Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz? [An...

25
BEŞERİ COĞRAFYA DERGİSİ, 1 (1), 14-38, 2013 Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz? An Essay on Self-Criticism of Turkish Geography: Why Have We Failed? How Can We Succeed? E.Murat ÖZGÜR, Nuri YAVAN Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Coğrafya Bölümü, Ankara [email protected], [email protected] Özet: Türkiye’de akademik coğrafya yaklaşık 100 yıllık bir tarihi geçmişe sahiptir. Bu 100 yıllık geçmiş içerisinde coğrafya disiplini üniversitelerde önemli bir yer edinmiş ve 1960'lara kadar da bilimsel bakımdan dünyaya paralel bir gelişme seyri izlemiştir. Ancak 1960 sonrası Türk coğrafyası aynı gelişim başarısını koruyamamış ve özellikle 1980 sonrası hem felsefi ve bilimsel bakımdan hem de kurumsal örgütlenme açısından çağdaş batı coğrafyasından kopmuştur. Gerçekten de Dünyada coğrafya disiplini son 50 yıl içinde önemli gelişmeler ve paradigma değişiklikleri yaşamış olmasına rağmen, bunlar Türkiye’ye aynı düzeyde yansımamış ve Türk coğrafyası başarısız olmuştur. Bu bağlamda bu makale, söz konusu sorunsalı yüksek sesle düşünmeye aracılık edecek iki soruya cevap aramaktadır: (1) Neden başaramadık? (2) Nasıl başarabiliriz? İlk soruya cevap vermek için Türk coğrafyasının 100 yıllık geçmişi tarihsel ve eleştirel bir perspektifle yeniden ele alınarak disiplinin yeterince başarılı olamamasının nedenleri tartışılmaktadır. İkinci sorunun cevapları ise; ilk sorudan elde edilen bulgular çerçevesinde ve dünyadaki ve ülkedeki bilimsel eğilimlerin ışığında, Türk coğrafyacıların bundan sonra neler yapması gerektiği üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu çerçevede mevcut literatürün incelenmesi ve yeniden değerlendirilmesi sonucu, coğrafyanın dünü, bugünü ve geleceği hakkında çıkarımlarda bulunulmuştur. Bu çalışma, “neden başaramadık?” sorusuna cevap olarak, bilinenin aksine, literatüre üç önemli yenilik/katkı getirmektedir: (1) Türkiye'de akademik coğrafya kuruluşundan bu yana "gerçek bir bilim" yapmaya değil, ulus-devletin inşa sürecinde vatanı kutsallaştırma görevini ifa etmek için okul coğrafyasına (coğrafya eğitimine) odaklanmıştır. (2) Türk coğrafyası kuruluşundan bu yana Fransız ve Alman coğrafya yaklaşımlarının etkisinde kalmış ve bu kıta Avrupası modelini eski haliyle sürdürmüştür. Bu durum Türk coğrafyasının 1950 sonrası coğrafya bilimini çağdaş anlamda yapan ve sürükleyen Anglo-Amerikan coğrafyasındaki gelişmeleri (felsefi, teorik ve yöntembilimsel) izleyememesine yol açmıştır. (3) Türkiye'deki coğrafyacıların uzmanlaşamaması (bölgesel yaklaşım ve okul coğrafyası) nedeniyle değişen toplumsal taleplere cevap verememesi, diğer disiplinlerin coğrafyanın akademik ve pratik çalışma alanlarını doldurmasına ve piyasada baskın hale gelmesine yol açmıştır. Sonuç olarak, tüm bu sorun ve başarısızlıklara rağmen, son yıllarda bütün bu problemlerin farkında olan bir grup yeni nesil coğrafyacının yeni bir dernek ve eleştirel bir yaklaşımla disiplini yeniden canlandırmaya başladığı görülmektedir. Anahtar Kelimeler: Türkiye’de coğrafya, coğrafya tarihi, coğrafya felsefesi, coğrafyanın geleceği, Türk coğrafyacıları Abstract: Turkish Academic geography has almost a 100-year history. During those 100 years, geography has been well established throughout universities in Turkey and arguably until 1960s Turkish geography has developed in a way that was parallel to the development of geography in the West. However, starting from the 1960’s Turkish geography could not maintain the same success of development, and especially after 1980, it has been alienated from modern western geography both in terms of philosophical approaches, scientific practice, and lack of institutional organization. Indeed, in the last 50 years, although the discipline of geography in the west has experienced significant developments and paradigm shifts, unfortunately the same level of success has not been reflected in Turkish geography. In this context, this paper seeks to answers two questions: (1) why has Turkish geography failed? (2) How can Turkish geography be successful again? To answer the first question, the paper deals with the historical development of geography in Turkey by focusing on the reasons why geography has not been successful. Regarding the second question, the paper focuses on what Turkish geography ought to do for a meaningful improvement. Using critical perspectives and re-evaluation of the existing literature on Turkish geography, this paper provides a review of the past, present and some inferences about the possible future of the discipline in Turkey. The paper contributes to the literature in three ways, sometimes contrary to common belief, by answering the question "why we failed?": (1) Turkish geography since its establishment have not focused on being/doing “real academic science”, instead concentrated on “school geography” in order to instil the sense of homeland along with the sense of national pride on the young generations in the process of building the nation state. Indeed, one of the basic characteristics of Turkish geography is that geographers devoted themselves to serve the state in creating nation state and national identity and making homeland through “geographic education”. (2) Turkish geography from its establishment to present developed under the strong influences of French and Germany geographical traditions so-called continental European approach. However, since the Anglo-American geography tradition started to dominate the discipline in the World with new theoretical approaches and practices after 1950s and onwards, Turkish geography was unable to follow new

Transcript of Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz? [An...

BEŞERİ COĞRAFYA DERGİSİ, 1 (1), 14-38, 2013

Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

An Essay on Self-Criticism of Turkish Geography: Why Have We Failed? How Can We Succeed?

E.Murat ÖZGÜR, Nuri YAVAN

Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Coğrafya Bölümü, Ankara [email protected], [email protected]

Özet: Türkiye’de akademik coğrafya yaklaşık 100 yıllık bir tarihi geçmişe sahiptir. Bu 100 yıllık geçmiş içerisinde coğrafya disiplini üniversitelerde önemli bir yer edinmiş ve 1960'lara kadar da bilimsel bakımdan dünyaya paralel bir gelişme seyri izlemiştir. Ancak 1960 sonrası Türk coğrafyası aynı gelişim başarısını koruyamamış ve özellikle 1980 sonrası hem felsefi ve bilimsel bakımdan hem de kurumsal örgütlenme açısından çağdaş batı coğrafyasından kopmuştur. Gerçekten de Dünyada coğrafya disiplini son 50 yıl içinde önemli gelişmeler ve paradigma değişiklikleri yaşamış olmasına rağmen, bunlar Türkiye’ye aynı düzeyde yansımamış ve Türk coğrafyası başarısız olmuştur. Bu bağlamda bu makale, söz konusu sorunsalı yüksek sesle düşünmeye aracılık edecek iki soruya cevap aramaktadır: (1) Neden başaramadık? (2) Nasıl başarabiliriz? İlk soruya cevap vermek için Türk coğrafyasının 100 yıllık geçmişi tarihsel ve eleştirel bir perspektifle yeniden ele alınarak disiplinin yeterince başarılı olamamasının nedenleri tartışılmaktadır. İkinci sorunun cevapları ise; ilk sorudan elde edilen bulgular çerçevesinde ve dünyadaki ve ülkedeki bilimsel eğilimlerin ışığında, Türk coğrafyacıların bundan sonra neler yapması gerektiği üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu çerçevede mevcut literatürün incelenmesi ve yeniden değerlendirilmesi sonucu, coğrafyanın dünü, bugünü ve geleceği hakkında çıkarımlarda bulunulmuştur. Bu çalışma, “neden başaramadık?” sorusuna cevap olarak, bilinenin aksine, literatüre üç önemli yenilik/katkı getirmektedir: (1) Türkiye'de akademik coğrafya kuruluşundan bu yana "gerçek bir bilim" yapmaya değil, ulus-devletin inşa sürecinde vatanı kutsallaştırma görevini ifa etmek için okul coğrafyasına (coğrafya eğitimine) odaklanmıştır. (2) Türk coğrafyası kuruluşundan bu yana Fransız ve Alman coğrafya yaklaşımlarının etkisinde kalmış ve bu kıta Avrupası modelini eski haliyle sürdürmüştür. Bu durum Türk coğrafyasının 1950 sonrası coğrafya bilimini çağdaş anlamda yapan ve sürükleyen Anglo-Amerikan coğrafyasındaki gelişmeleri (felsefi, teorik ve yöntembilimsel) izleyememesine yol açmıştır. (3) Türkiye'deki coğrafyacıların uzmanlaşamaması (bölgesel yaklaşım ve okul coğrafyası) nedeniyle değişen toplumsal taleplere cevap verememesi, diğer disiplinlerin coğrafyanın akademik ve pratik çalışma alanlarını doldurmasına ve piyasada baskın hale gelmesine yol açmıştır. Sonuç olarak, tüm bu sorun ve başarısızlıklara rağmen, son yıllarda bütün bu problemlerin farkında olan bir grup yeni nesil coğrafyacının yeni bir dernek ve eleştirel bir yaklaşımla disiplini yeniden canlandırmaya başladığı görülmektedir. Anahtar Kelimeler: Türkiye’de coğrafya, coğrafya tarihi, coğrafya felsefesi, coğrafyanın geleceği, Türk coğrafyacıları Abstract: Turkish Academic geography has almost a 100-year history. During those 100 years, geography has been well established throughout universities in Turkey and arguably until 1960s Turkish geography has developed in a way that was parallel to the development of geography in the West. However, starting from the 1960’s Turkish geography could not maintain the same success of development, and especially after 1980, it has been alienated from modern western geography both in terms of philosophical approaches, scientific practice, and lack of institutional organization. Indeed, in the last 50 years, although the discipline of geography in the west has experienced significant developments and paradigm shifts, unfortunately the same level of success has not been reflected in Turkish geography. In this context, this paper seeks to answers two questions: (1) why has Turkish geography failed? (2) How can Turkish geography be successful again? To answer the first question, the paper deals with the historical development of geography in Turkey by focusing on the reasons why geography has not been successful. Regarding the second question, the paper focuses on what Turkish geography ought to do for a meaningful improvement. Using critical perspectives and re-evaluation of the existing literature on Turkish geography, this paper provides a review of the past, present and some inferences about the possible future of the discipline in Turkey. The paper contributes to the literature in three ways, sometimes contrary to common belief, by answering the question "why we failed?": (1) Turkish geography since its establishment have not focused on being/doing “real academic science”, instead concentrated on “school geography” in order to instil the sense of homeland along with the sense of national pride on the young generations in the process of building the nation state. Indeed, one of the basic characteristics of Turkish geography is that geographers devoted themselves to serve the state in creating nation state and national identity and making homeland through “geographic education”. (2) Turkish geography from its establishment to present developed under the strong influences of French and Germany geographical traditions so-called continental European approach. However, since the Anglo-American geography tradition started to dominate the discipline in the World with new theoretical approaches and practices after 1950s and onwards, Turkish geography was unable to follow new

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

15

philosophical, theoretical, and methodological developments in contemporary geography. (3) Generally most geographers perform their work in one or more particular fields of specialization within the geography profession in the West. However, due to traditional regional approach and school geography, most of Turkish geographers have not specialized in any fields of the discipline, so that do not respond to changing demands in the society. Therefore, some other disciplines such as planning, landscape architecture and geology has filled the gap left by geographers and became dominant in the market instead of geography. Despite all these problems and failures, recently new generation of geographers who were aware of all these issues established a new association with a critical approach to revive the discipline. Key Words: Geography in Turkey, History of geography, Philosophy of geography, Future of geography, Turkish Geographers

1. Giriş

Dünyada coğrafya disiplini son yüzyıl içinde önemli gelişmeler, özellikle de 50-60 yıl içinde çok önemli paradigma değişiklikleri yaşamış (Arı, 2005; Işık, 1994; Tekeli, 2010) ve son yıllarda doğası gereği disiplinler arası bir bilim özelliği taşıyan coğrafyanın mekâna yüklenen anlam nedeniyle akademik değeri de artmıştır (Kaya, 2010; Yavan, 2007). Bilim dünyasında coğrafyaya bakışın değişmesi ve coğrafyaya atfedilen değer, ne yazık ki Türkiye’ye aynı düzeyde yansımamıştır (Arı ve Köse, 2005; Karabulut, 2012; Kaya 2010; Tekeli, 2012). Çeşitli faktörlerin etkisi altında gelişen bu durum, Türkiye’deki coğrafyacı topluluğu, özellikle yeni nesil Türk coğrafyacılar tarafından yakın yıllarda daha fazla tartışılmaya; ortaya çıkan iç huzursuzluğun ve gerilimin aşılma yolları aranmaya başlanmıştır (Karabulut, 2012; Yavan, 2005a, 2012; Yavan ve Kaya, 2012). Bu makale, söz konusu sorunsalı yüksek sesle düşünmeye aracılık edecek iki soruya cevap aramaktadır: (1) Neden başaramadık? (2) Nasıl başarabiliriz? Bu sorulardan birincisine vereceğimiz cevaplar geçmişin muhasebesini yapmamızı sağlayacak; fiziki coğrafya sayesinde fen bilimleri ve beşeri coğrafya aracılığıyla sosyal bilimler içinde yeri olan coğrafya disiplininin Türkiye’de neredeyse yüzyılı bulan bir zaman diliminde yeterince gelişememesinin ardında yatan faktörleri ortaya çıkarmamıza yardımcı olacaktır. İkinci sorunun cevapları ise; Türk coğrafyacılarının bundan sonra yapması gerekenleri ana hatlarıyla tartışmayı hedeflemektedir.

Bir disiplinin üyeleri için “zaman zaman geriye bakarak kat edilen yolları ve aşılan merhaleleri mukayeseli bir şekilde gözden geçirmek” (Erinç, 1973:1), disiplinin gösterdiği performansı analiz etmek (Yavan, 2005a) ve bilim yaşamındaki yerini ve katkılarını ortaya koymak (Akkan, 1998), kendi

topluluklarının ve disiplinlerinin değerlendirmesini yapmak, neredeyse bir zorunluluktur. Zira disiplinin geçmişine eleştirel bir bakış açısıyla1 bakılmazsa; kendini yenileme ve daha iyiyi gerçekleştirme noktasından uzaklaşılabilir. Bununla birlikte, geçmişin gözden geçirilmesi uygun bir bağlamda yapılmazsa; geçmişte hiçbir şey yapılmamış gibi bir izlenimin doğmasına yol açılarak önceki nesillere haksızlık da edilmiş olunur. Bu nedenle eleştirel bakışın, olayların yaşandığı zamansal ve mekânsal bağlamı göz ardı etmeden yapılması önemlidir. Bu makale, yeni kalem kavgaları yaratmaktan ziyade; disipline nesnel bir öz eleştiri getirme ve buradan hareketle geleceğe yönelik strateji geliştirme arayışı içinde yazılmıştır.

Bu çalışma iki ana bölümden meydana gelmektedir. Makale, ilk olarak literatürden alınan (Akyol, 1943a, 1943b ve 1943c; Erinç, 1973 ve 1997; Gümüşçü, 2012; Kayan, 2000; Koçman, 1999; Yavan, 2012) ve üzerinde bazı düzeltmeler yapılan dönemlere göre, Türk coğrafyasının gelişimini ele almaktadır. Türk coğrafyası tarihsel bir perspektifle ele alınırken, daha önceki çalışmalarda olduğu gibi sadece “içeriden” bakmak (Gümüşçü, 2012; Erinç, 1973; Kayan, 2000) yerine; coğrafya disiplininin dünyadaki gelişimiyle paralellik kurarak aynı zamanda ona “dışarıdan” da bakma (Çalışkan, 1994; Durgun, 2011; Hütteroth, 1992; Özkan, 2002; Özgen, 2011; Pérouse, 2012; Tekeli, 2012) yolu tercih edilmektedir. Bu sayede Türkiye’deki coğrafya topluluğunun bir parçası olarak kaçınılmaz şekilde ortaya çıkabilecek öznelleşmeyi en aza indirmek amaçlanmaktadır. Makalenin ikinci bölümü, birinci bölümde elde edilen bulgular çerçevesinde ve dünyadaki eğilimlerin ışığında coğrafyacıların neler yapması gerektiği konusunu işlemektedir. Bu bölümde üniversite kurumunda ve akademik yaşamında yaşanan değişim ve dönüşümler kısaca gözden geçirilmekte, coğrafyanın Türkiye’deki diğer bilim alanlarıyla birlikte hareket etme ve kendisine bir vizyon belirlemesi gerekliliği üzerinde durulmaktadır.

1 Coğrafyada eleştirel düşüncenin önemi ve böyle bir bakış açısının nasıl olması gerektiği konusunda kapsamlı bir değerlendirme için bkz. Kaya (2008).

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

16

Böylece Türk akademik coğrafyasının iyi bir gelecek istiyorsa ileriye bakması gerektiğinin altı çizilmektedir.

2. Yaklaşım ve Yöntem

Bu çalışma, yöntembilimsel açıdan Türk coğrafyasına ilişkin uzun dönemli yazının ve verilerin toplu bir bakış açısıyla tarihsel ve eleştirel bağlamda analiz edildiği bir literatür değerlendirme araştırmasıdır ve yaklaşım olarak hem pozitif-normatif perspektifi hem de iç tarih-dış tarih yaklaşımlarını benimsemektedir.

Bilindiği gibi literatür değerlendirmesine dayalı bir araştırma yaklaşımının temel amaçları, seçilen konu üzerine önceden yazılmış çalışmaların etkin bir şekilde incelenerek zenginleştirilmesi ve derinleştirilmesi, bunun yanı sıra kritik tarzda değerlendirilerek sentezlenmesi ve/veya yeni bir bakış açısı kazandırılmasıdır. Bir literatür değerlendirmesi çalışması, bir konuyu/problemi tarihsel bir bağlama oturtarak konumlandıran, sonra da neye ihtiyaç olduğunu ve ne yapılması gerektiğini ortaya koyan vizyoner bir yapıya sahip olmak durumundadır. Dolayısıyla iyi ve gerçek bir literatür değerlendirmesi, sadece bir konu üzerine yazılanların bir taramasını, farklı yazarların veya görüşlerin dile getirilmesini, listelenmesini ve tanıtılmasını değil, aynı zamanda konuyla ilgili argümanların tartışılmasını, kritik fikirlerin ölçülüp tartılmasını ve mevcut literatürün analiz edilerek yeni bakış açılarının ve olası etmenlerin ortaya koyulmasını içermelidir. Kısacası bir literatür değerlendirmesi, sadece betimleyici değil, değerlendirici; olgular arasındaki ilişkileri tanımlayan değil, olası nedenleri dile getiren; önceki araştırmaları listeleyen değil, kritik bir değerlendirmeye ve senteze tabi tutan; süreçler, kavramlar, teoriler ve uygulamalar arasındaki bağlantıyı kuran ve ilişkiyi gösteren; sadece “olanı” değil, “olması gerekeni” de söyleyen bir çerçevede olmalıdır. Bu bağlamda bu makalede yöntembilimsel açıdan, öncelikle mevcut literatür tümüyle taranmış, içeriğine göre sınıflandırılmış, analitik ve çapraz okumalar yoluyla seçilerek analiz edilmiş, elde edilen bulgular mevcut literatüre göre beyin fırtınası yapılarak yeniden yorumlanmış ve sentezlenmiş, son aşamada da yeni bir bakış açısı geliştirilerek normatif öneriler sunulmuştur.

