Osmanlı Nesir Geleneği ve Günümüz Romanlarındaki İzdüşümleri, Osmanlının Nesir Dili...

39
OSMANLI NESİR GELENEĞİ VE GÜNÜMÜZ ROMANLARINDAKİ İZDÜŞÜMLERİ Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu 21-23 Mayıs 2013, TOBB ETU, Ankara Yrd.Doç.Dr. Mustafa Altun Sakarya Üniversitesi 1 Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013

Transcript of Osmanlı Nesir Geleneği ve Günümüz Romanlarındaki İzdüşümleri, Osmanlının Nesir Dili...

OSMANLI NESİR GELENEĞİ VE

GÜNÜMÜZ ROMANLARINDAKİ İZDÜŞÜMLERİ

Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu 21-23 Mayıs 2013, TOBB ETU, Ankara

Yrd.Doç.Dr. Mustafa Altun Sakarya Üniversitesi

1 Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013

Bu bildirimizde edebiyat bilimcilerin ve filologların eski Türk edebiyatı metinlerine bakışlarını ele aldıktan sonra eski nesir örnekleri ile Türk romanlarından seçme örnek cümlelere yer vereceğiz. Son bölümde de sonuç ve değerlendirmelerimiz olacaktır.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 2

ESKİ TÜRK EDEBİYATINA BAKIŞLAR

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 3

CEM DİLÇİN Âşık Paşa da, o zamana kadar aydın sınıf arasından Türkçenin ne denli “ihmal ve terkedilmiş” olduğunu göstermeye çalışır:

Türk dilini kimseler bakmaz idi Türklere hergiz göñül akmaz idi Türk dahı bilmez idi bu dilleri İnce yolı ol ulu menzilleri

Cem Dilçin (1991), Mes’ûd bin Ahmed-Süheyl ü Nev-Bahâr [İnceleme-Metin-Sözlük], Ankara, s.6-8.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 4

F. KRENKOW

Bir Arap (ya da Fars vb.) kasidesi çok yapay bir kompozisyondur. Şiirin bütünü boyunca aynı uyak kullanılır, her nasılsa bu uzun bir şiir bile olabilir. Ayrıca bu kompozisyon, şiirin bütün yönünü bilinçle koruyan şair tarafından tek bir ölçüyle yazılır. Sonuç olarak oldukça güzel bir şiir bekleyemeyiz. Çölün ve onda barınan hayvanların ve kargaşanın tanımları ilk anda kesinlikle çekici gelebilir fakat sonsuz şiirde benzer tanımlar, aynı durumları açıklamak için farklı kelimelerle ifade edilir. Bu tekdüzelik mide bulandırır.

F. Krenkow (1927), The Encyclopaedia of Islam, 1st ed., s.v. “qasida,” ed. M. Th. Houtsma, et al., 9 vols., Aktaran: Akiko Motoyoshi Sumi (2004), Description in Classical Arabic Poetry: Wasf, Ekphrasis, and Interrapts, Brill, s.3.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 5

MEHMET FUAT KÖPRÜLÜ

Hayatı en gizli, en karmaşık köşelerine kadar göstermeyen, ruhumuzun hamlelerini anlatmayan, duygularımızı tıpkı hayatta olduğu gibi saf ve derin bir surette duyurmayan, elemlerimizi, felâketlerimizi, ahlâkî yaralarımızı açık açık aksettirmeyen bir edebiyat, hayat ile rabıtasız ve sahte bir edebiyattır.

Mehmet Fuad Köprülü (1922) ‘Hayat ve Edebiyatı”, Tevhîd-i Efkâr, 18 Mart 1922, aktaran: Walter G. Andrews (2000), Şiirin Sesi, Toplumun Şarkısı, İletişim Yayınları, s.28-29.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 6

