THE INTERPRETATION OF DİCTUM “I AM THE TRUTH” (انا الخق ( BY SEYYID BURHANEDDIN AND...

15
Prof. Dr. Göyüşov Nesib Cümşüd oğlu “Ene‟l- Hak” deyimi Burhaneddin HZ. ve başka şahsiyetlerin yorumunda”* 1 (Özet) İslam kültürünün ve düşünce yapısının temel kaynaklarından olan tasavvufta tartışılan genel konulardan biri Hallac‟a ait “Ene‟l-Hak” deyimidir ki, onun derinliklerini anlamak için Burhaneddin HZ. ve başka şahsiyetlerin bakışlarını incelemek faydalı olabilir. Zira şu deyimi yorumlarken Hallac‟ı Hak aşığı gibi kabul edenler de, onu hulul ve mulhidlikle suçlayanlar da var. Seyyid Burhaneddin Hz. bu deyimi incelerken daha uygun bir metottan bir- birine zıt olan dual karşılaştırmadan: Firon ve Mansur yararlanıyor. O Hazratdan eğitim gören ve etkilenen Mevlana Mesnevi ”‟sinde “Ene‟l-Hak” deyimini aynen yorumlar. Aslında Burhaneddin HZ. şu deyimin hulul ve mulhidlikten tamamen farklı olduğunu, vecd ve fena halinde Mansurdan degil, Hak‟tan geldigini ortaya koyuyor. Mansur‟un bakışı İbn Arabi‟nin “Vahdet -i vücud” konusuna etki göstermiş ve onu paylaşanlarla İbn Arabi‟nin bazı düşünceleri arasında ortak hususlar görebiliriz. Bazıları Mansur‟un katlinin sebebini kul ile Hak arasında olan sırrın faş edilmesinde görmüşler ve şu noktaya Cami, Hafiz, Şebüsteri , Lahici, Fuzuli ve başkaları işaret etmişler. Ekseriya Mansur‟un “Ene‟l-Hakk”ı ile Bayezidin “Subhani ma a‟zame şani” deyimini aynı açıdan yorumlamışlar. Hemedani kendi vücudunu Hakk‟ın nurunda gören, O‟nun likasının şevkine ulaşan Mansur‟u ve Bayezid‟i özürlü biliyor. Attar, Bakli, Lahici ise bu deyimi Kur‟anda Allah‟tan Hazrat -i Musa‟ya gelen işaretle kıyaslıyor (Kasas:30). Fakat Şems-i Tebrizi Hallac‟a ve Bistami‟ye müddeilerin eline behane verdikleri için itiraz etmiştir. Buna ilaven, Hallac, onun tasavvufi düşünceleri ve meşhur deyimi eski edebiyatda, özellikle fars ve t ürkdilli edebiyatında çeşitli estetik anlamlar taşıyor ki, söylenenler konunun çeşitli yönlerden incelenmesini icap etirir. *** رص ه هسث السحین بیک جرع هاذارین دارای سر پرذیط ا( ا ه) “Biz Mansurun bir damlası ile Elestin mestiyiz, Dar ağacından endişelenmeriz” (Mevlana) Şu konuyu ele alırken amacımız genel olarak İslam kültüründe, hüsusen tasavvufta uzun seneler tartışılan, aynı zamanda Fars ve Türkdilli edebiyatt a geniş temsil edilen Hallac Mansur sembolü, onun düşünceleri ve “Ene‟l-Hak” deyiminin önemli taraflarına aydınlık getirmek olmuştur. Erken tasavvuf tarihinde iki yön dikkati çekmektedir: 1. Ebulkasım Cüneyde ait olan etidal mektebi 2. Bayazid Bistamiye mensup vecd mektebi. Birincisi tevekkül, ayıkk (sahv), halvet, ezoterik müşahide ve mürşidin nazareti altında terbiye yolu, ikincisi ise melamet, mestlik (sekr), vecd yolu kimi tanınmaktadır (Zerrinkub.s.120). 1 Makale 2011-ci yılda (30 Eylul-2 Ekim) Kayseride Erciyes ünivüesitesinde düzenlenen “Uluslararası Seyyid Burhaneddin Sempozyumu”nda sunulmuştur.

Transcript of THE INTERPRETATION OF DİCTUM “I AM THE TRUTH” (انا الخق ( BY SEYYID BURHANEDDIN AND...

Prof. Dr. Göyüşov Nesib Cümşüd oğlu

“Ene‟l- Hak” deyimi Burhaneddin HZ. ve başka şahsiyetlerin yorumunda”*1

(Özet)

İslam kültürünün ve düşünce yapısının temel kaynaklarından olan tasavvufta

tartışılan genel konulardan biri Hallac‟a ait “Ene‟l-Hak” deyimidir ki, onun

derinliklerini anlamak için Burhaneddin HZ. ve başka şahsiyetlerin bakışlarını

incelemek faydalı olabilir. Zira şu deyimi yorumlarken Hallac‟ı Hak aşığı gibi kabul

edenler de, onu hulul ve mulhidlikle suçlayanlar da var.

Seyyid Burhaneddin Hz. bu deyimi incelerken daha uygun bir metottan – bir-

birine zıt olan dual karşılaştırmadan: Firon ve Mansur yararlanıyor. O Hazratdan

eğitim gören ve etkilenen Mevlana “Mesnevi”‟sinde “Ene‟l-Hak” deyimini aynen

yorumlar. Aslında Burhaneddin HZ. şu deyimin hulul ve mulhidlikten tamamen farklı

olduğunu, vecd ve fena halinde Mansurdan degil, Hak‟tan geldigini ortaya koyuyor.

Mansur‟un bakışı İbn Arabi‟nin “Vahdet-i vücud” konusuna etki göstermiş ve onu

paylaşanlarla İbn Arabi‟nin bazı düşünceleri arasında ortak hususlar görebiliriz.

Bazıları Mansur‟un katlinin sebebini kul ile Hak arasında olan sırrın faş

edilmesinde görmüşler ve şu noktaya Cami, Hafiz, Şebüsteri, Lahici, Fuzuli ve

başkaları işaret etmişler.

Ekseriya Mansur‟un “Ene‟l-Hakk”ı ile Bayezid‟in “Subhani ma a‟zame şani”

deyimini aynı açıdan yorumlamışlar. Hemedani kendi vücudunu Hakk‟ın nurunda

gören, O‟nun likasının şevkine ulaşan Mansur‟u ve Bayezid‟i özürlü biliyor. Attar,

Bakli, Lahici ise bu deyimi Kur‟anda Allah‟tan Hazrat-i Musa‟ya gelen işaretle

kıyaslıyor (Kasas:30). Fakat Şems-i Tebrizi Hallac‟a ve Bistami‟ye müddeilerin eline

behane verdikleri için itiraz etmiştir.

Buna ilaven, Hallac, onun tasavvufi düşünceleri ve meşhur deyimi eski

edebiyatda, özellikle fars ve türkdilli edebiyatında çeşitli estetik anlamlar taşıyor ki,

söylenenler konunun çeşitli yönlerden incelenmesini icap etirir.

***

ها هسث السحین بیک جرع هصر (هالا)اذیط پرای سر دار ذارین

“Biz Mansurun bir damlası ile Elestin mestiyiz,

Dar ağacından endişelenmeriz” (Mevlana)

Şu konuyu ele alırken amacımız genel olarak İslam kültüründe, hüsusen

tasavvufta uzun seneler tartışılan, aynı zamanda Fars ve Türkdilli edebiyatta geniş

temsil edilen Hallac Mansur sembolü, onun düşünceleri ve “Ene‟l-Hak” deyiminin

önemli taraflarına aydınlık getirmek olmuştur.