Ayrıca çalışma, Türkiye'de coğrafya disiplininin durumuna ilişkin literatür değerlendirmesini yaparken farklı iki yaklaşımı bir araya getirmeye gayret etmektedir. Bunlardan birincisi, pozitif-normatif yaklaşım2 (Barnes, 2009), ikincisiyse, iç tarih-dış tarih yaklaşımı’dır (Lakatos, 1971). “Pozitif yaklaşım”, bir

şeyin/olgunun mevcut durumunu inceleyerek, ne olduğunu belirlemeye çalışan bir değerlendirme biçimidir. Pozitif yaklaşımda, “olanı” incelemek, “var olan mevcut durumu” verili gerçeklerle ortaya koymak/açıklamak ve bunu yaparken de değer yargısı bildirmemek esastır ki bu bağlamda pozitif yaklaşımın olabildiğince nesnel bir analize dayandığı ileri sürülebilir. “Normatif yaklaşım” ise, bir

şeyin/olgunun, “olması gerekeni”nin ne olduğuna yönelik bir değerlendirmeye işaret eder ki bu nedenle değer yargıları içeren öznel bir bakış açısına sahiptir. Dolayısıyla normatif yaklaşım “var olan” üzerine değil, “olması gerekene” yoğunlaşır ve bu çerçevede de bir tercihi yansıtır, değer bildirir, daha da ötesi kural ya da hedef koyar. Bu bağlamda normatif yaklaşım, benimsenen paradigmaya, dünya görüşüne ve politik bakış açısına bağlıdır; bireyden bireye, gruptan gruba değişir.

Bu noktada pozitif ve normatif arasındaki ilişkiyi doğru kurmak çok önemlidir. Zira bu ilişki tercih gerektiren iki şekilde kurulabilir. İlk yol, “mevcut olanı” anlamak için “olması gereken”e başvurmaktır. Böyle yapıldığında ikisi arasındaki ilişkiyi doğru kurmak, olandaki aksaklıkları tespit etmek ve bunların giderilmesi için öneriler oluşturmak üzere normatif teoriye (olması gerekene) başvurmak şeklinde olmaktadır. İkinci yol, “olması gereken”nin olduğu varsayımıyla “mevcut olan”ın bir sorun olduğunu analiz etmektir. Bu, “normatif teori”nin önerdiği şekilde olması gerekenin işlediği, pratiğin gerçekleştiği, “mevcut olanın” olması gerekenden bir sapma olduğu şeklinde bir ilişki biçiminin kurulmasıdır. Bizim çalışmamız pozitif-normatif ilişkisini (olan ile olması gereken arasındaki ilişkiyi) ilk yolu izleyerek kurmaktadır. Bu yolla çalışma, “olması gereken”i önermek için, “mevcut olan”ı anlama/açıklama yolunu seçmektedir. Çalışmada ikinci yolun izlenmemesinin nedeni, bunun bizi olan ile olması gereken arasında sorunlu bir ilişki kurmaya yöneltmesidir. Zira hem mevcut literatür hem de açık ampirik göstergeler ve kanıtlar, Türkiye’de coğrafya disiplininin en azından günümüzdeki durumunun “olması gereken”in olduğu şeklinde bir noktadan hareketle analiz edilemeyeceğini düşündürmektedir.

2 Pozitif-normatif ayrımı, literatürde “pozitif önerme” vs “normatif önerme” şeklinde veya coğunlukla “pozitif teori” vs “normatif teori” şeklinde de ele alınmaktadır (Barnes, 2009). İçerik olarak aynı anlama sahip olmalarına rağmen, bu çalışma da “pozitif yaklaşım” vs “normatif yaklaşım” kavramının kullanması tercih edilmiştir.

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

17

Şunu açıkça belirtmek gerekir ki, literatür değerlendirmesine dayalı, bir disiplinin geçmişine ve geleceğine ışık tutmaya çalışan bir araştırmada, hemen her zaman pozitif yaklaşım ile normatif yaklaşım iç içe geçer ve birbirinden ayrılması güçleşir. Bu bağlamda çalışmanın neden başaramadığımız sorusunu ele alan ilk bölümünde daha çok pozitif bir yaklaşım egemen iken, nasıl başarabiliriz sorusuna odaklanan ikinci bölümünde normatif bir yaklaşım öne çıkmaktadır. Bu nedenle söz konusu çalışma, sadece “mevcut olanı” ortaya koymayı (pozitif) değil, aynı zamanda “olması gerekeni” (normatif) söylemeyi hedeflemektedir.

Lakatos (1971:91) bir bilim alanının tarihinin yazılmasında veya incelenmesinde izlenebilecek iki yolun olduğunu belirtir: İç tarih yaklaşımı ve dış tarih yaklaşımı. Lakatos’un ortaya koyduğu bu kavramsallaştırmayı kullanan Tekeli’ye (2001) göre “iç tarih”, bir disiplinin bizzat üyeleri tarafından yapılan ve dolayısıyla bilim alanının kendi iç faaliyetleri, dinamikleri ve etkilenme biçimleriyle oluşan tarihtir. Buna göre, bir ülkede bir disiplin içindeki bilim insanları, birbirlerinin çalışmalarından etkilenerek, bilimsel gelişme gerçekleştirebiliyorlarsa, o ülkede o alanda bilimsel etkinliklerin bir iç tarihi var demektir. Dolayısıyla bir disiplinin iç tarihin yazılması, o bilim alanındaki gelişmelerin hangi etkilenmeler içinde, kimlerin katkılarıyla gerçekleştiğinin tarihini yazılması anlamına gelir. Bu çerçevede, örneğin bir disiplinin üyelerinin akademik hayatını anlatan çalışmalar veya o disiplinin bilimsel yayın performansını inceleyen araştırmalar, iç tarih üzerinde temellenir.

“Dış tarih” yazım yaklaşımı ise, bir bilim alanındaki gelişmelerin toplumsal ihtiyaçlar, gereksinimler ve gelişmelere paralel olarak anlatılmasıdır (Tekeli, 2001). Başka bir ifadeyle, eğer bir alanda çalışan bilim insanları, kendi çalışma konularını içinde yaşadıkları toplumun dinamiklerinden, sorunlarından etkilenerek seçiyorlarsa, bu disiplinin bir dış tarihinden söz edilebilir. Bu yaklaşım, bir disiplindeki bilimsel faaliyetlerin hem o ülkenin yaşamakta olduğu sorunlarla ilişkisinin kurulmasını, hem de ülke dışındaki koşulların değişiminin analize dahil edilmesini gerektirir. Böylece toplumsal ihtiyaçlar ve gelişme ile disiplinin bilgi üretimi ve gelişimi arasında bir ilişkinin kurulması mümkün olabilir. Böylece dış tarih yaklaşımı bir yandan bir bilim alanındaki araştırmaların topluma gömülü olduğunu ileri sürerken (dolayısıyla toplumdaki gelişme ve dinamiklerle birlikte okunması ve analiz edilmesini salık verirken), diğer yandan da bilimsel faaliyetin dışsal koşullarla verili olarak şekillendiğini ve bu anlamda hem ülke içindeki koşulların ve imkânların hem de dış dünyadan kaynaklanan etkenlerin belirleyici olduğunu vurgular.

Tekeli’nin Lakatos’dan yararlanarak geliştirdiği “iç tarih-dış tarih” kavramsallaştırması, bir disiplinin bilimsel gelişiminin bilimin iç tarihiyle olduğu kadar dış tarihiyle de açıklanabileceğini ortaya koyar. Buna göre, iç tarih bir nevi disiplinin “entelektüel tarihi” iken, dış tarihin onun “sosyal tarihi” olduğu ileri sürülebilir. Dolayısıyla eğer bir bilim dalının gelişmesi tümüyle kendi içindeki dinamikler veya Kuhn’un (1970) terminolojisiyle kendi içsel bunalımlarıyla oluyorsa; burada iç tarihin çok önemli olduğu ifade edilebilir. Bu bize, bir bilim alanının iç tarih yaklaşımıyla yazılması için kendi içinden gelen dinamiklere, özellikle de bunalımlara bakılması gerektiğini anlatır. Ancak eğer bir bilim dalının gelişimi kendi içindeki bunalımlarla ortaya çıkmıyorsa, bu durumda söz konusu bilimin iç tarihiyle değil, dış tarihiyle açıklanması gerekmektedir ki bu durumda dış tarih yaklaşımı, bir bilimin gelişme tarihinin toplumun gelişme tarihi paralelinde yazılması demektir.

Türkiye’de coğrafya biliminin gelişimi ve tarihsel evrimi üzerine görece az da olsa bazı çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların neredeyse tamamının ortak özelliği, içe bakış açısı taşıması, birbirini tekrar eden şekilde bir yapıda dar bir çerçeveden gelişmeleri anlatmasıdır. Gerçekten de Türkiye’de coğrafyanın gelişimini sadece iç tarihe göre yazan bu çalışmalar, kendi içinde ciddi problemler barındırır. İç tarihi esas alan bu çalışmalar, daha çok bu anlayışı dar bir çerçevede yorumlayarak “coğrafya bölümlerinin belli bir dönemdeki faaliyetlerine” indirgemektedir. İç tarih bakış açısıyla yazılanların en temel problemi, dünyaya sadece Türkiye’den, coğrafyadan hatta bölüm sınırları içerisinden yani en küçük yerelinde olup bitenden bakmasıdır. Öyle ki bu tip çalışmaların elde ettiği sonuçlar bazen oldukça şaşırtıcı olabilmektedir. Örneğin bu sonuçlar, disiplinin “çok iyi durumda

olduğu”na, dünya standartlarında olduğu”na, “ekol oluşturduğu”na, “hiç bir sorunu olmadığı”na veya kendi bölümünün tarihini yazanlar “bölümün büyük başarılara imza attığı”na, “önemli coğrafyacılar yetiştirdiği”ne vurgu yapmaktadır. Değişik argümanlarla bunlardan bazıları doğru olarak kabul edilse bile, bunun disiplin açısından ülkedeki gerçekliği yansıtmadığı çok açıktır.

Türkiye’de coğrafyanın tarihi, ülkenin toplumsal gelişimi, değişimi ve toplumun ihtiyaçları anlaşılmadan yazmak mümkün değildir, yazılırsa da eksik ve hatalı olur. Bu bağlamda Türkiye’deki, coğrafi

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

18

araştırmaların nasıl geliştiği, coğrafya biliminin geçirdiği değişimler, ancak ülkedeki toplumsal gelişme ve değişmeye paralel olacak şekilde dış tarih yaklaşımıyla anlatılabilir. Türkiye’de coğrafya disiplinin gelişmesi için üç farklı dışsal tarihten söz edilebilir: (1) Ulus devletin yaratılmasında coğrafyaya verilen görev nedeniyle dışsal bir tarihin varlığı, (2) Türkiye toplumundaki ihtiyaçlar ve gelişmelere cevap veremeyen coğrafyanın bıraktığı boşluğu diğer disiplinlerin doldurması, (3) Anglo-Amerikan

coğrafyasındaki felsefi, teorik ve yöntembilimsel gelişmelerin dünyada coğrafi anlayışı, coğrafi bilginin içeriğini ve coğrafyanın pratik edilme biçimini kökten değiştirmesi. Türkiye’de henüz dış tarih yaklaşımını esas alınarak yazılmış bir coğrafya tarihinden söz etmek mümkün değildir. Bu yüzden bu çalışmada dış tarih yaklaşımının benimsenmesi yerinde olacaktır. Bununla birlikte sadece dış tarihi esas alan bir yaklaşım da, disiplin içindeki içsel dinamikleri, kişilerin rollerini, kurumsal tarihleri ve iç çekişmelerin disiplininin gelişiminde oynadığı rolleri dışarıda bırakabilir. Bu bağlamda bu çalışma, söz konusu eksiklikleri gidermek, daha kapsayıcı ve bütüncül bir bakış açısı yakalayabilmek için iç tarih ve dış tarih yaklaşımlarını bir arada kullanmayı tercih etmektedir.

3. Türk Coğrafyasının Tarihsel Gelişimi: Neden Başaramadık?

Bu çalışmada modern Türk coğrafyası, dört evrede incelenmektedir:

Kuruluş ve Kurumsallaşma Evresi: Modern Türk Coğrafyasının Ortaya Çıkışı (1915-1949)

Sınırlı Gelişme Evresi: Atılım ve Duraklama (1950-1980)

Türk Coğrafyasının En Zor Yılları: Bilimsel Topluluktan Uzaklaşma (1981-2000)

Yeniden Canlanma Evresi: Yeni Arayışlar ve Uyum Çabaları (2001 Sonrası)

1950’ye kadar olan birinci evrede, ülkedeki coğrafi paradigma dünyadakilerle çevresel determinizm ve bölgesel yaklaşım ekseninde az çok paralellik göstermektedir. 1950-1980 arasında Türk coğrafyası pozitivist bakış açısına geçişi yakalayamamış; 1970’lerden itibaren ise hızla gelişen çok paradigmalı coğrafyayı kucaklayamamıştır (Arı ve Köse, 2005; Karabulut, 2012; Kaya, 2010; Tekeli, 2010; Tuysuz ve Yavan, 2012; Yavan, 2005a, 2005b). Bu durum bir sonraki evrede, ülkenin 1980 sonrasının iç politik koşullarıyla birleşince; küresel ve ulusal bilimsel topluluktan büyük ölçüde kopuş sürecine dönüşmüştür. 2000’lerden itibaren bu defa küreselleşme dinamikleri, Avrupa Birliği (AB) ve Anglo-Amerikan coğrafyasının Türkiye’deki etkileri sayesinde, coğrafyada yeniden bir canlanma belirmiştir (Yavan, 2012). Bölümlenen evrelerin eşik yılları, genel hatlarıyla dünyada, Türkiye’de ve coğrafya disiplininde yaşanan değişimler ve kırılma noktalarıyla da örtüşmektedir3 (Türkiye’de çok partili yaşama geçiş, kantitatif/sayısal devrim, sosyal bilimlerde çok paradigmalılık, 12 Eylül Darbesi, iletişim devrimi ve küreselleşme dalgası; AB ve Bologna Süreci gibi).

3.1. Kuruluş ve kurumsallaşma evresi: Modern Türk coğrafyasının ortaya çıkışı (1915-1949)

Bu evre, modern Türk coğrafyasının ortaya çıktığı, kuruluş ve kurumsallaşma aşamasına karşılık gelmektedir (Erinç, 1973 ve 1997; Gümüşçü, 2012; Kayan, 2000; Koçman, 1999; Yavan, 2012) ve 1915’ten 1950’ye kadar olan yılları kapsamaktadır. Bu dönemin tarihlenmesi, İstanbul (1915) ve

Ankara’da (1935) iki coğrafya bölümünün kurulması, E. Obst (1915-1918), T. Lefebre (1925-1928), E.

Chaput (1928-1939), H. Louis (1936-1943) ve W. J. McCallien (1944-1950) gibi yabancı bilim adamlarının kuruluş aşamasında bu bölümlerde çalışması, Birinci Coğrafya Kongresi’nin toplanması (1941), Türk Coğrafya Kurumu (TCK)’nun kurulması (1942), coğrafyacıların kurumsal ilk periyodiği olarak Türk Coğrafya Dergisi’nin yayın hayatına girmesi (1943), kurumun başkanlığını 1949’a kadar dönemin Milli Eğitim bakanlarının yapması ve aynı yıl TCK’nın Uluslararası Coğrafya Birliği’ne (IGU) üye olması (Ertek, 2012) gibi kurumsallaşmada etkili olan olaylara dayanmaktadır. Aynı zamanda bu dönemin bitişi ile dünyada coğrafyanın paradigma değişikliği (alansal farklılaşmaya dayalı tasviri bölgesel yaklaşımından, mekânsal analize dayalı pozitivist yaklaşıma geçiş) yaşamaya ve sosyal bilimin ayrı disiplinler olarak gelişmeye başlaması da neredeyse örtüşmektedir.

3 Hangi dönemleme yapılırsa yapılsın, mükemmeli yakalamak mümkün değildir. Zira “dönemleme” doğası gereği ister istemez öznel bir bakış açısı barındırır. Dolayısıyla bir disiplinin tarihi yazılırken veya değerlendirilirken, hangi bilimsel gelişmelerin bu alan içinde düşünülmesi gerektiğini saptamakta önemli zorluklar vardır.

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

19

3.1.1. Kuruluş yıllarında Türk coğrafyasının dönüm noktaları ve görünümü

Türk coğrafyasının evriminde 1915-1933 arasındaki yıllar, modern bilimsel coğrafyanın kuruluşu için ilk adımların atıldığı bir devre olarak belirir (Erinç, 1973). 1915’te kurulan Darülfünun bünyesindeki Edebiyat Fakültesi’nde Alman coğrafyacı E. Obst’un yöneticiliğine bir coğrafya şubesinin açılması bu bakımdan önemlidir. Bu sayede Türk coğrafyası, bir yandan Obst aracılığıyla Humbolt ve Richtofen’in temsil ettiği bilimsel fiziki coğrafya ile tanışmış, diğer yandan Ritter-Ratzel Okulu’nun etkisi altında Almanya ve Fransa’da eğitim almış Türk coğrafyacılarını bu kurumda bir araya getirmiştir (Akyol, 1943c; Erinç, 1973; Tümertekin, 1971). Ama bu dönemde Türk coğrafyası üzerinde asıl önemli etki, jeoloji ve fiziki coğrafya profesörü E. Chaput tarafından yapılmıştır. Erinç’in (1973:15) belirttiği gibi coğrafya, Chaput ve ondan etkilenen Türk coğrafyacıları eliyle “jeolojinin istila ettiği ve etkileri sonraki (müteakip) yıllara da bulaşan” bir devre yaşamıştır. Bu devre içinde beşeri-iktisadi coğrafya nispeten sönük kalmıştır.

1950 öncesi dönemin akademik coğrafya açısından önemli olaylarından biri, 1933 Üniversite Reformu’dur. Reform, Türk coğrafyasına fiziki coğrafyanın Fen Fakültesi’ne, beşeri coğrafya’nın da Edebiyat Fakültesi’ne bağlanmak suretiyle coğrafya bölümlerinin ikiye ayrılması yönünde yapısal/kurumsal bir seçenek sunmuştur (Akyol, 1943c; Erinç, 1973; Kayan, 2000). Ancak gerçekleşmeyen bu durum, belki de coğrafyanın gelişiminde kırılma noktalarından biri olarak değerlendirilebilir. Bilindiği üzere coğrafyanın ikili yapısı içinde fiziki coğrafya fen bilimlerine, beşeri coğrafya ise sosyal bilimlere yakındır (Yavan, 2005a). Türk coğrafyasının kuruluş yıllarında egemen olan doğayı belirleyici kabul eden çevresel determinizm ve doğa ile insanın karşılıklı etkileşimini esas alan sentezci bölgesel coğrafya yaklaşımları, iki (alt) disiplini bir arada tutmuştur.

Bunlarla birlikte 1950 öncesinde yaşanan üç olay, disiplinin tarihsel gelişimi açısından anlamlıdır: Cumhuriyetin başkenti Ankara’da ikinci bir coğrafya bölümünün açılması (1935), Birinci Coğrafya Kongresi’nin toplanması (1941), Türk Coğrafya Kurumu’nun kuruluşu (1942). Bu üç olay, aslında ulus-

devlet inşasında coğrafyaya yüklenen görevle bağlantılı bir dizi gelişmedir. Ankara’daki coğrafya bölümü, Atatürk’ün himayesinde, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin temel taşlarından biri olarak, Türk dilini, Türk tarihini ve Türkiye coğrafyasını araştırmak suretiyle uluslaşma sürecinde özel bir görevi yerine getirmek üzere kurulmuştur (Akkan, 1998; Doğanay, 1995; Hütteroth, 1992; Korkut, 2003). İstanbul Üniversitesi’nin cumhuriyetin gerisinde kaldığı ve ondan beklenen atılımları yapamadığı düşüncesi (Akşit, 2005:358) belki de bu gelişmede önemli rol oynamıştır. Bu bağlamda Birinci Coğrafya Kongresi ve Türk Coğrafya Kurumu, coğrafi bilgi ve coğrafya eğitimi aracılığıyla devletin ülkenin mekânsallığını inşa etmesinin (toprağı vatanlaştırmasının) yöntemlerini geliştiren bir mesleki toplanmayı ve yapılanmayı temsil etmektedir (Durgun, 2011).