AHMET HAMDİ TANPINAR

Eski şiirin paradoksal tarafı son derece kelimeci olmasına ve baştan aşağı kelime zevkinin idare etmesine rağmen hakikî dil zevkine bir türlü varamamasıdır. Bu yarı yolda kalışın bir sebebi Türkçenin mazbut bir lügatinin yapılmayışı ise öbür sebeplerinden biri de şüphesiz şiirimizin üzerinde vuzuhla konuşan eserlerin yokluğudur. Filhakika eski edebiyatımız üzerinde, kendi devrinde yazılmış ve onun meselelerini dikkatle ele alan hiçbir esere tesadüf edilmez. Halbuki İslâm kültüründe bunun örnekleri vardı. Arap şiiri bilhassa Abbasî devrinden itibaren gerek Bağdat’ta ve gerek Endülüs’te çok muayyen ve ufuksuz hudutlar içinde kalsa bile daima sıkı bir tenkide maruzdu. Medrese kültürüyle yetişmiş şairlerimiz bu kitapları ve Fars dilindekileri okuyorlar, onlardaki belagat meselelerini bizim dilimize olduğu gibi tatbik ediyorlardı. Fakat bu meseleleri dilimize mal etmek akıllarından geçmiyordu. Türkçe onlar için Arapçanın ve Arap zihniyetinin hususiyetlerinden doğmuş bir belâgatin tatbik sahasıydı.

(Ahmet Hamdi Tanpınar (2002), “Eski Şiirimize Dair (Bugün, y. 1, nr. 3, 5 İlkteşrin [Ekim] 1938, s.2), Mücevherlerin Sırrı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, s.50.)

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 7

MERTOL TULUM

Orta Osmanlıca edebi nesrinin, söz varlığı olabildiğince zengin ve biçimce şiire yakın diliyle yazılmış bir metni, anlam ayırtılarını bütünüyle koruyarak ve onu özelleştiren yanlarını tümüyle yansıtarak günümüz diline aktarabilmek hemen hemen imkânsızdır. Bu imkânsızlık her şeyden önce kullanılabilecek dil malzemesinin (söz ve söz öbekleri ile gramer biçimlerinin) farklı ve sınırlı olması; başka bir deyişle, aktarma işlemi yapılırken bugünkü yazı dilinde kullanılmakta olan farklı kalıpların belirlediği bir sınır içinde kalınması zaruretinden kaynaklanır. Bu sınır öncelikle aynı anlam için kullanılmış birden çok kelimeyi çoğu kez kullanılmakta olan tek bir kelimeyle aktarmak zorunda kalmak demektir; halbuki eski süslü nesrin en özellikli yanı, sonu benzer seslerle biten cümle ve cümle parçacıklarının birbirine denk iki unsur hâlinde düzenlenmiş olmasıdır.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 8

MERTOL TULUM

Bu düzenleme ise üç dilden (Türkçe, Arapça ve Farsça) alınmış, çoğu o günün ortak konuşma dilinde kullanılmayan çok zengin bir dil malzemesi kullanılarak yapılmıştır. Öte yandan, edebi nitelikli bu tür nesirlerde söylenmek istenenler çoğu kez doğrudan değil, dolaylı bir yolla dile getirilir. Yüksek bir kabiliyet, üstün bir zekâ, derin bir bilgi, geniş bir kültür, gelişmiş bir edebi zevk gerektiren bu söze dökme anlayışı, kısaca, anlamlar ve kavramlar ile kişi ve nesneler arasında kurulmuş çoğu yeni ve benzersiz benzetme ilişkilerine, çok farklı bilgi alanlarının kelime, terim, deyim, atalar sözü, deyiş gibi türlü unsurlarının argo dahil çeşitli anlam birimleriyle içinde yer aldığı çağrışım alanlarının bir bağlam birimi içinde kullanılarak hayal gücü zenginliğinin kurguladığı ilişkilerle ilişkilendirilmesine dayanır. Bu tarz bir anlatımda söylenenler çoğu kez üstü oldukça örtülü bir biçimle aktarılmış olur ki, bu özellik eskilerce ifadenin ustalıklı ve edebi sayılma şartlarının en önemlisidir ve bu üslup tarzı eski metinleri anlamakta en büyük engeli teşkil eder.

Mertol Tulum (2008), Sûrnâme (Vehbi), Kabalcı Yayınları, İstanbul, s. 7.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 9

VİCTORİA R. HOLBROOK Osmanlı şiirini çökmüş bir imparatorluğun işareti olarak gören modernleştiriciler, edebiyat ve beşeri bilimlerin uluslararası ilişkiler alanındaki değerini gözden kaçırıyorlardı. Onlar milliyetçiliği dinin yerine koymak istiyorlardı. Oysa Batılı devletler dinin yerine ulusal bir edebiyat ve beşeri bilimler geleneğini ikame etmişlerdi. Orta Asya ve Anadolu halk edebiyatlarını canlandırmayı hedefleyen divan karşıtı filoloji ise bunu gerçekleştirmeye muktedir değildi….Burada öne sürülen, Türk devrimcilerinin, bir Türk devletinin bekâsı için Osmanlı şiirinin doğululaşmaya terkedilmesi gerektiğine inandıklarıdır. ‘Zorluk’ bu terkediş için kullanılan bir örtmecedir.