Erken tasavvuf tarihinde iki yön dikkati çekmektedir:

1. Ebulkasım Cüneyde ait olan etidal mektebi

2. Bayazid Bistamiye mensup vecd mektebi.

Birincisi tevekkül, ayıklık (sahv), halvet, ezoterik müşahide ve mürşidin

nazareti altında terbiye yolu, ikincisi ise melamet, mestlik (sekr), vecd yolu kimi

tanınmaktadır (Zerrinkub.s.120).

1 Makale 2011-ci yılda (30 Eylul-2 Ekim) Kayseride Erciyes ünivüesitesinde düzenlenen “Uluslararası Seyyid Burhaneddin Sempozyumu”nda sunulmuştur.

2

Tasavvufun gerek teorik bakımından biçimlenmesi ve gerekse pratik yönde

tarihi gelişmeleri ve tekamülü çeşitli yönlerde devam etse de, bu iki mektebin

etkileri ve izleri bir çok tarikat ve cereyanlarda, tasavvuf şahsiyetlerinin

bakışlarında görünmektedir. Hüseyn Mansur ibn Hallac (244/858-309/920)

tasavvufta vecd ve mestlik yolu seçen, daha doğrusu, bu yolu qayet aşırı hadde

yetiren, aynı zamanda hemen yolda ilk kurban olan bir arif olmuştur. Onun mistik

ve tasavvufi düşüncelerinin cevheri iki kelimeden ibaret “Ene‟l-Hak” deyiminde

cemlenmiştir ve Hallaca vurulan ittihamların kökünde üç nokte dikkati çekir:

1. Siyasi reng alan batiniler ve karmetilerle ilişki ihtimali;

2. Rübubiyet ve üluhiyet iddiası;

3. Hulul ve ittihad.

Önce bir meseleyi kaydetmek gerekir ki, bazi sufiler vecd ve mistik mestlik

halında sıradan düşünce tarzı ile uzlaşmayan, garip sözler söylemiş ve hemen

poetik düzene malik olan deyimleri hüsusi terimle “şathiye” adlandırmışlar

(Tehanevi.1.s.1028). Bu hal aynı zamanda özel bir psikoloji durum olarak

değerlendirilebilir, hemen deyimleri mantıkla açıklamak mümkünsüzdür ve onları

yalnız “tavil” etmek – yani ezoterik yorumla şerh etmek olur. Hatta bazi sufilerin

aşırılı sözleri mantıksız olmuş, mühaliflerin eline küfür nişaneleri aramak için

behane vermiştir. Ayni zamanda Hallacla ilgili bu konu farklı olmuş, o, hatta ayık

halda olurken şathiye söylemiştir. Cüneyd ve Şibli onu vecd ve keşf halında sükut

etmeğe uyarsalar da o, “şathiyelerini” devam ettirmiştir. Dikkati bir noktaya

çekmek gerekir ki, kaynaklarda Hallac‟ın macera dolu hayatı ile iligili bilgilerin

hepisini gerçek olarak kabul etmek doğru olmaz, bunlara bazen rivayet ve

efsaneler ilave etmişler. Bu ihtimalı onun sözlerine ve deyimlerine de ait etmek

mümkündür. Her halde Hallac‟ın hayat yolu ve düşünceleri İslam kültür ve

tasavvuf tarihinde dikkatçekici ve etkili olmuştur. İslam düşünce çevresinde onun

fikirleri üzerinde tartışmalar uzun seneler devam etmiştir: bazıları onu reddetmiş

(Mes, Biruni onu hokkabaz (şöbedebaz) adlandırmış, İbn Nedim de onun iddiasını

tasdik etmiştir), bazıları ona ikili yönden yanaşmış, bir çokları onu haklı bilerek

hayat tarzı ve düşüncelerinden etkilenmiş, hatta Abdulkahir Bağdadi onu kahraman

hesap etmiş, bir çokları ise onun adını ve “Ene‟l-Hak” deyimini örnek ve sembol

olarak kabul etmişler. Şimdi Hallac‟ın “Ene‟l-Hak” deyimi ile sonuçlanan

düşüncülerini incelemeye ve bu konuya aydınlık getimeye çalışak:

1. Lahut, Nasut ve ittihad. Nasut – insan ve ya beşere ait olan sıfatlar, Lahut

Allahın sıfatı, ittihad ise birlik ve vahdet demekdir. Hallac‟a göre Tanrının ruhu

arifin pak kalbine enir (nuzul edir) ve kendini hemen aynada müşahide edir.

Cüneyd insanı ciddi maddi perhizkarlıqla kendi fiziki “ben” ini unutarak Hakk‟a

yakınlaşmağa davet edirdise, Bayezid Bistami sekr-mestlik yolu ile beşer ile Hak

arasında ileşitimin (ünsiyyetin) mümkünlüyüni söylüyordu. Lakin Hallac‟a göre

beşerin pak ruhu ile Hakk‟ın visalı onu sıkışdırıb yok etmiyor, aksine mükemmel

hale getirip kalbini işıklandırıyor. Hazreti Muhammed‟in (s) meracı bu bakımdan

örnek sayılabilir. Manevi kamillik ve batini işiklanma bulan Muhammed (yani-

beşer) Tanrı ile ruhani ünsiyyet kurabilir. Mansur sanki Hakk ile bu tavr manevi

kovuşma isteyini aşırılı mistik bir vecd ile ifade etmiştir. Onun “ittihad al-Lahut

3

bi-n-Nasut” (Lahutun Nasutla birliyi) konusunda düşüncesi fakihler tarafından

üluhiyet ve rübubiyet iddiası kibi tefsir olundu (Tadayyun.s.209). Buna benzer

fikir başka bir tarzda Şibli‟nin bakışlarında yer almiş, fakat o, düşüncesini yumşak

tarzda ifade etmekle fakihlerin takibinden yaka kurtarabilmiştir.

2. “Ene‟l-Hak” ve fena. “Ene” (ben) ve enaniyet (benlik) insan için kendini

istemek, her şeyi kendine bağlamaktır. Hakikatte Allah‟ın benliği vardır, kulun

benliği yoktur ve salik ile Mevla‟sı arsında en büyük engel benlik perdesidir. Aşık

maşukda fani olurken “ben” ve “sen” aradan götürülür, yalnız Hakk kalır; “ben

sen‟im ve sen ben‟sin!” konusu ortaya gelir (Bakli. s.615).

İnsan maddi bakımdan Şehadet, ruh bakımından ise Melekut – ruhlar

alemine aittir, onun yüceliği Kuran-i Kerim‟in takid ettiği gibi Allah‟dandır: “Onu

düzenle(yip insan şekline koydu)ğum ve ona ruhumdan üflediğim zaman hemen

ona secdeye kapanın!” (Hicr:29, Sad:72).

Mansur diyor: “Ben‟im ruhum sen‟in ruhunla kovuşdu. Yakın ve uzakta ben

sen‟im, sen ben‟sin”. Fena halında kendi “ben” yok olur ve ruhlar aleminde,

“ben” ve “sen”mefhumlarlı silinir: “Ben ve sen mefhumundan teecüb ederim.

Beni kendine fena ettin, yakın etdin, güman etdim ki, ben sen‟im ve sen de ben.”

(Tadayyun.s. 229-230). Aşık fena halında kendini bir taraftan yok, bir yönden ise

var sanıyor: “Kendimden mahv oldum ve Hakk ile var oldum. Hakk‟a erişince her

şey yok oldu. Sanki hep vardım, hep yokdum, hep yokdum ve hep vardım.

Kendinden geç ki Hakkı bulasın, Hakk‟a fani ol ki beka bulasın (Tadayyun.s.358).