Kuruluş dönemi içinde fazla vurgulanmayan, ama Türk akademik coğrafyasının bir sonraki dönemdeki gelişimi açısından önemli sayılabilecek bir başka gelişme de 1946 yılında çıkarılan Üniversiteler Kanunu olmuştur. Bu kanun ile geniş çerçeveli bölümler, idari bakımdan yarı-bağımsız kürsülere dönüştürülmüş; bu kürsüler de kendi programlarını oluşturma, öğrenci seçme ve diploma verme yetkisi kazanmıştır (Erol, 1993:114). Aslında kürsü sistemi, Erinç’in (1973) “yükseliş dönemi” diye

isimlendirdiği ve ona atfen diğer araştırmacıların (Akkan, 1998; Doğanay, 1995; Gümüşçü, 2012; Koçman, 1999; Yavan, 2012) işaret ettikleri, Türk coğrafyasının (özellikle fiziki coğrafya alanındaki) atılım dönemine olumlu katkılar sağlamıştır (Erinç, 1973). Ancak kurulmasının gerekli olup olmadığı tartışmalı Umumi Coğrafya, Strüktür ve Yeraltı Kaynakları gibi bazı kürsüler ilerleyen yıllarda sorun yaratmıştır (Erinç, 1973; Kayan, 2000). Aynı kanun, iki büyük kentin dışında bölge üniversitelerinin kurulmasını özendirmesine (Akşit, 2005; Korkut, 2003) rağmen, sonraki dönemde coğrafya bölümleri çoğalamamış ve akademik topluluk sayısal olarak fazla büyümemiştir.

3.1.2. Türkiye Cumhuriyeti devletinin inşasında coğrafya’ya yüklenen görev

Kuruluş ve kurumsallaşma dönemini karakterize eden en önemli özelliklerden biri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve modern Türk coğrafyasının kuruluşunun neredeyse aynı yıllara denk düşmesidir. Bu durum, dünyada ulus-devletin mekânsallığı ile coğrafya disiplininin gelişimi arasındaki ilişkiyi ve Türk coğrafyasının ulus-devletin kurumsallaşmasında eğitim aracılığıyla üstlendiği görevi, gözden geçirmeyi gerekli kılmaktadır. Bu, hem Türk coğrafyasına yön veren ilk ve ikinci nesil coğrafyacıların yetiştiği ülkeler ve okullar hem de ülkedeki ulus-devlet sürecinin yerleşmesinde coğrafya disiplininin ve okul coğrafyasının (coğrafya eğitiminin) üstlendiği görev açısından anlamlıdır.

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

20

Ulus-devlet, coğrafi bağlamda doğmuş ve gelişmiş olduğundan onun iktidarının coğrafyası, yani ulus-devletin mekânsal varlığı ve organizasyonu, her zaman önemli bir konu olagelmiştir. Mekânsal organizasyonu belirleyen toplumsal ilişkilerin varlığı, sivil toplumun tarihsel ve toplumsal örgütlenme ilişkileri ile bağlantılıdır. Bu çerçevede toplumsal nesnelliğe ilişkin mekânsal ilişkiler kurulmakta ve ulus-

devlet, belli sosyo-mekânsal ilişkiler olarak ortaya çıkmaktadır (Özdoğan, 2003). Mekânsal yapılanma çerçevesinde ulus-devlet, toplumsal ilişkilerin varlığı ile birlikte kamu ilişkisi olarak, sınırları çizilmiş belli bir alanda idari tekeli sürdüren, yönetim ve yasa ile birlikte iç ve dış şiddet araçlarını doğrudan denetimiyle yaptırım altına alan kurumsal yönetim biçimidir (Giddens, 2000:208). Kapitalist ilişkilerin toplumsallaşması çerçevesinde coğrafi bağlam kazanan ulus-devlet, içeride egemen kamu gücüne, coğrafi saha bakımından kesin olarak sınırları çizilmiş ülke topraklarına ve toplumsal açıdan objektif kültürel karaktere ve belli değerleri olan halka sahiptir (Özdoğan, 2003).

Modern siyasi iktidarlar, zamana ve mekâna egemen olmak suretiyle meşruiyetlerini bir zemine dayandırmak isterken; tarih ve coğrafya, bu zeminin iki ana dayanağını oluşturmaktadır. Ulusun inşası belirli bir insan topluluğunun ilişkilerini düzenlemek ve belirli bir yere olan aidiyetini tanımlamak olarak alınırsa; ulus-devlet mekânsal bir proje halini almaktadır. Ulusçu düşünceye göre; mekân, ulus ile birlikte inşa edilen ve toplumsal ilişkilerin taşıyıcı unsurlarından biridir (Durgun, 2012a). Bu bağlamda düşünüldüğünde belirli bir toprak üzerinde kontrol sahibi olmak; o coğrafyanın sınırlarını çizmek ve tarihinin yazımına egemen olmak; dahası coğrafyayı vatanlaştırmak, maddi ve manevi olarak yüceltilen bir ulusal alan yaratmak anlamına gelmektedir (Durgun, 2011). Kabul etmek gerekir ki coğrafyadan bir vatan yaratmanın en temel yolu, insanların mekânsal aidiyet hissine sahip olmalarını sağlamaktan geçmektedir. Çünkü mekân, insanlara varoluşsal bir zemin kazandırarak, o yerde özel olmalarını mümkün kılmaktadır. O nedenle de ulus-devlet ideolojisi, mekânı kolektif aidiyetin zemini haline getirmektedir (Durgun, 2011 ve 2012a).

Bu noktada ulus-devlet ile coğrafya disiplini ilişkisini Almanya ve Fransa örnekleri üzerinden gözden geçirmekte de yarar vardır. Zira coğrafya disiplininin Türkiye’deki uluslaşma sürecindeki rolünü anlamada, bu iki ülkedeki süreçler kritik değerdedir. Bunlardan ilki Almanya’daki yaklaşımdır. Alman coğrafya ekolünün kurucularından sayılan Ritter’in takipçisi Ratzel’in yaşam alanı (Lebensraum) olarak kavramsallaştırdığı, ülke coğrafyası ile ulusal aidiyet arasındaki organik temelli ilişki, burada önem kazanmaktadır. Etnisiteyi merkeze alan bu yaklaşım, 19.yüzyıl sonlarından itibaren Almanya’da ayrışım eksenli bir iktidar-mekân ilişkisi ve ulusun mekânsallaşmasına hizmet eden çok parçalı-dağınık bir yapıdan ulus-devlete gidişi içeren bir coğrafya anlayışının gelişmesine yol açmıştır (Durgun, 2011 ve 2012a; Özdoğan, 2003). Bu bağlamda Almanya’da coğrafya disiplini ve coğrafya eğitimi devlet tarafından toprağı vatanlaştırma uygulamasına kaynaklık etmiştir. Bu dönemin önemli coğrafyacılarından Hettner’in coğrafyanın anavatanı öğrettiğini, onu daha fazla sevmeyi ve yabancı ülkeleri öğrenmeyi sağladığını (Durgun, 2011:37) dile getirmesi, Almanya’daki devlet-coğrafya ilişkisini yansıtmaktadır. Alman ekolünde etnisite, devlet ve toprak birbirinin organik parçaları olarak görülmektedir. Bu, biraz da sorunlu şekilde Almanların yaşadığı her yerin gerektiğinde onların ülkesi olabileceği düşüncesine işaret etmektedir.

İkincisi, kaynağını toprak temelli bir aidiyetten alan ve mekânın uluslaşması olarak nitelenen Fransa örneğidir. Fransızların mekânı uluslaştırması, bir bakıma coğrafyadan yola çıkarak vatandaşlık esaslı bir ortaklık zemini oluşturmak anlamına gelmektedir (Durgun, 2011:41). Fransa coğrafyası, Fransız tarihçisi Michelet’nin deyişiyle “çeşitliliğin birliğini”, Vidal de la Blache’ın söylemiyle “bölgeler bütününü” temsil etmektedir ki bu aynı zamanda bölgesel ve ulusal kimliğe ve Fransa’daki yurttaşlık temelindeki

ortaklığa; bölgesel kimliği görmezden gelmeyen ulusal kimliğe gönderme yapmaktadır. Fransız kimliğini temsil eden parça-bütün ilişkisi ve ülke topraklarının siyasal bir aidiyet mekânı olarak görülmesi, belki de Vidal de la Blache’ın öncülüğünde Fransız coğrafyasında bölgesel coğrafya yaklaşımının kök salmasına yol açmıştır.

Türkiye’de cumhuriyetin kuruluş yıllarında Türk coğrafyasının, kıta Avrupa’sının bu iki ekolünden etkilendiği bilinmektedir (Erinç, 1973; Koçman, 1999). Alman ekolü (Ratzel, Humboldt), çevresel determinizm yaklaşımıyla daha çok fiziki coğrafyada, Fransız (Vidal de la Blache) ekolü ise bölgesel yaklaşımla beşeri coğrafyada etkili olmuştur (Durgun, 2011). Nitekim İstanbul ve Ankara’daki coğrafya enstitülerinin kuruluş aşamalarında yer alan Türk coğrafyacıların Fransa ve Almanya’da eğitim almalarının (Erinç, 1973 ve 1997; Hütteroth, 1992; Pérouse, 2012; Tümertekin, 2001) yanı sıra, aynı dönem görev yapan yabancı coğrafyacılar da çoğunlukla bu iki ülkeden gelmiştir (Erol, 1993; Gümüşçü, 2012). Bu durum, ülkenin ulus-devlet inşası ve Türk coğrafyasının kuruluşunda Alman ve

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

21

Fransız modellerinin etkin olmasını sağlayan çok temel bir etmendir. Bu etmen, muhtemelen ileriki yıllarda Kıta Avrupa’sı dışında gelişen ve çağdaş coğrafya perspektifini derinden etkileyen Anglo-

Amerikan coğrafyasından uzak kalmanın da en önemli nedenlerinden biridir. Germanofil ve Frankofon coğrafyacılar ve coğrafya anlayışı, Türkiye’de uzun yıllar varlığını güçlü şekilde sürdürmüş (Durgun, 2011) ve hatta halen sürdürmektedir. Bu gerçeklik, aynı zamanda 1950’li yıllardan itibaren gözlenen sınırlı gelişim ve sonraki dönemlerdeki coğrafyanın dünyadan kopuş ve içine kapanma sürecinde de (Tekeli, 2012) temel etmenlerden biri olarak değerlendirilebilir.

Öte yandan Tek Parti iktidarının gücünü pekiştirdiği ve meşruiyetini pozitif bilimsel verilere dayandırmaya çalıştığı 1930’lu yıllar, coğrafyanın ve vatan tasvirinin şekillendiği, coğrafyanın eğitimde önem ve ağırlığının arttığı yıllardır (Durgun, 2012a; Hütteroth, 1992; Özkan, 2002). Ulusun devlet söyleminde belirli bir zaman ve zemine oturtulmak üzere araç olarak kullanılan Türk Tarih Tezi, hayal ettiği etnik zeminin kolektif bellek tarafından taşınması için ikna edici ve bilimsel olmasını arzulamış, bu çerçevede de coğrafya, arkeoloji ve antropoloji ulus inşasının hizmetine sokulmuştur (Durgun, 2011:170; Özkan, 2002). Bu nedenle de tarihi ve coğrafi analiz yöntemden uzaklaşma eğilimine girmiştir.

Anlaşılan o ki daha başından beri Türk coğrafyasına ulus-devlet inşasında vatan bilgisi ve bunun öğretilmesi görevi yüklenmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı (Maarif Vekilliği) girişimiyle 1941 yılında toplanan Birinci Coğrafya Kongresi’nin açılış konuşmasını yapan dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan-Ali Yücel’in söyledikleri bu bakımdan anlamlıdır:

“Coğrafyanın ilk mevzuu, her saha ve cephesiyle kendi vatanımızdır, Türk memleketi ve Türk milletidir. Yurdumuzu, müdafaa için canımızı esirgemeden verdiğimiz ve seve seve her varlığımızı yolunda feda edeceğimiz Türk vatanını ilim gözüyle görmek ve aynı görüşle bizden sonraki nesillere göstermek vazifemizdir.” (Birinci Coğrafya Kongresi, 1941:8).

Kongrenin gündemi, her düzeydeki okulların coğrafya müfredatı, okutulan coğrafya kitapları, milli kültürün birbirine bağlı unsurlardan oluşması ve geleceği için tehlikeli bir ahenksizlik olarak görülen ve milletin yazgısına bile etki edecek yönleri olduğu düşünülen coğrafya terimleri ve Türkiye’nin coğrafi bölge bölümlemesidir (Birinci Coğrafya Kongresi, 1941).

Ülkenin mekânsallığının inşası için coğrafyanın devlet söylemiyle uyumlu hale getirilme çabası olarak değerlendirilebilecek bu gündemin satır aralarında, devletin coğrafyaya kendi damgasını vurmasına yönelik ayrıntılar bulunabilir. Bunlardan ilki, ulus-devletin güç ve denetim göstergesi olarak gördüğü yer adlarının değiştirilmesidir. Bu, ulus-devletin mekânı homojenleştirme ve egemenlik alanını ilan etme yöntemlerinden biridir. Başka bir deyişle yeniden adlandırma, söylemsel bir mekân oluşturmak yani coğrafyanın Türkçeleşmesi anlamına gelmektedir (Durgun, 2012a:213) ve Türkiye’de yer adlarının değiştirilmesi, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren üzerinde önemle durulan (Öktem, 2008; Tunçel, 2000) ve coğrafyacıların içinde olduğu bir konu ola gelmiştir. İkincisi, Birinci Coğrafya Kongresi’nde ülkenin bölgelere ayrılmasıdır ki, böylece Fransa coğrafyasında olduğu gibi vatan birliğinin farklı bölgelerden oluşan bütünlüklü bir yapı olduğunun altı çizilmektedir. Üçüncüsü, coğrafya eğitimi yoluyla coğrafi bilginin ulusallaşması konusudur. Okul müfredatının ve okullarda okutulan coğrafya kitaplarının standartlaştırılması ve vatan duygusuyla donatılması sayesinde; genç kuşakların mekân ile duygusal bağ kurmalarının sağlanması, vatan imgesinin ve ulusal kimliğin güçlendirilmesi amaçlanmıştır (Durgun, 2012a; Özkan, 2002). Muhtemeldir ki Türkiye’de coğrafya disiplini, üyelerinin uzun bir süre ulus-devletin vatanlaştırma pratikleri ve bununla bağlantılı okul coğrafyası doğrultusunda yol alması nedeniyle istenilen düzeyde gelişme gösterememiş; kendisini coğrafya öğretmeni yetiştirme alanına hapsetmiş ve Türkiye’de ulus inşasındaki rol ile başlayan “muhafazakâr çizginin” (Tekeli, 2012:353) ana eksen halini almasına neden olmuştur.

3.2. Sınırlı gelişme evresi: Atılım ve duraklama (1950-1980)

3.2.1. Sınırlı gelişmenin iç dinamikleri

Türk coğrafyasında 1950-1980 yılları arasındaki bu dönem, 1970’lere kadar atılımı, özellikle fiziki coğrafya alanında nispeten hızlı, beşeri coğrafyada ise yavaş ve sınırlı bir gelişmeyi; fakat 1970’lerden itibaren genel anlamda duraklamayı içerdiği için sınırlı gelişme evresi olarak isimlendirilmiştir.

1946 yılında çıkarılan Üniversiteler Kanunu sayesinde coğrafya bölümlerini oluşturan kürsüler, 1950 sonrasında kadrolarını geliştirme olanağı bulmuş ve akademik ilerlemeye ilişkin getirilen kurallarla da bilimsel araştırma kapasitelerini yükseltmiştir (Erinç, 1973). Bu gelişme, aynı zamanda Türk coğrafyası için okul coğrafyası bağımlılığından kısmen kurtulma ve coğrafyanın ikili yapısına uygun insan

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

22

yetiştirme fırsatı anlamına da gelmiştir. Bu çerçevedeki etkiler, kısa süreliğine de olsa bireysel ve kurumsal olarak kendisini göstermiştir. Ancak dönemin ikinci yarısında çeşitli yapısal ve bağlamsal nedenlerle disiplinde kötüleşme eğilimleri belirmiştir. Buna göre dönemin ilk yarısının belli başlı özellikleri şu şekilde sıralanabilir: (1) Fransız ve Alman Coğrafyası ile etkileşimin sürmesi, İngiliz ve Amerikan Coğrafyası ile oldukça sınırlı ilişki (Erinç, 1973), (2) Coğrafyacıların bilimsel araştırma ve yayın kapasitesinin yükselmesi, (3) Fiziki coğrafyanın disiplin içinde etkinliğinin artması, (4) Ulusal kongreler ve meslek haftalarının düzenlenmesi (Tunçel ve Üçeçam, 2000), (5) Uluslararası yayın yapmak ve kongrelere katılmak suretiyle uluslararasılaşma çabaları (Yavan, 2005a) ve (6) Türk Coğrafya Dergisi’ne ek olarak dört bilimsel coğrafya dergisinin yayına başlaması4 (Kayan, 2000). Ancak

1960’ların ortalarından itibaren; (1) Yayınlanan coğrafya dergilerinin periyodikliğini yitirmesi, (2) Coğrafya bölümlerine gündüz ve gece eğitimi için alınan öğrenci sayısındaki artışla (Akkan, 1998) coğrafyanın “bilim yapan”, değil “bilim yayan” (öğretim) işlevinin yeniden belirginleşmesi, (3) Ulusal toplantıların düzenlenememesi ve uluslar arası kongrelere gidilememesi, (4) Ama asıl önemlisi dünyada coğrafya alanında yaşanan paradigma değişikliklerinden5 kopuş sürecinin başlaması (Tekeli, 2012) ve (5) Ülkede diğer fen/mühendislik ve sosyal bilim alanlarındaki hızlı gelişme, coğrafya disiplininde yeni bir evreye yaklaşıldığının habercisi gibidir.

1950-1980 döneminin en temel özelliklerinden biri, önceki dönemde olduğu gibi fiziki coğrafyanın, baskın ve dikkat çeken, beşeri coğrafyanın ise bazı istisna bilim insanlarının faaliyetleri dışında, zayıf ve silik olmasıdır. Türk coğrafyacıları tarafından yapılan ulusal ve uluslararası yayınların büyük bir çoğunluğunun fiziki coğrafya, özellikle de jeomorfoloji konusunda olması, bunun kanıtı gibidir (Arı ve Köse, 2005; Erinç, 1973; Tümertekin, 2001; Yavan, 2005a). Türkçe yayınlanan dört ulusal coğrafya dergisinin içerik çözümlemesi, makalelerin yaklaşık %60’ının (Arı ve Köse, 2005; Avcı, 2010’dan hesaplamak suretiyle) fiziki coğrafya konularına ilişkin olduğuna, hatta beşeri coğrafyacıların bile fiziki coğrafya konularında yazılar yazdıklarına (Erinç, 1973) işaret etmektedir. Yavan, (2005a) Türk coğrafyacılarının SCI ve SSCI’da endekslenen dergilerdeki yayınlarında da benzer bir durumu belirlemektedir.

Bu dönem boyunca genelde fiziki coğrafyanın özelde jeomorfolojinin ülke içinde nispeten parlak bir dönem yaşamasının bir sonucu olarak Jeomorfologlar Derneği adıyla yeni bir kurum doğmuştur. Bu gelişme fiziki coğrafya mezunları için bir kazanım gibi görünse de ilerleyen yıllarda coğrafyanın açmazlarından biri haline gelmiş, hatta tartışma konusu olmaya devam etmektedir (Kayan, 2013; Şengör, 2013). Fiziki coğrafyanın konularından biri olan jeomorfoloji yerine, fiziki coğrafya, meslek tanımı (fiziki coğrafyacı) için esas alınsaydı, bugün beşeri coğrafya için mesleki tanımlama (beşeri coğrafyacı) ve coğrafyanın yapısal sorunlarını aşma daha kolay olabilirdi.

