Türk ve İskandinav Destanlarında Öldükten Sonra Dirilenler (Resuscitation in Turkic and...

15
II. Uluslararası Genç Halkbilimciler Sempozyumu Bildirileri i Hacettepe Üniversitesi Türk Halkbilimi Bölümü Yayınları: 1 II. Uluslararası Genç Halkbilimciler Sempozyumu Bildirileri [18 Ekim 2014 Ankara] Ankara 2015

Transcript of Türk ve İskandinav Destanlarında Öldükten Sonra Dirilenler (Resuscitation in Turkic and...

II. Uluslararası Genç Halkbilimciler Sempozyumu Bildirileri

i

Hacettepe Üniversitesi

Türk Halkbilimi Bölümü Yayınları: 1

II. Uluslararası

Genç Halkbilimciler

Sempozyumu Bildirileri

[18 Ekim 2014 Ankara]

Ankara 2015

II. Uluslararası Genç Halkbilimciler Sempozyumu Bildirileri

ii

II. Uluslararası Genç Halkbilimciler

Sempozyumu Bildirileri

Editör: Prof. Dr. Metin ÖZARSLAN İsteme Adresi: Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Halkbilimi Bölümü Beytepe – ANKARA Tel: +90 312 297 81 50 ISBN: Kapak Düzeni: HANGAR İç Mizampaj: Turnalar Baskı: Öncü Basımevi Kâzım Karabekir Caddesi Ali Kabakçı İşhanı No: 85/2 İskitler 06660 Altındağ ANKARA Tel: +90 312 384 31 20.

Kitapta yer alan yazıların fikrî sorumluluğu yazarlarına aittir.

Bu sempozyum, Hacettepe Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Destek Birimi tarafından 014 D10 701001-747 nolu bilimsel toplantı projesi ile

desteklenmiştir.

II. Uluslararası Genç Halkbilimciler Sempozyumu Bildirileri

36

Türk ve İskandinav Destanlarında Öldükten Sonra Dirilenler

Emre AYGÜN* [email protected]

Özet: Evrensel olarak birçok uygarlığın anlatılarında kendisine yer bulan ölümden sonra dirilme motifine Türk ve İskandinav destanlarında da rastlanmaktadır. Türk destanlarında öldükten sonra dirilme yaygın rastlanan bir motiftir. Ölüp/öldürülüp diri-len/diriltilen kahraman, diğer yaşayanların sahip olmadığı özel-liklere kavuşur; ayrıca olgunlaşır. Birçok anlatıda bu kahramanlar yeniden dirildikten sonra kendisini öldürenlerden intikam alır ve hayattayken yarım kalan hesabını tamamlar. İslâm’a geçiş sonrası dönemde ölümden sonra dirilme motifi yeni dinin kurallarına tâbi kılınsa bile alp uykusu, Oğuz uykusu gibi farklı şekiller altında varlığını sürdürmüştür. Yine de her ne şekilde olursa olsun bu kahramanlar ölümsüzlüğe kavuşmazlar. İskandinav sagalarında yer alan draugurlar ölümden sonra dirilip günlük hayata giren özel varlıklardır. Konunun uzmanı bazı bilginlere göre İskandinav halk geleneklerinin en eski kültürel unsurlarından biridir. İsimleri korku ve karanlığın gücü ile bir arada anılır ve yaşayanların mad-di özelliklerini öldükten sonra taşımaktadırlar. Kazandıkları güç, sıradan insanların onlara meydan okumasını zorlaştırır. Bu var-lıkların etkinlikleri geceleri en üst düzeye ulaşır ve maddi dünya ile sıklıkla kötücül ilişkiler kurarlar; draugurlar kan ve intikam için geri dönerler. Hristiyanlığın ortaya çıkıp gelişmesi sonrasında dahi yeni düşüncenin hamileri bu inanışı ortadan kaldırmaya ça-lışmamışlardır. Hristiyanlık bu “ruhsuz” bedenlerin şeytani ve kö-tücül varlıklar tarafından yaratıldığını düşünmüştür. Yazıda iki kültürde benzerlik gösteren ölümden sonra dirilenleri karşılaştı-racağız. Anahtar Kelimeler: İzlanda, Altay, saga, destan, ölüp-dirilme, Dra-ugur, kahraman, kaos.

* Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Doktora Öğrencisi

II. Uluslararası Genç Halkbilimciler Sempozyumu Bildirileri

37

“Düşünmeye bir sınır çizmek için, bu sınırın iki yanını da düşüne-bilmemiz gerekirdi, yani düşünülmeye elvermeyeni düşünebilmemiz gerekirdi” diyor filozof. Bu sözü, bağlamını bir ölçüde zorlayarak, inceleme girişiminde bulunduğumuz konuya eklemleyebiliriz. Aslına bakılırsa konunun merkezinde olup düpedüz özünü ifade etmektedir. Bir diğer filozofun “dünyaya fırlatılmış” olarak tanımladığı insanoğlu, iki büyük bilinmezliğin, yani doğumun ve ölümün ayracında ve bilin-cinin parlaklığıyla bilinmeyenin bulanıklığı arasında debelenmekte-dir. Kendi varlığının öz-kavrayışı ona, inşa edilmiş dil vasıtasıyla korktuğu karanlığa hâkim olma cesareti ve deneyimi kazandırmak-tadır. Ölüme ve dirilmeye söz ile söz geçiren insanın duygusu böylece rastgele dünyaya fırlatılmışlık değil, amaçlı dünyaya yerleştirilmişlik haline geliyor.