Victoria R. Holbrook (1998), Aşkın Okunmaz Kıyaları, İletişim Yayınları, s.61.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 10

ÖMER FARUK AKÜN

Sadece sanat gayesinin hâkim olduğu bu edebiyatta, Batı tesiri altında yeni bir edebiyatın doğuşundan bu yana, çeşitli ve zamanla biri diğerinin yerini alan adlar verilmiştir. Başlangıçta bu yeni edebiyattan ayrı tutmak düşüncesiyle “edebiyyât-ı cedîde” karşıtı olmak üzere ona “edebiyyât-ı kadîme” ve “şi’r-i kudemâ”, denmiş, mahsullerinden de “âsâr-ı eslâf” diye bahsedilmiştir. Sonraları umumiyetle aşağılayıcı mahiyette bir zihniyeti aksettiren “havas edebiyatı, saray veya enderun edebiyatı, skolastik edebiyat, ümmet çağı edebiyatı” adları verildiği gibi bunlara “Osmanlı edebiyatı, yüksek zümre edebiyatı” şeklinde yeni yeni isimler ilâve olunmuştur.

Ömer Faruk Akün (1994), "Divan Edebiyatı", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, cilt 9, s. 389.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 11

HAKAN KARATEKE Bu tavrın en belirgin özelliği, genelinde saray çevresinde yazılan nesrin dilini küçümser, halktan kopuk, abartılı ve anlaşılmaz bulur ve reddeder bir havada olmasıydı. Görüşümce, saray çevresinde üretilen edebiyatın hor görülmesinin ana nedeni aslında bu edebiyatın önemlir bir işleyiş özelliğinin patronaj ilişkisi olmasıydı. Tabii algının edebiyatın bütününe yönelik olduğunu unutmayalım, yani zaman zaman nazım ve nesre dair fikirlerin birbirine geçtiğini söylemek gerekiyor….Sözün özü (tamamen) bilimsel olmayan bu tavrın paradigmaları sonraları bilimsel görüşü de genelinde şekillendirdi.

Hakan Karateke (2010), “Osmanlı Nesrinin Cumhuriyet Devrinde Algılanışı”, Eski Türk Edebiyatı Çalışmaları V: Nesrin İnşâsı: Düzyazıda Dil, Üslûp ve Türler, (Haz.: Hatice Aynur vd.), Turkuaz Yayınları, s.46.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 12

OSMANLI NESİR ÖRNEKLERİ

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 13

Sinan Paşa’nın Tazarruname’sinden

Gâh olur ki, bir tâyifeyi serverân-ı âlem ve mâlikân-ı rikâb-ı benî-âdem idüp, her kişi anların azametinde hayrân ve taht-ı hükûmetlerinde ser-gerdân; kabza-i kudretlerinde makhûr ve inkıyâd-ı emirlerinde mecbûr; hizmet-i âlîlerinde kâyim, rikâb-ı hümâyûnlarına mülâzım itmişler iken, nâ-gâh tünd-bâd-ı sarsar-ı celâlün esüp, ol serverleri hâk ile yeksân, rahtlarını târâc ü tâlân; ululukların zillete tahvîl, izzetlerin mezellete tebdîl; devletlerin lete, mehâbetlerin mühânete; ni’metlerin nikmete, minhatlerin mihnete, servetlerin resâsete, nedvetlerin nedâmete; mâlların melâlete, sa’âdetlerin şekâvete mübeddel idüp, mahkûmların hâkim, memlûklerin mâlik, me’murların âmir, za’îflerin kâdir; hâdimlerin mahdûm-ı mükerrem, bendelerin emîr-i müfahham eyleyüp, karşularına oturanların karşusına oturdup, ellerin öpenlerün ellerin öptürürsin ki, her mahlûk hayrette kalup ve ehr mevcûd ibret alup bileler kim, Mâlikü’l-mülk sensin ki, milketüne zevâl yok; pâdişâh-ı mutlak sensin ki, pâdişâhluğuna intikal yok.