Türkiye’de coğrafya biraz da sorunlu bir idari bölünmeye (kürsü sistemi)6 ve bazı kurumsal ayrılma girişimlerine7 rağmen günümüze kadar Erinç’in (1973:55 ve 60) “coğrafyanın esas konusu ve kalesi” olarak nitelendirdiği “bölgesel (mevzii) coğrafya” anlayışı ile “okul coğrafyası” eğiliminin baskınlığı nedeniyle düşünsel ve edimsel (fiilî) olarak hep bir arada kalmıştır. Türkiye’de dönemsel/kişisel bazı arayışlar olsa da disiplin içinde kurumsal, felsefi ve yöntemsel birlikteliğin belirgin bir farklılaşmaya sahip olmaması nedeniyle ayrışma neredeyse yakın yıllara kadar yaşanmamıştır. Oysa coğrafyanın iki ana kolu olan beşeri coğrafya ile fiziki coğrafya, gelişmiş dünyada yollarını zaman içerisinde özellikle de kantitatif devrimden sonra kaçınılmaz bir biçimde ayırmıştır. Bazı konularda bir başarının ürünü olarak belirmiş bu ayrışma ile fiziki coğrafya, fen bilimlerine taşınırken; beşeri coğrafya daha belirgin olarak sosyal bilim haline gelmiştir (Thrift, 2002:295). Bu yüzden Batılı genç fiziki coğrafyacılar, ana akım fen bilimleri dergilerinde yayın yapmayı tercih etmekte ve neredeyse hiçbiri beşeri coğrafya dergilerini

4 Sırasıyla İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü Dergisi (1951), Review of the Geographical Institute of the University of Istanbul (1954), Ankara Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü Coğrafya Araştırmaları Dergisi (1966), Jeomorfoloji Dergisi (1968) yayın hayatına katılmıştır. 5 Dünyada coğrafya alanında yaşanan paradigma değişikliklerinin genel ve ayrıntılı bir değerlendirmesi için bkz. Arı (2005), Kaya (2005), Özgüç ve Tümertekin (2000), Öztürk ve Karabağ (2013), Tekeli (2010) ve Yavan (2005b). 6 1981’e kadar İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü bünyesinde idari olarak yarı-bağımsız Fiziki Coğrafya, Umumi Coğrafya, Strüktür ve Yeraltı Kaynakları, Beşeri ve İktisadi Coğrafya, Türkiye ve Ülkeler Coğrafyası kürsüleri; Ankara Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü’ndeyse Fiziki Coğrafya ve Jeoloji, Beşeri ve Ekonomik Coğrafya, Ülkeler Coğrafyası kürsüleri bulunmaktaydı. 7 1933 Üniversite Reformu sırasında fiziki coğrafyanın Fen Fakültesi’ne bağlanması, beşeri coğrafyanın Edebiyat Fakültesi bünyesinde kalması girişimi dışında, 1960’lı yıllarda sosyal itibarı az olan Edebiyat Fakültesi mezuniyeti tatminsizliğini mühendislik alanına yakın bir unvanla (Jeomorfolog) giderme arayışları (Kayan, 2000:16) burada belirtilebilir.

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

23

izlememekte; tersine olarak beşeri coğrafyacılar ise hala beşeri coğrafya dergilerinde yayın yapma eğilimi göstermektedir (Thrift, 2002). Şüphesiz bu ayrışmada kurumsal nedenler de önemlidir. Yer bilimlerinde olduğu gibi diğer fen bilimlerinin konularının içeriği ve araştırma yöntemleri, fiziki coğrafyanınkilere daha fazla benzerken; sosyoloji gibi beşeri coğrafyaya yakın diğer sosyal bilim

alanları gözle görünür biçimde daha fazla mekânsal içerik kazanmakta, beşeri coğrafya paradigma ve yöntem zenginleşmesi yaşanmaktadır. Bu nedenle her iki alt disiplin de, disiplin dışından müttefikler aramaktadır (Thrift, 2002).

3.2.2. Türkiye’de diğer disiplinlerin gelişiminin coğrafyaya etkileri

Türk coğrafyasında 1950-1980 dönemi için coğrafyaya ilişkin bazı iç etmenlerin yanında Türkiye’de fen ve sosyal bilim ailesinin üyesi olan disiplinlerdeki gelişmeler de kritik önemdedir. Çünkü coğrafyanın kendi içinde gelişim gösterdiği bu dönemde, diğer disiplinlerin ilerlemesi ve kurumsallaşması çok daha etkileyici olmuştur. 1950’li yıllarda fakat özellikle 1960’lı yıllarda fen-mühendislik ve şehir ve bölge planlama, demografi alanlarındaki gelişmeler, Türkiye’de coğrafya disiplinini ilgilendiren sonuçlar doğurmuştur. Türk coğrafyasının genel olarak dünyadaki bilimsel felsefeyi ve araştırma yöntemlerindeki değişimi izlemekte zorluk çektiği 1970’li yıllarda bu disiplinlerden bazıları, coğrafyanın uluslararası ölçekte bilimsel topluluktaki boşluğunu doldurmuş ve ulusal ölçekteyse alanını genişleterek öğretmenlik dışındaki uygulama alanlarında etkinliğini arttırmıştır.

Fiziki coğrafya, yeryüzündeki doğal olay ve süreçleri aynı zamanda insan faaliyetleriyle dönüşüme uğrayan fiziksel ortamı inceleyen bir bilim alanı olarak bilinir. Fiziki coğrafyanın inceleme alanına giren olgular, geleneksel olarak belirli kürelerle (toposfer, biyosfer, atmosfer, pedosfer, hidrosfer ve krayosfer) ilgilidir ve fiziki coğrafya bu kürelerle organik bir ilişki içerisindedir. Bununla birlikte altı kategorideki bu küreler, fiziki coğrafya dışındaki başka disiplinlerce de incelenmektedir. Toposfer yeryüzünde ve yerin altında meydana gelen olaylar tarafından etkilendiği için jeoloji, jeofizik ve jeokimya; atmosferin üst katlarında meydana gelen olaylar, meteoroloji ve atmosfer fiziği; yeryüzündeki biyolojik canlı yaşamı (biyosfer) botanik, zooloji, biyoloji, ekoloji gibi farklı disiplinler, tarafından da araştırılmaktadır (Bekaroğlu, 2013). Yeryüzünün toprak örtüsündeki ve özellikle toprak gelişimindeki değişimleri ve bozulmaları inceleyen toprak coğrafyası, toprak bilimi (pedoloji) ile birlikte pedosferi araştırma konusu yapmıştır. Yer-atmosfer-okyanus sistemindeki suyu inceleyen hidroloji,

özellikle hidrolojik döngüdeki süreçler ile yeraltı suları ve krayosferdeki suyu incelemektedir. Jeokrayoloji ise, Yer’in kar, buz, buzul ve donmuş yüzeylerini inceleyen bir bilim dalıdır (Bekaroğlu, 2013).

Türkiye’deki ve dünyadaki bilim alanlarındaki hızlı gelişmeler nedeniyle Türk fiziki coğrafyası, ilgi alanına giren konuları araştırmakta 1960’li yıllardan itibaren gittikçe artan sorun ve yetersizlikler yaşamaya başlamış, fen/doğa bilimleri topluluğunun gelişimine ayak uydurmakta zorlanmış, zamanla ortaya çıkan boşluk, mühendislik formasyonu ile yetişen uygulamacılar tarafından doldurulmuştur (Kayan, 2000). Benzer bir durum beşeri coğrafya için söylenebilir ki, bütün bunlar yapısal ve bağlamsal bazı nedenlere dayandırılabilir. İlki, Türk coğrafyasındaki dönemin hâkim paradigmaları (çevresel determinizm ve bölgesel yaklaşım) ve hiçbir zaman ekseninden ayrılmadığı okul coğrafyasına odaklanma durumudur. Bu, coğrafyacıların dikkatini başka bir yöne çekerek yeterince uzmanlaşamamasına ve bilimsel bakımdan derinleşememesine yol açmıştır.

İkincisi, akademik kadro ve kapasite yeterliliği, alt yapı ve araştırma olanakları, kurumsal yapı ve bilimsel konumlanmayı (toplumun yaygın kabulünü de) içerecek biçimde, çoğunlukla olumsuz yapısal özelliklerdir. Zira belirtilen özelliklerin hiçbirisi Türkiye’deki coğrafya ile ortak ilgi alanlarına sahip diğer disiplinlerdeki hızlı bilimsel, teknik ve mesleki gelişmelere ayak uydurmaya, bilhassa fen/mühendislik alanlarıyla rekabet edebilmeye uygun bir yapı ortaya koymuyordu.

Üçüncüsü, Türk fiziki ve beşeri coğrafyası, dünyadaki coğrafyanın bilim felsefesindeki değişiklikleri de yeterince izleyememiştir. Türk Fiziki coğrafyası, Batı’da 1950’lerden itibaren benimsenmeye başlayan pozitivist yaklaşımı ihmal ederek, alt disiplin içinde meydana gelen bilimsel devrim ve süreç devrimini

güçlü biçimde kavrayamamıştır. Oysa dünyada fiziki coğrafya, 20. yüzyıl ortasından itibaren devrimsel bir dönüşüm yaşamak suretiyle yeryüzündeki mekânsal örüntü ve bunu yaratan dinamikleri şekil olarak

değil, süreç ve mekanizma olarak incelemeye başlamış; önceki çalışmalardan farklı olarak, yeryüzündeki olgular ve bunlarda rol oynayan süreçlerin ölçüm, gözlem, analiz ve modelleme yoluyla

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

24

açıklanmasına girişmiştir. Ayrıca özellikle 1980 sonrası fiziki coğrafya üzerinde sistem yaklaşımı8 ve geçmişteki ortam değişimleri yaklaşımları da etkili olmuştur (Bekaroğlu, 2013; Karabulut, 2013). Beşeri coğrafya ise gelişmiş dünyada felsefi açıdan neo-Kantist bir bakış açısından 1950’lerde neo-pozitivist, 1970’lerle birlikte de çok paradigmalılığa (Tekeli, 2010, 2012; Öztürk ve Karabağ, 2013; Yavan, 2005b) doğru hızla yol almış; sosyal bilimlerin gereksinimleri ve varsayımları için gelişmiş matematiksel ve istatistiksel yöntemleri aynı zamanda da etnografik ve odak grup gibi nitel araştırma yöntemlerini kullanan yüksek beceri düzeyine sahip bir disiplin üretmiştir. Gelişmiş dünyada görünürlüğü artan beşeri coğrafya, sosyal ve beşeri bilimler arasında varlığını hissettirmiştir. Bu sayede çok sayıda disiplinlerarası dergide (Theory Culture and Society, Cultural Studies, Review of International Political Economy ve Political Studies gibi) yayın yapabilme olanağı bulan beşeri coğrafyacıların kendi dergileri de (Economic Geography, Progress in Human Geography, Transactions of the Institute of British Geographers gibi) yüksek bir profil sergilemiştir (Thrift, 2002).

Son olarak coğrafyanın uğraş alanına giren konularla Türkiye’de 1960’larda belirginleşen, 1970’lerde kurumsallaşan ve 1980 sonrası egemen hale gelen fen ve özellikle de mühendislik alanlarının ilgilenmesi olgusu, coğrafyanın bugünkü konumunda belirleyici etmenlerden biri olmuştur (Tablo 1). Bu konuyu Pérouse (2012) makalesinde kullandığı bir alt başlıkla açıkça ve çok iyi özetlemektedir:

“Hala Çoğunlukla Başkaları Tarafından Yapılan Bir Coğrafya”. Pérouse (2012:4) makalesinde tıpkı Fransa’da olduğu gibi, Türkiye’de de coğrafyanın kurumsal coğrafya alanının dışındaki kişilerce yürütüldüğünü ve tartışmaların bölge planlamacıları, çevre mühendisleri, iktisatçılar ya da siyaset bilimciler tarafından gerçekleştirildiğini belirtmektedir.

Tablo 1. Coğrafyanın alt dallarıyla ilgili fen ve sosyal bilim alanları

Fen Bilimleri

Fiziki Coğrafya

Sosyal Bilimler

Beşeri Coğrafya

Jeoloji

Jeoloji Mühendisliği Jeomorfoloji İktisat Ekonomik Coğrafya

Meteoroloji Mühendisliği Klimatoloji ġehir ve Bölge Planlama

Kentsel Coğrafya

İnĢaat (Hidroloji) Mühendisliği

Hidrografya Siyaset Bilimi

Uluslararası İliĢkiler Siyasi Coğrafya

Biyoloji-Botanik

Orman Mühendisliği Bitki Coğrafyası Demografi Nüfus Coğrafyası

Ziraat Mühendisliği (Toprak Bilimi)

Toprak Coğrafyası Sosyoloji Sosyal Coğrafya

Çevre Mühendisliği (Ekoloji) Peyzaj Mimarlığı

Çevre Sorunları ve Kırsal Çalışmalar

Halk Bilim

Sosyal Antropoloji

Kültürel Coğrafya

Jeodezi ve Fotogrametri (Harita) Mühendisliği

Kartografya, Coğrafi Bilgi Sistemleri ve Uzaktan Algılama

Tarih

Arkeoloji

Tarihi Coğrafya

Kaynak: Yazarlar

Türkiye’de fiziki coğrafyacılar için jeomorfoloji, bir süreliğine topluluk oluşturmaya (Erinç, 1973; Erol, 1993) ve meslek (jeomorfolog) tanımlamasına kadar varan en önemli direnç ve tutunma noktası oluşturmuşsa da; fiziki coğrafyanın odağında yer alan kürelerdeki mekânsal örüntü ve bu örüntüleri yaratan yerel, bölgesel ve küresel dinamikleri kavramaktan; daha da önemlisi küreler arasındaki ilişkileri ve bunların zamana bağlı değişimini incelemekten uzaklaşıldığı için Türkiye’de genel olarak bu coğrafya alanı kimlik aşınmasıyla karşı karşıya kalmıştır9. Bununla birlikte fizik, kimya, biyoloji ve matematik tabanlı eğitim veren fen ve mühendislik alanları, kalkınmanın fen ve teknik sayesinde olacağı ön kabulünün güçlü olduğu Türkiye gibi bir toplumsal yapıda, edebiyat fakültesinde

8 Birbirleriyle ilişkili olan bir dizi fenomenin yer aldığı birliktelik olarak tanımlanabilen sistemin odak noktasında, yalnızca fenomenlerin yapısal bağlantıları değil, aynı zamanda bunların fonksiyonel olarak nasıl ilişkili olduğunun anlaşılması bulunmaktadır. 9 Jeomorfolog adıyla fiziki coğrafyanın yeryüzü şekillerini inceleyen bir alt alanı (jeomorfolojiyi) esas alan bir meslek tanımı yerine, fiziki coğrafyayı bütünüyle kapsayan tanımlama yoluna gidilseydi; belki bugün fiziki coğrafyanın tanınırlığı ve kurumsallaşması daha ileri bir düzeye ulaşacak, aynı zamanda beşeri coğrafya için de bir kapı aralanmış olacaktı.

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

25

konumlanmış fiziki coğrafyanın araştırma konularını ve olası gelişme alanlarını kısa sürede denetimlerine almıştır. Bugün fen ve mühendislik fakültelerinin jeoloji, meteoroloji, jeodezi ve fotogrametri, çevre, ziraat, inşaat, biyoloji disiplinlerinde sözü edilen altı küreyi ayrıntılı biçimde inceleyen programlar bulunmakta; jeoloji, meteoroloji, jeodezi ve fotogrametri (harita)

mühendisliklerinde fiziki coğrafyanın temel derslerinden olan jeomorfoloji, klimatoloji, kartografya, CBS ve UA teknikleri dersleri okutulmaktadır. Hatta son yıllarda dünyadaki hızlı ve heyecanlı gelişmelere paralel olarak (Pitman, 2005), Türkiye’de de bağımsız Yer Sistem Bilimi (Bkz. YSB, 2013) yer bilimleri

(Bkz. YB, 2013) ve çevresel bilimler (Bkz. ÇB, 2013) perspektifleri gelişmektedir.

Türkiye’de 27 Mayıs (1960) askeri müdahalesi sonrası oluşan yönetimin akılcılığa ve ülke kalkınmasını bilgiye dayalı gerçekleştirecek bir kurum olarak Devlet Planlama Teşkilatı’nı (1961) kurduğu yıllarda, henüz ülkenin planlama konusunda yetişmiş insan gücü yoktu (Tekeli, 2008). Bu gereksinimi karşılamak üzere Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde 1961-

1962 döneminde başlayan yüksek lisans ve bir yıl sonrasında lisans programlarının açılması, Türk beşeri coğrafyasını yakından ilgilendiren bir diğer olaydır. Zira o yıllarda Türk beşeri coğrafyası, genelde dünyada kendi alanında yaşanan gelişmeleri izlemekten ve uygulamaktan uzak şekilde varlığını sürdürürken; bölge biliminin gelişmesinde de katkı sahibi olan (Yavan, 2007) ve neo-pozitif

coğrafyanın Amerika’da ortaya çıkan kantitatif devrimini benimsemiş bir planlama disiplini (Tekeli, 2010:2) Türkiye’de temelleniyordu. Şehir ve bölge planlama alanında bilimsel olma savı taşıyan bir plancının düşüncelerine altlık oluşturacak bilim felsefesini büyük ölçüde beşeri coğrafya sağlamıştır. O nedenle de neo-pozitivist ve 1970’lerden itibaren çok paradigmalı coğrafya anlayışları, Türk beşeri coğrafyasından ziyade planlama alanında yankı bulmuştur. ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde yirmi yıl boyunca verilen “Kent Planlama Araştırmasında Metot” isimli lisansüstü dersinin coğrafya felsefesi çizgisinde gelişmesi (Tekeli, 2010:7) ve plancıların Amerikan coğrafyacısı Alonso’nun mekân organizasyonu kuramlarından etkilenmiş olması (Tekeli, 2009:5) ve “Mekân Organizasyonlarına Makro Yaklaşım” konulu Türkiye’deki ilk makrocoğrafya çalışması (Tekeli, 2008:21) bu durumu açıkça özetlemektedir. Bugün planlama disiplini beşeri coğrafyadan felsefi temellerini almanın yanında, Türkiye’de sayıları yirmiyi bulan şehir ve bölge planlama bölümündeki akademisyenler, beşeri coğrafya içeriğine sahip araştırmalar yapmakta10 ve dersler vermektedir.

Daha 19. yüzyıl sonunda dünyada analitik olmayan sentezci yönelimleriyle coğrafya, sosyal gerçekliği araştırmak üzere aralarında açık bir işbölümü geliştirmiş olan diğer disiplinlerin gerisine düşmüştü (Gülbenkian Komisyonu, 2011:31). İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise; sosyal bilimlerin bir yandan insana dayalı olmayan sistemleri inceleyen doğa bilimlerinden, diğer taraftan da uygar insan toplumlarının kültürel, zihinsel ve manevi üretimlerini inceleyen insan bilimlerinden kesin olarak ayrışmış, kendilerine özgü alanın diğer alanlardan konusal ve yöntemsel açıdan farklı olduğunu göstermeye giriştiği (Gülbenkian Komisyonu, 2011:36) bir dönemde, politik ve akademik ilginin ilerleme ve sosyal değişime odaklanması, sosyal yaşamın zaman boyutunu çok önemli hale getirirken

mekân, olayların meydana geldiği ve süreçlerin işlediği bir platform olarak kabul edildiği için etkisizleşmiş ve anlamsızlaşmıştı. Türkiye’de hem bu nedenle hem de ülkedeki coğrafya anlayışıyla ortak bir zemin bulunamamasından dolayı, ekonomi, sosyoloji, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler, demografi gibi diğer sosyal bilimler ile beşeri coğrafya arasında yakın yıllara kadar hep bir mesafe olmuştur. Türk coğrafyasını çok yakından bilen ve 20 yıldır Türkiye ve İstanbul üzerine çalışan Fransız

coğrafyacı Pérouse (2012:3) bu durumu ”Türkiye coğrafyasının henüz sosyal bilimler ailesine dâhil olmadığı” şeklinde çok açık ve çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. Ancak sosyal bilimler ile beşeri coğrafya arasındaki uzak mesafe, son 10 yılda az da olsa aşılmaya başlanmıştır.

