Cehennem - dan brown

1348

Transcript of Cehennem - dan brown

DAN

BROVVN

m

asiyem

Türkçesi

PETEK DEMÎR - İPEK DEMİR

Yazarın Yaytnevimizden Çıkan Kitaplan

DA VİNCİ ŞİFRESİ MELEKLER VEŞEYTANLAR İHANET NOKTASI DİJİTALKALE KAYIP SEMBOL

Bu kitap bir kurgudur. İsimler, karakterler, ticari

şirketler, kurumlar, mekânlar, olaylar yazarınhayal dünyasının ürünleri olup halen hayatta yada ölmüş gerçek kişilerle, olaylarla ve mekânlarlabenzerlikleri tamamen rastlantıdır.

Anne babama...

Teşekkür

Her zamanki gibi öncelikle, editörüm ve yakınarkadaşım Jason Kaufman'a, kendini işineadayışı ve yeteneği, ama en çok da güler yüzlüyaklaşımı için teşekkür ederim.

Olağanüstü eşim Blythe'a, romanın yazımsürecinde gösterdiği sevgi, sabır ve ayrıca öneditör olarak olağanüstü önsezileri ve samimiyetiiçin teşekkür ederim.

Yorulmak nedir bilmeyen ajanım ve güvenilirdostum Heide Lange'ye, birçok ülkede tahminedemeyeceğim kadar çok konuda ustalıklayürüttüğü görüşmeler için teşekkür ederim.Yeteneği ve enerjisi için sonsuza dekminnettarım.

Doubleday'deki tüm ekibe coşkulan,yaratıcılıkları ve tüm kitaplanm için gösterdikleriçabalar için teşekkür ederim. Suzanne Herz'e(bu kadar çok şapka giydiği ve onları böylesineiyi taşıdığı için), Bili Thomas'a, MichaelWindsor'a, JudyJacoby'ye, İne Gallagher'a, BobBloom'a, Nora Reichard'a, Beth Meistor'a,Maria Carella'ya ve sonsuz desteği için SonnyMehta'ya, Tony Chirico'ya, Kathy Trager'a,Anne Messitte'ye ve Markus Dohle'ye teşekkürederim. Ayrıca, Random House satışbölümündeki muhteşem insanlara teşekkür

ederim

Bilge danışmanım Michael Rudell'e küçük veyabüyük her konudaki önsezileri ve dostluğu içinteşekkür ederim.

Yeri doldurulamaz asistanım Susan Morehouse'azarafeti ve enerjisi için teşekkür ederim. Oolmasaydı her şey kaosa dönüşürdü.

Transvvorld'deki tüm dostlanma/ özellikle deyaratıcılığı, desteği ve neşesi için Bili Scott-Kerr'e, liderliği için Gail Rebuck'a teşekkürederim.

İtalyan yaymcım Mondadori'ye, özellikle RickyCavallero, Piera Cusani, Giovanni Dutto, AntonioFranchini ve Claudia Scheu'ya teekkür ederim.Türk yaymam Altm Kitaplar'a, özellikle CynAlpar, Erden Heper ve Batu Bozkurt'a bu

kitapta geçen yerle ie ilgili sağladıklan özelhizmetlerden ötürü teşekkür ederim.

Düm alun dört bir tarafındaki yaymalarımatutkuları, yoğun çalı--malan ve bağhlıkları içinteşekkür ederim.

Bibimle Floransa'da bu kadar çok zamangeçirdiği ve şehrin sakatına, mimarisine hayatgetirdiği için Dr. Marta Alvarez Gonzâlez/eteşekkür ederim.

İtalya gezimizi zenginleştirmek adma tümyaptıklan için eşsiz Maurizio Pimponi'ye teşekkürederim.

Floransa ve Venedik'te bana zaman ayırarakuzmanlıklarını paylaşan tüm tarihçilere,rehberlere ve uzmanlara; Biblioteca Me-diceaLaurenziana'dan Giovanna Rao ve Eugenia

Antonucci'ye, Palazzo Vecchio'dan Serana Pinive personeline, Uffizi Galerisinden GiovannaGiusti'ye, vaftizhane ve II Duomo'dan BarbaraFedeli'ye, San Marco Bazilikasından Ettore Vitove Massimo Bisson'a, Dükalar Sarayı'ndanGiorgio TagUaferro'ya, tüm Venedik içinIsabella di Lenardo, Elizabeth Carroll Consavarive Elena Svalduz'a, Biblioteca NazionaleMarciana'dan Annalisa Bruni ve personeline,ayrıca yukarıdaki listeye eklemeyi unuttuğumbirçok kişiye en içten teşekkürlerimi sunarım.

Sanford J. Greenburger Associates'tan RachaelDillon Fried ve Stephanie Delman'a burada veyurtdışmda yaptıkları her şey için teşekkürederim.

İstisnai beyinler Dr. George Abraham, Dr. JohnTreanor ve Dr. Bob Helm'e bilimsel uzman

görüşleri için teşekkür ederim.

Yazım sürecinde fikirlerini sunan ilkokuyucularım; Greg Brown, Dick ve ConnieBrown, Rebecca Kaufman, Jerry ve OliviaKaufman ve John Chaffee'ye teşekkür ederim.

Web dâhisi Alex Cannon'a, Sanborn MediaFactory'deki ekiple birlikte internet dünyasındaharıl harıl çalıştığı için teşekkür ederim.

Bu kitabın son bölümlerini yazarken bana GreenGables'ta sessiz bir sığınak sağladıkları için Juddve Kathy Gregg'e teşekkür ederim.

Mükemmel internet kaynaklan Princeton DanteProject'e, Columbia Üniversitesi Digital Dante'yeve World of Dante'ye teşekkür ederim.

Cehennemin en karanlık yerleri, buhran

zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır.

GERÇEKLER

Bu romanda bahsi geçen tüm sanat ve edebiyateserleri ile bilim ve tarih gerçektir.

"Konsorsiyum" yedi farklı ülkede şubeleribulunan özel bir kuruluştur. Güvenlik vemahremiyetini korumak için ismi değiştirilmiştir.

Cehennem, Dante Alighieri'nin epik şiiri İlahiKomedya'da betimlenen yeraltı dünyasıdır.Eserde cehennem, "Gölge" denilen varlıkların,yani yaşamla ölüm arasındaki bedensiz vücutlarınbulunduğu, çok ayrıntılı bir dünya olarak tasviredilir.

Önsöz

Ben Gölge'yim.

Acılar kentinden kaçarım.

Sonsuz kederin içinden uçarım.

Amo Nehri kıyısında nefes nefesesürünüyorum... Via dei Castellani'ye doğru soladönüyor, kuzeye yöneliyor, Uffizi'nin gölgelerindekoşturuyorum.

Hâlâ peşimden geliyorlar.

Şimdi, tükenmez bir kararlüıkla avlanırken ayaksesleri daha da yükseliyor.

Yıllarca peşimi bırakmadılar. Onların buısrarcılığı, yeraltında kalmama... arafta

yaşamama... khthonik bir canavar gibi toprağınaltında çabalamama sebep oldu.

Ben Gölge'x/im.

Burada, yerin üstünde, gözlerimi kuzeye dikiyorama doğruca kurtuluşa giden yolubulamıyorum... Çünkü Apennin Dağlan, şafağınilk ışıklarını karartıyor.

Mazgal siperli kulesi ve tek kollu bir saatibulunan meydanı geçiyorum. Sabahın erkensaatlerinde, nefesleri lampredottom vefırınlanmış zeytin kokan sokak satıcılarınınarasından Piazza di San Firenze'ye kıvnlıyorum.Bargello'ya gelmeden karşıya

(1) Büyükbaş hayvanların işkembesinden yapılanbir İtalyan yemeği.

geçerek Badia Kulesi'ne doğru batıya yöneliyorve merdivenlerin dibindeki demir kapıylakarşılaşıyorum.

Burada tüm tereddütler geride bırakılmalı.

Kapı kolunu çeviriyor ve dönüşü olmadığınıbüdiğim pasaja adımımı atıyorum. Kurşun gibiağır bacaklarımı dar merdivenlerden yukançıkmaya zorluyorum... Yıpranmış, çukurlu,yumuşak mermer basamaklardan yukan,gökyüzüne doğru dönerek çıkıyorum.

Sesler aşağıdan yankılanıyor. Anyorlar.

Durup dinlenmeden peşimdeler, yaklaşıyorlar.

Neyin yaklaştığım da... onlara ne yaptığımıda anlamıyorlar!

Nankör dünya!

Ben tırmanırken görüntüler belirginleşiyor...Şehvetli bedenler kızgm yağmurda kıvranıyor,açgözlü ruhfar dışkı içinde yüzüyor, hainlerşeytanm buzlu ellerinde donuyor.

Son basamaklan sendeleyerek çıkıp yukanyavardığımda, sabahın nemli havasında neredeyseöleceğim. Başımın hizasındaki duvara doğrukoşuyor, aralıklardan dışan bakıyorum. Çokaşağılarda, beni sürgün edenlerden yaptığımkendi mabedim, o kutsanmış şehir var.

Ardımdan yaklaşan sesler bağınyor. "Seninyaptığın delilik!"

Delilik deliliği körükler.

"Tann aşkına," diye sesleniyorlar. "Nereye

sakladığını bize söyle!"

Ben de tam olarak Tanrı aşkına,söylemeyeceğim.

Şimdi, sırtımı soğuk taşa vermiş, köşeyesıkıştınlmış öyle-ce duruyorum. Bakışlannı yeşilgözlerime dikmişler; ifadeleri sertleşiyor, artıkaldatıcı değil tehdit ediciler. "Biliyorsun, kendiyöntemlerimiz var. Yerini söylemen için senizorlayabiliriz."

Ben de bu yüz fen 'er. nete giden yolu yanyakadar tırmandım.

Sonra bir ,mı:ı . rk.ımı dönüp uzanıyor, yüksekçıkıntıya parmaklarımla tut ım vc r, kendimiyukan çekiyor, dizlerime dayanıyor ve ayağakalkıyorum... Uçurumun başında dengesizceduruyorum. Boşlukta rehberim ol sevgili

Vergilius.

Ayaklarımdan yakalamak için şaşkınlık içindeileri atılıyorlar ancak dengemi bozup benidüşürmekten de korkuyorlar. Şimdi çaresizlikiçinde yalvarıyorlar ama arkamı döndüm.Yapmam gerekeni biliyorum.

Aşağılarda, baş döndürecek kadar aşağılardakikırmızı tuğla çatılar bir alev denizi gibi yayılmış.Bir zamanlar devlerin gürlediği topraklanaydınlatıyor... Giotto, Donatello, Brunelleschi,Michelangelo, Botticelli.

Ayak parmaklarımı iyice kenara getiriyorum.

"İn aşağı!" diye bağırıyorlar. "Henüz çok geçdeğil!"

Sizi cahiller! Geleceği görmüyor musunuz?

Yaratımın ihtişamını anlamıyor musunuz?Peki ya gerekliliğini?

Bu son fedakârlığı severek yapacağım... vearadığınız şeyi bulma ümidinizi yok edeceğim.

Asla zamanında bulamayacaksınız.

Parke taşlı meydan, onlarca metre aşağıdakisessiz bir vaha gibi beni çağırıyor. Daha fazlazamana nasıl da ihtiyacım var... .-ima zaman,geniş servetimin bile satın alamayacağı bir şey.

Bu son saniyelerde meydana bakıyor ve benişaşırtan bir manzarayla karşılaşıyorum.

Yüzünü görüyorum.

Bana karanlığın içinden bakıyorsun. Gözlerinkederli ama başardığım şey sebebiyle

bakışlarında bir saygı seziyorum. Başkaseçeneğim olmadığını anlıyorsun. İnsanlık aşkına,başyapıtımı korumalıyım.

Şimdi bile büyüyor... bekliyor... yıldızlarıyansıtmayan lagünün kan kırmızı sularınınaltında kaynıyor.

Gözlerimi seninkilerden ayırıyor ve ufku seyredalıyorum. Bu ağır yüklü dünyanın üstünde sonkez yakarıyorum.

Sevgili Tanrım, dünyanın beni günahkâr bircanavar olarak değil, bir kurtarıcı olarakhatırlaması için dua ediyorum. Öyleolduğumu

17

Cehennem / F: 2

biliyorsun. Ardımda bıraktığtm hediyeyiinsanlığın anlaması için dun ediyorum.

Hediyem, gelecektir.

Hediyem, kurtuluştur.

Hediyem, cehennemdir.

Bundan sonra fısdtıyla âmin diyerek... boşluğason adımımı atıyorum.

Hatıralar... dipsiz bir kuyunun karanlığındanyüzeye çıkan kabarcıklar gibi yavaşça canlandı.

Peçeli bir kadın.

Robert Langdon kan kırmızısı suların köpürerekaktığı bir nehrin karşı kıyısından ona baktı. Kadın,

kıyının uzak bir yerinde, örtüsünün altınagizlenmiş yüzü ve vakur tavrıyla karşısındakıpırdamadan duruyordu. Elinde, ayağınındibindeki ceset denizinin onuruna kaldırdığı, mavibir tainia bezi tutuyordu. Her yerde ölüm kokusuvardı.

Kadın, "Ara," diye fısıldadı. "Bulacaksın."

Langdon, kadın sanki bu sözleri kafasının içindesöylüyormuş gibi duydu. "Kimsin sen?" diyebağırdı ama sesi çıkmadı.

Kadın, "Zaman daralıyor," diye fısüdadı. "Arave bul."

Langdon nehre doğru bir adım attı ama suyun,dibi görünmeyecek kadar derin ve kan kırmızısıolduğunu gördü. Bakışlarını yeniden kadınaçevirdiğinde, ayaklarının altındaki cesetlerin iki

katma çıkmış olduğunu fark etti. Şimdi yüzlercesivardı, belki de binlercesi... Bazıları hâlâhayattaydı; acıyla kıvranıyor, akla gelmeyecekecellerle ölüyorlardı... Ateşlerde yanıyor, dışkınıniçine gömülüyor, birbirlerini yiyorlardı. Langdonkarşı kıyıdan gelen acı dolu feryatlarıduyabiliyordu.

Kadın sanki yardım ister gibi, narin elleriniuzatarak ona doğru yaklaştı.

Langdon, "Kimsin sen?!" diye bağırdı.

Kadın, bunun karşılığında uzanıp yavaşçapeçesini kaldırdı. Çarpıcı derecede güzelolmasına rağmen, Langdon'ın tahmin ettiğindendaha yaşlıydı; altmışlarında olabilirdi, tıpkızamansız bir heykel gibi vakur ve güçlüydü. Sertbir çene yapısı, anlamlı gözleri, omuzlarınabukleler halinde dökülen uzun, gümüş grisi saçları

vardı. Boynunda lacivert renkli bir nazarlıktaşıyordu: sütuna sarılmış tek bir yılan.

Langdon, kadını tanıdığını hissetti. Onagüvendiğini. Ama nasıl? Neden?

Şimdi kadm, yerden tepetakla çıkarak, kıvrananbir çift bacağı işaret ediyordu. Beline kadar başaşağı gömüldüğü anlaşılan zavallı bir ruha aitolmalıydı. Adamın solgun uyluğunda çamurlayazılmış tek bir harf vardı: R.

R mi, diye düşündü, emin olamıyordu.Robert'taki gibi mi? "Bu... ben miyim?"

Kadının yüzünden hiçbir şey anlaşılmıyordu."Ara ve bul,” diye yineledi.

Kadm birdenbire beyaz bir ışık yaymayabaşladı... gittikçe parlaklaşıyordu. Tüm vücudu

sarsılarak titreşti ve sonra şiddetli bir patlamaylabinlerce ışık parçasına ayrıldı.

Langdon haykırarak uyandı.

Oda aydınlıktı. Yalnızdı. Havada keskin bir ilaçkokusu vardı ve bir yerlerdeki makine, kalbininritmiyle bipliyordu. Langdon sağ kolunu hareketettirmeye çalıştı ama derin bir sancı ona engeloldu. Bakışlarını indirdiğinde, koluna serumbağlandığını fark etti.

Nabzı hızlanınca makineler de daha hızlıbiplemeye başladı.

Neredeyim? Ne oldu?

Başının arkası korkunç bir ağrıyla zonkluyordu.Baş ağrısının kaynağını bulmak için dikkatliceuzanıp tepesine dokundu. Keçeleşmiş saçlarının

dibinde, kurumuş kanla kaplı yaklaşık bir düzinedikiş, kabarıklar halinde eline geldi.

Geçirdiği kazayı hatırlamak için gözlerini kapattı.

Hiçbir şey. Tam bir hiçlik.

Düşün.

Sadece karanlık.

Langdon'ın hızlanan kalp monitörünün hareketegeçirdiği doktor üniformalı bir adam telaşla içerigirdi. Gür bir sakalı, posbıyığı ve kaim kaşlarınınaltında, derin ve şefkatli bakan gözleri vardı.

Langdon, "Ne oldu?" diyebildi. "Kaza mıgeçirdim?"

Sakallı adam parmağını dudağına götürdü ve

aceleyle dışarı çıkıp koridordan birine seslendi.

Langdon başını çevirdi ama bu hareketi tümkafatasına yayılan bir ağrıyı tetikledi. Derinnefesler alarak ağrının geçmesini bekledi. Sonraçok yavaş ve sistemli bir şekilde içindebulunduğu steril ortamı inceledi.

Hastane odasında tek yatak vardı. Çiçek yoktu.Kart yoktu. Eşyaları şeffaf bir plastik torbaiçinde, yanındaki tezgâhın üstüne konmuştu. Heryerinde kan vardı.

Tanrım. Çok kötüydü herhalde.

Daha sonra başım yavaşça yatağının yantarafındaki pencereye çevirdi. Dışarısı karanlıktı.Geceydi. Camda tek görebildiği kendiyansımasıydı: kül rengi bir yabancı, solgun veyorgun, tüplere ve kablolara bağlanmış, tıbbi

cihazlarla çevrelenmiş.

Koridordaki ses yaklaşınca bakışlarını odayaçevirdi. Doktor, yanında bir kadınla dönmüştü.

Kadm, otuzlu yaşlannm başındaydı. Üzerindemavi doktor üniforması vardı, sarı saçlarınıyürürken arkasında sallanan bir atkuyruğuşeklinde toplamıştı.

İçeri girerken Langdon'a gülümseyerek, "BenDr. Sienna Bro-oks," dedi. "Bu gece Dr.Marconi'yle birlikte çalışıyorum."

Langdon hafifçe başmı evet anlamında salladı.

Uzun boylu ve çevik bir kadın olan Dr. Brooks,bir atlet gibi kendinden emin adımlarlayürüyordu. Üzerindeki biçimsiz üniforma incebedeninin zarafetini saklayamıyordu. Langdon'ın

görebildiği kadarıyla yüzünde makyajolmamasına rağmen cildi, dudağının üstündekiminik ben dışında pürüzsüzdü. Açık kahverengigözleri, kendi yaşındaki birinin nadirenkarşılaşabileceği derin bir tecrübe edinmiş gibi,alışılmışın dışında etkileyiciydi.

Yanma otururken, "Dr. Marconi İngilizceyi pekkonuşamaz," dedi. "Kabul formunuzu benimdoldurmamı istedi." Yeniden gülümsedi.

Langdon hırıltılı bir sesle, "Teşekkürler," dedi.

Dr. Brooks bir işkadmı edasıyla, "Pekâlâ," dedi."İsminiz nedir?"

Biraz düşündü. "Robert... Langdon."

Dr. Brooks, Langdon'ın gözüne ışıklı kaleminituttu. "Mesleğiniz?"

Langdon bu bilgiyi daha yavaş hatırladı."Öğretim üyesi. Sanat tarihi... ve simgebilim.Harvard Üniversitesi."

Dr. Brooks şaşkınlıkla bakarken ışığı indirdi.Kaim kaşlı doktor da onun kadar şaşkmgörünüyordu.

"Siz... Amerikalı mısınız?"

Langdon, Dr. Brooks'a anlam veremeyengözlerle baktı.

"Sadece..." Brooks tereddüt etti. "Bu akşamgeldiğinizde üstünüzde kimlik yoktu. Harris tüvitceket ve Somerset mokasenler giyiyordunuz, buyüzden İngiliz olduğunuzu düşündük."

Langdon bir kez daha, "Amerikalıyım," diyerekdurumunu açıklamaya çalıştı. Kıyafet seçimine

yorum getiremeyecek kadar yorgundu.

"Ağrınız var mı?"

Langdon, "Başım," diyerek cevap verdi. Işıklıkalem, zonklayan başının ağrısını daha daartırmıştı. Neyse ki doktor onu artık cebineatmış, Langdon'ın bileğinden nabzmı ölçüyordu.

Dr. Brooks, "Haykırarak uyandınız," dedi."Sebebini hatırlıyor musunuz?"

Langdon yeniden, etrafı kıvranan vücutlarlaçevrilmiş peçeli kadının tuhaf görüntüsünühatırladı. Ara, bulacaksın. "Kâbusgörüyordum."

"Neyle ilgili?"

Langdon gördüklerini anlattı.

Defterine not alırken Dr. Brooks'un ifadesi hiçdeğişmedi. "Böyle korkutucu rüyalara neyinsebep olabileceği hakkında bir fikriniz var mı?"

Langdon hafızasını yoklayıp başmı iki yanasallayınca, bu hareketinin karşılığı yine zonklamaoldu.

Genç doktor yazmaya devam ederken, "PekâlâBay Langdon," dedi. "Size birkaç rutin soîumolacak. Hangi gündeyiz?"

Langdon biraz düşündü. "Cumartesi. Gününerken saatlerinde kampusta yürüdüğümühatırlıyorum... Akşamüstü derslerine gidiyordum,sonra... son hatırladığım şey bu. Düştüm mü?"

"O konuya geleceğiz. Nerede olduğunuzu biliyormusunuz?"

Langdon bir tahmin yürüttü. "MassachusettsHastanesi mi?"

Dr. Brooks başka bir not aldı. "Aramamızıistediğiniz biri var mı? Eşiniz? Çocuklarınız?"

Langdon alışkın olduğu üzere, "Kimse yok," diyecevap verdi. Seçmiş olduğu bekâr hayatının onasağladığı yalnızlık ve özgürlüğün keyfi tartışmagötürmezdi ama itiraf etmeliydi ki, içindebulunduğu durumda, yanında tanıdık bir yüzünolmasını tercih ederdi. "Arayabileceğim bazı işarkadaşlarım var ama iyiyim."

Genç doktor not almayı bitirdikten sonra dahayaşlı olan Dr. Marconi yaklaştı. Kalın kaşlarınıdüzelterek cebinden küçük bir ses kayıt cihazıçıkarıp Dr. Brooks'a gösterdi. O da başmı,anladığını belli eder şekilde sallayıp yenidenhastasına döndü.

"Bay Langdon bu akşam geldiğinizde üst üsteaynı şeyi mırıldandınız." Dijital kayıt cihazınındüğmesine basan Dr. Mar-coni'ye bir göz attı.

Kayıt çalmaya başladığında Langdon, aynısözleri tekrarlayan kendi hırıltılı sesini duydu."Ve... sorry. Ve... sorry."m

(1) Kitabın ilerleyen bölümlerinde söz konusuifadeyle ilgili bir kelime oyunu olduğundan,İngilizceden çevrilmeyerek olduğu gibibırakılmıştır.

Genç kadın, "Bana sanki 'Very sorry. Verysorry'm diyormuş-sunuz gibi geldi," dedi.

Langdon da onunla aynı fikirdeydi ama hiçbir şeyhatırlamıyordu.

Dr. Brooks gözlerini, huzurunu kaçıracak şekildeLangdon'a dikti. "Bunu neden söylediğinize dairbir fikriniz var mı? Bir şeye mi üzülüyorsunuz?"

Langdon zihninin karanlık köşelerini yoklarkenyeniden peçeli kadım gördü. Etrafı cesetlerleçevrili kan kırmızısı bir nehrin kıyısındaduruyordu. Ölüm kokusu geri gelmişti.

Langdon birden içgüdüsel bir tehlike sezinledi...Sadece kendisi için değil, herkes için. Kalpmonitörünün biplemesi hızlandı. Kasları gerildi veyatağında doğrulmaya çalıştı.

Hemen Langdon'ın göğsüne elini koyan Dr.Brooks, onu yerine yatırdı. Yanındaki tezgâhadoğru yürüyüp bir şeyler hazırlayan sakallıdoktora şöyle bir baktı.

Dr. Brooks, Langdon'ın üzerine eğilerek fısıldadı.

"Bay Langdon, beyin sarsıntısı geçirenlerdeendişe sık rastlanan bir durumdur ama nabzınızınhızlanmaması gerekiyor. Hareket etmeyin.Heyecanlanmayın. Yatıp istirahat edin.İyileşeceksiniz. Hafızanı/ zamanla tazelenecek."

Geri gelen sakallı doktor, elindeki şırıngayı Dr.Brooks'a uzat-h. O da Langdon'ın serumunaenjekte etti.

"Sizi yatıştıracak hafif bir sakinleştirici," diyerekaçıkladı. "Ağrınıza da iyi gelecek." Gitmek üzereayağa kalktı. "İyileşeceksiniz Bay Langdon. Sizuyuyun. Bir şeye ihtiyacınız olursa yatağınızınyanındaki düğmeye basın."

Işığı kapatıp sakallı doktorla birlikte dışarı çıktı.

Karanlıkta yatan Langdon, üacın sisteminehemen yayılarak vücudunu, içinden çıktığı o derin

kuyuya sürüklediğini hissetti. Gözlerini odanınkaranlığında açık tutarak bu hisle ijjsjicadele etti.Doğrulmaya çalıştı ama bedeni adeta taşkesmişti

(1) "Çok üzgünüm, çok üzgünüm."

Dalmadan önce kendini pencereye bakarkenbuldu. Işıklar kapalıydı ve karanlık camdaki kendigörüntüsü yavaş yavaş yok olurken yeriniuzaktaki ışıklı şehir manzarasına bırakıyordu.

Şimdi Langdon'ın görüş alanında, kuleler vekubbelerin arasında görkemli cephesi olan tek biryapı görünüyordu. Bu muazzam taş kaleninyukan doğru yükselip dışa doğru çıkıntı yapandoksan metrelik kulesinin mazgallı siperleri gözeçarpıyordu.

Başı ağndan patlayacakmış gibi olan Langdon

yatağında doğruldu. Zonklamayla mücadeleederken bakışlarını kuleye çevirdi.

Bu ortaçağ yapısını iyi tanıyordu.

Dünyada bir eşi yoktu.

Ne yazık kiy aynı zamanda Massachusetts'tenaltı bin beş yüz kilometre uzaktaydı.

Langdon'ın penceresinin dışında, ViaTorregalli'nin gölgeleri arasına saklanmış güçlüyapılı bir kadm, BMW motosikletinden çevikhareketlerle indi ve avının peşindeki bir pantergibi ilerledi. Delici bakışları ve kirpi gibi saçlarıvardı. Üzerine giydiği siyah deri motosikletceketinin yakasını yukarı kaldırmıştı. Susturuculusilahını kontrol etti ve başmı kaldırıp RobertLangdon'ın ışıklarının kapandığı pencereye baktı.

Akşamın erken saatlerindeki görevi inanılmazderecede ters gitmişti.

Tek bir kumrunun ötüşüyle her şey değişti.

Şimdiyse bu işi düzeltmeye gelmişti.

Floransa'da mıyım?

Robert Langdon'ın başı zonkluyordu.Hastanedeki yatağında dikilmiş sürekli çağrıbutonuna basarken, vücut sistemine yayılmışsakinleştiricilere rağmen kalbi hızla çarpıyordu.

Dr. Brooks atkuyruğu şeklindeki saçlarımsallayarak telaşla içeri girdi. "İyi misiniz?"

Langdon sersemlemiş bir ifadeyle başını iki yanasalladı. "Ben... İtalya'da mıyım?"

Dr. Brooks, "Çok iyi," dedi. "Hatırlıyorsunuz."

"Hayır!" Langdon pencereden görünen uzaktakibüyük binayı işaret etti. "Palazzo Vecchio'yutanıdım."

Dr. Brooks ışıklan yakınca Floransa manzarasıbir anda kayboldu. Langdon'ın yatağının yanmagelip sakin bir sesle konuşmaya başladı. "BayLangdon endişelenmenize gerek yok. Küçükçaplı bir hafıza kaybı yaşıyorsunuz, ama Dr.Marconi beyin fonksiyonlarınızın normalolduğunu söyledi."

Çağrı butonunu duyan sakallı doktor da aceleyleiçeri girmişti. Dr. Brooks hızlı ve akıcı birİtalyancayla bir yandan Langdon'ın İtalya'daolduğunu öğrenince ne kadar agitato olduğundanbahsediyor, bir yandan da kalp monitörünükontrol ediyordu.

Langdon öfke içinde, heyecanlanmak mı, diyedüşündü. Daha çok, şok oldum! Salgılamaktaolduğu adrenalin, bedenine yayılmış

olan sakinleştiricilerle savaşa girmişti. "Bana neoldu?" diye sordu. "Bugün günlerden ne?!"

Dr. Brooks, "Her şey yolunda," dedi. "Sabahınerken saatleri. 18 Mart Pazartesi."

Pazartesi. Langdon ağrıyan başına rağmenkendini en son yaptığı şeyleri hatırlamaya zorladı;soğuk ve karanlıktı. Cumartesi sabahı akşamüstüderslerine girmek için Harvard kampusunda tekbaşına yürüyordu. Bu, iki gün önce miydi?!Derslere veya sonrasına ait bir şey hatırlamayaçalışırken içini büyük bir telaş sardı. Hiçbir şeyhatırlamıyorum. Kalp monitörünün biplemesihızlandı.

Yaşça büyük olan doktor, sakalını kaşıyarakmakineleri ayarlarken Dr. Brooks tekrarLangdon'ın yanma oturdu.

Yumuşak bir sesle, "İyi olacaksınız," diyerek onusakinleştirmeye çalıştı. "Size geçici hafıza kaybıteşhisi koyduk ki, bu da kafa travmalarında çokyaygındır. Son birkaç güne ait hatıralarınızbulanık veya eksik olabilir ama bu kalıcı birdurum değil." Duraksadı. "İsmimi hatırlıyormusunuz? İçeri girdiğimde size söylemiştim."

Langdon kısa bir süre düşündü. "Sienna." Dr.Sienna Brooks.

Dr. Brooks gülümsedi. "Gördünüz mü? Şimdidenyeni hatıralar oluşturmaya başladınız."

Langdon'ın başındaki ağrı dayanılmazdı, yakıngörüşü ise hâlâ bulanıktı. "Ne... oldu? Buraya

nasıl geldim?"

"Bence dinlenmelisiniz ve belki de..."

Langdon tekrar, "Buraya nasıl geldim?!" diyesordu, kalp monitörü yeniden hızlanmıştı.

Dr. Brooks endişeli bir ifadeyle meslektaşıylabakışıp, "Tamam, yavaşça nefes alın," dedi. "Sizeanlatacağım." Sesi fark edilir derecedeciddileşmişti. "Bay Langdon, üç saat öncesersemlemiş bir halde acil servise geldiniz,başınız kanıyordu ve o an olduğunuz yereyığıldınız. Kim olduğunuz veya buraya nasılgeldiğiniz hakkında kimsenin bir fikri yoktu.İngilizce bir şeyler mırıldanıyordunuz. Bu yüzdenDr. Marconi benim yardımcı olmamı istedi.Buraya İngiltere'den geldim, araştırmaiznindeyim."

Langdon kendini bir Max Ernst tablosunun içindeuyanmış gibi hissediyordu. İtalya'da ne işim var?Genellikle her yıl sanat konferansı için haziranaymda İtalya'ya gelirdi ama şimdi martaymdaydılar.

Yatıştırıcılar Langdon'ı iyice etkisi altına almayabaşlamıştı. Yerçekimi sanki her geçen saniyedaha da güçleniyor ve onu yatağın içinden aşağıçekmeye çalışıyormuş gibi hissetmesine nedenoluyordu. Kafasını kaldırıp uyanık kalmayaçalışarak yer-çekimiyle savaştı.

Dr. Brooks havada duran bir melek gibi üzerinedoğru eğildi. "Lütfen, Bay Langdon/' diyefısıldadı. "Kafa travmalannda ilk yirmi dört saatçok önemlidir. Dinlenmeniz gerekiyor, yoksakendinize ciddi zararlar verebilirsiniz."

Odanın dahili haberleşme sisteminde çatallı bir

ses duyuldu. "Dr. Marconi?"

Sakallı doktor duvardaki bir düğmeye basarakcevap verdi. “Sı?"m

Dahili telefondaki ses hızlı bir İtalyancaylakonuşuyordu. Langdon bu konuşmaların neanlama geldiğini yakalayamasa da iki doktorunbirbirlerine şaşkınlık içinde bakışmalarınıyakaladı. Yoksa, dehşet içinde mibakışıyorlardı?

Marconi, "Un minuto;"a) diyerek konuşmayıbitirdi.

Langdon, "Ne oldu?" diye sordu.

Dr. Brooks'un gözleri kısılmıştı. "Arayan yoğunbakım resep-siyonistiydi. Bir ziyaretçiniz varmış."

Bu umut ışığı Langdon'ın sersemliğini üzerindenatmasım sağladı. "Bu iyi haber! Belki de bu kişi,başıma ne geldiğini biliyordur."

Dr. Brooks şüphelenmiş gibiydi. "Buraya biriningelmiş olması biraz tuhaf. İsminizi bilmiyorduk vehenüz sisteme kaydınız bile yapılmadı."

(1) "Evet?"

(2) "Bir dakika."

Lanyîon güçlükle yatağında doğrulmaya çalıştı."Eğer birisi burada olduğumu biliyorsa, o zamanbaşıma ne geldiğini de biliyordur!"

Dr. Brooks, Dr. Marconi'ye bakınca, adamanında başmı iki yana sallayarak parmağıyla kolsaatine vurdu. Dr. Brooks tekrar Langdon'adöndü.

"Burası yoğun bakım ünitesi," diye açıkladı."Sabah dokuzdan önce içeri kimse alınmıyor.Birazdan Dr. Marconi dışarı çıkıp ziyaretçininkim olduğunu ve ne istediğini öğrenecek."

Langdon, "Peki, ya benim isteklerim?" diyesordu.

Dr. Brooks anlayışla gülümsedi ve hastasınabiraz daha yaklaşarak alçak sesle konuşmayabaşladı. "Bay Langdon, dün geceyle... vebaşınıza neler geldiğiyle ilgili bilmediğiniz birtakımşeyler var. Ve biriyle konuşmadan öncegerçekleri öğrenmeye hakkınız olduğunudüşünüyorum. Ne yazık ki, henüz bunlarıöğrenecek kadar güçlü..."

Langdon kendini iyice doğrultmaya çalışırken,"Hangi gerçekleri?!" diye sordu. Kolunabağlanan serumun iğnesi canını yakıyor, vücudu

ona birkaç yüz kilo gibi geliyordu. "Tek bildiğim,Floransa'da bir hastanede olduğum ve burayasürekli 'Çok üzgünüm...' diye sayıklayarakgeldiğim."

Bir anda akima korkunç bir fikir geldi.

Langdon, "Trafik kazası mı geçirdim?" diyesordu. "Birini mi yaraladım?!"

Dr. Brooks, "Hayır hayır," dedi. "Öyle olduğunusanmıyorum."

Langdon öfke dolu gözlerle iki doktora dabakarak, "O zaman nell" diye zorladı. "Nelerolduğunu bilmeye hakkım var!"

Uzun bir sessizlikten sonra Dr. Marconi, çekicigenç meslektaşına gönülsüz bir şekilde başıylaonay verdi. Dr. Brooks nefes verip Langdon'ın

başucuna iyice yaklaştı. "Pekâlâ, size bildiklerimianlatacağım... ve siz de sakin bir şekildedinleyeceksiniz, anlaştık mı?"

Langdon başını salladı ve bu hareket kafatasınıniçine ani bir ağrının yayılmasına neden oldu.Cevaplan bir an önce duymak istediği için ağrıyaaldırmadı.

"Bilmeniz gereken ilk şey şu ki... başınızdakiyaranın sebebi bir kaza değil."

"Tamam, bu bir teselli oldu."

"Pek sayılmaz. Aslına bakarsanız, başınızdakiyaranm sebebi bir kurşun." ,

Langdon'ın kalp monitörü daha hızlı biplemeyebaşladı. "Efendim!?"

Dr. Brooks sakin ama hızlı bir şekildekonuşmaya devam etti. "Bir kurşun kafatasınızıntepesini sıyırıp geçmiş ve büyük ihtimalle birbeyin sarsıntısı geçirmenize neden olmuş.Hayatta kaldığınız için çok şanslısınız. Birkaçmüim daha aşağıya gelmiş olsaydı..." Başım ikiyana salladı.

Langdon şaşkınlık içinde ona baktı. Biri banaateş mi etmiş?

O sırada koridorda çıkan bir tartışmamn öfkelisesleri odayı doldurdu. Langdon'ı ziyarete gelenkişinin beklemek istemediği anlaşılıyordu.Langdon neredeyse aynı anda, koridorun diğerucundaki ağır bir kapının hızla açıldığını duydu.Yaklaşan kişiyi görene kadar bakışlarım kapıdanayırmadı.

Kadm baştan aşağı siyah deri kıyafetler giymişti.

Çevik ve güçlü bir görüntüsü; koyu renk, kirpigibi kısa saçları vardı. Hiç zorlanmadan, ayaklarısanki yere basmıyormuş gibi yürüyordu vedoğrudan Langdon'ın odasına yönelmişti.

Dr. Marconi vakit kaybetmeden kapı aralığınagidip ziyaretçinin girişini kapattı. Elini bir polisgibi uzatarak, "Fermati c\ui!"m dedi.

Yabancı, Dr. Marconi'ye gittikçe yaklaşırkensusturuculu bir tabanca çıkardı. Doktorungöğsüne nişan alıp ateş etti.

Kısa ve net bir tıslama duyuldu.

Langdon, Dr. Marconi'nin geri geri odanm içinedoğru sen-deleyişini, yere düşüp göğsünütutuşunu ve beyaz laboratuvar önlüğünün kanabulanışını dehşet içinde izledi.

(1) "Burada dur!"

İtalya kıyılarının beş mil açığında, yetmiş metrelikThe Men-dacium isimli lüks bir yat, Adriyatik'inyavaşça kabaran sularından yükselen şafaköncesi sisinin arasında ilerliyordu. Gemi, dikkatçekmeyen gri gövdesi yüzünden askeri birgeminin sıkıcı havasını taşıyordu.

Üç yüz milyon doların üzerinde bir fiyatı olanteknede her tür konfor mevcuttu: spa, havuz,sinema, özel denizaltı ve bir helikopter pisti.Ancak, teknenin sahip olduğu bu özellikler, onubeş yıl önce satın alan ve bu alanların büyük birkısmını askeri seviyede kurşun kaplı birelektronik kumanda merkezi kurmak için anındadönüştüren sahibinin pek de umurunda olmamıştı.

The Mendacium'un üç özel uydu bağlantısı veyer üstü röle istasyonlarıyla desteklenen

kumanda odasında, gemide yaşayan ve teşkilatınkarada üslenmiş operasyon merkezleriyle sürekliiletişim halinde olan; teknisyenler, analistler veoperasyon koordinatörlerinden oluşan yaklaşıkyirmi dört kişilik personeli bulunuyordu.

Geminin güvenliği askeri eğitim almış küçük birbirlik, iki füze tespit sistemi ve en yeni silahlarınbulunduğu bir cephanelikten oluşuyordu. Aşçılar,temizlik ve hizmet elemanları gibi yardımcıpersonelle birlikte gemide kırktan fazla kişiçalışıyordu. The Mendacium, aslında sahibininimparatorluğunu yönettiği portatif bir ofis binasıgibiydi.

Çalışanlarının sadece "Amir" olarak bildikleri buadam; ufak tefek, bodur, yanık tenli ve çukurgözlü biriydi. Etkileyici olmayan fiziği ve dolaysıztarzı, sunduğu gizli hizmetlerden oluşan özelmönüsüyle büyük servet yapmış birine çok

uyuyordu.

Ondan farklı pek çok şekilde bahsedilirdi; ruhsuz,paragöz, günah yöneticisi, suç ortağı, şeytanınadamı... Ama o bunlardan hiçbiri değildi. Amir,müşterilerine tutkularının ve arzularının peşindengitme fırsatı sunuyordu. İnsanlığın doğuştangünahkâr olması onun sorunu değildi.

Aleyhinde konuşanlara ve onların etik itirazlarınarağmen Amir'in ahlaki pusulası sabitti. Şöhretinive Konsorsiyum'u iki altm kural üzerinekurmuştu.

Asla tutamayacağın bir söz verme.

Ve asla bir müşteriye yalan söyleme.

Asla.

İş yaşamı boyunca sözünü tutmadığı hiç olmamışveya bir anlaşmayı bozmamıştı. Sözünün erioluşu kesin bir garantiydi ve bazen pişmanolduğu anlaşmalar yapsa da bozmayı aslaaklından geçirmezdi.

O sabah, yatının lüks kamarasının balkonunaçıktığında, köpüren denize bakarak içine yerleşenendişeyi def etmeye çalışıyordu.

Geçmişte verdiğimiz kararlar geleceğimizinmimarıdır.

Amir'in geçmişte verdiği kararlar onun her mayıntarlasında pazarlık yapabilmesini ve her zamanbaşarılı olmasını sağlamıştı. Ancak, o günpencereden İtalya topraklarının uzak ışıklarınabakarken kendini hiç olmadığı kadar gerginhissediyordu.

Bir yıl önce tam da bu yatta, sonuçları şimdikurmuş olduğu her şeyi tehdit eden bir kararvermişti. Yanlış adama hizmet etmeyi kabulettim. Amir'in bunu o sırada bilmesine imkânyoktu, ancak şimdi bu yanlış hesap beklenmediksorunları beraberinde getirmiş ve batmakta olangemisini alabora olmaktan kurtarmak için en iyiajanlarından bazılarını "ne gerekiyorsa" yapmaemriyle sahaya yollamak zorunda kalmıştı.

Amir şu anda özellikle bir ajandan haber almayıbekliyordu.

Güçlü, kirpi saçlı ajanını düşündü: Vayentha. Bugöreve kadar kendisine mükemmel bir şekildehizmet veren Vayentha, geçen akşam korkunçsonuçlara neden olan bir hata yapmıştı. Son altısaat, durumun kontrolünü yeniden ele geçirmekiçin faydasız bir çabaya girmişlerdi.

Vayentha hatasına bir şanssızlığın sebepolduğunu söyledi, zamansız öten birkumrunun.

Ne var ki Amir, şansa inanmazdı. Her şeyi, şansıve tesadüfleri ortadan kaldırmak üzerinekurmuştu. Kontrol, Amir'in uzmanlık alanıydı; herihtimali önceden düşünmek, her tepkiyi tahminetmek ve gerçeği, arzu edilen sonuca doğruyönlendirmek. Kusursuz bir başarı ve gizlilik sicilivardı. Bu da milyonerler, politikacılar, şeyhler vehatta hükümetlerden oluşan muazzam bir müşterilistesi anlamına geliyordu.

Doğuda beliren sabahın ilk ışıkları ufuktaki alçakyıldızlan soldurmaya başlamıştı. Amir güvertededurmuş, sabırla Vayent-ha'dan göreviniplanlandığı şekilde tamamladığı haberini almayıbekliyordu.

Cehennem / F: 3

33

Langdon, bir an için zamanın durduğunu sandı.

Yerde hareketsiz yatan Dr. Marconi'ningöğsünden kanlar fışkırıyordu. Langdonbakışlarını doktordan, koridordan odasına doğruilerlemekte olan kirpi saçlı suikastçıya dikti.Kadm, kapı eşiğine yaklaşınca Langdon'a baktıve hemen silahını ona doğrultarak kafasına nişanaldı.

Langdon, öleceğim, diye düşündü. Şimdi,burada.

Küçük hastane odasındaki silah sesi sağır

ediciydi.

Vurulduğundan enim olan Langdon kendinigeriye çekti ama ses saldırganın silahındangelmemişti. Dr. Brooks, kendini ağır metalkapıya doğru atarak kapıyı kapatmış ve kilidiçevirmişti.

Genç doktor korku dolu gözlerle hemen arkasmadönüp kanlar içindeki meslektaşının yanmaçömeldi ve nabzını kontrol etti. Dr. Marconiöksürünce ağız dolusu kan yanağından gürsakalına doğru aktı. Sonra hareketsiz kaldı.

Dr. Brooks, "Enrico, no! Ti prego!"m diyehaykırdı.

Dışarıda, metal kapının arkasma kurşunlaryağıyordu. Alarm sesleri koridorda yankılanmayabaşlamıştı.

Langdon'ın bedeni bir şekilde harekete geçmiş,panik ve hayatta kalma içgüdüsü yatıştırıcılarıetkisiz bırakmıştı. Güçlükle yatağından kalkmayaçalışırken kolunda yakıcı bir acı hissetti.

(1) "Enrico, hayır! Lütfen!"

Bir an için bir kurşunun kapıdan geçip kendisineisabet ettiğini düşündü ama aşağı bakıncaserumun kolundan çıktığını gördü. Plastikkateterin ucundan sıcak kan dışarı akıyordu.

Langdon artık tamamıyla ayılmıştı.

Dr. Marconi'nin yanma çömelmiş olan Dr.Brooks yaşlı gözlerle hâlâ nabız arıyordu. Sonra,sanki içinde bir ışık yanmış gibi ayağa kalkıpLangdon'a döndü. Genç doktorun ifadesiLangdon'ın gözleri önünde bir anda değişiverdi.

Genç hatları, krizle karşılaşan tecrübeli bir acilservis doktorunun kararlılığıyla sertleşti.

"Beni izle," dedi.

Dr. Brooks, Langdon'ın kolunu tutarak onuodada yürüttü. Langdon güçsüz bacaklarıylasendeleyerek ilerlerken, koridorda silah sesleri vekargaşa devam ediyordu. Zihni açıktı amauyuşturulmuş bedeni tepki vermektezorlanıyordu. Hareket et! Ayaklarının altındakiseramik zemin soğuktu ve ince hasta önlüğü birseksenlik bedenini örtecek kadar uzun değildi.Kolundan damlayarak avucunun içine dolankanları hissedebiliyordu.

Kurşunlar ağır kapı tokmağına çarpmaya devamediyordu. Dr. Brooks, Langdon'ı sertçe küçük birtuvalete doğru itti. Peşinden içeri girecekkendurup arkasma baktı ve tezgâha doğru koşup

Langdon'ın kanlı Harris ceketini kaptı.

Lanet ceketimi boş ver!

Ceketle birlikte geri dönüp çabucak banyokapısını kilitledi. Tam o sırada, dışarıdaki odanmkapısı kırılarak açıldı.

Genç doktor minik banyonun içinden ikinci birkapıya doğru ilerleyip açtı ve Langdon'ı bitişiktekiayılma odasına aldı. Silah sesleri arkalarındayankılanırken, Dr. Brooks kafasını koridoradoğru uzatıp Langdon'ı kolundan tuttu vekoridorun karşısındaki merdivene doğrusürükledi. Bu ani hareket profesörün başınındönmesine sebep oldu, her an bayılabileceğinihissediyordu.

Sonraki on beş dakika bulanıktı. Aşağı inenmerdivenler... sendeleme... düşme. Langdon'ın

kafasındaki zonklama daya-mlmaz bir halegelmişti'. Görüşü artık daha da bulanık, kaslanuyuşuktu; her hareketi ertelenmiş bir tepkigibiydi.

Ve sonra hava soğudu.

Dışarıdayım.

Genç kadm onu binanın uzağındaki karanlık birara sokakta sürüklerken, Langdon keskin birşeyin üzerine basıp kaldırıma sertçe düştü.Adama yatıştırıcı verdikleri için yüksek sesleküfreden Dr. Brooks, onu ayağa kaldırmayaçalıştı.

Ara sokağın sonuna yaklaştıklarında Langdonyine tökezledi. Dr. Brooks bu kez onu yerdebırakıp caddeye doğru koştu ve uzaktaki birineseslendi. Langdon hastanenin önüne park etmiş

bir taksinin belli belirsiz yeşil ışığım gördü.Arabada hiçbir hareketlilik yoktu, şoför büyükihtimalle uyuyordu. Dr. Brooks bağırarakkollarını salladı. Sonunda taksinin farları yandı veağır ağır onlara doğru ilerledi.

Ara sokakta Langdon'ın arkasında bir kapısertçe açıldı; ardından, hızla yaklaşan ayaksesleri duyuldu. Arkasını dönünce kendisinedoğru ilerleyen karanlık bir şekil gördü. Ayağakalkmaya çalıştı ama doktor onu çoktan tutmuş,bekleme halindeki bir Fiat taksinin arkakoltuğuna oturtmaya çalışıyordu. Genç kadmüzerine doğru abanıp kapıyı kapatırken, bedenininyansı koltukta yansı yerdeydi.

Uyku sersemi şoför, arkasını dönüp taksisinedoluşan tuhaf İkiliye baktı. Karşısındaatkuyruklu, ameliyat üniformalı genç bir kadınlakolu kanayan ve yansı yırtık hasta önlüğü giymiş

olan bir adam vardı. Yan ayna havaya uçarkenbüyük ihtimalle onlara arabasından inmelerinisöylemek üzereydi. Siyah deri ceketli kadm arasokaktan çıkıp silahım doğrulttu. Dr. Brooks,Langdon'ın kafasını tutup aşağı doğru bastırırkentabanca yine ateş aldı. Arka pencere patlayıncabir anda cam yağmuruna tutuldular.

Şoföre daha fazla açıklama yapmaya gerekkalmamıştı. Gazı kökledi ve taksi hızla ileri atıldı.

Langdon baygınlığın eşiğinde düşünmeye çalıştı.Biri beni öldürmeye mi çalışıyor?

Dr. Brooks köşeyi döndüklerinde doğrulupprofesörün kanayan kolunu tuttu. Kateterin ucugarip bir şekilde etindeki delikten dışarı fırlamıştı.

"Pencereden dışarı bak," dedi Sienna.

Langdon söyleneni yaptı. Dışarıda, hayaletimsimezar taşları karanlıkta akıp gidiyordu. Birmezarlığın yanından geçmelerini nedense durumauygun bulmuştu. Langdon, doktorunparmaklarıyla kateteri yokladığım hissetti, sonragenç kadm bir anda çekip çıkardı.

Yakıcı bir acı doğrudan Langdon'ın beyninedoğru ilerledi. Gözlerinin kaydığını hissetti vesonra her şey karardı.

Telefonunun tiz ziliyle Amir, gözlerini Adriyatik'insakinleştirici sisinden ayırdı ve hızlakamarasındaki ofisine doğru ilerledi.

Sabırsızlık içinde, nihayet, diye düşündü.

Masasının üzerindeki bilgisayar ekranıhareketlenmişti. Aramanın, bu gemiyebağlanmadan önce izi sürülemeyen dört

yönlendirici tarafmdan yeniden yönlendirilerekbir İsveç Sectra Tiger XS özel ses şifreleyentelefonundan geldiğini bildiriyordu.

Kulaklığım taktı. "Ben Amir," diye cevapladı,yavaş ve özenle konuşuyordu. "Konuşun."

Ses, "Ben Vayentha," diye karşılık verdi.

Amir, kadının sesinde alışılmadık bir tedirginliksezdi. Saha ajanları çok nadir Amir'Ie doğrudankonuşurlardı ve daha da nadir olarak dünakşamki gibi bir fiyaskodan sonra onun içinçalışmaya devam ederlerdi. Yine de Amir'in kriziçözmek için sahada bir ajana ihtiyacı vardı veVayentha bu iş için en iyi kişiydi.

Vayentha, "Yeni bir haberim var," dedi.

Amir sessiz kaldı. Bu, kadının devam etmesini

gösteren bir işaretti.

Kadm duygusuz bir ses tonuyla konuşuyordu,profesyonelliğini göstermeye çalıştığı çok açıktı."Langdon kaçtı," dedi. "Nesne yanında."

Amir masasına oturdu ve bir süre sessiz kaldı."Anlaşıldı," dedi. "Sanırım, en kısa sürede polisegidecektir."

Amir'in iki güverte aşağısında, geminin güvenlikumanda merkezinde, kıdemli yönetici LaurenceKnowlton özel bölmesinde oturuyordu. Amir'ingörüşmesinin bittiğini fark etti. Haberlerin iyiolmasını umuyordu. Son iki gündür Amir fazlagergindi ve gemideki tüm çalışanlar çok önemlibir operasyonun söz konusu olduğunuhissediyorlardı.

Çıta tahmin edilemeyecek kadar yüksek ve

Vayentha bu defa işi becerse iyi olur.

Knowlton dikkatli bir şekilde hazırlanmış oyunplanlarım yönetmeye alışkındı ama bu senaryokaosa dönüşmüştü ve Amir yönetimi bizzat elealmıştı.

Meçhul bir bölgeye girdik.

O sırada dünya çapında devam eden altı farklıgörev, Konsorsiyum'un diğer saha ofislerindenhizmet alıyor, bu şekilde Amir ve TheMendacium'daki personel sadece bu işeodaklanabiliyordu.

Müşterileri birkaç gün önce Floransa'da intiharetmişti ama listesinde Konsorsiyum'un hâlâsunması gereken bir sürü hizmet vardı. Bunlar,sonuçlan ne olursa olsun adamın buorganizasyona emanet ettiği özel görevlerdi ve

Konsorsiyum her zamanki gibi hiç sorgulamadanaldığı işi bitirmek niyetindeydi.

Knowlton yerine getirmek amacıyla, benemirlerimi aldım, diye düşündü. Ses geçirmezcam bölmesinden çıkıp bazılan şeffaf, bazıları damat olan yarım düzine başka bölmenin yanındangeçti. Nöbetçi subaylar içeride aynı görevinbaşka aşamalarıyla ilgileniyorlardı.

Knowlton ana kumanda odasında ilerlerkenbaşıyla teknik ekibi selamlayıp içinde on ikisağlam kutu bulunan küçük bir kasaya girdi.Kutulardan birini açıp içindekini çıkardı; buseferki, sadece parlak kırmızı bir harici bellekti.İlişikteki görev kartına göre, harici belleğiniçinde, müşterinin ertesi sabah belirli bir saatteönemli medya kuruluşlarına gönderilmesiniistediği uzun bir kayıt dosyası vardı.

Yarınki isimsiz yükleme hayli kolay olacaktı amaakış çizelgesinde; bu dosyayı belirli bir saatteyüklemeden önce Konsorsiyum'a şifreçözümlerinin, derlemelerin veya gerekliolabilecek diğer hazırlıkların yapılabilmesi içinyeteri kadar zaman ‘vı-mk amacıyla bugün, yaniteslimden yirmi dört saat önce vertidenincelenecek diye işaretlenmişti.

Hiçbir şeı şansa bırakılmaz.

Knowltr a şeffaf bölmesine döndü ve ağır camkapıyı kapatıp dış dünyayl ügisini kesti.

Duvarc iki bir düğmeyi çevirince bölmesiniçevreleyen camlar aı rnda matlaştı. Mahremiyetiçin The Mendacium'daki bütün onsler "asılıpartikül düzen" tekniğine göre imal edilmiş, "akıllı;am" da demlen camlardan yapılmışlardı. APDcamının şeffaflığı, panelin içinde asılı duran

çubuk benzeri milyonlarca minik parçacığı biraraya getiren veya rasgele dağıtan bir elektrikakımının uygulanması ya da kesilmesiylekolaylıkla kontrol edilebiliyordu. Bölümlereayırma, Konsorsiyum'un başarısının temeltaşıydı.

Sadece kendi görevinle ilgilen. Hiçbir şeypaylaşma.

Artık özel alanında rahat bir şekilde oturanKnovvlton, harici belleği bügisayanna takıpdosyayı tıkladı ve görevine başladı.

Ekranı anında karardı... ve hoparlörlerdenyumuşak bir su çırpıntısı duyuldu. Ekranda yavaşyavaş bir resim belirdi... belirsiz ve karanlık.Karanlıkta bir sahne şekil almaya başladı... Birmağaranın içiydi veya büyük bir oda. Mağaranınzemini suyla kaplıydı, bir yeraltı gölüne

benziyordu. Tuhaf bir şekilde, su... sanki içeridenaydınlatılmış gibiydi.

Knovvlton daha önce hiç böyle bir şeygörmemişti. Tüm mağara esrarengiz bir şekildekırmızı tonunda parlıyordu. Soluk duvarlardalgalanan suyun damarlı yansımalarıyla kaplıydı.Burası... neresi?

Çırpıntı sesi devam ederken, kamera aşağı doğruinmeye ve dikey olarak alçalmaya başladı. Suyadoğru inip aydınlatılmış yüzeyi deldi. Çırpıntısesleri kayboldu, yerini suyun altındaki ürkütücüsessizlik aldı. Suyun altındaki kamera alçalmayadevam etti, kısa bir süre sonra durdu, mağaranınkum ve çamur kaplı zeminine odaklandı.

Yerde, parlak titanyumdan dikdörtgen bir plakaduruyordu.

Plakanın üzerinde bir yazı vardı.

BURADA, BU TARİHTE,

DÜNYA SONSUZA DEK DEĞİŞTİ.

Plakanın altında bir isim ve bir tarih yazıyordu.

İsim, müşterilerine aitti.

Tarih... ertesi gündü.

angdon şimdi güçlü ellerin kendisini kaldırdığımhissedi

yordu. Onu hezeyandan uyandırıyor, taksideninmesine

yardım ediyorlardı. Ayaklarının altındaki

kaldırımın soğukluğunu hissetti.

Dr. Brooks'un narin yapısıyla biraz olsun destekkazanan Langdon, iki apartman arasındaki boşyaya yolunda sendeleyerek ilerledi. Şafakrüzgârıyla şişen hastane önlüğünün altında heryerinin üşüdüğünü hissedebiliyordu.

Hastanedeyken verilen yatıştırıcı, zihnini degörüşü kadar bulanıklaştırmıştı. Sualtında,akışmaz, loş ışıklı bir dünyada yolunu bulmayaçalıştığını hissediyordu. Dr. Brooks'un ileri doğruçekiştirip durması ona şaşırtıcı bir kuvvetledestek veriyordu.

"Basamak var," dediğinde, binanın yan girişinevardıklarını anladı.

Tırabzana tutunan Langdon, yukarı doğrugüçlükle adım atarken, Dr. Brooks şimdi onu

gerçekten itiyordu. Sahanlığa vardıklarında gençkadm, paslanmış eski bir tuş takımma_bazırakamları girdi ve kapı vınlayarak açıldı.

İçerideki hava daha sıcak değildi ama dışarıdakikaba kaldırımla kıyaslandığında, ayağınınaltındaki seramik zemin Langdon'a yumuşak birhalı gibi geldi. Langdon'ı küçük bir asansöregötüren Dr. Brooks, katlanan bir kapıyı açarakonu telefon kulübesi boyutundaki bir kabinesoktu. İçerisi MS sigarası

kokuyordu; İtalya'da taze espresso kokusu kadaryaygın olan acı-tatlı bir koku. Bu koku, yavaşçaLangdon'ın zihin bulanıklığının geçmesineyardımcı oldu. Dr. Brooks bir düğmeye basıncaüstlerinde bir yerdeki çarklar tıkırdayarakharekete geçti.

Yukarı...

Gıcırdayan kabin, yukarı çıkmaya başlarkenyalpalayıp titredi. Duvarlarda sadece metalkaplamalar olduğu için asansör ritmik bir biçimdeönlerinden kayarken, Langdon kendiniseyrettiğini fark etti. Bu yarı bilinçli halinde bile,gmrü boyunca duyduğu kapalı yerde kalmakorkusu son derece güçlüydü.

Bakma.

Duvara yaslanarak soluklanmaya çalıştı. Koluağrıyordu. Bakışlarını indirdiğinde, Harrisceketinin kolunun etrafına bandaj gibi sarıldığınıgördü. Ceketin boşta kalan kısmı arkasındansarkarak yere değiyor, aşınıp pisleniyordu.

Zonklayan başı yüzünden gözlerini kapattı amakaranlık bir kez daha onu içine aldı.

Tanıdık bir görüntü belirdi: Nazarlığı ve bukleli

gümüş rengi saçları olan, endamlı ve peçelikadm. Tıpkı daha önceki gibi, etrafında kıvrananvücutlarla kan kırmızı nehrin kıyısında duruyordu.Yalvaran bir sesle Langdon'la konuştu. "Ara,bulacaksın!"

Langdon, onu kurtarması gerektiği hissinekapılmıştı... Hepsini kurtarması gerekiyordu.Yarıya kadar gömülmüş, baş aşağı bacaklarteker teker gevşiyordu.

Ses çıkarmadan, "Kimsin sen?" diye seslendi."Ne istiyorsun?!"

Peçeli kadının gümüş rengi gür saçları sıcakrüzgârla dalgalanmaya başladı. Nazarlıkkolyesine dokunurken, “Zaman daralıyor," diyefısıldadı. Sonra aniden, nehrin üstünde dumanlarçıkararak, her ikisini birden yutan kör edici birateş sütununa dönüştü.

Langdon haykırarak gözlerini aniden açtı.

Dr. Brooks endişeyle ona baktı. "Ne oldu?"

Langdon, "Halüsinasyonlar görüyorum!" diyesöylendi. "Aynı görüntü."

"Gümüş rengi saçları olan kadm mı? Vecesetler?"

Başmı evet anlamında sallayan Langdon'ınalnında boncuk boncuk ter birikmişti.

Dr. Brooks kendinden emin görünmeyeçalışarak, "Bir şeyiniz kalmayacak," dedi.'Tekrarlayan görüntülere amnezide sık rastlanır.Hatıraları düzenleyip dosyalayan beyinfonksiyonunuz geçici olarak etkilendi. Bu yüzdenher şeyi aynı resmin altına atıyor."

"Pek güzeî bir resim değil/' diyebildi Langdon.

"Biliyorum, ama iyileşene kadar hatıralarınızkarışacak ve dosyalanmayacak; geçmiş, bugünve hayal, hepsi birbirine karışacak. Aynı şeyrüyalarda da olur."

Asansör yalpalayarak durunca Dr. Brookskatlanan kapıyı açtı. Bu kez karanlık, dar birkoridorda yürüyorlardı. Floransa çatılarınınkasvetli siluetinin şafak öncesi ışığında belirmeyebaşladığı bir pencerenin yanından geçtiler. Dr.Brooks koridorun en sonunda çömelip, susuzkalmış gibi görünen bir bitkinin altından aldığıanahtarla bir kapının kilidini açtı.

Küçük bir daireydi ve içerdeki hava vanilyakokulu mumla eski hah kokusunun arasmdageçen savaşm haberini veriyordu. Mobilyalar vediğer eşyalar en iyi kelimeyle yetersizdi. Ev,

ikinci el eşyalarla döşenmiş gibiydi. Dr. Brookstermostatı ayarlayınca kaloriferler ses çıkararakçalışmaya başladı.

Genç doktor sanki toparlanmaya çalışıyormuşgibi bir süre durup gözlerini kapattı, derinnefesler alıp verdi. Daha sonra dönüp Langdon'ıformika masayla iki eğreti sandalyenin bulunduğumütevazı mutfağa götürdü.

Langdon oturmak niyetiyle sandalyelerden birinedoğru hamle yaptı ama Dr. Brooks tek eliyle onukolundan tutarken, diğer eliyle bir dolabı açtı.Dolabın içi neredeyse boştu... krakerler, birkaçpaket makarna, bir kutu Cola ve bir şişe NoDoz.

Dolaptan bir şişeyi çıkarıp Langdon'ın avucunaaltı kapsül döktü. "Kafein," dedi. "Bu geceki gibinöbete kaldığım zamanlar için."

Langdon hapları ağzına götürüp biraz suylaçalkaladı.

Dr. Brooks, "Çiğne," dedi. "Böylece sistemineçabuk karışır ve yatıştırıcıya karşı daha hızlı etkigösterir."

Langdon çiğnemeye başladığı anda yerindebüzüldü. Hapların tadı berbattı, ashndayutulmaları en iyisiydi. Dr. Brooks buzdolabınıaçtı ve Langdon'a yarım şişe San Pellegrinouzattı. Profesör şükranla koca bir yudum aldı.

Genç doktor, onu kolundan tutup, ceketindenyaptığı üstünkörü bandajı çıkardı ve mutfakmasasının üstüne bıraktı. Sonra dikkatle yarasınıinceledi. Kolunu tutarken, Langdon onun narinellerinin titrediğini hissetti. Dr. Brooks,"Yaşayacaksın," dedi.

Langdon içinden onun da iyileşmesini diledi.Birlikte neyi atlattıklarını kavramakta güçlükçekiyordu. "Dr. Brooks," dedi. "Birini aramamızgerek. Konsolosluk... polis. Birini."

Sienna ona hak vererek başını salladı. "Artıkbana Dr. Brooks demeyi bırakabilirsin. İsmiminSienna olduğunu biliyorsun."

Langdon başını salladı. "Biliyorum. Sen de benimismimin Robert olduğunu biliyorsun." Birbirlerineilk isimleriyle hitap etmeleri aralarındaki bağıngüçlendiğini gösteriyordu. "İngiliz'im midemiştin?"

"Evet, orada doğdum."

"Aksanını duyamıyorum?"

"Güzel," diye cevap verdi. "Kurtulmak için çok

uğraştım."

Langdon tam nedenini soracakken, Sienna onapeşinden gelmesini işaret etti. Onu dar birkoridordan küçük, iç ka-artıcı bir banyoyagötürdü. Langdon hastane camında gördüğ inilenbu yana ilk defa, lavabonun üstündeki aynadakendi var sı na -in ı gördü.

îyi değil Sık, koyu renk saçları matlaşmış, gözlerika ıl. :m işti ve halsiz görünüyordu. Uzamışsakallan çenesini kaplamı ı.

Sienna musluğu açtı ve Langdon'ın yaralı kolunub z ;:ibı soğuk suyun altma soktu. Langdonacımasına rağmen \ ızı nü buruşturarak kolunualtında tuttu.

Sienna aldığı temiz bir bezi antibakteriyel sabunlaköpürttü. "İstersen başka tarafa bak."

"Önemli değil. Ben pek..."

Sienna bezi bastırarak sürtmeye başlayınca,Langdon'ın koluna şiddetli bir ağrı girdi.Bağırmamak için dişlerini sıktı.

Şimdi daha da bastıran Sienna, "Enfeksiyonkapmasın," dedi. "Ayrıca, eğer yetkilileriarayacaksan, şimdikinden daha hazırlıklıolmalısın. Adrenalin üretiminde acıdan daha etkilibir şey yoktur."

Langdon kolunu geri çekinceye kadar, bezinbaskısına dolu dolu on saniye kadar dayandı.Yeter! Kendini daha güçlü ve daha uyanıkhissettiğini itiraf etmeliydi; artık kolunun acısı başağrısını bastırıyordu.

Sienna, "Güzel," diyerek suyu kapattı ve kolunutemiz bir havluyla kuruladı. Daha sonra koluna

küçük bir sargı bağladı, ama o bunu yaparken,Langdon'ın, fark ettiği başka bir şey yüzündendikkati dağıldı. Onu sinirlendiren bir şey.

Langdon yaklaşık kırk yıl boyunca, annebabasının hediye ettiği, koleksiyonerler içinüretilmiş antika bir Mickey Mouse saati takmıştı.Mickey'nin gülümseyen yüzü ve neşeyle salladığıkollan, ona gün içinde daha sık gülümsemesini vehayatı daha az ciddiye almasını hatırlatıyordu.

Langdon, "Saatim..." diye kekeledi. "Yok olmuş!"O olmadan kendini eksik hissediyordu."Hastaneye geldiğimde kolumda mıydı?"

Sienna ona kuşkulu gözlerle baktı, böyle önemsizbir şey için endişelendiğine inanamıyordu. "Benherhangi bir saat hatırlamıyorum. Sen biraztemizlen. Birkaç dakika sonra döneceğim, sananasıl yardım bulacağımızı düşünürüz." Gitmek

üzere arkasını döndü ama kapı eşiğinde durarakaynada gözlerini Langdon'm-küere dikti. "Benyokken sana önerim, birinin seni neden öldürmekisteyebileceğini düşünmen. Yetkililerin soracağıilk soru bu olacaktır."

"Bekle, nereye gidiyorsun?"

"Polisle yarı çıplak konuşamazsın. Üstüne kıyafetbulacağım. Komşum seninle aşağı yukarı aynıbedende. O şimdi yok, ben de kedisinebakıyorum. Bana borçlu."

Genç kadm bunu söyledikten sonra gitmişti.

Robert Langdon lavabonun üstündeki küçükaynaya doğru döndüğünde, karşısında kendisinebakan yüzü tanımakta güçlük çekti. Biri beniöldürmek istiyor. Zihninin içinde yeniden ohezeyan-lı sayıklamaları duydu.

Çok üzgünüm. Çok üzgünüm.

Birkaç şey hatırlamak için hafızasını yokladı amahiçbir şey yoktu. Sadece boşluk görüyordu.Langdon'ın tüm bildiği, Floransa'da bulunduğu vebaşında bir kurşun yarası olduğuydu.

Yorgun gözlerine bakarken bu işin sonunda, sırfBombay Sapphire ile Gogol'u birbirine karıştırdığıiçin elinde boş bir martini bardağı ve Ölü Canlarkitabıyla evdeki okuma koltuğunda uyanıpuyanmayacağmı merak etti.

Langdon kanlı hastane önlüğünü çıkarıp attı vebeline bir havlu sardı. Yüzünü yıkadıktan sonrayavaşça başındaki dikişlere dokundu. Derisisızlıyordu ama keçeleşmiş saçlarını üzerineyatırınca yara tamamıyla gözdenkayboldu^Kafein hapları etkisini göstermeyebaşlamıştı, sonunda bulanıklığın yok olduğunu

hissediyordu.

Düşün Robert. Hatırlamaya çalış.

Penceresiz banyo aniden klostrofobik gelmeyebaşlamıştı. Langdon koridora çıkıp karşısındakiyarı açık kapıdan yayılan doğal ışığa doğruilerledi. Burası ucuz bir masa, yıpranmış birdöner sandalye, yerde duran çeşitli kitaplar veçok şükür... bir pencere den oluşan eğreti birçalışma odasıydı.

Langdon gün ışığına doğru ilerledi.

Uzakta yükselen Toscana güneşi, uyanan şehrinen yüksek kulelerine -çan kulesi, Badia,Bargello- vurmaya başlamıştı. Langdon alnınıserin cama dayadı. Kuru ve soğuk mart havasıyamaçlardan yükselen güneş ışığı tayfınıgüçlendiriyordu.

Buna, ressam ışığı derler.

Ufuk çizgisinin tam ortasında, kırmızı tuğlalardandev bir kubbe yükseliyordu; zirvesindeki yaldızlıbakır top, bir fener gibi parlıyordu. II Duomo.Brunelleschi, bazilikanın muazzam kubbesini inşaederken mimaride tarih yazmıştı ve şimdi, beşyüz yıldan uzun bir süre sonra, yüz on dört metreyüksekliğindeki yapı hâlâ Pazza del Duomo'dasabit bir dev gibi sapasağlam yerinde duruyordu.

Neden Floransa'dayım?

Floransa, İtalyan sanatına her zaman çok meraklıolan Langdon'ın Avrupa'da en sevdiği yerlerdenbiriydi. Burası, Michelangelo'nun atölyelerindeİtalyan Rönesansı'nın doğduğu ve sokaklarındaçocukken oynadığı şehirdi. Galerilerindemilyonlarca gezginin Botticelli'nin Venüs’ünDoğuşu'mı, Leonardo'nun Beşaret'ini, şehrin

gururu ve neşesi olan Davut heykelinihayranlıkla izlediği Floransa'ydı.

Langdon, Michelangelo'nun Davut heykelini ilkkez bir delikanlıyken... Accademia delle BelleArti'ye girip, Michelangelo'nun dizi dizi duranPrigioni'si arasında yavaşça ilerledikten sonra,bakışları beş metrelik başyapıta doğru kaydığındagörüp büyülenmişti. Davut'un muazzamlığı vebelirgin kas yapısı, ilk kez gelen ziyaretçilerihayrete düşürüyordu ama Langdon içinbüyüleyici olan, Davut'un pozundaki dehaolmuştu. Mic-helangelo, Davut'un sağ tarafınayaslandığı, sol bacağında hiç ağırlık olmadığı gözyanılgısını sağlamak için klasik contrappostogeleneğini uygulamıştı ama aslında, sol bacağıtonlarca mermer taşıyordu.

Davut, Langdon'ın büyük heykellerin gücünütakdir etmeye başlamasını sağlamıştı. Langdon

şimdi, son günlerde bu başyapıtı ziyaret edipetmediğini düşünüyordu ama hatırlayabildiği tekşey, hastanede uyandığı ve masum bir doktorungözlerinin önünde öldürülüşünü izlediğiydi. Çoküzgünüm. Çok üzgünüm.

Hissettiği vicdan azabı onu hasta ediyordu. Benne yaptım?

Pencerenin karşısmda dururken gözucuylayanındaki masanın üzerinde duran dizüstübilgisayarı gördü. Aniden, geçen akşam başınaher ne geldiyse, bunun haberlerde çıkmışolabileceğini düşündü.

İnternete girebilirsem, birtakım cevaplarbulabilirim.

Langdon kapıya doğru dönüp seslendi."Sienna?!"

Sessizlik... Hâlâ komşunun dairesinde giysiarıyordu.

49

Cehennem / F: 4

Sienna'mn, bilgisayarını izinsiz kullanmasınıanlayışla karşılayacağını düşünerek açtı.

Bilgisayarın ana ekranı aydınlandı: Windows'unstandart "mavi bulutlu" arka planı. Langdonhemen Google İtalya'nın arama sayfasına giripRobert Langdon yazdı.

Aramaya başlarken, eğer öğrencilerim şimdibeni görseydi, diye düşündü. Langdon sürekliöğrencilerine kendilerini Google'da

aramamalarını tembihlerdi, çünkü bu daAmerikan gençliğini ele geçirdiğin5 düşündüğü,ün takıntısını yansıtan tuhaf bir yeni pçlenctj\v!ion ı göre.

Aramn srt,\uçlan ekrana döküldü. Langdon'a aityüzlerce bağlantı vajrhrfcitaplan, dersleri. Şimdi,ne arıyorum?

Luııgd o. haber butonuna tıklayarak aramayısınırlandırdı.

Yeni t x sayfa açıldı: “Robert Langdon" içinhaber sonuçları.

îmzc günleri: Robert Langdon imza için...

Rot er t Langdon'dan mezuniyet konuşması...

Robert Langdon, Sembol kitabını

yayımladı....

Liste birkaç sayfa boyunca uzayıp gidiyordu amaLangdon son günlere ait bir şey bulamadı; içindebulunduğu durumu açıklayabilecek hiçbir şeyyoktu. Dün akşam ne oldu? Langdon,Floransa'da yayımlanan İngilizce gazete TheFlorentine’in web sitesine girerek şansınızorladı. Başlıkları, son dakika haberlerini, polisbloğunu taradı ama bir daire yangını, hükümettekiyolsuzluk skandali ve ufak çaplı suçlarla ilgilihaberler dışında bir şey bulamadı.

Hiçbir şey yok mu?!

Bir polis memurunun önceki akşam katedralinönündeki meydanda kalp krizinden öldüğü ile ilgilison dakika haberinde duraksadı. Memurun adıhenüz açıklanmamıştı ama cinayettenşüphelenilmiyordu.

Sonunda, akima yapacak başka bir şey gelmeyenLangdon, birtakım cevaplar bulabileceğinidüşünerek Harvard e-posta adresine giripmesajlarını kontrol etti. Tek bulabildiği, meslek-

taşlarından, öğrencilerinden ve arkadaşlarındangelen alışıldık e-postalardı, çoğu bir sonrakihaftanın randevularıyla ilgiliydi.

Sanki kimse orada olmadığımı bilmiyor.

Belirsizlik artınca Langdon bilgisayarı kapattı.Tam odadan çıkmak üzereyken gözüne bir şeyilişti. Sienna'mn masasının köşesinde, eski tıpdergileri ve kâğıt yığınlarının üzerinde poL) roitbir fotoğraf duruyordu. Fotoğrafta SiennaBrooks ve sakaVfı meslektaşı vardı, hastanekoridorunda durmuş gülüşüyorlardı.

Langdon fotoğrafı eline alıp incelerken vicdan

azabı) la, Dy Marconi, diye düşündü.

Fotoğrafı kitap yığınlarının üzerine bırakırken,tepede duran sarı bir broşür fark etti. Bu,Londra'daki bir tiyatro oyununa ait yırtık birilandı. Kapakta yazdığı kadarıyla bu,Shakespeare'in Bir Yaz Gecesi Rüyasıtemsiliydi ve neredeyse yirmi sekiz yıl öncesahnelenmişti.

Broşürün kapağma ispirtolu kalemle veelyazısıyla bir not yazılmıştı: Canım, bir mucizeolduğun gerçeğini asla unutma.

Langdon broşürü eline alırken içinden bir yığıngazete kupürü masanın üzerine döküldü. Hızlaonları yerlerine koymaya çalıştı ama kupürlerindurduğu solmuş sayfayı açınca donup kaldı.

Sheakespeare'in afacan perisi Puck'ı oynayan

çocuk oyuncunun resmine bakıyordu.Fotoğraftaki küçük kız ancak beş . yaşlarındaydıve sarı saçları atkuyruğuyla tamdık bir şekildetoplanmıştı.

Fotoğrafın altında, "BİR YILDIZ DOĞUYOR"yazıyordu.

Son derece dolu olan biyografi, çocuktiyatrosunun üstün yeteneği Sienna Brookshakkındaydı. Standartların dışında bir zekâsı olanküçük kız, bir gecede bütün karakterlerinrepliklerini ezberlemiş ve provalar sırasındaoyunculara sık sık sufle vermişti. Beş yaşmdakibu küçük kızın hobileri keman çalmak, satrançoynamak, biyoloji ve kimyaydı. Londra'nınbanliyösü Blackheath'te yaşayan varlıklı birailenin kızı olan Sienna, bilim çevrelerindeşimdiden bir şöhretti. Dört yaşındayken birsatranç ustasını yenmişti ve üç dil

konuşabiliyordu.

Langdon, Tanrım, diye düşündü. Sienna. Bu,bazı şeyleri açıklıyor.

Langdon, Harvard'm en ünlü mezunlarından biriolan dâhi çocuk Saul Kripke'yi hatırladı. Altıyaşında kendi kendine İbrani-ce öğrenmiş ve oniki yaşında Descartes'm bütün eserleriniokumuştu. Langdon kısa bir süre önce de MosheKai Cavalin admda genç bir fenomenle ilgili birhaber okumuştu. On bir yaşında 4.0 notortalamasıyla üniversiteden mezun olmuş, dövüşsporlarında ulusal madalya almış ve on dörtyaşmda Yapabiliriz admda bir kitap çıkarmıştı.

Langdon başka bir gazete kupürünü eline aldı.Bu, Sienna'mn yedi yaşındaki fotoğrafının olduğubir gazete haberiydi:

DÂHİ ÇOCUĞUN IO'SU 208 ÇIKTI.

Langdon zekâ seviyelerinin bu kadar yüksekolabileceğini bilmiyordu. Habere göre, SiennaBrooks bir keman virtüözüydü, yeni bir dili birayda öğrenebiliyordu ve kendi kendine anatomiile fizyoloji öğreniyordu.

Bir tıp dergisinden kesilmiş başka bir kupürebaktı:

GELECEĞİN DÜŞÜNCESİ: BÜTÜNBEYİNLER EŞİT

YARATILMAMIŞTIR.

Bu makaledeki fotoğrafta Sienna onyaşlarındaydı, san saçlarıyla büyiik bir tıbbicihazm yanında duruyordu. Makalede, Sienna'mnbeyincik PET taramalannm, diğer beyinciklerden

fiziksel açıdan farklı olduğunu anlatan birdoktorla yapılmış röportaj vardı. Sienna'mnbeyinciği, görsel uzamsal içerikleri çoğu insanmidrak edemeyeceği yöntemlerle kullanabilen dahabüyük, daha gelişkin bir organdı. Doktor,Sienna'mn fizyolojik avantajım, beynindealışılmadık'hızla büyüyen hücrelerle açıklıyordu.Bu durum kansere benziyordu; farkı, tehlikelikanser hücreleri yerine faydalı beyin dokusubüyümesinin hızlanmasıydı.

Langdon küçük çaplı bir kent gazetesininkupürünü buldu:

ZEKÂNIN LANETİ

Bu kez fotoğraf olmasa da haberde, normalokullarda okumaya çalışmış ama uyumsağlayamadığı için diğer öğrenciler tarafındanezilmiş olan genç deha Sienna Brooks'tan

bahsediliyordu. Haberde, sosyal becerilerizekâlarına yetişemeyen yetenekli gençlerinhissettiği yalnızlıktan ve dışlanma duygusundanbahsediliyordu.

Habere göre, Sienna sekiz yaşında evden kaçmışve tek başına on gün yaşamayı başarmıştı.Londra'daki lüks bir otelde bulunmuştu. Buradamisafirlerden birinin kızı gibi davranmış, biranahtar çalmış ve başkası hesabına yiyeceksipariş etmişti. Haftayı Gray's Anatomy'den binaltı yüz sayfa okuyarak geçirmişti. Polis onaneden tıp metinleri okuduğunu sorduğunda,beynindeki sorunun ne olduğunu öğrenmekistediğini söylemişti.

Langdon küçük kıza acıdı. Bu kadar farklıolmanın bir çocuk için ne kadar sıkıntı vericiolabileceğini tahmin bile edemiyordu. Makalelerikatlarken, Puck rolünü oynayan beş yaşındaki

Sienna'mn fotoğrafına tekrar baktı. Sienna'yla busabahki gerçeküstü karşılaşması düşünülürseyaramaz, uyku getiren peri rolünün ona tuhaf birşekilde uyduğunu kabul etmek zorundaydı.Langdon oyundaki karakterler gibi birden uyanıpson yaşadıklarının bir rüya olduğunu görmeyi çokisterdi.

Tüm kupürleri doğru sayfanın arasına dikkatlekoyup broşürü kapattı. Kapaktaki notu tekrargörünce tuhaf bir melankoliye kapıldı: Canım,bir mucize olduğun gerçeğini asla unutma.

Gözleri, tiyatro ilanının kapağındaki tanıdıksembole doğru kaydı. Dünyadaki çoğu tiyatroilanını süsleyen aynı eski Yunan

piktogramı; iki bin beş yüz yıllık sembol, dramatiktiyatroyla özdeşleşmişti.

Langdon, Komedi ile Trajedi'nin ikonik yüzlerinebaktı ve birdenbire kulaklarında tuhaf bir uğultuhissetti, sanki kafasının içinde yavaş yavaş bir telçekiliyordu. Aniden başına bir ağrı saplandı. Birmaske görüntüsü gözlerinin önünden geçti.Nefessiz kalıp ellerini kaldırdı, çalışma masasınaoturup gözlerini sımsıkı kapattı ve saçlarımçekiştirdi.

Langdon'ın karanlığında tuhaf görüntüler öfkeylegeri döndüler... şiddetli ve canlıydılar.

Nazarlık takmış gümüş saçlı kadın, kan kırmızısıbir nehrin karşısından yine ona sesleniyordu.Çaresiz haykırışları kokuşmuş havayı deliyor,işkence çekerek ölenlerin, acı içinde gözalabildiğine kıvrananların sesleri arasında net birşekilde duyuluyordu.

Kadm, Langdon'a, "Ara ve bul!" diye

sesleniyordu. "Zaman daralıyor!"

Langdon yine ona... herkese yardım etmeninçaresiz zorunluluğunu hissetti. Çılgına dönmüş birhalde kan kırmızısı nehrin karşısından onaseslendi. "Kimsin sen?!"

Kadm bir kez daha uzanıp peçesini kaldırdı veLangdon'ın daha önce gördüğü o çarpıcı yüzügösterdi.

"Benyaşamım" dedi.

Aniden kadının tepesinde, gökyüzünde kocamanbir görüntü belirdi. Uzun, gagaya benzeyen birburnu ve korkunç yeşil gözleri olan ürkütücü birmaske boş gözlerle Langdon'a bakıyordu.

Ses, "Ve... ben de ölümüm," diye gürledi.

Langdon birden gözlerini açtı. Ürperti içindebirkaç nefes aldı. Başını ellerinin arasına almış,kalbi hızla çarparken hâlâ Sienna'mn masasındaoturuyordu.

Bana neler oluyor?

Akimda gümüş rengi saçları olan kadınla, gagalımaskenin görüntüsü kalmıştı. Ben yaşamım. Bende ölüm. Görüntüyü akimdan silmeye çalıştı amazihnine kazınmış gibiydi. Önündeki masada duranbroşürün kapağındaki iki maske de kendisinebakıyordu.

Sienna, "Hatıralarınız karışacak vedosyalanmayacak," demişti. "Geçmiş, bugünve hayal, hepsi birbirine karışacak."

Langdon başının döndüğünü hissetti.

Dairenin bir yerinde telefon çalıyordu. Mutfaktangelen kulak tırmalayıcı, eskiden kalma birtelefonun sesiydi.

Ayağa kalkan Langdon, "Sienna?!" diye seslendi.

Cevap yoktu. Henüz dönmemişti. Sadece iki kezçaldıktan sonra, telesekreter cevap verdi.

Karşılama mesajında Sienna'mn sesi neşeyle,"Ciao, sono io,"m diyordu. "Lasciatemi unmessaggio e vi richiamerd."Q)

(1) "Merhaba, benim."

(2) "Mesajınızı bırakın, sizi arayacağım."

Bip sesinin ardından panik içindeki bir kadın,Doğu Avrupa aksanıyla mesajını bırakmayabaşladı. Sesi koridorda yankılanıyordu.

"Sienna, ben bu Danikova! Nerede sen? Bufena! Arkadaşın Dr. Marconi ölü! Hastane çılgınoldu! Polis geldi buraya! İnsanlar söylüyor senhastayı kurtardın kaçırdın?! Niye?!Tanımıyorsun onu! Şimdi polis seninle konuşmakister! Çalışan dosyanı aldılar! Biliyorum bilgiyanlış; adres kötü, numara yok, çalışma vizesahte. Şimdi seni bugün bulamadılar amayakmda bulurlar! Seni uyarmak isterim. Çoküzgünüm Sienna."

Arama sona ermişti.

Langdon bir pişmanlık dalgasının benliğinikapladığım hissetti Mesajdan anladığı kadarıylaDr. Marconi, Sienna'mn hastanede çalışmasınaizin vermişti. Langdon'ın varlığı, Marconi'ninhayatına mal olmuştu. Sienna'nm bir yabancıyıkurtarma içgüdüsü geleceğini tehlikeye atıyordu.

Tam bu sırada evin uzak bir yerinde kapıgürültüyle kapandı.

Döndü.

Bir saniye sonra telesekreter konuşmaya başladı."Sienna, ben bu Danikova! Nerede sen?"

Langdon, Sienna'mn duyacaklarını büdiğinden,yüzünü buruşturdu. Mesaj kaydı çalarken,masayı düzelterek tiyatro broşürünü kaldırdı.Sonra, Sienna'nm geçmişine kulak kabartmaktanrahatsız okluğu için koridordan geçip yenidenbanyoya girdi.

On saniye sonra banyo kapısı tıklatıldı.

Hissettikleri yüzünden çatallaşmış sesiyle,"Giysilerini kapının koluna asıyorum," dediSienna.

Langdon, "Çok teşekkür ederim/' diyerek karşılıkverdi.

"İşin bitince lütfen mutfağa gel," diye ekledi."Birilerini aramadan önce sana göstermemgereken önemli bir şey var."

Sienna bitkin bir halde koridordan geçerek, evinmütevazı yatak odasına gitti. Şifoniyerden mavibir blucin ile kazak ahp banyoya götürdü.

Gözlerini aynada kendi bakışlarına kilitledi, uzanıpatkuy-ruğunu eliyle kavradı ve aşağı doğrukuvvetle çekerek peruğu çıplak başından sıyırdı.

Aynadan kendisine bakan otuz üç yaşında, saçsızbir kadındı.

Sienna'mn şimdiye dek sıkıntı çekmek konusundaçok da rahat bir hayatı olduğu söylenemezdi

Kendisini zorlukları aklıyla üstesinden gelmekkonusunda eğitmiş olsa da, içinde bulunduğudurum duygusal açıdan onu sarsmıştı.

Peruğu kenara koyup ellerim ve yüzünü yıkadı.Kurulandıktan sonra giysilerini değiştirdi veperuğunu yeniden takarak dikkatlice düzeltti.Sienna, insanın kendine acımasına pek tahammüledemeyen biriydi ama şu anda derinden gelengözyaşlarına engel olamayacağını biliyordu.

O da öyle yaptı.

Denetiminden çıkan hayatı için ağladı.

Gözlerinin önünde ölen akıl hocası için ağladı.

Kalbini dolduran derin yalnızlık için ağladı.

Ama her şeyin ötesinde, gelecek için ağladı...

Çünkü artık fazlasıyla belirsizdi.

üks gemi The Mendacium'un güverte altında,müfterinin

bıraktığı kaydı az önce izlemiş olan yöneticiLaurence

Knowlton, kapalı cam bölmesinin içinde oturmuş,bilgisayar ekranına hayretle bakıyordu.

Bunu yarın sabah medyaya mı dağıtacağım?

Konsorsiyum'da geçirdiği on yıl içinde Knowlton,yalancılıktan tutun da yasadışı eylemler arasındabir yerlere denk gelen pek çok tıihaf iş yapmıştı.Etik açıdan gri bir alanda çalışmak,Konsorsiyum'da olağan sayılırdı. Tek etik kuralı,

müşteriye verdiği sözü tutmak olan birorganizasyonda çalışıyordu.

Biz işimizi yaparız. Soru sorulmaz. Her neolursa olsun.

Ama nedense bu kaydı yüklemek Knowlton'ırahatsız etmişti. Geçmişte yerine getirdiği görevne kadar tuhaf olursa olsun mantığını, dürtüyü...İstenen sonucu hep anlamıştı.

Ama bu kayıt aklım karıştırıyordu.

Bir şey ona farklı geliyordu.

Çok farklı.

Yeniden bilgisayarının başına oturan Knowlton,ikinci bir kaydın kendisini daha fazlaaydınlatacağı ümidiyle dosyayı baştan başlattı.

Sesi açıp on dakikalık gösteriye hazırlanarakyerine yerleşti.

Daha önceki gibi görüntü, içindeki her şeyin huşuveren kırmızı bir ışığa boyandığı, ürkütücümağaradaki suyun çırpmtı-sıyla başladı. Kamerayeniden mağaranın kum ve çamur kaplı zemininigöstermek üzere, ışıklandırılmış suyunyüzeyinden aşağı daldı. Ve Knowlton yenidensuyun altındaki tabelayı okudu:

BURADA, BU TARİHTE,

DÜNYA SONSUZA DEK DEĞİŞTİ.

Parlak tabelanın Konsorsiyum'un müşterisitarafından imzalanmış olması rahatsız ediciydi.Tarihin yarın olması Knowl-ton'm endişesiniartırıyordu. Fakat asıl bunun ardından gelen,Knowlton'ı gerçekten evhamlandırmıştı.

Sola dönen kamera, tabelanm hemen yanındakiparlak bir nesneyi gösteriyordu. Burada, inceplastikten, dalgalanan bir küre, zemine kısa birsicimle bağlanmıştı. Kocaman bir sabunbaloncuğu gibi titreşen şeffaf şekil, sualtındaki birbalon gibi yüzüyordu. Helyumla değil, bir çeşitsarı-kahverengi jölemsi sıvıyla doldurulmuştu.Şişirilmiş bu şekilsiz torba, otuz santim çapındagörünüyordu. Şeffaf zarının içindeki koyu sıvıbulutu, yavaşça büyüyen bir fırtınanın gözü gibi,sanki yavaşça dönüyordu.

Soğuk terler döktüğünü hisseden Knowlton,Tanrım, diye düşündü. İkinci kez baktığında, asılıduran torba çok daha tekinsiz göründü.

Görüntü yavaşça karardı.

Yeni bir görüntü ortaya çıktı. Mağaramn nemliduvarında, ışıklandırılmış gölün çırpıntılı

yansımaları dans ediyordu. Duvarda bir gölgebelirdi... bir erkeğin gölgesi... mağaradaduruyordu.

Fakat bu adamın kafasının şekli bozulmuştu...çok kötü biçimde.

Adamın burun yerine uzun bir gagası vardı...sanki yarı kuş gibiydi.

Konuşurken sesi boğuk çıkıyordu... Ayrıcaürkütücü, süslü sözlerle, ölçülü bir ahenklekonuşuyordu... sanki bir klasik koronun anlatıcısıgibiydi.

Gagalı gölge konuşurken, Knowlton adeta nefesbile almadan, hareketsiz oturdu.

“Ben Gölge’yim.

Eğer bunu seyrediyorsanız, ruhum sonundahuzura kavuşmuş demektir.

Yeraltına çekilmiş olan ben, dünyayla yerinaltından konuşmalıyım; kan kırmızısı sulann,yıldızlan yansıtmayan lagünde biriktiği, bukaranlık mağaraya sürgün edildim.

Ama burası benim cennetim... kırılgançocuğum için mükemmel bir rahim.

Cehennem.

Yakında geriye ne bıraktığımıöğreneceksiniz.

Ama şimdi, burada bile peşimden gelen cahilruhların ayak seslerini sezinliyorum...yapacaklarımı engellemek niyetindeler.

Onları affet diyebilirsiniz, ne yaptıklarınıbilmiyorlar. Ama tarihte, cehaletin artıkaffedilemeyecek bir saldırıya dönüştüğü biran gelir... O an, sadece bilgeliğin affetmegücü yardır.

Temiz bir vicdanla size Ümit, Kurtuluş veYarınlar hediyesini miras bırakıyorum.

Ne var ki yine de bir köpek gibi peşimdengelenler var, benim bir çılgın olduğuminanciha kendilerini kaptırmışlar. Banacanavar diyen gümüş saçlı bir güzel var!Kopemik'in ölmesi için kumpas kuran, dinâlimleri gibi, gerçeği anlamamdan dehşetekapılan o kadm da beni bir şeytan olarakgörüyor.

Ama ben peygamber değilim.

Sizin kurtuluşunuzum.

Ben Gölgeyim."

Sienna, "Otursana," dedi. "Sana birkaç sorumvar." Langdon mutfağa girerken ayakta dahadengeli durabildiğini fark etti. Üstüne gayet iyioturan, komşunun Brioni takımını giyiyordu.Mokasenler bile rahattı. Langdon eve dönüncebundan sonra İtalyan ayakkabısı giymeyi aklınınbir köşesine yazdı.

Eğer dönebilirsem, diye düşündü.

Üstüne oturan bir blucin ve krem rengi kazakgiyen genç kadm doğal bir güzelliğe dönüşmüştü.Saçları yine atkuyruğu şeklinde toplanmıştı amadoktor üniformasının otoriter havasıkaybolduğundan, artık daha bir naringörünüyordu. Langdon, Sienna'mn gözlerinin

sanki ağlamış gibi kızardığım fark edince içiniyeniden bir suçluluk hissi kapladı.

"Sienna üzgünüm. Telefondaki mesajı duydum.Ne diyeceğimi bilemiyorum."

"Teşekkürler," diyerek karşılık verdi genç kadın."Ama şimdi sana odaklanmalıyız. Lütfen otur."

Onun zekâsı ve vaktinden erken gelişmişçocukluğuyla ilgili okuduğu makaleleri hatırlayanLangdon'a genç kadının sesi şimdi daha sağlamgeliyordu.

Ona oturmasını işaret eden Sienna, "Düşünmeniistiyorum," dedi. "Bu eve nasıl geldiğimizihatırlıyor musun?"

Langdon içinde bulundukları durumla bunun neilgisi olduğunu anlayamamıştı. Masaya otururken,

"Taksiyle," dedi. "Biri bize ateş ediyordu."

"Sana ateş ediyorlardı profesör. Bu konudaanlaşalım."

"Doğru. Üzgünüm."

"Peki, taksideyken silah sesi duyduğunu hatırlıyormusun?"

Tuhaf soru. "Evet, iki kere. Biri yan aynayaisabet etti, diğeri arka camı kırdı."

"Güzel, şimdi gözlerini kapat."

Langdon, onun hafızasını test ettiğini anlamıştı.Gözlerini kapattı.

"Ben ne giyiyorum?"

Langdon, genç kadını zihninde mükemmel birşekilde can-landırabiliyordu. "Siyah düzayakkabılar, blucin ve V yaka krem rengi birkazak. Saçın sarı, omuz hizasında ve atkuyruğuşeklinde toplanmış. Gözlerin kahverengi."

Gözlerini açıp genç kadını inceledi. Zihindecanlandırma yeteneğinin normal çalıştığınamemnun olmuştu.

"Güzel. Görsel bilişsel tanımlaman mükemmel, kibu da amnezinin gerilediğini ve hatıra oluşturmaişleyişinin kalıcı bir hasar almadığım doğruluyor.Son birkaç güne dair yeni bir şey hatırladın mı?"

"Ne yazık ki hayır. Ama sen yokken yine bazıhayaller gördüm."

Langdon ona peçeli kadının tekrarlayanhayalinden, ceset yığınlarından ve R harfi ile

damgalanmış, yarıya kadar gömülü kıvrananbacaklardan bahsetti. Sonra da gökyüzündeduran gagalı, tuhaf maskeyi anlattı.

Sienna tedirgin bir tavırla, "Ben ölüm müyüm?"diye sordu.

"Böyle söyledi, evet."

"Pekâlâ... Sanırım bu, 'Ben Vişnu, dünyalarınyok edicisiyim,' söylemini alt eder."

Genç kadm ilk atom bombasını test ettiği sıradaRobert Oppenheimer'ın söylediklerinden alıntıyapıyordu.

"Ve şu gaga burunlu... yeşil gözlü maske?" diyenSienna me-raklaıımıştı. "Zihninin bu hayali nedenoluşturduğuna dair bir fikrin var mı?"

"Hiç fikrim yok. Ama bu tür maskeler ortaçağdayaygındı." Langdon duraksadı. "Buna vebamaskesi denirdi."

Sienna kuşkuyla bakıyordu. "Veba maskesi mi?"

Langdon semboller dünyasında uzun gagalımaskenin Kara Ölüm'le neredeyse eşanlamlıolduğunu hemen açıkladı. Bazı bölgelerdenüfusun üçte birini öldüren veba, 1300'lerdeAvrupa'yı silip süpürmüştü. Çoğu kişi KaraÖlüm'e, kurbanların cildi kangren ve derialtındaki kanama yüzünden karardığı için "kara"dendiğine inanırdı ama aslında kara kelimesi,vebanın tüm nüfusa yayılacağı korkusuna biratıftı.

Langdon, "Uzun gagalı maskeyi, hastalık bulaşankişileri tedavi ederken vebayı burun deliklerindenuzak tutmak için ortaçağ hekimleri takardı.

Bugünlerde maskeyi sadece VenedikKarnavalı'nda kostüm olarak görüyoruz, İtalyatarihindeki amansız bir dönemi hatırlatanürkütücü bir anı," dedi.

Sienna titrek bir sesle, "Hayalinde bumaskelerden birini gördüğüne emin misin?" diyesordu. "Ortaçağ hekimlerinin taktığı bir maske?"

Langdon evet anlamında başmı salladı. Gagalıbir maske konusunda yanılmak zordur.

Kaşlarını çatma biçimi Sienna'nm Langdon'akötü haberi nasıl vereceğini kafasında ölçüpbiçtiğini düşündürmüştü. "Ve bu kadın sanasürekli 'ara ve bul' mu diyordu?"

"Evet. Tıpkı deminki gibi. Ama sorun şu ki, nearamam gerektiğine dair hiçbir fikrim yok."

Sienna ciddi bir ifadeyle yavaşça derin bir nefesverdi. "Sanırım ben biliyorum. Ve ayrıca...sanırım ne olduğunu çoktan buldum."

Langdon ona bakakalmıştı. "Nedenbahsediyorsun?!"

"Robert dün akşam hastaneye geldiğinde,ceketinin cebinde değişik bir şey vardı. Neolduğunu hatırlıyor musun?"

Langdon başmı iki yana salladı.

"Yanında bir nesne vardı... ilginç bir şey. Senitemizlerken tesadüfen buldum." Langdon'ınmasanın üstünde duran, kanlı Harris tüvitceketini işaret etti. "Bakmak istersen hâlâcebinde."

Kararsız kalan Langdon ceketine baktı. En

azından bu, ceketimi almak için nedendöndüğünü açıklıyor. Kan içindeki ceketini alıpteker teker ceplerini aradı. Hiçbir şey yoktu. Birdaha baktı. Sonunda omuzlannı silkerekSienna'ya döndü. "Burada bir şey yok."

"Peki ya gizli cebinde?"

"Ne? Ceketimin gizli bir cebi yok ki."

"Yok mu?" Sienna şaşırmış görünüyordu. "Ozaman bu ceket... başkasının mı?"

Langdon'ın aklı yine karışmıştı. "Hayır, bu benimceketim."

"Emin misin?"

Eminim işte, diye düşündü. Hem de ensevdiğim Camberley bu.

Ceketin astarım çevirip Sienna'ya modadünyasında en sevdiği etiketi gösterdi: HarrisTvveed'in düğmeye benzer on üç mücevherlesüslenmiş ve bir Malta haçıyla taçlandırılmışsimge küresi.

Çizgili kumaşa Hıristiyan askerleri işlemeyiİskoçlara bırakmak lazım.

Etikete eklenen el işlemesi jR. L. baş harflerineişaret eden Langdon, "Şuna bak/' dedi. DaimaHarris Tvveed'in elde dikilmiş modellerindenalırdı, bu yüzden de isminin baş harfleriniişletmek için fazladan para öderdi Yemekhaneve sınıflarda yüzlerce tüvit ceketin giyilipçıkarıldığı bir okul kampusunda, onu zararasokacak bir değiştokuş yapmaya niyeti yoktu.

Ceketi elinden alan Sienna, "Sana inanıyorum,"

dedi. "Şimdi de sen bak."

Ceketi biraz daha açıp ensenin hemenbitimindeki astarr' gösterdi. Burada, astarın içineiyice gizlenmiş ve düzgünce şekil verilmiş büyükbir cep vardı.

Bu da ne?!

Langdon bunu daha önce hiç görmediğineemindi.

Gizli dikiş yapılan cep, mükemmel bir şekildedikilmişti.

Langdon, "Daha önce orada yoktu/' diyeüsteledi.

"O halde sanırım... bunu da daha önce hiçgörmedin?" Sienna cebin içinden ince, metal bir

nesne çıkardı ve Langdon'ın eline nazikçe bıraktı.

Langdon nesneye tam bir şaşkınlık içinde baktı.

Sienna, "Bunun ne olduğunu biliyor musun?" diyesordu.

"Hayır..." diye kekeledi. "Daha önce hiç böylebir şey görmedim."

"Şey... sanırım ben ne olduğunu biliyorum. Ve okişinin seni bu yüzden öldürmek istediğineeminim."

The Mendacium'daki özel bölmesinde aşağıyukarı dolanan yönetici Knowlton'm, yarındünyayla paylaşması gereken görüntüleridüşündükçe huzursuzluğu artıyordu.

Ben Gölge'yim mi?

Bu müşterinin, önceki aylarda psikoz geçirdiğinedair söylentiler vardı ve o kayıt da bu söylentilerisonuna kadar destekliyordu.

Knovvlton'm iki seçeneği vardı: Ya söz verdiğigibi kaydı yarın iletmek üzere hazırlayacak ya dadanışmak için yukarıdaki Amir'e götürecekti.

Daha önce müşteriye verdiği söze sadıkkalmaktan başka bir şey yaptığına şahit olmayanKnovvlton, onun fikrini zaten biliyorum, diyedüşündü. Bana bu kaydı tüm dünyaylapaylaşmamı ve hiçbir soru sormamamısöyleyecek... üstelik sorduğum için de banakızacak.

Knovvlton dikkatini yeniden, özellikle rahatsızedici bulduğu bir yerini izlemek için geri sardığıkayda verdi. Görüntüde, su çırpıntısı sesinin eşlik

ettiği, ürkütücü biçimde aydınlatılmış mağarabelirdi. İnsanımsı karaltı, ıslak duvarda göründü:Uzun, kuş gibi gagası olan uzun boylu bir adam.

Şekli bozuk karaltı boğuk sesiyle konuştu:

65

Cehennem / F: 5

“Yeni bir Karanlık Çağ’dayız.

Yüzyıllar önce, Avrupa sefalet ve açlıkiçindeydi; halk bir araya sıkışmış, günahabatmış ve ümitsizdi. Tıpkı Tanrının yıldırımgöndermesini bekleyen, ölü ağaçlarınboğduğu sık bir orman gibiydiler. Bu kıvılcımsonunda ateşi yakacak, alevler yayılarak ölü

ağaçlan temizleyecek ve sağlıklı köklere birkez daha gün ışığını getirecekti.

Ayıklama Tanrimn doğal emridir.

Kara Ölümün ardından ne geldiğinikendinize sorun.

Cevabı hepimiz biliyoruz.

Rönesans.

Yeniden doğuş.

Her zaman böyle olmuştur. Ölümünardından doğum gelir.

Cennete ulaşmak için insanın cehennemdengeçmesi gerekir.

Usta bize bunu öğretti.

Buna rağmen gümüş saçlı cahil banacanavar mı diyor? Geleceğin matematiğimhâlâ anlamıyor mu? Getireceği felaketleri?

Ben Gölge'yim.

Ben sizin kurtuluşunuzum.

Ve o yüzden bu mağaranın derinliklerindedurmuş, yıldızlan yansıtmayan lagününüstünden dışan bakıyorum. Bu batık yerde,cehennem suların altında yanıyor.

Yakında alev alacak.

Ve bu gerçekleştiğinde, yeryüzündeki hiçbirşey onu durduramayacak.

Langdon'ın elindeki nesne, boyutuna göreşaşırtıcı derecede ağırdı. Yaklaşık on beş santimuzunluğundaki cilalı düz metal silindirin her ikiucu da yuvarlaktı; minyatür bir torpilebenziyordu.

Sienna, "İncelemeye başlamadan önce diğertarafına bak istersen," dedi. Gergin bir ifadeyleona gülümsedi. "Simgebilim profesörü olduğunusöylemiştin, değil mi?"

Langdon tüpe odaklanarak elinde evirip çevirdi.Sonunda, yan tarafına işlenmiş parlak kırmızısimgeyi gördü.

Anında tüm vücudu gerildi.

Langdon ikonografi öğrencisiyken birkaçsimgenin insan beynine korku yerleştirdiğiniöğrenmişti... Önündeki simge kesinlikle

listedekilerden biriydi. Tepkisi içgüdüsel ve anioldu; tüpü masaya bırakıp sandalyesine yaslandı.

Sienna başmı sallayarak, "Evet, benim tepkim deböyle oldu," dedi.

Tüpün üzerindeki işaret üç kenarlı basit birikondu.

Kötü ünü olan bu simge, Langdon'ın bir zamanlarokuduğu kadarıyla, 1960'larda Dow Chemicaltarafından, daha önce kullanımda olan etkisizuyarı grafiklerinin yerine geliştirilmişti. Tümbaşarılı simgeler gibi bu da basit, orijinal vekolayca çoğaltılabilir türdendi. Yengeçkıskaçlarından Ninja fırlatma bıçaklarına, her

"İr20. Bölüm

Süregelen siyasi düşmanlık,

Dante'nin Floransa'danSienna endişeli bir ifadeyleminyatüre baktı ve sa

57. BölümKibir.

74. BölümBen de veba olduğunusanmıştım.Brüder bu sorunun birkaçdakika içinde cevaplanaca

"İr

şeyle bağdaştırılan bu modern "biyolojik tehlike"sembolü her dilde tehlikeyi ifade eden global birişaret olmuştu.

Sienna, "Bu küçük metal kutu bir biyotüp," dedi."Tehlikeli maddelerin transferinde kullanılır.Bunları ara sıra tıp alanında görürüz. Numunetüpünü güvenle taşımak için, içineyerleştirebileceğin köpükten bir yuva bulunur. Budurumda..." Biyolojik tehlike işaretini gösterdi."Sanırım, ölümcül bir kimyasal ajan... belki de...bir virüs." Duraksadı. "İlk Ebola örnekleriAfrika'dan buna benzer bir tüpün içindegetirilmişlerdi."

Langdon'ın duymak istediği kesinlikle bu değildi."Ceketimin içinde bunun ne işi var! Ben, sanattarihi profesörüyüm. Bu şeyi neden üzerimde

taşıyorum?!"

Aklına kıvranan bedenlerin ve onların üzerindeduran veba maskesinin korkunç görüntüsü geldi.

Çok üzgünüm... Çok üzgünüm.

Sienna, "Bu, her nereden geldiyse," dedi. "İleribir teknoloji ürünü. Kurşun kaplı titanyum. İçinehiçbir şey işlemez, radyasyon bile. Bencehükümetle ilgili bir mesele." Biyolojik tehlikeişaretinin yanındaki posta pulu boyutundakibiyometrik siyah alanı gösterdi. "Parmak izitanıma. Çalınıp kaybolmaya karşı güvenlik.Bunun gibi tüpler sadece belirli bir kişi tarafındanaçılabilir."

Langdon zihin akışının artık normale döndüğünüfark etmiş olsa da kendini hâlâ söylenenleriyakalamaya çalışıyormuş gibi hissediyordu.

Üzerimde biyometrik olarak mühürlenmişmetal bir kutu taştyormuşum.

"Bu kutuyu ceketinde bulduğumda, Dr.Marconi'ye gizlice göstermek istedim ama senuyanmadan önce fırsatım olmadı.

Biyometrik alanın üzerinde başparmağınıdenemeyi düşündüm ama tüpün içinde ne olduğuhakkında fikrim yoktu ve..."

"BENİM başparmağımı mı?!" Langdon başmı ikiyana salladı. "Bu şeyin benim açmam içinprogramlanmış olması mümkün değil. Benbiyokimya hakkında hiçbir şey bilmem. Bendeböyle bir şey olması mümkün değil."

"Emin misin?"

Langdon son derece emindi. Uzanıp

başparmağını siyah alanın üzerine yerleştirdi.Hiçbir şey olmadı. "Gördün mü? Sanasöylemiş..."

Titanyum tüp gürültülü bir şekilde tıkırdadı veLangdon elini sanki yanmış gibi geri çekti. Lanetolsun. Kendi kendine açılıp ölümcül bir gazyayacakmış gibi duran tüpe baktı. Tüp üç saniyesonra tekrar tıkladı, belli ki kilidini açıyordu.

Nutku tutulan Langdon, Sienna'ya baktı.

Güveni sarsılmış gibi görünen genç doktor, derinbir nefes verdi. "Evet, görünüşe bakılırsabeklenen kurye senmişsin."

Langdon için bu senaryo çok saçmaydı. "Buimkânsız. Öncelikle, o metal parçasını havaalanıgüvenliğinden nasıl geçirmiş olabilirim?"

"Belki de özel bir jetle uçmuşsundur? Belki de buşey, sana İtalya'ya geldiğinde verilmiştir?"

"Sienna, konsolosluğu aramam gerekiyor.Hemen."

"Önce kutuyu açmamız gerektiğini düşünmüyormusun?"

Langdon'ın daha önce düşüncesizce hareketettiği zamanlar olmuştu ama tehlikeli maddeiçeren bir tüpü bir kadının mutfağında açmakbunlardan biri olmayacaktı. "Bu şeyi yetkililereteslim ediyorum. Şimdi."

Sienna dudaklarını büzerek seçenekleri düşündü."Tamam, ama bu aramayı yaptığın andan itibarentek başmasm. Ben karışamam. Onlarla kesinlikleburada buluşamazsın. İtalya'daki göçmenlikdurumum... biraz karışık."

Langdon, genç kadının gözlerinin içine bakarak-samimiyetle konuştu. "Tek bildiğim Sienna,hayatımı kurtarmış olduğun. Bu durumu nasılhalletmemi istiyorsan o şekilde halledeceğim."

Sienna minnettar bir ifadeyle başmı sallayıppencereye doğru gitti. Sokağa baktı. "Tamam,şöyle yapacağız."

Çabucak bir plan yaptı. Basit, akıllıca vegüvenliydi.

Cep telefonunun arayan numarayı gizlemeözelliğini açıp 411'i tuşlarken Langdon onu izledi.Parmakları çok zarif ama kararklıkla hareketediyordu.

Sienna kusursuz bir İtalyancayla konuşmayabaşladı, "In-formazioni abbonati? Per favore,pud darmi il numero del Consolato

Americano di Firenze?"m

Biraz bekledikten sonra hızla bir telefonnumarası yazdı.

"Grazie mille,/,(2) dedikten sonra telefonukapattı.

Sienna telefon numarasını cep telefonuyla birlikteLangdon'a verdi. "Kendi başmasm. Nesöyleyeceğini hatırlıyor musun?"

Kâğıdın üzerindeki telefon numarasını çevirirkengülümseyerek, "Hafızam iyi," dedi. Hat çalmayabaşladı.

Bir şey olduğu yok.

Langdon telefonun hoparlörünü açıp Sienna'nm

da duyabilmesi için masanın üzerine bıraktı.Konsolosluk hizmetleri ve çalışma saatlerihakkında bilgi veren bir telesekreter mesajıcevap verdi. Mesai 08.30'da başlıyordu.

Langdon cep telefonunun saatine baktı. Saathenüz 06.00'ydı.

Otomatik kayıt, "Eğer acil bir durum söz konusuise nöbetçi memurla görüşmek için 77'yihaşlayabilirsiniz," dedi.

Langdon hemen dahili numarayı tuşladı.

Hat yine çalıyordu.

Yorgun bir ses, "Consolato Americano,"0)diye cevap verdi. "Sono il funzionario diturno.'m

Langdon, "Lei parla hıglese?"i5) diye sordu.

(1) "Abone bilgi servisi mi? Lütfen banaFloransa'daki Amerikan Konsoloslo-ğu'nuntelefon numarasını verir misiniz?"

(2) "Çok teşekkürler."

(3) "Amerikan Konsolosluğu."

(4) "Ben nöbetçi memur."

(5) "İngilizce biliyor musunuz?"

Adam, Amerikan İngilizcesiyle, 'Tabii ki," dedi.Uyandınldı-ğı için biraz sinirlenmiş gibiydi. "Sizenasıl yardıma olabilirim?"

"Floransa'yı ziyarete gelmiş olan birAmerikalıyım ve saldırıya uğradım. İsmim

Robert Langdon."

"Pasaport numaranız lütfen." Adam duyulacakşekilde esnedi.

"Pasaportum kayboldu. Sanırım çalındı.Başımdan vuruldum. Hastanedeydim. Yardımaihtiyacım var."

Memur aniden uyandı. "Efendim!? Vuruldummu dediniz? İsminizi tekrar alabilir miyim?"

"Robert Langdon."

Hattaki hışırtının ardından Langdon adamınparmaklarının klavyede bir şeyler tuşladığınıduydu. Bilgisayar bipledi. Bir duraksamadansonra klavye tuşlarının sesi duyuldu. Bir biplemedaha. Sonra üç tiz bipleme sesi.

Daha uzun bir sessizlik.

Adam, "Bayım?" dedi. "İsminiz Robert Langdonmıydı?"

"Evet, doğru. Ve başım dertte."

"Tamam bayım, isminizin üzerinde sizi hemenbaşkonsolos vekiline bağlamam gerektiğinigösteren bir uyarı bayrağı var." Adam sankikendi söylediklerine inanamıyormuş gibiduraksadı. "Lütfen hatta kalın."

"Bekleyin! Bana ne olduğunu..."

Hat çalmaya başlamıştı bile.

Dört kez çaldıktan sonra bağlandı.

Boğuk bir ses, "Ben Collins," diye cevap verdi.

Langdon derin bir nefes alıp elinden geldiğincesakin bir sesle konuştu. "Bay Collins, ismimRobert Langdon. Floransa'yı ziyaret eden birAmerikalıyım. Vuruldum. Yardıma ihtiyacım var.Derhal Amerikan Konsolosluğu'na gelmekistiyorum. Bana yardımcı olur musunuz?"

Karşıdaki ses hiç tereddüt etmeden cevap verdi."Tanrıya şükür hayattasınız Bay Langdon. Biz desizi arıyorduk."

Konsolo luk burada olduğumu biliyor mu?

Bu ha, >er Langdon'ın içine su serpti.

Ken iisini başkonsolos vekili olarak tanıtan BayCollins, Langdon'l ı sert ve profesyonel bir tonlakonuşsa da sesindeki telaş sezi iyordu. "BayLangdon derhal konuşmamız gerekiyor. Amatelefonda olmayacağı çok açık."

Langdon için şu anda hiçbir şey açık değildi amaitiraz etmedi.

Collins, "Hemen sizi alması için birinigöndereceğim," dedi. "Neredesiniz?"

Sienna telefonun hoparlöründen duyulankonuşmayı dinlerken huzursuz bir şekilde yerindekıpırdandı. Langdon planını uygulamaktanvazgeçmediğini ifade etmek için güven verici birifadeyle başmı salladı.

Langdon, Sienna'nm birkaç dakika öncekendisine göstermiş olduğu sokağın karşısındakikasvetli otele bakarak, "Pensione la Fiorentinaadında küçük bir oteldeyim," deyip Collins'eadresi verdi.

Adam, "Tamamdır," dedi. "Hiçbir yereayrılmayın. Odanızda kalın. Hemen birini

gönderiyorum. Oda numaranız nedir?"

Langdon bir numara uydurdu. "Otuz dokuz."

"Pekâlâ. Yirmi dakika." Collins sesini alçattı."Bay Langdon, yaralanmışsınız ve kafanızınkarışık olduğu belli ama şunu bilmem gerekiyor...Hâlâ elinizde mi?"

Elinizde mi? Gizli kapaklı olsa da Langdonsoruyu anlamıştı. Mutfak masasının üzerindekibiyotüpe baktı. "Evet efendim. Hâlâ elimde."

Collins duyulur bir şekilde nefes verdi. "Sizdenhaber alamayınca biz düşündük ki... şey, enkötüsünü düşündük. İçim rahatladı.Bulunduğunuz yerde kaim. Bir yere ayrılmayın.Yirmi dakika sonra birisi kapınızı çalacak."

Collins telefonu kapattı.

Langdon hastanede uyandığından beri ilk defarahatladığını hissediyordu. Konsolosluk nelerolduğunu biliyor, ben de yakında her şeyiöğrenirim. Gözlerini kapatıp yavaş bir nefesverdi, kendini yeniden bir insan gibi hissediyordu.Başındaki ağrı geçmişti.

Sienna şaka yollu, "Evet, her şey fazla MI6havasında ilerliyordu," dedi. "Sen ajan mısın?"

Langdon'ın o anda ne olduğu hakkında hiçbir fikriyoktu. İki günlük anılarını hatırlamıyor olması vekendini anlaşılmaz bir durumun içinde bulmasıona akıl almaz geliyordu ama sonuçtaburadaydı... Yirmi dakika sonra AmerikanKonsolosluğu'ndan bir memurla köhne bir oteldebuluşacaktı.

Burada neler oluyor?

Ayrılmak üzere olduğu ama-yarım kalmış işlerivarmış gibi hissettiği Sienna'ya baktı. Gözlerininönünde ölen sakallı doktoru düşündü. Alçaksesle, "Sienna," dedi. "Arkadaşın... Dr.Marconi... çok üzgünüm."

Sienna boş bir ifadeyle başını salladı.

"Ve seni bunun içine sürüklediğim için çoküzgünüm. Hastanede farklı bir durumunolduğunu biliyorum ve eğer bir soruşturmaolursa..." Sesi kesildi.

Sienna, "Sorun değil," dedi. "Yer değiştirmeyealışkınım."

Langdon, genç kadının gözlerinden, bu sabahonun için her şeyin değiştiğini okuyabiliyordu.Langdon'ın kendi hayatı şu anda tam bir kaostuama bu kadına daha çok acıyordu.

O benim hayatımı kurtardı... ben onunkinimahvettim.

Bir dakika boyunca sessizce oturdular,aralanndaki hava gittikçe ağırlaştı. İkisi dekonuşmak istiyor ama söyleyecek bir şeybulamıyor gibiydiler. Ne de olsa yabancıydılar.Birlikte çıktıkları kısa ve tuhaf yolculukta bir yolayrımına gelmişlerdi ve artık ikisinin de kendiyollarını bulmaları gerekiyordu.

Langdon sonunda, "Sienna, konsoloslukla bu işihalledince eğer senin için yapabileceğim bir şeyolursa... lütfen," dedi.

Sienna alçak sesle, "Teşekkür ederim," diyerekbakışlarını pencereye doğru çevirdi.

Dakikalar ilerlerken Sienna Brooks boş gözlerle

pencereden dışarı bakarak günün kendisine nelergetireceğini düşünüyordu. Ne getirirse getirsin,gün biterken kendi dünyasının çok daha farklıolacağından emindi.

Her ne kadar adrenalinden kaynaklandığını bilsede Amerikalı profesörü tuhaf bir şekilde çekicibuluyordu. Yakışıklılığının yanı sıra, gerçekten iyikalpli biri olduğu belliydi. Farklı bir hayattaRobert Langdon, onun birlikte olabileceği biriydi.

Beni asla istemezdi, diye düşündü. Benhasarlıyım.

O anda pencerenin dışında bir şey gözüne takıldı.Yüzünü cama yaslayıp sokağa baktı. "Robertbak!"

Langdon sokağa bakınca Pensione laFiorentina'nın önünde duran gösterişli siyah

BMVV motosikleti gördü. Siyah deri kıyafetli vekask takmış olan sürücü, ince ve güçlügörünüyordu. Zarifçe motosikletinden inip parlaksiyah kaskını çıkarınca Sienna, Langdon'ınnefesinin kesildiğini duydu.

Kadının kirpi gibi saçlarını fark etmemekimkânsızdı.

Tanıdık bir silah çıkarıp susturucusunu kontrolettikten sonra tekrar ceketinin cebine soktu.Ardından, ölümcül bir zarafetle yürüyerek otelegirdi.

Sienna korkudan gerilmiş bir sesle, "Robert," diyefısıldadı. "Amerikan hükümeti seni öldürmesi içinbirini göndermiş."

Otelden içeri giren kirpi saçlı kadının adresi nasılbulduğunu anlayamıyordu.

Vücudunda dolaşan adrenalin, düşünceleriniyeniden dağıttı. "Kendi hükümetim beniöldürmesi için birini mi göndermiş?"

obert Langdon pencerenin gerisinde durmuşsokağm

karşısındaki otele bakarken içini bir panik dalgasıkapladı.

Sienna da onun kadar etkilenmiş görünüyordu."Robert bu, hastanedeki ilk öldürme teşebbüsünüde hükümetinin ayarladığı anlamına geliyor."Ayağa kalkıp daire kapısının kilidini kontrol etti."Eğer Amerikan Konsolosluğu'nun seni

öldürmeye izni varsa..." Cümlesini tamamlamadı,zaten buna gerek yoktu. İması çok ürkütücüydü.

Ne yaptığımı sanıyorlar? Kendi hükümetimneden peşimde?!

Langdon hastaneye sendeleyerek girdiğindemırıldandığı iki kelimeyi bir kez daha duydu.

Çok üzgünüm... Çok üzgünüm.

Sienna, "Burada güvende değilsin," dedi. "Buradagüvende değiliz." Sokağın karşısını gösterdi. "Okadm bizi birlikte kaçarken gördü. Hükümetininve polisin beni aradıklarına eminim. Dairembaşka birinin adına tutuldu ama beni enindesonunda bulacaklar." Masanın üstündekibiyotüpe baktı. "Bunu açmalısın, hemen."

Langdon tüpe bakarken sadece biyolojik tehlike

işaretini gördü.

Sienna, "Bu tüpün içinde büyük ihtimalle birkimlik kodu, ajan etiketi, telefon numarası,herhangi bir şey vardır," dedi. "Bilgiye ihtiyacınvar. Bilgiye ihtiyacım var! Hükümetin arkadaşımıöldürdü!"

Sienna'nm sesindeki acı, Langdon'ı kendinegetirdi. Sien-na'nın haklı olduğunu düşünerekbaşmı salladı. "Evet, ben... çok üzgünüm."Langdon bu kelimeleri bir kez daha duyuncairkildi. Masanın üzerinde duran metal tüpebakarak içinde ne gibi cevaplarbarmdırabileceğini düşündü. "Bunu açmak çoktehlikeli olabilir."

Genç kadın biraz düşündü. "İçindeki şey büyükihtimalle çok iyi muhafaza edilmiştir, kırılmayanpleksiglas bir test tüpünün içindedir. Bu biyotüp

sadece nakliye sırasında ekstra güvenliksağlayacak bir kabuk."

Langdon pencereden dışarıya, otelin önündeduran siyah motosiklete baktı. Kadm henüz dışarıçıkmamıştı ama kısa süre sonra orada olmadığınıöğrenecekti. Suikastçının bir sonraki hamlesininne olacağını... ve dairenin kapısını ne zamanyumruklamaya başlayacağını merak ediyordu.

Kararını verdi. Titanyum tüpü kaldırıpbaşparmağını isteksizce biyometrik alanın üzerineyerleştirdi. Birkaç saniye sonra metal kutudan birvızıltı duyuldu ve sonra yüksek sesle tıkırdadı.

Langdon tüp kendini tekrar kilitlemeden önce, ikiparçayı tutup birbirinin ters yönünde çevirdi.Çeyrek dönüşten sonra metal kutu ikinci kezvızıldadı ve Langdon o an bu işten geri dönüşolmadığını anladı.

Tüpü çevirerek açmaya devam ederken elleriterliyordu. Parçalar mükemmel birmekanizmanın üzerinde kolayca dönüyordu.Sanki kıymetli bir Rus matruşkasınıaçıyormuşçasma çevirmeye devam etti; ancakbu durumda içinden ne çıkacağı hakkında hiçbirfikri yoktu.

Beş dönüş sonunda parçalar serbest kaldı.Langdon derin bir nefes alıp nazik bir şekildeparçalan birbirlerinden ayırdı.

Parçaların arasındaki boşluktan bir sünger çıktı.Langdon onu masanın üzerine koydu. Koruyucuyastık, ince uzun bir Nerf futbol topunabenziyordu.

Bir şey olduğu yok.

Langdon koruyucu süngerin tepesini

nazikçe geriye katlayınca içindeki nesnegöründü.

Sienna içindekine bakıp şaşırmış bir ifadeyleLangdon'a baktı. "Bunu kesinliklebeklemiyordum."

Langdon fütüristik görünüşlü bir tür ilaç şişesiçıkmasını beklemişti ama biyotüpün içindeki hiçde modern bir şey değildi. Süslü bir şekildeoyulmuş nesne, fildişinden yapılmışa benziyorduve yaklaşık olarak bir Life Savers şeker paketibüyüklüğün-deydi.

Sienna, "Eski bir şeye benziyor," diye fısıldadı."Bir tür..."

Langdon sonunda nefes vererek, "Silindirmühür," dedi.

Sümerliler tarafından MÖ 3500 yılında keşfedilensilindir mühürler, baskı resimde oymacılığınhabercisiydiler. Dekoratif şekiller oyulan birmühürde, içine aks başının yerleştirildiği biroluklu mil bulunurdu. Bu sayede, oyulmuş silindir;tekrar eden semboller, şekiller veya yazılarşeridinin "basılabilmesi" için ıslak kil veya pişmişçamur üzerinde modem bir boya fırçası gibiyuvarlanabilirdi.

Langdon'ın tahminlerine göre, bu mühürkesinlikle çok nadide ve değerliydi ama yine desanki bir tür biyolojik silahmış gibi nedentitanyum bir kutunun içine kilitlenmiş olduğunuanlayamıyordu.

Langdon mührü parmakları arasında eviripçevirirken tüyler ürpertici bir oyması olduğunufark etti. Burada üç başlı ve boynuzlu bir şeytan,üç farklı adamı üç ağzıyla aynı anda yiyordu.

Çok hoş.

Langdon, şeytanın altma kazınmış yedi harfebaktı. Süslü kaligrafi, tüm silindir mühürlerdeolduğu gibi tersten yazılmıştı ama Langdonharfleri okumakta zorlanmadı: SALIGIA

Sienna gözlerini kısarak yazıya bakıp yükseksesle okudu. "Saligia?"

Langdon başını salladı. Kelimenin yüksek seslesöylenişi tüylerini ürpertmişti. "Ortaçağda,Hıristiyanlara Yedi Ölümcül Günah'ı haürlatmakiçin Vatikan'ın türettiği bir anımsatıcıydı. Saligia;superbia, avaritia, \uxuria, invidia, gula, İrave acedia kelimelerinin baş harflerinden oluşanbir akronimdir."

Sienna kaşlarını çattı. "Kibir, hırs, şehvet,

kıskançlık, açgözlülük, öfke ve tembellik."

Langdon etkilenmişti. "Latince biliyorsun."

"Katolik olarak yetiştirildim. Günahı bilirim."

Langdon gülümsedikten sonra mühre bakaraksanki tehlikeli bir şeymiş gibi neden bir biyotüpüniçine yerleştirilmiş olduğunu kendi kendine sordu.

Sienna, "Fildişi olduğunu sanmıştım," dedi. "Amakemikmiş." Nesneyi güneş ışığına tutaraküzerindeki çizgileri gösterdi. "Fildişi, yarı şeffafçizgileri olan elmas biçimindeki kesittaramalardan meydana gelir; kemik ise paralelçizgiler ve koyu renkli oyuklardan oluşur."

Langdon mührü yavaşça eline alıp oymalarıyakından inceledi. Orijinal Sümer mühürlerindekioymalarda basit figürler ve kama işaretleri

olurdu. Ama bu mührün çok daha ince bir işçiliğivardı. Langdon elindeki mührün ortaçağdanesinlendiğini tahmin etti. Üzerindeki süslemelerin,gördüğü halüsinasyonlarla tedirgin edici birbağlantısı vardı.