Dolayısıyla, ölmek ve bir kahraman (ya da karşı-kahraman) mis-yonuyla yeniden doğmak, sıkıntı verici düşünceye konu olan tekinsiz dünyayı zapturapt altına almanın apaçık bir metaforu halindedir. Bu meyanda, ölümden sonra yeniden doğmak düşüncesinin çekiciliği ve tanımlı bir kozmos kuruculuğu, hiçbir kültür yoktur ki kendine hayat alanı bulmamış olsun. Bizim bu çok geniş konuya giriş mahiyetindeki genel karşılaştırmamızın konusu da ölümden sonra dirilme motifinin eski İskandinav ve Türk metinlerindeki yansımalarıdır. İskandinav sahasından sagalar, Türk sahasından ise bir örnek dışında Altay des-tanları ele alınmıştır.

1. İskandinav Sagalarına Bakış

İzlanda dilinin klasik sözlüğünde draugr (modern İzlanda dilinde draugur), “Hayalet, ruh, mezar sakini” olarak açıklanır (Cleasby ve Vigfusson 1957: 103).

Draugurların kimi at sürer gibisinden çatılara binen korkutucu varlıklar iken, kimisi mezarında ezberden dizeler okuyan zararsız varlıklardır. Kimileri büyük gruplar halinde yerleşim yerlerine saldı-rır, kimileri ateşin önünde sessizce oturmayı tercih eder. Mezarından çıkmayanlar olduğu gibi, tam tersine mezarına bir türlü girmeyip sürekli dolaşanları da vardır. Tüm bunların hepsini yaşayan ölüler, ölümsüzler gibi genel bir tanımın içine toplamak anlamamızı kolay-laştırsa da bu varlıkların birbirlerine nazaran ayrım noktaları göz önüne alındığında fazlasıyla tek tipleştirici olacaktır (Guerrero 2003: 38).

Bu itibarla Eski Kuzey (Old Norse/ Forn-norræna) yazınındaki dört çeşit drauguru şu şekilde sıralayabiliriz: Haugbúi, aptrgangr,

II. Uluslararası Genç Halkbilimciler Sempozyumu Bildirileri

38

uppsitjendr, fyrirburðir. Buna karşılık, öldükten sonra mezarlarından çıkarak yarattıkları tedhişin modern zamanların popüler zombie imgesi ile özdeşleşmesi sonucu, draugur deyince akıllara aptr-gangrlarakla gelir olmuştur. Bazı uzmanlara göre bu özdeşleşme en meşhur aptrgangr olan Grettir sagasındaki Glámr’dan dolayı da ola-bilir (Guerrero 2003: 60).

Ben de bu metinde draugur kavramını, çoğunlukla ve şimdilik kaydıyla, aptrgangr kastıyla kullanacağım. İlerleyen zamanlardaki daha geniş hacimli incelemelerimde farklılıklar ortaya konacaktır.

İskandinav dünyasına ait tarihi ve edebi kayıtlarda rastlanmakta olan tekne gömüsü, yakma, taş yığma, Hristiyanlık dönemi mezarlık-ları gibi çok çeşitli ölü gömme adetlerine karşılık sagalarda çoğunluk-la tümülüs tarzı mezar odalarına rastlanır (Ellis 1968: 10-34). Bun-lar, üzeri tahta ile kapatılan taş bir odanın üstüne toprak yığılmasıyla ortaya çıkan mezar yapılarıdır. Ölülerin ve yaşayanların arasına bir sınır çekmek amacıyla bu mezar yapısının çevresinde bir ateş yakılır. Grettir sagasında Grettir, Yaşlı Kár için yakılmış bu tür bir ateşi gör-müştür7.

İskandinav evreninde ölü beden bir kez mezara girdi mi dünyevî ölçülerden farklı bir canlılık ve güç kazanacağına inanılır ve mezar yapısına bir ev, ama ölünün evi gibi muamele edilir (Ellis 1968: 96). Mezarda aynı zamanda hatırı sayılır değerdeki hazineler de mezar sunusu olarak ölülerin ayakları dibinde gömülüdür. Ölüler, sagaların dünyevî evler şeklinde tarif ettiği mezarlarında mallarını kıskançlıkla gözetir (Ellis 1968: 90). Buna karşılık ileride göreceğimiz üzere aptr-gangrların mezarlarında böylesi bir zenginlik yoktur ve savunma değil saldırı halindedirler. Ayrıca diğer draugur türlerinin aksine mezarlarından uzaklara gidebilen canlı cesetlerdir –ki zaten birebir kelime anlamı da “geri yürüyen/dönen”dir.

Karanlığı seven draugurların güz mevsiminin sonlarına doğru başlayan saldırıları, kış ilerledikçe yoğunlaşır. Ekseri pagan devrinin -sonradan Noel’e denk düşecek olan- Yule döneminde, yani insanla-rın mecburi olarak evlerinin içinde yaşadıkları aylarda görülürler8.

7 “Bir akşam geç vakit Grettir eve dönme hazırlığındayken, ilerideki burnun orada,

Audun’un çiftliğinin alt tarafında büyük bir ateşin alevlerinin patlak verdiğini gördü ve bunun ne olabileceğini merak etti” (Dent 2004: 104).

