca kelime, Tuva Türkçesine girmiştir. Moğolca kökenli
kelime oranının Tuva Türkçesinde % 30’un üzerinde olduğu sanılmaktadır. 20. asırda
Tuvaların hayatı Ruslarla birlikte olduğundan, özellikle teknik terimlerde, Rusçanın
büyük etkisi görülür. Buna karşılık Müslüman Türk topluluklarında rastladığımız
Arapça ve Farsça etkisi, Tuva Türkçesinde yok denecek kadar azdır. Dini terimler daha
çok Tibet ve Moğol kökenlidir.
Tuvalarla bin yılı aşkın bir ayrılığımızın olduğu düşünülürse dilde farklılıkların
bulunması normaldir. Farklılıklar, cümle yapısı veya eklerden ziyade, ses
değişmeleriyle ortaya çıkmıştır. Buna rağmen, ilk söylendiğinde anlaşılan binlerce
kelime Türkiye Türkçesiyle ortaktır. Bunlardan ilk aklımıza gelen birkaç kelime: ak, al-
, arı, at, baş, başka, beg, bel, beş, bilek, bir, dağ, demir, dolu, dört, düş, dür-, inek, kara,
karış, kulak, kes-, keski, kurt, süt vb... Bunun dışında binlerce kelime de sadece bir ses
değişimiyle farklılaşmıştır. Bu tür kelimeler sadece İstanbul ağzını bilen biri için
yadırganabilir, fakat Anadolu ağızlarını bilenlerce bir çırpıda anlaşılan kelimelerdir: aar
(ağır), ool (oğul), daş (taş), dus (tuz), bus (pus), dilgi (tilki), dis (diz) vb...
Bütün bunlara rağmen Tuva Türkçesinin; Çuvaş ve Saha lehçelerinden sonra
Türkiye Türkçesine en uzak Türk lehçesi olduğunu söyleyebiliriz. Tuva Türkleri son
zamanlara kadar, kendi yazılı dil ve edebiyatlarını 20. yüzyıldan başlatıyorlardı.
Sovyetler çöktükten sonra, Tuvalı araştırmacılar eski Türk yazılı abidelerine en çok
kendilerinin sahip çıkması gerektiği inancına vardırlar. Bu amaçla Köktürk bengü
taşlarının okunuşunun yüzüncü yılı münasebetiyle, 1993 yılında büyük bir kurultay
düzenlediler. Orhun abideleri Tuva Türkçesine aktarılarak "Kültegin, Burungu Türk
Bijiktin Turaskaaldarı" (Kültigin, Eski Türk Yazılı Abideleri) adıyla 1993 yılında,
Kızılda basılmıştır.
Bilim adamları Eski Türkçeyle, Tuva Türkçesi arasındaki münasebeti daha fazla
incelemeye başladılar. 1920’li yıllarda kendi alfabesi bulunmayan Tuva Türkleri;
Moğol, kısmen de Rus alfabesini kullanmıştır. Tuva Cumhuriyetinde alfabe 1930
yılında Türkiye Türkçesinin alfabesi örnek alınarak hazırlandı. Latin kökenli Tuva
harflerinin kullanıldığı bu alfabe, bağımsız Tuva Cumhuriyeti, Sovyetler Birliğine
teslim olmadan önce Kiril alfabesine teslim oldu. 1941 yılında kabul edilen bir kanunla
Kiril alfabesine geçiş kararı alındı. Günümüzde bu alfabe kullanılmakla beraber,
yeniden Latin kökenli alfabeye dönüş de Tuva aydınları arasında tartışılmaktadır.