Mertol Tulum (1971), Sinan Paşa-Tazarrunâme, Milli Eğitim Basımevi, s. 128-129.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 14

Sinan Paşa’nın Tazarruname’sinden

Kimi zaman bir bölük insanı dünya beyleri ve insanoğlunun özengi efendileri edip, herkes onların büyüklüğünde şaşakalmış, güçlükleri altında çaresiz kalmış; kudretlerinin pençesinde ezilmiş, buyruklarına boyun eğmeğe zorlanmış; değerli hizmetlerine koşuşturup oturmaz, kutlu özengilerinden ayrılmaz iken, ansızın o dehşet verici büyüklüğünün şiddetli kasırgası esip, o beyleri hak ile yeksan edip, eşyalarını yağma edilmişe çevirip; ululuklarını düşkünlüğe döndürüp, yüceliklerini alçaklığa indirip; güç ve egemenliklerini un ufak edip, saygı uyandıran görünüşlerini rezilce duruma düşürüp; nimetlerini cezaya, bahşişlerini ezaya; servetlerini bir işe yaramaz hâle, toplantılarını pişmanlığa; mallarını sıkıntıya, mutluluklarını mutsuzluğa döndürüp; mahkûmlarını hakim, kölelerini efendi; buyruk alanlarını buyruk verir, zayıflarını güç kullanır; hizmet edenlerini saygı görür hizmeti görülen, kulluk edenlerini önünde el bağlanır kulluk edilen durumuna getirip, karşılarına oturanların karşısına oturtup, ellerini öpenlerin ellerini öptürürsün; her yaratık şaşakalıp ve her varlık ibret alıp şunu bilsinler diye: egemenliğin gerçek sahibi sensin, öyle ki egemenliğine bitiş yok; kendi başına padişah sensin, öyle ki padişahlığına tükeniş yok.

Mertol Tulum (2011), Sinan Paşa-Yakarışlar Kitabı (Tazarruname), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, s.203

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 15

Nâbi’nin Tuhfetü’l-Haremeyn’inden

Dîvâr-ı harem-i mükerrem ile hâne-i Abbâs, raziye’llâhü anh, cidârında birbirlerine mukâbil çâr sütûn-ı ahzar miyânında olan mesâfede dûş-ı hatveye ilbâs-ı hil‘at-ı sür‘at olunup husûsan harem-i hurrem-i İlâhî’nün Bâb-ı Safâ, Bâb-ı Bagla, Bâb-ı Bâzân, Bâb-ı Alî, Bâb-ı Abbâs, Bâb-ı Cenâ’iz ve Bâbü’s-selâm nâm yedi derîçe-i mutahharesi râh-ı Mes’â’ya dîde-güşâ olmağla esnâ-yı sa‘yda her bâb-ı mu‘allâ-cenâb mukâbiline geldükde şâhid-i tenhâ-nişîn-i Beyt-i İlâhî’nün cilve-i ihtizâzı meşhûd olmagın dest-i nigâh gülzâr-ı cemâlinden şükûfe-çîn-i temâşâ olarak matla‘-ı Safâ’dan makta‘-i Merve’ye dek tekâpûy-ı heft pâre tekmîli ile her heft arûs-ı merâm itmâmına ikdâm olındı

M. Coşkun (2002), Manzum ve Mensur Osmanlı Hac Seyahatnameleri ve Nabî’nin Tuhfetü’l-Haremeyn’i, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, s.272.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 16

Nâbi’nin Tuhfetü’l-Haremeyn’inden Kâbe’nin duvarı ile Abbas’ın -Allah ondan razı olsun- evinin duvarında birbirlerine karşı duran dört yeşil direk ortasında, mesafede adımlamaya sürat elbisesinin giydirilip özellikle mübarek Kâbe’nin Bab-ı Safa, Bab-ı Bağla, Bab-ı Bazan, Bab-ı Ali, Bab-ı Abbas, Bab-ı Cenaiz ve Babü’s-Selam adlı yedi temiz kapısı Mesa yoluna baktığından sa‘y esnasında her yüce kapının karşısına gelindiğinde, yalnız başına oturan bir güzel gibi duran Kâbe’nin titrek cilvesi görünerek, bakış eli yüz güzelliğinin gül bahçesinden temaşa çiçekleri toplayarak Safa’nın başlagıcından Merve’nin sonuna kadar yedi kere hızlı hızlı koşmanın bitirilmesiyle “yedi niyet gelini”nin tamamlanmasına gayretle çalışıldı.