Sienna endişeli gözlerle ona baktı. "Ne oldu?"

Langdon keyifsizce, "Tekrar eden tema," deyipmührün üzerindeki oymalardan birini gösterdi."İnsan yiyen üç başlı şeytanı görüyor musun?Bu, ortaçağda yaygın bir semboldür: Veba ilebağdaştırılan bir ikon. Ağızlar, vebanın nüfusunasıl yok ettiğinin sembolüdür."

Sienna huzursuz bir ifadeyle tüpün üzerindekibiyolojik tehlike işaretine baktı.

Sabahtan beri vebayla ilgili öyle çok atıftabulunmuşlardı ki bu, Langdon'ı rahatsız etmeye

başlamıştı. O nedenle, bu konuyla ilgili kurmasıgereken her bağlantıyı gönülsüzce yapıyordu."Sa-ligta, insanoğlunun toplu günahlarının birtemsilcisidir ki, bu da ortaçağdaki dindoktrinlerine göre..."

Sienna, "Tanrı'nın dünyayı veba salgını ilecezalandırmasının nedeniydi," diyerek onuncümlesini tamamladı.

"Evet." Düşünce bağı kopan Langdon bir anlığınaduraksadı. Silindirde ona tuhaf gelen bir şey farketmişti. Normalde, silindir mührün deliğinden, boşbir borudan bakıldığı gibi bakılabilirdi ama bundaaks kapalıydı. Bu kemiğin içine bir şeyyerleştirilmiş. Silindirin ucu, ışığı yakalaymcaparladı.

Langdon heyecanlanmıştı. "İçinde bir şey var vecama benziyor." Diğer ucunu kontrol etmek için

silindiri baş aşağı çevirdi ve bununla birlikte minikbir nesne içeride tıkırdayarak kemiğin birucundan diğerine, tüpün içinde dönen bir top gibiyuvarlandı.

Langdon donmuştu. Sienna'mn, yanında yavaşçanefesini bıraktığını duydu.

Bu da neydi?!

Sienna, "Sesi duydun mu?" diye fısıldadı.

Langdon başını evet anlamında sallayıp dikkatlemetal kutunun dibine baktı. "Girişi kapalıgörünüyor... metal bir şeyle kapanmış." Belki detest tüpünün kapağıyla?

Sienna geriye çekildi. "Kırılmış gibi migörünüyor?"

"Sanmıyorum." Langdon cam ucu incelemek içinkemiği tekrar hafifçe yan yatırınca tıkırtı yenidenduyuldu. Bir saniye sonra silindirin içindekicamda hiç beklenmedik bir şey oldu.

Parlamaya başladı.

Sienna'nm gözleri fal taşı gibi açıldı. "Robert dur!Kıpırdama!"

avada duran eliyle kemik silindiri sımsıkı tutanLang

don, kıpırdamadan durdu. Tüpün ucundaki cam,hiç

şüphesiz ışığı emiyor, içindekiler sanki canlanmışgibi parlıyordu.

Bir anda içindeki ışık karardı.

Sienna sık nefesler alarak yaklaştı. Başını yanaeğip kemiğin içindeki, görünen kısmı inceledi.

"Bir daha eğ," dedi. "Çok yavaş."

Langdon kemiği nazikçe baş aşağı çevirdi.Küçük bir nesne, bir kez daha kemiğin içindetıkırdayıp durdu.

"Bir daha," dedi. "Nazikçe."

Langdon aynı işlemi tekrarlayınca tüp bir kezdaha tıkırdadı. Bu kez, içindeki cam zayıf birışıkla kısa bir süre parlayıp tekrar söndü.

Sienna, "Deney tüpü olmalı," dedi. "İçindekarıştırıcı bilye var."

Langdon sprey boyalardaki karıştırıcı bilyelereaşinaydı; bu tür kutularda, sallandığında boyanınkarışmasına yardımcı olan bilyeler bulunurdu.

Sienna açıklamaya çalıştı. "İçinde fosforlukimyasal bileşenler olmalı veya tetiklendiğindeparlayan biyoluminesans bir organizma."

Langdon'ın akima başka şeyler geliyordu. Dahaönce kimyasal ışık çubukları ve bir tekne, yaşamalanını çalkaladığında parlayan biyoluminesansplanktonları görmüş olsa da elindeki silindiriniçinde bunlardan birinin bulunmadığındanneredeyse emindi. Tüpü, parlaymcaya kadarnazikçe birkaç kez daha eğdi ve parlayan ucunuavucuna koydu. Tahmin ettiği gibi, zayıf birkırmızı ışık hafifçe parıldayarak cildine yansıdı.

208'lik zekâların da bazen yanılabileceğimöğrenmek güzel oldu.

"Şuna bak," diyen Langdon, tüpü sertçesallamaya başladı. İçindeki bilye, ileri geri hızlatakırdıyordu.

Sienna hemen atıldı. "Ne yapıyorsun?"

Tüpü sallamaya devam eden Langdon, ışıkdüğmesinin yanma gidip kapattı ve mutfağıkaranlığa gömdü. Var gücüyle sallarken,"İçindeki deney tüpü değil," dedi. "Bir işaretçi."

Öğrencilerinden biri Langdon'a buna benzer bircihaz vermişti: AAA pillerini harcamaktan bıkanve kendi kinetik enerjilerini elektriğedönüştürmek için birkaç saniye sallamazahmetine girmeyi umursamayan öğretmenleriçin bir lazer işaretçi. Cihaz tetiklendiğindeiçindeki metal bilye bir dizi çark üzerinde ilerigeri hareket ediyor ve minik bir jeneratöre güçveriyordu. Anlaşılan birisi, bu işaretçiyi çukur

oyulmuş kemiğin içine yerleştirerek, modern biroyuncağa antika görünümü vermek istemişti.

Artık elindeki işaretçinin ucu yoğun derecedeparlıyordu. Langdon, Sienna'ya kaygılanmasınaneden olacak biçimde sırıttı. "Gösteri zamanı."

Kemik kılıflı işaretçiyi mutfağın boş bir duvarınatuttu. Duvar aydınlanınca Sienna hayretle içiniçekti. Fakat, şaşkınlık içinde geri çekilenLangdon oldu.

Duvarda beliren ışık, küçük bir lazer noktasıdeğildi. Eski moda bir slayt projektöründen çıkargibi tüpten yansıyan, yüksek çözünürlüklü, canlıbir fotoğraftı.

81

Cehennem / F: 6

Tanrım! Langdon karşılarındaki duvarayansıyan dehşetli manzarayı anladığında, elihafifçe titredi. Ölüm hayalleri gördüğümeşaşırmamak gerek.

Yanında duran Sienna ağzını kapatıp ileri doğruçekingen bir adım attı. Gördüklerindenbüvülendiei belli oluvordu.

Cihazdan yansıyan manzara, ıstırap içindekiinsanları gösteren korkunç bir yağlıboyatabloydu: Binlerce ruh, cehennemin farklıseviyelerinde işkence görüyordu. Yeraltmdakidünya, çeşitli seviyeleıden oluşan, huni şeklindekidipsiz bir çukur olarak betimle -ımişti. Bucehennem çukuru, her bir katmanı türlü günahkfdarla dolu, işkenceleri artarak aşağı inenteraslara ayrılmıştı.

Langdon jörüntüyü hemen tanıdı.

Karşısı: daki başyapıt -La Mappadell'Inferno-m İtalyan Rönesans ,'ıun gerçekustalarından biri olan Sandro Botticelli tarafındanyapılmıştı. Yeraltı dünyasının detaylı bir planınıgösteren La Mappa dell'Inferno, ölümdensonraki hayatın şimdiye dek yapılmış enkorkutucu resmiydi. Karanlık, kasvetli ve dehşetverici resim karşısında insan bugün biledonakalıyordu. Canlı ve renkli Primavera veVenüs'ün Doğuşunun aksine, Botticelli LaMappa dell'Inferno'yu kırmızılar, sepyalar vekahverengilerle boyamıştı.

Langdon'ın başını çatlatan ağrı bir anda yenidensaplandı. Yabancı bir hastanede uyandığındanberi ilk defa, bulmaca parçalarından birinin

yerine oturduğunu hissetti. O korkunç halüsi-nasyonlara, bu ünlü tabloyu görmüş olması yolaçmış olmalıydı.

Sebebini hiç hatırlamasa da, herhaldeBotticelli'nin La Mappa delVInferno'sunuinceliyordum, diye düşündü.

Resim başlı başına rahatsız edici olsa daLangdon'm huzursuzluğunun artmasına sebepolan, tablonun kaynağıydı. Langdon bu başyapıtaBotticelli'nin kendi zihninin değil, ondan iki yüzyıl

(1) Cehennem Haritası

önce yaşamış başka birinin zihninin ilhamkaynağı olduğunu iyi biliyordu.

Bir diğerine ilham veren büyük bir sanateseri.

Botticelli'nin La Mappa dell'lnferno'su aslındatarihin en çok bilinen eserlerinden biri halinegelen, on dördüncü yüzyılda yazılmış bir edebieseri canlandırıyordu. Bugüne dek yankılarısüren korkunç bir cehennem görüntüsü...

Dante'nin Cehennem'i.

Sokağın karşısındaki Vayentha, sessizcemerdivenleri çıktı. Sakin ve küçük Pensione laFiorentina'mn çatıdaki terasında gizlendi.Langdon konsolosluktaki kişiye, var olmayan birnumara ve uydurma bir buluşma yeri vermişti;Vayentha'nın işinde buna "ikiz randevu" denirdi.Bu, gizli kapaklı operasyonlarda kullanılan vekendi bulunduğu yeri açık etmeden durumdeğerlendirmesini sağlayan bir ajanlık tekniğiydi.

Vayentha çatıda, tüm alanı kuşbakışıgörebileceği, bakınca kendisinin görülemeyeceği

bir yer bulmuştu. Yavaşça bakışlarını sokağınkarşısındaki binada yukarı doğru kaydırdı.

Sıra sizde Bay Langdon.

Bu sırada, The Mendacium'dakı Amir,güverteye çıkarak Adri-yatik'in tuzlu havasınıiyice içine çekti. Bu gemi yıllardır onun eviolmuştu ama şimdi, Floransa'da cereyan edenolaylar inşa ettiği her şeyi yok edecekti.

Saha ajanı Vayentha her şeyi tehlikeye atmıştı.Bu görev bittikten sonra bir sorguylakarşılaşacak olmasına rağmen, Amir'in şimdilikona ihtiyacı vardı.

Bu karışıklığı yeniden denetimi altına alsa iyieder.

Ardından sert ayak sesleri yaklaştı. Arkasına

dönüp baktığında, kadm analistlerden birininkoşarak geldiğini gördü.

Nefes nefese kalan analist, "Efendim," dedi."Yeni bilgiler edindik." Sesi, sabahın serinhavasını yarıyordu. "Anladığımız kadarıylaRobert Langdon, Harvard e-posta hesabına,'maskelenmemiş bir IP adresinden erişmiş."Durup, gözlerini Amir'in-kilere kilitledi. "ArtıkLangdon'ın bulunduğu yeri tam olaraksaptayabiliriz."

Amir bir insanın nasıl bu kadar aptal olabileceğinidüşündü. Bu her şeyi değiştiriyor. Ellerinibirleştirip olası etküerini düşünerek kıyı şeridinebaktı. "TTD,) ekibinin mevkiini biliyor muyuz?"

"Evet efendim. Langdon’ın bulunduğu yere üçkilometre uzaklıkta."

Amir, tereddütsüz kararını verdi.

(1) Teftiş ve Tepki Desteği

Mutfak duvarına yansıyan yeraltı dünyasınınresmine yaklaşırken dalgın bir ifadeyle Sienna,"L'inferno di Dan-te," diye fısıldadı.

Langdon, Dante'rıin cehennem hayali buradacanlı renklerle betimlenmiş, diye düşündü.

Dünya edebiyatının seçkin eserlerinden biriolarak göklere çıkarılan Cehennem, DanteAlighieri'nin İlahi Komedya'smı oluşturan üçkitabın ilkiydi. 14.233 dizelik epik şiir, Dante'ninvahşi yeraltı dünyasına inişini, araftakiyolculuğunu ve sonunda cennete varışınıanlatıyordu. Komedya'nm üç bölümünden biriolan Cehennem; Araf ve Cennet bölümlerinden

daha çok okunan ve hatırlananıydı.

1300'lerin başında Dante Alighieri tarafındankaleme alman eser, ortaçağ anlayışını yenidenşekillendirmişti. Daha önce cehennem kavramıinsanları hiç bu şekilde etkisi altına almamıştı.Dante'nin eseri bir gecede soyut cehennemkavramım, anlaşılır ve dehşet verici bir hayallesomutlaştırmıştı; açık, somut ve unutulmaz. Şiirinyayımlanmasının ardından, Dante'nin yenilediğiyeraltı dünyasından kaçman günahkârlarınKatolik Kilisesine kitleler halinde gitmeyebaşlaması şaşırtıcı değildi.

Botticelli'nin burada betimlediği Dante'ninyeraltında acı çekilen korkunç cehennem hayali,bir huni şeklinde tasarlanmıştı; cehennem ateşi,lağım, canavarlar ve merkezinde bekleyenşeytanla, lanetli bir yeraltı dünyası. Çukur dokuzfarklı seviyeden, cehennemin dokuz dairesinden

oluşuyordu. Günahkârlar işledikleri günahınbüyüklüğü ölçüsünde seviyelere ayrılıyorlardı. Enüste yakın yerdeki şehvet düşkünleri veya"cinsel suçlular", heveslerini denetleyememelerinisembolize eden sonsuz bir fırtınanın içineatılmışlardı. Onların altındaki oburlar, iğrenç birlağım balçığının içinde, yüzükoyun yatmayazorlanmışlardı. Daha aşağılardaki sapkınlar,yanan kefenlere sarılmış, sonsuz ateşlelanetlenmişlerdi. İşkenceler böylece, aşağıyaindikçe daha da kötüleşerek devam ediyordu.

Yayımlandığından bu yana geçen yedi yüzyıliçinde, Dante'nin cehennem hayali methiyelere,çevirilere ve tarihin kimi en yaratıcı zekâlarınınçeşitlemelerine ilham vermişti. Longfellow,Chaucer, Marx, Milton, Balzac, Borges ve hattabazı papalar, Dante'nin Cehennem'i üzerinekurulu eserler yazmışlardı. Mon-teverdi, Liszt,

VVagner, Çaykovski ve Puccini; Dante'nineserine dayanan besteler yapmışlardı. İçlerindenbiri, Langdon'ın en sevdiği sanatçı LoreenaMcKennitt'tı. Modern dünyanın video oyunlarıylaiPad uygulamalarında bile Dante'den yana kıtlıkçekilmiyordu.

Dante'nin hayalinin sembolik zenginliğiniöğrencileriyle paylaşmaya bayılan Langdon,bazen hem Dante hem de ondan ilham alaneserlerde tekrarlayan görüntüler üzerine dersverirdi.

Duvardaki resme yaklaşan Sienna, "Robert,"dedi. "Şuna bak!" Huni şeklindeki cehenneminaşağı kısmındaki bir yeri işaret ediyordu.

İşaret ettiği yer Malebolge olarak bilinir ve "kötühendekler" anlamına gelirdi. Burası cehenneminsekizinci ve sondan bir önceki dairesiydi; her

farklı hile için on farklı hendeğe ayrılmıştı.

Sienna şimdi daha heyecanlı görünüyordu."Baksana! Hayalinde bunu gördüğünüsöylememiş miydin?"

Langdon onun gösterdiği yere gözlerini kısarakbaktı ama bir şey göremedi. Küçük projektörüngücü tükenmek üzereydi, resim belirsizleşmeyebaşlamıştı. Cihazı ışığı artıncaya kadar salladı.Sonra da resmi daha büyük göstermesi içinduvardan uza-

ğa, küçük mutfağın karşı tarafındaki tezgâhınkenarına koydu. Sienna'ya yaklaşarak ışıktanharitayı incelemek için yana doğru bir adım attı.

Sienna yine cehennemin sekizinci dairesinigösteriyordu. "Bak. Halüsinasyonlarmda, yerdentepetakla çıkan R harfiyle damgalanmış bir çift

bacak gördüğünü söylememiş miydin?" Duvarda,tam bulunduğu yere dokundu. "İşte buradalar!"

Langdon'ın bu tabloda daha önce defalarcagördüğü gibi, Malebolge'nin dokuzuncu hendeği,bacakları topraktan dışarı doğru çıkan, yarıyakadar tepetakla gömülmüş günahkârlarladoluydu. Ama karşısında duran resimde, tam dahayalinde gördüğü gibi, bacaklardan birindeçamurla yazılmış bir R harfi vardı.

Tanrım! Langdon minik detaya daha dikkatlibaktı. "Şu R harfi... bu Botticelli'nin orijinalresminde kesinlikle yok!"

Sienna eliyle işaret etti. "Bir tane daha var."

Onun, Malebolge'deki on hendekten başka birineuzattığı parmağını takip eden Langdon, başıtersine döndürülmüş sahte bir peygambere E

harfinin yazıldığını gördü.

Bu da ne böyle? Resim değiştirilmiş.

Şimdi, Malebolge'deki on hendeğin tümündebirden günahkârlara yazılmış harfleriseçebiliyordu. Şeytanların kamçıladığı birtecavüzcünün üstünde C harfini gördü... Yılanlartarafından durmadan ısırılan hırsızda başka bir Rharfi... Kaynayan zift gölüne batmış birsiyasetçide A harfi.

Langdon kendinden emin bir şekilde, "Bu harflerBotticelli'nin yaptığı orijinal resimde kesinlikle yeralmıyorlar. Bu resim dijital ortamda değiştirilmiş,"dedi.

Bakışlarını yeniden Malebolge'nin en üsttekihendeğine çevirdi ve on hendeğin her birindeyazan harfleri yukardan aşağı okumaya başladı.

C... A... T... R... O... V... A... C... E... R...

Langdon, "Catrovacer mi?" dedi. "Bu İtalyancamı?"

Sienna başını iki yana salladı. "Latince de değil.Tanıyamadım."

"Bir... isim olabilir mi?"

"Catrovacer mi?" Sienna kuşkulu görünüyordu."Bana bir isim gibi gelmedi. Ama şuraya bak."Malebolge'nin üçüncü hendeğindekikarakterlerden birini işaret etti.

Langdon figürü bulduğunda, aniden ürperdiğinihissetti. Üçüncü hendekteki günahkârtopluluğunun arasında, ortaçağın ikonikgörüntülerinden biri yer alıyordu: kuş gibi uzungagalı bir maskesi ve donuk gözleri olan, pelerinli

bir adam.

Veba maskesi.

Sienna, "Botticelli'nin orijinal resminde vebahekimi var mıydı?" diye sordu.

"Kesinlikle yok. Bu figür sonradan eklenmiş."

"Peki Botticelli orijinal resmi imzalamış mıydı?"

Langdon hatırlayamıyordu ama normaldeimzanm bulunması gereken sağ alt köşeyegözlerini kaydırınca neden sorduğunu anladı.İmza yoktu ama La Mappa'nın koyu kahverengiçerçevesi boyunca minik harflerle yazılmış birsatır göze çarpıyordu: la veritâ e visibile soloattraverso gli occhi della morte.

Langdon'ın ne dendiğini anlayacak kadar

İtalyancası vardı. "Gerçek, yalnızca ölümüngözlerinden görülebilir."

Sienna başım salladı. "Garip."

Karşılarında duran ürkütücü görüntü yavaşçasolana kadar ikisi de konuşmadan durdular.Langdon, Dante'nin Cehennemi, diye düşündü.Yedi yüzyıldır sanat eserlerine ilham veriyor.

Langdon'ın, verdiği Dante derslerinde daima,Cehennem'den ilham almış ünlü sanateserlerinin tümü yer alırdı. Botticelli'nin ünlü LaMappa dell'Infemo'sundan başka, Rodin'inCehennem Kapılarindaki heykeli Üç Gölge,Stradanus'un Styks Nehri'ne batmış cesetlerüzerinde kürek çeken Phlegyas resmi, WilliamBlake'in ebedi bir fırtınanın içinde dönen şehvetgünahkârları, Bouguereau'nun, iki çıplak adamın

dövüşünü seyreden Dante ve Vergilius'un erotikbir tasviri, Bayros'un gökten dolu gibi yağankızgın toplarla ateş damlaları altında işkenceçeken ruhları, Salvador Dalfnin acayipsuluboyalarıyla gravürleri ve Dore'nin,

Hades'in tünel şeklindeki girişinden şeytanakadar her şeyi betimleyen siyah beyaz oymabaskı koleksiyonu.

Görünüşe bakılırsa Dante'nin şiirsel cehennemhayali, yalnızca insanlık tarihinin en saygınsanatçılarını etkilemekle kalmamıştı, başka birinide etkilediği anlaşılıyordu: Botticelli'nin ünlütablosunu dijital ortamda değiştirerek, on harfinyanma bir de veba hekimi ekleyen ve gerçeğiölümün gözlerinden görmekle ilgili bir yazıylaimzalayan sapık bir ruh. Bu sanatçı daha sonra,tuhaf anlamlar yükleyerek elde ettiği görüntüyüoyulmuş bir kemiğin içine yerleştirdiği İleri

teknoloji projektöre saklamıştı.

Langdon böylesi bir eseri kimin yarattığını tahminedemiyordu ve şu anda bu bilinmez, daha sinirbozucu başka bir soru sebebiyle ikinci sıradaydı.

Bunu neden taşıyorum?

Sienna mutfakta Langdon'la durmuş, bundansonra ne yapacağını düşünürken dışarıdan, beygirgücü yüksek bir motorun gürültüsü duyuldu.Lastiklerin ötüşüyle araba kapılarının çarpmasesi peş peşe geldi.

Şaşıran Sienna hemen pencereye koşup dışarıyabaktı.

Plakasız siyah bir minibüs, sokakta kayarakdurmuştu. Minibüsten aşağı, sol omuzlarındayuvarlak, yeşil rozetleri olan siyah üniformalı bir

grup adam indi. Ellerinde otomatik silahlar olduğuhalde askeri bir çeviklikle hareket ediyorlardı.Dört asker hiç beklemeden apartmanın girişinekoştu.

Sienna kanının donduğunu hissetti. "Robert!" diyebağırdı. "Kim olduklarını bilmem ama bizibuldular!"

Aşağıda, Ajan Christoph Brüder, binadan içerigiren adamlarına emirler yağdırıyordu. Bu güçlüadama, sahip olduğu askeri geçmiş duygusuz birgörev bilinci ve emir zincirine saygı aşılamıştı.Görevin ve beraberinde getirdiği tehlikelerinfarkındaydı.

Çalıştığı organizasyonun pek çok bölümü vardıama Brü-der'in bölümü, yani Teftiş ve TepkiDesteği "kriz" durumunda çağrılırdı.

Adamları binada gözden kaybolurkenBrüder, ön kapıda nöbet bekleyip sorumlukişiyi aramak için haberleşme cihazınıçıkardı.

"Ben Brüder/' dedi. "Bilgisayarının IP adresindensonunda Langdon'ın yerini tespit ettik. Ekibimiçeri giriyor. Ele geçirdiğimizde size habervereceğim."

Brüder'in çok yukarısında, Pensione laFiorentina'nm çatı terasındaki Vayentha,apartmandan içeri dalan ajanlara dehşet vehayret içinde baktı.

BUNLARIN burada ne işi var?!

Ellerini kirpi gibi saçlarının arasında gezdirirkenbir anda önceki akşam batırdığı görevin dehşetlisonucunu kavradı. Tek bir kumrunun ötüşüyle

her şey kontrolden çıkmıştı. Basit bir görev gibibaşlayan iş, tam bir kâbusa dönüşmüştü.

TTD ekibi buradaysa işim bitmiş demektir.

Sectra Tiger XS haberleşme cihazını çaresizceeline alan Vayentha, Amir'i aradı.

"Efendim," derken sesi tereddütlüydü. "TTDekibi burada! Brüder'in adamları karşı binayaakın ediyor!"

Cevap bekledi ama karşılık olarak sadece hattangelen tıkırtıları duydu; ardından elektronik bir sessakince, "Ret protokolü başlıyor," dedi.

Telefonu indiren Vayentha, ekrana baktığı sıradahaberleşme cihazının kapandığını gördü.

Adeta kanı çekilen kadın, kendini gerçekleri

kabul etmeye zorladı. Konsorsiyum onunlabağlarını kesmişti.

Bağlantı yok. ilişki yok.

Reddedildim.

Şaşkınlığı sadece bir an sürdü.

Ardından korku yerleşti.

Sienna, "Acele et Robert!" diye bağırdı. "Beniizle!"

Langdon kapıdan apartman koridoruna çıkarkenzihni hâlâ Dante'nin yeraltı dünyasındaki vahşigörüntülerle meşguldü. Sienna Brooks o anakadar sabahki stresini kendine hâkim olarakidare etmeyi başarmıştı ama artık o sakin tavn,Langdon'ın şimdiye dek onda görmediği bir

duyguyla yer değiştiriyordu; gerçek korkuyla.

Sienna koridorda önden koşarak asansörünyarımdan geçti. Aşağıya inen asansörü, lobiyegiren adamların çağırdığına hiç şüphe yoktu.Koridorun sonuna kadar koştu ve arkasınabakmadan merdiven sahanlığında kayboldu.

Langdon ödünç mokasen ayakkabılarınınpürüzsüz tabanları üzerinde kayarak peşindengitti. Brioni marka takım elbisesinin göğüscebindeki minik projektör, koşarken göğsüneçarpıyordu. Aklından cehennemin sekizincidairesini süsleyen tuhaf harfler geçiyordu:CATROVACER. Veba maskesini ve tuhafimzayı düşündü: Gerçek, sadece ölümüngözlerinden görülebilir.

Langdon birbirine hiç benzemeyen bu öğeleribirleştirmeye çalıştı ama o sırada hiçbir şey ona

anlamlı gelmiyordu. Sonunda, merdivensahanlığında durdu. Genç kadm orada dikilmişdikkatle etrafı dinliyordu. Langdon merdivenleritırmanan ayak seslerini duyabiliyordu.

Langdon, "Başka bir çıkış var mı?" diye fısıldadı.

Sienna kısaca, "Beni izle," dedi.

Genç doktor bugün hayatını kurtarmıştı, buyüzden ona güvenmekten başka şansı olmayanLangdon, derin bir nefes alıp arkasındanmerdivenleri inmeye başladı.

Bir kat indiklerinde iyice yakınlaşan bot sesleri,bir ya da iki kat aşağıdan geliyor gibiydi.

Neden onlara doğru koşuyor?

Langdon'ın itiraz etmesine fırsat kalmadan

Sienna onun elini tutup, merdiven sahanlığındandaire kapıları boyunca uzayan ıssız bir koridoradoğru çekti.

Saklanacak hiçbir yer yok!

Sienna elektrik düğmesine dokununca birkaçlamba söndü ama loş koridor onları gizlemeyeyetmiyordu. Sienna ve Langdon rahatçagörülebiliyorlardı. Gürültülü ayak sesleri onlarayetişmek üzereydi. Langdon saldırganların her anmerdivende belirip bu koridoru göreceklerinibiliyordu.

Sienna, "Ceketine ihtiyacım var," diyerekLangdon'ın ceketini üzerinden çıkardı. Sonra,girintili bir kapı eşiğinde, Langdon'a tamarkasmda yere çömelmesini söyledi."Kıpırdama."

Ne yapıyor? Ortalık yerde duruyor!

Merdivende beliren adamlar yukarı doğrukoşarken karanlık koridorda Sienna'yı görüncedurdular.

Sienna dokunaklı bir ses tonuyla, "Per l'amor diDio!"m diye seslendi. "Cos'e questaconfusione?',Q)

Adamlar gözlerini kısarak neye baktıklarınıanlamaya çalıştılar.

Sienna onlara bağırmaya devam etti. "Tantochiasso a quest' ora!"0)

Langdon, Sienna'mn ceketi bir şal gibi başına veomuzlarına sarmış olduğunu fark etti.Kamburunu çıkarmış, karanlıkta çömelmiş olan

Langdon'ı görmemeleri için pozisyon almıştı.

(1) "Tanrı aşkına!"

(2) "Nedir bu karışıklık?"

(3) "Bu saatte bu ne gürültü!"

Tamamıyla. değişime uğramış olan Sienna,onlara doğru bir adım atmış, yaşlı bir kadm gibibağırıyordu.

Askerlerden biri elini kaldırıp ona dairesinedönmesini işaret etti. "Signora! Rientri subitoin casa!"a)

Sienna sarsak bir adım daha atarken öfkeyleyumruğunu sallıyordu. "Avete svegliato miomarito, che e malato!"

Langdon hayretle dinliyordu. Hasta kocanı mıuyandırdılar?

Diğer asker makineli tüfeğini kaldırıp ona doğru

nişan aldı. "Ferma o sparo!"{2)

Sienna olduğu yerde kaldı, topallayarak onlardanuzaklaşmaya çalışırken küfürler yağdırıyordu.

Adamlar aceleyle merdivenleri tırmanmayabaşlayıp gözden kayboldular.

Langdon, Shakespearevari bir oyunculuksayılmaz, diye düşündü, ama etkileyici. Tiyatrogeçmişi bazen işe yarar bir silah olabiliyordu.

Sienna ceketi kafasından çıkarıp Langdon'a attı."Tamamdır, beni izle."

Langdon bu kez hiç tereddüt etmeden onu izledi.

Lobinin üzerindeki sahanlığa indiler. İki askerdaha yukarı çıkmak için asansöre biniyordu.Dışarıda siyah üniforması, kaslı vücudu yüzündenüzerine sıkı sıkıya oturmuş başka bir asker deminibüsün yanında nöbet tutuyordu. Sienna ileLangdon sessizce bodruma doğru ilerlediler.

Yeraltındaki karanlık garaj idrar kokuyordu.Sienna skuter ve motosikletlerin durduğu köşeyedoğru koştu. Gümüş rengi bir Trike'm yanındadurdu. Bu, üç tekerlekli yetişkin bisikletiyleİtalyan Vespa'nm biçimsiz bir karışımı olan üçtekerlekli bir mo-petti. Zarif elini üç tekerleklininön tamponunun altına götürüp mıknatıslı küçükbir çanta çıkardı. İçinden motoru çalıştıran biranahtar belirdi.

(1) "Hanımefendi! Hemen eve girin!"

(2) "Dur yoksa ateş ederim!"

Saniyeler sonra Langdon, motosikletin arkasındaoturuyordu. Küçük selenin üzerine eğretitüneyen profesör kendini dengede tutabilmek içintutunacak bir şeyler aradı.

Sienna, Langdon'ın ellerini tutup ince belinesararak, "Kibarlığın sırası değil," dedi. "Tutunmangerekecek."

Sienna, Trike'ı çıkıştaki rampada gazlarkenLangdon da aynen dediğini yaptı. Motosiklettahmin ettiğinden daha güçlüydü: garajdan anagirişin elli metre uzağındaki gün ışığınaçıkarlarken yerden havalandılar. Binanınönündeki iriyarı asker Langdon ve Sienna'mnkaçtıklarını gördü. Sienna klapeyi açarkenTrike'tan gelen tiz vınlamayı duymuştu.

Arkada oturan Langdon omzunun üzerindenaskere baktı. Silahmı kaldırıp onlara doğru nişan

almıştı. Langdon tutundu. Trike'm arkatamponundan seken kurşun neredeyseomurgasına isabet ediyordu.

Tanrım!

Sienna bir kavşakta sertçe sola dönünceLangdon kaydığını hissetti ve dengesinisağlamakta zorlandı.

Sienna, "Bana yaslan!" diye bağırdı.

Sienna, Trike'ı daha büyük bir caddede hızlasürerken Langdon öne doğru yaslanıp dengesinibulmaya çalıştı.

O adamlar da kimin nesiydi?!

Sienna yola odaklanmış, açık sabah trafiğindezikzaklar çizerek hızla ilerliyordu. Birkaç yaya

onlar geçerken iki kez dönüp baktı. Anlaşılan,Brioni takım elbise giymiş bir adamı, narin birkadının arkasında görmek onları şaşırtmıştı.

Langdon ve Sienna üç blok ilerlemiş, büyük birkavşağa yaklaşıyorlardı ki ileriden yükselenkorna sesleri duyuldu. Bir minibüs iki tekerleğiüzerinde köşeyi döndü ve kuyruğu savrularakkavşağa girdi. Sonra, hızla onlara doğru ilerledi.Minibüs apartmanın önündekinin aynısıydı.

Sienna hemen sağa dönüp frene bastı. Parkhalindeki bir nakliye kamyonunun arkasındaaniden durunca Langdon'ın göğsü sertçeSienna'nm sırtına çarptı. Genç kadın, Trike'ıkamyonun arka tamponuna yaklaştırarak motorukapattı.

Bizi gördüler mi?

Sienna ve Langdon gizlenip beklediler... nefesalmadan...

Minibüs onları görmeden hızla yanlarından geçipgitti. Ama araç hızla geçerken Langdon, içindekikişiyi bir anlığına da olsa görmüştü.

Arka koltuktaki çek:.ci yaşlı kadm, iki askerinortasında tutsak gibi oturuyordu. Gözlerikapalıydı ve sanki baygınmış ya da uyuşturulmuşgibi kafası sallanıyordu. Boynunda bir nazarlıktaşıyordu ve gümüş rengi, bukleli, uzun saçlarıvardı.

Langdon'ın boğazı düğümlendi, hayalet görmüşgibiydi.

Bu, hayallerinde gördüğü kadındı.

umanda odasından hışımla dışarı çıkan Amir,

The Men-

dacium'un uzun sancak güvertesinde sertadımlarla

yürürken aklını toparlamaya çalışıyordu.Floransa'daki binada yaşananlar akıl almazdı.

Ofisine girip bir şişe elli yıllık Highland Parkçıkarmadan önce tüm gemiyi iki kez dolaştı.Bardağa boşaltmadan şişeyi masaya koydu vesırtını döndü; bu, denetimi hâlâ elinde tuttuğunuona hatırlatan bir şeydi.

Gözleri, kendiliğinden kitap rafındaki yıpranmış,ağır, kalın kitaba kaydı. Bir müşterisininhediyesiydi... hiç tanışmamış olmayı dilediği birmüşterinin.

Bir yıl önce... bilmeme imkân var mıydı?

Amir genellikle müşteri adaylarıyla görüşmezdiama bu müşteri güvendiği bir kaynaktangeliyordu; o yüzden bir istisna tanıyabilirdi.

Müşteri, özel helikopteriyle yatma geldiğinde,denizde sakin bir gündü. Kendi sahasında tanınanbir şahsiyet olan ziyaretçi kırk altı yaşında, temizgiyimli, oldukça uzun boylu, delici yeşil gözleriolan biriydi.

Adam, "Bildiğiniz gibi," diye başlamıştı."Hizmetlerinizi bana ortak bir tanıdığımız tavsiyeetti." Oturduğu koltukta bacaklarını öne doğruuzatan ziyaretçi, Amir'in lüks ofisinde kendievindeymiş gibi rahat davranıyordu. "Size neyeihtiyacım olduğunu söyleyeyim."

"Aslında söylemeyin," diyerek adamın sözünü

kesen Amir, iplerin kimin elinde olduğunugöstermişti. "Protokole göre bana hiçbir şeysöylememeniz gerekiyor. Ben size sunduğumhizmetleri açıklayayım, siz de eğer varsa,hangisinin ilginizi çektiğini söylersiniz."

Ziyaretçi şaşırmış gibi görünse de itaat ederekdikkatle Amir'i dinlemişti. Sonunda, uzun boylumisafirin istediği şeyin Konsorsiyum için haylistandart bir iş olduğu ortaya çıkmıştı: İşinitamamlayabilmesi için bir süreliğine "görünmez"olacaktı.

Çocuk oyuncağı.

Konsorsiyum, ona sahte bir kimlik ve işini -bu işher ne ise-tam bir gizlilik içinde yapabileceği,insanlardan uzak, güvenli bir yer temin edecekti.Konsorsiyum, müşterinin bir hizmeti hangimaksatla istediğini sorgulamaz, iş yaptığı kişiler

hakkında mümkün olduğunca az şey bilmeyiyeğlerdi.

Amir sonradan ideal bir müşteri olduğu ortayaçıkan yeşil gözlü adama bir yıl boyunca güvenlibir barınak sağlamıştı. Onunla hiç iletişimkurmuyor, faturaları tam zamanında teker tekerödeniyordu.

Sonra, iki hafta önce her şey değişti.

Müşteri beklenmedik bir şekilde iletişim kurmuşve Amir'le özel bir görüşme yapmak istemişti.Müşterinin toplamda ödediği parayı göz önündebulunduran Amir, buna mecbur kalmıştı.

Amir'in bir önceki yıl iş yaptığı sağlam, temizgiyimli kişiyle kıyaslandığında, yata gelen bupejmürde adam neredeyse tanınmaz haldeydi.Bir zamanlar keskin bakan gözleri şimdi vahşi

bakıyordu. Hatta... hasta gibiydi.

Ne olmuş buna? Ne yapıyordu ki?

Amir, sinirli adamı ofisine aldı.

Müşteri, "Gümüş saçlı şeytan," derken kekeledi."Her gün biraz daha yaklaşıyor."

Müşterisinin dosyasına bir göz atan Amir, gümüşsaçlı, çekici kadının fotoğrafını gördü. "Evet,"dedi. "Gümüş saçlı şeytanınız. Düşmanınızıbiliyoruz. Ne kadar güçlü olursa olsun, onu bir yılboyunca sizden uzak tuttuk ve tutmaya devamedeceğiz."

97

Cehennem / F: 7

Yeşil gözlü adam, kaygüı bir halde yağlı saçtutamlarını elleriyle çekiştirdi, "Güzelliğininsizi aldatmasına izin vermeyin, tehlikeli birdüşmandır."

Doğru, diye düşünen Amir, müşterisininböylesine nüfuzlu biriyle ügüenmişolmasından memnun değüdi. Gümüş saçlıkadının inanılmaz irtibatları ve kaynaklanvardı. Amir'in üstüne çekmek isteyeceğitürden bir düşman değüdi.

Müşteri, "Eğer o veya şeytanlarmdan biriyerimi bulursa..." diye başladı.

Amir, "Bulamayacaklar," diyerek onutemin etti. "Sizi şimdiye dek saklamadıkmı? İstediğiniz her şeyi sağlamadık mı?"

Adam, "Yaptınız," dedi. "Ama yine de daharahat uyuyabil-mem için..." Durupsöyleyeceklerini toparladı. "Eğer başımabir şey gelirse, son isteklerimi yerinegetireceğinizi bilmem gerek."

"Bu istekler nedir?"

Adam bir çantaya uzanıp küçük, mühürlü birzarf çıkardı. "Bu zarfın içindekiler,Floransa'daki bir emanet kasasını açıyor.Kasanın içinde ufak bir nesne bulacaksınız.Eğer bana bir şey olursa nesneyi benimyerime göndermenizi istiyorum. Bir türhediye."

■"Tamam." Amir not tutmak için kaleminieÜne aldı. "Peki kime göndereceğim?"

"Gümüş saçlı şeytana."

Amir başım kaldınp baktı. "İşkencecinizehediye mi vereceksiniz?"

"Onun açısından bakarsanız daha çok eziyetsayılır." Gözleri ürkütücü bir şekildeparıldadı. "Kemikten yapılmış küçük birdiken diyebiliriz. Ona her baktığında birharitayı... kendi Vergi-lius'unu, onu kendicehenneminin merkezine götüren rehberinigörecek"

Amir uzunca bir süre adamı inceledi."İstediğiniz gibi olsun. Olmuş farz edin."

Adam, ‘"Zamanlama çok önemli," diyerekuyardı. "Hediyenin hemen gönderilmemesigerekiyor. Saklamanız gerekiyor, ta ki."Düşüncelere dalarak sustu.

Amir, "Ne zamana kadar?" diyerek devam

etmesini istedi.

Birden ayağa kalkan adam, Amir'in masasınınarkasma yürüyüp, kırmızı keçeli kalemi alarak,masanın üzerindeki takvimde bir tarihi isterikhareketlerle daire içine aldı. "Bu tarihe kadar."

Adamın davranışı karşısında duyduğumemnuniyetsizliği göstermemeye çalışan Amir,derin bir nefes verdi. "Anlaşıldı. İşaretli günekadar hiçbir şey yapmayacağım, bundan sonraemanet kasasındaki nesne her ne ise, gümüşsaçlı kadına gönderilecek. Söz veriyorum."Takvimde garip şekilde daire içine almmış tarihekadar kalan günleri saydı. "İsteklerinizi bundanon dört gün sonra yerine getireceğim."

Müşteri, "Bir gün büe önce değil," diye sıkıcatembihledi.

Amir, "Anlıyorum," diyerek ona güvence verdi."Bir gün bile önce değil."

Zarfı alan Amir, adamın dosyasının içine soktuve müşterinin isteklerinin tam olarak yerinegetirilmesi için gerekli notlan aldı. Müşterisininemanet kasasının içindeki nesneyi tam tarifetmemiş olması Amir'in tercih ettiği bir durumdu.Tarafsızlık, Konsorsiyum felsefesinin temeliydi.Hizmetini sun. Soru sorma. Yargıya varma.

Müşterinin omuzlan gevşedi ve derin bir nefesverdi. "Teşekkür ederim."

"Başka bir şey var mıydı?" diye soran Amir,tamamen başkalaşmış müşterisinden kurtulmakniyetindeydi.

"Evet, doğrusu var." Cebine uzanıp kırmızı renkliküçük bir harici bellek çıkardı. "Bunun tüm

dünya medyasına dağıtılmasını istiyorum."

Amir, adamı merakla inceledi. Konsorsiyum,müşterileri için toplu dağıtım yapardı ama buadamın isteği bir şekilde şaşırtıcı geliyordu.Takvimde işaretli güne işaret etti. "Aynı gündemi?"

Müşteri, "Aynı günde," diye cevap verdi. "Bir anbile önce değil."

"Anlaşıldı." Amir harici belleği, gerekli bilgileriyazarak etiketledi. "Başka bir şey var mıydı?"Görüşmeyi bitirmek üzere ayağa kalktı.

Müşterisi yerinde oturuyordu. "Hayır. Son birşey daha var."

Amir yeniden oturdu.

Müşterinin yeşil gözleri şimdi adeta öldürecekgibi bakıyordu. "Bu kaydı ilettikten hemen sonra,ben çok ünlü bir adam olacağım."

Müşterisinin başarılı geçmişini hatırlayan Amir,sen zaten ünlü bir adamsın, diye düşündü.

Adam, "Bu başarıdan sizin de payınızı almanızgerekir," dedi. "Sunduğunuz hizmet, başyapıtımıyaratmamı sağladı, bir anlamda dünyayıdeğiştirecek olan yapıtı. Oynadığınız rolle gururduymalısınız."

Amir giderek büyüyen bir sabırsızlıkla,"Başyapıtınız her ne ise, bunu yaratmak içingerekli olan mahremiyete kavuştuğunuzasevindim," dedi.

"Teşekkürümü göstermek için size bir vedahediyesi getirdim." Adam çantasına uzandı. "Bir

kitap."

Amir, müşterisinin bunca zamandır üzerindeçalıştığı yapıtın bu olup olmadığmı merak etti."Kitabı siz mi yazdınız?"

"Hayır." Adam masanın üstüne kaim ve ağırkitabı bıraktı. "Tam tersine... bu kitap benim içinyazılmış."

Şaşıran Amir, müşterisinin masaya bıraktığıkitaba bir göz attı. Bunun kendisi için miyazıldığını sanıyor? Kitap, bir edebiyatklasiğiydi... On dördüncü yüzyılda yazılmıştı.

Müşteri ürkütücü bir gülümsemeyle, "Okuyun,"dedi. "Yaptıklarımı anlamanıza yardımcıolacaktır."

Sonra ayağa kalkıp vedalaştı ve hemen yattan

ayrıldı. Amir, adamm helikopterinin güvertedenhavalanıp İtalya kıyılarına yönelmesini ofisininpenceresinden izledi.

Daha sonra dikkatini önünde duran kalın kitabaverdi. Tereddütlü parmaklarla deri kapağınıkaldırıp ilk sayfayı açtı. Eserin açılış kıtası, tümsayfayı kaplayan büyük kaligrafiyle yazılmıştı.

CEHENNEM

Yaşam yolumuzun ortasında Karanlık birormanda buldum kendimi,

Çünkü doğru yol yitmişti.

Müşterisi karşı sayfayı imzalamış ve elyazısıylabir mesaj yazmıştı:

"Sevgili dostum, bu yolda bana yardım

ettiğm için teşekkür ederim.

Dünya da sana teşekkür ediyor."

Bunun ne anlama geldiğine dair Amir'in enufacık bir fikri yoktu ama yeterince okumuştu.Kitabı kapatıp rafa kaldırdı. Neyse ki bu garipdünyayla olan ilişkisi yakında sona erecekti.Bakışlarını takvimde hararetle daireye alınmışolan tarihe çevirirken, on dört gün daha, diyedüşündü.

Takip eden günlerdeyse, kendini bu müşteriyleilgili daha önce hiç olmadığı kadar gergin hissetti.Adam sanki aklını oynatmıştı. Amir'in sezilerinerağmen zaman, olay çıkmadan ilerledi.

Sonra, işaretli günden hemen önce, Floransa'dabir dizi felaket meydana geldi. Amir kriziyönetmeye çalışsa da bir anda kontrolden çıktı.

Kriz, müşterinin Badia Kulesi'ne çıkmasıyladoruk noktasına ulaşmıştı.

Aşağıya... kendi ölümüne atladı.

Bir müşteriyi, özellikle de böyle tavırlar içerisindeolan birini kaybetmenin dehşetine rağmen, Amirsözünün eriydi. Hemen, ölen kişiye verdiği sonsözü tutmak için gerekli hazırlıklara başladı.Floransa'daki bir emanet kasasının içindekilerigümüş saçlı kadına gönderecekti vetembihlendiği gibi, zamanlaması çok önemliydi.

Takviminde işaretli günden önce gönderme.

Emanet kasasının şifrelerini içeren zarfıVayentha'ya vermiş, o da içindeki nesneyi,müşterisinin deyimiyle "diken"i almak içinFloransa'ya gitmişti. Ama Vayentha aradığında,verdiği haberler hem şaşırtıcı hem de tedirgin

edici olmuştu. Emanet kasasının içindekilerçoktan gitmiş, adamı gözaltına alınmaktan da sonanda kurtulmuştu. Gümüş saçlı kadının birşekilde hesaptan haberi olmuş ve hem emanetkasasına ulaşmak hem de kasa için gelen başkabiri olursa tutuklatmak için nüfuzunu kullanmıştı.

Bu, üç gün önceydi.

Müşterinin gümüş saçlı kadma son olarak buçalınmış nesneyle hakaret etmek niyetindeolduğu açıktı; mezardan gelen sesi taciz ediciolacaktı.

Ve şimdiden konuşmaya başladı.

Konsorsiyum o günden beri hummalı bir kargaşaiçindeydi: Müşterinin son isteği kadar kendini dekorumak için tüm kaynaklarını kullanıyordu. Busüreçte Konsorsiyum, Amir'in dönüşün zor

olduğunu bildiği pek çok çizgiyi geçmişti. ŞimdiFloransa'da bunca olay yaşanırken, Amirmasasına baktı ve gelecekte kendilerini neyinbeklediğini merak etti.

Müşterinin daire içine aldığı tarih, takvimdenkendisine bakıyordu: özel olduğu anlaşılan birgünün etrafına çizilmiş kırmızı mürekkep halkası.

Yarın.

Amir, önündeki masada duran İskoç viskisineistemeden baktı. Sonra, on dört yıldır ilk defa,bardağa döktü ve tek dikişte bitirdi.

Güverte altmdaki yönetici Laurence Knowltonküçük, kırmızı harici belleği bilgisayarındançıkardı ve önündeki masanın üzerine koydu. Bukayıt, hayatında gördüğü en tuhaf şeylerdenbiriydi.

Ve tam olarak on dakika sürüyor, sonsaniyesine kadar.

Kendini alışık olmadığı kadar tedirgin hissederekayağa kalktı ve garip görüntüleri Amir'le paylaşıppaylaşmaması gerektiğini düşünerek küçükbölmesinin içinde adımlamaya başladı.

Knowlton kendine, sadece işini yap, dedi. Sorusorma. Yargıya varma.

Aklından görüntüleri zorla uzaklaştırıp, görevdefterine kendinden emin bir şekilde notunu aldı.Yarın müşterinin istediği gibi, kayıt dosyasınımedyaya iletecekti.

iale Niccolö Machiavelli, Floransa'nırı en zarifcaddele

rinden biri olarak bilinirdi. Çalılar ve zengin

ağaçlardan

oluşan manzaranın arasında yılan gibi kıvrılan Sşeklindeki geniş virajlarıyla bisikletçiler ve Ferraritutkunlarının gözdesiydi.

Kasvetli mahalleyi arkalarında bırakıp şehrin lüksbatı yakasının temiz, sedir ağacı kokulu havasınagirerlerken Sienna, Trike'ı keskin virajlardaustalıkla kullanıyordu. 08.00'i vuran bir şapelsaatinin önünden geçtiler.

Dante'nin cehenneminin kafa karıştırıcıgörüntüleri ve minibüsün arka koltuğunda iki iriaskerin arasında oturan gümüş saçlı güzelkadının gizemli yüzü Langdon'ın gözününönünden gitmiyordu.

Langdon, her kimse, diye düşündü. Onu elegeçirdiler.

Sienna, Trike'm motorunun sesini bastırmayaçalışarak, "Minibüsteki kadm," dedi. "Onun,hayallerinde gördüğün kadm olduğuna eminmisin?"

"Kesinlikle."

"O zaman, onunla son iki gün içinde bir şekildetanışmış olmalısın. Sorulması gereken, nedensürekli onu gördüğün... ve neden sana sürekliarayıp bulmanı söylediği."

Langdon da aynı fikirdeydi. "Bilmiyorum...Onunla tanıştığımı hatırlamıyorum ama ne zamanyüzünü görsem ona yardım etmem gerektiğinihissediyorum."

Çok üzgünüm. Çok üzgünüm.

Aniden gümüş saçlı kadından böyle tuhaf birözür dileyip dilemediğini merak etti. Onu birşekilde hayal kırıklığına mı uğrattım? Budüşünce yüzünden boğazı düğümlendi.

Langdon, kendini cephaneliğinden hayati bir silahçalınmış gibi hissediyordu. Hiçbir şeyhatırlamıyorum. Çocukluğundan beri sahipolduğu fotoğrafik belleği, Langdon'ın zekâsının ençok güvendiği tarafıydı. Etrafında gördüğü herince detayı hatırlayan bir adam içir hafızasıolmadan yaşamak, bir uçağı karanlıkta radarsızindi'meye benziyordu.

Sienna, Birtakım cevaplar bulabilmek için LaMappa'yı çözmekten başk ı çaremiz yok," dedi."İçinde nasıl bir sır gizliyorsa... peşine düi

'nelerinin sebebi bu olmalı."

Lan »don, Dante'nin Cehennem'indeki kıvrananbedenlerin üzerine yazılmış catrovacerkelimesini düşünerek başını salladı.

Aniden aklına bir fikir geldi.

Floransa'da uyandım...

Dünyada hiçbir şehir Dante'yle Floransa kadarbağlantılı olamazdı. Dante Alighieri, Floransa'dadoğmuş, büyümüş, anlatılanlara göre Beatrice'yeFloransa'da âşık olmuş ve Floran-sa'dakiyuvasından acımasızca sürgün edilip, İtalyankırsalında yuva özlemi çekerek yıllarca yaşamakzorunda bırakılmıştı.

Dante, en sevdiğin ne varsa hepsinibırakacaksın, diye bahsetmişti sürgünden.

Bunun, gurbet yayının attığı ilk ok olduğunuanlayacaksın.

Langdon, Cennet'in On Yedinci Kanto'sundakibu sözleri düşünürken sağa, Arno Nehriüzerinden eski Floransa'ya doğru baktı.

Eski Floransa'nm ünlü katedral, müze, şapel vealışveriş bölgeleri çevresindeki dar sokaklardayürüyen turistler, kalabalıklar ve trafikten oluşano labirent görüntüsünü hayal etti.

"Gitmemiz gereken yer eski şehir," dedi."Cevaplar ancak orada olabilir. Eski Floransa,Dante'nin tüm dünyasıydı."

Sienna ona hak vererek başını salladı veomzunun üzerinden, "Ayrıca, daha güvenli olur,saklanacak bir sürü yer var. Porta Romana'yadoğru gideceğim, oradan da nehri geçeriz," dedi.

Langdon hafifçe ürpererek, nehir, diye düşündü.Dante'nin cehenneme yaptığı ünlü yolculuk da birnehri geçerek başlamıştı.

Sienna gaza bastı, etraflarındaki manzara hızlakayarken Langdon zihninde cehennemin, ölmüşve ölmek üzere olanların, Malebolge'nin onhendeğinin, veba hekiminin ve o tuhaf kelimenin-CATROVACER- görüntülerini taradı. LaMappa dell'Infemo'nun altına yazılmışkelimeleri düşündü: Gerçek, sadece ölümüngözlerinden görülebilir... Bu ürkütücü sözünDante'den bir alıntı olup olmadığını merak etti.

Hatırlamıyorum.

Langdon, Dante'nin eserleri konusunda bilgisahibiydi. İkonografide uzmanlaşmış bir sanattarihçisi olarak şöhreti, Dante'nin çizdiği

manzarayı dolduran sembolleri yorumlamaküzere ara sıra konferans vermek içinçağrılmasına neden oluyordu. Tesadüfen veyabelki de değil, iki yıl önce Dante'nin Cehennem'iüzerine bir konferans vermişti.

İLAHİ DANTE: CEHENNEM SEMBOLLERİ

Dante Alighieri, tarihin gerçek kült ikonlarındanbirine dönüşmüş, tüm dünyada Dantederneklerinin doğuşuna neden olmuştu. En eskiAmerikan şubesi 188rde Cambridge,Massachusetts'te Henry VVadsvvorthLongfellow tarafından kurulmuştu. NewEngland'ın ünlü Şöminebaşı Şairi İlahiKomedya'yı tercüme eden ilk Amerikalıydı.Tercümesi en çok saygı duyulan ve okunançalışmalardan biri olarak günümüze kadargelmiştir.

Dante'nin eseri üzerinde çalışan en tanınmış kişiolan Langdon'dan dünyanın en eski Dantederneklerinden birinin, Viyana Dante AlighieriDerneği'nin düzenlediği büyük bir etkinliktekonuşması istenmişti. Etkinliğin Viyana FenBilimleri Akademisi'nde yapılması önerilmişti.Varlıklı bilimadamı ve Dan-te Derneği üyesi olanbir kişi, etkinliğin ana sponsoru olarakakademinin iki bin koltuklu konferans salonunututmayı başarmıştı.

Langdon etkinlik yerine vardığında, konferansındirektörü tarafından karşılanıp aceleyle içerisokulmuştu. Lobiden geçerlerken dev gibiharflerle duvara boyanmış üç kelimeyi görmüştü:YA TANRI YANILDIYSA?

Direktör, "Bu bir Lukas Troberg," diyefısıldamıştı. "En yeni sanat eserimiz. Nedüşünüyorsunuz?"

Langdon nasıl cevap vereceğini bilemeyerek devyazıya bakıp, "Hımm... boyayı bol kullanmış amaşart kipini yerinde kullanamamış gibi," demişti.

Direktör kafası karışmış bir ifadeyle ona baktı.Langdon seyirciyle daha iyi iletişim kurabilmeyiümit etti.

Sonunda katılımcıların karşısına çıktığında birsalon dolusu insandan içten bir alkış aldı.

Yüksek sesli hoparlörlerden, "Maine Damenund Herren," diyerek söze başladı."WilIkommen, bienvenue, welcome."

Cabarehin ünlü repliği kalabalığın kahkahalarıylakarşılandı.

"Bu akşamki dinleyiciler arasında sadece Dante

Alighieri Derneği üyelerinin değil, aynı zamandaDante'yi ilk kez inceleyen misafir bilimadamlarıve öğrencilerin de bulunduğunu öğrendim. Buyüzden, ortaçağ Italyan destanlarınıokuyamayacak kadar çok çalışan misafirlerimiziçin Dante'ye; hayatına, eserlerine ve nedentarihteki en etkileyici figürlerden biri olarak kabuledildiğine kısaca değinerek başlamayı uygunbuldum."

Daha çok alkış.

Langdon elindeki minik uzaktan kumandayıkullanarak, Dante'nin birkaç resmini gösterdi. İlkiAndrea del Castagno'nun çizdiği tam boyportreydi. Şair, elinde bir felsefe kitabıyla kapıaralığında duruyordu.

Langdon, "Dante Alighieri," diye başladı."Floransak olan yazar ve filozof, 1265 ila 1321

yılları arasında yaşamıştır. Bu portrede, tümtasvirlerde olduğu gibi, başında kırmızı bircappuccio, yani dar, kulaklıktı, kıvrımlı bir başlıkvar. Koyu kırmızı Lucca cüppesiyle Dante'nin ençok taklit edilen resmidir."

Langdon, Botticelli'nin Uffizi Galerisi'nden almanDante portresinin slaytlarını gösterdi. Dante'ninen çarpıcı hatları olan keskin çenesini ve kemerliburnunu vurgulayan bir resimdi. "ResimdeDante'nin benzersiz yüzü yine kırmızı cappuccioile çerçevelenmiş ama burada, Botticellibaşlığına, ustalığın sembolü olan defne yapraklıtaç eklemiş. Şiir sanatında ustalığı temsil ediyor.Antik Yunan'dan alınan geleneksel sembol,günümüzde bile şiir ödülü ve Nobel kazananlarıonurlandırmak için kullanılıyor."

Langdon hızla birkaç resim gösterdi. Hepsi

Dante'yi kırmızı başlık, kırmızı tunik, defneyapraklı taç ve kemerli burnuyla tasvir ediyordu."Ve Dante imajınızı güçlendirmek için işte SantaCroce Meydanı'ndan bir heykel... ve tabii ki, ünlüBargello Şapeli'nde Giotto'ya atfedilmiş fresk."

Langdon, Giotto freskinin slaytını ekranda bırakıpsahnenin ortasına yürüdü.

"Hepinizin çok iyi bildiği gibi Dante, muazzamedebi başyapıtı İlahi Komedya ile tanınır. İlahiKomedya'nm komik bir tarafı yoktur.Bambaşka bir nedenden ötürü komedya olarakadlandırılmıştır. On dördüncü yüzyılda İtalyanedebiyatı usulen iki kategoriye ayrılmıştı: Yüksekzümre edebiyatını temsil eden trajedi, resmiİtalyanca ile yazılıyordu; aşağı zümre edebiyatınıtemsil eden komedi ise günlük dilde yazılıyor vehalka hitap ediyordu."

Langdon, Dante'yi Floransa surlarının dışında,elinde bir İlahi Komedya baskısını tutarkengösteren Michelino'nun ikonik freskininslaytlarına geçti. Geri planda teraslı Araf Dağıcehennem kapılarının üzerinde yükseliyordu.Tablo şimdi, daha çok II Duomo olarak bilinen,Floransa'daki Santa Maria del FioreKatedrali'nde asılıydı.

Langdon, "Başlıktan tahmin edebileceğiniz gibi,"diye devam etti. "İlahi Komedya günlük dilde,yani halk dilinde yazılmıştı. Buna karşın din, tarih,politika, felsefe ve sosyal yorumu o kadar akıllıcakaynaştırmıştır ki, fazlasıyla ilmi olmasınarağmen geniş kitlelere hitap edebilmiştir. Eser,İtalyan kültürünün temel taşlarından biri sayıldığıiçin Dante'nin yazı şeklinin, modern İtalyan dilinioluşturduğunu söylemek yanlış olmaz."

Langdon etki yaratması için bir saniyebekledikten sonra, "Dostlarım, DanteAlighieri'nin eserinin etkisinin abartılması sözkonusu değildir. Tarih boyunca, tabii ki İncildışmda hiçbir yazı, resim, müzik veya edebiyateseri, İlahi Komedya kadar alıntılanmamış, taklitedilmemiş, dönüştürülmemiş ve onurlandırıl-mamıştır."

Langdon, Dante'nin epik şiiri üzerine eserleryaratmış ünlü bestekârları, ressamları veyazarları sıralarken kalabalığı taradı. "Bu akşamaramızda hiç yazar var mı?"

Ellerin neredeyse üçte biri havaya kalktı.Langdon şok içinde ellere baktı. Vay canına!Ya buradakiler dünyanın en usta dinleyicileriya da e-yayın işi gerçekten de karşılığınıbulan bir sektör.

"Evet, siz yazarların da bildiği gibi, bir yazarınövgü yazısından, bir başka deyişle insanlarınkitabınızı almak istemelerini sağlamak için önemlibir kişi tarafından yazılmış tek satırlık onaylardandaha çok takdir ettiği bir şey yoktur. Ortaçağdada övgü yazıları vardı. Ve Dante için bunlardanpek çok yazılmıştı."

Langdon slaytları değiştirdi. "Bunun kitapkapağınızda yazmasını ister miydiniz?"

Yeryüzüne ondan büyük bir adamgelmemiştir.

-Michelangelo

Kalabalıktan şaşkınlık mırıltıları yükseldi.

Langdon, "Evet," dedi. "Şistine Şapeli ve Davutheykeliyle tanıdığınız aynı Michelangelo. O, usta

bir ressam ve heykeltıraş olmanın yanı sıra,yaklaşık üç yüz şiir yazmış mükemmel bir şairdi.Dante adındaki şiirini, korkutucu cehennemtasvirleriyle Son Hüküm'e ilham veren Dante'yeithaf etmişti. Eğer bana inanmıyorsanız,Dante'nin Cehennem'inin Üçüncü Kanto'sunuokuyun ve Şistine Şapeli'ni ziyaret edin. Mihrabıntam üzerinde bu tanıdık resmi göreceksiniz."

Langdon korkudan sinmiş insanların üzerine devbir kürek sallayan, adaleli bir canavarınkorkutucu slaytına geçti. "Bu, Dante'nin öfkelisandalcısı Kharon, ayrılan yolcuları küreğiyledövüyor."

Langdon yeni bir slayta geçmişti. Çarmıhagerilmiş bir adamı gösteren, Michelangelo'nunSon Hüküm'ünün başka bir detayıydı. "Bu,Kitabı Mukaddes'e göre, asılarak öldürülen

Haman. Ama Dante'nin şiirinde çarmıhageriliyor. Resimde gördüğünüz gibi Michelangelo,Şistine Şapeli'nde, Kitabı Mukaddes yerineDante'nin anlatımını seçmiş." Langdon fısıltıylakonuştu. "Kimseye söylemeyin."

Kalabalıktan kahkahalar yükseldi.

"Dante'nin Cehennemi, insanların daha öncehayal ettiklerinin ötesinde, acı ve ıstırap dolu birdünya yaratmıştı ve onun yazdıkları, bugünhayalimizde canlanan cehennemi belirledi."Sustu. "Ve inanın bana, Katolik Kilisesi bukonuda Dante'ye teşekkür borçlu. OnunCehennem’i inananları yüzyıllarca korkuttu vekorkan kişilerkı kiliseye gitmesini sağlayaraksayılarını üçe katladı."

Langdon slaytı değiştirdi. "Ve bu da bizi, buakşam burada toplanışımızın sebebine getiriyor."

Ekranda şimdi konuşma başlığı yazıyordu:

İLAHİ DANTE: CEHENNEM SEMBOLLERİ

"Dante'nin Cehennem'i, sembolizm veikonografi açısından öyle zengindir ki, genelliklebir sömestri ona ayırırım. Bu akşam, Dante'ninCehennem'indeki simgelerin gizeminikaldırmanın en güzel yolunun cehenneminkapılarından... onunla yan yana geçmekolduğunu düşündüm."

Langdon sahnenin kenarında yürüyüp kalabalığıinceledi. "Şimdi, eğer cehennemde bir yürüyüşyapmak niyetindeysek, bir harita kullanmayıtavsiye ederim. Ve Dante'nin cehennemini,Sandro Botticelli'nin tablosundan daha ayrıntılı venet bir şekilde açıklayan başka bir harita yoktur."

Uzaktan kumandaya dokununca,

Botticelli'nin ürkütücü La Mappadell'Inferno'su belirdi. Langdon yeraltmdakihuni şeklindeki çukurda betimlenendehşeti fark ettikçe, insanlardan homurtularyükseldiğini duyabiliyordu.

"Başka ressamların aksine Botticelli,Dante'nin metnine son derece sadıkkalmıştı. Aslına bakarsanız, o kadar çokDante okuyordu ki, büyük sanat tarihçisiGiorgio Vasari, onun bu tutkusunun'yaşamında ciddi bozukluklara' sebepolduğunu söylemişti. Botticelli, Dante'nindiğer çalışmalarıyla ilgüi iki düzineden fazlaeser verdi ama bu harita, içlerinde en ünlüolanıdır."

Resmin sol üst köşesini işaret edenLangdon, arkasını dönmüştü.

"Yolculuğumuz burada başlayacak. Yerinüstündeki bu noktada Dante'yi, yanmdarehberi Vergilius ile birlikte cehennemkapılarının önünde, kırmızüar içindegörüyorsunuz. Buradan, Dante'nincehenneminin dokuz dairesinden geçerekaşağı ineceğiz ve sonunda karşılaşacağımızşey..."

Langdon hemen yeni bir slayta geçmişti. Butablo da Botticelli tarafından tasarlanmış,şeytanın büyütülmüş bir resmiydi. Üç başlı,dehşet verici şeytan, üç ağzının her biriyleüç farklı kişiyi yiyordu.

Kalabalıktan uğultular yükseldi.

Langdon, "Gelecek programa bir bakalım,"dedi. "Bu akşamki yolculuğumuz bukorkutucu karakterle son bulacak. Burası,

şeytanın yaşadığı, cehennemin dokuzuncudairesidir. Ama..." Biraz duraksadı. "Orayagitmek bir bakıma eğlencelidir. Bu yüzdenbiraz geri saralım... Yolculuğumuzunbaşladığı cehennem kapılarına gidelim."

Langdon sonraki slayta geçti: dik biryamacın yüzüne oyulmuş, tünel şeklindekikaranlık bir girişi betimleyen Gustave Doretaşbaskısı. Kapının üstündeki yazı şöylediyordu:

İÇERİ GİRENLER, DIŞARIDA BIRAKINHER UMUDU.

Langdon gülümseyerek, "Şimdi," dedi."Girelim mi?"

Bir yerlerde lastikler gürültüyle ötünce, kalabalıkkaybolup gitti. Trike, Viale Niccolö

Machiavelli'nin ortasında aniden dururkenLangdon, Sienna'nm sırtına sertçe çarptı.

Sersemleyen Langdon'ın akimda hâlâ gözününönünde beliren cehennem kapıları vardı. Kendinegelince nerede olduğunu anladı.

"Neler oluyor?" diye sordu.

Sienna yaklaşık üç yüz metre ilerideki PortaRomana'yı gösterdi. Burası eski Floransa'yageçmek için hâlâ kullanılmakta olan antik birkapıydı. "Robert bir sorunumuz var."

ütevazı dairede dikilmekte olan Ajan Brüder,gördük

lerine anlam vermeye çalıştı. Burada kim yaşarki? Kısıtlı

bütçeyle, adeta bir yurt odası gibi az vekarmakarışık mobilyalarla döşenmişti.

Adamlarından biri koridorun aşağısından, "AjanBrüder?" diye seslendi. "Şuna bir bakınisterseniz."

Brüder koridordan yürürken, yerel polisinLangdon'ı gözaltına alıp almadığını merak etti.Brüder bu krizi "içerden" çözmeyi yeğlerdi amaprofesörün kaçması, yerel polis desteğini alıpyolları kapattırmaktan başka bir seçenekbırakmamıştı. Floransa'nın labirenti andıransokaklarındaki çevik bir motosiklet, Brüder'inkalın, polikarbon camlı, delinmez lastikli, kurşungeçirmez ve bir o kadar hantal olan minibüslerinikolaylıkla atlatırdı. İtalyan polisi, yabancılarlaişbirliği yapmamasıyla tanınırdı ama Brüder'in

organizasyonunun önemli bir nüfuzu vardı: polis,konsolosluklar ve büyükelçilikler. Biz talepettiğimizde, kimse soru sormaya cesaretedemez.

Adamlarının açık bir dizüstü bilgisayarın başındadurup, lateks eldivenlerle klavyesine tuşladığıküçük ofise girdi. Adam, "Kullandığı makine bu,"dedi. "Langdon e-posta hesabına girmek ve bazıaramalar yapmak için bunu kullanmış.Dosyaların izi hâlâ duruyor."

Brüder masaya doğru yürüdü.

Teknisyen, "Langdon'ın bilgisayarı gibigörünmüyor," dedi. "Baş harfleri S.B. olan birinekayıtlı. Birazdan tam ismini bulurum."

Brüder beklerken, gözü masadaki kâğıt yığınınatakıldı. Eline alıp desteyi incelemeye başladı.

Londra'daki bir tiyatronun broşürü ile bir dizigazete kupürü. Brüder okudukça gözleri daha dabüyüdü.

Kâğıtları eline alarak koridora döndü vepatronunu aradı. "Ben Brüder. SanırımLangdon'a yardım eden kişinin kimliğini buldum."

Patronu, "Kimmiş?" diye karşılık verdi.

Brüder yavaşça nefesini bıraktı. "Bunainanamayacaksınız."

Üç kilometre ötedeki Vayentha, BMVV'ninüzerinde iyice eğildi. Sirenlerini bağırtarak aksiistikamete giden polis arabaları yanından geçti.

Reddedildim, diye düşündü.

Normalde, motosikletin dört stroklu motorunun

yumuşak titreşimi sinirlerini yatıştınrdı, amabugün değil.

Vayentha on iki yıl boyunca Konsorsiyum içinçalışmış, saha desteğinden stratejikoordinasyonuna basamakları tırmanarak sahaajanı olmuştu. Tek sahip olduğum şeykariyerim. Saha ajanları, dış dünyada gerçek biryaşam sürmeyi veya ilişki kurmayıimkânsızlaştıran bir gizlilik, uzun yolculuk vegörevlerle yaşamak zorundaydılar.

Amir'in tetiği çekip onu aniden reddedişineinanmakta güçlük çekerken, bir yıldır bugörevdeydim, diye düşündü.

Vayentha, on iki aydır rakipleri ve düşmanlantarafından rahatsız edilmeden, sadece birsüreliğine "ortadan kaybolmak" isteyen, yeşil

gözlü garip bir dâhi için destek hizmeti veriyordu.Nadiren seyahate çıkıyor ve görünmeden amasürekli çalışıyordu. îş anlaşmasına göre, müşteriyiyalnızca onu bulmaya çalışan

113

Cehennem / F: 8

nüfuzlu insanlardan saklayacak olan Vayentha,adamın yaptığı işi bilmiyordu.

Mükemmel bir profesyonellikle hizmet vermiş veher şey yolunda gitmişti.

Mükemmel... ta ki, dün geceye kadar.

O andan beri Vayentha'nın duygusal durumu ve

kariyeri hızlı bir inişteydi.

Şimdi açıkta kaldım.

Ret protoi olüne göre, ajanın mevcut görevinihemen bırakması ve “i landan" bir an önceçıkması gerekiyordu. Eğer ajan yakalanıraKonsorsiyum ajanla ilgili tüm bilgilerireddedecekti. Kor .orsiyum'un, gerçekleri kendiihtiyaçlarına göre çarpıtabildik erine ilk eldenşahit olan ajanlar, organizasyonda şanslarını 2alamamaları gerektiğini iyi bilirdi.

Vayentha şimdiye dek reddedilen iki ajantanıyordu. Ne tuhaftır ki, onları bir daha hiçgörmemişti. Değerlendirme için çağrılıp, iştenatıldıklarım ve Konsorsiyum çalışanlarıyla birdaha iletişim kurmamalarının istendiğinidüşünürdü.

Ama artık o kadar emin değildi.

Kendi kendini, aşırı tepki veriyorsun, diyerektelkin etmeye çalıştı. Konsorsiyum'unsoğukkanlı cinayet işlemekten daha seçkinyöntemleri var.

Buna rağmen, vücudunu soğuk bir ürpertininkapladığını hissetti.

Brüder'in ekibinin geldiğini gördüğünde, otelçatısında gizlenmesini söyleyen sezgileriydi vesezginin hayatını kurtarıp kurtarmadığını merakediyordu.

Şimdi yerimi kimse bilmiyor.

Viale del Poggio'nun dar yollarından kuzeyedoğru hızla yol alırken, son birkaç saatte nekadar çok şeyin değiştiğini düşündü. Dün geceki

kaygısı işini korumaktı. Şimdiyse hayatınıkorumak için endişe duyuyordu.

20. Bölüm

loransa bir zamanlar duvarlarla çevriliydi. Şehrinana girişi

olan Porta Romana, 1326'da inşa edilmişti. Şehriçevreleyen

duvarların büyük bir kısmı yüzyıllar önce yıkılmışolmasına rağmen Porta Romana günümüze dekayakta kalmıştı. Trafik, kaim duvarların içindekikavisli tünellerden akarak şehre giri-

yordu.

Giriş kapısı tuğla ve taştan oluşan on beş metreyüksekliğinde bir duvardı ve ana geçidindekibüyük sürgülü tahta kapılar hâlâ yerinde

duruyordu. Bu kapılar trafiğin geçmesi içinsürekli açık tutuluyordu. Altı büyük caddekapıların önünde birleşerek bir döner kavşağadoğru akıyordu. Döner kavşağın ortasındakiçimenlik alanda, şehrin kapılarından kafasınınüzerinde bir kadını taşıyarak ayrılan başka birkadınm betimlendiği büyük Pistoletto heykelibulunuyordu.

Günümüzde bir trafik kâbusu haline gelmiş olanFloransa'nm sade şehir kapısı bir zamanlar Fieradei Contratti'nin1 yani, babaların kızlarını biranlaşma karşılığında sattıkları ve daha yüksekdrahomalar alabilmek için tahrik edici bir şekildedans etmeye zorladıkları yerdi.

O sabah girişe birkaç yüz metre kala Siennapatinaj çekerek durmuş, endişeyle bir şeyigösteriyordu. Trike'ın arkasmda oturan Langdon

ileri bakar bakmaz genç kadının endişesine

katıldı. Önlerinde, kıpırdamadan duran uzun biraraba konvoyu uzanıyordu. Döner kavşaktakitrafik, bir polis barikatıyla durdurulmuştu vesürekli yeni polis arabaları geliyordu. Silahlıpolisler araba araba dolaşıp sorular soruyorlardı.

Langdon, bu bizim için olamaz, diye düşündü.Yoksa olabilir mi?

Terli bir bisikletçi Viale Niccolö Machiavelli'denonlara doğru geliyordu. Yatay bir bisikletinüzerindeydi ve pedal çevirirken çıplak bacaklarıöne çıkıyordu.

Sienna ona seslendi. "Cos'e successo?"m

Adam endişeli bir ifadeyle, "E chi lo sa?"{2)

diye bağırdı. "Cara-binieri."0) Bir an öncebölgeden uzaklaşmak istiyormuş gibi hızla yolunadevam etti.

Sienna endişeli bir ifadeyle Langdon'a döndü."Barikat var. Askeri polis."

Arkalarında sirenler çalıyordu. Sienna seleninüzerinde dönüp korku dolu gözlerle Viale NiccolöMachiavelli'ye baktı.

Langdon bir çıkış; ara yol, park, garaj yoluarayarak etrafa bakındı. Sol taraftaki özelmülkleri ve sağ taraftaki yüksek taş duvarıgörünce, kapana kısıldık, diye düşündü.

Siren sesleri yaklaşıyordu.

Langdon otuz metre ilerideki ıssız bir inşaatalanını göstererek, "Şuraya," dedi. Seyyar beton

karıştırıcısının biraz olsun kendilerinigizleyebileceğim düşünmüştü.

Sienna motosikleti kaldırıma çıkararak hızlainşaat alanına doğru ilerledi. Çimentokarıştırıcısının arkasına park edip motosiklettenindiklerinde karışürıcının Trike motorunu bileancak gizleyebildiğini fark ettiler.

Sienna taş duvarm önündeki çalıların araşmayerleştirilmiş portatif alet dolabına doğru koşarak,"Beni izle," dedi.

Langdon yaklaşırlarken burnunu kırıştırarak, bu,alet dolabı değil, diye düşündü. Portatiftuvalet.

Langdon ve Sienna inşaat işçilerinin kimyasaltuvaletine vardıklarmda arkalarından yaklaşanpolis arabalarını duyabiliyorlardı. Sienna kapı

kolunu çekti ama kapı hareket etmedi. Ağır birzincir ve asma kilitle tutturulmuştu. Langdon,Sienna'yı kolundan tutup tuvaletle taş duvararasındaki dar alana doğru çekti. İkisi darboşluğa zar zor sığıyorlardı ve havada çok yoğunbir idrar kokusu vardı.

Üzerine yazılmış CARABINIERI yazısıylasimsiyah bir Subaru Forester belirdiğindeLangdon, Sienna'mn hemen arkasınasaklanmaya çalıştı. Araç yanlarından yavaşçageçip gitti.

Langdon şüpheyle, İtalyan askeri polisi, diyedüşündü. Bu memurların kendilerini gördükleriyerde vur emri alıp almadıklarını merak etti.

Sienna, "Birinin bizi bulma konusunu oldukçaciddiye aldığı belli," diye fısıldadı. "Ve bir şekildede buldular."

Langdon, "GPS" mi?" diye yüksek sesledüşündü. "Belki de projektörün içinde bir izlemeaygıtı vardır?"

Sienna başmı iki yana salladı. "İnan bana, eğer oşey, izlenebilir olsaydı polis tepemizde olurdu."

Langdon sıkışık mekânda rahat bir pozisyonbulabilmek için uzun bedenini çevirince seyyartuvaletin arka tarafına özenle yapılmış bir grafitikolajıyla yüz yüze geldi.

Bu işi İtalyanlara bırakın.

Birçok Amerikan seyyar tuvaleti büyükgöğüslere veya penislere benzetilmeye çalışılmışçocuk işi karikatürlerle dolu olurdu. Amaburadaki graffiti bir güzel sanatlar öğrencisininçizim defterinden çıkmış gibiydi; bir insan gözü,detaylı çizilmiş bir el, bir adamın profili ve

fantastik bir ejderha.

Sienna akimı okuyarak, "Mülke verilen zararİtalya'nın her yerinde böyle görünmüyor," dedi."Istituto d'Arte di Firenze(1> bu duvarın tamarkasında."

Bir grup öğrenci Sienna'mn sözlerini doğrulamakister gibi kollarının altında resim dosyalarıylauzakta belirdiler. Sohbet ediyor, sigaralarımiçiyor ve Porta Romarıa'daki bariyere meraklıgözlerle bakıyorlardı.

Langdon ve Sienna öğrencilere görünmemek içineğilirken, Langdon aklına gelen tuhaf düşünceylesarsıldı.

Bacakları havada bellerine kadar gömülmüşgünahkârlar.

Belki de bunu hatırlamasının nedeni, insan dışkıkokusu ya da yatay bisikletçinin pedal çevirirkenöne çıkan çıplak bacaklarıydı ama nedeni neolursa olsun Langdon, Malebolge'nin kokuşmuşdünyasını ve topraktan çıkmış baş aşağı durançıplak bacakları hatırlamıştı.

Aniden, Sienna'ya doğru döndü. "Sienna, bizimLa Mappa versiyonumuzda, baş aşağı duranbacaklar onuncu hendekteydi, öyle değil mi?Malebolge'nin en alt seviyesinde?"

Sienna ona tuhaf bir şeküde baktı. "Evet,dipteydi."

Langdon bir an için Viyana'daki konferansınageri gitti. Sahnede duruyordu, finalden saniyelerönce izleyicilere Dore'nin Geryon oymasınıgösterıîîişti. Çalışmada Malebolge'nin tamüzerinde yaşayan, zehirli bir kuyruğa sahip

kanatlı canavar be-timlenmişti.

Langdon hoparlörlerden yankılanan boğuksesiyle, "Şeytanla karşılaşmadan önce," dedi."Malebolge'deki hilecilerin, başka bir deyişlebilerek kötülük yapanların cezalandırıldığı onhendekten geçmeliyiz."

Langdon, Malebolge'nin detayım göstermek içinslaytları ilerletti ve sonra izleyicüeri teker tekerhendeklerden indirdi. "Tepeden dibe kadar,şeytanlar tarafından kamçılanan baştançıkarıcüar... İnsan dışkısında sürüklenendalkavuklar... Bacakları havada bellerine kadargömülmüş fırsatçı rahipler... Başlan arkayadoğru çekilmiş büyücüler... Kaynar zifte atılmışrüşvetçi politikacılar... Ağır kurşun pelerinlergiymiş riyakârlar... Yılanlar tarafından ışınlanhırsızlar... Ateşte yakılan sahtekâr danışmanlar...Şeytanlar tarafından parçalara ayrılan

fitneciler... ve son olarak, tanınmayacak halegetirilerek öldürülen yalancılar." Langdonseyircilere döndü. "Dante'nin bu son hendeğiyalancüara ayırmasının sebebi, büyük ihtimallebir dizi yalan yüzünden çok sevdiği Floransa'dansürgün edilmiş olmasıdır."

"Robert?" Ses Sienna'ya aitti.

Langdon şimdiki zamana geri döndü.

Sienna soran gözlerle ona bakıyordu. "Ne oldu?"

Langdon heyecanla cevapladı. "Bizim LaMappa versiyonumuzda resim değiştirilmiş!"Çekelinin cebinden cihazı çıkarıp o dar alandaelinden geldiğince iyi sallamaya çalıştı. Karıştırıcıbilye yüksek sesle çatırdasa da siren sesleri onubastırıyordu. "Bu resmi kim yaptıysaMalebolge'deki hendeklerin sıralamasmı

değiştirmiş!"

Alet parlamaya başlayınca Langdon onuönlerinde duran düz yüzeye doğrulttu. LaMappa dell'Infemo loş ışıkta parıldadı.

Langdon mahcup bir halde, kimyasal tuvaletteBotticelli, diye düşündü. Burası, bir Botticelli'ninsergilendiği en kötü yer olmalıydı. Gözleriyle onhendeği taradıktan sonra heyecanla başmısallamaya başladı.

"Evet!" diye haykırdı. "Bu yanlış! Malebolge'ninson hendeğinde ölü insanlar olmalı, tepetakladuran insanlar değil! Onuncu seviye yalancılariçin, fırsatçı rahipler için değil!"

Sienna şaşırmıştı. "Ama... biri bunu nedendeğiştirsin ki?"

Langdon her seviyeye eklenmiş küçük harflerebakarak, "Catrovacer," diye fısıldadı. "Söylemekistediği şeyin bu olduğunu sanmıyorum."

Son iki güne ait anılarını silen yaralanmayarağmen hafızasının mükemmel bir şekildeçalıştığını hissedebiliyordu. Gözlerini kapadı veLa Mappa'nın iki versiyonunu gözlerinin önünegetirip aralarmdaki farkı analiz etmeye çalıştı.Malebolge üzerinde yapılan değişikliklerLangdon'ın tahmin ettiğinden daha azdı... Yinede bir perdenin kalktığını hissediyordu.

Aniden her şey berraklaştı.

Ara, bulacaksın!

Sienna, "Ne oldu?" diye sordu.

Langdon'ın ağzı kurumuştu. "Neden Floransa'da

olduğumu biliyorum"

"Biliyor musun?!"

"Evet ve nereye gitmem gerektiğini debiliyorum."

Sienna onun koluna yapışarak, "Nereye?" diyesordu.

Langdon hastanede uyandığmdan beri ilk kezayaklarının yere bastığım hissediyordu. "Bu onharf/' diye fısıldadı. "Aslında, eski şehirdeki biryeri işaret ediyor. Cevaplar da orada."

Sienna, "Eski şehirde neresi?!" diye sordu. "Nebuldun?"

Portatif tuvaletin diğer tarafından gülme sesleriyükseldi. Bir grup öğrenci daha çeşitli dillerde

şakalaşıp konuşarak oradan geçiyorlardı.Langdon kabinin arkasından gizlice bakıpgidişlerini izledi. Sonra etrafta polis olupolmadığım kontrol etti. "Gitmemiz gerekiyor.Yolda açıklarım."

"Yolda mı?!" Siennabaşım iki yana salladı. "PortaRomana'dan asla geçemeyiz!"

Langdon, "Otuz saniye burada kal," dedi. "Sonra,beni izle."

Bunu söyledikten sonra yeni arkadaşını şaşkınlıkiçinde yalnız bırakıp oradan ayrıldı.

en dönüp baktığında, Langdon yolunu şaşırmış birturist gibi etrafına bakındı.

Bozuk İtalyancasıyla, "Dov'e l'Istituto Stataled'Arte?"0) diye sordu.

>ert Langdon öğrencilerin arkasından koştu.

Sigarasından bir nefes çeken dövmeli bir oğlan,alay eder gibi, "Non parüamo Milano,'™ diyeyanıt verdi Fransız aksanıyla.

Kızlardan biri dövmeli arkadaşını azarlayarakPorta Romana' ya doğru uzanan uzun duvanişaret etti. "Piû avanti, sempre dritto."Langdon, düz üeride, diye tercüme etti."Grazie."®

Peşindeki Sienna, seyyar tuvaletin arkasındangörünmeden yaklaştı. Otuz iki yaşındaki narinkadm gruba yaklaştığında, Langdon onunomzuna dostane biçimde sarıldı. "Bu benim kız

kardeşim Sienna. Resim öğretmenidir."

Dövmeli çocuk, "T-I-L-F,"® diye mırıldanıncaarkadaşları güldü.

(1) "Affedersiniz!"

(2) "Affedersiniz!"

(3) "Devlet Sanat Enstitüsü nerede?"

(4) "İtalyanca konuşmuyoruz."

(5) "Teşekkürler."

(6) "Teacher I would Like to Fuck."

Langdon onlara aldırış etmedi. "Yurtdışmdaöğretmenlik yapabileceğimiz yerleri bulmak içinFloransa'ya geldik. Sizinle yürüyebilir miyiz?"

İtalyan kız gülümseyerek, "Ma certo,"m dedi.

Grup, Porta Komana'daki polise doğru ilerlerken,Sienna öğrencilerle konuşuyor, görünmemeyeçalışan Langdon da grubun orta yerinden başmıalçaltarak yürüyordu.

Ara, bulacaksın, diye düşünen Langdon,Malebolge'nin on hendeğini düşünürken yenidenheyecanlanmaya başladı.

Catrovacer. Langdon bu on harfin, sanatdünyasının en muammalı gizlerinden birinin, hiççözülememiş olan yüzlerce yıllık bir bulmacanınmerkezinde yer aldığını fark etti. 1563'te buharfler, Floransa'da bulunan ünlü VecchioSarayı'ndaki duvarın üstüne bir mesajı yazmakiçin kullanılmıştı. Yerden on iki metre yükseğeyazıldığından, dürbünsüz görmek neredeyse

olanaksızdı. 1970'lere kadar kimsenin dikkatiniçekmeyen yazı; anlamım çözmek için on yıllarınıharcayan ünlü bir sanat danışmanı tarafındanfark edilmişti. Ortaya atüan sayısız teoriyekarşın, mesajın anlamı bugün bile birmuammaydı.

Langdon'a şifre tamdık geliyordu; bu yabancı veçalkantılı denizde onun için güvenli bir limandı.Ne de olsa sanat tarihi ile antik sırlar, biyolojiktehlike taşıyan tüplerle ateşli silahlardan dahaçok uzmanlık alanına giriyordu.

Porta Romana'ya akın etmiş olan polisarabalarım fark eden dövmeli çocuk, "Tanrım,"dedi. "Aradıkları kişi çok yanlış bir şey yapmışolmalı."

Grup, Istituto d'Arte'nin sağ tarafındaki anakapıya vardığında, bir öğrenci topluluğu Porta

Romana'daki hareketliliği izliyordu. Okulungüvenlik görevlisi, sıradaki öğrencilerinkimliklerine istemeye istemeye baksa da polisinne yaptığıyla hayli ilgüendiği belliydi.

(1) "Tabii ki."

Fazlasıyla tanıdık bir siyah minibüs PortaRomana'ya patinaj yaparak girerken, meydandangelen tiz fren sesleri duyuldu.

Langdon'ın bir daha bakmasına gerek yoktu.

Durumu kavrayarak, Sienna ile tek kelimekonuşmadan, yeni arkadaşlarıyla birlikte kapıdaniçeri girdiler.

Istituto d'Arte'nin giriş yolu şaşılacak kadargüzel, hatta soylu görünüyordu. Dev meşeağaçlan her iki yandan yaptıkları kavisle uzakta

geniş, oval bir bahçesi bulunan; üç revaklı, rengisolmuş büyük bir binayı çevreleyerek kubbeoluşturuyorlardı.

Langdon bu binanın, şehirdeki pek çokları gibi onbeş, on altı ve on yedinci yüzyıllarda Floransasiyasetini elinde tutan ünlü bir hanedantarafından yaptırıldığım biliyordu.

Medici'ler.

İsim, Floransa'da tek başma bir sembol halinegelmişti. Hüküm sürdüğü üç yüzyıl boyunca dörtpapa, iki Fransa kraliçesi ve Avrupa'daki enbüyük finans kurumunu çıkaran Medici hanedanı,akıl almaz bir servet ve nüfuz sahibi olmuştu.Modern bankalar bugün bile Medici'lerin icatettiği muhasebe yöntemini kullanıyorlardı: çiftgirişli borç-alacak sistemi.

Bununla birlikte Medici'lerin en büyük mirasıfinans veya politika değil, sanattı. Sanatdünyasının gördüğü belki de en savurgan patronolan Medici'ler, Rönesans'ı gerçek anlamdatetikleyen cömert bir sipariş akışı sağlamışlardı.Medici'lerin patronluğunda sipariş alan ünlülerlistesi Vinci'den Galileo'ya ve Botticelli'ye kadaruzanıyordu. Botticelli'nin ünlü Venüs'ün Doğuşutablosu, kuzenine yatağının başma asacağı, cinselaçıdan tahrik edici bir düğün hediyesi vermekisteyen Lorenzo de'Medici'nin siparişiyleyapılmıştı.

Cömertliği sebebiyle Muhteşem Lorenzo diyetanınan Lorenzo de'Medici, usta bir ressam veşairdi; iyi bir gözü olduğu söylenirdi. 1489 yılındaLorenzo, Floransah genç bir heykeltıraşıneserlerini beğenip onu Medici sarayındayaşamaya davet etmişti. Burada güzel sanatlar,

muhteşem şiirler ve yüksek kültürle çevrili birortamda sanatını icra edebilecekti. Medicihimayesi altındaki delikanlı, kendini geliştiriptarihin en ünlü iki heykelini oymuştu: Pietâ veDavut. Michelangelo ismiyle tanman bu yaratıcıdev, kimi zaman Medici'lerin insanlığa en büyükhediyesi olarak anılır.

Medici'lerin sanat tutkusunu göz önüne alanLangdon ailenin, karşısında duran binanm hayatdolu bir sanat enstitüsüne dönüştürüldüğünügörmekten memnun olacağım düşündü. Bugüngenç sanatçılara ilham veren bu sakin mekân,Floransa'da at binmek için en güzel yerlerdenbirine yakın olduğu için Medici'lerin ahırı olarakdüşünülmüştü.

Boboli Bahçeleri.

Langdon yüksek duvarın ardında, ağaç

tepelerinin oluşturduğu ormanın göründüğü soltarafa göz gezdirdi. Geniş bir alana yayılanBoboli Bahçeleri şimdi turistlerin uğrakyerlerinden biriydi. Langdon, Sienna ile birliktebahçelere girebileceğinden neredeyse emindi.Porta Romana'yı fark edilmeden atlayarakbahçeden geçip gidebilirlerdi. Ne de olsa bahçearazisi genişti ve saklanacak çok yer vardı:ormanlar, labirentler, mağaralar, nimfalar. Dahada önemlisi, Boboli Bahçeleri'nden geçerek, yüzkırk odasıyla Floransa'ya gelen turistlerin enuğrak yerlerinden biri olan, bir zamanlar Medicigrandükünü barındırmış Pitti Sarayı'navaracaklardı.

Langdon, Pitti Sarayı'na varabilirsek, eskişehre giden köprüye bir adım mesafedeolacağız, diye düşündü.

Langdon bahçeyi çevreyelen duvarı elindengeldiğince sakin bir şekilde işaret etti. "Bahçelerenasıl gireceğiz?" diye sordu. "Istituto d'Arte'dedolaşmadan önce kardeşime göstermekistiyorum."

Dövmeli genç, başmı iki yana salladı. "Bahçelereburadan giremezsiniz. Giriş, Pitti Sarayı'mnoradan. Porta Romana'dan geçip etrafındandolaşmanız gerekir."

Sienna, "Hay lanet," diye ağzından kaçırdı.

Langdon da dahil herkes dönüp ona baktı.

Sarı akkuyruğunu sallarken, öğrencilere cilveylesırıtarak, "Yapmayın," dedi. "Yani siz şimdi otiçip aylaklık etmek için bahçelere gizlice girmiyormusunuz?"

Birbirlerine bakan öğrenciler kahkahalarlagüldüler.

Dövmeli genç şimdi can evinden vurulmuşgibiydi. "Bayan, bence siz mutlaka buradaöğretmenlik yapmalısınız." Sienna'yı binanın yantarafına yürütüp arka taraftaki park yerininköşesini işaret etti. "Soldaki şu kulübeyi görüyormusunuz? Arkasında eski bir platform var.Çatıya tırmanın, duvarın öbür tarafından aşağıatlayabilirsiniz."

Sienna yola koyulmuştu bile. Arkasını dönüpLangdon'a buyurgan bir edayla gülümsedi."Haydi Bob abi. Tahta çitten atlayamayacakkadar yaşlanmadın değil mi?"

inibüsteki gümüş saçlı kadm başmı kurşungeçirmez

cama yaslayıp gözlerini kapattı. Dünya, altındadönü-

yormuş gibi hissediyordu. Verdikleri ilaçlar onuhasta

Tıbbi bakıma ihtiyacım var, diye düşündü.

Buna karşın, yanındaki silahlı koruma sıkı emirleralmıştı: Görev başarıyla tamamlanana kadarkadının ihtiyaçlarına aldırış edilmeyecekti.Etrafmdaki kargaşa seslerinden anladığıkadarıyla, yakın gelecekte de böyle bir şeyolmayacaktı.

Şimdi başı daha çok dönüyor, nefes almaktagüçlük çekiyordu. Yeni bir bulantı dalgasmakarşı koymaya çalışırken hayatın kendisini bu

gerçeküstü dört yol ağzına nasıl getirdiğinidüşündü. Cevap, şu baygm haliyle başaçıkamayacağı kadar karmaşıktı ama her şeyinnasıl başladığına dair hiç şüphesi yoktu.

New York.

İki yıl önce.

Cenova'dan uçakla Dünya Sağlık Orgütü'ndedirektörlük yaptığı Manhattan'a gitmişti.Herkesin imrendiği bu prestijli işi yaklaşık onyıldır sürdürüyordu. Bulaşıcı hastalıklar veepidemo-lojik epidemi uzmanı olarak, BirleşmişMilletler tarafından üçüncü dünya ülkelerindekisalgın hastalıklar üzerine bir konuşma yapmasıiçin davet edilmişti. Pek çok yeni erken tespitsistemin-

den, Dünya Sağlık Örgütü ve diğerlerinin tedavi

planlarından bahsettiği konuşması iyimser veendişe gidericiydi. Coşkulu bir alkış almıştı.

Konuşmanın ardından, bazı akademisyenlerlekoridorda laflarken, üst düzey diplomasi nişanıtaşıyan bir Birleşmiş Milletler çalışanı yanmagelip sohbeti böldü.

"Dr. Sinskey, az önce Dış İlişkiler Konseyibizimle irtibata geçti. Sizinle görüşmek isteyenbiri var. Bir araba dışarıda sizi bekliyor."

Şaşıran ve hafif de olsa sinirleri gerilen Dr.Elizabeth Sinskey izin isteyerek gruptan ayrılmış,sonra da çantasını toplamıştı. Bindiği limuzinBirinci Cadde'de ilerlerken sinirleri iyicebozulmaya başladı.

Dış İlişkiler Konseyi mi?

Pek çokları gibi Elizabeth Sinskey de söylentilerduymuştu.

1920'lerde özel bir düşünce topluluğu olarakkurulan Dış İlişkiler Konseyi'nin üyeleri arasında,dışişleri bakanlarının neredeyse tümü, yarımdüzineden fazla başkan, CIA şeflerinin çoğu,senatörler, yargıçlar ve Morgan, Rothschild,Rockefeller gibi efsane hanedanlar vardı.Üyelerinin beyin gücü, siyasi nüfuzu ve servetisayesinde Dış İlişkiler Konseyi "yeryüzündeki ennüfuzlu özel kulüp" unvanını kazanmıştı.

Dünya Sağlık Örgütü'nün direktörü olarakElizabeth, iri çocuklarla omuz omuza çarpışmayaalışkındı. Dünya Sağlık Örgütü'ndeki uzun göreviaçıksözlülüğüyle birleşince, onu dünyadaki ennüfuzlu yirmi insan arasında sayan önemli birhaber dergisinin onayını almıştı. Fotoğrafının

altma, "Dünya Sağlığının Yüzü" yazmışlar,çocukluğunda hastalıktan başmı kaldıramayanElizabeth ise bunu ironik bulmuştu.

Altı yaşında ciddi astım hastası olduğundan,astımmı inanılmaz bir hızla iyileştiren yeni birilaçtan -glukokortikoid veya ste-roit hormonları-yüksek dozlar verilerek tedavi edilmişti.Maalesef, ilacın beklenmedik yan etkileri yıllarsonra, Sinskey ergenliğe ulaşıp âdet görmeyebaşlamayınca meydana çıkmıştı. On dokuzyaşındayken, doktor muayenehanesinde üremesisteminin kalıcı hasar gördüğünü öğrendiği okorkunç anı hiç unutmayacaktı.

Elizabeth Sinskey'nin çocuğu olamayacaktı.

Doktoru, zaman boşluğu dolduracaktır,diyerek cmu frpşplli etse de bu, sadece içindekiüzüntü ve öfkeyi büyütmüştü. Çocuk sahibi olma

imkânını elinden alan ilaçlar, bunu yapmak içingereken içgüdüleri yok etmeyi başaramamıştı.Bu doymak bilmez açlığını yıllarca bastırmayauğraşmıştı.

Şimdi altmış bir yaşma yaklaşmasına rağmen, nezaman bir anne ile çocuğunu görse içinde hep buboşluğun aasmı hissediyordu.

Limuzin şoförü, 'Tam önümüzde Dr. Sinskey,"dedi

Gümüş rengi uzun buklelerini çabucak düzeltenElizabeth, aynadan yüzünü kontrol etti. Çokgeçmeden araba durdu ve şoför, Manhattan'mzengin bir bölgesindeki kaldırıma inmesineyardım etti.

Şoför, "Sizi burada bekleyeceğim," dedi. "Hazırolduğunuzda doğrudan havaalanma gidebiliriz."

Dış İlişkiler Konseyi'nin, Park üe AltmışSekizinci caddelerin kesiştiği yerdeki New Yorkmerkezi, bir zamanlar Standard Oil imparatorunaev sahipliği yapmış neoklasik, mütevazı birbinaydı. Seçkin çevresine kusursuzca uyumsağlayan dış cephesi, herhangi bir niyetin izinitaşımıyordu.

İri yapılı bir kadm resepsiyonist, "Dr. Sinskey,"diyerek onu karşıladı. "Bu taraftan lütfen. Sizibekliyor."

Peki ama bu kadın kim? Elizabeth lüks birkoridordan kapalı bir kapıya kadarresepsiyonistin peşinden gitti. Kadm daha sonrakapıyı çaldı, açıp Elizabeth'e içeri girmesini işaretetti.

Elizabeth içeri girince kapı kapandı.

Küçük, karanlık konferans salonu bir ekranınparlaklığıyla aydınlanıyordu. Ekranın önündeleylek gibi uzun bir siluet kendisine bakıyordu.Yüzünü seçemese de gücünü hissedebiliyordu.

Adam gür bir sesle, "Dr. Sinskey," dedi. "Banaeşlik ettiğiniz için teşekkür ederim." Adamınbelirgin aksam Elizabeth'e İsviçre'den veyaAlmanya'dan geldiğini düşündürmüştü.

Salonun ön tarafındaki koltuğu gösterdi. "Lütfenoturun."

Tanışma yok mu? Elizabeth oturdu. Ekranayansıyan garip görüntüler Elizabeth'in sinirlerinigermişti. Bu ne şimdi böyle?

Siluet, "Bu sabah siz sunrrn yaparkenoradaydım," dedi. "Konuşmanızı dinlemek içinuzun bir yoldan geldim. Etkileyici bir

performanstı."

"Teşekkür ederim," diye karşılık verdi.

"Ayrıca... yaşınıza ve dünya sağlığınadüşkünlüğünüze rağmen, hayal ettiğimden çokdaha güzel olduğunuzu söylemek istiyorum."

Elizabeth'in ağzı açık kalmıştı. Bu yorum herbakımdan hakaret sayılırdı. Karanlığa doğrugözlerini kısarak, "Affedersiniz?" dedi. "Sizkimsiniz? Ve beni niçin buraya çağırdınız?"

Uzun gölge, "Şaka yapmaya çalışmıştım,kusuruma bakmayın," diye karşılık verdi."Ekrandaki görüntü niçin burada olduğunuzuaçıklayacak."

Sinskey korkunç resme baktı: Çıplak bedenlerinoluşturduğu bir kalabalığın üzerinde birbirinin

üstüne tırmanan hastalıklı bir insan denizibetimlenmişti.

Adam, "Büyük ressam Dore." dedi. "DanteAlighieri'nin cehennem hayalini böyle dehşetverici bir şekilde yorumlamış. Umarım sizirahatsız etmiyordur... çünkü gittiğimiz yer orası."Durup, yavaşça yaşlı kadının yanına yaklaştı."Size nedenini söyleyeyim."

Ona doğru yaklaşırken, sanki her adımda dahada uzuyordu. "Bu kâğıdı alıp ortadan ikiyeyırtarsam." Masaya gelince durdu, bir kâğıt aldıve sesli bir şekilde ikiye böldü. "Ve bu iki parçayıüst üste koyarsam..." Kâğıtları üst üste koydu."Ve bu işlemi tekrariar-sam..." Kâğıtları bir dahayırtıp üst üste koydu. "İlk baştakinden

129

Cehennem / F: 9

dört kat kalın bir kâğıt destem olmuş olur, öyledeğil mi?" Sanki odanın karanlığında gözlerindenalevler fışkırıyordu.

Elizabeth onun küçümseyici ses tonundan vesaldırgan tavırlarından hoşlanmamıştı. Hiçbir şeysöylemedi.

Adam yaklaşmaya devam ederken, "Farazikonuşuyorum," dedi. "İlk baştaki kâğıt,milimetrenin onda biri kalınlığındaysa ve bu işlemitekrarlarsam... diyelim ki elli kez, desteninkalınlığının ne kadar olacağını biliyor musunuz?"

Elizabeth sinirlenmişti. Niyet ettiğinden daha sertbir sesle, "Biliyorum," diye cevap verdi.

"Milimetrenin onda biri çarpı iki, üzeri elli. Bunageometrik dizi denir. Buraya neden çağrıldığımıöğrenebilir iniyim?"

Sırıtan adam, etkileyici bir şekilde başmı salladı."Evet, peki çıkan sonucun nasıl görüneceğinitahmin edebüiyor musunuz? Milimetrenin ondabiri çarpı iki, üzeri elli? Kâğıt destemizinkaimliğini biliyor musunuz?"

Elizabeth şaşırmamıştı. Yaptığı işte geometrikbüyümeyle her zaman karşılaşırdı. Kirlilik artışı...enfeksiyonlu hücre çoğalması... ölüm oramtahminleri. Kızgınlığını saklayamadan, "Sizesafça gelebilir ama ne demeye çalıştığınızıanladığımı şaşmıyorum," dedi.

"Demeye çalıştığım şey mi?" Adam sessizcegüldü. "İnsan nüfusunun büyüme tarihinin dahada çarpıcı olduğunu söylemeye çalışıyorum.

Dünya nüfusu da tıpkı kâğıt destemiz gibibaşlangıçta yavaşça büyüdü... ama korkunç birpotansiyeli vardı."

Yeniden adım atmaya başlamıştı. "Şunu birdüşünün. Bir milyar insana ulaşmak, ilk insandan1800'lere kadar dünya nüfusunun binlerce yılınıaldı. Ama 1920'lerde nüfusun iki katma çıkıp ikimilyara ulaşması şaşırtıcı bir şekilde sadece yüzyıl aldı. Bundan sonra nüfusun yeniden ikiyekatlanıp 1970'lerde dört milyara ulaşması isesadece elli yıl aldı. Tahmin edebileceğiniz gibi,pek yalanda sekiz milyara ulaşacağız. Sadecebugün, insan türü Dünya gezegenine çeyrekmüyon kişi daha kattı. Çeyrek milyon.

Ve bu her gün oluyor. Her yıl Almanya nüfusukadar insanı aramıza katıyoruz."

Elizabeth'in tepesinden bakan adam anidensustu. "Kaç ya-

şmdasınız?"

Dünya Sağlık Örgütü'nün başındaki kişi olarak,düşmanlığı diplomasiyle savuşturmaya alışkınolsa da, hakaret içeren bir soru daha gelmişti."Altmış bir."

"Seksen yaşma kadar, on dokuz yıl dahayaşarsanız, yaşadığınız süre içinde nüfusun üçekatlandığına şahit olacağınızı biliyor muydunuz?Bir ömür ve üçe katlanan nüfus... Sonuçlarını birdüşünün. Bildiğiniz gibi Dünya Sağlık Örgütütahminlerini yükselterek, yüzyılın ortasınavarmadan yeryüzünde dokuz milyar insanyaşayacağını öngördü. Hayvan türleri hızla yokoluyor. Doğal kaynaklara olan talep hızla artıyor.Temiz su bulmak gittikçe güçleşiyor. Her türlü

biyolojik ölçüme göre, kendi türümüzkaldırabileceği sayıyı aştı. Ve bu felaketkarşısında Dünya Sağlık Örgütü, yani biranlamda dünya sağlığının bekçisi; diyabettedavisi, kan bankası, kanserle mücadele gibialanlara yatırım yapıyor." Durup, doğrudankadının gözlerine baktı. "Ben de size, DünyaSağlık Örgütü'nün bu meseleyle neden ilgilenmecesaretini göstermediğini sormak istiyorum."

Artık Elizabeth'in siniri tepesine fırlamıştı."Kimsiniz bilmiyorum ama, Dünya SağlıkÖrgütü'nün nüfus artışını ciddiye aldığını çok iyibiliyorsunuzdur. Daha yakın zaman önce,Afrika'ya bedava prezervatif götürüp insanlarınüfus planlaması hakkında bilgilendirecekdoktorlar göndermek için milyonlarca dolarharcadık."

Adam, "Ah, evet!" diye alay etti. "Daha da

büyük bir Katolik misyoner ordusu hemenarkanızdan gidip Afrikalılara, prezervatifkullanırlarsa cehenneme gideceklerini anlattı.Şimdi Afrika'nın yeni bir çevre sorunu var:Kullanılmamış prezervatif dolu araziler."

Elizabeth bir şey söylememek için kendini zortuttu. Bu konuda haklıydı ama modern Katolikler,Vatikan'ın üreme meselelerine karışmasınıengellemeye başlıyordu. Aralarında en bilineni,Kilise'nin öfkesini üzerine çekmeyi göze alarakdünyada nüfus planlamasının yaygınlaşmasınayardıma olmak adına beş yüz altmış milyon dolarbağış sözü veren, dindar Katolik Melin-da Gatesolmuştu. Elizabeth Sinskey televizyonda pek çokkez, kuruluşu aracılığıyla dünya sağlığınıngelişmesi için yaptıkları şey sebebiyle Bili veMelinda Gates'in aziz ilan edilmesi gerektiğinisöylemişti. Ne yazık ki, azizlik payesi veren tek

kurum, ne kadar dindar bir çaba gösterdiklerinikavrayamıyordu.

Uzun siluet, "Dr. Sinskey," diye devam etti."Dünya Sağlık Örgütü'nün anlayamadığı şey,tekbir küresel sağlık sorunu olduğu." Yenidenekrandaki dehşet verici resmi gösterdi. "İşte buda o." Sustu. "Bir bilim insanı olduğunuzubiliyorum ve bu yüzden belki de sanat tarihi veyaresim dersi almamışsmızdır. Daha iyi anladığınızdilde konuşacak başka bir resim göstereyim."

Oda bir anlığına karardıktan sonra ekrandakigörüntü yenilendi.

Bu yeni resmi Elizabeth daha önce defalarcagörmüştü... her seferinde ürkütücü bir çaresizlikhissi verirdi.

Oda derin bir sessizliğe boğuldu.

Leylek görünüşlü adam, "Evet," dedi. "İnsanlarbu resim karşısında sıklıkla dehşete düşer. Bunabakmak, insanın üzerine gelen bir tren görmesinebenziyor." Adam yavaşça Elizabeth'e dönüpküçümseyici bir tavırla gülümsedi. "Sorunuz varmı Dr. Sinskey?"

"Bir sorum var," diye tersledi Elizabeth. "Beniburaya nutuk atmak için mi, yoksa hakaretetmek için mi çağırdınız?"

"Her ikisi de değil." Ürkütücü bir ses tonuylayaşlı kadını kandırmaya çalışıyor gibiydi. "Sizibirlikte çalışmak için çağırdım. Nüfus artışının birsağlık sorunu olduğunu anladığınıza hiç şüphemyok. Fakat korkarım, insan ruhunu etkileyeceğinianlamıyorsunuz. Nüfus artışı stresi altında dahaönce çalmayı akimdan geçirmemiş olanlar,ailelerini doyurmak için hırsızlık yapacak. Dahaönce öldürmeyi akimdan geçirmemiş olanlar,

çocuklarını beslemek için cinayet işleyecek.Dante'nin ölümcül günahlarının hepsi; cinayet vediğerleri, buharlaşan huzurumuzla güçlenip,insanlık yüzeyine yükselerek içimize sızmayabaşlayacak. İnsan ruhuyla ilgili bir savaşveriyoruz. "

"Ben bir biyoloğum. Hayat kurtarıyorum... ruhdeğil."

"Öyleyse Önümüzdeki yıllarda hayat kurtarmanıngiderek güçleşeceğine sizi temin edebilirim.Nüfus artışı, ruhsal memnuniyetsizlikten dahafazlası demektir. Machiavelli'nin yazdığıpasajda..."

Ünlü sözleri hatırlayarak, "Evet," diye sözünükesti Elizabeth. "Dünyadaki her bir vilayetbulundukları yerde geçim sağlayamayan veyabaşka bir yere taşınamayan sakinlerle dolup

taştığında... dünya kendini temizleyecek."Gözlerini adama dikti. "Dünya SağlıkÖrgütü'ndekilerin hepsi bu sözü gayet iyi bilir."

"Güzel, o halde Machiavelli'nin dünyanın kendinitemizlemesiyle ilgili olarak salgınlardanbahsettiğini biliyorsunuzdur."

"Evet, konuşmamda belirttiğim gibi, nüfusyoğunluğuyla yaygın bulaşıcı hastalıklarındoğrudan ilintili olduğunu hepimiz biliyoruz amasürekli yeni tespit ve tedavi yöntemlerigeliştiriyoruz. Dünya Sağlık Örgütü gelecektekisalgınlan engelleyebileceğimize inanıyor."

"Çok yazık."

Elizabeth hayretle bakıyordu. "Anlayamadım?!"

Adam tuhaf bir kahkaha atarken, "Dr. Sinskey,"

dedi. "Salgınları önlemek iyi bir şeymiş gibikonuşuyorsunuz."

Dr. Sinskey hiçbir şey diyemeden ağzı açık birhalde adama bakakaldı.

Uzun boylu adam, davasını savunan bir avukatgibi, "Anlatayım," dedi. "Burada Dünya SağlıkÖrgütü'nün başındaki kişiyle beraberim. Korkunçbir fikir olduğunu düşünebilirsiniz. Size,yaklaşmakta olan sefaletin resmini gösterdim."Ekrandaki görüntüyü yenileyince tekrar cesetlerbelirdi. "Kontrolsüz nüfus artışının gücünühatırlattım." Küçük kâğıt destesini gösterdi. "Sizi,ruhani bir çöküşün eşiğinde olduğumuzkonusunda aydınlattım." Susup, kadma baktı."Peki sizin cevabınız ne? Afrika'da bedavaprezervatif." Adam alaycı bir ifadeyle dudağınıbüktü. "Bu, yaklaşan astroide sinek kovucusıkmak gibi bir şey. Saatli bomba artık

çalışmıyor. Durdu ve zorlayıcı tedbirleralınmazsa, üstel matematik yeni tanrınızolacak... ve bunun, intikamcı bir tanrı olacağıkesin. Dante'nin hayalindeki cehennemi ParkCaddesi'nin hemen önüne getirecek... Kendidışkılarının içinde yuvarlanan insan kalabalığı.Doğanın şefliğindeki küresel bir ayıklama işlemi."

Elizabeth, "Öyle mi?" diyerek atıldı. "Söylermisiniz, sizin sürdürülebilir gelecek hayalinizde,dünyanın ideal nüfusu nedir acaba? İnsanlığınkendini sonsuza dek... rahat bir şekilde geçindi-rebileceği sihirli sayı?"

Soruyu takdir ettiği anlaşılan uzun boylu adamgülümsedi. "Hemen her çevre biyologu veyaistatistikçi, insanlığın uzun süre hayatta kalmaihtimalinin yaklaşık dört milyar kişiyle mümkünolacağını söyleyecektir."

Elizabeth hışımla, "Dört milyar mı?" dedi. "Şimdibile yedi milyar kişiyiz, bunun için biraz geç."

Uzun boylu adamın yeşil gözlerinde alevleryandı. "Öyle mi?

sertçe düştü. Sienna da onun yanma düştüktensonra ayağa kalktı ve etrafı incelerken üzerineçekidüzen verdi.

Küçük bir ormanın sınırındaki yosun ve eğreltiotualanının içinde duruyorlardı. Buradan, Pitti Sarayıhiç görünmüyordu ve Langdon bahçenin içindesaraydan kendileri için yeterli uzaklıktabulunduklarını düşündü. En azından günün buerken saatinde turistler ve işçiler buralara kadargelmiyorlardı.

obert Langdon, Boboli Bahçeleri'nin sık ağaçlıgüney

tarafındaki istinat duvarının dibindeki yumuşaktoprağa

Langdon karşılarındaki ormana doğru inençakıltaşlı patikaya baktı. Patikanın ağaçlarınarasında kaybolduğu yerde, mermer bir heykel,göze çarpacak şekilde yerleştirilmişti. Langdonşaşırmadı. Boboli Bahçeleri; Niccolö Tribolo,Giorgio Vasari ve Bernardo Buontalenti'ninolağanüstü tasarım yeteneklerini barındırıyordu.Bu estetik danışman grubu, birkaç hektarlık,üzerinde yürünebilen bir şaheser yaratmıştı.

Langdon patikanın aşağısını göstererek,"Kuzeydoğuya doğru ilerlersek saraya ulaşırız,"

dedi. "Orada turistlerin araşma karışıp kimseyegörünmeden dışarı çıkabiliriz. Sanırım, saraydokuzda açılıyor."

Saati kontrol etmek için aşağı baktı ama birzamanlar Mickey Ylouse saatinin takılı olduğubileği artık boştu. Saatin kıyafetle-

rinin geri kalanıyla birlikte hastanede olupolmadığım ve ona yeniden kavuşupkavuşamayacağını merak etti.

Sienna ayağını sertçe yere basarak, "Robert yenibir adım atmadan önce nereye gittiğimizi bilmekistiyorum. Orada aklına ne geldi? Sıralamanınyanlış olduğunu söyledin."

Langdon ilerideki ağaçlık alanı işaret etti. "Öncegözden kaybolalım." Sienna'yı, içinde ahşapgörünümlü bankların ve küçük bir çeşmenin

bulunduğu, etrafı kapatılmış bir çukura doğrukıvrılan bir patil aya yönlendirdi. Ağaçlarınaltındaki hava nispeten daha serindi

Langdo projektörü cebinden çıkarıp sallamayabaşladı. "Sienna bu dijit d görüntüyü kimoluşturduysa sadece Malebolge'nin günahkârinna harfler eklemekle kalmamış, aynı zamandagünahlar.jı sıralamasını da değiştirmiş." Bankmüzerine çıkıp Sienna'im tepesinde dururkenprojektörü aşağı doğru tuttu. Botticelli'nin LaMappa dell'Inferno'su, Sienna'nm yanındakidüz bankm üzerinde belli belirsiz canlandı.

Langdon huninin dibindeki sıralı alanı gösterdi."Malebolge' nin on hendeğindeki harfleri görüyormusun?"

Sienna projeksiyonda harfleri bulup tepedenaşağı doğru okudu. "Catrovacer."

"Doğru. Anlamsız."

"Ama sonra on hendeğin yerlerinin karıştırılmışolduğunu mu fark ettin?"

"Aslına bakarsan, bundan daha kolay. Eğer buseviyeleri on kartlık bir deste gibi düşünürsek,deste karıştırılmamış, sadece bir kere kesilmiş.Kesildikten sonra kartlar doğru sırada kalıyorama sıralama yanlış kartla başlıyor." Langdon,Malebolge'nin on hendeğini işaret etti. "Dante'ninmetninde, en tepedeki baştan çıkarıcılarşeytanlar tarafından kamçılanıyor olmalıydı. Amabu versiyonda baştan çıkaranlar... yedincihendekte."

Sienna solmakta olan görüntüye bakarak başımsalladı. 'Tamam, görüyorum. İlk hendek buradayedinci hendek olmuş."

Langdon cihazı cebine atıp aşağı atladı. Küçükbir çubuk alıp toprağın üzerine harfleri yazmayabaşladı. "Değiştirilmiş cehennemversiyonumuzda harfler bu şekilde görülüyor."

C

A

T

R

O

V A C E R

Sienna, "Catrovacer," diye okudu.

"Evet. Ve 'deste' işte buradan kesilmiş."Langdon yedinci harfin altına bir çizgi çizip

Sienna'nm, yaptığı bu çalışmayı incelemesinibekledi.

C

A

T

R

O

V A

C

E

R

Sienna, 'Tamam," dedi. "Catrova. Cer."

"Evet ve kartları tekrar düzene sokmak içindesteyi kesmeden aşağıdakileri en üstekoyuyoruz. İki parça yer değiştiriyor."

Sienna harflere baktı. "Cer. Catrova." Bir şeyanlamayarak omuzlarını silkti. "Hâlâ anlamsız..."

Langdon, "Cer catrova." diye tekrar etti. Birazbekledikten sonra kelimeleri birbirlerinekaynaştırarak tekrarladı. "Cercat-rova."Sonunda, ortada biraz boşluk bırakarak söyledi."Cerca trova."

Sienna nefesini tutup Langdon'a baktı.

Langdon gülümseyerek, "Evet," dedi. "Cercatrova."

İki İtalyanca kelime, cerca ve trova tam olarak"ara" ve "bul" anlamına geliyordu. Bir cümlehaline geldiğinde, dini vecize; "Ara, bulacaksın,"sözünün karşılığıydı.

Sienna nefes nefese, "Halüsinasyonlarm!" diyehaykırdı. "Peçeli kadm! Sana sürekli ara ve buldiyordu!" Ayağa fırladı. "Robert, bunun neanlama geldiğinin farkında mısın? Cerca trovakelimelerinin bilinçaltında olduğu anlamınageliyor. Anlıyor musun? Bu cümleyi hastaneyegelmeden önce okumuş olmalısın! Projektördekigörüntüyü büyük ihtimalle daha öncegörmüşsün... ama unutmuşsun!"

Haklı, diye düşündü, monograma o kadarodaklanmıştı ki, bütün bunlan daha öncedengörmüş olabileceği hiç akima gelmemişti.

"Robert, daha önce La Mappa'nm eski şehirdebelirli bir yeri işaret ettiğini söylemiştin. Amaneresi olduğunu hâlâ anlayamadım."

"Cerca trova senin için bir şey ifade etmiyormu?"

Sienna omzunu silkti.

Langdon içinden güldü. Sonunda, Sienna'mnbilmediği bir şey çıktı. "Anlaşıldığı kadarıyla, bucümle Vecchio Sarayı'nda asılı olan ünlü birduvar resmini işaret ediyor; Giorgio Vasari'ninBeş Yüz Salonu'ndaki Battaglia diMarciano'sumıP Resmin tepesinde, açıkçagörünecek şekilde Vasari minik harflerle cercatrova yazmış. Bunu neden yaptığına dair birçokteori var ama kesin bir kanıt henüz bulunamadı."

Küçük bir hava taşıtmm tiz sesli vınlaması tamtepelerinde duyuldu, aniden ortaya çıkmıştı vetepelerindeki ağaçlık tenteyi

(1) Mardano Savaşı

tarıyordu. Ses çok yakından geliyordu. Araçgeçerken Langdon ve Sienna oldukları yerdedonup kaldılar.

Langdon ağaçların arasından uzaklaşan aracabaktı. Yan yatarak yön değiştiren, bir metreuzunluğundaki, uzaktan kumandalı helikopterebakarken nefes verip, "Oyuncak helikopter,"dedi.

Sienna yine de tetikteydi. "Başını eğ."

Küçük helikopter havada bir dönüş yapıp tekraronlara doğru gelmeye başlamıştı. Ağaçların

tepelerini tarayarak üzerlerinden geçip soltaraftaki açık alana doğru ilerledi.

Sienna, "Bu oyuncak değil," diye fısıldadı. "Birkeşif aracı. Büyük ihtimalle, üzerinde birilerinecanlı görüntüler gönderen bir video kamera var."

Langdon, helikopterin Porta Romana ve Istitutod'Arte'ye doğru ilerleyişini izlerken dişlerini sıktı.

Sienna, "Bu insanların kim olduklarını da, seninne yaptığını da bilmiyorum ama birtakım nüfuzlukişiler seni bulmaya kararlılar," dedi.

Helikopter tekrar yan yatıp biraz önce atladıklarıduvarm üzerinden yavaşça geçti.

Sienna patikadan aşağı inerken, "IstitutodArte'den biri bizi görüp haber vermiş olmalı,"dedi. "Buradan hemen gitmeliyiz."

Helikopter bahçelerin uzak taraflarına doğruilerlerken, Langdon toprağa yazdığı harfleriayağıyla sildi ve Sienna'nm arkasından hızlailerlemeye başladı. Zihni, Giorgio Vasari'ninduvar resminde yazılı olan cerca trova ilemeşgul olduğu kadar, Sienna'nm projektörünmesajını daha önce okumuş olduğunusöylemesiyle de meşguldü. Ara, bulacaksın.

İkinci açık alana geldiklerinde, Langdon'ın akimaşaşırtıcı bir fikir geldi. Yüzünde sersemlemiş birifadeyle ağaçlık patikada aniden durdu.

Sienna da durdu. "Robert? Ne oldu?!"

Robert, "Ben masumum," dedi.

"Sen neden bahsediyorsun?"

"İnsanların beni... çok korkunç bir şey yaptığım

için takip ettiklerini sanmıştım."

"Evet, hastanede sürekli 'çok üzgünüm' diyesayıklıyordun."

"Biliyorum. Ama İngilizce konuştuğumusanıyordum."

Sienna şaşkm bir ifadeyle ona baktı. "Zatenİngilizce konuşuyordun!"

Langdon'ın mavi gözlerinden heyecanokunuyordu. "Sienna, ben 'çok üzgünüm' diyesayıklarken, özür dilemiyordum. Vecc-hioSarayı'ndaki duvar yazısının içindeki gizli mesajımırıldanıyordum!" Aşırı heyecanlı sesinin kaydınıhâlâ duyabiliyordu. Ve... sorry. Ve... sorry.

Sienna ona baktı.

"Anlamıyor musun?!" Langdon sırıtıyordu. "Benressamın admı söylüyordum... Va...sari,Vasari!"

Vayentha sertçe frene bastı.

Motosikletinin arka tekerleği tiz bir fren sesinineşliğinde savrulup Viale del Poggio Imperiale'deuzun bir iz bıraktıktan sonra beklenmedik birtrafik kuyruğunun arkasında aniden durdu. Vialedel Poggio Imperiale hiç hareket etmiyordu.

Buna zamanım yok!

Vayentha kafasmı arabaların üzerinden uzatıpbeklemeye neyin sebep olduğunu görmeyeçalıştı. TTD ekibini ve apartmandaki kargaşayıatlatmak için zaten geniş bir daire çizmekzorunda kalmıştı. Şimdi de bu görevin son birkaçgününde, kaldığı otel odasını boşaltmak için eski

şehre gitmesi gerekiyordu.

Reddedildim, olanlardan sonra bu şehirdenbir an önce gitmeliyim!

Ne var ki kötü şansı yakasını bırakmıyor gibiydi.Eski şehre gitmek için seçtiği yol kapalıydı.Bekleyecek durumda olmayan Vayentha,motosikleti uygun boşluklardan geçirip kavşağagelene kadar dar emniyet şeridinde hızla sürdü.İleride altı büyük caddenin birleştiği tıkalı birkavşak vardı. Burası, eski şehrin girişi olan PortaRomana'ydı; Floransa'mn en yoğun trafiğe sahipkavşaklarından biri.

Burada neler oluyor?!

Vayentha artık tüm bölgenin polis kaynadığınıgörebiliyordu; ' barikat ya da kontrol noktası gibibir şey vardı. Saniyeler sonra

hareketliliğin ortasında onu şaşırtan bir şey farketti, tanıdık bir siyah minibüsün etrafındaki siyahkıyafetli adamlar yerel polise emirleryağdırıyorlardı.

Bu adamlar hiç kuşkusuz TTD ekibindendi amaVayentha onların burada ne yaptıklarınıanlayamadı.

Tabii eğer...

Vayentha olasılığı düşünmeye bile korkarakyutkundu. Langdon, Brüder'i de mi atlatmış?Bu imkânsız geliyordu. Kaçış şansı neredeysesıfırdı. Ama Langdon yalnız çalışmıyordu veVayentha, sarışın kadının ne kadar becerikliolduğunu bizzat tecrübe etmişti.

Yalanlarda bir polis memuru belirdi. Araba arabadolaşarak kahverengi gür saçlı, yakışıklı bir

adamın fotoğrafmı gösteriyordu. Vayentha,Robert Langdon'ın basm fotoğrafmı hemen tanıdıve yüreği ağzma geldi.

Brüder onu elinden kaçırmış...

Langdon hâlâ oyunda!

Tecrübeli bir stratejist olan Vayentha, anmda bugelişmenin kendi durumunu nasıl değiştireceğinidüşünmeye başladı.

Birinci seçenek, hemen kaç.

Vayentha, Amir için kritik bir işi batırmış ve buyüzden reddedilmişti. Şanslıysa, resmi birsoruşturmayla karşı karşıya kalacak ve kariyerisona erecekti. Ama şanssızsa ve işverenininciddiyetini hafife aldıysa, hayatının geri kalanıruarkasını kollayarak ve Konsorsiyum'un kendisine

pusu kurup kurmadığım düşünerek geçirecekti.

Şimdi, ikinci bir seçenek var.

Görevini tamamla.

Görevde kalmak ret protokolüne kesinlikleaykırıydı ama Langdon hâlâ kaçak olduğu içinVayentha'nm eline asıl talimata göre devametme fırsatı geçmişti.

Nabzı hızlanırken, eğer Brüder, Langdon'ıyakalayamazsa, diye düşündü. Ve eğer benbaşartlı olursam....

Vayentha bunun uzak bir ihtimal olduğunubiliyordu ama eğer Langdon, Brüder'denkurtulmayı başardıysa ve eğer Vayentha yinedevreye girip işi bitirebilirse Konsorsiyum için tekbaşma günü kurtarmış olacaktı ve Amir

hoşgörülü davranmak zorunda kalacaktı.

İşimi kaybetmem, diye düşündü. Hatta, terfibile edebilirim.

Vayentha bir anda tüm geleceğinin kritik birgirişime bağlı olduğunu fark etti. Langdon'ınyerini bulmalıyım...Brüder'den önce.

Bu hiç kolay olmayacaktı. Brüder'in emrindesonsuz insan gücü ve gelişmiş izleme teknolojilerivardı. Vayentha ise yalnız çalışıyordu. AmaBrüder'in, Amir'in ve polisin bilmediği bir bilgiyesahipti.

Langdon'ın nereye gideceği hakkında iyi birfikrim var.

BMYV'sinin motorunu çalıştırıp tam tersi yönedöndü ve geldiği tarafa doğru ilerlemeye başladı.

Kuzeye giden köprüyü gözünün önüne getirerek,Grazie Köprüsü, diye düşündü. Eski şehregiden başka bir yol daha vardı.

Langdon, demek özür değilmiş, diye düşündü.Ressamın ismiymiş. Bir adım geriye gidenSienna, "Vasari," derken kekeledi. "Duvarresmine cerca trova kelimelerini saklayanressam."

Langdon gülümsemekten kendini alamadı.Vasari. Vasari. Bunun ortaya çıkması, tuhafdurumunu aydınlatmakla kalmamıştı; sürekliüzgün olduğunu söylediği, yapmış olabileceğikorkunç şeyi de artık düşünmesi gerekmediğianlamına geliyordu.