3. Elest ve misak. Tasavvufta dikkati çeken başka bir konu Kur‟an‟dan

kaynaklanan Elest anlamıdır: “Rabb‟in, Adem oğullarından, onların bellerinden

zürriyetlerini almış ve: “Ben sizin Rabb‟iniz değil miyim?” diye onları kendilerine

şahit tutmuştu. “Evet, (buna) şahidiz!” dediler, Kiyamet günü “Biz bundan

habersizdik” demeyesiniz” (A‟raf:172). Bu ayetin çeşitli tefsirleri vardır ve

tasavvufta hemen hitab temsil yolu ile vahdet ve tevhidi ikrar etmek anlamına

gelir. Henuz yaratılıştan (hilkattan) önce Ezelde kullar ile Allah arasında dostluk

ahdi bağlansa da, Adem oğullari onu unutur ve masiva ile meşğul olurlar. O

sebebden Allah şu ahdi onlara hatırlatır. “Evet” kelimesi kulu manevi ve ruhi

bakımdan Allahla bağlayan semboldür ve Cüneyd bu “misak”ı ilahi „aşk

adlandırmıştır (Zerrinkub.s.120). Hafiz şu manevi ahdi ezeli ve ebedi anlam olarak

degerlendirir (Zunnur.s.468):

از دم صبخ ازل جا آخر ضام ابذ

دسحی هر بر یک عذ هیثاق بد

(Subhun deminden şam-i ebedin sonuna dek

Dostluk ve mehr bir ahd ve peyman üzere idi)

Fuzuli aynı manayı böyle ifade ediyor (Fuzuli.1.s.365):

Candadır subh-i ezelden mehr-i ruhsarın senin

Nola ta şam-i ebed olsam talebkarın senin

Hemen düşünce tarzina göre, her şey “Elest” hitabına “evet” diyerek

ademden(yokluk) Şehadet alemine gelmiş, bütün işlerin son dönüşü de Ona

doğrudur: “Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah‟ındır. Bütün işler Allah‟a

4

döndürülür” (Al-i İmran:109). Hallac keşf, şühud, vecd, işrak yolu seçmiş arif

olarak “Ene‟l-Hak” deyimini “Elest” ahdine uyğun Hakk‟dan kalbine gelen aşk ve

marifet nuru bilmiştir . Hallac mühakimesinde kendi suçunu böyle ifade etmiştir:

“üç noktasız ve iki noktalı herf – yani arap elifbasıyla “tevhid” kelimesi.

4. Hakk‟ın tecellisi. Mansur‟a göre, Pak ve Kutsal Hakk ezelde kendi-

kendine tek idi. Onunla yanaşı hiçbir şey yokdu. Bütün sıfatlar Onun zatındaydı ve

aşk sıfatı bütün manaları ihtiva etmekle Hakk‟ın ezeli sıfatı sayılır. O, kendi

sıfatlarını daha mükemmel şekilde tecelli etdirmekçin bir suret (kalıp) düzenledi,

bu insanın kalıbı oldu. O, Hakk‟ın insan kalbinde tecellisini Allah‟ın ad ve sıfatları

(atributlar) bakımından mümkün bilirdi. Onun nazarinda, Subhan Allah Nasutu

(insanı) zahir etdi (yaratdı). Lahut (ilahi) aleminin sırlarını ona verdi. Allah yer

üzerinde kendine halife yaratdı, onu Adem suretinde tecelli etdirdi. Ademin kalbini

ilahi nurun tecellisi için mesken etdi.

Bunlar hepsi Mansur‟un “Ene‟l-Hak” deyimi için zemin olmuştur:

“Tasavvufun evveli ben‟im sıfatım, sonu ise Hakk‟ın sıfatıdır. O, idrakdan yücedir,

yani evveli ben‟im için fena, sonu Hakk için bekadır. (Tadayyun.s.143). “Onun

yüzü(zat)ından başka her şey helak olacaktır” (Kasas:88). O, yine böyle söylemiş:

“Hamı aleme bakıb kaldı, bense kendime bakıb kendimden çıkdım ve bir dehi

kendime dönmedim. Nefs Hakdandır, heva ve hevesden vaz geçerken ruh gönülde

yer alır. Hemen ruh insan kalbine Hakk tarafindan üflenmiştir. Benim ruhumda

ezel nuru tezahür etmiştir. Onun nazarinda bu hulul değil, Hakk‟a yakınlıkdır.

Mansur‟un vecd halında söylediyi şathiyeler şi‟r parçalarına benzer ve

onların derin katlarında olan gizli manaların sembolik yorumları vardır. O, Bayezid

Bistami‟ye vurulan ittihamı kabul etmir, onun “Subhani” deyimini Hakk‟ın

dilinden gelen bir söz olarak kabul edir.

5. Hallac tasavvufde „aşk felsefesini vecd ve şevk ile dile getiren ve

kendinden sonra hemen mektebin teşekkül ve tekamülüne derinden tesir eden

ariflerdendir. Hallac‟a göre, „aşk ezeli bir anlam olarak Hak terefinden ve Ruhlar

aleminden insan kalbine inmiştir ve „aşıkların mehrabı dar ağacının başındadır; bu

kutsal mehraba o kesler yol bulabilir ki, kendi kanı ile destemaz almış olsunlar.

„Aşk namazı yalnız kanla olur. “‟Aşk nedir?” sorusuna bu cavabı vermiş: “Bu gün

görürsün, yarın görürsün, o biri gün görürsün”. Bu gün öldürdüler, ertesi gün

yandırdılar, o birisi gün külünü yele verdiler – yani aşkın sonu fenadır

(Tadayyun.s.70).

Aslinda Hallac‟ın bakışlarında vahdet-i vücudun unsurlarını ve köklerini bula

biliriz. Onun zat, sıfat, tecelli, vahdet-kesret konusunda düşünceleri buna delalet

ediyor. Tabii ki, İbn Arabi hemen telimin teorik bakımdan biçimlenmesinde

evvelki kaynaklardan, o sıradan Hallac‟dan behrelenmiştir. Hallac çoklukdan

(kesretden) vahdete doğru yöneldigini ve tevhid deryasında kark olduğunu söyler.

Onun son sözünde vahdete davet sesleniyordu: “Ben parça-parça idim, vahid (bir)

oldum, kısmet beni bir etdi ve tevhid beni uddu.” Onun amacı çoklukdan

kurtulmak idi, o, “ben” ve “sen” kelimelerini ikilik – yani kesret nişanesi hesab

ediyordu: “Ben‟im, yoksa sen? Haşa ikiligin elinden! Senin hüviyyetin varken biz

yokuz. “Benlik” bizim aramızda ayrılıq savaşı salıb, bu “benligi” aradan götür”

5

(Tadayyun. s.189). Fuzuli “Leyli ve Mecnun” mesnevisinde “ben” - “sen”

karşılaşmasını şöyle beyan eder (Fuzuli.2.s.208):

Ger ben ben isem, nesin sen ey yar,

Ver sen sen isin, neyim ben-i zar?

Buna ilaven, insana ilahi hilafet ve ahlak nahiyesinden bakırken onun akli ve

manevi degeri öne gelir, demek ki, hakikat bakımından bütün insanlar ve

mezhebler birdir (Yunus.s.76):

Yitmiş iki millete birligile bakmayan

Şer‟ile evliyasa hakıkatda „asıdür

Mevlana şu acıdan bütün ihtilafların kökünü hayvani nefsde görüyor

(Mesnevi. 2/188):

جفرل در رح دیای بد

مس ادذ رح اسای بد

(Tafrika hayvanı ruhda olar,

Vahid nefs insani ruhdur)

Hilafet ve mühalifler Hallac‟ı batiniler ve karmetilerle ilişkide itiham etmiş,

onu düşüncelerinde İslam‟a ve özellikle tevhide zıt olan unsurlerin yer vermesi

dolayısı ile suçlamışlar. Hallacın fikirlerinde Mani, Gnostisizm, Ateşperestlik,

Hrıstiyanlık ve Hind mistik mekteblerinde karşılaşdığımız bazi benzer ünsürler

bulmak olur. Fakat bunlar onun düşüncesinin hemen ünsürlürin katışığından ibaret

olduğu anlamına gelmez. Dünyada mevcut olan ekseriya mistik cereyanlarda rast

gele bildigimiz yakın ve ortak bakışlar tipoloji hal olarak degerlendirile bilir.