3.3. Türkiye’de coğrafyanın en zor yılları: Bilimsel topluluktan uzaklaşma (1981-2000)

Türk coğrafyası için en zor yılları içeren bu dönemin geçmiş dönemin duraklama evresinden devraldığı olumsuzluklara ek olarak, ülke ve dünya bağlamında iki önemli olgusundan söz edilebilir: “12 Eylül Askeri Müdahalesi” ve “Küreselleşme” dalgasıyla dünyada yaşanan değişim ve dönüşümün hız kazanmaya başlaması.

1980 askeri müdahalesi ardından, milli eğitim sistemi ve Yükseköğretim Kurulu (YÖK) gibi yeni

kurumsallaşmalarla üniversite sistemi büyük çapta değişmiştir ki, bu durum coğrafya ve eğitiminde de 10 Gerçekten de SSCI indeksinde taranan uluslararası beşeri coğrafya dergilerinde 1945-2004 döneminde yapılan yayınlar (hem yayın sayısı, hem alınan atıf sayısı bakımından) dikkate alındığında, Türkiye’deki beşeri coğrafyayı şehir ve bölge plancıların coğrafyacılardan daha fazla ve güçlü bir biçimde temsil ettiği açıkça görülmektedir (Yavan, 2005).

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

26

önemli sonuçlar yaratmıştır. Bunlardan ilki ve kuşkusuz en önde geleni, edebiyat fakültelerindeki coğrafya enstitüleri ve dolayısıyla yarı-bağımsız sertifika-kürsü programlarının işlevsizleştirilerek anabilim dalı adıyla coğrafya bölümü çatısı altında birleştirilmesi; ikincisi, eğitim fakültelerinde coğrafya eğitimi bölümlerinin açılması, üçüncüsü de orta dereceli eğitim kurumlarındaki coğrafya derslerinin

program ve içeriklerinin değiştirilmesidir.

Her ne kadar olması gerekenden daha fazla kürsü var idiyse de yarı-bağımsız kürsü sisteminin kaldırılmasının kısa ve uzun vadeli olumsuz etkileri olmuştur. Bu uygulama, bir yandan fiziki coğrafya ve jeoloji kürsüsünden lisans diploması alanların jeomorfolog unvanı kazanmasını ortadan kaldıran bir sonuç doğurmuş (Erol, 1993), diğer yandan beşeri coğrafyanın bağımsız bir alan olarak gelişmesini sekteye uğratmıştır. Araştırma konuları, paradigmaları ve metodolojileri bakımından birbirinden çok farklı fiziki ve beşeri coğrafya alanlarının bölüm çatısı altında toplanması, dünyada mekân kavramının yeniden keşfedildiği ve ona yeni anlamların yüklendiği bir döneme girilirken; Türk coğrafyasını ve tek istihdam alanı olarak lisans mezunlarını bütünüyle okul coğrafyasına yöneltmiştir.

Bununla birlikte yeni dönemin eğitim politikalarındaki askeri ve ulusalcı/milliyetçi söylem, kısa sürede coğrafyayı orta öğretim kurumlarında “milli coğrafya”ya dönüştürmüştür. Coğrafya derslerinde Türkiye’ye siyasi, ekonomik ve askeri bakımdan yüklenen köprü göreviyle ülkenin jeopolitik önemi ve çeşitli kimlikleri birbirine bağlama gücü, yurt metaforuyla da uğruna ölünecek vatan kavramsallaştırması ön plana çıkarılmıştır (Çalışkan, 1994; Özgen, 2011). 1930’larda coğrafya, Anadolu toprakları ile sınırlanan resmi ulusçuluk, coğrafi bir tarih okumasıyla yaşanılan ülke ile anavatanı birbirine bağlamışken, (Durgun, 2012a ve 2012b) 1980’lerin milli coğrafyası, devletin milliyetçilik ideolojisiyle bağlantılı olarak bireyi; “ülkelerden meydana gelmiş bir bütün olarak mümkün olabilen bir dünyada, coğrafi konumu ile bir köprü özelliği taşıyan, iç ve dış tehditlerle daima yüz yüze olan bir ülkenin sınırları içinde, toprakları kutsal bir yurtta yaşayan biri” (Çalışkan, 1994:167) olma eksenine konumlandırmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri okul coğrafyasına yansıyan muhafazakâr (milliyetçi) ideoloji, Türk coğrafyasının gelişen çok paradigmalı coğrafyada yer alamamasında (Tekeli, 2012) ve kutsadığı kendi coğrafyasını yaratmada etkili olmuştur.

12 Eylül’ün anarşiden sorumlu tuttuğu kurumlar arasında yer alan üniversite ve akademisyenler, yeni rejimden genel olarak da olumsuz etkilenmiştir (Tekeli, 2004 ve 2009). Yeni anlayış, daha önce kendi bütçeleri olan enstitülerin bu özerkliğini ellerinden almış, ödeneklerini kısmış, akademisyenlerin araştırma ve yayın yapmalarını, üniversite destekli yurtdışına çıkışını durma noktasına getirmiş ve uluslararası kitap ve periyodiklere ulaşmasını güçleştirmiştir. Oldukça pahalı bir alan olan coğrafyanın (Hütteroth, 1992) mali kaynakların azalmasıyla yapılabilmesi daha da zorlaşmıştır. Henüz bilgisayarların yaygınlaşmadığı ve internetin olmadığı bu dönemdeki gelişmeler, asıl etkisini coğrafyacıların uluslararası toplulukla zaten zayıf olan bağlantısının kesilmesi şeklinde göstermiştir11.

Ayrıca askeri yönetimin baskıcı uygulamaları, akademik özerkliğin de ihlal edilmesine yol açmıştır. Üniversiteyi devlet dairesi/okulu, akademisyenleri memur/öğretmen (hatta araştırma görevlilerini

neredeyse bir hiç) olarak gören bir idari/akademik yapılanma, dönemsel olarak derin izler bırakmıştır. Öyle ki bu yıllar, üniversite eğitim-öğretim programlarının standartlaştırıldığı, verilecek derslerin belirlendiği (Tekeli, 2004), performans ölçütlerine dayanmayan sözleşmeli akademisyenliğin başladığı, öğretim elemanlarının sıkıyönetim komutanlıklarının isteği doğrultusunda görevlerine kolayca son verildiği ve hatta araştırma görevlilerinin koridor nöbeti tuttuğu bir döneme karşılık gelmektedir.

1980’li yıllarda akademik coğrafyada asker kökenli yöneticilerin telkiniyle Türkiye Coğrafyası; akademik yapılanma (anabilim dalı), araştırma merkezi (Türkiye Coğrafyası Araştırma ve Uygulama Merkezi-TÜCAUM, 1988), ders (eğitim fakültelerinde okutulan Türkiye Coğrafyası ve Jeopolitiği dersi gibi) bağlamında önem kazanmıştır. Bugün coğrafya bölümü programlarındaki Türkiye coğrafyası ve türevlerine ilişkin ders yoğunluğu (Kaya, 2010:235) biraz da bundan kaynaklanmaktadır. Bu yıllarda İstanbul’da Deniz Bilimleri ve Coğrafya Enstitüsü’nün (1982), Ankara’da Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nda bir Coğrafya Bilim ve Uygulama Kolu’nun (1988) kurulması, coğrafya adına olumlu gelişmeler olmakla birlikte bu kurumlarda coğrafyanın varlığı kısa ömürlü olmuştur (Kayan, 2000).

Bu dönemin bir başka özelliği, Türkiye’de coğrafya (13) ve coğrafya eğitimi (8) bölümlerinin sayısının artması (toplam 21) ve ülke sathına yayılmasıdır. Bu çoğalma ve yayılma, genel olarak akademisyenleri

11 Bu coğrafyacıların yaptıkları yayınlarda kullandıkları referanslarda bile gözlenmektedir. Zira yayınların çoğu eski modadır ve çalışmaların atıflarında yabancı kaynakların oranı çok düşük ve eski tarihlidir.

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

27

(özellikle de birkaç öğretim üyeli bölümlerdekileri) aşırı ders yükleri altında ezilen öğretmenlere dönüştürmüş; akademik coğrafyada ciddi nitelik sorunları yaratmış (Erinç, 1997; Gümüşçü, 2012; Hütteroth, 1992; Kayan, 2000; Tümertekin, 2001) ve bilimsel nesnellikten uzaklaşmaya ve kalite güvencesi eksikliğine (Yavan, 2012) yol açmıştır. Bu çerçevede Türk coğrafyacılarının büyük ölçüde temel amacı, diğer sosyal ve fen bilimleriyle etkileşim halinde bilim yapmaktan ziyade, akademik unvan almak ve öğretmen yetiştirmek olmuştur. Coğrafyanın atılım yaptığı yıllarda akademik yaşamlarına başlayan üçüncü ve dördüncü kuşak coğrafyacıların emekliliği ile YÖK sisteminin fırsat yoksunu yeni kuşağının belirmesi, aynı döneme denk gelmiştir ki, akademik coğrafyanın nitelik kaybında bu da bir etkendir. Coğrafya eğitimi bölümlerinin açılması ise, coğrafya bölümlerinden mezun olan öğretmen adaylarının çoğunluğunu istihdam sorunlarıyla karşı karşıya bırakmıştır (Kayan, 2000). Bu durum, 1990’ların sonunda 28 Şubat (1997) süreciyle daha da belirginleşmiştir. Bu durum idari kararlardaki

değişkenlik nedeniyle halen tartışma konusu olmaya devam etmektedir.

Bu dönemin zorluğunu arttıran ikinci temel olay, bilgi teknolojilerindeki ilerlemelerin etkilerinin Türkiye’de hissedilmeye başlaması ve coğrafyanın buna uyum sağlayamamasıdır. Bu yıllarda bilgi teknolojileri alanındaki ilerlemelerle coğrafyayı ilgilendiren bilgisayar destekli çizim ve analiz programlarının ülkeye girişi söz konusu olmuştur. Bir bakıma mekânsal analiz geleneğinin yeni araçları olarak Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS) ve Uzaktan Algılama (UA) teknikleri coğrafyaya şehir ve bölge planlama, jeodezi ve fotogrametri, harita mühendisliği ve peyzaj mimarlığı gibi alanlardan çok daha geç girmiştir ki bu coğrafyacılar için bir fırsatı daha kaçırma anlamına gelmektedir.

Özetle coğrafyanın bu dönem boyunca uluslararası, hatta ulusal bilimsel topluluktan ve normlarından kopuşunda ve kendi coğrafyasını yaratmasında; coğrafyacıların hızla çoğalan coğrafya paradigmalarını, gelişen bilimsel araştırma yöntem ve (CBS ve UA’yı da içeren) tekniklerini benimsemedeki isteksizliğinin, iş dünyası, politika ve topluma bilgi üretme konusundaki yetersizliklerinin, dönemin sosyo-politik olaylarının ve coğrafyanın akademik dünyasındaki çeşitli olaylarla ortaya çıkan nitelik kayıplarının rolü büyüktür.

3.4. Yeniden canlanma evresi: Yeni arayışlar ve uyum çabaları (2001 sonrası)

2000’li yıllarla birlikte Türk coğrafyasının “yenilikçi coğrafyacılar” (Karabulut, 2012) arasında yeni arayışların kendini gösterdiği bir evreye girilmiştir. Bu canlanma, aynı zamanda coğrafya için bir sorun olduğunu düşünmeyen ve geleneksel coğrafya anlayışını sürdüren coğrafyacılarda da bir kıpırdanmaya yol açmıştır. Türkiye’de coğrafya alanındaki bu uyanış rastlantısal değildir ve canlanma konusunda önemli olabilecek birkaç temel noktanın altının çizilmesi gerekir.

Bunlardan ilki, son yıllarda dünyada, toplumların ve bilimin hızla değişmesine, dönüşmesine yol açan bir geçiş döneminden geçilmesidir. Küreselleşme dinamikleri ve disiplinler arası çalışmaların bilim alanlarını yeniden şekillendirdiği bu süreçte, mekân/coğrafya yeniden keşfedilmekte12, coğrafi yaklaşımların önemi fark edilmektedir (Kaya, 2010). Ayrıca yerel bilginin artan değeri de bu öneme katkı sağlamaktadır. Böylece bir yandan ekonomi, sosyoloji, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler, demografi gibi disiplinlerin çalışmalarına mekânsal boyut katmaya başlamaları sayesinde Türkiye’de de bu disiplinlerin beşeri coğrafyaya bakışı değişmiş, diğer yandan da 20. yüzyıl boyunca Türk coğrafyasının ve sosyal bilimlerinin “uyuyan güzeli” rolündeki beşeri coğrafya, yeni yüzyılda uyanmış ve sessizliğini bozmuştur.

İkincisi, bu sürecin aynı zamanda, ulaşım ve iletişim olanaklarının arttığı ve ucuzladığı, dünyayı küçülten ilerlemeleri de içermesidir. Bu sayede insan ve fikir hareketliliğinde belirgin bir artış yaşanmış; internet aracılığıyla bilimsel bilgiye ulaşma kolaylaşmıştır. Fakat asıl önemlisi, bu ilerlemelerle yurtdışı deneyimi olmayan akademisyenlerin de farkındalıklarının ve motivasyonlarının yükselmiş olmasıdır.

12 Coğrafyanın/mekânın diğer bilim dalları tarafından keşfedilmesine en çarpıcı örnek iktisatçı Krugman’ın “ekonomik coğrafyaya yaptığı katkıdan dolayı” 2008 yılından Nobel ödülünü almasıdır. Nitekim Krugman, coğrafyanın önemini keşfederek (Krugman, 1991) bunu İktisat bilimine taşımış ve “Yeni Ekonomik Coğrafya Modeli” adı verilen bir kuramsal çerçeve geliştirmiştir. Krugman’a bu başarısından dolayı 2009 yılında da Amerikan Coğrafyacılar Birliği (AAG) “Honorary Geographer” (Fahri/Onursal Coğrafyacı) ödülünü/üyeliğini vermiştir. Coğrafyanın yeniden keşfedilmesi sadece iktisat bilimine has değildir. Son yıllarda edebi ve kültürel çalışmalar, sosyoloji, siyaset bilimi, antropoloji, tarih ve sanat tarihi gibi alanlarında ortaya konulan çalışmalar giderek “mekânsal” hale gelmiştir. Warf ve Arias (2009) bu durumu “mekânsal dönüş” (spatial turn) olarak kavramsallaştırmaktadır.

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

28

Üçüncüsü, Avrupa’da ortak bir yükseköğretim alanı yaratma fikriyle doğan ve 2001 yılında Türkiye’nin katıldığı Bologna Süreci’nin13 akademik coğrafyanın bilimsel gelişmesindeki katkılarıdır (Yavan, 2012). Bu süreçle pek çok gelişme yaşanmakla birlikte temel etki, yükseköğretimde öğrencilerin ve öğretim elemanlarının uluslararası hareketliliği ile kalite ve yeterlilik arayışlarında olmuştur. Böylece küreselleşme ve AB süreçleri, bilim insanlarına geniş çerçeveli fiziksel ve sanal hareketlilikle yurtdışı temas olanağı sağlamıştır.

Dördüncüsü ve belki de en önemlisi, 1990’ların ortalarından itibaren ABD ve İngiltere’ye lisansüstü eğitim almak üzere yurtdışına giden genç coğrafyacıların, 2000’li yılların başında Türkiye’ye dönmesi, buna ek olarak Avustralya, Kanada, Hollanda ve Güney Kore gibi ülkelere ziyaretçi araştırmacı olarak giden coğrafyacıların sayısının artması sonucu, “Anglo-Amerikan coğrafya perspektifi”nin ülkeye geçmişte hiç olmadığı kadar güçlü bir giriş yapmasıdır. Bu gruba, şehir ve bölge planlama, iktisat, sosyoloji ve siyaset bilimi-uluslararası ilişkiler disiplinlerine mensup ancak yurtdışında coğrafya alanında yüksek lisans, doktora ya da araştırmalar yapan araştırmacıları da katmak gerekir.

Beşincisi, bazı üniversitelerin akademisyenlere atama-yükseltilme kriterleri çerçevesinde SCI ve SSCI endekslerinde taranan dergilerde yayın yapma zorunluluğu getirmesidir. Bu zorunluluk, yurtiçinde lisansüstü eğitim almış coğrafyacıları motive etmiş ve onların uluslararasılaşma çabası içine girmelerine yol açmıştır.

Yeni arayışlar ve uyum çabaları döneminin yukarıda ana hatlarıyla verilen olumlu gelişmelerinin Türk coğrafyasında çok önemli yansımaları olmuştur:

(1) Özgüven sahibi “yenilikçi coğrafyacı”ların Türkiye’deki mevcut coğrafi anlayışı tartışmaya açmaları bunlar arasında kuşkusuz en önemlisidir. 2000’li yılların başında Türk Coğrafya Tartışma Listesi isimli bir e-posta platformunda (Arı, 2007), daha çok sanal ortamda ve görece cılız bir tonda başlayan tartışmalar; kısa sürede bilimsel toplantılara (Arı ve Köse, 2005, Kaya, 2005, Yavan, 2005b), yayınlara (Arı, 2005, Yavan, 2005a) ve projelere (Piri Reis Projesi, 2011) taşınmış, nihayet 2012 yılında bir dernek (Coğrafyacılar Derneği, 2012) çatısı altında örgütlenme aşamasına ulaşmıştır. Bu dernek, 19-21 Haziran 2013 tarihlerinde İstanbul’da “Coğrafya: Yeni Yüzyılda Fırsatlar ve Tehditler” adıyla düzenlenen birinci yıllık kongresi ile bu örgütlenmeyi faaliyete dönüştürmüştür.

(2) Coğrafya, ülkenin değişik üniversitelerinde çalışan gittikçe artan sayıdaki akademisyen ile yeniden

uluslararasılaşmaya başlamıştır. Bu, geçmişteki uluslararasılaşma eğilimlerinden farklı olarak Amerikan ve İngiliz coğrafya anlayışına bağlantılı şekilde ve daha çok genç akademisyenler aracılığıyla gelişmektedir. Tüm dünyada bilim dilinin İngilizce olması ve iletişim olanakları da bu gelişmeye destek olmaktadır. Artık coğrafya disiplinine hizmet eden pek çok akademisyen IGU, AAG, EAG, RSAI, ERSA, EAPS, EUROGEO, INQUA, EGU, PAGES, EUCC, FLAG gibi mesleki örgütlenmelerin/grupların üyesi ve aktif katılımcısıdır. Yeni nesil coğrafyacıların akademik faaliyetleri incelendiğinde; SCI ve SSCI’da endekslenen dergilerde makale yayınladıkları ve hakemlik yaptıkları, uluslararası kitap/kitap bölümü yazdıkları, sözü edilen ciddi meslek örgütlerinin kongrelerinde bildiri sundukları, çalışmaları için atıflar ve ödüller aldıkları, Avrupa ve Amerikan üniversitelerinde ziyaretçi araştırmacı ve uluslararası projelere yürütücü/araştırmacı olarak ortak oldukları saptanmaktadır.

(3) Harvey’i (1984:7) haklı çıkaracak şekilde; “coğrafyanın coğrafyacılara bırakılamayacak kadar önemli olduğu”nun uzun yıllardır zaten farkında olan sosyal ve fen bilimciler, son zamanlarda coğrafyacılarla işbirliği yapmaya ve onların toplantılarına katılmaya ve bilgi paylaşmaya başlamıştır. Bu, Türkiye’de ulusal ve yerel kaldığı ifade edilen coğrafi düşüncenin, küresel düşünen diğer bilim alanlarıyla (Kaya, 2010:236) daha sağlıklı bir iletişim kurduğunu gösteren ve geçmişte ender rastlanan yeni bir gelişmedir.

(4) Yenilikçi coğrafyacılar, akademik üretimlerinin sadece coğrafya öğretmeye yönelik olamayacağı gerçeğinin farkındadır ve bu nedenle de birey, toplum, politika, ekonomi ve medyanın hizmetine çağdaş coğrafi anlayışta ürünler verme gayreti içine girmiştir.