"Robert, yaralanmadan önce bu Botticelli resminiprojektörde görmüş olmalısın. Vasari'nin

resmindeki bir şifreyi içerdiğini de biliyordun. Buyüzden Vasari'nin ismini sayıklayıp durdun!"

Langdon tüm bunların ne anlama geldiğinihesaplamaya çalıştı. On altıncı yüzyü ressam,mimar ve yazan Giorgio Vasari, Langdon'ıngenellikle "dünyadaki ilk sanat tarihçisi" diyebahsettiği biriydi. Yapmış olduğu yüzlerce resme,tasarladığı onlarca binaya rağmen, bıraktığı enkalıcı miras kitabı Li Vite de'piû Ec-cellentiArchitetti, Pittori, et ScultorP olmuştu. Bugünedek sanat tarihi öğrencilerinin okumasıgerekenler arasında yer alan kitap, İtalyansanatçıların biyografilerini içeren bir derlemeydi.

Otuz yıl önce, Vecchio Sarayı'nın Beş YüzSalonu'nda bulunan geniş tablosundaki "gizlimesaj" keşfedildiğinde Vasari, cerca trovakelimeleriyle yeniden akıllara girmişti. Yeşil bir

savaş

(1) En Mükemmel Ressam, Heykeltıraş veMirnarlann Hayab flamasının üstündeki minikharfler, savaş sahnesinin kargaşasında güçlükleseçilebiliyordu. Vasari'nin bu garip mesajı nedenresmine eklediği konusunda bir uzlaşmayavarılamamış olsa da, gelecek nesillere duvarınarkasındaki üç santimetrelik boşluğa saklanmışkayıp bir Leonardo da Vinci freskinin varlığınadair ipucu bıraktığı teorisi hâkimdi.

Sienna heyecanla ağaçların arasından bakıyordu."Hâlâ anlamadığım bir şey var. Üzgün olmanıgerektirecek bir şey yapma-dıysan insanlar senineden öldürmeye kalktı?"

Langdon da aynı şeyi merak ediyordu.

Uzaklardaki takip helikopterinin vınlama sesi

yeniden yükselince Langdon karar vermezamanının geldiğini anlamıştı. Vasari'ninBattaglia di Marciano'sunun Dante'ninCehennemi ile bağlantısını kuramıyor, öncekiakşam aldığı kurşun yaralarına anlamveremiyordu, ama karşısında somut bir yol vardı.

Cerca trova.

Ara ve bul.

Langdon bir kez daha gümüş saçlı kadınınkendisine nehrin karşısından seslendiğini gördü.Zaman daralıyor! Langdon bir cevabı varsa,Vecchio Sarayı'nda bulunacağmı hissediyordu.

Şimdiyse, Ege adalarının mercan mağaralarındaıstakoz avlayan eski Yunanlı dalgıçların sözünühatırlamıştı: Karanlık bir tünelde yüzerken

nefessiz kaldığın dönüşü olmayan bir noktagelir. Tek çaren, bilinmeyene doğru ileriyüzmek ve bir çıkış olması için dua etmektir.

Langdon bu noktaya gelip gelmediklerini merakediyordu.

Karşılarındaki bahçe labirentine göz gezdirdi.Sienna'yla birlikte Pitti Sarayı'na varabilirlerseeski şehir, dünyanın en ünlü yaya köprüsü olanVecchio Köprüsü'ne yürüme mesafesindekalacaktı. Daima kalabalık olduğundansaklanmak için iyi bir yerdi. Vecchio Sarayıburadan birkaç blok uzaklıktaydı.

Helikopterin sesi şimdi daha yakından geliyordu.Langdon o an yorgunluktan halsiz düştüğünühissetti. "Çok üzgünüm" de-

145

Cehennem / F: 10

meşini gerektirmeyecek bir şey yapmadığını farkedince, polisten neden kaçtığı konusunda aklıkarışmıştı.

Langdon, "Beni sonunda yakalayacaklar Sienna,"dedi. "Belki de artık kaçmayı bıraksam dahadoğru olacak."

Sienna korkuyla ona baktı. "Robert ne zamanduracak olsan birisi sana ateş etmeye başlıyor!Neye bulaştığını öğrenmen lazım. Şu Vasariresmine bakıp hafızanı geri getirmesinisağlamalısın. Belki de bu projektörün neredengeldiğini ve onu neden taşıdığını öğrenmeneyardımı dokunur."

Langdon, Dr. Marconi'yi soğukkanlılıkla öldürenkirpi saçlı kadını gözür -e canlandırdı...Kendilerine ateş eden askerleri... Porta Romarı'da toplaşan İtalyan askeri polisini.... Şimdi deBoboli Bahçeleı 'nde onlan takip edenhelikopteri. Yorgun gözlerini ovuşturur! 3nseçeneklerini gözden geçiren Langdon sustu.

"Rohtrt?" Sienna sesini yükseltmişti. "Başka birşey var... şimdiye dek önemli gelmemişti amaşimdi öyle görünüyor."

Genç kadmm sesinde giderek artan ciddiyetkarşısında Langdon bakışlarını kaldırdı.

"Sana evdeyken söyleyecektim ama..."

"Nedir?"

Rahatsız olmuş gibi görünen genç kadm,

dudaklarını büktü. "Hastaneye geldiğindebaygındın ve iletişim kurmaya çalışıyordun"

Langdon, "Evet," dedi. "Vasari, Vasari diyemırıldanıyordum."

"Evet ama ondan önce... biz kayıt cihazınıbaşlatmadan önce, geldikten az sonra, başka birşey söylediğini hatırlıyorum. Bir kez söyledinama net olarak anladığıma eminim."

"Ne dedim?"

Bakışlarım yukarıdaki helikoptere çevirenSienna, sonra yeniden Langdon'a baktı. "Dedinki, 'Onu bulacak anahtar bende... eğerbaşaramazsam herkes ölür.'"

Langdon öylece bakakalmıştı.

Sienna devam etti. "Ceketinin cebindekinesneden bahsettiğini sandım ama artık o kadaremin değilim."

Başaramazsam herkes ölür mü? KelimelerLangdon'a bir sürü şey çağrıştırmıştı. Ölümgörüntüleri gözünün önünde uçuştu: Dante'nincehennemi, biyolojik tehlike sembolü, vebahekimi. Gümüş saçlı güzel kadm, kan kırmızınehrin karşısından bir kez daha ona yalvardı."Ara ve bul! Zaman daralıyor!"

Sienna'nm sesi onu kendine getirdi. "Şuprojektörün işaret ettiği şey... veya aradığın şeyher ne ise son derece tehlikeli olmalı. İnsanlarınbizi öldürmeye çalıştığı gerçeği..." Sesi hafifçatallaşınca toparlanmak için duraksadı. "Birdüşün. Seni güpegündüz vurdular... bana ateşettiler, yanındaki masum birine. Kendi hükümetin

seni yüzüstü bıraktı... Sen yardım istemek içinonları aradın, onlarsa seni öldürecek birinigönderdi."

Langdon boş gözlerle yere bakıyordu. ABDKonsolosluğu, bulunduğu yeri bir suikastçıylapaylaşmış olsa da, kadını kendi göndermiş olsada fark etmezdi. Sonuç aynıydı. Hükümetimbenim tarafımı tutmuyor.

Sienna'nm kahverengi gözlerine bakan Langdon,orada cesareti gördü. Onu neye bulaştırdım?"Keşke ne aradığımızı bilseydim. O zaman herşey yerli yerine otururdu."

Sienna başmı salladı. "Bence o şey her ne ise,bulmamız lazım. En azından biraz yol alırız."

Kurduğu mantık inkâr edilemezdi. Yine deLangdon'ın içini kemiren bir şey vardı.

Başaramazsam herkes ölür. Bütün sabahıölümü çağrıştıran biyolojik tehlike, salgın veDante'nin cehennem sembolleriyle uğraşarakgeçirmişti. İtiraf etmesi gerekirdi ki, ne aradığınadair hiçbir fikri yoktu ama bu durumun ölümcülbir hastalık veya büyük çaplı bir biyolojiktehlikeyle ilişkisi olabileceği ihtimalinidüşünmeyecek kadar da saf değildi. Ve eğeröyleyse, kendi hükümeti onu neden ortadankaldırmak istiyordu?

Acaba benim bir saldırı hazırlığınakarıştığımı mı düşünüyorlar?

Hiç mantıklı gelmiyordu. Başka bir şeylerolmalıydı.

Lahgdon yine gümüş saçlı kadım düşündü."Hayallerimde gördüğüm şu kadın da var. Onubulmam gerektiğini hissediyorum."

Sienna, "O halde hislerine güven," dedi. "Senindurumunda en iyi pusula, bilinçaltıdır. Temelpsikoloji. Eğer iç sesin o kadına güvenmenisöylüyorsa, o halde sana söylediği şeyi yapmangerektiğini sanıyorum."

İkisi aynı anda, "Ara ve bul," dedi.

Yapması gerekenin apaçık ortada olduğunuanlayan Langdon, nefesini bıraktı.

Yaptığım tek şey bu tünelde yüzmek.

Kararlılıkla dönüp etrafını incelerken, kendinitoparlamaya çalıştı. Ne taraftan çıkılıyor?

Pek çok yolun kesiştiği, geniş bir meydanınkenarındaki ağaçlarm altında duruyorlardı.Langdon ileride, solda, limon ağaçları üe

heykellerin süslediği küçük bir adacığınbulunduğu, elips şeklindeki lagünü fark etti.Suyun içinden fırlayan ata binen ünlü Perseusheykelini tanıyınca, Isolotto, diye düşündü.

Isolotto'dan uzağa, doğudan batıya uzanan vebahçenin anayolunu oluşturan Viottolone'yedoğru, doğu tarafını işaret eden Langdon, "PittiSarayı bu tarafta," dedi. Viottolone iki şeritli bircadde genişliğindeydi ve iki yanında dört yüzyıllık, narin servi ağaçları sıralanmıştı.

Caddeye göz gezdirip, tepede daireler çizenhelikopteri işaret eden Sienna, "Saklanacak yeryok," dedi.

Langdon'ın yüzünde çarpık bir gülümseme vardı."Haklısın. O yüzden yanındaki tünelikullanacağız."

Bu kez Viottolone'nin başındaki sık bir çalılığıgösteriyordu. Bu sık yeşilliğin kemerli küçük birgirişi vardı. Buranm ardında, Viottolone ileparalel bir tünel uzayıp gidiyordu. Her iki yanma,1600'lerden beri içe doğru kemer oluşturacakşekilde özenle budanan ve tepede iç içe geçerekyeşil bir tente oluşturan, budanmış pırnallardizilmişti. Patikanın La Cerchiata, yani"yuvarlak" veya "halkalı" anlamına gelen ismi, fıçıkasnağını veya cerchi'yi andıran, kubbeoluşturacak şekilde bükülmüş ağaçlarındangeliyordu.

Sienna hemen girişe koşarak gölgeli tünele baktı.Aniden arkasma dönüp Langdon'a gülümsedi."Daha iyi."

Hiç vakit kaybetmeden açıklıktan içeri girip,ağaçların arasında hızla ilerledi.

Langdon, La Cerchiata'nın Floransa'nm en huzurverici yerlerinden biri olduğunu düşünürdü. Amabugün, Sienna'mn karanlık ve ağaçlıklı tüneldegözden kayboluşunu izlerken bir kez dahamercan tünellerdeki Yunanlı dalgıçlarıdüşünüyordu.

Kısa bir dua eden Langdon, hemen peşindenkoşturdu.

Sekiz yüz metre kadar arkalarında, Istitutod'Arte'nin önündeki Ajan Brüder, önündekikalabalığı buzdan bakışlarıyla tarayarak polis veöğrencilerden oluşan güruhun arasında sertadımlarla yürüyordu. Takip uzmanının, siyahminibüsün kaputuna kurduğu geçici komutanoktasına gitti.

Brüder'e tablet ekranı uzatan uzman,"Helikopterden," dedi. "Birkaç dakika önce

çekilmiş."

Kaydı inceleyen Brüder, büyütülmüş iki bulanıkyüze gelince durdu: Koyu renk saçlı bir adamla,atkuyruklu sanşm bir kadm. Gölgelerin arasındabirbirlerine sokulmuş, ağaçların altındangökyüzüne bakıyorlardı.

Robert Langdon.

Sienna Brooks.

Hiç şüphesiz.

Brüder dikkatini kaputun üstüne serilmiş olanBoboli Bahçeleri haritasına verdi. Bahçe planınabakarken, yanlış bir seçim yaptılar, diyedüşündü. Geniş bir alana yayılmış ve bolcasaklanma yeri olsa da, bahçenin her yanıduvarlarla çevrilmişti. Boboli Bahçeleri,

Brüder'in sahada gördüğü doğal ölüm kutusunaen yakın şeydi.

Asla çıkamayacaklar.

Adamlarından biri, "Yetkililer tüm çıkışlarıkapatıyor," dedi. "Ayrıca aramaya başlıyorlar."

Brüder, "Bana haber verirsin," diye karşılık verdi.

Bakışlarını yavaşça minibüsün kaim polikarboncamına doğru kaldırdı ve aracm arka koltuğundaoturan gümüş saçlı kadına baktı.

Verdikleri ilaçlar, kadının duyularını Brüder'intahmininden daha fazla etkilemişti. Yine degözlerindeki korkulu ifadeden, olan biteni tammanasıyla anlayabüdiğini okuyordu.

Brüder, mutlu görünmüyor, diye düşündü.

Ama zaten, neden mutlu olsun ki?

Bir su kulesi havada altı metre yükseldi.

Langdon onun hafifçe yere inişini izlerkenyaklaştıklarını anladı. La Cerchiata'nın yapraklıtünelinden çıkıp açıklık bir çimenlikten koşarakyüksek ağaçların arasına girmişlerdi. Şimdi,Boboli'nin en ünlü fıskiyeli çeşmesinebakıyorlardı; üç dişli mızrak tutan StoldoLorenzi'nin bronz Neptün'üne. Yerli halkarasında biraz da saygısızca "Çatal Çeşmesi"olarak adlandırılan bu heykel, bahçelerin merkeznoktası olarak kabul edilirdi.

Sienna korunun ucunda durup ağaçlarınarasından yukarı baktı. "Helikopterigörmüyorum."

Langdon da onu artık duymuyordu ama çeşme

oldukça gürültülüydü.

Sienna, "Yakıt alması gerekmiştir," dedi. "Bubizim için bir şans. Hangi taraftan gidelim?"

Langdon onu sola yönlendirdi ve dik bir yokuştaninmeye başladılar. Ağaçların arasındançıkarlarken Pitti Sarayı göründü.

Sienna alçak sesle mırıldandı. "Ne hoş bir küçükev."

Langdon alaycı bir ifadeyle, 'Tipik Medicialçakgönüllülüğü," diye karşılık verdi.

Yaklaşık beş yüz metre uzakta olan PittiSarayı'nm sola ve sağa doğru uzanan taş cephesimanzarayı kaplıyordu. Dış cephesinde gözeçarpan kaba taş işçiliği ile binaya hâkim olanotoriter hava, sürgülü pencereler ve kemerli

açıklıkların güçlü tekrarla-

nyla daha da vurgulanıyordu. Geleneksel olarakresmi saraylar yüksek zeminlere inşa edilirdi,böylece bahçedekiler binayı görmek için yukanbakmak zorunda kalırlardı. Ama Pitti Sarayı,Amo Nehri'nin yakınındaki alçak bir vadiye inşaedilmişti, bu da Boboli Bahçelerindeki insanlarınsarayı görmek için aşağı bakmalan gerektiğianlamına geliyordu.

Aslında bu, daha dramatik bir etkiydi. Bir mimar,sarayın adeta doğa tarafından inşa edilmiş gibigöründüğünü söylemişti. Sanki dev taşlar uzunbayırdan aşağı yuvarlanmış ve aşağıda siperebenzeyen zarif bir yığın oluşturmuşlardı. Alçakzemindeki daha savunmasız pozisyonuna rağmenPitti Sarayı'nm sağlam taş yapısı o kadaretkileyiciydi ki Napolyon, Floransa'dayken burayıbir kez karargâh olarak kullanmıştı.

Sienna sarayın yakındaki kapılarım göstererek,"Bak," dedi. '1yi haber."

Langdon da görmüştü. Bu tuhaf sabahta en hoşagiden görüntü sadece sarayın kendisi değil,binadan dışarı çıkıp aşağıdaki bahçelere doğruilerleyen turistlerdi. Saray ziyarete açılmıştı, buda Langdon ve Sienna'mn içeri sıvışıp binanmiçinden bahçelere doğru kaçmakta bir sorunyaşamayacaklan anlamına geliyordu. Langdon,sarayın dışına çıktıklarında Arno Nehri'nin sağtarafta kalacağını ve onun ilerisinde de eskişehrin kulelerini göreceklerini biliyordu.

Sienna ile birlikte dik yokuştan aşağı yarı koşarakindiler. Aşağı inerlerken, bir tepenin yamacındanal gibi duran ve dünya tarihinde ilk operaeserinin sergilendiği yer olan BoboliAmfiteatn'ndan geçtiler. Sonra, II. Ramses'in

obeliskini ve temeline yerleştirilmiş talihsiz"sanat" eserini geride bıraktılar. Rehber kitaplarbu parçadan "Roma'nın CaracallaKaplıcalarından dev bir taş havuz" olarakbahsederdi ama Langdon onu her zamandünyanın en büyük küveti olarak görürdü. Buşeyi gerçekten başka bir yere koymalılar.

Sonunda sarayın arkasma ulaşıp sakin bir şekildeyürüyerek göze çarpmadan günün ilk turistlerininarasına karıştılar. Akm-tıya karşı dar bir tüneldeninerek ziyaretçilerin, sarayın sonradan yapılmışkafeteryasında sabah espressolannı içtiği bir içavluya vardılar. Havada taze çekilmiş kahvekokusu vardı. Langdon aniden oturup doğrudüzgün bir kahvaltı yapma ihtiyacı hissetti. Yoladevam edip sarayın ana kapılarına çıkan geniştaş geçide girerlerken, bugün o gün değil, diyedüşündü.

Kapıya yaklaşırlarken Langdon ve Sienna,dışarıdaki bir şeye bakmak için sütunlu giriştetoplanmış bir turist engeliyle karşılaştılar.Langdon kalabalığın arasından sarayın önündekialana baktı.

Langdon'ın hatırladığı kadarıyla Pitti'nin büyükgirişi kasvetli ve soğuktu. Via dei Guicciardiniadmdaki ön bahçe; bakımlı bir çimenlik veyapeyzaj değil, yamaç boyunca uzanarak aşağı inenve adeta taştan büyük bir kayak pistini andıran,geniş bir asfalt yoldan ibaretti.

Langdon o anda tepenin aşağısındaki kalabalığıntoplanma sebebini gördü.

Pitti Meydam'mn aşağısında, yarım düzine polisaracı her yönden içeri giriyordu. Küçük biraskeri tim, silahlarım hazırlayarak tepeyitırmanıyor, saraym ön tarafım koruma altına

almak için araziye yayılıyordu.

Polis, Pitti Sarayı'na girerken, sarayda geldikleriyoldan dönen Sienna ile Langdon polistenuzaklaşmaya başlamışlardı bile. Avludan vekargaşanın kaynağını görmek için meraklabakınan turist seslerinin yayıldığı kafeteryadanhızla geçtiler.

Sienna, yetkililerin kendilerini bu denli çabukbulmasına şaşırmıştı. Yerimizi zaten tespit ettiğiiçin helikopter gitmiş olmalı.

Bahçeden aşağı indikleri dar tüneli buldular vehiç tereddüt etmeden geçide dalıp, merdivenleriçıktılar. Merdivenin sonu, yüksek bir istinatduvarı boyunca sola doğru yükseliyordu.Yanından yukarı doğru tırmandıkça duvarın boyukısaldı. Sonunda duvarın üstünden BoboliBahçelerinin geniş açıklığını görebiliyorlardı.

Langdon birden Sienna'yı kolundan tutup geriçekerek istinat duvarının arkasındagörünmeyecek şekilde başmı eğdi. Sienna dagörmüştü.

Yaklaşık üç yüz metre ileride, amfiteatrıngerisindeki bayırda ağaçlıkları arayan, turistlerlekonuşan ve telsizleriyle haberleşen polisler vardı.

Kapana kısıldık!

Robert Langdon'la ilk karşılaştığında, işin buduruma geleceğini hiç tahmin etmemişti. Bu,yaptığım pazarlığı aşıyor. Sienna, Langdon'labirlikte hastaneden ayrıldığında, kirpi saçlı birkadm

ve silahından kaçtıklarını sanıyordu. Oysa şimdibir ordudan ve İtalyan yetkililerden kaçıyorlardı.Artık kaçma ihtimallerinin sıfıra yakın olduğunu

anlıyordu.

Nefessiz kalan Sienna, "Başka çıkış yolu varmı?" diye sordu.

Langdon, "Sanmıyorum," dedi. "Bu bahçe,surlarla çevrili bir şehir gibi..." Sonra anidensusup döndü ve doğuya baktı. "Tıpkı... Vatikangibi." Yüzünde tuhaf bir ümit ışığı belirmişti.

Mevcut durumlarıyla Vatikan'ın ne ilgisiolduğuna dair Sienna'nm hiçbir fikri yoktu amaLangdon sarayın arka tarafına bakarak birdenbaşmı sallamaya başlamıştı.

Sienna'yı da kendiyle birlikte sürüklerken, "Zayıfbir ihtimal," dedi. "Ama buradan çıkmanın farklıbir yolu olabilir."

İstinat duvarını döner dönmez karşılarında beliren

iki şekle neredeyse çarpıyorlardı. Her iki şekil desiyahlar giyinmişti. Korku dolu bir an, Siennaonların apartmanda karşılaştığı askerler olduğunusandı. Ama yanlarından geçerken yalnızca turistolduklarım anladı; üzerlerindeki siyah derikıyafetlerin tarzından anladığı kadarıylaİtalyan'dılar.

Akima bir fikir gelen Sienna turistlerden birinikolundan tutarak, elinden geldiğince sıcak birtebessümle gülümsedi. Hızlı bir İtalyancayla"Puö dirci doi)'e la Galleria del Costııme?"diyerek, sarayın ünlü kostüm galerisinin yerinisordu, “la e mio fratello siamo in ritardo peruna visita privata."n)

“Certo!"a) Yardım etmek istediği anlaşılanadam, onlara gülümsedi. "Proseguite dritto per

il sentiero!"G) Adamın dönüp, istinat duvarıboyunca gösterdiği batı tarafı, Langdon'ın baktığıyerin çok uzağındaydı.

İki adam giderlerken Sienna, "Molto grazie!"2

diye cıvıldayarak gülümsedi.

Sienna'ya etkilendiğini belli eder bir ifadeylebakan Langdon, belli ki niyetini anlamıştı. Polisturistlere soru sorduğunda, Langdon ileSienna'ıun kostüm galerisine gittikleriniöğrenecekti. Önlerindeki haritaya bakılacakolursa galeri, sarayın en batı uçundaydı...gittikleri istikametin tam ters yönünde.

Açık bir meydanın karşısında, saraydanuzaklaşarak yokuş aşağı inen bir yaya yolunugösteren Langdon, "Şu patikaya buradangeçmemiz lazım," dedi. Taş yaya yolu, şimdi

sadece doksan metre mesafedeki yokuştan aşağıinen yetkililerden saklanacak bolca yer sunan,uzun çalıların yanında saklıydı.

Sienna, açık alandan geçip saklı patikaya ulaşmaihtimallerinin zayıf olduğunu düşündü. Orada,polisleri merakla izleyen turistler toplanmayabaşlamıştı. Yaklaşan helikopterin zayıf gürültüsüyeniden duyuluyordu.

Onu elinden tutup açık meydana çeken Langdon,"Ya şimdi ya da hiç," dedi ve kalabalık turistgrubunun arasında kıvrılarak ilerlemeyebaşladüar. Sienna koşma dürtüsünü bastırırken,elini sıkıca kavrayan Langdon sert ama sakinadımlarla yürüyordu.

Sonunda patikanın başına geldiklerinde Siennafark edilip edilmediklerini anlamak için omzununüstünden geriye baktı. Görünürdeki tüm polisler

diğer tarafa dönmüş, yaklaşan helikopterebakıyordu.

Dönüp, Langdon'la birlikte patikadan aşağıyürümeye koyuldu.

Şimdi karşılarında, ağaçların üstünden belireneski Floransa manzarası görünüyordu. IIDuomo'nun kırmızı kiremitli kubbesini veGiotto'nun yeşil-kırmızı-beyaz çan kulesini gördü.Bir an için imkânsızmış gibi görünen varış yerleriVecchio Sarayı'nm mazgal siperli kulesini bileseçebildi ama patikadan aşağı indikçe yüksekduvarlar manzarayı engelleyerek bir kez dahaonları içine aldı.

Yokuşun aşağısına vardıklarında, nefessiz kalanSienna, Langdon'm nereye gittiklerini bilipbilmediğini merak etti. Patika doğruca bir labirentbahçeye gidiyordu ama Langdon kendinden emin

bir tavırla soldaki geniş çakıltaşı avluya döndü veağaçların gölgesinde kalan çitin arkasınasaklanarak kenara geçti. Boş avlu, turistik biralandan çok, çalışanların park yerine benziyordu.

Sonunda Sienna nefes nefese, "Nereyegidiyoruz?" diye sordu.

"Geldik sayılır."

Nereye geldik sayılır? Tüm avlu, en az üç binakatı yüksekliğindeki duvarlarla çevrilmişti.Sienna'nın görebildiği tek çıkış, soldaki araçgirişiydi ki o da, sarayın ilk yapıldığı çapulcularındolaştığı günlerden kalma gibi görünen koca birdemir kafesle mühürlenmişti. Sienna barikatıngerisinde, Pitti Meydanı'nda toplanmış polislerigörebiliyordu.

Yeşilliğin yanından ayrılmadan ilerleyen

Langdon, tam karşılarındaki duvara yönelmişti.Sienna açık bir giriş görebilmek için her yanıtaradı ama sadece, içinde hayatında karşılaştığıen iğrenç heykeli barındıran küçük bir nişgörebildi.

Amayı Tanrım. Yeryüzündeki tüm sanateserlerini satın alabilecekken Medici'lerbunu mu seçmiş?

Karşılarındaki heykel, dev bir kaplumbağayabinen obez ve çıplak bir cüceyi betimlemişti.Cücenin testisleri kaplumbağanın kabuğundayassılaşmıştı. Kaplumbağanın ağzıysa sankihastaymış gibi su damlatıyordu.

Langdon yürümeye ara vermeden, "Biliyorum,"dedi. "Bu Braccio di Bartolo, ünlü bir saraycücesi. Bana kalırsa, bunu dev bir küvete

koymalıydılar."

Langdon birden sağa döndü ve Sienna'nın o anadek göremediği basamaklardan aşağı inmeyebaşladı.

Çıkış yolu mu?!

Ümidi kısa sürdü.

Köşeyi dönüp Langdon'm peşindenbasamaklardan inerken, çıkmaz yola girdiklerinifark etti. Burası duvarları diğerlerinden iki katıyükseklikte bir çıkmazdı.

Sienna uzun yolculuklarının bir mağara ağzındasona ereceğini hissetti. Arka duvara oyulmuş birderin bir yeraltı odası. Bizi oraya götüremez!

Mağaranın esneyen bir ağız gibi duran girişinin

üst kısmındaki hançeri andıran damlataşlarkorkunç görünüyordu. Bunun ardındaki boşluktajeolojik şekiller, sanki taşlar eriyormuş gibiduvarlardan aşağı damlıyor, aralarında Sienna'yıkorkutan, sanki taş tarafından yutulmuş gibiduvarlardan fırlayan insansı biçimlerin debulunduğu şekillere dönüşüyordu. Görüntününbütünü Sienna'ya Botticelli'nin La Mappadell'Infemo',sundaki bir şeyi hatırlatmıştı.

Her nedense etkilenmiş gibi görünmeyenLangdon, mağaranın girişine doğru koşmayadevam etti. Daha önce Vatikan hakkmda biryorum yapmıştı ama Sienna, Papalık sınırlarıiçinde acayip mağaralar olmadığına emindi.

Biraz daha yaklaşınca, Sienna'nm gözleri girişinüstündeki saçaklığa kaydı: Burada, damlataş venebulous taşı karışımının sanki iki kadmı içine

alıyormuş gibi görünen çıkıntıları gözeçarpıyordu. İki kadının iki yanında Medici'lerinünlü arması, altı topun veya palle'nin üzerineişlendiği bir kalkan vardı.

Langdon aniden girişten uzaklaşıp sola dönerek,Sienna'nm daha önce fark etmediği bir yeredoğru ilerledi: mağaranın solunda küçük, gri birkapı. Eskimiş ahşap kapı pek önemli bir şey gibidurmuyordu; bir depo veya alet dolabının kapağıolabilirdi.

Açma ümidiyle hemen kapıya koştu ama kapınınkolu yoktu. Pirinçten bir anahtar deliği vardı veyalnızca içeriden açılabileceği belliydi.

"Lanet olsun!" diyen Langdon'ın gözleri şimdikaygıyla parlıyordu. Daha önceki ümitli hali uçupgitmişti. "Sanmıştım ki..."

Bir anda helikopterin kulak tırmalayıcı vınlamasesi, etraflarındaki yüksek duvarlarda yankılandı.Sienna dönüp baktığında helikopterin, sarayınüstünde yükselerek bulundukları yöne geldiğinigördü.

Langdon da görmüş olmalıydı ki, Sienna'yıelinden tutup mağaradan içeri koştu. Başlarınınüstünden sarkan damlataşların altma tamzamanında girerek gözden kayboldular.

Sienna, tam yerinde bir son, diye düşündü.Cehennemin kapılarından koşmak.

aklaşık dört yüz metre doğudaki Vayentha,motosikletini

park etti. Grazie Köprüsü'nden eski şehre girmiş,sonra

Vecchio Köprüsü'nün etrafından dolaşmıştı.Kaskını motosiklete bağladıktan sonra köprüyeçıkıp erkenci sabah turistlerinin arasına karıştı.

Nehirden esen serin mart rüzgârı Vayentha'nınkirpi saçlarını kabartınca Langdön'ın kendisinintipini bildiğini hatırladı. Köprüdeki işportacılardanbirinin tezgâhının önünde durdu ve bir AmoFirenze beyzbol şapkası satın alıp yüzüne kadarindirdi.

Deri kıyafetinden görünen tabancasınınşişkinliğini düzeltti ve köprünün ortasına yakın biryerde Pitti Sarayı'nı görecek şekilde bir sütunayaslanarak pozisyon aldı. Buradan ArnoNehri'nden Floransa'nın kalbine doğru ilerleyenyayaları gözlemleyebiliyordu.

Langdon yaya, diye düşündü. Eğer PortaRomana'nın etrafından bir yol bıdursa, eskişehre gidebilmek için mutlaka bu köprüdengeçmesi gerekecek.

Soldan, Pitti Sarayı'nm bulunduğu yönden gelensiren seslerini duyabiliyordu. Bunun iyi haber miyoksa kötü haber mi olduğunu merak etti. Hâlâonu mu arıyorlardı? Yoksa, yakaladılar mı?Vayentha neler olduğunu anlamak için kulakkabartırken aniden yeni bir ses duydu, biryerlerden yüksek bir vınlama sesi geliyordu.İçgüdüsel olarak gökyüzüne doğru baktı ve onuhemen

tamdı. Uzaktan kumandalı küçük helikopter,sarayın üzerinden hızla Boboli Bahçeleri'ninkuzeydoğu köşesindeki tepelere doğrualçalıyordu.

Vayentha içinde yükselen bir umut dalgasıyla,takip helikopteri, diye düşündü. Eğerhavadaysa Brüder, Langdon'ı henüzbulmamış demektir.

Bahçelerin kuzeydoğu köşesini kontrol edenhelikopter hızla yaklaşıyordu. Orası, VecchioKöprüsü ve Vayentha'nın pozisyonuna en yakınbölgeydi, bu da onun cesaretini artırdı.

Eğer Langdon, Brüder'i atlattıysa kesinliklebu yönde ilerleyecektir.

Vayentha izlerken helikopter aniden pikeyaparak yüksek bir taş duvarın arkasında gözdenkayboldu. Kadın, onun ağaç çizgisinin altında biryerde havada durduğunu duyabiliyordu...anlaşılan ilgisini çeken bir şey bulmuştu.

Sienna'yla birlikte loş mağaranın içine tıkılmış

olan Langdon, ara, bulacaksın, diye düşündü.Bir çıkış aradık ve... çıkmaz sokak bulduk.

Mağaranın ortasındaki biçimsiz çeşmegizlenmeye olanak sağlıyordu ama Langdongizlice arkasından bakınca çok geç olduğunuanladı.

Helikopter duvarlarla çevrili çıkmazın içine giripmağaranın dışında aniden durmuştu. Şimdi,yerden sadece üç metre yukarıda yapaymağarayı görecek şekilde havada asılı duruyor,öfkeden kudurmuş, avını bekleyen bir böcek gibiyüksek sesle vınlıyordu.

Langdon geri çekilip tatsız haberi Sienna'yaverdi. "Sanırım, burada olduğumuzu biliyor."

Helikopterin vınlaması mağaranm içindeneredeyse kulakları sağır edecek kadar yüksek

duyuluyor, taş duvarlardan şiddetleyankılanıyordu. Langdon minyatür bir mekanikhelikopter tarafından rehin tutulduklarınainanamıyordu ama yine de ondan kaçmayaçalışmanın faydasız olacağının farkındaydı. Peki,şimdi ne yapacağız? Böyle bekleyecek miyiz?Küçük gri kapının arkasında duran şeye ulaşmaplanı mantıkhydı ama kapının sadece içeridenaçıldığım fark etmemişti.

Gözleri mağaranm karanlığına alışan Langdon,etraflarındaki tuhaf şeyleri incelerken başka birçıkış olup olmadığını merak etti. Umut vaat edenhiçbir şey görmüyordu. Mağaranm içi, hepsi

161

Cehennem / F: 11

tuhaf duvarlar tarafından yutuluyormuş gibigörünen hayvan ve insan oymalarıylasüslenmişti. İçi sıkılan Langdon yukarıdanuğursuzca sallanan sarkıtlara baktı.

Ölmek için iyi bir yer.

Adını mimarı Bemardo Buontalenti'den almışolan Buonta-lenti Mağarası, Floransa'daki entuhaf yerdi. Pitti Sarayı'na gelen gençziyaretçiler için bir eğlence evi olarak tasarlananüç bölmeli mağara süiti, natüralist fantezi ile gotikaşırılığın bir karışımıydı. Damlayan ve sarkıtoluşturan taşlar, duvarlara oyulmuş figürleri yiyorya da dışan sızdmyormuş gibi görünüyordu.Medici'lerin döneminde mağara, duvarlarındansular akan bir yerdi. Bu, sıcak Toscanayazlarında mekânı serinletmeye ve gerçek birmağara havası yaratmaya yarıyordu.

Langdon ve Sienna, ortadaki çeşmeninarkasındaki ilk ve en büyük bölmeyegizlenmişlerdi. Etrafları çoban, köylü, müzisyen,hayvan ve hatta Michelangelo'nun dört tutsağınınrenkli kopyalarıyla çevrilmişti. Hepsi, onları içineçeken akışkan kayalardan kurtulmaya çalışıyorgibiydüer. Sabah ışığı tavandaki aydınlatmadeliğinden içeri süzülüyordu. Bir zamanlarburada, içinde parlak ksrnuzı renkli bir sazanınyüzdüğü içi su dolu dev bir cam tc>]> bulunuyordu.

Langdon orijinal Rönesans ziyaretçilerinin,mağaranın dışın -Öv iiavada duran gerçek birhelikoptere -ki bu, İtalya'nın Leonar-dh «5aVinci'siıûn fantastik bir hayaliydi- nasıl tepkivereceklerini merak etti.

Tam o sırada helikopterin vınlaması kesildi. Sesazalmamış, aniden kesilmişti.

Kafası karışan Langdon çeşmenin arkasmdangizlice balonca helikopterin yere inmiş olduğunugördü. Şimdi, çakıltaşlı meydanda yerdedururken o kadar da uğursuz görünmüyordu.Özellikle, ön tarafındaki arı iğnesine benzeyenkayıt kamerası onlara doğru değil de küçük grikapıya doğru dönükken.

Langdon'ın rahatlama hissi çok kısa sürdü.Helikopterin yüz metre arkasında, cüce vekaplumbağa heykelinin yanında, ağır silahlı üçasker merdivenlerden aşağı, doğruca mağarayadoğru iniyorlardı.

Askerlerin üzerinde, omuzlarında yeşil rozetlerbulunan tanıdık siyah üniformalar vardı. Kaslıöncülerinin boş gözleri Langdon'a hayallerindegördüğü veba maskesini hatırlattı.

Ben ölümüm.

Langdon o son andan sonra minibüsü veyagizemli gümüş saçlı kadım hiçbir yerdegörmemişti.

Ben yaşamım.

Askerler yaklaşırken içlerinden biri merdiveninaşağısında durup arkasını döndü. Bu alana başkabirinin inmesini engellemek ister gibi arkasmabakıyordu. Diğer ikisi mağaraya doğruilerlemeye devam ettiler.

Langdon ve Sienna tekrar harekete geçtiler.Aslına bakılırsa, sadece kaçınılmaz dianıerteliyorlardı. Emekleyerek geri geri daha küçük,daha derin ve daha karanlık olan ikinci mağarayagirdiler. Burada da merkezde bir sanat eserivardı: birbirine sarılmış iki sevgili heykeli.

Langdon ve Sienna heykelin arkasmasaklandılar.

Langdon karanlıkta temkinli bir şekilde heykelkaidesinin arkasından bakarak, yaklaşansaldırganları izledi. İki asker helikopterin yanmavardıklarında biri durup yere eğildi ve aracı elinealıp kamerayı inceledi.

Langdon cevabı kendine itiraf etmektenkorkarak, araç yerimizi tespit mi etti, diyesorguladı.

Kaslı asker buz gibi gözlerle Langdon’ınbulunduğu tarafa doğru bakarak ilerliyordu.Mağaranın ağzına kadar gelmişti. İçeri giriyor.Langdon heykelin arkasma gizlenip Sienna'yaher şeyin bittiğini söylemeye hazırlanırken anidenhiç beklenmedik bir şeye şahit oldu.

Asker, mağaranm içine girmek yerine anidensola dönmüş ve gözden kaybolmuştu.

Nereye gidiyor? Burada olduğumuzubilmiyor mu?

Birkaç saniye sonra Langdon bir ses duydu;tahtanın üzerine inen bir yumruk sesi.

Langdon, küçük gri oda, diye düşündü. Nereyeaçıldtğım biliyor olmalı.

Pitti Sarayı'nm güvenlik görevlisi Emesto Russoher zaman profesyonel bir futbolcu olmakistemişti ama yirmi dokuz yaşındayken aşın kiloluolduğu için çocukluk hayalinin aslagerçekleşmeyeceğini kabul etmek zorundakalmıştı. Emesto son üç yıldır Pitti Sarayı'ndagüvenlik görevlisi olarak çalışıyordu. Dolapbüyüklüğündeki ofisinde, hep aynı sıkıcı işi

yapıyordu.

Emesto oturduğu ofisin dışındaki küçük gri kapıyıyumruklayan meraklı turistlere alışkındı vegenellikle onlan umursamazdı. Ama bugün kapıçok sert bir şekilde ve hiç durmadanyumruklanıyordu.

Sinirlenen Emesto bir futbol hareketinin tekrarınıgösteren televizyona odaklandı. Fiorentina-Juventus karşılaşmasıydı. Yumrukların şiddetiarttı. Sonunda, turistlere lanetler yağdırarakofisin-den çıktı ve dar koridordan sese doğruilerledi. Yan yolda, belirli birkaç saat dışındasürekli kapalı tutulan büyük çelik ızgaranınönünde durdu.

Asma kilidin üzerindeki şifreyi girip, ızgarayıdiğer tarafa doğru iterek açtı. İçeri girdiktensonra protokolü izleyerek kapıyı tekrar

arkasından kapattı. Sonra gri tahta kapıya doğruilerledi.

Sesini dışarıdaki kişiye duyurmak için kapıdan, "ğ

chiusio!"m diye seslendi. "Non si puöentrare!"a)

Yumruklama sesi devam etti.

Ernesto dişlerini gıcırdattı. New York’lular, diyefikir yürüttü. Bir şey istediler mi isterler. RedBulls futbol takımının dünya sahnesinde başarılıolmasının tek nedeni, Avrupa'nın en iyiantrenörlerinden birini araklamış olmasıydı.

Yumruklama sesi devam etti ve Emestogönülsüzce kapının kilidini açtı. Kapıyı birkaçsantim araladı. “t chiusio!"

Yumruklama sesi sonunda durdu ve Ernestokendini bir askerle yüz yüze buldu. Gözleri okadar soğuktu ki, Ernesto bir adım geri gitmekzorunda kaldı. Adam, üzerinde Ernosto'nunanlamadığı bir akronim yazılı olan resmi bir belgegösterdi.

Ernesto telaşla, "Cosa succede?!"a) diyesordu.

Askerin arkasında başka bir asker yere eğilmişoyuncak helikoptere benzeyen bir şeyikurcalıyordu. Biraz daha ileride başka bir askermerdivende nöbet bekliyordu. Ernestoyakınlardan gelen polis sirenlerini duydu.

"İngilizce biliyor musun?" Askerinki kesinlikleNew York aksam değildi. Avrupalı olabilir mi?

Ernesto başmı evet anlamında salladı. "Biraz,evet."

"Bu sabah bu kapıdan biri geçti mi?"

"No, signore. Nessuno."3

"Çok iyi. Kapı kilitli kalsın. Kimse girip çıkmasın.Anlaşıldı mı?"

Ernesto omzunu silkti. Bu zaten onun her zamanyaptığı işti. "Si, anlıyorum. Non deve entrare,ne uscire nessunol"

"Söyler misin, bu kapı tek giriş mi?"

Ernesto soruyu düşündü. Teknik olarak,bugünlerde bu kapı bir çıkış olarak kabulediliyordu, o yüzden dışarıdan bir kulpu yoktuama adamın ne sorduğunu anlamıştı. "Evet,

sadece bu kapıdan l'accesso var. Başka yok."Sarayın içindeki orijinal giriş yıllardır mühürlüydü.

"Peki, Boboli Bahçelerinden başka gizli çıkışlarvar mı? Bilinen kapılardan başka?"

"No, signore. Her yerde büyük duvarlar var. Tekgizli çıkış bu."

Asker başmı salladı. "Yardımın için teşekkürler."Ernesto'ya kapıyı kapatıp kilitlemesini işaret etti.

Kafası karışmış olan Ernesto söyleneni yaptı.Sonra koridora çıktı, çelik ızgaramn kilidini açıpiçinden geçti, arkasından kilitledi ve futbolmaçma geri döndü.

angdon ve Sienna bir fırsat yakalamışlardı. İriyarıasker

kapıyı yumruklarken, onlar emekleyerekmağaranm daha

derinlerine gidip son bölmeye saklanmışlardı.Minik alan, kabaca kesilmiş mozaikler vesatirlerle süslenmişti. Ortasında, YıkananAfrodit'ın doğal ölçülerde bir heykeli duruyordu.Duruma çok uygun düşen bir endişeyle omzununüzerinden bakıyor gibi görünüyordu.

Langdon ve Sienna, dar heykel kaidesinin ucunayerleşmişlerdi. Mağaranm en derindekiduvarında yükselen iğ şeklindeki dikitebakıyorlardı.

Dışarıdaki bir asker, "Tüm çıkışlar güvenli!" diyebağırdı. Langdon'm çıkaramadığı bir aksanlaİngilizce konuşuyordu. "Helikopteri yukarı

gönderin. Bu mağarayı ben kontrol edeceğim."

Langdon, Sienna'nm vücudunun gerildiğinihissedebiliyordu.

Saniyeler sonra mağaranın içinde ağır botlarınsesi duyuldu. Adımları hızla ilk bölmede ilerledi,ikinci bölmeye girip onlara doğru ilerlerkensesleri iyice duyulur oldu.

Langdon ve Sienna birbirlerine sokuldular.

Uzaktan başka bir ses, "Hey!" diye seslendi."Onları bulduk!"

Langdon birinin çakıltaşı zeminde mağarayadoğru hızla koştuğunu duyabiliyordu. Nefesnefese bir ses, "Kimlik doğru-

landı!" diye bildirdi. "Biraz önce birkaç turistle

konuştuk. Birkaç dakika önce kadın ve adamonlara saraym kostüm galerisinin yerinisormuşlar... Orası, sarayın sol kanadında."

Langdon belli belirsiz gülümseyen Sienna'yabaktı.

Asker soluklanarak devam etti. "En öncebatıdaki çıkışlar kilitlendi... Onları bahçeleriniçinde yakalayacağımıza eminiz."

Yakındaki asker, "Görevini yerine getir," diyekarşılık verdi. "Ve başarılı olduğun anda banahaber ver."

Çakıltaşlı zeminde uzaklaşan ayak sesleri ileyeniden havalanan helikopterin sesi duyuldu vesonra, çok şükür ki ortama sessizlik hâkim oldu.

Langdon heykel kaidesinin arkasmdan bakmak

için yan dönmek üzereydi ki Sienna onu kolundantutarak durdurdu. Parmağım dudaklarınagötürüp, başıyla arka duvardaki belli belirsizinsan gölgesini gösterdi. Öncü asker sessizcehâlâ mağaranın ağzında duruyordu.

Ne bekliyor?!

Aniden, "Ben Brüder," dedi. "Onları köşeyekıstırdık. Yakında onaylarım."

Adam bir telefon görüşmesi yapıyordu ve sesisinir bozucu derecede yakından geliyordu, sankitam yanlarında duruyormuş gibiydi. Mağaraparabolik mikrofon görevi görüyor, tüm sesleritoplayıp arka tarafta odaklıyordu.

Brüder, "Dahası var," dedi. "Biraz önce en sonbilgileri aldım. Kadımn dairesinin başkası adınakiralandığı ortaya çıktı. Az mobilyalı oluşundan,

kısa süreliğine kiralandığı anlaşılıyor. Biyotüpübulduk ama projektör yoktu. Tekrar ediyorum,projektör yoktu. Hâlâ Langdon'da olduğunudüşünüyoruz."

Askerin ismini söylediğini duyan Langdonürperdiğini hissetti.

Ayak sesleri yaklaşmıştı ve Langdon, adamınmağaranın içine girdiğini fark etti. Birkaç dakikaöncesinde olduğu gibi sert adımlarla yürümüyor,artık sadece geziniyordu. Telefonda konuşurkenmağarayı inceliyormuş gibiydi.

. Adam, "Doğru," dedi. "Araştırmalarımız sonucubu sahipsiz daireye girmeden kısa süre önce birtelefon görüşmesi yapıldığı doğrulandı."

Langdon telefon görüşmesini ve kirpi saçlısuikastçının kısa bir süre sonra oraya varışını

hatırlayarak, Amerikan Konsolosluğu, diyedüşündü. Kadın ortadan kaybolmuş, yerinieğitimli askerlerden oluşar bir ekibe bırakmıştı.

Askerin '»otlarının sesi artık sadece altı metreuzaktan geliyor ve gitf kçe yaklaşıyordu. Adamikinci bölmeye girmişti ve eğer uca kaı arilerlerse, onları Afrodit'in dar kaidesinin arkasınaçömelmiş oir halde bulacağı kesindi.

Ad'im aniden çok net bir şekilde, "SiennaBrooks," dedi.

Sienna, Langdon'm yanında irkilerek yukarıbaktı. Askeri kendisine bakarken görmeyibekliyordu. Ama orada kimse yoktu.

Ses yaklaşık üç metre uzaklıktan, "Dizüstübilgisayarım inceliyorlar," diye devam etti."Henüz raporu almadım ama onun Langdon'm

Harvard e-posta hesabına giren, izinisürdüğümüz cihaz olduğuna eminim."

Sienna bu haberi duyunca şok oldu, sonra daihanete uğramış bir ifadeyle dönüp Langdon'abaktı.

Langdon da bir o kadar sarsılmıştı. Bizi buşekilde mi takip ettiler?! O an bu aklına bilegelmemişti. Sadece, bilgiye ihtiyacım vardı.Langdon'm sessizce özür dilemesine fırsatkalmadan Sienna başını çevirip boş gözlerlekarşısına baktı.

Asker, "Doğru," dedi. Üçüncü bölmenin girişinevarmıştı, artık Langdon ve Sienna'dan sadece birbuçuk metre uzaktaydı. İki adım daha atsa onlarınet bir şekilde görecekti.

Bir adım daha yaklaşırken, "Kesinlikle," dedi.

Asker aniden durdu. "Bekle biraz."

Langdon olduğu yerde kaskatı kesilipyakalanmaya hazırlandı.

Asker, "Bekle biraz, sesini duyamıyorum,"dedikten sonra geri geri birkaç adım atarak ikincibölmeye döndü. "Bağlantı kötü. Devam et..."Biraz dinledikten sonra cevap verdi. "Evet, sanakatılıyorum ama en azından kiminle karşı karşıyaolduğumuzu biliyoruz."

Bununla birlikte ayak sesleri mağaranm içindedaha az duyulur oldu, çakıl zeminde ilerleyenadımlar sonra tamamıyla duyulmaz oldu.

Langdon'm omuzları gevşemişti Sienna'ya doğrudönünce öfke ve korkuyla parlayan gözlerlekarşılaştı.

"Dizüstü bilgisayarımı mı kullandın?!" diye sordu."E-postam kontrol etmek için?"

"Üzgünüm... ben anlayacağını düşünmüştüm.Öğrenmem gerekiyordu..."

"Bizi bu şekilde buldular! Ve artık ismimibiliyorlar!"

"Özür düerim Sienna. Ben bilemezdim..."Langdon vicdan azabmdan kahroluyordu.

Genç kadın başını çevirip boş gözlerle arkaduvarda göze çarpan iğ şeklindeki dikite baktı.Yaklaşık bir dakika boyunca ikisi de konuşmadı.Langdon, Sienna'nm masasının üzerinde duranBir Yaz Gecesi Rüyası'run broşürünü ve dâhiçocuğun hayatı hakkmdaki gazete kupürlerinihatırlayıp hatırlamadığını merak etti. Onlarıgördüğümden de şüphelendi mi? Şüphelenmiş

olsa bile sormuyordu ve şu an yeteri kadarsorunları olduğu için bu konudan bahsetmeye hiçniyeti yoktu.

Sienna, Langdon'm zar zor duyabildiği bir sesle,"Kim olduğumu biliyorlar," dedi. On saniyeboyunca birkaç kez yavaş ve derin nefes aldı, buyeni gerçeği sindirmeye çalışıyormuş gibiydi.Bunu yaparken, Langdon onun şüphelerininkuvvetlendiğini hissedebiliyordu.

Sienna hiçbir uyanda bulunmadan ayağa kalktı."Gitmeliyiz," dedi. "Kostüm galerisindeolmadığımızı öğrenmeleri uzun sürmez."

Langdon onunla birlikte ayağa kalktı. "Evetama... nereye gideceğiz?"

"Vatikan'a?"

"Efendim?"

"Daha önce ne söylemeye çalıştığını sonundaanladım... Vatikan'ın Boboli Bahçeleri'yle ortaknoktasının ne olduğunu." Küçük gri kapıyıgösterdi. "Giriş burası, öyle değil mi?"

Langdon başmı salladı. "Aslında, burası çıkışama denemeye değeceğini düşündüm. Ne yazıkki kapıdan geçemiyoruz." Langdon, nöbetçiyleaskerin konuşmalarından bu kapının bir seçenekolmadığım anlayacak kadarını duymuştu.

Sienna afacan bir tonla, "Ama o kapıdangeçebilirsek," dedi. "Bunun ne anlamageleceğini biliyor musun?" Dudaklarından bellibelirsiz bir gülümseme geçti. "Aynı Rönesansressamının bugün ikinci kez bize yardım ettiğianlamına gelir."

Langdon'ın aklından da birkaç dakika önce aynıdüşünce geçmişti, gülümsemeden edemedi."Vasari. Vasari."

Şimdi Sienna'nm yüzünde daha geniş birgülümseme vardı ve Langdon onun kendisiniaffettiğini hissetti, en azından şimdilik. Siennayarı şaka yarı ciddi, "Bence, bu yukarıdan birişaret," dedi. "O kapıdan geçmeliyiz."

"İyi de... nöbetçinin yanından öylece geçipgidecek miyiz?"

Sienna eklemlerini çatırdatıp mağaranın çıkışınadoğru ilerledi. "Hayır, onunla birazkonuşacağım." Parlayan gözlerle Langdon'abaktı. "Güven bana profesör. Gerektiğinde çokinandırıcı olabilirim."

Küçük gri kapı tekrar yumruklanıyordu.

Sertçe ve aralıksız.

Güvenlik görevlisi Ernesto Russo öfkeylehomurdandı. Tuhaf, soğuk bakışlı asker anlaşılangeri dönmüştü ama zamanlaması daha kötüolamazdı. Televizyonda yayımlanan futbol maçı,Fiorentina'da bir oyuncu eksikle uzatmalarakalmıştı ve her şey pamuk ipliğine bağlıydı.

Yumruklama sesi devam etti.

Ernesto aptal değildi. Bu sabah tüm o sirenler veaskerleri görünce ortada bir sorun olduğunuanlamıştı, ama kendisini doğrudan etkilemeyenolaylara asla karışmazdı.

Pazzo e colui che bada ai fatti altrui.m

Ama belli ki asker önemli biriydi ve onugörmezden gelmek büyük ihtimalle akıllıca

olmayacaktı. Bugünlerde İtalya'da iş bulmakoldukça zordu, sıkıcı bir iş olsa bile. Ernesto sonbir kez maça bakıp yumruklanan kapıya doğruilerledi.

Bu minik odada bütün gün oturup televizyonizlemesi için kendisine maaş verildiğine hâlâinanamıyordu. Bazen günde iki kere UffiziGalerisi'nden onca yolu yürüyen bir VIP turuofisinin dışına gelirdi. Ernesto onları karşılar,çelik ızgara kapının kilidini açar ve grubun küçükgri kapıdan geçmesine izin verirdi. Grubun turuda Boboli Bahçeleri'nde sona ererdi.

Yumruklama sesi artarken Ernesto çelik kapıyıaçıp içinden geçti, sonra kapıyı kapatarakarkasından kilitledi.

Aceleyle gri kapıya doğru ilerlerken yumruklamasesine karşılık olarak, "Sı?" diye bağırdı.

Karşılık gelmedi. Yumruklama devam etti.

InsommaP Sonunda kapının kilidini açtı. Kapıyıçekerek açarken bir dakika önce gördüğü aynıdonuk bakışları görmeyi bekliyordu.

Ama kapıdaki yüz çok daha çekiciydi.

Sarışın, güzel bir kadın tatlı bir ifadeyle ona

gülümseyerek, "Ciao,"0) dedi. Elindekikatlanmış kâğıdı ona uzatınca Ernestoçekinmeden aldı. Kâğıdı eline alır almaz yerdentoplanmış çöpten başka bir şey olmadığını anladıama kadın o sırada bileğini narin elleriyle tutupavucunun bileğe yakın kısmındaki kemiklibölgeye parmağını batırdı.

(1) "Başkasının işlerine burnunu sokan delidir."

(2) Sonunda!

(3) "Merhaba."

Ernesto sanki bir bıçak bileğini kesmiş gibihissetti. Bıçağın acısını elektrik şoku izledi.Kadm ona doğru bir adım atarken basınçkatlanarak arttı. Acı döngüsü yeniden başladı.Geriye doğru sendeleyerek kolunu geri çekmeyeçalıştı ama bacakları uyuşmuştu, dizleri üzerineçöktü.

Gerisi bir anda oldu.

Koyu renk takım elbiseli uzun boylu bir adamkapı aralığında belirip içeri girdi ve gri kapıyıhemen arkasından kapattı. Ernesto telsizineuzandı ama yumuşak el bir kez boynunu sıkıncanefessiz kaldı. Kadının hareketleri karşısında enaz Ernesto kadar şaşırmış olan uzun boylu adamyaklaşırken, kadm telsizini aldı.

Sarışın kadm uzun boylu adama gayet doğal birifadeyle, “Dim mak," dedi. "Çin basınçnoktalan. Üç bin yıldır kullanılmalarının bir sebebivar."

Adam hayret içinde izliyordu.

Kadm, Ernesto'nun boynundaki basıncı azalttı.

"Non voglio farti del male."a)

Basınç azaldığı anda Ernesto elinden kurtulmayaçalıştı ama basınç anında geri döndü ve kaslarıtekrar sıkıştı. Acıdan soluğu kesildi, güçlüklenefes alıyordu.

Kadm, "Dobbiamo passare,"<2> dedi.Ernesto'nun neyse ki arkasından kilitlediği çelik

kapıyı işaret etti. "Dov'e la chiave?"0)

Ernesto, “Non ce Vho,"w> diyebildi.

Uzun boylu adam yanlarından ızgaraya doğruilerleyip mekanizmayı inceledi. Amerikanaksanıyla kadına, "Bu şifreli bir kilit," diyeseslendi.

Kadm, Ernesto'nun yanma çömeldi, kahverengigözleri buz gibiydi. "Qual'e lacombinazione?"i5) diye sordu.

"Non posso/"(6) diye cevapladı. "Buna iznimyok..."

(1) "Sana zarar vermek istemiyoruz."

(2) "Kapıdan geçmeliyiz."

(3) "Anahtar nerede?"

(4) "Anahtarım yok."

(5) "Şifre nedir?"

(6) "Yapamam!"

Omurgasının tepesinde bir şey oldu ve Ernestotüm vücudunun uyuştuğunu hissetti. Bir saniyesonra bayıldı. Kendine geldiğinde bilincinin birkaçdakika boyunca açılıp kapandığını hissetti. Birtartışma... yeni bıçak acıları... belki desürükleniyordu. Her şey bulanıktı.

Örümcek ağlan temizlendiğinde tuhaf bir şeygördü. Ayakkabıları yerde bağcıksız bir haldeduruyordu. Tam o sırada güçlükle hareketedebildiğini anladı. Elleri ve ayakları, büyükihtimalle ayakkabılarının bağcıklarıyla arkadanbağlanmış bir halde yan yatıyordu. Bağırmayıdenedi ama sesi çıkmadı. Çoraplarından biri

ağzına tıkıştırılmıştı. Gerçek korku anı bir saniyesonra başını kaldırıp televizyonda yayımlananfutbol maçını görünce geldi. Ofisimde... ızgarakapının İÇİNDEYİM!

Ernesto koridorda koşarak hızla uzaklaşan ayakseslerini az da olsa duyabiliyordu... ve sonrasesler yavaş yavaş yerini sessizliğe bıraktı. None possibile!a> Sarışın kadın Ernesto'yu aslayapmamak üzere işe alındığı şeyi yapmaya birşekilde ikna etmişti; ünlü Vasari Koridoru'nungirişindeki şifreyi açıklamaya.

(1) "İmkânsız!"

JL J arka koltuğuna yığılmıştı. Yanındaki asker,artan bir endişeyle onu izliyordu.

Birkaç dakika önce askerin telsizinden gelen

kostüm galerisiyle ilgili konuşmalar, Elizabeth'i,yeşil gözlü canavarın rüyasını gördüğü zihinkaranlığından uyandırmıştı.

lizabeth Sinskey, baş dönmesi ve midebulantısının arttı

ğım hissetti. Pitti Sarayı'nm önüne park etmişminibüsün

Yine, Dış İlişkiler Konseyi'nin New York'takikaranlık odasında, kendisini çağıran gizemliyabancının deli saçmalarını dinliyordu. Gölgeadam, odanın ön tarafına doğru yürüdü. Upuzun

silueti Dante'nin Cehennem'inden ilham almış,çıplak ve ölmek üzere olan insan kalabalığınınresmedildiği korkunç bir yansımanın önündedikiliyordu.

Adam, "Birinin bu savaşı vermesi gerek,"diyordu. "Yoksa geleceğimiz matematiğin dekesin rakamlarla garantisini verdiği bir felaketesürükleniyor. İnsanlık şimdi erteleme, kararsızlıkve kişisel hırsların arafmda bekliyor... amacehennemin daireleri ayaklarımızın altmda,hepimizi içine almak için can atıyor."

Bu adamın savunduğu saçma sapan fikirlerdenElizabeth'in başı dönmüştü. Daha fazladayanamayıp ayağa fırladı. "Siz bana teklifettiğiniz şeyin farkında..."

Adam, "Geriye kalan tek seçeneğimiz..." diyereksözünü kesti.

Elizabeth, "Aslına bakarsanız, ben de tam'cinayet' diyecektim!" diye karşılık verdi.

Adam omuzlarını silkti. "Cennete giden yol,cehennemden geçer. Dante bize bunu öğretti."

"Delirmişsiniz!"

"Deli mi?" diye yineleyen adam sanki incinmişgibiydi. "Ben mi? Hiç sanmıyorum. Asıl delilik,Dünya Sağlık Örgütü'nün boşluğa bakıp, oradaolanı inkâr etmesi. Delilik, sırtlanlar etrafınısararken devekuşunun başını kuma gömmesi."

Elizabeth hizmet verdiği kuruluşu savunamadan,adam ekrandaki görüntüyü değiştirdi.

Yeni resmi göstererek, "Konu sırtlandanaçılmışken..." dedi. "İşte insanlığı çevreleyensırtlanlar... ve hızla yaklaşıyorlar."

Elizabeth karşısındaki tanıdık resmi görünceşaşırdı. Önceki yıl, DSÖ'nün küresel sağlıküzerinde en önemli etkileri gösterdiğini ilan ettiğiçevre sorunlarını betimleyen, yine kendilerininyayımladığı bir grafikti.

Başka şeylerle birlikte listede şunlar yazılıydı:

Temiz su talebi, küresel ısınma, ozon tabakasınındelinmesi, okyanus rezervlerinin tüketilmesi,türlerin yok olması, CO2 artışı, ormanların yokolması ve deniz seviyesindeki yükselme.

Tüm bu olumsuz göstergeler, geçen yüzyıldan buyana yükselişe geçmişti. Şimdiyse dehşet vericibir hızla artıyorlardı.

Kuzey yarımküre ortalama yüzey sıcaklığı Nüfus

Karbon monoksit yoğunluğu Gayrisafi MiltiHasıla

Yağmur ormanları ve ormanlık arazı kaybıSoyların tükenme»

Motorlu araçlar Su kullanımı Kâğıt tüketimi

İstismar editan balık yataktan Ozon tabakasınınincelmesi Yabancı yatırım

Elizabeth bu grafiği her gördüğünde hissettiği gibiyine bir çaresizlik hissine kapıldı. Bir biliminsanıydı ve istatistiğin faydasına inanırdı. Bugrafik, uzak geleceğin değil... çok yakın birgeleceğin tüyler ürpertici resmini çiziyordu.

Elizabeth Sinskey, yaşamı boyunca pek çok kereçocuk sahibi olamayacağı için üzülüp durmuştu.Ama bu grafiği görünce, dünyaya bir çocuk

getirmemiş olduğu için adeta rahatlıyordu.

Çocuğuma bırakacağım gelecek bu muolacaktı?

Uzun boylu adam, "Son elli yıl içinde, DoğaAna'ya karşı işlediğimiz suçlar çoğalarak arttı,"dedikten sonra durdu. "Ben insanlığın ruhu içinendişeleniyorum. Dünya Sağlık Örgütü bu grafiğiyayımladığında, sorunlardan hangisinin daha ciddiolduğunu ve hangisinin giderilebileceğinibelirlemek için siyasetçiler, siyasette rol oynayanisimler ve çevreciler acil durum zirveleri yaphlar.Sonuç ne mi oldu? Bir köşede başlarım ellerininarasına alıp ağladılar. Ama halkı, sorunlar çokkarmaşık olmakla birlikte çözüm içinçalıştıklarına ikna ettiler."

"Evet! Bunlar çok karmaşık meseleler."

Adam, "Zırva!" diye bağırdı. "Bu grafiğinilişkilerin en basitini gösterdiğini siz debiliyorsunuz, tek değişkenli bir fonksiyon! Bugrafikteki her satır, tek bir değerle doğru orantılıçıkıyor, herkesin tartışmaktan korktuğu birdeğerle. Dünya nüfusu!"

"Doğrusu ben daha..."

"Daha mı karmaşık diyecektiniz? Aslınabakarsanız, öyle değil. Daha basit bir şeyolamaz. Kişi başma daha fazla temiz sudüşmesini istiyorsanız, yeryüzünde daha az insanolması gerekir. Araçların sebep olduğu kirliliğiazaltmak istiyorsanız, daha az şoför olmasıgerekir. Okyanusların yeniden balıkla dolmasınıistiyorsanız, daha az insanın balık yemesigerekir!"

Hırsla Elizabeth'e bakıyor, daha da öfkeli bir

sesle konuşuyordu. "Gözlerinizi açın! İnsanlıkyok olmak üzere. Liderlerimizse toplantıodalarında oturmuş güneş enerjisi, geri kazanımve hibrit otomobil pazarlıkları yapıyor. Nasıl olurda sizin gibi eğitimli bir kadın bunu anlayamaz?Ozon tabakasının delinmesi, susuzluk ve kirlilikbirer hastalık değil, belirti. Hastalık ise nüfusartışı. Ve biz dünya nüfusuyla baş etmedikçe,hızla büyüyen kanserli bir tümöre yara bandıyapıştırmaktan başka bir şey yapıyor olmayız."

Elizabeth, "İnsan türünü kansere mibenzetiyorsunuz?" diye sordu.

"Kanser, kontrol dışı büyümeye başlayan sağlıklıbir hücreden başka bir şey değildir. Fikirleriminahoş bulduğunuzu anlıyorum ama sizi teminederim, vakti geldiğinde diğer seçeneği çok dahanahoş bulacaksınız. Cesur bir karar veremezsek-

"

Dr. Sinskey heyecanla araya girdi. "Cesur mü?Aradığınız kelime cesur değil. Buna delütkdeyini"

Korkutucu derecede sakin sesle konuşan adam,"Dr. Sinskey," dedi. "Sizi özellikle burayaçağırdım, çünkü sizin. Dünya Sağlık Örgütündekibilge biri olarak benimle çalışmak ve uygun birçözüm bulmak isteyebileceğinizi ümit ediyordum"

Elizabeth şaşırmıştı. "Dünya Sağlık Örgütü'nünsizinle ortaklık yapacağım mı düşündünüz? Böylebir fikri araştırmak için?"

"Doğrusunu isterseniz, evet" dedi "Örgülünüzdoktorlardan oluşuyor ve bir hastası kangrenolduğunda, hayatım kurtarmak için bacağım

kesmekte tereddüt etmez. Bazen insan kötününiyisine razı olmak zorundadır."

"Bu durum biraz daha farklı."

"Hayır. Tıpatıp aynı. Tek farkı çapı."

Elizabeth yeterince dinlemişti Birden ayağakalktı. "Uçağa yetişmem lazım."

Uzun boylu adam ona doğru tehdit edid bir adımatarak yolunu kesti. "Benden söylemesi, işbirliğiyapsanız da, yapmasanız da bu fikri tek başımakolay bir şekilde geliştirebilirim.''

Elizabeth, "Benden söylemesi," dedL "Bunu birterör tehdidi olarak algılıyorum ve ona göremuamele yapacağım." Telefonunu çıkardı.

Cehennem / F: 12

177

Adam kahkaha attı. "Hipotezlerden bahsettiğimiçin beni şikâyet mi edeceksiniz? Ne yazık kitelefon açmak için beklemeniz gerekecek. Buodanın elektronik kalkanı var. Telefonunuz sinyalalamaz."

Sinyale ihtiyacım yok, seni kaçık. Elizabethtelefonunu kaldırıp adam daha ne olduğunuanlayamadan, yüzünün fotoğrafım çekti. Flaşyeşil gözlerinde parlarken, Elizabeth bir an içinonu tanıdığını düşündü.

"Her kimsen, beni buraya çağırmakla yanlış bir işyaptın. Havaalanına v, rdığım anda, kim olduğunuöğreneceğim ve sen de DSÖ'nün, C X3'nin,0)

ECDC'nin4 potansiyel biyoterörist listesinde yeralac? ksm. Gece gündüz seni izleyecekler. Eğermalzeme saün almaya kalkarsan veyalaboratuvar kurarsan haberimiz olacak. Hiçb jyere saklanamazsın."

Adam gergin geçen uzunca bir süre sankiElizabeth'in telefonuna atlayacakmış gibi durdu.Sonunda gevşeyip, ürkütücü bir şekilde sırıtarakyana çekildi. "O halde dans etmeye başladıkdemektir."

V aşari Koridoru, yani II Corridoio Vasariano,1564'te, Pitti Sarayı'ndaki evinden, ArnoNehri'nin karşısındaki Vecchio Sarayı'ndakiçalışma ofisine güvenli bir geçiş sağlaması içinMedici soyundan Grandük I. Cosimo'nun emriyleGiorgio Vasari tarafından tasarlanmıştı.

Vatikan şehrindeki ünlü Passetto gibi VasariKoridoru da mükemmel bir gizli geçitti. BoboliBahçeleri'nin doğu köşesinden başlayıp VecchioKöprüsü'nün üzerinden geçiyor, aradaki UffiziGalerisi'nin içinden kıvrılarak eski saraym kalbinekadar yaklaşık bir kilometre boyunca uzanıyordu.

Günümüzdeyse Vasari Koridoru, Mediciaristokratları için olmasa bile, sanat eserleri içinhâlâ güvenli bir sığmak olarak hizmet veriyordu.Koridor sonsuz gibi gelen güvenli duvarlarıylaiçinden geçtiği Uffizi Galerisi'nden taşan nadirtablolara ev sahipliği de yapıyordu.

Langdon bu koridordan birkaç yıl önce özel birtur sırasında geçmişti. O akşamüstü, koridordakitablolara hayranlıkla bakmak için durmuştu;aralarında dünyanın en geniş otoportrekoleksiyonu vardı. Pek çok kez de ziyaretçilerinbu yükseltilmiş geçitte ne kadar ilerlediklerini

hesaplayabilmesini sağlayan gözetlemepencerelerinden dışarı bakmak için durmuştu.

Ama bu sabah Langdon ile Sienna, peşlerindengelenlerle arayı mümkün olduğunca açabilmekiçin koridordan koşarak ge-

çiyorlardı. Langdon bağladıkları bekçiyibulmalarının ne kadar süreceğini merak etti.Tünel önlerinde uzanırken, her adımdakendilerini, aradıkları şeye yaklaştırdığını hissetti.

Cerca trova... ölümün gözleri... ve kiminpeşimden geldiğinin cevabı.

Tünelde ilerledikçe, Langdon bu geçidin ne kadartutkulu bir mimari başarı olduğunu düşündü.Boylu boyunca şehrin üstünde yükseltilmişVasari Koridoru, Arno Nehri'nin üzerindengeçerek Pitti Sarayı'ndan eski Floransa'nın

kalbine kadar, binaların arasından kıvrılan biryılanı andırıyordu. Kireç badanalı dar geçit,sonsuzluğa uzanıyor gibiydi. Engelleri atlamakiçin Amo'nun üzerinden ara sıra sağa sola dönsede... daima doğuya doğru ilerliyordu.

Koridorda aniden önlerinden sesler gelinceSienna koşmayı bıraktı. Langdon da durdu veelini sakince Sienna'nın omzuna koyarakyanlarındaki gözetleme penceresini işaret etti.

Aşağıda turistler var.

Langdon ile Sienna pencerenin yanma gidipdışarı bakınca, Vecchio Köprüsü'nün üzerindedurduklarını gördüler. Aşağıda günün ilk turistleri,1400'lerden beri köprünün üstünde kurulu olanpazarda vakit geçiriyorlardı. Şimdikilerçoğunlukla kuyumcular ve takı eşyaları satanlardıama hep böyle olmamıştı. İlk başta köprü,

Floransa'nın geniş açık hava pazarına ev sahipliğiyapmıştı. 1593'te bozulmuş etlerin ekşi kokusuVasari Koridoru'na kadar yükselip de grandükünhassas burun deliklerini rahatsız edince et satışıyasaklanmıştı.

Langdon aşağıdaki köprünün bir yerinde,Floransa'da işlenen cinayetlerden en kötü ünesahip olanını hatırladı. 1216'da Buon-delmonteismindeki genç bir soylu, gerçek aşkı uğrunaailesinin ayarladığı evliliği yapmayı reddetmiş vebu kararı sebebiyle bu köprüde öldürülmüştü.

Birbirleriyle yüzyıllarca acımasızca savaşmışolan iki güçlü siyasi kesim; Guelf'ler üeGhibellin'ler arasındaki sürtüşmeyitetiklediğinden, gencin ölümü uzun süre"Floransa'nın en kanlı cinayeti" olarak anılmıştı.

1

"Ne oldu?"

2

"Çok teşekkürler!"

3

"Girilemez!"

4

Avrupa Hastalık Kontrol ve KorunmaMerkezleri

Süregelen siyasi düşmanlık, Dante'ninFloransa'dan sürülmesine neden olduğu için şairbu olayı îlahi Komedya'da acı bir şekildeölümsüzleştirmişti: Ah Buondelmonte, ah!Başkasının sözüne uyup onunla evlenmektenkaçınmakla çok fena ettin!

Günümüzde, cinayetin işlendiği yerin yanında, üçayn levha bulunuyordu. Bu levhalardan herbirinde, Dante'nin Cennet'indeki On AltıncıKanto'dan farklı bir mısra yazıyordu. İçlerindenbiri Vecchio Köprüsü'nün girişine yerleştirilmiştive şöyle diyordu:

FAKAT KÖPRÜYÜ BEKLEYEN KIRIKTAŞA

BİR KURBAN ADAMASI MUKADDERMİŞFLORANSA'NIN

BARIŞ VE HUZUR DEVRESİNİNSONUNDA

Langdon bakışlarım köprüden, aşağısındakikaranlık sulara çevirdi. Doğu tarafında, VecchioSarayı'nın tek başma duran sivri kulesi onlarıçağırıyordu.

Langdon ile Sienna, Arno Nehri'ni henüzyarılamış olsalar da dönüşü olmayan noktayıçoktan geçtiklerine emindi.

Dokuz metre aşağıda, Vecchio Köprüsü'nünçakıltaşları üzerindeki Vayentha, kendisinikurtaracak tek şeyin az önce başının üstündengeçtiğinden habersiz, yaklaşan kalabalığıendişeyle taradı.

Yönetici Knowlton The Mendacium'un güvertealtındaki bölmesinde tek başına oturmuş boş yere

işine odaklanmaya çalışıyordu. Dehşet içindekaydı tekrar izlemişti ve son bir saattir dâhilikledelilik arasında bir yerde duran on dakikalıkmonologu analiz ediyordu.

Knowlton gözden kaçırmış olabileceği bir ipucuarayarak kaydı baştan hızla üeri sardı. Suyunaltındaki tabelayı geçti... içinde sarı-kahverengibulanık sıvının bulunduğu torbayı geçti... ve gagaburunlu gölgenin belirdiği anı buldu. Damlayanmağara duvanna yansıyan deforme olmuş birsiluet... yumuşak kırmızı bir ışıkla aydınlanmıştı.

Knowlton boğuk sesi dinleyerek süslü sözleriçözmeye çalıştı. Konuşmanın yarısındaduvardaki gölge aniden büyüdü ve seskuvvetlendi.

Dante'nin cehennemi kurmaca değil...

kehanettir1.

Berbat sefalet. Istıraplı acı. Bu, geleceğinmanzarasıdır.

İnsanlık eğer denetlenmezse, veba ya da birkanser gibi işler... Bir vakitler faziletimizi vekardeşliğimizi besleyen yeryüzü refahıtamamen tükeninceye dek, her yeni nesillebirlikte artar sayımız... İçimizdekicanavarlar ortaya çıkar... Çocuklarımızıdoyurmak için ölümüne bir savaş veririz.

Burası Dante’nin dokuz dairelicehennemidir.

Bizi bekleyen budur.

Malthus'un matematiğiyle alevlenmiş

gelecek üzerimize doğru savrulurken,cehennemin ilk dairesinde, tahminimizdençok daha hızlı bir şekilde düşmeyehazırlanarak.... yalpalarız.

Knovvlton kaydı durdurdu. Malthus matematiğimi? Hızlı bir internet araması onu on dokuzuncuyüzyıl matematikçisi ve nüfus bilimcisi ThomasRobert Malthus hakkında bilgiye ulaştırdı. Nüfusfazlalığından ötürü önünde sonunda küresel birçöküş olacağı kehanetinde bulunmuştu.

Malthus'un biyografisinde, An Essay on thePrinciple ofPopula-tionG) adlı kitabmdan sinirbozucu bir alıntı vardı:

Nüfusun gücü, insanm nafakasını üretmegücünden o denli üstündür ki, erken ölüm şuveya bu şekilde insan türünü ziyaret etmelidir.

İnsanoğlunun ahlaksızlığı etkindir ve nüfusunazalmasma hizmet eder. Büyük yıkım ordusununmüjdecisidir ve genellikle korkunç işi kendi bitirir.Ama bu imha savaşında başarısız olursahastalıklar, salgınlar, kıran ve veba ilerler; binleri,on binleri silip süpürür. Başarı yarım kalırsaardından muazzam bir kıtlık yaklaşır ve tek birgüçlü darbe indirerek dünya nüfusu ile yiyeceğidengeler.

Knowlton kalbi çarparken gaga burunlu gölgenindonmuş görüntüsüne baktı.

İnsanlık eğer denetlenmezse, veba ya dakanser gibi işler. Denetlenmezse. Bu,Knowlton'm kulağına hiç hoş gelmemişti.Tereddütle parmağım kaldırıp kaydı devamettirdi.

Boğuk ses konuşmaya devam etti.

Hiçbir şey yapmamak; sıkışıp kalarak, açlıkçekerek, günah içinde yuvarlanarakDante’nin cehennemine kucak açmaktır.

Ve ben de cesaretle eyleme geçtim.

Kümleri dehşetle bakacaktır ama kurtuluşunbir bedeli vardır. Dünya bir günfedakârhğımm güzelliğini kavrayacaktır.Çünkü ben sizm kurtuluşunuzum.

Ben Gölge yim.

Ben insanlık sonrası çağının kapışıyım.

Vecchio Sarayı dev bir satranç taşma benzer.Sağlam dörtgen biçimindeki dış cephesi ve karekesimli mazgallı siperleriyle, dev bir satrançkalesine benzeyen tam yerine kondurulmuş bina,

Signoria Meydanı'nın güneydoğu köşesini korur.

Kare şeklindeki hisarının merkezindenyükselerek ufuk çizgisinde belirgin bir profiloluşturan binanm aşılmadık tek kulesi,Floransa'nın eşsiz bir sembolü haline gelmiştir.

İtalyan hükümetine hizmet etmesi için inşaedilmiş olan bina, ziyaretçilerine gözdağı verenerkeksi heykeller sunar. Ammannati'nin NeptünÇeşmesi'ni taçlandıran kaslı Neptün heykeli,denizden fırlayan dört güçlü atın tepesinde çıplakbir şekilde yükselir. Bu Floransa'nın denizlerdekiegemenliğinin bir sembolüdür. Michelangelo'nunDavut heykelinin bir replikası -dünyanm en ünlüçıplak erkeği- tüm haşmetiyle saray girişindedurur. Davut'a, Herakles ve Casus adlı ikidevasa çıplak adamın heykelleri de eşlik ederler.Böylece, Neptün'ün satirleriyle birlikte toplam bir

düzine penis saraya gelen ziyaretçileri karşılar.

Normalde, Langdon'ın Vecchio Sarayı'mziyaretleri burada, Signoria Meydaıu'ndabaşlardı. Burası, erkeklik uzuvlarının aşı-nkğınarağmen, Avrupa'daki en sevdiği meydanlardanbiriydi.

Meydana yapılan hiçbir ziyaret, Caffe Rivoire'debir espresso içip meydandaki açık hava heykelgalerisi olan Loggia dei Lanzi'deki Mediciaslanlarını görmeden tamamlanmış sayılmazdı.

Ama bugün Langdon ve arkadaşı, VecchioSarayı'na büyük ihtimalle Medici düklerinin ozamanlar yaptıkları gibi, Vasari Koridoru'ndangirmeyi planlıyorlardı. Ünlü Uffizi Galerisi'ndengeçerek köprülerin, yolların üzerinden kıvrılan vebinaların içinden geçerek onları doğrudan eskisarayın kalbine çıkaracak olan koridoru takip

edeceklerdi. Buraya kadar, peşlerinden gelenayak sesleri duymamışlardı ama Langdonkoridora çıkmakta tereddütlüydü.

Karşüarmda duran ağır tahta kapıya bakarak,işte, geldik, diye düşündü. Eski sarayın girişi.

Kapıda sağlam bir kilitleme mekanizmasıolmasına rağmen, itilerek açan kolu da vardı.Diğer taraftan birinin anahtar kartı olmadanVasari Koridoru'na girişi engellenirken, bu yataykol sayesinde adi durumda çıkış yapılabiliyordu.

Langdon kulağını kapıya dayayıp dinledi. Diğertaraftan hiçbir şey duymayınca, ellerini kolunüzerine koyup hafifçe itti.

Kilit tıkırdadı.

Tahta kapı birkaç santim aralanınca Langdon

karşısındaki dünyaya baktı. Küçük bir niş. Boş.Sessiz.

Langdon rahatlama hissiyle içeri girip Sienna'yakendisini izlemesini işaret etti.

İçerideyiz.

Vecchio Sarayı'nm içinde bir yerde, sessiz birnişin içinde duran Langdon kısa bir an durupyönünü tayin etmeye çalıştı. Önlerinde, nişediklemesine uzanan uzun bir geçit vardı.Sollarında, uzakta, koridorda sakin ve neşelisesler yankılanıyordu. Vecchio Sarayı, AmerikaBirleşik Devletleri Kongre Binası gibi hemturistlerin ziyaretine açık bir yer, hem de birhükümet ofi'-siydi. Bu saatte duydukları sesler,büyük.ihtimalle ofislere girip çıkan ve günehazırlanan çalışanlara aitti.

Langdon ve Sienna geçide doğru ilerleyip gizliceköşeden baktılar. Koridorun sonunda, yaklaşıkbir düzine hükümet çalışanının durup sabahespressolannı içtikleri ve işten önce mesaiarkadaşlarıyla sohbet ettikleri bir avlu vardı.

Sienna, "Vasari duvar resmi," diye fısıldadı. "BeşYüz Salo-nu'nda olduğunu söylemiştin, öyle değil:mi?"

Langdon başmı evet anlamında, sallayıp kalabalıkavlunun karşısındaki taş bir geçide açılan sütunlugirişi gösterdi.. "Maalesef, avludan gidiliyor."

"Emin misin?"

Langdon başını salladı. "Kimseye görünmedengeçmemiz imkânsız."

"Onlar devlet memuru. Bizimle

ilgilenmeyeceklerdir. Sadece, buraya aitmişsingibi yürü."

Sienna uzanıp Langdon'ın ceketini ve gömlekyakasım nazikçe düzeltti. "Çok havalıgörünüyorsun Robert." Mahcup bir ifadeyleLangdon'a gülümseyip kendi kazağını dadüzelterek dışarı çıktı.

Langdon arkasından onu takip etti. Kararlıadımlarla avluya doğru ilerlediler. Avluyagirdiklerinde Sienna akıcı bir İtalyan-cayla onunlakonuşmaya başladı, tarım desteğiyle ilgili birşeyler söylüyordu. El kol hareketlerinin eşliğindeve hararetle konuşuyordu. Diğerleriyle aralarındamesafe bırakmaya özen göstererek duvardibinden ilerlediler. Langdon, tek bir çalışanın bilekendilerine ikinci kez dönüp bakmadığını farketti.

Avluyu geçtiklerinde, hızla geçide doğruilerlediler. Langdon, Londra'da sahnelenenShakespeare oyununun broşür kapağını hatırladı.Afacan Peri. Alçak sesle konuştu. "Oldukça iyibir aktrissin."

Sienna, "Öyle olmak zorundayım," dedi, sesituhaf bir şekilde uzak geliyordu.

Langdon bir kez daha bu genç kadınıngeçmişinde, bildiğinden daha çok acı olduğuhissine kapıldı ve kendi belasına onu dabulaştırdığı için derin bir vicdan azabı hissetti.Artık, sonuna kadar gitmekten başka yapılacakbir şey olmadığım kendine hatırlattı.

Tünelde yüzmeye devam et... ve ışığı görmekiçin dua et.

Sütunlu girişe yaklaştıklarında Langdon

hafızasının kendisini yanıltmadığım görüncerahatladı. Üzerinde köşeyi dönmelerini işareteden bir ok olan küçük tabeleda; IL SALONEDEI CINQUECENTO yazıyordu. Langdon, BeşYüz Salonu, diye düşünürken bulmaları gerekencevapları merak etti. Gerçek, sadece ölümüngözlerinden görülebilir. Bu ne demekolabilir?

Köşeye yaklaşırlarken Langdon, "Salon hâlâkapalı olabüir," dedi. Beş Yüz Salonu popüler birturist noktası olmasına rağmen, saray bu sabahhenüz turistlerin ziyaretine açılmamış gibiydi.

Sienna birden durarak, "Duyuyor musun?" diyesordu.

Langdon sesi duymuştu. Köşenin arkasmdanyüksek bir vınlama sesi geliyordu. Lütfen bana

bunun uzaktan kumandalı helikopterolmadığını söyle. Temkinli bir şekilde revağmköşesinden baktı. Otuz metre ileride, Beş YüzSalonu'na açılan son derece sade, tahta bir kapıgörünüyordu. Ne yazık ki aralarında, dairelerçizen elektrikli yer cilalama makinesini itenşişman bir bekçi vardı.

Kapı bekçisi.

Langdon'm gözleri kapının dışındaki plastiktabelanm üzerindeki üç sembole kaydı. Entecrübesiz simgebilimcilerin bile anlayabileceğibu evrensel semboller; üzerinde X işareti olan birvideo kamera, üzerinde X işareti olan bir bardakve bir kadın ile erkek figürüydü.

Langdon bekçiye doğru hızla ilerledi, adamayaklaşırken hafifçe koşmaya başladı. Sienna onayetişmek için arkasmdan koştu.

Bekçi jaşkm bir ifadeyle kafasını kaldırıp onabaktı. "Signo-ri?!" Langdon ve Sienna'nmdurması için ellerini kaldırdı.

Langdon adama acıyla gülümsedi, hatta dahaçok yüzünü buruşturuyordu. Özür dileyen birifadeyle kapının yanındaki sembolleri işaret etti.Acı dolu bir sesle, "Toiletie" dedi. Bu bir sorudeğildi.

Bekçi biraz tereddüt etti, isteği reddedecekmişgibi görünüyordu ama sonra önünde huzursuzcakıpırdanan Langdon'a sevimli bir şekilde başmısallayıp geçmelerini işaret etti.

Kapıya vardıklarında Langdon, Sienna'ya gözkırparak, "Şefkat, evrensel bir dildir," dedi.

Bir zamanlar Beş Yüz Salonu, dünyanın en

büyük salonuydu. 1494'te cumhuriyetin beşyüzden fazla üyesi bulunan Büyük Konsey'iConsiglio Maggiore'nin toplantı odası olarakyapılmış ve ismini buradan almıştı. Birkaç yılsonra I. Cosimo'nun emriyle salon yenilenipgenişletilmişti. İtalya'nın en güçlü adamı I.Cosimo, proje yöneticisi ve mimar olarak büyükGiorgio Vasari'yi seçmişti.

Olağanüstü bir mühendislik başarısıyla Vasari,orijinal çatıyı yükseltmiş, salonun dört tarafındakiyüksek pencerelerle içeri doğal ışık girmesinisağlamış ve sonuçta Floransa'mn en güzelmimari eserleri, heykel ve resimleri için seçkinbir galeri meydana getirmişti.

Langdon'm ilk dikkatini çeken şey ise, bu salonunsıradan bir yer olmadığını ilan eden zeminiolmuştu. Siyah karelerin içine yerleştirilmişkırmızı taş parkeler, bin yüz metrekarelik alana

sağlam, derin ve dengeli bir hava kazandırıyordu.

Langdon gözlerini yavaşça salonun diğer tarafınakaydırdı: Altı dinamik heykel; Herakles'inGörevleri duvara asker gibi sıralanmıştı.Langdon çıplak vücutları acayip bir güreşetutuşmuş gibi duran, kötü şöhretli Herakles veDiomedes heykeline bakmadan geçti. Buheykeldeki penisten yakalama hareketine nezaman baksa içi bir tuhaf olurdu.

Güney duvarının orta nişine hâkim olarak, sağtarafta duran Michelangelo'nun nefes kesiciZafer heykeline bakmak daha kolaydı. Yaklaşıküç metre boyundaki bu heykel, aşırı muhafazakârPapa II. Julius'un -II Papa Terribile- mezarı içinyapılmıştı. Vatikan'ın homoseksüellikkonusundaki yaklaşımını bilen Langdon bunu hepironik bulmuştu. Heykelde, Michelangelo'nun

uzun seneler âşık olduğu ve üç yüzden fazla soneyazdığı genç adam Tommaso dei Cavalieribetimleniyordu.

Sienna, aniden alçak ve saygılı bir sesle, "Burayadaha önce gelmediğime inanamıyorum," diyefısıldadı. "Çok... güzelmiş."

Dünyaca ünlü piyanist Mariele Keymel'in klasikmüzik konserini izlemek için buraya ilk geldiği anıhatırlayan Langdon başını salladı. Bu büyüksalon başlangıçta grandük ile yapılan özel siyasitoplantılar için tasarlanmış olsa da, bugünlerdedaha çok popüler müzisyenlere, konuşmacılarave gala yemeklerine mekân oluyordu. Langdonbazen, özel salonunu CEO'larla ve mankenlerlepaylaşmanın I. Cosimo'ya ne hissettireceğinimerak ederdi.

Langdon şimdi gözlerini, duvarları süsleyen

devasa resimlere dikmişti. Sonuçlan, "EriyenBaşyapıt" olarak adlandırılmalarına sebep olanLeonardo da Vinci'nin başarısız bir deneyseltekniğiyle boyanmışlardı. Ayrıca Piero Soderinive Machiavelli'nin başlattığı sanatsal bir "güçgösterisi", Rönesans'ın iki devine -Michelangelove Leonardo- aynı salonun karşılıklı duvarlarınaresim yapmaları emrini vererek birbiriyleçarpıştırmıştı.

Ama bugün Langdon, salonun başka tarihituhaflıklarıyla ilgiliydi.

Cerca trova.

Duvar resimlerini inceleyen Sienna, "HangisiVasari?" diye sordu.

Salon yenilenirken Vasari ile asistanımn; orijinalduvar resimlerinden, ünlü asma tavanı süsleyen

çerçeveli otuz dokuz paneline kadar, içindekihemen her şeyi yeniden boyadığını bilenLangdon, "Hemen hepsi," diye cevap verdi.

Sağ taraftakini işaret eden Langdon, "Amaşuradaki, görmeye geldiğimiz duvar resmi:Battaglia di Mardam."

Buradaki savaş sahnesi gerçekten de devasaölçülerdeydi. On yedi metre genişliğinde ve üçbina katından daha yüksekti. Kahverengi, yeşilve kırmızı ağırlıklı tonlarda yapılmıştı: pastoral birdağ yamacında çarpışan askerler, atlar vesancakların oluşturduğu vahşi bir manzara.

Sienna, "Vasari, Vasari," diye fısıldadı. "Şimdibunun içinde bir yere mesaj gizlenmiş, öyle mi?"

Geniş duvar resminin üst kısmına gözlerinikısarak bakarken, Vasari'nin gizemli mesajım

yazdığı o yeşil savaş bayrağını bulmaya çalışanLangdon, "Buradan dürbünsüz görmemizneredeyse imkânsız ama üst orta kısımda,yamaçtaki iki çiftlik evinin hemen altınabakarsan, eğik duran, küçük bir bayrakgöreceksin..." dedi.

Sağ üst tarafta, doğru noktayı işaret eden Sienna,"Gördüm!" diye karşılık verdi.

Langdon daha genç gözlere sahip olmayı dilerdi.

İkisi büyük duvar resmine yaklaşınca Langdonresmin ihtişamına hayran kaldı. Tek sorun şuyduki, neden burada olduklarını bilmiyordu. Uzunsüre, gözlerini Vasari'nin başyapıtınındetaylarından ayırmadan, sessizce durdu.

Başaramazsam... herkes ölür.

Arkalarmdaki bir kapı gıcırdayarak açıldı veelindeki cila makinesiyle bekçi içeriye göz attı.Sienna ona samimi bir şekilde el salladı. Onlarakısa bir süre göz gezdiren bekçi, ardından kapıyıkapattı.

Sienna, "Fazla vaktimiz yok Robert," diyerek onuuyardı. "Düşünmen lazım. Bu resim sende birşeyler çağrıştırıyor mu? Bir şeyler hatırlıyormusun?"

Langdon üstlerinde duran kaotik savaşı dikkatleinceledi

Gerçek, yalnızca ölümün gözlerindengörülebilir.

Langdon duvar resminde, ölü gözlerin resimdekibaşka bir ipucu- veya belki de salondaki başkabir yere bakan bir ceset olacağını sanmıştı. Ne

yazık ki, şimdi resimde onlarca ceset görüyorduama hiçbiri dikkate değmezdi ve içlerinde,herhangi bir yere ölü gözlerle bakan yoktu.

Gerçek, yalnızca ölümün gözizi'indengörülebilir?

Bir şekil belirir umuduyla, bir cesetten diğerinehayali çizgiler birleştirmeye çalıştı ama hiçbir şeygöremedi.

Hafızasının derinliklerini yoklarken başı yinezonklamaya başladı. Orada bir yerde, gümüşsaçlı kadın sürekli fısıldıyordu: "Ara,bulacaksın."

Langdon, "Neyi bulacağım?!" diye bağırmakistedL

Gözlerini kapatıp derin nefesler aldı. Omuzlarını

gevşetmeye çalışırken içgüdülerini hareketegeçirmek umuduyla kendini tüm düşüncelerdenarındırmaya zorladı.

Çok üzgünüm.

Vasari.

Cerca trova.

Gerçek, yalnızca ölümün gözlerindengörülebilir.

İçgüdüleri ona, hiç şüphesiz doğru yerdedurduğunu söylüyordu. Nedeninden henüz eminolamasa da aradığı şeyi bulmasının an meselesiolduğunu hissediyordu.

Ajan Brüder önündeki vitrinde duran kırmızıkadife pantolonla tüniğe boş gözlerle baktı ve

içinden küfretti. TTD ekibi tüm kostüm galerisiniaramış ama Robert Langdon ile Sienna Brooks'uhiçbir yerde bulamamıştı.

Öfkeyle, Teftiş ve Tepki Desteği, diye düşündü.Öğretim görevlileri ne zamandan beri TTD'yiatlatabiliyor? Ne cehenneme gittiler?

193

Cehennem / F: 13

Adamlarından biri, "Tüm çıkışlar kapatıldı," diyebildirdi. 'Tek ihtimal* hâlâ bahçede oldukları."

Kulağa mantıklı gelse de Brüder, RobertLangdon ile Sienna Brooks'un başka bir yolbulduklarım hissediyordu.

Brüder kızgın bir sesle, "Helikopter yenidenhavalansın," diye emretti. "Ayrıca yerelyetkililere, arama alanım duvarların dışınagenişletmelerini söyle."

Adamları dışan farlarken Brüder telefonunu aldıve yetkili kişiyi aradı. ""Ben Brüder," dedi."Üzgünüm ama ciddi bir sorunumuz var. Aslınabakarsanız birkaç tane."

Gerçek, sadece ölümün gözlerindengörülebilir.

Sienna göze çarpan bir şey bulma umuduylaVasari'nin vahşi savaş sahnesinin her santiminiincelemeye devam ederken kendi kendine bukelimeleri tekrar ediyordu.

Her yerde ölümün gözlerini görüyordu.

Hangilerini arıyoruz?!

Ölümün gözlerinin belki de veba salgını sırasındaAvrupa'ya saçılan kokuşmuş cesetlere birgönderme olabileceğini düşündü.

En azından bu, veba maskesini açıklardı...

Birdenbire, Sienna'mn aklına bir ninni geldi. Gületrafında çember. Ceplerde buket buketçiçekler. Küller, küller. Hep birliktedüşüyoruz.

İngiltere'de öğrenciyken şiiri ezbere okurdu. Taki, Londra'daki Büyük Salgm'dan ilham aldığımöğrenene kadar. Gülün etrafındaki çember;derinin üzerindeki gül rengindeki kabarcığınetrafında oluşan halkaya göndermeydi ve bu dabirinin hastalığı kaptığı anlamına geliyordu.Hastalığa kapılanlar, çürüyen vücutlarının ve

şehirdeki ceset kokusunu bastırmak içinceplerinde güller taşıyorlardı. Her gün yüzlerceveba kurbanı ölüyor ve cesetleri yakılıyordu.Küller, küller. Hep birlikte düşüyoruz.

Langdon karşı duvara doğru dönerek aniden,"Tanrı Aşkına!" diye bağırdı.

Sienna ona bakarak, "Ne oldu?" diye sordu.

"Bu, bir zamanlar burada sergilenen sanateserinin adı. Tanrı Aşkına."

Sienna şaşkın gözlerle Langdon'm odadan küçükbir cam kapıya doğru telaşla ilerleyişini izledi.Langdon kapıyı açmaya çalıştı ama kilitliydi.Yüzünü cama yaklaştırıp iki elinin araşma alarakiçeri baktı.

Sienna, Langdon'm aradığı şeyi bir an önce

bulmasını diledi. Yeniden ortaya çıkan bekçi,kilitli bir kapıdan içeri bakarak oyalananLangdon'ı görünce yüzünde şüphelendiğinigösteren bir ifade belirmişti.

Sienna neşeyle bekçiye el salladı ama adam onakızgın gözlerle uzun uzun baktıktan sonra gözdenkayboldu.

II Studiolo.

Cam bir kapının arkasında, Beş YüzSalonu'ndaki cerca trova kelimelerinin tamkarşısında küçük, penceresiz bir bölme vardı.Vasari tarafından I. Francesco için gizli birçalışma odası olarak tasarlanan dikdörtgen ilStudiolo, içeri girenlerde dev bir hazine sandığınıniçinde olduğu hissini uyandıran yuvarlak, beşiktonozlu bir tavana sahipti.

Buna uygun olarak, içerisi gösterişli objelerle pınlpırü parlıyordu. Otuzdan fazla nadide tabloduvarları ve tavanı süslüyordu. Birbirlerine okadar yakın yerleştirilmişlerdi ki duvarda açık biralan kalmamıştı. Ikarus'un Düşüşü.... İnsanHayatına Dair Bir Alegori... Prometheus'aMuhteşem Mücevherler Sunan Doğa...

Langdon camdan ilerideki göz kamaştırıcı yerebakarken kendi kendine, "Ölümün gözleri," diyefısıldadı.

Langdon, ü Studiolo'nun içine ilk kez birkaç yılönce saraydaki özel bir gizli geçit turunda girmiştive buradaki gizli kapıların, merdivenlerin vegeçitlerin çokluğu karşısmda hayrete düşmüştü.Birkaç tane de il Studiolo'daki tablolarınarkasında vardı.

Ama Langdon'm ilgisini çeken gizli geçitler

değildi. Eskiden burada sergüenirken gördüğücesur bir modem sanat eserini hatırlamıştı.Damien Hirst'ün tartışmalar yaratan eseri TanrıAşkına,

Vasari'nin ünlü il Studiolo'sunda sergilenincebüyük patırtılar kopmuştu.

Bu, platinden gerçek boyutlu bir insankafatasıydı. Yüzeyi tamamıyla birbirine çokyakın işlenmiş s ekiz bin parlak elmaslakaplanmıştı. Oldukça çarpıcıydı. Kafatasının boşgöz çukurları ışık ve canlılıkla parlıyor, yaşam veölüm - güzellik ve korku gibi zıt sembollerin kafakarıştırıcı birlikteliğini yansıtıyordu. Hirst'ünelmas kafatası, il Studiolo'dan uzun zaman öncekaldırümıştı ama onu hatırlamak Langdon'makima yeni bir fikrin gelmesine neden olmuştu.

. Ölümün gözleri, diye düşündü. Bir kafatasıkesinlikle buna uyuyor, öyle değil mi?

Kafatasları, Dante'nin Cehennem'indetekrarlanan bir temaydı, en ünlüsü decehennemin en alt dairesinde Kont Ugolino'nunacımasızca cezalandırıhşı sırasında geçerdi.Zalim bir başpiskoposun kafatasım sonsuza dekkemirmeye mahkûm edilmişti.

Bir kafatası mı arıyoruz?

Esrarengiz il Studiolo, Langdon'm bildiğikadarıyla "ilgi eşyaları odası" geleneğine uygunolarak yapılmıştı. Tüm tablolar dükün ilgiduyduğu eşyaların sergilendiği dolaplara kapakvazifesi görecek şekilde gizli menteşelerletutturulmuş, eşyaların görülebilmesi için de dolapkapısı gibi açık bırakılmıştı. İçlerinde; nadir

bulunan mineral örnekleri, güzel tüyler,mükemmel bir notilus kabuğu fosili ve hattaiddiaya göre bir keşişin elle dövülüp gümüşlesüslenmiş kavalkemiği gibi eşyalar sergilenmişti.Langdon dolaptaki eşyaların uzun zaman öncekaldırıldığından şüpheleniyordu ve buradaHirst'ün eserinden başka bir kafatasısergilendiğini duymamıştı.

Koridorun diğer ucunda sertçe çarpılan bir kapısesi duyunca düşünceleri yarım kaldı. Çevikayak sesleri hızla salondan onlara doğruyaklaşıyordu.

Kızgın bir ses, "Signore!" diye bağırdı. "IIsalone non e aperto!"m

Langdon arkasını dönünce kendisine doğruilerleyen bir kadın görevli gördü. Ufak tefekti,

kısa kahverengi saçları vardı. Ayrıca,hamileliğinin son dönemlerindeydi. Kadın kızgınbir ifadeyle onlara doğru ilerlerken parmağıylasaatim tıklattı ve salonun açık olmadığıyla ilgili birşeyler söyledi. Yaklaşırken, Langdon'la göz gözegeldi ve aniden durup şok içinde eliyle ağzımkapattı.

Mahcup bir ifadeyle, "Profesör Langdon!" diyehaykırdı. "Çok özür dilerim! Burada olduğunuzubilmiyordum. Hoş geldiniz!"

Langdon donup kalmıştı.

Bu kadını daha önce görmediğinden emindi.

Kadın aksanlı bir İngilizceyle Langdon'ayaklaşırken coşkuyla, "Sizi neredeysetanımayacaktım profesör!" dedi. "Bu... giyimtarzınız." Samimiyetle gülümseyerek Langdon'm

Brioni takımını takdir eden bir ifadeyle başınısalladı. "Son moda. İtalyanlara benziyorsunuz."

Langdon'm ağzı kupkuru olmuştu ama kadınyarıma geldiğinde kibarca gülümsemeyi başardı.Kekeleyerek, "Gü... günaydın," dedi."Nasılsınız?"

Kadın, göbeğini tutarak güldü. "Bitkin. KüçükCatalina bütün gece tekmeledi." Kafası karışmışgibi odaya bakındı. "II Duomino bugün gerigeleceğinizden hiç bahsetmedi. Sararım, o dasizinle birlikte?"

II Duomino mu? Kimden bahsettiği hakkındaLangon'm hiçbir fikri yoktu.

Kadın onun mahcubiyetini görünce güven verenbir ifadeyle kıkırdadı. "Sorun değil, Floransa'daherkes onu takma ismiyle çağırır. Bunu sorun

etmez." Etrafına bakındı. "Sizi içeri o mu aldı?"

Sienna koridorun karşısından ilerleyerek, "Evet,"dedi. "Ama bir kahvaltı toplantısı vardı. Etrafabakmamızın sizin için sorun olmayacağınısöyledi." Sienna şevkle elini uzattı. "Ben Sienna.Robert'm kız kardeşiyim."

Kadın, Sienna'nın elini fazla resmi bir şekildesıktı. "Ben Marta Alvarez. Ne kadar şanslısınız.Profesör Langdon özel rehberiniz olmuş.''

Sienna gözlerini devirmemek için kendinizorlarken hayranlıkla, "Evet," dedi. "Çok zekibiri!"

Kadın, Sienna'yı incelerken tııhaf bir sessizlikoldu. "Çok tuhaf, ben hiçbir benzerlikgörmüyorum. Belki, boylarınız," dedi.

Langdon stratejik bir hata yaptıkları hissinekapılmıştı ki hemen kararım verdi. Ya şimdi yada hiç.

Kadının ismini doğru duyduğunu umut ederek,"Marta," diye araya girdL "Sana zahmetvereceğim için üzgünüm ama şey... sanırım, neien burada olduğumu tahmin ediyorsundur."

Kadın gözlerini kısarak, "Aslına bakarsanız,hayır," dedi. "Burada ne ara iığlıuzı tahminedemiyorum."

Langdon'ı v nabzı hızlandı ve bunu izleyen tuhafsessizlikte girdiği riskin dinde patlamak üzereolduğunu hissetti. Marta birdenbire k ilkahaatmaya başladı.

"Profrsor, şaka yapıyorum! Neden geridöndüğünüzü tabii ki tahmir. edebiliyorum.

Açıkçası, onu neden bu kadar büyüleyicibulduğunuzu anlamıyorum ama il Duomino ilebirlikte dün akşam yukarıda yaklaşık bir saatgeçirdiğiniz düşünülürse, sanırım kız kardeşinizegöstermek için geri döndünüz?"

Langdon, "Doğru-," diyebildL "Kesinlikle.Sienna'ya da göstermek istedim, eğer... birmahzuru yoksa?"

Marta ikinci kattaki balkona bakarak omuzlarımsilkti. "Hiç sorun değiL Ben de şimdi orayaçıkıyordum."

Koridorun arka tarafındaki balkona bakarkenLangdon'm kalp atışları hızlandı. Dün akşamorada mıydım? Hiçbir şey hatırlamıyordu.Balkon, bildiği kadarıyla, cerca trovakelimeleriyle aynı yükseklikte olmasının yanı sıra,

saraym müzesinin de girişiydi. Langdon burayane zaman gelse müzeyi ziyaret ederdi.

Marta onlara koridorda yol göstermek üzereykensanki aklına bir şey gelmiş gibi duraksadı. "Aslınabakarsanız profesör, güzel kız kardeşinizegösterecek daha az ürkütücü bir şeybulamayacağımıza emin inisiniz?"

Langdon nasd cevap vereceğini bilemiyordu.

Sienna, "Ürkütücü bir şey mi göreceğiz?" diyesordu. "Nedir? Bana hiçbir şey anlatmadı."

Marta mahcup bir ifadeyle gülümseyerekLangdon'a baktı. "Profesör, kız kardeşinizeanlatmamı ister misiniz, yoksa kendiniz anlatmayımı tercih edersiniz?"

Langdon fırsatın üzerine atladı. "Elbette Marta,

neden ona sen anlatmıyorsun?"

Marta dönerek yavaş yavaş konuşmaya başladı."Sienna, ağabeyinin sana ne anlattığınıbilmiyorum ama çok sıra dışı bir maske görmekiçin yukarı, müzeye çıkıyoruz."

Sienna'nın gözleri açıldı. "Ne tür bir maske?Karnavallarda giydikleri o çirkin vebamaskelerinden biri mi?"

Marta, "İyi tahmin," dedi. "Ama hayır, bir vebamaskesi değil. Çok daha farklı bir maske. Onaölüm maskesi deniyor."

Langdon'm soluğunu duyan Marta kaşlarınıçatarak ona baktı. Kız kardeşini korkutmak içinböyle davranıyor olmalıydı.

"Ağabeyine bakma," dedi. "Ölüm maskeleri

1500'lerde çok yaygmdı. Bir insan öldüktenbirkaç dakika sonra yüzünün alçısı alınarakyapılırlardı."

Ölüm maskesi. Langdon, Floransa'dauyandığından beri ilk kez zihninin açıldığımhissetti. Dante'nin Cehennemi... Cerca tro-va... Ölümün gözlerinden bakmak... Maske!

Sienna, "Maskeyi yapmak için kimin yüzükullanılmış?" diye sordu.

Langdon elini Sienna'nın omzuna koyup elindengeldiğince soğukkanlılıkla cevaplamaya çalıştı."Ünlü bir İtalyan şairin. İsmi, Dante Alighieri."

Akdeniz güneşi, Adriyatik'in dalgalannda hafifçesallanan The Mendacium'un güvertesindeparıldıyordu. Kendini bitkin hisseden Amir, ikincibardak viskisini dikip, çalışma odasının

penceresinden dışarı boş gözlerle baktı.

Floransa'dan gelen haberler iyi değildi.

Belki de uzun zamandır ilk kez alkol aldığı içindiama sanki gemisinin motorları durmuş veakıntıya kapılmış gibi... kendini birden şaşkın vegüçsüz hissetmeye başlamıştı.

Bu, Amir'in yabancı olduğu bir histi. Protokol,onun dünyasında daima güvenilir bir pusulaydı veasla şaşmazdı. Onun sayesinde, gözü asla arkadakalmadan zor kararlar alırdı.

Vayentha'nın reddedilmesini öngören protokoldüve Amir, hiç tereddüt etmeden yerine getirmişti.Şu kriz geçtiği anda onunla ilgileneceğim.

Müşterileri hakkında en az bilgiyi edinmek yineprotokol gereğiydi. Konsorsiyum'un, müşterileri

yargılamak gibi bir etik sorumluluğubulunmadığına yıllar önce karar vermişti.

Hizmeti ver.

Müşteriye güven.

Soru sorma.

Çoğu şirketin direktörü gibi Amir de verdiğihizmetlerin yasalar çerçevesinde yürütüldüğüvarsayımıyla hareket ederdi. Okul önündengeçerken annelerin hız yapmaları Volvo'nun

sorumluluğunda değildi; ayrıca bilgisayarlarındanbiriyle bir banka hesabına girilmesinden Dellsorumlu tutulamazdı.

Şimdi, her şey meydana çıkarken Amir, bumüşteriyi Konsorsiyum'a tavsiye eden aracıya

içinden lanet ediyordu.

Aracı, "Fazla çaba gerektirmeyecek, kolay parakazanacağınız bir iş olacak," diyerek onu iknaetmişti. "Bu adam müthiş biri, kendi sahasında biryıldız ve felaket zengin. Sadece bir süreliğineortadan kaybolması gerekiyor. Önemli bir projeüstünde çalışmak için her şeyden uzak, birazzaman geçirmek istiyor."

Amir fazla düşünmeden kabul etmişti. Uzunsüreli yer değiştirmeler daima kolay parakazandırırdı. Ayrıca, aracının önsezilerinegüveniyordu.

Tam de beklediği gibi, kolay para kazandıran biriş olmuştu.

Ta ki, geçen haftaya kadar.

Şimdi, bu adamın yarattığı kaosun eşiğindekiAmir, bir şişe viskinin çevresinde dolanıyor vemüşterisine karşı sorumluluğunun sona ereceğidaha kaç günü kaldığını hesap ediyordu.

Masasındaki telefon çaldığında, en iyiyöneticilerinden biri olan Knowlton'ın aradığınıgördü.

"Evet," diye cevap verdi.

Knovvlton tedirgin bir tonla, "Efendim," diyebaşladı. "Sizi böyle bir şey için rahatsız etmekistemezdim ama bildiğiniz gibi, yarın medyaya birkayıt göndermekle yükümlüyüz."

Amir, "Evet," diye karşılık verdi. "Hazır mı?"

"Hazır ama göndermeden önce görmekisteyebilirsiniz diye düşündüm."

Bu yoruma şaşıran Amir duraksadı. "Kayıttaismimiz mi geçiyor veya bir şekilde bizi tehlikeyemi atıyor?"

"Hayır efendim fakat içeriği hayli rahatsız edici.Müşteri ekranda beliriyor ve..."

"Dur bakalım orada," diye çıkışan Amir, tecrübelibir yöneticinin, protokole aykırı bir şey yapmayıönermeye nasıl cesaret edebildiğine şaşırmıştı."İçeriği önemsiz. Her ne söylerse söylesin, bukayıt biz olsak da olmasak da yayımlanacaktı.Müşteri, bu kaydı elektronik ortamda da çokkolay bir şekilde yayımlayabilir-di ama işi bizeverdi: Bize para ödedi. Bize güvendi."

"Evet efendim."

Amir, "Film eleştirisi yapmak için işe alınmadın,"diyerek azarladı Knowlton'ı. "Verilen sözü

tutmak için işe almdın. İşini yap."

Vecchio Köprüsü'ndeki Vayentha, köprüdekiyüzlerce simayı tararken bekledi. Tetikteydi veLangdon'm henüz yanından geçmediğine emindiama helikopterin sesi kesilmişti; takip etmesineartık gerek kalmadığı anlaşılıyordu.

Brüder onu yakalamış olmalı.

İstemeden, Konsorsiyum'un soruşturmayapabileceği korkunç ihtimalini düşünmeyebaşladı. Veya daha beterini.

Vayentha bir kez daha reddedilen iki ajanıgözünde canlandırdı... Onlardan bir daha hiçhaber alamamıştı. Başka bir işe girmişlerdir,diye kendini telkin etti. Yine de motorunuToscana tepelerine sürüp ortadan kaybolmayı veyeni bir hayat kurmak için yeteneğinden

faydalanmayı düşünmüyor değildi.

Ama onlardan ne kadar kaçabilirim?

Konsorsiyum birini takibe aldı mı, mahremiyetinhayal olduğunu pek çok hedef ilk eldenöğrenmişti. An meselesiydi.

Konsorsiyum'daki on iki yıllık görevinin, bir dizişanssızlık yüzünden sona erdiğini kabul etmektegüçlük çekerken, kariyerim böyle mi sonaerecekti, diye düşündü. Konsorsiyum'un yeşilgözlü müşterisinin ihtiyaçlarını bir yıldırkarşılıyordu. İntihar etmesi benim suçumdeğildi... ama şimdi ben de onunla birlikteaşağıya düşüyorum.

Kurtuluşu için tek şansı, Brüder'i yenmekti...ama bunun uzak bir ihtimal olduğunu daha enbaşmdan biliyordu.

Dün gece bir şansım vardı amabaşaramadım.

Vayentha isteksizce motosikletine dönerken,aniden uzaktan gelen sesler duydu... tanıdık birvınlama sesi.

Şaşkınlıkla başını kaldırıp baktı. Takip helikopteri,bu kez Pitti Sarayı'nm en uzak ucundan yenidenhavalanmıştı. Vayentha minik aracın sarayınüzerinde ümitsizce daireler çizdiğini gördü.

Helikopterin devreye girmesinin tek bir anlamıolabilirdi.

Langdon'ı hâlâ ele geçiremediler!

Hangi cehennemde?

Kulak tırmalayıcı vınlama, Dr. ElizabethSinskey'yi bir kez daha kendine getirdi.Helikopter yeniden mi havalandı? Amasanmıştım ki...

Aynı genç ajanın yanında oturduğu arka koltuktakıpırdandı. Acı ve mide bulantısıyla savaşarakyeniden gözlerini kapattı. Ama en çok, korkuylasavaştı.

Zaman daralıyor.

Düşmanı intihar etmiş olsa da rüyalarında hâlâonun, Dış İlişkiler Konseyi'nin karanlığında nutukçektiğini görüyordu.

Yeşil gözleri parlarken, "Birinin böyle cesur bireylemde bulunması önemsiz,” diyordu. "Bizyapmazsak kim yapacak? Şimdi değilse, ne

zaman?"

Elizabeth elinde imkân varken önu durdurmasıgerektiğini biliyordu. O toplantıdan hışımla çıkıp,Manhattan üzerinden JFK UluslararasıHavalimam'na giderken limuzinin arka tarafındaöfkeden alevler saçtığını asla unutmayacaktı. Bumanyağın kim olduğunu öğrenmek niyetiyle,çektiği fotoğrafa bakmak için cep telefonunuçıkarmıştı.

Fotoğrafı gördüğünde, yüksek sesle nefesvermişti. Dr. Elizabeth Sinskey, bu adamın kimolduğunu çok iyi biliyordu. İşin iyi yanı, onukolaylıkla takip edebileceklerdi. Kötü habersekendi sahasında bir dâhi olan bu kişinin çoktehlikeli biri olmayı seçmesiydi.

Hiçbir şey, amacı olan bir dehadan dahayaratıcı... daha yıkıcı değildir.

Yarım saat sonra havalimanına vardığında,ekibini aramış ve bu adamı yeryüzündeki tümilintili kuruluşların -CLA, CDC, ECDC vebunların dünyadaki tüm kardeş kuruluşları-biyoterö-rist listesine yazdırmıştı.

Cenova'ya dönene kadar tüm yapabileceğimbu, diye düşünmüştü.

Yorgunbir halde bagajım check-in'e götürmüş vepasaportuyla biletini görevliye uzatmıştı.

Görevli gülümseyerek, "Ah, Dr. Sinskey,"demişti. "Çok hoş bir beyefendi az önce size birmesaj bıraktı."

"Anlayamadım?" Elizabeth'in tanıdığı hiç kimseonun uçuş bilgilerine erişemezdi.

Görevli, "Çok uzun boylu biriydi," dedi. "Yeşilgözlü."

Elizabeth'in çantası elinden yere düşmüştü.Burada mı? Nasıl?! Dönüp arkasındaki yüzlerebakmıştı.

Görevli, "Gitti," demişti. "Ama size bunuvermemizi istedi." Elizabeth'e katlanmış bir kâğıtuzatmıştı.

Elizabeth titreyen elleriyle kâğıdı açmış veelyazısıyla yazılmış notu okumuştu.

Dante Alighieri'nin eserinden ünlü bir alıntıydı.

Cehennemin en karanlık yerleri

Buhran zamanlarında

Tarafsız kalanlara ayrılmıştır.

Marta Alvarez bitkin bir ifadeyle Beş YüzSalonu'ndan ikinci kattaki müzeye çıkan dikmerdivene baktı. İçinden, posso farcela, diyedüşündü. Bunu yapabilirim.

Vecchio Sarayı'nın kültür ve sanat yöneticisi olanMarta bu basamakları sayısız kez çıkmıştı amasekiz aylık hamile olduğu için son zamanlarda butırmanış ona çok yorucu geliyordu.

Onun için endişelenen Robert Langdon sarayaengelli ziyaretçiler için yerleştirilmiş küçük servisasansörünü göstererek, "Marta, asansörükullanmak istemeyeceğimize emin misin?" diyesordu.

Marta minnettar bir ifadeyle gülümseyerekbaşmı iki yana salladı. "Size dün akşam da

söylediğim gibi, doktor egzersizin bebek için iyiolduğunu söylüyor. Ayrıca profesör, kapalımekân korkunuz olduğunu biliyorum."

Langdon onun bu açıklamasıyla oldukçaşaşırmıştı. "Ah, doğru. Bundan bahsettiğimiunutmuşum."

Marta şaşırarak, bundan bahsettiğini unutmuşmu, diye düşündü. Üzerinden on iki saat bilegeçmedi, çocukken geçirdiği kazanınkorkuya dönüştüğünü enine boyunakonuştuk.

Geçen akşam Langdon'a eşlik eden obezarkadaşı il Duomino yukarıya asansörleçıkarken Langdon yürüyerek Marta'ya eşliketmişti. Langdon yolda çocukken kullanılmayanbir kuyuya dü-

şüşünü ve q günden sonra kapalı alankorkusunun başladığını çok canlı biranlatımla onunla paylaşmıştı.

Kız kardeşi, atkuyruğunu sallayarak öndenilerlerken, Langdon, Marta'nın soluklanması içinbirkaç kez durarak merdivenleri birliktetırmandılar. Marta, "Maskeyi yeniden görmekistemenize şaşırdım," dedi. "Floransa'daki diğereserlerin yanında bu biraz yavan kalıyor."

Langdon yorum yapmadan omzunu silkti."Buraya, onu Sienna'nın da görmesi için geridöndüm. Bu arada, bizi tekrar içeri aldığınız içinteşekkür ederim."

"Tabüki."

Langdon'm şöhreti, dün akşam Marta'yı galeriyikendisi için açmaya ikna etmeye yetebüirdi ama

ü Duomino ile birlikte gelmiş olması kadınazaten başka bir seçenek bırakmamıştı.

II Duomino olarak da tarunan Ignazio Busoni,Floransa'mn kültürel çevresinde önemli bir isimdiMuseo dell'Opera del Duomo'nun0) uzun sürediryöneticisi olan Ignazio, Floransa'mn bu enmeşhur tarihi eserini, hem tarihe hem deFloransa'mn süu-etine hâkim olan kırmızı kubbelidevasa katedralini her yönden gözetirdi Kentinsimgesine olan tutkusu, yaklaşık iki yüz kilolukvücut ağırlığı ve sürekli kırmızı yüzü nedeniyle,ortaya "küçük kubbe"-"il Duomino" anlamınagelen iyi niyetli bir f^kma ismin çıkmasına sebepolmuştu.

Marta, Langdon'm il Duomino'yn neredentanıdığını bilmiyordu ama il Duomino geçenakşam aramış ve Dante'nin ölüm maskesini özel

olarak göstermek için bir misafir getirmekistediğini söylemişti. Gizemli misafirin Amerikalıünlü simgebilim uzmanı ve sanat tarihçisi RobertLangdon olduğu ortaya çıkınca, bu iki ünlüadama sarayın galerisine kadar eşlik edecekolmak Marta'yı çok heyecanlandırmıştı.

Merdivenin sonuna vardıklarında Marta ellerinikalçalarına koyup derin derin nefes aldı. Siennaçoktan balkona varmış, tırabzandan aşağıya, BeşYüz Salonu'na bakıyordu.

(1) Katedral Sanat Eserleri Müzesi

Marta nefes nefese, "Salonun en sevdiğimmanzarası," dedi. "Duvar resimlerini tamamıylafarklı bir açıdan görüyorsunuz. Sanırım,ağabeyiniz şuradakinin içinde yazılı olan gizlimesajdan bahsetmiştir?"

Sienna şevkle başını salladı. "Cerca trova"

Langdon odayı incelerken Marta onu izledi.Asma kat pencerelerinin ışığında Langdon'mgeçen akşamki kadar çarpıcı görünmediğini farketti. Yeni takımını beğenmişti ama tıraş olsa iyiolurdu, yüzü solgun ve yorgun görünüyordu.Aynca, geçen akşam saçları gür ve bakımlıydı,bu sabah ise mattı, sanki duş yapmamış gibiydi

Marta, Langdon onun bakışlarını yakalamadanduvar resmine döndü. "Cerca trorn ile tamolarak aynı hizada duruyoruz," dedi "Kelimeleriçıplak gözle görebilirsiniz."

Duvar resmi Langdon'ın kız kardeşinin pekilgisini çekmemiş gibiydi "Bana, Dante'nin ölümmaskesinden bahsedin. Neden burada,. VecchioSarayfnda?"

Marta içinden homurdanarak, ağabey kardeşaynılar, diye düşündü. Maskenin neden bukadar çok ilgilerini çektiğini hâlâ anlayamamıştı.Ama yine de Dante'nin ölüm maskesinin çokgarip bir hikâyesi vardı ve ondan bu kadarçılgınca etkilenen ilk kişi Langdon değildi,özellikle de son zamanlarda. "Pekâlâ, Dantehakkında neler biliyorsun?"

Genç ve güzel kadm omzunu silkti. "Herkesinokulda öğrendiği kadarını. Dante, ünlü Mr Italyanşair. Cehenneme yaptığı hayali yolculuğu anlatanİlahi Komedya’yı yazmış."

Marta, "Kısmen doğru," dedi "Şiirinde Dantesonunda cehennemden kaçar, araftan geçer vesonunda cennete varır. Eğer İlahi Komedya'yıakuduysan, yolculuğunun üç kısma ayrıldığınıgörmüşsündür; Cehennem, Araf ve Cennet"

Marta balkondan müze girişine doğra kendisinitakip etmelerini işaret etti. "Ama maskeninburada, Vecchio Sarayı'nda bulunmasınınnedeninin İlahi Komedya île hiçbir ilgisi yok.Dante, Floransa'da yaşamış ve bu şehri birinsanın bir şehri sevebileceğinden çok daha fazla

209

Cehennem / E: 34

sevmiş. Çok seçkin ve nüfuzlu bir Floransalıymışama siyasi güç el değiştirince Dante yanlış tarafıdesteklediği için sürgüne gönderilmiş; şehirduvarlarından dışarı atılmış ve bir daha asla geridönmemesi söylenmiş."

Müze girişine yaklaşırlarken Marta soluklanmak

için durdu. Ellerini tekrar kalçalarına koyupgeriye doğru yaslandı ve konuşmaya devam etti."Bazı kişiler, sürgün yüzünden Dante'nin ölümmaskesinin bu kadar üzgün olduğunu söylüyorama benim başka bir teorim rar. Ben birazromantiğim ve bu üzgün yüzün sebebinin Beatri:eadında bir kadın olduğunu düşünüyorum. Dantehayatı b( yunca Beatrice Portinari adında gençbir kadmı sevmiş. Ama r ; yazık ki, Beatricebaşka bir adamla evlenmiş. Böylece, Dant: aemçok sevdiği Floransa hem de derin bir aşklasevdiği kadri olmadan yaşamak zorunda kalmış.Beatrice'ye olan aşkı, İlahi Komedya'nınanafikrini oluşturur."

Sienna tek bir kelimesini duymamış olduğuizlenimi veren bir ses tonuyla, "Çok ilginç," dedi."Ama yine de ölüm maskesinin neden sarayıniçinde tutulduğunu hâlâ anlayamadım."

Marta, genç kadının ısrarını hem tuhaf hem debiraz saygısızca buldu. Tekrar yürümeyebaşlayarak, 'Tamam," dedi. "Dante'nin ölüsününbile Floransa'ya girmesi yasaktı, bu yüzdencesedi Ravenna'ya gömülmüştü. Ama gerçekaşkı Beatrice, Floransa'da gömülü olduğu için veDante, Floransa'yı çok sevdiği için ölümmaskesini buraya getirerek onuonurlandırabileceğimi-zi düşündük."

Sienna, "Bu çok hoş," dedi. "Peki, neden özelliklebu bina seçildi?"

"Vecchio Sarayı, Floransa'nm en eskisembolüdür ve Dante' nin zamanında şehrinkalbiydi. Aslında, katedralde Dante'yi şehrinduvarlanmn dışında dururken gösteren ünlü birtablo var, arka planda çok sevdiği saray kulesigörünüyor. Ölüm maskesinin burada olması bizesonunda Dante'nin yuvasına dönmesine izin

verildiğini hissettiriyor."

Sonunda tatmin olmuşa benzeyen Sienna,"Anlıyorum," dedi. "Teşekkür ederim."

Müzenin kapısına vardıklarında Martha üç kezkapıyı tıklattı. "Sono io, Marta!Buongiorno!"m

İçeride anahtarlar şıngırdadı ve kapı açıldı.Yaşlıca bir bekçi yorgun bir ifadeyle onagülümseyip saatini kontrol etti. Gülümseyerek,

"E un po'presto,"{2) dedi.

Marta ona nedenini açıklamak için Langdon'ıgösterdi ve bekçinin yüzü anında aydınlandı.

"Signore! Bentornato!"0)

Bekçi onları içeri alırken Langdon sevimli bir

ifadeyle, "Gra-zie," dedi.

Küçük bir giriş salonunda ilerlediler. Bekçi,güvenlik sistemini devre dışı bırakıp ikinci, dahaağır kapıyı açtı. Kapı açılırken kenara çekildi vekolunu gösterişli bir hareketle yana doğru açarak,

“Ecco il museo!"m dedi.

Marta gülümseyerek ona teşekkür edipmisafirlerini içeri

aldı.

Bu müzeyi oluşturan alan aslında bir devletdairesi olarak tasarlanmıştı. Bu yüzden, geniş veaçık bir galeri alanından çok, binanın yarısınısaran orta büyüklükte odalar ve koridorlardanoluşan bir labirentti.

Marta, Sienna'ya, "Dante'nin maskesi köşede,"

dedi. "L'andito denilen dar alanda sergileniyor.Aslında burası iki büyük odanın arasındaki birgeçit. Maske, yan duvardaki antika dolabıniçinde duruyor, onunla aynı hizaya gelene kadargöremiyorsunuz. Bu yüzden, birçok ziyaretçimaskeyi fark etmeden yanından geçip gidiyor!"

Langdon gözlerini ileri dikmiş adımlarınıhızlandırmıştı. Maskenin onun üzerinde tuhaf biretkisi varmış gibiydi. Marta, Sienna'yı dürterek,"Ağabeyinin diğer eserlerimizle hiç ilgilenme-

(1) "Benim, Marta! İyi günler!"

(2) "Biraz erken.''

(3) 'Tekrar hoş geldiniz!"

(4) "İşte müze!"

diği çok açık, ama hazır buradayken, Machiavellibüstünü veya Harita Salonu'ndaki MappaMundi küresini kaçırmamalısın."

Sienna kibarca başını sallayıp yürümeye devametti. Marta onun hızına güçlükle ayakuydurabiliyordu. Üçüncü odaya vardıklarındabiraz geride kalmıştı ve sonunda aniden durdu.

Nefes nefese, "Profesör?" diye seslendi. "Belkide... maskeyi görmeden önce... galerinin birkısmım... kardeşinize siz... göstermek istersiniz?"

Langdon sanki çok uzaklardan şimdiki zamanadönmüş gibi dalgın bir ifadeyle dönerek,"Efendim?" dedi.

Marta nefes nefese yakındaki bir vitrini işaretetti. "En eski... İlahi Komedya kopyalarındanbirini?"

Langdon sonunda Marta'nın alnını silereksoluklanmaya çalıştığını fark edince çok utandı."Marta, beni affet! Tabii ki metne bir göz atmakharika olur."