Hallac‟ın Lahut-Nasut konusundakı fikirlerini hırıstianlığın etgisi olarak şerh

etmeye ceht etmişler. Güya, o, Allah‟ın hazreti İsada hulul etmesi (inkarnasiya)

ideyasını başka şekilde ifade edib. Fransız alimi Masinyon, Hallac‟ın sufi

bakışlarının Kur‟an ve islamdan kaynaklandığını söylese de, onun şahsiyetini

Hazreti İsa ile beraber tutmak istemiştir. Halbuki onun vahdet bareside düşünce

tarzı ktistianlıkda olan inkarnasiya mefhumundan uzak bir konudur.

Şimdi, Burhaneddin Hazratleri ve başka şahsiyetlerin Hallac‟ın tartışma

doğuran “Ehel-Hak” deyimi ve mistik düşünceleri ile ilgili bakışlarını ve

yorumlarını kısaca açıklamağa çalışalım:

1. Burhaneddin Hazretleri ve Mevlana:

“Enei-Hak” deyiminin manası Seyyid Burhaneddinin Muhakkik Tirmidinin

“Maarif” adlı toplusunda fakr makamı ile ilişgili olarak açıklanır ve o Hazret şu

deyimi incelerken daha uygun bir metottan – bir-birine zıt olan dual

karşılaştırmadan (Firon ve Mansur) yararlanıyor. Tasavvüfta fakr makamı kaideten

fena ile yan-yana gelerek biri birini tamamluyor.

Zenginlik Allah‟ın, fakr ise kulun sifatıdır, zira Allah‟ın hiç neye ehtiyacı

olmaz, ama kul Ona muhtacdır: “Ey insanlar, siz Allah‟a muhtacsınız, Allah ise,

işte zengin ve hamde layik olan O‟dur” (Fatir:15). Bütün dünya kulun ihtiyarında

olsa da, o yene fakir sayılır, Allah‟a muhtacdır. Demek ki, tasavvufde fakr sadece

yoksulluk anlamına gelmez, salikin dünya malına rağbet göstermemesi manası

taşıyor. Gerçək arif için dünya malı varsa da, yoksa da fark etmez. Fuzuli

demişken ( Fuzuli.1.s.353 ):

6

Ne mülk u mal bana çarh verse memnunem,

Ne mülk u maldan kılsa avare mahzunem.

O, nefsinden ve benlik iddiasından keçmekle Hakka yakın olabilir. Yani fakr

fenafillaha aparan bir makamdır. Hakiki fakr odur ki, birisinin hiç neyi yokdur ve

o, bundan asla sıkıntı çekmez. Dünya malından azad olduğuna hatir iftihar edir ki,

Hz. Peygamber buna “fakqr-i fahri” demiştir. Hakiki fakr odur ki, salik gönülde

bundan rahat olur, hatta bununla iftihar edir. Demek ki, fakr “benlikden” vaz

geçmek ve fenafillah makamıdır; şu anlamda Mansur‟un “Ene‟l-Hak” deyimi

Firon‟un “Ene” iddiasının tam eksinedir. Seyyid Burhaeddin konuyu “fakqr-i

fahri” anlamı ile ilgili olarak açıklıyor ve böyle söyler: “Fakr odur ki, lanetlik

Firon “Ene Rabbikum” söyledi, “Ene”dedi, lanetullah oldu. Mansur “Ene‟l-Hak”

söyledi, “Ene” dedi ve rehmetullah oldu” (Maarif.s.26). Seyyid Burhaneddinin

kitabını yayıma hazırlayan Foruzanfer bu konuyu şerh ederken onun “Mesnevi”de

aynen yer aldığını dikkata çekiyor (Maarif.s. 125-126). Seyyid Burhaneddin‟den

terbiye alan ve onun düşüncelerinden etkilenen Mevlana onun sözlerini

“Mesnevi”nin ikinci defterinde bu şekilde ifade etmiştir (Mesnevi. 2/2523-2524):

آى اا بی لث گفحي لعث اسث

آى اا در لث گفحي ردوث اسث

آى اا هصر ردوث ضذ یمیي

آى اا فرعى لعث ضذ ببیي

(Bu “Ene” zamansız lanetdir,

Bu “Ene” zamanında rehmetdir.

Bu Mansurun “Ene”si rehmet oldu yakın

Bu Fironun “Ene”si lanet oldu, bak.)

Mevlana “Mesnevi”nin ikinci defterinde de hemen konuya işaret etmiştir

(Mesnevi. 5/2035-2036):

گفث فرعی اا الذك گطث پسث

گفث هصری اا الذك برسث

آى اا را لعة هللا در عمب

ایي اا را ردوة هللا ای هذب

(Firon “Ene‟l-Hak” dedi, alcaldı,

Mansur “Ene‟l-Hak” dedi, kurtuldu

O “ben”in sonucu lanetullahdır,

Bu “ben” rehmetullahdır ey seven (mühibb)).

Burada başka bir nokta – emanet anlamı dikkatı çekmekdedir. Kur‟an-i

Kerim‟de deyiliyoryor: “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara sunduk, on(un

sorumluluğun) dan korktular; onu insan yüklendi; (bununle beraber onun hakkını

tam yerine getirmedi) doğrusu o, çok zalim, çok cahildir (Ahzab:72). Emanet akıl,

aşk ve marifetdir ki. bunu yalnız insan çeke bilir (Nasafi.s.252,299). Ne Gök ehli

(melekler) ne de Yer ehli ve dağlar emanet yükünü çekmegi kabul etmediler, fakat

7

insan kabul etdi, zira onda her iki alemin – Melekutun ve Şehadetin sıfatları

cemlenmiştir (Necmeddin.s.41). Mevlana emanetin zorluluğun doğum acısı ile

kiyaslıyor, bunun sonucu olarak dünyaya çocuk gelir, fakat başka acıdan yalnız

manasız ezab geler. Buna mütevazi olarak, “Ene” sülukun başlanğıcında Firon‟un

dilinden lanete (küfre ve şirke), onun sonunda ise Mansur‟un dilinden rehmete

(vahdete ve tevhide) neden olur.

2. Aynulkuzzat Hemedani Mansur‟u özürlü bilen ve kendisi de ona benzer

deyimlerine hatir kurban olan şahsiyyetlerdendir. O, tasavvufde Hakk‟ın insan pak

kalbinde yer almasını öne çekir: “Her kes gilden olan Ka‟beye gedirse kendini

görer, her kes kalbin Ka‟besine gelirse Hakk‟ı görür” (Hemedani. s.95). O, insan

ile Hakk arasında yakınlıkdan bahs ederken Hz.Musa‟nı misal getirir: “ Gör Allah

Musa Peygamber‟e (s) ne buyurur: “Ona (Musaya) Turun sağ tarafından seslendik

ve onu özel konuşmak için (kendimize) yakınlaştırdık”. Mücahid bu ayenin

tefsirinde deyir ki, Arşın üstünde nur ve zülmetden ibaret 70 hicap vardır. Musa

hemen hicaplar arasında sınav merheleleri keçirmiştir. O, bütün hicapları arkada

burakmış, sonda onunla Hakk arasında bir perde qalmışdı. Musa: “Rabbim! Bana

(kendini) göster, sana bakayım!” - dedi. (Rabbi) buyurdu ki: “Sen beni

göremezsin.; fakat dağa bak, eğer o yerinde durursa, sen de beni göreceksin” Rabbi

dağa görününce onu darmadağın etdi ve Musa da baygın düştü” (Araf:143).

Hemedani başka bir aye verir: “Oraya gelince o mübarek yerdeki vadinin sağ

kıyısında ki ağaçtan kendisine şöyle seslendi: “Ey Musa, muhakkak alemlerin

Rabb‟i Allah benim, ben!” (Kasas:30). Bu ağac Muhammed‟in(s) nuruna işaretdir,

Hakk‟ın sözünü hemen nur vesilesile eşitmek, Onu hemen nurla görmek olur.