8 Yule: Heimskringla derlemesinin ilk sagası olan Ynglinga’nın”Odin’in Yasa Yapıcı-lığı Hakkında” isimli 8. bölümünde bir yıl içinde yapıldığı belirtilen üç sunu bay-ramından biri. Buna göre bir yıl içinde üç bayram ve sunu töreni yapılması gere-

II. Uluslararası Genç Halkbilimciler Sempozyumu Bildirileri

39

Bu dönemde geceler çok uzundur, dolayısıyla karanlık egemendir. Draugurlar günışığını, sis yaratmak ve sair yollarla geçici olarak en-gelleme yeteneğine de sahiptir (Chadwick 1957: 54). Çiftliklere ve insanlara yönelik saldırıları birçok yerde reimt, yani büyülü, tekinsiz ya da cinli şeklinde çevrilebilecek bir sıfatla anılır (Cleasby ve Vigfus-son 1957: 491).

Bunlar, helblár (ölüm kadar mavi) ya da náfolr (solgun) gibi renk ifade eden kavramlarla daanılan varlıklardır. Eyrbyggja sagasında draugur tarafından öldürülen çoban kolblár, onu öldüren draugur ise helblár olarak anılır (Morris ve Magnusson 1892: 33). Grettir sagası-nın ölümsüz çobanı Glámr koyu mavi renktedir (Dent 2004: 236). Fiziki olarak ise eskisinden de güçlü, ağır, geniş olup karanlık bir yüze ve korkutucu bakışlara sahiptirler. Eyrbyggja sagasındaki Thórólfr çürümemiş, uğursuz görünüşlü, bir öküz kadar genişlemiş olarak tasvir edilir. Bedeni kaldıraç olmadan yerinden oynatılacak gibi değildir (Morris ve Magnusson 1892: 34).

Bu varlıkların söz konusu güçlerinin, kurbanları üzerinde ölümcül etkileri vardır. Grettir sagasındaki Glámr’un saldırısına uğrayan ço-banın boynu kırılmış ve kemikleri un ufak olmuştur. Sürüler, çoban-lar, dikkatsiz yolcular özel hedefler olarak, hırsla ve nefretle saldıran güçlü draugurların kendilerini paramparça etmesi tehlikesiyle karşı karşıyadır. Flóamanna sagasının 13. bölümünde geçen bir başka olayda ise, bir gün, Thorgils’in kapısı çalınır. Gelen kişi annesinin öldüğünü söyler ve gömmek için yardım ister. Thorgils eve geldiğin-de kadını yerleştirdiği tabutu çok sağlam bir iple bağlar. Ölümden sonra olağanüstü güç kazanan kadın yolda ipleri kopararak tabuttan çıkar. Onu yakalamayı başarırlar ve kendisi için hazırlanmış ateşe atarlar.

Bernadine McCreesh’e göre paganların draugur olması iki nedene dayanıyor olabilir: Öfkeye ve kötücüllüğe olan eğilimleri, aşkın sihir dünyasıyla olan irtibatları (Guerrero 2003: 62).

Draugur olan kişiler gerçekten de yaşarken öfkeleriyle tanınmış-lardır. Buna karşılık şerefin her şeyin üstünde tutulduğu, kan davala-rının bitmek tükenmek bilmediği ve neredeyse her an herkesin pat-lamaya hazır olduğu sagaların İzlanda’sında her öfkeli insan öldükten sonra draugur olsaydı adanın ağzına kadar draugur dolması gerekir-

kir: Kışın iyi bir sene geçirilmesi için; kış ortasında iyi bir hasat için (Yulebudur); yaz mevsiminde zafer için.

II. Uluslararası Genç Halkbilimciler Sempozyumu Bildirileri

40

di. Burada püf noktalarından biri bu kişilerin öfke içinde kaynıyor-ken ölmeleridir. Draugurlar aynı zamanda İzlanda’ya fırsatların artık kısıtlı olduğu ilk yerleşim dönemi sonrasında gelmiş olan dışarlıklı ve toplumun aşağı kesimlerinde barınan “yabancı”lardır ve hepsi de pagandır9. Bu da ikinci farktır. Nitekim mezarları bile haugr değil, daha alt değerdeki dystir. Haugrlardakinin tersine mezarlarında zen-gin mezar sunuları olmaması onları huzursuz kılmaktadır. Dolayısıy-la yaşarken öfke dolu olmaları yanında düşük toplumsal ve ekono-mik statüleri de draugur olmalarında etkilidir. Öfkeleri ile hayal kı-rıklıklarının birleşmesi onları kendilerince adalet aramaya yöneltmiş gibi görünmektedir (Guerrero 2003: 67-70). Yeri gelmişken söyle-mek gerekir; cansız bedenlerinin başka bir yere taşınması veya ya-kılmak üzere dışarı çıkarılması sırasında direnç göstermemeleri, mezarın içinde savunmasız olmaları yanında, muhtemelen korunma-ya değecek bir şeyleri olmaması dolayısıyla yaşadıkları umursamaz-lıktan da kaynaklanmaktadır10.

Draugurların sihir mevzusunda da becerileri anlatılır. Nitekim draugurlar gelecekten bilgi edinmek, hava durumunu kontrol altına almak (Ellis 1968: 163), don değiştirmek için zaman zaman büyüye başvururlar. Fok, büyük boğa, kulaksız ya da kuyruksuz gri at, uyu-yanların göğsüne oturan ve hızla büyüdüğü için söz konusu kişinin boğulmasına yol açan kedi gibi çeşitli donlarda görülebilirler. Bunun bir örneği Hrómundr sagasının 4. bölümündeki Thráinn adındaki bir draugurdur. Thráinn, kedi benzeri bir varlığa dönüşerek don değişti-rir ve tırnaklarını Hrómundr’a geçirerek etini kemiğinden ayırır. Bir draugur büyü kullanarak yeryüzünde istediği şekilde hareket de edebilir. Laxdaela sagasındaki Hrappr, Ólafr kendisine hücum edince üzerinde oturduğu taşa adeta denize dalar gibi dalıp gözden kaybol-muş ve çarpışma böylece sonlanmıştır (Proctor 1903: 23). Bu yete-nekleri sayesinde mezar yapılarına istedikleri zaman girip çıkabilir-ler.