13 Bologna Süreci, tüm Avrupa'da lisans ve lisansüstü eğitimi ile akademik konularda standartlar geliştirmek ve ayrılıkları en aza indirgeyerek eğitim sistemlerini bağdaştırmak ve Avrupa'da birbiriyle tam uyumlu bir yükseköğrenim alanı yaratmak amacıyla oluşturulmuş bir programdır.

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

29

4. Türk Coğrafyası İçin Bir Öngörü/Vizyon Gereksinimi: Nasıl Başarabiliriz?

Günümüzde her bilim alanının ve kurumsal yapının kendisine küresel bir perspektiften bakması ve performansını yükseltebilmek, hedeflerine ulaşılabilmek üzere yapılması gerekenlere yol göstermek (Tekeli, 2010; Türkiye Bilimler Akademisi-TÜBA, 2007; Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu-TÜBİTAK, 2004), aynı zamanda kurumsal kültürünü ve kimliğini geliştirmek ve güçlendirmek (Devlet Planlama Teşkilatı-DPT, 2006) için bir öngörü (vizyon) belirlemesi gerekmektedir. Bu yüzden Türk coğrafyasının tüm dünyada ve üniversitede yaşanan değişim ve dönüşümleri bir ana çerçeve olarak alması, temel hedeflerini ortaya koyduğu bir öngörü geliştirmesi ve ardından yapılması gereken eylemleri belirlemesi ve uygulaması, başarıya ulaşmasında önemli adımlar olacaktır.

4.1. Dünyada üniversite kurumunun ve akademik yaşamın değiştiğinin farkında olmak

Son yıllarda ulus-devletler dünyasının üniversitesinden bilgi toplumunun üniversitesine doğru bir geçiş yaşanmaktadır (Tekeli, 2004:52). Bir başka ifade ile dünyada üniversiteler, Alman idealizmine dayalı bilim için bilim yapan, bilimsel bilgi üretiminin ücretsiz olduğu ve dağıtıldığı, üniversitenin evrensel eğitim ve kültür oluşturmayı hedeflediği von Humbolt tipi klasik modern üniversite modelinden, bir nevi Amerikan modeli olarak adlandırılabilecek pratik sorunların çözümü ve fayda/para kazanmak için öğretim ve araştırma yapan, piyasanın talep koşullarını merkeze alan ve adeta şirketler gibi yönetilen girişimci üniversite modeline evrilmektedir. Açıkçası bilgi toplumuna ve bilgi ekonomisine doğru yol alan bir dünyada, beklentilerin değişmesi nedeniyle üniversite ve bilim alanları yeniden yapılanmak ve dönüşmek zorunda kalmaktadır (Tekeli, 2011a:212). Yükseköğretim, tüm dünyada yaşam boyu ve yeniden eğitilmeyi de içeren bir yığınlaşma; ulusal olmaktan çıkarak öğrenci, program ve kurumsal hareketliliği kapsayan bir uluslararasılaşma; kamudan sağlananlar dışında kaynak yaratma, bu kaynakların çeşitlendirildiği bir mali (finansal) yapı oluşturma ve yine bu gerekçeyle özelleşme; hesap verebilirlik, bağımsız kalite güvencesi, denklik (akreditasyon) ve özerkleşme süreçlerini yaşayan “girişimci üniversite”ye doğru bir değişim yaşamaktadır (Tekeli, 2011a).

II. Dünya Savaşı sonrasında, Alman üniversitelerinin bilim alanındaki öncülüğü Amerikan üniversitelerine devretmesi, entelektüalizm ile pragmatizmi bir araya getiren yeni bir üniversite tipi doğurmuştur (Tekeli, 2004). Yeni üniversite, kendisini bilim dünyasına hapsetmeyen; dış dünyanın taleplerine uyum sağlayan ve pratik sorunların çözümü için eğitim ve araştırma yapan bir hizmet üniversitesi niteliği kazanmıştır. Bu yeni üniversite tipi aynı zamanda, disiplinler arası yeni alanları geliştirmeye eğilimli, piyasa güçlerinin etkisi altında, bilginin metalaşması nedeniyle bir girişimci mantığıyla piyasa malı olarak bilgi üreten yapıda, kamu, piyasa, öğrenci ve denklik kuruluşları tarafından çoklu kalite denetimine tabi tutulan ve toplumla bütünleşmiş açık sistem özellikleri de taşımaktadır. Bu çerçevede bilgi toplumunun üniversitesi, üniversitenin eğitim, topluma hizmet

sağlama ve araştırma işlevlerinin ayrıştığı, bilim dilinin İngilizceye dönüştüğü, öğrenciye uluslararası geçerliliği ve saygınlığı olan bir diploma ve beceri kazandıran, dışarıdan akredite edilen, akademisyenlerin çok yönlü performans değerlendirmesine tabi tutulduğu, azalan devlet finansmanı nedeniyle öğrenci ve piyasadan kaynak sağlayan, eğitim programlarını tüketici eğilimlerine ve piyasa koşullarına duyarlı hale getiren bir kurum olarak belirmektedir (Tekeli, 2004). Türkiye’de coğrafyanın kendisine bir gelecek öngörüsünde bulunurken bu gerçekleri dikkate alması gerekmektedir.

4.2. Türkiye’de coğrafyanın diğer disiplinlerle birlikte hareket etme gerekliliği

Türkiye Bilimler Akademisi’nin Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu (BTYK) Aralık 2000 toplantısında, en son bilim ve teknoloji politika çalışmasının 1993 yılında yapılmış olmasından hareketle, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılı olan 2023’e uzanan bir döneme ilişkin olarak yeni bilim ve

teknoloji politikalarının belirlenmesi için Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’nu görevlendirmiştir (TÜBİTAK, 2004:7). Bu bağlamda BTYK’nın kararına dayanılarak 2001 yılından itibaren birçok bilim alanında “Bilim Öngörüleri Çalışmaları” yapılmıştır (TÜBA, 2005 ve 2007). Ne yazık ki coğrafya bu çalışmaların dışında kalmış, hatta bu gelişmelerin topluluk içinde tartışılması bile istisnai bir durum (Özgür, 2010) olmuştur. Eğer coğrafya alanı, bilim dünyasında ve toplumsal olarak kabul görmek, başarılı olmak ve bu doğrultuda geleceğine ilişkin bir strateji geliştirmek istiyorsa; dört temel sorunun cevabını aramaya odaklanmak durumundadır:

(1) Disiplin olarak neredeyiz?

(2) Nereye gitmek istiyoruz? (3) Gitmek istediğimiz yere nasıl ulaşabiliriz?

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

30

(4) Başarımızı nasıl izler ve değerlendiririz?

Bunlardan neredeyiz sorusuna bugüne kadar bu çalışma da dâhil olmak üzere dolaylı cevaplar verilmiş olmakla birlikte Türk coğrafyasının asıl cevabı ayrı bir sistematik araştırmada araması gerekmektedir. Bu bağlamda acilen coğrafya ve eğitimi bölümleri ile coğrafya meslek örgütlerinin temsilcileri bir araya gelerek coğrafyanın geleceğini tartışacakları geniş katılımlı bir zemin yaratmak durumundadır. Kurulacak çalışma grupları aracılığıyla çeşitli çözümlemeler yapılmalı, disiplinin kuvvetli ve zayıf yönleri ile sahip olduğu fırsatlar ve tehditler gözden geçirilmelidir.

Gidilmek istenen yerin ne olduğu sorusunun cevabı, disipline bir öngörü belirlemeyi, bu yere nasıl ulaşılabileceği sorusunun cevabı ise; bu öngörü çerçevesinde geliştirilecek stratejiler ve politikalara ulaşmada yararlanılacak eylemleri içermektedir (Tekeli, 2010). Bu bağlamda bilimsel üretim ve eğitimi de kapsayacak biçimde kamusal hizmet sunma potansiyelini ve performansını yükseltmek temel hedefiyle coğrafya için yapılacak öngörü çalışması, disiplinin başarıya ulaşmasında yaşamsal derecede yol gösterici olacaktır.

Günümüzde yükseköğretimden üç temel işlevi yerine getirmesi beklenmektedir: Eğitim, araştırma (bilgi üretimi) ve kamusal hizmet işlevleri. Bu nedenle üniversitede yer alan her akademik birimin bu işlevleri dikkate alarak kendisine stratejik bir öngörüde bulunması yerinde olacaktır.

4.2.1. Eğitim vizyonu

Bilgi toplumu olma yolunda ilerleyen bir dünyada, gençleri yeni dönemin koşulları içinde bilgi, beceri ve potansiyellerle donatarak girişimci, sorumluluk sahibi ve eleştirel düşünebilen başarılı bireyler olarak

yetiştirmek, her disiplinin eğitim vizyonu olmalıdır (Tekeli, 2011b:265). Eğitim aracılığıyla bireylerde yaratılmak istenen kapasitelerin sayısı ve çeşitliliği gittikçe artma eğilimindedir. Her disiplinin de kendine özgü geliştirmeye çalıştığı kapasiteler mevcuttur. Coğrafya alanı için matematik (istatistik), fen

bilimleri (fiziki coğrafya için fizik, kimya ve biyoloji), sosyal bilimler (beşeri coğrafya için temel iktisat, sosyoloji, felsefe ve siyaset bilimi) ve bilgi teknolojilerinin (Coğrafi Bilgi Sistemleri-CBS ve Uzaktan Algılama-UA) kullanımı becerisiyle birlikte günümüz toplumlarında bilgiye ulaşabilme, bilgiyi çözümleyebilme ve yenileyebilme/geliştirebilme kapasitesi öne çıktığı için bireyin kendi başına öğrenme ve yabancı dil (İngilizce) becerisinin geliştirilmesi öncelikli kapasitelerdir. Bilgi çağının ekonomisi, bilgiye ve bilgi sahibi işgücüne dayanmaktadır. Böyle bir toplum yapısında yarışma, çoklu beceri ve yaşam boyu öğrenme kapasitesi olan ve dünya standartlarına uygun yetişmiş bireylere gereksinim

vardır (Tekeli, 2011b:268). Bu, lisans ve lisansüstü eğitim14 programlarının çağın (piyasasının ve toplumsal talebin) gereklerine uygun hale getirilmesi ve eğitimin uluslararası standartlarda olması ve bunun geçerliliğinin ulusal ve uluslararası bağımsız kurumlar tarafından tanınması anlamına gelmektedir.

4.2.2. Araştırma vizyonu

Üniversiteler eğitim kurumları olmanın yanında bilimsel araştırmalar yapmak suretiyle bilginin üretildiği yerlerdir. Çağımızın bir gereği olarak bilgi üretiminin öneminin sürekli arttığı ve artık üniversite dışında da büyük ölçüde bilgi üretildiği gerçeği göz önüne alınarak üniversitenin araştırma işlevinin de bir öngörüsü olması gerekir. Disiplinin bilimsel üretim potansiyelini ve performansını yükseltmek ana amaç olmakla birlikte; (1) Birbirlerinin çalışmalarından etkilenen ve bilimsel yaklaşım birliğine sahip bir topluluk oluşturmak; (2) Kaynağını toplumsal dinamiklerden (beşeri coğrafya) ve doğayı anlamaktan alan (fiziki coğrafya), toplum için anlamlı bir bilimsel faaliyet gerçekleştirmek (3) Gelişmiş dünyaya uyum sağlamış, uluslararası düzeyde saygınlığı olan bilimsel bilgi üretmek, bu ana amacın üç alt hedefi olabilir (Tekeli, 2010 ve 2011b; Tablo 2). Sosyal bilimler ve temel bilimler için bundan on yıl kadar önce ortaya koyulmuş strateji ve politikaları belirlenmiş öngörü çalışmalarından (TÜBA, 2005 ve 2007) coğrafya da yararlanabilir. Coğrafyacıların yapması gereken bu öngörülerin üzerinde çalışıp kendi öncelikleri çerçevesinde disiplinlerine uyarlamak ve buna uygun eylemler geliştirmektir.

14 Akademik başarının kalbinde kaliteli bir lisansüstü eğitim süreci yatmaktadır. Gerçekten de dünyada en rekabetçi, yenilikçi, yetenekli ve donanımlı coğrafyacıların ve coğrafya bölümlerinin ortak özelliği çok güçlü ve kaliteli bir yüksek lisans özellikle de doktora programına sahip olmalarıdır. Bu bağlamda Türkiye’de coğrafyanın standartlarını yükseltmenin en önemli araçlarından biri, lisansüstü eğitimi yeniden düzenlemek ve çağdaş hale getirmektir. Bu bağlamda Yavan ve Kaya’nın (2012) editörlüğünde yayınlanan ve coğrafyada lisansüstü eğitimi yedi farklı ülke örneğinde (ABD, İngiltere, Avustralya, Almanya, İsveç, Romanya ve Türkiye) inceleyen kitapta coğrafya alanında modern bir yüksek lisans ve doktora eğitiminin nasıl olduğu ve nasıl olması gerektiği konusunda önemli tespitler ve öneriler getirmektedir.

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

31

Coğrafya bilim alanı için bilgi üretimi vizyonunun üç alt hedefinin gerçekleştirilmesi, bugün yaşanan pek çok sorunun kendiliğinden ortadan kalkması anlamına gelecektir. Çünkü Türk coğrafyası, epistemolojik bir topluluğun parçası haline gelememekte, uluslararasılaşmadaki yetersizlikleri nedeniyle saygınlık aşınması yaşamakta15 ve her iki unsurun toplumsal anlamlılık bileşeniyle bir araya gelmesiyle de disiplin toplum ve diğer disiplinler nezdinde büyük ölçüde kabul görmemektir.16 Bu olumsuzluklar,

uzun yıllar boyunca toplumda okul coğrafyası eksenindeki bir coğrafya algısıyla kısır döngüye dönüşmüş ve disiplinin sürekli zarar görmesine yol açmıştır.17

Tablo 2. Sosyal Bilimler için oluşturulmuş ve beşeri coğrafyaya uyarlanabilecek bir öngörünün ana hedef, strateji ve politikaları

Stratejiler

1. Toplumda Araştırma ve Bilgi Üretimi Talebinin Arttırılması 2.Araştırmaların Karar Süreçlerindeki Etkinliğinin Artırılması 3.Araştırma Talep ve Arzının Uyumu İçin Kurumsal Mekanizmaların Geliştirilmesi 4.Araştırma Alanının Dokusunun Yeni Aktörlerle Çeşitlendirilmesi ve İç-Dış Etkileşim Kapasitesinin Arttırılması 5.Araştırma Altyapısı ve Kolaylaştırıcı Kurumsallaşmanın Geliştirilmesi 6.Yayın Alanında Yeni Kurumsal Gelişmelerin Sağlanması 7.Araştırma Finansmanının ve Proje Yönetiminin Yeniden Örgütlenmesi 8.Küresel-Yerel Durumu Saptama ve Yorumlama Kapasitesinin Geliştirilmesi 9.Dış Dünya İle İlişki Kurma Kapasitesinin Geliştirilmesi 10.Küresel Bilim Ağlarının Parçası Olan Araştırma Alanı Aktörlerinin Sayısının Arttırılması 11.Bilim İnsanlarının Kapalı Çevrelere Hapsolmasını Engelleme ve İç-Dış Hareketliliği Arttırma

HEDEF 1

Kaynağını toplumsal dinamiklerden ve doğayı anlamaktan alan toplum için anlamlı bir bilimsel faaliyet gerçekleştirmek

S.1. Toplumda Araştırma ve Bilgi Üretimi Talebinin Arttırılması P.1.Bilimsel Araştırma ile Siyasi Kararların Meşruiyetini İlişkilendirerek Bilimsel Bilginin Önemini Arttırma

P.2.İş Dünyasında Araştırmaların Öneminin Anlaşılmasını Sağlama

P.3.Toplumun Ezilen Kesimlerine Yönelik Olarak Muhalefetin Bilgi ve Araştırma Talebini Arttırma

P.4.Siyaset ve Piyasa Tarafından Yönlendirilmeyen Araştırma Programlarının Oluşturulması S.2.Araştırmaların Karar Süreçlerindeki Etkinliğinin Arttırılması P.1.Araştırmacı-Karar Verici Arasındaki Güdü, Zaman Perspektifi ve Dil Farklılıklarını Giderecek Diyalog Mekanizmalarının Kurulması P.2.Yeni Araştırma Talebi Yaratacak Uygulama-Araştırma, Geri Besleme Kanallarının Açık Tutulması P.3.Profesyonel Araştırmacılık Eğitiminin Geliştirilmesi

S.3.Araştırma Talep ve Arzının Uyumu İçin Kurumsal Mekanizmaların Geliştirilmesi P.1.Bilimsel Topluluk İçinde Araştırmaları Değersizleştiren Tutumlardan Kaçınılması

P.2.Savunucu Araştırma ve Muhalefetin Araştırma Taleplerine Kamu Fonlarının Ayrılmasını Sağlayacak Kanalların Açık Tutulması P.3.Karar Vericilerin Zaman Perspektifi İçinde Araştırma Yapacak Şirketlerin Geliştirilmesi ve Araştırma Alanının Kurumsallaştırılması

HEDEF 2

Birbirlerinin çalışmalarından etkilenen ve bilimsel yaklaşım birliğine sahip bir topluluk oluşturmak

S.4.Araştırma Alanının Dokusunun Yeni Aktörlerle Çeşitlendirilmesi ve İç-Dış Etkileşim Kapasitesinin Arttırılması

15 Örneğin Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) 200 üyesi içinde herhangi bir coğrafyacı bulunmamaktadır. Yine TÜBA üyelerinin disiplinlere göre dağılımına bakıldığında, 36 bilim dalı/çalışma alanı içinde coğrafya bilimi yer almamaktadır (TÜBA, 2013). Mesela sosyal bilimler alanında İktisat’tan Halk Bilimi’ne, Felsefe’den Tarih’e kadar uzanan yelpazede 14 farklı bilim dalı yer alırken, bunlar arasından coğrafya disiplini bulunmamaktadır. Benzer bir durum TÜBA’ya alternatif olarak kurulan ve birçok üyesi eski TÜBA üyelerinden oluşan Bilim Akademisi içinde geçerlidir. Nitekim Bilim Akademisi’nin 159 üyesi arasında coğrafyacı yoktur (Bilim Akademisi, 2013). Bunun anlamı coğrafya bilimi ne devlet kontrollü TÜBA’da içinde, ne bağımsız bir kurum olan Bilim Akademisi içinde henüz temsil edilmemektedir. Bu durum bir tesadüf olamaz veya kimi coğrafyacıların iddia ettiği gibi devletin, özel sektörün veya diğer disiplinlerin coğrafyayı anlayamaması! veya coğrafyaya özel bir karşı duruş içinde olması ile açıklanamaz. 16 Türkiye’de 165 üniversite bulunmakta olup, bunun 62 tanesi özel vakıf üniversitesidir. Ancak 62 özel üniversitenin içinde sadece 1 tane coğrafya bölümü bulunmaktadır. Oysa özel üniversitelerde coğrafya dışındaki hemen tüm sosyal bilim dallarının (iktisat, sosyoloji, psikoloji, tarih, antropoloji, vb.) çok sayıda bölümü bulunmaktadır. Hiçbir özel üniversitede coğrafya bölümünün bulunmaması açıkça, Türkiye’de mevcut coğrafyanın bu haliyle ne toplumda ve (özel) üniversitelerde, ne de iş dünyasında ve piyasa da talebinin olmadığını en iyi şekilde göstermektedir (Yavan, 2012:117). 17 Bugün ortalama bir Türk vatandaşının gözünde coğrafya gerçekten bir “bilim” değil, ortaöğretim okullarında okutulan bir vatan bilgisi dersi yani okul coğrafyasıdır.