(Hemedani.s.104). Demek ki, Mansur‟un deyimi Hakk‟dan onun diline gelmiştir.

O, sonra Mansurla ilgili yazır: “Ey vah, şu yerde Hüseyn Mansur Hallac‟ı

özürlü hesab etmek olar. O böyle demiştir: “Benimle Allah arasında hiç bir fark

yokdur, fakat iki sıfat bakımından farklaniriz. Allah‟ın kendi substansiyası (zatı)

vardır ve bisi de kendi fitretimizle O yaradıb. Bizim yetkinligimiz de Ona

bağlıdır. İnsan ahlakını Allah‟ın ahlakı ile ziynetlendirerse Ona yakınlaşır.

Malesef, şu derece çok yücedir ve her kes ona irişmez ve onu derkedemez”

(Hemedani. s.129-130).

Hemedani aynı zamanda sır konusuna işaret etmekle onu böyle açıklıyor:

“Ey vay, aşıkların serveri ve ariflerin başçısı olan Hüseyn Mansur dara çekilirken

Şibli böyle demiş: Ey Allah, seni sevenleri ne kadar öldüreceksin? Buyurdu: Kan

bahası alana kadar. Sordum: Onların kan bahası nedir? Buyurdu: benim camalımı

görmek onların kan bahasıdır. Biz sırrımızın anahtarını ona verdik, o bizim sırrı

aşkar etdi. Biz onun yoluna böyle bir bela koyduk ki, başkaları bizim sırrı korusun.

Ey dost, düşün, gör ne sırrın var? Öyle bir sırrın var mı ki, o sebebden başını

uduzasan ve o senin sırrın olarak kalsın? Malesef, her kesin böyle bir sırrı yokdur.

Sabah öyle bir gün gelir ki, çok-çok Eynulkuzzat bu nev uğur kazanar, kendi

sırrını feda etmekle yüce makama erişir” (Hemedani. s.235-236).

3. Ruzbihan Bakli bu deyimi Bayezid‟in “Subhani” deyimi ile yan-yana,

tasavvufi yönde, fena ve tevhid ile ilgili şerh edir: “Tecrid kuşu “Allah, Allah”,

Tevhid kuşu “Ene‟l-Hak” dedi, Takdis kuşu “Subhani” söyledi. O Lahut kuşları

8

Lahut sırrını Nasut serayına getirdiler, Lahutun canı ile Nasutun dilinde söz

söylediler. (Bakli. s.22).

Bakli başka müellifler kibi “Ene‟l-Hak” deyiminin Allah tarafindan

Mansur‟un diline koyulduğu kayd ediyor. O, aynı zamanda bunu Elest ile bağlıyor:

“İlahi hitabdan “Elest”eşitdinse, “Ene‟l-Hak söyle” (Bakli. s.78). “Subhani” ve

“Ene‟l-Hak” ittihad gülünün budağından, visal bustanınıdan uçan “Elest” kuşunun

şarkısıdır ve bu kuş Musa‟nın ağacına taraf uçar. Huseyn Hak ağacı idi (Bakli.

s.419-420). Bu deyim önce işare edildiyi kibi, fenafillah makamından doğan

halden kaynaklanıyor: “Aşık „aşkda mahv olarsa, can dünyası (nefs) canın canında

ezel derdinin nevasından “Ene‟l-Hak” deyer (Bakli. s.100). Tevhid hakıkatı odur

ki, ibare, işare ve ikilik sıfatı yok olur. “Onun yüzü(zat)ından başka her şey helak

olacaktır” (Kasas:88) hakıkatı ortaya çıkar” (Bakli. s.120).

Demek ki, “Ene‟l-Hak” tevhid ve vehdetin ifadesi olarak ortaya çıkmıştır:

“İkilik renginden çıkmakla, Tevhid ve Ahadiyet makamında “Ene‟l-Hak”

söylemek olur” (Bakli. s.200). Ruzbihan fikirlerine şöyle devam ediyor: “Mansur

Vahdet denizine girdi, Hakk‟ın cemalına aşık oldu” (Bakli. s.374).

O, bu deyimi incelerken bir kaç Kur‟an ayesine esaslanarak başka bir noktaya

işaret ediyor: “Oraya gelince o mübarek yerdeki vadinin sağ kıyısında ki ağaçtan

kendisine şöyle seslendi: “Ey Musa, muhakkak alemlerin Rabb‟i Allah benim,

ben!” (Kasas:30); (Musa) o (ateşin yana)na gelince kendisine :”Ey Musa!” diye

seslendi: “Ben, (evet) Ben senin Rebb‟inim!” (Taha: 11-12); “Muhakkak ben,

(evet) ben Allahım, benden başka tanrı yoktur...” (Taha:14). Bu ayelere dayanarak

ve sonuc olarak söylemek ilar ki, Musa peygambere ağactan yetişen “Allah benim,

ben!” nidası Allah‟dan olduğu kibi, Mansur‟un dilinden gelen “Ene‟l-Hak” deyimi

de Hakk‟dandır (Bakli. s.477, 523).

4. Şeyh Mahmud Şebüsteri “Gülşen-i raz” eserinde Hallac‟ın “Ene‟l-Hak”

deyimini ilahi sırların keşfi olarak açıklayır (Lahici. s.313):

اا الذك کطف اسرار اسث هطلك - 436

بجس دك کیسث جا گیذ اا الذك؟

Ene‟l-Hak keşfi-asrardır, mutlak

Hakkdan başka kimdir deyen Ene‟l-Hak ?.

O, başka bir beytde Ruzbihanın kayd etdiği gibi, Kur‟an-i Kerimin ayesine

dayanarak (Kasas:30) bu deyimi Musaya ağactan yetişen nida olarak şerh ediyor

(Lahici.s.316-317):

را باضذ اا هللا از درخحی - 444

چرا بد را از یک بخحی

(Ağacdan “Ene‟l-Hak” reva olursa

Neden de olmasın hoşbehden)

Lahici şu beyti şerh ederek gösterir ki, ağactan gelen «enelleh» (ben‟im

Allah) nidasını reva bildikleri halda neden bunu hoşbeht kul olan Mansur‟dan reva

bilmirler? Eger ağac insanla kiyas edilecek seviyyede mükemmel varlık olmadığı

halda, Hakk‟ın tecelli mazheri ola bilirse, neden insan olmasın? (Lahici.s.317-319):

هي ها ج ا سث یک چیس– 448

ک در دذت باضذ یچ جوییس

9

(Ben ve biz ve sen ve o bir şeydir,

Vahdetde hiç faklanma olamaz)

دلل اجذاد ایجا هذال اسث - 451

ک در دذت دیی عیي ضالل اسث

(Burada hulul ve ittihad mümkünsüz,

Vahdetde ikilik aynile şaşkınlıkdır)

Attar “Tezkiretul-evliya”da Kur‟an-i Kerim‟in ayesine [Kasas:30]

dayanarak konuyu ayni tarzda açıklıyor: “Arada ağac yok iken ondan “Ben

Allah‟ım” avazı gelir, neden Hüseyn arada olmazken ondan “Ene‟l-Hak” nidası

gelmesin?!Neden orada hulul ve ittihad yokdur, ama burada vardır?” (Attar. s. 584)

5.“Gülşen-i raz”ın şerhçisi Lahici mesaleyi böyle açıklıyor: “Ene‟l-Hak –

Hakk‟ın kendisidir, Mansur kendi nakis ve ölümlü “ben”ini (ene) Hakk‟ın kamil

ve ebedi varlığı karşısında yok bilir. Hakk ile beşerin ruhani iletişimi ilahi sırdır ve

Mansur bu sırrı açmakla şehid oldu. Dunyanın bütün zerreleri de “Ene‟l-Hak”

söyler, zira bu kelam Hakk‟ın tesbihi ve tehlilidir. Tesbih – Allah‟ın tenzih sıfatıdır

– yani Onun hiç bir ortağı – şeriki yokdur ve O, bütün sıfatlardan pak ve yücedir.