Langdon hızla geri dönüp Marta'nın kendileriniantika vitrinin yanma götürmesini bekledi. İçinde,yıpranmış deri ciltli bir kitap vardı. Kaligrafiktarzda başlık verilmiş bir sayfası açık olarakduruyordu: La Divina Commedia: DanteAlighieri.

Langdon şaşırmış bir ifadeyle, "İnanılmaz," dedi."Baş sayfayı hatırladım. Orijinal Numeisterbaskısının sizde olduğunu bilmiyordum!"

Marta şaşkın bir halde, tabii ki biliyordunuz,diye düşündü. Size dün akşam bunugösterdim.

Langdon telaşla Sienna'ya, "Johann Numeister,1400'lerin ortalarında bu eserin ilk baskısınıçıkarttı. Yüzlerce kopya basılmıştı ama yalnızcaon tane kadarı günümüze ulaştı," diye açıkladı.

Marta, Langdon'm kız kardeşine hava atabilmekiçin şimdiye kadar aptalı oynadığını düşünmeyebaşlamıştı. Bu, akademik çevrelerdealçakgönüllülüğüyle tanınan bir profesöre hiçyakışmayan bir küstahlıktı.

Marta, "Bu kopya, Laurentian Kütüphanesi'ndenödünç alındı," diye belirtti. "Eğer, henüz orayagitmediyseniz, mutlaka gitmelisiniz. Michelangelotarafından tasarlanmış, dünyanın ilk halkkütüphanesine çıkan muhteşem bir merdivenivardır. Oradaki kitaplar kimsenin alıpgötürmemesi için koltuklara zincirlenmiştir. Tabiiki oradaki kitapların birçoğu dünyadaki tek

kopyalardır."

Sienna müzeyi daha derinden incelerken, "Çoketkileyici," dedi. "Maske şu tarafta mıydı?"

Bu acele niye? Marta'nm soluklanabilmek içinbir dakikaya daha ihtiyacı vardı. "Evet, ama bunuduymak isteyeceğinizden eminim." Bir nişinyukarısını işaret ederek, tavanm içinde kaybolanküçük bir merdiven gösterdi. "Bu, çatı kirişindekibir seyir platformuna çıkıyor, buradan Vasari'ninünlü asma tavanına bakabilirsiniz. Eğer bakmakisterseniz, ben burada seve seve..."

Sienna lafmı keserek, "Lütfen Marta/' dedi."Maskeyi görmek istiyorum. Zamanımız birazkısıtlı."

Marta şaşkın bir ifadeyle genç ve güzel kadınabaktı. Yabancıların birbirlerine ilk isimleriyle

hitap etmelerinden hiç hoşlan-mazdı. İçinden,ben Signora Alvarez, diye geçirdi. Ve buradasana iyilik yapıyorum.

Marta terslenerek, "Tamam, Sienna," dedi."Maske şu tarafta."

Marta, Langdon ve kız kardeşine bilgi vermekledaha fazla zaman kaybetmedi Geçen akşamLangdon ve il Duomino dar l'andito'dayaklaşık yarım saat maskeyi incelemişlerdi.Adamların maskeye olan ilgileri karşısındameraklanan Marta, bu ilgilerinin maskenin geçenyıllar içinde başına gelen sıra dışı olaylarla birilgisi olup olmadığını sormuştu. Langdon ve ilDuomino ona gerçek bir cevap vermemişlerdi.

Şimdi, l'andito'ya yaklaşırlarken Langdon, kızkardeşine ölüm maskesi yapmak için kullanılan

basit yöntemi anlatıyordu. Marta, Langdon'meksiksiz tarifini duyunca memnun oldu. İlahiKomedya'nın müzedeki nadir kopyasını dahaönce görmemiş gibi numara yapüğı haline hiçbenzemiyordu.

Langdon, "Ölümden kısa bir süre sonra," diyeaçıkladı. "Müteveffa gömülmeye hazırlanır veyüzü zeytinyağıyla kaplanırdı. Sonra, derininüzerine ıslak alçı tabakası sürülür ve saççizgisinden boynuna kadar her yeri -ağzı, burnu,gözkapaklan-bununla kaplanırdı. Alçı kuruyuncakolayca yüzden kaldırılır ve yeni alçınındöküldüğü bir kalıp olarak kullanılırdı. Bu alçısertleşip müteveffanın yüzünün son derecedetaylı bir replikası haline gelirdi. Bu işlemözellikle, seçkin kişilerin ve -Dante, Shakespeare,Voltaire, Tasso, Keats- gibi dâhilerin hatıralarımyâd etmek için yaygın olarak kullandırdı."

L'andito'nun dışına vardıklarında Marta, "İşte,sonunda geldik," dedi. Kenara çekilip Langdon'mkız kardeşine önden geçmesini işaret etti "Maskesolda, duvara yaslanmış vitrinin içinde. Güvenlikkordonunun dışında kalmanızı rica ediyoruz."

"Teşekkürler." Sienna dar koridora girip vitrinedoğru yürüdü. İçindekini görünce gözlerikocaman açıldı ve korku dolu bir ifadeyle dönüpağabeyine baktı.

Marta bu tepkiyi bin kez görmüştü. Ziyaretçilergenellikle maskeyi; Dante'nin ürkütücü yüzünü,kemerli burnunu ve kapalı gözlerini ilkgördüklerinde irkilerek geri çekilirlerdi.

Langdon da Sienna'nm arkasından içeri girdi vetam arkasında durup vitrine baktı. Anında geriçekildi, onun yüzünde de şok ifadesi vardı.

Marta homurdandı. Che esageratoPArkalarından içeri girdi. Ama o da dolabın içinebakınca nefesi kesildi. Oh, mio DioP MartaAlvarez, Dante'nin tanıdık yüzünü görmeyibekliyordu ama bunun yerine, dolabın kırmızısaten kaplaması ve maskenin normalde asılıdurduğu çiviyle karşılaştı.

Marta ağzını kapatıp dehşet içinde boş sergimahfazasına baktı. Nefesleri sıklaştı ve destekalmak için kordonlara tutundu. Sonunda, gözleriniboş dolaptan ayırdı ve ana girişteki gecebekçilerine doğru yürüdü.

Çıldırmış gibi, "La maschera di Dante!" diyebağırıyordu. "La maschera di Dante! Lamaschera di Dante i sparita!"0)

(1) Ne abartı.

(2) Aman Tanrım!

(3) "Dante'nin maskesi yok!"

arta Alvarez kamına yayılan gerginliğe doğumsancısının değil, paniğin sebep olmasını diledi.

Dante'nin ölüm maskesi yok!

M

L'andito'ya varıp boş vitrini gören iki güvenlikgörevlisi şimdi dikkat kesilmiş ve hareketekoyulmuşlardı. İçlerinden biri, dün geceningüvenlik kamerası çekimlerini almak için yantaraftaki kayıt kumanda odasına koşarken, diğeripolise soygunu haber verdiği telefonu yenikapatmıştı.

Güvenlik görevlisi telefonu kaparken Marta'ya,

"La polizia arrivera tra venti minuti!''m dedi.

"Venti minutP."a) diye sordu. "Büyük bir sanatsoygunu oldu!" Görevli, şehirdeki polislerinçoğunun çok daha büyük bir krizle uğraştığınınve gelip rapor tutması için müsait bir memurbulmaya çalıştıklarının söylendiğini anlattı.

“Che cosa potrebbe esserci di piü grave?"i3)diye heyecanla ba-ğırdı.

Langdon ile Sienna birbirlerine endişeyle bakmcaMarta tüm bunların iki ziyaretçiye fazla geldiğinihissetti. Şaşmamak gerekir. Maskeye şöyle birbakmak için durmuşken, şimdi büyük bir sanat

(1) "Polis yirmi dakika içinde gelecek!"

(2) "Yirmi dakika?"

(3) "Bundan daha ciddi bir şey olabilir mi?"

soygununa şahit oluyorlardı. Birisi, dön gecebir şekilde galeriye girmiş ve Dante'ninölüm maskesini çalmıştı.

Marta müzede çalınacak daha değerliparçalar bulunduğunu biliyordu; bu yüzdenşükretmeye çalıştı. Yine de bu, müzetarihinde bir ilkti. Protokolü bile bilmiyorum!

Birden gücünün tükendiğini hissedenMarta, yeniden kordonlara dayanıp destekaldı.

Dün geceki olayları Marta'ya yenidenanlatan iki güvenlik görevlisi de duruma biranlam veremiyormuş gibi görünüyordu:

Saat onda Marta, ü Duomino ve Langdon ilebirlikte içeri girmişti. Kısa süre sonra, üçlübirlikte dışarı çıkmıştı. Güvenhkçilerkapılan kilitlemiş, alarmı çalıştırmıştı vebildikleri kadarıyla, o andan itibaren içerigiren veya dışarı çıkan kimse olmamıştı.

Marta, İtalyanca, "imkânsız!" diye bağırdı."Dün gece üçümüz dışarı çıkarken maskeburadaydı, bu yüzden birisi galerinin içindekalmış olmalı."

Avuçlarım çeviren görevliler şaşkmgörünüyordu. “Noi non abbiamo vistonessuno!”*0

Polis yola çıkmıştı. Marta hamilevücudunun elverdiğince hızlı bir şekildegüvenlik odasına doğru ilerledi. Langdon

üe Sienna ise, hemen ardından onu takipettiler.

Marta, güvenlik kaydı, diye döşündü. Düngece burada kimin olduğunu gösterecektir!

<r

Üç blok ötedeki Vecehio Köprüsünde birçift polis memuru kalabalığın arasınakarışıp, her yere Langdon'm fotoğraflarımasarken, Vayentha gölgelere saklandı.

Polisler yaklaşırken içlerinden birinintelsizi azırdadı, tüm birimlerin dikkatineyapılan rutin bir duyuruydu. İtalyanca olanduyuru kısa olsa da Vayentha anafikrianlamıştı: Vecehio Sarayı'nm yakınlarındakipolisler, müzede tutanak tutmak için yerinibildirsin.

Polisler fazla tepki vermedi ama Vayenthakulaklarını iyice açıp dinlemişti.

II Museo di Palazzo VecchioT®

Dün geceki yenilgi, yani kariyerini yok edenfiyasko, Vecchio Sarayı'nın hemen dışındaki arasokakta meydana gelmişti.

İki kelime hariç, çoğunluğu anlaşılmaz, telsizcızırtısıyla karışık, İtalyanca polis duyurusudevam ediyordu: Dante Alighieri.

Vücudu bir anda gerildi Dante Alighieri mi?!Bu kesinlikle tesadüf olamazdı. Vecchio Sarayıyönüne döndü ve binaların tepesinden bakanmazgallı kulesinin yerini buldu'.

Acaba müzede tam olarak ne oldu, diyedüşündü. Ve ne zaman?

Vayentha, istisnalar bir yana, rastlantınıninsanların sandığından daha nadir gerçekleştiğinibilecek kadar uzun zamandır saha analistiydi.Vecchio Sarayı Müzesi... ve Dante? BununLangdon'la ilgisi olmalıydı.

Vayentha ilk başından beri, Langdon'm eskişehire döneceğinden şüpheleniyordu; her şeyinçözülmeye başladığı dün gece Langdon eskişehirdeydi.

Langdon şimdi gün ışığında, aradığı şey her neise onu bulmak için Vecchio Müzesi civarınatekrar dönmüş olmalıydı. Langdon'm eski şehregirmek için köprüden geçmediğine emindi. Başkabir sürü köprü vardı ama hepsi de BoboliBahçelerinden yürünemeyecek kadar uzaktı.

Aşağıda, dört kişilik ekibi olan bir kayığın,köprünün altından karşıya geçtiğini fark etti.

Üstünde SOCIETA CANOTTIERIFIRENZE/FLORENCE ROWING CLUByazıyordu. Kayığın kırmızı beyaz kürekleri,mükemmel bir ahenkle inip kalkıyordu.

Langdon karşıya geçmek için tekneye binmişolabilir mi? Pek öyle gelmiyordu, ayrıca içindenbir ses ona, Vecchio Müzesi ile ilgili polisduyurusunu dikkate alması gerektiğinisöylüyordu.

(1) Vecchio Sarayı Müzesi?

Bir kadın aksanlı İngilizcesiyle, "Tüm kameralar

dışarı, per favore!"m diye bağırdı.

Vayentha döndüğünde, Vecchio Köprüsü'ndengeçerken bir sopanın ucundaki turuncu ponponusallayarak ardındaki turist sürüsünü ördekler gibi

peşine takan kadm rehberi gördü.

Ponponunu havaya kaldırıp bakışları yukarıyönlendiren rehber, daha önce pratiği yapılmış bircoşkuyla, "Başınızın üstündeki Vasari'nin enbüyük başyapıtı!" dedi.

Vayentha daha önce fark etmemişti amadükkânların üstünde dar bir ev dizisi gibi uzanan,ikinci bir kat daha vardı.

Rehber, "Vasari Koridoru," dedi. "Yaklaşık birkilometre uzunluğundadır. Medici ailesine, PittiSarayı ile Vecchio Sarayı arasında güvenli birgeçiş imkânı sağlıyordu." 4

Yukarıdaki tünel benzeri yapıya bakarkenVayentha'nm gözleri büyüdü. Koridoru dahaönce duymuştu ama hakkında çok az şeybiliyordu.

Vecchio Sarayına mı gidiyor?

Rehber, "Bugün bile, VIP bağlantıları olan çok azkişi bu koridora girebilir," diyerek devam etti."Burası Vecchio Sarayı'ndan BoboliBahçeleri'nin güneydoğu köşesine uzananharikulade bir sanat galerisidir."

Vayentha bundan sonra rehberin söyledikleriniduymadı.

Motosikletine doğru koşmaya başlamıştı bile.

(1) "Lütfen!' 218

Marta ve diğer iki güverılikçiyle birlikte kayıtkumanda odasına sığışırlarken, Langdon'mkafasındaki dikişler yeniden zonklamayabaşlamıştı. Bu sıkışık yer, bir dizi vınlayan sabitsürücü ve bilgisayar ekranıyla ancak bir vestiyer

büyüklüğündeydi. içerisi boğucu derecede sıcaktıve sigara kokuyordu.

Langdon bir anda duvarların üzerine geldiğinihissetti.

Marta, l'andito'mın kapının üstünden çekilmişsiyah beyaz, karıncalı bir kaydını oynatanmonitörün önündeki sandalyeye geçti. Ekrandakitarih dün sabahın, yani tam olarak yirmi dört saatöncesinin kaydı olduğunu gösteriyordu: Müzeaçılmadan hemen önce, Langdon ile gizemli ilDuomino o akşam gelmeden çok önce.

Görevli, kaydı ileri sararken Langdon, acelecipaytak adımlarla l'andito'ya akm eden turistleriseyretti. Bu açıdan maske görünmüyordu amaturistler bakmak veya fotoğrafını çekmek içindurduğundan hâlâ vitrinde olduğu anlaşüıyordu.

Polisin yola koyulduğunun bilincinde olanLangdon, lütfen acele et, diye düşündü. Siennaile izin isteyip kaçmayı düşündü ama bu kaydıgörmeleri gerekiyordu: Görecekleri, nelerdöndüğüne dair birçok soruyu cevaplayacaktı.

Kayıt şimdi daha hızlı ilerliyordu; salondaakşamüstü gölgeleri belirmeye başlamıştı.Kalabalık azalıp, en sonunda

kimse kalmaymcaya kadar turistler girip çıktı.Ekrandaki saat şeridi 17.00'yi geçtiğinde müzeninışıklan kapandı ve ortalık sakinleşti.

Beş. Kapanış saati.

Sandalyesinde ileri doğru eğilip ekrana bakan

Marta, "Au-menti la velocitâ,"a) diye emretti.

Görevli kaydı oynatmaya devam ederken saat

şeridi hızla ilerledi ve sonra birden, saat 22.00civannda müzenin ışıklan yeniden yandı.

Görevli hemen kaydı yavaşlatıp normal hızındaoynatmaya başladı.

Az sonra, Marta Alvarez'in hahıile bedenigörüntüye girdi. Hemen ardmdaki Langdon,Harris Tvveed Camberley ceketi, ütülüpantolonu ve ince mokasenleriyle peşinden içerigirdi. Yürürken gömlek kolunun altından çıkanMickey Mouse saatinin pırıltısını bilegörebiliyordu.

İşte oradayım... vurulmadan önce.

Langdon'a, hiç hatırlamadığı şeyler yaptığımseyretmek son derece rahatsız edid gelmişti.Dün gece buradaymışım... ölüm maskesinemi bakmışım? O an ve şimdi arasında, bir

şekilde kıyafetlerini, Mickey Mouse saatini vehayatından iki günü kaybetmeyi başarmıştı.

Kayıt ilerlerken, daha yakından görebilmek içinSienna'yla birlikte Marta ve görevlilerin hemenarkasma sığıştılar. Sessiz kayıt, Langdon ileMarta'run vitrinin önüne gelip, maskeyehayranlıkla baktıklarım göstererek sürdü. Onlarbunu yaparken, arkalarındaki kapıyı geniş birgölge kararttı ve görüntüye aşın obez bir adamgirdi. Taba rengi bir takım elbise giymişti; elindebir evrak çantası vardı ve kapıdan zor geçiyordu.Fırlayan göbeğinin yamnda Marta büe minyonkalıyordu.

Langdon adamı görür görmez tanımıştı.Ignazio?!

Sienmnm kulağına, "Bu Ignazio Busoni," diyefısıldadı. "Museo dell'Opera del Duomo'nun

müdürü. Yıllardır tanıdığım biri. Ama ona ilDuomino denildiğini daha önce duymamıştım."

Sienna sessizce, "Uygun bir yakıştırma," diyekarşüık verdi.

Langdon önceki senelerde, II Duomo'nun tarihive bazı sanat eserleriyle ilgili Ignazio'yadanışmanlık vermişti ama Vecchio Sarayı'nagelmek, Ignazio'nun alanının dışmda kalıyordu.Fakat yine de Floransa' sanat dünyasının nüfuzluisimlerinden biri olmanın yanı sıra Ignazio, birDante tutkunu ve bilginiydi.

Dante'nin ölüm maskesi için makul bir bilgikaynağı.

Langdon dikkatini yeniden görüntülere verdi.Langdon ile Ignazio, maskeye mümkün olan enyakın mesafeden bakabilmek için kordonların

üstünden eğilirken, l'andito'mın arka duvarınayaslanmış sabırla bekleyen Marta görülüyordu.Adamlar maskeyi inceleyip tartışırken dakikalarilerliyor, onların arkasındaki Marta farkettirmeden saatine bakıyordu.

Langdon güvenlik kaydının sesli olmasını dilerdi.Ignazio ile ne hakkında konuşuyordum? Nearıyorduk?!

Tam o sırada, ekrandaki Langdon kordonlarınüzerinden geçip vitrinin önünde çömelerekyüzünü cama iyice yaklaştırdı. Marta müdahaleederek onu uyarınca Langdon özür dileyip geriçekiliyordu.

Omzunun üstünden geriye bakan Marta, "Okadar sert davrandığım için üzgünüm," dedi."Ama size söylediğim gibi vitrin antika ve sonderece kırılgan. Maskenin sahibi, insanları

kordonun arkasında tutmamız konusunda ısrarediyor. O yokken çalışanlarımızın bile vitriniaçmasına izin vermiyor."

Kadının söylediklerinin anlamını kavramak birdakikasını aldı. Maskenin sahibi mi? Langdonmaskenin müzeye ait olduğunu sanıyordu.

Aynı derecede şaşırmışa benzeyen Siennahemen söze karıştı. "Maskenin sahibi müze değilmi?"

Gözlerini ekrana çeviren Marta başını iki yanasalladı. "Zengin bir müşteri Dante'nin ölümmaskesini koleksiyonumuzdan satın almak istedi.Üstelik maskeyi burada bırakacaktı. Küçük birservet teklif edince biz de memnuniyetle kabulettik."

Sienna, "Durun," dedi. "Maske için para ödedi...

ama sizde bıraktı, öyle mi?"

Langdon, "Bağışçı edinimi sık başvurulan biruygulama," dedi. "Bu sayede hayırseverler,hediyeyi bağış olarak kaydettirmeden müzelerebüyük bağışlarda bulunabilirler."

Marta, "Bağışçı farklı bir adamdı," dedi. "Gerçekbir Dante âlimiydi ve biraz da... nasıldiyorsunuz... fanatico?"

Sienna hafif bir telaşla, "Kim?" diye sordu.

Hâlâ ekrana bakmakta olan Marta, "Kim mi?"dedi. "Yakın zaman önce onu gazetelerdeokumuş olabilirsiniz. Bertrand Zob-rist isimliİsviçreli milyarder."

Langdon'a isim biraz tamdık geliyordu. Sienna,Langdon'ı kolundan tutup sertçe sıkarken sanki

hayalet görmüş gibiydi.

Benzi solan Sienna, "Ah, evet..," dedi. "BertrandZobrist. Ünlü biyokimya uzmanı. Genç yaştabiyolojik patentlerden bir servet edindi." Susup,güçlükle yutkundu. Eğilip Langdon'm kulağınafısıldadı. "Zobrist, germline mühendisliğini® bulankişidir."

Germline mühendisliğinin ne olduğuna dairLangdon'm hiç fikri yoktu ama özellikle de salgınve ölümle ilgili resimlerin ışığında, kötü bir şeylerçağrıştırıyordu. Sienna tıp okuduğu için Zobristile ilgili bunca şeyi biliyor olabilirdi... veya belkiher ikisi de çocuk dâhiler olduklarından. Dehalarbirbirinin yaptığı işi takip eder mi?

Sienna, "Zobrist'in ismini ilk olarak birkaç yılönce duydum," diye açıkladı. "Medyada, nüfusartışıyla ilgili kışkırtıcı açıklamalar yapıyordu."

Hüzünlü bir ifadeyle sustu. "Zobrist, KıyametDenklemi'nin savunucularından biri."

"Anlayamadım?"

(1) Gen transferi genetik mühendisliği

"Esasen, dünya nüfusunun arttığı, insanların dahauzun yaşadığı ve doğal kaynaklarımızıntükendiğiyle ilgili matematiksel bir tanımdır.Denklem, mevcut yönelişin, toplumunçöküşünden başka bir sonuç doğuramayacağmıöngörür. Zobrist, insan türünün bir yüzyıl dahahayatta kalamayacağı varsayımındabulunmuştu... bir tür toplu ölüm olmazsa," derinbir nefes alan Sienna, gözlerini Langdon'ınkileredikti. "Aslına bakarsan, Zobrist'in bir ara'Avrupa'nın başına gelen en iyi şey, KaraÖlüm'dü' dediği söylenir."

Langdon şaşkınlık içinde ona baktı. Vebamaskesi bir kez daha gözünde canlanırken,ensesindeki tüyler kabardı. Bütün sabah, yaşadığıkarışıklığın ölümcül bir salgınla ilgili olduğudüşüncesine karşı koymaya çalışmıştı... Budüşünceyi kovmak gittikçe güçleşiyordu.

Bertrand Zobrist'in, Kara Ölüm'ü Avrupa'nınbaşma gelen en iyi şey diye tanımlamasıkesinlikle dehşet vericiydi ama yine de Langdon,1300'lerde Avrupa'da yaşanan toplu ölümlerinuzun dönemli sosyoekonomik faydalar getirdiğiniyazan pek çok tarihçi biliyordu. Salgından öncekinüfus fazlalığı, kıtlık ve ekonomik güçlüklerKaranlık Çağlar'ın belirleyicisi olmuştu. SonraKara Ölüm'ün gelişiyle, dehşet verici olmaklabirlikte, aniden "insan sürüsü azalmış", yiyecekbollaşmış, fırsatlar artmış ve kimi tarihçilere görebu da Rönesans'ın doğuşunda büyük etken

olmuştu.

Langdon, Dante'nin cehenneminin değiştirilmişbir haritasını içeren tüpün üstündeki biyolojiktehlike sembolünü gözünde canlandırırken, içiniürperten bir düşünce aklına geldi: O korkutucu,küçük projektör birisi tarafından oluşturulmuştu.Bir biyokimyacı ve Dante tutkunu olan BertrandZobrist. Şimdi bu iş için mantıklı bir aday gibigeliyordu.

Germline mühendisliğinin babası. Langdon şimdibulmaca parçalarının yerine oturduğunuhissediyordu. Ne yazık ki belirginleşen resim,gittikçe daha da ürkütücü bir hal alıyordu.

Görevliye, "Bu kısmı geçin," diye emredenMarta, müzeye kimin girip hırsızlık yaptığımgörmek için maskeyi inceleyen Langdon ileIgnazio kısmını hızlı geçmek istiyor gibiydi

Görevli, üeri sarma düğmesine basınca, saatşeridi hızlandı.

Üç dakika... altı dakika... sekiz dakika.

Ekranda, adamların arkasında duran Marta'nıngittikçe artan bir sıklıkla ağırlığını bir ayağındanötekine değiştirdiği ve sürekli saatine baktığıgörülüyordu.

Langdon, "O kadar uzun konuştuğumuz içinüzgünüm," dedi. "Rahatsız olmuşabenziyorsunuz."

Marta, "Benim hatam," diye yanıtladı, "ikiniz deeve gitmem için ısrar ettiniz, güvenlik sizi dışarıçıkarabilirdi, ben kabalık etmek istemedim."

Sonra birden Marta ekranda yok oldu.Güvenlikçi, kaydı normal hıza getırdL

Marta, "Sorun yok," dedi. 'Tuvalete gittiğimihatırlıyorum."

Görevli başını sallayıp yeniden hızlı sarmadüğmesine uzandı ama basmadan önce Marta

onun kolunu tuttu. "Aspetti!m>

Başını ileri uzatıp aklı karışmış gibi monitörebaktı.

Langdon da görmüştü. Bu da ne böyle?!

Ekranda, Langdon elini tüvit ceketinin cebinesokup bir çift ameliyat eldiveni çıkartıyor ve elinegeçiriyordu.

II Duomino aym anda Langdon'm hemenarkasına geçiyor ve birkaç saniye ÖnceMarta'nın tuvalete gitmek için kullandığı koridorugözetliyordu. Biraz sonra obez adam, Langdon'a,

etrafta kimse olmadığım söyler gibi başımsallıyordu.

Biz ne halt ediyoruz böyle?!

Langdon kayıtta, eldivenli eliyle uzanıp vitrinkapısının kenarım bulduğunu- sonra çok nazik birşekilde antika menteşe kıpırdaymcaya kadarittiğini, kapının yavaşça açüdığım... ve Dante'ninölüm maskesini meydana çıkarttığım izledi.

Dehşetle soluğunu yutan Marta Alvarez, elleriniyüzüne götürdü.

Marta'yla aynı dehşeti hisseden Langdon,mahfazaya uzanıp Dante'nin ölüm maskesini ikieliyle kavradığım ve dışarı çıkarttığınıinanamayan gözlerle izledi.

Marta, "Dio mi salvi!"m diye bağırırken, ayağa

kalkıp yüzünü Langdon'a döndü. "Cos'ha fatto?Perche!"w

Langdon cevap vermeye fırsat bulamadan,görevlilerden biri siyah bir Beretta çıkartıp,Langdon'm göğsüne doğrulttu.

Tanrım!

Robert Langdon görevlinin tabancasınınnamlusuna bakarken ufacık odanın üstünegeldiğini hissetti. Şimdi ayakta duran MartaAlvarez, yüzünde ihanete uğramış bir ifadeyle,öfke içinde ona bakıyordu. Arkasındaki kayıttaLangdon, maskeyi ışığa tutarak incelemekteydi.

Söylediğinin doğru olması için dua eden Langdon,"Sadece bir anlığına çıkarttım," dedi. "Ignaziosizin açınızdan sorun olmayacağım söylemişti!"

Marta cevap vermedi. Langdon'm ona nedenyalan söylediğiyle ilgili aklı karışmış gibigörünüyordu... Aynca Langdon, göreceklerinibile bile nasıl olur da sakince gelip kaydıseyrederdi.

Mahfazayı açtığımı bilmiyordum!

Sienna, "Robert," diye fısıldadı. "Bak! Bir şeybulmuşsun!" Gözlerini kayıttan ayırmayanSienna, içinde bulundukları duruma rağmen bircevap bulma peşindeydi.

Ekranda, maskeyi tutup ışığa doğru açı verenLangdon, eserin arka tarafındaki bir şeyleilgileniyormuş gibi görünüyordu.

Kameranın bu açısından maske, bir anlığınaLangdon'm yüzünü öyle bir kapatıyordu ki,Dante'nin ölümlü gözleri Langdon'mkilerle aynı

hizaya geliyordu. Yazıyı hatırlayınca

(1) "Tanrı beni korusun!"

(2) "Ne yaptınız? Niye!"

225

Cehennem / F: 15

-gerçek yalnızca ölümün gözlerindengörülebilir- içinin ürperdiğini hissetti. -

Langdon maskenin arkasında neyi incelediğinibilmiyordu ama o sırada görüntüde, buluşunuIgnazio ile paylaşırken o geri çekiliyor ve hemenel yordamıyla bulduğu gözlüklerini takıp yenidenbakıyordu... sonra yeniden. Başmı hızla iki yana

sallayıp, l'andito'da heyecanlı bir halde adımatmaya başlıyordu.

Koridordan gelen sesi duydukları anlaşılan ikiadam birden başlarını kaldırıp bakıyorlardı.Marta'nın tuvaletten döndüğünü duymuşolmalıydılar. Langdon aceleyle cebinden büyükbir Ziploc torba çıkartıyor, ölüm maskesini içineyerleştirdikten sonra nazikçe Ignazio'ya veriyor,ve o da isteksizce el çantasına koyuyordu.Langdon artık boş olan vitrinin antika camkapısını hemen kapatıyor ve hırsızlıklarını farkettirmeden Marta'yla koridorda karşılaşmak içiniki adam hızlı adımlarla yürüyordu.

Şimdi her iki görevli de silahını Langdon'ayöneltmişti.

Destek almak için masaya tutunan Marta,ayakta sallandı. "Anlamıyorum!" diye kekeledi.

"Dante'nin ölüm maskesini Igna-zio Busoni ve sizmi çaldınız?"

"Hayır!" diye üsteleyen Langdon, elindengeldiğince iyi numara yapmaya çalışıyordu."Maskeyi bir geceliğine dışarı çıkartmak içinsahibinden izin almıştık."

"Sahibinden izin mi almıştınız?" diye sordu."Bertrand Zobrist'ten mi?"

"Evet! Bay Zobrist arka tarafındaki bazıişaretleri incelememiz için bize izin vermişti!Onunla dün akşamüstü buluşmuştuk!"

Marta'nın gözleri hançer gibi deliyordu."Profesör, dün akşamüstü Bertrand Zobrist'lebuluşmadığınıza eminim."

"Ama kesinlikle buluştuk.."

Sienna, Langdon'm kolunu tuttu. "Robert..."Üzüntüyle nefesini bıraktı. "Bertrand Zobrist altıgün önce, buradan birkaç blok ötedeki BadiaKulesi'nden kendini aşağı attı."

ayentha, motosikletini Vecchio Sarayı'mnkuzeyinde bı

rakmıştı ve şimdi Signoria Meydam'nınçevresinden ya

yan ilerliyordu. Loggia dei Lanzi'nin açık havaheykelleri arasından ilerlerken tüm figürlerin tekbir temanın çeşitlemelerini sahnelediklerinidüşünmeden edemedi: kadın üzerindeki erkekegemenliğinin vahşice sergilenişi.

Sabin'lerin Kaçırılışı.

Polyksena'nın Kaçırılışı.

Medusa'tıın Kesik Kafasını Tutan Perseus.

Vayentha şapkasmı gözlerine kadar indirip sabahkalabalığının arasından günün ilk turistlerini kabuleden sarayın girişine doğru yürürken, ne güzel,diye düşündü. Görülebildiği kadarıyla, VecchioSarayı'nda işler her zamanki gibi ilerliyordu.

Vayentha, polis yok, diye düşündü. En azındanşimdilik.

Ceketinin fermuarını boynuna kadar çekip,silahının görünmediğinden emin olduktan sonragirişe doğru ilerledi. Müze tabelalarını takipederek gösterişli iki avludan geçti ve sonra ikincikata çıkan büyük bir merdiveni tırmanmayabaşladı.

Merdiveni çıkarken, kafasının içinde polistelsizinden duyduğu mesaj tekrarlanıyordu.

Vecchio Sarayı Müzesi... Dante Alighieri.

Langdon orada olmalı.

Müze tabelaları Vayentha'yı kocaman, sonderece süslü bir galeriye, Beş Yüz .Salonu'nayönlendirdi. İçeride turistler etrafa dağılmış,hayranlıkla duvarlardaki devasa tablolarabakıyorlardı. Vayentha'nm buradaki eserleriincelemek gibi bir niyeti olmadığından, hemensalonun sağ köşesinde duran ve bir merdiveniişaret eden diğer müze tabelasını fark etti.

Salonda ilerlerken bir heykelin etrafına toplanmışgülüşen ve fotoğraflar çeken bir grup üniversiteöğrencisi gördü.

Tabelanın üzerinde, Herakles ve Diotrıedesyazıyordu.

Vayentha heykellere bakarak homurdandı.

Bunlar, Yunan mitolojisinin iki kahramanının -herikisi de anadan doğma çıplaktüar- heykelleriydi.Herakles, Diomedes'i baş aşağı tutmuş,fırlatmaya hazırlanıyordu. Diomedes, sanki "Benifırlatmak istediğine emin misin?" diyormuş gibisıkıca Herakles'in penisini tutmuştu.

Vayentha yüzünü buruşturdu. Birinitoplarından yakalamak bu olsa gerek.

Bakışlarını tuhaf heykelden ayırıp hızla müzeyeçıkan merdivenleri tırmandı.

Salona bakan yüksek balkona vardı. Bir düzinekadar turist müzenin giriş kapısının dışında

bekliyorlardı.

Neşeli turistlerden biri video kamerasınınarkasından, "Açılış gecikti," diye bildirdi.

Vayentha, "Nedenim biliyor musunuz?" diyesordu.

"Hayır ama beklerken harika bir manzaramızvar!" Adam kolunu uzatarak Beş Yüz Salonu'nugösterdi.

Vayentha kenara kadar yürüyüp aşağıdaki genişsalona baktı. Aşağıda, içeri yeni giren bir polismemuru dikkatleri üzerine çekmeden ve hiçacele etmeden salondan merdivene doğruilerliyordu.

Vayentha, ifade almaya geliyor, diye düşündü.Adamın merdivenleri sıkıntılı bir ifadeyle zorlukla

tırmanması bunun rutin bir teftiş olduğunugösteriyordu. Porta Romana'daki kaotik Langdonarayışına hiç benzemiyordu.

Eğer Langdon buradaysa, neden binayıkuşatmıyorlar?

Ya Vayentha, Langdon'm burada olduğukonusunda yanılmıştı ya da yerel polis ve Brüderhenüz ikiyle ikinin dört ettiğini anlayamamışlardı.

Memur merdivenin tepesine vardığında müzeningirişine doğru sallana sallana yürümeye başladı.Vayentha kafasını çevirip pencereden dışarıbakıyormuş gibi yaptı. Reddedilişini ve uzunsüredir Amir'le irtibat kuramadığım düşünecekolursa, fark edilme riskine göze alamazdı.

Bir yerlerden bir ses, "Aspetti!" diye seslendi.

Memur tam arkasında durduğunda Vayentha'nınkalbi duracakmış gibi oldu. Sesin, adamıntelsizinden geldiğini fark etti.

Ses, “Attendi i rinforzi!" diye tekrarladı.

Destek için bekle mi? Vayentha bir şeylerindeğiştiğini hissetti.

Tam o sırada, pencerenin dışında, siyah birnesnenin gökyüzünde gittikçe büyüdüğünü farketti. Boboli Bahçeleri'nden Vecchio Sarayı'nadoğru uçuyordu.

Vayentha, uzaktan kumandalı helikopter, diyedüşündü. Brüder biliyor. Ve bu tarafa doğrugeliyor.

Konsorsiyum yöneticisi Laurence Knowlton hâlâAmir'e telefon açtığı için kendine kızıyordu.

Amir'e müşterinin kaydını ertesi gün medyayadağıtılmadan önce izlemesini önermemesigerektiğini biliyordu.

içerik alakasızdı.

Protokol kraldır.

Knovvlton genç yöneticilere organizasyon için işyapmaya başladıklarında öğretilen mantrayıhatırlıyordu. Soru yok. îş var.

İstemeye istemeye küçük kırmızı hafızaçubuğunu ertesi sabah için sıraya soktu. Tuhafmesajdan medyanın ne çıkaracağını çok merakediyordu. Mesajı gösterecekler miydi?

Tabii ki göstereceklerdi. Mesaj, BertrandZobrist'ten geliyordu.

Zobrist biyomedikal dünyasında şaşılacak kadar,başarılı bir figürdü ve geçen hafta intiharıylabasında büyük yer almıştı. Bu on dakikalık kayıtonun mezardan gönderdiği bir mesaj gibi olacaktıve ürkütücü içeriği yüzünden insanlarıngörüntüleri kapatmalarını imkânsız kılacaktı.

Bu video yayımlandığı birkaç dakika içindeinternette virüs gibi yayılacak.

Marta Alvarez, Langdon ve kaba kız kardeşinigüvenlik görevlilerinin namlularının ucundabırakarak sıkışık kayıt odasından çıkarkenöfkeden kuduruyordu. Pencerenin yanma gidipaşağıya, Signoria Meydanı'na baktı ve ön taraftapark etmiş bir polis arabası görünce rahatladı.

Nihayet.

Marta, Robert Langdon gibi mesleğinde saygı

duyulan birinin neden kendisini kandırdığını,nezaketinden istifade ettiğini ve paha biçilmez birsanat eserini çaldığını anlayamıyordu.

Ve Ignazio Busotti de ona yardım mı etti!?İnanılmaz!

Ignazio'ya ağzına geleni söylemek için ceptelefonunu çıkartıp il Duomino'nun Museodell'Opera del Duomo'dan sadece birkaç blokileride olan ofisinin numarasını tuşladı.

Hat bir kez çaldı.

Tanıdık bir kadın sesi, "Ufficio di IgnazioBusoni,"il) diye cevapladı.

Marta, Ignazio'nun sekreteriyle samimiydi ama osırada sohbet edecek havada değildi. “Eugenia,

sono Marta. Devo parlare con Ignazio."a)

Hatta tuhaf bir sessizlik oldu, sonra sekreteraniden hıçkırıklara boğuldu.

(1) "Ignazio Busoni'nin ofisi."

(2) "Eugenia, ben Marta. Ignazio'ylakonuşmalıyım."

Marta, "Cos'e sııccesso?" diye sordu.

Eugenia ağlayarak Marta'ya o sabah ofisegeldiğinde Igna-zio'nun bir önceki akşam Duomoyakınlarında bir ara sokakta kalp krizi geçiripöldüğünü öğrendiğini anlattı. Ignazio gece yarısıbir ambulans çağırmış ama sağlık görevlilerizamamnda yetişememişlerdi. Busoni ölmüştü.

Marta bacaklarının uyuştuğunu hissetti. O sabah

haberlerde ismi verilmeyen bir devletmemurunun geçen akşam öldüğünü duymuştuanı \ Ignazio olduğu aklına bile gelmemişti.

Marta, "h ıgenia, ascoltami,"a) diyerekelinden geldiği kadar sakin bir şeki de sarayınvideo kameralarında gördüklerini anlattı:Dante'nin ılüm maskesi Ignazio ve şu anda polisgözetiminde olan Rober? langdon tarafındançalınmıştı.

Marfe, Eugenia'dan nasıl bir karşılık beklemesigerektiğinden emin delildi ama kadının verdiğitepkiyi beklemediği kesindi.

Eugenia, “Robert Langdon mı!?'' dedi. "Sez

con Langdon ora?il) Eugenia önemli noktayıkaçırıyor gibiydi. “Evet ama maske..."

Eugenia, "Devo parlar e con lui!"0) diyehaykırdı.

Güvenlik odasmda, nöbetçüerin silahlarımdoğrultmuş oldukları Langdon'm başı zonklamayadevam ediyordu. Aniden kapı açıldı ve MartaAlvarez içeri girdi.

Langdon kapı açılınca dışarılarda bir yerdengelen helikopterin sesini duydu, uğursuzvınlamaya yaklaşan sirenlerin sesi eşlik ediyordu.Nerede olduğumuzu öğrendiler.

Marta, "E arrivata la polizia,"(A) diyereknöbetçilerden birini polisi içeriye alması için dışarıgönderdi. Diğeri odada kaldı, silahının namlusuhâlâ Langdon'a dönüktü.

(1) "Eugenia, beni dinle."

(2) "Şu anda Langdon'la mı birliktesin?"

(3) "Onunla konuşmalıyım!"

(4) "Polis geldi."

Marta ona bir cep telefonu uzatınca Langdonşaşırdı. "Birisi seninle konuşmak istiyor," dedi."Bağlantı sağlayabilmek için konuşmayı dışarıdanyapmalısın."

Hep birlikte havasız güvenlik odasından, SignoriaMeydanı' mn muhteşem bir manzarasmı sunanve büyük pencerelerinden içeri güneş ışığınınsüzüldüğü galeri alanına çıktılar. Langdon hâlâateş hattmda olmasına rağmen kapalı alandançıktığı için rahatlamıştı.

Marta ona pencerenin yanma gelmesini işaretederek telefonu uzattı.

Langdon tereddütle telefonu alıp kulağınagötürdü. "Evet? Ben Robert Langdon."

"Signore " Kadm kırık, aksanlı bir İngilizceyle,"Ben Eugenia Antonucci, Ignazio Busoni'ninsekreteri. Siz ve ben, dün akşam, Busoni'ninofisine geldiğinizde tanışmak."

Langdon hiçbir şey hatırlamıyordu. "Evet?"

"Ben size bu haberi verdiğim için çok üzgün amaIgnazio dün akşam kalp krizi geçirmek veölmek."

Langdon telefonun ahizesini sıktı. IgnazioBusoni öldü mü?

Kadm artık ağlıyordu. Üzgün bir sesle, "Ignazioölmeden önce beni aramak. Bana mesajbırakmak ve mutlaka bu mesajı almanızı istemek.

Size şimdi mesajı dinletmek ben."

Langdon bir hışırtıdan saniyeler sonra IgnazioBusoni'nin zayıf ses kaydını duydu.

Acı içinde olduğu belli olan adam güçlükle nefesalarak, "Eugenia," dedi. "Robert Langdon'm bumesajı mutlaka dinlemesini sağla. Başım dertte.Ofise geri dönebileceğimi sanmıyorum." Ig-nazioinledi ve uzun bir sessizlik oldu. Tekrarkonuşmaya başladığında sesi daha güçsüzdü."Robert, umarım kaçabılmişsindir. Hâlâpeşimdeler... ve ben... iyi değilim. Bir doktorbulmaya çalışıyorum ama..." Tekrar uzun birsessizlik oldu, sanki il Duomino kalan sonenerjisini toplamaya çalışıyor gibiydi. "Robert,aradığın şey güvenli bir yerde gizli. Kapüar sanaaçık ama acele etmelisin.

Cennet Yirmi Beş." Uzun bir süre sessiz

kaldıktan sonra fısıldadı. 'Tanrı yardımcın olsun."

Sonra mesaj sona erdi.

Ölmekte olan bir adamın son sözlerine şahit olanLangdon'ın kalbi hızla çarpıyordu. Bu sözlerinkendisine söylenmiş olması endişesiniazaltmıyordu. Cennet Yirmi Beş mi? Kapılarbana açık mı? Langdon düşündü. Hangikapılardan bahsediyor?! Langdon'a mantıklıgelen tek şey, Ignazio'nun maskenin güvenli birşekilde saklanmış olduğunu söylemesiydi.

Eugenia'nın sesi tekrar hatta duyuldu. "Profesörbunu anladınız mı?"

"Bir kısmını, evet."

"Yapabileceğim bir şey var mı?"

Langdon bu soruyu uzun bir süre düşündü."Kimsenin bu mesajı duymamasını sağla."

"Polisin bile mi? Birazdan ifademi almak için birdedektif gelecek."

Langdon kasıldı. Kendisine silahını doğrultmuşnöbetçiye baktı. Hızla pencereye dönüp fısıltıyla,"Eugenia..," dedi. "Bu sana biraz tuhaf gelecekama Ignazio'nun hatırı için o mesajı silmeniistiyorum ve benimle konuştuğundan polisebahsetme. Anladın mı? Durum çok karışık ve..."

Langdon sırtında bir silah namlusu hissetti vearkasını dönünce silahlı nöbetçinin diğer eliniuzatmış, Marta'nın telefonunu istediğini gördü.

Hatta uzun bir sessizlik oldu ve Eugenia sonunda,"Bay Langdon, patronum size güveniyordu... bende güvenecek."

Sonra telefonu kapattı.

Langdon telefonu nöbetçiye verdi. Sienna'ya,"Ignazio Bu-soni ölmüş," dedi. "Dün akşammüzeden ayrıldıktan sonra kalp krizi geçirmiş."Biraz durdu. "Maske güvende. Ignazio ölmedenönce onu saklamış. Ve galiba, bana onu neredebulacağıma dair bir ipucu bırakmış." CennetYirmi Beş.

Sieruva'nm gözleri umutla doldu ama Langdon,Marta'ya döndüğünde onun kuşkulu gözleriylekarşılaştı.

Langdon, "Marta," dedi. "Dante'nin maskesinisana geri getirebilirim ama bizi bırakmalısın.Hemen/'

Marta bir kahkaha attı. "Kesinlikle böyle bir şeyyapmayacağım! Maskeyi çalan şendin! Polis

geliyor..."

Sienna, "Signora Alvarez," diye araya girdi.“Mi dispiace, ma non le abbiamo detto laveritâ"

Langdon'm jetonu sonradan düştü. Sienna neyapıyor? Söylediklerini anlamıştı. BayanAlvarez, çok üzgünüm, size karşı dürüstolmadık.

Marta, Sienna'nm sözleri yüzünden sarsılmışgörünüyordu ama bunun sebebi, Sienna'nın akıcıve aksansız bir İtalyanca ile konuşmasıydı.

Sienna samimi ve mahcup bir ses tonuyla,“Innanzitutto, non sono la sorella di RobertLangdon,"m diye belirtti.

(1) "Öncelikle, ben Robert Langdon'm kızkardeşi değilim."

arşısmda duran genç kadını süzen MartaAlvarez, geriye doğru dengesiz bir adım atıpkollarını kavuşturdu.

Akıcı bir İtalyancayla konuşmaya devam edenSienna, "Mi dispiace," diye devam etti. "Leabbiamo mentito su molte cose."m

Marta kadar şaşırmış görünen görevli, aynıpozisyonda kıpırdamadan duruyordu.

Şimdi hızla konuşan Sienna, Önceki geceLangdon'm başında bir kurşun yarasıylagetirildiği Floransa'daki bir hastanede çalıştığınıMarta'ya İtalyanca anlattı. Langdon'm oraya

nasıl geldiğini hiç hatırlamadığını ve güvenlikkaydına en az Marta kadar şaşırdığını açıkladı.

Sienna, Langdon'a, "Ona yaram göster," dedi.

Marta, Langdon'm keçeleşmiş saçlarınındibindeki dikişleri görünce, pencerenin denizliğineoturup birkaç saniye yüzünü ellerinin arasına aldı.Tüm bunlardan ne çıkaracağını bilmiyordu.

Son on dakika içinde Marta, Dante'nin vebamaskesinin kendisinin nöbeti sırasında çalındığımöğrenmekle kalmamış, hırsızlardan birinin saygınbir Amerikalı öğretim üyesi, diğerinin de şimdiölmüş Floransalı bir meslektaşı olduğunuöğrenmişti. Bundan başka, Robert Langdon'mbüyük gözlü Amerikalı kız

(1) "Size pek çok konuda yalan söyledik."

kardeşi olduğunu sandığı genç Sienna Brooks,yalana ortak olan bir doktor çıkmıştı... ve bunuakıcı bir İtalyancayla anlatmıştı.

Langdon derin ve yumuşak bir sesle, "Marta,"dedi. "İnanmanın güç geldiğini biliyorum ama düngeceyi gerçekten hatırlamıyorum. Ignazio ilebirlikte o maskeyi neden aldığımızı bilmiyorum."

Marta, onun gözlerinden gerçeği söylediğinianladı.

Langdon, "Maskeyi size iade edeceğim," dedi."Söz veriyorum. Ama gitmemize izin vermezsenonu geri alamam. Durum karışık. Hemengitmemize izin vermen lazım."

Paha biçilmez maskenin geri gelmesini istese deMarta'nın kimseyi bir yere bırakmaya niyetiyoktu. Polis nerede kaldı?! Signoria

Meydanı'nda tek başma duran polis arabasınabaktı. Polislerin henüz müzeye gelememiş olmasıgaripti. Ayrıca, sanki biri elektrikli testerekullanılıyormuş gibi, uzaktan gelen bir vınlamasesi duymuştu ve ses gittikçe artıyordu.

Bu da ne?

Langdon yalvaran bir sesle devam etti. "Marta,Ignazio'yu tanıyorsun. İyi bir nedeni olmasa aslao maskeyi almazdı. İşin içinde daha fazlası var.Maskenin sahibi Bertrand Zobrist aklı karışık biradamdı. Korkunç bir işe bulaşmış olabileceğinidüşünüyoruz. Açıklamaya vaktim yok ama bizegüvenmen için sana yalvarıyorum."

Marta bakakalmıştı. Söylediklerinin hiçbirimantıklı gelmiyordu.

Marta'ya duygusuz gözlerini diken Sienna,

"Bayan Alvarez," dedi. "Eğer geleceği vebebeğinizi düşünüyorsanız, hemen gitmemize izinvermeniz lazım."

Ellerini, korur gibi göbeğinin üstünde kavuşturanMarta, doğmamış çocuğuna yönelik örtülütehditten hoşlanmamıştı.

Dışarıdaki vınlama sesi artıyordu. Martapencereden dışarı bakınca sesin kaynağınıgöremese de başka bir şey gördü.

Gözleri büyüyen görevli de aynı şeyi görmüştü.

Signoria Meydam'ndaki kalabalık, iki siyahminibüsün arkasında siren çalmadan geçen polisarabası konvoyu için yol açıyordu. Minibüslersaray kapısının önünde patinaj yaparak durdu.İçinden, ellerinde büyük silahlarla siyahüniformalı askerler indi ve saraya doğru koştular.

Marta birden korktu. Bunlar da kim böyle?!

Güvenlik görevlisi de onun kadar şaşırmışabenziyordu.

Tiz vınlama sesi aniden kulak tırmalayıcıderecede artınca Marta, pencerenin dışmdagörüntüye giren küçük helikopteri fark etti veendişeyle kendini geri çekti.

Araç sanki içerideki insanlara bakıyormuş gibi,sadece on metre uzakta duruyordu. Ön tarafınayerleştirilmiş uzun, siyah silindirle yaklaşık birmetre uzunluğunda, küçük bir araçtı. Silindir tamüzerlerine doğrultulmuştu.

Sienna, "Ateş edecek!" diye bağırdı. "Sta persparare! Tutti a terra."a) Pencerenindenizliğinin altında dizlerinin üstüne çöktü;

içgüdüsel olarak onu taklit eden Marta korkudanbuz kesmişti. Refleks olarak silahlarım küçükaraca çeviren görevliler de çö-meldiler.

Marta, pencerenin altmdaki çömeldiği yerden,Sienna'ya tuhaf gözlerle bakan Langdon'm, birtehlike olduğuna inanmakta güçlük çekerek hâlâayakta durduğunu ^görebiliyordu. Siennaçömeldikten hemen sonra yeniden ayağa fırlayıpLangdon'ı bileğinden yakaladı ve onu koridoradoğru çekiştirmeye başladı. Kısa süre sonra,binanın ana girişine doğru kaçıyorlardı.

Dizlerinin üstünde dönen görevli, bir tetikçi gibiçömeldi. Silahını kaldırıp, kaçan İkiliye yöneltti.

Marta ona, "Non spari!" diye emretti. "Nonpossono scappare."a)

Langdon ile Sienna köşeyi dönerek gözdenkaybolurken Marta, diğer yönden gelenyetkililerle karşılaşmalarının an meselesiolduğunu düşünüyordu.

*■ * *

(1) "Ateş etmek üzere! Herkes yere!"

(2) "Ateş etme! Zaten kaçamazlar!"

Geldikleri yoldan geriye Langdon'la birlikte koşanSienna, "Daha hızlı!" dedi. Polisle karşılaşmadanana girişe varabilmeyi ummuştu ama şimdi buihtimalin sıfıra yakın olduğunu görüyordu.

Langdon'ın da benzer şüpheleri olduğu belliydi.Koridorların kesiştiği bir noktada aniden durdu."Bu şekilde asla buradan çıkamayacağız."

"Haydi!" Sienna ona peşinden gelmesini işaretediyordu. "Robert burada böyle duramayız!"

Küçük, loş bir odayla sonlanıyormuş gibi görünensol taraftaki kısa koridora bakan Langdon,dikkatini başka bir yere yoğunlaştırmış gibiydi.Odanın duvarları eski haritalarla kaplıydı,ortasındaysa devasa bir demir küre duruyordu.Büyük metal yuvarlağa bakan Langdon, önceyavaş sonra hızlı bir şekilde başını salladı.

Demir küreye doğru koşan Langdon, "Buradan,"dedi.

Robert! Sienna, kendi aklından geçenin tersiniyaptı. Koridor, müzenin iyice içlerine uzanarakçıkıştan uzaklaşıyordu.

Sonunda ona yetiştiğinde, "Robert?" derkensoluğunu yuttu. "Nereye gidiyoruz?!"

"Ermenistan'dan geçeceğiz," diye cevap verdi.

"Ne?!"

Bakışlarını ileri diken Langdon, "Ermenistan,"diye yineledi. "Güven bana."

Bir kat aşağıda, Beş Yüz Salonu'nunbalkonundaki korkmuş turistlerin bakışlarındanuzakta, Brüder'in TTD ekibi yanından geçipgürültüyle müzeden içeri girerken Vayenthabaşmı eğdi. Polis alanı kapatırken, aşağıdakikapüarın çarpma sesi koridorda yankılandı.

Langdon gerçekten de buradaysa kapanakısılmıştı.

Ne yazık ki Vayentha da öyle.

Meşe lambrileri ve panel kaplamalı tahta

tavanlarıyla Coğrafi Haritalar Salonu, VecchioSarayı'nm taş ve sıvadan oluşan sadeliğinden çokuzaktı. Aslında, binanın vestiyeri olan bu genişalanda bir zamanlar grandükün taşınabilireşyalarını depolamak için kullanılan düzinelerceyüklük ve dolap vardı. Günümüzde ise duvarlarharitalarla donatılmıştı; deri üzerine elle boyanmışelli üç renkli süsleme, dünyanın 1550'lerdekidurumunu gösteriyordu.

Salonun dramatik kartografi koleksiyonunaodanm ortasında duran dev bir küre hâkimdi.Map-pa Mundi olarak bilinen yaklaşık iki metreçapmdaki küre, zamanının en büyük dönerküresiydi ve sadece bir parmağm dokunuşuylakolaylıkla döndüğü söyleniyordu. Günümüzdeküre, galeri salonlarında uzun bir yürüyüşyaptıktan sonra bir çıkmaza ulaşan ve küreninetrafında döndükten sonra geldikleri yoldan geri

dönen turistler için son duraktı.

Langdon ve Sienna nefes nefese HaritalarSalonu'na vardılar. Mappa Mundi görkemli birşekilde karşılarında yükseliyordu ama gözleriodanm duvarlarına kayan Langdon ona bakmadıbile.

Langdon, "Ermenistan'ı bulmalıyız!" dedi."Ermenistan haritasını!"

Bu istek karşında şaşırmış görünen Sier.ua,Ermenistan'ı bulmak için salonun sağ tarafındakiduvara doğru koştu.

Langdon da benzer bir arayışa sol taraftakiduvardan başlayarak odanın çevresinde ilerledi

Arabistan, İspanya, Yunanistan...

Çizimlerin en az beş yüz yıl önce, dünyanınbüyük bir bölümünün henüz keşfedilmediği veyaharitasının çıkartılmadığı bir zamanda yapıldığıdüşünülünce olağanüstü detayları karşısındaşaşırmamak imkânsızdı.

Ermenistan nerede?

Genellikle kuvvetli olan fbtoğrafik hafızasınarağmen, Langdon'm birkaç yıl önce buradayaptığı "gizli geçitler turu"na dair hatıraları çokbulanıktı. Bunun, turdan önce öğle yemeğindekeyifle içtiği ikinci kadeh Gaja Nebbiolo'yla birazilgisi vardı. Nebbiolo kelimesi, duruma sonderece uygun düşen "hafif sis" anlamınageliyordu. Yine de Langdon, hayal meyal buodada kendisine eşsiz bir vasfa sahip olanErmenistan haritasının gösterildiğini hatırlıyordu.

Langdon sonsuz gibi görünen sıra sıra haritaları

taramaya devam ederken, burada olduğunubüiyorum, diye düşündü.

Sienna, "Ermenistan!" diye bağırdı. "Burada!"

Langdon odanın sağ köşesinde duran Sienna'yadoğru döndü. Telaşla ona doğru koşarken Siennayüzünde "Ermenistan'ı bulduk, şimdi ne olacak?"diyen bir ifadeyle haritayı gösteriyordu.

Langdon açıklamalar için vakitlerinin olmadığımbiliyordu. Bunun yerine, uzanıp haritanın devtahta çerçevesini tuttu ve kendine doğru çektiDev harita, lambri duvann büyük bir parçasıylabirlikte odanın içine doğru açılınca ortaya gizli birgeçit çıktı.

Sienna etkilenmiş bir ifadeyle, 'Anlaşıldı," dedi"Aradığımız Ermenistan'mış."

Hiç tereddüt etmeden açıklıktan geçipkorkusuzca önlerindeki karanlık alana doğruilerledi Langdon onun peşinden içeri girdiktensonra vakit kaybetmeden arkalarından girişikapattı.

241

Cehennem / F: 16

Langdon'ın gizli geçitler turuna dair aklında fazlabir şey kalmasa da bu geçidi çok net hatırlıyordu.Kendisi ve Sienna, ansızm sanki bir aynanıniçinden, sadece o zamanki düke ve yakınlarınaaçık tutulan Palazzo Invisibile'ye,® bir anlamdaVecchio Sarayı'mn duvarlarının arkasındabulunan gizli dünyaya geçmişlerdi.

Langdon kapı girişinde bir saniye durup etrafıinceledi; burası, pencerelerden süzülen loş ışıklaaydınlatılmış taş bir geçitti, yaklaşık elli me? reaşağıdaki tahta bir kapıya iniyordu.

Sola, kanca ı kordonla geçişi engellenmiş yukarıçıkan dar merdivene baHı. Basamaklarınüstündeki tabelada; VIETATA USCİTTA yazıordu.

Langdon l lerdivenlere yöneldi.

Sienna, ‘ Hayır!" diyerek onu uyardı. " 'Çıkışyok' diyor."

Langdon alaycı bir ifadeyle gülümseyerek,"Teşekkürler," dedi. "İtalyanca okuyabiliyorum."

Kancasını çıkartıp kordonu gizli kapıya götürdüve kapıyı sabit tutmak için kullandı. Kapının diğer

taraftan açılmaması için kordonu kapı kolundangeçirip yakındaki bir tesisata bağladı.

Sienna mahcup bir ifadeyle gülümsedi. "Ooo...iyi fikir."

Langdon, "Bu onları uzun zaman oyalamayayetmez," dedi. "Ama zaten fazla zamanaihtiyacımız olmayacak. Beni izle."

Ermenistan haritası sonunda açılınca, AjanBrüder ve adamları dar koridordan diğer uçtakitahta kapıya doğru koştular. Kapıdangeçtiklerinde Brüder soğuk havanın yüzüneçarptığını ve güneş ışığıyla anlık bir körlükyaşadığını hissetti.

Sarayın çatısı boyunca ilerleyen dış geçidevarmıştı. Gözleri, elli metre uzaktaki başka birkapıya açılan yolu takip etti.

Brüder geçidin soluna, Beş Yüz Salonu'nun birdağ gibi yükselen kubbeli çatışırım bulunduğuyere baktı. Karşıya geçmek

imkânsız! Brüder şimdi de sağma, geçidin darbir kuyuya inen dik bir tepeyle önünün kesildiğiyere bakü. Anında ölüm.

Gözleri ileriye odaklandı. "Bu taraftan!"

Brüder ve adamları takip helikopteri tepelerindebir akbaba gibi daireler çizerken, geçitten ikincikapıya doğru koştular.

Askerler kapı aralığından içeri girdiklerindeaniden durdular, bu ani hareketleri yüzündenneredeyse birbirlerinin üzerine düşeceklerdi.

Geldikleri kapı dışmda başka bir çıkışı olmayanminik taş bir bölmede duruyorlardı. İçeride

sadece tahta bir masa vardı. Tepedeki, tavanfresklerine çizilmiş grotesk figürler dalgageçerek onlara bakıyor gibiydi.

Burası bir çıkmazdı.

Brüder'in adamlarmdan biri duvardakibilgilendirme levhasını inceledi. "Bir dakika,"dedi. "Yazılanlara göre, burada bir finestra var,bir tür gizli pencere mi?"

Brüder etrafma bakındı ama gizli pencere falangöremedi. Gidip yazıyı kendi okudu.

Anlaşıldığı kadarıyla, burası bir zamanlar DüşesBianca Cappello'nun özel çalışma odasıymış veodada Bianca'nm Beş Yüz Salonünda konuşmayapan kocasını izleyebileceği gizli bir pencere;una finestra segreta varmış.

Brüder odayı tekrar dikkatle inceledi ve bu kezyan duvarda akıllıca gizlenmiş kafesli pencereyigördü. Buradan mı kaçtılar?

Yanma gidip Langdon'm cüssesindeki biriningeçemeyeceği kadar küçük olan pencereyiinceledi. Brüder yüzünü kafese dayayıp ileriyebakınca kimsenin buradan kaçamayacağına eminoldu; kafesin diğer tarafında Beş Yüz Salonu'nainen birkaç kat yüksekliğinde dik bir boşluk vardı.

Peki hangi cehenneme gittiler?

Brüder küçük taş bölmeye doğru dönerken,günün gerginliğinin içinde gitgide tırmandığımhissetti. Kendine hâkim olamadığı o nadir andabaşını geriye atıp öfkeyle bağırdı.

Çıkan ses, o dar alanda kulakları sağır edicitürdendi.

Aşağıda, Beş Yüz Salonu'nda turistler ve polismemurları dönüp duvarm yukarısındaki kafeslipencereye baktılar. Gelen seslerden anlaşıldığıkadarıyla düşesin gizli çalışma odası artık vahşibir hay vamn kafesi olarak kullanılıyordu.

Sienna Brooks ve Robert Langdon zifirikaranlıkta ayakta duruyorlardı.

Dakikalar önce Sienna, Langdon'm Ermenistanharitasını sabit tutmak için kordonu zekicekullanışını, sonra da dönerek kaçışını izlemişti.

Ne var ki Langdon onu şaşırtarak koridorunaşağısına doğru ilerlememiş, VIETATAUSCITA diye belirtilmiş dik merdivenleritırmanmıştı.

Kafası karışan Sienna, "Robert!" diye fısıldadı."Tabelada 'çıkış yok' yazıyordu. Ayrıca, aşağı

inmek istediğimizi sanıyordum."

Langdon omzunun üzerinden bakarak,"İstiyoruz," dedi. "Ama bazen aşağı inmek için...yukarı çıkmak gerekir." Cesaret verici birifadeyle göz kırptı. "Şeytanın göbeğini hatırlıyormusun?"

Neden bahsediyor? Kafası karışan Siennasöylediklerini anlamlandırmaya çalıştı.

Langdon, "Cehennem’i okudun mu?" diyesordu.

Evet... ama sanırım yedi yaşındaydım.

Bir saniye sonra kafasına dank etti. "Ah,şeytanın göbeği!" dedi. "Şimdi hatırladım."

Biraz zaman geçmişti ama Sienna şimdi,

Langdon'm Dante' nin Cehennem'inin sonkısmından bahsettiğini anlamıştı. Bu kantolarda,Dante cehennemden kaçmak için dev şeytanınkıllı karnından aşağı inmek zorunda kalıyordu veşeytanm göbeğine ulaştığında -sözde dünyanmmerkezine- yerçekimi aniden yön değiştiriyor veDante aşağıya, arafa doğru inişine devamedebilmek için... aniden yukarı tırmanmayabaşlıyordu.

Sienna, Cehennem'den dünyanın merkezindekituhaf yerçekimi olaylarma şahit olduğundahissettiği hayal kırıklığı dışında çok az şeyhatırlıyordu. Anlaşılan, Dante'nin dehası vektörelkuvvet fiziğini kavrayamamıştı.

Merdivenin tepesine vardıklarında Langdonorada buldukları tek kapıyı açtı, üzerinde; SALADEI MODELLI DI ARCHI-TETTURA0’

yazıyordu.

Langdon aceleyle Sienna'ya içeri girmesini işaretettikten sonra kapıyı arkalarından kapatıpkilitledi.

Salon küçük ve sadeydi, Vasari'nin sarayın içkısımları için yaptığı mimari tasarımların tahtamodellerini sergüeyen vitrinlerle doluydu. Siennamodelleri fark etmedi bile. Ama salonun kapısı,penceresi ve tabelada yazdığı gibi... çıkışıolmadığını fark etti.

Langdon alçak sesle, "1300'lerin ortalarında,"dedi. "Atina dükü sarayda iktidarı ele geçirmiş vesaldırıya uğradığında kullanmak için bu gizli kaçışyolunu yaptırmış. Buraya, Atina DüküMerdivenleri deniyor ve yan sokaktaki küçük birkaçış kapısına doğru iniyor. Oraya ulaşırsak,kimse çıktığımızı görmez." Modellerden birini

gösterdi. "Bak. Yan tarafta, görüyor musun?"

Beni buraya modelleri göstermek için migetirdi?

1

Nüfus Prensibi Üzerine Bir Deneme

Sienna endişeli bir ifadeyle minyatüre baktı vesarayın tepesinden sokak seviyesine kadar inengizli merdiveni gördü, binanın iç ve dış duvarlarıarasına gizlenmişti.

Sienna ters ters, "Merdivenleri görebiliyorumRobert," dedi. "Ama sarayın ters tarafmdalar.Oraya asla ulaşamayız!"

Robert çarpık bir gülümsemeyle, "Biraz inanç,"dedi.

Aşağıdan gelen ani bir gümbürtü, Ermenistanharitasının biraz önce kırıldığını anlatıyordu.Koridordan aşağı doğru ilerleyen askerlerin ayakseslerini dinlerken hiç kımıldamadan beklediler.İçlerinden hiçbiri avlarının, özellikle de ÇIKIŞYOK yazılı ufak bir merdivenden o kadar yukarıtırmanacağını düşünmüyordu.

(1) Mimari Tasarımlar Salonu

Aşağıdan gelen sesler azalınca Langdonkendinden emin bir şekilde salonda vitrinlerinarasından ilerledi. Diğer duvardaki büyük vitrinedoğru yürüdü. Yaklaşık bir metrekarebüyüklüğünde ve yerden bir metre yukarıdaydı.Langdon hiç tereddüt etmeden kolunu tutupkapağı açtı.

Sienna şaşkınlıkla geri çekildi.

İçerisi ıssız bir mağaraya benziyordu. Sanki vitrinbaşka dünyaya açılan bir kapıydı. Arkasmdasadece karanlık vardı.

Langdon, "Beni izle," dedi.

Açıklığın yanındaki duvarda asılı duran el fenerinialdı. Sonra, şaşırtıcı bir çeviklik ve kuvvetle

kendini yukarı çekip tavşan deliğinin içindengeçerek gözden kayboldu.

Langdon, la soffitta, diye düşündü. Dünyadakien tuhaf tavan arası.

İçerisi, sanki sıva tozu iyice incelmiş de yereinmeyi reddederek havada asılı kalıyormuş gibi,eski ve küf kokuyordu. Gıcırdayıp inleyen genişmekân Langdon'a yaşayan bir canavarınmidesine tırmandığı hissini veriyordu.

Geniş, yatay bir çatı kirişinde ayağını basacaksağlam bir yer bulunca fenerini kaldırıp, ışığıylakaranlığı deldi.

Önünde sonsuza uzanıyormuş gibi görünen birtünel vardı. Bu tünel; dikmeler, kirişler,bağlantılar ve Beş Yüz Salonu'nun görünmeyeniskeletini meydana getiren diğer yapı

malzemelerinin çaprazlar çizerek oluşturduğu birtahtadan üçgenler ve dörtgenler ağındanoluşuyordu.

Langdon bu büyük tavan arasını, o birkaç yılönce katıldığı gizli geçitler turunda görmüştü.Dolaba benzeyen seyir penceresi, ziyaretçileriskelet yapısını modelden inceleyebilsin veaçıklıktan fenerle bakıp gerçeğini görebilsin diye,Mimari Tasarımlar Salonu'nun duvarmaoyulmuştu.

Şimdi tavan arasının içlerine kadar ilerlemiş olanLangdon, iskeletin New England ambarlarınabenzemesine şaşırmıştı: ok ucuna benzerbağlantılarla bir araya getirilmiş, geleneksel ortadirek ve destek döşemesi. .

Sienna da açıklıktan tırmanıp, onun yanındakikirişte denge kurarken, nereye gideceğini

şaşırmışa benziyordu. Langdon ona bu sıra dışımanzarayı göstermek için fenerini ileri gerisalladı.

Bu uçtan bakınca tavan arasının aşağısmdakimanzara, uzakta iç içe geçerde, bir yerlerde yokolan ikizkenar üçgenlere benziyordu. Ayaklarınınaltında döşeme tahtası yoktu ve demiryoluraylarını andıran yatay destek kirişlerinin arasıtamamen boştu.

Alçak sesle konuşan Langdon, uzun kirişi işaretetti. "Burası, Beş Yüz Salonunun tam üstünde.Diğer uca geçebilirsek, Atina DüküMerdivenleri'ne nasıl gideceğimizi biliyorum."

Sienna önlerinde uzanan kiriş ve desteklabirentine şüpheli gözlerle baktı. Görünüşebakılırsa tavan arasında ilerlemenin tek yolu,destekler arasında tren raylarındaki çocuklar gibi

zıplamaktı. Yatay ve dikey destek direklerisağlam bir demet oluşturacak şekilde enlikelepçelerle birbirine bağlanmıştı ve üzerlerindedenge sağlanacak kadar genişti. Ama asıl sorun,direk ve kirişlerin arasındaki boşlukların sıçramakiçin fazla açık olmasıydı.

Sienna, "Ben bu kirişlerin arasında atlayamam,"diye fısıldadı.

Langdon da bunu yapabileceğinden emin değildive düşmek İşesin Ölüm demekti. Fenerini,kirişlerin arasındaki açıklığa doğru tuttu.

İki buçuk metre aşağıda, demir çubuklarlaasılmış tozlu, yatay bir alan, bir tür zemin vardıve göz alabüdiğine uzuyordu. Ne kadar sağlamgörünse de Langdon zeminin, toz tutmuş plastikörtüyle kapatıldığım biliyordu. Burası, Beş YüzSalonu'nun asma tavanının "arka tarafıydı":

yamalanmış gibi, yatay yerleştirilmiş otuz dokuzVasari tablosunu çerçeveleyen tahta bir teknetavan.

Sienna aşağıdaki tozlu alanı işaret etti. "Orayainip üzerinde yürüyebilir miyiz?”

Bir Vasari tablosunun içinden. Beş YüzSalonu'na düşmek istemiyorsan yürüyemeyiz.

Onu korkutmak istemeyen Langdon, "Aslındadaha iyi bir yol var," dedi. Tavan arasının merkezdireğine doğru, bir kirişin üstünde yürümeyebaşladı.

Daha önceki ziyaretinde, Mimari TasarımlarSalonu'ndaki pencereden bakmanın yanı sıra,tavan araşırım diğer ucundaki bir kapıdangirerek bu yeri yayan keşfetmişti. Şarapyüzünden bulanıklaşmış hafızası yanlış

hatırlamıyorsa, tavan arasının ana kirişi boyuncasağlam bir döşeme tahtası uzanıyor ve turistlerintam ortadaki geniş seyir bölümüne geçişisağhyordu.

Fakat Langdon kirişin ortasma gelince, turdanhatırladığına hiç benzemeyen bir döşeme tahtasıgördü.

O gün kaç Nebbiolo içtim?

Turistlerin bakabileceği sağlam bir yapıdan çok,basit bir geçiş oluşturacak şekilde kirişlerinüzerine dikey yerleştirilmiş gevşek kalaslarabakıyordu; köprüden çok, ip sayılırdı.

Anlaşılan, diğer taraftaki turist geçidi, yalnızcaortadaki seyir platformuna kadar geliyordu.Oradan sonra, turistler aynı yoldan geridönüyorlardı. Langdon ile Sienna'mn şimdi

baktığı bu denge kirişi, mühendisler tavanarasının bu kısmına kadar bakım yapabilsinlerdiye yerleştirilmiş olmalıydı.

İnce tahtalara şüpheyle bakan Langdon,"Görünüşe bakılırsa, kalasm üstündenyürüyeceğiz," dedi.

Fazla telaşlanmayan Sienna omuzlarım silkti."Venedik'te sularm yükselme mevsiminden dahakötü olamaz."

Langdon onun haklı olduğunu fark etti.Venedik'e yaptığı son araştırma gezisinde, SanMarco Meydam otuz santim suların altındakalmıştı. O da Hotel Danieli'den bazilikayakadar, briketler ve ters çevrilmiş kovalarınaraşma yerleştirilmiş tahta kalasların üzerindeyürümüştü. Elbette, mokasenlerim ıslatmakla, birRönesans başyapıtının içinden ölüme dalmak

aym şey değildi.

Bu düşünceyi akimdan uzaklaştıran Langdon,Sienna'mn içten içe besleyebileceği endişelerigidermesini umduğu sahte bir güvenle, dar kalasaadımını attı. Dışarıdan kendine güveniyor gibigözükse de ilk kalasm üstünde yürürken kalbihızla çarpıyordu. Ortaya yaklaştığında kalas,ağırlığıyla esneyerek uğursuz bir çıtırtı çıkardı.Biraz daha hızlı ilerleyip sonunda diğer tarafa venispeten güvenli ikinci kalasa geçti.

Nefesini veren Langdon, Sienna'ya ışığı tutmakve ihtiyaç duyabileceği sözleri söylemek içinarkasını döndü. Ancak görünüşe bakılırsahiçbirine ihtiyacı yoktu. Işığı kalası aydınlattığıanda Sienna, dikkate değer bir ustalıklaüzerinden geçti. Kalas, onun ince vücudununaltında fazla esnememiş ve saniyeler içinde diğertarafta yanma varmıştı.

Cesaretlenen Langdon arkasını döndü ve diğerkalasa yöneldi. Sienna onun geçmesini, dönüpışığı tutmasını bekledikten sonra peşinden gitti.Tek bir fenerin ışığıyla^peş peşe hareket eden ikifigür, sabit bir ritimle üerledi. İnce tavandan,aşağıdan bir yerden gelen polis telsizinin sesiduyuldu. Langdon belli belirsiz gülümsedi. BeşYüz Salonunun üstünde ağırlıksız vegörülmeden duruyoruz.

Sienna, "Söylesene Robert," dedi. "Maskeyibulacağın yeri sana Ignazio mu söylemişti?"

"Evet... ama şifreli bir şekilde." Ignazio'nunmaskenin yerini telesekreterde ağzındankaçırmak istemediği için bilgiyi şifreli paylaştığımaçıkladı. "Cennete gönderme yaptı, sanırım İlahiKomedya'nm. son bölümünü ima ediyordu. Tam

olarak ‘Cennet Yirmi Beş,' dedi."

Sienna bakışlarım yukarı kaldırdı. "Yirmi BeşinciKanto'dan bahsetmiş olmalı."

Langdon, "Bence de," dedi. Kanto, aşağı yukarıbölümle aynı şey demekti; kelime, epik şiirlerişarkıyla söyleme geleneğinden geliyordu. İlahiKomedya, üç bölüme ayrılmış toplam yüzkantodan meydana geliyordu.

Cehennem 1-34

Araf 1-33

Cennet 1-33

Cennet Yirmi Beş, diye düşünen Langdon tümmetni hatırlayabilmeyi dilerdi. Ne yazık kimümkün değil, metnin bir kopyasını

bulmamız lazım.

Langdon, "Dahası da var," diye devam etti."Ignazio bana son olarak, 'Kapılar sana açık amaacele etmelisin/ demişti." Bir an duruparkasındaki Sienna'ya baktı. "Yirmi BeşinciKanto, Flo-ransa'daki belirli bir yere göndermeyapıyor olmalı. Kapıları olan bir yer herhalde."

Sienna kaşlarını çattı. "Bu şehirde o kadar çokkapı var ki."

"Evet, bu yüzden Cennet'in Yirmi BeşinciKanto'sunu okumamız lazım." Ona umutlagülümsedi. "Senin İlahi Komedya'yı ezberebilmene imkân yok tabii, değil mi?"

Sienna ona dili tutulmuş gibi baktı. "Çocukkenokuduğum, eski İtalyancayla yazılmış on dört biniki yüz otuz üç dizeyi mi?" Başını iki yana salladı.

"Acayip hafızası olan kişi sizsiniz profesör. Benyalnızca bir doktorum."

Langdon yoluna devam ederken, birlikteyaşadıkları bunca şeyden sonra, Sienna'nmolağanüstü zekâsını kendisinden saklamasınabiraz üzülmüştü. Yalnızca bir doktor mu?Langdon gülümsedi. Onun özel yetenekleriyleilgili okuduğu makaleleri hatırlayınca,yeryüzündeki en mütevazı doktor olmalı, diyedüşündü. Maalesef bu özel yetenekler arasında,tarihin en uzun epik şiirini baştan sonraezberlediği yazmıyordu.

Başka kirişlerin üzerinden geçerek sessizceilerlediler. Sonunda Langdon, ileride içleriniferahlatan bir şekil gördü. Seyir platformu!Üzerinde yürüdükleri eğreti kalas, korkuluklanolan çok daha sağlam bir yapıya uzanıyordu.

Platforma yetişebilirlerse, tavan arasından çıkanakadar orada yürüyebilirlerdi; hatırladığı kadarıylaçıkış, Atina Dükü Merdivenleri'ne çok yakındı.

Platforma yaklaşınca Langdon, iki buçuk metreaşağıdaki tavana baktı. Şimdiye kadar gördüğütüm ay tabyaları birbirinin benzeriydi. Amailerideki, çok büyük, diğerlerinden çok dahagenişti.

Langdon içinden, I. Cosimo’nun GöğeYükselişi,a) diye geçirdi.

(1) Apotheosis Cosimo I

Bu, Beş Yüz Salonu'nun tam ortasındaki büyükve yuvarlak ay tabyası, Vasari'nin en kıymetlitablolarından biriydi. Langdon, yeni şekillenenAmerika'nın, İtalya'dan cumhuriyet kavramından

daha fazlasını aldığını hatırlatan ABD KongreBinası'ndaki Washington'ın Göğe Yükselişi adlımütevazı eseri buradakiyle kıyaslayaraköğrencilerine bunun slaytlarım gösterirdi.

Ama bugün, I. Cosimo'nun Göğe Yükselişi’mdurup incelemekten çok, üstünden hızla geçmekderdindeydi. Hızlanırken, yaklaştıklarımSienna'ya fısıldamak için başım hafifçe arkayaçevirdi.

Bunu yaparken sağ ayağını orta yere basamadıve ödünç aldığı mokasen, kalasın kenarındankaydı. Bileği burkulunca, dengesini yenidensağlamak için ileri doğru hızlı bir adım atmakisterken tökezledi.

Ama çok geç kalmıştı.

Dizleri kalasa çarpü, kirişe tutunmaya çalışan

elleri ümitsizce üeri uzandı. El feneri, aşağıdakikaranlığa, onu ağ gibi yakala-yan tuvalin üzerinedüştü. Altındaki kalas düşerken Langdon'mesneyen bacakları, son anda diğer kirişe güvenleyerleşti. Kalas, Vasari'nin iki buçuk metreaşağıdaki 1. Cosimo'nun Göğe Yükselişitablosunu çevreleyen ahşaptan tekne tavanagürültüyle düşmüştü.

Ses, tavan arasında yankılandı.

Dehşete kapüan Langdon, güçlükle ayağa kalkıparkada kalan Sienna'ya döndü.

Aşağıdaki tuvalin üzerinde sahipsiz kalan elfenerinin sönük ışığında, geçecek yeri kalmayanSienna'nm arkasındaki kalasta durduğunu gördü.Gözleri Langdon'm bildiği şeyi söylüyordu.Düşen kalasın gürültüsü, bulundukları yerielevermişti.

Vayentha'mn bakışları süslü tavana kaydı.

Ses aşağıda yankılanırken, kameralı adam,'Tavan arasındaki fareler," dedi.

Büyük fareler, diye düşünen Vayentha, salontavanının ortasındaki yuvarlak resme baktı. Aytabyalarının arasından aşağı tozlar süzülürken,tuvalin sanki biri diğer taraftan itiyormuş gibihafifçe esnediğini gördüğüne yemin edebilirdi.

Tablodaki çıkıntıya bakan adam, "Belki seyirplatformundaki görevlilerden biri tabancasınıdüşürmüştür," dedi. "Sizce ne arıyorlar? Tüm bukoşuşturma hayli heyecan verici."

Vayentha, "Seyir platformu mu?" diye sordu."Oraya çıkılıyor mu?"

"Elbette." Müze girişini işaret etti. "Şu kapıdan

geçince, tavan arasındaki podyuma çıkan bir kapıvar. Vasari'nin bina iskeletini görebilirsiniz.İnanılmaz."

Brüder'in sesi bir kez daha Beş Yüz Salonu'ndaaniden yankılandı. "Peki ne cehenneme gittiler?!"

Sesi, tıpkı az önceki haykırışı gibi, Vayentha'nmsolundaki yüksek duvara yerleştirilmiş kafesinarkasından geliyordu. Brüder kafesin arkasındakibir odada olmalıydı... salonun süslü tavanıaltındaki bir kat.

Vayetha gözlerini yeniden başının üstündekituvalin şişkinliğine çevirdi.

Tavan arasındaki fareler, diye düşündü. Çıkışyolu arıyorlar.

Kameralı adama teşekkür edip hemen müze

girişine yöneldi. Kapı kapalıydı ama onca polisgirip çıktığına göre kilitli olması imkânsızdı.

İçgüdüleri yanılmıyordu.

Dışarıda, meydanda polis arabalarının kargaşasıarasında orta yaşlı bir adam Loggia dei Lanzi'ningölgesinde oturmuş büyük bir dikkatlehareketliliği izliyordu. Adam, Plume Paris markagözlük ve şal desenli kravat takmıştı, tekkulağında minik altın bir küpe vardı.

Koşuşturmayı izlerken tekrar boynunu kaşıdı. Birgecede kurdeşen dökmüştü ve gittikçe daha dakötüleşiyordu; çenesini, boynunu, yanaklarını vegözlerinin üzerini küçük kabarcıklar kaplamıştı.

Tırnaklarına bakınca kanlanmış olduklarım gördü.Mendilini çıkartıp parmaklarını sildikten sonraboynundaki ve yanaklarındaki kabarcıkların

kanlarını da temizledi.

Temizlendikten sonra dikkatini tekrar saraymdışına park etmiş olan iki siyah minibüse yöneltti.Yakındaki minibüsün arka koltuğunda iki kişioturuyordu.

Biri siyah kıyafetli silahlı bir askerdi.

Diğeri daha yaşlıydı ve nazarlık takmış gümüşrengi saçlı çok güzel bir kadındı.

Asker, deri altına uygulanan bir şırınga hazırlıyorgibiydi.

* * *

Minibüsün içinde Dr. Elizabeth Sinskey boşgözlerle saraya bakarken krizin bu boyutlaranasıl ulaştığını kendi kendine sor-guluyordu.

Yanından boğuk bir ses, "Hanımefendi," dedi.

Kendisine eşlik eden askere döndü. Bir eliyleşırıngayı diğeriyle de kolunu tutmuş bekliyordu."Kıpırdamayın."

İğnenin sivri ucu derisinden girerken, asker,"Şimdi, uyuyun," dedi.

Gözlerini kapattığı sırada gölgelerin arasından biradamm kendisini izlediğini fark etti. Tasarımcıgözlükleri ve hazırlık öğrencisi kravatı takmıştı.Yüzü kıpkırmızıydı. Bir an için onu tanıdığınıdüşündü ama tekrar bakmak için gözleriniaçtığında adam kaybolmuştu.

48. Bölüm

avan arasının karanlığındaki Langdon veSienna'nm arasında artık altı metrelik bir açıklık

vardı. İki buçuk metre

JL aşağılarında duran kalas, Vasari'nin I.Cosimo'nun Göğe Yükselişi'nin bulunduğutuvali destekleyen tahta çerçevenin üzerinedüşmüştü. Hâlâ ışık veren büyük el feneri,tuvalin üzerinde küçük bir çukur oluşturuyordu.

Langdon, "Arkandaki kalası bu kirişe ulaşacakkadar sürükleyebilir misin?" diye fısıldadı.

Sienna kalasa baktı. "Diğer ucunu tuvalin üzerinedüşürmeden yapamam."

Langdon da bundan korkuyordu; şu andaihtiyaçları olan son şey ikiye altı boyutlarındakibir kalasın Vasari'nin tablosunu parçalamasıydı.

Sienna, "Aklıma bir fikir geldi," diyerek desteğinüzerinde yan yan duvara doğru ilerledi. Langdonkirişin üzerinde onu takip etti, el fenerininışığından uzaklaştıkları her adımda durum dahada tehlikeli bir hale geliyordu. Yan duvaraulaştıklarında artık zifiri karanlıktaydılar.

Sienna aşağılarındaki karanlığı göstererek,"Aşağıda," diye fısıldadı. "Çerçevenin kenarında.Duvara monte edilmiş olmalı. Benim ağırlığımıçekecektir."

Sienna, Langdon'm itiraz etmesine fırsatbırakmadan destek kirişlerini merdiven gibikullanarak duvar direğinden aşağı indi. Yavaşçaahşap tekne tavanın kenarına bastı. Bir kezgıcırdadı ama dayandı. Sonra, duvarın üzerindeyavaş yavaş ilerleyerek Langdon'a doğru ilerledi,sanki yüksek bir binanın pencere pervazındayürüyormuş gibiydi. Tekne tavan bir kez daha

gıcırdadı.

Langdon, çok tehlikeli, diye düşündü. Fazlaaçılma.

Sienna, Langdon'm karanlıkta üzerinde durduğuduvar direğine yaklaşırken, Langdon'm içineburadan zamanında kurtulacaklarına dair birumut doğdu.

Aniden, ilerideki karanlığın içinde bir yerde, birkapı sertçe kapandı ve geçitte hızla ilerleyerekonlara doğru yaklaşan ayak sesleri duyuldu.Etrafı tarayan ve her geçen saniye daha daparlayan bir el fenerinin ışığı belirdi. Langdonumudunu kaybetti. Birisi kendilerine doğrugeliyordu, ana geçitte ilerliyor ve kaçış yollarınıkapatıyordu.

Langdon hemen, "Sienna, yürümeye devam et,"

dedi. "Duvar boyunca ilerle. Diğer uçta bir çıkışvar. Ben ters yönde koşacağım."

Sienna, "Hayır," diye fısıldadı. "Robert geri dön!"

Ne var ki Langdon çoktan harekete geçmişti.Yan duvardan yavaş yavaş ilerleyen iki buçukmetre aşağıdaki Sienna'yı karanlıkta bırakmış,duvar direğinin üzerinden tavan arasının merkezdireğine doğru ilerliyordu.

Tavan arasının merkezine vardığında, el fenerliyüzsüz bir siluet yüksek seyir platformunavarmıştı. Siluet, alçak korkuluğun önünde durupel fenerini Langdon'm gözlerine doğrulttu.

Işık kör ediciydi ve Langdon hemen teslim olupkollannı açtı. Kendini daha fazla savunmasızhissedemezdi; parlak bir ışık gözlerini körederken Beş Yüz Salonu'nun üzerinde havada

dengede durmaya çalışıyordu.

Langdon silah sesi veya otoriter bir emirduymayı bekledi ama sessizlikten başka bir şeyyoktu. Bir saniye sonra ışık yüzün-

257

Cehennem / F: 17

den çekilip arkasındaki karanlığı taramayabaşladı, bir şeyi... ya da başka birini aradığıbelliydi. Işık gözlerinden çekilince Lan;; donkaçış yolunu kapatan kişinin siluetini tamdı. Bu,siyahla ı giymiş ince bir kadındı. Beyzbolşapkasının altında kirpi saçlı bir kafa olduğundanhiç şüphesi yoktu.

Gözünün önüne hastane odasında ölen Dr.Marconi gelince kaslan gerildi.

Beni buldu. Buraya işi bitirmeye geldi.

Langdon'm gözünde, bir tünele girip geri dönüşüolmayan noktayı geçen ve sonra da bir çıkmazlakarşılaşan Yunanlı dalgıçlar canlandı.

Suikastçı, el fenerini tekrar Lagdon'ın gözlerinedoğrulttu. Nerdeyse fısıltıh bir sesle, "BayLangdon," dedi. "Arkadaşınız nerede?"

Langdon ürperdi Katil buraya ikimiz içingelmiş.

Sienna'nın bulunduğu yeri belli etmemek içinomzunun üzerinden arkasındaki karanlığabakarak, "Onun bu işle hiçbir ilgisi yok.İstediğiniz benim," dedi.

Langdon, Sienna'nın duvarda ilerleme kaydetmişolması için dua ediyordu. Seyir platformununarkasına fark edilmeden geçebilirse, kirpi saçlıkadının gerisinden sessizce ana yürüyüş yolunagirebilir ve sonra da kapıya doğru ilerleyebilirdi.

Suikastçı tekrar ışığım kaldırıp Langdon'markasındaki boş tavan arasım taradı. Langdon,gözlerinden ışığın çekilmesiyle birlikte kadınınarkasındaki figürü fark etti.

Oh Tanrım, hayır!

Sienna gerçekten de bir duvar direğininüzerinden ana yürüyüş yoluna doğru ilerliyorduama ne yazık ki, saldırgandan sadece on metreuzaktaydı.

Sienna, hayır! Çok yakındasın! Seniduyacak!

Işık tekrar Langdon'm gözlerine doğrultuldu.

Suikastçı, "Dikkatli dinle profesör," diye fısıldadı."Yaşamak istiyorsan bana güvenmeni tavsiyeederim. Görevim sonlandırıldı. Sana zararvermek için bir sebebim yok. Sen ve ben artıkaynı takımdayız ve sana nasıl yardım edeceğimibiliyor olabilirim."

Langdon'm onu dinlediği söylenemezdi. Aklıtamamen profilini belli belirsiz görebildiği, seyirplatformunun arkasmdan ustalıkla yürüyüşyoluna tırmanan ve silahlı kadına çok yakın olanSienna'yla meşguldü.

İçinden, kaç, diye yalvardı. Buradan uzaklaş!

Ama Sienna, Langdon'ın paniğine rağmen olduğuyerde kaldı, karanlığın içinde çömelip sessizceizlemeye başladı.

Vayentha'nın gözleri Langdon'm arkasındakikaranlığı taradı. Hangi cehenneme gitti?Birbirlerinden ayrıldılar mı?

Vayentha kaçak çiftin Brüder'in eline geçmesiniengellemenin bir yolunu bulmalıydı. Bu benimtek umudum.

Boğuk bir fısütıyla, "Sienna?!" diye seslendi."Eğer beni duyabiliyorsan dikkatle dinle.Aşağıdaki adamlar tarafmdan yakalanmayıistemezsin. Hiç merhametli olmayacaklardır.Ben bir kaçış yolu biliyorum. Sana yardımedebilirim. Bana güven."

Langdon, "Sana güvensin mi?" diyerek meydanokudu. Sesi, yakınlardaki herhangi birininduyabileceği kadar yüksek çıkmıştı. "Sen birkatilsin!"

Vayentha, Sienna yakınlarda, diye düşündü.Langdon onunla konuşuyor... onu uyarmayaçalışıyor.

Vayentha tekrar şansmı denedi. "Sienna durumçok karışık ama seni buradan çıkartabilirim. İyidüşün. Kapana kısıldın. Başka seçeneğin yok."

Langdon yüksek sesle, "Bir seçeneği var," dedi."Ve senden mümkün olduğu kadar uzağakaçacak kadar da akıllı."

Vayentha ısrarla, "Her şey değişti," dedi. "Siziincitmem için hiçbir sebep kalmadı."

"Sen Dr. Marconi'yi öldürdün! Ve beni başımdanvuran kişinin de sen olduğunu düşünüyorum!"

Vayentha karşısındaki adamın onu öldürmeyeniyeti olmadığına asla inanmayacağım anlamıştı.

Konuşma faslı som erdi. Onu ikna etmek içinsöyleyebileceğim başka bir şey yok.

Elini bir anda deri ceketinin içine sokupsusturuculu tabancasını çıkardı.

Sienna, Langdon'la karşı karşıya gelen kadının onmetre arkasında, yürüyüş yolundaki gölgeleriçinde hareketsizce duruyordu. Kadının siluetikarardıkta bile fazlasıyla belirgindi. Sienna dehşetiçinde onun Dr. Marconi'yi öldürürken kullandığısilahı çıkarttığını fark etti.

Sienna, ateş edecek, diye düşündü. Kadınınvücut dilinden bu anlaşılıyordu.

Kadın, Langdon'a doğru iki tehditkâr adım atıpseyir platformunu çeviren alçak parmaklıktadurdu. Langdon'a mümkün olduğu kadaryaklaşmıştı. Silahım kaldırıp doğrudan

Langdon'm göğsüne nişan aldı.

"Sadece kısa bir an için canın yanacak," dedi."Ama bana başka seçenek bırakmadın."

Sienna bir anda harekete geçti.

Vayentha'nm ayaklarının altındaki tahtadahissettiği beklenmedik titreşimler ateş ederkenhafifçe dönmesine neden oldu. Silahı ateşalmasına rağmen kurşunun Langdon'a isabetetmediğini biliyordu.

Arkasından bir şey yaklaşıyordu.

Hızla yaklaşıyordu.

Vayentha olduğu yerde 180 derece dönereksilahım saldırgana doğrulttu. Birisi üzerineçullanırken karanlığın içinde parlayan sarı saçları

gördü. Saldırgan, güçlü bir vücut blokajıuygulayabilmek için namlu seviyesinin altındansaldırdığı için yeniden patlayan silah da hedefibulamadı.

Vayentha'nm ayakları yerden kesildi ve kamısertçe seyir platformunun alçak parmaklığınaçarptı. Gövdesi parmaklıktan sarkarkendüşmesini engelleyecek bir şeye tutunmayaçalıştı ama çok geçti. Kenardan aşağı düştü.

Vayentha karanlığın içinde düşerken, kendiniplatformun iki buçuk metre aşağısmdaki tozluzemine çarpmaya hazırladı. Ama tuhaf birşekilde, düşüşü tahmin ettiğinden daha yumuşakoldu... sanki, altında bel veren yelken bezindenbir hamağın üzerine düşmüştü.

Zihni bulanan kadın, sırtüstü yatarken yukarıdakisaldırganına baktı. Sienna Brooks parmaklığın

üzerinden aşağı bakıyordu. Şok içindekiVayentha bir şeyler söylemek için ağzını açtıama aniden altından gelen bir yırtılma sesiduyuldu.

Onu destekleyen kumaş yırtılmıştı.

Kadm düşüşe devam etti.

Düşüşü bu kez, muhteşem resimlerle kaplıtavana bakarak neredeyse üç saniye sürdü. Tamüzerindeki resmin ortasında artık kocaman biryırtık vardı. Cennet bulutlarının içindeki meleklertarafından etrafı sarılmış olan I. Cosimo'yuresmeden daire şeklindeki dev tuval,Vayentha'nm son gördüğü manzaraydı.

Sonra, ani bir çarpma sesiyle tüm dünyasıkarardı.

Yukarıda, şoktan donmuş olan Robert Langdonyırtık dev tuvalin arasından aşağıdaki mağarayıandıran alana baktı. Be-Yüz Salonu'nun taşzemininde, kirpi saçlı kadm hareketsiz bir şekildeyatıyordu, kafasından akan kanlar koyu renkli birgölet oluşturmuştu. Tabancası hâlâ elindeydi.

Seyir platformuna çıkmış olan Langdon gözleriniaşağıdaki korkunç manzara karşısında donmuşolan Sienna'ya dikti. Genç kadm şok içindeydi."Ben onu..."

Langdon, "İçgüdülerinle hareket ettin," diyefısıldadı. "Beni öldürmek üzereydi."

Aşağıdaki telaşlı sesler yırtık tuvalden onlaradoğru yükseldi.

Langdon nazikçe Sienna'yı parmaklıktanuzaklaştırdı. "Yolumuza devam etmeliyiz."

üşes Bianca Cappello'nun gizli çalışmaodasındaki Ajan

Brüder, bir gümbürtünün ardından Beş YüzSalonu'ndan

gelen kargaşa seslerini duydu. Duvardaki kafesekoşup aralıklarından baktı. Aşağıdaki taşzeminde gördüğü manzarayı kavraması birkaçsaniyesini aldı.

Hamile müze müdürü, önünde durduğu kafesinyanma gelmiş, dehşet verici manzara karşısındaeliyle ağzını kapatıyordu. Kadının bakışları BeşYüz Salonu'nun tavanına dikilirken acıyla inledi.Tavandaki yuvarlak panele doğru onunbakışlarını takip eden Brüder, tablonunortasındaki geniş yarığı gördü.

Kadına döndü. "Oraya nasıl çıkarız?"

Binanın diğer ucundaki Langdon ile Sienna,tavan arasından soluk soluğa inip bir kapıdangeçtiler. Birkaç saniye içinde Langdon, kırmızıbir perdenin ardına gizlenmiş küçük nişibulmuştu. Burayı gizli geçitler turundanhatırlıyordu.

Atina Dükü Merdivenleri.

Şimdi koşan ayak sesleri ve bağrışlar her yöndenyükseliyordu. Langdon çok az zamanları kaldığımanlamıştı. Perdeyi çekti, Sienna ile birlikte küçükbir sahanlığa geçtiler.

Tek kelime konuşmadan taş merdivenden aşağıinmeye başladılar. Geçit korkutucu, döner darbasamaklarla tasarlanmıştı. İndikçe daralıyorgibiydi. Duvarlar Langdon'ı ezecekmiş gibi

hissetmeye başladığı anda neyse ki inecek başkabasamak kalmamıştı.

Zemin kat.

Merdivenlerin bittiği yer küçük, taş bir odaydı veçıkışı yeryüzündek' en küçük kapılardan biri olsada görmek rahatlatıcıydı Bir buçuk metreyüksekliğindeki kaim ahşap kapı, kimseningimemesi için demir perçinler ve içeriden çekilenağır bir demir si' -güyle kapatılıyordu.

Sarsılm ş görünen Sienna, "Kapının arkasındakisokak sesini duyabiliy mm,” diye fısıldadı. "Diğertarafta ne var?"

"Vi ı della Ninna," diye cevap veren Langdon,kalabalık yaya yolunu gözünde canlandırdı. "Amapolis de olabilir."

"Bizi tammazlar. Sarışın bir kızla, koyu saçlı biradam arıyorlar."

Langdon ona şaşkınlıkla baktı. "Biz de tamolarak öyleyiz..."

Sienna başmı iki yana sallarken, yüzünde hüzünlübir ifade belirdi. "Beni böyle görmeni istemezdimRobert ama ne yazık ki, şu anda böylegörünüyorum." Aniden elini kaldırıp sarı saçlarınıkavradı. Sonra aşağı doğru çektiğinde, tek birhareketle saçları başından sıyrıldı.

Geri çekilen Langdon, hem Sienna'nm peruktakmasına hem de saçsız görüntüsüne şaşırm ıştı.Sienna Brooks tamamıyla keldi; çıplak başı,radyoterapi gören bir kanser hastası gibipürüzsüz ve solgundu. Yoksa üstüne üstlük birde hasta mı?

"Biliyorum," dedi. "Uzua hikâye. Şimdi eğil."Peruğu kaldırış şeklinden, Langdon'a takmakistediği anlaşılıyordu.

Ciddi mi? Langdon gönülsüzce başmı eğince,Sienna sarı saçı onun kafasına geçirdi. Peruktam oturmamıştı ama genç kadın elindengeldiğince düzeltmeye çalıştı. Sonra geriye doğrubir adım atıp onu inceledi. Pek tatminolmadığından, uzanıp kravatım gevşetti vebaşından geçirip bandana gibi bağlayarak, başınalam oturmayan peruğu sabitledi.

Şimdi kendiyle ilgilenmeye başlayan Sienna,pantolon paçalarını sıvayıp, çoraplarım bileklerineindirdi. Güzelim Sienna Brooks şimdi kel kafalıbir punkçıya dönmüştü. Eski Shakespeareoyuncusunun değişimi inanılmazdı.

"Unutma," dedi. "Kişileri yüzde doksan vücut

dilinden tanırız. Bu yüzden yürürken, yaşlanan birrockçı gibi hareket et."

Langdon, yaşlanma kısmını yapabilirim, diyedüşündü. Rockçı-dan pek emin değilim.

İtiraz etmeye fırsat bulamadan Sienna küçükkapının sürgüsünü çekti ve kapıyı açtı. Başınıeğip parke taşlı kalabalık sokağa çıktı. Onu takipeden Langdon ise gün ışığına adeta dörtayaküzerinde çıktı.

Vecchio Sarayı'nın temelindeki minik kapıdançıkan uyumsuz çifte şaşkınlıkla bakan birkaç kişidışında, kimse dönüp bir daha onlara bakmadı.Saniyeler sonra, kalabalığa karışan Langdon ileSienna doğuya doğru ilerliyordu.

Robert Langdon ve Sienna Brooks'un peşinden,kalabalığın arasında kıvrılarak onları güvenli bir

mesafeden takip eden Plume Paris gözlüklüadam, kanayan cildini ovaladı. Kılık değiştirmişolmalarına rağmen, Via della Ninna'daki minikkapıdan çıktıklarını gördüğü anda onları tanımıştı.

Birkaç blok peşlerinden gittikten sonra nefesikesildi. Göğsüne saplanan ağrı yüzünden kısanefesler almak zorunda kaldı. Göğsüne yumrukyemiş gibi hissediyordu.

Acı yüzünden dişlerini sıkıp Floransasokaklarında peşlerinden giderken, dikkatiniyeniden Langdon ile Sienna'ya verdi.

Tamamen yükselmiş olan sabah güneşi, eskiFloransa'daki binalar arasmda kıvrılan darkanyonlarda uzun gölgeler oluşturuyordu.Dükkân sahipleri, dükkânlarım ve barlarınıkoruyan metal kepenkleri kaldırmaya başlamıştı.Havaya, sabah espressosu ile fırından yeni

çıkmış cornetti'mnm buram buram kokusuhâkimdi.

Açlıktan midesi guruldadığı halde Langdonyürümeye devam etti. Maskeyi bulmam... vearkasına neyin saklandığım görmem lazım.

Sienna'yı, Via dei Leoni boyunca kuzeye doğruyürütürken, onun çıplak başının görüntüsünealışmakta güçlük çekiyordu. Bu bambaşka hali,onu çok az tanıdığını hatırlatmıştı. IgnazioBusoni'nin son telefon konuşmasını yaptıktansonra, ölü bulunduğu meydan olan DuomoMeydanı yönünde yürüyorlardı.

Ignazio, "Robert," diyebilmişti. "Aradığın şeygüvenli bir yerde gizli. Kapılar sam açık amaacele etmelisin. Cennet Yirmi Beş. Tanrıyardımcın olsun!"

Ignazio Busoni'nin İlahi Komedya'yı belirli birkantoya atıfta bulunacak kadar iyihatırlayabilmesine hâlâ şaşıran Langdon, içinden,Cennet Yirmi Beş, diye tekrar etti. Belli ki, bukantodaki bir şey Busoni için unutulmazdı. Buşey her ne ise, Langdon eline

metnin bir kopyası geçtiği anda bulacağınıbiliyordu ki, ilerideki yerlerden birinde bunukolaylıkla yapabilirdi.

Omuzlarına gelen peruk şimdi onu kaşındırmayabaşlamıştı. Bu kılığın içinde kendini biraz komikhissetse de Sienna'mn doğaçlama tarzdeğişikliğinin, etkili bir kandırmaca olduğunu itirafetmek zorundaydı. Kimse, Vecchio Sarayı'nadoğru yanlarından geçen polisler bile onlara birdaha dönüp bakmamıştı.

Sienna dakikalardır yanında konuşmadan

yürüyordu. Langdon, onun iyi olup olmadığınıgörmek için dönüp baktı. Çok uzaklardaymış gibigörünüyordu; peşlerinden gelen kadını öldürdüğügerçeğini kabullenmeye çalışıyor olmalıydı.

Salonda ölü yatan kirpi saçlı kadını aklındanuzaklaştırmak umuduyla, "Ne düşünüyorsun?"dedi.

Sienna düşüncelerinden yavaşça sıyrıldı."Zobrist'i düşünüyordum," dedi. "Onunla ilgilibildiğim her şeyi hatırlamaya çalışıyorum."

"Ve?"

Omuzlarını silkti. "Bildiklerimin çoğu, birkaç yılönce yazdığı tartışmalı bir denemeden ibaret.Bunu seninle paylaşmıştım. Okuduğumdan beriaklımdan çıkmadı. Tıp camiasında bir virüs gibiyayılmışü." Yüzünü buruşturdu. "Üzgünüm,

yanlış kelime seçtim."

Langdon'ın yüzünde çarpık bir gülümsemebelirdi. "Devam et."

"Denemesinde, nüfus artışını azaltacak birfelaket yaşanmadığı müddetçe, insan ırkmmtükenmek üzere olduğunu, türümüzün bir yüzyıldaha yaşayamayacağını söylüyordu.

Bu bir tezdi. Öngördüğü süre, öncekitahminlerden daha kısaydı ama çok kuvvetli bazıbilimsel verilerle destekleniyordu. İnsan ömrünüuzatmak nüfus sorununu daha da büyüteceği için,tüm doktorların tedavi etmeyi bırakmalarıgerektiğini söylediğinde pek çok düşmankazanmıştı."

Langdon makalenin tıp camiasında neden hızlayayıldığını şimdi anlıyordu.

Sienna, "Zobrist'e her yönden saldırmalarışaşırtıcı değildi/' dedi. "Siyasetçiler, din adamları,Dünya Sağlık Örgütü onu, felaket tellallığıyaparak panik çıkarmaya çalışan bir kaçık diyealaya aldılar. Bugünün gençleri üremeyekalkışırsa, çocuklarının insan türünün sonunugöreceğine dair açıklamasını özellikle rahatsızedici bulmuşlardı. Zobrist düşüncesini,yeryüzündeki insan ömrü bir saate sıkıştırılırsa...bunun son saniyelerinde olduğumuzu gösteren birKıyamet Saati'yle açıklamıştı."

Langdon, "Ben bu saati internette görmüştüm,"dedi.

"Evet, o çizmişti ve büyük bir curcuna çıkmıştı.Ama en büyük karşıtlan, Zobrist'in genetikmühendislik, hastalıkları iyileştirmek için değilde yaratmak için kullanılırsa insanlığa çok daha

faydalı olacağını açıkladığında ortaya çıkmıştı."

"Ne?!"

"Evet, bu teknolojinin nüfus artışını sınırlandırmakiçin modern tıbbın tedavi edemeyeceği hibrithastalıklar yaratmak amacıyla kullanılmasıgerektiğini iddia etmişti."

Langdon zihninde artan bir korkuyla, bir kezyayıldığında durdurulamayacak tuhaf, hibrit,"tasarım virüs" görüntüleri canlandırıyordu.

Sienna, "Zobrist birkaç yıl içinde tıp dünyasınınşerefli bir isminden, dışlanan birine dönüştü.Aforoz edilmişti," dedi. Sustu. Yüzünde birmerhamet ifadesi belirmişti. "Kuleden atlayıpintihar ettiğine şaşırmamak gerekir. Aslmda dahada üzücü olan, büyük ihtimalle tezinin doğruolduğu."

Langdon neredeyse yere düşüyordu."Anlayamadım... haklı olduğunu mudüşünüyorsun?"

Sienna omuzlarını silkti. "Robert, tamamenbilimsel açıdan yaklaşıyorum. Sadecemantığımla, duygulanım kanştırmadan durumayaklaştığımda, büyük bir değişiklik olmazsa,türümüzün sonunun çok yakın olduğunu sanatereddüt etmeden söyleyebilirim. Ve hızlı birşekilde yaklaşıyor. Ateş, kükürt, mahşer veyanükleer savaş değil... gezegende yaşayan insansayısının yol açtığı bir düşüş olacak. Matematikyanılmaz."

Langdon dikleşti.

"Bir hayli biyoloji okudum," dedi Sienna. "Birtürün, yaşadığı ortamda aşırı çoğalarak yokolması normaldir. Ormandaki minik bir göl

yüzeyinde yaşayan yosun kolonisini düşün, gölünmükemmel dengedeki besin maddelerinin keyfiniçıkarır. Kontrol edilmezse öyle hızlı yayılır ki, biranda gölün tüm yüzeyini sararak güneşi engellerve bu yüzden göldeki besin maddelerininyetişmesini önler. Çevredeki mümkün olan herşeyi tüketen yosun hemen ölür ve geride hiç izbırakmadan yok olur," derin bir iç çekti. "Benzerbir kader, insan türünü de bekliyor olabilir.Tahmin edebileceğimizden çok daha yakın vehızlı."

Langdon huzursuzlanmıştı. "Ama... bu imkânsızgibi geliyor."

"İmkânsız değil Robert, sadece akıl almaz.İnsan zihninin ilkel ego savunma mekanizması,beynin kaldıramayacağı kadar fazla stres üretentüm gerçekleri reddeder. Buna inkâr denir."

"İnkârı daha önce duymuştum," diyen Langdonespri yapıyordu. "Ama var olduğunusanmıyorum."

Sienna gözlerini devirdi. "Çok hoş, ama inanbana çok fazlasıyla gerçek. İnkâr, insanın başaçıkma mekanizmasının önemli bir kısmınıoluşturur. O olmasaydı, her sabah hangi şekildeöleceğimizi düşünerek dehşet içinde uyanırdık.Bunu yapmak yerine zihinlerimiz, işe vaktindeyetişmek veya vergilerimizi ödemek gibi başaçıkabileceğimiz stresle meşgul olarak, varoluşkorkularımızı perdeler. Eğer varoluşla ilgili dahabüyük korkulanmız olursa, basit işler ve günlükmeşgalelerle vakit geçirerek onları hemenaklımızdan çıkarırız."

Langdon, ABD'deki en seçkin üniversitelerdeokuyan öğrencilerin web kullanımı üzerineyapılan bir araştırmada, çok yüksek zekâlı

kullanıcılarda bile içgüdüsel bir inkâr eğilimiolduğunun ortaya çıktığım hatırladı. Araştırmayagöre, üniversite öğrencilerinin büyük çoğunluğu,Kuzey Kutbu'ndaki buzulların erimesiyle veyatürlerin yok olmasıyla ilgili moral bozucu birhaberi tıkladıktan sonra, o sayfadan hemenayrılıp zihinlerini korkudan armdıran eğlendiricibir sayfaya geçiyorlardı. En sevilen seçeneklerspor haberleri, komik kedi videoları ve ünlülerleilgili dedikodulardı.

Langdon, "Mitolojiye göre, inkâr halindeki birkahraman, kibir ile gururun varabileceği en üstnoktadadır. En kibirli kişi, dünyadaki tehlikelerinkendisine dokunamayacağına inanan kişidir.Kibri yedi günah arasında en kötüsü ilan ederekkibirlileri cehennemin en alt çukurundacezalandıran Dante, bu fikre katılıyordu," dedi.

Sienna bir süre düşündükten sonra konuşmayadevam etti. "Zobrist'in makalesi pek çok dünyaliderini büyük bir inkâr içinde olmakla, kafalarınıkuma gömmekle suçluyordu," diye devam etti."En çok da Dünya Sağhk Örgütü'nü eleştirmişti."

"Bahse girerim çok işe yaramıştır."

"Onu, sokak köşesinde 'Sonumuz Yakın' yazılıpankart taşıyan bir din fanatiğiyle bir tuttular."

"Harvard Meydam'nda onlardan birkaç tanevar."

"Evet ve biz onları görmezden geliyoruz, çünkühiçbirimiz gerçekleşeceğini düşünmüyoruz. Amainan bana, sırf insan aklı bir şeyingerçekleşeceğini hayal edemiyor diye... o şeygerçekleşmeyecek değil."

"Sanki Zobrist hayranıymışsın gibikonuşuyorsun."

Sienna ciddileşerek, "Kabul etmek ne kadar zorolursa olsun, ben gerçeğin hayranıyım," dedi.

O anda tuhaf bir biçimde yeniden Sienna'yayabancılaştığını hisseden Langdon, sustu. Onuntutku ve tarafsızlık karışımım anlamayaçalışıyordu.

Yüz hatları yumuşayan Sienna, Langdon'a baktı."Robert bak ben, Zobrist'in, insanların yarısınıöldüren vebanın nüfus artışına çare olacağıgörüşünü savunmuyorum. Hastalıklarıiyileştirmekten vazgeçmemiz gerektiğini desöylemiyorum. Benim söylediğim şey, mevcutyolumuzun kolaylıkla yıkım getirecek bir formülolduğu. Sınırlı bir ortamı ve sınırlı kaynaklarıbulunan bir sistemde nüfus artışı, üstel bir gelişim

demektir. Son, aniden gelecek. Yaşayacağımıztecrübe, benzinin yavaş yavaş bitmesi gibiolmayacak... uçurumdan aşağı arabayla düşmekgibi olacak."

Az önce duyduklarını içine sindirmeye çalışanLangdon, nefesini bıraktı.

Sienna hüzünle sağ tarafı işaret ederken,"Atlamaktan bahsetmişken, Zobrist'in buradanatladığına eminim," dedi.

Başını kaldıran Langdon, sağ taraftaki BargelloMüzesi'nin taş cephesinin önünden geçtiklerinigördü. Bunun arkasındaki Badia Kulesi,etrafındaki binaların tepesinden yükseliyordu.Zobrist'in neden kendini kuleden attığını düşünüp,yaptığı korkunç şeyin sonuçlarıyla yüzleşmemekiçin bunu yapmamış olmasını ümit ederken,kulenin tepesine baktı.

Sienna, "Zobrist'i eleştirenler, onun geliştirdiğibirçok genetik teknoloji sayesinde, şimdi insanömrünü uzatıyor olmamızı çelişkili buluyor," dedi.

"Bu da nüfus sorununu büyütüyor."

"Kesinlikle. Zobrist bir seferinde, cini yenidenlambaya sokmak ve insan ömrüne yaptığıkatkıların bir kısmını yok etmek istediğinisöylemişti. Bence bu düşünsel açıdan mantıklı.Ne kadar uzun yaşarsak, kaynaklarımızı o kadaruzun süre yaşlılar ve hastalar için kullanırız."

Langdon başını salladı. "ABD'deki sağlıkharcamalarının yüzde altmış kadarının,yaşamlarının son altı ayındaki hastalara gittiğiniokumuştum."

"Evet ve beynimiz 'Bu saçmalık,' derken,kalplerimiz 'Anneannemi mümkün olduğunca

yaşatalım/ diyor."

Langdon başını salladı. "Apollon ile Dionysosarasmdaki çekişme de buydu. Mitolojideki ünlübir çelişkidir. Mantık ile kalp

l

arasındaki yüz yıllık savaş, nadiren aynı şeyleringerçekleşmesini ister."

Langdon, bazı AA toplantılarında, alkol dolubardağa bakarken, beyni zararlı olduğunusöyleyen ama kalbi, vereceği keyfi arzulayanalkoliği tanımlamak için bu mitolojik hikâyedenfaydalanıldığım duymuştu. Anlaşıldığı kadarıylamesaj şöyleydi: Kendini yalnız hissetme,tanrıların bile aklı karışmıştı.

Sienna birden, "Kimin Agathusia'ya İhtiyacı

Var?" diye fısıldadı. 4

"Anlamadım?"

Sienna bakışlarını kaldırdı. "Sonunda Zobrist'inyazı başlığını hatırladım. 'Kimin Agathusia'yaİhtiyacı Var?' idi."

Langdon daha önce Agathusia kelimesini hiçduymamıştı ama Yunanlı kökenlerine dayanarakbir tahmin yürüttü: Agastos ve thusia."Agathusia... 'iyi kurban' demek olabilir mi?"

"Sayılır. Asıl anlamı 'herkesin iyiliği için kendinifeda etmek' demektir." Sustu. "Yardımseverintihar olarak da bilinir."

Langdon bu terimi daha önce gerçekten deduymuştu. İlkinde; iflas eden bir kilise papazı,ailesi hayat sigortasından faydalanabilsin diye

kendini öldürmüştü. Bir diğerindeyse; öldürmearzusunu zapt edemediği için hayatına son verenbir seri katilden bahsediliyordu.

Ne var ki Langdon'm hatırladığı en korkutucuörnek, insanların yirmi bir yaşında intihar etmeyikabul ettiği bir geleceği anlatan, 1967'de yazılmışLogan'ın Kaçışı isimli romandaydı. İnsanlarsayıca çoğalmadan veya yaşlanıp gezegeninkısıtlı kaynaklarını zorlamadan gençliklerini doludolu yaşıyorlardı. Eğer doğru hatırlıyorsa,Logan'ın Kaçışı'nın film versiyonunda,seyircinin on sekiz ila yirmi beş yaş aralığınadüşeceği kaygısıyla, "ölüm yaşı" yirmi birdenotuza yükseltilmişti.

"Yani, Zobrist'in yazısının... başlığınıanladığımdan emin değilim," dedi Langdon."'Kimin Agathusia'ya İhtiyacı Var?' mıydı?

Bunu alaycı biçimde mi söylüyordu? Yani, kiminyardımsever intihara ihtiyacı olur... elbettehepimizin, anlamında mı kullanmıştı?"

"Aslında hayır, başlıkta cinas vardı."

Anlamayan Langdon, başım iki yana salladı.

"Kimin intihara ihtiyacı var? Buradaki 'kim',aslında WHO,(l) yani Dünya Sağlık Örgütü.Zobrist yazısında, koltuğundan hiç kalkmayan veona göre nüfus kontrolünü ciddiye almayanDünya Sağlık Örgütü Direktörü Dr. ElizabethSinskey'ye dil uzatıyordu. Makalesinde, DirektörSinskey intihar ederse bunun Dünya SağlıkÖrgütü için çok daha iyi olacağını yazmıştı."

"Merhametli adammış."

"Dâhiliğin muhataraları olmalı. Bu özel zekâlar

çoğu zaman, duygusal olgunluğa erişememekpahasına, istedikleri şeye başkalarından dahafazla yoğunlaşabilirler."

Langdon, 208'Iik zekâsı ve görülmemiş beyinfonksiyonları olan dâhi çocuk Sienna ile ilgilimakaleleri gözünde canlandırdı. Zobrist'tenbahsederken, bir şekilde kendinden debahsediyor olabileceğini düşündü ve sırrını dahane kadar saklayacağını merak etti.

Langdon, aradığı yapıyı ileride gördü. Via deiLeoni'yi geçtikten sonra, onu çok dar bir sokakkesişimine götürdü; burası ara sokağa daha çokbenziyordu. Yukarıdaki tabelada şöyle yazıyordu:VIA DANTE ALİGHİERİ.

Langdon, "Anlaşılan, insan beyni hakkında haylibilgin var," dedi. "Tıp okurken bu konuda mıihtisas yaptın?"

"Hayır, ama küçükken çok okurdum. Nörobilimleçok ilgilendim, çünkü bazı... tıbbi sorunlaryaşıyordum."

Langdon devam etmesini umut ederek meraklaona baktı.

Sienna usulca, "Beynim..." dedi. "Başkaçocuklardan farklı gelişti... ve bazı sorunlarasebep oldu. Ne sorunum olduğunu bulmak içinçok vakit harcadım ve bu süreçte nörobilimleilgili

11) Kelime oyununun anlaşılabilmesi içinkuruluşun İngilizce kısaltmasıkullanılmıştır.

273

Cehennem / F: 18

çok şey öğrendim." Langdon'm gözlerine baktı."Ve evet, kelliğim tıbbi durumumla ilgili."

Meraklı bakışlarından utanan olan Langdon,başka tarafa döndü.

"Merak etme," dedi. "Bununla yaşamayıöğrendim."

Ara sokağın serinliğine doğru ilerlerken Langdon,Zobrist hakkında öğrendiklerini ve onun dehşetverici felsefesini düşündü.

Akima takılan bir soru onu rahatsız ediyordu.Langdon, "Şu askerler," diye başladı. "Biziöldürmeye çalışanlar? Kim onlar? Anlamsız gel:yor. Zobrist bir salgın başlatacaksa, yayılmasınıdurdurmak i< uı herkesin aynı tarafta olması

gerekmez miydi?"

"Hayır, >ek öyle değil. Zobrist tıp dünyasındadışlanmış olabilir ama lüşüncelerini benimsemişpek çok hayranı var; bu kişiler düı /ayı kurtarmakiçin çürüklerin ayıklanması gerektiği konusundahemfikirler. Bildiğimiz tek şey, bu askerlerin,Zobrist' n hayalinin gerçekleşmesini sağlamakistediği."

Zobrist'in müritlerinden oluşan özel birordusu mu var? Langdon ihtimalleri düşündü.Aslında tarih, her türden saçma düşüncesebebiyle kendini öldüren fanatikler ve müritlerledoluydu: Bazıları Mesih'in liderleri olduğuna,bazıları Ay'ın arkasında onları bir uzay gemisininbeklediğine, bazılarıysa Kıyamet Günü'nün yakınolduğuna inanmıştı. En azmdan nüfus kontrolühakkmdaki tartışmaların bilimsel bir temeli vardı

ama o askerlerle ilgüi bir şey Langdon'a tersgeliyordu.

"Eğitimli bir grup askerin, kendileri de hasta olupölmek kaygısını taşırken... masumlarıöldürebileceğine inanamıyorum."

Sienna ona şaşkınlıkla baktı. "Robert, senceaskerler savaşta ne yapıyor? Masum insanlarıöldürüyor ve kendi hayatlarını tehlikeye atıyorlar.İnsanlar bir davaya inanınca her şeymümkündür."

"Bir dava mı? Salgm yaymak gibi mi?"

Kahverengi gözleri yerinden fırlayan Sienna, onabaktı. "Robert, dava salgım yaymak değil...dünyayı kurtarmak." Sustu.

"Bertrand Zobrist'in yazısındaki pek çok kişiyi

tartışmaya çeken bölümlerden biri de çok imalı,farazi bir soruydu. Cevabını duymak istiyorum."

"Soru nedir?"

"Zobrist şunu sormuştu: Bir düğmeye basıp,yeryüzündeki nüfusun yarısını öldürebilecekolsaydınız, bunu yapar mıydınız?"

"Elbette yapmazdım."

"Peki. Ama eğer o düğmeye hemen basmazsan,gelecek yüzyü içinde insan türünün yok olacağısöylenseydi..." Sustu. "O zaman basar miydin?Arkadaşlarını, aileni, hatta belki kendini bileöldürmek pahasına?"

"Sienna, ben gerçekten..."

"Bu farazi bir soru," dedi. "Türümüzün yok

olmasını engellemek için nüfusun yarısını öldürürmüydün?"

Langdon tartıştıkları dehşet verici konudan haylirahatsız olmuştu; bu yüzden tam ilerideki taşbinanın yan tarafında asılı duran kırmızı pankartıgördüğünde minnet duydu.

Eliyle işaret ederken, "Bak," dedi. "Geldik."

Sienna başım iki yana salladı. "Dediğim gibi.İnkâr."

Via Santa Margherita'nın üzerindeki Casa diDante, taş cephenin yarısından yola kadarsarkan büyük MUSEO CASA DI DANTEpankartıyla kolaylıkla fark edilir.

Sienna kuşkulu gözlerle bayrağa baktı."Dante'nin evine mi gidiyoruz?"

Langdon, "Pek sayılmaz," dedi. "Dante'nin evi,sokağın köşesindeydi... Burası daha çok, Dantemüzesi." Langdon, bir keresinde sergilenen sanateserlerini merak ederek müzeye girmiş amaiçeride sadece Dante ile ilgili ünlü eserlerinreprodüksiyonlarının olduğunu görmüştü. Yine dehepsini tek bir çatının altında görmek ilginçti.

Sienna aniden iyimser bir ifadeyle, "Sence,içeride İlahi Komedya'nm eski bir kopyası davar mıdır?" diye sordu.

Langdon gülümsedi. "Hayır, ama üzerindemikroskobik harflerle Dante'nin İlahiKomedya'sının tüm metninin yazılı olduğukocaman posterler sattıkları bir hediyelik eşyadükkânı olduğunu biliyorum."

Sienna hafiften yılmış bir ifadeyle ona baktı.

"Anladım. Ama hiç yoktan iyidir. Sorun şu ki,gözlerim artık gidiyor, bu yüzden minik harfliyazıları sen okumak zorunda kalacaksın."

Onların kapıya yaklaştıklarını gören yaşlı biradam, "E chiu-sa," diye seslendi. "E il giornodi riposo."

Şabat yüzünden kapalı mı? Langdon'm yinekafası karışmıştı. Sienna'ya baktı. "Bugün...pazartesi değil mi?"

Sienna başını sallayarak onayladı. "FloransalılarPazartesi Sebt'ini tercih ederler."

Aniden şehrin alışılmadık haftalık takviminihatırlayan Langdon inler gibi bir ses çıkardı.Turist dolarları hafta sonları daha çok aktığı içinbirçok Floransalı tüccar Hıristiyan "dinlenmegününü" pazardan pazartesiye kaydırarak, Sebt

gününün kâr hanelerinde açığa sebep olmasınıengellemişlerdi.

Langdon bu yüzden, diğer seçeneğin de saf dışıkaldığını anladı. Floransa'daki en sevdiğikitapçılardan biri olan Paper Exchange'de îlahiKomedya'nm kopyalarım bulabilme ihtimali desuya düşmüştü.

Sienna, "Başka fikrin var mı?" diye sordu.

Langdon uzun bir süre düşündükten sonrasonunda başını evet anlamında salladı. "Köşede,Dante hayranlarının toplandıkları bir yer var.Eminim, orada ödünç alabileceğimiz bir kopyavardır."

Sienna, "O da büyük ihtimalle kapalıdır," dedi."Neredeyse şehirdeki her yer Şebt'i pazardanpazartesiye alıyor."

Langdon gülümseyerek, "Burası böyle bir şeyyapmayı aklından bile geçirmez," dedi. "Orası birkilise."

Elli metre arkalarında kalabalığın arasındapusuya yatmış olan kurdeşenli ve altm küpeliadam duvara yaslanmış soluklanmayaçalışıyordu. Nefes almakta gittikçe daha çokzorlanıyordu ve yüzündeki döküntüye, özellikle degözlerinin üzerindeki hassas derinin kaşıntısınadayanmak neredeyse imkânsızdı. Plu-me Parisgözlüğünü çıkartıp cildine zarar vermemeyeçalışarak gömleğinin koluyla göz çukurlarınıovuşturdu. Gözlüğünü yeniden takınca avınınilerlediğini gördü. Elinden geldiğince yavaşçanefes almaya çalışarak peşlerinden gitti

Langdon ve Sienna'nın birkaç blok arkasında,Beş Yüz Salonu'nun içinde Ajan Brüder çok iyitanıdığı kirpi saçlı kadının yerde yatan kemikleri

kırılmış cesedine bakıyordu. Çömelip, kadınıntabancasmı aldı. Şarjörünü dikkatli bir şekildeçıkardıktan sonra tabancayı adamlarından birineverdi.

Hamile müze yöneticisi Marta Alvarez kenardaduruyordu. Brüder'e, geçen akşamdan beriRobert Langdon ile ilgili yaşananların kısa amaşaşırtıcı bir özetini vermişti. Bu bilgiler arasmdaBrüder'in hâlâ hazmetmeye çahştığı bir bölümvardı.

Langdon hafızasını kaybettiğini iddia ediyor.

Brüder cep telefonunu çıkartıp tuşladı. Diğeruçtaki hat üç kez çaldıktan sonra patronu soğukve titrek bir sesle cevapladı.

"Evet, Ajan Brüder? Anlat."

Brüder her sözünün iyice anlaşılması için yavaşyavaş konuştu. "Hâlâ Langdon ve kızı arıyoruzama yeni bir gelişme var." Brüder duraksadı."Eğer doğruysa... bu her şeyi değiştirir."

Amir, kendine yeni bir viski doldurma isteğinekarşı koymaya çalışarak ofisinde volta atıyor,kendini bu büyüyen krizle kafa kafaya mücadeleetmeye zorluyordu.

Kariyerinde asla bir müşterisine ihanet etmemişveya bir anlaşmayı bozmamıştı ve şimdi de böylebir şeyi yapmak niyetinde değildi. Aynı zamanda,amacı kendisinin de tahmin ettiğinden çok farklıolan bir senaryoya bulaşmış olduğundanşüpheleniyordu.

Konsorsiyum her zaman güçlü düşmanlarlakarşılaşmıştır.

Konsorsiyum, kararlaştırıldığı gibi Zobrist ile olananlaşmalarını hiç soru sormadan yerinegetirmişti. Anlaşmaları boyunca bilimadammmyerini bulmaya çalışan Sinskey'nin çabalarınıengellemişti.