9 1) Dolayısıyla aptrgangrları ikinci kez ve bu sefer kalıcı olarak öldürmek öldüre-

ne bir şöhret sağlamaz. Nitekim bir draugur imhacısı olarak Grettir, yine de ka-nun kaçağı olmaktan kurtulamamıştır. 2) İlk yerleşim dönemi, 9-10. yüzyıllarda gerçekleşmiştir ve elimizdeki en erken örneği 13. Yüzyılın ikinci yarısına tarihle-nen Landnámabók isimli elyazmasında anlatılmıştır.

10 Grettir sagasındaki draugurKár, zengin mezar sunularıyla gömülmüştür ve bu konudaki tek istisnadır. Ayrıca diğer draugurların aksine dys yerine hauga gö-mülmüştür. Aynı draugur, Flóamanna sagasındaki Grönland hikayesiyle birlikte, İzlanda sınırları dışındaki (Norveç, Háramarsey) tek aptrgangrdur.

II. Uluslararası Genç Halkbilimciler Sempozyumu Bildirileri

41

Draugurların mal mülklerini koruma gayreti, Laxdaela sagasında Thórólfr’un oğlu malların başındayken ortalarda görünmeyip o öl-dükten sonra civar çiftlikleri kasıp kavurmasında belirginleşir. Eyrbggja sagasında Hrappr’un evini gözetebilmek için karısından, öldükten sonra kendisini oraya gömmek istemesi ise daha da belirgin bir örnektir. Nitekim saganın yazıldığı dönemde bile yazar, orasının ıssız kasaba görünümünde olduğunu söylemektedir11.

Öylesine saldırgandırlar ki gece karanlığı çöktükten sonra gelen-lere kapıyı açmak bile yeterince dikkatsizce bir davranıştır. Flóamanna sagasının 22. bölümünde geçen bir hikâyeye göre karan-lık çöktükten sonra kapının çalınmasını iyiye yoran bir ev sakinini odaya uzun süre geri dönmeyince diğerleri aramaya çıkmışlar ve dışarıda delirmiş bir halde bulmuşlardır. Bu kişi sabaha doğru öl-müştür. Bu yüzden İzlanda geleneklerinde gece olduğunda pencere üç kere vurulur. Bir kere vurulmuşsa gelen draugur ya da benzeri şeytanî bir varlıktır.

Draugurların bir diğer rahatsız etme yöntemleri at binercesine ça-tıya tünemeleri ve evi sarsmalarıdır (Morris ve Magnusson 1892: 34; Dent 2004: 144-147).

Draugurlar doymak bilmez bir şekilde açtırlar. Bu durum onların tehlikeli varlıklar olmasına neden olan özelliklerindendir. Egils saga

11 Laxdaela sagasında adı anılan Hrappr’un hikayesi şöyledir: Şiddete olan eğilimi

nedeniyle Hebrid adalarından İzlanda’ya göçmek zorunda kalan Hrappr bir çiftlik sahibi olur ve komşularına yatağa mahkum olduğu yaşlılık çağına dek saldırganca davranır. Öleceğini anlayınca karısına, kendisini evin ateş yanan ana odasının al-tına gömmesini vasiyet eder; böylece evini gözetebilecektir. Ölünce bu vasiyeti yerine getirilir ve gözetmekten kastettiğinin ne olduğu da kısa zamanda anlaşılır: Aptrgangr olmuştur. Saldırganlığıyla komşu çiftlikler üzerinde ciddi sorunlara yol açar. Kendi çiftliğinde ise bu sorunlar daha fazlasıyla yaşanır. Yaşadığı bölge bu terörden dolayı tarif edilemez sıkıntılara boğulunca yerel sakinleri yardım tale-biyle yerel beye (godi) başvururlar. Bey, onu mezarından çıkarıp daha uzakta başka bir yere taşımak üzere Hrappr’un çiftliğine gider. Çiftliğin işletilmesini eli-ne alan Hrappr’un oğlu bir süre sonra delirir ve ölür. Ardından kayınbiraderi, adamları ve sürülerini yanında getirerek çiftliğin başına geçer. Bir Viking akınına çıkar, ama denizde yedikleri bir fırtına sebebiyle bir kişi dışında hepsi boğulur. Çiftlik yıllarca sahipsiz kaldıktan sonradır ki Óláfr adındaki bir adam çok ucuza satın alıp maiyetiyle birlikte oraya taşınır. Bir gün çobanı ile bazı gariplikleri çözmek için ahıra giderler. Çoban içeri girer ve koşarak dışarı çıkar. Óláfr, ahırı mesken tutmuş Hrappr’u karşılamaya girişir ve mızrağını ona doğrultur. Hrappr mızrağı bir hamlede parçalar. Óláfr ardından onunla boğuşmaya niyetlenirse de Hrappr aniden toprağın altına girip gözden kaybolur. Ertesi sabah Hrappr’un gö-mülü olduğu yere giderler ve cesedini oradan çıkartırlar. Ceset çürümemiştir ve elinde bir mızrak olduğu görülür (Proctor 1903: 13-23).