Tevhidin esas manası bundan ibaretdir. Tehlil ise “lailahillallah” deyimidir.

Demek ki, her şey fanidir, yalnız Hak bakidir, Onun zatı bütün varlık alemini

ihtiva eder. “Ene” (ben) ve “huve” (o) – ikiliye işaret eder, Ene‟l-Hak ise “ben‟im”

ve “onun” bir varlıkdan kaynaklandığını ifade ediyor (Lahici..s.213 ).

Bazen yanlış olarak Mansur‟un fena konusundakı fikirlerini buddizmde olan

nirvana ile aynileşdirmeye ceht etmişler. Buddizm‟de sansara maddi hayatın

iztirabı olarak degerlendirilir ve nirvana hemen dünyadan kurtuluşdan döğan

hüzur anlamına gelir. Buddizim‟de nirvana batini sülukun son merhelesidir,

tasavvufda ise seyr u süluk fena ile bitmez, fenafillahdan sonra bekabillah gelir.

6. Şems-i Tebrizi konuya farkli yanaşmıştır. Onun “Makalatında” okuyuruz:

“Mansurun ruhu henuz mükemmel olmamışdı, yoksa nasıl “Ene‟l-Hak” derdi? Hak

hara, “Ene” hara? Bu “Ene” nedir?” (Makalat.c.1.s.280). O yene deyir: “Eger

Hakk‟ın hakikatından haberi olsaydı, “Ehel-Hakk” söylemezdi” (Makalat. c.1.

s.262). Şems‟e göre, Mansur Hallac henuz “temkin” makamına yetmediyinden

böyle söz söylemiştir: “Hergiz Hakk demez ki, “Ene‟l-Hak”. Hergiz Hakk demez:

“Subhani”. Subhani teeccüb sözüdür, Hakk bir şeyden nasıl teeccüblener? Kul eger

“Subhani” derse, teeccübe neden olar?” (Makalat.c.1.s.185-186). Şems Hallac‟ın

sözüne etiraz etse de onu “hulul” ve “ittihad” konusunda suçlamır. Mevlana

“Mesnevi”nin 4-cü defterinde Bayezidin “Subhani” deyiminden söz açsa da,

Şemsin ona etirazından konuşmuyor.

7. İbn Haldun’a göre, bazi mutasavviflar vecd halında, hissi alemden hariç

halde garip (ecayib) ve manası kapalı, bazen ipe sapa gelmeye sembolik sözler

söylüyorlar ki “şathiye” adlanır. Şu sözler veçd halında deyildiği sebebinden

özürlü sayılabilir (İbn Haldun.c.2.s.990). Buna misal olarak Bayezid Bistami‟nin

“Subhani” deyimini getirir ve Mansur‟a gelince böyle devam ediyor: “Fakat Hallac

“Ene‟l-Hak” deyimini ayık halde ve insaların karşısında söylediyinden fakihler

onu kınamışlar. Doğrusunu ise Allah biliyor” (İbn Haldun. c.2.s.991). İbn Haldun

sufilerin mücahide ve makamlar üzere süluk merheleri keçerken aldıkları zevki ve

10

vecdi tabi bilir ve kimsenin bunu redd etmemesi kanaatına gelir (İbn Haldun.c.2.

s.989). Onun fikrince, Hakikatın keşfi akıl ve istidlal esasında değil, ezoterik bilgi

ile mümkündür (İbn Haldun.c.2. s.990).

8. İmam Gazali‟den “Ene‟l-Hak” ve “Subhani” deyimleri hüsusunda sordular

ve o, cevab verdi ki aşıklar kendinden habersiz halda ve sermest olurken sözlerini

gizli saklamakları gerekir. Arifin kendi halı ve duyduğu alemi vardır. Bunun

manaları çoktur. Onların seyr u süluk iddiasının amacı Hakk‟a yakın olmakdır

(Tadayyun.s.153-154).

9. Nasireddin Tusi “Avsaful-Aşraf” adlı risalesinde Hallac‟ın işletdiği

“ittihad” mefhumuna aydınlık getirerek yazır: “Tevhid Allah‟ın birliğine işaret

ederse, ittihad – yalnız Allah‟ın ebedi kalacağına ve her şeyin mahv olacağına

delalet edir. Şu yönde tevhid ve ittihad farklıdır. Tevhid İsra suresinin 22-ci

ayesinde ifade olunmuştur: “Allahla beraber başka tanrı kabul etme” – yani fakat

bir Allah‟a tapınmak gerekir. Kasas suresinin 88-ci ayesinde ise “Onun

yüzü(zat)ından başka her şeyin helak olacağı ve hamının Allahın hüzuruna

qaytarılacağı” dikkate çatdırılır. Bu anlamda ittihad – yalnız bir varlığın (Hakkın)

kabulu demekdir – yani burada ikiliğe yer yokdur. “Haşa, O, onların dediklerinden

münezzehdir, çok yücedir, uludur” (İsra:43). – Yani hamı fakat Onu görür, Ondan

başka hiç ne görmür. Hallac kendisi ile Hakk arasında olan hicapın Tanrı

feziletinin nuru ile aradan götürüldügünü iddia edir. Bu durumda her kim “Ene‟l-

Hak” söylemişse asla üluhiyyet iddiası etmemiş, eksine kendi benliyini inkar

etmekle yalnızca Hakk‟ın varlığını isbat etmişdir (Tusi.v.160).

10. İbn Arabi: “Söylediklerinin hepsi Allah‟ın kalbine verdiyi ilhama

dayanmaktadır, yazdıklarının hepsi imlayi-ilahiye, bilgilerinin kaynağı feyz-i

ilahidir”- diye metafizik düşüncelerini paylaşan “Büyük Şeyh”in Hallac ve başka

mütesevviflerden etkilendigini kolayca anlamak olur. Onun vahdet-i vücud teorik

modeli tasavvufun genel metafizik düşünce yapısı olarak degerlendirile bilir. Bu

modele göre, gerçek varlık birdir, Hakk‟dan başka hiç bir hakiki varlığın

olmadığını düşünmek olmaz; İbn Arabi‟ye göre, hakiki vücud birdir, onda hiç bir

bakımdan çokluk (kesret) yokdur. Lakin mevcud alem çokluq demekdir. Demek

ki, vücud bir, mövcud olan şeyler ise cokdur. Bizim derk etdigimiz, aklımız ve

hisslerimizle belli olan şeyler Allahın zahiri alemde tecelli eden vücudundandır.

Fakat Allah‟ın substansiya (zat) bakımından eşya ile hiç bir birlgi yokdur. Onun

tecellilerini ise her yerde göre biliriz (İbn Arabi.s.180). Kuran-i Kerim‟de

deyiliyor: “Doğu da, Batı da Allah‟ındır. Nereye dönersiniz Allah‟ın yüzü (zatı)

oradadır. Şüphesiz Allah‟(ın rehmeti ve nimeti) geniştir. O (her şeyi) bilendir

(Bakara:115).

Bir olan Hakk‟ın tavırları, tecelli ve tezahürleri adlar ve Ayan-i sabite (sabit

ayanlar) vesilesile kesret şeklinde aşkar olur. (İbn Arabi. S.170). Demek ki, vücud

hem Hakk‟dır, hem halk, hem zahirdir, hem mazhar, hem vehdetdir, hem kesret.