Anlaşmanın süresinin dolmasına bir haftadankısa bir süre kala, Sinskey bir şekilde Zobrist'inFloransa'da olduğunu öğrenmiş, taciz vetakipleriyle sonunda adamın intiharına sebepolmuştu. Amir, kariyerinde ilk kez bir müşterisinikorumakta başarısız olmuştu ve bu onu yiyipbitiriyordu. Ayrıca, Zobrist'in ölümünün tuhafayrıntıları da vardı.

Kaçmlmadı... intihar etti.

Zobrist neyi saklıyordu?

Bilimadammm ölümünden sonra Sinskey,

Zobrist'in emanet kasasındaki bir eşyaya elkoymuştu ve Konsorsiyum şimdi Floransa'daSinskey ile kafa kafaya bir mücadeleniniçindeydi. Bu, tehlikeli bir hazine avıydı.

Neyi bulmak için?

Amir'in gözleri tekrar kitaplığa ve Zobristtarafından kendisine yakın zaman önce verilenağır kitaba kaydı.

İlahi Komedya.

Amir kitabı alıp masasına taşıdı. Sertçe üzerinebıraktı ve titrek parmaklarla kapağını açıp ilksayfadaki yazıyı okudu.

Sevgili dostum, bu yolda bana yardım ettiğiniçin teşekkür ederim.

Dünya da sana teşekkür ediyor.

Amir, öncelikle, diye düşündü. Biz dostdeğildik.

Yazıyı üç kere daha okudu. Sonra, gözlerinimüşterisinin takvimin üzerine çizdiği parlakkırmızı daireye çevirdi, ertesi günün tarihiniişaretlemişti.

Dünya da sana teşekkür ediyor?...

Dönüp uzun bir süre ufka doğru baktı.

Sessizlikte, video kaydını düşünürkenKnovvlton'ın telefon konuşmasındaki sesinihatırladı. "Efendim, bu kaydı yüklemedenönce izlemek isteyeceğinizi düşünüyorum...içeriği biraz rahatsız edici."

Yaptıkları konuşmayı düşündükçe Amir'inşaşkınlığı sürüyordu. Knowlton onun en iyiyöneticilerinden biriydi ve böyle bir istektebulunmak onun karakterine hiç uymuyordu.Bölümlere ayırma protokolünün dışında biröneride bulunmaması gerektiğini de çok iyibiliyordu.

İlahi Komedya'yı rafa kaldırdıktan sonra viskişişesine doğru yürüyüp kendine yarım bardakdoldurdu.

Vermesi gereken çok zor bir karar vardı.

ante Kilisesi olarak bilinen La Chiesa di SantaMarghe-

rita dei Cerchi ibadethanesi, bir kiliseden çokşapeldi.

Minik, tek odalı ibadethane, Dante hayranlarınınbüyük şairin hayatındaki iki önemli anın vukubulduğu, bu nedenle Kutsal Toprak olarakgördükleri popüler bir yerdi.

Günümüze kadar gelen bilgilere göre Dante, ilkgörüşte âşık olduğu ve hayatı boyunca sevdiğiBeatrice Portinari'yi ilk kez, dokuz yaşındaykenbu kilisede görmüştü. Ne yazık ki, Beatricebaşka bir adamla evlenmiş ve sonra yirmi dörtyaşında gençliğinin baharında ölmüştü.

Dante yıllar sonra, yine bu kilisede büyük yazarve şair Boccaccio'nun gözüyle bile onun için kötübir eş seçimi olan Gemma Donati ile evlenmişti.Çift, çocukları olduğu halde birbirlerine fazlasevgi göstermemiş ve Dante'nin sürgünündensonra her ikisi de birbirini görmeye pek hevesli

olmamıştı.

Dante'nin hayatının aşkı her zaman, neredeysehiç tanımadığı ama hatırasıyla onun en büyükeserlerinin ilham perisi olan Beatrice Portinariolarak kalmıştı.

Dante'nin meşhur şiir kitabı Yeni Hayat "KutsalBeatrice" hakkında övgü dolu mısralarla doludur.Daha felsefi olan İlahi Komedya iseBeatrice'yi, cennette Dante'ye yol gösterenkurtarıcı olarak gösterir. Dante her iki eserindede ulaşılmaz kadınına olan özlemini dile getirir.

Günümüzde, Dante Kilisesi, karşılıksız aşk acısıçeken kırık kalplerin tapmağı haline gelmiştir.Genç Beatrice'nin kabri de kilisenin içindedir vesade mezarı şairin hayranlan ve onun gibi kederliâşıklar için bir hac haline gelmiştir.

O sabah Langdon ve Sienna, eski Floransa'dankiliseye doğru ilerlerken sokaklar gittikçedaralıyordu. O sırada yerli marka bir otomobil,labirentin içinde yavaşça ilerlerken yanlarmdangeçtiği yayaları binalara yaslanmak zorundabırakıyordu.

Turistlerden birinin kendilerine yardımedebileceğini umut eden Langdon, Sienna'ya,"Kilise, köşeyi dönünce," dedi. Bir iyilikseverbulma ihtimalinin şimdi daha yüksek olduğunudüşünüyordu. Sienna, Langdon'm ceketikarşılığında peruğunu geri almış ve her ikisi denormal hallerine dönmü erdi. Rockçı vedazlaktan üniversite profesörü ve bakımlı birgenç kadına.

Tekrar kendisi gibi hissetmek Langdon'ırahatlatmıştı.

Daha da dar bir sokağa -Via del Presto-girdiklerinde Langdon kapıları incelemeyebaşladı. Kilisenin girişini bulmak her zamanzordu, çünkü iki binanın arasında kalan yapı çokküçük ve gösterişsizdi. İnsan, hiç fark etmedenyanından geçip gidebilirdi. Tuhaf bir şekilde, bukiliseyi gözleri değil de... kulakları kullanarakbulmak çok daha kolaydı.

La Chiesa di Santa Margherita dei Cerchi'nintuhaflıklarından biri de burada sık sık konserlerverilmesiydi ve kilise, konser olmadığındaziyaretçilerinin müzik dinleme zevkinden mahrumkalmamaları için bu konserlerin kayıtlannıyayımlıyordu.

Langdon sokakta ilerlerken, tahmin ettiği gibi,müzik kaydının hafif melodilerini duymayabaşladı. O ve Sienna, dikkat çekmeyen sade

girişin önüne vardıklarında ses iyice yükselmişti.Doğru yerde olduklarını gösteren tek şey,burasının Dante ve Beatrice'nin kilisesi olduğunubelirten ufak tabelaydı; Museo Casa diDante'deki parlak kırmızı pankarta hiçbenzemiyordu.

Langdon ve Sienna sokaktan kilisenin karanlıksınırlarına girdiklerinde hava serinledi ve müziğinsesi daha da yükseldi. İçerisi sade ve doğaldı.Langdon'm hatırladığından daha küçüktü. İçeridebir avuç dolusu turist dolaşıyor, günlüklerineyazıyor, kilise sıralarında müziği dinleyereksessizce oturuyor veya alışılmadık sanateserlerini inceliyordu.

Neri di Bicci'nin Madonna temalı sunak panosuhariç, orijinal eserlerin tümü, turistlerin bu minikşapeli arayıp bulmalarının sebebi olan iki ünlüşahsiyeti betimleyen modern parçalarla

değiştirilmişti. Tabloların çoğunda, Dante'ninBeatrice ile ilk karşılaşmasındaki özlem dolubakışı resmedilmişti. Bu, Dante'nin de dilegetirdiği gibi, Beatrice'yi görür görmez âşıkolduğu andı. Tabloların tümü aynı kalitede değildi,hatta birçoğu Langdon'a göre kalitesiz veuygunsuzdu. Bir yorumda Dante, kulaklıklıkırmızı başlığını Noel Baba'dan çalmış gibigörünüyordu. Yine de şairin ilham perisi olanBeatrice'ye özlem dolu bakışının tekrarları,buranın acı veren aşkın kilisesi olduğunukanıtlıyordu.

Langdon içgüdüsel olarak sola dönüp BeatricePortinari'nin sade kabrine baktı. İnsanların bukiliseyi ziyaret etmelerinin esas sebebi bumezardı. Ama kabrin kendisi değil de yanındakiünlü nesne daha çok ilgilerini çekiyordu.

Hasır bir sepet.

O sabah, her zamanki gibi, sade hasır sepetBeatrice'nin kabrinin yanında duruyordu. Ve osabah, her zamanki gibi, içinde bir sürü katlanmışkâğıt vardı; hepsi ziyaretçilerin Beatrice'yeyazdığı mektuplardı.

Beatrice Portinari talihsiz âşıkların koruyucu azizihaline gelmişti ve eskiden beri Beatrice'yeyazılan dualar, yazana aracılık eder; belki birinionları daha çok sevmeye teşvik eder veyagerçek aşklarını bulmalarına yardımcı olur ya dagöçüp gitmiş bir sevgiliyi unutmaları için onlaragüç verir umuduyla sepetin içine bırakılıyordu.

Langdon yıllar önce yazacağı sanat tarihi kitabıiçin araştırma yaparken bu kilisede durup sepetebir not bırakmış, Dante'nin ilham perisindengerçek aşkını değil, Dante'nin muazzam eserini

yazmasını sağlayan ilhamdan bir parça dakendisine vermesini istemişti.

Anlat bana, tanrıça, bin bir düzenli yamanadamı.

Homeros'un Odysseia'svnm açılış mısrası,Langdon'a Beat-rice'ye layık bir yakarış gibigelmişti ve eve döner dönmez kitabını sıra dışı birşekilde kolaylıkla tamamladığı için mesajınıngerçekten de Beatrice'nin ilahi ilhamınıateşlediğine gizliden gizliye inanmıştı.

"Scusate!" Aniden Sienna'nın sesi duyuldu.

"Potete ascoltarmi tutti?"m

Langdon dönüp bakınca Sienna'mn yüksek sesleetrafa dağılmış turistlere seslendiğini duydu.Şimdi hepsi dönmüş, meraklı gözlerle ona

bakıyorlardı.

Sienna sevimli bir şekilde gülümseyerekiçlerinden birinde Dante'nin İlahi Komedya'sınınbir kopyasmın olup olmadığını sordu. Tuhafbakışlar ve hayır anlamında sallanan kafalardansonra soruyu bir kez de İngilizce sordu amakarşılığı yine farklı olmadı.

Mihrabı süpüren yaşlı bir kadın Sienna'ya,"Şişt!..." diyerek parmağım dudaklanna götürdü.

Sienna, Langdon'a doğru dönüp kaşlarını çatarak,"Şimdi ne yapacağız?" der gibi baktı.

Sienna'nın yardım çağrısı tam olarak Langdon'makimdaki şey değildi ama ona verilenden daha iyibir tepki beklediğini itiraf etmek zorundaydı.Langdon daha önceki ziyaretlerinde bu kutsalyerde İlahi Komedya'yı okuyan ve yaşadıkları

bu Dante tecrübesiyle düşüncelere dalan turistlergörmüştü.

Ama bugün farklı. -

Langdon, kilisenin ön tarafında oturan yaşlıca birçifte baktı. Yaşlı adamın kel kafası öne düşmüş,uyukladığı belliydi. Yanındaki kadın son dereceuyanıktı, gri saçlarmdan kulaklık kablolarısallanıyordu.

Langdon, bir umut ışığı, diye düşünerekkoridordan çifte doğru yürüdü. Ümit ettiği gibi,kadının beyaz kulakları kucağmdaki iPhone'abağlıydı. İzlendiğini hisseden kadın kafasınıkaldırıp kulaklıklarım çıkardı.

Langdon, kadının hangi dili konuştuğunubilmiyordu ama iPhone, iPad vc iPod'ların tümdünyayı sarması, restoranlarda tuvaletleri

gösteren kadın/erkek sembolleri gibi dünyaçapında anlaşılan bir kelime dağarcığıoluşturmuştu.

Langdon kadının cihazına hayranlıkla bakarak,"iPhone?" diye sordu.

Yüzü bir anda aydınlanan yaşlı kadm gururlabaşını salladı. İngiliz aksanıyla, "Çok akıllı biroyuncak," diye fısıldadı. "Oğlum hediye etti. E-postalarımı dinliyorum. Buna inanabiliyormusunuz, e-postalanmı dinliyorum! Bu küçükhazine onları benim için okuyor. İnsanınbenimkiler gibi yaşlı gözleri olunca bu çok işeyarıyor."

Langdon, uyuyan kocasını uyandırmamayadikkat ederek kadının yanma otururken, "Benimde bir tane var," dedi. "Ama dün akşamkaybettim."

"Ah, çok yazık! 'iPhone'umu bul' özelliğinidenediniz mi? Oğlum diyor ki..."

"Aptallığım yüzünden o özelliğietkinleştirmemiştim." Langdon ona mahcup birifadeyle bakıp tereddütle, "Eğer sizin için birsakıncası yoksa, bir saniyeliğine sizinkini ödünçalabilir miyim? İnternette bir şeye bakmamlazım. Bana çok büyük bir iyilik yapmışolursunuz."

"Tabii ki!" Yaşlı kadm kulaklıklarını çıkartıp,cihazı Lang-don'a uzattı. "Hiç sorun değil! Ah,çok üzüldüm!"

Langdon kadına teşekkür edip telefonu aldı.Kadm yanında eğer kendisi iPhonu'unukaybetseydi ne kadar üzüleceğindenbahsederken Langdon, Google'm aramapenceresini açıp mikrofon butonuna bastı.

Telefon bir kez bipleyince Langdon aradığıkelimeleri tane tane söyledi.

"Dante, İlahi Komedya, Cennet, Yirmi BeşinciKanto."

Kadın çok etkilenmişti, belli ki bu cihaz hakkındaöğreneceği daha çok şey vardı. Sonuçlar minikekranda belirirken, Langdon belli etmedenBeatrice'ye yazılan mektupların bırakıldığısepetin yanındaki dokümanları inceleyenSienna'ya baktı.

Sienna'nm durduğu yerden biraz uzakta, kravatlıbir adam karanlıkta diz çökmüş, başı önünde,içten bir şekilde dua ediyordu. Langdon adammyüzünü göremiyordu ama büyük ihtimalle sevdiğibirini kaybetmiş ve buraya teselli bulmayagelmişti. Langdon onun için üzüldü.

Tekrar iPhone'a odaklandı ve saniyeler içindeİlahi Komed-yfl'nın dijital versiyonuna ulaştı,herkese açık olduğu için ücretsizdi. YirmiBeşinci Kanto'nun bulunduğu sayfayı açtığında,teknolojiden etkilendiğini kendine itiraf etmekzorunda kaldı. Deri ciltli kitaplar takıntımdankurtulmalıyım, diye düşündü. E-kitaplarınzamanı geldi.

Yaşlı kadın biraz endişeli bir ifadeyle internetinyurtdışı kullanım ücretlerinin çok yüksek olduğuhakkında bir şeyler söylerken Langdon bu fırsatpenceresinin kısa bir süre açık kalacağını anladıve önünde açık duran Web sayfasına iyiceodaklandı.

Metnin yazısı çok küçüktü ama şapelin loş ışıklarıaydınlık ekranm daha kolay okunmasınısağlıyordu. Langdon tesadüfen Mandelbaum

çevirisine -Amerikalı müteveffa profesör AilenMandelbaum'un popüler modern tercümesiydi-denk geldiğini görünce memnun olmuştu.Mandelbaum büyüleyici tercümesi sebebiyleİtalya'nın en büyük, İtalya CumhurbaşkanlığıDayanışma Nişanı'nı almıştı. Longfellovv'untercümesinden daha az şiirsel olan Mandelbaumçevirisi çok daha anlaşılırdı.

Langdon, metnin içinde Floransa'daki bir yeri -Ignazio'nun Dante'nin maskesini sakladığı yeri-çabucak bulmayı umut ederek, bugün şiirsellikyerine, anlaşılırlığı tercih edeceğim, diyedüşündü.

iPhone'un minik ekranı her seferinde metninsadece altı satırını gösteriyordu. Langdonokumaya başlayınca pasajı hatırladı. YirmiBeşinci Kanto'nun başlangıcında Dante, İlahi

Komedya'dan, kendisinden, yazılışının onayüklediği fiziksel acıdan ve bu tanrısal şiirin onugüzel Floransa'smdan ayıran sürgününacımasızlığını yenebilmesi ihtimalindenbahsetmiştir.

YİRMİ BEŞİNCİ KANTO

J}cm göğün fjem _ycrin efinben çıfîan r>e 6enitjıflarbtr fjarap eben lûıtsaf matyumc, eğer Varırıister be Kenbisine öiişman fturtfann saoaş açtığı6u futunun uyubuğu o ağıfban Geni 11306 tutan3ufmii ıjenerse...

Pasaj, Dante'nin İlahi Komedya'yı yazarkenözlem duyduğu yuvanın güzel Floransa olduğunadair bir hatırlatma olsa da, Langdon şehirdekibelirli bir yere yapılan bir göndermeye rast-layamamıştı.

Yaşlı kadın merakla iPhone'una bakarken, "Dataücretleri hakkında ne biliyorsun?" diye sordu."Oğlum bana yurtdışında internet kullanımıkonusunda dikkatli olmamı söylemişti."

Langdon sadece bir dakika süreceğini söyleyipparasını ödemeyi teklif etse de kadının onunYirmi Beşinci Kanto'nun tamamını okumasınaasla izin vermeyeceğini hissetti.

Hızlıca bir sonraki altı dizeye geçip okumayadevam etti.

o 3aman 6aşfia 6ir saç »e 6am6aş(îa 6ir sesfeboneccğtm oraya x>afti3 (ûmtamba bcfnetjapralîû taç giyeceğim 6aşıma çüntui oraba imanettim 6en ndjfarı 'Sanrıya tanıtan inanca ıx otacı ’ etrus ftoybu 6aftma.

Langdon bu pasajı da biraz hatırlıyordu; Dante'ye

düşmanları tarafından teklif edilen siyasi biranlaşmaya dolaylı bir göndermeydi. Tarihte,Dante'yi Floransa'dan kovan "kurtlar" ona şehresadece halkın karşısında, suçunu kabul ettiğiningöstergesi olarak üzerinde sadece bir çuvalbeziyle vaftiz kumasının başında, cemaatinkarşısında durarak özür dilerse geridönebileceğini söylemişlerdi.

Langdon'm okuduğu pasajda Dante anlaşmayıreddediyor ve vaftiz kurnasına eğer bir gün geridönerse, üzerinde suçlu bir adamın giyeceğiçuval bezi değil, defne yapraklarından yapılmışşair tacı olacağım söylüyordu.

Langdon metni kaydırmak için parmağım havayakaldırınca telefonunu verdiğine belli ki pişmanolan yaşlı kadm aniden itiraz ederek elini uzatıpiPhone'unu istedi.

Langdon onu duymuyordu. Ekrana dokunmaküzereyken gözleri ikinci kez gördüğü bir mısrayatakılmıştı.

®öneccği?>ı oraya, eafty lûımamba befneîjapradfı taç giyeceğim 6aştma...

Langdon kelimelere bakarken, metnin içindebelirli bir yer ismi ararken, neredeyse açılışdizelerinde parlayan cevheri kaçıracaktım,diye düşündü.

oaftİ3 fîumamba...

Floransa'da, yüz yıldan uzun bir süredir gençFloransalıları -ki bunlardan biri de DanteAlighieri idi- arındırmak ve vaftiz etmek içinkullanılan dünyanın en ünlü vaftiz kurnalarındanbiri bulunuyordu.

Langdon kumanın bulunduğu binanm resminibuldu. Birçok yönden Duomo'nun kendisindenbile daha kutsal olan olağanüstü, sekizgen biryapıydı. Her şeyi okuyup okumadığım merakediyordu.

Ignazio'nun bahsettiği yer bu bina olabilirmi?

Ekranda beliren muhteşem fotoğrafla Langdon'mkafasında bir şimşek çaktı. Muhteşem bronzkapılar sabah ışığında pırıl pırıl parlıyordu.

Ignazio'nun bana ne anlatmaya çalıştığınıanladım!

Ignazio Busoni'nin bu kapıları açabilecekFloransa'daki tek insan olduğunu anlayıncakafasındaki tüm şüpheler kaybolmuştu.

"Robert, kapılar sana açık ama aceleetmelisin."

Langdon bolca teşekkür ederek iPhone'u yaşlıkadına verdi.

Sienna'nm yanma koşup heyecanla, "Ignazio'nunhangi kapılardan bahsettiğini biliyorum! CinnetinKapılan!" dedL

Sienna kuşkulu bir ifadeyle, "Cennetin Kapılarımı? Onlar... cennette değiller mi?" dedi.

Langdon bilmiş bir ifadeyle ona gülümseyerek,"Aslında," dedi. "Eğer nereye bakacağını bilirsen,Floransa cennettir"

289

Cehennem / F: 19

Döneceğim oraya vaftiz kurnamda... defneyapraklı taç giyeceğim başıma.

Sienna'yı Via dello Studio olarak bilinen dargeçitten kuzeye doğru götürürken Dante'ninsözleri Langdon'ın kafasının içinde sürekli olaraktekrarlanıyordu.

Attığı her adımda doğru yolda olduklarından vepeşlerinde-kileri geride bıraktıklarından daha daemin oluyordu.

Kapılar sam açık ama acele etmelisin.

Kanyona benzeyen ara sokağın sonunayaklaşırlarken Langdon ilerideki hareketliliğinalçak seslerini duyabiliyordu. Aniden her ikitaraflarındaki yüksek duvarlar bitiverdi ve büyük

bir alana çıktılar.

Duomo Meydanı.

Kompleks yapı sistemiyle bu muazzam meydan,eskiden Floransa'nın dini merkeziydi. Günümüzdeise daha çok bir turist merkezi olan alan, turotobüsleri ve Floransa'nın meşhur katedralininetrafında toplanan ziyaretçilerle dolup taşıyordu.

Meydanın güney tarafına ulaşmış olan Langdonve Sienna, katedralin inşam büyüleyen yanduvarına; yeşil, pembe ve beyaz mermerden dışcephesine bakıyorlardı. Büyüklüğü kadarsanatsal derinliği de nefes kesici olan katedral,her iki tarafa doğru göz alabildiğine uzanıyordu.Toplam uzunluğu yaklaşık olarak yan yatmışWashington Anıtı kadardı.

m

Geleneksel tek renkli, telkari gibi işlenmiş taşişçiliği yerine, göze batan bir renk karışımı tercihedilmiş olmasına rağmen yapı tamamıyla gotikti;klasik, sağlam ve ebedi. Langdon, Floransa'yı ilkziyaretinde yapıyı aşın süslü bulduğunu itirafetmek zorundaydı. Ancak, sonrakiseyahatlerinde katedrali saatlerce incelediğini,sıra dışı estetiği karşısında büyülendiğini veolağanüstü güzelliğine hayran kaldığını farketmişti.

II Duomo ya da daha resmi adıyla Santa Mariadel Fiore Katedrali, Ignazio Busoni'ye takmaismini kazandırmanm yanı sıra, Floransa'nın hemmanevi hem de yüzyıllar süren dram ve entrikamerkezi olmuştu. Binamn değişken geçmişi,Vasari'nin kubbede kullandığı için hor görülenSon Hüküm freski hakkında yapılan uzun veşiddetli tartışmalardan, kubbeyi bitirmesi için

seçtiği mimara kadar hararetli çekişmelere sahneolmuştu.

Zamanının en büyük ressamı olan FilippoBrunelleschi sonunda kârlı anlaşmayı yapmış vekubbeyi tamamlamıştı. Günümüzde,Brunelleschi'nin heykeli, Canonici Sarayı'nındışında oturmuş, şaheserine memnuniyetlebakarken görülebilir.

O sabah Langdon bakışlannı gökyüzüne,zamanının mimari başansı olan ünlü kırmızı tuğlalıkubbeye doğru kaldırınca, oraya tırmanmakararıyla bir anda dar ve turist kaynayanmerdivenlere tesadüf edişini ve kapalı alankorkusu yüzünden yaşadığı büyük eziyetihatırladı. Öyle bile olsa "Brunelleschi Kubbesi"netırmanırken yaşadığı sıkıntıya minnettardı, çünkübu onu Ross King'in aynı adlı güzel kitabımokumaya teşvik etmişti.

Sienna, "Robert?" dedi. "Geliyor musun?"

Mimariyi seyretmek için durmuş olduğunu farkeden Langdon gözlerini kubbeden ayırıp, "Özürdilerim," dedi.

Meydanm çevresinde ilerlemeye devam ettiler.Katedral şimdi sağlarında kalmıştı ve Langdonturistlerin görülecek yerler listelerinden katedralieleyerek yan çıkışlardan dağıldıklarım fark etti.

İleride, katedral kompleksindeki üç yapıdanİkincisi olar çan kulesinin belirgin şekliyükseliyordu. Giotto'nun Çan Kulesi olarakbilinen yapı, yanındaki katedrale ait olduğuhakkında şüpheye yer bırakmıyordu. Bire biraynı pembe, yeşil ve beyaz taşlarla süslenmişyaklaşık seksen beş metre yüksekliğindeki karekule baş döndürücü bir şekilde gökyüzüne doğru

uzanıyordu. Langdon, tepesindeki on bin kilolukçanı taşıyan bu zarif yapının depremlere, kötühava koşullarına rağmen yüzyıllardır ayaktaduruyor olmasını inanılmaz buluyordu.

Sienna yanında çevik bir şekilde yürürkengözleriyle çan kulesinin ardmdaki gökyüzünütarıyordu. İnsansız helikopteri aradığı belliydiama araç görünürde yoktu. Kalabalıkyoğunlaşmaya başlamıştı ve Langdon enhareketli noktada kalmaya özen gösteriyordu.

Çan kulesine yaklaşırlarken şövalelerininkarşısında durup turistlerin abartılı karikatürleriniçizen bir dizi karikatüristin yamndan geçtiler.Langdon, Michelangelo'nun gençliğinde kendişövalesini koyduğu kutsal kaldırım taşlarmda buetkinliğe izin verilmesini biraz komik buluyordu.

Giotto'nun Çan Kulesi'nin etrafından hızla

ilerleyen Langdon ve Sienna, sağa dönüpkatedralin önündeki açık meydana çıktılar.Burası kalabalığın en yoğun olduğu yerdi.Dünyanın dört bir tarafından gelmiş turistlerkameralı telefonlarını ve video kameralarınırenkli ön cepheye doğrultuyorlardı.

Gözüne çok daha küçük bir bina takılanLangdon, yapıya bakmadı bile. Katedralin öngirişinin tam karşısında katedral kompleksininüçüncü ve son yapısı bulunuyordu.

Langdon'm en sevdiği yapı buydu.

San Giovanni Vaftizhanesi.

Katedral gibi çok renkli taşlar ve çizgili gömmesütunlarla süslenmiş vaftizhane, dikkat çekicişekliyle büyük binadan ayrılıyordu. Kimilerininsöylediği gibi, katlı bir pastaya benzeyen sekiz

kenarlı yapı, düz bir beyaz çatıya doğru yükselenüç kattan oluşuyordu.

Langdon sekizgen şeklin estetikle değil,sembolizmle ilgisi olduğunu biliyordu.Hıristiyanlıkta sekiz rakamı, yeniden doğuşu veyeniden yaratılışı temsil ediyordu. Sekizgen,Tanrı'nm cennet ve cehennemi yarattığı altıgünü, Sebt için bir günü ve Hıristiyanların vaftizle"yeniden doğdukları" veya "yeniden yaratıldıkları"sekizinci günü temsil eden bir hatırlatmaydı.Sekizgen, tüm dünyada vaftizhaneler içinkullanılan yaygın bir şekil haline gelmişti.

Langdon'a göre vaftizhane, Floransa'nın en gözalıcı binalarından biriydi, ancak oraya yapılmışolması büyük bir haksızlıktı. Bu vaftizhanedünyanın başka bir yerinde ilgi odağı olurdu.Ama burada, iki dev kardeşinin yamnda devedekulak kalıyordu.

Langdon içerideki sersemletici mozaikleridüşünerek, içeri adımını atana dek, diyekendine hatırlattı. Vaftizhanedeki mozaikler okadar muhteşemdiler ki, eski insanlar buranıntavanının cennete benzediğini söylemişlerdi.Langdon, Sienna'ya bilmiş bir ifadeyle, "Nereyebakacağını bilirsen, Floransa cennettir,"demişti.

Sekiz kenarlı ibadethane yüzyıllar boyunca,aralarında Dante'nin de olduğu sayısız tanınmışkişinin vaftiz törenlerine ev sahipliği yapmıştı.

Döneceğim oraya vaftiz kurnamda... defneyapraklı taç giyeceğim başıma.

Sürgün yüzünden Dante'nin bu kutsal alana geridönmesine izin verilmemişti. Ama Langdon'miçinde, Dante'nin maskesinin, dün akşam

yaşanan sıra dışı olaylar sayesinde sonundayerini bulduğuna dair bir his vardı.

Langdon, vaftizhane, diye düşündü. Ignazioölmeden önce maskeyi buraya saklamışolmalı. Ignazio'nun çaresiz telefon mesajınıhatırladı ve iri cüsseli adamın, maskeyivaftizhanenin içine güvenli bir şekilde bıraktıktansonra göğsünü tutarak güçlükle meydandan arasokağa doğru yürüyüşünü ve son telefonkonuşması yapışmı ürpererek hayal etti.

Kapılar sana açık.

Sienna ile birlikte kalabalığın arasında ilerlerkenLangdon'm gözleri vaftizhaneye odaklanmıştı.Sienna artık o kadar hızlı yürüyordu ki ona ayakuydurmak için resmen koşmak zorundakalıyordu. Langdon uzaktan bile vaftizhanenin

güneşte parlayan dev kapılarını görebiliyordu.

Yaklaşık beş metre yüksekliğindeki bronzkapıları yapmak Lorenzo Ghiberti'nin yirmi yılımalmıştı. Üzerlerinde Kutsal Kitap'tan figürlerinbulunduğu on panoyla öylesine kaliteli bir şekildesüslenmişlerdi ki, Giorgio Vasari kapılar için,"Her yönden inkâr edilemeyecek kadar kusursuzve şimdiye kadar yapılmış en muhteşem sanateseri," demişti.

Ancak, kapıların günümüze kadar gelen birtakma isim kazanmasına Michelangelo'nuncoşkulu övgüsü neden olmuştu. Michelangelo,kapılara çok uygun düşen bir isim vermiş, onlaraCennetin Kapıları demişti.

arşısmda duran harikulade kapılara bakanLangdon, İncil'in bronzla anlatımı, diyedüşündü.

Ghiberti'nin parıldayan Cennetin Kapıları, herbiri Eski Ahit'teki farklı bir önemli sahneyibetimleyen on tane kare panelden oluşuyordu.Cennet Bahçesi'nden Musa'ya ve SüleymanMabedi'ne kadar değişen Ghiberti'nin heykelanlatımı, her biri beş panelden meydana gelen ikidikey sütun üzerinde gözler önüne seriliyordu.

Bu sahnelerin her biri, Botticelli'den günümüzeleştirmenlerine kadar sanatçılar ve tarihçilerarasında herkesin "en güzel paneli" seçtiği birpopülarite yarışına dönüşmüştü. Ortak görüşegöre kazanan, yapımında kullanılan sanatsalteknikler sebebiyle Yakup ve Esav, yani solkanadın ortasındaki panel olmuştu. Langdon,Ghiberti imzasını bu panele attığı için daha çokdikkat çektiği kanısındaydı.

Ignazio Busoni birkaç yıl önce bu kapılarıLangdon'a gösterirken, beş yüz yıl boyuncamaruz kaldığı seller, yağmalar ve hava kirliliğisebebiyle yaldızlı kapıların çıkarılıp, yerlerine birebir kopyalarının takıldığını ve asıllarmın şimdiMuseo dell'Opera del Duomo'da saklandığınıutangaç bir tavırla itiraf etmişti. Langdon nezaketicabı, kopyalara baktıklarını bildiğini ve aslındabunların, karşılaştığı ikinci çift Ghiberti kapıkopyası olduğunu Busoni'ye söylemektenkaçınmıştı. İlk kopyalara San

Francisco'daki Grace Katedrali labirentlerindearaştırma yaparken rastlamış ve Ghiberti'ninCennetin Kapıları taklitlerinin, yirminci yüzyılınortalarından beri katedralin ön kapısı görevigördüğünü keşfetmişti.

Langdon, Ghiberti'nin başyapıtının önünde

dururken gözüne, yanına yerleştirilmişbilgilendirme levhası ilişti. Üzerinde İtalyancayazılmış basit bir söz dikkatini çekmişti.

La Peşte Nera. Bu sözler Kara Ölüm anlamınageliyordu. Langdon, Tanrım, diye düşündü.Nereye boksam karşıma çıkıyor. Levhayagöre kapılar, fanrı'ya "adak" olarak siparişedilmişti. Floransa vebayı adattı ,1 için bir şekildeşükranlarını sunuyorlardı.

Ignazio' ıun sözleri zihninde yankılanırken,Langdon bir kez daha Ct metin Kapıları'nabaktı. Kapılar sana açık, ama acele etmelisin.

Igıuzio'nun böyle söylemesine rağmen, CennetinKapıları bazı diri bayramlar hariç, her zamankigibi kapalıydı. Normalde turistler vaftizhaneyediğer taraftaki kuzey kapısından girerdi.

Sienna yamnda parmak ucunda duruyor,kalabalığın üstünden etrafı görmeye çalışıyordu."Kapı kolu yok," dedi. "Anahtar deliği yok. Hiçbirşey yok."

Ghiberti'nin kendi şaheserini, kapı kolu gibisıradan bir şeyle berbat etmeyeceğini bilenLangdon, doğru, diye düşündü. "Kapılar içeridoğru açılır. İçeriden kilitlenir."

Sienna dudaklarım bükerek biraz düşündü. "Yaniburadan bakınca... kapıların kilitli olup olmadığınıanlamaya imkân yok."

Langdon başmı salladı. "Umarım Ignazio da tamolarak böyle düşünmüştür."

Sağa doğru birkaç adım attı ve binamn sağtarafındaki daha az süslü bir kapıya baktı, burasıturist girişiydi. Sıkılmış görünen bir rehber

sigarasını içiyor, girişteki APERTURA 1300-1700 tabelasını işaret ederek soru soran turistleritersliyordu.

Langdon, açılmasına daha birkaç saat var,diye düşünürken memnundu. Henüz içeri kimsegirmemiş.

Langdon, Sienna'ya baktığında, turistlerinGhiberti'nin şaheserine fazla yaklaşmalarınıengellemek için Cennetin Kapıları'nm birkaçmetre ilerisine dikilmiş basit bir demir kapının veçitin arasından fotoğraf çeken bir grubun yanındadurduğunu gördü.

Altın yaldızla boyanmış güneş ışını benzeri sivritepesiyle bu koruyucu kapı, siyah dökmedemirden yapılmıştı ve banliyö evlerinin basitçitlerine benziyordu. Belirsiz bir sebepten,

Cennetin Kapıları'm tasvir eden bügüendirmelevhası, göz alıcı bronz kapıların yanma değil, busıradan kapının yanma takılmıştı.

Langdon levhanın yerinin bazen turistlerin aklınıkarıştırdığım duymuştu. O sırada, eşofmanlıtıknaz bir kadm kalabalığı yararak gelip levhayabaktı, demir kapıya kaşlannı çattı ve, "CennetinKapılan mı?" diye homurdandı. "Köpeğiminbaraka çitine benziyor!" Sonra kimseninaçıklama yapmasma fırsat vermeden yürüyüpgitti.

Sienna uzanıp kapıyı tuttu ve belli etmeden arkataraftaki kilit mekanizmasına baktı.

Kocaman açılmış gözlerle Langdon'a dönerken,"Baksana," diye fısıldadı. "Arkasındaki asma kilitaçık."

Parmaklıkların arasından bakan Langdon,Sienna'nın haklı olduğunu gördü. Asma kilit,sanki kilitliymiş gibi dursa da yakındaninceleyince açık olduğu anlaşılıyordu.

Kapılar sana açık ama acele etmelisin.

Langdon gözlerini, çitin arkasındaki CennetinKapıları'm dikti. Eğer Ignazio gerçekten devaftizhanenin dev kapılarını sürgülemedenbıraktıysa itildiğinde açılmaları gerekirdi. Amayine de buradaki asü zorluk, meydandakilerin veelbette özellikle polisle Duomo güvenlikgörevlilerinin dikkatini çekmeden içeri girmekti.

Kalabalığın arasındaki bir kadm aniden, "Şurayabakın!" diye bağırdı. "Atlayacak!" Sesi dehşetdoluydu. "Yukarıdaki çan kulesinde!"

Kapıya arkasını dönen Langdon, bağıran kadının

Sienna olduğunu gördü. Beş metre ötededurmuş, Giotto'nun Çan Kulesi'ni göstererekbağırıyordu. "İşte orada! Atlayacak!"

Tüm bakışlar gökyüzüne doğru yönelerek çankulesinin tepesini inceledi. Diğerleri de elleriylegöstermeye, gözlerini kısarak bakmaya vebirbirine seslenmeye başlamıştı.

"Atlayan biri mi var?!"

"Nereden?!"

"Ben görmüyorum!"

"İşte orada solda!"

Meydandaki insanların paniğe kapılması ve peşpeşe çan kulesinin tepesine gözlerini dikmeleribirkaç saniye almıştı. Korku dalgası, tıpkı saman

tarlasını yakıp kül eden bir yangın gibi,meydandaki insanların hepsi boyunlarını uzatıp,yukarıyı işaret edinceye kadar dalgalar halindeyayıldı.

Harekete geçmek için sadece birkaç saniyesiolduğunu anlayan Langdon viral pazarlamadiye düşündü. Demir kapıyı bir çırpıda tutupiterken yanma gelen Sienna onunla birliktearkadaki küçük alana geçti. Kapı arkalarındankapanınca, dört buçuk metrelik bronz kapıyayüzlerini döndüler. Ignazio'yu doğru anlamışolmayı dileyen Langdon, bacaklarmdan güçalarak devasa çift kapılardan birine omzuyladayandı.

Hiçbir şey olmamıştı ama sonra çok yavaş birbiçimde, hantal kapı kıpırdamaya başladı.Kapılar açık! Cennetin Kapılan geçebileceği

kadar aralanınca Sienna hiç vakit kaybetmedenyan dönüp arasından sıvıştı. Peşinden gidenLangdon, dar aralıktan yan geçerekvaftizhanenin karanlığına girdi.

Birlikte dönüp ters yönde iterek dev girişikapattılar. Dışarıdaki ses ve kaos bir andakesilmiş, geriye sadece sessizlik kalmıştı.

Sienna ayaklarının dibindeki uzun direği işaretetti. Barikat oluşturmak istendiğinde kapının heriki yanındaki sürgü yuvasına yerleştirildiklerianlaşılıyordu. Sienna, "Ignazio senin için çıkarmışolmalı," dedi.

Direği birlikte kaldırıp sürgüye yerleştirerek,Cennetin Kapılarını kilitlediler... ve böylecekendilerini içeride güvene almış oldular.

Langdou ile Sienna soluklanmak için bir süre

konuşmadan kapıya yaslandılar. Dışarıdan gelenseslerle kıyaslandığında, vaf-tizhanenin içi cennetkadar huzurluydu.

San Giovanni Vaftizhanesi'nin dışında, PlumeParis gözlükleri takan, şal desenli kravatlı adam,kalabalığın içinden kanlı kurdeşenlerinebakanlara aldırış etmeden yürüdü.

Langdon ile sarışın arkadaşının az önce içindengeçerek gözden kaybolduğu bronz kapılaravarmıştı. İçeriden kapatılan kapınıngümbürtüsünü dışarıda olduğu halde duymuştu.

Buradan giriş yok.

Meydandaki hava normale dönüyordu. Meraklayukarı bakan turistler artık ilgilerinikaybediyorlardı. Atlayan yok. Herkes işinedevam etti.

Kurdeşeni azan adam, yeniden kaşınmayabaşlamıştı. Artık şişmiş parmakları da çatlıyordu.Kaşınmamak için ellerini cebine soktu. Başka birgiriş bulmak için sekizgen yapının etrafındadaireler çizerken kalbi hâlâ gümbürdüyordu.

Yeniden kaşınmaya başlayıp, âdemelmasmagiren şiddetli ağrıyı hissettiğinde köşeyi yenidönmüştü.

Söylentiye göre, San Giovanni Vaftizhanesi'negirildiğinde yukarı bakmamak imkânsızdır. Dahaönce bu salonda birçok kez bulunduğu halde,mekânın mistik çekim gücünü o anda dahisseden Langdon'm bakışları tavana doğrukaydı.

Vaftizhanenin hayli yüksek sekizgen kubbesi, biruçtan diğerine yirmi dört metreydi. Adeta korgibi parlıyor ve ışıklar saçıyordu. Kehribar rengi

altm yüzey, ortam ışığını bir milyondan fazlasmalti1 camıyla farklı biçimde yansıtıyordu.Smalti'den oluşturulmuş mozaikler, Incil'densahnelerin betimlendiği, ortak merkezli altıdairenin içine yerleştirilmişti.

Doğal ışık, Roma'da bulunan Panteon'dakine çokbenzer bir tepe deliğinden geçerek, üst kısmınparlaklığını iyice vurguluyordu. Yüksek, küçük,gömük pencereler, açıları sürekli değişen yapıdirekleri gibi, adeta elle tutulur kuvvetli ışınlarsaçıyordu.

Langdon, Sienna ile birlikte salonun iç kısımlarınadoğru ilerlerken, İlahi Komedya'daki tasvire çokbenzeyen efsanevi tavan mozaiğini dikkatleinceledi.

Langdon, Dante Alighieri bunu çocukken

görmüş, diye düşündü. Yukarıdan gelenilham.

Bakışlarını mozaiğin göbeğine çevirdi. Anaaltarın tam üzerinde, kurtarılanlarlalanetlenenlere yargıçlık yapan, sekiz metreboyundaki İsa tasviri yükseliyordu.

Dürüst olanlar İsa'nın sağ tarafında sonsuz hayatödülünü alıyordu.

Sol tarafındaysa günahkârlar taş kesilmiş,kazıklara geçirilmiş ve türlü yaratıklar tarafındanyeniyorlardı.

Tüm bu işkenceyi gözeten büyük şeytan mozaiği,insan yiyen bir cehennem yaratığı olarak tasviredilmişti. Yedi yüzyıl önce genç DanteAlighieri'ye tepeden bakarak onu dehşetedüşüren ve cehennemin son dairesinde bekleyen

o canlı resme ilham veren bu şekli gördüğündeLangdon hep ürkerdi.

Yukarıdaki korkutucu mozaikte boynuzlu birşeytan, bir insanı kafasından yemeye başlıyordu.Kurbanın şeytanm ağzından sarkan bacakları,Dante'nin Malebolge'sinde bellerine kadargömülü günahkârların kıvranan bacaklarınıçağrıştırıyordu.

Langdon, Dante'nin metnini hatırlayarak, Lo’mperador del doloroso regno, diye düşündü.Acılar ülkesinin hükümdarı.

Tıpkı Dante'nin Cehennem'in son kantosundatasvir ettiği gibi, şeytanın üç başlı olduğuizlenimini vererek, kulaklarından dışarı kıvrılan ikikoca yılan da günahkârlan yiyordu. Langdonhafızasını tarayarak Dante'nin tasvirlerinden

parçalar hatırlamaya çalıştı.

cÂ(tı gölünün afttsuj fa 6irben ağfıyor ne yaşfarftanft 6ir sa(yaijfa 6irftfUe, üç çencsinben aşağı$ü3ü(iiyorbu. lüferinin fjer 6trinbe, beğir-menbcçefter gi6ı, bişferinin arastnba 6ir günafjfcârıöğütüyor, 6öıjfece üç günafjftâra ayra 3amanbaişkence yaptyorbu.

Langdon şeytanm kötülüğünün üç misliolmasının, sembolik anlamlarla dolu olduğunubiliyordu: Kutsal Üçlü'nün üçlü nuruylamükemmel denge sağlıyordu.

Langdon korkunç sahneye bakarken mozaiğin,her yıl bu kilisede yapılan ayinlere katılan ve herdua edişinde ona tepeden bakan şeytanı görengenç Dante üzerinde yarattığı etkiyi hayaletmeye çalıştı. Ne var ki, bu sabah şeytanmdoğrudan kendisine baktığını hissediyordu.

Hemen bakışlarını vaftizhanenin ikinci kattakibalkonuna indirdi; önceleri kadınların sadeceburadan vaftizi izlemelerine izin verilirdi.Ardından, adeta bir mumya veya sihirbaznumarasına katılan bir oyuncu gibi yukarıdaduran Antipapa XXIII. Johannes'in huzur içindeyattığı mezarma baktı.

Son olarak bakışları, pek çoklarının ortaçağastronomisi dikkate alınarak yapıldığına inandığısüslü karo zemine ulaştı. Siyah beyaz karolarıtakip ederek desenin tam ortasını buldu.

İşte orada, diye düşünürken, Dante'nin onüçüncü yüzyılın ikinci yarısında vaftiz edildiğinoktaya baktığını biliyordu. Langdon,"Döneceğim oraya vaftiz kurnamda... defneyapraklı taç giyeceğim başıma," derken sesi boşalanda yankılandı. "İşte burası."

Sienna tedirgin bir ifadeyle Langdon'm işaretettiği yere, zeminin merkezine baktı. "Ama...burada hiçbir şey yok."

Langdon, "Artık yok," diye karşılık verdi.

Geriye sadece kırmızımsı kahverengi, sekizgenbir döşeme kalmıştı. Alışılmadık kadar sade busekiz kenarlı alanın, çok daha süslü tasarlanmışzeminin desenini kapattığı anlaşılıyordu. Şimdikihali geniş, yamalı bir deliği andırıyordu ki, zatentam olarak da öyleydi.

Langdon hemen vaftizhanenin orijinal kurnasmın,bu yerin tam ortasına yerleştirilmiş sekizgen,büyük bir havuz olduğunu açıkladı. Yeni kumalaryüksek küvet şeklinde olsa da eskileri, vaftizedilen kişinin suyun içine iyice daldınlabileceğişekilde yapıldığından, havuz kelimesine anlambakımından daha yakındı. Langdon bir zamanlar

orta yerde duran buz gibi soğuk su kurnasınıniçine daldınlan çocukların korkulu çığlıklarının butaş salonda nasü duyulduğunu merak etti.

Langdon, "Burada yapılan vaftizler kasvetli veürkütücüydü," dedi. "Gerçek bir 'adım atma'töreni. Aslına bakarsan biraz da tehlikeli.Dante'nin bir keresinde, boğulmak üzere olan birçocuğu kurtarmak için bu havuz gibi kumayaatladığı söylenir. Her halükârda orijinal kurna, onaltına yüzyılda kapatılmıştı."

Sienna'mn gözleri, belirgin bir endişeyle binayıtarıyordu. "Peki ama Dante'nin vaftiz kumasıartık yoksa... Ignazio maskeyi nereye sakladı?"

Langdon onun kapıldığı endişeyi anlayabiliyordu.Bu devasa salonda saklanacak yer çoktu:Sütunların, heykellerin, mezarların arkasına;nişlerin içine, sunağa, hatta yukarıya bile

saklanmış olabilirdi.

Yine de Langdon'm, içeri girdikleri kapıyayüzünü dönünce kendine güveni geldiğianlaşılıyordu. Cennetin Kapıları'nm sağtarafındaki duvarı gösterirken, "Şuradanbaşlamamız gerek," dedi.

Süslü bir kapının arkasındaki yükseltilmişplatformun üstünde, küçük bir sunağı veya servismasasını andıran, oyma mermerden altıgen birheykel ayaklığı duruyordu. Yüzeyi öylesinedetaylı işlenmişti ki, sedeften yapılmış bir kameokabartmayı andırıyordu. Mermer ayaklığınüstünde, yaklaşık doksan santim çapında cilalı,ahşap bir tabla vardı.

Langdon'm peşinden oraya giden Siennatereddüt ediyor gibiydi. Basamaklardan çıkıpkapıdan geçerlerken daha yakından bakan genç

kadın ne gördüğünü anlayınca şaşkınlıkla içiniçekti.

Langdon gülümsedi. Evet, bu bir sunak veyamasa değil. Cilalı ahşaptan yapılma tablaaslında bir kapaktı ve derin bir bölümün üstünüörtüyordu.

Sienna, "Vaftiz kurnası mı?" diye sordu.

Langdon başını salladı. "Dante bugün yaşıyorolsaydı, işte tam da bu kurnada vaftiz edilirdi."Daha fazla vakit kaybetmeden işe koyulmaküzere derin bir nefes alıp kapağı açmayahazırlandı, az da olsa beklenti içindeydi.

Kapağı kenarlarından sıkıca tuttu ve tektarafmdan kaldırıp dikkatle kaydırarak kurnanınyanında yere bıraktı. Sonra, altmış santimgenişliğindeki karanlık ve derin boşluğu inceledi.

Korkunç manzara karşısında Langdon güçlükleyutkundu.

Dante Alighieri'nin ölü yüzü, karanlığın içindenkendisine bakıyordu.

4

Ara, bulacaksın.

Vaftiz kumasının kenarında duran Langdon,buruşuk yüzü boş gözlerle yukarı bakan, soluksarı ölüm maskesine gözlerini dikti. Kemerliburunla çıkık çeneyi tanımamak imkânsızdı.

Dante Alighieri.

Cansız maske yeterince rahatsız ediciydi amahavuzda durduğu yer fazlasıyla sıra dışıgeliyordu. Uzun süre ne gördüğüne anlam

veremedi.

Maske... havada mı duruyor?

İyice eğilen Langdon, içeriyi daha yakındaninceledi. Sığ bir kumadan çok, derin bir kuyu gibiolan havuz, birkaç metre derinlikteydi. Dik yanduvarları, suyla dolu bir depoya iniyordu. Masketuhaf bir şekilde, havuzun ortasında havadaduruyor gibiydi... sanki suyun hemen üstünesihirli bir şekilde tünemişti.

Bu göz yanılsamasına neyin neden olduğunuhemen anladı. Havuzun ortasından yanya kadaryükselen ve suyun hemen üstünde bir tür küçükmetal tablayla son bulan bir dikey çubuk vardı.Belki de bebeği oturtmak için kullanılan tabla,süslü bir pınar başını andırsa da, artık Dantemaskesinin suyun üstünde güvenle durduğu birkaide görevi görüyordu.

Yan yana duran Langdon ile Sienna, sankiboğulmuş gibi hâlâ Ziploc torbanın içinde duranDante Alighieri'nin kırışık yüzünü tek kelimeetmeden incelediler. Su dolu havuzun içindenyukarı bakan bu görüntü, bir an için Langdon'açocukken yaşadığı o korkunç tecrübeyi hatırlattı.Bir kuyunun dibinde kalmış, çaresizlik içindeyukarı bakıyordu.

Bu düşünceyi akimdan uzaklaştırıp dikkatliceaşağı uzandı ve maskeyi, Dante'nin kulaklarınınolması gereken yerlerinden tuttu. Günümüzstandartlarına göre küçük olmasma rağmen, buantik alçı maske, tahmin ettiğinden daha ağırdı.Maskeyi yavaşça havuzdan dışan çıkarttı veSienna'mn daha yakından inceleyebilmesi içinhavada tuttu.

Plastik torbanm içinde durduğu halde maske,fazlasıyla gerçek gibiydi. Eski şairin her bir

kırışığı ve kusuru alçıya yansımıştı. Ortasındakieski bir çatlak dışında, mükemmel durumdaydı.

Sienna, "Arkasını çevir," diye fısıldadı. "Arkasınabakalım."

Langdon da zaten bunu yapmak üzereydi.Vecchio Sara-yı'ndaki güvenlik kayıtlarındaçekilen videoda, Langdon ile Ignazio'nunmaskenin arkasında bir şey keşfettikleri açıkçagörülüyordu. O denli şaşırtıcı bir şeydi ki,sonunda iki adam maskeyle birlikte saraydançıkmışlardı.

Langdon kırılgan alçıyı düşürmemeye büyükgayret göstererek arkasım çevirdi veinceleyebilmeleri için sağ avuç içine yerleştirdi.Dante'nin kırışmış ve kusurlu yüzüne karşın, arkataraf pürüzsüzdü. Maske hiç takılmamak üzeretasarlandığından, bu hassas parçaya biraz

sağlamlık katmak için arka tarafı alçıyladoldurulmuştu. Bu sebeple, sığ bir çorba kâsesigibi içbükey bir şekil oluşturulmuştu.

Langdon maskenin arka tarafında ne bulmasıgerektiğinden emin değildi ama bu olmadığıkesindi.

Yani hiçbir şeyi.

Hem de hiçbir şey

Yalnızca pürüzsüz, boş bir yüzey.

Sienna da onun kadar şaşkın görünüyordu. "Düzalçı," dedi. "Burada bir şey yoksa, Ignazio ile negörmüş olabilirsiniz?" -

Hiç fikrim yok, diye düşünen Langdon, daha iyigörebilmek için plastik torbayı maskenin üzerinde

iyice gerdi. Burada hiçbir

305

Cehennem / F: 20

şey yok! Artan bir sıkıntıyla maskeyi bir ışıkhuzmesine tutup yalandan inceledi. Daha iyigörebilmek için biraz yana eğince üst tarafında,hafif bir lekelenme gördüğünü sandı. Dante'ninalnınm iç kısmında, bir sıra yatay işaret vardı.

Doğal bir leke mi? Veya belki de... başka birşeydir. Langdon hemen yerinde dönüp, arkaduvardaki bir paneli işaret etti. Sienna'ya, "Şununiçine baksana," dedi. "Havlu var mıymış?"

Sienna şüpheyle Langdon'a baktı ama itiraz

etmeden, son derece iyi gizlenmiş menteşelidolabı açtı. İçinde üç şey vardı: Havuzdaki sıseviyesini ayarlamak için bir vana, havuzunüstündeki spot yığını kumanda eden bir elektrikdüğmesi ve keten havlular.

Sienna ı angdon'a meraklı bir ifadeyle baktı amaLangdon, vaftiz kur:, alarmın yanında, papazlarınacil durumlarda kundak bezlerine kolaylıklaulaşabilecekleri bir yer bulunduğunu bilecekkadar çok kilise gezmişti. Bebeklerin vaftizsırasında beklenmedik bir anda altlarımtutamamaları evrensel bir riskti.

Havlulara göz atarken, "Güzel," dedi. "Maskeyibir saniye tutar mısın?" Maskeyi nazikçeSienna'nın ellerine bırakıp işe koyuldu.

Önce, kapağı yerine kaldırıp ilk başta gördüklerisunak benzeri masayı yeniden kurdu. Sonra,

dolaptan birkaç keten havlu aldı ve kapağınüstüne masa örtüsü gibi yaydı. Son olarak,havuzun ışığım yakmca tepedeki spot hemenyandı ve vaftiz alanını aydınlatarak üstü örtülüyüzeyde parlamaya başladı.

Langdon maskeyi torbadan çıkarırken çıplakelleriyle dokunmamak için fırın eldiveni gibikullanmak üzere daha fazla havlu aldı, Siennamaskeyi nazikçe havlunun üstüne yatırdı. Birkaçsaniye sonra Dante'nin ölüm maskesitorbasından çıkmış ve çıplak bir halde, ameliyatmasasındaki anestezili bir hastanın başı gibi,parlak ışığın altında sırtüstü yatıyordu.

Yaşlılık çizgileri ve kırışıklıkları, rengi solmuşalçının üstünde daha da belirginleşen maskeninetkileyici dokusu, ışığın altında daha da rahatsızediciydi. Langdon hiç vakit kaybetmedenmaskeyi yeniden elindeki keten havlular

yardımıyla çevirdi ve yüzüstü yatırdı.

Maskenin ön yüzü arka tarafından soluk ve sarıdeğil lekesiz ve beyazdı ve daha eskigörünüyordu.

Aklı karışmış gibi bakan Sienna, başını ileri uzattı."Bu taraf sana da daha yeni geliyor mu?"

Doğruyu söylemek gerekirse, renk farkıLangdon'm beklediğinden daha belirgindi ama butaraf da ön yüzle aynı yaştaydı. "Orantısızyaşlanma," dedi. "Maskenin arka tarafı, vitrininiçinde hep kapalı kaldığından, güneş ışığınınyaşlandırıcı etkisine maruz kalmamış."

Maskenin üzerine iyice yaklaşan Sienna, "Birazdursana," dedi. "Şuraya bak! Alnının üstüne!Ignazio ile bunu görmüş olmalısınız."

Langdon'm bakışları, pürüzsüz beyaz yüzeydedaha önce Dante'nin alnında fark ettiği bellibelirsiz yatay işaretlere kaydı. Ama şimdi ışıktabakınca, bu işaretlerin doğal bir lekelenmeolmadığım görebiliyordu... insan eliyleyapılmışlardı.

Lafı ağzında kalan Sienna, "Şey yazıyor..."diyebildi. "Ama..."

Langdon alçıdaki yazıya dikkatle baktı. Birsatırlık güzel yazı, kahverengimsi sarı rengindeve elyazısıyla yazılmıştı.

"Yani hepsi bu kadar mı?" diyen Sienna'nın sesiöfkeliydi.

Langdon onu duymamış gibiydi. Bunu kimyazmış, diye düşündü. Dante'nin dönemindenbiri mi? Pek olası gelmiyordu. Eğer öyleyse,

sanat tarihçileri temizlik ve onarım dönemlerindedaha önce mutlaka fark eder ve yazı, maskeyleilgili bilinenlere eklenirdi. Langdon bunu dahaönce hiç duymamıştı.

Ama daha olası biri akima geliyordu.

Bertrand Zobrist.

Zobrist maskenin sahibiydi ve bu yüzden istediğizaman maskeyi alabiliyor olmalıydı. Yazıyımaskenin arkasına yakın zaman önce yazmış vekimse fark etmeden yeniden vitrinin içinekoymuş olabilirdi. Marta onlara, "Maskeninsahibi, o yokken çalışanlarımızın bile vitriniaçmasına izin vermiyor," demişti.

Langdon akimdan geçeni hızlıca açıkladı.

Sienna kurduğu mantığı kabul etmiş gibiydi ama

bu ihtimalin onu tedirgin ettiği ortadaydı. "Hiçmantıklı değil," derken huzursuzdu. "EğerDante'nin ölüm maskesinin arkasma Zobristgizlice bir şey yazdı ve maskeyi işaret eden oprojektörü yapmak için onca zahmete girdiyse...neden daha anlamlı bir şey yazmadı ki? Yani,mantığı yok! Saatlerdir maskeyi aradık, sonundabunu mu bulacaktık?"

Langdon dikkatini maskenin arkasındaki yazıyaverdi. El-yazısı mesaj çok kısaydı ve herhangi birniyet taşımadığını itiraf etmek gerekirdi.

Sienna'mn hüsranını kesinlikleanlayabiliyorum.

Ama hemen o anda yedi harfin, bundan sonrayapacakları şeyle ilgili bilmeleri gereken her şeyianlattığını fark eden Langdon, aydınlanmanın

verdiği o tanıdık ürpertiyi hissetti.

Bundan başka, maskede hafif bir kokusezinlemişti. Bu, arka taraftaki alçının,öndekinden neden daha açık renkte olduğunuaçıklıyordu... ve bu farkın yaşlanmayla da, güneşışığıyla da ilgisi yoktu.

Sienna, "Anlamıyorum," dedi. 'Tüm harfler aynı."

Langdon metni incelerken yavaşça başmı salladı.Dante'nin alnının içine birbirinin aynı, yedikaligrafik harf yazılmıştı.

PPPPPPP

Sienna, "Yedi P," dedi. "Bununla neyapacağız?"

Langdon serinkanlı bir tebessümle bakışlarını

onunkilere çevirdi. "Sanırım bu mesajınyapmamızı söylediği şeyi aynen yapmamızgerekiyor."

Sienna bakakalmıştı. "Yedi P... bir mesaj mı?"

Sırıtarak, "Öyle," dedi. "Ve eğer Dante'yiincelemişsen çok da açık bir mesaj."

* * *

San Giovanni Vaftizhanesi'nin dışında, kravatlıadam tırnaklarını mendiline sildi ve ensesindekikabartılara bastırdı. Uzaklara bakarken gözlerininyanmasına aldırış etmemeye çalıştı.

Turist girişi.

Kapının dışında blazer ceketli bezmiş bir rehbersigara içiyor ve uluslararası zamanı yazan bina

programım anlayamayan turistlere yolgösteriyordu.

APERTURA 1300-1700

Kurdeşenli adam saatine baktı. Saat 10.02'ydi.Vaftizhane bir süre daha kapalıydı. Bir sürerehbere baktıktan sonra kararını verdi.Kulağındaki altın küpeyi çıkarıp cebine soktu.Sonra cüzdanım eline alıp içindekilere baktı.Kredi kartlarıyla bir tomar euronun yanı sırayanında nakit olarak üç bin dolar taşıyordu.

Neyse ki, para hırsı uluslararası bir günahtı.

1

Saf silis camından elle kesilmiş sıvasızminik mozaik parçalan.

57. Bölüm

Peccatum... Peccatum... Peccatum...

Dante'nin ölüm maskesinin arkasında yazılı olanyedi P harfi Langdon'm yeniden İlahiKomedya'yı düşünmesine neden oldu. Bir aniçin "İlahi Dante: Cehennem Sembolleri"konferansım verdiği Viyana'daki sahneye geridöndü.

Sesi salonda yankılanıyordu. "Cehennemin dokuzdairesinden geçerek dünyanm merkezine indikve şeytanın kendisiyle yüz yüze geldik."

Langdon slayt slayt ilerleyerek üç başlı şeytanınresmedildiği çeşitli sanat eserlerini gösterdi;Botticelli'nin Mappa'sı, Floransavaftizhanesindeki mozaik ve Andrea di Cione'nin,kürküne kurbanlarının kıpkırmızı kanları bulaşmış

olan korkunç siyah şeytanı.

Langdon, "Birlikte," diye devam etti. "Şeytanınkıllı göğsünden aşağı indik, yerçekimi değişinceyönümüzü değiştirdik ve kasvetli yeraltıdünyasından çıkıp yeniden yıldızları gördük."

Langdon daha önce göstermiş olduğu resmibulana kadar slaytları ilerletti. Bu, Domenico diMichelino'nun Floransa'nm duvarları dışındaduran kırmızı cüppeli Dante'yi resmettiğitabloydu. "Eğer dikkatlice bakarsanız... oyıldızlan görebilirsiniz."

Langdon, Dante'nin kafasının üzerinde kemeryapan yıldızlı gökyüzünü gösterdi. "Gördüğünüzgibi cennet, ortasına dünyanm yerleştirildiği,ortak merkezli dokuz daire şeklinde inşa edilmiş.Cennetin bu dokuz katlı yapısıyla cehennemindokuz dairesini yansıtmayı ve dengelemeyi

amaçlamış. Büyük ihtimalle sizin de fark ettiğinizgibi, dokuz rakamı Dante'nin tekrarladığı birtemadır."

Langdon su içmek için ara vererek cehennemeinip çıkan seyircilerin biraz soluklanmasına f rsattanıdı.

"Evet, cehennemin korkunçluğuna katlandıktansonra cennete doğru ilerlemek sizi mutlakaheyecanlandırmıştır. Maalesef, Dante'nindünyasında hiçbir şey kolay değildir." Dramatikbir şekilde iç geçirdi. "Cennete çıkmak içinhepimiz, hem mecazi hem de gerçek anlamda birdağı tırmanmak zorundayız."

Langdon, Michelino tablosunu gösterdi. Ufukta,Dante'nin arkasında gökyüzüne doğru yükselenkoni şeklinde bir dağ görünüyordu. İnce birpatika dağın etrafında gittikçe daralan bir şekilde

dokuz kez dönerek tepeye doğru çıkıyordu.Çıplak figürler yolda çeşitli kefaretler ödeyerekacı içinde tepeye tırmanmaya çalışıyorlardı.

Langdon, "İşte, karşınızda Araf Dağı," diyebelirtti. "Ve ne yazık ki bu yorucu, dokuz dairelitırmanış, cehennemin derinliklerinden cennetinnuruna çıkan tek yoldur. Bu yolda, tövbekârruhların tırmanışını görebilirsiniz... Hepsiişledikleri günaha uygun bir bedel öderler.Kıskanç olanın gıpta etmemesi için gözleri dikilirve tırmanışı bu halde gerçekleştirir. Kibirli olansırtında kocaman taşlar taşımak zorundadır,böylece ağırlığın altında düşük konumdakiler gibieğilmek zorunda kalır. Obur olan aç ve susuztırmanmak ve dayanılmaz açlığa katlanmakzorundadır. Şehvet düşkünü olan tutkununateşinden arınmak için sıcak alevlerin arasındanilerlemelidir." Duraksadı. "Ama bu dağı

tırmanma ayrıcalığına erişip günahlarınızdanarmmadan önce bu zatla konuşmak gerekir."

Langdon, Michelino tablosunun yakın çekimslaytmı gösterdi. Kanatlı bir melek Araf Dağı'nıneteğinde bir tahtın üzerinde oturuyordu. Meleğinayaklarının dibinde, bir sıra tövbekâr günahkâryukan tırmanma izni bekliyordu. Meleğin elindeuzun bir kılıç vardı ve ucu tuhaf bir şekildesıranın başındaki insanın yüzüne saplanmış gibiduruyordu.

Langdon kalabalığa, "Bu meleğin ne yaptığmıkim söyleyebilir?" diye sordu.

Birisi, "Kılıcım birinin başına saplıyor?" diyecevapladı.

"Hayır"

Başka biri, "Gözüne batırıyor?" dedi.

Langdon başını hayır anlamında iki yana salladı."Başka fikri olan?"

Arka taraftan bir ses sertçe, "Alnına yazıyazıyor," dedi.

Langdon gülümsedi. "Anlaşılan, aramızdaDante'yi bilen biri var." Tekrar resmi gösterdi."Melek, kılıcını bu zavallı adamın ahunasaphyormuş gibi görünüyor ama öyle değil.Dante'nin metnine göre, arafi koruyan melek,kılıcının ucunu ziyaretçilerin alınlanna bir şeyyazmak için kullanır. İçinizden, 'Peki, neyazıyor?' diye soruyor olmalısınız."

Langdon etki yaratmak için biraz durdu. 'Tuhafbir şekilde, yedi kez tekrarlanan... bir harfyazıyor. Meleğin sıranın başındaki günahkârın

alnma yedi kez yazdığı harfin ne olduğunu bilenvar mı?"

Kalabalığın arasından bir ses, “P!" diye bağırdı.

Langdon gülümsedi. "Evet. P harfi. Bu P harfipeccatum'u temsil ediyor; Latince günahdemek. Ve yedi kez yazılması, Sep-tem PeccataMortalia'nm sembolüdür, yani..."

Başka biri, "Yedi Ölümcül Günah!" diye bağırdı.

"Bingo. Ve sadece arafm her seviyesinitırmanarak günahlarınızın kefaretiniödeyebilirsiniz. Tırmandığınız her yeni seviyede,bir melek alnınızdaki P harflerinden birini siler vetepeye ulaştığınızda alnınız yedi P harfinden detemizlenmiş olur... ve ruhunuz tüm günahlardanarınır." Göz kırptı. "Buraya araf denmesinin birsebebi vardır."

Langdon düşüncelerinden sıyrılınca, vaftizkumasının üzerinden kendisine bakan Sienna'yıgördü. Sienna, "Yedi P?" diye sorup Dante'ninölüm maskesini gösterirken Langdon'ı şimdikizamana döndürdü. "Sence bu bir mesaj mı? Bizene yapmamız gerektiğini mi söylüyor?"

Langdon, Dante'nin Araf Dağı hayalini. YediÖlümcül Gü-nah'ı temsil eden P harflerini veharflerin alından silinme sürecini çabucakaçıkladı.

Langdon, "Çok açık ki," dedi. "Bir Dante fanatiğiolan Bert-rand Zobrist yedi P harfini ve alındansilinme sürecinin cennete doğru ilerlemekanlamına geldiğini biliyordu."

Sienna kuşkulu görünüyordu. "Sence BertrandZobrist'in P harflerini maskenin içine yazmasınınnedeni, onları ölüm maskesinden silmemizi

istemesi mi? Sence yapmamız gereken şey bumu?"

"Bunun biraz tuhaf..."

"Robert, harfleri silsek bile bunun bize nasıl birfaydası olacak ki?! Elimizde kalan bomboş birmaske."

"Belki öyle." Langdon bilmiş bir ifadeyle sınttı."Belki de değil. Bence, gerçekte görünendenfazlası var." Maskeyi gösterdi. "Maskenin arkatarafının yıpranma koşulları yüzünden daha açıkolduğunu söylediğimi hatırlıyor musun?"

"Evet."

"Yanılmış olabilirim," dedi. "Yıpranma koşullanyüzünden renk farkı bu kadar belirgin olmaz,ayrıca arka tarafın dokusu dişli."

"Dişlimi?"

Langdon ona arka tarafm dokusunun ön taraftançok daha sert ve daha kumlu olduğunu gösterdi,zımpara kâğıdına benziyordu. "Sanat dünyasındabu sert dokuya dişli denir ve ressamlar dişli biryüzeyin üzerine resim yapmayı tercih ederler,çünkü boya bu yüzeye daha iyi yapışır."

"Anlamıyorum."

Langdon gülümsedi. "Alçıtaşmın ne olduğunubiliyor musun?"

'Tabii ki, ressamlar alçıtaşmı tuvalleriniastarlamak için kullanırlar ve..." Langdon'm nedemek istediğini anlayınca sustu.

Langdon, "Kesinlikle," dedi. "Ressamlar alçıtaşmıtemiz, beyaz, dişli bir yüzey elde etmek için

kullanırlar. Bazen de beğenmedikleri resimlerinüzerlerini kapatıp tuvali yeniden kullanmak için."

Sienna heyecanlanmış gibiydi. "Ve sen, Zobrist'inölüm maskesinin arkasını alçıtaşıyla kaplamışolduğunu düşünüyorsun."

"Bu, dişli dokuyu ve daha açık olan rengi açıklar.Ayrıca, yedi P harfini neden silmemizi istediğinide açıklayabilir."

Son cümle Sienna'nm akimı karıştırmış gibiydi.

Langdon, komünyon ekmeği veren bir papaz gibimaskeyi Sienna'mn yüzüne doğru kaldırarak,"Kokla," dedi.

Sienna yüzünü buruşturdu. "Alçıtaşı ıslak köpekgibi kokuyor."

"Hepsi böyle kokmaz. Normal alçıtaşı tebe r gibikokar. Islak köpek gibi kokan akrilik alçıtaşıdır."

"Yani?..."

"Yani, bu onun suda çözünebilir olduğu anlamınageliyor."

Sienna başmı yan yatırınca Langdon onunanlamaya başladığını hissetti. Bakışlarını yavaşçamaskeye doğru kaydırdıktan sonra fal taşı gibiaçılmış gözlerle Langdon'a baktı. "Sence, alçıta-şınm altında bir şey mi var?"

"Bu birçok şeyi açıklardı."

Sienna hemen altıgen vaftiz kurnasının tahtakapağım tutup yana doğru çevirdi ve dipteki suortaya çıktı. Temiz keten bir bez alıp vaftizsuyuna batırdı. Sonra, suları damlayan bezi

Langdon'a uzattı. "Bunu sen yapmalısın."

Langdon maskeyi yüzüstü sol avucuna yerleştiripıslak bezi aldı. Fazla suyu sıkıp nemli beziDante'nin alnının içine, yedi süslü P harfininbulunduğu bölgeye bastırmaya başladı. İşaret-parmağıyla birkaç kez bastırdıktan sonra bezitekrar kurnaya batırıp işleme devam etti. Siyahmürekkep belirmeye başlamıştı.

Heyecanla, "Alçıtaşı çözülüyor," dedi."Mürekkep de onunla birlikte çıkıyor."

Langdon işlemi üçüncü kez tekrarlarkenvaftizhanenin içinde yankılanan ağır ve monotonbir ses tonuyla konuşmaya başladı. "Bu vaftizle,Yüce İsa seni günahlarından arındırdı; sana suve Kutsal Ruh aracılığıyla yeni bir hayat verdi."

Sienna, Langdon'a sanki akimı kaçırmış gibi

bakıyordu.

Langdon omzunu silkti. "Duruma uygun geldi."

Sienna gözlerini devirdikten sonra bakışlarınımaskeye doğrulttu. Langdon maskeyi silmeyedevam ederken alçıtaşmm altındaki orijinal alçıgörünmeye başladı. Langton'm bu kadar eski bireserden beklediği gibi sarımtırak bir rengi vardı.P harflerinin sonuncusu da kaybolunca, temiz birbezle bölgeyi sildikten sonra Sienna'yagöstermek için maskeyi kaldırdı.

Sienna'nın soluğu kesildi.

Langdon'm tahmin ettiği gibi, alçıtaşmm altındabir şey gizliydi. İkinci bir kaligrafi daha vardı.Orijinal astarın soluk sarı yüzeyinin üzerine çeşitliharfler yazılmıştı.

Ama bu kez, harfler bir kelime oluşturuyordu.

Sienna, " 'Akıllı' mı?" dedi. "Anlamıyorum."

Ben de anladığımı sanmıyorum. Langdon yediP harfinin altından ortaya çıkan, Dante'nin alnınıniçine süslü bir şekilde yazılmış kelimeyi inceledi.

<AMi

Langdon kafasını kaldırıp, kendilerinigünahlarından ann-dıramayan sefil ruhları yakıpyok eden şeytan mozaiğine baktı. Dante...akıllı? Ona hiçbir şey ifade etmiyorlardı.

Sienna maskeyi Langdon'm elinden alıp yalandanincelerken, "Daha fazlası olmalı," dedi. Kısa birsüre sonra, başka bir şeyler daha fark etmiş gibibaşım sallamaya başladı. "Evet, kelimeninyanlarına bak... her iki tarafında da başka yazılar

var."

Langdon dikkatle bakınca akıllı kelimesinin heriki yanında da nemli alçıtaşmdan belli belirsizgörünen yazıları fark etti.

Sienna şevkle bezi alıp kelimenin etrafınııslatmaya başladı ve ortaya eğik biçimde yazılmışyeni yazılar çıktı.

<3>İ3fer Ki, afutîi oe mantıftfı %ifersini3

Langdon kısık sesle konuşmaya başladı. "'Sizlerki, akıllı ve mantıklı kişilersiniz... bu garipdizelerin örtüsü altında gizlenen... benzetmeyianlayabilirsiniz.'"

Sienna gözlerini ona dikti. "Efendim?"

Langdon heyecanla, "Dante'nin Cehennem'inin

en meşhur üçlüklerinden biri," dedi. "Dante, akıllıokuyucularından şifreli dizelerdeki bilgeliğibulmalarını istiyor."

Langdon öğrencilerine edebi sembolizmiöğretirken bu üçlüğü kullanırdı. Dizelerde biryazar sanki kollarını çılgınlar gibi sallayarak,"Hey okuyucular! Burada çift anlamlı sembolikbir kelime var," diyordu.

Sienna daha güçlü bir şekilde tekrar maskeninarkasını silmeye başladı.

Langdon, "Dikkatli ol!" diye uyardı.

Sienna hararetle alçıtaşmı çıkarmaya çalışırken,"Haklısın," dedi. "Dante'nin sözlerinin geri kalanıburada, tam da senin hatırladığın gibi." Bezi suyabatırıp temizlemeye devam etti.

Langdon vaftiz kurnasındaki suyun çözülenalçıtaşıyla bulanıklaşmasını izledi. Bu kutsalkurnanın bir lavabo gibi kullanılmasındanrahatsızlık duyarak, San Giovanni'den özürdiliyoruz, diye içinden geçirdi.

Sienna bezi sudan çıkarıp doğru düzgünsıkmadan, sırılsıklam bir şekilde maskeninortasına koydu ve sanki bir çorba kâsesiyıkıyormuş gibi ovalamaya başladı.

Langdon, "Sienna!" diye çıkıştı. "Bu çok eskibir..."

Sienna maskenin içini silerken, "Arka tarafıntamamı yazıyla kaplı!" dedi. "Ve şeyleyazılmış..." Başını sola yatırıp maskeyi sağadoğru çevirdi, yan okumaya çalışıyor gibiydi.

Hiçbir şey göremeyen Langdon, "Neyle

yazılmış?" diye sordu.

Sienna maskeyi iyice temizleyip temiz bir bezlekuruladı. Sonra, sonucu her ikisinin deinceleyebilmesi için Langdon'm karşısına koydu.

Langdon maskenin içini görünce gözlerineinanamadı. İçbükey yüzey yaklaşık yüzkelimeden oluşan bir metinle kaplıydı. Tepede,Sizler ki, akıllı ve mantıklı kişilersiniz,dizesiyle başlıyor, tek bir dize şeklinde devamediyordu. Maskenin sağ tarafından aşağıyadoğru kıvrılıyor, orada baş aşağı dönüp maskeninaltından sola doğru kıvrıldıktan sonra sol taraftanyukarı doğru çıkıyordu. Başlangıca ulaştığındabiraz daha küçük bir çember çizerek aynı yolutekrar ediyordu.

Metnin izlediği yol, Araf Dağı'nm cennete çıkanspiral yolunun ürkütücü bir hatırlatmasıydı.

Langdon'm içindeki simgebilim uzmanı anında buspirali fark etti: Arşimet Spirali. Ayrıca, Sizlerkelimesinden ortadaki son noktaya kadar olandönüş sayısının da tamdık bir rakam olduğunufark etti.

Dokuz.

Langdon maskeyi yavaş yavaş döndürüp,içbükey yüzeyde spiraller çizerek merkeze doğruilerleyen metni okudu.

â \ & S S S

* & P * Jü

' "’tyuutpÇfö&p

Langdon, "İlk üçlük Dante'den, neredeysekelimesi kelimesine aynı," dedi. " 'Sizler ki,akıllı ve mantıklı kişilersiniz, bu garipdizelerin örtüsü altında gizlenen... benzetmeyianlayabilirsiniz.'"

Sienna, "Geri kalanı?" diye sıkıştırdı.

Langdon başını iki yana salladı. "Hiçsanmıyorum. Benzer bir şiirsel dille yazılmış amaDante'nin olduğunu sanmıyorum. Birisi onuntarzım taklit etmiş gibi."

Sienna, "Zobrist," diye fısıldadı. "Öyle olmalı."

Langdon başını salladı. Bu iyi bir tahmindi. Ne deolsa Zobrist, Botticelli'nin Mappa deli’lüferi10'sunu deforme ederek, büyük sanat eserlerinikendi ihtiyaçlarına uyacak şekilde değiştirme

eğiliminde olduğunu göstermişti.

Langdon maskeyi tekrar çevirip okurken,"Metnin geri kalanı çok tuhaf," dedi. "Atlarınkafalarını kesmekten, körlerin kemikleriniçıkartmaktan bahsediyor." Maskenin tamortasına dar bir daire şeklinde yazılmış son dizeyiokudu. Derin bir nefes aldı. "Ayrıca, 'kankırmızısı sulardan' bahsediyor/'

Sienna kaşlarını kaldırdı. "Tıpkı, gümüş saçlıkadınla ilgili hayallerindeki gibi mi?"

Langdon başını salladı. Metin kafasınıkarıştırmıştı. Kan kırmızısı sularınagömülmüştür lagünün, ki yansıtmazyıldızları.

Langdon'm omzunun üzerinden okuyan Siennaspiralin ortasındaki bir kelimeyi gösterdi. "Bak,

bildiğimiz bir yer."

Langdon daha önce metne göz atarken farketmiş olduğu kelimeyi buldu. Dünyanın enmuhteşem ve eşsiz şehirlerinden birinin ismiydi.Burasının aynı zamanda Dante Alighieri'ninölümüne sebep olan hastalığa yakalandığı şehirolduğunu da bilen Langdon ürperdiğini hissetti.

Venedik.

Langdon ve Sienna sessizlik içinde birkaç dakikagizli anlamlı dizeleri incelediler. Ürkütücü verahatsızlık verici şiiri anlamak zordu. Düka velagün gibi kelimeler şiirin gerçekten deVenedik'e gönderme yaptığını kanıtlıyordu.Birbiriyle bağlantılı yüzlerce kanal ile lagündenoluşan ve yüzyıllarca Venedikli düka tarafındanyönetilen eşsiz bir su dünyası şehriydi.

Langdon ilk bakışta şiirin tam olarak Venedik'inneresini işaret ettiğini anlayamamıştı ama şiirin,okuyucusundan yönlendirmelerini izlemesiniistediği açıktı.

“Ve kulağını yere daya, dinle suyunşırıltısını."

Sienna onunla birlikte okurken, "Yeraltındanbahsediyor," dedi.

Langdon bir sonraki dizeyi okurken başım salladı.

"Batık sarayın derinliklerine in, orada,karanlığın içinde bekler khthonik canavar."

Sienna huzursuzlukla, "Robert?" dedi. "Ne tür bircanavar?"

Langdon, "Khthonik," diye cevap verdi. "Kh harfi

okunmaz. 'Yeraltında yaşayan' canavar demek."

Vaftizhanenin içinde bir kilit dilinin yüksekşıngırtısı yankılanınca Langdon sözlerine devamedemedi. Turist girişinin kilidi biraz öncedışarıdan açılmıştı.

Yüzü kurdeşen dökmüş adam, "Grazie mille,"dedi.

Vaftizhane rehberi kimsenin görmediğinden eminolmak için etrafı kontrol ederek beş yüz dolarıcebine atarken tedirgin bir ifadeyle başım salladı.

Rehber kapıyı, yüzü kurdeşenli adamın içerigirmesine yetecek kadar açarken, "Cinqueminuti,"<1) diye hatırlattı. Kapıyı kapatıp, adamıiçeri kilitleyerek dışarıdan gelen tüm sesleri kesti.Beş dakika.

Rehber ilk başta, korkunç cilt hastalığına şifabulmak için Amerika'dan San GiovanniVaftizhanesi'nde dua etmeye geldiğini söyleyenadama hiç merhamet göstermemişti. Ama adamvaftizhanede tek başma geçireceği beş dakikakarşılığında beş yüz dolar teklif edince birdenanlayışlı olmaya karar vermişti. Ayrıca, hastalığıbulaşıcı görünen adamın bina açılana kadar üçsaat yanında durmasını da istememişti.

Adam sekizgen ibadethanenin içine girerkenbakışları ister istemez yukarı doğru kaydı. Vaycanına. Tavan şimdiye kadar gördüğü hiçbirşeye benzemiyordu. Üç başlı şeytanm doğrudankendisine baktığını hisseden adam hemenbakışlarını aşağı indirdi.

İçerisi terk edilmiş gibiydi.

Hangi cehennemdeler?

Adam salonu tararken bakışları ana mihrabatakıldı. Dikdörtgen şeklinde bir nişin içineyerleştirilmiş dev bir mermer bloktan oluşmuştu,ziyaretçileri uzak tutanak için güvenlikdireklerinin ve kordonlarının arkasındatutuluyordu.

Mihrap, içeride saklanılabilecek tek yerdi.Ayrıca, kordonlardan biri hafifçe sallanıyordu,biraz önce yerinden oynamış gibiydi.

Langdon ve Sienna mihrabın arkasında yereçömelmiş, sessizce bekliyorlardı. Maskeylebirlikte ana mihrabın arkasına saklanmadan öncekirli havluları toplayıp kurnanın kapağınıdüzeltmeyi başarmışlardı. Planlan, salonturistlerle dolana kadar burada saklanmak vesonra kalabalığın arasmda dikkatli bir şekildedışarı çıkmaktı.

Vaftizhanenin kuzey kapısı kısa bir süreliğineaçürruştı. Çünkü Langdon meydandan gelensesleri duymuştu, ama sonra kapı anidenkapanmış ve ortam yeniden sessizleşmişti.

Langdon şimdi sessizlikte taş zeminde ilerleyenayak seslerini duyabiliyordu.

Vaftizhane rehberi mi? Turistlere kapıyıaçmadan önce etrafı kontrol mü ediyor?Vaftiz kurnasının üzerindeki lambayı kapatmayazamanı olmamıştı ve adamın bunu fark edipetmeyeceğini merak ediyordu. Fark etmedigibi. Hızla kendilerine doğru yaklaşan adımlar,biraz önce Langdon ve Sienna'nın üzerindenatladığı güvenlik kordonunun önünde durdu.

Uzun bir sessizlik oldu.

Bir erkek sesi Öfkeyle, "Robert, benim," dedi.

"Orada olduğunu biliyorum. Buraya gel veaçıklama yap."

321

Cehennem / F: 21

Burada değilmişim gibi davranmanın âlemiyok.

Elinde, yeniden Ziploc torbaya koyduğu Dantemaskesini tutan Langdon, Sienna'ya çömeldiğiyerde görünmeden durmasınr. işaret etti.

Sonıa aniden ayağa kalktı. Vaftizhanedekisunağın arkasında bir papaz gfln ayaktadururken tek kişilik cemaatine baktı. Karşısındakiyabancının açık kahverengi saçları, marka

gözlükleri ve yüzüyle boynunda korkunçkurdeşenler vardı. Şişmiş gözlerinden öfke oklarıâllarken, sinirli biçimde boynunu kaşıyordu.

Zincirin üstünden aşıp Langdon'a yaklaşırken,"Ne halt ettiğini bana söyleyecek inisin Robert?"diye sordu. Amerikan aksam vardı.

Langdon kibar bir tonla, "Elbette," dedi. "Amaönce ban<i Mm olduğunu söylemelisin."

Olduğu yerde kalan adam, hayretle bakıyordu."Ne dedin sen?!"

Langdon adamın gözlerinde ve belki ayrıcasesinde de tamdık bir şeyler seziyordu. Onutanıyorum... bir yerden, bir şekilde. Sorusunusakince tekrarladı. "Lütfen bana kim olduğunuzuve sizi nereden tanıdığımı söyleyin."

Adam şaşkınlık içinde ellerini havaya kaldırdı."Jonathan Femsî? Dünya Sağlık Örgütü!?Harvard Üniversitesine gelip seni alan adam!?"

Langdon duyduklarım kavramaya çalıştı.

Kızarmış ve kabarmış olan boynuyla yanaklarımkaşırken, "Beni neden aramadın?!" diye sorduFerris. "Ayrıca birlikte içeri girdiğinizi gördüğümkadm da kim? Şimdi onun için mi çalışıyorsun?"

Langdon'm yanmda ayağa kalkan Sienna hemendurumu ele aldı. "Dr. Ferris mi? Ben SiennaBrooks. Ben de bir doktorum. Burada,Floransa'da çalışıyorum. Profesör Langdon düngece başından vuruldu. Retrograd amnezisi var.Kim olduğunuzu ve son iki günde başına gelenlerihatırlamıyor. Ona yardım etmek için buradayım/'

Sienna'nın sözleri boş vaftizhanede yankılanırken,

adam sanki onun söylediklerini anlamıyormuş gibişaşkın bir ifadeyle başını yana eğdi. Hafif birsersemlik hissiyle geriye doğru bir adım atıp,direklerden birine tutunarak dengesini sağladı.

"Ah... Tanrım," diye kekeledi. "Bu her şeyiaçıklıyor."

Langdon, adamın yüzündeki öfkenin yokolduğunu gördü.

Yeni gelen adam, "Robert," diye fısıldadı. "Bizsandık ki..." Parçalan birleştirmeye çalışıyormuşgibi başını iki yana salladı. "Biz senin tarafdeğiştirdiğini sandık... karşılığında paraverdiklerini... veya seni tehdit ettiklerinidüşündük... bilmiyorduk!"

Sienna, "Tek konuştuğu kişi benim," dedi. "Tekbildiği şey, dün gece hastanede uyandığı ve

bililerinin onu öldürmek istediği. Ayrıca korkunçhayaller görüyordu; cesetler, veba kurbanları,gümüş rengi saçları olan bir kadm ve ona yılanlıbir nazarlık..."

Adam bir anda, "Elizabeth!" deyiverdi. "O kişiDr. Elizabeth Sinskey! Robert, bize yardımetmen için seni işe alan kişi o kadm!"

Sienna, "Eğer o ise, umarım başının dertteolduğunu biliyorsunuzdur," dedi. "Askerlerle dolubir minibüsün arkasında tutsak kaldığını gördük.Ayrıca galiba bir tür uyuşturucu ilaç verilmişti."

Adam gözlerini kapatıp yavaşça başını salladı.Gözkapakları şişmiş ve kızarmıştı.

Sienna, "Yüzünüze ne oldu?" diye sordu.

Gözlerini açtı. "Anlamadım?"

"Cildiniz? Hastalık kapmışsınız gibi görünüyor.Hasta mısınız?"

Adam şaşakalmış gibi baktı. Sienna sorusuylakabalık etmeyi göze almış olsa da Langdon daaynı şeyi merak ediyordu. Bugün karşısına çıkanvebayla ilgili onca atıftan sonra, ciltteki kızarıklıkve kabarıklıklar insanı rahatsız ediyordu.

Adam, "İyiyim," dedi. "Oteldeki lanet olası sabunyüzünden. Soyaya feci alerjim var; şu parfümlüİtalyan sabunlarının çoğunda soya oluyor. Baştankontrol etmemekle aptallık ettim."

İçi rahatlayan Sienna nefesini bırakırken omuzlangevşedi. "Yemediğinize şükredin. Kontaktdermatit, anafilaktik şoktan beterdir."

Birlikte kahkaha attılar.

Sienna, "Söyler misiniz, Bertrand Zobrist ismisize bir şey ifade ediyor mu?" diye sordu.

Adam, sanki üç başlı şeytanla karşılaşmış gibidonakalmıştı.

Sienna, "Bıraktığı bir mesajı bulduğumuzusanıyoruz," dedi. "Venedik'teki bir yeri işaretediyor. Size bir anlam ifade ediyor mu?"

Adamın gözleri şimdi fal taşı gibi açılmıştı.'Tanrım, evetl Kesinlikle! Nereyi işaret ediyor!?"

Adama, Langdon'la birlikte maskenin üstündekeşfettikleri spiral çizen şiirle ilgili her şeyianlatmaya hazırlandığı anlaşılan Sienna, derin birnefes aldı ama Langdon onu susturma niyetiyleelini onunkinin üzerine koydu. Adam dost gibigörünüyordu ama bugün olanlardan sonra,Langdon'm iç sesi kimseye güvenmemesini

söylüyordu. Bundan başka, adamm kravatı birşeyler çağrıştırıyordu. Onun, daha önce DanteKilisesinde dua ederken gördüğü adamolabileceğini sezinledi. Bizi mi takip ediyordu?

Langdon, "Bizi burada nasıl buldun?" diye sordu.

Adam, Langdon'm hatırlamamasına hâlâşaşkınlıkla bakıyordu. "Robert, dün akşam beniarayıp Ignazio Busoni isimli bir müze müdürüyletoplantı ayarladığım söyledin. Sonra da ortadankayboldun. Bir daha hiç aramadın. IgnazioBusoni'nin ölü bulunduğunu duyuncaendişelendim. Burada bütün sabah seni aradım.Vecchio Sarayı'nm önündeki polis hareketliliğinigördüm ve olan biteni öğrenmek için beklerken,tesadüfen küçük bir kapıdan bir kadmla birlikteçıktığını..." Bakışlarını Sienna'ya çevirdi,hatırlayamadığı anlaşılıyordu.

O da, "Sienna," diyerek araya girdi. "Brooks."

"Üzgünüm Dr. Brooks, isminizi hatırlayamadım.Ne halt ettiğinizi öğrenmek umuduyla peşinizdengeldim."

"Seni Dante Kilisesi'nde dua ederkengörmüştüm, şendin değil mi?"

"Evet! Ne yaptığınızı öğrenmeye çalışıyordumama hiç mantıklı gelmiyordu! Kiliseden ayrılırkensanki bir vazife vermişler gibi davranıyordun; buyüzden ben de peşinden geldim. Vaftiz-haneyegizlice girdiğinizi görünce karşına çıkmazamanının geldiğine karar verdim. Rehberebirkaç dakikalığına içerde yalnız kalmak için paraverdim."

Langdon, "Cesur bir hareket," dedi. "Hele bir desize sırtımı döndüğümü düşündüysen."

Adam başını iki yana salladı. "İçimden bir ses,bunu asla yapmayacağını söylüyordu. ProfesörRobert Langdon mı? Başka bir açıklamasıolduğundan emindim. Ama amnezi? İnanılır gibideğil. Asla aklıma gelmezdi."

Kurdeşen dökmüş adam yeniden kaşınmayabaşlamıştı. "Dinle, yalnızca beş dakikalığına izinaldım. Buradan hemen çıkmamız lazım. Eğer siziben bulduysam, seni öldürmeye çalışan adamlarda bulacaktır. Anlamadığın pek çok iş dönüyor.Venedik'e gitmemiz lazım. Hemen. Asıl mesele,Floransa'dan fark edilmeden çıkabilmekte. Dr.Sinskey'yi ele geçiren adamlar... peşindengelenler... onların her yerde gözü var." Kapıyıgösterdi.

Sonunda birtakım cevaplar alabileceğini hissedenLangdon, yerinden kıpırdamadı. "Siyah üniformalı

askerler kim? Neden beni öldürmeyeçalışıyorlar?"

Adam, "Uzun hikâye," dedi. "Yolda açıklarım."

Cevaptan hiç hoşlanmayan Langdon kaşlarımçatmıştı. Sienna'ya el işareti yapıp onu kenaraçekti ve alçak sesle konuştu. "Ona güveniyormusun? Sen ne düşüyorsun?"

Sienna, Langdon'a, bu soruyu sorduğu için aklınıkaçırdığını düşünüyormuş gibi baktı. "Ne midüşünüyorum? Bence Dünya Sağlık Örgütü içinçalışıyor. Bence bazı cevapları bulmak için en iyişansımız o!"

"Peki ya kurdeşeni?"

Sienna omuzlarım silkti. "Tam olarak 'ciddikontakt derma-tit' dedi."

Langdon, "Peki ya söylediği şey değilse?" diyefısıldadı. "Ya... başka bir şeyse?"

"Başka bir şey mi?" Ona şaşkınlıkla baktı."Robert, eğer sorun buysa, veba değil. Tanrıaşkma, o da bir doktor. Eğer ölümcül bir hastalıktaşıdığını ve bulaşıcı olduğunu bilseydi, tümdünyaya bulaştıracak kadar düşüncesizdavranmazdı."

'Teki ya veba olduğunu fark etmediyse?"

Sienna dudaklarını büküp biraz düşündü. "Ozaman sanırım... etraftaki herkesle birlikte, ikimizde hapı yutmuş oluruz."

"Biliyor musun, doktor hasta ilişkilerine birazdaha çalışmalısın."

"Sadece dürüst davranıyorum." Sienna,

Langdon'a içinde ölüm maskesi bulunan Ziploctorbayı uzattı. "Küçük dostumuzu sentaşıyabilirsin."

Dr. Ferris'e yüzlerini dönünce, onun alçak sesleyaptığı bir telefon görüşmesini bitirmek üzereolduğunu gördüler.

Adam, "Şoförümü aradım," dedi. "Bizimle öntarafta buluşacak..." Langdon'm eline bakıp daDante Alighieri'nin ölü yüzünü ilk defa gören Dr.Ferris konuşmasını yanda kesmişti.

Ferris geri çekilirken, "Tanrım!" dedi. "Bu da neböyle?!"

Langdon, "Uzun hikâye," diye cevap verdi."Yolda açıklarım."

vinden çalışan New York'lu editör Jonas

Faukman, telefon

hattının çalmasıyla uyandı. Yan dönüp saatinebaktı: 04.28.

Kitap yayıncılığı dünyasında, gece telefonlarınadiren açılırdı. Sinirleri gerilen Faukmanyataktan kalktı ve koridordan ilerleyip çalışmaodasına gitti.

"Alo?" Telefonda tanıdık, bariton bir seskonuşuyordu. "Jo-ı\as, Tanrıya şükür ki evdesin.Ben Robert. Umarım uyandırma-mışımdır."

"Uyandırdın tabii ki! Saat sabahm dördü!"

"Üzgünüm, yurtdışındayım."

Harvard'da saat farkını öğretmiyorlar mı?

"Başım dertte Jonas. Bir iyilik yapmamisteyeceğim." Langdon'm sesi endişeli geliyordu."Şirketin Netjets kartıyla ilgili."

"Netjets mi?" Faukman inanmakta güçlük çekergibi bir kahkaha attı. "Robert biz kitapyayımlıyoruz. Özel uçaklarımız yok."

"İkimiz de yalan söylediğini biliyoruz arkadaşım"

Faukman içini çekti. "Peki açıklayayım. Biz dintarihi yazarlarına özel uçak tahsis etmiyoruz.İkonografinin Elli Tonu'nu yazmak istersen, ozaman konuşuruz."

"Jonas, uçuşun bedeli neyse ödeyeceğim. Sözveriyorum. Hiç verdiğim sözü tutmadığım oldumu?"

Kitabı bitirmeye söz verdiğin tarihi üç yılaşmak dışında mi? Buna rağmen Faukman,Langdon'm sesinden müşkül durumda

kaldığını anlıyordu. "Bana neler olduğunu anlat.Yardım etmeye çalışayım."

"Açıklamaya vaktim yok ama benim için bunuyapmana gerçekten ihtiyacım var. Ölüm kalımmeselesi."

Faukman espri anlayışına alışacak kadar uzunsüredir Langdon'la çalışmıştı ama şu andakiendişeli sesinin espri yapar bir tonu yoktu. Adamçok ciddi. Faukman nefesini bırakırken kararımvermişti. Finans müdürüm beni çarmıhagerecek. Otuz saniye sonra Faukman,Langdon'm uçakta bulunmasını istediği bazışeyleri not al: /ordu.

Editörün, in tereddüdünü ve istekleri karşısındakişaşkınlığını sezinleye; Langdon, "Bir sorun varmı?" diye sordu.

Faukmi a, "Evet, ben senin Amerika'da olduğunusanıyordum," dedi. "İtalya'da olduğunu duyuncaşaşırdım."

Langı on, "Sen mi ben mi?" dedi. "Tekrarteşekkürler Jonas. Şimdi h ıvaalamna gidiyorum."

Netjets'in günde yirmi dört saat uçuş destekbirimi çalıştırdığı ABD operasyon merkezi Ohio,Columbus'taydı.

Uçak sahipleri temsilcisi Deb Kier'e, NewYork'taki bir şirket sahibinden az önce telefongelmişti. Başına kulaklığım geçirip klavyesinituşlarken, "Bir saniye efendim," dedi. "Teknikaçıdan Netjets Avrupa uçuşu oluyor ve size bu

konuda yardımcı olabilirim." Hemen, merkeziPortekiz'deki Paço de Arcos'ta bulunan NetjetsAvrupa sistemine girdi ve İtalya civarındakiuçaklarının yerlerini kontrol etti.

"Evet efendim," dedi. "Görünüşe göre,Monaco'da bir Citati-on Excel'imiz var; birsaatten daha az bir süre içinde Floransa'yayönlendirebiliriz. Bu Bay Langdon için uygunolur mu?"

Yayınevinden arayan adam bıkkın ve biraz dasıkıntılı bir sesle, "Umalım ki öyle olsun," diyeyanıt verdi. "Çok teşekkür ederiz."

Deb karşılık verdi. Asıl biz teşekkür ederiz. PekiBay Langdon, Cenevre'ye mi uçuş yapmakistiyordu?"

"Öyle görünüyor."

Deb tuşlamaya devam etti. Sonunda, "Her şeyayarlandı," dedi. "Bay Langdon'm, Floransa'nınseksen kilometre batısında kalan Lucca'dakiTassignano FBO'dan çıkışı onaylandı. Yerelsaatle 11.20'de uçağı kalkacak. Bay Langdon'muçak kalkmadan on dakika önce FBO'da olmasıgerekiyor. Kara ulaşımı ve yemek istemediniz;pasaport numarasını bana verdiniz, böylecetamamlamış oluyoruz. Başka bir şey var mıydı?"

Faukman kahkaha atarken, "Yeni bir iş olabilirmi?" dedi. "Teşekkür ederim. Çok yardımcıoldunuz."

"Biz teşekkür ederiz. İyi geceler." Debgörüşmeyi bitirdikten sonra rezervasyonutamamlamak için ekranına döndü. RobertLangdon'm pasaport bilgisini girdikten sonra, tamdevam etmek üzereydi ki ekranında kırmızı biralarm kutucuğu yanıp sönmeye başladı. Mesajı

okurken gözleri büyüdü.

Bir hata olmalı.

Langdon'm pasaport numarasını bir daha girmeyidenedi. Uyarı yeniden yanıp sönmeye başlamıştı.Langdon uçuş rezervasyonu yaptırmakistediğinde, dünyadaki tüm havaalanıekranlarında aynı uyarı yanıp sönecekti.

Deb Kier, bir süre inanamayan gözlerlebakakaldı. Netjets'in müşteri mahremiyetiniciddiye aldığını çok iyi biliyordu ama bu alarm,onların tüm gizlilik kurallarını gölgedebırakıyordu.

Deb Kier hemen yetkilileri aradı.

Ajan Brüder cep telefonunun kapağını kapattı veadamlarını yeniden minibüslere doldurmaya

başladı.

"Langdon harekete geçmiş," diye duyurdu. "Özelbir uçakla Cenevre'ye gidiyor. Uçak bir saatekadar seksen kilometre batıdaki Lucca FBO'dankalkıyor. Yola çıkarsak havalanmadan önceoraya varabiliriz."

Bu sırada, kiralanmış bir Fiat Sedan, DuomoMeydanı'nı geride bırakıp Floransa'daki SantaMaria Novella Tren İstasyonu'na doğru Via deiPanzani'de hızla kuzeye ilerliyordu.

Dr. Ferris, şoförle birlikte önde otururken, arkakoltuktaki Langdon ile Sienna aşağıkaykılmışlardı. Netjets'ten rezervasyonyaptırmak Sienna'nın fikriydi. Şansları yavergiderse, bu yanlış yönlendirme sayesinde üçübirlikte Floransa'daki tren istasyonundangeçebilecekti. Bunu yapmasalar, tren istasyonu

polis kaynayacaktı. Neyse ki Venedik, trenleyalnızca iki saat uzaklıktaydı ve yurtiçi trenyolculuklarında pasaport göstermekgerekmiyordu.

Langdon, Dr. Ferris'i kaygıyla inceleyenSienna'ya baktı. Her solukla canı yanıyormuş gibigüçlükle nefes alan adamm acı çektiği belliydi.

Adamm kızarıklıklarına bakarken, virüslerinküçük arabanın içinde etrafta uçuştuğunu hayaleden Langdon, umarım Sienna hastalığıkonusunda yanılmıyordıır, diye düşündü.Parmak uçlan bile şişmiş ve kızarmıştı. Kaygısınıakimdan uzaklaştıran Langdon, camdan dışanbaktı.

Tren istasyonuna yaklaşırlarken, Langdon'm heryıl katıldığı sanat konferansı etkinliklerine evsahipliği yapan Grand Hotel Baglioni'yi geçtiler.

Orayı görünce Langdon, hayatında daha öncehiç yapmadığı bir şeyi yapmak üzere olduğunufark etti.

Davut'u ziyaret etmeden Floransa'danayrılıyorum.

İçinden Michelangelo'dan özür dileyerekbakışlarını ilerideki tren istasyonuna çevirdi...akimıysa Venedik'e verdi.

Langdon, Cenevre'ye mi gidiyor?

Dr. Elizabeth Sinskey, Floransa'dan hızla batıya,şehrin dışındaki özel bir havaalanına doğruilerleyen minibüsün arka koltuğunda sarsılırkenkendini gittikçe daha kötü hissediyordu.

Sinskey kendi kendine, Cenevre kulağa hiçmantıklı gelmiyor, diye düşündü.

Cenevre ile kurulabilecek tek mantıklı bağlantı,Dünya Sağlık Örgütü'nün genel merkezininburada bulunmasıydı. Langdon beni mi arıyor?Langdon, Sinskey’nin burada, Floransa'daolduğunu bildiği için bu da hiç mantıklıgelmiyordu.

Şimdi akima başka bir şey gelmişti.

Tanrım... Zobrist, Cenevre'yi mi hedefliyor?

Zobrist, simgebilime düşkün bir adamdı veSinskey'yle bir yıl süren mücadelesidüşünüldüğünde, Dünya Sağlık Örgütü'nün genelmerkezinde "sıfır noktası" yaratmanın hiçkuşkusuz ince bir tarafı vardı. Ama yine deZobrist salgın için uygun bir başlangıç noktasıarıyorsa, Cenevre yanlış bir seçimdi. Şehir, diğermetropollere nazaran coğrafi bakımdan dahauzakta kalıyordu ve yılın bu zamanında oldukça

soğuktu. Salgınların çoğu, çok kalabalık ve dahasıcak bölgelerde kök salardı. Cenevre denizseviyesinden üç yüz metre yukarıdaydı vedünyada bir salgın

hastalık başlatmak için uygun bir yer değildi.Zobrist beni ne kadar küçümserseküçümsesin.

Bu yüzden soru hâlâ havada kalıyordu; Langdonoraya niye gidiyordu? Amerikalı profesörüntuhaf seyahat rotasının yanında, geçen akşambaşlayan açıklaması güç davranışlarına herdakika bir yenisi ekleniyordu. Sinskey tümbunlara mantıklı bir açıklama bulmaktazorlanıyordu.

Langdon kimin tarafında?

Sinskey, Langdon'ı sadece birkaç gündür tanıyor

olsa da insanları tahlil etmekte genellikle çokiyiydi ve Robert Langdon gibi bir adamın paraylabaştan çıkarılabileceğine inanmıyordu. Ama yinede, dün akşam bizimle yaptığı anlaşmayıbozdu. Şimdi de düzenbaz bir casus gibi ortalıktadolaşıyordu. Bir şekilde, Zobrist'ineylemlerinin çarpık bir mantığı olduğunaikna mı oldu?

Bu düşünce tüylerinin ürpermesine neden oldu.

Kendi kendini, hayır, diye telkin etti. Hakkındasöylenenleri çok iyi biliyorum; o, bundandaha iyi biri.

Sinskey, Robert Langdon'la dört gece önce, artıkDünya Sağlık Örgütü'nün mobil koordinasyonmerkezi olarak hizmet veren C-130 nakliyeuçağının içinde tanışmıştı.

Uçak, Cambridge, Massachusetts'in yirmi dörtkilometre uzağındaki Hanscom Sahası'naindiğinde saat yediyi biraz geçiyordu. Sinskeydaha önce telefonla görüştüğü meşhurakademisyenin nasıl biri çıkacağınıkestiremiyordu ama kendinden emin bir ifadeyleuçağın arka tarafına yürüyerek samimi birgülümsemeyle onu selamladığında hem şaşırmışhem de memnun olmuştu.

Langdon sertçe elini sıkarak, "Sanırım, Dr.Sinskey sizsiniz?" demişti.

"Profesör, sizinle tanışmak bir şeref."

"O şeref bana ait. Tüm yaptıklarınız içinteşekkürler."

Langdon uzun boylu ve yakışıklı bir adamdı,boğuk bir sesi vardı. Sinskey, adamın derse

girerken üzerindeki tüvit ceket, haki pantolon vemokasenleri tercih ettiğini düşündü, ne de olsaönceden haber verilmeden kampustan apar toparalınmıştı. Ayrıca, tahmin ettiğinden daha genç veformdaydı, bu da Elizabeth'in kendi yaşınıhatırlamasına neden oldu. Neredeyse onunannesi yaşındayım.

Yorgun bir ifadeyle gülümsedi. "Geldiğiniz içinteşekkür ederim profesör."

Langdon, Sinskey'nin kendisini alması içingönderdiği espri anlayışı olmayan adamıgöstererek, "Arkadaşınız bana başka bir seçenekbırakmadı," dedi.

"İyi. Ona bunun için para ödüyorum."

Langdon, kadının kolyesine bakarak, "Güzel birnazarlık," dedi. "Lapis lazuli mi?"

Sinskey başını evet anlamında sallayıp, dikeyduran bir asaya sarılı yılan şeklinde kesilmiş taşnazarlığa baktı. "Tıbbın sembolü; caduceus. Amabunu zaten bildiğinize eminim."

Langdon sanki bir şey söylemek istiyormuş gibianiden başını kaldırdı.

Sinskey onu bekledi. Evet?

Fikrini değiştirdiği belli olan Langdon nazikçegülümseyip konuyu değiştirdi. "Pekâlâ, nedenburadayım?"

Elizabeth paslanmaz çelikten bir masanınetrafında düzenlenen eğreti toplantı alanınıgösterdi. "Lütfen oturun. Bakmanızı istediğim birşey var."

Langdon masaya doğru yürürken Sinskey onun

gizli bir toplantı ihtimali karşısında şaşırmışolmasına rağmen huzursuz görünmediğini farketti. Kendinden ne kadar da emin bir adam.Buraya neden getirildiğini öğrenince de bu kadarrahat olup olmayacağmı merak ediyordu.

Elizabeth, Langdon yerine oturur oturmaz hiçbirgiriş konuşması yapmadan kendisi ve takımınınyaklaşık on iki saat önce Floransa'daki biremanet kasasından ele geçirdikleri nesneyigösterdi.

Langdon küçük silindir oymayı iyice inceledik :eısonra Elizabeth'in zaten bildiği kısa bir bilgi verdi.Nesnı 1 isi* resim yapmak için kullanılan eski birsilindir mühürdü. Üzerinde üç başlı şeytanmkorkunç bir resmi ve bir kelime vardı; saligia.

Langdon, "Saligia," dedi. "Latince biranımsatıcı..."

Elizabeth, "Yedi Ölümcül Günah'm," dedi. "Evet,araştırdık."

"Pekâlâ..." Langdon'm kafası karışmış gibiydi."Buna bakmamı istemenizin bir nedeni var mı?"

"Aslında evet." Sinskey silindiri eline alıp sertçesallamaya başlayınca karıştırıcı bilyeler tıkırdadı.

Langdon kadının hareketi karşısında şaşırmışgibiydi ama ona ne yaptığını sormasına fırsatkalmadan silindirin ucu parlamaya başladı. Dr.Sinskey uçağm duvarındaki düz yalıtım parçasmıgösterdi.

Profesör hafifçe ıslık çalarak duvara yansıyangörüntüye baktı.

Langdon, "Botticelli'nin Mappadeü'Inferno'su," dedi. "Dante'nin

Cehennem'inden ilham almış. Büyük ihtimallebunu da biliyorsunuzdur."

Elizabeth başını salladı. O ve ekibi, resmin kimeait olduğunu bulmak için interneti kullanmışlardı.Sinskey resmin, Venüs'ün Doğuşu vePrimavem şaheserleriyle tanınan Botticelü'ye aitolduğunu öğrenince şaşırmıştı. Sinskeydoğurganlığı ve hayatın yara-tüışını tasviretmelerine ve ona kendi trajik yetersizliğinihatırlatmalarına rağmen bu iki eseri de çokseverdi. Başka yönlerden son derece verimliolan hayatının tek pişmanlığı buydu.

Sinskey, "Bu resimdeki sembolizmi banaanlatabileceğini umuyordum," dedi.

Langdon gecenin başından beri ilk kez rahatsızolmuş görünüyordu. "Beni bu yüzden miçağırdınız? Bunun acil bir durum olduğunu

söylediğinizi sanıyordum."

"Bu da benim espri anlayışım."

Langdon sabırla içini çekti. "Dr. Sinskey genelolarak konuşuyorum, eğer belirli bir resimhakkında bilgi almak istiyorsanız, orijinalininbulunduğu müzeyi aramalısınız. Bu durumda,aramanız gereken yer Vatikan'daki BibliotecaApostolica. Vatikan'ın mükemmel ikonolojiuzmanlan var ve..."

"Vatikan benden nefret ediyor."

Langdon ona şaşırmış bir ifadeyle baktı. "Sizdende mi? Sadece benden nefret ettiklerinisanıyordum."

Elizabeth üzgün bir ifadeyle gülümsedi. "DünyaSağlık Örgütü, doğum kontrolünün evrensel

sağlığın anahtarlarından biri olduğuna inanıyor.Hem AIDS gibi cinsel yoldan bulaşanhastalıklarla savaşmak için, hem de genel nüfuskontrolü için."

"Ve Vatikan farklı düşünüyor."

"Oldukça. Üçüncü dünya ülkelerini doğumkontrolünün kötü olduğuna inandırmak için çokbüyük emek ve muazzam paralar harcadılar."

Langdon onu anladığını gösteren birgülümsemeyle, "Ah, evet," dedi. "Dünyaya nasüseks yapacaklannı seksen yaşındaki bekârerkeklerden daha iyi kim öğretebilir?"

Sinskey, profesörden her geçen dakika daha daçok hoşlanıyordu.

Silindiri tekrar şarj etmek için salladıktan sonra

resmi yeniden duvara yansıttı. "Profesöryakından bakm."

Langdon resmin yanma gitti. İncelerken resmeyaklaşmaya başladı. Sonra aniden durdu. "Çoktuhaf. Değiştirilmiş."

Anlaması uzun sürmedi. "Evet, değiştirilmiş vebana bu değişikliklerin ne anlama geldiğinianlatmanızı istiyorum."

Langdon sessizce tüm resmi incelemeye başladıve on harfli catrovacer kelimesini... ve vebamaskesini... ve "ölümün gözleri" ile ilgili tuhafalıntıyı anlamaya çalıştı.

Langdon, "Bunu kim yaptı?" diye sordu."Nereden geldi?"

"Aslında, ne kadar az şey bilirseniz o kadar iyi.

Bu değişiklikleri analiz edebilmenizi ve bana neanlama geldiklerini söyleyebilmenizi umutediyorum." Köşedeki çalışma masasını gösterdi.

"Burada mı? Hemen mi?"

Elizabeth başmı salladı. "Emrivaki olduğunubiliyorum ama bunun bizim için öneminikelimelerle anlatamam." Duraksadı. "Ölüm kalımmeselesi olabilir."

Langdon endişeli bir ifadeyle ona baktı. "Bunuçözmek biraz zaman alabilir ama sizin için bukadar önemliyse sanırım..."

Sinskey fikrini değiştirmesine fırsat bırakmadan,"Teşekkür ederim," dedi. "Aramanız gereken birivar mı?"

Langdon başını hayır anlamında sallayıp, ona

yalmz geçireceği bir hafta sonu planlamışolduğunu söyledi.

Mükemmel. Sinskey ona projektörle birliktekâğıt, kalem ve güvenli bir uydu bağlantısı olanbir dizüstü bilgisayar vererek masasınayerleştirdi. Langdon, Dünya Sağlık Örgütü'nündeğiştirilmiş bir Botticelli resmiyle neden bukadar ilgilendiğini anlayamıyordu ama itaatle işiniyaptı.

Dr. Sinskey onun büyük buluşunu yapmadanönce saatlerce resmi inceleyebileceğini tahminederek kendi işleriyle meşgul olmaya karar verdi.Zaman zaman onun projektörü salladığını vedefterine birtakım notlar aldığını duyuyordu. Ondakika içmeden Langdon kalemini bırakıp,"Cerca trova," diye açıkladı.

Sinskey ona baktı "Ne?"

Langdon, "Cerca trova,'' diye tekrar etti. "Ara,bulacaksın. Şifre bunu söylüyor."

Sinskey telaşla ona doğru koşup yanma oturdu.Langdon, Dante'nin cehenneminin seviyelerininsırasının karıştırılmış olduğunu ve doğrusıralamaya sokulduklarında İtalyanca cercatrova kelimesinin ortaya çıktığım açıklarkenbüyük bir şevkle dinledi.

Sinskey, ara ve bul, diye düşündü. Bu akılhastasının bana mesajı bu mu? Cümledoğrudan bir meydan okuma gibiydi. Çılgınadamın Dış İlişkiler Konseyi binasında yaptıklarıgörüşme sırasında kendisine söylediği rahatsızedici son kelimeler zihninde canlandı: "O haldedans etmeye başladık demektir."

Langdon düşünceli bir ifadeyle kadını

inceleyerek, "Renginiz soldu," dedi. "Sanırım,beklediğiniz mesaj bu değildi."

Sinskey kendini toparlayıp boynundaki nazarlığıdüzeltti. "Tam olarak değil. Söyler misiniz... bucehennem haritasının bana bir şeyi aramamısöylediğini düşünüyor musunuz?"

"Evet. Cerca trova."

"Peki, nerede aramam gerekt ığir i söylüyormu?"

Langdon çenesini ovarken, bilgi almak için canatan diğer çalışanlar etraflarında toplanmayabaşlamıştı. "Açıkça değil... hayır, ama neredenbaşlamanız gerektiği hakkında bir fikrim var."

Sinskey, Langdon'm beklediğinden daha sert birifadeyle, "Söyleyin," dedi.

"Floransa, İtalya'ya ne dersiniz?"

Sinskey tepki vermemek için elinden geleni yaptıama personeli onun kadar kontrollü değildi.Şaşkın ifadelerle birbirlerine baktılar. Biritelefona sarılıp bir arama yaptı. Diğeri uçağın öntarafındaki kapıya doğru koşturdu.

Langdon şaşırmıştı. "Yanlış bir şey misöyledim?"

Sinskey, kesinlikle, diye düşündü. "NedenFloransa dediniz?"

Vecchio Sarayı'ndaki Vasari freskiyle ilgili uzunzamandır süren gizemi aktaran Langdon, cercatrova kelimeleri için doğru yerin orası olduğunubelirtti.

Yeteri kadarını duyduğunu düşünen Sinskey, o

zaman Floransa dır, diye düşündü. Ezelidüşmanının Vecchio Sarayı'ndan üç blok ötedeölüme atlamış olması tesadüf olamazdı.

"Profesör," dedi. "Daha önce size nazarlığımıgösterdiğimde ve onun hekimliğin simgesi olanyılanlı asa olduğunu söylediğimde duraksadınız,sanki bir şey söylemek ister gibiydiniz ama sonrafikrinizi değiştirdiniz. Ne söyleyecektiniz?"

Langdon başını iki yana salladı. "Hiçbir şey. Çoksaçmaydı. Bazen içimdeki profesör biraz küstaholabiliyor."

Sinskey gözlerinin içine baktı. ''Bunu soruyorum,çünkü size güvenebileceğimi bilmeliyim. Nesöyleyecektiniz?"

Langdon yutkunup öksürdü. "Bir önemi yok amanazarlığınızın tıbbın eski bir simgesi olduğunu

söylediniz, ki bu doğru. Ama ona caduceusdiyerek çok yaygın bir hata yaptınız. Caduceus'taasanm üzerinde iki yılan ve tepesinde de kanatlarvardır. Sizin nazarlığınızda bir tane yılan var vekanatlar yok. Sizin sembolünüzün ismi..."

"Asklepios'un Asası."

Langdon şaşırarak başını salladı. "Evet.Kesinlikle."

337

Cehennem / F: 22

"Biliyorum. Dürüstlüğünüzü test ediyordum."

"Efendim?"

"Rahatsız olabileceğimi göze alarak bana gerçeğisöyleyip söylemeyeceğinizi merak ettim."

"Anlaşılan sınıfta kaldım."

"Bunu bir daha yapmayın. Bu işte birlikteçalışacaksak birbirimize karşı tamamıyla dürüstolmalıyız."

"Birlikte çalışmak mı? İşimiz bitmedi mi?"

"Hayır profesör, işimiz bitmedi. Bir şeyi bulmamayardım etmeniz için b ;nimle Floransa'yagelmenizi istiyorum."

Langdon kadına bakakaldı. "Bu akşam mı?"

"Evet. Si ;e durumun ne kadar kritik olduğunuhenüz anlatmadım."

Langd m başmı iki yana salladı. "Bana neanlatacağınız hiç önemli değil. Floransa'yagitmek istemiyorum."

Kac ın sertçe, "Ben de," dedi. "Ama ne yazık ki,zamanımız azalıyor."

Oğle güneşi, Toscana kırlarının üzerinde zarif birkavis çizerek kuzeye doğru hızla ilerleyen İtalyanFrec-ciargento treninin tepesinde ışıldıyordu.Floransa'dan saatte 300 kilometre hız yaparakuzaklaştığı halde "gümüş ok" treni neredeyse hiçses çıkarmıyor, yumuşak şıngırtısı ve hafifsallantısı yolcuların üzerinde sakinleştirici bir etkiyaratıyordu.

Robert Langdon için son bir saat hayal gibigeçmişti.

Şimdi Langdon, Sienna ve Dr. Ferris, yüksek

hızlı trenin sa-lottini'sınde, yani dört koltukla birkatlanır masanın bulunduğu, küçükkompartımanında oturuyorlardı. Ferris birkaçsandviç ve suyla birlikte kompartımanm ücretinikendi kredi kartıyla ödemişti. Langdon ile Sienna,özel kompartımanlarının hemen yanındakituvalette temizlendikten sonra suyu kana kanaiçtiler.

Üçü birlikte, Venedik'e kadar iki saatlik yolculukiçin yerlerine geçerken, Dr. Ferris bakışlarınıZiploc torbasının içinde, masanın üstünde duranDante'nin ölüm maskesine çevirdi. "Bu maskeninbizi Venedik'te nereye götürdüğünü tahminetmemiz lazım."

Sienna heyecanlı bir sesle, "Hem de hemen,"diye ekledi. "Zobrist'in yayacağı salgınıdurdurmak için belki de tek ümidimiz bu."

Elini savunmacı bir tavırla maskenin üstünekoyan Langdon, "Dur biraz," dedi. "Bu trenebindikten sonra bana son birkaç

günle ilgili bazı cevaplan vereceğine sözvermiştin. Şimdiye kadar sadece Zobrist'in LaMappa versiyonunun şifresini çözmek için beniDünya Sağlık Örgütü'nün işe aldığını öğrendim.Bana bundan başka hiçbir şey anlatmadın."

Huzursuzca yerinde kıpırdanan Dr. Ferris,yeniden yüzüyle boynundaki kızarıklıklarıkaşımaya başladı. "Hayal kırıklığına uğradığınıbiliyorum," dedi. "Olanları hatırlamamak sıkıntıverici bir durum olmalı ama tıbbi açıdan..."Onayını almak için dönüp Sienna'ya baktıktansonra devam etti. "Hatırlayamadığın detaylarıhatırlamaya çalışmakla enerjini tüketmemenitavsiye ederim. Amnezi hastaları için en iyisi,

hatırlayamadıkları geçmişi öyle bırakmalarıdır."

"Öyle bırakmak mı?" Langdon öfkesininkabardığmı hissetti. "Cehenneme kadar yolu var!Ben cevap istiyorum! Beni İtalya'ya seninkuruluşun getirdi; burada vuruldum vehayatımdan günler kaybettim! Neler olduğunuöğrenmek istiyorum!"

Onu sakinleştirmeye çalışan Sienna yumuşak birsesle, "Robert," diyerek araya girdi. "Dr. Ferrishaklı. Bir anda bilgi yağmuruna tutulman sağlıklıolmaz. Önce hatırlayabildiğin ufak parçalarıdüşün: Gümüş saçlı kadının söylediği 'Arabulacaksın', La Mappa'dakı kıvranan cesetler.Bu görüntüler, karmaşık ve kontrol dışı bazıhatıralarla zihnine akm ederek seni neredeysehiçbir şey yapamaz hale getirmişti. Dr. Ferrisson birkaç günü anlatmaya başlarsa, başka

hatıraları gün yüzüne çıkaracak. Bu yüzden,halüsinasyonlan yeniden görmeye başlayabilirsin.Ret-rograd amnezi ciddi bir durumdur. Yerdeğiştirmiş hatıraları tetiklemek akü sağlığı içinson derece zararlı olabilir."

Langdon böyle düşünmemişti.

Ferris, "Aklın karışmış olabilir ama ilerleyebilmekiçin zihnini bulandırmamamız lazım," dedi. "Bumaskenin bize ne dediğini öğrenmeyemecburuz."

Sienna başmı salladı.

Langdon, doktorların hemfikir olduğunuanlamıştı.

Duyduğu şüpheyi yenmeye çalışarakkonuşmadan oturdu. Tamamen yabancı biriyle

karşılaşmak ve onu aslında günlerdir tanıdığınıöğrenmek tuhaf bir histi. Ama yine degözlerinde tanıdık gelen bir şey var, diyedüşündü.

Ferris sevecen bir tavırla, "Profesör, banagüvenebileceğine emin olamadığım görüyorum,"dedi. "Ve yaşadıklarını düşünecek olursak, butamamen anlaşılır bir şey. Amnezinin yanetkilerinden biri de paranoya ve güvensizliktir."

Langdon, kendi aklıma bile güvenemediğimidüşünecek olursam, işte bu mantıklı geliyor,diye düşündü.

Havayı yumuşatmaya çalıştığı anlaşılan Sienna,"Paranoyadan bahsetmişken, Robertkızarıklıklarınızı gördü ve vebalı olduğunuzusandı," diye espri yaptı.

Ferris'in şişmiş gözleri büyüdü ve yüksek seslebir kahkaha attı. "Bu kızarıklıklar mı? İnan banaprofesör, eğer bende veba olsaydı, ’ kendimireçetesiz satılan bir antihistaminle tedavietmezdim." Cebinden küçük bir ilaç tüpü çıkardıve Langdon'a uzattı. Tahmin edebileceği gibi,alerjik reaksiyonlarda kullanılan yarı dolu birkaşıntı kremiydi.

Saçmaladığını anlayan Langdon, "Bunun içinüzgünüm," dedi. "Yorucu bir gündü."

Ferris başını salladı. "Dert etme."

Pencereye dönen Langdon, İtalyan kırlarınınsuskun tonlarının, huzurlu bir kolaj oluşturarakbirbirine karışmasını seyretti. Düz arazi, yeriniApennin Dağları'mn eteklerine bırakırken, üzümbağlarıyla çiftlikler gitgide azalıyordu. Tren kısabir süre sonra dolambaçlı dağ geçidine girecek

ve sonra yeniden aşağı inerek AdriyatikDenizi'ne doğru doğuya yönelecekti.

Venedik'e gidiyorum, diye düşündü. Vebaaramaya.

Bu tuhaf gün Langdon'a, herhangi bir detayıolmayan belirsiz şekillerden oluşmuş bir arazideyol alıyor gibi hissettirmişti. Sanki bir kâbusuniçindeydi, ama kâbuslar genellikle insanıuyandırırdı... Oysa Langdon uyanıp da kendinikâbusun içinde bulmuş gibi hissediyordu.

Sienna arkasmdan, "Ne düşünüyorsun?" diyefısıldadı.

Başmı kaldırıp bakan Langdon, yorgun birifadeyle tebessüm etti. "Evimde uyanıp, her şeyinkötü bir rüya olduğunu anlayacağımı düşünüpduruyorum."

Ciddi görünen Sienna başmı yana eğdi. "Uyanıpda gerçek olmadığımı görünce beni özlemeyecekmisin?"

Langdon kendini tutamayıp sırıttı. "Evet, aslınabakarsan seni biraz özlerim."

Sienna onun dizine hafifçe vurdu. "Uyumayıbırak profesör, işimize bakalım."

Langdon bakışlarını gönülsüzce DanteAlighieri'nin boş gözlerle masanın üstündenkendisine bakan kırışık yüzüne çevirdi. Alçımaskeyi nazikçe kaldırıp arkasını çevirdi veiçbükey yüzeyde spiral çizen yazının ilk satırınıinceledi:

$i3fer fö, afaflı ce mantıftfi ftişifersint3...

Langdon şu anda bunu yapabileceğinden emin

değildi.

Ama yine de işe koyuldu.

Hızla yol alan trenin üç yüz yirmi kilometreuzağındaki The Mendadum, Adriyatik'te demiratmış duruyordu. Güvertenin altındaki yöneticiLaurence Knowlton, cam bölmesinin hafifçetıklatıldığmı duyunca masasının altındaki birdüğmeye bastı ve mat duvar şeffaflaştı. Kısa vebronz tenli bir şekil belirdi.

Amir.

Keyifsiz görünüyordu.

Tek kelime etmeden içeri girerek bölmeninkapısını kilitledi. Düğmeye basıp odanın cammıyeniden eski haline getirdi. Alkol kokuyordu.

Amir, "Zobrist'in bıraktığı şu kayıt," dedi.

"Evet efendim?"

"Görmek istiyorum. Hemen."

Robert Langdon daha yakından inceleyebilmekiçin ölüm maskesindeki spiral yazıyı kâğıdageçirmeyi yeni bitirmişti. Sienna ile Dr. Ferrisyardım etmek için iyice sokuldu. Langdon,Ferris'in sürekli kaşınmasına ve güçlükle nefesalışına aldırış etmemeye çalıştı.

Dikkatini önünde duran sözlere vermeyeçalışırken kendi kendine, bir şeyi yok, dedi.

(pİ3fcr fu, afüftt x»c mantılîft fuşifersinİ3,

6u garip Neferin örtüsü afttnöa c fenen

Gerçetmeyi anfai)a6ifıtsini3.

Konuşmaya başlayan Langdon, "Daha önce dedediğim gibi, Zobrist'in şiirindeki açılış kıtası,kelimesi kelimesine Dante'nin Cehnnem'indenalınmış. Okuyucuya, kelimelerin daha derin biranlamı olduğu uyarısında bulunuyor," dedi.

Dante'nin alegorik eseri din, siyaset ve felsefeyleilgili öylesine örtülü anlatımlarla doluydu kiLangdon, öğrencilerine İtalyan şairi, İncil'i incelergibi incelemelerini tavsiye ederdi. Derinlerdekianlamı kavrayabilmeleri için satır aralarınıokumaları gerekirdi.

Langdon, "Ortaçağ alegorisi uzmanlan, genellikleincelemelerini iki kategoriye ayırırlar: 'metin' ve'imge'. Metin, eserin edebi içeriğidir, imge iseoluşturduğu sembolik mesajdır."

* Ferris sabırsızlıkla, "Pekâlâ," dedi. "Yani, şiirinbu dizeyle başlaması..."

Sienna, "Yüzeysel okuduğumuzda, hikâyeninsadece bir kısmını anlayacağımızı ima ediyor,"diyerek söze girdi. "Gerçek anlamı saklı olabilir."