II. Uluslararası Genç Halkbilimciler Sempozyumu Bildirileri

42

einhenda ok Ásmundarberserkjabana sagasının 7. Bölümünde anlatı-lan kılıç kardeşleri Aran ve Asmund’un hikâyesinde görülebilir. İki yoldaş, biri ölünce diğerinin mezar yapısının içinde üç gün boyunca uyanık kalması üzerine yemin eder. Aran ölünce yeminin gereğini yerine getirmek üzere Asmund mezara girer. Mezara Aran’ın silahla-rı, eşyası, bir şahin, bir tazı ve bir at konur. Asmund ilk gece şahini ve tazıyı yer. İkinci gece atı öldürüp parçalarına ayırır ve ağzından etin kanları aka aka onu yer. Üçüncü gece Asmund artık iyiden iyiye ken-dinden geçmiş haldeyken Aran onu kulaklarından yakalar, ancak Asmund kılıcını çekip Aran’ın kafasını keser ve onu yakarak küllerini savurur.

Buraya kadar görüldüğü üzere draugurlar yaşamın içindeki her şeye ve bizzat yaşayanların kendilerine karşı derin bir özlem, hatta kıskançlık duyarlar.

Bilim çevrelerinde, ölülerin geri dönmesini önlemek için modern dönemlerde yapılan uygulamaların Viking Çağı geleneklerinin deva-mı olduğu kabul edilmektedir. Buna göre ölünün göğsüne açık bir makas yerleştirilir, küçük saman parçaları örtünün altına konur, ayak başparmakları birbirine bağlanır ve ayakların hareket kabiliyeti sınırlandırılır, bir dikiş iğnesi ayak tabanına sokulur. Tabut omuz-landığında taşıyanlar, kapının eşiğinde onu haç işareti oluşturacak şekilde farklı yönlerde üçer kere indirip kaldırırlar. Tabut evden çıktığında evde tabutun yerleştirildiği tüm sandalye ve tabureler devrilir. Kavanoz ve kap kacak ters çevrilir. Kilisede ölünün ruhunun huzuru için rahibin yaptığı duanın da ölüyü mezara bağlayan sihirli bir işlevi olduğu düşünülür. Evlerde sadece tabutun çıkarılması için kullanılan bir kapı vardır. Bu kapı tuğla örülüdür ve tabut çıkarılır-ken yıkılıp ardından hemen geri örülür, zira inanışa göre ölü geri dönerse evine ancak çıktığı yerden girebilmektedir. Ölü bedenin kimi zaman ormanın derinliklerine götürülmesinin nedeni de benzerdir; karmakarışık patikalar yüzünden geri dönüş yolunu bulamaması (Feilberg 1907: 366).

Benzer bir tören uygulaması Eyrbyggja sagasında Thórólfr’un ce-sedinin evden çıkarılması sahnesinde görülür. Arnkell, Thórólfr’un gözlerini kapatana dek kimsenin onun bedeninin önünde durmaması yolunda odadakileri uyardıktan sonra ona arkadan yaklaşır. Thórólfr’un kafasını elbiselerle sarar. Ardından onu duvardaki bir delikten çıkartırlar (Morris ve Magnusson 1892: 33).

II. Uluslararası Genç Halkbilimciler Sempozyumu Bildirileri

43

Ölü, draugur haline gelmişse üstesinden yine gelinebilir. Dışarıda iken zarar vermek için demirden yapılmış silahlar işe yarıyorsa da onları durdurmak için bu yeterli değildir. Öncelikle draugur ellerinde kavranıp onunla boğuşmaya girilerek yere serilmelidir. Ardından başı kesilmelidir. Bu işlem kimi zaman draugurun mezarında bulu-nan bir silahla gerçekleştirilir (Chadwick 1957: 55). Flóamanna saga-sının 13. bölümünde Thorgils’in yaşadığı mücadele buna örnek gös-terilebilir. Thorgils, evinin çatısında bir ses duyar. Baltasını kapıp dışarı çıktığı anda karşısında kötü görünüşlü ve büyük bir draugur bulur. Draugur onu görünce mezarına doğru kaçar, Thorgils de arka-sından seğirtir. Elindeki baltayı düşürünce boğuşmaya girişir. Drau-gur’u sırtüstü düşürünce duruma hâkim olur ve baltasını yeniden kaparak onu kafasını koparır. Draugur’un alt edilmesinin son aşama-sı bedenin yakılması ve küllerinin uzak bir bölgeye gömülmesi ya da denize savrulmasıdır. Bu işlemler gerçekleştirildikten sonradır ki Draugur artık gerçekten ölür ve yeniden ayağa kalkamaz (Ellis 1968: 37-38).

Laxdaela sagasında Hallbjörn, Grettir sagasında Glámrve Flóamanna sagasındaki erkek ve kadın; bu dört örnekte ölüm şekille-ri farklıdır: Sakatlayıp denize atma, yakma, kellesini uçurma gibi. Fakat hiçbirinde draugurun üstesinden gelmek için yeniden gömme yoluna gidilmez. Bunun yanında her örnekte de draugurlarla boğuşu-lur; öyle ki Flóamanna sagasındaki kadınla bile (Guerrero 2003: 76).