Vahdet varlığın zat ve hakikatinde, kesret ise onun tezahür ve tecellisindedir. Fakat

bu, Hakk ve halk, zahir ve mazhar, Rabb ve alem arasındakı farkın silinmesi,

“hulul” ve “ittihad”, küfr ve mulhidlik kibi iddiaların ortaya çıkması anlamına

gelmir. Kesret fakat zahirde gerçekleşir, Hakk‟ın substansiyası (zat) asla halk

11

mertebesine enmir, onun ayni olmur. İbn Arabiye göre, Hak Hakk‟dır, insan

insan, Rab Rab‟dir, kul ise kul (İbn Arabi s.200). O, Ruzbihan Bakli kibi Kuran-i

Kerim‟in Kasas suresinin 30-cu ayesine dayanarak Musa‟nın ağactan eşitdigi “Eni

enellah” (Allah benim, ben!” nidasının Hakk‟dan geldiyini ve burada “hülul”

[incarnation] olmadığını bildiriyor ki, bu da mezmunca Hallac‟ın “Ene‟l-Hak”

deyimi ile üst-üste gelir (İbn Arabi.s.288).

İbn Arabi Lahut ve Nasutu bir hakikatın iki yüzü – vechi olarak kabul ediyor,

yani hakikat birdir, onun batini – Lahutdur, zahiri – Nasut. Külli alem böyük

(kebir) adlanır, o, hem de kebir insandır. Insan küçik (sağir) alem ve onun

ruhudur. Alemde ne varsa insanda cemlenmiştir: o, hem halk, hem de Hakk‟dır,

ilahi sıfatlara göre Hakk, kulluk sıfatına göre halkdır; ruhuna göre Hakk, maddi

vücuduna göre halkdır (İbn Arabi.s.314. İlahi adlar ve sıfatların bütün mertebeleri

onda ifade olunmuş, Allah‟ın yir üzürinde halifesi olmakla meleklerden yücedir.

Kainatın yaranmasında esas maksad kamil insandır ve o, Hakk‟ın kamil

mazharidir. İlkin tecelli ve yaratılış (hilkat) külli akıl [First Intellect] ve ya

Muhammed hakikatından ibaretdir, buna ilkin nur da deyiliyor. İlk olarak

hemen nur, sonra ise ondan bütün alem yaranmıştır. Bu nur ise Muhammed‟in

şahsiyeti degil, metafizik bir anlamdır. Kur‟an-i Kerim‟de deyildiği gibi, Allah

Muhammed‟i (s.) alemlere rahmet olarak göndermiştir (Enbiya: 107).

Hallacla ilgili sır konusuna da dokunmak gerekir. Bazi arifler, o sıradan

Abdurrahman Cami Mansur‟un dara çekilmesini onun ilahi sırrı faş etmesi ile izah

etmiştir ve Hafiz‟in şu beyti hemen nükteye işaret eder (Zunnur.s.311,315):

کس سر دار بلذ گفث آى یار

جرهص ایي بد ک اسرار یذا هی کرد

(O yar dedi: dar ağacının başı ondan (Mansur‟dan) yücelmiş

Sucu bu idi ki sırrı faş etmiştir)

Fuzuli şu beytinde hemen nükteye işaret eder (Fuzuli.1.s.161):

Raz-i „aşkın saklaram elden nihan ey serv-i naz

Getse başım şem‟ tek mümkün degil ifşay-i raz

Sırr – kalbin ilahi aşkı sığıştıran gizli güşesidir ve bu üzden gönül Hakk‟ın

müşahide mahali sayılır. Sır – müşahide mahali, ruh–muhebbet mahali ve kalb –

marifet mahalidir. Sır nefsle degil, ruhla bağlıdır, o sebebden onun makamı

yücedir. Sır kulun kalbi ile Hak arasında ilahi ahd u peymandır ve bu kutsal sırrı

kimse bilmez. Mevlana diyor (Mesnevi. 1/6):

ر کسی از ظي خد ضذ یار هي

از درى هي جسث اسرار هي

(Her kes kendi zanniyle oldu bana yar,

İçimden sormadı nedir bu esrar)

Kalpte Allah‟a olan münacatı dil ile söylemesen de, O bunu bilir. Kur‟an‟da

deyiliyor: “Sözü açık söylesen de (gizli söylesen de) muhakkak O, gizliyi de ondan

gizlisi de bilir (Taha:7).

Aynalkuzat Hemedani Kur‟an-i Kerim‟de harflarla verilen sure ve ayelerden

bahs edirken deyir ki, Allah ilahi sırrı namahremler bilmesin diye harflarla gizli

şekilde vermiştir. Akıl bu sırrı açıklamağa acizdir (Hemedani.s.175). Gönül nefsi

12

bulaşıkdan paklanırken Hakk‟dan ona marifet nuru nazil olur ve insan onunla

hisslerden hariçte olan Melakut ve Ceberut aleminin sırlarını bilir.

Sırr kalbe sunulan ilahi emanetdir ve meleklerin Adem‟e secdesi buna hatirdir

ve bu sırrı Allah‟dan başka kimse bilemez (İbn Bezzaz.s.502; Makalat.c.1. s.213).

Demek ki, kalpte ve ruhda gizlenen bu kutsal sırrı tefsir etmek olmaz. Bu konu ile

ilgili Mevlana‟nın beytleri dikkatçekicidir (Mesnevi. 5/2238-2240):

بر لبص لفل اسث بر دل رازا

لب خوش دل پر از آازا

عارفاى ک جام هی ضیذ اذ

رازا داسح پضیذ اذ

ر ک را اسرار کار آهخحذ

هر کردذ داص دخحذ

(Todaq susqun, gönül avazla dolu.

Arifler mey camı içmişler

Sırlar bilerek onu örtmüşler

Her kim sırrın işini bilmişse

Ağzını möhürleyb tikmişler)

Hep böylece, günümüze kadar çeşitli yorumlara uğrayan “Ene‟l-Hak” deyimi

Bayezid‟in “Subhani” deyimi kibi, zaten Hakk‟ın yüceliyine önem vermek

anlamına gelir, yani insanda ne varsa Hakk‟dandır. Bu deyimde ayni zamanda

insanın manevi ve ruhi degeri dıkkati çekmekdedir. Akli ve manevi kamilligi ile

yaratılışın (hilkatın) eşrefi ve Allah‟ın Yer üzerindeki halifesi olan insan kendi

nefsini paklandırmakla Hak ve Hakikati kalb aynasında müşahide edebilir. İnsanın

degeri zaten Allah‟ın ona verdiyi ruh ve akıl nuru ile ölçülür, yoksa onun maddi

vücudunun başka şeylerden farkı yokdur. Mevlana demişken (Mesnevi. 2/277):

ای برادر ج واى اذیط ای

ها بمی ج اسحخاى ریط ای(Ey kardeş, sen hemen düşüncesin,

Kalan, sen kemik ve rişesin)

Sonda kayd etmek gerekir ki, başka tasavvuf sahsiyetleri ile beraber,

Hallac‟ın düşünceleri ve hususen onun “Ene‟l-Hak” deyimi Orta çağlarda Farsça

ve Türkçe yazılan edebiyatda geniş yer almıştır ve bunları bir sempozyum bildirisi

çevresinde incelemek mümkünsüzdür ve şu sebebden sonda konu ile ilgili bir kaç

nükteyi Türk sufi edebiyatının ünlü temsilcisi olan Yunus Emre‟nin dilinden

dinleyelim:

1. Mansur Hallac klassik şiirde öncelikle „aşk ve Hak „aşıkı sembolu olarak

dikkatı çekmektedir (Yunus.s.373, 354):

Bugün Mansur benem „ışkun yolında

Yüriyüp çarh uram şol dare karşu

Mansur‟layın dara beni şöyle „ıyan göster seni

Kurban kılayın bu canı „ışka münkir olmayayın

2. Aşıkların ruhu ezelden, Mansur‟dan önce Kur‟an‟da işaret edilen Elest

zamanından Hakk ile ahd bağlamış ve Ona yakın olmuştur (Yunus.s.344,472):