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

32

P.1.Araştırma Alanına Üniversite İçi-Dışı-Üstü Yeni Aktörlerin Sokulması, Saydamlığın ve Rekabetin Güçlendirilmesi

P.2.Üniversitenin Araştırma Kapasitesi ve Etkinliklerinin Arttırılması, Liyakata Dayalı Değerlendirmelerin Etkin Kılınması

P.3.Araştırmacıların Bireysel Kapasitelerinin Kurum İçinde ve Dışında Geliştirilmesi

P.4.Üniversitede Araştırmayı Esas Alan Bir Örgütlenme ve Akademik Yaşam Kültürünün Geliştirilmesi

S.5.Araştırma Altyapısı ve Kolaylaştırıcı Kurumsallaşmanın Geliştirilmesi P.5.Elektronik Kütüphane Hizmeti Temin Etme ve Elektronikleşmeye Uyum Sağlama

P.6.Güçlü Bir Araştırma Kütüphanesi Oluşumunu Sağlama

P.7.Arşivlerin Geliştirilmesi, Elektronikleşmesi ve Erişilebilirliklerinin Arttırılması

P.8.Alanla İlgili Bilgilerin Araştırmacıların Kullanımına Açık Veri Tabanlarında Toplanması

P.9.Tarih-Toplum İlişkisini Sağlayan Müzecilik Anlayışının Geliştirilmesi

S.6.Yayın Alanında Yeni Kurumsal Gelişmelerin Sağlanması P.1.Bilimsel Yayınların Kalitesinin Geliştirilmesi

P.2.Türkiye'de Sosyal Bilimler Yayın Endeksinin Kurulması

P.3.Alanla İlgili Dergilerin Uluslar Arası Endekslerde Yer Almasının Sağlanması

S.7.Araştırma Finansmanının ve Proje Yönetiminin Yeniden Örgütlenmesi P.1.Araştırma Fonlarının Çeşitlendirilmesi

P.2.Araştırma Konusu Seçimi ve Fon Dağıtımında Akılcı ve Saydam Karar Verilmesi

P.3.Araştırmacı Kapasitelerinin Geliştirilmesi

P.4.Araştırma Projesi Üretme Potansiyelinin ve Etiğinin Geliştirilmesi

HEDEF 3

Gelişmiş dünyaya uyum sağlamış, uluslararası düzeyde saygınlığı olan bilimsel bilgi üretmek

S.8.Küresel-Yerel Durumu Saptama ve Yorumlama Kapasitesinin Geliştirilmesi P.1.Evrensel, Yerel, Durumsal, Gizli Bilginin Farklılıklarını ve Ülkenin Gelişiminde Oynayabileceği Rollerin Farkındalığını Arttırma

P.2.Küresel-Yerel Etkileşimi, Bunların Göreli Belirleyicilikleri ve Otonomileri Konusunda Değerlendirmelere Sahip Olma

P.3.Dünyadaki Bilimsel Gelişmeleri Yakından İzleme, İçselleştirme ve Küresel Düşünce Alanının Katılımcısı Olma

S.9.Dış Dünya İle İlişki Kurma Kapasitesinin Geliştirilmesi P.1.Araştırmacıların İngilizce Bilgilerinin Geliştirilmesi

P.2.Çevre Ülkelerin Dillerini Öğrenen Akademisyen Sayısı ve Bu Ülkelere İlişkin Araştırmaların Arttırılması

P.3.Ülkede Uluslar Arası Bilimsel Toplantı Düzenleme Konusunda Uzmanlaşmış Hizmet Kuruluşlarının Oluşturulması

S.10.Küresel Bilim Ağlarının Parçası Olan Araştırma Alanı Aktörlerinin Sayısının Arttırılması P.1.AB Araştırma Alanında Projelere Katılma ve Yürütücülük Yapılan Proje Sayısını Arttırma

P.2.Dünya STK'ları ve Muhalefet Ağları İle Kurulan İlişkileri Destekleme

P.3.AB Çerçevesinde ve Türkiye'nin Komşu Ülkeleriyle Bilim İnsanı Ağları Oluşturma

S.11.Bilim İnsanlarının Kapalı Çevrelere Hapsolmasını Engelleme ve İç-Dış Hareketliliği Arttırma

P.1.Akademisyenlerin AB'nin ve Uluslar Arası Kuruluşların Eğitim ve Araştırma Programları İçinde Yer Almasını Sağlama

P.2.Türkiye Dışından Gelecek Akademisyenlerin Sayısını Arttırma, Onlara Fonlar Sağlama

P.3.Bütünleşik Doktora ve Post Doktora Programlarını Etkin Şekilde Kullanma ve Kaynaklarını Arttırma

P.4.Desteklenen Araştırma Programları İçinde Yabancı Araştırmacıların Yer Almasını ve Birlikte Araştırmayı Özendirme

Not: S harfi stratejileri, P harfi de politikaları göstermektedir. Kaynak: TÜBA, 2007

4.2.3. Kamusal hizmet vizyonu

Üniversitelerden gerçekleştirmesi beklenen üçüncü işlev, toplumsal hizmet üretimidir. Ön lisans ve lisansüstü düzeylerde üniversitenin topluma sağladığı eğitim dışında, sürekli eğitim, kurs ve sertifika programları vb. etkinlikler eğitimsel kamu hizmeti çerçevesinde değerlendirilebilir. İkinci olarak iş dünyası, üniversitelerden tarım, ticaret, sanayi, hizmet sektörlerinde kullanılmak üzere bilgi ve yenilik üretmesini talep etmektedir ve iş dünyasıyla kurulan bu türden bir hizmet ilişkisi üniversitenin piyasaya açılmasına yardımcı olmaktadır. Ayrıca üniversite, kamu kurumları ve politika alanlarını danışmanlıklar yoluyla desteklemektedir. Bazen de üniversite yerel kalkınmada rol üstlenen sivil toplum kuruluşu olarak aktör durumuna geçmektedir. Bununla birlikte üniversiteden toplumun güçsüz kesimlerinin

haklarının savunması ve yaşam kalitesinin yükseltilmesine yardımcı olması, doğal ve kültürel mirasın korunması gibi savunmacı işlevleri yerine getirmesi de beklenmektedir (Tekeli, 2011b:271). Son olarak iletişim çağının doğası gereği akademisyenler medya aracılığıyla toplumu bilgilendirmekte, güncel olayların toplum tarafından daha iyi anlaşılmasına katkı sağlamaktadır. O halde üniversitenin eğitim ve

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

33

araştırma işlevlerini yerine getirebilmesi ve içinde bulunduğu toplum için yararlı olabilmesi için farklı alanlarda kamu hizmeti üretme vizyonuna da sahip olması gerekir. Kamu hizmeti üretimi, disiplinlerin ve üyelerinin popülerleşmesini, aynı zamanda da onlara ek kaynak/gelir sağlamaktadır. Bu yüzden kamu hizmeti, disiplinlerin toplum katında yararlılık algısını değiştiren ve mezunlarına istihdam olanakları yaratan bir işlev görmektedir.

4.2.4. Başarımızı nasıl izler ve değerlendiririz?

Uygulanacak stratejinin başarısını belirleyebilmek için, “Öngörü Çalışması”ndaki strateji ve politikaların sonuçlarının izlenerek değerlendirilmesi gerekecektir. Bu değerlendirmedeki başarı ölçütü her yıl bazı göstergeler açısından ilerleme sağlanması olacaktır. Bu konuda şu göstergeler önerilebilir (Tablo 3):

Tablo 3. Coğrafya bilimi için başarı performansının izlemesi ve değerlendirilmesi konusunda önerilen bazı kriterler

SCI ve SSCI’da yer alan endekslerde taranan coğrafya dergilerinin sayısı

SCI ve SSCI’da endekslenen dergilerdeki coğrafya alanında yapılan toplam bilimsel yayın sayısı

Öğretim elemanı başına düşen SCI ve SSCI’da endekslenen dergilerdeki bilimsel yayın sayısı

SCI ve SSCI’da endekslenen dergilerdeki coğrafya alanında alınan toplam atıf sayısı

Öğretim elemanı başına düşen SCI ve SSCI’da endekslenen dergilerdeki bilimsel atıf sayısı

Etki faktörü yüksek dergilerde yayın yapabilme kapasitesi (C sınıfından A sınıfına yönelme)

Önde gelen uluslararası yayınevlerince (Wiley, Routledge, Springer vb.) yayınlanan kitap ve kitap bölümü sayısı

SCI ve SSCI’da endekslenen uluslararası dergilerde hakemlik/editörlük yapan öğretim üyesi sayısı

Uluslararası mesleki kuruluşlarda görev alan öğretim elemanı sayısı

Alanında önde gelen uluslararası bilimsel toplantıları düzenleme kapasitesi

Alanında önde gelen uluslararası bilimsel toplantılara bildiri ile katılan öğretim elemanı sayısı

Alanında önde gelen uluslararası bilimsel toplantılara izleme amaçlı katılan öğretim elemanı sayısı

Misafir öğretim üyeliği yapan kişi sayısı

Kısa süreli öğrenci ve akademisyen değişim programlarından yararlanan kişi sayısı

Yürütücü ve araştırmacı olunan uluslararası proje sayısı

Yürütülen ve araştırmacı olunan TÜBİTAK projesi sayısı

Diğer disiplinlerin üyeleriyle yapılan proje sayısı

Sağlanan uluslar arası parasal kaynak miktarı

IGU, AAG, RSAI, ERSA, EUROGEO ve EAPS gibi önde gelen uluslararası mesleki kuruluşlara üye akademisyen sayısı/oranı

Üniversite dışından sağlanan ulusal parasal kaynak miktarı

Özel sektörde mesleğini yapan mezun sayısı

Kamu kurumlarında mesleğini yapan mezun sayısı

Öğretmenlik alanında çalışan mezun sayısı

Belirli bir süre içinde mezunların işe yerleşme oranı

Kamu veya özel sektöre danışmanlık yapan öğretim elemanı sayısı/oranı

Toplumu medya aracılığıyla bilgilendiren öğretim elemanı sayısı/oranı

Uluslararası öğrenci sayısı ve toplam öğrenci sayısına oranı

Uluslararası akredite olan bölüm sayısı

Kaynak: Yazarlar

5. Sonuç Yerine

5.1. Neden başaramadık?

Tarihsel değerlendirmenin ışığında, “Türk coğrafyası neden yeteri kadar başarılı olamadı” sorusuna verebileceğimiz çok sayıda cevap, hatta cevaplar bileşimi olmakla birlikte, temel bazı noktaların öne çıktığını ileri sürebiliriz:

(1) Coğrafya, diğer disiplinlere göre ülkedeki sosyo-politik bağlamdan çok daha fazla etkilenen ve kırılgan bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkede yaşanan ekonomik ve toplumsal olaylar, politik ve

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

34

idari kararlar coğrafyayı çok daha derinden etkilemiş, disiplinin kuruluş ve gelişimindeki kırılma noktaları büyük ölçüde bu olaylarla paralellik göstermiştir. Bu durum, coğrafyanın toplumda ve bilimsel toplulukta nereye konumlandırıldığını belirlediği için kritik önemdedir. Çünkü Türkiye’de coğrafya başından beri kendisini devlet eksenli ve eğitime yönelik bir alan olarak konumlandırmıştır. Belki bu cumhuriyetin kuruluşunda doğal ve bilinçli bir seçim olmuşsa da daha sonraları verili kabul edilen değiştirilme gereği duyulmadan yerleşen bir imaja ve gerçekliğe dönüşmüştür.

(2) Modern Türk coğrafyasının etkilendiği 20. yüzyıl başına özgü Fransız ve Alman coğrafya yaklaşımlarını eski haliyle sürdürmesi ve Anglo-Amerikan coğrafyasındaki gelişmeleri yeterince izlememesinin de disiplinin tarihi açısından sonuçları olumsuz olmuştur. Bu durum, dünyada coğrafya alanında yaşanan paradigma ve araştırma tekniklerindeki değişikliklerin zamanında kabulünü güçleştirmiştir ve böylece uluslararası topluluktan uzaklaşmada bağımsız bir etmen halini almıştır. Kaldı ki Türk coğrafyası, zaten dünyada yaşanan paradigma değişikliklerini belirli bir zamansal gecikmeyle geriden izlemiştir. Kuruluş ve kurumsallaşma evresinde kıta Avrupası geleneğine sıkı şekilde bağlılık, akademik ilişkinin de bu bölgeyle sürdürülmesi; pozitivist coğrafyaya ve çoklu paradigmaya zamanında geçişi engellemiştir. Batıda coğrafya disiplini paradigma krizleri yaşamaya başlarken ve yeni paradigmalar geliştirilirken Türk Coğrafyası eskisiyle yeni tanışmıştır. Örneğin modern Türk coğrafyası Kıta Avrupası’ndan aldığı ve (çevresel determinizmi de içerecek biçimde) bölgesel yaklaşıma göre şekillendiği kuruluş ve kurumsallaşmasını tamamlarken Anglo-Amerikan coğrafyasında pozitivist bakış açısı gelişmeye başlamıştır. Dünya coğrafyası 1950-1970 arasında bu paradigmayı tanımaya çalışırken bu defa da 1970’lerle birlikte pozitivizm ötesi çoklu paradigmalılık durumu ortaya çıkmıştır ki Türk coğrafyasının dünyadan kopuşu muhtemelen bu birikimli sürecin bir sonucu, fakat aynı zamanda da ulus-devletin coğrafyasını ürettiği için bölgesel yaklaşımdan ayrılamamasıyla ilgilidir.

(3) Coğrafya disiplinine ulus-devlet inşasında coğrafyayı vatanlaştırma görevi yüklenmiştir. Akademik coğrafyacıların zamanla bu görevi içselleştirmesiyle disiplinde muhafazakâr/milliyetçi bakış açısı güçlü bir gelenek halini almıştır. Bu durumun en önemli sonuçları, Türk akademik coğrafyasının büyük ölçüde okul coğrafyasına ve öğretmen yetiştirmeye odaklanması ve dış dünyaya kapanarak adeta “kendi coğrafyasını yaratması” olmuştur.

(4) Türk Coğrafyası, coğrafyanın 20.yüzyıl boyunca belirginleşen ikili yapısına uygun bir yapılanmayı (kurumsallaşmayı) da sağlayamamıştır. Bu, 1950’lerden itibaren dünyada konusu ve araştırma yöntemleri gittikçe birbirinden ayrılan fiziki ve beşeri coğrafyanın gelişiminde çok önemli olumsuz bir faktör olmuştur. Fizik, kimya, biyoloji, astronomi, jeoloji, jeofizik gibi temel bilimlerden beslenmesi ve araştırmalarında onlarla birlikte hareket etmesi gereken fiziki coğrafya ile; iktisat, sosyoloji, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, demografi, sosyal psikoloji, sosyal antropoloji, tarih, arkeoloji ve felsefe gibi

sosyal bilim alanlarıyla iletişim ve etkileşim halinde olması gereken beşeri coğrafya, ne yazık ki Türkiye’de bu büyük bilimsel toplulukların güçlü bir parçası olamamıştır.

(5) Coğrafyanın Türkiye’deki toplumsal taleplere cevap vermede yetersiz kalması, fen-mühendislik ve sosyal bilim alanlarının coğrafyanın ilgilendiği konularda akademik alanda ve uygulamada baskınlığı ile sonuçlanmıştır. Zira coğrafya mezunları, okul öğretmenliğine, zamanla da dershane öğretmenliğine razı olmuş; kamu kurumlarında ve özel sektörde kendisine istihdam alanı bulamamış ve değişen piyasa koşullarına uyum gösterememiştir.

(6) Coğrafya disiplininin yeterince başarılı olamamasında akademik nitelik sorunlarının da rolü büyüktür. Bu nitelik sorunu iki yönlüdür. Birincisi, coğrafyanın interdisipliner yapısıyla uyumlu fen ve sosyal bilim temeli olan bir akademik topluluk oluşturamamasıdır. İkincisi, özellikle Türk coğrafyasının dünyadan kopuş döneminde bilimsel nesnellik ve etikten uzaklaşmış, unvan almak için uğraş veren bir coğrafyacı kuşağının ortaya çıkmasıdır. Bu zaman içerisinde kendi kendini üreten bir yapıyı da doğurmuştur.

(7) Son olarak coğrafya topluluğunun örgütsüzlüğü ve meslek örgütlerinin işlevini yitirmesi üzerinde durulabilir. Bu noktada, Türkiye’deki coğrafya bölümlerinin birbirinden kopuk şekilde, yerel birimler olarak iş görmesi, akademisyenler arası kişisel sorunların mesleki konuların önüne geçmesi, mesleki konuların tartışıldığı, sorunlar için çözümlerin arandığı, epistemolojik bir bilimsel topluluk olmanın gereği olarak araştırmaların paylaşıldığı ve tartışıldığı ortak zeminlerin ortadan kalkması, yakın zamanlara kadar neredeyse tek meslek örgütü olan Türk Coğrafya Kurumu’nun çeşitli nedenlerle işlevini yerine getiremez duruma gelmesi gibi olumsuzluklar sıralanabilir. Üniversite kurumunun küresel görünümünden kendisini büyük ölçüde eğitim sektörüne bağlamış coğrafyanın da çıkarması gereken

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

35

pek çok ders bulunmaktadır. Bunların başında disiplinin dış dünyanın talepleriyle uyumlu ve pratik sorunların çözümü için eğitim ve araştırma yapacak, hizmet sunacak biçimde yeniden yapılandırılması gelmektedir.

5.2. Nasıl başarabiliriz?

(1) Türk coğrafyası mutlaka ikili yapısına uygun bir yeniden yapılanmayı gerçekleştirmek durumundadır. Yeni yapılanma ile aynı çatı altında veya değil; ama kaynağını matematik-fen tabanlı öğrenci kitlesinden alan, fen bilimlerinin esaslarına göre iş gören ve bu büyük topluluğun bir parçası olan fiziki coğrafya ile; matematik-sosyal tabanlı öğrencilerin tercih ettiği, sosyal bilimler ailesinin bir üyesi olarak toplumsal bakış açısına sahip, çok paradigmalı bir beşeri coğrafya oluşturulmalıdır.

Tablo 4. Coğrafya biliminin ve coğrafyacıların gelişimi için önerilen bazı temel öncelikler

Coğrafya Alanının Gelişimi İçin Temel Öncelikler

1 Coğrafyacıların iç bağlarının güçlendirilmesi ve epistemolojik yönünün geliştirilmesi

2 Coğrafyacıların mesleki örgütlenme ve işbirliğinin arttırılması

3 Coğrafyacıların bir ağ topluluğu oluşumunun sağlanması

4 Coğrafyanın ikili yapısına uygun bir yeniden yapılanmanın tartışılması: Beşeri ve Fiziki Coğrafyanın farklılığı

5 Coğrafyanın her iki alanı için durum tespiti ve vizyon çalışmaları yapılması

Coğrafya Bilimi İçin Kurumsal Öncelikler

1 Coğrafyacıların bireysel kapasitelerinin kurum içinde ve dışında geliştirilmesi

2 Toplumda coğrafi araştırma ve bilgiye olan talebin arttırılması

3 Araştırmayı esas alan bir örgütlenme ve kurumsal kültür geliştirilmesi

4 Bilimsel yayınların kalitesinin yükseltilmesi

5 Liyakate dayalı akademik değerlendirmenin etkin hale getirilmesi

Coğrafyacıların Gelişimi İçin Bireysel Öncelikler

1 Coğrafyacıların İngilizce bilgilerinin geliştirilmesi

2 Topluluk üyelerinin dış dünya ile ilişki kurma kapasitesinin geliştirilmesi

3 Küresel bilim ağlarının parçası olan coğrafyacı sayısının arttırılması

4 Coğrafyacıların ülke içinde ve dışında hareketliliğinin arttırılması

5 Coğrafyacıların dünyadaki bilimsel gelişmeleri yakından izlemesi ve içselleştirmesi Kaynak: Yazarlar

(2) Coğrafyanın toplumla bütünleşmesi gerektiği açıktır. Bu biraz da coğrafyanın toplumsal değişimi ve talepleri anlamasına; toplumu tanımasına ve sorunlarının çözümüne katkı sağlamasına bağlıdır (Kaya, 2010:227). Coğrafya, farklı toplumsal gruplar için yoksullukla, eşitsizlikle, dışlanmayla, çevresel bozulma sorunlarıyla uğraşmak suretiyle bu sorunlara çözüm üretmek ve çözümlerini toplumla paylaşmak durumundadır.