Mezarlarında iken draugurdan kurtulmanın yöntemi de benzer-dir. Aptrgangrların mezarlarında bulundukları sırada -diğer draugur-ların türlerinin aksine- herhangi bir mücadeleye girişmediğini ve direniş göstermediğini biliyoruz. Mezardan çıkarıldıkları durumlarda asıl sorun, cesedin ağırlığı ve buna bağlı olarak taşınmasındaki zor-luklardır. Bunun örnekleri Laxdaela sagasındaki Hrappr ve Eyrbyggja sagasındaki Thórólfr’dur. Süreç şöyle işler: Ceset mezardan çıkarılıp uzaktaki bir bölgeye gömülür. Tacizlerin ve saldırıların devam ettiği durumda ise ikinci kez o mezar da açılıp draugur yakılarak külleri denize savrulur.

Potansiyel aptrgangrların ölür ölmez yakılmamasının tarihî izdü-şümsel nedeni, kremasyon işleminin ihtiyaç duyduğu yüksek enerji-nin kıt enerji kaynaklarına sahip İzlanda koşullarında zor ve pahalı olması olabilir (Guerrero 2003: 79). Nitekim Eyrbyggja sagasında Thórólfr’un bedeninin yakılmasına ilişkin sıkıntı ile bu duruma tanık-lık ederiz (Morris ve Magnusson 1892: 64).

II. Uluslararası Genç Halkbilimciler Sempozyumu Bildirileri

44

2. Türk Destanlarına Bakış

Türk destanlarında önemli bir yeri olan “ölüp dirilme” motifinin izleri kaya resimlerine dek sürülebilir ve elimizdeki metinlerde sık-lıkla görülmektedir (Acaloğlu 2005: 156).

Türk destanlarındaki ölümden sonra dirilme motifinde süreç, bir şekilde diriltilen kahramanın misyonunu tamamlaması, yani intikam alması (âleme nizam vermesi) ve eşzamanlı olarak da olgunlaşması (kemâle ermesi) şeklinde işler. Bu metinlerde olağanüstü güçlere sahip kahramanın ölümü ve ölüm-sonrası da olağanüstü şekilde ger-çekleşmektedir. Kahramanlar yakınları, arkadaşları ya da düşmanları tarafından hileyle öldürülür.12 Buna karşılık destanın başından itiba-ren bir misyon üstlenen kahraman, bu misyonu tamamlamadan mut-lak anlamda ölmez; dolayısıyla öldürülse bile yeniden diriltilir (Aça 2002: 82). Ölümün kendileri için bir son olmadığı bu kahramanlar intikamlarını alma ve dünyaya adaletle ve iyilikle nizam verme göre-viyle tanımlanmıştır (Aça 2011: 16).

Tanrı’nın inayeti, kendi yakınlarının ya da sadık hayvanlarının büyü sınıfına girecek uygulamaları eşliğinde diriltmek için öldürülen kişinin kemikleri ve çeşitli kutsal sıvılar kullanılır (Acaloğlu 2005: 156); zira Altay Türklerinde genelde kişinin canının kemik ya da kemik iliğinde saklı olduğuna inanılır (Aça 2011: 10). Bu yüzden canın yok edilmesi için kemiğin muhakkak yakılması gerekir. Altay Buuçay destanında, Aralay ve Şaralay’ın yakmak için Altay Buuçay’ın kemiklerini araması, ama bulamadan geri döndüklerinde yaktıkları yalanını söylemeleri buna örnektir. Bu olay, Altay Buuçay’ın sadık yardımcılarının kemikleri bulup birleştirerek onu canlandırmasıyla sonuçlanmıştır (Dilek 2002: 211). Eşleri, hayvanları ya da tanrısal güçler tarafından bu şekilde yeniden hayata döndürülen kahraman-lar mücadelelerinde başarılı olduktan sonra ömürlerinin sonunu yurtlarında geçirirler (Aça 2011: 16).

Bu konuda örnek gösterilebilecek bir diğer destan, Altay Türkleri arasında yaygın olan Kögüdey’dir. Kögüdey’in oğlu Kuskun Kara, Kan-Kere isimli kuşun iki yavrusunu yedi başlı Ceek-Cılan’dan kur-tarmıştır. Daha sonraki zamanlarda Kuskun Kara bacanakları tara-fından öldürülür. Bunu duyan Kan-Kere, kutsal su ile kahramanı di-riltir. Kuskun Kara yeniden hayata dönünce kendisini öldürenlerden intikamını alır.

12 [ŞG76] Bu motifin en eski örneği Şahname Alp Er Tonga’dır.

II. Uluslararası Genç Halkbilimciler Sempozyumu Bildirileri

45

Kahraman, bir çeşit yaşayan ölü değildir, ancak dirildikten sonra kendisini zekâ, güç, akıl yürütme gibi yetiler açısından yaşayanlardan ayıran üstün özellikler kazanmıştır. Kazak Türkleri arasında yaygın bir destan olan Erkemayda’ya göz atmak gerekirse: Uzınsarı isimli bir yiğit, Erkemaydar’ın kızkardeşi Naran ile evlenmek istemektedir. Naran’ın da yiğide gönlü vardır, ama ona göre bu işin oluru kardeşi-nin ölümüne bağlıdır. Naran, bunun üzerine Erkemaydar’dan üste-sinden gelinmesi çok zor görevleri yerine getirmesini ister durur. Kahramana bu maceraları sırasında üç kızkardeş yardım eder. Naran, nihayet Erkemaydar’ın ortadan kaldırılması görevini doğrudan Uzın-sarı’ya verir; o da Erkemaydar’ı öldürür. Bunun üzerine kahramanın atı üç kız kardeşi bulur ve onlar da Erkemaydar’ı diriltir. Kız kardeş-lerin isteği üzerine bu sefer de o Uzınsarı’yı öldürmeye gider. Uzınsa-rı’nın kafasını keserek, Naran’ı da atına bağlayıp sürükleyerek öldü-rür. Burada dikkate alınması gereken husus yine bir olgunlaşmanın yaşanmasıdır; kızkardeşler, Erkemaydar’ın -günümüz deyişiyle- far-kındalığını arttırmışlardır (Aça 2002: 81).