Tuva sözü edebiyatı yüzyıllardır halkın hayatının bir parçası olarak
süregelmiştir. Bu edebiyatta en büyük yeri şüphesiz kahramanlık destanları alır. Mısra
başı kafiyeli ve bir müzik aleti eşliğinde söylenen bu destanların çoğu derlenerek
basılmıştır. 1930’lu yıllarda başlayan yazılı edebiyat geleneği büyük ölçüde komünist
ideolojinin etkisinde kalmıştır. Yine de Tuva Türklerinin hayatı, yazılan bu hikâye,
roman ve tiyatro eserlerinde kendine yer bulur. Avcılık ve hayvancılık, toplum hayatını
en önemli iki uğraş alanı olarak, edebi eserlerde geniş olarak işlenir. 1990’lı yıllarda
komünist ideolojinin ortadan kalkması, milliyetçiliğin yaygınlaşması ve bağımsızlık
özlemleriyle birlikte edebî eserlerin muhtevaları da yeni hareketlere yönelmiş,
toplumun komünist sistemce yok edilmeye çalışılan değerleri ön plana çıkmaya
başlamıştır.
Tuva Edebiyatçıları arasında; Salçak Toka, Monguş Kenin Lopsan, Kızıl Enik
Kudaji, Viktor Kök-ool, Salim Sürün-ool, Stepan Sarıg-ool, Yuri Künzegeş, Oleg
Suvakpit, Ekatarina Tanova akla gelen ilk isimler olarak sayılabilir.
2000’li yıllarda Tuva’da İskitlerden kalma pek çok tarihi eser keşfedilmiştir. Bu
günümüzde Tuva Cumhuriyetinin bulunduğu bölgede tarihin en eski devirlerinden beri
medeniyetlerin bulunduğunu göstermektedir.
Tuvalılar kendilerine has gırtlaktan söyledikleri müzikleriyle, Türkler açısından
kutsal sayılabilecek Yenisey ırmağının çıkış noktasındaki bakir yurtlarıyla, kendi
kültürlerini yaşatma azimleriyle diğer Türk toplulukları arasında özel bir yere sahiptir.
Güney Sibirya’da kışlar sert ve soğuk geçer. Fakat Tuvalıların sıcak yüreği sizi bir
akraba olarak karşılayacak ve sıcak ilgisiyle ülkelerinin soğukluğunu size
hissettirmeyecektir. Bir gün yolunuzu Tuva’ya düşürünüz.
KAYNAKLAR
Dravis, M. Tuvinians in Russia, http://www.bsos.umd.edu /cidcm/mar/rustuviv.htm Deusen, K. Van, The Shamanic Gift and the Performing Arts in Siberia
F:\Moscow2000.htm
Eberhard, W. (1943) Tobalar Etnik Bakımdan Hani Zümreye Girer,
AÜDTCFD I, S.2. s.19-30 Eliade, Mircea, (Çev. İsmet Birkan), (1999), ġamanizm, Ġlkel Esrime
Teknikleri, İmge
Frešová, Zora, TUVA the Treasure in the Centre of Asia F:\Zora Frešová -
seminars Sources - Tuvan Shamanism.htm
Fridman, Eva Jane Neumann (Çev. Müfit Balabanlılar), (2003), Tuva Şamanizmi,
Türkler, Türk Dünyası, C. 20, s.180-188
Günay, Ünver- Güngör, Harun, (2003), BaĢlangıçlarından Günümüze
Türklerin Dinî Tarihi, Ragbet, İstanbul Katanov,N, F, (2000) Bilimsel Eserlerinden Seçmeler, TÜRKSOY, Ankara
Kenin-Lopsan, B. Monguş, (1993), Magiya Tuvinskih ġamanov, Kızıl
Kenin-Lopsan, B. Monguş, (1994) Tuva Çonnuŋ Burungu Ujurları , Kızıl Mannay-ool, M, (1998) Homdu Dayını, Ulug-Hem Kızıl, s.127-140
Mannay-ool, M, D (1996) Ġstoriya Tuvı 9, Kızıl, s.77-78
Oçur, V, (1991) Taŋdı-Tıva Ulustuŋ Ündezilekçi Ulug Huralı Ulug-Hem, S. 77, s.150-
160
Radloff, W. (Çev. Ahmet Temir) (1994), Sibirya’dan III , MEB, s.1-85
Roux, Jean-Paul (çev. Aykut Kazancıgil) (1998) Türklerin ve Moğolların Eski
Dini, II.Baskı, İşaret Yay. İstanbul
Serenot, Stanislav (1993) Tuva Ulusçu EmneeĢkin, Kızıl Töögü Dokumentileri (1990) Ulug-Hem, Kızıl