"Bunun gibi bir şey, evet." Langdon bakışlarınımetne çevirerek yüksek sesle okumaya devametti.

c^atn Ecnebili biiKasım ara,

O fö, atfann 6aşfanm festi

<£e ftörferin ftemifUerini çıfiarttı.

Langdon açıklamaya çalıştı. "Şey... Başsızatlardan ve körlerin kemiklerinden pek emindeğilim ama bana belirli bir dükayı bulmamız

gerekiyormuş gibi geliyor."

Sienna, "Bir dükamn mezarı olabilir mi?" diyesordu.

"Veya heykeli ya da portresi?" diye karşılık verdiLangdon. "Dükalar yüzyıllardır yok."

Venedik dükalan, diğer İtalyan şehirlerindekidükalar gibiydi. MÖ 687 yılından itibaren bin yılboyunca Venedik! yüzlerce düka yönetmişti.Dükalarm devri, Napolyon'un kuşatmasıyla onsekizinci yüzyüın bitimine doğru sona ermişti amaihtişamları ve güçleri, tarihçilerde hâlâ hayranlıkuyandırıyordu.

Langdon, '"Bildiğiniz gibi Venedik'te turistleriçeken iki önemli yer bulunur: Dükalar Sarayı veSan Marco Bazilikası. Bu mekânlar dükalartarafından yine dükalar için yaptırılmıştı. Pek

çoğunun mezarı oradadır," dedi.

Şiire bir göz atan Sienna, "Peki içlerinde, özellikletehlikeli kabul edilen bir düka var mıydı?" diyesordu.

Langdon, Sienna'nın bahsettiği dizeye tekrarbaktı. Hain Venedik diikasım ara. "Bildiğimkadarıyla yok. Ama şiirde 'tehlikeli' kelimesigeçmiyor, 'hain' kelimesi geçiyor. En azındanDante'nin dünyasında ikisi arasında fark vardı.Hainlik, Yedi Ölümcül

Günah'tan biridir. Aslına bakarsan en kötüsüdür,cehennemin dokuzuncu ve son dairesindecezalandırılır."

Dante'nin anlatımına göre hainlik, sevilen birkişiye ihanet etmekti. Bu günahın tarihteki enünlü örneği, Yahuda'nm sevgili İsa'sına ihanet

etmesiydi. Dante bu davranışı öylesine iğrençbuluyordu ki, Yahuda'yı cehennemin tammerkezinde cezalandırmıştı: Buraya en alçakcehennem sakininin isminden (Yahuda) türettiğiGuidecca adı verilmişti.

Ferris, "Peki," dedi. "Demek ki hainlik yapan birdüka arıyoruz."

Sienna ona hak vererek başını salladı. "Bu,olasılıkları azaltmamızı sağlar." Durup, metnebaktı. "Ama sonraki dize... 'atların başlarınıkesen' bir düka mı diyordu?" BakışlarınıLangdon'a dikti. "Atların başım kesen bir dükamı var?"

Sienna'nm zihninde yarattığı görüntü, Langdon'aBaba filmindeki dehşet verici bir sahneyihatırlatmıştı. "Hiçbir şey ifade etmiyor. Amayazana göre bu düka aynı zamanda 'körlerin

kemiklerini de çıkartmış.'" Ferris'e bir göz attı.'Telefonun interneti var, değil mi?"

Ferris hemen telefonunu çıkartıp şişmiş vekızarmış parmaklarını havaya kaldırdı. "Tuşlarabasarken zorlanabilirim."

Telefonu alan Sienna, "Ben yaparım," dedi."Başsız atlar ve körlerin kemikleriyle aynı yerdegeçen bir Venedik dükası arayacağım." Minikklavyeyi hızlıca tuşlamaya başladı.

Langdon şiiri bir kez daha gözden geçirip yükseksesle okumaya başladı.

5)i3 çöfî ftutsaf 6i(ğefiğin mouscion’unba

oe fiufağmı yere baya,

binfc suyun şmfttsmı.

Ferris, "Ben mouseion kelimesini daha önce hiçduymamıştım," dedi.

Langdon, "Musa'lar tarafından korunan tapmakanlamında kullanılan çok eski bir kelimedir," diyekarşılık verdi. "Antik Yunanların zamanındamouseion; aydınların fikirlerini paylaşmak,edebiyat, müzik ve sanat hakkında tartışmak içintoplandıkları yere denirdi. İlk mouseion, İsa'nındoğumundan yüzyıllar önce Batlamyustarafından İskenderiye Kütüphanesi'ndeyapılmıştı. Daha sonra dünyanın çeşitli yerlerindeyüzlercesi yapıldı."

Sienna'ya umutla bakan Ferris, "Dr. Brooks,"dedi. "Venedik' te mouseion var mı diyearayabilir misiniz?"

Langdon muzip bir tebessümle, "Aslına

bakarsanız yüzlerce var," dedi. "Şimdi buralaramüze diyoruz."

Ferris, "Yaaa," diye karşılık verdi. "O zamansanırım geniş bir arama yapmamız gerekecek."

Sienna bir yandan telefonu tuşlarken bir yandanda fikir yürütüyordu. "Pekâlâ, atların başını kesenve körlerin kemiklerini çıkartan bir dükabulabüeceğimiz müze arıyoruz. Robert akimagelen belirli bir müze var mı?"

Langdon zaten Venedik'in en ünlü müzeleriniakimdan geçirmeye başlamıştı: Akademi Galerisi,Ca'Rezzonico, Grassi Sarayı, Peggy GuggenheimKoleksiyonu. Correr Müzesi. Ne var ki hiçbiritarife uymuyordu.

Yeniden metne baktı.

Î)t3 çöfi Rutsaf 6i(ğefığin tjaföyfı mouseion’ımba

Langdon dudaklarını çarpıtarak gülümsedi."Venedik'te 'kutsal bilgeliğin yaldızlı mouseion’ntarifine mükemmel uyan bir müze var."

Ferris ile Sienna ona beklenti içinde baktılar.

"San Marco Bazilikası," dedi. "Venedik'teki enbüyük kilise."

Sienna son derece heyecanlı bir sesle, "Yaldızlımouseion mu?" dedi.

Şiirde bahsi geçen yaldızlı mabedin San Marcoolduğuna hiç şüphe duymayan Langdon, başımsalladı. Venedikliler San

Marco'ya yüzyıllarca La Chiesa d'Oro, yani AltınKilise demişlerdi. Langdon bu bazilikanın,

dünyadaki en göz kamaştırıcı kilise olduğunudüşünürdü.

Ferris, "Şiir aynı zamanda 'diz çök' diyor," diyeekledi. "Kilise de diz çökmeye uygun bir yer."

Sienna yeniden hararetle yazmaya başladı."Aramaya San Marco'yu ekleyeceğim. Dükayıorada aramamız gerektiğini sanıyorum."

Langdon, San Marco'da bolca dükabulacaklarmdan emindi, çünkü orası dükalarbazilikasıydı. Gözlerini yeniden şiire çevirirkengüveni yerine gelmişti.

©İ3 çöfi fuıtsaf Gtfaefiçjm ıjaföyfimouseion’unba »e fnıfağmt .yere baya, binfcsııyıın şmftısmı.

Langdon, suyun şırıltısı mı, diye düşündü. San

Marco'nun altında su mu var? Bunun saçmabir soru olduğunu düşündü. Tüm şehrin altında suvardı. Venedik'teki her bina yavaşça suyagömülüyordu. Bazilikayı gözünde canlandıranLangdon, içerde diz çökünce suyun şırıltısınınduyulabileceği bir yer düşündü. Peki duyduktansonra ne yapacağız?

Bir kez daha şnre bakıp yüksek sesle sonunakadar okudu.

saraıjm berinfıftferine in. oraba, fiaranftğın içinbe6e6fcr fîfjtfjonik canaoar Kan fûrmt3isı sufannagömüfmiiştiir fanimin fö _yansıtma3 yıfbyfart...

Zihninde canlanan resimden rahatsız olanLangdon, "Tamam," dedi. "Anlaşılan, suyagömülmüş bir yere doğru... su şırıltısını takipedeceğiz."

Sıkıntılı görünen Ferris yüzünü kaşıdı. "Khthonikcanavar nedir?"

Parmaklarıyla hâlâ telefonu hışlayan Sienna,"Yeraltı," diyerek tahmin yürüttü." 'Khthonik'aslında 'yerin altında' demektir."

Langdon, "Bir bakıma evet," dedi. "Aslındakelimenin efsanelerle ve canavarlarla ilgili dahaderin bir tarihi var. Mitolojideki tüm tannlara vecanavarlara khthonik denir. Mesela Erinye'lere,Hekate ve Medusa'ya bu isimler verilir, çünküyerin altında yaşarlar ve cehennemle bağlantılarıvardır." Langdon sustu. "İnsan dünyasmdakargaşa çıkarmak için yerin altından yükselir veyer üstüne çıkarlar."

Uzun bir sessizliğin ardından Langdon, aynı şeyidüşündüklerini hissetti. Bu khthonik canavar...Zobrist'in salgını olmalı.

(Draba, (îaranfym içinbe 6edfer ftfjtfjoniftcanaoar

6an fannyısı sufarma gömülmüştür fagünün

fö ijansıtma3 yıfb^fan...

Aklımn karışmasını istemeyen Langdon, "Herneyse, en azından şiirin en sondaki 'yıldızlarıyansıtmayan lagün' dizesinde bahsedilen, yerinaltında bir yeri aradığımız kesin," dedi.

Başını Ferris'in telefonundan kaldıran Sienna,"Haklısın," dedi. "Eğer lagün yerin altındaysa,yıldızları yansıtamaz. Peki ama Venedik'te yerinaltında lagün var mı?"

Langdon, "Bildiğim kadarıyla yok," diye cevapverdi. "Ama suyun üstüne inşa edilmiş bir

şehirde sonsuz seçenek bulunmalı."

Aniden, "Peki ya lagün kapalı bir yerdeyse?"diye soran Sienna, her ikisine birden baktı."Şiirde 'batık sarayın karanlığından' bahsediyor.Daha önce Dükalar Sarayı'nın bazilikaylabağlantısı olduğundan bahsetmiştin, değil mi? Buda bu yapıların; kutsal bilgeliğin mouseionu,saray, dükalarla bağlantı gibi, şiirde bahsedilentasvirleri içerdiği anlamına gelir. Aynca, DükalarSarayı, Venedik'te deniz seviyesindeki asıllagünün üstüne yapılmış."

Langdon söylediklerini bir süre düşündü. "Senceşiirde geçen 'suya gömülmüş yer", DükalarSarayı mı?"

"Neden olmasın? Şnr bize önce San MarcoBazilikasinda diz çökmemizi, sonra suyunşırıltısını takip etmemizi söylüyor. Belki de su

sesi, Dükalar Sarayı'na götürüyordur. Belki suyagömülmüş bir temeli veya ona benzer bir şeyvardır."

Langdon, Dükalar Sarayı'nı pek çok kez ziyaretetmişti ve son derece büyük bir yer olduğunubiliyordu. Büyük bir müzesi, çeşitli çalışmaodaları, daireleri, avluları ve bir hapishanesibulunan saray o kadar genişti ki, birkaç binadanoluşuyordu.

Langdon, "Haklı olabilirsin ama o sarayıgelişigüzel aramak günler alır," dedi. "Banakalırsa, şiirin yapmamızı söylediği şeyi yapalım.İlkönce San Marco Bazilikası'na gidelim, hain birdüka-nın mezarını veya heykelini bulalım vesonra da diz çökelim."

Sienna, "Peki ya sonra?" diye sordu.

Langdon içini çekerek, "Sonra da suyun şırıltısınıduymak için dua edelim... ki bizi bir yeregötürsün," dedi.

Bunun ardından gelen sessizlikte Langdon,kendisine suyun karşı tarafından seslenenElizabeth Sinskey'nin, halüsinasyonla-rındagördüğü endişeli yüzünü hayal etti. "Zamandaralıyor. Ara bulacaksın!" Sinskey'nin şu annerede ve nasıl olduğunu merak etti. Siyahlıaskerler şimdiye dek kaçtıklarını anlamışolmalıydılar. Bizi bulmaları ne kadar sürer?

Gözlerini yeniden şiire çevirirken içini kaplayanbıkkınlıkla mücadele etti. Şiirin son mısrasınabakarken akima başka bir düşünce geldi. Acababahse değer miydi? Yıldızları yansıtmayanlagün. Aramalarıyla alakasız olmalıydı ama yinede diğerleriyle paylaşmaya karar verdi.

"Bahsetmem gereken başka bir nokta var."

Sienna başını cep telefonundan kaldırdı.

"Dante'nin îlahi Komedyasının üç bölümü,Cehennem, Araf ve Cennet'tir. Hepsi de aynıkelimeyle sona erer."

Sienna şaşırmış görünüyordu.

Ferris, "Hangi kelime bu?" diye sordu.

Langdon kâğıda aktardığı şiirin son mısrasınıgösterdi. "Bu şiirin sonundaki kelimeyle aynı:'Yıldızlar.'" Dante'nin ölüm maskesini eline aldıve spiral metnin tam ortasını işaret etti.

fti ı ansıtma3 ;yt(b\3fan...

Langdon konuşmaya devam etti. "Bundanbaşka,

Cehennem'in sonunda, Dante'nin oyuk birkayadan gelen su şırıltısını dinlediğini... veburadan, cehennemden çıkıldığını öğreniriz."

Ferris'in yüzü biraz soldu. "Tanrım."

Tam o sırada, Frecciargento bir tünele girerkenkompartımanda kulakları sağır eden rüzgâr sesiduyuldu.

Langdon bu karanlıkta gözlerini kapatıp zihninidinlendirmeye çalıştı. Zobrist kaçığın tekiolabilir ama Dante'yi en ince ayrıntısınakadar anladığı kesin, diye düşündü.

Laurence Knowlton içine sular serpildiğinihissetti.

Amir, Zobrist'in kaydım izlemeye kararverdi.

Knowlton kırmızı flaş diskin adeta üzerine atlayıpbilgisayarına taktı. Yönetici, Zobrist'in ondakikalık tuhaf mesajının ağırlığı altında eziliyorduve başka bir çift gözün kaydı izlemesi için canatıyordu.

Sorumluluk artık sadece benim üzerimdeolmayacak.

Knovvlton kaydı başlatırken nefesini tuttu.

Ekran karardı ve Knovvlton'm bölmesini,yavaşça çarpan suyun çırpıntı sesi doldurdu.Kamera yeraltmdaki mağaranm kırmızımsı sisiarasında ilerledi. Amir belirgin bir tepkivermemesine rağmen Knowlton, onun hemşaşırdığını hem de tedirgin olduğunu hissetti.

Kamera ilerlemeden, suyun yüzeyine doğrudöndü. Suya dalıp alçaldıktan sonra zemindeki

parlak plaka göründü.

BURADA, BU TARİHTE,

DÜNYA SONSUZA DEK DEĞİŞTİ.

Amir biraz ürpermişti. Tarihe bakarak, "Yarm,"diye fısıldadı. "Peki, 'burası'nın neresi olduğunubiliyor muyuz?"

Knovvlton başını hayır anlamında iki yana salladı.

Kamera şimdi sola dönmüş, jölemsi sarımtırakkahverengi bir sıvıyla dolu plastik torbayıgösteriyordu.

"Bu da nedir?!" Amir suyun altında, iplebağlanmış uçuşan bir balon gibi asılı duranbaloncuğa bakarken sandalye çekip oturdu.

Kaydın görüntüsü devam ederken odaya rahatsızedici bir sessizlik çöktü. Kısa bir süre sonraekran karardı ve sonra tuhaf, gaga burunlu gölge,mağaranın duvarmda belirip esrarengiz dilindekonuşmaya başladı.

Ben Gölgeyim.

Yeraltına çekilmiş olan ben, dünyayla yerinaltından konuşmalıyım; kan kırmızısı sularınyıldızlan yansıtmayan lagünde biriktiği bukaranlık mağaraya sürgün edildim.

Ama burası benim cennetim... Kırılgançocuğum için mükemmel bir rahim.

Cehennem.

Amir başını kaldırıp, "Cehennem mi?" diye sordu.

Knowlton omzunu silkti. "Söylediğim gibi, çokrahatsız edici."

Amir gözlerini ekrana çevirip dikkatle izlemeyedevam etti.

Gaga burunlu gölge birkaç dakika dahasalgınlardan, nüfusun arındırılmasından,kendisinin gelecekteki şerefli rolünden, kendisinidurdurmaya çalışan cahil ruhlarla savaşından vedünyayı kurtarmanın tek yolu olan etkin eyleminianlayan birkaç vefakâr insandan bahsetti.

Bu savaş her neyle ilgiliyse, Knowlton bütünsabah Konsorsiyum'un yanlış tarafta savaşıpsavaşmadığını sorgulamıştı.

Ses konuşmaya devam etti.

Kurtuluş için bir başyapıt hazırladım ama

gayretlerim trompet sesleri ve şöhretle değil,ölüm tehditleriyle ödüllendirildi.

Ölümden korkmuyorum... çünkü ölümhayalcileri şehit mertebesine yükseltir... asilfikirleri güçlü eylemlere dönüştürür.

İsa. Sokrates. Martin Luther.

Bir gün onlara katılacağım.

Yarattığım başyapıt Tanrının eseridir... Bueser, onu yarat mam için ihtiyacım olan aklı,araçları ve cesareti bana veren Tanrıdan birhediyedir.

Artık gün yaklaşıyor.

Cehennem altımda uyuyor... khthonik

canavarların ve Erin yelerin gözetiminde,suyu bol rahminden doğmaya hazırlanıyor.

Erdemli eylemlerime rağmen, ben de sizingibi günaha yaban a değilim. Ben bile yedigünahın en kötüsünden suçluyum; çok azkişinin kurtulabildiği tek günahtan.

Kibir.

Bu mesajı kaydederek kibrin işkence edencazibesine yenik düştüm... ve tüm dünyanıneserimi öğrenmesini sağlama almak istedim.

Neden olmasın?

İnsanoğlu kendi kurtuluşunun kaynağınıbilmeli... Geniş ce hennem kapılarını sonsuzadek mühürleyen kişinin adını öğren meli.

Her geçen saat, akıbet daha da netleşiyor.Yerçekimi gibi in safsız olan matematik,pazarlığa tabi değildir. İnsanoğlunu neredeyse yok eden üstel çoğalma onun kurtuluşuolacak. Yaşayan bir organizmanın güzelliği,iyi ya da kötü olsun, Tanrının kuralınıbireysel önseziyle izleyecek olmasıdır.

Bereketli olun ve üreyin.

Ve böylece ateşe... ateşle karşılık veriyorum.

Amir, Knovvlton'm zar zor duyduğu bir fısıltıyla,"Bu kadarı yeterli," dedi.

"Efendim?"

"Kaydı durdur."

Knowlton kaydı durdurdu. "Efendim, aslında enkorkunç kısmı sonu."

353

O *hennem / F: 23

"Yeteri kadar izledim." Amir rahatsız

görünüyordu. Odada birkaç kez volta attıktansoma aniden ona doğru döndü. "FS-2080'letemasa geçmeliyiz."

Knovvlton bu fikri kafasında biraz tarttı.

FS-2080, Amir'in güvendiği bağlantılardan birininkod adıydı. Zobrist'i, Konsorsiyum'a müşteriolarak gönderen de bu kişiydi. Büyük ihtimalleAmir o sırada FS-2080'in değerlendirmesinegüvendiği için kendine kızıyordu. BertrandZobrist'in müşteri olarak tavsiye edilmesiKonsorsiyum'un incelikle yapılandırılın ışdünyasına kaos getirmişti.

Bu krizin sebebi FS-2080.

Zobrist'in etrafındaki felaket zinciri gittikçebüyüyor ve daha da kötü bir hal alıyordu...Yalnız Korsorsiyum için değil... büyük ihtimalle

bütün dünya için.

Amir, "Zobrist'in gerçek niyetini öğrenmeliyiz,"dedi. 'Tam olarak ne yarattığım ve bu tehdidingerçek olup olmadığmı bilmek istiyorum."

Knovvlton bu sorulara bir cevap verebilecek tekkişinin FS-2080 olduğunu biliyordu. BertrandZobrist'i kimse ondan daha iyi tanıyamazdı.Konsorsiyum'un protokolü bozmasmm ve geçenbir sene boyunca farkında olmadan nasıl birçılgınlığı desteklediğini öğrenmesinin zamamgelmişti.

Yönetici, FS-2080 ile doğrudan görüşmenin olasısonuçlarmı düşündü. Bağlantıyla üetişimegeçmek birtakım riskler taşıyordu.

Knovvlton, "Efendim," dedi. "FS-2080'e ulaşmakistiyorsanız, bunu çok dikkatli bir şekilde

yapmalısınız."

Amir cep telefonunu çıkarırken gözleri Öfkeyleparladı. "Dikkatli olma faslını çoktan geçtik."

Frecciargento'nun özel kompartımanında iki yolarkadaşıyla birlikte oturan şal desenli kravatlı vePlume Paris marka gözlüklü adam gittikçekötüleşen cüdini kaşımamak için kendini zortutuyordu. Göğsündeki ağrı da artmıştı.

Tren sonunda tünelden çıktığında Langdon'abaktı. Yavaşça gözlerini açarak daldığıhayallerden uyanıyordu. Yanında oturan Sienna,adamın cep telefonuna bakıyordu. Tren hızlatünele girmeden önce sinyal alamadığı içintelefonu kısa bir süreliğine bırakmıştı.

Genç kadın internet araştırmasına devam etmeyehevesli görünüyordu ama buna fırsat kalmadan

telefon aniden titreşmeye başladı, kesik amagüçlü bir şekilde vızıldıyordu.

Zil sesini çok iyi tanıyan adam anında telefonukapıp heyecanını saklamaya çalışarak aydınlananekrana baktı.

Ayağa kalkıp, "Özür dilerim," dedi. "Annem çokhasta. Bu telefona bakmalıyım."

Sienna ve Langdon anlayışla başlarını salladılar.Adam kompartımandan çıkıp koridordan hızlayakındaki tuvalete doğru yürümeye başladı.

Tuvalet kapısını kilitleyip telefona cevap verdi."Alo?"

Hattın diğer ucundaki ses çok ciddiydi. "BenAmir."

recciargento'nun insanın dönmesine imkânvermeyen tu

valeti, uçak tuvaletinden daha büyük değildiKurdeşenli

adam, Amir'le yaptığı telefon görüşmesini bitirdive telefonu cebine soktu.

İşler değişmiş, diye düşündü. Şimdi durumtersyüz olmuştu; kendine gelmesi biraz zamanınıaldı.

Dostlarım artık düşmanım olmuş.

Adam kravatını gevşetti ve aynadaki kabarcıklıyüzüne baktı. Tahmin ettiğinden daha kötügörünüyordu. Göğsündeki ağrıyla

karşılaştırdığında, yüzü daha az endişe veriyordu.

Biraz tereddüt ettikten sonra gömleğinin ilikleriniçözüp önünü açtı.

İstemeyerek bakışlarını aynaya çevirdi., veçıplak göğsünü inceledi.

Tanrım.

Siyah alan gittikçe büyüyordu.

Göğsünün ortası, koyu bir mavimsi siyah renkalmıştı. Burası dün gece bir golf topubüyüklüğündeydi ama şimdi portakal kadarolmuştu. Hassaslaşmış cildine dokununca irkildi.

Yapması gerekeni yapabilecek gücü bulabilmeyidilerken, aceleyle gömleğini yeniden ilikledi

Bundan sonraki bir saat çok önemli, diyedüşündü. Bir dizi incelikli tedbir.

Gözlerini kapatıp yapılması gerekenleridüşünürken kendini toparladı. Bir kez daha,dostlarım artık düşmanım olmuş, diyedüşündü.

Sinirlerini yatıştırmasını umut ederek birkaç acılı,derin nefes aldı. Niyetini belli etmek istemiyorsa,sakin davranması gerektiğini biliyordu.

İkna edici davranırken iç sükûnet en önemlişeydir.

Kurdeşenli adam, kandırmacaya yabancı değildiama şimdi kalbi hızla çarpıyordu. Sanalı bir derinnefes daha aldı. Kendine, sen insanlarıyıllardır kandırıyorsun, diye hatırlattı. Bu

senin işin.

Kendini duygulardan arındırarak, Langdon ileSienna'nın yanma dönmeye hazırlandı.

Son rolüm, diye düşündü.

Tuvaletten çıkmadan önce son bir tedbir olarak,cep telefonunun hiçbir şekilde çalışmamasınıgarantiye almak için bataryasını çıkardı.

Kurdeşen dökmüş adam kompartımandan içerigirip acılı bir iç çekişle koltuğa otururken Sienna,rengi solmuş, diye düşündü.

Gerçekten de kaygılanan Sienna, "Bir şeyiniz yokya?" diye sordu.

Kurdeşenli adam başmı salladı. "Teşekkürederim, yok. Her şey yolunda."

Adamın paylaşmak istediği kadar bilgi verdiğinianlayan Sienna, taktik değiştirdi. "Yinetelefonunuza ihtiyacım var," dedi. "Sakıncasıyoksa, dükayı biraz daha aramak istiyorum. BelkiSan Marco'ya gitmeden önce bazı cevaplarbulabiliriz."

Telefonu cebinden çıkartıp, "Elbette," derkenekranına baktı. "Ah, kahretsin. O görüşmeyiyaparken şarjım azalmıştı. Şimdi de tamamenbitmiş." Saatine baktı. "Venedik'e az kaldı. Birazbeklememiz gerekecek."

İtalya kıyılarının beş mil açığındaki TheMendacium'da yönetici Knovvlton, odanıniçinde kafese tıkılmış bir hayvan gibi dönüp duranAmir'i sessizce izliyordu. Telefonkonuşmasmdan sonra Amir, bu işi iyiden iyiyedüşünmeye başlamıştı. Knovvlton da Amir

düşünürken ses çıkarmaması gerektiğinibiliyordu.

Sonunda, Knovvlton'ın hatırladığı o sert sesiylekonuşmaya başladı. "Başka seçeneğimiz yok. Bukaydı Dr. Elizabeth Sinskey ile paylaşmamızgerek."

Şaşırdığım belli etmemeye çalışan Knovvlton,kıpırdamadan oturuyordu. Gümüş saçlı şeytanmı? Yıl boyunca Zobrist'in ondan kaçmasınısağladığımız kişi mi? "Peki efendim. Kaydıona e-posta ile göndermenin bir yolunu bulayımmı?"

"Tanrım, hayır! Bu görüntülerin insanların elinegeçmesini göze mi alacaksın? Toplumda kargaşayaratır. Mümkün olan en kısa sürede Dr.Sinskey'yi burada, gemimde istiyorum."

Knovvlton hayretle baktı. Dünya SağlıkÖrgütü'nün direktörünü The Mendacium'amı getirmek istiyor? "Efendim, güvenlikprotokolünü çiğnersek bazı tehlikeler..."

"Sen dediğimi yap Knovvlton! HEMEN!"

FS-2080, hızla giden Frecciargento trenindeRobert Langdon'm camdaki yansımasınıizleyerek dışarı bakıyordu. Profesör hâlâBertrand Zobrist'in ölüm maskesi bulmacasınaolası çözümler arıyordu.

FS-2080, Bertrand, diye düşündü. Tanrım, onuçok özlüyorum.

Kaybın acısı henüz tazeydi. Tanıştıkları gece onahâlâ rüya gibi geliyordu.

Chicago. Kar fırtınası.

Altı yıl önce ocak ayı... ama hâlâ dün gibigeliyor. Kar tepecikleri arasından kör edicikar beyazına karşı yakamı kaldırmış birhalde, rüzgâra açık Magnificent Mileboyunca yürüyorum. Soğuğa rağmenkendime, hiçbir şeyin beni yolumdanalıkoyamayacağını söylüyorum. Bu akşammuhteşem Bertrand Zobrist'in konuşmasınıdinleyeceğim... hem de canlı olarak.

Adamın yazdığı her şeyi okudum ve etkinlikiçin basılmış beş yüz biletten birine sahipolduğum için çok şanslı olduğumu biliyorum.

Rüzgârdan yarı sağır bir halde salonavardığımda, yarısının boş olduğunu farkedince panikliyorum. Konferans iptal miedildi? Şehirde hava şartları yüzünden hayatdurmak üzere... Zobrist bu akşam bu yüzden

mi gelemedi?

Sonra onu görüyorum.

Uzun, zarif bir figür sahneye çıkıyor.

Uzun boylu... çok uzun boylu...derinliklerinde dünyanın bütün gizemlerinibarındıran ateşli yeşil gözleri var. Sadece birdüzine gözü pek hayranın bulunduğu boşsalona bakıyor ve salon o kadar boş olduğuiçin utanıyorum.

Bu, Bertrand Zobrist!

Sert bir ifadeyle bize bakarken korkunç birsessizlik oluyor.

Sonra, aniden bir kahkaha patlatıyor, yeşil

gözleri ışık saçıyor. "Boş konferanssalonunun canı cehenneme," diyor. "Otelimyan tarafta. Hadi, hep birlikte banı gidelim!"

Bir alkış 1 Dpuyor ve küçük grup yantaraftaki otel barına gidiyor. Büyük lirmasaya oturup içkilerimizi sipariş ediyoruz.Zobrist araştırmasını, ’inlü oluşunu vegenetik mühendisliğinin geleceğiyle ilgilidüşüncelerini ınlatarak bizi mest ediyor.İçkiler su gibi akarken, konu Zobrist'in yt ntranshümanist felsefe tutkusuna geliyor.

Zobri','... "Transhümanizmin, insanlığın uzunsüreli hayatta kalması için tek umutolduğuna inanıyorum," diyor. Gömleğininyakasını açıp, her.cese omzundaki "H”dövmesini gösteriyor. "Gördüğünüz gibi,kendimi bu konuya tamamıyla adadım."

Kendimi bir rock yıldızıyla özel bir görüşmeyapıyormuş gibi hissediyorum. Methedilen"genetiğin dâhisi"nin bu kadar karizmatikve çekici olacağını asla tahmin etmemiştim.Zobrist ne zaman bana baksa, yeşil gözleriiçimde beklenmedik bir duyguyu ateşliyor...derin bir cinsel çekimi.

Gece devam ederken, misafirler gerçeğedönmek için izin istiyorlar ve grup yavaşyavaş azalıyor. Gece yarısı olduğundaBertrand Zobrist ile yalnız kalıyorum.

İçkiden hafif çakırkeyif bir halde, "Buakşam için teşekkür ederim," diyorum."Harika bir öğretmensiniz."

"Yağcılık ha?" Zobrist gülümseyip banayaklaşıyor, dizlerimiz birbirine değiyor. "Seni

istediğin her yere götürür."

Flört etmek çok uygunsuz ama karlı birgecede tenha bir Chicago otelindeyiz ve tümdünya sanki durmuş gibi.

Zobrist, "Odamda bir içkiye ne dersin?" diyesoruyor.

Donup kalıyorum. Far ışığına yakalanmış birtavşan gibi baktığı mın farkındayım.

Zobrist'in gözleri sıcak bir ifadeyle titreşiyor."Dur, tahmin edeyim,” diye fısıldıyor. "Dahaönce hiç ünlü bir adamla birlikte olmadın.''

Kızardığımı hissediyor, utancımı, heyecanımıve korkumu gizlemeye çalışıyorum. Ona,“Dürüst olmak gerekirse," diyorum. "Daha

önce hiç, bir erkekle birlikte olmadım."

Zobrist gülümseyerek daha da yaklaşıyor."Ne beklediğini bilmiyorum ama lütfen ilkinolmama izin ver."

O anda çocukluğumun tüm cinsel korkularıve hayal kırıklıkları kayboluyor... buhar olupkarlı geceye karışıyor.

Hayatımda ilk kez, özgiir kalmış arzuyuhissediyorum.

Onu istiyorum.

On dakika sonra Zobrist'in otel odasındaçırılçıplak birbirimizin kollarındayız. Zobristacele etmiyor, sabırlı elleri tecrübesizbedenimde daha önce hiç hissetmediğim

duygular uyandırıyor.

Bu benim tercihim. Beni zorlamadı.

Zobrist'in koruyucu kolları arasında sankidünyada her şey yolundaymış gibihissediyorum. Orada, pencereden dışarıkarlı geceye bakarak yatarken bu adamınpeşinden her yere gideceğimi anlıyorum.

Frecciargento treni birden yavaşlayınca FS-2080mutlu anılarından çıkıp kasvetli şimdiki zamanageri döndü.

Bertrand... artık yoksun.

Birlikte geçirdikleri ilk gece inanılmaz biryolculuğun ilk adımı olmuştu.

Onun sevgilisinden fazlası oldum, onun

müridi oldum.

Langdon, "Liberta Köprüsü," dedi. "Neredeysegeldik."

FS-2080, Venedik lagününün sularına bakarkenkederle başını salladı. Burada bir kere Bertrandile birlikte yelken yaptıklarını hatırlamıştı...huzurlu bir anı, bir hafta önceki korkunç anıylayok olmuştu.

Badia Kulesi'nden atlarken oradaydım.

Onu son gören gözler benimkilerdi.

assignano Havaalanı'ndan Venedik'e doğrudönen Netjets

Citation Excel, ağır hava türbülansmda sarsıldı.Uçaktaki

Elizabeth Sinskey pencereden dışarıdaki boşluğabakıp bilinçsizce nazarlığına dokunurken busarsıntılı kalkışı pek fark edemedi.

Sonunda iğne yapmayı bıraktıklarından, zihnibiraz daha açılmaya başlamıştı. Yanındakikoltukta oturan Ajan Brüder, yaşanan tuhafolaylar zincirini düşünürken sessizliğinikoruyordu.

Şahit olduklarına inanmakta hâlâ güçlük çekenSinskey, her şey tepetakla oldu, diye düşündü.

Otuz dakika önce Langdon'ı, çağırttığı özel uçağabinerken yakalamak için o küçük havaalanınaakın etmişlerdi. Ama profesörün yerine, uçakpistinde saatlerine bakıp adım atan iki Netjetspilotuyla yine onu beklemekte olan bir Citation

Excel bulmuşlardı.

Robert Langdon görünürde yoktu.

Ardından o telefon geldi.

Telefon çaldığında, Sinskey tüm gün boyuncadurduğu yerdeydi: siyah minibüsün arkakoltuğunda. Ajan Brüder yüzünde şok olmuş birifadeyle araca binip ona telefoiıu uzattı.

"Size acil bir telefon geldi hanımefendi."

"Kimmiş?" diye sordu Dr. Sinskey.

"Bertrand Zobrist hakkında size çok önemli birbilgi vereceğini söylememi istedi"

Sinskev telefonu eline aldı. "Ben Dr. ElizabethSinskey."

"Dr. Sinskey sizinle daha önce hiç karşılaşmadıkama kuruluşum, geçtiğimiz yıl boyunca BertrandZobrist'i sizden sakladı."

Sinskey birden doğruldu. "Her kimseniz, birsuçluya yataklık etmişsiniz!"

"Biz yasadışı hiçbir şey yapmadık ama bu..."

"Yapmadık diyemezsiniz!"

Hattaki adam sabırla derin bir nefes aldı veyumuşak bir sesle konuşmaya başladı."Davranışlarımın etiği üzerine konuşmak içinbolca zamanımız olacak. Beni tanımadığınızıbiliyorum ama sizin hakkınızda benim biraz bilgimvar. Bay Zobrist geçtiğimiz yıl sizi ve diğerlerinikendisinden uzak tutmamız için bana yüklücepara verdi. Sizinle iletişime geçerek kendiprotokolümü çiğniyorum. Ama kaynaklarımızı

birleştirmekten başka seçeneğimiz olmadığmainanıyorum. Bertrand Zobrist'in korkunç bir şeyyapmış olabileceğinden korkuyorum."

Sinskey bu adamın kim olduğunu anlayamıyordu."Peki bunu yeni mi fark ediyorsunuz?!"

"Evet, bu doğru. Yeni fark ettim." Ses tonuciddiydi.

Sinskey kafasını toparlamaya çalıştı. "Sizkimsiniz?"

"Çok geç olmadan size yardım etmek isteyenbiri. Elimde, Bertrand Zobrist'in hazırladığıgörüntülü bir mesaj var. Benden bunu tümdünyaya yaymamı istedi... yarm. Sanırım hemengörmeniz gerek."

"Ne diyor?"

"Telefonda olmaz. Buluşmamız gerek."

"Size güvenebileceğim ne malum?"

"Size Robert Langdon'm yerini söyleyeceğim...ve neden böyle garip davrandığını."

Sinskey, Langdon'm ismini duyunca sersemledive yapılan tuhaf açıklamayı şaşkınlıkla dinledi.Bu adam geçen yıl Sinskey'nin düşmanına suçortaklığı yapmıştı ama içinden bir ses,anlattıklarına inanabileceğini söylüyordu.

Dediğini yapmaktan başka çarem yok.

Kaynaklarını birleştirince, Netjets CitationExcel'e dediklerini yaptırmakta hiç zorlukçekmediler. Şimdi Sinskey ile askerler, hattakiadamm verdiği bilgiye göre, Langdon ile iki yolarkadaşının trenle seyahat ettiği Venedik'e doğru

peşlerine düşmüşlerdi. Yerel polisi çağırmak içinçok geçti ama hattaki adam Langdon'm nereyegittiğini bildiğini iddia ediyordu.

San Marco Meydanı mı? Sinskey, Venedik'inen kalabalık yerini gözünde canlandırırkenürperdiğini hissetti. "Bunu nerden biliyorsunuz?"

Adam, 'Telefonda olmaz," dedi. "Ama RobertLangdon'm farkında olmadan çok tehlikeli biriyleseyahat ettiğini bilmeniz lazım."

Dr. Sinskey, "Kim?!" diye sordu.

"Zobrist'in en yakın sırdaşlarından biri." Adamderin bir iç çekti. "Benim de güvendiğim biriydi.Anlaşılan aptallık etmişim. Bir zamanlarinandığım kişi şimdi gerçekten tehlikeli birinedönüştü."

Sinskey ile altı askeri taşıyan özel uçak,Venedik'teki Marco Polo Havalimam'nagiderken, yaşlı kadm yeniden Langdon'ıdüşünmeye başladı. Hafızasını mı kaybetti?Hiçbir şey hatırlamıyor mu? Bu tuhaf haber,birkaç şeyi açıklamakla birlikte, seçkinakademisyeni krize bulaştırdığı için Elizabeth'i,duyduğundan daha büyük bir pişmanlığa sevkediyordu.

Ona başka seçenek bırakmadım.

Sinskey yaklaşık iki gün önce Langdon'ı bu işebulaştırdığında pasaportunu alması için bile evedönmesine izin vermemişti. Dünya SağlıkÖrgütü'nün özel bir bağlantısı olarak, Floransa'dahavaalanından sorunsuz bir şekilde geçmesinisağlamıştı.

C-130 burnunu Atlantik üzerinden doğuya

verirken Sinskey, yanında oturan Langdon'abakmış ve pek iyi görünmediğini fark etmişti.Adam, penceresiz kabinin yan duvarına gözlerinidikmişti.

"Profesör, bu uçağın hiç penceresi olmadığınıfark etmişsinizdir. Bu uçak, yakın zamana kadaraskeri taşımacılıkta kullanılıyordu."

Langdon benzi solmuş bir halde kadına döndü."Evet, uçağa bindiğim anda bunu fark ettim.Kapalı yerlerde pek iyi hissetmiyorum."

"Bu sebeple de bir pencereden baktığınızı mıhayal ediyorsunuz?"

Mahcup bir tavırla gülümsedi. "Bunun gibi birşey, evet."

"Peki öyleyse, onun yerine buna bakın." Uzun

boylu, yeşil gözlü hasmmın bir fotoğrafını çıkarıpönüne koydu. "Bu kişi Bertrand Zobrist."

Sinskey, ona Dış İlişkiler Konseyi'nde Zobrist ileyaptığı görüşmeyi, adamın Kıyamet Denklemi'neolan tutkusunu, Kara Ölüm'ün küresel faydalanhakkmdaki düşüncelerini ve en kötüsü de geçenyıl ortadan kaybolduğunu önceden anlatmıştı.

Langdon, "Böylesine tanınan biri, nasıl olur da bukadar uzun bir süre saklı kalabilir?" diye sordu.

"Çok yardım aldı. Profesyonel yardım. Belkiyabancı bir hükümet bile yardım etmiş olabilir."

"Hangi hükümet veba bulaştırılmasına gözyumar?"

"Karaborsadan nükleer silah başlıkları eldeetmeye çalışan hükümetler. Vebanın en etkili

biyokimyasal silah olduğunu unutmayın; birservet değerindedir. Zobrist ortaklarına yalansöylemiş ve onları, bu çalışmasının kapsamalanının sınırlı tutulduğuna temin etmiş olabilir.Yaptığı şeyin gerçekte nelere yol açacağınıondan başkası bilmiyordu."

Langdon sesini çıkarmadı.

Sinskey, "Bu kişiler, güç veya para için olmasabile onun ideolojisine inandıkları için de Zobrist'eyardım etmiş olabilirler," dedi. "Zobrist'in, dediğiher şeyi yapacak müritleri vardı. Ünlü biriydi.Doğrusunu isterseniz, yakın zaman önce sizinüniversitenizde de bir konuşma yapmıştı."

"Harvard'da mı?"

Sinskey bir kalem çıkarıp Zobrist'in fotoğrafınınaltına yazmaya başladı: bir H harfi ve ardından

gelen artı işareti. "Siz simgeleri iyi tanıyorsunuz,"dedi. "Bunu tanıdınız mı?"

H+

Başını hafifçe sallayan Langdon, "H-artı," diyefısıldadı. "Elbette, birkaç yaz önce kampusun heryerine asılmıştı. Ben de bir tür kimya konferansıolduğunu sanmıştım."

Sinskey kendi kendine güldü. "Hayır. Bu,dünyanın en büyük transhümanizm toplantısı olan'2010 Hümanite-Artı' zirvesi için kullanılansimgeydi."

Langdon kelimeye anlam vermeye çalışıyormuşgibi başmı yana eğdi.

Sinskey, 'Transhümanizm bir tür felsefe, biraydm hareketidir. Bilim dünyasmda hızla

yayılmaya başladı. Esasen, insan bedenindekikalıtımsal zayıflıkları aşmamız gerektiğini ilerisürer. Başka bir deyişle, insan evrimindeki birsonraki aşamada, kendimizi biyolojik olarakdüzenlememiz gerektiğini söyler."

Langdon, "Kulağa ürkütücü geliyor," dedi.

"Tüm değişiklikler gibi, bunun da bir derecesivar. Teknik açıdan bakarsak, kendimizi zatenyıllardır düzenliyoruz. Çocukların çiçek, çocukfelci, tifo gibi bazı hastalıklara bağışıklıkkazanmasmı sağlayan aşılar geliştiriyoruz. Amaşimdi aradaki fark şu: Zobrist'in germlinemühendisliğinde yaptığı buluşla, kalıtımsalbağışıklık yaratmayı öğrendik. Hastalığı ilk kapankişiden başlayarak, sonraki nesillerde buhastalığa bağışıklık kazandıra-biliyoruz."

Langdon şaşırmıştı. "Yani insanlar, sözgelimi,

tifoya bağışıklık kazanmış bir evrim geçirecekleröyle mi?"

Sinskey, "Buna daha çok yardımla evrimgeçirmek denebilir," diyerek onu düzeltti. "İsterbir balığın ayaklarının çıkması, isterse birmaymunun başparmağının uzaması olsun, normalbir evrim süreci binlerce yıl alır. Şimdiyse biz, tekbir nesilde genetik uyumun sağlanmasınıbaşarabiliyoruz. Teknolojiyi savunanlar, insan

türünün kendi evrim sürecini geliştirmeyiöğrendiği bu yolla, Darwin'in 'en iyi uyumsağlayan hayatta kalır' ifadesinin en üst seviyeyetaşındığına inanıyorlar."

Langdon, "Bu, Tanrı rolünü oynamak gibi birşey," diye karşılık verdi.

Sinskey, 'Tüm kalbimle katılıyorum," dedi. "Ama

başka pek çok transhümanist gibi Zobrist detürümüzü geliştirmek için sahip olunan tümgüçlerden faydalanmanın, insan evriminin birgerekliliği olduğunu kuvvetle savundu. Fakatsorun şu ki, genetik yapımız bir deste oyun kâğıdıgibidir, her bir parça anlayamadığımız yollarlasayısız başka parçaya bağlıdır ve bunlar birbirinidestekler. Tek bir özelliği kaldırmaya kalkışırsak,yüzlerce başkasının aynı anda yer değiştirmesinesebep oluruz ve büyük olasılıkla da bunun yıkıcıetküeri olur."

Langdon başmı salladı. "Evrimin aşama aşamakaydedilmesinin bir sebebi var."

Sinskey, profesöre her geçen saniyehayranlığının arttığını hissederek, "Kesinlikle!"dedi. 'Tamamlanması binlerce yıl alan bir süreciüstünkörü oluşturmaya çabalıyoruz. Tehlikeli bir

zamandayız. Bugün, gelecek kuşakları dahayetenekli, daha dayanıklı, daha güçlü ve hattadaha zeki kılacak genetik dizileri aktive etmeimkânına sahibiz. Bu şekilde bir süper türyaratabiliriz. Kimilerinin, türümüzün geleceğiolduğuna inandığı, bu teoride 'geliştirilmiş'bireylere transhümanistler insarıötesi diyor."

Langdon, "Öjenik gibi bir şey," diyerek karşılıkverdi.

Bu benzetme karşısmda Sinskey'nin tüyleri dikendiken olmuştu.

Nazi bilimadamlan 1940'larda öjenik dedikleri birteknoloji geliştirmişlerdi: Bu; "arzu edilir" genetiközellikleri taşıyanların doğum oranım artırırken,"daha az arzu edilir" etnik özelliklere sahipolanlarm doğum oranmı azaltacak basit birgenetik mühendislik girişimiydi.

Genetik seviyede etnik temizlik.

Sinskey, "Arada benzerlikler var," diyerek itiraftabulundu. "Yeni bir insan türünün nasıloluşturulabileceğini anlamak zor olsa da hayattakalabilmek için bu süreci başlatmamızın çokgerekli olduğuna inanan birçok zeki insan da var.Transhümanist dergisi H yazarlarından biri,germline mühendisliğini 'temiz gelecek' diyenitelendirdi ve türümüzün gerçek potansiyeliniortaya koyduğunu iddia etti." Sinskey sustu."Ama yine de savunma yaparken, 'DünyadakiEn Tehlikeli Fikir' isminde bir Discover dergisimakalesi yayımladılar."

Langdon, "Sanınm ben yazılardan İkincisinekatılıyorum," dedi. "En azından sosyokültürelaçıdan baktığımda."

"Neden?"

"Şey... estetik ameliyata benzettiğim genetikdüzeltmeler hayli pahalı, değil mi?"

"Elbette. Kendilerini veya çocuklarını ameliyatettirebilecek parayı herkes bulamıyor." ^

"Yani, genetik düzeltmeler yasallaştığı anda, biranlamda sahip olanlarla olmayanlar dünyasıyaratacak. Zenginle fakir arasındaki uçurumzaten gitgide büyüyor. Genetik mühendislik, birsüperinsan türü yaratacak. Dünyayı yönetenyüzde birlik ultra zengin kesimin aynı zamandadaha akıllı, daha güçlü, daha sağlıklı, üstün bir türhaline geldiğini düşünün. O zaman bu, kölelikveya etnik temizlikle eşdeğer bir durumoluşturur."

Sinskey yanında oturan akıllı akademisyenegülümsedi. "Profesör, genetik mühendislikte en

ciddi kusur olarak gördüğüm noktayı hemenkavradınız."

"Belki bunu kavramış olabilirim ama Zobristkonusunda aklım hâlâ karışık. Tüm butranshümanist yaklaşımlar, insan ırkını daha iyiyegötürme amaçlı gibime geliyor; bizi daha sağlıklıkılacak, ölümcül hastalıkları iyileştirecek veömrümüzü uzatacak. Ama Zobrist'in nüfusyoğunluğu hakkmdaki görüşleri insanlarıöldürmek üzerine. Transhümanizm ve nüfusyoğunluğu hakkm-daki görüşleri birbiriyleçelişmiyor mu?"

Sinskey ciddi bir tavırla içini çekti. "Bir seferindekendini, çaresizce filika yapmaya çalışırken yolcusayısı her saat ikiye katlandığı için batmayabaşlamış bir gemide mahsur kalmış gibi tasviretmişti." Sustu. "Bu yüzden insanların yansınıgemiden atmak gerektiğini savunmuştu."

Langdon yüzünü buruşturdu. "Korkutucu birdüşünce."

"Öyle, ama sizi yanıltmasın. Zobrist, insannüfusunu ayıklamanın günü geldiğinde birkahramanlık olarak anılacağına inanıyordu...insan türünün hayatta kalmayı tercih ettiği bireylem olacaktı."

"Dediğim gibi, korkutucu."

"Bunun sebebi biraz da onunla aynı düşünceyipaylaşan insanların var olması. Zobrist ölüncepek çok kişiye göre şehit oldu. Floransa'yavardığımızda kiminle karşılaşacağımızıbilmiyorum ama çok dikkatli olmalıyız. Şu salgmmikrobunu bulmaya çalışan bir tek bizolmayacağız ve kendi güvenliğiniz için İtalya'dane aradığınızı herkesten saklı tutmalıyız."

Langdon ona bir Dante uzmanı olan arkadaşıIgnazio Busoni'den bahsetti. Zobrist'inprojektöründeki cerca trova sözcüklerinin yeraldığı tabloya bakmak için herkes çıktıktan sonraonu Vecchio Sarayı'na sokabileceğineinanıyordu. Aynca Busoni, ölümün gözleriyle ilgilio tuhaf alıntıyı anlamasına da yardımcı olabilirdi.

Sinskey gümüş rengi uzun saçlarını geriye attı vegözlerini Langdon'mkilere dikti. "Araym ve bulunprofesör. Zaman daralıyor."

Sinskey uçaktaki bir depoya girdi ve DSÖ'nün engüvenli hazmat tüpünü aldı; biyometrikmühürleme yapabilen bir modeldi.

Kutuyu Langdon'ın önüne koyarken, "Banabaşparmağınızı uzatın," dedi.

Langdon şaşırsa da kadının dediğini yaptı.

Sinskey tüpü sadece Langdon'm açabileceği birşekilde programladı. Sonra küçük projektörüiçine yerleştirerek emniyete aldı.

Gülümserken, "Bunu taşınabilir bir kilitli kutu gibidüşünün," dedi.

369

Cehennem / F: 24

"Üzerindeki biyolojik tehlike işaretiyle mi?"Langdon tedirgin görünüyordu.

"Elimizde sadece bu var. İyi tarafından bakacakolursak, kimse oynamaya kalkmayacaktır."

Langdon bacaklarını esnetmek ve tuvalete

gitmek için izin istedi. O gittiğinde Sinskeymühürlü kutuyu ceketinin cebine koymaya çalıştıama ne yazık ki sığdıramadı.

Bu projektörü görünür bir yerinde taştyamaz.Biraz düşündükten soma depoya jidip bir neşterledikiş seti aldı. Uzman titizliğiyle Langdon'm cecet astarında bir kesik açtı ve biyotüpüsaklayabüe-ceği büyüklükte gizli bir cep dikti.

Langdoı döndüğünde son dikişleri atıyordu.

Profesöı durup, sanki Sinskey Mona Lisa'mnyüzünü de-ğiştiriyorrr aş gibi bakakaldı. "HarrisTweed'imin astarım mı kestiniz?"

"SaV.in olun profesör," dedi. "Ben eğitimli bircerrahım. Attığım dikişler oldukçaprofesyoneldir."

Venedik'in Santa Lucia Tren İstasyonu gri taş vebetondan yapılma zarif bir yapıydı. Modern,minimalist bir tasarımı vardı. Devlet DemirYolları Ferrovie dello Stato'nun® FS harflikanatlı sembolü dışında dış cephesinde hiçbirişaret yoktu.

İstasyon, Büyük Kanal'm en batı ucunda olduğuiçin, gelen yolcular istasyondan dışarı adımattıkları anda kendilerini Venedik'in karakteristikmanzarası, kokusu ve sesleriyle karşı karşıyabulurlardı.

Langdon'ı ilk etkileyen her zaman tuzlu havaolurdu; istasyonun dışındaki işportacılarınsattıkları pizzanın kokusuyla çeşnilenen temizdeniz melteminin kokusu. O gün rüzgâr doğudanesiyordu ve havada Büyük Kanal'm kabaransularında bekleyen deniz taksilerinden yayılandizel yakıtın kokusu da vardı. Düzinelerce tekne

kaptanı kollarmı sallayarak turistlere sesleniyor,taksilerine, gondollarma, vaporetto'larına1 ve özelsürat motorlarına yeni yolcular çekmeyeçalışıyorlardı.

Langdon suyun üzerindeki trafik yoğunluğunabakarken, suyun üzerindeki kargaşa, diyedüşündü. Boston'da çıldırtıcı olabilecek buizdiham bir şekilde Venedik'te çekici geliyordu.

Kanala bir taş atımlık mesafede, San SimeonePiccolo'nun bakır kubbesi gökyüzüne doğruyükseliyordu. Avrupa'nın mimari açıdan eneklektik kiliselerinden biriydi. Sıra dışı dik kubbesive daire şeklindeki ibadethanesi Bizansstilindeydi. Mermer sütunlu giriş, Roma'nmPanteon'undaki klasik Yunan mimarisindenörnek alınmıştı. Ana girişin üzerinde, acı çekenazizleri resmeden mermer bir rölyef alınlık vardı.

Langdon, kilise merdivenlerine çarpan kanalsuyuna bakarken, Venedik bir açık havamüzesi, diye düşündü. Yavaş yavaş batan birmüze. Yine de olası bir sel baskını Langdon'a,şehrin altmda pusuya yatmış bekleyen tehlikedendaha önemsiz geliyordu.

Ve kimsenin haberi yok ki...

Dante'nin maskesinin arkasındaki şiir hâlâLangdon'm zihnini kurcalıyordu ve dizelerinkendilerini nereye yönlendireceğini merakediyordu. Şiirin kopyası cebindeydi ama alçımaskeyi Sienna'mn önerisiyle bir gazete kâğıdınasarmış ve tren istasyonundaki kilitli bir dolabakoymuştu. Kilitli dolap, bu kadar değerli bir eseriçin son derece uygunsuz bir yer olmasına karşın,paha biçilmez alçı maskeyi su dolu bir şehirdeyanında dolaştırmaktan çok daha güvenliydi.

"Robert?" Ferris ile birlikte önden giden Siennadeniz taksilerini gösteriyordu. "Fazla zamanımızyok."

Langdon hızlanarak onlara yetişti. Mimariyehayran biri olarak Büyük Kanal'da bir gezintiyiaceleye getirmek onun için akıl almaz bir şeydi.Şehrin en esaslı açık hava deniz otobüsü olanvaporetto No.l'e özellikle gece binmekten veyukarıda, önde oturarak ışıklandırılmışkatedralleri ve sarayları izlemekten daha keyifliolabilecek bir Venedik deneyimi düşünemiyordu.

Langdon, bugün vaporetto yok, diye düşündü.Vaporetto deniz otobüsleri son derece yavaşolduğu için deniz taksisi daha hızlı bir seçenekti.Ne yazık ki, istasyonun dışındaki taksi sırasınınsonu gelmeyecekmiş gibi görünüyordu.

Sienna meraklandı. "Efendim?" Langdon'm

gizemli şiirle ilgili bir şey bulduğunu umutediyordu.

Langdon, "Yok bir şey," dedi. "Garip bir fikir.Büyük ihtimalle önemsizdir." Kiliseyi gösterdi."Yazıyı görüyor musun? Azize Lucia burayagömülmüş. Bazen hagiografi01 sanatı dersiveririm, Hıristiyan azizlerin resmedildiği birsanattır. Ve birden Azize Lucia'nm körlerinkoruyucu azizi olduğu aklıma geldi."

Maurizio yardım etmeye hevesli bir ifadeyle,"Si, Azize Lucia!" diye lafa atladı. "Körlerinazizi! Hikâyeyi biliyor musunuz, hayır mı?" Motorseslerini bastırmak için bağırarak konuşmayabaşladı. "Lucia o kadar güzelmiş ki, bütünerkekler onu arzuluyormuş. Bu yüzden, Tanrıiçin temiz olmak ve bekâretini korumak admakendi gözlerim çıkarmış."

Sienna inler gibi, "Ne bağlılık," diye söylendi.

Maurizio, "Tanrı, fedakârlığının ödülü olarak,"diye ekledi. "Lucia'ya daha da güzel gözlervermiş."

Sienna, Langdon'a bakti. "Bunun hiç mantıklıolmadığını biliyor, öyle değil mi?"

Langdon bir tabakta kendi gözlerini taşıyan AzizeLucia'yı resmeden yirmi kadar ünlü usta ressamıdüşünerek, "Tanrı'mn işine akü sır ermez," dedi.

Azize Lucia efsanesinin birçok versiyonu vardıama hepsinde Lucia gözlerini çıkartıp ateşli âşığıiçin bir tabağa koyuyor ve cüretle, "Çok arzuettiğin şeyi buyur al... ve bundan sonra sanayalvarıyorum; bana huzur ver!" diyordu.Lucia'nm kendi kendini kör etmesine ilham verenKutsal Kitap olmuş, bir de İsa'nın meşhur öğüdü:

"Eğer gözlerin seni günaha sokuyorsa, onlarıçıkartıp at."

Çıkartmak? Langdon aynı kelimenin şiirde dekullanıldığını hatırladı. Hain Venedik dukasınıara, o ki atların başlarını kesti ve körlerinkemiklerini çıkarttı.

Bekleyecek havada olmayan Ferris hemenduruma el attı ve bir deniz limuzini tuttu; GüneyAfrika maunundan yapılmış, üstü açılıpkapanabilen çok gösterişli bir Veneziano. Zarifaraç fazla abartıya kaçıyordu ama yolculuk hemonlara özel hem de hızlı olacaktı. BüyükKanal'dan San Marco Meydam'na sadece onbeş dakikada varacaklardı.

Kaptan, Armani takım elbiseli, son dereceyakışıklı bir adamdı. Kaptandan çok film yıldızına

benziyordu, ama ne de olsa burası İtalyanzarafetinin diyarı olan Venedik'ti.

Adam onları tekneye buyur ederken Sienna'yagöz kırparak, "Maurizio Pimponi," dedi."Prosecco? Limoncello? Şampanya?"

Sienna seri bir İtalyancayla, "No, grazie," diyekarşılık verip, kendilerini San Marco Meydam'namümkün olduğunca çabuk götürmesini istedi.

Maurizio tekrar göz kırparak, “Ma certo!" dedi."Benim teknem Venedik'in en hızlısıdır..."

Langdon ve diğerleri teknenin kıç tarafmdakilüks koltuklara yerleşirken Maurizio, VolvoPenta motorunu geri vitese alıp ustalıkla kıyıdanayrıldı. Sonra dümeni sağa çevirerek motorlarıçalıştırdı, büyük aracıyla gondolların arasındamanevralar yaparken, zarif siyah araçları dümen

suyunda aşağı yukarı inip çıkan çizgili tişörtlügondolieri'ler ona yumruklarını salladılar.

Maurizio özür dileyen bir ses tonuyla,"Scusate!" diye seslendi. "VlP'ler!"

Maurizio saniyeler içinde Santa Luciaİstasyonu'nun izdihamından kurtulmuş, BüyükKanal'da doğuya doğru ilerliyordu. Ponte degliScalzi'nin zarif genişliğinin altında hızlanırlarkenLangdon kıyıdaki tenteli restoranlardan yayılanyerel seppie al nero'nun, kendi mürekkebiylepişen kalamarm nefis kokusunu aldı. Kanalda birvirajı döndüklerinde muazzam kubbeli SanGeremia Kilisesi'ni gördüler.

Langdon kilisenin yan tarafındaki yazıdanazizenin ismini okuyarak, "Azize Lucia," dedi."Körlerin kemikleri."

Tesadüf karşısında hayrete düşen Langdon,şiirde bahsi geçen kör kişinin Azize Lucia olupolmadığını merak etti.

Langdon, "Maurizio," diye seslenip San GeremiaKilisesi'ni gösterdi. "Azize Lucia'nm kemikleri bukilisede mi?"

Tekneyi tek eliyle ustalıkla kullanırken önündekitrafiğe aldırmadan yolcularına doğru dönenMaurizio, "Birazı, evet," dedi. "Ama hepsi değil.Azize Lucia o kadar çok seviliyordu ki, kemikleridünyanın dört bir tarafındaki kiliselere dağıtıldı.Venedikliler Azize Lucia'yı çok severler, buyüzden kutlamalar..."

Ferris, "Maurizio!" diye haykırdı. "Azize Luciakörmüş, ama sen değilsin! Önüne bak!"

Maurizio bir kahkaha atarak önüne döndü ve

onları gelen bir tekneyle çarpışmaktan son andakurtardı.

Sienna, Langdon'ı inceliyordu. "Nedüşünüyorsun? Körlerin kemiklerini çıkartanVenedikli hain düka?"

Langdon dudaklarını büzdü. "Emin değilim."

Sienna ve Ferris'e kısaca Azize Lucia'nmkemiklerinin hikâyesini anlattı. Hagiografisanatında en tuhaf konu buydu. Efsanelere göre,güzel Lucia nüfuzlu bir âşığının ilgisinireddedince, adam onun aleyhinde konuşmuş vekazıkların üzerinde yaktırmış ama Lucia'nmvücudu yanmamış. Eti ateşe dayanıklı olduğu içinkalıntılarının özel güçleri olduğuna ve bukalıntıları ele geçiren kişinin normalden uzun biryaşamı olacağına inanılmış."

Sienna, "Sihirli kemikler mi?" diye sordu.

"Evet, öyle olduğuna inanılmış ve bu yüzden dekalıntıları dünyanın dört bir tarafına dağıtılmış. İkibin yıl boyunca güçlü liderler Azize Lucia'nmkemiklerine sahip olarak yaşlanmaya ve ölümüengellemeye çalışmışlar. İskeleti birçok kezçalınıp bulunmuş ve tarihteki diğer azizleriniskeletlerinden daha çok parçalanmış. Kemikleritarihteki en güçlü kişilerin elinden geçmiş."

Sienna, "Bunların arasında hain bir düka da varmıymış?" dedi.

Dante'nin Cehennem'de Azize Lucia'danbelirgin bir şekilde bahsettiğini hatırlayanLangdon, "Büyük ihtimalle," dedi. Lucia,Dante'nin yeraltı dünyasından kaçmasına yardımetmesi için Vergilius'u çağıran kutsanmış üçkadından -le tre donne benedette- biriydi. Diğer

iki kadm Bakire Meryem ve Dante'nin sevgiliBeatrice'sidir ve Dante, Azize Lucia'yı bunlarınarasında en yüksek mertebeye koymuştur.

Sienna heyecanlanmıştı. "Eğer bu konudahaklıysan, o zaman atların kafalarım kesen haindüka..."

Langdon, "..Azize Lucia'nm da kemikleriniçalmıştır," diyerek onun sözünü tamamladı.

Sienna başım salladı. "Bu da listemizi ciddianlamda kısaltır," dedi. Ferris'e baktı.'Telefonunun çalışmadığına emin misin?İnternette arama..."

Ferris, "Çalışmıyor," dedi. "Az önce kontrolettim. Özür dilerim."

Langdon, "Birazdan orada olacağız," dedi. "San

Marco Bazi likası'nda birtakım cevaplarbulacağımıza eminim."

San Marco, Langdon için yapbozun emin olduğutek parçasıydı. Kutsal bilgelik mouseion'u.Langdon bazilikada gizemli dükanm kimliğiniöğreneceklerine inanıyordu... ve oradan, şanslarıyaver giderse Zobrist'in salgım yaymak içinseçtiği sarayı bulacaklardı.

Langdon salgın görüntülerini zihnindenuzaklaştırmaya çalıştı ama başardı olamadı. Bumuhteşem şehrin altın çağında... salgın zayıflayıpOsmanlılar, soma da Napolyon tarafındanfethedilmeden önce nasıl olduğunu, Venedik'inAvrupa'nın ticaret merkezi olarak saltanatsürdüğü o dönemleri çok sık düşünürdü.Söylenenlere göre zamanında, nüfusununzenginliği ve kültürü eşsiz olan Venedik'ten daha

güzel bir şehir yoktu.

Ne tuhaftır ki, ticaret gemilerinin ambarlarındakisıçanların sırtlarında Çin'den Venedik'e ölümcülsalgını getiren, nüfusun yabana lüks eşyalaratutkusu olmuştu. Çin'in nüfusunun üçte ikisiniyok eden salgın, Avrupa'ya gelmiş ve hızlanüfusun üçte birini öldürmüştü.

Langdon salgın sırasında Venedik'teki hayatlailgili tasvirler okumuştu. Ölüleri gömecek toprakkalmadığı için şişmiş cesetler kanallardayüzüyordu. Bazı bölgelerdeki ceset yoğunluğuyüzünden işçiler kütük yuvarlar gibi cesetleridenize doğru itiyorlardı. Dualar, salgımn gazabmıazaltmaya yetmiyordu. Devlet memurlarıhastalığa sıçanların neden olduğunuanladıklarında artık çok geçti ama Venedik yinede gelen tüm gemilerin yüklerini boşaltmadan

önce kırk gün açığa demirleyip beklemelerinigerektiren bir kanun çıkarmıştı. Günümüzde,İtalyancası cjua-rantina olan kırk rakamı,karantina kelimesinin nereden geldiğinihaürlatan tatsız bir kelimedir.

Tekneleri kanaldaki bir virajı hızla dönerkenkırmızı bir bayrak rüzgârda savrularakLangdon'm ölümle ilgili düşüncelerinden sıyrılıpsolundaki zarif, üç katlı yapıya odaklanmasmaneden oldu.

CASINÖ DIVENEZIA: SONSUZ BİRDUYGU.

Langdon kumarhanenin afişindeki kelimelerihiçbir zaman tam olarak anlayamamıştı amaRönesans stili muhteşem saray, Venedikmanzarasının on altmcı yüzyıldan beri birparçasıydı. Bir zamanlar şahsa ait bir malikâne

olan bu yer arük smokinle girilen birkumarhaneydi. Burası, besteci RichardVVagner'in 1883'te Parsifal operasınıbesteledikten kısa bir süre sonra kalp krizi geçiripöldüğü yerdi.

Kumarhanenin arkasında, barok stili rustik dışcephenin üzerinde daha da büyük koyu mavi birpankart asüıydı. Üzerinde, CA'PESARO:GALLERIA INTERNATZIONALE D'ARTEMO-DERNA2 yazıyordu. Yıllar önce Langdoniçeri girmiş ve Gustav Klimt'in Viyana'dan ödünçolarak getirtilen Öpücük adlı başyapıtınıgörmüştü. Klimt'in birbirine sarılmış iki sevgilininaltın varaklı büyüleyici yorumu, sanatçınıneserlerine tutku duymasına neden olmuş veLangdon, Venedik'in CaTesafo Müzesi'ninmodern sanata olan tutkusunu ateşleyen yerolduğuna inanmıştı.

Maurizio geniş kanalda artık daha da büyük birhızla ilerliyordu.

İleride, ünlü Rialto Köprüsü duruyordu, SanMarco Meyda-m'na giden yolu yarılamışlardı.Köprüye yaklaştıklarında Langdon başmı kaldırıpyukan baktı ve melankolik bir yüz ifadesiyleparmaklıklardan aşağı bakan yalnız figürü gördü.

Yüzü hem tamdık... hem de ürkütücüydü.

Langdon içgüdüsel olarak gerildi

Grimtırak ince uzun yüzün soğuk, ifadesiz gözlerive uzun, kemerli bir burnu vardı.

Tekne ürkütücü figürün alfandan geçerkenLangdon onun yeni aldığı eşyayla gösteriş yapanbir turist olduğunu fark etti. Rialto Pazarinda hergün yüzlercesi satılan veba maskelerinafen birini

alıp takmıştı.

Ama o gün, bu kostüm göze hiç hoşgörünmüyordu.

enedik'teki San Marco Meydanı, korunaklı suyolunun

açık denizle kesiştiği, Büyük Kanal'ın en güneyucun

dadır. Bu tehlikeli kesişimin üzerinde, gözcükulesi bir zamanlar Venedik'i dışarıdan gelenistilalara karşı korumuş olan Doğana di Mare'nin,yani Deniz Gümrüğünün sade, üçgen kalesidurur. Günümüzde bu gözcü kulesinin tepesine,devasa altın rengi bir kaide üzerinde, rüzgârlayön değiştiren kollan denizcilere kaderin

bilinmezliğini hatırlatan kader tannçası şeklindekibir rüzgâr gülü yerleştirilmiştir.

Maurizio parlak teknenin dümenini kanalınsonuna doğru çevirirken önlerinde, denizinçalkantılı suları göründü. Robert Langdon dahabüyük vaporetto'larda bu yolu pek çok kerelerkat etmişti ama bindikleri limo, yükselendalgalara doğru açılırken bir tedirginlik hissetti.

San Marco Meydanındaki iskelelere ulaşmak içinbindikleri teknenin, lüks yatlardan tankerlere veözel yelkenlilere kadar yüzlerce tekneyle dolubüyük bir lagünün üzerinden geçmesigerekiyordu. Sanki sayfiye yolundan çıkıp, sekizşeritli bir otoyola bağlanıyorlardı.

Sienna üç yüz metre ötede, önlerinden geçen onkatlı yolcu gemisine bakarken onun kadartedirgin görünüyordu. Geminin güverteleri,

küpeştelere dayanmış San Marco Meydanı'nınfotoğrafını çeken yolcularla doluydu. Uç başkagemi, bu geminin

dümen suyunda/ Venedik'teki en ünlü yerinönünden geçmek için sırasını bekliyordu.Langdon son yıllarda gemi sayısının artmasıylabirlikte, meydanın önünden gece gündüzdurmadan gemi geçtiğini duymuştu.

Dümendeki Maurizio, gelmekte olan yolcugemilerini inceledikten sonra sol tarafındaki üstükapalı iskeleye baktı. "Harry's Bar'a park edeyimmi?" Bellini'yi icat etmekle ünlenen restoramgösteriyordu. "San Marco oraya yürümemesafesinde."

Lagünün üzerinden, San Marco Meydanı'ndakiiskeleleri işaret eden Ferris, "Hayır, bizi oraya

kadar götür," diye emir verdi.

Maurizio uysal bir tavırla omuzlarım silkti. "Sizbilirsiniz. Sıkı tutunun!"

Motorlar hızlanınca limo, şamandıraylaişaretlenmiş trafik şeridine geçti. Dalgalan diğertekneleri mantar gibi sallayan yolcu gemileri,yüzen binalan andmyordu.

Onlarca gondolün aynı şekilde karşıya geçtiğinigörünce Langdon şaşırdı. Yaklaşık on iki metreuzunluğunda ve yedi yüz küo ağırlığındaki incegövdeleri bu çalkantılı sulara sağlam bir şekildeoturmuştu. Her tekneyi, gövdenin sol tarafmdakiplatformun üzerinde, sağdaki borda tirizinebağlanmış tek bir küreği çeken, geleneksel siyahbeyaz çizgili tişörtüyle bir gondolcu idareediyordu. Langdon teknenin asimetrik tasarımısebebiyle gon-dollann, her durumda sola yattığım

öğrenmişti; hep sağ taraftan kürek çekildiği için,teknenin sola dönme eğilimini yenmek amacıylagondolün gövdesi, gondolcunun bulunduğuyerden itibaren sağa doğru kıvrım yapıyordu.

Maurizio yanından hızla geçtikleri bir gondolügururla gösterdi. Geriye doğru, "Ön taraftakimetal şekli görüyor musunuz?" diye seslenirken,pruvadan dışa doğru uzanan zarif süslemeyigösteriyordu. "Gondolün üzerindeki tek metalbudur. Ferro di prua denir: Pruva demiri.Venedik'in bir resmidir!"

Venedik'teki her gondolün pruvasından önedoğru uzayan tırpan benzeri süslemenin semboükbir anlamı bulunduğunu açıkladı. Ferro'nunkıvrımlı şekli Büyük Kanal'ı, altı dişi Venedik'tekialiısestieri'yi veya bölgeyi, uzun bıçağıysaVenedik düka-sınm miğferini temsil ediyordu.

Yeniden önündeki işi düşünmeye başlayanLangdon, içinden, duka, diye geçirdi. HainVenedik dukasını ara, o ki, atların başlarınıkesti ve körlerin kemiklerini çıkarttı.

Langdon bakışlarım karşısmdaki kıyı şeridineyöneltti. Suyun hemen kenarında küçük, ahşapbir park yeri vardı. Ağaçların üstündeki bulutsuzgökyüzünde, San Marco'nun kırmızı tuğladanyapılmış çan kulesi yükseliyordu. Kulenin entepesindeki altın baş melek Cebrail, iki yüzseksen metre yukarıdan aşağıya bakıyordu.

Batma eğilimi yüzünden yüksek binaların inşaedilmediği şehirdeki yüksek yapı olan San MarcoÇan Kulesi, Venedik'in kanallar ve geçitlerlabirentine girenlere yol gösterici bir işaret kulesiişlevini görüyordu; yolunu kaybeden biri,gökyüzüne şöyle bir bakınca San Marco

Meydam'na giden yolu görebiliyordu. Langdonbu devasa kulenin 1902 yılında çökerek, SanMarco Meydanı'nda bir moloz yığını bıraktığınainanmakta hâlâ güçlük çekiyordu. Bu felakettekitek kurbanın bir kedi olması da kayda değerdi.

Venedik'e gelen ziyaretçiler, şehrin eşsizhavasını pek çok nefes kesici mahaldesoluyabilirdi ama Langdon'm en sevdiği yer, Rivadegli Schiavoni'ydi. Arsenal'dan San MarcoMeydam'na kadar uzanan, deniz kumundanyapılmış kıyıdaki bu geniş gezinti yeri dokuzuncuyüzyılda inşa edilmişti.

Güzel kafeteryalar, seçkin oteller ve hattaAntonio Vivaldi'nin kayıtlı olduğu kiliseninsıralandığı Riva, bir zamanlar hasarlı gemilerdekidelikleri ziftle kapatmak için gemi yapımcılarınınkaynattığı reçine kokulu Arsenal'dan başlıyordu.Söylendiğine göre bu tersaneler Dante

Alighieri'ye, Cehennem’deki işkencelerdenbirini, kaynayan zift hendeği yapma ilhamınıvermişti.

Langdon'm Riva'dan sağa doğru kayan bakışları,gezinti yerinin çarpıcı bitiminde durdu. SanMarco Meydanı'nın en güney ucundaki bukısımda, geniş kaldırım denizle buluşuyordu.Venedik'in altın çağlarında buradaki kayalıklara"tüm medeniyetlerin kıyısı" denirdi.

Günümüzde, iki yüz seksen metrelik bu yerinönüne her zaman olduğu gibi, bağlı bulunduklarıyerde suya dalıp çıkarken tırpan benzeri pruvasüsleri meydandaki mermer binaların cephesinedoğru aşağı yukan salman yüzlerce siyah gondolsıralanmıştı.

Langdon, New York'taki Central Park'm iki katıkadar olan bu küçük şehrin denizde inşa edilerek,

batıdaki en büyük ve en zengin imparatorlukhaline gelmesine inanmakta hâlâ güçlükçekiyordu,

Maurizio tekneyi yakınlaştırınca, Langdon anameydanın insanlarla dolu olduğunu gördü.Napolyon bir zanü^nlar San Marco Meydam için"Avrupa'nın misafir odası" demişti; görünüşündenanlaşıldığı kadarıyla bu "oda", kaldırabileceğindenfazla misafire davet veriyordu. Meydan,hayranlarının ağırlığıyla batacakmış gibigörünüyordu.

İnsan kalabalığına göz gezdiren Sienna, "Tamım,"diye fısıldadı.

Langdon onun, salgmı yaymak için Zobrist'inböyle kalabalık bir yeri seçmiş olabileceğindenkorktuğu için mi, yoksa nüfus kalabalığı hakkındayaptığı uyarüarda haklı olduğunu düşündüğü için

mi böyle söylediğini anlayamadı.

Venedik'e her yıl çok sayıda turist akını olurdu.2000 yılında yirmi milyon ziyaretçi gelmişti.Dünya nüfusuna her yıl eklenen on milyonlarcakişiyle şehir, her yıl sayıları gittikçe artan turistinağırlığı altında inliyordu. Venedik'in de tıpkıgezegen gibi, sınırlı bir kapasitesi vardı ve birnoktada yeteri kadar gıda sağlayamayacak,atıklan yok edemeyecek ve ziyaretçilere yeterisayıda yatak sağlayamayacaktı.

Yanında duran Ferris karaya doğru değil, denizedoğru bakıyor ve yaklaşan gemileri seyrediyordu.

Ona merakla bakan Sienna, "Siz iyi misiniz?"diye sordu.

Ferris aniden döndü. "Evet, iyiyim...düşünüyordum." Ön tarafa dönüp Maurizio'ya

seslendi. "San Marco'ya olabildiğince yakm biryere çek."

"Sorun değil!" Kaptan elini salladı. "İki dakika!"

Limo şimdi San Marco Meydam'yla aynı hizayagelmişti, kıyı şeridi manzarasına hâkim olanDükalar Sarayı, sağ tarafta yükseliyordu.

Venedik'in gotik mimarisinin mükemmel birörneği olan sarayın mütevazı bir zarafeti vardı.Fransız veya İngiliz saraylarındaki gibi kulesibulunmayan, devasa dikdörtgen prizma şekliyle,dükanın hükümetine ve çalışanlarına mümkünolan en geniş iç mekânı sağlıyordu.

Denizden bakıldığında sarayın beyazkireçtaşından cephesi revaklar, sütunlar, birkemer altı ve dört simetrik yapraktan oluşandeliklerle dikkatlice işlenmiş olmasa, fazlasıyla

sıkıcı bir etki yaratacaktı. Dış cephedeki yataypembe geometrik desenler, Langdon'aİspanya'daki Elhamra'yı hatırlattı.

Tekne palamara yaklaşırken Ferris, saraymönünde toplaşan kalabalık yüzünden endişelenmişgörünüyordu. Yoğun bir kalabalık köprününüstünde toplanmış, Dükalar Sarayı'nm iki büyükbölümü arasından geçen dar kanalı işaretediyordu.

"Neye bakıyorlar?" diye soran Ferris'in sesindegerginlik vardı.

Sienna, "Sospiri Köprüsü," diye karşüık verdi."Venedik'in ünlü köprülerinden biridir."

Langdon dar kanala bakınca, iki binanınarasından kıvrılan kapalı tüneli gördü.Çocukluğunda en sevdiği filmlerden biri olan

Küçük Bir Romantizm filmini hatırlayarak,Ahlar Köprüsü, diye düşündü. Filmin hikâyesi,San Marco'nun çanları çalarken bu köprününaltında iki genç sevgili öpüşürse birbirlerinisonsuza dek sevecekleri efsanesine dayanıyordu.Bu romantik düşünce ömrü boyunca Langdon'makimdan çıkmamıştı. Elbette filmde, Langdon'mgördüğü anda tutulduğu on dört yaşındaki yeniyıldız Diane Lane'in oynadığım söylemek degerekirdi... öyle bir tutulmuştu ki, bir dahakendine gelememişti.

Yıllar sonra Langdon, Ahlar Köprüsü'nün isminitutkulu iç çekişlerden değil de... acılıinlemelerden aldığım öğrenince dehşetekapılmıştı. Bu kapalı yürüyüş yolu, DükalarSarayı ile acılı iniltileri dar kanaldaki kafeslipencerelerde yankılanan tu-tukluların güçtendüşüp öldüğü dükanın hapishanesini birbirine

bağlıyordu.

Langdon hapishaneyi bir kez ziyaret etmiş ve enkorkunç hücrelerin genellikle su basan aşağıkattakilerin değil, yazın işkence derecesindesıcak, kışınsa dondurucu soğuk olan, sarayınbitişiğindeki üst kat hücreleri -kurşun kiremittençatısı sebebiyle piombi ismi verilmişti- olduğunuöğrenince şaşırmıştı. Engizisyonun zina vecasuslukla suçladığı büyük âşık Casanova birzamanlar piombi'de tutuklu kalmıştı; on beş aytutukluluğun ardından nöbetçiyi kandırarakkaçmayı başarmışta.

"Stai attento!"m Maurizio, kendi bindikleri limopalamar yerine yanaşırken, oradan ayrılmaktaolan goldolcuya seslendi. San Marco Meydam ileDükalar Sarayı'na yüz metre mesafedeki HotelDanieli'nin önünde bir yer bulmuştu.

Maurizio palamar yerine halat attı ve sanki birsilahşor filminin seçmelerine katılıyormuş gibikıyıya atladı. Tekneyi sıkıca bağladıktan sonra,dönüp yolculara yardım etmek için elini uzattı.

Kaslı İtalyan, onu kıyıya çekerken Langdon,"Teşekkürler," dedi.

Aklı başka yerdeymiş gibi görünen ve denizebakan Ferris onun arkasından geldi.

Tekneden son inen Sienna oldu. YakışıklıMaurizio onu kıyıya alırken, yanındaki İkiliyi ekipkendisiyle teknede kalırsa çok daha iyi vakitgeçireceğini ima eder gibi derin derin baktı.Sienna ise fark etmiş gibi görünmüyordu.

Gözlerini Dükalar Sarayı'na dikip dalgın bir halde,"Grazie Maurizio," dedi.

Sonra, bir an bile durmadan Langdon ile Ferris'ikalabalığın içine kattı.

©

İsmini, tarihin en ünlü gezginlerinin birinden alanMarco Polo Uluslararası Havalimanı, Venediklagününün üzerinde bulunan San MarcoMeydanı'mn altı buçuk kilometre kuze-yindedir.

Elizabeth Sinskey özel hava taşımacılığınınavantajları sayesinde on dakika önce inmiş vedaha önce kendisine telefon eden yabancıtarafından gönderilmiş olan siyah bot DuboisSR52 Blackbird ile lagünde ilerliyordu.

Amir.

Bütün gün minibüsün arkasında seyahat etmişolan Sinskey, deniz havasıyla canlandığım

hissetti. Yüzünü tuzlu rüzgâra doğru dönüncegümüş rengi saçları geriye doğru uçuşmayabaşladı. Son iğnesinin üzerinden yaklaşık iki saatgeçmişti ve sonunda kendine geliyordu. ElizabethSinskey geçen akşamdan beri ilk kez kendisi gibihissediyordu.

Ajan Brüder, ekibindeki adamlarla birlikteyanında oturuyor, hiçbiri konuşmuyordu. Bu sıradışı randevuyla ilgili endişeleri varsa biledüşüncelerinin bir değeri yoktu ve kararınkendilerine ait olmadığını bildikleri içinsusuyorlardı.

Bot hızla ilerlerken sağda büyük bir ada belirdi.Kıyı şeridi alçak tuğla binalar ve baca borulanyladoluydu. Elizabeth, meşhur cam üflemefabrikalarım hatırlayarak, Murano, diye içindengeçirdi.

385

Cehennem / F: 25

İçinde derin bir acı hissederek, geri döndüğümeinanamıyorum, diye düşündü. Tam tur.

Yıllar önce tıp fakültesindeyken nişanlısıylabirlikte Venedik'e gelmiş ve Murano CamMüzesi'ni ziyaret etmişti. Orada, nişanlısı üflemecamdan çok güzel bir mobil heykel görmüş vemasumca, bir gün bunun gibi bir şeyi bebeklerininodasına asmak istediğini söylemişti. Böyle önemlibir sırrı çok uzun zamandır sakladığı için vicdanazabı çeken Elizabeth sonunda onaçocukluğundaki astım krizlerinden ve üremesistemini mahveden glukokortikoid tedavisindenbahsetmişti.

Elizabeth, genç adamın kalbinin taş kesmesinedaha önce dürüst davranmayışııun mı, yoksakısırlığının mı neden olduğunu hiçbir zamanöğrenememişti. Ama bir hafta sonra Venedik'tenayrılırken parmağında nişan yüzüğü yoktu.

Kalbini kıran geziden ona kalan tek hatıra lapislazuli nazarlığıydı. Asklepios'un Asası, onundurumunda acı veren tıbbın sembolüydü. VeElizabeth onu aldığından beri boynundançıkarmamıştı.

Kıymetli nazarlığım, diye düşündü.Çocuklarını doğurmamı isteyen adamdan birayrılık hediyesi.

Venedik adalan artık ona hiç romantikgelmiyordu. Tenha köyleri ona aşkı değil, birzamanlar vebayı kontrol altında tutmak

üzerlerinde kurulan karantina kolonilerinihatırlatıyordu.

Blackbird botu. San Pietro Adası'mn yanındanhızla geçerken Elizabeth derin bir kanalademirlemiş ve gelişlerini bekliyor gibi görünenkocaman bir yatın tam üzerine doğru gittiklerinifark etti.

Gri renkli gemi Amerikan ordusunun gizli harekâtprogramından fırlamış gibiydi. Arkasma yazılmışisimden ne tür bir gemi olduğu anlaşılmıyordu.

The Mendacium?

Gemi gittikçe yaklaştı ve Sinskey sonunda kıçtaraftaki güvertede tek başma duran bir figürgördü. Ufak tefek, yanık tenli yalnız bir adamdürbünle onları izliyordu. Bot, TheMendacium'un kıç tarafındaki geniş iskele

platformuna yaklaşırken adam onları karşılamakiçin merdivenlerden inmeye başladı.

Güneşten kavrulmuş adam nazikçe elini sıkarken,"Dr. Sinskey, gemiye hoş geldiniz," dedi.Avuçları yumuşak ve pürüzsüzdü, bir denizcininellerine hiç benzemiyordu. "Geldiğiniz içinminnettarım. Lütfen beni izleyin."

Grup, güverteleri çıkarken Sinskey yoğunçalışma ofislerine benzer odalar gördü. Tuhafgemi, insanlarla doluydu ama hiçbiridinlenmiyor, hepsi çalışıyordu.

Ne üzerinde çalışıyorlar?

Merdivenleri tırmanmaya devam ederlerken,Sinskey dev motorların çalıştığını duydu vehareket eden geminin çıkardığı köpüklü dümensuyunu gördü.

Tedirginlikle, nereye gidiyoruz, diye düşündü.

Adam, Sinskey'ye bakarak adamlarına, "Dr.Sinskey ile yalnız konuşmak istiyorum," dedi."Eğer sizin için de bir sakıncası yoksa?"

Elizabeth başıyla onay verdi.

Brüder araya girip, "Efendim," dedi. "Dr.Sinskey'nin geminin doktoru tarafından muayeneedilmesini öneriyorum. Birtakım tıbbi..."

Sinskey, "Ben iyiyim," diye araya girdi."Gerçekten. Çok teşekkür ederim."

Amir, Brüder'e uzun uzun baktıktan sonraüzerinde yiyecek ve içeceklerin bulunduğumasayı gösterdi. "Biraz soluklan. Buna ihtiyacınolacak. Kısa bir süre sonra kıyıya döneceksin."

Amir konunun daha fazla uzamasına fırsattanımayarak sırtını ajana döndü ve Sinskey'yibirinci sınıf kamara ve çalışma odasına götürüparkasından kapıyı kapattı.

Ban göstererek, "İçki?" diye sordu.

Hâlâ etrafındaki tuhaflıklara bir anlam vermeyeçalışan Elizabeth başmı hayır anlamında salladı.Bu adam kim? Burada ne yapıyor?

Ev sahibi, parmaklarını çenesinin altına koymuşonu inceliyordu. "Müşterim Bertrand Zobrist'insizden 'gümüş saçlı şeytan' diye bahsettiğinibiliyor muydunuz?"

"Benim de ona uygun bulduğum birkaç isim var."

Adam hiç tepki vermeden masasına doğruyürüyüp büyük bir kitabı işaret etti. "Buna bir göz

atmanızı istiyorum."

Sinskey yanma gidip büyük kitaba baktı.Dante'nin Cehennem'i? Dış İlişkilerKonseyi'ndeki karşılaşmalarında Zobrist'in,kendisine gösterdiği korkunç ölüm resimlerinihatırladı.

"Zobrist bunu bana iki hafta önce verdi. Bir şeyyazmış."

Sinskey kitabm baş sayfasına elyazısıyla yazılmışnotu inceledi. Zobrist tarafından imzalanmıştı.

Sevgili dostum, bu yolda-bana yardım ettiğiniçin

teşekkür ederim.

Dünya da sana teşekkür ediyor.

Sinskey ürperdiğini hissetti. "Hangi yolubulmasına yardım ettiniz?"

"Hiçbir fikrim yok. Daha doğrusu birkaç saatöncesine kadar hiçbir fikrim yoktu."

"Peki şimdi?"

"Şimdi protokolde bir istisna yaptım... ve sizeulaştım."

Sinskey uzun bir yoldan gelmişti ve üstü kapalıkonuşmaları kaldıracak halde değildi. "Bayım,kim olduğunuzu veya neden bu gemideolduğunuzu bilmiyorum ama bana bir açıklamaborçlusunuz. Bana, Dünya Sağlık Örgütütarafından aranan bir adamı neden sakladığınızıanlatın."

Sinskey'nin öfkeli ses tonuna karşılık adam ölçülü

bir fısıltıyla cevap verdi. "Karşıt amaçlar içinçalıştığımızın farkındayım ama geçmişiunutmamızı öneriyorum. Geçmiş geçmişte kaldı.Gelecek ise, bizim yakın ilgimize gereksinimduyuyor."

Adam bunu söyledikten sonra minik kırmızı birflaş disk çıkarıp bilgisayarına taktı ve onaoturmasını işaret etti. "Bertrand

Zobrist bu videoyu hazırlamış ve kendisi için bukaydı yann tüm dünyaya yaymamı istemiş."

Bir karşılık vermesine fırsat kalmadan bilgisayarekranı karardı ve Sinskey hafif bir su çırpıntısıduydu. Karanlığın içinden bir görüntü belirmeyebaşladı: Suyla dolu bir mağaranın içi... bir yeraltıgölü. Su tuhaf bir şekilde içeriden aydınlatılmışgibiydi... garip bir kırmızılıkla parlıyordu.

Çırpıntı sesi devam ederken kamera suya dalıyorve mağaranın kum ve çamur kaplı zeminineodaklanıyor. Zeminde parlak, dikdörtgen birlevhanın üzerinde bir yazı, tarih ve isim yazıyor.

BURADA, BU TARİHTE,

DÜNYA SONSUZA DEK DEĞİŞTİ.

Tarih, ertesi gündü. İsim, Bertrand Zobrist'ti.

Elizabeth Sinskey ürperdiğini hissetti. "Burasıneresi?!" diye sordu. "Bu yer nerede?!"

Amir karşılık olarak ilk kez bir tepki verdi. Derinbir nefes alarak hayal kırıklığı ve endişesini ifadeetti. "Dr. Sinskey," dedi. "Bu sorunun cevabınısizin bilebileceğinizi umut ediyordum."

Bir buçuk kilometre uzakta, Riva degli

Schiavoni'nin nehir kıyısındaki yürüme yolundadeniz manzarası biraz değişmişti. Dikkatle bakanbiri dev gri yatın doğuya doğru ilerlediğini farkedebilirdi. Şimdi, San Marco Meydam'na doğrugidiyordu.

FS-2080 endişeyle, The Mendacium, diyedüşündü.

Gri gövdesini tanımamak imkânsızdı.

Amir geliyor... ve zaman daralıyor.

71. Bölüm

oradan, meydanın denizle buluştuğu, en güneysınırına vardılar.

iva degli Schiavoni'deki kalabalığın arasınakarışan Lang

don, Sienna ve Ferris, San Marco Meydanı'nagirdi ve

Meydanı çerçeveye alan iki devasa sütununfotoğrafını çekmek için Langdon'm etrafındaklostrofobik bir kalabalık oluşturan turistlerinarasından geçmek neredeyse imkânsızdı.

On sekizinci yüzyılın sonlarına kadar buradainsanların idam edildiğini bilen Langdon biraz dakinaye yaparak, şehrin resmi girişi, diyedüşündü.

Girişteki sütunlardan birinin tepesinde, SanTheodore'nin tuhaf heykeli, öldürdüğü

ejderhasıyla gururla poz veriyordu. Langdon buejderhayı daha çok timsaha benzetirdi.

İkinci sütunun tepesinde Venedik'in her yerindegörülen sembol vardı: Kanatlı aslan. Üzerinde

Latince Pax tibi marceî evangelista meusmyazan açık bir kitabın üstüne tek pençesinikoymuştu. Efsaneye göre bu sözler, AzizMarkos'un® Venedik'e gelmesi üzerine birmelek tarafından söylenmişti ve naaşmın bir günburada yatacağını varsayıyordu. Daha sonra,Aziz Markos'un kemiklerini İskenderiye'den SanMarco Bazilikası'na getiren Venedikliler, buefsaneyi kendilerini haklı çıkarmak için

(1) Huzur içinde yat, sevgili vaiz Markos.

(2) İtalyanca: San Marco kullanmıştı. Kanatlıaslan günümüze kadar Venedik'in sembolü

olarak kalmış ve her köşe başında kendinigöstermişti.

Langdon sütunları geçtikten sonra San MarcoMeydanı'nm karşısında kalan sağ tarafı gösterdi."Eğer ayrılırsak, bazilikanın ön kapısındabuluşalım."

Diğerleri anlaşıp Dükalar Sarayı'nın batı duvarınıtakip ederek kalabalığın azaldığı yerlerdenmeydana girdi. Güvercinleri beslemeyiyasaklayan yasalara rağmen kuşlar, son derecesağlıklı ve iyi beslenmiş görünüyordu. Bazılarıkalabalığın ayaklarının dibinde yerleri gagalıyor,bazıları üstü açık kalmış ekmek sepetleriniyağmalamak ve smokinli garsonlara işkenceetmek için sokaktaki kafeteryalara üşüşüyordu.

Bu büyük meydan, Avrupa'daki diğermeydanların aksine, kare değil, L şeklindeydi.

Piazzetta denilen daha kısa kenar, denizle SanMarco Bazilikası'm birbirine bağlıyordu. Meydan,bazilikadan Correr Müzesi'ne kadar uzanan dahauzun kenara doğru, ileride doksan derecelik birdönüş yapıyordu. Tuhaftır ki meydan, düzçizgilerden oluşmuyordu; bir kenarda daralan,ikizkenar bir yamuk şeklindeydi. Bu göz yanılgısımeydanı olduğundan daha uzun gösteriyordu. Onbeşinci yüzyıl sokak tezgâhlarının ana hatlarınıçizen karoların deseni, bu etkiyi daha daartırıyordu.

Langdon meydanın dirseğine doğru ilerlerkentam karşısında, San Marco Saat Kulesi'nin mavicam kadranını gördü. James Bond, Ay Harekâtıfilminde kötü adamı bu saat kulesinden aşağıatmıştı.

Kapalı meydana giren Langdon, şehrin eşsiz

özelliğini o anda fark etti.

Ses.

Etrafta, hiçbir araba veya motorlu taşıtbulunmadığından trafiğin, metronun, sirenlerinyokluğunda Venedik; insan, güvercin ve sokakkafeteryalarında müşterilerine serenat yapankeman seslerine yer açıyordu.

Akşamüstü güneşi San Marco'ya batıdan vurup,karo döşenmiş meydanda uzun gölgelerbırakırken Langdon, meydanın üstündeyükselerek eski Venedik manzarasına hâkimolan uzun çan kulesine baktı. Kulenin üstrevağına yüzlerce insan doluş-muştu. Oradabulunmak düşüncesi bile tüylerini ürpertti vebaşını indirip, insan denizinin içinde yoluna devametti.

Sienna, Langdon'a kolaylıkla yetişebilirdi amaFerris geri kaldığı için her iki iini gözdenkaybetmeyeceği şeküde ortalanndan gitmeyekarar /ermişti. Fakat ikisinin arasmdaki mesafeaçılınca endişeyle bak ı. Ferris soluklanacağımanlatır şekilde göğsünü gösterip ona o îvametmesini işaret etti.

Adamıj dediğini yapan Sienna, Langdon'ayetişmek için hızlanınca or u gözden kaybetti.Ama kalabalığın arasında ilerlerken bir düşül ceiçini kemirip duruyordu: Ferris'in kasıtlı olarakgeride kalmış olması ihtimali... sanki aralarındakimesafeyi açmaya çalışıyordu.

İçgüdülerine güvenmeyi uzun süre önce öğrenengenç kadın, bir nişin altına girip arkasmdakikalabalığı gözleriyle tarayarak Ferris'i aradı.

Nereye gitti?

Sanki artık peşlerinden bile gelmiyordu.Kalabalıktaki yüzleri inceleyen Sienna, sonundaonu buldu. Ferris'in çömeldiği yerden telefonundabir şeyler hışladığını görünce şaşırdı.

Bana telefonun şarjının bittiğini söylemişti.

İçini bir korku kapladığında bu duyguya dagüvenmesi gerektiğini biliyordu.

Bana trendeyken yalan söyledi.

Sienna onu seyrederken ne yaptığını anlamayaçalıştı. Birine gizlice mesaj mı gönderiyordu?Ondan gizli araştırma mı yapıyordu? Zobrist'inşiirinin gizemini Langdon ile Sienna'dan önce miçözmeye çalışıyordu?

Açıklaması her ne olursa olsun, yalan söylemişti.

Ona güvenemem.

Sienna hemen yanma gidip onunla yüzleşmeyiaklından geçirdi ama sonra Ferris onu farketmeden kalabalığın arasına karışmasıgerektiğine karar verdi. Yeniden bazilikayayönelerek Langdon'ı aramaya koyuldu. Ferris'ebaşka bir şey açıklamaması konusunda onuuyarmalıyım.

Güçlü bir elin arkadan kazağım çekiştirdiğinihissettiğinde, bazilikaya elli metre kalmıştı.

Olduğu yerde arkasını dönünce Ferris'le yüzyüze geldi.

Kurdeşenli adam, ona yetişmek için aceleettiğinden sık nefesler alıyordu. Sienna'nın ondadaha önce görmediği çılgın bir hali vardı.

"Üzgünüm," derken solumakta güçlük çekiyordu."Kalabalıkta kayboldum."

Sienna onun gözlerine baktığı anda anladı.

Bir şey saklıyor.

Langdon, San Marco Bazilikası'nm önünegeldiğinde, diğer iki arkadaşının arkasındaolmadığını fark edince şaşırdı. Kiliseye girmekiçin sırada bekleyen turistler olmadığını görüncede şaşırdı. Ama sonra, öğle yemeğinde bolmakarna yiyip şarap içen turistlerin Venedik'teakşamüstleri, daha fazla tarih öğrenmek yerine,meydanlarda gezinmeye veya kahveyudumlamaya karar verdiklerini fark etti.

Sienna ile Ferris'in her an gelebileceğinivarsayarak, bakışlarını önündeki bazilikayaçevirdi. Bazen "bıktıracak kadar çok girişi"

bulunmakla suçlanan binanın aşağı cephesindekolonlar, tonozlu kemerler ve geniş bronzkapılarıyla binayı ziyadesiyle davetkâr gösterenbeş içerlek giriş vardı.

Bizans mimarisinin Avrupa'daki en inceörneklerinden biri olan San Marco, yumuşak vedeğişik bir görüntüye sahipti. Notre-Dame'mveya Chartes'nin sade, gri kulelerinin aksine SanMarco, görkemli ama bir o kadar damütevazıydı. Eni boyundan fazla olan kilisenintepesinde, ona neşeli bir hava katan boyalı beşkubbe bulunuyordu. Bazı gezi kitaplarında da SanMarco, bu sebeple düğün pastasına benzetilirdi.

Kilisenin merkez yükseltisinin üstündeki ince SanMarco heykeli, kendi ismini taşıyan meydanabakıyordu. Ayaklarının altındaki sivri tepeli kavis,gece mavisine boyanmış ve üzeri altın yıldızlarlabezenmişti. Altın kanatlı Venedik aslanı, şehrin

parıldayan maskotu olarak bu renkli zemininüzerinde duruyordu.

San Marco, işte bu altın aslanın altında, en ünlühâzinelerinden birini gösteriyordu. Dört büyükbakır at akşamüstü güneşinde ışıldıyordu.

San Marco'nun Atları.

Her an aşağıdaki meydana atlayacakmış gibiduran bu dört paha biçilmez at, Venedik'teki pekçok hazine gibi, Haçlı Seferleri sırasındaİstanbul'dan yağmalanarak getirilmişti.Yağmalanarak getirilen bir başka sanat eseri dekilisenin güneybatı köşesinde, atların altındaduruyordu: Tetrark olarak bilinen, mor birporfirdi. Heykel, on üçüncü yüzyılda İstanbul'dangetirilirken ayağının kırılıp kaybolmasıylatanınıyordu. 1960'larda ayak, mucizevi bir şekildeİstanbul'da bulunmuştu. Venedik, heykelin kayıp

parçası için istekte bulunmuş, Türk yetkililersebasit bir mesajla cevap vermişlerdi: Siz bizimheykelimizi çaldınız, biz de ayağı vermiyoruz.

"Bayım, alır mıydınız?" diyen bir kadm sesiyleLangdon bakışlarını aşağı çevirdi.

İriyarı bir çingene kadın, Venedik maskelerininasılı durduğu, uzun bir sopa tutuyordu. Çoğuvolto intero tarzında yapılmıştı; karnavalsırasında kadınların taktığı bu beyaz maskeler,bütün bir yüz şeklindeydi. Çingene'nin sattıklarıarasında yarım yüz şeklindeki Colombina, üçgençeneli Bauta ve ipsiz Moretta maskeleri de vardı.Bu rengârenk cazibeye rağmen uzun, gaga birburnun üstünden ölü gözlerle Langdon'a bakan,grimsi siyah bir maske dikkatini çekti.

Veba hekimi. Venedik'te ne yaptığını

hatırlatacak bir şeye ihtiyacı olmayan Langdon,bakışlarını başka yöne çevirdi.

Çingene, "Alacak mısınız?" diye yineledi.

Langdon hafifçe gülümseyip başını iki yanasalladı. "Solo molto belle, ma no, grazie."(,)

Kadın giderken Langdon'm bakışları, kalabalığıntepesinde alçalıp yükselen, uğursuz vebamaskesini takip etti. Derin bir iç çekip bakışlarınıikinci balkondaki dört bakır ata çevirdi.

Bir anda aklı başma geldi.

Parçaların hızla birbiriyle buluştuğunuhissediyordu: San Marco'nun Atlan, Venedikmaskeleri ve Konstantinopolis'ten yağmalananeserler...

"Tanrım," diye fısıldadı. "Buldum."

(1) "Çok güzeller, ama hayır, teşekkürler."

Langdon adeta olduğu yerde mıhlanmıştı.

San Marco’nun Atları!

Bu dört eşsiz at, muhteşem boyunları ve kalınyakalarıyla Langdon'm akima hiç beklenmedikbir anı getirdi. Bu anı, Dante'nin ölüm maskesineyazılmış gizemli şiirin önemli bir öğesine açıklamagetiriyordu.

Langdon, bir keresinde New Hampshire'dakitarihi Runn-ymede Çiftliği'nde bir ünlünündüğününe katılmıştı. Burası, Kentucky Derbisibirincisi Dancer's Image'm vatanıydı. Davetin birparçası olarak misafirler ünlü atlı gösteritopluluğu Behind the Mask'tan bir gösteri

izlemişlerdi. Biniciler göz kamaştırıcı Venedikkostümleri ve yüzlerini gizleyen voltomaskeleriyle muhteşem bir gösteri sunmuşlardı.Grubun siyah Friesian atları, Langdon'm gördüğüen büyük atlardı. Dev gibi endamlarıyla bumuhteşem hayvanlar güçlü kasları, tüylütoynakları ve zarif boyunlarının arkasında uçuşandoksan santimlik yeleleriyle arazide hızlakoşuyorlardı.

Bu hayvanların güzellikleri Langdon'ı o kadarçok etkilemişti ki eve döndüğünde internette biraraştırma yapmış ve soyun bir zamanlar ortaçağkralları tarafından savaş atlan olarak kullanıldığınıve son yıllarda soylan tükenmek üzereykenönlem alındığım öğrenmişti. Aslı Ecjuusrobustus olan soyun modern

ismi; anavatanları ve grafik sanatçısı M. C.

Escher'in doğum yeri olup Hollanda eyaletiFriesland'den gelen Friesian'dı.

Anlaşılan, eski Friesian atlarının güçlü vücutları,Venedik'teki San Marco'nun Atlarının kabaestetiğine ilham kaynağı olmuştu. Web sitesindeyazanlara göre, San Marco'nun Atları o kadargüzeldi ki "tarihin en sık çalman sanat eserleri"olmuştu.

Langdon her zaman bu unvanın Ghent AltarPanosu'na ait olduğuna inanmıştı ve bu teorisinidoğrulamak için ARCA web sitesine girmişti.Sanat Suçları Araştırma Kurumu kesin birsıralama yapmıyordu ama çapulcuların veyağmacıların hedefi olan heykellerin sıkıntılıyaşamının kısa bir hikâyesini veriyordu.

Dört bakır at, dördüncü yüzyılda Sakız

Adası'nda, ismi bilinmeyen bir Yunan heykeltıraştarafından yapılmış ve II. The-odosius onlarıKonstantinopolis'deki Hipodrom'da sergilenmesiiçin gönderene kadar orada kalmıştı. Sonra,Dördüncü Haçlı Seferi sırasında Venedikli güçlerKonstantinopolis'i yağmalaymca, baştaki dükadört kıymetli heykelin gemiyle Venedik'e gerigötürülmesini emretmişti; büyüklükleri veağırlıkları yüzünden bu neredeyse imkânsız biryolculuktu. Atlar, 1254 yılında Venedik'e varmışve San Marco Katedrali'nin ön cephesineyerleştirilmişti.

Beş yüz yıldan uzun bir süre sonra 1797'deNapolyon, Venedik'i fethetmiş ve atlan kendisiiçin almıştı. Atlar Paris'e götürülüp ZaferTakı'nın tepesine yerleştirilmişti. Sonunda,1815'te Napolyon, Waterloo'da yenilip sürgünegönderilince atlar Zafer Takı'nın tepesinden

vinçle indirilip Venedik'e mavnayla gerigönderilmiş ve San Marco Bazilikası'nm önbalkonuna geri yerleştirilmişti.

Langdon atların tarihine biraz aşinaydı amaARCA'nm sitesinde onu şaşırtan bir pasaj vardı.

Dekoratif yakalar, atların boyunlarına,Konstantinopolis'ten Venedik'e yapacaklan gemiyolculuğu sırasında zedelenmesin diye kesilenbaşların eldem yerlerini gizlemek için 1204yılında Venedikliler tarafından eklenmişti.

Düka, San Marco'nun Atları'nın başınınkesilmesini mi emretmiş? Bu, Langdon'ainamlmaz geliyordu.

"Robert?!" Sienna ona sesleniyordu.

Langdon düşüncelerinden sıyrılıp arkasını

dönünce Sienna' nın Ferris ile birlikte kalabalığınarasından kendisine doğru ilerlediğini gördü.

Langdon heyecanla, "Şiirdeki atlar!" diye bağırdı."Ne olduklarını çözdüm!"

"Ne?" Sienna onu anlamamış gibiydi.

"Atların başını kesen hain bir düka arıyoruz!"

"Evet?"

"Şiir, canlı atlardan bahsetmiyor." Langdon, SanMarco'nun tepesindeki, parlak güneşinaydınlattığı dört bakır heykeli gösterdi. "Buatlardan bahsediyor!"

The Mendacium’da Dr. Elizabeth Sinskey'ninelleri titriyordu. Amir'in çalışma odasındaekrandaki kaydı izliyordu. Hayatı boyunca birçok

korkunç şey görmüştü ama Bertrand Zobrist'inintihar etmeden önce hazırladığı izah edilemezfilm, resmen kanını dondurmuştu.

Karşısındaki ekranda gaga burunlu bir yüzüngörüntüsü titreşerek bir yeraltı mağarasının sularakıtan duvarına yansıdı. Siluet konuşmaya devamediyor, gururla başyapıtını anlatıyordu.Cehennem adındaki buluşu nüfusu ayıklayarakdünyayı kurtaracaktı.

Sinskey, Tanrı bizi korusun, diye içindengeçirdi. Titreyen bir sesle, "Biz..." dedi."Yeraltmdaki bu yeri bulmalıyız. Yoksa, çokgeç olabilir."

Amir, "İzlemeye devam edin," diye karşıhk verdi."Gittikçe ilginçleşiyor."

Maskenin gölgesi ıslak duvarda büyüyüp bir süre

ekranda kaldıktan sonra kadraja aniden bir figürgirdi.

Vay canına.

Sinskey tam donanımlı bir veba hekiminebakıyordu. Siyah pelerini ve tüyler ürpertenmaskesiyle karşısında duruyordu. Veba hekimikameraya doğru yürüdü ve maskesi ürkütücü birşekilde tüm ekranı kapladı.

"Cehennemin en karanlık yerleri, buhranzamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır," diyefısıldadı.

Sinskey tüylerinin diken diken olduğunu hissetti.Bu, bir yıl önce New York'ta onu başındansavdığmda Zobrist'in kendisi için havaalanıkontuanna bıraktığı alıntıydı.

Veba hekimi, "Biliyorum," diye devam etti."Benim canavar olduğumu söyleyenler var." Araverince Sinskey bu sözleri ona söylediğinihatırladı. "Benim bir maskenin arkasınasaklanmış kalpsiz bir yaratık olduğumudüşünenler var." Tekrar ara verip kamerayadaha da yaklaştı. "Ama ben yüzsüz değilim.Kalpsiz de değilim."

Zobrist maskesini çıkartıp pelerininin başlığımindirdi. Yüzü açığa çıktı. Sinskey en son Dışİlişkiler Konseyi'nde karşılaştığı tanıdık yeşilgözleri görünce gerildi. Ekrandaki gözlerde deaynı tutku ve ateş vardı ama bu gözlerden ayrıcadeli bir adamın azmi de okunuyordu.

Kameraya bakarak, "Benim adım BertrandZobrist," dedi. "Ve bu da benim yüzüm. Tümdünyanın görmesi için maskesiz ve apaçıkortada. Kalbime gelince... Eğer yanan kalbimi,

Dante'nin sevgili Beatrice'si için yaptığı gibielime alıp kaldırabilseydim, içimin sevgiyle doluptaştığını görürdünüz. Hem de sevginin enderiniyle. Hepiniz için. Ama en çok, biriniz için."

Zobrist kameraya iyice yaklaşıp sanki birsevgiliyle konuşuyormuş gibi yumuşak bir sesledevam etti.

"Sevgilim," diye fısıldadı. "Benim kıymetli aşkım.Sen benim uhrevi saadetim, kötülükleri yokedenim, faziletleri destekleyenim, benimkurtuluşumsun. Sen yanımda çıplak yatarkenfarkında olmadan benim uçurumun üzerindenatlamama yardım eden, yaptığım şeyleri yapmamiçin bana güç verensin."

Sinskey tiksinerek dinledi.

Zobrist konuştuğu yeraltı mağarasmda

yankılanan kederli bir sesle, "Sevgilim," diyefısıldadı. "Sen benim ilham perim, benimrehberim, benim Vergilius'um, benimBeatrice'msin ve bu başyapıt benim olduğu kadarsana da ait. Eğer sen ve ben, talihsiz âşıklar gibibir daha birbirimize dokunamazsak geleceğisenin zarif ellerinde terk ettiğimi bilerek huzurbulacağım. Aşağıdaki görevim tamamlandı.Artık, benim için yukarıdaki dünyaya tırmanmave yeniden görme vaktim geldi yıldızlan."

Zobrist konuşmayı bitirdi ve yıldızları kelimesimağaranm içinde bir süre yankılandı. Sonra çoksakin bir şekilde uzanıp kamerayı kapattı.

Ekran karardı.

Amir monitörü kapatırken, "Yeraltmdaki bu yer,"dedi. '"Neresi olduğunu bilmiyoruz. Siz biliyormusunuz?"

Sinskey başım hayır anlamında iki yana salladı.Daha önce hiç böyle bir şey görmedim.Robert Langdon'm Zobrist'in ipuçlarını çözmekteyol kat edip etmediğini merak etti.

Amir, "Eğer bir faydası olacaksa," dedi."Zobrist'in sevgilisinin kim olduğunu biliyorum."Duraksadı. "Kod adı FS-2080 olan biri."

Sinskey yerinde sıçradı. "FS-2080 mi?!" Şokiçinde Amir'e baktı.

Amir de onun kadar şaşırmış görünüyordu. "Busize bir şey ifade ediyor mu?"

Sinskey başım salladı. "Kesinlikle ediyor."

Sinskey'in kalbi hızla atıyordu. FS-2080. Bukişinin kimliğini bilmemekle birlikte kod adm neanlama geldiğini biliyordu. Dünya Sağlık Örgütü

yıllardır benzer kod isimlerini takip ediyordu.

"Transhümanizm hareketi," dedi. "Hiç duydunuzmu?"

Amir başmı iki yana salladı.

Sinskey açıklamaya çalıştı. "Transhümanizm, enbasit şekliyle, insanlann mevcut olan tümteknolojileri kendi türünü daha güçlü kılmak içinkullanması gerektiğini söyleyen, en güçlününhayatta kalmasına dayanan bir felsefedir."

Amir etkilenmemiş gibi omzunu silkti.

"Transhümanizm hareketi," diye devam etti."Genelde sorumluluk sahibi bireylerden oluşur;etik açıdan güvenilir bi-limadamlan, vizyon sahibibireyler, hayalperestler... ama birçok

401

Cehennem / F: 26 harekette olduğu gibi bunda dahareketin yeteri kadar hızlı ilerlemediğini düşünenmilitan bir grup var. Bunlar dünyanın sonununyaklaştığına ve birinin türlerin geleceğinikurtarmak için harekete geçmesi gerektiğineinanan apokaliptik düşünürler."

Amir, "Ve sanırım," dedi. "Bertrand Zobristbunlardan biri."

Sinskey onayladı. "Kesinlikle. Hareketin lideri.Çok zeki olmasının yanında, son derecekarizmatik biriydi ve yazdığı kıyamet günümakaleleriyle fanatik bir transhümanizmtarikatının oluşmasına ned ;n oldu. Bugün, fanatikmüritlerinin çoğu bu kod isimleri kullan yor.

İsimlerin benzer bir yapısı var. İki harf ve dörtbasamakJ; bir sayıdan oluşuyor. Örneğin; DG-2064, BA-2103 ve biraz önce öylediğiniz sayıgibi."

"FS-2080.

Sinskey başını salladı. "Bu, ancak transhümanizmtarikatından birini a kod ismi olabilir."

"Say larm ve harflerin bir anlamı var mı?"

Sinskey bilgisayarı gösterdi. "Arama motorunuaç. Sana göstereyim."

Amir kararsız görünüyordu ama yine debilgisayarının yanına gidip arama motorunu açtı.

Sinskey arkasında durup, "FM-2030'u ara," dedi.

Amir FM-2030 yazdı ve binlerce web sayfasıdöküldü.

Sinskey, "Herhangi birini aç," dedi.

Amir, en tepedeki VVikipedia sayfasını açmcayakışıklı bir İranlının resmi ekranda belirdi.Yazar, filozof, fütürist ve transhümanizmhareketinin atası olarak tarif edilen adamın adıFeridun M. Esfendiyar’âı. 1930'da doğanEsfendiyar, transhümanizm hareketini halkatanıtmış, suni döllenmeyi, genetik mühendisliğinive küreselleşmeyi öngörmüştü.

VVikipedia'ya göre, Esfendiyar'm en cesuriddiası yeni teknolojiler sayesinde yüz yaşmakadar yaşanabileceği olmuştu. Feridun M.Esfendiyar, gelecek teknolojilerine olan inananınbir göstergesi olarak, ilk isminin ve göbek adınınbaş harfleriyle yüz yaşma basacağı yılı bir araya

getirerek, ismini FM-203U olarak değiştirmişti.Ne yazık ki, yetmiş yaşında pankreas kanserineyakalanmış ve hedefine ulaşamamıştı. Ne var kifanatik transhümanizm taraftarları onun bulduğuisimlendirme tekniğini kullanarak FM-2030'unanısını onurlandırarak ona saygılarımsunuyorlardı.

Amir okumayı bitirdikten sonra ayağa kalkıppencereye doğru yürüdü ve uzun bir süre boşgözlerle denize baktı.

Sonunda yüksek sesle düşünerek, "Pekâlâ," dedi."Bertrand Zobrist'in sevgilisi; şu FS-2080, belli kibu... transhümanizm taraftarlarından biri."

Sinskey, "Hiç şüphesiz," diye karşılık verdi. "FS-2080'in kim olduğunu tam olarak bilmiyorumama..."

Hâlâ denize bakmakta olan Amir, "Söylemekistediğim buydu," dedi "Ben biliyorum, kimolduğunu çok iyi biliyorum."

1

Deniz otobüsü

2

ULUSLARARASI MODERN SANATMÜZESİ

74. Bölüm

Hava altın kokuyor.

Robert Langdon daha önce de büyük katedrallergörmüştü ama San Marco'daki Chiesa d'Oro'nunetkisi bambaşkaydı. Yüzyıllar boyunca, SanMarco'nun havasını solumanın bile kişiyizenginleştireceği iddia edilmişti. Bu ifade sadecebir benzetme değil, gerçeğin ta kendisiydi.

Milyonlarca altm karodan meydana gelen içkaplamalar sebebiyle, havada uçuşan tozlar bilealtm parçacıkları içeriyordu. Havadaki bu altmtozu, batı penceresinden giren parlak gün ışığıylabirleştiğinde, inananların hem ruhsal birzenginliğe kavuşmasını hem de derin nefesaldıklarında, ciğerlerini yaldızlayan dünyevi birzenginlik kazanmalarını sağlayan canlı biratmosfer yaratıyordu.

Bu saatte batı penceresinden giren güneş ışığıLangdon'm başının üzerinde yayvan, ışıldayan biryelpaze veya parlak ipekten bir gölgelik gibiduruyordu. Langdon sanki dili tutulmuş gibi iççekerken, yanmdaki Sienna ile Ferris'in de aynınıyaptığını fark etti.

Sienna, "Ne taraftan?" diye fısıldadı.

Langdon yukarı çıkan basamakları işaret etti.Kilisenin müze kısmı yukarıdaydı ve SanMarco'nun Atları'na ayrılmış özel bir bölümüvardı. Langdon bu geniş sergide, hayvanlarınbaşını kesen gizemli dükanın kim olduğunuhemen bulacaklarına inanıyordu.

Basamakları çıkarken Ferris'in nefes almaktazorlandığını fark etti. Bu sırada Sienna,Langdon'm bakışlarını yakaladı, ki bunu saatlerdirbaşarmaya çalışıyordu. Belli etmeden Ferris'i

gösterip Langdon'm anlayamadığı bir şeyleridudaklarını oynatarak söylerken yüzünde temkinlibir ifade vardı. Langdon daha açık anlatmasınıistemeye fırsat bulamadan Ferris arkasına baktı,geç kalmıştı. Sienna çoktan gözlerini çevirmiş,Ferris'e bakıyordu.

Masum bir ifadeyle, "İyi misiniz doktor?" diyesordu.

Ferris başını sallayıp daha hızlı çıkmaya başladı.

Langdon, yetenekli bir aktris ama acaba banane anlatmaya çalışıyordu, diye düşündü.

İkinci kata geldiklerinde aşağıda uzananbazilikayı olduğu gibi görebiliyorlardı. Yunan haçıbiçiminde yapılan mabet, San Pietro veya Notre-Dame'ın uzatılmış dörtgenlerinden çok, karegörünümündeydi. Dış dehlizden sunağa kısa bir

mesafede olan San Marco hem güçlü ve sağlambir görüntü veriyor hem de daha kolay erişilebilirhissini uyandırıyordu.

Ama fazlasıyla kolay erişilebilir olmaması içinkilisenin sunağı, üzerine heybetli bir haçınkondurulduğu sütunlu bir perdenin arkasınayerleştirilmişti. Zarif bir sayvanla korunuyor vedünyadaki en değerli mihrap arkası eserlerindenbirine sahip olmakla övünüyordu: Ünlü Palad'Oro ile. Geniş bir simli zemin oluşturan bu"altın bez", daha önceki eserlerin -en çok daBizans simi- tek bir gotik çerçeve oluşturacakşekilde dokunmasıyla elde edilen bir kumaştı. Binüç yüz inci, dört yüz lal taşı, üç yüz safirdenbaşka pek çok zümrüt, ametist ve yakutlasüslenen Pala d'Oro'nun, San Marco'nunAtlan'yla birlikte Venedik'in en güzelhâzinelerinden biri olduğu kabul ediliyordu.

Mimari açıdan bazilika kelimesi, Avrupa veyaBatı'da inşa edilen Doğu veya Bizans tarzı kiliseanlamına geliyordu. Konstantinopolis'tekiHavariyyun Kilisesi'nin bir taklidi olan SanMarco'nun öylesine Doğulu bir tarzı vardı ki,rehberlerde genellikle, çoğu Bizanskatedrallerinden dönüştürülmüş Türk camilerinigörmeye eşdeğer sayılacağı yazardı.

Langdon, San Marco'nun Türkiye'deki göz abacamilerin yerine geçebileceğini düşünmese deBizans sanatına düşkün birinin, kilisenin sağkolundaki gizli odalardan birini görünce tatminolacağını itiraf etmek zorundaydı. Bu odalardaSan Marco'nun Hâzinesi denilen, İstanbul'unyağmalanması sırasında elde edilen ikonalar,mücevherler ve kadehlerden oluşan iki yüzseksen üç parçalık bir koleksiyon vardı.

Langdon bu akşamüstü bazilikanın fazla kalabalıkolmamasına memnundu. İnsan kalabalığı olsa daen azından hareket edecek yer de vardı. Farklıgrupların araşma girip çıkarak, Sienna ile Ferris'iziyaretçilerin dışarı çıkıp balkondan atlarıgörebileceği batı penceresine götürdü. Aradıklarıdükayı bulacaklarından emin olsa da bundansonra atacakları adım onu endişelendiriyordu:dükanm yerini bulmak gibi. Mezarı mı? Heykelimi? Kilisede, mahzende, sol koldaki kubbelimezarlarda yüzlerce heykel bulunduğudüşünülecek olursa, yardım almaları gerekecekti.

Langdon tura rehberlik yapan genç bir kadımfark etti. Konuşmasını nazikçe bölerek,"Affedersiniz," dedi. "Ettore Vio burada mı?"

"Ettore Vio?" Kadm, Langdon'a tuhaf bir şey

söylemiş gibi baktı. "Si, certo, ma..."m Sonra

birden sustu ve gözleri parıldadı. "Lei e RobertLangdon, vero?!"a)

Langdon sabırla gülümsedi. "Sı, sono io."0>Ettore ile görüşmem mümkün mü?"

"Si, si!" Kadm turdaki gruba beklemelerini işaretedip aceleyle gitti.

Langdon ile müze müdürü Ettore Vio, bazilikanıntarihi hakkında bir belgeselde birliktegörünmüşler ve o günden sonra iletişimikesmemişlerdi. Langdon, Sienna'ya, "Ettore bubazilika hakkında bir kitap yazdı," diye açıkladı."Doğrusunu istersen, birkaç tane."

(1) "Evet, elbette, ama..."

(2) "Siz Robert Langdon'smız değil mi?"

(3) "Evet, benim."

Sienna hâlâ Ferris yüzünden gergindi. Langdononlan atların görülebildiği yukardaki batıpenceresine götürürken Ferris tam arkasmdangeliyordu. Pencereye vardıklarında, atların kaslısağrısı akşamüstü güneşinde daha belirgingörünüyordu. Balkonda dolaşan turistler atlarayakın olmaktan ve San Marco' nun muhteşemmanzarasını seyretmekten memnundular.

Balkona açılan kapıya doğru ilerleyen Sienna,"İşte oradalar!" dedi.

Langdon, 'Tam sayılmaz," diyerek karşılık verdi."Balkondaki atlar aslında kopya. SanMarco'nun gerçek atları güvenlik ve korumasebepleriyle içeride tutuluyor."

Langdon onları koridordan, iyi aydınlatılmış bir

girintiye doğru götürdü. Buradaki benzer bir atlıdörtlüsü, tuğla bir zeminden üzerlerine atlıyormuşgibi görünüyordu.

Langdon hayranlıkla heykellere baktı. "İşteasılları bunlar."

Langdon bu atları yakından gördüğü herseferinde kas yapılarına hayran kalmaktankendini alamazdı. Altm rengi ve yeşil bakır pası,derilerinin gerçekmiş gibi duran buruşmuşgörüntüsünü iyice ortaya çıkarırdı. Bu pas artıkatlarm her yerini kaplıyordu. Çalkantılıgeçmişlerine rağmen bu dört atı görmekLangdon'a her zaman büyük sanat eserlerinikorumak gerektiğini hatırlatırdı.

Boyunlarının etrafındaki süslü yakaları gösterenSienna, "Yakalarının sonradan eklendiğini misöylemiştin? Kaynak yerini kapatmak için

miydi?" diye sordu.

Langdon, kesilen başlarla ilgili ARCA'nm websitesinde okuduğu o tuhaf detayları Sienna ileFerris'e anlatmıştı.

Atların yanma iliştirilmiş bilgilendirme levhasınınönüne gelen Langdon, "Görünüşe göre öyle,"dedi.

Arkalarından gelen bir ses dostça, "Robert!" diyeseslendi. "Bana hakaret ediyorsun!"

Langdon dönüp baktığında neşeli görüntüsü,beyaz saçları, boynundan sarkan zincirligözlüğüyle, mavi takım elbisesinin içindekalabalığı yararak ilerleyen Ettore Vio'yu gördü."Venedik'e gelip de beni aramıyorsun demek?"

Langdon gülümseyip adamın elini sıktı. "Sana

sürpriz yapmak istedim Ettore. İyi görünüyorsun.Bunlar arkadaşlarım Dr. Brooks ve Dr. Ferris."

Ettore onlara selam verdikten sonra geri çekilipLangdon'ı süzdü. "Doktorlarla mı dolaşıyorsun?Hasta mısın? Kıyafetlerine ne oldu?İtalyanlaşıyor musun?"

Kendi kendine gülen Langdon, "Hiçbiri değil,"dedi. "Atlarla ilgili bilgi almak için geldim."

Ettore meraklanmış gibiydi. "Ünlü profesörünbilmediği bir şey mi var?"

Langdon kahkaha attı. "Haçlı Seferleri sırasındanakil için atların başlarının kesilmesi konusunuöğrenmek istiyorum."

Ettore Vio, sanki Langdon, Kraliçe'nin hemoroidihakkında bilgi istiyormuş gibi baktı. "Tanrı aşkına

Robert," diye fısıldadı. "Bundan bahsetmeyelim.Eğer kesilen başlar görmek istiyorsan sana başıkesilen ünlü Carmagnola'yı gösterebilirimveya..."

"Ettore, hangi Venedik dükasınm bu başlankestiğini öğrenmem gerek.''

Ettore savunmacı bir tavırla, "Böyle bir şeyolmadı," diye karşı geldi. "Söylenceleri ben deduydum elbette, ama tarihte herhangi bir dükamnböyle bir şey yaptığına dair..."

langdon, "Ettore, lütfen bana biraz katlan," dedi."Söylenceye fpre, bunu yapan hangi dükaydı?"

Fitore gözlüğünü takıp Langdon'a baktı. "Şey,söylenceye göre, ;,gıli atlanınız Venedik'in enakıllı ve hilekâr dükası tarafından g- lirtilmişti."

"Hilekâr mır

"Evet, Haçlı Seferleri sırasında herkesi kandırandüka." Tepki vermesini bekler gibi Langdon'abaktı. "Mısır'a denizden gitmek için devletinparasım alan... ama askerlerinin yolunudeğiştirip, İstanbul'u yağmalayan düka."

Langdon içinden, kulağa ihanet gibi geliyor,diye geçirdi. "Peki ismi neydi?"

Ettore kaşlarım çattı. "Robert, dünya tarihiyleilgileniyorsun sanıyordum.'

"Evet ama dünya çok büyük ve tarih çok uzun.Biraz yardım alabilirim."

"Pekâlâ o zaman son bir ipucu."

Langdon tam itiraz edecekken nefesini

tüketmemeye karar verdi.

Ettrore, "Bu düka yaklaşık bir yüzyıl yaşadı,"dedi. "Onun zamanında bu bir mucizeydi Batılinanca göre, Azize Lucia'nm kemikleriniİstanbul'dan Venedik'e getirme cesaretinigösterdiği için böyle uzun yaşamıştı. Azize Luciagözlerini kaybettiğinde..."

O anda aynı şeyi akhndan geçiren Langdon'abakan Sienna, "Körlerin kemiklerim çıkarttı!"diye ağzından kaçırdı.

Ettore, Sienna'yı garipseyerek baktı. "Sözgelimidiyorsunuz herhalde?"

Meydanda yaptığı uzun yürüyüş ve çıktığımerdivenler yüzünden hâlâ soluklanamamış gibigörünen Ferris'in birden benzi soldu.

Ettore, "Ayrıca şunu da ekleyeyim; bu düka,kendisi de kör olduğu için Azize Lucia'yı çokseviyordu. Doksan yaşma geldiğinde bumeydanda durup hiçbir şey göremeden Haçlılaranutuk çekmişti," dedi.

Langdon, "Kim olduğunu anladım," dedi

Ettore gülümseyerek, "Eh, ben de öyleumuyordum," diyerek karşılık verdi.

Langdon'm hafızası düşüncelerden daha çokgörüntülere göre çalıştığından, kim olduğunu birsanat eserinin ışığında hatırlamıştı: GustaveDore'nin, toplanmış kalabalığı Haçlılarakatılmaları için yüreklendiren, kollarını yukarıkaldırmış, kör ve yaşlılıktan pörsümüş bir dükayıbetimlediği ünlü resim. Dore'nin çizdiği resminismi hâlâ hafızasmdaydı: Haçlılara Vaaz VerenDandolo.