Olgunlaşma haline ilişkin bir diğer hikâye Manas destanındandır: Manas, Kökçö-Köz ve Kaman-köz tarafından zehirlenip öldürülür. Tanrı, onu melekleri aracılığıyla diriltir ve mezarını saraya dönüştü-rür. Manas, yakınlarıyla birlikte mezarına gelen yakın arkadaşı Se-rek’i tanımamış ve ona “Başka bir şey oldum ben” demiştir. Manas’ın başka birisi olmaya yaptığı kuvvetli vurgu, yaşadığı değişimi işaret etmektedir. Nitekim ölüp dirildikten sonradır ki babası Cakıp Han’ın yerine han olmuştur. Burada öldükten sonra dirilmenin kahramanı olgunlaştırdığı görülüyor. Manas, kim olduğunun bilincine ancak yakınları ona kimliğini hatırlatınca varır.

Fiziksel özelliklerdeki değişmeye ilişkin Altay Türk destanı Alıp-Manaş’tan bir örnek verilebilir. Ak Kaan’ın kızını almak için yola ko-yulan kahraman, uyuduğu bir sırada Ak Kaan’ın adamları tarafından atıldığı çukurda, atının uzaklardan getirdiği ak köpük sayesinde diri-lir. Alıp-Manaş çukurdan çıktığında artık eskisinden çok daha güçlü-dür (Aça 2002: 77-78).

Kahramanların ya da anti-kahramanların, draugurların ölümleriy-le benzerlik taşıyan, sadece kendi silahlarıyla öldürülmesi ve ölüm-den sonra diriltilmesi motifine de değinmeliyiz. Er Samır destanında Kara Bökö’yü öldürmeye çalışan kahraman bunu başaramaz; kanı yeryüzünü kaplamış, ancak ölmemiştir. Kara Bökö bunun üzerine kendi çelik bıçağını verir ve Er Samır onu ancak bununla öldürebilir

II. Uluslararası Genç Halkbilimciler Sempozyumu Bildirileri

46

(Dilek 2002: 81). Kozı Körpeş-Bayan Sulu destanının Altay Türk var-yantlarından olan Kozın Erkeş destanında ise Kodur Uul, Kozın Er-keş’i, kılıcıyla öldürmeye çalışır, ama kılıç paramparça olur. Kozın Erkeş bunun üzerine kendi sarı saplı elmas bıçağını verir ve Kodur Uul, Kozın Erkeş’i ancak bununla öldürebilir (Aça 2011: 10).

Yine Kozın-Erkeş destanında Kozın-Erkeş, düşmanı Karatı Kaan tarafından öldürtülür. Yavuklusu Bayım-Sur, cesedinin başında ağ-lamaya durur. Ne yaptıysa sevgilisini diriltemez ve ağıt yakmaya başlar. Onu duyan marallar ve ak kanatlı kuşlar da kendisine katılır. Sesleri duyan Tanrı Ülgen ve yeraltı dünyasının efendisi Erlik de ona yardım etmez. En sonunda Kozın Erkeş’in atının eşelediği yerden kahramanın sarı saplı elmas bıçağı çıkar. Bayım-Sur, kutsal su ile yıkadığı bıçağı onun yüreğine tutar tutmaz Kozın-Erkeş dirilir ve eskisinden çok daha yakışıklı ve daha güçlü hale gelir. Ardından Ka-ratı Kaan’ı bulup öldürür (Aça 2002: 78-79).

Lanetli draugurlardan kurtulmak için cesetlerini daha uzak bir bölgeye gömme uygulamasını Almış Kaan destanında cezalandırma şeklinde görürüz. Almış Kaan, oğlu Cılanaş Uul’u öldürtmek ister, ama Cılanaş Uul yengesi Ay Tana’nın yardımıyla ağabeylerinin elin-den kurtulur. Ay Tana, Cılanaş Uul’u öldüremeyen diğer çocuklara, babalarına delil yerine geçmek üzere bir köpeğin kanını götürmele-rini telkin eder. Bu kanı oğluna ait olduğu zannıyla içen Almış Kaan sonradan pişman olur ve derin üzüntüsü onu ölüme götürür. Almıs Kaan, bu şeytani eyleminden dolayı “Kuzgun inmez bir ormana” yani uzaktaki bir bölgeye gömülür (Aça 2011: 13-14).

Ölen kahramanların atları ve kendileri için hazırlanmış özel taş lahitlere konduğu görülür. Kendi ismiyle anılan destanda Ak Çibek Arığ, böylesi bir “ak taş tabut”a yatınca canı çıkar (Yılmaz 2011: 248).

Destanlarda öte-dünya deneyimi yaşayan kahramanların don de-ğiştirerek ölüleri dirilttiği, büyü yaptığı da görülür. Huban Arığ des-tanının başkahramanı Huban Arığ, önemli bir savaşçı olan yakın ar-kadaşı Ak Köpek’i geri getirmek için çeşitli hilelerle, sihirlerle şekil değiştirerek Kara Üzüt ülkesindeki dokuz kara kızı, sonra da Sarı Üzüt ülkesindeki dokuz sarı oğlanla dokuz sarı kızı yener. Zor du-rumlarda alnından bir saç demetini kopararak hemen istediği nesne-nin şekline girer. Yine Altın Çüs Destanı’nda Alp Han’ın çocuğu bir guguk kuşuna dönüşür. Bu destanda kahramanın saçından ve atının kuyruğundan koparılan üç tel kıl öleni diriltme amacıyla kullanılır (Yılmaz 2011: 241-243).