(3) Disiplinin üyeleri toplumun güçsüz kesimlerinin haklarının savunmayı ihmal etmeden, “piyasa” ile daha güçlü ilişkiler geliştirmek ve piyasa malı olarak bilgi üretmek zorundadır. Coğrafyacılar bunu hem araştırmaları için kaynak sağlamak hem de yetiştirdikleri öğrencilerin iş bulabilirliğini arttırmak adına yapmalıdır. Mesele sadece bilim ve teknolojiye egemen olmaktan ibaret değildir. Bu egemenliği mutlaka ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürmek; yani, bilim ve teknolojideki gelişmelerden hareketle yeni ürün ve hizmetler, yeni üretim ve dağıtım yöntemleri, yeni sistemler yaratabilme yetkinliğine de kavuşmak gerekir. Aksi takdirde Akşit’in (2005:356) klasik üniversiteler için belirttiği küçülme ve yok olma tehlikesi kendisine talep yaratmakta zorlanan bir disiplin olarak coğrafyanın kapısını çok daha erken çalacak gibi görünmektedir.

(4) Akademik coğrafya neredeyse her düzeyde ve çoğu zaman eğitim ağırlıklı bir yapı ortaya

koymuştur. Bu işlevin ağırlığının azaltılması ve fakülteler/bölümler arası işbölümü çerçevesinde çeşitlendirilmesi uygun olabilir. Eğitim fakültelerinin ve az öğretim üyeli fen-edebiyat fakültelerinin coğrafya bölümlerinin, coğrafya öğretmeni yetiştirmek veya toplumun diğer coğrafi eğitim taleplerini karşılamak; uluslararası araştırma kapasitesi yüksek bölümlerin ise lisansüstü eğitim, bilgi ve hizmet üretimine ağırlık vermek üzere yapılandırılabilir. Araştırma bölümleri de akademik personel durumuna göre uzmanlaşma eğilimi gösterebilmelidir.

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

36

(5) Coğrafyanın hedeflerine ulaşabilmesi için “Sosyal Bilimler Öngörü Çalışması”nda yer alan stratejiler ve politikalar büyük ölçüde yol göstericidir. Ancak coğrafya disiplininin diğer disiplinlerden farklı olarak bazı önceliklerinin ve ön koşullarının olması da doğaldır. Her şeyden önce Türk coğrafyacıları devlet eksenli geliştirdikleri çok boyutlu tutucu topluluk yapısından uzaklaşarak genel olarak dünyadaki ve özelde de disiplinleriyle ilgili gelişmelere ve değişime açık olmak ve rekabet edebilirlik kapasitelerini yükseltmek durumundadır. Bunun dışında aşağıdaki hususların coğrafya alanının gelişimi için öncelikli olduğu düşünülmektedir (Tablo 4). Bu çerçevede bu çalışma coğrafya alanı için temel, kurumsal ve

bireysel düzeyde olmak üzere bazı öncelikler ortaya koymuştur. Kuşkusuz burada önerilen öncelikler kişisel ve öznel bir değerlendirme olup, aynı konuda çok daha farklı görüşler de ortaya konabilir.

Kaynakça

Akkan, A. (1998). Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin kuruluşunun 60. yıl dönümünde coğrafya bölümü. Türkiye’de Sosyal Bilimlerin Gelişmesi ve Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sempozyumu Bildiriler Kitabı içinde, Ankara: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları.

Akşit, B. (2005). Bilgi toplumuna geçiş ve üniversiteler: Şu andaki durum ve yeniden yapılanma konusunda bazı söylem ve tartışmalar. İ. Tekeli, S.Ç. Özoğlu, B. Akşit, G. Irzık ve A. İnam (Eds). Bilgi Toplumuna Geçiş içinde (s. 343-370). Ankara: Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları.

Akyol, İ. H. (1943a). Son yarım asırda Türkiye’de coğrafya I: Mutlakıyet devrinde coğrafya. Türk Coğrafya Dergisi, 1, 3-15.

Akyol, İ. H. (1943b). Son yarım asırda Türkiye’de coğrafya II: Meşrutiyet devrinde coğrafya. Türk Coğrafya Dergisi, 2, 121-136.

Akyol, İ. H. (1943c). Son yarım asırda Türkiye’de coğrafya III: Cumhuriyet devrinde coğrafya. Türk Coğrafya Dergisi, 3-4, 247-276.

Akyol, İ.H. (1944). Ölümlerinin yıl dönümü münasebetiyle Müderris Faik Sabri Duran ve Prof. Ernest Chaput. Türk Coğrafya Dergisi, 5- 6, 143-152.

Arı, Y. (2005). 20. yüzyılda Amerikan coğrafyası: genel bir değerlendirme, Y. Arı (Ed.). 20. Yüzyılda Amerikan coğrafyasının gelişimi içinde (s.3-19). Konya: Çizgi Kitabevi.

Arı, Y. (2007). Disseminating geographic knowledge through electronic listserves: the case of Turkish geography discussion list. Paper presented at Heredot Working Conference: Geography for Society: Putting Bologna into Action. 19 Eylül 2007 tarihinde http://www.herodot.net/ conferences/stockholm/HERODOT-Stockholm.html adresinden erişildi.

Arı, Y. ve Köse, A. (2005). İnsan-çevre etkileşimini yorumlamada yeni bir alternatif: Kültürel coğrafya, Ulusal Coğrafya Kongresi 2005 (Prof.Dr. İsmail Yalçınlar Anısına) Bildiriler Kitabı içinde (s. 51-59). İstanbul: Türk Coğrafya Kurumu.

Avcı, S. (2010). Makaleler kaynakçası 1 coğrafya dergileri. 11.03.2012 tarihinde http://www.istanbul.edu.tr/turkiyecografyasi/pdfs/Kaynakca.pdf adresinde erişildi.

Barnes, T. (2009). Normative theory. , D. Gregory, R. Johnston, G. Pratt, M. Watts ve S. Whatmore (Eds.). The dictionary of human geography. (5. Baskı, s. 505-506). Oxford: Wiley-Blackwell.

Bekaroğlu, E. (2013). Modern coğrafyada bilimsel yaklaşım değişiklikleri: fiziki coğrafya. 14.06.2013 tarihinde http://www.geography.humanity.ankara.edu.tr/?bil=bil_icerik&icerik_id=111 adresinde erişildi.

Bilim Akademisi. (2013). Bilim Akademisi asli üyeler, 16.07.2013 tarihinde http://bilimakademisi.org/uyeler/ adresinden erişildi.

Birinci Coğrafya Kongresi. (1941). Birinci coğrafya kongresi: Raporlar, müzakereler, kararlar. Ankara: Maarif Vekilliği.

Coğrafyacılar Derneği. (2012). Kuruluş ve tüzük. 05.06.2013 tarihinde http://www.cd.org.tr/?dernek-tuzugu adresinden erişildi.

Çalışkan, G. (1994). 1980 sonrası okutulan coğrafya ders kitaplarında mekân ve birey kurguları. Toplum ve Bilim, 64-65, 158-180.

ÇB. (2013). Çevresel bilimler. 15.06.2013 tarihinde http://www.esc.boun.edu.tr/main/indextr.aspx adresinden erişildi.

Devlet Planlama Teşkilatı-DPT. (2006). Kamu idareleri için stratejik planlama kılavuzu. (İkinci sürüm) 07.06.2013 tarihinde http://www.sp.gov.tr/tr/kutuphane/s/55/ adresinden erişildi.

Doğanay, H. (1995). Cumhuriyetin 70. yılında Atatürk Üniversitesi’nde coğrafya araştırmaları ve eğitimi. Doğu Coğrafya Dergisi, 1, 28-66.

Durgun, S. (2011). Memalik-i Şahane’den Vatan’a. İstanbul: İletişim.

Durgun, S. (2012a). Yer bilgisinden ulusal coğrafyaya. S.G. Ayman (Ed.). Mekân, Kimlik, Güç ve Dış Politika içinde, İstanbul: Yalın Yayıncılık.

Durgun, S. (2012b). Okul coğrafyasında “Topophilia”. TÜCAUM VI.Coğrafya Sempozyumu Bildiriler Kitabı içinde (s. 406-412). Ankara: TÜCAUM.

Erinç, S. (1973). Cumhuriyetin 50. yılında Türkiye’de coğrafya, Ankara: Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Yayınları.

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

37

Erinç, S. (1997). Coğrafya. Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Bilim: Sosyal Bilimler I içinde (s. 51-56). Ankara: TÜBA Yayınları.

Erol, O. (1993). Türkiye’de jeomorfoloji. Cumhuriyetin 70. Yılında Türkiye’de Bilim II, Bilim ve Teknik Dergisi Özel Eki içinde, (s.112-118).

Ertek, A. (2012). Hasan Âli Yücel ve Birinci Coğrafya Kongresi (1941). Türk Coğrafya Dergisi, 57, 11-19.

Giddens, A. (2000). Tarihsel materyalizmin çağdaş eleştirisi. (Ü. Tatlıcan, Çev.). İstanbul: Paradigma Yayınları.

Gülbenkian Komisyonu. (2011). Sosyal Bilimleri Açın: Sosyal Bilimlerin Yeniden Yapılanması Üzerine Rapor. (Ş. Tekeli, Çev.) (8. Basım). İstanbul: Metis Yayınları.

Gümüşçü, O. (2012). Katip Çelebi’den günümüze Türkiye’de coğrafyanın tarihi serüveni. TÜCAUM VI. Coğrafya Sempozyumu Bildiriler Kitabı içinde (s.355-389). Ankara: TÜCAUM.

Harvey, D. (1984). On the history and present condition of geography: An historical materialist manifesto. Professional Geographer, 36 (1), 1-11.

Hütteroth, W. (1992). Cumhuriyet döneminde coğrafya biliminin gelişmesine dışarıdan bir bakış. Selçuk Üniversitesi Ata Dergisi, 2, 21-28.

Işık, O. (1994). Değişen toplum/mekân kavrayışları: Mekânın politikleşmesi, politikanın mekânsallaşması. Toplum ve Bilim, 64-65, 7-38.

Karabulut, M. (2012). 20. yüzyılda coğrafi düşüncede medyana gelen değişimler. TÜCAUM VI. Coğrafya Sempozyumu Bildiriler Kitabı içinde (s.413-417). Ankara: TÜCAUM.

Karabulut, M. (2013). Fiziki coğrafya tarihi ve felsefesi. A. Demirci ve Y. Arı (Eds). Coğrafyacılar Derneği Yıllık Kongresi Bildiriler Kitabı içinde (S. 428-433). Balıkesir: Coğrafyacılar Derneği Yayınları.

Kaya, İ. (2005). Sosyal teori ve beşeri coğrafya, Ulusal Coğrafya Kongresi 2005 (Prof.Dr. İsmail Yalçınlar Anısına) Bildiriler Kitabı içinde (s. 257-266). İstanbul: Türk Coğrafya Kurumu.

Kaya, İ. (2008). Eleştirel düşünce, sosyal teori ve coğrafya eğitimi, R. Özey ve A. Demirci (Eds). Coğrafya öğretiminde yöntem ve yaklaşımlar içinde (s. 337-356). İstanbul: Aktif Yayınları.

Kaya, İ. (2010). Değişen sosyal ve bilimsel bağlam ve coğrafyanın sorumlulukları. Coğrafya Eğitiminde Kavram ve Değişimler içinde (s. 227-242). Ankara: Pegem Akademi.

Kayan, İ. (2000). Türkiye üniversitelerinde coğrafya eğitimi: amaç, yeni hedefler, sorunlar ve öneriler. Ege Coğrafya Dergisi, 11, 7-22.

Kayan, İ. (2013). Celal Şengör’ün jeomorfoloji konusundaki yazısı üzerine. 17.05.2013 tarihli Cumhuriyet Bilim Teknoloji Eki, Sayı:1365.

Koçman, A. (1999). Cumhuriyet döneminde yükseköğretim kurumlarında coğrafya öğretimi ve sorunları. Ege Coğrafya Dergisi, 10, 1-14.

Korkut, H. (2003). Türkiye'de Cumhuriyet döneminde üniversite reformları. Milli Eğitim Dergisi, 160. 05.06.2013 tarihinde http://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/160/korkut.htm adresinden erişildi.

Krugman, P. (1991). Geography and trade, Cambridge: MIT Press.

Kuhn T.S. (1970). The Structure of scientific revolutions. ( 2. Baskı). Chicago: University of Chicago Press.

Lakatos, I. (1971). History of science and its rational reconstruction. Boston Studies in the Philosophy of Science, 8, 91-136.

Öktem, K. (2008) The Nation’s Imprint: Demographic Engineering and the Change of Toponymes in Republican Turkey. European Journal of Turkish Studies, Thematic Issue, No. 7, Demographic Engineering - Part I, 05.06.2013 tarihinde http://www.ejts.org/document2243.html adresinden erişildi.

Özdoğan, A. (2003) Ulus-Devlet ve Coğrafyasının İnşaası. Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Kent ve Çevre Bilimleri Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi.

Özgen, H.G. (2011). Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan günümüze coğrafya ders kitaplarında vatanın sonu gelmez kurguları. Toplum ve Bilim, 121, 48-79.

Özgüç, N. ve Tümertekin, E. (2000) Coğrafya: Geçmiş, Kavramlar ve Coğrafyacılar, İstanbul: Çantay Kitabevi.

Özgür, E.M. (2010). Coğrafya İçin Öngörü Çalışması. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Coğrafya Bölümü Güz Dönemi Seminerleri, 13 Ekim 2010, Ankara. http://www.geography.humanity.ankara.edu.tr/?bil=bil_icerik&icerik_id=151. Erişim Tarihi: 05.06.2013.

Özkan, H. (2002). Türkiye'de tek parti dönemi coğrafya ve mekân anlayışları: Yatay bir dönemlendirme denemesi. Toplum ve Bilim, 94, 143-174.

Öztürk, M. ve Karabağ, S. (2013). Coğrafyada paradigmalar. Journal of European Education, 3 (1), 8-32.

Pérouse, J.F. (2012) Türkiye’de coğrafyanın yansımaları. (N. Yavan ve S. Acar, Çev.) Coğrafi Bilimler Dergisi, 10 (1), 1-8.

Piri Reis Projesi. (2011). About project. 12.03.2013 tarihinde http://pirireis.dicle.edu.tr/ adresinden erişildi.

Pitman, A.J. (2005). On the role of Geography in Earth System Science. Geoforum, 36, 137–148.

Özgür ve Yavan Türk Coğrafyacılarının İç Hesaplaşması: Neden Başaramadık? Nasıl Başarabiliriz?

38

Şengör, C. (2013). Türkiye’de can çekişen bir yerbilim dalı: Jeomorfoloji. 12.04.2013 tarihli Cumhuriyet Bilim Teknoloji Eki, Sayı:1360.

Tekeli, İ. (2001). Kent planlaması ve kent araştırmaları. Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Bilim: Sosyal Bilimler II içinde (s. 97-159). Ankara: TÜBA Yayınları.

Tekeli, İ. (2004). Eğitim üzerine düşünmek. (2. Baskı). Ankara: Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları.

Tekeli, İ. (2008). Türkiye’de bölgesel eşitsizlik ve bölge planlama yazıları. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Tekeli, İ. (2009). Türkiye’de üniversitelerin YÖK sonrasındaki gelişme öyküsü (1981-2007). T. Çelik ve İ. Tekeli (Eds.). Türkiye’de üniversite anlayışının gelişimi II (1961-2007) içinde, (s. 55-225). Ankara: Türkiye Bilimler Akademisi.

Tekeli, İ. (2010). Mekânsal ve toplumsal olanın bilgibilimi yazıları. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Tekeli, İ. (2011a). Yükseköğretim sistemlerinden beklentiler: Dünyada ve Türkiye’deki yeni eğilimler. Türkiye için eğitim yazıları içinde (s.211-251). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Tekeli, İ. (2011b). Türkiye’nin yükseköğretim stratejisinin geliştirilmesinde göz önüne alınacak yaklaşımlar. Türkiye İçin Eğitim yazıları içinde (s.252-273). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Tekeli, İ. (2012). Türkiye'de coğrafyacıların çok paradigmalı bir bilim dünyasında yaşamayı öğrenmesi gerekiyor. TÜCAUM VI. Coğrafya Sempozyumu Bildiriler Kitabı içinde (s.348-354). Ankara: TÜCAUM.

Thrift, N. (2002) The future of geography. Geoforum, 33, 291–298.

Tunçel, H. (2000). Türkiye’de ismi değiştirilen köyler. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10 (2), 23-34.

Tunçel, H. ve Üçeçam, D. (2000). Türk Coğrafya Kurumu meslek haftaları. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10 (2), 231-251.

Tuysuz, S. ve Yavan, N. (2012) Bölgesel coğrafya yaklaşımı ve Türk coğrafyasındaki etkileri üzerine kritik bir değerlendirme. TÜCAUM VI. Coğrafya Sempozyumu Bildiriler Kitabı içinde (s.390-405). Ankara: TÜCAUM.

TÜBA. (2013). TÜBA üyelerinin dağılımı. 16.07.2013 tarihinde http://www.tuba.gov.tr/content/tuba-uyelerinin-dagilimi/id/425/pid/4/mid/68/ adresinden erişildi.

TÜBA, (2005). Temel bilimler öngörü çalışması. Ankara: TÜBA Yayınları.

TÜBA, (2007). Sosyal bilimler öngörü çalışması, 2003-2023. Ankara: TÜBA Yayınları.

TÜBİTAK. (2004). Ulusal bilim ve teknoloji politikaları, 2003-2023 strateji belgesi. Ankara: TÜBİTAK Yayınları. 16.07.2013 tarihinde http://www.tubitak.gov.tr/tubitak_content_files//vizyon2023/Vizyon2023_Strateji_Be lgesi.pdf adresinden erişildi.

TÜCAUM . (1988). Ankara Üniversitesi Türkiye Coğrafyası uygulama ve araştırma merkezi yönetmeliği. Türkiye Cumhuriyeti Resmi Gazete Sayısı: 20030, Tarihi: 25.12.1988. Ankara: TÜCAUM.

Tümertekin, E. (1971). Türkiye’de beşeri coğrafyanın gelişmesi. E. Tümertekin, F. Mansur ve P. Benedict (Eds). Türkiye: Coğrafi ve Sosyal Araştırmalar içinde (s. 1-16). İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını.

Tümertekin, E. (2001). Beşeri Coğrafya. Cumhuriyet döneminde Türkiye’de bilim: sosyal bilimler II içinde, Ankara: TÜBA Yayınları.

Warf, B. ve Arias, S. (Eds). (2009). The Spatial turn: Interdisciplinary perspectives. London: Routledge.

Yavan, N. (2005a). SCI ve SSCI bağlamında Türkiye’de coğrafya biliminde uluslararası yayın performansının karşılaştırmalı analizi: 1945-2005. Coğrafi Bilimler Dergisi 3 (1), 27-55.

Yavan, N. (2005b). Bilim felsefesi bakımından coğrafyada pozitivist yaklaşım. Ulusal Coğrafya Kongresi 2005 (Prof.Dr. İsmail Yalçınlar Anısına) Bildiriler Kitabı içinde (s.405-414). İstanbul: Türk Coğrafya Kurumu.

Yavan, N. (2007). Bölge Bilim’in gelişiminde coğrafyacıların rolü. Bölge Biliminde Yeni Yaklaşımlar Bildiriler Kitabı içinde (s.109-126). İstanbul: BMTMK Yayınları.

Yavan, N. (2012). Postgraduate geography education in Turkey. N. Yavan ve İ. Kaya (Eds). International perspectives on postgraduate education and training in geography (s. 111-157). Diyarbakır: Turkish Association of Geographers.

Yavan, N. ve Kaya, İ. (Eds) (2012). International perspectives on postgraduate education and training in geography. Diyarbakır: Turkish Association of Geographers.

YB. (2013) Yer bilimleri. 15.06.2013 tarihinde http://www.eies.itu.edu.tr/ adresinden erişildi.

YSB. (2013) Yer sistem bilimi. 15.06.2013 tarihinde http://ess.metu.edu.tr/ adresinden erişildi.