A. Yekta Saraç-Muhsin Macit (2011), XVII. Yüzyıl Türk Edebiyatı, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları, s.126-127.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 17

Nergisî’nin Nihalistan’ından

Le’îmân-ı hısset-şi‘âr-ı tüccârdan bir denî-i küştenî ki kef-dest-i nukre-şümârı cem‘-i dirhem ü dînârdan bir lahza âsûde olmayup tamâmî-i ömrinde bir kalb-i münkesire cebîre-bend-i nevâziş olmak zahmetini irtikâb itmeyüp ne mezra‘a-i hayrâta gendüm-dâne-i atâ ilkâ itmiş ve ne sayd-ı murgan-ı mesûbât içün zîr-i dâm-ı hîle-i şer’iyyeye dâne-pâş-ı hasenât u habbe-nisâr-ı sadaka vü zekât olmış idi. Nâşitâyân-ı tehî-dest-i gürisne-çeşmün havâsıl-ı emellerin vâye-gîr-i ağdiye-i sılât-ı müstetbi’u’l-berekât itmek degül fart-ı buhlı kendi mi’de-i tama‘-perverin dahı bedel-i mâ-yetehallel ile zıyâfete müsâ‘id olmayup tenâvül-i kemter lokma-i penîr ü piyâzı isrâf-ı ‘azîm ‘add itmekle reh-güzer-i mevâşîde müsâdif oldugı revs-i behâyimden iltikât-ı dânehâ-yı şa‘îr ile gelû-yı tama‘-senci memlû ve sîr itmek makâmında idi.

S. Çaldak (2010), Nergisî ve Nihalistân’ı. İstanbul, Kesit Yayınları, s. 455.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 18

Nergisî’nin Nihalistan’ından

Öldürülmeye layık alçak, cimri bir tüccar, para sayan eli dirhem ve dinar biriktirmekten geri kalmayan, ömründe kırık bir kalbi gönül alma sargısıyla sarma zahmetinde bulunmamış, ne hayır tarlasına bir buğday tanesi bağışlamış ne de kurallara uygun biçimde çare tuzağının altına kuşlar için tane atmış, ne sadaka ne de zekat vermişti. Açgözlü adamın cimriliği o kadar aşırıydı ki eli boş açların emellerini yerine getirip onlara yiyecek içecek şeyler ve armağanlar vermek şöyle dursun, kendisi bile vücudu için gerekli yiyeceklerle karnını doyurmaz, peynir ve soğan yemeyi dahi büyük israf sayar; hayvanların yolunda rastladığı tezeklerdeki arpa tanelerini toplayarak açgözlü boğazını doldurur ve doyururdu.

A. Yekta Saraç-Muhsin Macit (2011), XVII. Yüzyıl Türk Edebiyatı, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları, s. 131.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 19

Veysi’nin Hâb-nâmesi’nden Çâr-cihet-i sâhire-i zemîn muğtenim-i ni’am-ı ilâhî ve tarâvet-yâfte-i feyz-i nâ-mütenâhî iken Kâbil, birâderi Hâbil’i küşte-i hançer-i gadr idüp, ol şe’âmet-i katl ile miyâne-i evlâd-ı Âdem’e düşen âteş-i tefrika, cümlesin iki fırka idüp, ol iki gürûh-ı enbûhun biri kâfir, biri müselmân olmağla şemşîr-i bâr-ı fitne vü fesâd iki yüz seksen yıl aralarında der-kâr olup, nice yüz bin üftâde-i hâk ü helâk olan Âdem kanından pehîn-deşt-i ‘âlem, taşt-ı fussâda döndükde mi dünya ma’mûr u âbâdân idi?

Mustafa Altun (2011), Hâb-nâme-i Veysî, MVT Yayınları, s. 47.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 20

Veysi’nin Hâb-nâmesi’nden

Yeryüzünün dört tarafını, Allah’ın nimetlerini zenginleştirdiği iklimleri uçsuz bucasız bolluk tazeliğini bulmuşken, Kâbil, kardeşi Hâbil’i cürüm hançeriyle öldürüp, o uğursuz cinayet ile Âdemoğullarının ortasına düşen ayrılık ateşi, hepsini ikiye bölüp, o kalabalık topluluğun biri müslüman, diğeri kâfir olmakla, fitne ve fesat saçan kılıcı iki yüz seksen yıl kadar aralarında savrulup, toprağa düşen ve helâk olan nice yüz bin insanın kanından yeryüzünün geniş sahrası bozguncuların leğenine döndüğü zaman mı dünya bayındır idi?