Langdon yüksek sesle, "Enrico Dandolo," dedi."Sonsuz ömür süren düka."

Ettore, "Finalmente!"m dedi. "Korkarımhafızan yaşlanıyor dostum."

"Bedenimin geri kalanıyla birlikte. Dükanınmezarı burada

mı?"

"Dandolo mu?" Ettore başrnı iki yana salladı."Hayır, burada değil."

Sienna, "Nerede?" diye sordu. "DükalarSarayı'nda mı?"

Ettore gözlüğünü çıkarıp bir süre düşündü. "Birazdüşüneyim. O kadar çok düka var ki,hatırlayamıyorum..."

Ettore sözlerim tamamlayamadan, korkmuşgörünen bir rehber koşarak yanlarına geldi veonu kenara çekerek kulağına bir şeyler fısıldadı.Dikkat kesilen Ettore'nin yüzü ciddileşti vetelaşla bir tırabzanın yanından aşağıdaki mabedebaktL Bir süre sonra Langdon'a döndü.

"Birazdan dönerim," diye seslendikten sonra, tekkelime etmeden koşar adımlarla gitti.

Şaşıran Langdon tırabzana gidip aşağı baktı.Aşağıda neler oluyor?

İlk başta, etrafta gezmen turistlerden başka birşey göremedL Ama soma, ziyaretçilerin çoğununaynı yöne baktıklarım fark etti. Ana girişten içerisiyah üniformalı askerler giriyor, kiliseninkollarına yayılarak tüm çıkışları kapatıyordu.

Siyahlı askerler. Langdon ellerinin tırabzanı

daha sıkı kavradığım hissetti.

"Robert!" Sienna arkasmdan sesleniyordu.

Langdon gözlerim askerlerden ayırmadı. Bizinasıl buldular?!

"Robert!" Sesi şimdi daha endişeli çıkıyordu. "Birşey oldu! Yardım et!"

Onun yakarışına anlam veremeyen Langdonarkasını döndü.

Nereye gitti?

Hemen soma gözleri Sienna ile Ferris'i buldu.San Marco'nun Atlan'nın önünde Sienna, Dr.Ferris'in üzerine eğilmişti., yere düşmüş olanFerris göğsünü tutarken çırpmıyordu.

Sienna, "Galiba kalp krizi geçiriyor!" diye bağırdı.

Langdon, yerde yatan Dr. Ferris'in yanına koştu.Adam nefes almakta zorlanıyordu.

Ona ne oldıı?! Langdon'a göre her şey bir andaolmuştu. Aşağıya askerlerin'gelişi ve Ferris'inyere düşmesiyle birlikte Langdon bir an için felçolmuş, nereye döneceğini kestirememişti.

Sienna, Ferris'in yanma çömelip kravatınıgevşetti ve nefes almasına yardımcı olmak içingömleğinin üst düğmelerini kopararak açtı. Amaadamın gömleği açılınca Sienna tiz bir çığlıkatarak geri çekildi. Ağzını eliyle kapatıp adamıngöğsüne bakarak geriye doğru sendeledi.

Langdon da onu gördü.

Ferris'in göğsünde korkunç görünen, greyfurt

büyüklüğünde mavimsi-siyah bir leke gözeçarpıyordu. Göğsüne bir gülleyle vurulmuşgibiydi.

Sienna yüzünde bir şok ifadesiyle Langdon'abakarak, "İç kanama," dedi. "Bütün ;gün nefesalmakta neden zorlandığı anlaşıldı."

Ferris kafasını çevirdi. Konuşmaya çalıştığıbelliydi ama sadece hafif hırıltılar çıkarabiliyordu.Turistler etrafında toplanmaya başlamıştı veLangdon ortamın karışacağını hissediyordu.

Langdon, "Askerler aşağıda," diyerek Sienna'yıuyardı. "Bizi nasıl bulduklarını anlamıyorum."

Sienna'nın yüzündeki şok ve korku ifadesiçabucak öfkeye dönüştü ve ateş saçan gözlerleFerris'e baktı. "Bize yalan söyledin, öyle değilmi?"

Ferris tekrar konuşmaya çalıştı ama sesiçıkmadı. Sienna, adamm ceplerini karıştırıp ceptelefonuyla cüzdanım çıkardı. Bulduklarını kendicebine attıktan sonra öfke dolu gözlerle Ferris'ebakarak ayağa kalktı.

O sırada yaşlıca bir İtalyan kadın Sienna'yabağırarak kalabalığın arasmdan ilerledi. "L'haicolpito al petto!" Yumruğuyla kendi göğsünevuruyordu.

Sienna, "No!" diye karşılık verdi. "Kalp masajıonu öldürür! Göğsüne bak!" Langdon'a döndü."Robert buradan hemen gitmeliyiz!"

Langdon, Ferris'e baktı. Çaresizce kendisinebakıyordu, gözleriyle bir şeyler anlatmak istergibiydi.

Langdon panik içinde, "Onu bu haldebırakamayız!" dedi.

Sienna, "Güven bana," dedi. "Kalp krizigeçirmiyor. Ve biz de gidiyoruz. Hemen."

Kalabalık artarken, turistler bağırarak yardımçağırıyorlardı. Sienna, Langdon'm kolunu şaşırtıcıbir güçle kavrayıp onu kalabalığın arasındanbalkonun temiz havasına çıkardı.

Langdon bir anlığına kör oldu. San MarcoMeydam'nm batısından batarken balkonu altmrengine boyayan güneş, doğrudan gözlerinegiriyordu. Sienna, Langdon'ı soldaki terasayönlendirip San Marco Meydam'na ve SanMarco'nun Atları'nm kopyalarına bakmak içindışarı çıkmış olan turistlerin arasmdan geçirdi.

Bazilikanın ön tarafmda hızla ilerlerlerken lagün

tam karşılarında kalıyordu. Langdon suyunüzerinde tuhaf bir siluet gördü. Bu, fütürist birsavaş gemisine benzeyen ültramodern bir yattı.

Sienna ile birlikte balkonda ilerlemeye devamettikleri için Langdon'm onun ne olduğunuanlamaya vakti olmadı. Bazilikanın güneybatıköşesinden sola dönerek "Kâğıt Kapısı"na doğruilerlediler. Burası, bazilikayı Dükalar Sarayı'nabağlayan ek binaydı. Dükalar buraya halkınokuması için kararnameler astıkları için bu isimverilmişti.

Kalp krizi değil mi? Ferris'in siyah-mavigöğsünün görüntüsü Langdon'm gözününönünden gitmiyordu ve birden Sienna'nın adamıngerçek rahatsızlığı hakkmdaki teşhisiniduymaktan korktu. Dahası, bir şeyler değişmiştive Sienna artık Ferris'e güvenmiyor gibiydi. Bu

yüzden mi daha Önce benim dikkatimiçekmeye çalışıyordu?

Sienna aniden durup tırabzandan aşağıdaki SanMarco Meydam'nm üstü kapalı kemerli köşesinebaktı.

"Lanet olsun," dedi. "Düşündüğümüzden dahayüksekteyiz."

Langdon ona dik dik baktı. Atlamayı mıdüşünüyordun?

Sienna korkuyla baktı. "Bizi yakalamalarına izinveremeyiz Robert."

Langdon bazilikaya doğru dönüp tamarkalarındaki dövme demir ve camdan yapılmışağır kapıya baktı. Turistler içeri girip çıkıyordu vetahminleri doğruysa o kapıdan geçerlerse

müzenin içine, kilisenin arka tarafına yakın biryere çıkacaklardı.

Sienna, "Tüm çıkışları kapatmışlar," dedi.

Langdon seçenekleri değerlendirdi ve birtanesinde karar kıldı. "Sanırım, içeride bu sorunuçözebilecek bir şey gördüm."

Ne düşündüğünü ölçüp biçmeden Sienna'yıbazilikanın içine yönlendirdi. Kilisenin ortasındakigeniş açıklıktan ve Ferris'in etrafındaki kargaşayıizleyen kalabalığın arasından dikkat çekmemeyeçalışarak ilerlediler. Langdon, kızgın yaşlı kadınıniki siyah üniformalı askeri balkona, kaçışrotalarına doğru yönlendirdiğini gördü.

Langdon duvarları inceleyerek, acele etmeliyiz,diye düşünürken sonunda aradığı şeyi goblenlerinsergilendiği büyük bir vitrinin yanında gördü.

Kırmızı uyarı etiketinin üzerinde; ALLARMEANTINCEN-DIO yazan parlak sarı bir cihazdı.

Sienna, "Yangın alarmı mı?" dedi. "Planın bumu?"

"Kalabalığın arasından sıyrılabiliriz." Langdonuzanıp alarmın kolunu tuttu. Fikrini değiştirmedenharekete geçip kolu aşağı sertçe çekti vemekanizmanın içerideki küçük cam silindirikırdığını gördü.

Langdon'm beklediği sirenler duyulmadı.

Sadece sessizlik vardı.

Kolu tekrar çekti.

Hiçbir şey olmadı.

Sienna ona, "Robert turist kaynayan taş birkatedralin içindeyiz! Sence etrafta şaka yapmakisteyecek bunca insan varken bu yangınalarmları çalışıyor mudur?" dedi.

"Tabii ki! Amerika'da yangın kanunları..."

"Şu anda Avrupa'dasın. Bizim sizin kadaravukatımız yok." Langdon'm omzunun üzerindenişaret etti. "Ayrıca, fazla zamanımız da yok."

Langdon arkasını dönüp biraz önce içeri girmekiçin kullandıkları cam kapıya bakmca balkondaniçeri giren ve sert bakışlarla etrafı tarayan ikiaskeri gördü. Bir tanesinin motosikletin üzerindeSienna'nm evinden uzaklaşırlarken kendilerineateş eden kaslı ajan olduğunu fark etti.

Fazla seçenekleri olmayan Langdon ve Sienna,kapalı spiral merdivenden zemin kata inerek

gözden kayboldular. Aşağıya vardıklarındamerdiven boşluğunun karanlığında durdular.İbadethanenin içinde, askerler çıkışlarda nöbettutuyor ve gözleriyle tüm salonu tarıyorlardı.

Langdon, "Eğer bu merdiven boşluğundançıkarsak bizi anında fark ederler," dedi.

Sienna aşağıdaki merdiveni kordon altına alan"Accesso Vietato"a) işaretini gösterdi. Kordonunarkasındaki merdivenler daha da dar bir spiralçizerek zifiri karanlığa doğru iniyordu.

Langdon, kötü bir fikir, diye düşündü. Çıkışıolmayan bir kilise mahzeni.

Sienna çoktan kordonun üzerinden atlamış, spiraltünelden aşağı inerek karanlığın içindekaybolmuştu.

Sienna aşağıdan alçak sesle, "Açık/' diyeseslendi.

Langdon şaşırmamıştı. San Marco'nun mahzenibenzerlerinden farklıydı. Hâlâ hizmet veren birşapeldi ve Aziz Markos'un kemiklerinin yanındadüzenli ayinler yapılıyordu.

Sienna, "Galiba, doğal ışık görüyorum!" diyefısüdadı.

Bu nasıl mümkün olabilir? Langdon bu kutsalyeraltı mahzenine yaptığı önceki ziyaretlerinihatırlamaya çalışırken, Sienna'nm büyük ihtimallelux eternayı, mahzenin ortasındaki AzizMarkos'un mezarım aydınlatan elektrik ışığınıgördüğünü düşündü. Yukarıdan yaklaşan ayaksesleri yüzünden fazla düşünmeye vakti yoktu.Kıpırdatmamaya dikkat ederek kordonunüzerinden atladı ve kavisi hissetmek için avucunu

kabaca yontulmuş taş duvara koyarak aşağıinmeye başladı.

Sienna merdivenlerin aşağısında onu bekliyordu.Arkasındaki mahzen, karanlıkta belli belirsizgörünüyordu. Eski sütunlar ve tuğla kemerlerindesteklediği alçak taş tavam olan bir yeraltıbölmesiydi. Kapak alan korkusu depreşenLangdon, bazilikanın tüm ağırlığım busütunlar taşıyor, diye düşündü.

Güzel yüzü ışıkta hafifçe aydınlanmış olanSienna, "Sana söylemiştim/' diye fısıldayarakduvarda, yukanda duran küçük, kemerlidestekleri gösterdi

Langdon, aydınlık bacaları, diye düşündü,orada olduklarını unutmuştu. Bacalar mahzeneışık ve temiz hava girmesini sağlamak içintasarlanmıştı ve yukarıdaki San Marco

Meydanı'ndan aşağı inen derin hava bacalarınaaçılıyorlardı. Pencere camı birbirine kenetlenmişon beş daireden oluşan dar bir ferforje desenlesağlamlaştırılmıştı ve Langdon içeridenaçılabileceklerini düşünse de omuz genişliğindeve içinden geçilemeyecek kadar dardüar.Pencereden hava bacasına çıkmayı başarsalarbile bacaları tırmanmaları mümkün olmayacaktı,çünkü üç metre derinliğindeki bacalar tepedeağır güvenlik kafesleriyle kapatılmışlardı.

Aydınlık bacalarından süzülen loş ışıkta SanMarco'nun mahzeni ay ışığı vurmuş bir ormanabenziyordu; ağaç gövdesine benzeyen sütunlarınzemine vuran uzun kasvetli gölgeleri ortama sıkbir ormanlık havası veriyordu. Langdonmahzenin ortasına, Aziz Markos'un mezarınıaydınlatan ışığa baktı. Bazilikanın adaşı, sunağınarkasındaki taş mezarda yatıyordu. Sunağın

önünde Venedik'in Hıristiyan âleminin kalbindeibadet etmeleri için davet edilen şanslı kişilereayrılmış kilise sıraları duruyordu.

Langdon'm yamnda aniden hafif bir ışık yandı veLangdon dönüp bakınca Sienna'nın elindeFerris'in ekranı aydınlanmış telefonunu gördü.

Langdon şaşırmıştı. "Ferris şarjının bittiğinisöylemişti!"

Bir şeyler yazmakta olan Sienna, "Yalansöyledi," dedi. "Birçok konuda." Kaşlarımçatarak telefona bakarken başmı iki yana salladı."Sinyal yok. Belki, Enrico Dandolo'nun mezarınınyerini bulabilirim diye düşünmüştüm." Aydınlıkbacasının yanma gidip cep telefonunu camadoğru kaldırarak sinyal almaya çalıştı.

Kaçmak zorunda kalmadan önce dükayı

düşünme fırsatı olmayan Langdon, EnricoDandolo, diye içinden geçirdi. İçindebulundukları duruma rağmen, San Marcoziyaretleri amacına ulaşmıştı; atların kafalarımkesen... ve körlerin kemiklerini çıkartan haindükamn kimliğini ortaya çıkarmışlardı.

Ne yazık ki Langdon, Enrico Dandolo'nunmezarının nerede olduğunu bilmiyordu, EttoreVio'nun da bilmediği çok açıktı. Bubazilikanın... ve büyük ihtimalle DükalarSarayı'mn da her santimini biliyor. Ettore'nin,Dandolo'nun mezarının yerini hemen tespitedememiş olması Langdon'a mezarın San Marcoveya Dükalar Sarayı yakınlarında olmadığımdüşündürüyordu.

Peki, nerede?

Langdon aydınlık bacalarından birinin altınataşıdığı kilise sırasının üzerine çıkmış olanSienna'ya baktı. Pencereyi açıp Ferris'intelefonunu hava borusuna doğru tutuyordu.

San Marco Meydam'ndan gelen sesler aşağıyadolunca Langdon buradan belki de bir çıkışolabileceğini düşündü. Kilise sıralarının arkasındabir sıra katlanır sandalye duruyordu ve Langdoniçlerinden birini aydınlık bacasma doğ'rukaldırabileceğini düşündü. Belki, yukarıdakiızgaralar da içeriden açılıyordur?

Langdon karanlıkta Sienna'ya doğru yürüdü.Birkaç adım atmıştı ki, alnına inen güçlü birdarbeyle geriye doğru sendeledi. Dizleri üzerinedüşerken bir an için saldırıya uğradığım düşündü.Böyle olmadığını fark edince, bir seksenlikbedeninin bin yıl önceki ortalama insan boyuna

göre yapılmış tonozların boyunu geçtiğini hesabakatmadığı için kendine kızdı.

Sert taş zeminde diz çökmüş kendine gelmeyeçalışırken yerdeki yazıyı fark etti.

Sanctus Marcus.

Uzun uzun yazıya baktı. Yazıda dikkati çeken,Aziz Mar-kos'un ismi değil, ismin yazıldığı dildi.

Latince.

Modern İtalyancayla geçen uzun bir gündensonra Langdon, Aziz Markos'un isminin Latinceyazıldığını görünce birden algı-layamamıştı. Yazı,unutulmuş dilin, Aziz Markos öldüğü zamanRoma İmparatorluğu'nun konuştuğu ortak dilolduğunu ona hatırlatmıştı.

Sonra, akima bir şey daha geldi.

On üçüncü yüzyılın başlarında, Enrico Dandolozamanında ve Dördüncü Haçlı Seferi sırasında,gücün dili hâlâ Latinceydi. Konstantinopolis'i gerialarak Roma İmparatorluğu'na büyük bir zaferkazandıran Venedikli düka asla Enrico Dandoloadı altında gömülemezdi... Bu yüzden Latinceismi kullanılmıştı.

Henricus Dandolo.

Ve bununla birlikte, uzun zamandır unuttuğu birgörüntü gözünün önünde canlandı. Vahiy,şapelde diz çökmüşken gelse de, Tanrı'dangeldiğini hiç sanmıyordu. Gördüğü bir işaretbeyninin birden bağlantı kurmasını sağlamıştı.Langdon'm hafızasının derinliklerinden gelengörüntü... gösterişli bir çini zemine gömülmüşolan yıpranmış bir mermerin üzerine yazılmış

Dandolo'nun Latince ismiydi.

Henricus Dandolo.

Langdon, dükanm mezarının sade taş levhasınıhayal ederken nefes almakta zorlandı. Benoraya gittim. Tam olarak şiirde söylen-

417

Cehennem / F: 27

diği gibi, Enrico Dandolo gerçekten de altınyaldızlı bir müzeye gömülmüştü. Burası,gerçekten de kutsal bilgelik tnouseioriuydu amaSan Marco Bazilikası değildi.

Langdon gerçeği kavrarken yavaşça ayağa

kalktı.

Sienna aydınlık bacasından aşağı inip ona doğrugelirken, "Sinyal alamıyorum," dedi.

Langdon güçlükle, "Sinyale ihtiyacın yok,"diyebildi. "Kutsal bilgeliğin yaldızlımouseion’u..." derin bir nefes aldı. "Ben... hatayapmışım."

Sienna'nın rengi soldu. "Sedan, bana yanlışmüzede olduğumuzu söyleme."

Kendini kötü hisseden Langdon, "Sienna," diyefısıldadı. "Biz yanlış ülkedeyiz."

San Marco Meydanı'nda, Venedik maskelerisatan Çingene kadın mola vermiş, bazilikanın dışduvarma yaslanıyordu. Her zamanki gibi ağıreşyalarım bırakıp güneşin batışım

seyredebüeceği en sevdiği yere geçmişti:kaldırımdaki iki metal

s

ızgara arasındaki küçük bir niş.

Geçen yıllar içinde San Marco Meydanı'nda pekçok şeye şahit olmuştu ama şu anda dikkatiniçeken garip olay, meydanın üstünde değil,altında cereyan ediyordu. Ayaklarının altmdangelen ani sesle şaşıran kadm ızgaradan,aşağıdaki üç metre derinliğindeki dar aydınlıkbacasına baktı. En alttaki pencere açıktı; bacanınzemininde itilen, katlanır bir sandalyeninsürtünme sesini duyuyordu.

Sandalyenin arkasmdan gelen atkuyruklu, sarışıngüzel bir kadının, yukarı doğru kaldırıldığınıgördü. Pencereden geçip yukarıdaki açıklığa

tırmanacakti.

Sarışın kadm, ayağa kalkıp da yukarı baktığında,ızgaradan aşağı bakan Çingene kadım görünceşaşırdı. Sarışın kadın parmağım dudaklarmagötürüp dişlerini göstermeden gülümsedi. Sonrasandalyeyi açıp üzerine çıktı ve ızgaraya uzandı.

Çingene, kısa kaldın, diye düşündü. Hem neyapıyorsun?

Sarışın kadın sandalyeden indi ve aşağıdakibiriyle konuştu. Dar bacanın içinde sandalyeninyanında kıpırdayacak yeri

kalmamasına rağmen yana doğru kaydı ve şık birtakım elbise giymiş, koyu renk saçlı, uzun boyluikinci bir kişi, kendini bazilikanın bodrumundanyukarı çekip dar bacaya çıktı.

O da yukarı bakıp demir ızgaranın ardmdakiÇingene'yle göz göze geldi. Sonra bacaklarımacayip bir biçimde bükerek, sarışın kadınla yerdeğiştirdi ve eğreti sandalyenin üstüne çıktı.Parmak ucuna kalkarak ellerini ızgaraya dayayıpyukarı doğru itti. Izgara bir iki santimkımıldadıktan sonra yerine bırakmak zorundakaldı.

Sarışın kadın Çingene'ye, "Puö dar d unamano?" diye seslendi.

Yardım eder miyim, diye düşünen Çingene'ninbu işe bulaşmaya hiç niyeti yoktu. Siz neyapıyorsunuz?

Sarışın kadm bir erkek cüzdanı çıkanp içindenaldığı yüz euroluk banknotu teklif eder gibisalladı. Satıcının üç günlük kazancmdan fazlaydı.

Pazarlık yapmaya yabancı olmayan kadm başınıiki yana sallayıp iki parmağını havaya kaldırdı.Sarışın kadm ikinci banknotu gösterdi.

Talihine inanamayan Çingene, istemese de başımevet anlamında salladı. Fark edilmeden eğilipızgarayı tutarken aynı anda hareket edebümekiçin adamır ı gözlerinin içine baktı.

Adam yeniden iterken, 'Çingene yıllarca eşyataşımaktan güçlenen kollarıyla ızgarayı y/ukançekti... ve ızgara yarıya kadar yukarı kalktı. Tambaşardıkl arını düşünürken, aşağıdan gürültülü birçarpma sesi yükseldi.. Katlanır sandalyeayağının altından yok olurken adam da baca daniçeri doğru düşerek gözden kayboldu.

Demir ızgara ağırlaşınca düşüreceğini sandı amaiki yüz euro vaadi ona güç vermişti, bu yüzdenızgarayı bazilikanın yan tarafına gürültülü bir

şekilde bırakmayı başardı.

Nefes nefese kalan Çingene bacadan aşağı,birbirine dolanmış vücutlara ve kırık sandalyeyebaktı. Adam ayağa kalkıp silkinirken, Çingeneparayı almak için elini aşağı uzattı.

Atkuyruklu kadm müteşekkir olmuş bir ifadeylegülümsedi ve iki banknotu başının üstündesalladı. Çingene aşağı uzandı ama çok mesafevardı.

Parayı adama ver.

Birden aşağıdan gelen kargaşa sesleri duydu;öfkeli birileri bazilikanın içinde bağırıyordu.Adam ve kadın aynı anda korkuyla dönerekpencereden uzaklaştı.

Ardından, her şey kaosa dönüştü.

İdareyi ele alan adam eğilip sarışın kadına,elleriyle oluşturduğu üzengiye basması emriniverdi. Kadın basınca adam onu yukarı itti. Kadınelleri boşta kalsın diye dişlerinin arasınasıkıştırdığı banknotlarla, bacanın yan tarafınadoğru sekerek kenara uzanmaya çalıştı.Parmaklan kenar kısma tutununcaya kadar adamdaha yukarı... daha yukan itti.

Büyük bir gayret göstererek yüzme havuzundançıkıyormuş gibi kendini meydana çekti. ParayıÇingene'nin eline sıkıştırıp hemen arkasmı döndüve bacanın kenarında çömelip aşağıdaki adamauzandı.

Çok geç kalmıştı.

Siyahlar giyinmiş uzun, güçlü kollar, aç bircanavann kollan gibi bacadan içeri uzanıyor,adamı bacaklarından yakalayarak aşağıya doğru

çekiyorlardı.

Onlarla mücadele eden adam, "Kaç Sienna!"diye bağırdı. "Hemen!"

Çingene onların acılı bir ifadeyle bakıştıklarınıgördü... sonra her şey sona erdi.

Adam sert bir şekilde pencereden aşağı,bazilikanın içine doğru çekildi.

Şok içinde aşağı bakan sarışın kadının gözleriyaşlarla dolmuştu. "Çok üzgünüm Robert," diyefısıldadı. Kısa bir an sustuktan sonra ekledi. "Herşey için."

Daha sonra, hızla kalabalığın arasına daldı.Merceria deH'OroIogio'nun dar ara sokağındakoşup, Venedik'in kalbine doğru gözdenkaybolurken atkuyruğu arkasından sallanıyordu.

Robert Langdon dalga sesleriyle kendine geldi.Tuzlu deniz havasıyla karışmış antiseptiğin keskinkokusunu içine çekerken altındaki yerinsallandığım hissetti.

Neredeyim?

Ona göre, sadece birkaç dakika önce onuaydınlık bacasmdan mahzene doğru çeken güçlüellere karşı mücadele veriyordu. Şimdiyse tuhafbir şekilde, altında San Marco'nun zeminininsoğukluğunu değil, bir yatağm yumuşaklığımhissediyordu.

Langdon gözlerini açıp etrafına bakındı, bir tekpenceresi olan küçük, temiz bir odaydı.Sallanmaya devam ediyordu.

Bir teknede miyim?

En son öfkeyle, "Kaçmaya çalışmaktan vazgeç!"diye bağıran siyah üniformalı askerlerden biritarafmdan mahzenin zeminine çakıldığımhatırlıyordu.

Çılgınlar gibi bağırıp yardım isterken askerler onususturmaya çalışmışlardı.

Askerlerden biri diğerine, "Onu buradançıkarmalıyız," demişti.

Ortağı isteksizce başıyla onaylamıştı. 'Tamam."

Langdon güçlü parmak uçlarının boynundakiatardamarları ve toplardamarları yokladığınıhissetti. Sonra, şahdamarmm üzerinde belirli birnoktayı hedefleyen parmaklar sert ve odaklı

bir baskı uygulamaya başladı. Saniyeler içindeLangdon'm görüşü bulanıklaştı ve kendinden

geçtiğini hissetti

Langdon, beni öldürüyorlar, diye düşündü. AzizMarkos'un mezarının hemen yanında.

Her yanı karanlık basmıştı ama eksik gibiydi...daha çok bulanık görüntüler ve boğuk seslerdenoluşan bir griliğe benziyordu.

Langdon ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorduama dünyası yeniden netleşmeye başlamıştı.Anlayabildiği kadarıyla bir geminin revirindeydi.Steril eşyalar ve izopropil alkol onda bir dejavulussi uyandırıyordu. Sanki dönüp dolaşıp aymnoktaya gelmiş ve geçen geceki gibi bir hastaneyatağında belli belirsiz anılarla uyanmıştı.

Langdon birden Sienna'yı ve onun güvende olupolmadığım merak etti. Pişmanlık ve korku dolukahverengi gözlerinin sevecen bir ifadeyle

kendisine bakışını hatırladı. Onun kaçmış vegüvenli bir şekilde Venedik'ten ayrılmış olmasıiçin dua etti.

Langdon, Enrico Dandolo'nun mezarının gerçekyerini çözdüğünde şok içinde ona, "Biz yanlışülkedeyiz" demişti Şiirdeki gizemli kutsal bilgelikmouseion'u Venedik'te değil, dünyanın başka birköşesindeydi. Şifreli şiirin anlamı; tam olarakDante'nin metninde yazdığı gibi, "bu garipdizelerin örtüsü altında gizlenen" cümlesininaltında saklıydı.

Langdon mahzenden kaçar kaçmaz Sienna'yaher şeyi açıklamak niyetindeydi ama buna fırsatıolmamıştı.

Benim başarısız olduğumu düşünerek ayrıldı.

Langdon midesinin düğümlendiğini hissetti.

Salgın hâlâ orada... dünyanın başka birköşesinde.

Revirin dışında, koridorda bot sesleri duyuldu vesiyah kıyafetli bir adamm odasına girdiğini gördü.Onu mahzenin zeminine yapıştıran kaslı askerdiBuz gibi soğuk bakışları vardı. Adam ona doğruyaklaşırken Langdon içgüdüsel olarak geriçekilmek istedi ama kaçacak yer yoktu. Buinsanlar bam ne yapmak istiyorlarsayapacaklar.

Langdon elinden geldiği kadar meydan okuyanbir ses tonu takınmaya çalışarak, "Neredeyim?"diye sordu.

"Venedik açıklarında bir yatta."

Langdon adamın üniformasındaki yeşil rozetebaktı; ECDC harfleriyle çevrelenmiş bir

yerküreydi. Langdon sembolü ve ak-ronimi dahaönce hiç görmemişti.

Asker, "Sizden almak istediğimiz bilgiler var,"dedi. "Ve fazla zamanımız yok."

Langdon, 'Size neden bir şey anlatayım?" dedi."Neredeyse beni öldürüvc rdunuz."

"Pek say anaz. Shime waza denilen bir judotekniği kullandık. Size zarar v< mek gibi birniyetimiz yoktu."

Langdcn , Sienna'nın motosikletinin tamponunaisabet eden kurşunu h ınrlayarak, "Bu sabahbana ateş ettiniz'." dedi. "Kurşun neredeyr ebelkemiğime isabet ediyordu!"

Adı ımm gözleri kısıldı. "Eğer belkemiğinizeisabet ettirmek isteseydim, ettirirdim. Kaçmanızı

engellemek için mopetinizin arka tekerleğine ateşettim. Sizinle iletişime geçip neden bu kadardengesiz davrandığınızı öğrenmem emredilmişti."

Langdon adamın söylediklerini tam olarakkavrayamadan iki asker daha kapıdan içeri giripyatağına doğru yürüdüler.

Ortalarında bir kadın vardı.

Bir hayalet.

Göklere ve başka bir dünyaya ait.

Langdon halüsinasyonlarmda gördüğü hayalihemen tanıdı. Karşısmda duran güzel kadınınuzun gümüş rengi saçları w lapis lazuli nazarlığıvardı. Daha önce ölmekte olan insanlarla dolu birmanzaranın karşısında belirdiği için Langdon'monun gerçekten kanlı canlı bir şekilde karşısında

durduğuna inanması için biraz zamana ihtiyacıvardı.

Kadın onun başucuna gelip yorgun bir ifadeylegülümseyerek, "Profesör Langdon," dedi. "İyiolmanıza çok sevindim." Oturup nabzını kontroletti. "Hafıza kaybı yaşadığınız söylendi. Benihatırlıyor musunuz?"

Langdon bir süre kadını inceledi. "Ben... bensizinle ilgili hayaller görüyordum ama tanıştığımızıhatırlamıyorum."

Kadm anlayışlı bir ifadeyle ona doğru eğildi."Adım Elizabeth Sinskey. Dünya SağlıkÖrgütü'nün direktörüyüm. Bana yardımcıolmanız için ortak bir çalışma yapıyorduk, şeyibulmak için..."

Langdon, "Salgını," dedi. "Bertrand Zobrist'in

yarattığı salgını."

Sinskey hatırladığını düşünerek hevesle başmısalladı. "Hatırlıyor musunuz?"

"Hayır, bir hastane odasında küçük bir projektörve sizin bana arayıp bulmamı söyleyenhayalinizle uyandım." Langdon askerlerigösterdi. "Bu adamlar beni öldürmeyekalkışmadan önce yapmaya çalıştığım şeybuydu."

Kaslı olan asker diklenip karşılık vermeyehazırlandı ama Elizabeth Sinskey bir elhareketiyle onu susturdu.

Yumuşak bir sesle, "Profesör," dedi. "Kafanızınkarışık olduğuna eminim. Sizi bu işe bulaştırankişi olarak yaşananlar yüzünden çok üzgünüm vegüvende olduğunuza çok memnunum."

Langdon, "Güvende mi?" diye karşılık verdi. "Birgemide tutsağım!" Ve sen del

Gümüş saçlı kadm anlayışlı bir ifadeyle başmısalladı. "Hafıza kaybınız yüzünden birazdananlatacaklarım aklınızı biraz karıştırabilir.Bununla birlikte, zamanımız kısıtlı ve birçokinsanın yardımınıza ihtiyacı var."

Sinskey sanki devam etmekte tereddütediyormuş gibi duraksadı. "Öncelikle," diye sözebaşladı. "Ajan Brüder ve ekibinin size asla zararvermek istemediğini bilmenizi istiyorum. Sizinleyeniden iletişim kurmak için ne gerekiyorsayapmaları emredilmişti."

"Yeniden iletişim kurmak mı? Ben..."

"Lütfen profesör, sadece dinleyin. Her şeyianlayacaksınız. Söz veriyorum."

Langdon revir yatağında arkasma yaslandı. Dr.Sinskey anlatmaya devam ederken kafasındabirtakım düşünceler dönüp duruyordu.

"Ajan Brüder ve adamları Teftiş ve TepkiDesteği isimli bir ekipten. Avrupa HastalıkÖnleme ve Kontrol Merkezi'nin himayesi altındaçalışıyorlar."

Langdon adamların üniformaları üzerindekiECDC rozetlerine baktı. Avrupa HastalıkÖnleme ve Kontrol Merkezi mi?

Sinskey devam etti. "Ekibin uzmanlık alanıbulaşıcı hastalık tehditlerini ortaya çıkarıp kontrolaltına almak. Aslında onlar, akut, geniş çaplısağlık risklerini hafifleten bir SWAT ekibi.Zobrist'in yarattığı bulaşıcı hastalığın yerini tespitetmek için tek umudum sizdiniz ve siz ortadankaybolunca, Teftiş ve Tepki Desteği'nden sizi

bulmalarını istedim... Bana destek olmaları içinonlan Horansa'ya ben çağırdım."

Langdon şaşkınlık içindeydi. "Bu askerler siziniçin mi çalışıyorlar?"

Sinskey başını sallayarak onayladı. "ECDCdenkısa bir süreliğine ödünç aldım. Dün akşam sizortadan kaybolup bizi aramayınca başınıza birşey geldiğini düşündük. Bu sabah teknik destekekibimiz Harvard e-posta hesabınızı kontrolettiğinizi gördü ve ancak o zaman hayattaolduğunuzu anladık. O sırada, tuhaf davranışınızagetirebildiğimiz tek açıklama, taraf değiştirdiğinizoldu... başka birinin bulaşıcı hastalığın yerinibulmanız için size daha büyük paralar teklifettiğini düşündük."

Langdon başını iki yana salladı. "Bu çok saçma!"

"Evet, bu olası bir senaryo gibi görünmüyorduama mantıklı olan tek açıklamaydı ve çıta bukadar yüksekken risk alamazdık. Tabii ki, hafızakaybı yaşadığınız aklımıza hiç gelmedi. Teknikekibimiz Harvard e-posta hesabınızın birdenetkinleştiğini görünce bilgisayarın IP adresinitakip ederek Floransa'daki daireyi bulduk veharekete geçtik. Ama siz bir kadınla birlikte birmo-pedin üzerinde kaçtınız ve bu da sizin başkabiri için çalışüğınız hakkmdaki şüphelerimiziartırdı."

Langdon, "Sizin yanınızdan geçtik!" dedi. Nefesitıkanmıştı. "Sizi, yanınızda askerlerle birliktesiyah bir minibüsün arkasında gördüm. Sizitutsak aldıklarım sandım. Kendinizdengeçmiştiniz, uyuşturulmuş gibiydiniz."

Dr. Sinskey, "Bizi gördünüz mü?" dedi. Şaşırmış

gibiydi. "Haklısınız... bana ilaç vermişlerdi."Duraksadı. "Ama ben onlara bunu yapmalarınısöylediğim için."

Langdon'm aklı iyice karışmıştı. Kendisiniuyuşturmalarını mı istemiş?

Sinskey açıklamaya devam etti. "Bunuhatırlamıyor olabilirsiniz, ama C-130 uçağımızFloransa'ya indiğinde basmç değişti ve içkulaktakristal kopması olarak bilinen rahatsızlığıyaşadım; geçmişten beri yaşadığım güçtendüşüren bir içkulak rahatsızlığı. Ciddi olmayangeçici bir şey ama kurbanlarını başlarınıkaldıramayacak kadar sersemletiyor ve midebulantısı yapıyor. Normalde yatağa yatar, yoğunmide bulantısına katlanmaya çalışırım amaZobrist kriziyle uğraşıyoruz ve bu yüzdenkendime kusmamı engelleyecek saat başı yapılan

metoklopramid iğneleri yazdım. İlacın, yoğunuyku hali gibi ciddi yan etkileri var ama enazından minibüsün arkasından telefonlaoperasyonu yönetmemi sağladı. TTD ekibi benihastaneye götürmek istedi ama seni ele geçirmegörevini başarıyla tamamlamadan önce bunuyapmamalarım istedim. Neyse ki baş dönmesiVenedik'e yaptığım uçak yolculuğunda geçti."

Langdon yatağın içinde kendini bıraktı. Bütüngün Dünya Sağlık Örgütü'nden, yani ortak işyaptığım insanlardan kaçtım.

Sinskey aceleci bir ses tonuyla, "Şimdi,odaklanmalıyız profesör," dedi. "Zobrist'insalgınının... nerede olduğunu biliyor musun?"Beklenti içinde ona bakıyordu. "Çok azzamanımız var."

Langdon, uzakta bir yer, demek istedi ama birşey onu durdurdu. Brüder'e, bu sabah kendisineateş eden ve kısa bir süre önce neredeyseboğacak olan adama baktı. Langdon'm altındakiyer o kadar hızlı değişiyordu ki, artık kimeinanacağım bilmiyordu.

Sinskey gergin bir ifadeyle ona doğru eğildi."Salgının burada, Venedik'te olduğunudüşünüyoruz. Bu doğru mu? Bize neredeolduğunu söyleyin ve ben de kıyıya bir ekipgöndereyim."

Langdon tereddüt içindeydi.

Brüder sabırsızlıkla, "Efendim!" diye seslendi."Bir şey bildiğiniz çok açık... bize neredeolduğunu söyleyin! Neler olabileceğini anlamıyormusunuz?"

"Ajan Brüder!" Sinskey öfkeyle adama dönerek,"Yeter," dedi. Sonra, Langdon'a dönüp alçaksesle konuşmaya başladı. "Yaşadıklarınızdüşünüldüğünde, kafanızın karışık olması ve kimegüveneceğinizi bilememeniz gayet normal."Durup gözlerinin içine baktı. "Ama zamanımızkısıtlı ve sizden bana güvenmenizi ricaediyorum."

Yeni bir ses, "Langdon ayağa kalkabilir mi?" diyesordu.

Ufak tefek, bakımk, yanık tenli bir adam kapıdaduruyordu. Langdon'ı çalışılmış bir sakinlikleinceliyordu ama Langdon onun gözlerindekitehlikeyi gördü.

Sinskey, Langdon'a kalkmasını işaret etti."Profesör, bu normal şartlarda işbirliği yapmayıtercih etmeyeceğim bir kişi, ama durum o kadar

ciddi ki, maalesef başka bir seçeneğimiz yok."

Langdon bacaklarını yatağın kenarından aşağısarkıtıp ayağa kalktı. Bir süre öylece durupdengesini sağlamaya çalıştı.

Adam kapıyı göstererek, "Beni izle," dedi."Görmen gereken bir şey var."

Langdon olduğu yerde kaldı. "Sen kimsin?"

"İsimlerin bir önemi yok. Bana Amir diyebilirsin.Üzülerek söylemeliyim ki, Bertrand Zobrist'inamacına ulaşmasma yardım etme hatasınıyapmış bir örgütün başındayım. Şimdi de çok geçolmadan bu hatayı telafi etmeye çalışıyorum."

Langdon, "Bana ne göstermek istiyorsun?" diyesordu.

Adam, Langdon'm gözlerinin içine baktı."Hepimizin aynı tarafta olduğunu sanakanıtlayacak bir şey."

angdon geminin güverte altındaki klostrofobikkoridorlar

labirentinde, ardında Dr. Sinskey ve ECDCaskerleriyle

esmer tenli adamın peşinden gidiyordu. Birmerdivene yaklaştıklarında gün ışığına doğruyukarı çıkacaklarını umdu ama tam aksinegeminin daha da aşağılarına indiler.

Şimdi rehberleri onları, geminin iyiceaşağılarındaki camlı bölmelerden oluşan birçalışma alanından geçiriyordu. Bazılarının şeffaf,

bazılarının mat camlan vardı. Bu ses geçirmezodalann içindeki çalışanlar bilgisayar klavyelerinituşluyor, telefonda konuşuyorlardı. Başımkaldırıp, geçen grubu fark edenler, geminin butarafında yabancı gördükleri için ciddi birendişeye kapılmışa benziyorlardı. Esmer tenliadam onlara her şeyin yolunda olduğunu anlatırbir el işareti yaptıktan sonra yürümeye devametti.

Langdon bu sıkışık nizam çalışma alanındangeçerken, bu yer de neresi, diye düşündü.

Sonunda ev sahibi büyük bir konferans salonunagelmişti, hep birlikte peşinden girdiler. Grupotururken adam bir düğmeye bastı ve camduvarlar aniden tıslayıp matlaşırken onları içerikilitledi. Daha önce hiç böyle bir şey görmemişolan Langdon şaşırmıştı.

Langdon sonunda, "Neredeyiz?" diyebildi.

"Burası benim gemim; The Mendadum."

Langdon, "Mendadum mu?" diye sordu."Yunanca ismi Pseu-dologos olan yalan tanrısıgibi mi?"

Adam etkilenmişe benziyordu. "Bunu bilen pekyoktur."

Langdon, ama çok da onurlandırıcı bir isimsayılmaz, diye düşündü. Tüm pseudologoi'ahükmeden Mendacium, yalan ve sahtekârlıkkonusunda usta bir erkek tamıydı.

Adam, küçük bir kırmızı harici bellek çıkanpodanm arkasındaki elektronik cihazlardan birinetaktı. Dev bir LCD ekran açılırken, başlarınınüstündeki ışıklar karardı.

Bu sessizlikte Langdon, hafifçe dalgalanan susesleri duydu. Bunun ilkönce geminin dışındangeldiğini sandı ama sonra sesin, LCD ekrandakihoparlörlerden yükseldiğini anladı. Yavaşça birgörüntü belirdi: dalgah, kırmızımsı bir ışıklaaydınlatılmış, su damlayan bir mağara duvarı.

Ev sahibi, "Bu görüntüleri Bertrand Zobristkaydetmiş/' dedi "Benden bunu yarın tümdünyaya göndermemi istedi."

Langdon hayret dolu bir sessizlik içinde bu garipkaydı izledi. Hafifçe dalgalanan bir lagününbulunduğu mağaramsı bir yerde... suyun içinedaldırılan kamera... kum ve çamur kaplı birzemine inerek üzerinde BURADA, BUTARİHTE, DÜNYA SONSUZA KADARDEĞİŞTİ yazan bir levhayı gösteriyordu.

Levha, BERTRAND ZOBRİST diye

imzalanmıştı.

Ve tarih yarını gösteriyordu.

Tanrım! Langdon karanlıkta Sinskey'ye döndüama filmi daha önce gördüğü ve bir daha izlemekistemediği anlaşılan doktor, boş gözlerle yerebakıyordu.

Şimdi kamera sağa kaymıştı. Langdon, içindesarı-kahverengi jölemsi bir sıvı bulunan, şeffafplastikten bir baloncuğun suyun altındadalgalandığını görünce şaşırdı. Bu narin küre,yüzeye çıkmaması için iple yere bağlanmıştı.

Bu da ne? Langdon şişirilmiş torbaya dikkatlebaktı. İçindeki sıvı yavaşça dönüyor... hattaadeta kaynıyordu.

Ne olduğunu anlayınca nefesi kesildi. Zobrist'in

yayacağı salgın.

Sinskey, "Kaydı durdurun," dedi.

Görüntü dondu. Suyun altmda yükselen birtorbanın içinde, bulanık bir sıvı duruyordu..

Sinskey, "Sanırım ne olduğunu anlamışsınızdır,"dedi. "Asıl sorun, orada ne kadar kalacağı?"LCD ekrana doğru yürüdü ve şeffaf torbadakibir işareti gösterdi. "Maalesef, bu bize torbanınneden yapıldığını söylüyor. Okuyabiliyormusunuz?"

Nabzı hızlanan Langdon gözlerini kısarak yazıyabaktı. Üreticinin ticari markasına benziyordu:Solublon.®

Sinskey, "Dünyanın en büyük suda çözünürplastik üreticisi," dedi.

Langdon midesinin düğümlendiğini hissetti. "Butorbanın... çözündüğünü mü söylüyorsunuz?"

Sinskey ciddi bir ifadeyle başmı salladı."Üreticiyle temasa geçtik ve ne yazık ki, buplastikten, uygulama alanma bağlı olarak, ondakikadan on haftaya kadar değişen onlarcafarklı çeşit ürettiklerini öğrendik. Erime hızısıvının türüne ve sıcaklığa bağlı olarak farklılıkgösteriyor ama Zobrist'in bu etkenleri dikkatealdığına eminiz." Sustu. "Bu torbanın çözüneceğizaman..."

Amir araya girerek, "Yarın," dedi. "Zobrist'intakviminde işaretlediği tarih yarın. Levhanmüzerindeki tarih de öyle."

Langdon'ın nutku tutulmuştu.

Sinskey, "Ona devamını da göster/' dedi.

LCD ekrandaki görüntü yenilendi. Kamera şimdiparıldayan suları ve mağaranm karanlığınıgösteriyordu. Langdon, buranın şiirde bahsigeçen yer olduğuna emindi.

Kan kırmızısı sularına gömülmüştür lagünün

ki yansıtmaz yıldızlan...

Sahnede Dante'nin cehennem hayalindengörüntüler vardı... yeraltında akan KokytosNehri.

Bu lagün her neredeyse, insan yapımı dik,yosunlu duvarlarla çevrilmişti. Ayrıca kameranınbu büyük mekânın sadece küçük bir köşesinigösterdiğini fark etmişti; duvardaki belli belirsizdikey gölgeler bu düşünceyi destekliyordu.Kolonları andıran gölgeler geniş ve eşitaralıklıydı.

Langdon içinden, sütunlar, diye geçirdi.

Bu mağaranın tavam sütunlarla destekleniyordu.

Lagün bir mağaranın içinde değil, kapalı birmekânın içindeydi.

Batık sarayın derinliklerine in...

Tek kelime etmeye fırsat bulamadan, dikkatiduvarda beliren yeni bir gölgeye kaydı... uzun vegagalı burnuyla insanımsı bir şekil.

Yüce Tanrım...

Şimdi gölge, boğuk sesle fısıldayarak ürkütücübir şiirsel ritimle konuşmaya başlamıştı.

"Ben sizin kurtuluşunuzum. Ben Gölge'yim."

Bundan sonraki birkaç dakika boyunca Langdonhayatındaki en korkunç filmi izledi. Zobrist'inmonologunda, çıldırmış bir dâhinin deli saçmasısözleri, Dante'nin Cehennem'inden alıntılarladoldurulmuştu. Çok açık bir mesaj taşıyordu:nüfus artışı kontrol dışına çıkmıştı veinsanoğlunun hayatta kalıp kalamayacağı belirsizbir durumdaydı.

Ekrandaki monoton ses konuşmaya başladı.

"Hiçbir şey yapmamak; sıkışıp kalarak, açlıkçekerek, günah içinde yuvarlanarak Dante'nincehennemine kucak açmaktır. Ve ben decesaretle eyleme geçtim. Kimileri dehşetlebakacaktır ama kurtuluşun bir bedeli vardır.Dünya bir gün fedakârlığımın güzelliğinikavrayacaktır. Çünkü ben sizin kurtuluşunuzum.Ben Gölge'yim. Ben insanlık sonrası çağının

kapışıyım."

Zobrist aniden veba hekimi kılığında belirip sonrada maskesini çıkartırken Langdon irkilerek geriçekildi. Zayıf ve kocaman açılmış yeşil gözlerebakarken, bu krize sebep olan adamın yüzünebaktığım fark etti.

Zobrist ilham perim dediği birisine olan sevgisiniitiraf ediyordu.

"Geleceği senin zarif ellerinde terk ettiğimibilerek huzur bulacağım. Aşağıdaki görevimtamamlandı. Artık, benim için yukarıdakidünyaya tırmanma ve yeniden görme vaktimgeldi yıldızları."

Kayıt sona ererken Langdon, Zobrist'in sonsözlerinin Dante'nin Cehennem'indeki sonsözlerle neredeyse aynı olduğunu fark etti.

Konferans salonunun karanlığında, gün boyuncayaşadıklarının tek bir korkutucu gerçeklebelirginleştiğini fark etti.

Bertrand Zobrist'in şimdi bir yüzü ve sesi vardı.

Konferans salonunun ışıklan yandığında tümgözler cevap bekler gibi ona yönelmişti.

Ayağa kalkıp endişeli bir tavırla nazarlığınadokunan Eli-zabeth Sinskey'nin yüzünde donukbir ifade vardı. "Profesör, zamanımızın kısıtlıolduğu belli. Şimdiye dek aldığımız tek iyi haber,henüz herhangi bir patojen saptanmadığı veya birhastalığın rapor edilmediği. Bu yüzden Solublontorbanm henüz bozulmadığını tahmin ediyoruz.Ama nereye bakacağımızı bilmiyoruz.Amacımız, torba çözünmeden önce bu tehlikeyietkisiz hale getirmek. Bunu yapabilmemizin tekyolu, elbette, yerini derhal bulmak."

Şimdi ayağa kalkmış olan Ajan Brüder, dikkatleLangdon'a bakıyordu. "Zobrist'in hastalığı nereyeyerleştirdiğini öğrendiğiniz için Venedik'egeldiğinizi tahmin ediyoruz."

Korkudan gerilmiş yüzleriyle, bir mucize olmasınıbekleyen önündeki topluluğa bakan Langdon,onlara iyi bir haber verebilmeyi çok isterdi.

Langdon, "Yanlış ülkedeyiz," dedi. "Aradığımızyer buradan bin altı yüz kilometre uzakta."

Venedik Marco Polo Havalimam'na doğru yöndeğiştiren The Mendncium, manevra yaparkengeminin motorlanndan gelen sesler, adetaLangdon'm içinde yankılandı. Gemide birhengâme yaşanıyordu. Amir, ekibine emirleryağdırarak hızla dışan çıkmıştı. Elizabeth Sinskeytelefonunu eline alıp, Dünya sağlık Örgütü'nünC-130 nakil uçağı pilotlarını aramış ve

Venedik'ten hareket etmek üzere hazırbeklemelerini istemişti. Ajan Brüder, gideceklerison

433

Cehennem / F: 28

yerde uluslararası bir ekip koordine etmek içinhemen dizüstü bilgisayarının başına geçmişti.

Kilometrelerce uzakta.

Konferans salonuna dönen Amir, Brüder'e,"Venedikli yetkililerden başka bir haber geldimi?" diye sordu.

Brüder başını iki yana salladı. "Haber yok.

Arıyorlar ama Sienna Brooks ortadankaybolmuş."

Langdon biraz geç kavramıştı. Sienna'yı mıarıyorlar?

Sinskey tek fon görüşmesini bitirince konuşmayakatıldı. "Bulamıyorlar n a?"

Amir başır ı iki yana salladı. "Eğer siz de kabulederseniz, onu getirmek çin güç kullanümasmaDSÖ izin vermeli diye düşünüyorum.

Langdor ayağa fırladı. "Neden?! SinnaBrooks'un bu olanlarla ügisi yok!*'

Amir koyu renkli gözlerini Langdon'a dikti."Profesör, size Bayan Brooks'la ilgili anlatmamgereken bazı şeyler var."

Sienna Brooks, Rialto Köprüsü'nün üzerindekiturist kalabalığının arasında ilerlerken tekrarkoşmaya başladı. Fon-damenta Vin Castello'nunyürüme yolunda batıya doğru tabana kuvvetkoşuyordu.

Robert ellerinde.

Askerler Langdon'ı aydınlık bacasından mahzenedoğru çekerlerken çaresiz gözlerle kendisinebakışı aklından çıkmıyordu. Onu esir alankişilerin, bir şekilde tüm öğrendiklerini anlatmayaikna edeceklerinden hiç şüphesi yoktu.

Biz yanlış ülkedeyiz.

Daha da kötüsü, onu ele geçirenlerin Langon'adurumun içyüzünü açıklamakta hiç vakitkaybetmeyeceklerinden de emindi.

Çok üzgünüm, Robert.

Her şey için.

Lütfen anla, başka şansım yoktu.

Sienna tuhaf bir şekilde onu şimdiden özlemişti.Venedik kalabalığının arasında içine tanıdık biryalnızlığın çöktüğünü hissetti.

Bu yeni bir his değildi.

Sienna Brooks çocukluğundan beri kendini yalnızhissediyordu.

Çocukken olağanüstü bir zekâya sahip olanSienna, büyürken kendini hep yabancı birdiyardaki bir yabancı gibi

hissetmişti... Terk edilmiş bir dünyada tutsak

kalmış bir uzaylı gibiydi. Arkadaş edinmeyeçalışmıştı ama akranları onun hiç ilgisiniçekmeyen saçmalıklarla meşguldüler.Büyüklerine karşı hep saygılı olmaya çalışmıştıama çoğu yetişkin ona dünyayla ilgili en basitşeyleri bile kavrayamayan, daha da kötüsü hiçmerak etmeyen ve endişelenmeyen yaşlanmışçocuklar gibi geliyordu.

Kendimi bir hiçliğin parçası gibihissediyordum.

Ve böylece Sienna Brooks bir hayalet olmayıöğrenmişti. Bir bukalemun, kalabalığın içindeherhangi bir yüzü oynayan bir aktris olmayıöğrenmişti. Çocukluk tutkusu olan tiyatrooyunculuğunun, hayatı boyunca en büyükhayalinden, yani başka biri olma isteğindenkaynaklandığına emindi.

Normal biri olma isteği.

Shakespeare'in Bir Yaz Gecesi Rüyasındakiperformansı kendini bir şeyin parçası gibihissetmesine yardımcı olmuş, aktörler onu hiçküçümsemeden çok destekleyici davranmışlardı.Ama mutluluğu kısa sürmüş, açılış gecesisahneden inip gözleri fal taşı gibi açılmış basınmensuplarını gördüğü anda buhar olup uçmuştu.Diğer başrol oyuncuları kimsenin dikkatiniçekmeden arka kapıdan sessizce çıkıpgitmişlerdi.

Artık, onlar da ben de nefret ediyorlar.

Sienna yedi yaşma geldiğinde kendine şiddetlidepresyon teşhisi koyacak kadar çok şeyokumuştu. Ebeveynlerine bunu söylediğinde herzamanki gibi şaşırmışlardı; kızlarının tuhaflıklarınaverdikleri tepki buydu. Yine de onu bir psikiyatra

götürmeyi ihmal etmemişlerdi. Doktor, Sienna'yaonun kendisine çoktan sorduğu bir sürü şeysormuş ve amitriptilin ve klordiazepoksit karışımıbir ilaç yazmıştı.

Öfkeden çılgına dönen Sienna kanepedenfırlayarak, "Amitriptilin mi?" diye haykırmıştı."Ben daha mutlu olmak istiyorum, zombi olmakistemiyorum!"

Psikiyatr onun öfkesi karşısında soğukkanlılığınıkorumuş ve ona ikinci bir öneride bulunmuştu."Sienna ilaçları almak istemiyorsan, dahabütünsel bir yaklaşımı deneyebiliriz." Birazduraksadıktan sonra, "Kendini ve bu dünyaya aitolmadığını düşünme döngüsü içine sıkışmışsın,"demişti.

Sienna, "Bu doğru," diye karşılık vermişti."Kendimi durdurmaya çalışıyorum ama

beceremiyorum!"

Doktor sakin bir ifadeyle gülümsemişti. "Tabii kiduramazsın. İnsan aklının hiçbir şeydüşünmemesi fizyolojik olarak imkânsızdır.Ruhun duyguya ihtiyacı vardır ve ister iyi isterkötü olsun, bu duygu için yakıt aramaya devameder. Senin sorunun ona yanlış yakıtı vermen."

Sienna daha önce beyin hakkında bu kadarmekanik terimlerle konuşan birini duymamıştı.Konu çok ilgisini çekmişti. "Ona nasıl1 başka biryakıt vereceğim?"

"Beyninin odak noktasını değiştireceksin," demiştidoktor. "Şu anda, çoğunlukla kendinidüşünüyorsun. Neden uyum sağlayamadığını...ve ne gibi bir sorunun olduğunu."

Sienna tekrar, "Bu doğru," demişti. "Ama bensorunu çözmeye, uyum sağlamaya çalışıyorum.Eğer üzerinde düşünmezsem sorunu çözemem."

Doktor gülmüştü. "Bence, senin sorunun...sorununun üzerinde düşünmek." Doktor onakendine odaklanmayı bırakmasını, dikkatinietrafındaki dünyaya ve onun sorunlarınayöneltmesini önermişti.

Ve her şey böyle değişti.

Enerjisini kendisine üzülmeye değil, başkainsanlar için üzülmeye akıttı. Bir hayırseverlikhareketine girişti, evsiz barınaklarında çorbadağıttı, körlere kitap okudu. Sienna'nın yardımettiği insanlar onun farklı olduğunu fark etmedilerbile. Birinin onlarla ilgüenmesine minnettardılar.

Sienna her hafta daha çok çalışıyor, yardımına

ihtiyacı olan insanları düşünmektenuyuyamıyordu.

İnsanlar onu, "Sienna yavaşla!"diye^uyarıyorlardı. "Dünyayı kurtaramazsın!"

Ne korkunç bir laf.

Amme hizmetleri sırasmda Sienna yerel birhayırseverler grubunun birkaç üyesiyletanışmıştı. Filipinler'e yapacakları bir aylık geziyeonu da davet ettiklerinde bu fırsatın üzerineatladı.

Kırsal bölgedeki fakir balıkçılara veya çiftçilereyiyecek dağıtacaklarını hayal ediyordu. Zengindeniz yatakları ve büyüleyici ovaları olanFilipinler'in coğrafi bir güzellik harikası olduğunuokumuştu. Grup, dünyanın en yoğun nüfusluşehri olan Manila'da izdihamın arasına

karıştığında Sienna'nın şaşkınlıktan ağzı açıkkalmıştı. Bu boyutta bir yoksulluğu daha Öncehiç görmemişti.

Bir kişi nasıl bir fark yaratabilir ki?

Sienna bir kişiyi beslerken yüzlercesi üzgünifadelerle kendisine bakıyordu. Manila'da altısaat süren trafik sıkışıklığı, boğucu hava kirliliğive korkunç bir seks ticareti vardı. Seks kölelerigenellikle çocuklardı. Aileler en azındankarınlarının doyacağı avuntusuyla çocuklarınıseks tacirlerine satıyorlardı.

Çocuk fahişeler, dilenciler, kapkaççılar arasındaSienna etkisiz kaldığını hissetti. Her taraftainsanlığın ilkel hayatta kalma içgüdüsüne yenikdüştüğünü görüyordu. İnsanoğlu çaresizkaldığında... hayvanlaşıyor.

Sienna'nın şiddetli depresyonu geri döndü.Aniden insanoğlunun ne olduğunu anlamıştı;uçurumun kenarmdaki bir türdü.

Yanılmışım, diye düşündü. Dünyayıkurtaramam.

Cinnet getirerek kendini şehrin sokaklarına attı.Kendine açık bir alan bulmaya çalışırkeninsanlara çarpıyor, onları yere düşürüyordu.

İnsan eti beni boğuyor!

Koşarken gözlerin tekrar üzerine çevrildiğinihissetti. Artık uyum sağlayamıyordu. O; uzunboylu, açık tenli, sarışın, atkuy-ruklu bir kızdı.Erkekler ona çıplakmış gibi bakıyorlardı.

Bacakları sonunda iflas ettiğinde ne kadarkoştuğunun ve nereye vardığının farkında bile

değildi. Gözlerindeki yaşı ve çapağı silerken birgecekondu bölgesinde olduğunu fark etti.Barakalar bir araya getirilip tutturulmuş oluklumetal ve karton parçalarından oluşuyordu. Hertaraftan bebek ağlamaları ve insan dışkısı kokusuduyuluyordu.

Cehennem kapılarından geçtim.

Boğuk ve alaya bir ses, arkasından, "Turista!"diye seslendi. "Magkano?"m

Sienna dönüp bakınca kurtlar gibi salyalannıakıtarak kendisine doğru yaklaşmakta olan üçadam gördü. Anında tehlikede olduğunu anlayıpkaçmaya çalıştı ama hep birlikte üzerineçullandılar.

Sienna yardım çağırdı ama çığlıklarına kimse

aldırış etmedi. Sadece dört buçuk metre ileridekiyaşlı bir kadın oturmuş, elindeki paslı bıçaklapörsümüş bir soğanın kabuğunu soyuyordu.Kadın, Sienna bağırırken başmı kaldırıp bakmadıbile.

Adamlar onu yakalayıp küçük bir barakanm içinedoğru sürüklerken Sienna neler olacağını çok iyibiliyordu. Tüm gücüyle karşı koymaya çalıştıama adamlar çok güçlüydüler ve onu eski, kirlibir yatağın üzerine atıp kımıldayamaz halegetirdiler.

Gömleğini açıp yumuşak tenine dokundular.Sienna çığlık atınca yırttıkları gömleği ağzına öylebir tıkıştırdılar ki boğulacağını zannetti. Sonra onudöndürüp yüzünü leş gibi kokan yastığabastırdüar.

Sienna Brooks böylesine acı dolu bir dünyada,

Tanriya inanan masum ruhlara her zamanacımıştı, ama şimdi o da dua ediyordu... hem detüm kalbiyle.

Lütfen Tanrım, beni kötülüklerden koru.

Dua ederken adamların kahkaha attıklarını, kirlielleriyle blucin pantolonunu aşağı sıyırırlarkenkendisiyle dalga geçtiklerini duyabiliyordu.İçlerinden biri sırtına çıktı. Terli ve ağırdı, teriSienna'nm tenine damlıyordu.

Sienna, ben bakireyim, diye düşündü. Demekki, benim için böyle olacakmış.

Aniden sırtındaki adam üzerinden kalktı; alaycıtezahüratlar öfke ve korku haykırışlarınadönüştü. Sienna'nm sırtına yuka

cı) "Ne kadar?" ndan damlayan sıcak ter...

birden kırmızı damlacıklar halinde yatağaakmaya başladı.

Sienna neler olduğunu görmek için arkasınıdöndüğünde yaşk kadının yarısı soyulmuş soğanve paslı bıçakla saldırganın başında dikildiğinigördü. Adamm sırtından kanlar akıyordu.

Yaşlı kadm tehditkâr gözlerle diğerlerine bakarakkanlı bıçağım havada sallayınca adamlar hemenkaçıştılar.

Yaşlı kadm tek bir kelime etmeden Sienna'nıngiysilerini toplamasına ve giyinmesine yardımetti.

Sienna yaşlı gözlerle, "Salamat," diye fısıldadı.'Teşekkür ederim."

Yaşlı kadm kulağına hafifçe vurarak sağır

olduğunu anlatmaya çalıştı.

Sienna ellerini birleştirip gözlerini kapattı vesaygısını göstermek için eğildi Gözlerim açtığındakadm gitmişti.

Sienna grubun diğer üyelerine veda bile etmedenhemen Filipinler'den ayrıldı. Başına gelenlerdenkimseye bahsetmedi. Olayı yok sayarsa, anınınsilineceğim düşündü ama bu her şeyi daha dakötüleştirdi Aylar soma geceleri hâlâ kâbuslargörüyordu ve artık hiçbir yerde kendini güvendehissetmiyordu. Dövüş sporları dersleri aldı veöldürücü dini mak tekniğinde ustalaştı amanereye gitse kendini hâlâ tehlikede hissediyordu.

Depresyonu katlanarak geri döndü ve sonundauyumayı ffâpten bıraktı. Ne zaman saçını taraşaöbek öbek döküldüğünü iark etti. Her geçen gündaha çok saçı dökülüyordu. Haftalar içinde artık

neredeyse kel kalmıştı. Semptomlara dayanarakkendi kendine telogen effluvium teşhisi koydu.Bu, stres kaynaklı saç dökülmesiydi ve insanınstresini tedavi etmesinden başka bir tedavisi deyoktu. Ama ne zaman aynaya baksa kel kafasınıgörüyor ve kalp atışlarının hızlandığınıhissediyordu.

Yaşlı bir kadına benziyorum!

Sonunda, kafasını kazıtmaktan başka çaresikalmadı. Artık yaşlı görünmüyordu. Sadecehasta görünüyordu. Kanser hastası gibigörünmemek için san bir peruk aldı ve atkuyruğuyaparak kafasına taktı. En azından yine kendisigibi görünüyordu.

Ama, Sienna Brooks içeriden değişmişti.

Ben hasarlıyım.

Geçmişi arkasmda bırakmak için umutsuz birçabayla Amerika'ya gidip tıp fakültesine yazıldı.Tıbba her zaman bir ilgisi olmuştu ve doktorolursa kendini faydalı hissedeceğini, en azındanbu dünyanın acısını azaltmak için bir şeyleryaptığını hissedeceğini umut etmişti.

Uzun çalışma saatlerine rağmen okul ona kolaygeldi. Sınıf arkadaşları çalışırken o, fazladan parakazanmak için yarızaman-lı bir oyunculuk işibuldu. Eser kesinlikle bir Shakespeare değildiama Sienna'nm lisan ve ezber yeteneğisayesinde oyunculuk ona bir iş gibi değil, kimolduğunu unutabileceği ve başka biri olabileceğibir ibadethane gibi gelmişti.

Herhangi biri.

Sienna konuşabildiği andan itibaren kimliğindenkaçmaya çalışıyordu. Çocukken ilk ismi olan

Felicity yerine Sienna'yı tercih etmişti. Felicitymutlu anlamına geliyordu ve o kendisininmutlulukla yakmdan uzaktan bir ilgisi olmadığınıbiliyordu.

Kendi kendine, sorunlarına odaklanmaktanvazgeç, diye hatırlattı. Dünyanın sorunlarınaodaklan.

Kalabalık Manila sokaklarında yaşadığı panikatak, aşırı nüfus ve dünya nüfusu konularındanendişe duymasına neden olmuştu. Dünya nüfusuhakkında çok üerici teorileri olan genetikmühendisi Bertrand Zobrist'in yazılarını da ozaman keşfetti.

Kitabını okurken, o bir dâhi, diye düşünmüştü.Başka bir insan hakkında daha önce hiç böylehissetmemişti. Zobrist'in yazılarını okudukça ruh

eşinin kalbini okuduğunu hissediyordu. Zobrist'in"Dünyayı Kurtaramazsın" başlıklı makalesi,herkesin ona çocukken söylediği şeyihatırlatıyordu... ama Zobrist bunun tam tersineinanıyordu.

Zobrist, "Dünyayı KURTARABİLİRSİN," diyeyazmıştı. "Eğer sen kurtarmazsan, kimkurtaracak? Eğer şimdi kurtarmazsan, nezaman kurtaracaksın?"

Sienna, Zobrist'in matematiksel denklemleriniçalıştı, onun Malthus felaketi ve türlerinyaklaşmakta olan çöküşü ile ilgili tahminleriniokuyarak kendini eğitti. Sienna yüksek düzeylispekülasyonlardan hoşlanıyordu amamatematiksel olarak kanıtlanan, belirgin vekaçınılmaz olan geleceği gördükçe stres seviyesiartıyordu.

Neden kimse bunun yaklaştığım anlamıyor?

Fikirleri onu korkutsa da Zobrist'i takıntı halinegetirmişti. Sunumlarını izliyor, yazdığı her şeyiokuyordu. Amerika'da bir konuşma yapacağımduyunca gidip onu görmesi gerektiğine kararverdi. Ve o akşam tüm dünyası değişti.

O sihirli akşamı hatırlayınca yüzü birgülümsemeyle aydınlandı ve anlık bir mutlulukhissetti. Bu, birkaç saat önce Langdon ve Ferrisile birlikte trende giderlerken çok net hatırladığıakşamdı.

Chicago. Kar fırtınası.

Altı yıl önce ocak ayı... ama hâlâ dün gibigeliyor. Kar tepecikleri arasından kör edicikar beyazına karşı yakamı kaldırmış birhalde rüzgâra açık Magnificent Mile

boyunca yürüyorum. Soğuğa rağmenkendime hiçbir şeyin beni yolumdanalıkoyamayacağını söylüyorum. Bu akşammuhteşem Bertrand Zobrist'in konuşmasınıdinleyeceğim... canlı olarak.

Bertrand sahneye çıktığında salon neredeyseboş... Uzun boylu... çok uzun boylu...derinliklerinde dünyanın bütün gizemlerinibarındıran ateşli yeşil gözleri var.

"Boş konferans salonunun canı cehenneme,"diyor. "Hadi, hep birlikte bara gidelim!"

Ve sonra bir avuç insan barda sessiz birköşeye oturuyoruz. O genetikten, nüfustan veson tutkusu olan transhümanizmdenbahsediyor.

İçkiler su gibi akarken, kendimi bir rockyıldızıyla özel bir görüşme yapıyormuş gibihissediyorum. Zobrist ne zaman bana baksa,yeşil gözleri içimde beklenmedik bir duyguyuateşliyor... derin bir cinsel çekimi.

Bu benim için tamamıyla yeni bir his■

Ve sonra yalnız kalıyoruz.

İçkiden hafif çakırkeyif bir halde, "Buakşam için teşekkür ederim,” diyorum."Harika bir öğretmensiniz."

"Yağcılık ha?" Zobrist gülümseyip banayaklaşıyor, dizlerimiz birbirine değiyor. "Seniistediğin her yere götürür."

Flört etmek çok uygunsuz ama karlı bir

gecede tenha bir Chicago otelindeyiz ve tümdünya sanki durmuş gibi.

Zobrist, "Odamda bir içkiye ne dersin?"diyor.

Donup kalıyorum. Far ışığına yakalanmış birtavşan gibi baktığımın farkındayım.

Zobrist'in gözleri sıcak bir ifadeyle titreşiyor."Dur, tahmin edeyim," diye fısıldıyor. "Dahaönce hiç ünlü bir adamla birlikte olmadın."

Kızardığımı hissediyor, utancımı, heyecanımıve korkumu gizlemeye çalışıyorum. Ona,"Dürüst olmak gerekirse," diyorum. "Dahaönce hiç, bir erkekle birlikte olmadım."

Zobrist gülümseyerek daha da yaklaşıyor.

"Ne beklediğini bilmiyorum ama lütfen ilkinolmama izin ver."

O anda çocukluğumun tüm cinsel korkularıve hayal kırıklıkları kayboluyor... buhar olupkarlı geceye karışıyor.

Sonra, çıplak bir halde onun kollarındayatıyorum.

"Rahatla Sienna," diye fısıldıyor ve sonrasabırlı elleriyle tecrübesiz bedenimde dahaönce hiç hissetmediğim duygularuyandırıyor.

Zobrist'in koruyucu kolları arasındayatarken sanki dünyadaki her şey sonundayoluna girmiş gibi hissediyor ve hayatımın biramacı olduğunu anlıyorum.

Aşkı buldum.

Ve onun peşinden her yere gideceğim.

/

he Mendacium'un üst güvertesindeki Langdon,cilalı tik

küpeşteyi kavradı ve titreyen bacaklarınısabitleyerek

soluklanmaya çalıştı. Deniz havası gidereksoğuyordu. Alçaktan uçan ticari uçaklar, onaMarco Polo Havalimam'na yaklaştıklarınısöylüyordu.

Size Bayan BrooksTa ilgili anlatmam

gereken bazı şeyler var.

Amir ile Dr. Sinskey kendini toparlaması için onabiraz zaman vererek küpeştenin başında sessizceama ilgiyle yanında durdular. AşağıdaykenLangdon'a anlattıkları şey onu öylesine sarsmıştıki, biraz hava alması için Sinskey onu güverteyeçıkart-mıştı.

Deniz havasınm canlandırıcı bir etkisi vardı amaLangdon hâlâ zihninin açıldığını hissetmiyordu.Yapabildiği tek şey geminin dümen suyuna boşgözlerle bakmak ve az önce duyduklarına birnebze olsun mantıklı bir açıklama getirebilmekti.

Amir'e göre Sienna Brooks ile Bertrand Zobristuzun süre sevgili olmuşlardı. Bir tür yeraltıtranshümanist hareketinin içinde birl.Ue yeralmışlardı. İsmi Felicity Sienna Brooks'tu amaFS-2080 kod adı ile de tanmıyordu... ki bu, onun

isminin baş harflerinden ve yüzüncü doğumyılının bileşiminden oluşuyordu.

Hiç mantıklı gelmiyor!

Amir, Langdon'a, "Sienna Brooks'u farklı birkaynak aracılığıyla tammış ve ona güvenmiştim,"dedi. "Bu yüzden geçen yıl

bana gel’p zengin bir müşteri adayıylagörüşmemi istediğinde ona peki demiştim. Bukişinin Bertrand Zobrist olduğu ortaya çıktı.Benden, 'başyapıtı' üzerinde kimseyegörünmeden çalışabileceği güvenli bir yersağlamamı istedi. Çalınmasını istemediği yeni birteknoloji üzerinde çalıştığını sandım... veya belkide Dünya Sağlık Orgütü'nün etik kısıtlamalarıylaçelişen genetik bir araştırma yapıyordu... Sorusormadım ama inan bana... bir salgın hastalıkyarattığı asla aklıma gelmedi."

Langdon güçlükle başını salladı... şaşkınlıkiçindeydi.

Amir konuşmaya devam etti. "Zobrist bir Dantetutkunuydu. Bu yüzden, Floransa'da saklanmayıtercih etti. Kuruluşum da ona ihtiyaçduyabileceği her imkânı sağladı: yaşama alanıylabirlikte gözlerden uzak bir laboratuvar, farklıisimler ve güvenli iletişim alanları, güvenliğindenyemeğine ve özel ihtiyaçlarına kadar her şeydensorumlu bir kişisel ataşe. Zobrist ne kredi kartıkullandı ne de insanların arasında göründü; buyüzden, bulunması imkânsızdı. Tanınmadanyolculuk edebilmesi için kılığını değiştirdiğimiz,farklı isim kullandığımız ve alternatif seyahatevrakları hazırladığımız da oldu." Sustu. "Solublontorbayı yerleştirdiğinde böyle bir hizmettenfaydalanmış olmalı."

Sinirlendiğini belli etmemek için pek çaba sarf

etmeyen Sinskey, nefesini bıraktı. "Dünya SağlıkÖrgütü geçen yıldan bu yana onu yakalamayaçalışıyordu ama o, sanki yeryüzünden silinmişgibiydi."

Amir, "Sienna'dan bile saklanıyordu," dedi.

"Anlayamadım?" Başını kaldıran Langdon,genzini temizledi. "Sevgili olduklarını söylemiştinizyanılmıyorsam?"

"Öyleydiler ama saklanmaya karar verinceonunla ilişkisini kesti. Onu bize gönderen kişiSienna olduğu halde, Zobrist'le yaptığımanlaşmaya göre o ortadan yok olunca, Sienna dadahil kimse nerede olduğunu bilmeyecekti.Anladığımız kadarıyla saklandıktan sonra hastaolduğunu ve bir iki yıla kadar öleceğini,Sienna'nın onu çürürken görmesini istemediğinisöyleyen bir veda mektubu göndermiş."

Zobrist, Sienm'yı terk mi etmiş?

Amir, "Sienna bilgi almak için beni aradı," dedi."Ama ben aramalarma cevap vermedim.Müşterimin isteklerine saygı göstermekzorundaydım."

Konuşmaya Sinskey devam etti. "Zobrist ikihafta önce Flo-ransa'daki bir bankaya gidip kasakiraladı. O gittikten sonra bankanın yeni yüztanıma yazılımı küık değiştirmiş adamın BertrandZobrist olduğu bilgisini takip sistemimize iletti.Floransa'ya giden ekibim, yaşadığı yeri bulmakiçin bir haftasını harcadı ama ev boştu, içeride,çok bulaşıcı bir tür patojen ürettiğine ve başka biryere sakladığına dair deliller bulduk."

Sinskey sustuktan sonra devam etti. "Onubulmak zorundaydık. Ertesi sabah, daha güneşdoğmadan Arno Nehri kıyısında yürürken onu

gördük ve hemen peşine düştük. İşte o zamanBadia Kulesi'ne kaçtı ve atlayarak intihar etti."

Amir, "Bunu yapmayı zaten kafasına koymuşolabilir," diye ekledi. "Fazla ömrü kalmadığınainanıyordu."

Sinskey, "Sonunda anladık ki Sienna da onuarıyormuş. Floransa'ya geldiğimizi bir şekildeöğrenmiş ve yerini tespit etmiş olabilirizdüşüncesiyle yaptıklarımızı takip etmiş.Maalesef, Zobrist'in intiharma yetişmiş," dedi."Hem sevgilisi hem de akıl hocası olan birininatlayarak intihar ettiğini görmek onun için yıkıcıolmalı."

Sinskey'nin anlattıklarını anlamakta güçlük çekenLangdon, kendini hasta gibi hissediyordu. Tümbu senaryoda güvendiği tek kişi Sienna'ydı amaşimdi bu insanlar ona, aslmda başka biri olduğunu

anlatıyorlardı. Ne derlerse desinler, Zobrist'insalgın yaymasma Sienna'nın göz yumacağınainanmıyordu.

Yoksa bunu yapar mıydı?

Sienna ona, "Türümüzün yok olmasınıengellemek için nüfusun yarısını öldürürmüydün?" diye sormuştu.

Langdon tüylerinin ürperdiğini hissetti.

Sinskey, "Zobrist öldükten sonra, bankayı kasayıaçmaya zorlamak için nüfuzumu kullandım.İçinden, bana yazılmış bir mektup çıktı... bir detuhaf bir cihaz vardı."

Langdon, "Projektör," diyerek tahminde bulundu.

"Doğru. Mektupta, Cehennem Haritası

olmadan kimsenin bulamayacağı bu yere ilkgiden kişinin ben olmamı istediğini yazıyordu."

Langdon küçük projektörün yansıttığı Botticellitablosunu gözünde canlandırdı.

Amir, "Zobrist, o kasanın içindekileri Dr.Sinskey'ye ulaştırmam için benimle anlaşmayapmıştı ama yarın sabah verecektim. Dr.Sinskey daha erken ele geçirince paniğe kapılıpmüşterimizin isteğine uygun olarak geri almakiçin harekete geçtik," diye ekledi.

Sinskey, Langdon'a baktı. "Haritayı vaktindeanlayabileceğimi sanmıyordum; bu yüzden banayardım etmeniz için sizinle anlaşma yaptım.Şimdi bunları hatırlıyor musunuz?"

Langdon başmı iki yana salladı.

"Sizi sessiz sedasız Floransa'ya getirdik. Burada,yardım edebileceğini düşündüğünüz biriylebuluşacaktınız."

Ignazio Busoni.

Sinskey, "Onunla dün gece buluştunuz," dedi."Sonra da ortadan kayboldunuz. Başınıza bir şeygeldiğini sandık."

Amir, "Aslına bakarsanız dün gece başınıza birşey geldi. Projektörü geri alma gayesiylepeşinize Vayentha ismindeki ajanımızı taktık. SiziSignoria Meydanı civarında kaybetti," dedi.Kaşlarını çattı. "Sizi kaybetmesi çok ciddi birhataydı. Vayentha suçu bir kuşun üzerine attı."

"Anlayamadım?"

"Öten bir kumru. Vayentha'nm anlattığına göre,

sizi bir kuytudan izlerken mükemmel pozisyonalmış. Bu sırada turistler geçiyormuş. Başınınüstündeki pencerenin kenarına tüneyen birkumru aniden ötmeye başlamış, bakmak içinduran turistler önünü kapatmışlar. O daha arasokağa girmeye fırsat bulamadan siz gitmişsiniz."Öfkeyle başını iki yana salladı. "Sonra da izinizesaatlerce ulaşamadı. Sonunda sizi bulduğunda, busefer yanınızda başka bir adam vardı."

Langdon, Ignazio, diye düşündü. VecchioSarayından maskeyle ayrıldığımız sıradagörmüş olmalı.

"Signoria Meydanı'na kadar sizi takip etti amasonra ikiniz de onu gördünüz ve farklı yönlerekaçmaya karar verdiniz."

Langdon, işte buna anlam verebiliyorum, diye

düşündü. Ignazio maskeyle birlikte kaçtı vekalp krizi geçirmeden önce onu vaftizhanedesakladı.

Amir, "Ama sonra Vayentha korkunç bir hatayaptı," dedi.

"Beni başımdan mı vurdu?"

"Hayır, kendini çok erken açık etti. Daha hiçbirşeyden haberiniz olmadan sizi sorguya çekti.Haritayı deşifre ettiniz mi veya Dr. Sinskey'yebilmesi gerekenleri anlattınız mı öğrenmemizgerekiyordu. Bilgi vermeyi reddettiniz. Ölsenizde anlatmayacağınızı söylediniz."

Ölümcül bir salgın hastalık arıyordum!Biyolojik silah ele geçirmeye çalışan askerlerolduğunuzu sanmışımdır!

Tornistan eden dev makineler, havaalanınınyükleme dokuna yanaşırken gemiyiyavaşlatmıştı. Langdon uzakta yakıt alan C-130nakil uçağım görebiliyordu. Gövdesinin üzerindeDÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ yazıyordu.

O sırada Brüder yüzünde keyifsiz bir ifadeyleiçeri girdi. "Öğrendiğime göre, beş saat süresincebölgedeki tek yetkin tepki ekibi biziz; yanibaşımızın çaresine bakacağız."

Sinskey oturduğu yerde çöktü. "Yerel yetkililerlekoordinasyon kurulacak mı?"

Brüder dikkatle cevap verdi. "Şimdilik hayır. Benböyle olmasını tavsiye derim. Şu anda kesin biryer söyleyemiyoruz, bu yüzden onların dayapacağı fazla bir şey yok. Aynca, salgm önlemeoperasyonu onların uzmanlık alanına girmiyor;faydadan çok zarar getirmelerine sebep

olabiliriz."

Sinskey başım sallayarak,. "Primum nonnocere," diye fısıldadı. Tıp etiğinin temel kuralınıtekrar etmişti: Öncelikle, hiçbir zarar verme.

Brüder, "Son olarak, hâlâ Sienna Brooks'tanhaber alamadık/' dedi. Amir'e şöyle bir baktı."Venedik'te ona yardım edebilecek bir tanıdığıolup olmadığını biliyor musunuz?"

"Varsa hiç şaşırmam," diye yanıt verdi."Zobrist'in her yerde müritleri vardı. EğerSienna'yı tanıyorsam, görevini yerine getirmekiçin mümkün olan tüm kaynaklardanfaydalanacaktır."

Sinskey, "Venedik'ten ayrılmasına izinveremezsiniz," dedi. "Şu Solublon torbanm nehalde olduğunu bilmiyoruz. Eğer biri bulursa,

plastiğin patlayıp virüsün suya karışması içinhafifçe bir dokunması bile yeter."

Durumun vahametinin farkına varırlarken herkesbir süreliğine sustu.

Langdon, "Üzgünüm ama benim başka kötühaberlerim var," dedi. "Kutsal bilgeliğin yaldızlımouseion'u." Sustu. "Sienna yerini biliyor.Nereye gittiğimizi biliyor."

"Ne?!" Sinskey'nin sesinde panik vardı."Bulduğunuz şeyi Sienna'ya anlatma fırsatınıbulamadığınızı söylediğinizi sanmıştım! Hani onasadece yanlış ülkede olduğunuzu söylemiştiniz?"

Langdon, "Doğru," dedi. "Ama EnricoDandolo'nun mezarını aradığımızı biliyordu.İnternette arama yaptığı anda yerini öğrenir. VeDandolo'nun mezarını bulursa... çözünen torba

da fazla uzağında olmayacaktır. Şiir, batık sarayagiden suyun şırıltısını takip et, diyordu."

"Lanet olsun!" Brüder birden söylenip sertadımlarla odadan çıktı.

Amir, "Bizi bu konuda geçemez," dedi. "Ondanönce davrandık."

Sinskey derin bir iç çekti. "Ben o kadar eminolmazdım. Aracımız yavaş ilerliyor ve görünüşebakılırsa Sienna Brooks'un kaynaklan zengin."

The Mendadum rıhtıma yanaşırken Langdonpistte duran hantal C-130'a tedirgin bir ifadeylebakıyordu. Uçuşa elverişli görünmüyordu ve hiçpenceresi yoktu. Ben buna daha önce binmişmiyim? Langdon hiçbir şey hatırlamıyordu.

449

Cehennem / F: 29

Belki rıhtıma yanaşan geminin sallantısından,belki de klost-rofobik uçağa binme endişesindenLangdon'm aniden midesi bulanmaya başlamıştı.

Sinskey'ye döndü. "Uçabilecek kadar iyihissettiğimi sanmıyorum."

"Bir şeyiniz yok," dedi Sinskey. "Çok zor bir güngeçirdiniz ve elbette vücudunuzdaki toksinler devar."

"Toksinler mi?" Langdon geriye doğrusendeledi. "Neden bahsediyorsunuz?"

Niyet ettiğinden daha fazla konuştuğu anlaşüanSinskey bakışlarını kaçırdı.

"Profesör üzgünüm. Ne yazık ki tıbbi durumunuzbaşınıza aldığınız basit bir yaradan dahakarmaşık."

Bazilikada yere düşen Ferris'in göğsündeki izihatırlayan Langdon korkuya kapıldı.

"Neyim var?"

Nasıl açıklayacağına karar veremiyormuş gibigörünen Sinskey tereddüt etti. "Önce sizi uçağabindirelim."

uhteşem Frari Kilisesi'nin doğusunda bulunanPietro

Longhi Atölyesi, Venedik'in tarihi kostümler,peruklar

ve aksesuvarlar satan belli başlı mağazalarındanbiriy

di. Müşteri listesi; film şirketleri, tiyatrotoplulukları ve Venedik Karnavalı'nm abartılıbaloları için onları giydirecek personelinuzmanlığına güvenen nüfuzlu kişilerdenoluşuyordu.

Kapı yüksek sesle tıngırdadığında tezgâhtarmağazayı kapatmak üzereydi. Adam, başmıkaldırınca atkuyruklu sarışın bir kadının telaşlaiçeri girdiğini gördü. Sanki kilometrelerce koşmuşgibi nefes nefeseydi. Kadm endişeli ve çaresizgözlerle aceleyle tezgâha doğru ilerledi.

Nefes nefese bir halde, "Giorgio Venci ilegörüşmek istiyorum," dedi.

Tezgâhtar, hangimiz istemiyor ki, diye içinden

geçirdi. Ama o büyücüyü kimse göremiyor.

Atölyenin baş tasarımcısı olan Giorgio Vencisihrini perdenin arkasından konuşturuyor,müşteriyle nadiren, ancak önceden randevualmışlarsa görüşüyordu. Çok zengin ve nüfuzlubiri olan Giorgio kimi tuhaflıklarıyla tanınırdı;yalnızlık tutkusu da bunların arasında sayılabilirdi.Tek başına yemek yer, tek başına yolculuk yaparve sürekli Venedik'teki turist sayısınınçokluğundan şikâyet ederdi. Arkadaşlıketmekten hiç hoşlanmazdı.

Tezgâhtar önceden çalışılmış bir gülümsemeyle,"Üzgünüm," dedi. "Maalesef, Signore Venciburada değil. Size ben yardımcı olabilir miyim?"

Sienna, "Giorgio burada," dedi. "Dairesi üst katta.Işığının açık olduğunu gördüm. Ben arkadaşıyım.Acil bir durum söz konusu."

Kadının çok gergin olduğu belliydi. Arkadaşıolduğunu iddia ediyor. "Giorgio'ya kim geldidiyeyim?"

Kadm tezgâhtan bir kâğıt parçası alıp üzerinebirkaç harf ve sayı yazdı.

Kâğıdı tezgâhtara uzatıp, "Ona bunu verin," dedi."Ve lütfen acele edin. Fazla zamanım yok."

Tezgâhtar tereddüt içinde kâğıdı yukarı götürüpuzun masanın üzerine bıraktı. Giorgio kamburuçıkmış bir halde dikiş makinesinin önündeoturuyordu.

Tezgâhtar fısıltıyla, "Signore," dedi. "Sizi görmekisteyen bir hanım var. Acil bir durum olduğunusöylüyor."

Giorgio ne işine ara verdi, ne de başını kaldırıp

ona baktı. Elini uzatıp kâğıdı aldı ve yazıyı okudu.

Dikiş makinesini durdurdu.

Kâğıdı minik parçalara ayırırken, "Onu hemenyukarı gönder," dedi.

Adriyatik'in üzerinde yükselmeye devam edenmuazzam C-130 nakliye uçağı yan yatarakgüneydoğuya doğru döndü. Kaskatı kesilmiş olanLangdon kendini sürükle-niyormuş gibihissediyordu. Uçakta pencere olmadığı içinbunalmış ve kafasının içinde dönüp durancevaplanmamış sorulardan şaşkına dönmüştü.

Sinskey, "Tıbbi durumunuz," demişti."Başınıza aldığınız basit bir yaradan dahakarmaşık."

Langdon, Sinskey'nin kendisine

söyleyebileceklerini düşünürken nabzı hızlandı.Ama Sinskey o sırada TTD ekibiyle salgınönleme stratejilerini tartışıyordu. Brüderyakınında bir yerde telefonda konuşuyor; SiennaBrooks hakkında hükümet bürolarıyla görüşüyor,arama çalışmaları hakkında bilgi alıyordu.

Sienna...

Langdon hâlâ onun bu işlerin içinde olduğuiddiasına bir anlam vermeye çalışıyordu. Uçakirtifa seviyesine ulaştığında Amir denen adamkabinde ilerleyip Langdon'm karşısına oturdu. İkielinin parmaklarını çenesinin altında birleştirerekdudaklarını büzdü. “Dr. Sinskey size bilgivermemi... durumunuza bir açıklık getirmemiistedi."

Langdon, adamın bu karışıklığı biraz olsungidermek için ne söyleyebileceğini merak

ediyordu.

Amir açıklamaya başladı. "Daha önce desöylemeye çalıştığım gibi, tüm bunlar ajanımVayentha sizi işlerin içine vaktinden öncebulaştırdığı için oldu. Dr. Sinskey adına ne kadarilerleme kaydettiğinizi veya onunla ne kadannıpaylaştığınızı bilmiyorduk. Ama müşterimizinprojesinin yerini öğrenirse, onu ele geçirmesindenya da yok etmesinden korktuk. Onu Dr.Sinskey'den önce bulmalıydık ve bu yüzdenSinskey'nin değil bizim tarafımızda çalışmanızaihtiyacımız vardı." Amir duraksayıp parmaklarımbirbirine vurdu. "Ne yazık ki, kartlarımızıgöstermiştik... ve siz tabii ki bize güvenmediniz."

Langdon öfkeyle, "Bu yüzden mi beni başımdanvurdunuz?" diye karşılık verdi.

"Bize güvenmenizi sağlayacak bir plan yaptık."

Langdon onu anlamıyordu. "Bir insanı kaçınp onusorguladıktan sonra onun size güvenmesini nasılsağlayabilirsiniz?"

Adam huzursuzlukla yerinde kıpırdandı."Profesör, benzo-diazepin olarak bilinenkimyasalları hiç duydunuz mu?"

Langdon başını iki yana salladı.

"Birçok şeyin yanı sıra, travma sonrası strestedavisinde kullanılan bir ilaç türü. Bildiğiniz gibi,bir insan trafik kazası veya tecavüz gibi korkunçbir olay yaşadığında, uzun süreli hatıraları çokyıpratıcı olabilir. Sinirbilimciler, benzodiazepinkullanımı sayesinde travma sonrası stresi henüzbaşlamadan tedavi edebiliyorlar."

Bu konuşmanın nereye varacağım kestiremeyenLangdon sessizce dinlemeye devam etti.

Amir açıklamasını sürdürdü. "Yeni hatıralaroluştuğunda, bu olaylar kısa süreli hafızadayaklaşık kırk sekiz saat depolandıktan sonra uzunsüreli hafızaya göç ederler. Yeni benzodiazepinkarışımları kullanarak bir insan kolaylıkla kısasüreli hafızasını yenileyebilir... Kısa süre öncegerçekleşen bu anıları uzun süreli anılaradönüştürmeden önce silebilir. Örneğin bir saldırıkurbanına, saldırıdan birkaç saat sonrabenzodiazepin verilirse, bu anıları sonsuza dekbeyninden silebilir ve travma asla benliğinin birparçası olmaz. Tek kötü tarafı, insanın hayatınınbirkaç gününe dair anıları tamamıylakaybetmesidir."

Langdon hayret içinde karşısındaki adama baktı."Bana hafızamı kaybettirdiniz'."

Amir özür dileyen bir ifadeyle nefesini bıraktı.

"Maalesef öyle. Kimyasal yolla. Son derecegüvenli bir şekilde. Ama evet, kısa sürelihafızanız silindi." Duraksadı. "Kendinizdedeğilken, salgın hakkında bir şeyler sayıkladınız, ozaman bunun nedeninin gördüğünüz projektörgörüntüleri olduğunu düşünmüştük. Zobrist'ingerçek bir salgın yarattığı hiç aklımıza gelmedi."Duraksadı. "Ayrıca, kulağa, 'Very sorry. Verysorry,' gibi gelen bir cümle sayıkladınız."

Vasari. O sırada projektörle ilgili sadece bukadarını çözmüş olmalıydı. Cerca trova. "Ama...hafıza kaybımın başımdaki yaradankaynaklandığını sanmıştım. Biri bana ateş etti."

Amir başmı iki yana salladı. "Size kimse ateşetmedi profesör. Başınızda yara yoktu."

"Ne?!" Langdon hemen parmaklarını dikişizlerine ve kafasının arkasındaki şişkinliğe

götürdü. "O zaman bu ne!" Tıraşlı bölgeyigöstermek için saçlarını kaldırdı.

"Kandırmacanm bir parçası. Kafatasınızdaküçük bir kesik açıp derhal dikiş attık. Saldırıyauğradığınıza inanmanız gerekiyordu."

Bu bir kurşun yarası değil mi?!

Amir, "Kendinize geldiğinizde," dedi. "İnsanlarınsizi öldürmeye çalıştığına... tehlikede olduğunuzainanmanızı istedik."

Langdon, "İnsanlar beni öldürmeye çalıştılari"diye bağırdı. Öfkeli sesi uçaktakilerin dönüp onabakmalarına neden oldu. "Hastane doktorunun,Dr. Marconi'nin soğukkanlılıkla öldürüldüğünügördüm!"

Amir, "Bu sizin gördüğünüzdüdedi. "Ama

gerçekte olan bu değildi. Vayentha benim içinçalışıyordu. Bu tür işlerde çok yetenekliydi."

Langdon, "İnsanları öldürmekte mi?" diye sordu.

Amir sakin bir ifadeyle, "Hayır," dedi. "Öldürmüşgibi yaymakta."

Langdon uzun bir süre adama baktı. Göğsündenkanlar akarken yerde yatan sakallı, gür kaşlıdoktoru düşünüyordu.

Amir, "Vayentha'nm tabancası kurusıkıydı/' dedi."Dr. Marconi'nin göğsündeki kan torbasınıpatlatan uzaktan kumandalı bir fişeği tetikliyordu.Bu arada, Dr. Marconi gayet iyi."

Duydukları karşısında sersemleyen Langdongözlerini kapattı. "Peki ya... hastane odası?"

Amir, "Ap u- topar hazırlanmış bir set/' dedi."Profesör, tüm bunlan hazm< menin çok zorolduğunu biliyorum. Biz çok hızlı çalışmak zoruıdaydık ve siz de sersemlemiştiniz, bu yüzdenhiçbir şeyin mükemmel olması gerekmiyordu.Uyandığınızda, görmek is'e diğiniz şeyi gördünüz.Hastane dekoru, birkaç aktör ve öncedt nçalışılmış bir saldırı sahnesi."

Langdon'm başı dönüyordu.

Amir, "Şirketimin yaptığı iş bu," dedi. "İllüzyonyaratmakta çok başarılıyız."

Langdon gözlerini ovuşturarak, "Peki Sienna?"diye sordu.

"Bir karar vermek zorundaydım ve onunlabirlikte çalışmayı seçtim. Önceliğim, müşteriminprojesini Dr. Sinskey'den korumaktı ve Sienna da

aynı şeyi istiyordu. Güvenini kazanmak için senisuikastçıdan kurtardı ve ara sokağa kaçmanayardım etti. Bekleyen taksi bize aitti, arkacamında uzaktan kumandalı başka bir ateşleyicivardı ve o da siz kaçarken son efekti yarattı.Taksi sizi alelacele hazırladığımız daireyegötürdü."

Langdon, Sienna'nın yavan dairesi, diyedüşündü. Şimdi, dairenin neden ikinci el eşyalarladöşenmiş gibi göründüğünü anlıyordu. Bu,Sienna'nın Langdon'm üzerine kalıp gibi oturankıyafetleri olan bir "komşusu" olmasını daaçıklıyordu.

Her şey tertiplenmiş bir oyundu.

Sienna'nın mesai arkadaşından gelen telefon bilesahteydi. "Sienna, ben bu Danikova!"

Amir devam etti. "Amerikan Konsolosluğu'natelefon ettiğinizde, Sienna'nın size bulduğunumarayı aradınız. Telefon The Meııdacium'daçaldı."

"Konsolosluğu aramadım..."

"Hayır."

Sahte konsolosluk çalışanı ona, "Hiçbir yereayrılmayın," demişti. "Hemen oraya birinigönderiyorum." Sonra, Vayentha gelinceSienna onu hemen sokağın karşısında fark etmişve parçalan birleştirmişti. "Robert, kendihükümetin seni öldürmeye çalışıyor.Yetkililere haber veremezsin! Tek şansın,projektörün ne anlama geldiğini çözmek.''

Amir ve esrarengiz örgütü Langdon'm, Sinskey

için değil kendileri için çalışmasını sağlamışlardı.Yarattıkları illüzyon başarılı olmuştu.

Langdon öfkeden çok üzüntüyle, Sienna benikandırdı, diye düşündü. Birlikte oldukları kısasüre içerisinde ondan çok hoş-lanmıştı. Langdon,Sienna kadar zeki ve sıcak birinin Zobrist'innüfus artışına bulduğu çılgın çözüme kendini nasılbu kadar kaptırabildiğini bir türlü anlayamıyordu.

Sienna ona, "Çok büyük bir değişiklikolmazsa," demişti. "Türümüzün sonunun çokyakın olduğunu sana tereddüt etmedensöyleyebilirim... Matematik yanılmaz."

Langdon, Shakespeare'in oyununun broşürünü veSienna' nın şaşırtıcı derecede yüksek IQ'suylailgili gazete kupürlerini hatırlayarak, "Peki yaSienna hakkındaki makaleler?" diye sordu.

Amir, "Hepsi gerçek," dedi. "En iyikandırmacalar mümkün olduğu kadar gerçekdünyaya bağlı kalarak yaratılır. Etrafıdüzenlemek için fazla vaktimiz yoktu. Elimizdesadece Sienna' nın bilgisayarı ve gerçek kişiseldosyaları vardı, biz de onları kullandık. Bunlarıgörmenizi amaçlamamıştık, onun samimiyetindenşüphe duymaya başlamanız ihtimaline karşıyerleştirilmişlerdi."

Langdon, "Tabii bilgisayarı da," dedi.

"Evet, o noktada kontrolü kaybettik. Sienna,Sinskey'nin TTD ekibinin daireyi bulacağımtahmin etmemişti, bu yüzden askerler içerigirdiklerinde panikledi ve doğaçlama yapmakzorunda kaldı. Kandırmacayı canlı tutmak içinsizi mopediyle oradan kaçırdı. Görev açığaçıktığında Vayentha'yı reddetmekten başkaşansım yoktu ama o protokolü çiğneyip sizi takip

etti."

Langdon, "Beni neredeyse öldürüyordu," dedi.Amir'e, Beş Yüz Salonu'nun çatısındaVayentha'run tabancasım göğsüne nişan alışınıanlattı. "Sadece kısa bir an için canınyanacak... ama bana başka seçenekbırakmadın" Sienna üzerine atlayıp onuparmaklıktan aşağı düşürmüş ve Vayenthaölmüştü.

Amir, Langdon'm anlattıkları karşısında içiniçekti. "Vayent-ha'nm sizi öldürmek istediğindenşüpheliyim... Tabancasında sadece kurusıkı fişekvardı... O sırada tek amacı sizi kontrol altınaalmakmış. Büyük ihtimalle, kurusıkıyla size ateşederse bir suikastçı olmadığım ve birkandırmacanın içinde olduğunuzu sizekanıtlayabileceğini düşünmüş."

Amir bir süre düşündükten sonra devam etti."Sienna, Vayentha'yı gerçekten öldürmeyi miamaçlamıştı, yoksa vurulmanıza engel olmaya mıçalışıyordu, bilemeyeceğim. Sienna Brooks'uzannettiğim kadar iyi taramadığımı düşünmeyebaşladım."

Langdon içinden, ben de, diye geçirdi.Yüzündeki şok ve pişmanlık ifadesini hatırlayıncaSienna'nm kirpi saçlı ajana yaptığı şeyinyanlışlıkla olmadığım hissetti.

Langdon kendini son derece yalnız hissetti.Aşağıdaki dünyaya bakma isteğiyle penceretarafına doğru döndü ama uçağın gövdeduvarından başka bir şey göremedi.

Buradan çıkmalıyım.

Amir endişeli gözlerle Langdon'a bakarak, "İyi

misiniz?" diye sordu.

Langdon, "Hayır," diye karşılık verdi. "Hiçdeğüim."

Amir, atlatacak, diye düşündü. Sadece yeniöğrendiği gerçekleri hazmetmeye çalışıyor.

Amerikalı profesör bir hortumla yerden alınmış,defalarca döndürüldükten sonra yabancı birdiyara fırlatılmış gibi görünüyordu. Şok olmuş veaklı karışmıştı.

Konsorsiyum'un hedef aldığı kişiler şahitoldukları planlanmış olayların arkasındakigerçeğin nadiren farkına varırlardı. Vardıklarızaman da Amir yanlarında bulunarak buna şahitolmazdı. O gün, Langdon'm şaşkınlığını bizzatgörerek hissettiği vicdan azabına ek olarakyaşanan krizin ezici sorumluluğunu hissederek

bunalıyordu.

Yanlış müşteriyi kabul ettim. BertrandZobrist.

Yanlış insana güvendim. Sienna Brooks.

Amir şimdi fırtınanın merkezine doğru uçuyordu.Tüm dünyaya büyük bir zarar verebilecekölümcül bir salgının kaynağına gidiyordu. Buişten sağ çıksa bile Konsorsiyum'un yıkımıatlatabileceğini sanmıyordu. Sonu gelmeyensorular sorulacak ve suçlamalar yapılacaktı.

Benim için son böyle mi olacaktı?

angdon, hava almam lazım, diye düşündü.Manzara da olabilir... herhangi bir şeyolsaydı.

Penceresiz uçak gövdesi adeta üzerinegeliyordu. Elbette başına gelenlerle ilgilianlatılanların da pek faydası dokunma-mıştı.Sienna'yla ilgili çoğu cevaplanmamış sorularbeyninde zonkluyordu.

Garip bir şekilde onu özlüyordu.

Kendine, rol yapıyordu, diye hatırlattı. Benikullandı.

Langdon tek kelime etmeden Amir'i oradabırakıp uçağın ön tarafına yürüdü. Kokpitin kapısıaçıktı; içeri giren doğal ışık onu kendine çekti.Güneş ışığı, pilotlar fark etmeden kapı ağzındaduran Langdon'm yüzünü ısıttı. Önündeki açıklık,ona cennetten bir nimet gibi geldi. Açık mavigökyüzü öylesine huzurlu, öylesine durağandı ki.

Kendi kendine, hiçbir şey durağan değildir,diye hatırlatırken hâlâ, yaşayacakları olasıfelaketi kabul etmekte zorlanıyordu.

Arkasmdan biri, alçak sesle, "Profesör?" diyeseslenince döndü.

Langdon geriye doğru şaşkınlıkla bir adım attı.Karşısındaki kişi Dr. Ferris'ti. Langdon adamıson kez gördüğünde San Marco Bazilikası'ndayerde kıvranıyordu. Şimdi başında bir beyzbolşapkası, yüzü pembe macun kıvamındakikalaminle kaplanmış olarak, kabinler arasındakibölmeye yaslanmış duruyordu. Göğ-

sünün her yeri sargılıydı ve sık nefesler alıyordu.Ferris'te veba varsa bile, kimsenin umurundadeğil gibiydi.

Adama bakakalan Langdon, "Yaşıyorsun?"

dedi.

Ferris yorgun bir ifadeyle başını salladı. "Aşağıyukarı." Rahatlamış gibi görünen adamındavranışları büyük ölçüde değişmişti.

"Ama sandım ki..." Langdon sustu. "Aslında...artık ne düşüneceğimi bilmiyorum."

Ferris anlayışlı bir ifadeyle gülümsedi. "Bugünfazlasıyla yalan duydun. Özür dilemek istedim.Tahmin edebileceğin gibi Dünya Sağlık Örgütüiçin çalışmıyorum ve seni işe almak içinCambridge'e gelmedim/'

Artık herhangi bir şeye şaşırmayacak kadaryorgun hisseden Langdon başını salladı. "Amiradına çalışıyorsun."

"Öyle. Sana ve Sienna'ya acil saha yardımmda

bulunmam için beni gönderdi... ve tabii, TTDekibinden kaçabilmeniz için."

Ferris'in vaftizhanede nasıl birden ortayaçıktığını, kendisini nasıl Dünya Sağlık Örgütüçalışanı olduğuna ikna ettiğini, Sienna'nınRoransa'dan ve Sinskey'nin ekibinden kaçışınıonun nasıl ayarladığını hatırlayan Langdon, "Ohalde sanırım işini mükemmel şekilde başardın,"dedi. "Tabii, doktor da değilsindir."

Adam başını iki yana salladı. "Değilim, bugünöyleymiş gibi numara yaptım. Projektörün nereyiişaret ettiğini bulabilin diye Sienna'nın bunainanmasını sağladım. Amir, Zobrist'in yarattığışeyi Sinskey'den koruyabilmek için bulmayakararlıydı."

Ferris'in garip kızarıklıkları ve iç kanamasının neolduğunu hâlâ merak eden Langdon, "Salgın bir

hastalık olduğunu bilmiyor muydun?" diye sordu.

"Tabii ki bilmiyordum! Sen bahsedince, hevesinikaybetmemen için Sienna'nın uydurduğu birhikâye sandım. Ben de rol yaptım. Hep birlikteVtenedik'e giden trene bindik... ve sonra her şeydeğişti."

"Nasıl oldu?"

"Amir, Zobrist'in garip kaydını görmüştü."

Bu yüzden olabilir. "Zobrist'in çılgının tekiolduğunu fark etti."

"Kesinlikle. Amir, Konsorsiyum'un neyebulaştığım birden anladı ve dehşete düştü.Yaptığmdan haberi var mı diye, Zobrist'i en iyitanıyan kişiyle görüşmek istedi: FS-2080'le."

"FS-2080 mi?"

"Üzgünüm, Sienna Brooks. Operasyon içinseçtiği kod isim buydu. Transhümanizmle ilgili birşey olmalı. Amir'in bensiz Sienna'ya erişmesimümkün değüdi."

Langdon, "Trendeyken arayan 'hasta annen'oydu herhalde," dedi.

"Şey, Amir'in telefonuna sizin yarımızdan cevapveremezdim, o yüzden dışarı çıktım. Banakayıttan bahsedince dehşete kapıldım. Sienna'nmda aldatılmış olmasını diliyordu ama ikinizin devebadan bahsettiğinizi ve işin peşini bırakmayaniyetinizin olmadığım söyleyince, onun bu işteZobrist'le birlikte olduğunu anladı. Sienna o andadüşmanımız olmuştu. Venedik'teki yerimizi onagünü gününe bildirmemizi istedi... ayrıca onuyakalaması için bir de ekip gönderecekti. Ajan

Brüder'in ekibi onu San Marco Bazilikası'ndaneredeyse yakalayacaktı ama... o kaçmayıbaşardı."

Boş gözlerle yere bakan Langdon, kaçmadanönce kendisine bakan Sienna'nm o güzelkahverengi gözlerini hâlâ görebiliyordu.

"Üzgünüm Robert. Her şey için."

Adam, "Güçlü bir kadm," dedi. "Bana bazilikadasaldırdığını görmemiş olmalısın."

"Saldırdı mı?"

"Evet, askerler içeri girdiğinde bağırıp Sienna'mnyerini haber verecektim ama bunu yapacağımıhissetmiş olmalı. Eliyle göğsüme bir darbeindirdi."

"Ne?!"

"Bana neyin vurduğunu anlayamadım. Dövüşsanatında kullanüan bir tür hareket olmalı.Göğsüm zaten fena halde hırpalanmış olduğu içinağrının şiddeti daha da katlandı. Ancak beşdakika sonra normal nefes alabüdim. Kimseolanları görmeden Sienna seni balkona çıkarttı."

Sersemleyen Langdon, Sienna'ya, “L'hai colpitoal petto!" diye bağıran ve kendi göğsünüyumruklar gibi yapan yaşlı İtalyan kadınıhatırladı.

Sienna, "No/" diye karşılık vermişti. "Kalpmasajı om öldürür! Göğsüne bak!"

Langdon bu sahneyi zihninde canlandırırken,Sienna'nın ayaküstü ne kadar kolay ypîansöyleyebildiğini fark etti Sienna, yaşlı kadının

İtalyancdsmı yanlış çevirmişti. "L'hai colpiio aipetto!" aslında göğsüne bastırmasını söyleyen biröneri değil, öfkeli bir suçlamaydı: “Adamıngöğsünü yumrukladın!"

O sırada içinde bulundukları karmaşa yüzündenLangdon bunu fark etmemişti bile.

Ferris ona acı dolu bir tebessümle gülümsedi.Bildiğiniz gibi, Sienna Brooks hayli akıllı biri."

Langdon başını salladı. Biliyorum.

"Sinskey'nin adamları beni The Mendacium'agetirip sargı yaptılar. Bugün senin dışında Siennaile vakit geçiren tek kişi ben olduğumdan Amir,istihbarat desteği sağlamam için beni buradaistedi."

Aklı, adamm kızarıklıklarına takılan Langdon

başmı salladı. "Peki yüzün?" diye sordu."Göğsündeki çürükler? Bu şey değil mi?..."

"Veba mı?" Ferris kahkaha atıp başmı iki yanasalladı. "Sana söylediler mi bilmiyorum ama benbugün iki doktor rolü oynadım."

"Anlayamadım?"

"Beni bugün vaftizhanede gördüğünde, yüzümüntanıdık geldiğini söylemiştin."

"Evet, öyle söyledim. Galiba gözlerin. BeniCambridge'ten getirdiğin için..." Langdon sustu."Şimdi bunun gerçek olmadığını biliyorum. Peki ozaman..."

"Daha önce tanıştığımız için yüzüm sana tanıdıkgeldi. Ama Cambridge'te tanışmadık." Adammgözleri Langdon'm hatırladığını belli eder bir

ipucu aradı. "Bu sabah hastanede uyandığındaaslında ilk gördüğün kişi bendim."

Langdon çirkin hastane odasını gözündecanlandırdı. Bitkin bir haldeydi ve gözleri iyigörmüyordu; bu yüzden uyandığında ilk gördüğükişinin İtalyanca konuşan, kaim kaşlı, grileşmişgür sakallı, diğerinden yaşlı bir doktor olduğunaemin gibiydi.

Langdon, "Hayır," dedi. "Uyandığımda Dr.Marconi'yi gördüm..."

Adam kusursuz İtalyan aksanıyla, "Scusiprofessore,"m dedi. "Ma non si ricorda dirne?"a) Hayali kaşlarını yatıştırıp, olmayangrileşmiş sakalım okşuyormuş gibi yaparak

eğüdi. "Sono il dottor Marconi."&

Langdon'm ağzı açık kalmıştı, "Dr, Marconi...sen miydin?"

"Gözlerim bu yüzden tanıdık geldi. Daha önce hiçtakma kaş ve sakal kullanmamıştım ve maalesef,yapıştırıcıya alerjim olduğunu bilmiyordum.Cildim hassaslaşıp yandı. Beni gördüğündedehşete kapıldığına eminim... ne de olsa, olası birveba salgını için tetikte bekliyordun."

Vayentha saldırınca yere düşüp, göğsündenkanlar akan Dr. Marconi'nin, bunun hemenöncesinde sakalım kaşıdığını şimdi hatırlayanLangdon bakakalmıştı.

Göğsündeki sargıları gösteren adam, "Daha dakötüsü, operasyon devam ederken içimdeki kantorbasının fişeği kaydı. Vaktinde yerinekoyamadım; fişek açılı bir şekilde patladı. Birkaburgam kırıldı ve göğsüm fena halde çürüdü.

Gün boyunca nefes almakta zorlandım."

Ben de veba olduğunu sanmıştım.

Adam derin bir nefes alınca yüzünü buruşturdu."Aslında, galiba yeniden oturmam gerekiyor."Giderken Langdon'm arka tarafını işaret etti."Zaten başka bir arkadaşın geliyor."

(1) "Affedersiniz profesör."

(2) "Ama beni hatırlamadınız mı?"

(3) "Ben Doktor Marconi."

Langdon arkasını dönünce, arkasından gümüşrengi uzun saçları salman Dr. Sinskey'ninkabinde yürüdüğünü gördü. "Profesör, demekburadasınız!"

Dünya Sağlık Örgütü'nün direktörü bitkingörünüyordu ama Langdon onun gözlerinde bir

ümit pırıltısı fark etti. Bir şey bulmuş.

Langdon'm yanma gelen Sinskey, "Sizi yalnızbıraktığım için üzgünüm," dedi. "Koordinasyonkurup biraz araştırma yapıyorduk." Kokpitin açıkkapısını gösterdi. "Güneş ışığına çıkmıştınızsanırım."

Langdon omuzlarını silkti. "Uçağınıza pencereeklemeniz gerekiyor."

Sinskey ona sevecen bir tavırla gülümsedi."Işıktan bahsetmişken, umanm Amir size sonolaylarla ilgili biraz ışık tutmuştur."

"Evet ama ben duyduklarımın hiçbirindenmemnun kalmadım."

"Ben de öyle/' derken, yalnız olduklarından eminolmak için etrafına göz gezdirdi. "İnanın bana,

ondan ve örgütünden ciddi sayıda insanayrılacak," diye fısıldadı. "Bunun olmasınısağlayacağım. Ama şu anda, o torbaçözünmeden ve salgın yayılmadan önce yerinitespit etmeye odaklanmamız gerekiyor. "

Veya Sienna oraya gidip, çözünmesineyardım etmeden önce.

"Dandolo'nun mezarının bulunduğu bina hakkındasizinle konuşmam lazım."

Langdon gitmeleri gereken yerin neresi olduğunuanladığından beri o göz alıcı yapıyı hayalindecanlandırıyordu. Kutsal bilgeliğin moııseion'u.

Sinskey, "Heyecan verici bir şey öğrendim,"dedi. "Yerel bir tarihçiyle telefonda konuştuk.Elbette Dandolo'nun mezarını neden aradığımızıbilmiyor ama ona mezarın altında ne olduğuyla

ilgili fikri var mı diye sordum. Tahmin edin nededi?" Gülümsedi. "Su."

Langdon şaşırmıştı. "Gerçekten mi?

465

Cehennem / F: 30

"Evet, görünüşe bakılırsa binanın aşağı kısmını subasmış. Geçen yüzyıllar içinde binanın altındakisu seviyesi yükselmiş ve en az iki katı sularaltında kalmış. Aşağıda bazı hava cepleri ve suyakısmen gömülmüş yerler olduğunu söyledi."

Tanrım. Zobrist'in görüntüleri ve yosunluduvarlarına belli belirsiz sütun gölgeleri vuran,tuhaf bir ışıkla aydınlanmış mağara, Langdon'm

hayalinde canlandı. "Suya batmış bir yer."

"Kesinlikle."

"Ama o zam in... Zobrist oraya nasıl indi?"

Sinskey'nin gözleri parladı. "İşte hayret vericitarafı da bu. Ne bulduğumu iainanamayacaksınız."

O sırada Venedik kıyılarının yarım mil açığındakiLido Ada-sı'nda, zarif bir Cessna CitationMustang, Nicelli Havaalanı'nm pistindenhavalanarak alacakaranlık gökyüzüne yükseldi.

Sahibi olan tanınmış kostüm tasarımcısı GiorgioVenci uçakta değildi ama pilotlarına, çekici gençyolcuyu nereye isterse götürmeleri talimatımvermişti.

Eski Bizans başkentinde akşam olmuştu.

Marmara Denizi'nin kıyısında yanan ışıklarlabirlikte camiler ve ince minarelerden oluşan şehirsilueti aydınlandı. Akşam namazı vaktiydi veşehirdeki hoparlörlerden ibadet çağrısı yapanezan sesleri yankılanıyordu.

La ilahe illallah.

Allah'tan başka ilah yoktur.

İnançlılar camilere koşarken, şehrin geri kalanıişlerine devam ediyorlardı. Gürültücü üniversiteöğrencileri biralarını içiyor, işadamlarıanlaşmalarını yapıyor, tüccarlar baharatlarını vehalılarını pazarlıyor ve turistler büyülenmiş birhalde olan biteni izliyorlardı.

Burası ikiye bölünmüş bir dünya, karşıt güçlerin

şehriydi: Dindarlarla laikler; eskiyle yeni;Doğu'yla Batı... Avrupa ile Asya arasındakicoğrafi smırda duran bu ebedi şehir, gerçektende Eskidünya'dan daha da eski bir dünyayauzanan bir köprüydü.

İstanbul.

Artık Türkiye'nin başkenti olmayan şehir,yüzyıllar boyunca üç farklı imparatorluğun;Bizans, Roma ve Osmanh'nın merkezi olmuştu.Bu yüzden İstanbul, tarihi en fazla çeşitlilikgösteren yerlerden biriydi. Şehir; Topkapı Sarayı,Sultanahmet Camü, Yedikule ile ilgili folkloriksavaş, zafer ve yenilgi efsaneleriyle doluydu.

O akşam gökyüzünden bir C-130 nakliye uçağıfırtına bulutlarının arasından AtatürkHavalimanı'na doğru alçalıyordu. Kokpitin içindepilotların arkasındaki mürettebat koltuğunda

oturan Robert Langdon kendisine manzaralı birkoltuk verildiği için rahatlamış bir halde öncamdan dışarı bakıyordu.

Bir şeyler yiyip uçağın arka tarafında yaklaşık birsaat uyuduktan sonra kendini canlanmışhissediyordu.

Langdon sağ tarafta Marmara Denizi'ninkaranlığında çıkıntı yapan boynuz şeklindekiparlak yarımadanın, İstanbul'un ışıklarınıgörebiliyordu. Burası, Asyalı kız kardeşindenkavisli bir karanlık şeritle ayrılmış Avrupatarafıydı.

Boğaziçi.

Boğaziçi ilk bakışta İstanbul'u ikiye bölen genişbir yarık gibi görünüyordu. Ama Langdon,kanalın İstanbul'un ticaretinin hayat kaynağı

olduğunu biliyordu. Boğaziçi, şehre iki kıyı şeridisunmanın yanı sıra Akdeniz'den Karadeniz'egemi geçişini ve İstanbul'un iki dünya arasındabir ara istasyon görevi görmesini sağlıyordu.

Uçak bir sis tabakası arasından alçalırkenLangdon'm gözleri uzaktaki şehri tarayarakbulmaya geldikleri büyük yapıyı aradı.

Enrico Dandolo'nun mezarının bulunduğu yer.

Anlaşıldığı kadarıyla Venedikli hain düka EnricoDandolo Venedik'e değil, 1202'de fethettiğikalenin kalbine, aşağılarında sere serpe uzananşehre gömülmüştü. Ve Dandolo, fethettiği şehrinsunabileceği en kutsal yerde; günümüze kadarbölgenin en değerli mücevheri olarak kalanbinada ebedi istirahatgâhına yerleştirilmişti.

Ayasofya.

MS 360 yılında inşa edilen Ayasofya, EnricoDandolo ve Dördüncü Haçlı Seferi ordusununşehri fethettiği 1204 yılına kadar Doğu OrtodoksKatedrali olarak hizmet vermişti. On beşinciyüzyılda, Fatih Sultan Mehmet'inKonstantinopolis'i ele geçirmesinden sonracamiye dönüştürülmüş ve 1935 yılında müzehaline getirilene kadar Müslümanlarınibadethanesi olarak hizmet vermişti.

Langdon, altın yaldızlı kutsal bilgelikmoııscion'u, diye düşündü.

Ayasofya'daki altın yaldızlı süslemeler SanMarco'dakilerden çok daha fazlaydı ve ismigerçekten de "Kutsal Bilgelik" anlamınageliyordu.

Langdon muazzam binayı gözünün önüne getirdi

ve altında bir yerlerde, karanlık bir lagünde1

suyun dibinde iple bağlı, dalgalanan bir balonolduğunu ve yavaş yavaş çözünerek içindekileriserbest bırakmaya hazırlandığını düşündü.

Langdon geç kalmış olmamalarını diledi.

Sinskey uçakta bir süre önce çalışma alanınadoğru kendisini izlemesini işaret ederekheyecanla, "Binanın alt katları sualtında kalmış,"demişti. "Ne bulduğumuza inanamazsın. GökselGülen-soy adında bir belgesel film yönetmeniduymuş muydun?"

Langdon başmı iki yana sallamıştı.

Sinskey, "Ayasofya'yı araştırırken," demişti."Orası hakkında bir film yapıldığını öğrendim.Birkaç yıl önce Gülensoy'un çektiği bir belgesel."

"Ayasofya hakkında düzinelerce film yapıldı."

Sinskey'nin çalışma alanına vardıklarında, "Evet,"demişti. "Ama bunun gibisi yapılmadı."Langdon'm görebilmesi için di-züstü bilgisayarınıçevirmişti. "Oku."

Langdon oturup Gülensoy'un son filmiAyasofya'ıım Derinliklerinde'den bahsedenmakaleyi okumuştu. Hürriyet Daily Nnus dahilçeşitli haber kaynaklarından derlenmişti.

Langdon okumaya başlar başlamaz Sinskey'ninneden heyecanlandığını anlamıştı. İlk iki kelimebile Langdon'm kafasını kaldırıp hayretle onabakmasına neden olmuştu. Tüplü dalış mı?

Sinskey, "Biliyorum," demişti. "Okumaya devamet."

Langdon tekrar makaleye dönmüştü.

AYASOFYA'NIN ALTINA TÜPLÜ DALIŞ:Belgesel film yapımcısı Göksel Gülensoy vearaştırmacı dalgıç ekibi

İstanbul'un yoğun turist çeken dini yapısınınyüzlerce metre altında sular altmda kalmış çokeski havzalar buldular.

Sayısız mimari harikanın yam sıra, sekiz yüz yıllıkçocuk aziz mezarları, Ayasofya'yı TopkapıSarayı'na, Tekfur Sarayı'na bağlayan tüneller veAnemas Zindanları'nm yeraltı uzantılarınıkeşfettiler.

Yarısı sular altmda kalmış bir dehlizdeAyasofya'mn temellerini inceleyen bot içindekiaraştırmacıların eski bir fotoğrafmı gördüktensonra belgeseli çekmeye karar verdiğini söyleyen

Gülensoy, "Ayasofya'mn altmdakilerin yüzeyinüzerindekilerden çok daha heyecan vericiolduğunu düşünüyorum," diye açıklamadabulundu.

Sinskey heyecanla, "Kesinlikle doğru yapıyıbulmuşsun!" demişti. "Ve anlaşılan, o binanınaltmda, içinde gezilebilir geniş cepler var veçoğuna da tüplü dalış malzemeleri olmadangirilebi-liyor... Bu, Zobrist'in çekimlerindegördüklerimizi açıklayabilir."

Ajan Brüder arkalarında durmuş dizüstübilgisayarın ekranına bakıyordu. "Belli ki binanınaltmdaki su yolları her tarafa uzanıyor. OSolublon torba biz oraya varmadan çözülürse,içindekilerin yayılmasını engellemek imkânsızolacak."

Langdon, "İçindekiler..." demişti. "İçinde ne

olduğuna dair bir fikriniz var mı?" Yani, tamolarak? Bir patojenle karşı karşıya olduğumuzubiliyorum ama..."

Brüder, "Kamera görüntülerini inceledik,"demişti. "Gerçekten de kimyasal değil biyolojikbir şey olduğu izlenimi veriyor.... yani, yaşayanbir şey. Torbanın içindeki cüzi miktaradayanarak, son derece bulaşıcı ve çoğalabilen birşey olduğunu düşünüyoruz. Bakteri gibi sudan mıbulaşıyor, yoksa serbest kaldığında virüs gibihavadan mı yayılıyor emin değiliz ama her ikiside mümkün."

Sinskey, "Şu anda, bölgedeki taban suyusıcaklığıyla ilgili veri topluyor, yeraltmdaki bubölgelerde ne tür bulaşıcı maddeleringelişebileceğini belirlemeye çalışıyoruz amaZobrist son derece yetenekliydi, kolaylıklabenzersiz özellikleri olan bir şey icat etmiş

olabilir. Ayrıca, onun burayı seçmesinin birsebebi olduğundan şüpheleniyorum," demişti.

Brüder başıyla izin isteyip, Solublon torbasınınsualtmdaki sıra dışı yayılma mekanizmasıyla ilgilideğerlendirmesini sunmuştu. Mekanizmanınmükemmelliğini kavramaya başlıyorlardı. Zobrist,torbayı yerin ve suyun altında asıh tutarak sonderece stabil bir kuluçka ortamı yaratmıştı: sabitsu sıcaklığı olan, güneşin radyasyonunu almayan,kinetik tamponlamaya sahip ve rahatsızedilmediği bir ortam. Zobrist seçtiği dayanıklıtorba sayesinde bulaşıcı hastalığı, olgunlaşıpbelirlenmiş tarihte kendi kendini serbest bırakanakadar bir süre tek başına bırakabilecekti.

Bir daha oraya geri dönmese bile.

Langdon yere inen uçağın ani sarsıntısıylakatlanır mürettebat koltuğunda şimdiki zamana

döndü. Pilotlar sertçe fren yaptıktan sonrauzaktaki bir hangara doğru taksi yapıp dev uçağıdurdurdular.

Langdon, hazmat giysileri2 içinde bir grup DünyaSağlık Örgütü çalışanı tarafındankarşılanacaklarını düşünmüştü. Ancak, gelişlerinibekleyen tek kişi, parlak kırmızı haç amblemlibüyük beyaz bir minibüsün şoförüydü.

Kızıl haç mı gelmiş? Langdon tekrar baloncakırmızı haç amblemini kullanan diğer kuruluşolduğunu anladı. İsviçre Elçiliği.

Kemerini çözdü ve herkes uçaktan inmeyehazırlanırken Sinskey'yi buldu. "Herkes nerede?"diye sordu. "DSÖ ekibi? Türk yetkililer? Herkesçoktan Ayasofya'ya mı gitti?"

Sinskey huzursuz bir ifadeyle ona baktı.

"Doğrusunu istersen," diye açıkladı. "Yerelyetkililere haber vermemeye karar verdik.ECDC'nin en iyi TTD ekibi yanımızda vekolayca yayılabilecek bir panik yaratmaktansaoperasyonu bir süre gizli tutmak daha mantıklıgörünüyor."

Langdon, Brüder ve ekibinin içinde hazmatmalzemeleri; biyo-giysiler, gaz maskeleri,elektronik keşif aletleri bulunan büyük siyah sporçantalarını hazırladıklarını gördü.

Brüder çantasını omzuna atıp yanlarına geldi."Gitmeye hazırız. Binaya girip Dandolo'nunmezarını bulacağız. Şiirin dediği gibi, suyunşırıltısını dinleyeceğiz ve sonra ekibimle birliktedurumu değerlendirip başka destek çağırıpçağırmamaya karar vereceğiz."

Langdon planda şimdiden birtakım sorunlar

görüyordu. "Ayasofya akşamüstü kapanır, buyüzden yerel yetkililer olmadan içeri girmemizimkânsız."

Sinskey, "Sorun yok," dedi. "İsviçre Elçiliği'ndenbir kontağım Ayasofya Müzesi'nin müdürüyleiletişime geçip özel bir VIP turu rica etti. Müzemüdürü de kabul etti."

Langdon neredeyse kahkaha atacaktı. "DünyaSağlık Örgütü'nün direktörü için VIP turu? Vehazmat çantaları taşıyan bir asker ordusu?Bunun biraz şüphe çekeceğini düşünmüyormusunuz?"

Sinskey, "TTD ekibi ve ekipmanları sen, ben veBrüder durumu değerlendirirken arabadakalacaklar," dedi. "Ayrıca, bilgin olsun, VIP bendeğilim. Şensin."

"Efendim?!"

"Müzenin müdürüne ünlü bir Amerikalıprofesörün araştırma ekibiyle birlikteAyasofya'daki semboller hakkında bir makaleyazmak üzere İstanbul'a geldiğini, ama uçaklarıbeş saat TOt&T yaptığı için profesörün binayıgörme şansım kaybettiğini söyledik. Ekibiylebirlikte yarın sabah ayrılacağı için acaba..."

Langdon, "Tamam," dedi. "Anafikri anladım."

"Müze bizi burada karşılaması için bir çalışanınıgönderecek. Görünüşe bakılırsa, İslam sanatıhakkında yazdıklarının bir hayranıymış." Sinskeyiyimser görünmeye çalışarak ona yorgun birifadeyle gülümsedi. "Binanın her köşesinegirebileceğine dair garanti verdiler."