13

Dem urmazıdı Mansur tevhid-i Ene‟l-Hak‟dan

„Işk darına dost zülfi asmışdı beni „uryan

Ezelden benüm fikrüm Ene‟l Hak‟ıdı zikrüm

Henüz dahı togmadın ol Mansur-ı Bagdadi

3. Aşık için Hakk‟a erişmenin en yakın yolu canını dosta kurban etmekdir ki,

Hallac edebiyatda bu yolun sembolu olarak tanınır (Yunus.s.84,123):

Canını „ışk yoluna virmeyen „aşık mudur

Ceht eyleyip ol dosta irmeyen „aşık mudur

Gördüm anda takılur can boynına zülfeyn-i dost

Bir kıl ile sad-hezaran Mansur‟ı berdar ider

4. Hakk her şeyden önce gönülde ve canda yer alar, Onu kendinden istemek

gerekir (Yunus.s. 107,158):

İstemegil Hak‟ı ırak gönüldedür Hakk‟a turak

Sen senligün elden bırak tenden içerü candadur

Hak cihana toludur kimsene Hakk‟ı bilmez

Anı sen senden iste o senden ayru olmaz

5. Hakk her yerde vardır, Onun tecellisi bütün alemi ehtiva edir, Onu görmek

için basiret gözünü açmak gerekir (s.192,480):

Yunus‟un sözleri Hak cümle didügi saddak

Ne gördüysen kamu Hak cümle vücudda bulduk

Muhammed Hakk‟ı bildi Hakk‟ı kendüde gördi

Cümle yirde Hak hazır göz gerekdür göresi

Sonuc: Hallac tasavvufde vecd ve „aşk mektebinin aşırılı devamçılarından

olmuş, onun bakışları ve hüsusen “Ene‟l-Hak” deyimi Bayzed‟in “Subhani”

kelimesi kibi tartşımalara neden olmuştur. Mansur‟un bu sözünde Hakk‟ın insan

kalbine tecellisi ve salikin fenafillahdan bekabillah makamına yetişmesi yer

almıştır. Bu halda onun vücudunda Hakk‟dan başka hiç neye yer kalmır, Hakk

bütünlükle onun ruhuna hakim olur ve “Ene‟l-Hak” kelimesi Hakk‟dan onun diline

cari olur. Yani benim vücudumda Hakk‟dan başka hiçbir şey yoktur, ne varsa

Hakk‟dandır. Demek ki, bu deyim insandan değil, Hakk‟dan gelmektedir.

Hallac‟ın “Ene‟l-Hak” deyimi ile sonuclanan bakıılarında tasavvufun genel

konuları – fenafillah ve bekabillah, kesretden vahdete, zahirden batine doğru seyr

u süluk menzilleri, insan ile Hakk arasında Elest, Misak ve Emanetle bağlı manevi

iletişim, Hakk‟ın insan kalbinde tecellisi, insanın ruhi tekamülü ve ilahi ahlaka

sahib olması kibi önemli mezmunlar yer almıştır.

Burhaneddin Hazretleri şu deyimi incelerken bir-birine zıt olan dual

karşılaşdırma metodundan yararlanır ve Mansurla Firon‟u kiyas ediyor: birincisi

fakr ve fena yolu ile kendisinden keçerek Hakk‟ı öne çekir – rehmetullah olur,

14

ikincisi ise kendini öne çekerek lanetullah olur. O Hazretden eğitim gören Mevlana

hemen deyimi aynile yorumlar.

Attar, Aynul-Kuzat Hemedani, Ruzbihan Bakli, Şebüsteri ve Lahici esasen

Kasas suresinin 30-cu ayesine dayanarak “Ene‟l-Hak” deyimini ağactan Musa

peygambere yetişen “Eni enallah” (Allah benim, ben!) nidası ile mukayese edirler.

Hasirettdin Tusi Mansurun deyiminin hulul ve ittihad iddiasından uzak olduğunu

söylemiş, İmam Gazali ve İbn Haldun dolayisi ile vecd halında deyilen sözleri

tabii bilerek Mansur‟u kınamamışlar. Fakat Şems-i Tebrizi onun sözünü itiraz etse

de, onu hululda suçlamamıştır.

İbn Arabi ise vahdet-i vücud düşünce modelinde Mansur‟un düşüncelerinden

bahrelenmişdir. Burada ilahi sır konusu da ortaya gelir ki, bazileri Mansur‟un

hemen sırrı faş etdigine hatir dara çekildiğini söylemişler. Hallac ve onun

düşüncelerinin Fars ve Türkdilli şi‟rde geniş yer alması da yeterince

dikkatçekicidir.

Aynı zamanda tasavvufi düşüncelerin ve degerlerin klassik edebiyatın,

hususen de Divan edebiyatının estetik bakımdan biçimlenmesi ve tekamülündeki

önemini de hatırlamalıyız ve şu sırada Hallac‟ın etkisi özellikle kayd edilebilir.

Kaynaklar:

1. Attar Feriduddin .Tezkitetul-Evliya. Be ehtemam-i Doktor Muhammad

İstilami. Tahran: İntişarat-i Zavvar.1355

2. Bakli Ruzbihan. Serh-i Şathiyyat. Tashih: Hanri Korbin. Tahran. 1374

3. Fuzuli Muhammed. Eserleri. c.1.(Türkçe Divan). Yayına hazırlayan: Hemid Araslı

Azerbaycan İlmler Akademisi. Bakü. 1958

4. Fuzuli Muhammed. Eserleri. c.2. (Leyli ve Mecnun). Yayına hazırlayan: Hemid Araslı

Azerbaycan İlmler Akademisi. Bakü. 1958

5. Hemedani Aynul-Quzat. Tamhidat. Tashih: Afif Asiran. Tahran. 1373

6. İbn Arabi çehre-yi berceste-yi irfan-i islami. Doktor Cahangiri Muhsin. Tahran.1367

7. İbn Bezzaz Tevekküli. Saffetul-safa. Mukaddeme ve tashih: Gulamrza Tabatabai

Muhammed. Tebriz. 1373

8. İbn Haldun. Mukaddeme. Tercüme: Muhammed Pervin Günabadi. Tahran:

İlmi-Ferhengi. 1385

9. Lahici Muhammad Şamsaddin. Mefatihul-icaz fi Şerh-i Gülşen-i raz.

Tashih: Muhammad Rza Berzger Haliki ve İffet Kerbasi. Tahran: Zavvar. 1371

10. Maarif. Mecmu‟e-i meva‟iz ve kelemat-i Seyyid Burhaneddin Muhakkik

Tirmidi. Ba tashihat ve hevaşi-yi Badiuz-zaman Foruzanfer. Tahran. 1339

11.Makalat-i Şems-i Tebrizi. Tashih: Muhammad Ali Muvehhid. Tahran:

İntişarat-i Xarezmi. 1369

12.Mesnevi-yi manevi. Mevlana Celaleddin. R. Nikolson. Tahran. 1373

13.Necmeddin Ebu-bekr ibn Muhammed Razi. Mirsadul-ibad. Be ihtimam-i

Muhammed Emin Riyahi. Tahran. 1371

14.Nasafi Azizaddin. Kitabul-insanul-kamil. Tashih ve mukaddime: Majiran

Müle. Tahran. 1371

15.Tadayyun Ataullah. Hallac ve raz-i Ene‟l-Hak. Tahran. 1373

16.Tehanevi Muhammed b. Ali. Keşşaf-i İstilahatul-funun val-„ulum. Beyrut. 1996

17.Tusi Nasiraddin. Avsaful-Aşraf. Azerbaycan Milli İlmler Akademisi.

Yazmalr Enistusu. M-140 (yazma)

18.Yunus Emre Divanı. Tenkitli metin. Y.Doç.Dr. Mustafa Tatcı. Milli

15

Egitim Basımevi. İstanbul, 1997

19.Zerrinkub Abdulhuseyn. Costucu dar tasavvuf-i İran. Tahran: İntişarat-i

Emir Kebir. 1363

20.Zunnur Rehim. Dar coctucuy-i Hafiz. Tahran: İntişarat-i Zavvar. 1367