Mustafa Altun (2011), Hâb-nâme-i Veysî, MVT Yayınları, s. 47.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 21

TÜRK ROMANLARINDAN ÖRNEKLER

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 22

Abdülhak Şinasi Hisar’ın Çamlıca’daki Eniştemiz’inden

Her eve, aile, mektep, koğuş, kışla, dükkân, idare, fabrika, ticarethane, meclis ve zümrenin kendi fertleri arasında ayrı ayrı birtakım göreneklerden süzülüp gelen ve onları tebessümlerden kahkahalara kadar güldüren birtakım ses, söz, cinas, fikir oyunları, dil persenkleri, hulâsa hususî bir nevi edebiyat vardır ki bunlar, yabancılara kendi ömürlerinin zamanlarında, yani topraklarında çiçek açmamış olduğu için, renksiz ve tatsız görünebilir ve bunlardan hiçbir şey anlamayabilirler.

Abdülhak Şinasi Hisar (2008), Çamlıca’daki Eniştemiz, Yapı Kredi Yayınları, (ilk baskısı 1944), s.142.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 23

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nden

Rumî, Arabî aylar, onların mevsimlerine aşılanmış daha başka daha eski yıl ve zaman bölümleri, güneş ve ay tutulmaları, en ince hesaplarıyla her gün için kaydedilen kuşluk, öğle, ikindi, akşam, yatsı saatleri, büyük fırtınalar, küçük, fakat onun hesabından çok mânalı rüzgârlar, gün dönümleri, şiddetli soğuklar, eyyamı bahur sıcakları, bu küçük cami odasında başında takkesi, alçak sedirinde sağ dizinin üstüne kâğıt tomarlarını dayayarak pirinç gibi rakam dizilerini sıralayan bu adamın kamış kalemiyle sarı pirinç divitinden, yavaş yavaş âdeta çok çeşitli bir rüya gibi doğarlar, sanki sırası geldikçe meydana çıkmak, dünyamızda hüküm sürmek için odanın bir köşesinde, ışığın en az uğradığı ve saat seslerinin en fazla yığıldığı bir tarafında toplanırlardı.

Ahmet Hamdi Tanpınar (2004), Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Dergâh Yayınları, (ilk baskısı1961), s.36.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 24

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’undan

Mümtaz, Akdeniz'in ne olduğunu, nasıl bir hayat rahatlığiyle insanı kavradığını, güneşin, berrak havanın, ufkun çizgisine kadar uzanan ve her dalgayı, her kıvrımı kendi kenarlariyle göze nakşeden sarahatin, insanı nasıl terbiye ettiğini, ruhumuza nasıl doğduğunu, hulasa üzümle zeytini, mistik ilhamla vazıh düşünceyi, en çetin ihtirasla ferdi huzur endişesini elele yürüten tabiatın mahiyetini sonra kitaplardan öğrendi.

Ahmet Hamdi Tanpınar (1999), Huzur, Dergâh Yayınları, (ilk baskısı 1948), s. 29.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 25

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ından

Tekvin ve Vahiy’in yer yer birbirine karıştığı bu kasvet dolu mısralarda, Selim’in kaçınılmaz ve karşı konulmaz bir kadere isyanının gizlenemeyen belirtilerini ve milletinin uzlaşmaya düşkün yatıştırıcı karakterinin bezgin arayıcılığını ve içine sınıflar arası uçurumları eriterek her sınıftan insanın ortak endişesi haline gelen dinin daha erginlik çağının başında onu nasıl yakaladığını, bir kısım cinsel sorunlarını başka yollara çekerek içindeki dünyevi ateşi nasıl küllediğini görüyoruz.