II. Uluslararası Genç Halkbilimciler Sempozyumu Bildirileri

47

Kahraman öldükten sonra obada bolluk bereketin azalması, kıtlık çıkması görülmeyen olaylardan değildir; zira bir görüşe göre kahra-man ya da anti-kahraman destan metinlerinde kendi etkinlik alanın-da her zaman merkezî bir denge unsurudur (Yılmaz 2001: 248). Türk Dünyası folklorunda kozmik düzensizlik sahneleri daha çok olumlu kahramanların yokluğu sırasında ortaya çıkar. Altay Buuçay’ın öldü-rülmesinden sonra yurdu Aranay ve Şaranay tarafından zulme uğra-tılır. Altay Buuçay’ın karısı Ermen Çeçen’i Aranay, kızı Caraa Çeçen’i ise Şaranaynikahına alır (Dilek 2002: 209-11). Bir diğer olayda da Manas öldükten sonra hayvanları tuhaflaşır, normal dışı davranırlar (Yılmaz 2011: 248).

Sonuç

Ölümden sonra dirilme dünya kültürlerinde evrensel bir motiftir. Türk ve İskandinav kültür dairelerinin destanlarında da buna dair zengin bir malzeme vardır. Bunun yanında ve dolayısıyla, tarihî ve coğrafî olarak sanılandan daha yakın ve sıkı bağlara sahip bu iki kül-türün malzemelerinin karşılaştırmalı incelemelere konu edilmesi mutlak bir gereklilik arz etmektedir. İncelememizde giriş mahiyetin-de teşebbüs edilen bu karşılaştırmadan çıkan ön sonuçlar şunlardır: Türk destanlarında dirilenlerin bahadırlar olduğu görülüyor, İskan-dinav sagalarında dirilenler ise bir anti-kahraman kimliğindedir; iki koşut motifte de dirilenler -kahramanca ya da iblisçe- dünyaya öngö-rülmüş bir düzen kazandırma ve/veya görevini tamamlama güdüsü ile hareket ederler; kan davası ve intikam peşindedirler; dirilmeleri sürecinde ve dirildikten sonra büyü uygulamaları yaygındır; dirilme, fizikî ve manevî olarak üst-insan özellikleri kazandırır; öte dünya ve yaşayan dünya ileilişkili olan bu kişilere sürecin bir aşamasında özel mezar tahsis edilir; Türk destanlarında kahramanın ölümüyle kaos oluşurken sagalarda anti-kahramanın dirilmesiyle kaos oluşur, ancak her iki durumda da merkezdeki bu karakterler yaşamın düzenli dön-güsüne yön vermiş olur.

Kaynaklar

ACALOĞLU, Arif, (2005), “Türk Destan Geleneğinin Tarihî Kökenlerine Dair”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, II, 4, 144-157.

AÇA, Mehmet, (2002), “Şamanlığa Geçişteki Ölüp Dirilme Ritüelinden Türk Des-tanlarındaki Ölüp Dirilmeye”, Millî Folklor, VII, 54: 75-86.

AÇA, Mustafa, (2011), “Altay Türklerinin Destanlarındaki Ölüm Teması Üzerine Bazı Tespitler”, Bilig, Güz, 59: 01-20.

CHADWİCK, Nora, Kershaw, (1957), “Norse Ghosts: A Study in the Draugurand the Haugbúi”, Folklore, LVII, 2: 50-65.

II. Uluslararası Genç Halkbilimciler Sempozyumu Bildirileri

48

CHAPPELL, Gavin (Çev.), (2011), “Hrómund Gripsson’s Saga”, http://www.germanicmythology.com/FORNALDARSAGAS/HromundarSagaGripssonChapell.html (Erişim tarihi: 20.10.2009).

CLEASBY, Richard, Gudbrand Vigfusson, (1957), Icelandic-English Dictionary, London: Oxford University.

DENT, Joseph, Malaby, (2004), Three Icelandic Outlaw Sagas, London: Viking Society for Northern Research.

DİLEK, İbrahim, (2002), Altay Destanları-I, Ankara: Türk Dil Kurumu. ELLİS, Hilda, Roderick, (1968), The Road to Hell, NY: Greenwood. FEİLBERG, Henning, Frederik, (1907), “The Corpse-Door: A Danish Survival”,

Folklore, 18, 4: 364-375. Flóamanna Saga, http://sagadb.org/Flóamanna_saga (Erişim tarihi: 22.10.2009) GUERRO, Fernando, (2003), Draugar Folklore in Old Norse Sources, Oslo: Univer-

sity of Oslo. MORRİS, William-Eirikr Magnusson (Çev.), (1892), “The Saga of the Ere-

Dwellers”, http://sagadb.org/eyrbyggja_saga.en (Erişim tarihi: 22.10.2009).

PROCTOR, Robert (Çev.), (1903), “The Story of the Laxdalers”, London: http://sagadb.org/laxdaela_saga.en2 (Erişim tarihi: 22.10.2009).

YILMAZ, Mehmet, (2011), “Hakas Kadın Kahramanlık Destanlarından Huban Arığ’da Kadın Kahramanlar”, New World Sciences Academy, VI, 2: 234-250.