Oğuz Atay (1994), Tutunamayanlar, İletişim Yayınları, (ilk baskısı 1972), s. 223.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 26

Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli’nden

Bedeni, yüzü yana yana, düşlerle, karabasanlarla, çoğu uzaktan yüzüne saldıran kedinin uğultulu vınlamasıyla sıçrayarak, dingin, bir şey yemeden, ara sıra birkaç adım ötedeki ayakyoluna gittiğinde bol bol su içerek, başı, ayakları büyüyerek yattığı uzun zamanın sadece iki gün olduğunu iyiliğe döndüğü, gene bir düşle uyanıp alçak sesle ‘İyi ya, yirmi sekiz Kasımda olsun’ dediği gecenin sabahı ağır ağır giyindikten sonra aynanın önünde “dört ya da beş günlük” sakalına dura dura, gücün kesip dokuzu on iki geçe durmuş saatını cebine koyarak (kasanın üstündeki çalar saat on ikiye sekiz kala durmuştu) serin, kapalı neredeyse yağacak bir havada istasyona gidip aldığı gazetede ‘7 Kasım Perşembe’yi görünce anlamıştı.

Yusuf Atılgan (2010), Anayurt Oteli, Yapı Kredi Yayınları, (ilk baskısı 1973), s.95.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 27

Orhan Pamuk’un Kar’ından Yirmi beş yıl önce, Nişantaşı’nın bir arka sokağındaki evinde bir arkadaşımızın genç yaşta dul kalmış iyice şişman annesinin düzenlediği bu gecelere diğer mutsuz ev kadınları, parmakları felç olmuş bir piyanist, bizim “o da geliyor mu?” diye sorduğumuz orta yaşlı ve asabi bir film yıldızı ve onun ikide bir bayılan kızkardeşi, geçkin film yıldızına “kur yapan” emekli bir paşa ve bizi arka odadan sessizce salona alan arkadaşımızla birlikte Ka ile ben de katılırdık.

Orhan Pamuk (2006), Kar, İletişim Yayınları, (ilk baskısı 2002), s.127.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 28

İhsan Oktay Anar’ın Kitab-ül Hiyel’inden Yüksek kaldırımın ayyaş oyunbazları ve kalleş madrabazları, yüzünü gördükçe feryâd ettikleri Calûd’u aradan asır geçince Kara Calûd diye yâd etmişlerdir ki, yürüttükleri bu namla onun ruhunu şâd eylemişlerdir.

İhsan Oktay Anar (2010), Kitab-ül-Hiyel, İletişim Yayınları, (ilk baskısı 1996), s.73.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 29

İhsan Oktay Anar’ın Suskunlar’ından

Muhteşem Neyzen Bâtın Hazretleri’nin (saadetleri dâim olsun) Kostantiniye’de bulunduğu zamanlarda, yani Sultan Ahmed-i Sâni Han Efendimiz’in devri saltanatından sonraki senelerden birinde, Şaban ayının ondördüncü gecesi, Yenikapı’nın dar ve ıssız sokaklarında kol gezen o ihtiyar bekçi, gökyüzünde ansızın kapkara bulutlar peydâ olur olmaz hiç şaşırmamıştı.

İhsan Oktay Anar (2007), Suskunlar, İletişim Yayınları, s. 11.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 30

Elif Şafak’ın Bit Palas’ından

1 Mayıs 2002 Çarşamba günü saat 12.00’de, bir tarafında sivri dişli devasa bir fare, öbür tarafında kocaman, simsiyah, serapa kıllı bir örümcek resmi bulunan önü arkası sağı solu her tarafı irili ufaklı yazılarla dolu, kirli beyaz bir kamyonet, İstanbul’un çokça kabuk, bir o kadar da isim değiştirmiş ana caddelerinden birine açılan daracık bir ara sokağın köşesine sabahın erken saatlerinde yerleştirildiği halde öğlene doğru nasıl olduysa devrilmiş bariyerleri fark edemeyip yoluna devam etmeye kalkınca birdenbire yaklaşık iki bin iki yüz kişilik bir kalabalığın ortasında buluverdi kendini.

Elif Şafak (2002), Bit Palas, Metis Yayınları, s.11.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 31

Elif Şafak’ın Bit Palas’ından

[Böyle som sessizlikler nadiren yaşanırdı burada. Bunun için...] Ana caddenin trafiğine takılmamak için, kestirme olsun diye peş peşe Jurnal Sokak'a saparak burayı da Arap saçına çeviren arabaların kulakları ziyan kornalarının; köşe başında sergi açmış karpuzcunun ve onun, külüstür kamyonetiyle yaklaşık yirmi dakikada bir aynı noktadan geçecek surette durmadan semti turlayan hoparlörlü rakibinin; tabii bir de on metre ilerideki, apartmanlar arasına sıkışmış iki salıncak, bir tahterevalli, bir de demirleri güneşte çok çabuk ısındığı için yazları sac gibi alev alev yanarak kayanların poposunu yakan kıytırık bir kaydıraktan müteşekkil oyun parkını dolduran çocukların aralarında anlaşmışçasına aniden ve hep birden seslerini kesmeleri gerekirdi.

Elif Şafak (2002), Bit Palas, Metis Yayınları, s.65.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 32

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 33

1. Bütün uzak duruşlara, ‘anlaşılmaz’ metinler olarak görülmesine rağmen Eski Türk Edebiyatı nesir örneklerinin günümüz edebi nesrini doğrudan ya da dolaylı olarak etkilediği düşünülebilir. Bu, gelenekten yararlanma isteği olarak yorumlanabilir.

2. Romancıların gelenekle doğrudan bir temasları olmadan ya da ona öykünmeden sadece bir üst dil (metalanguage) oluşturma kaygısıyla eski nesirle aynı düzlemde buluşmaları da muhtemeldir.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 34

3. Romancıların eski nesirden esinlenme ya da ona öykünme isteğinin kimi zaman Batı’daki edebi akımların etkisi altında geliştiğini de düşünebiliriz. Mesela post-modernizm akımı gibi.

“Postmodernistler sürekli eleştirdikleri büyük anlatıların/teorilerin ve hakikatin ikamesi olarak küçük anlatıları/yerel anlatıları benimsemişler; atasözleri, efsaneler, halk hikâyeleri, mitler, kıssadan hisseler gibi geleneksel anlatılar üzerinde odaklanmışlardır.”

Pauline Marie Rosenau (2004), Postmodernizm ve Toplum Bilimleri, Bilim ve Sanat Yayınları, s. 29. aktaran: Meltem Özcan(2005), Cumhuriyet Dönemi Türk Romanında Postmodernizmin Yeri, Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 54.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 35

Pastiş (üslup taklidi) uygulamalarını romanının genelinde bütüncül bir şekilde hissettiren yazarlardan biri de İhsan Oktay Anar’dır. Anar, kimi zaman halk hikâyelerinin anlatım/aktarım üslûplarını yansıtmış; kimi zaman da masalların dilini, olağanüstülük havası içerisinde aktarmıştır.”

Meltem Özcan(2005), Cumhuriyet Dönemi Türk Romanında Postmodernizmin Yeri, Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 61-62.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 36

Orhan Pamuk, üstkurmaca tekniğini önceleyerek, konu edindiği olayları, dönemin diliyle aktarmadıgına da dikkat çeker: “Bir masanın üzerine koyduğum elyazmasından bir iki cümle okuduktan sonra, kâğıtlarımın durduğu başka bir odadaki öteki bir masaya geçiyor ve aklımda kalan anlamı günümüz kelimeleriyle anlatmaya çalısıyordum.” İhsan Oktay Anar da Kitab-ül Hiyel romanında tarihi, günlük hayatın objektifinden aktarır. Orhan Pamuk’tan farklı olarak, sunduğu tarihî kesiti, döneminin diliyle betimleyerek ironik bir tutum sergiler.

Meltem Özcan (2005), Cumhuriyet Dönemi Türk Romanında Postmodernizmin Yeri, Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 155.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 37

4. Eski nesre aşinalığı bakımından özellikle Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kendisinden sonraki romancılara esin kaynağı olduğu söylenebilir: “Değil yalnız Türk romanında, dünya romanında da resim sanatına ve ressamlara bu kadar çok gönderme yapılan başka bir romanın olduğunu hatırlamıyorum ben. Sanki modernTürk edebiyatının geçmiş kültüre en derin dikkati gösteren ve en “Batılı” yazan Tanpınar,geleneksel kültürümüzde eksikliğini hissettiğimiz resim ve seyretme zevkini romanının dünyasıyla doldurmak istemiştir.”

Orhan Pamuk (1987), ‘Tanpınar’ın Bitmemiş Romanı: Aynadaki Kadın, Cumhuriyet Gazetesi, 12 Kasım 1987, aktaran: Şerife Çağın (2011), “Orhan Pamuk ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ı Birlikte Okumak” Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 4, Ekim 2011, s. 63-81.

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 38

Sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederim.

İletişim Bilgileri E-posta

[email protected]

Uluslararası Osmanlının Nesir Dili Sempozyumu-2013 39