Brüder, "Ve daha da önemlisi," dedi. "İçeride

sadece biz olacağız."

Robert Langdon, Atatürk Havalimanı'mİstanbul'un şehir merkezine bağlayan sahilyolunda hızla ilerleyen minibüsün penceresindendışan boş gözlerle bakıyordu. İsviçreli yetkililergümrükten geçişi kolaylaştıracak bir düzenlemeyapmışlar, böylelikle Langdon, Sinskey vegruptaki diğerleri birkaç dakika içinde yolakoyulabilmişlerdi.

Sinskey, Amir ile Ferris'e diğer DSÖçalışanlarıyla birlikte C-130'da kalıp SiennaBrooks'un yerini aramaya devam etmelerinisöylemişti.

Kimse Sienna'nın İstanbul'a vaktindegelebileceğine inanmasa da, Zobrist'inTürkiye'deki müritlerinden birini arayıpSinskey'nin ekibi müdahale etmeden o kaçık

planı gerçekleştirmek için yardım istemişolabileceğinden korkuyorlardı.

Sienna gerçekten de toplu katliam yapabilirmi? Langdon hâlâ gün içinde olanları kabuletmekte zorlanıyordu. Bunu yapmak acı verse degerçekleri kabul etmek zorundaydı. Sen onu hiçtanımadın Robert. Seninle oyun oynadı.

İnceden bir yağmur yağmaya başlayınca, camsileceklerinin yineleyen sesini dinleyen Langdonbirden yorulduğunu hissetti. Sağ tarafındakiMarmara Denizi'nde ilerleyen lüks yatların veilerideki limana girip çıkan dev tankerlerinışıklarını görebiliyordu. Sahil boyunca uzananışıklı minareler, kubbeli

camilerin üzerinde yükseliyor; modern ve laik birşehir olmakla birlikte, kökeninde hâlâ dinin

yaşadığını hatırlatıyordu.

Langdon on beş kilometrelik bu yolunAvrupa'daki en güzel yollardan biri olduğunudüşünürdü. İstanbul'un eskiyle yenikarşılaşmasının mükemmel bir örneği olan caddekısmen, ismini aldığı adamdan -John F. Kennedy-bin altı yüz yü önce yapılmış olan Bizanssurlarının yanından ilerliyordu. ABD başkanı,yıkılan imparatorluğun küllerinden bir TürkiyeCumhuriyeti kuran Atatürk'ün hayranıydı.

Eşsiz bir deniz manzarası sunan KennedyCaddesi, ağaçlıklı ve tarihi mekânları arasındankıvrılıyor, Yenikapı İskelesi'ni geçtikten sonraBoğaz'a dönerek oradan, kuzeydeki Haliç'edoğru ilerliyordu. İşte, müstahkem bir mevkidebeliren OsmanlIların gözdesi Topkapı Sarayı,şehrin üzerinde yükseliyordu. Boğaziçi'ne hâkimgörüş alanıyla bu saray, turistlerin en sevdiği

yerlerden biriydi. Hz. Muhammed'e ait olduğusöylenen bir hırka ve kılıcın da dahil olduğuOsmanlı hâzinesine ve manzaraya bakmak içinburaya akm ediyorlardı.

Varacakları yeri gözünde canlandıran Langdon,oralara kadar gitmeyeceğiz, diye düşündü.Şehrin merkezinden yükselen Ayasofya fazlauzakta değildi.

Kennedy Caddesi'nden çıkıp kalabalık şehredoğru girerlerken sokak ve kaldırımlardakiinsanlara bakan Langdon, gün boyunca geçenkonuşmaları düşünmeye daldı.

Aşın nüfus.

Veba.

Zobrist'in sapık emelleri.

Bu TTD ekibinin nereye gittiğini öğrenmiş olsada şu ana kadar tam olarak anlamış değildi. İşinkalbine gidiyoruz. Yavaşça çözünen san-kahverengi sıvı torbasını hayalindecanlandırırken, bu duruma gelmeyi nasılbecerdiğini merak etti.

Sienna ile birlikte Dante maskesinin arkasmdabuldukları tuhaf şiir onu buraya, İstanbul'agetirmişti. TTD ekibini Ayasofya'yayönlendirmişti ama oraya vardıklarında onlarıdaha fazla işin beklediğini biliyordu.

©13 çofî, fûttsaf 6i efiğin yafö fı mouseion’unöa

re fûtfacjuu yere baya

binfe suyun ftrıftısmı.

datifi sarayın berinftftferinc in...

oraba, ftaranfujtn tçinbe 6c(Her ftfjtfjonifccana»ar

fam fom\3tst sufarma gömüfmüftür fagünün...

fö ıjansıtma3 yıfbyfan...

Langdon, Dante'nin Cehennem’indeki sonkantonun benzer bir manzarayla bittiğinibildiğinden, yeniden endişelenmeye başladı.Yeraltı dünyasında uzun bir süre geçirdiktensonra Dante ile Vergilius, cehennemin en dipnoktasına geliyorlardı. Çıkışı olmayan bu yerde,ayaklarının altındaki kayaların arasında akansuların şırıltısını duyuyor, çatlaklarla yarıklarınarasmdan akan suyu takip ediyor... ve sonundagüvenliğe çıkıyorlardı.

Dante şöyle yazmıştı: "Bir yer vardır ki gözlegörülmez, kendi oyduğu kayadan hafif bir

meyille inen küçük bir ırmağın şırıltısıylaanlaşılır varlığı. Işık dünyasına dönmek içinbu gizli patikaya girdik."

Dante'nin çizdiği manzara belli ki Zobrist'e ilhamvermişti; yalnız kendi uygulamasında Zobrist herşeyi baş aşağı etmişti. Langdon ve diğerleri,suyun şırıltısını takip edeceklerdi ama Dante'ninaksine, cehennemden uzaklaşmayacak... içinedoğru gideceklerdi.

Minibüs dar sokaklardan ilerleyip kalabalıkmahallelere girerken Langdon, salgının merkeziolarak Zobrist'i, İstanbul'u seçmeye yöneltenyanlış mantığı anlamaya başladı.

Doğunun Batı'yla buluşması.

Dünyanın dört yol ağzı.

Tarih boyunca İstanbul defalarca, nüfusun büyükçoğunluğunu öldüren salgınlara yenik düşmüştü.Aslına bakılacak olursa, hastalığın günde onbinden fazla kişiyi öldürdüğü Kara Ölüm'ün sonsafhalarında bu şehre imparatorluğun "vebamerkezi" denilmişti. Osmanlı'dan kalma pek çoktabloda, Taksim'deki arazilere cesetleri gömmekiçin veba çukurlan açan şehirliler resmedilmişti.

Langdon, "Tarih tekerrürden ibarettir," diyenKari Marx'ın yanılmış olmasını diledi.

Yağmurlu sokaklardaki bihaber insanlar akşamtelaşına düşmüşlerdi. Güzel bir Türk kadınıçocuklarını yemeğe çağırıyordu; iki yaşlı adambir kahvehanenin önünde akşam kahveleriniyudumluyorlardı; iyi giyimli bir çift, şemsiyeninaltmda el ele yürüyordu; konsere geciktiğianlaşılan smokinli bir adam otobüsten inip,ceketinin altmda tuttuğu keman kutusuyla

sokaktan aşağı koşuyordu.

Langdon her birinin hayatım nasıl geçirdiğinitahmin etmeye çalışarak etrafındaki yüzleriincelemeye başladı.

Topluluklar bireylerden meydana gelir.

Yüzünü pencereden çevirip gözlerini kapatırken,sağlıksız düşünceleri akhndan uzaklaştırmayaçalıştı. Ama yeteri kadar hasar almıştı. Zihnininkaranlıklarında istenmeyen bir görüntü belirdi:Vebanın, sefaletin ve işkencenin denizkenarındaki bir şehri yerle bir edişini tasvir edenBruegel'in Ölümün Zaferi tablosu.

Minibüs sağdaki Torun Caddesi'ne dönünceLangdon geldiklerini sandı. Sol tarafında, sisinardında büyük bir cami görünüyordu.

Ama burası Ayasofya değildi.

Çok sayıda şerefesi bulunan, gökyüzüneyükselerek sipsivri bir tepeyle son bulan kalembenzeri altı minareyi gören Langdon,Sultanahmet Camii'ni hemen tanıdı. Dahaönceleri, Sultanahmet

Camii'nin peri masalından çıkmış gibi görünenşerefeli minarelerinin, Disney VVorld'dekiCinderella şatosuna ilham verdiğini okumuştu.Sultanahmet Camii, İngilizcede Mavi Camianlamına gelen Blue Mosque ismini, içduvarlannı kaplayan göz alıcı mavi çinilerdenalmıştı.

Hızla ilerleyen minibüs Kabasakal Caddesi'nedönüp, Sultanahmet Camii ile Ayasofyaarasındaki Sultanahmet Meydanı boyuncagiderken Langdon, yaklaştık, diye düşündü.

Yağmur damlalarının ıslattığı ön camdan gözlerinikısarak bakan Langdon, ufukta Ayasofya'yıgörmeye çalıştı ama yağmur ve araba farlarıgörüşünü engelliyordu. Daha da kötüsü,caddedeki trafik iyiden iyiye tıkanmayabaşlamıştı.

Langdon ileride, fren ışıklarından başka bir şeygöremiyordu.

Şoför, "Bir etkinlik olmalı," dedi. "Galiba konservar. Yürüyerek daha çabuk gidersiniz."

Sinskey, "Ne kadar uzakta?" diye sordu.

"Şuradaki parktan geçeceksiniz. Üç dakika. Çokgüvenlidir."

Brüder'e başını sallayan Sinskey, TTD ekibinedöndü. "Siz minibüste kaim. Binaya mümkün

olduğunca yaklaşın. Ajan Brüder birazdan sizinletemasa geçecek."

Bunun ardından Sinskey, Brüder ve Langdonminibüsten inip sokağa çıktı ve parka yöneldi.

Sultanahmet Parkı'ndaki geniş yapraklı ağaçlar,grup patikada yürürken onları yağmurdan birmiktar koruyordu. Yürüyüş yollarına, ziyaretçileriparkın ilgi çekici yerlerine yönlendiren tabelalaryerleştirilmişti: Luksor'dan getirilen bir Mısırdikilitaşı; Delfi'deki Apollon Mabedi'ndengetirilen Yılanlı Sütun; Bizans İmparatorluğuzamanında "sıfır noktası" kabul edilerek, tümmesafelerin ölçüldüğü Milyon Taşı (MillionAnıtı).

Sonunda, ağaçların arasından çıkıp, parkınortasını belirleyen yuvarlak bir havuzun yanmageldiler. Açıklıkta dikilen Langdon gözlerini

kuzeydoğuya dikti.

Ayasofya.

Binadan çok... bir dağı andırıyordu.

Yağmurda parıldayan Ayasofya'mn dev cüssesi,kendi başma bir şehir gibiydi. Kenarlan gümüşgrisi, inanılmayacak kadar geniş merkez kubbesi,çevredeki diğer kubbeli binaların üstünde duruyorgibiydi. Her birinin tek şerefesi ve gümüş grisi biralemi bulunan dört minare, binanın köşelerindenyükseliyordu; merkez kubbeden o kadar uzaktılarki, aynı yapıya ait olduklarına inanmak güçtü.

Şu ana kadar sabit hızla koşmakta olan Sinskeyile Brüder, aniden durup gözlerini yukarı... yukankaldırmaya başladılar. Zihinleri, karşılarındaduran yapının yüksekliğini ve genişliğinialgılamakta güçlük çekiyordu.

"Aman Tanrım." Brüder hayretle söylendi."Burayı mı arayacağız?"

Amir, park halindeki C-130 nakliye uçağınıniçinde volta atarken, burada esir tutuluyorum,diye düşünüyordu. Sinskey'nin tamamıylakontrolden çıkmadan önce krizi önlemesineyardım etmek için İstanbul'a gelmeyi kabuletmişti.

Sinskey ile işbirliği yapmanın istemeden bulaştığıbu kriz yüzünden alabileceği cezayıhafifletebileceğim düşünmüştü. Ama şimdiSinskey beni gözaltında tutuyor.

Uçak, Atatürk Havalimanı'nın devlete aithangarına park eder etmez Sinskey ve ekibiuçaktan inmiş ve DSÖ'nün direktörü, Amir vebirkaç Konsorsiyum çalışanına uçakta

kalmalarını emretmişti.

Amir hava almak için dışarı çıkmaya teşebbüsedince buz gibi ifadeli pilotlar tarafmdan önükesilmiş ve kendisine Dr. Sinskey'nin herkesinuçakta kalmasını rica ettiği hatırlatilmıştı.

Geleceğinin belirsizliğinin farkında olan Amir birkoltuğa çökerken, hiç iyi değil, diye düşündü.

Amir kukla oynatıcısı olmaya alışmıştı, ipleriçeken son güç her zaman kendisi olmuştu amaşimdi aniden tüm gücü elinden alınmıştı.

Zobrist, Sienna, Sinskey.

Hepsi ona karşı gelmişti... hatta kendi çıkarlarıiçin kullanmışlardı.

Şimdi, nakliye uçağının tuhaf, penceresiz

hücresinde tutsak olan Amir, şansının tükeniptükenmediğini, şu anki durumunun hayatıboyunca yaptığı sahtekârlıkların bir karşılığı olupolmadığını sorguluyordu.

Hayatımı kazanmak için yalan söylüyorum.

Ben yanlış bilgi satıcısıyım.

Amir bu dünyada yalan satan tek kişiolmamasına rağmen kendisini göldeki en büyükbalık gibi görüyordu. Küçük balıklar farklı birtürdü ve Amir onlarla arasında bir ilişkikurulmasından bile hoşlanmıyordu.

İnternetten bulunabilecek Alibi Company veAlibi Network gibi şirketler dünya çapmdasadakatsiz eşlere paçayı kurtarmanın yollarınısunarak servet kazanıyorlardı. Müşterilerininkocalarına, karılarına veya çocuklarına

hissettirmeden ortadan kaybolmaları için "zamanıdurdurma" sözü veren bu şirketler yalan vekandırmaca konusunda ustaydılar: Sahte iştoplantıları, sahte doktor randevuları, hatta sahtedüğünler kurgulayıp, bunları destekleyen sahtedavetiyeler, broşürler, uçak biletleri, otel onayformları hazırlıyorlardı. Hatta Alibi Company'ninşirketinde çalışan ve eğitimli profesyonellerin birresepsiyonist -veya kandırmacanın gerektirdiğidiğer kişiler- gibi cevapladıkları özel bağlantınumaralan bile sağlıyorlardı.

Ancak Amir vaktini asla böyle önemsiz işler içinharcamamıştı. Sadece büyük çaplı dalaverelerleuğraşmış, en iyi hizmeti almak için milyonlarcadolar ödeyebilecek olanlarla iş yapmıştı.

Hükümetler.

Büyük şirketler.

Aşın zengin VlP'ler.

Bu müşterilerin amaçlarma ulaşabilmeleri içinKonsorsiyum'un varlıklan, personeli, tecrübesi veyaratıcılığı her zaman emirlerine amadeoluyordu. Ama hepsinden önemlisi, onlarareddetme imkânı tanınıyor, dalaverelerinidesteklemek için uydurulan kandırmacalarla aslabir ilgilerinin kurulmayacağına dair garantiveriliyordu.

Amaç; ister borsayı yükseltmek, ister bir savaşımeşrulaştırmak, ister bir seçimi kazanmak veyabir teröriste tuzak kurmak olsun, dünyanın siyasalgüçleri halkın bakış açısını şekillendirmek içinsahte bilgi komplolarına güveniyorlardı.

Her zaman böyle olmuştu.

Altmışlı yıllarda Ruslar sahte bir casusluk

şebekesi kurmuş ve istihbarat değiştokuşundaİngilizlere yıllarca yanlış bilgi vermişlerdi. 1947yılında American Hava Kuvvetleri dikkatleriRoswell, New Mexico'da yaşanan bir uçakkazasından uzaklaştırmak için ayrıntılı bir UFOaldatmacası kurgulamıştı. Ve kısa bir süre önce,tüm dünyaya Irak'ta kitle imha silahlanbulunduğu inandınlmaya çalışılmıştı.

Amir yaklaşık otuz yıldır nüfuzlu insanlarıngüçlerini korumalarına, yeniden ele geçirmelerineve artırmalarına yardım ediyordu. Kabul ettiğiişler konusunda son derece dikkatli davransa da,her zaman bir gün yanlış işi kabul edeceğindenkorkmuştu.

Ve işte o gün gelmişti.

Amir her destansı çöküşün tek bir ana bağlıolduğuna inanırdı; tesadüfi bir karşılaşma, kötü

bir karar ve gereksiz bir bakış gibi.

Kendi durumunda, bu anm yaklaşık on iki yılönce paraya ihtiyacı olan genç bir tıp fakültesiöğrendsini işe almayı kabul ettiğinde yaşandığınıdüşünüyordu. Genç kadının keskin zekâsı,şaşırtıcı lisan kabiliyeti, doğaçlama yeteneği onunKonsorsiyum'da bir anda sivrilmesine nedenolmuştu.

Sienna Brooks doğuştan yetenekliydi.

Sienna, onun çalışma şeklini anında anlamıştı veAmir, genç kadmın sır saklamaya yabanaolmadığım hissetmişti. Sienna yaklaşık iki yılonun için çalışarak tıp fakültesi haranı ödemesineyardım edecek yüklü bir para kazanmıştı vesonra, aniden işten ayrılacağını söylemişti.Dünyayı kurtarmak istiyordu ve bunu oradayapamazdı.

Amir, Sienna Brooks'un on yıl sonra karşısınaçıkacağını ve yanında büyük bir hediye; aşınzengin bir müşteri getireceğini asla tahminetmemişti.

481

Cehennem / F: 31

Bertrand Zobrist.

Amir onu hatırlayınca tüyleri diken diken oldu.

Bu, Sienna'nın hatası.

Baştan beri, Zobrist'in planına ortaktı.

C-130'un eğreti toplantı masasında konuşmalar

alevleniyor du. DSO memurlarından bazılarıtelefonda konuşuyor, bazıları da aralarındatartışıyorlardı.

İçlerinden biri telefona doğru bağırarak, "SiennaBrooks mu?!" dedi "Emin misiniz?" Memurkaşlarım çatarak bir süre dinledi "Pekâlâ, banadetayları verin Bekliyorum."

Ahizeyi eliyle kapatıp meslektaşlarına döndü."Görünüşe bakılırsa, Sienna Brooks bizden kısabir süre sonra İtalya'dan ayrılmış."

Masadaki herkes kaskatı kesildi.

Bir kadın memur, "Nasıl?" diye sordu."Havaalanını, köprüleri, tren istasyonunu ablukaaltına almıştık..."

Telefondaki memur, "Nicelli Havaalanı," diye

cevap verdi. "Lido'daki"

Kadiri başım iki yana sallayarak, "Mümkündeğil," dedi. "Nicelli çok küçük Dışarı uçuş yok.Sadece, yerel helikopter turlarına açık ve_"

"Sama Brooks bir şeküde, Nicelli'de hangardaduran özel bir Jete binmeyi başarmış. Detaylarıaraştırıyorlar." Ahizeyi tekrar ağzma götürdü."Evet, buradayım. Ne buldunuz?" Son bilgileridinlerken omuzlan aşağı düştü ve sonundaoturmak zorunda kaldı. "Anlıyorum. Teşekkürederim." Görüşmeyi bitirdi.

Meslektaşları meraklı gözlerle ona bakıyorlardı.

Adam gözlerini ovuşturarak, "Sienna'nın jetiTürkiye'ye doğru geliyormuş," dedi

İçlerinden biri, "O zaman Avrupa Hava Nakliye

Komutanlığım ara!" dedi "Jeti geri döndürsünler."

Adam başım salİadı."Yapamam. On iki dakikaönce buradan sadece yirmi kilometre uzakta olanözel Hezarfen Havaalam'na inmiş ve ortadanka feûtauş."

Yağmur artık Ayasofya'mn kubbesinidövüyordu.

Yaklaşık bin yıl boyunca dünyanın en büyükkilisesi olmuştu; bugün bile daha büyük bir şeyihayal etmek güçtü. Burayı yeniden görenLangdon, İmparator Justinianos'un Ayasofya'yıtamamlaymca bir adım geri gidip gururla,"Süleyman, seni geçtim," dediğini hatırladı.

Sinskey ile Brüder yaklaştıkça daha da yükselenbu anıt yapıya doğru kararlı adımlarla ilerliyordu.

Buradaki patikalarm kenarlarına Fatih SultanMehmet'in ordularının kullandığı toplar dizilmişti;bu dekor, binanın fetih zamanında kanlı sahnelereşahit olduğunu ve binanın daha sonra, galip gelengüçlerin manevi ihtiyaçlarına hizmet ettiğinihatırlatıyordu.

Güney cepheye yaklaştıklarında Langdon sağtarafındaki üç kubbeli, silo benzeri eklentilerebaktı. Bunlar, padişahların türbeleriydi ki,içlerinden biri, yüzden fazla çocuğu olduğusöylenen III. Murat'a aitti.

Çalan cep telefonu sessizliği bozdu. Ajan Brüdertelefonunu çıkarıp, arayanın kim olduğunabaktıktan sonra kısa bir cevap verdi. "Bir şey varmı?"

Söylenenleri dinlerken başını hayretle iki yanasalladı. "Bu nasıl olur?" Biraz daha dinleyip içini

çekti. "Tamam, bana haber verin. İçerigiriyoruz." Telefonu kapattı.

Sinskey, "Ne olmuş?" diye sordu.

Etrafa bakman Brüder, "Gözlerinizi açık tutun/'dedi. "Başkaları da olabilir." Bakışlarını yenidenSinskey'ye çevirdi. "Galiba Sienna Brooks daİstanbul'daymış."

Langdon, adama baktı. Hem Sienna'nmTürkiye'ye gelmenin bir yolunu bulmuş olmasına,hem de Venedik'ten kaçabilmesine şaşırmıştı.Bertrand Zobrist'in planı gerçekleşsin diyeyakalanmayı ve hatta ölmeyi göze ahyordu.

Onun kadar endişeli görünen Sinskey, Brüder'edaha fazla soru sormaya hazırlanıyormuş gibiderin bir nefes aldı ama yeniden düşününcevazgeçip, Langdon'a döndü. "Ne taraftan?"

Langdon binanm sol taraflarında kalan güneybatıköşesini gösterdi. "Şu tarafta/' dedi.

Müzedeki bağlantılarıyla buluşma yeri, namazdanönce Müslümanların aptes aldığı gösterişli birşadırvandı.

Onlar yaklaşırken bir adam, "Profesör Langdon!"diye seslendi.

Çeşmenin üstünü örten sekizgen çatının altındançıkan Türk adam, gülümsüyordu. Kollarınıheyecanla salladı. "Profesör, buradayım!"

Langdon ile diğerleri hemen yanma gittiler.

"Merhaba, ismim Mirsat," derken İngilizceyiaksanlı konuşan sesinden heves taşıyordu.Hafifçe dökülmüş saçları, öğretmen gözlükleri vegri takım elbisesiyle ince bir adamdı. "Büyük

şeref duydum."

Mirsat'm elini sıkan Langdon, "O şeref bize ait,"dedi. "Bu kadar kısa sürede böylemisafirperverlik gösterdiğiniz için teşekkürler."

"Evet, evet!"

Mirsat'm elini sıkan Dr. Sinskey, "Ben ElizabethSinskey," dedi ve Brüder'i gösterdi. "Ve bu beyde Christoph Brüder. Profesör Langdon'ayardım etmek için buradayız. Uçağımız geciktiğiiçin üzgünüm. Bizi ağırladığınız için çoknaziksiniz."

"Lütfen! Lafı bile olmaz!" Mirsat coşkusunu belliediyordu. "Profesör Langdon için her zaman özelbir tur rehberliği yapabilirim. Onun yazdığı İslamDünyasındaki Hıristiyan Sembolleri kitabı,müzenin hediyelik eşya dükkânında en sevilen

kitaplardan biri."

Langdon, gerçekten de öyle mi, diye düşündü.Şimdi bu kitabın yeryüzünde bulunduğu biryeri öğrenmiş oldum.

"Başlayalım mı?" diye soran Mirsat, onlarapeşinden gelmelerini işaret etti.

Küçük bir açık alandan ilerleyen grup, normalturist girişinden geçip binanın asıl ana girişinedoğru ilerledi: devasa bronz kapıları olan üçkemerli geçit.

Silahlı iki güvenlik görevlisi onları bekliyordu.Mirsat'ı görünce kapılardan birini açtılar.

Langdon'm aşina olduğu birkaç Türkçe sözdenbirini söyleyen Mirsat, "Sağ olun," dedi. Bu, kibarbir teşekkürdü.

Grup girince görevlilerin arkalarından kapattığıağır kapıların sesi, içeride yankılandı.

Langdon ile diğerleri şimdi Ayasofya'mnnarteksinde duruyorlardı. Burası, Hıristiyankiliselerinde sıklıkla rastlanan ve ilahi olanlaolmayan arasında tampon görevi gören dar birbekleme odasıydı.

Langdon bunlara genellikle dini hendek derdi.

Grup karşı tarafta duran başka bir dizi kapıyadoğru yürüdü ve Mirsat içlerinden birini açtı.

Langdon bu kapının arkasında, görmeyi beklediğimabet yerine ilkinden biraz daha büyük olanikinci bir narteks gördü.

Ayasofya'mn dış dünyadan iki seviyedekorunduğunu unutmuş olan Langdon,

eksonarteks, diye düşündü.

Duvarları, zarif şamdanların ışığında parlayancilalı taştan yapılmış olan eksonarteks, ziyaretçiyigöreceklerine hazırlar gibi, diğer narteksten dahagösterişliydi. Bu sakin yerin son bulduğu yerde,üzerinde harikulade mozaiklerin yer aldığı dörtkapı vardı.

Langdon her zaman bu mozaiklerin hayranlıkverici olduğunu düşünürdü.

Mirsat en geniş kapıya doğru yürüdü: bronz kaplıdevasa bir giriş. Coşkuyla, 'imparator Kapısı,"diye fısıldadı. "Bizans zamanında bu kapıyısadece imparator kullanabiliyordu.' Turistlergenellikle buradan geçmez ama bu özel birgece."

Mirsat kapıya uzandıktan sonra duraksadı.

"Girmeden önce sormak istiyorum," diye fısıldadı."İçeride görmek istediğiniz özel bir şey var mı?"

Langdon, Sinskey ve Brüder birbirlerine baktılar.

Langdon, "Evet," dedi. "Elbette görülecek çokşey var ama biz Enrico Dandolo'nun mezarıylabaşlamak istiyoruz."

Mirsat sanki yanlış anlamış gibi başmı yanaeğdi.- "Anlayamadım? Dandolo'nun mezarını mıgörmek istiyorsunuz?"

"Evet öyle."

Mirsat kederlenmiş gibi baktı. "Ama bayım...Dandolo'nun mezarı çok yalındır. Ne sembolvardır ne de başka bir şey. Görülecek en güzelyer olduğunu söyleyemem."

Langdon kibarca, "Bunu biliyorum," dedi. "Yinede bizi oraya götürebilirseniz çok memnunolacağız."

Uzun bir süre Langdon'ı inceleyen Mirsat,bakışlarını kapının tam üstündeki mozaiğekaldırdı. Mozaikte Pantokrator İsa'nın resmivardı: sağ eliyle kutsarken sol elinde Yeni Ahit'itutan İsa'nm ikonik görüntüsü.

Sonra, sanki birden aydınlanmış gibi Mirsat'mdudakları bilmiş bir tebessümle kıvrıldı veparmağını sallamaya başladı. "Akıllı adamsmız!Çok akıllı!"

Langdon bakakalmıştı. "Anlayamadım?"

"Endişelenmeyin profesör," dedi. "Kimseyegerçekten neden burada olduğunuzusöylemeyeceğim."

Sinskey ile Brüder, Langdon'a şaşkınlıklabaktılar.

Mirsat kapıyı açıp onları içeri alırken Langdonsadece omzunu silkebildi.

Kimileri buraya Dünyanın Sekizinci Harikasıdiyordu ve şu anda içeride bulunan Langdon budeğerlendirmeye karşı çıkacak değildi.

Grup, girişten muazzam ibadethaneye girerkenLangdon, Ayasofya'nm oranlarının büyüklüğü ileziyaretçüerini aranda etkilediğini hatırladı.

İçerisi o kadar büyüktü ki, Avrupa'nın en büyükkatedralleri bile yaranda küçük kalıyorlardı.Langdon bu şok edici büyüklüğün kısmen biryanılsama, Bizans kat planının dramatik bir yanetkisi olduğunu biliyordu. Tüm mekânı tek birkare içine alan merkezdeki naos, kendinden

sonra yapılan katedrallerde olduğu gibi bir haçındört kolu boyunca uzanmıyordu.

Langdon, bu yapı Notre-Dame'dan yedi yüzyıl önce yapılmış, diye düşündü.

Langdon mekânın boyutlarını sindirmek için birazbekledikten sonra bakışlarım kırk metreyukarıdaki altın kubbeye doğru kaldırdı. Merkeznoktasmdan güneş ışınlan gibi yayılan kırk kiriş,kırk kemerli pencereden oluşan daire şeklindekikemer altına kadar uzanıyordu. Gündüzsaatlerinde bu pencerelerden süzülen ışık, altınçinilerin içindeki cam parçalarından yansıyarakAyasofya'nm ünlü "mistik ışığı"nı yaratıyordu.

Langdon mekânın altın renkli atmosferininkusursuz bir şekilde yakalandığı o tek tabloyugörmüştü. John Singer Sargent

Amerikalı ressam, ünlü Ayasofya tablosunuyaratırken paletini tek bir rengin tonlarıylakısıtlamıştı.

Altm rengi.

"Cennetin Kubbesi" olarak bilinen parlak altınkubbeyi dört muazzam kemer taşıyordu. Bunlarınher biri, bir dizi yarım kubbe ve pencere ahuyladesteklenmişti. Bu destekleri aşağılarındabulunan daha küçük yan kubbeler ve kemerlertaşıyor, bu da cennetten yeryizüne doğruakıyormuş gibi görünen bir mimari şekiller şelalesizlenimi veriyordu.

Cennetto yeryüzüne doğru daha doğrusal bir rotaçizerek kubbeden aş? gı inen kablolar pırıl pırılparlayan avizeler taşıyorlardı. Bu avi; iler çokalçakta duruyormuş gibi göründükleri için uzunboyiı ziyaretçilerde başlarım çarpacaklan izlenimi

uyan-dınyordu. Gerçekte bu, mekânınbüyüklüğünden kaynaklanan başka bivyanılsamaydı, çünkü avizeler yerden üç buçukmetre yukarıda duruyorlardı.

Bütün büyük tapınaklarda olduğu gibiAyasofya'mn da olağanüstü büyüklüğü iki amacahizmet ediyordu. İlki, insanın Tann'ya olansaygısını göstermek için ne kadar ilerigidebileceğini kanıtlıyordu. İkincisi, inananlar içinbir şok terapisi vazifesi görüyordu. Burası okadar görkemli bir mekândı ki; içeri girenler nekadar küçük olduklarım hissediyor, egolarıkayboluyor, fiziksel varlıklarının ve dünyadakiönemlerinin Tann'nın karşısında ufacıkkaldığım... Yaradan'm ellerinde bir atom parçasıkadar küçüldüklerini hissediyorlardı.

Bir insan hiç obnadıkça. Tanrı ondan hiçbir

şey yapamaz.

Martin Luther bu sözleri on altmcı yüzyıldasöylemişti ama dini mimarinin erkenörneklerinden beri mimarların zihniyetinioluşturan kavram bu olmuştu.

Langdon bakışlarım tepeden yere doğru indirenBrüder ve Sinskey'ye baktı.

Brüder, "Yüce İsa," dedi

Mirsat heyecanla, "Evet," dedi. "Ve Allah veMuhammed!"

Rehberleri Brüder'in bakışlarını, hat yazısıylaArapça Allah ve Muhammed isimlerinin yazılıolduğu iki muazzam levha arasında yükselen İsamozaiğinin bulunduğu ana mihraba doğruyönlendirirken Langdon gülümsedi.

Mirsat, "Müze, ziyaretçilerine bu kutsal yerinfarklı kullanımlarını hatırlatmak için hemAyasofya'nm bazilika olduğu günlerden kalanHıristiyan ikonografilerini, hem de cami olduğuzamanlardan kalan İslami ikonografi örneklerinisergiliyor," dedi ve gururlu bir ifadeylegülümsedi. "Gerçek dünyada dinler arasmdakianlaşmazlığa rağmen biz sembollerinin bir aradaçok güzel durduğunu düşünüyoruz. Aynı fikirdeolduğunuzu biliyorum profesör."

Langdon yapının camiye dönüştürüldüğündeHıristiyan ikonografilerinin üzerinin badanaylakapatıldığım hatırlayarak içten bir ifadeyle başmısalladı. Müslüman sembollerinin yanında restoreedüen Hıristiyan sembolleri, özellikle de ikiikonografinin stili ve hassasiyeti birbirlerinetamamıyla zıt olduğundan, büyüleyici bir etkiyaratmıştı.

Langdon bir keresinde bu kavramı öğrencilerineanlatmaya çalıştığım hatırladı. "Örneğin;Müslüman bir Michelangelo, Tann'nm yüzünüasla Şistine Şapeli'nin tavanına çizmez, isminiyazardı. Tann'nm yüzünü çizmek saygısızlıkolarak kabul edilirdi."

Langdon bunun sebebini anlatmaya devametmişti.

Öğrencilerine, "Hıristiyanlıkta da, İslamiyette demantık, merkezcildir," demişti. "Bu, her ikisininde Söz'e odaklandığı anlamına gelir. Hıristiyanlıkgeleneğinde Söz, Yuhanna İncili'nde bedenebürünür; 'Ve Söz beden oldu ve aramızdayaşadı.' Bu yüzden Söz'ü insan formundaresmetmek onaylanır. İslam geleneğinde Sözbedene bürünemez, bu yüzden Söz'ün kelime...çoğunlukla da İslam dinindeki kutsal isimlerin

yazıldığı hat sanatı şeklinde kalması gerekir."

Langdon'm öğrencilerinden biri karmaşık tarihi,tam yerine oturan marjinal bir sözle özetlemişti."Hıristiyanlar yüzleri, Miislümanlarkelimeleri sever."

Mirsat muhteşem mekânda ileriyi göstererek,'Tam önümüzde," diye devam etti. "Hıristiyanlıklaİslamiyetin eşsiz bir karışımını görüyorsunuz."

Dev yarım kubbedeki sembolleri gösterdi. Enbelirgin olanı mihraba doğru bakan BakireMeryem ve Çocuk İsa'ydı. Mihrap, camininiçinde Mekke'nin yönünü gösteren yarım daireşeklindeki nişe verilen isimdi. Biraz ilerisinde, birmerdivenle vaaz kürsüsüne çıkılıyordu. Hıristiyandininde, vaazların verildiği kürsüye benziyorduama burası aslında imamın cuma hutbesiniverdiği minberdi. Kiliselerde koronun oturduğu

kısmı andıran çardak benzeri yapı ise müezzinmahfiliydi. Yerden yukarıda duran bu platformdamüezzinler diz çöküp imamın duasına eşlikederek ilahi okuyorlardı.

Mirsat, "Camiler ve katedraller şaşırtıcı derecedebirbirine benzer," diye belirtti "Doğu ile Batı'nmgelenekleri birbirlerinden tahmin ettiğiniz kadarfarklı değildir."

Brüder sabırsız bir ses tonuyla, "Mirsat?" diyebastırdı. "Dandolo'nun mezarım artık görebilirmiyiz?"

Brüder'in telaşım yapıya bir saygısızlık göstergesigibi algılayan Mirsat biraz sinirlenmiş gibiydi.

Langdon, "Evet," dedi. "Acele ettirdiğimiz içinözür dilerim ama programımız çok sıkışık."

Mirsat, "Peki o zaman," diyerek sağ taraftakiyüksek balkonu işaret etti. "Yukarı çıkıp mezarıgörelim."

Langdon şaşırarak, "Yukarı mı?" diye sordu."Enrico Dando-lo mahzende gömülü değil mi?"Langdon mezar taşını hatırlıyordu ama binanmtam olarak neresinde olduğunu çıkaramıyordu.Binanın yeraltmdaki kısımlarında olduğunudüşünmüştü.

Mirsat soru karşısında şaşırmıştı. "Hayırprofesör, Enrico Dandolo'nun mezarı kesinlikleyukarıda."

* * *

Mirsat, burada neler dönüyor, diyedüşünüyordu.

Langdon, Dandolo'nun mezarım görmekisteyince, Mirsat bu ricasının bir yem olduğunuhissetmişti. Kimse Dandolo'nun mezar taşımgörmek istemez. Mirsat, Langdon'm gerçektengörmek istediği şeyin Dandolo'nun mezarmın tamyanında duran esrarengiz hazine olduğunu farzetmişti. Deisis Mozaiği, Pantokrator İsatartışmasız, binadaki en gizemli parçalardanbiriydi.

Profesörün büyük ihtimalle Deisis hakkında biryazı hazırladığını düşünen Mirsat, Langdonmozaiği araştırıyor ama gizlemeye çalışıyor,diye tahmin yürüttü.

Ne var ki Mirsat'm aklı karışmıştı. Langdon,Deisis Mozaiği' nin ikinci katta olduğunu zatenbiliyordu, peki neden şaşırmış gibi yapıyordu?

Yoksa, gerçekten de Dandolo'nun mezarınımı arıyor?

Mirsat onları merdivenlere doğru yönlendirirken,Ayasof-ya'nm meşhur mermer küplerindenbirinin yanından geçti. Bunlar, Helenistikdönemde tek parça mermerden yapılmış, 1250litre sıvı alabilen küplerdi.

Yanındakilerle birlikte sessizce merdivenleriçıkarken Mirsat kendini huzursuz hissetmeyebaşladı. Langdon'm yanındakiler hiç deakademisyene benzemiyorlardı. Siyahlar içindekikaslı, sert adam askere benziyordu. Ve gümüşrengi saçlı kadm... Mirsat onu daha önce biryerde gördüğünü hissediyordu. Belki detelevizyonda?

Bu ziyaretin amacının görünenden farklı

olduğunu düşünmeye başlamıştı. Buradabulunmalarının gerçek amacı ne?

Merdiven sahanlığına vardıklarında Mirsatneşeyle, "Bir kat daha," dedi. "Yukarıda EnricoDandolo'nun mezarını göreceğiz ve tabii ki..."duraksayıp Langdon'a baktı. "Ünlü DeisisMozaiği'ni."

Langdon hiç tepki vermedi.

Anlaşılan, Langdon buraya gerçekten de DeisisMozaiği için gelmemişti. O ve misafirleri tuhafbir şekilde Dandolo'nun mezarınaodaklanmışlardı.

Mirsat merdivenlerden yukarı yol gösterirkenLangdon, Brüder ile Sinskey'nin endişelendiğinianlamıştı. Doğrusu, ikinci kata çıkmak mantıklıgelmiyordu. Langdon'm zihninde sürekli

Zobrist'in yeraltında çekilmiş görüntüleri veAyasofya'nın altındaki suya gömülmüş yerlerhakkında çeldlen belgesel canlanıyordu.

Aşağı inmemiz gerekiyor!

Buna rağmen, eğer burası Dandolo'nunmezarının bulunduğu yerse, Zobrist'intalimatlarını izlemekten başka çareleri yoktu. Dizçök kutsal bilgeliğin yaldızlı mouseion'undave kulağını yere daya, dinle suyun şırıltısını.

Sonunda ikinci kata geldiklerinde, Mirsat onlarıbalkonun kenarından sağ tarafa götürdü; buradanaşağıdaki mabedin nefes kesici manzarasıgörülüyordu. Langdon dikkatini dağıtmadan yüzüileri dönük durdu.

Mirsat yine Deisis Mozaiği hakkındakonuşmaya başlamıştı ama Langdon onu

susturdu.

Artık hedefini görebiliyordu.

Dandolo'nun Mmezannı.

Mezar, tam da Langdon'm hatırladığı gibiydi:Beyaz mermerden dikdörtgen bir parça, cilalı taşzeminin içine yerleştirilmiş, etrafı kordonlarlaçevrilmişti.

Hemen yanma koşan Langdon, üstüne kazınmışyazıyı inceledi.

HENRİCUS DANDOLO

Diğerleri de peşinden gelince Langdon korumakordonunun üzerinden ayağını aşırıp, mezartaşının tam önünde dikildi.

Mirsat yüksek sesle bunu yapmamasını söylesede Langdon devam etti ve sanki hain dükanınayaklarının dibinde dua edecekmiş gibi diz çöktü.

Ardından, Mirsat'm feryatlannm arasında avuçiçlerini mezar taşına yaslayıp yere kapandı.Yüzünü yere yaklaştırırken, Mekke'ye doğrusecdeye kapanıyormuş gibi göründüğünüdüşündü. Bu hareket Mirsat'ı şaşırtmış olmalıydıki bir süre sessiz kaldı ve tüm binaya birdensessizlik çöktü.

Derin bir nefes alan Langdon başını sağaçevirerek sol kulağını yere dayadı. Teninde taşınsoğukluğunu hissetti.

Taşın altında yankılanan sesler gün gibi aşikârdı.

Tanrım.

Sanki Dante'nin Cehennem'mm son bölümüaşağıdan yankılanıyordu.

Langdon yavaşça başını çevirip Brüder ileSinskey'ye baktı.

"Suyun şırıltısını duyuyorum," diye fısıldadı.

Kordonu yukarı kaldıran Brüder, çömelerekLangdon'm yanma geldi. Dinledikten bir süresonra başım sallamaya başladı. Artık suyun aşağıdoğru aktığını duyduklarına göre, geriye bir sorukalmıştı. Su nereye akıyor?

Langdon'm akima, ürkütücü bir kırmızı ışıklarenklenmiş, kısmen suya gömülü mağaranıngörüntüleri geldi... aşağıda bir yerlerdeydi.

datifi sarayın berinfıRfcrine in,

oraba, fîaranfujtn içinbe 6cfîfer ftljtfjoniftcanavar

fam fûrmyısı sufanna gömiifmüştür lagünün

fa yarısıtmaj ı/ı(bi3fan...

Langdon ayağa kalkıp kordonun üzerindengeçtikten sonra Mirsat, yüzünde evhamlı veihanete uğramış bir ifadeyle ona baktı.

Langdon açıklamaya çalıştı. "Mirsat, çoküzgünüm. Gördüğün gibi, alışılmadık bir durumyaşıyoruz. Açıklamaya vaktim yok ama bu binahakkında sana sormam gereken çok önemli birsoru var."

Mirsat belli belirsiz başmı salladı. 'Tamam."

"Burada, Dandolo'nun mezarında, suyun taşın

altından bir yere aktığını duyuyoruz. Bu suyunnereye aktığını öğrenmemiz lazım."

Mirsat başmı iki yana salladı. "Anlamıyorum.Ayasofya'mn her yerinde aşağıdan su sesiduyulur."

Herkes ciddileşti.

Mirsat onlara, "Evet," dedi. "Özellikle de yağmuryağdığında. Ayasofya'da yağmur suyu yaklaşıkdokuz bin üç yüz metrekarelik çatı alanına düşerve biriken suyun akması genellikle günler alır.Sular akışı tam bitmeden genellikle yenidenyağmur yağar. Burada su şırıltısının duyulmasısıradan bir şeydir. Belki Ayasofya'mn büyüksualtı mağaralarının üzerinde durduğunubiliyorsunuzdur. Hatta bir belgeselde..."

Langdon, "Evet evet," dedi. "Ama Dandolo'nun

mezarından duyulan su, belirli bir yere akıyorolabilir mi?"

Mirsat, "Elbette," dedi. "Ayasofya'mn tüm suolukları birlikte aynı yere akar. Şehrin susarnıcına."

Kordonun üzerinden adımını aşıran Brüder,"Hayır," dedi. "Biz sarnıç aramıyoruz. Yerinaltındaki geniş bir alanı, belki de sütunları olan biryeri arıyoruz."

Mirsat, "Evet," dedi. "Şehrin eski sarnıcı tamolarak böyle: sütunları bulunan geniş bir yeraltımekânı. Doğrusu hayli etkileyicidir. Şehrin suihtiyacım karşılamak için altıncı yüzyıldayapılmış. Günümüzde yalnızca bir metre kadar subulunuyor ama..."

Brüder, "Nerede?" diye sorarken sesi boş

koridorda yankılandı.

Korkmuş görünen Mirsat, "Sarnıç mı?" diyesordu. "Bir blok ötede. Bu binanın doğusundakalıyor." Dışarıyı işaret etti. "İsmi YerebatanSarayı."

Langdon, saray mı, diye düşündü. TopkapıSarayı'nda olduğu gibi mi? Topkapı Sarayıtabelaları her yerde vardı. "Ama... bildiğimiz gibi'saray' demek değil mi?"

Mirsat başmı salladı. "Evet. Eski sarmamızın ismiYerebatan Sarayı. Batık Saray anlamına gelir."

Elizabeth Sinskey, Langdon, Brüder vesersemlemiş rehberleri Mirsat'la birlikteAyasofya'dan dışarı çıktıklarında bardaktanboşanırcasına yağmur yağıyordu.

Sinskey, batık sarayın derinliklerine in, diyedüşündü.

Şehrin sarnıcı -Yerebatan Sarayı- anlaşıldığıkadarıyla Sultanahmet Camii'ne doğru ve birazkuzeydeydi.

Mirsat yolu gösterdi.

Sinskey, Mirsat'a kim olduklarmı ve batık sarayıniçindeki olası bir sağlık krizini engellemeyeçalıştıklarını anlatmak zorunda kalmıştı.

Mirsat onları karanlık parkın içinden geçirirken,"Bu taraftan!" diye seslendi Ayasofyaarkalarında kalmıştı ve Sultanahmet Camii'ninmasalsı minareleri karşılarında pırıl pırılparlıyordu.

Sinskey'nin yanında aceleyle ilerleyen Ajan

Brüder telefonuna doğru bağırarak TTD ekibineson gelişmeleri bildiriyor ve kendileriyle sarmangirişinde buluşmalarını emrediyordu. Brüdernefes nefese, "Anlaşıldığı kadarıyla, Zobristşehrin su kaynağını hedefliyor," dedi. "Sarnıcagiren ve çıkan tüm boruhatlarmm planınaihtiyaam olacak. İzolasyon ve önlemeprotokollerini uygulayacağız. Fiziksel ve kimyasalbariyerlere ihtiyacımız olacak, ayrıca vakum..."

Mirsat ona seslenerek, "Bir dakika," dedi. "Beniyanlış anladınız. Sarnıç, şehrin su kaynağı değil.Artık değil!"

Brüder telefonunu indirip dik dik rehbere baktı."Ne?" Mirsat, “Sarnıç, eski zamanlarda sukaynağı olarak kullanılıyordu,'" diye açıkladı."Ama artık kullanılmıyor- Su kaynaklarımızımodemize ettik"

Brüder bir ağacın altında durunca diğeıteri deona katıldılar. Sinskey, "Mirsat" dedi "Sarnıçtankimsenin su içmediğine emin misin?"

Mirsat "Tanrım, hayır," dedi. "Su sadece oradaduruyor... ve eninde sonunda toprağa karışıyor. '

Sinskey, Langdon ve Brüder kuşkuhı gözlerlebirbirlerine baktılar. Sinskey rahatlamakla paniğekapılmak arasında gidip geliyordu. Eğer kimsesuyla temas etmiyorsa Zobrist neden suyamikrop karıştırsın ki?

Mirsat "On yıllar önce su kaynaklarımızımodemize ettiğimizde," diye açıkladı. "Sarnıç kuİla n ı l m a maya başlandı ve ye-laftmdakibüyük bir havuz haline geldi." Omzunu silkti."Artık sadece turistik bir yer "

Sinskey; Mırsat'a doğru döndü. Turistik bir yer

mi? "Dur biraz— insanlar oraya inebiliyorlar mı?Sarnıca?"

Mirsat "Tabii ki," dedi ''Her gün binlerce turistorayı ziyaret ediyor. Sarnıç büyüleyici bir yerdir.Suyun üzerinde gezinti platformları— ve hattaküçük bir kafe var. Havalandırma kısıtlı, buyüzden hava oldukça rutubetli ama yine de çokpopüler bir yer."

Sinskey, Brüder'e baktı. Kendisi ve eğitimli TTDajamnın aynı şeyi düşündüğünü bî îi\'ordu; durgunsuyla dohı karanlık, ratabetiii mağaradakuluçkaya yatmış bir patojen. Gün boyuncataristferin üzerinde yürüdüğü gezinti platformlarıda kâbusu tamamlıyordu.

Brüder, "Bir biyoaerosol yaratmış," dedi Sinskeyçökmüş bir ifadeyle başını salladı.

Langdon, "Yani?" diye sordu.

Brüder, "Yani" dedi "Mikrop hamdanbulaşabilir."

Langdon bir karşılık vermeyince Sinskey onunkrizin büyüklüğünü kavramaya başladığınıdüşündü.

497

Cefümroan! / F: 32

Havadan bulaşan patojen bir süredir Sinskey'ninaklında olan bir senaryoydu ve sarnıcın şehrin sukaynağı olduğunu düşündüğü sıralarda Zobrist'insuda yaşayan bir biyoform seçmiş olmasmı umutetmişti. Suda yaşayan bakteriler güçlü ve hava

koşullarına dayanıklıydılar ama aynı zamandayavaş çoğalıyorlardı.

Havadan bulaşan patojenler hızlı yayılıyorlardı.

Çok hızlı.

Brüder, "E ;er havadan bulaşıyorsa/' dedi."Büyük ihtimalle virüstür."

Sinskey, l r virüs, diye düşündü. Zobrist'inseçebileceği en hızlı yayılan patojeı ,

Havadt i yayılan bir virüsü suyun altında serbestbırakmak kuşkusuz t ıra dışıydı ama yine desıvının içinde kuluçkaya yatıp sonrayumurtlayarak havaya karışan birçok yaşamşekli vardı; sivrisinekler, küf sporları, Iejyonerhastalığına neden olan bakteri, mikotoksin, kırmızıgelgit3 ve hatta insanoğlu. Sinskey virüsün

sarnıcın lagününde yayıldığını... ve sonra virüsbulaşmış mikro-damlacıklann nemli havayayükseldiğini hayal etti.

Mirsat kaygüı bir ifadeyle trafik yüzünden sıkışancaddenin karşısına bakıyordu. Sinskey onunbakışlarını takip edince, kırmızı beyaz, alçak tuğlabir bina gördü. Kapısı açıktı ve içeridekimerdiven sahanlığı gözüküyordu. İyi giyimliinsanlar şemsiyeler altında dışarıda beklerken, birkapı görevlisi merdivenlerden aşağı inen misafirakışını kontrol ediyordu.

Bir yeraltı dans kulübü mü?

Sinskey binanın üzerindeki altm renkli yazıyıgörünce göğsünün sıkıştığını hissetti. Bu kulübünadı Sarnıç değilse ve MS 523 yılındayapılmadıysa, Mirsat'm neden bu kadar endişeligöründüğü anlaşılıyordu.

Mirsat, "Yerebatan Sarayı" diye kekeledi."Anlaşılan... bu akşam bir konser var."

Sinskey kulaklarına inanamıyordu. "Sarnıçtakonser mi?!"

Mirsat, "İçerisi çok büyük," diye cevap verdi."Sık sık kültür merkezi olarak kullanılıyor."

Brüder yeteri kadar dinlemişti. AlemdarCaddesi'nin üzerindeki arapsaçına dönmüştrafiğin arasından geçerek hızla binaya doğruilerledi. Sinskey ve diğerleri de ajanın peşindengittiler.

Sarnıcın girişine vardıklarında, kapının önündeiçeri alınmak için bekleyen konser seyircilerinigördüler; türbanlı kadınlar, el ele tutuşmuşturistler, smokinli bir adam.

Sinskey klasik müzik eserinin aşağıdan yükselenmelodilerini duyabiliyordu. Kendine hasorkestrasyondan yola çıkarak Ber-lioz olduğunutahmin etti. Ne olursa olsun, İstanbul sokaklarınapek uygun kaçmıyordu.

Girişe yaklaşırlarken Sinskey merdivenlerdenyükselen sıcak rüzgârı hissetti. Yerin altmdanyükselerek kapalı mekândan kaçıyordu. Rüzgâryukarıya sadece keman seslerini değil, nemin veinsan kalabalığının belirgin kokusunu dataşıyordu.

Sinskey'nin içine de bir önsezi taşıdı.

Bir grup turist neşeyle sohbet ederek binadançıkarken kapı görevlisi bir sonraki grubu içerialdı.

Brüder içeri girmek için hamle yapınca kapı

görevlisi kibarca elini sallayarak onu durdurdu."Bir dakika efendim. Sarnıç kapasitesinidoldurdu. Az sonra içeriden bir ziyaretçiçıkacaktır. Teşekkür ederim."

Brüder zorla içeri girmeye hazırlanıyorkenSinskey elini omzuna koyarak onu kenara çekti.

"Bekle," dedi. "Ekibin yolda ve burayı tek başınaarayamazsın." Kapının yanındaki tabelayıgösterdi. "Sarnıç çok büyük

Tabelada katedral büyüklüğündeki -yaklaşık ikifutbol sahası uzunluğundaydı- yeraltı sarnıcınındokuz bin sekiz yüz metrekare olduğu ve 336mermer sütunla desteklendiği yazıyordu.

Birkaç metre uzakta duran Langdon, "Şunabakın," dedi. "Buna inanamayacaksınız."

Sinskey ona doğru döndü. Langdon duvardakikonser afişini gösteriyordu.

Ah, Tanrım.

DSÖ'nün direktörü müziğin romantik tarzınıdoğru belirlemişti ama içeride çalan müzikBerlioz'un eseri değildi. Başka bir romantikbesteciye aitti; Franz Liszt.

O akşam, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrasıyeraltmda Franz Liszt'in en ünlü eserlerindenbirinin, tamamı Dante'nin cehennemyolculuğundan esinlenerek bestelenmiş DanteSenfonisi'nin konserini veriyorlardı.

Langdon afişin ufacık harfli yazılarına dikkatlebakarak, "Konser bir hafta sürüyor," dedi."Ücretsiz. İsimsiz bir bağışçı sponsor olmuş."

Sinskey isimsiz bağışçının kim olduğunu tahminedebiliyordu. Bertrand Zobrist'in drama merakı,burada acımasız ve işe yarar bir stratejiyedönüşmüştü. O haftaki ücretsiz konserler sarnıcaher zamankinden daha çok turist çekecek veonları kalabalık bir alana tıkıştıracaktı... Oradamikroplu havayı soluduktan sonra bu ülkedeki yada yurtdışındaki evlerine gideceklerdi.

Kapı görevlisi Brüder'e, "Efendim," diye seslendi."Birkaç kişilik yerimiz açıldı."

Brüder, Sinskey'ye döndü. "Yerel yetkililerehaber verin. Orada bulacağımız şey için desteğeihtiyacımız olacak. Ekibim geldiğinde, banatelsizle bilgi vermelerini söyleyin. Aşağı inipZobrist'in bu şeyi nereye bağladığını bulmayaçalışacağım."

Sinskey, "Gaz maskesi olmadan mı?" diye sordu.

"Solublon torbasının çözülmediğinden emindeğiliz."

Brüder kapı eşiğinden yukarı esen sıcak rüzgârakarşı elini yukarı kaldırdı. "Bunu söylemek hiçhoşuma gitmiyor ama eğer virüs serbestkaldıysa, şehirdeki herkese çoktan bulaşmışdemektir."

Sinskey de aynı şeyi düşünüyordu ama bunuLangdon ve Mirsat'm yanmda söylemekistememişti.

Brüder, "Ayrıca," dedi. "Ekibim hazmat giysileriiçinde bir yere girdiğinde kalabalığın nasıl tepkiverdiğini çok iyi biliyorum. Burada büyük birpanik ve izdiham yaşanır."

Sinskey, Brüder'e güvenmeye karar verdi. Ne deolsa o bir uzmandı ve bu gibi durumlarla daha

önce de karşılaşmıştı.

Brüder açıklamaya devam etti. "Gerçekçi olantek seçeneğimiz, hâlâ aşağıda sağlam bir şekildedurduğunu farz etmek ve bu durumu korumayaçalışmak."

Sinskey, "Anlaşıldı," dedi. "Öyle yap."

Langdon araya girerek, "Bir sorun daha var,"dedi. "Sienna ne olacak?"

Brüder, "Ne olmuş ona?" diye sordu.

"İstanbul'a ne niyetle geldiğini bilmiyorum amalisana büyük bir kabiliyeti var ve büyük ihtimalleTürkçe biliyordur."

"Yani?"

"Sienna şiirdeki 'batık saray' göndermesinibiliyor," dedi. "Ve Türkçede 'batık saray7 tamolarak burayı işaret ediyor..." diye devam ettikapının üzerindeki "Yerebatan Sarayı" tabelasınıgöstererek.

Sinskey bezgin bir ifadeyle, "Bu doğru," dedi."Bunu çözmüş ve Ayasofya'ya hiç uğramadanburaya gelmiş olabilir."

Brüder kapıya bakarak alçak sesle küfretti."Tamam, aşağıdaysa ve biz Solublon torbasını elegeçirmeden önce onu patlatmayı düşünüyorsabile, uzun zamandır orada değildir. Aşağısı çokbüyük ve büyük ihtimalle nereye bakmasıgerektiğini bilmiyordur. Ve etrafta bu kadar çokinsan varken kimseye fark ettirmeden suyadalamaz."

"Efendim?" Kapı görevlisi tekrar Brüder'eseslendi. "İçeri girmek istiyor musunuz?"

Brüder sokağın karşısından yeni bir grup konserizleyicisinin yaklaştığım görebiliyordu. Başını evetanlamında sallayarak kapı görevlisine içerigireceğini bildirdi.

Langdon arkasmdan gitti. "Ben de seninlegeliyorum."

Brüder ona dönüp, "Kesinlikle olmaz," dedi.

Langdon sert bir ses tonuyla konuşmaya başladı."Ajan Brüder, bu durumda olmamızınsebeplerinden biri de Sienna Brooks'un bütüngün benimle oyun oynamış olması. Ve söylediğingibi, virüs çoktan hepimize bulaşmış olabüir.İstesen de, istemesen de sana yardımedeceğim."

Brüder bir süre ona baktıktan sonra pes etti.

Langdon kapıdan geçip Brüder'in arkasmdan dikmerdivenleri inerken sarman içinden yükselensıcak rüzgârı hissetti. Nemli rüzgâr Liszt'inDante Senfonisi'yle birlikte tanıdık ama tarifsizbir kokuyu da yukarı taşıyordu... kapalı bir alanasıkışmış insan kalabalığı kokusunu.

Langdon hayali bir örtüyle üzerinin kaplandığımhissetti. Sanki görünmeyen bir elin uzunparmaklan topraktan çıkarak etini tırmıklıyordu.

Müzik.

Yüz güçlü sesten oluşan senfoni korosu şimdiçok tanıdık bir pasajı, Dante'nin kasvetli metnininher hecesini vurgulayarak seslendiriyordu.

"Lasciate ogne speranza," diyorlardı. "Voi

ch'entrate."

Dante'nin Cehennem'inin en ünlü dizesi olan bualtı kelime merdivenin dibinden ölümün meşumkokusu gibi yükseliyordu.

Koro, trompetler ve borular eşliğinde aynı uyanyıbir kez daha seslendirdi. "Lasciate ognesperanza voi ch'entrate!"

İçeri girenler, dışarıda bıraktn her umudu!

ırmızı ışığa boğulmuş yeraltı mağarasında,cehennem

den ilham almış müzik yankılanıyordu: inleyensesler.

uyumsuz telli çalgılar, yapay mağarada sismiksarsıntı gibi gümbürdeyen boğuk bir timpani sesi.

Langdon'm görebildiği kadarıyla, bu yeraltıdünyasının zemini, donmuş bir New Englandgöleti üzerindeki ince buz tabakası gibi koyurenkli, sabit, pürüzsüz bir sudan ibaretti.

Yıldızları yansıtmayan lagün.

Sonsuz gibi görünen sıralar halinde titizlikledizilmiş yüzlerce kaim dorik sütun, sarnıcınkubbeli tavanını desteklemek için sudan çıkarakdokuz metre yükseliyordu. Aşağıdan kırmızıspotlarla aydınlatılmış sütunlar, bir çeşit aynaillüzyonu yaratır gibi, karanlıkta iç içe geçenışıklandırılmış ağaç gövdelerinden gerçeküstü birorman oluşturuyordu.

Langdon ile Brüder merdivenlerin altma gelince,

önlerindeki hayali boşluğun eşiğinde bir anlığınadurdular. Mağara kırmızımsı bir renkteparlıyordu; Langdon gördüklerine anlamvermeye çalışırken, mümkün olduğunca kısanefesler aldığım fark etti.

Aşağıdaki hava tahmin ettiğinden daha ağırdı.

Sol taraftaki kalabalığı görebiliyordu. Yeraltındaverilen konserin dinleyicisi, geniş bir platformdaoturuyordu. Yüzlerce dinleyici, orkestranınetrafına yerleştirilmiş ortak merkezli çemberlerhalinde otururken, yüz kişi kadarı da ayaktaduruyordu.

Aralarından bazdan yan taraftaki tahtagezinti platformunum üzerinde, sağlamkorkuluklara yaslanmış, müziği dinlerkensuya bakıyordu.

Langdon şekilsiz siluetlere bakarkengözleri Sienna’yı aradı. Görünür hiçbiryerde yoktu. Onun yerine turist kalabalığaiçinde smokin, gece elbisesi, burka, erkekentarisi, şort w eşofman üstü giyenlergördü. Kırmızı ışıkta toplanan bu insançpşnrââ 0 Langdon'a, okült bir ayindüzenleyen ruhbanlar gibi geîdi

Sienna buradaysa bile, onu fark etmekimkânsız, diye düşündü. Bu sıradaönlerinden geçen iri kıyım bir adam,öksürerek merdivenlerden yukarı çıktı.Dönüp onun gidişini izleyen Brüder, adamıdikkatle inceledi Langdon'm da içine kurtdüşmüştü ama kendi kendine hayalkurduğunu söyledi

iskelenin üzerine tereddütle bâr adım atan

Brüder, iarklı seçenekleri gözden geçidiÖnlerindeki platform, Minotauros'unlabirentine giren bîr yola benziyordu. Bu tahtagezinti platformu üç kola ayrılıyor, her koluyeniden başka kollara ayrılarak, ketonlarınarasına girip çıkan ve karanlığın içindekıvrılarak suyun üzerinde duran bir labirentoluşturuyordu.

Dante'nin başyapıtının ilk kantosunuhatırlayan Langdon İşendi kendine, kendimikaranlık bir ormanda buldum, çünkü i&BğmptâSan ayrılmıştan, diye düşündü.

Gezinti platformunun korkuluklarından suyabaktı. Yaklaşık ter metre derinlikteydi veşaşılacak kadar berraktı, ince bir kum-balçıkkatmanıyla örtülmüş taş zeminseçilebilivordu.

yemden gözlerini içeriye çevirdi "Zobrist'inkayd ı ndakilere bm-zer bir şey görüyormusunuz?"

Onları çevreleyen nemli, dik duvarlarıinceleyen Langdon her şey, diye düşündü. Sağtarafta, konser platformunun kalabalığındanuzakta kalan en dip köşeyi gösterdi. "Oradabir yerde olduğunu düşünüyorum."

Brüder başım salladı. "Benim içgüdülerimde aynım söylüyor"

ikisi birlikte tahta gezinti platformunun sağkolundan acele adımlarla geçip, batık sarayın enuzakta kalan köşesine yöneldiler.

Onlar yürürken Langdon burada kimse fark

etmeden ne kadar May geoelenebüeceğinidüşündü. Zobrist sırf o görüntüleri çefcdjiîmekiçin bunu yapmış olabilirdi. Elbette eğer haftaboyu süren bu konserlerin finansmanınıüstlendiyse, sarnıçta tek başıma biraz vakitgeçirmeyi de talep etmiş olabilirdi.

Ama. artık önemi yok.

Artık daha hızlı yürüyen Brüder, sanki adımlarınıistem dışı, yanm tankı duraklamalarla hızlanansenfoninin temposuna uyduruyordu.

Bafflfe üs Vergüius'un cehenneme inişi.

Langdon sağ taraftaki dik, yosunlu duvarlarıdikkatle incelerken, seyrettikleri kayıtlabenzerlikler yakalamaya çalıştı. Gezintiplatformunun her ayrımında sağa dönerekkalabalıktan uzaklaştılar. Geriye bakan Langdon,

kat ettikleri mesafeyi görünce hayrete düştü.

Hrafi dolaşan birkaç turistin yanmdan geçerkenartık adeta koşuyorlardı. Sarman en uzakköşelerine gittiklerinde, yok denecek kadar azinsan okluğunu gördüler.

Brüder ile Langdon artık yalnızdı.

Brüder ümitsizce, "Bana her yer aynı gözüktü,"dedi. "Nereden. başlayacağız?"

Langdon da onun kadar hayal kırıklığı yaşıyordu.Görüntüleri çok net hatırlıyordu ama buradakihiçbir şey ona tanıdık gefaûyoıdu.

Onlar ilerlerken Langdon, gezinti platformununkenarlarındaki yumuşak ışıkla aydınlatılmış bilgitabelalarını inceledi. İçlerinden bîri, on binlercetonluk kapasitesinden bahsediyordu. Bir başkası,

yapım aşamasında başka bir binadan getirilen,uyumsuz bir sütunu gösteriyordu. Bir diğeriyse,sarnıcın yapımı sırasında ölen köleler için ağladığısöylenen Gözyaşı Sütunu'ydu.

Fakat Langdon'm aniden durmasına sebep olan,üzerinde tek bir kelime yazılı tabelaydı.

Yüzünü dönen Brüder de durmuştu. "Ne oldu?"

Langdon eliyle işaret etti.

Bir okla yolu gösteren tabelada, korkunç bir dişicanavarın ismi yazılıydı.

MEDUSA -

Brüder tabelayı okuyup omuzlarını silkti. "Neolmuş?"

Langdon'm kalbi hızla çarpıyordu. Medusa'run,kendine bakanları taşa çeviren yılan saçlıkorkunç bir yaratık olmakla kalmayıp aynızamanda Yunan yeraltı yaratıklarının önemli birüyesi olduğunu biliyordu... khthonik canavarlardenilen özel bir kategoriye aitti.

'Batılı sarayın berinftftferine in...

oraöa, fîaranfytn içinbe 6ekfer fifjtfjonilîcanaoar...

Yolu gösteriyor, diye düşünen Langdon gezintiplatformunda koşmaya başladı. Medusatabelalarını takip eden Langdon karanlığın içindezikzaklar çizerken Brüder ona yetişmektezorlanıyordu. Sonunda sarman en sağdakiduvarına yakın küçük bir seyir platformuyla sonbulan çıkmaza geldiler.

Karşısında akıl almaz bir tabela vardı.

Suyun İçinden, oyma mermerden devasa bir blokçıkıyordu: Saçlarında kıvrılan yılanlarlaMedusa'nm başı. Baş aşağı yerleştirilmiş olması,buradaki mevcudiyetini daha da garip kılıyordu.

Botticelli'nin Cehennem Haritası'm hayalindecanlandıran ve Malebolge'ye yerleştirdiğigünahkârları düşünen Langdon kendi kendine,lanetlenenler gibi tepetakla çevrilmiş, dedi.

Korkulukların başındaki Langdon'm yanma nefesnefese varan Brüder, baş aşağı duranMedusa'ya hayretle baktı.

Artık sütunlardan birinin ayaklığı görevini görenbu oyma baş, olasılıkla başka bir yerdengetirtilmiş ve bina yapımında maliyetgerektirmeyen bir malzeme olarak kullanılmıştı.

Medusa'nm baş aşağı durması, ters çevrilincekötü güçlerinin etkisiz kalacağı batıl inancındankaynaklanmış olmalıydı. Buna rağmen Langdon,zihnine hücum eden can sıkıcı düşüncelerdenkurtulamıyordu.

Dante'nin Cehennem’i. Final. Toprağınmerkezi. Yerçekiminin tersine döndüğü yer.Yukarının aşağı olduğu yer.

Şimdi içine doğan şeyler yüzünden derisikarıncalanan Langdon, heykel başının etrafındakikırmızımsı buğuya gözlerini kısarak baktı.Medusa'nm yılan dolu başının büyük kısmı suyunaltında kalmıştı ama yukarıda duran gözleri, soltaraftaki lagüne dönmüştü.

Langdon korkarak korkuluklardan eğilip başımçevirdi ve heykelin, batık sarayın boş köşesinebakan gözlerini takip etti.

Bir anda anladı.

İşte burası orasıydı.

Zobrist'in sıfır noktası.

jan Brüder dikkat çekmemeye çalışarak eğilipparmak

lığın altından göğüs hizasındaki suya atladı. Serinsu

giysilerinden geçip vücuduna temas ederkenürperdi. Botlarının altodaki sarnıç zemini kayganama sağlamdı. Bir süre hiç hareket etmedenvücudundan suya yayılan, şok dalgalarınabenzeyen ortak merkezli halkaları seyretti.

Brüder bir süre nefes almadı. Kendi kendine,yavaş hareket et, dedi. Akıntı yaratma.

Üzerindeki platformda duran Langdon etraftakigezinti platformlarını kontrol ediyordu.

Langdon, "Her şey yolunda," diye fısıldadı."Kimse seni görmüyor."

Brüder arkasını dönünce ters duran büyükMedusa başıyla karşı karşıya geldi. Kırmızı birprojektör ışığıyla aydınlatılmıştı. Onunla aymseviyeye inince baş aşağı duran canavar daha dabüyümüştü. Langdon, "Medusa'nm bakışlarınılagünde takip et," diye fısıldadı. "Zobristsembolizm ve sahne sanaüarmdan iyi an-lıyormuş... Buluşunu, Medusa'nm öldürücübakışlarının hizasına yerleştirdiyse hiç şaşırmam."

Büyük akıllar benzer düşünür, Brüder,

Amerikalı profesörün aşağı kendisiyle birlikteinmek için ısrar etmiş olmasına minnettardı.Langdon'm uzmanlığı sayesinde çok kısa birsürede sarnıcın uzak köşesine varmışlardı.

Dante Senfonisi'nin melodileri uzaktayankılanırken Brüder su geçirmez Tovateckalem fenerini çıkardı ve ışığım açıp suyun altmasoktu. Parlak bir halojen ışığı suyu delipkarşısında uzanan sarnıç zeminini aydınlattı.

Brüder kendine, sakin ol, diye hatırlattı. Hiçbirşeye dokunma.

Başka bir şey söylemeden lagündeki yolculuğunabaşladı. Suyun içinde ağır çekimde ilerlerkenfenerini sualtındaki bir mayın tarayıcı gibi ilerigeri sallıyordu.

Parmaklıklarda duran Langdon'm nefesi

tıkanmaya başlamıştı. Rutubet ve küf kokansarnıçta oksijensiz kaldığını hissetti. Brüderlagünde dikkatli bir şekilde ilerlerken, profesörkendine her şeyin yoluna gireceğini söylüyordu.

Tam zamanında geldik.

Her şey yolunda.

Brüder'in ekibi bu durumu kontrol altmaalabilir.

Langdon yine de huzursuzdu. Klostrofobisiyüzünden burada her durumda tedirgin olacağınıbiliyordu. Yukarıda binlerce ton toprak var... veçürüyen sütunlardan başka onları tutan hiçbir şeyyok.

Bu fikri kafasından atarak arkasını döndü veetrafta kendisini izleyen biri olup olmadığmı

kontrol etti.

Kimse yok.

Yakınlarda olanlar başka gezinti platformlarmdadurmuş ters tarafa, orkestranın bulunduğu yönedoğru bakıyorlardı. Kimse sarnıcın uzakköşesinde suda yavaş yavaş ilerleyen Brüder'ifark etmemişti.

Langdon suyun altındaki titrek halojen ışığıürkütücü bir şekilde yolunu aydınlattığı TTD ekibiliderine baktı.

Langdon onu izlerken gözucuyla solunda birhareket fark etti. Brüder'in ilerisinde, sudanürkütücü siyah bir şekil çıkıyordu. Langdonsudan bir canavar çıkmasını bekler gibi dönüpkaranlığın içine baktı.

Brüder de aniden durmuştu, belli ki şekli o dagörmüştü.

Uzak köşede, titreyen siyah bir şekil duvardayükseldi. Hayalete benzeyen siluet, Zobrist'ingörüntülerindeki veba hekimine çok benziyordu.

Langdon, bu bir gölge, diye içinden geçirirkenrahatlayarak nefesini bıraktı. Brüder'in gölgesi.

Brüder suyun içindeki bir projektör ışığınınyanından geçerken gölgesi, tıpkı Zobrist'ingörüntülerindeki gölgesi gibi duvara vurmuştu.

Langdon, Brüder'e, "Burası," diye seslendi."Yaklaştın."

TTD lideri başmı sallayıp lagünde yavaş yavaşilerlemeye devam etti. Langdon parmaklıklarboyunca yürüyerek onunla aynı hizada kalmaya

çalışıyordu. Ajan gittikçe uzaklaşırken Langdononu kimsenin görmediğinden emin olmak içinorkestraya doğru baktı.

Etrafta kimse yoktu.

Bakışlarını tekrar lagüne çevirince, gezintiplatformunun üzerinde ayaklarının dibinde bir ışıkyansıması gördü.

Dikkatli bakınca küçük kırmızı bir sıvı birikintisiolduğunu fark etti.

Kan.

Langdon tam üzerinde duruyordu.

Bir yerim mi kanıyor?

Langdon acı hissetmiyordu ama havadaki

görünmeyen bir toksine reaksiyon veriyorolabileceğini düşünerek kendini yoklamayabaşladı. Burnunu, tırnaklarım, kulaklarım kontroletti.

Langdon kanın nereden gelmiş olabileceğinianlamak için etrafına baktı, tenha gezintiplatformunda yalnız olduğundan emindi.

Yere tekrar bakınca gezinti platformu boyuncaakarak ayaklarının ucunda toplanmış miniksızıntıyı fark etti. Kırmızı sıvı ileride bir yerdengeliyordu ve damlayarak meyilli gezinti platformuboyunca ilerliyordu.

Langdon, ileride yaralı biri var, diye düşündü.Lagünün ortasına yaklaşmakta olan Brüder'ebaktı.

Minik sızıntıyı takip ederek gezinti platformunda

hızla ilerledi. Çıkmaz uca yaklaşırken sızıntıgenişleyip akıntıya dönüştü. Bu da ne? Akıntı onoktada iyice genişlemiş ve yayılmıştı. Koşmayabaşlayıp akan sıvıyı takip etti, ancak gezintiplatformunun aniden sona erdiği duvarın önündedurmak zorunda kaldı.

Çıkmaza gelmişti.

Karanlığın içinde kıpkırmızı parlayan büyük birgölcük bulmuştu. Sanki, birisi burada katledilmişgibiydi.

Langdon kırmızı sıvının gezinti platformundansarnıca dam-layışmı izlerken ilkdeğerlendirmesinde yanıldığını anladı.

Bu kan değil

Geniş mekânın kırmızı aydınlatması, gezinti

platformunun kırmızı tonuyla birleşince biryanılsama yaratmış ve bu su damlacıklarınakırmızı-siyah bir renk vermişti.

Sadece su.

Ortaya çıkan bu gerçek onu rahatlatacağınaürküttü. Su göle-tine bakınca parmaklıklarasıçramış suları ve ayak izlerini gördü.

Birisi burada sudan çıkıp parmaklıklarıtırmanmış.

Seslenmek için döndü ama Brüder çokuzaklaşmış; müzik, nefesliler ve davullarla iyiceyükselmişti. Langdon aniden yanında birininvarlığını hissetti.

Burada yalnız değilim.

Yavaş yavaş gezinti platformunun bittiği duvaradoğru döndü. Üç metre ileride, karanlığın içindesiyah pelerine sarınmış büyük bir taş gibi duranyuvarlak bir şekil gördü. Üzerinden sular akıtanşekil hareketsiz duruyordu.

Ve sonra hareket etti.

Şekil uzadı, iki kat eğik pozisyonundan kafasmıuzatarak kalkmaya başladı.

Langdon, siyah çarşaf giymiş bir insan, diyedöşündü.

Geleneksel İslami giysiden hiçbir şekilde tengörünmezdi ama peçeli kafa Langdon'a doğrudönünce koyu renk gözler ortaya çıktı. Çarşafıngözler için açılmış dar aralığından dikkatleLangdon'a bakıyorlardı.

Langdon hemen anladı.

Sienna Brooks saklandığı yerden fırlayıp hıylaLangdon'a doğru koşmaya başladı. Onu,çarparak yere devirdikten sonara gezintiplatformundan koşarak hızla uzaklaştı.

Lagündeki Ajan Brüder aniden durdu. Tovatechkalem fenerinin halojen ışığı, suya gömülmüşsarnıç zeminindeki metal bir cisme vurmuştu.

Güçlükle nefes alan Brüder, suda herhangi birçalkantı yaratmamaya dikkat ederek bir adımdaha yaklaşü. Bu şeffaf yüzeyin altmda, zeminetutturulmuş titanyum bir dikdörtgeniseçebiliyordu.

Zobrist'in levhası.

Su o kadar berraktı ki, ertesi günün tarihini ve

beraberindeki yazıyı okuyabiliyordu:

BURADA, BU TARİHTE,

DÜNYA SONSUZA DEK DEĞİŞTİ.

Güveni artan Brüder kendi kendine, yenidendüşün, dedi. Bunu durdurmak için yarınakadar önümüzde saatler var.

Zobrist'in görüntülerini hayalinde canlandıranBrüder, iple bağlanmış Solublon torbayıgörebilmek için fenerinin ışığını yavaşça kaydırdı.Işık, karanlık sulan aydınlatırken, aklı karışanBrüder gözlerini kıstı.

Torba yok.

Işığı sol tarafın biraz daha ilerisine, torbanınkayıtta göründüğü noktaya tuttu.

Hiçbir şey yoktu.

513

Cehennem / F: 33

Ama... buradaydı!

İleri doğru bir adım daha atarken dişlerini sıkanBrüder, fener ışığını her yöne çevirdi.

Torba yoktu. Sadece levha vardı.

Ümit dolu kısa bir an için, belki de bu tehlikenin,gün boyunca karşılaştığı başka pek çok şey gibibir yalandan ibaret olabileceğini düşündü.

Hepsi kandırmaca mıydı?!

Zobrist bizi yalnızca korkutmak mı istedi?!

Ama sonra gördü.

Levhanın solunda, ucu boş bir ip lagününzemininde yatıyordu. Gevşek ip, sudaki cansız birsolucanı andırıyordu. İpin diğer ucunda minik birplastik mandal vardı ve ucundan Solublonplastiğinin parçalan sallanıyordu.

Brüder şeffaf torbanın kalıntısına bakakaldı.Patlamış bir balonun düğüm yeri gibi ipin ucundakalmıştı.

Gerçeği yavaşça kabullendi.

Çok geç kaldık.

Suyun altındaki torbanın çözündüğünü veparçalandığını... ölümcül muhteviyatının suya

yayıldığını... ve lagünün yüzeyine kabarcıklarhalinde yükseldiğini hayal etti.

Fenerinin düğmesini titreyen parmağıyla kapatıpkendine gelmek için karanlıkta bir süre durdu.

Düşünceleri kısa sürede duaya dönüştü.

Tanrım bize yardım et.

Sarnıca inen merdivenlerin yarışma gelenSinskey daha net duyabilmek için telsize, "AjanBrüder tekrar edin!" diye bağırdı. "Anlamadım!"

Merdivenlerden, yukandaki açık kapıya doğruçıkarken sıcak bir esinti yüzünü yaladı. Dışarıda,TTD ekibi gelmiş, Brüder'in kararını beklerken,hazmat ekipmanım gözden uzak tutmayaçalışarak binanın arkasında hazırlanıyordu.

"... torba kopmuş..." Brüder'in sesi Sinskey'nintelsizinde cı-zırdadı."... ve... karışmış."

Ne?! Sinskey merdivenlerden aşağı koşarken,yanlış anlamış olmak için dua etti 'Tekrar et!"derken, orkestra müziğinin yükseldiğimerdivenlerin sonuna gelmişti.

Brüder'in sesi şimdi daha net duyuluyordu. "...tekrar ediyorum... bulaşıcı hastalık serbestkalmış!"

Öne doğru sendeleyen Sinskey, neredeysemerdivenlerin sonundaki sarnıç girişinedüşüyordu. Bu nasü olur?

Brüder, 'Torba çözünmüş!" diye bağırdı."Hastalık suya karışmış!"

Dr. Sinskey soğuk terler dökerken bakışlarını

kaldırdı ve önünde duran yeraltı dürfyasınıanlamaya çalıştı. Kırmızımsı buğunun içinden,yüzlerce sütunun yükseldiği geniş bir su havzasıgördü. Bundan başka, insanlar da vardı.

Yüzlerce.

Sinskey olan bitenden habersiz insanlara baktı;Zobrist'in tuzağına düşmüşlerdi. İçgüdüsel birtepki verdi. "Ajan Brüder, hemen yukarı gelin.Burayı derhal boşaltıyoruz."

Brüder anında cevap verdi. "Kesinlikle olmaz!Kapılan kilitleyin! Kimse buradan çıkmıyor!"

Dünya Sağlık Örgütü'nün direktörü olanElizabeth Sinskey, emirlerinin sorgulanmadanuygulanmasına alışkındı. Bir an için TTD ajanınınsözlerini yanlış anladığını sandı. Kapılarıkilitleyin mi?!

"Dr. Sinskey!" Brüder müziği bastıracak bir seslebağırdı. "Beni duyuyor musunuz?! Lanet olasıkapıları kapatın!"

Brüder emri yineledi ama boşunaydı. Sinskeyonun haklı olduğunu biliyordu. Olası bir salgındurumunda, karantinaya almak tek güvenilirseçenekti

Sinskey farkında olmadan uzanıp nazarlığımtuttu. Çoğu kurtarmak için azı feda etmek.Artan bir kararlılıkla telsizi dudaklarına götürdü.'Tamam Ajan Brüder. Kapıların kilitlenmesi içinemir veriyorum."

Sinskey sarnıcın dehşetine arkasını dönüp,kapıların kilitlenmesi emrini verecekkenkalabalığın aniden telaşlandığım gördü.

Biraz ileride, çarşaflı bir kadm gezinti yolunun

üzerindeki kalabalığı yararak kendisine doğruilerliyor, koşarken başkalarına çarpıyordu. Buçarşaflı kadm sanki dosdoğru Sinskey'ye veçıkışa yönelmişti.

Arkasmdan bir adamın koştuğunu gören Sinskeyiçinden, kovalanıyor, dedi.

Ama sonra donakaldı. Bu Langdon!

Sinskey'nin gözleri yeniden çarşaflı kadınadöndü; gezinti yolunun üstündeki insanlaraTürkçe bir şeyler seslenirken daha hızlı koşmayabaşlamıştı. Sinskey Türkçe bilmiyordu amainsanların panik halinden anladığı kadanylakadının sözleri, kalabalık bir tiyatroda "Yangınvar!" diye bağırmakla eşdeğerdi.

Panik tüm kalabahğa yayıldığında, merdivenlerekoşan yalnızca çarşaflı kadmla Langdon değildi.

Herkes koşmaya başlamıştı.

Yaklaşan izdihama arkasını dönen Sinskey,merdivenlerden yukarı, ekibine çaresizlik içindebağırdı.

"Kapılan kilitleyin! Sarma kapatin! HEMEN!"

Langdon merdivenlerin köşesinde kayarakdururken, Sinskey merdivenleri yanya kadarçıkmış, yukarı doğru tırmanıyor, kapılarınkapatılması için bağınyordu. Tam ayağınındibindeki Sienna Brooks, ıslanmış çarşafıylayukan doğru çıkmaya çalışıyordu.

Hemen peşlerindeki Langdon, dehşete kapılankonser dinleyicisinin titreşim dalgasmı hissetti.

Sinskey bir kez daha, "Çıkışı kilitleyin!" diyebağırdı.

Langdon'm bacaklan onu tek adımda üçbasamak yukan taşıyor, Sienna'ya yetişiyordu.Yukandaki çift kanatlı ağır kapının içeri doğrukapandığım gördü.

Çok yavaş.

Sinskey'yi omzundan tutan Sienna, önünegeçmek için ondan destek aldı ve çıkışa doğruvar gücüyle tırmandı. Sinskey sendeleyipdizlerinin üstüne düşünce, çok sevdiği nazarlığıbeton basamaklara çarparak ikiye ayrıldı.

Langdon durup, düşen kadına yardım etmeiçgüdüsüyle mücadele etti, sonra yanındankoşarak geçti ve en üst basamağa sıçradı.

Sienna şimdi yalnızca birkaç metre ilerideydi;elini uzatsa yakalayacaktı ama o da düzlüğeçıkmıştı ve kapılar yeterince hızlı kapanmıyordu.

Genç kadm hiç hızını kesmeden, dar aralıktangeçmek için ince bedenini yan çevirdi.

Tami kapıdan geçmek üzereyken çarşafı birmenteşeye takıldı ve özgürlüğe birkaç santimkala iki kanadın arasına sıkıştı. Kaçmak içinkıvranırken Langdon uzanıp onu çarşafındanyakaladı. Sıkışan çarşafı döndürerek onu geriçekmeye çalıştı ama Sienna çılgınca debelendive sonunda Langdon'm elinde yalnızca ıslak birkumaş yığmı kaldı.

Kumaşın üzerine kapanan kapılar az dahaLangdon'm elini sıkıştırıyordu. Kapı araşmasıkışmış olan pamuklu kumaş, dışarı-dakilerinkapıları tam kapatmasına müsaade etmiyordu.

Langdon dar aralıktan, Sienna Brooks'un sokaklambalarının altında parlayan çıplak başıyla,kalabalık caddede koşarak karşıya geçtiğini

gördü. Gün boyunca giydiği süveter ve blucinüzerindeydi. Langdon birden ihanete uğradığıhissine kapılarak öfkelendi.

Bu his yalnızca bir an sürdü. Ani ve ezici birağırlık Langdon'ı kapıya yapıştırdı.

Arkasındaki güruh yetişmişti.

Merdivenler dehşet ve şaşkınlık dolu bağırışlarlayankılanırken, aşağıdaki orkestranın senfonisikarmakarışık bir kakofoniye dönüşmüştü. Kapıyabiriken kalabalığın ağırlığı her saniye artıyor,arkasındaki insan kalabalığıyla önündeki ağır,ahşap kapıların arasına sıkışmış olan Langdon'mgöğüskafesi artık kendisine ağrı veriyordu.

Ardından, kapılar dışarı doğru patlar gibi açıldı veLangdon şampanya şişesinden fırlayan birmantar gibi sokağa atıldı. Kaldırımda

sendelerken neredeyse caddeye düşüyordu.Arkasındaki insan güruhu, zehirlenmiş bir karıncayuvasından kaçan karıncalar gibi toprağınüzerine akın ediyordu.

Hengâmenin sesini duyan TTD ekibi şimdibinanın arkasından çıkmıştı. Hazmat giysileri vegaz maskeleri paniği artırmaktan başka işeyaramadı.

Arkasını dönen Langdon gözleriyle caddeninkarşı tarafında Sienna'yı aradı. Ama tümgörebildiği trafik, ışıklar ve kargaşadan ibaretti.

Sonra bir anlığına, caddenin solunda kalantarafmda, çıplak bir başm solgun derisi parladı.Kalabalık kaldırımda koşarak köşede gözdenkayboldu.

Arkasından çaresizce bakan Langdon,

Sinskey'yi, polisi veya kaim hazmat giysilerigiymeyen TTD ajanım aradı.

Hiçbiri yoktu.

Tek başına kaldığını biliyordu.

Hiç tereddüt etmeden Sienna'nm peşindenkoşmaya başladı.

Aşağüarda, samıan iyice derinliklerinde AjanBrüder beline kadar gelen suyun içinde tekbaşma ayakta duruyordu. Korku içindekidinleyicilerle müzisyenler çıkışa doğru koşup,merdivenlerin yukarısında gözden kaybolurken,tüm bu hengâmenin sesleri karanlıktayankılanıyordu.

Brüder korkuyla, kapılar hiç kapatılmadı, diyedüşündü. Karantinaya alamadık.

içinde köşeyi döndü ve kendini daha geniş bircaddede buldu. Gözleriyle kaldırımları taradı.

Burada bir yerde olmalı!

obert Langdon bir koşucu olmasa da yıllarcayüzmek

bacaklarını güçlendirmişti ve adımları uzundu.Saniyeler

Yağmur dinmişti, bulunduğu köşeden aydınlıksokağın tamamım görebiliyordu. Saklanacakhiçbir yer yoktu.

Sienna kayıplara karışmıştı.

Langdon durup ellerini kalçalarına koyarak nefesnefese ıslak sokağı inceledi. Görebildiği tekhareketlilik, elli metre ileride İstanbul'un modernotobüslerinden birinin hareket ederek caddeyeçıkışıydı.

Sienna şehir otobüsüne mi bindi?

Bu çok riskliydi. Herkesin onu aradığım bile bileotobüse binerek kendini tehlikeye atar mıydı?Ama kimsenin onu köşeyi dönerken görmediğinidüşünüyorsa ve otobüs tesadüfen mükemmel birzamanlamayla tam o sırada oradan hareketediyorsa...

Belki.

Otobüsün tepesindeki güzergâh tabelasına

programlanabilir led ışıklarla bir kelime yazılmıştı:GALATA.

Langdon bir restoranın tentesi altında duranyaşlıca bir adama doğru hızla yürüdü.

Langdon adamın önünde durup nefes nefese,"Affedersiniz," dedi. "İngilizce biliyor musunuz?"

Langdon'm sesindeki telaştan kuşkulanmış gibigörünen adam, ""Tabii ki," dedi.

"Galata?! Bu bir yerin ismi mi?"

Adam, "Galata?" dedi. "Galata Köprüsü, GalataKulesi? Galata Rıhtımı?"

Langdon kalkan otobüsü gösterdi. "Galata!Otobüsün gittiği yer!"

Yaşlı aday t kalkan otobüsün arkasmdan bakıp,"Galata Köprüsü," diye cf vapladı. "Eski şehirdenayrılıp, Haliç'in üzerinden geçer."

Langdoiv inler gibi bir ses çıkarıp gözleriyletekrar sokağı taradı ama Sienna'ya ait bir işaretgöremedi. Her yerde sirenler çalıyordu, adidurum müdahale araçları hızla yanlarındangeçerek sarnıca doğru ilerlediler.

Telaşlanan adam, "Neler oluyor?" diye sordu."Her şey yolunda mı?"

Langdon tekrar gitmekte olan otobüsünarkasmdan baktı. Bunun bir kumar olduğunubiliyordu ama başka şansı yoktu.

Langdon, "Hayır efendim," diye cevapladı. "Acilbir durum söz konusu ve yardımınıza ihtiyacımvar." Bir valenin gümüş rengi gösterişli bir

Bentley yanaştırdığı kaldırımı göstererek, "Busizin arabanız mı?" diye sordu.

"Evet ama..."

Langdon, "Bir şoföre ihtiyacım var," dedi. "Yenitanıştığımızı biliyorum ama çok kötü bir şeyoluyor. Bu bir ölüm kalım meselesi."

Yaşlı adam sanki içini okumaya çalışıyormuş gibiuzun bir süre profesörün gözlerinin içine baktı.Sonunda başmı salladı. "O zaman,, arabayaatlasan iyi edersin."

Bentley kükreyerek hareket ederken Langdonkoltuğuna yapıştı. Adamın tecrübeli bir sürücüolduğu ve otobüsü yakalama k için trafiktezikzaklar çizmekten zevk aldığı belliydi.

Üç blok sonra Bentley otobüsün tam

arkasındaydı. Langdon koltuğunda öne doğruuzanıp gözlerini kısarak aracın arka penceresinebaktı. İçindeki ışık yetersizdi. Langdon yolcularınbelli belirsiz siluetlerim görebiliyordu.

Langdon, "Otobüsü gözden kaybetmeyin, lütfen,"dedi. 'Telefonunuz var mı?"

Adam cebinden bir cep telefonu çıkarıpyolcusuna uzattı. Langdon ona tekrar tekrarteşekkür ettikten sonra kimi arayacağınıbilmediğini fark etti. Sinskey ve Brüder'in iletişimnumaraları onda yoktu ve DSÖ'nün İsviçre'dekiofisine ulaşmak çok uzun sürebilirdi.

Langdon, "Polisin numarası nedir?" diye sordu.

Adam, "155," diye cevapladı. 'Tüm İstanbul için."

Langdon numarayı çevirip bekledi. Hat uzun

süre çaldı. Sonunda, hatların yoğun olduğunu vebeklemeye devam etmesini bildiren Türkçe veİngilizce bir kayıt mesajı cevap verdi. Langdonhatlardaki yoğunluğun sarnıçtaki krizle bir ilgisiolup olmadığmı merak etti.

Batık sarayda büyük ihtimalle o sırada büyük birkargaşa yaşanıyordu. Brüder'in orada ne bulmuşolabileceğini düşünürken içini bir korku kapladı.

Sienna ondan önce suya girmişti.

İleride, otobüsün fren lambaları yandı ve araç birotobüs durağında durdu. Bentley'in sürücüsüLangdon'm inip binen yolcuları görebilmesi içinotobüsün yaklaşık bir buçuk metre arkasmdadurdu. Otobüsten sadece üç kişi indi; hepsierkekti. Ama Sienna'nm kılık değiştirmekte çokbaşarılı olduğunu bilen Langdon yine de hepsinidikkatle inceledi.

Gözleri tekrar otobüsün arka penceresine kaydı.Aracın camları koyu renkti ama artık içeridekiışıkların hepsi yandığı için Langdon otobüstekiyolcuları daha net görebiliyordu. Boynunu uzatıp,yüzünü Bentley'in ön camına iyice yaklaştırarakSienna'yı aradı.

Lütfen yanlış bir kumar oynamış olmayayım!

Sonra onu gördü.

Otobüsün en arkasında zayıf omuzların üzerindeyükselen tıraşlı bir kafa vardı.

Bu ancak Sienna olabilir.

Otobüs ilerlerken ışıklar tekrar söndü. Amaışıklar sönmeden hemen önce kafası arkayadoğru dönüp arka pencereden dışarı bakmıştı.

Langdon, Bentley'in koltuğunda aşağı doğrukaydı. Beni gördü mü? Yaşlı sürücü otobüsünpeşine takılmıştı bile.

Yol, denize doğru inmeye başlamıştı ve Langdonileride, denizin üzerinde uzanan alçak köprününışıklarını görebiliyordu. Köprünün üstünde sıkışıkbir trafik vardı. Aslında, köprü girişine ya km tümbölge tıkanmış gibiydi.

Adam, "Mısır Çarşısı," dedi. "Yağmurlu günlerdeçok popülerdir."

Adam, kıyının yakınındaki bir yapıyı gösterdi.İstanbul'un en muhteşem mimarilerinden biri olanYeni Cami'nin -Langdon onu ünlü ikizminarelerinden tanımıştı- gölgesinde kalan MısırÇarşısı, Amerikan ahşveriş merkezlerinden dahabüyük görünüyordu. Langdon kemerli kapısındaniçeri girip çıkan insan selini görebiliyordu.

Arabanın içinde cılız bir, "Alo?!" sesi duyuldu."Acil durum! Alo?!"

Langdon elindeki telefona baktı. Polis.

Langdon telefonu kulağına götürerek, "Evet,alo!" dedi. "Benim adım Robert Langdon. DünyaSağlık Örgütü için çalışıyorum. Şehrin sarnıcındabüyük bir kriz yaşanıyor ve bundan sorumlu olankişiyi takip ediyorum. Mısır Çarşısı'na yakm birotobüsün içinde ve şu anda..."

Santral görevlisi, "Bir dakika lütfen," dedi. "Sizihemen bağlıyorum."

"Hayır, durun!" Ama Langdon yine beklemeyealınmıştı.

Bentley'in sürücüsü korku dolu bir ifadeyledönüp ona baktı. "Sarnıçta kriz mi var?!"

Langdon tam açıklama yapmak üzereykensürücünün yüzünün aniden kıpkırmızı parladığınıgördü.

Fren lambaları!

Sürücü önüne döndü ve Bentley son andaotobüsün arkasında durdu. Otobüsün ışıklarıtekrar yanınca Langdon, Sienna'yı net bir şekildegördü. Arka kapıda durmuş, otobüsten inmek içinkapıyı yumrukluyordu.

Langdon, beni gördü, diye düşündü. Siennakuşkusuz Galata Köprüsü'nün üzerindeki trafiğide görmüş ve yakalanma riskine giremeyeceğinidüşünmüştü.

Langdon anında Bentley'in kapısını açta amagenç kadın çoktan otobüsten fırlayıp geceniniçine karışmıştı. Langdon cep telefonunu sahibine

doğru fırlattı. "Polise olanları anlatın! Bölgeyikuşatmalarmı söyleyin!"

Yaşlı adam korku dolu gözlerle ona bakıyordu.

Langdon, "Teşekkür ederim!" diye seslendi.'Teşekkürler!"

Langdon bunu söyledikten sonra MısırÇarşısı'nm etrafında dolanan kalabalığın arasınadalan Sienna'nm arkasından koşmaya başladı.

İstanbul'un üç yüz yıllık Mısır Çarşısı, dünyadakien büyük kapalı alışveriş mekânlarından biridir. Lşeklinde inşa edilmiş olan yapının, yüzlercedükkâna bölünmüş seksen sekiz kemerli odasıbulunur. Yerli esnaf burada tüm dünyadangetirilen envai çeşit yenilebilir lezzeti coşkuylasatar: baharatlar, meyveler, bitkiler veİstanbul'un her yerinde bulunabilen bir tür

şekerleme olan, Türk lokumu.

Gotik bir kemeri olan pazarın devasa taş girişi,Çiçek Pazarı Sokak'la Tahmis Sokak'mköşesindeydi ve buradan, günde üç yüz bindenfazla ziyaretçinin geçtiği söylenirdi.

Langdon kalabalık girişe yaklaşırken, bu akşamüç yüz bin kişinin de orada olduğunu hissetti.Gözlerini Sienna'dan ayırmadan hâlâ koşuyordu.Şimdi yalnızca yirmi metre ileride pazarm girişinedoğru koşan Sienna, hiç duracakmış gibigözükmüyordu.

Sienna kemerli kapıya vardığında kalabalıklakarşılaştı. İnsanların arasından kıvrılıp kendineelleriyle yol açtı. Eşikten geçtiği anda, geriyedoğru şöyle bir baktı. Langdon onun gözlerindekorkuyla kaçan küçük bir kızın ürkekliğinigördü... Çaresiz ve çılgına dönmüş.

"Sienna!" diye seslendi.

Ne var ki Sienna insan denizine daldı ve gözdenkayboldu.

Onun ardmdan kalabahğa dalan Langdon, onupazarın batı koridorunda görünceye dek insanlaraçarparak, iterek, boynunu uzatarak ilerledi.

Yolun iki yanma egzotik baharat fıçılarıyerleştirilmişti: Hint körisi, İran safram, Çin çiçekçayı. Baharatların göz kamaştırıcı renkleri sarı,kahverengi ve altm renginden bir tüneloluşturuyordu. Langdon attığı her adımda yeni birkoku duyuyordu: acı mantar, acı kökler, miskyağı. Dünyanm dört bir yanında konuşulandillerden sağır edici bir koro oluşturuyorlardı.Tüm bunların sonucunda kişi, onca insanınarasında, tüm duyuları harekete geçiren biristilaya uğruyordu.

Binlerce insan.

Langdon o an onu sıkıştıran bir klostrofobihissetti; kendini zorlayıp pazarın içlerinegirmeden önce az daha duruyordu. Sienna'nınileride kalabalığı azimle yararak ilerlediğinigörebiliyordu. Sonuna kadar bu yolu koşacağıbelliydi... onu her nereye götürürse götürsün.

Langdon bir an onu neden kovaladığını düşündü.

Adalet için mi? Sienna'nm yaptıklarınıdüşününce, yakalandığında onu ne tür bir cezanınbeklediğini kestiremiyordu.

Salgını önlemek için mi? Her ne olduysa zatenolmuştu.

Langdon yabancıları iterek kendine yol açarken,Sienna Brooks'u yakalamayı neden bu kadar çok

istediğini birden fark etti.

Cevap istiyorum.

Yalnızca on metre ilerideki Sienna Brookspazann batı kanadının sonundaki çıkış kapışmayönelmişti. Yeniden şöyle bir arkasına bakıp daLangdon'm yaklaştığım görünce endişeye kapıldı.Önünü döndüğünde ayağı takıldı.

Sienna'nın ileri doğru giden başı, önündeki kişininomzuna çarptı. Adam yere düşerken, genç kadmdüşmemek için sağ eliyle bir şeye tutunmayaçalıştı. Bulabildiği tek şey, bir kestane fıçısınınkenarıydı. Çaresizlik içinde tutunup fıçıyı kendinedoğru çekince, içindeki tüm kestaneler yeresaçıldı.

Langdon üç adımda onun düştüğü yere ulaştı.Yere baktığında yalnızca devrilmiş fıçıyı ve

kestaneleri gördü. Sienna yoktu.

Dükkân sahibi öfkeyle bağırıyordu.

Nereye gitti?

Langdon kendi etrafında döndü ama Sienna birşekilde ortadan yok olmuştu. On beş metreilerideki çıkışa baktığında, bu abartılı düşüşünkaza olmadığını anladı.

Çıkışa kadar koştu ve yine insanlarla dolu olanbüyük bir meydana çıktı. Boş yere geniş alanıgözleriyle aradı.

Tam ilerideki çok şeritli yolun sonundaki GalataKöprüsü, Haliç'in sulan üzerinden uzanıyordu.Yeni Cami'nin çift minaresi Langdon'm sağındayükseliyor ve meydanın üzerinde parlıyordu.Solunda ise insanlarla dolu açık meydandan

başka bir şey yoktu.

Araba komalarının sesi Langdon'm bakışlannıyeniden ileri, meydanı denizden ayıran yolaçevirdi. Yüz metre ileride, hızla akan trafiğiniçinde koşarken iki kamyon arasında kalmaktanson anda kurtulan Sienna'yı gördü. Denize doğrukoşuyordu.

Langdon'm solunda, Haliç kıyısındaki ulaşımmerkezi motorlar, otobüsler, taksiler ve turtekneleriyle doluydu.

Langdon meydandan yola doğru koşmayabaşladı. Parmaklıklara geldiğinde, adımım arabafarlanyla doğru zamanlayarak çift şeritli yolun ilkşeridine zıpladı. On beş saniye kadar kör edicifarlarla kızgın kornalann saldınsına uğradıktansonra, deniz kıyısındaki son parmaklıklara varanakadar şeritten şeride ilerledi.

Onu hâlâ görebildiği halde, taksi durağından vebekleyen otobüslerden uzak durarak doğrucanhtıma ilerleyen Sienna, aradaki mesafeyi iyiceaçmıştı. Langdon turist motorlan, deniz taksileri,balıkçı tekneleri ve sürat motorlannm girip çıküğırıhtıma baktı. Denizin karşı tarafındaki şehirışıklan Haliç'in batısında titreşiyordu. Siennakarşı tarafa geçerse, onu bir daha bulabilmeşansının olmadığını biliyordu.

Sonunda deniz kıyısına vardığında sola döndü veiskelede koşmaya başladı. Yaldız boyalı süsleribulunan ve neon dekorları yanıp sönen gösterişlimotorlara binmek için sıraya girmiş olan turistlerona şaşırarak baktı.

Yanlanndan geçen Langdon, Boğaziçi'nde LasVegas, diye düşündü.

İleride Sienna'yı gördü, artık koşmuyordu.

Limanda özel teknelerin bağlı durduğu bir alandadurdurulmuştu ve tekne sahiplerinden birineyalvarıyordu.

Onu teknene alma!

Langdon arayı kapatırken Sienna'nın iskeledenayrılmaya hazırlanan parlak bir teknenindümenindeki bir gence kur yaptığını gördü.Adam gülümsüyor ama başını hayır anlamındasallıyordu. Sienna el kol hareketleriyle derdinianlatmaya devam etti ama adam onu son kezreddederek yeniden teknesindeki kumandalarmbaşına geçti.

Langdon koşarak yaklaşırken Sienna onaçaresizlik dolu bir ifadeyle baktı. Aşağıdakiteknenin kıçtan takma motoru çalışıp suyukarıştırmaya ve aracı iskeleden uzaklaştırmayabaşlamıştı.

Sienna aniden iskeleden denize doğru sıçradı.Teknenin fiberglas pupasma gürültüyle düştü.Sarsıntıyı hisseden kaptan, şaşkın bir ifadeylearkasını döndü. Tornistan yapıp, iskeleden yirmimetre kadar uzaklaşmış teknenin motorunudurdurdu. Öfkeyle bağırarak, istenmeyenyolcusunun üstüne doğru yürümeye başladı.

Adam üstüne gelmeye devam ederken Siennayana doğru çekildi, adamı bileğinden tuttu ve onukendi hareketinin hızıyla kaldırıp, borda tirizininüzerinden attı. Adam kafa üstü suya düştü.Birkaç saniye sonra yüzeye çıkmış, kollarıyladenizi dövüyor, ağzından fışkıran sularınarasından hiç şüphesiz bir dizi Türkçe küfürsıralıyordu.

Sienna suya can yeleği atıp dümenin başınageçerken hiç umursuyormuş gibi görünmüyordu.Motoru yeniden ileri aldı.

Kıçtan takma motor gürültüyle tekneyi ileritaşımaya başladı.

İskelede duran Langdon, suyun üzerindeuzaklaşan ve gecenin karanlığında hayaletimsi birgölgeye dönüşen beyaz gövdeye bakarkensoluklandı. Gözlerini ufka çevirdiğinde, Sienna'nınartık hem karşı kıyıya varabileceğini hem deKaradeniz'i Akdeniz'e bağlayan boğazlardangeçebileceğini biliyordu.

Gitti.

Tekne sahibi yanından karaya çıktı. Ayağakalkıp hemen polise koştu.

Langdon çalıntı teknenin ışıklarının giderekbelirsizleşmesini izlerken kendini yapayalnızhissetti. Güçlü motor sesi de artık iyiden iyiye

uzaklaşıyordu.

Sonra motorlar aniden sustu.

Langdon gözlerini kısarak karanlığa baktı.Motoru mu durdurdu?

Teknenin ışıklan artık uzaklaşmıyor, Haliç'in hafifdalga-lannda aşağı yukan salmıyordu. SiennaBrooks her nedense durmuştu.

Benzini mi bitti?

Elini kulağına götürüp dinledi; motorun rölantisesini duyabiliyordu.

Benzini bitmediyse ne yapıyor?

Langdon bekledi.

On saniye. On beş saniye. Otuz saniye.

Ardmdan, motorlar önce biraz tekleyip sonrayemden gürültüyle çalıştı. Teknenin ışıklan genişbir daire çizerek dönmeye, pruvası Langdon'müzerine gelmeye başlamıştı.

Geri dönüyor.

Tekne yaklaşırken Langdon dümendekiSienna'nın boş gözlerle ileri baktığını gördü.Motoru yavaşlatıp ayrıldığı otuz metre ötedekiaynı iskeleye tekneyi geri getirmişti. Sonramotoru kapattı.

Sessizlik.

Yukanda duran Langdon, hayretle aşağıbakıyordu.

Sienna başım kaldınp bakmadı.

Bunun yerine, yüzünü ellerinin arasına aldı.Omuzlarını yükseltip kamburunu çıkararaksarsılmaya başladı. Sonunda başmı kaldınpLangdon'a baktığında, gözleri yaşlarla dolmuştu.

Hıçkırırken, "Robert," dedi. "Artık kaçamamGidecek hiçbir yerim yok."

Virüs serbest.

Elizabeth Sinskey merdivenlerin dibinde durmuş,boşaltılmış sarnıca bakıyordu. Taktığı gazmaskesinin içinde nefes almakta zorlandığımhissediyordu. Burada bulunan patojene çoktanmaruz kalmış olabileceği halde TTD ekibiylebirlikte boşaltılmış mekâna girerken hazmatkıyafeti giydiğine memnundu. Hava geçirmezkasklara kenetlenen kabarık beyaz tulumlarıyla

bir uzay aracım istila eden astronotlar gibigörünüyorlardı.

Sinskey yüzlerce korkmuş konser izleyicisi vemüzisyenin yukarıda, sokakta toplanmış olduğunuve izdihamda yaralananların tedavi edildiğinitahmin edebiliyordu. Diğerleri bölgeden çoktankaçmışlardı. Bu kargaşadan zedelenmiş bir dizve kırılmış bir nazarlıkla kurtulduğu için kendinişanslı hissediyordu.

Sinskey, virüsten daha hızlı yayılan tek bir şeyvardır, diye düşündü. Korku.

Yukarıdaki kapılar kilitlenmiş, havageçirmeyecek şekilde mühürlenmişti. Yerelyetkililer önlerinde nöbet tutuyorlardı. Sinskeyyerel polisin gelişiyle bir restleşmeye şahitolacaklarım düşünmüştü ama polis, TTD ekibininbiyolojik tehlike ekipmanlarını görüp, Sinskey'den

potansiyel bir salgın tehlikesi haberini aldıktansonra muhtemel anlaşmazlıklar yaşanmamıştı.

529

Cehennem / F: 34

Dünya Sağlık Örgütü'nün direktörü, lagüneyansıyan sütun ormanına bakarken, bu işteyalnızız, diye düşündü. Kimse aşağıya inmekistemiyor.

Arkasındaki iki ajan merdivenin aşağısınaserdikleri büyük poliüretan tabakayı ısıtabancasıyla duvara sabitliyorlardı. Diğer ikisiplatformun üzerinde açık bir alan bulmuş ve birsuç mahallini incelemeye hazırlanıyormuş gibielektronik aletlerini hazırlamaya başlamışlardı.

Sinskey, bur: ısı, tam olarak bu, diye düşündü.Bir suç mahalli.

Sarnıçtan I< açan ıslak çarşaflı kadını düşündü.Sienna Brooks, DSÖ'nün s sigın önlemeçabalarını sabote etmek ve Zobrist'in sapkınamacın tamamlamak için kendi hayatını tehlikeyeatmıştı. Buraya indi; ? Solublon torbasınıpatlattı...

LangdoJSienna'mn peşine düşüp geceninkaranlığına karışmıştı ve Sinskey henüz ikisiyleilgili bir haber almamıştı.

Umarım, Profesör Langdon güvendedir, diyedüşündü.

Üzerinden sular damlayan Ajan Brüder gezintiplatformunun üzerinde durmuş boş gözlerleMedusa'nm ters duran kafasına bakarken nasıl

ilerlemesi gerektiğini düşünüyordu.

Brüder, bir TTD ajanı olarak etik değerleri vekişisel kaygıları bir tarafa bırakıp uzun vadedemümkün olduğunca çok hayat kurtarmayaodaklanmak üzere eğitilmişti. O ana kadar kendisağlığının tehlikede olduğunu hiç düşünmemişti.Riskli hareketi için kendine kızarak, bu işe benbulaştım, diye düşündü. Derhal birdeğerlendirme yapmamız gerekiyordu.

Brüder elindeki işe odaklanmaya çalıştı: BPlanı'nı uygula. Ne yazık ki, bir karantinakrizinde B Planı her zaman aynı olurdu: çapıgenişlet. Bulaşıcı bir hastalıkla savaşmak çoğuzaman bir orman yangınını söndürmeye benzerdi:Bazen savaşı kazanmak için geri çekilipmuharebede yenik düşmek gerekirdi.

Bu noktada, Brüder hâlâ tam bir önleminmümkün olduğu fikrinden vazgeçmiş değildi.Sienna Brooks büyük ihtimalle ka-labalığm paniğive tahliyesinden sadece birkaç dakika öncetorbayı patlatmıştı. Eğer bu doğruysa, olayyerinden yüzlerce insan kaçmasına rağmen,hastalığın bulaşmasını önlemek için herkeskaynaktan uzak bir yere yerleştirilebilirdi.

Brüder, Langdon ve Sienna dışında herkes,diye düşündü. İkisi de torbanın patladığıyerdeydiler ve şimdi şehirde bir yerdeler.

Brüder'in başka bir endişesi daha vardı.Mantığındaki bir boşluk içini kemiriyordu. Suyuniçindeyken patlamış Solublon torbasınıbulamamıştı. Sienna torbayı tekmeleyerek,yırtarak ya da başka bir şeküde patlattıysa,hasarlı, sönük parçayı suyun üzerinde yüzerken

mutlaka görmesi gerekirdi.

Ancak, hiçbir şey bulamamıştı. Torbanınkalıntıları sanki buhar olup uçmuştu. Brüder,Sienna'nın şimdiye kadar çoktan yapışkan,dağılan bir pislik haline gelecek Solublon torbasınıyanmda götürdüğünü de pek sanmıyordu.

Peki torba nereye gitti?

Brüder bir şeyi gözden kaçırdığını hissediyordu.Öyle bile olsa, kritik bir soruya cevap vermesinigerektiren yeni bir önleme stratejisineodaklanmıştı.

Virüsün şu anki yayılma alanı nedir?

1

ifadelendirildiği için metnin orijinaline sadık

kalınmıştır.

2

Tehlikeli maddelerden korunmak içingiyilen giysi.

3

Htoplanktonlarm artışıyla denizin kırmızı-kahverengi renk alması.

Brüder bu sorunun birkaç dakika içindecevaplanacağını biliyordu. Ekibi, gezintiplatformlarının üzerine lagünden gittikçe artanuzaklıklarla bir dizi portatif virüs tespit aletiyerleştirmişti. PCR üniteleri olarak bilinen bualetler bulaşıcı virüs varlığını tespit edenpolimeraz zincir reaksiyonu kullanıyorlardı.

TTD ajanı umudunu koruyordu. Lagündeki suhareketsiz olduğu ve çok az zaman geçtiği içinPCR aletlerinin çok küçük bir alanda virüs tespitedeceklerine, bunu kimyasallar ve vakum-lamayla yok edeceklerine emindi.

Bir teknisyen megafondan, "Hazır mısınız?" diyeseslendi.

Sarnıcın içinde konuşlanmış olan ajanlarbaşparmaklarını kaldırarak işaret verdiler.

Megafondan cızırtılı bir ses duyuldu."Örneklerinizi alın."

Mağaranın içinde analistler eğilerek PCRmakinelerini çalıştırdılar. Her alet operatörününgezinti platformunda durduğu yerden bir örnekanaliz etmeye başladı.

Herkes yeşil ışıkları görmek için dua ederekbeklerken sarnıcın içine bir sessizlik çöktü.

Ve sonra oldu.

Brüder'e yakın makinede kırmızı virüs tespit ışığıyanmaya başladı. Ajan gerilerek bir sonrakimakineye baktı.

O da kırmızı yanıp sönüyordu.

Hayır.

Mağaranm içinde şok mırıltıları yankılandı.Sarnıcın içinden girişe kadar uzanan PCRaletlerinin kırmızı ışıkları teker teker yanarkenBrüder olanları dehşet içinde izledi.

Ah, Tanrım... diye düşündü. Yanıp sönenkırmızı tespit ışıklan kuşku götürmez bir tabloçiziyordu.

Virüsün dağılma alanı çok büyüktü.

Tüm sarmç virüs kaynıyordu.

Robert Langdon çalıntı teknenin dümenindebükülüp kalmış olan Siennâ Brooks'a bakarken,az önce şahit olduklarına anlam vermeye çalıştı.

Sienna yaşlı gözlerle ona bakarak, "Eminimgözünden düş-müşümdür," dedi.

Langdon, "Gözümden düşmek mi?!" diye bağırdı."Kim olduğun hakkında en ufak bir fikrim yok!Tek bildiğim bana yalan söylediğin!"

Sienna alçak bir sesle, "Biliyorum," dedi."Üzgünüm. Doğru olanı yapmaya çalışıyordum."

"Salgını yayarak mı?"

"Hayır Robert, anlamıyorsun."

Langdon, "Anlıyorum!" diye karşılık verdi. "OSolublon torbayı patlatmak için suya girdiğinianladım! Kimse engel olmadan önce Zobrist'invirüsünü yaymak istedin!"

Sienna'nm bakışlarından Langdon'msöylediklerine bir anlam veremediği anlaşılıyordu."Solublon torba mı? Neden bahsettiğinibilmiyorum. Robert, Ben Bertrand'ın salgınını

durdurmak için sarnıca gittim... onu çalmak vesonsuza dek yok etmek için... Böylece, Dr.Sinskey ve DSÖ de dahil hiç kimse üzerindeçalışamayacaktı."

"Çalmak mı? Neden DSÖ'nün ele geçirmesiniistemedin ki?"

Sienna derin bir nefes aldı. "Bilmediğin çok şeyvar ve bunlar uzun meseleler. Çok geç kaldıkRobert. Fırsatımız olmadı."

'Tabii ki fırsatımız vardı! Virüs yarına kadaryayılmaya-caktı! Zobrist'in seçtiği tarih buydu veeğer sen suya girmemiş olsaydın..."

Sienna, "Robert, virüsü ben yaymadım!" diyehaykırdı. 'Torbayı bulmak için suya girdiğimdeçok geç kalmıştım. Orada hiçbir şey yoktu."

Langdon," Sana inanmıyorum," dedi.

"İnanmadığını biliyorum. Ve seni suçlamıyorum."Elini cebine sokup ıslak bir kitapçık çıkardı."Ama belki bunun bir yardımı olur." KâğıdıLangdon'a fırlattı. "Bunu lagüne girmeden azönce buldum."

Langdon kâğıdı yakalayıp açtı. Sarnıçtayapılacak Dante Sen-fonisi'nin konserprogramıydı.

"Tarihlere bak."

Langdon tarihleri tekrar tekrar okurken,gördüklerine şaşırdı. Bir sebepten ötürü, bugecenin gala gecesi olduğu izlenimine kapılmıştı.Hafta boyunca yedi gece konser verilecek veinsanlar hastalığın bulaştığı sarmca geleceklerdiAma bu program farklı bir hikâye anlatıyordu.

Başmı kâğıttan kaldıran Langdon, "Bu gecekapanış gecesi miymiş?" diye sordu. "Orkestrahafta boyunca konser mi vermiş?"

Sienna başmı salladı. "Ben de senin kadarşaşırdım." Gözlerinde yaşlarla sustu. "Virüsçoktan yayılmış Robert. Bir haftadır budurumdaymış."

Langdon, "Bu doğru olamaz," dedi. 'Tarih yarın.Zobrist, yarının tarihini yazan bir levha bilehazırlamış."

"Evet, sudaki levhayı ben de gördüm."

"O halde, yarının yazdığını da görmüşsündür."

Sienna içini çekti. "Robert, ben Bertrand'ı iyitanıyorum, sana söylediğimden çok dahayakından tanıyordum. O bir bili-madamıydı,

sonuç odaklı biriydi. Şimdi anlıyorum ki, levhanınüzerinde yazan tarih virüsün serbestbırakılacağı günü göstermiyor. Başka bir şeyi,onun amacı için çok daha önemli olan bir şeyigösteriyor."

"Peki bu ne olabilir?"

Sienna kederli gözlerini tekneden ayırdı. "Bu,hazırladığı virüsün dünyaya yayılmaya ve herbireyi etkilemeye başlayacağı tarihinmatematiksel tahminiydi."

Bu tahmin Langdon'm içinin titremesine nedenoldu ama yine de Sienna'nın yalan söylediğinidüşünmekten’kendini alamıyordu. Anlattığıhikâye kusursuz gibi gelse de çok iyi yalansöyleyebildiğini daha önce kanıtlamıştı.

Ona bakarak, "Bir sorun daha var Sienna," dedi.

"Bu salgın dünyaya çoktan yayıldıysa, insanlarneden hastalanmaya başlamadı?"

Onun gözlerine bakmaktan kaçman Sienna,bakışlarını çevirdi.

Langdon, "Bu salgın yayılmaya başlayalı birhafta olduysa, insanlar neden ölmüyor?" diyetekrar etti.

Sienna yavaşça ona döndü. "Çünkü..." diyebaşladı ama kelimeler boğazına takıldı. "Bertrandbir salgın hastalık üretmemişti." Gözleri yenidenyaşlarla doldu. "Çok daha tehlikeli bir şeyüretmişti."

lizabeth Sinskey gaz maskesinin içinde dolaşanoksijene

rağmen başının döndüğünü hissediyordu.

Brüder'in PCR

aletlerinin korkunç gerçeği ortaya çıkarmasınınüzerinden beş dakika geçmişti

Hastalığı önleme şansımızı uzun süre öncekaybettik.

Solublon torbası anlaşıldığı kadarıyla geçen haftabir gün, büyük ihtimalle de konserin galagecesinde çözülmüştü ve Sinskeynin büdiğikadarıyla konser yedi gece sürüyordu. Solublontorbasının ipe bağlı kalan birkaç parçasınınortadan k'ifbölmamasının nedeni ipin kancasınayapışkanla yapıştırılmış ©ârtîalanydı.

Virüs bir haftadır serbest.

Artık patojeni izole etmek gibi bir şanslarıolmayan TTD ajanları samıan sonradan yapılmışeğreti laboratuvarında örneklerin etrafındatoplanmış, son çarelere başvuruyorlardı; analiz,sınıflandırma ve tehlike değerlendirmesi. Şimdiyekadar, PCR üniteleri sadece tek bir bilgi ortayaçıkarmış ve bu keşif kimseyi şaşırtmamıştı.

Virüs havadan bulaşıyordu.

Solublon torbasının içindekiler yüzeye çıkmış vehavaya virüs partikülleri yaymıştı. Sinskey,fazlasına gerek kalmamıştır, diye düşümdü.Özellikle de. böyle kapalı bir alanda.

Bir virüs, bakteri veya kimyasal patojenden farklıolarak, insanlar arasında inanılmaz bir hız venüfuz etkisiyle yayılabi-liyordu. Asalak davranışıolan virüsler bir organizmaya girip adsorpsiyondenilen süreçte konak hücreye yapışıyorlardı.

Sonra kendi DNA ve RNA'larmı bu hücreyeenjekte ederek istila edilen hücreyikuvvetlendiriyor ve virüsün birden fazla organıetkileyen versiyonlarını türetmeye zorluyorlardı.Yeterli sayıda kopya var olduğunda, yeni virüspartikülleri hücreyi öldürüyor ve hücreduvarından geçerek saldıracak yeni konakhücreler bulmak için yayılıyor ve süreç tekrarediyordu.

Hastalık bulaşmış birey nefes alıp vererek veyahapşırarak solunum yolu damlacıklarımvücudundan çıkarıyor; bu damlacıklar başka birbirey tarafından solunana kadar havada asılıkalıyor ve sonra süreç baştan başlıyordu.

Sinskey, Zobrist'in nüfus patlamasını gösterengrafiklerini hatırlayarak, üstel büyüme, diyeiçinden geçirdi. Zobrist üstel nüfus

büyümesiyle savaşmak için üstel virüsbüyümesini kullanıyor.

Ama cevap bekleyen soru şuydu: Bu virüsündavranış şekli nedir?

Konak hücreye nasıl saldıracak?

Ebola virüsü, kanm pıhtılaşma özelliğini bozarakdurdurulmaz bir kanamaya neden oluyordu.Hanta virüsü ciğerlerin iflas etmesine nedenoluyordu. Onkovirüsleri kansere nedenoluyorlardı. Ve HIV virüsü bağışıklık sisteminesaldırarak AIDS hastalığına neden oluyordu.HIV virüsü havadan bulaşıyor olsa soyumuzuntükeneceği tıp dünyasında bir sır değildi.

Peki, Zobrist'in virüsü ne yapıyor?

Her ne yapıyorsa, etkilerinin ortaya çıkmasının

zaman aldığı anlaşılıyordu ve yakınlardakihastanelerden sıra dışı semptomlarla başvuranhastalara dair bir rapor gelmemişti.

Cevapları öğrenmek için sabırsızlanan Sinskey,laboratuva-ra doğru ilerledi Cep telefonuna zayıfbir sinyal bulmuş olan Brüder'in merdivenboşluğunda durduğunu gördü. Alçak sesle biriylekonuşuyordu.

Hızlı adımlarla ona doğru ilerlerken TTD ajanıgörüşmesini bitirmek üzereydi.

Brüder yüzünde şok ve korku karışımı birifadeyle, 'Tamam, anlaşıldı," dedi. "Ve budurumun gizliliğini bir kez daha hatırlatmaktafayda görüyorum. Şimdüik sadece sen biliyorsun.Yeni bir şey öğrenirsen bana haber ver.Teşekkürler." Telefonu kapattı.

Sinskey, "Neler oluyor?" diye sordu.

Brüder yavaş yavaş nefes verdi. "Eski birarkadaşımla konuştum, kendisi, Atlanta'dakiCDC'de önemli bir virolog."

Sinskey öfkelendi. "Benim iznim olmadanCDC'ye haber mi verdin?"

"Bir karar vermem gerekiyordu," dedi."Kontağım ağzını sıkı tutacak. Ayrıca, bu eğretilaboratuvann sağlayabileceğinden daha fazlabilgiye ihtiyacımız olacak."

Sinskey su örnekleri alarak portatif cihazlarınbaşında toplanan bir avuç TTD ajanına baktı.Haklı.

Brüder, "CDC kontağım," diye devam etti. "Sonderece donanımlı bir mikrobiyolojik laboratuvarda

çalışıyor ve daha önce hiç görülmemiş, sonderece bulaşıcı bir viral patojenin varlığınıonayladı."

Sinskey, "Dur biraz!" diye araya girdi. "Onaörneği nasıl bu kadar çabuk ulaştırdın?"

Brüder gergin bir ifadeyle, "Ulaştırmadım," dedi."Kendi kanmı test etti."

Bunun ne anlama geldiğini sindirebilmek içinSinskey'nin yalnızca biraz zamana ihtiyacı vardı.

Çoktan dünyaya yayılmış.

Langdon ağır ağır yürürken, ruhu bedenindenayrılmış gibi hissediyor, kendini sanki canlı birkâbusun içindeymiş gibi hissediyordu. Salgındandaha tehlikeli ne olabilir?

Sienna tekneden karaya çıkıp Langdon'a takipetmesini işaret ettiğinden beri başka bir şeysöylememişti. Onu çakıltaşlı bir patikadanyürüterek denizden ve insanlardanuzaklaştırıyordu.

Sienna'nın gözyaşları kesildiği halde Langdononun bir duygu seline kapıldığını hissedebiliyordu.Uzaktan gelen siren seslerini kendisi duysa daSienna fark etmemiş görünüyordu. Gözlerini yeredikmiş, sanki ayaklarının altındaki çakıltaşınınritmik sesleriyle hipnotize oluyordu.

Küçük bir parka girdiklerinde Sienna onugözlerden uzak kalabilecekleri sık ağaçlarınarasına doğru götürdü. Burada, suya bakan birbankta oturdular. Karşı kıyıdaki tarihi GalataKulesi, yamacı ışıklarıyla aydınlatan sessizevlerin üzerinde yükseliyordu. Buradan bakıncadünya tuhaf bir biçimde huzurlu görünüyordu.

Langdon, bu manzaranın sarnıçta meydanagelenlerden çok uzak olduğunu düşündü. Artık,Sinskey ile TTD ekibi, salgını durdurmakta çokgeç kaldıklarını anlamış olmalıydı.

Yanında oturan Sienna denize bakıyordu. "Fazlavaktim yok Robert," dedi. "Yetkililer yakındayerimi bulacaklardır. Ama onlar beniyakalamadan, senin gerçeği duymanı istiyorum...hepsini."

Langdon sesini çıkarmadan başım salladı.

Sienna gözyaşlarını silip Langdon'm yüzüne tamkarşıdan bakabilmek için oturduğu bankta döndü."Bertrand Zobrist..." diye başladı. "O benim ilkaşkımdı. Sonra akıl hocam oldu."

Langdon, "Bunları bana anlattılar Sienna," dedi.

Sienna ona şaşırarak baktı ama hevesinikaybetmekten korkar gibi anlatmaya devam etti."Onunla kolay etki altmda kalacağım bir yaştatanıştım; fikirleri ve zekâsıyla beni büyüledi.Bertrand da benim gibi türümüzün yok olmaküzere olduğunu düşünüyordu... İnsanların kabuletme cesaretini gösterebileceğinden çok dahabüyük bir hızla, korkunç bir sona doğrugidiyorduk."

Langdon hiç cevap vermedi.

Sienna, "Çocukluğum boyunca dünyayıkurtarmak istedim," dedi. "Ve bana tek söylenen,'Dünyayı sen kurtaramazsın, o yüzden bunuyapmaya çalışarak kendi mutluluğunu engelleme/oldu." Gözyaşlarına hâkim olmaya çahşaraksustu. "Sonra Bertrand'la tanıştım. Bana dünyayıkurtarmanın mümkün olduğunu anlatmaklakalmayıp, bunu yapmanın ahlaki bir zorunluluk

olduğunu söyleyen yakışıklı, zeki bir adamdı.Beni, onun gibi düşünen aydınlarla, hayret vericiyetenekleri ve zekâsı olan insanlarla... geleceğideğiştirebilecek kişilerle tanıştırdı. Hayatımdailk defa kendimi yalnız hissetmiyordum Robert."

Sözlerindeki acıyı hisseden Langdon hafifçegülümsedi.

Sesi titremeye başlayan Sienna, "Hayatımda pekçok korkunç şeye katlandım," diye devam etti."Üstesinden gelmekte çok zorlandığım şeyleryaşadım..." Bakışlarım ondan ayırdı ve eliniçıplak başında gezindirdikten sonra kendinitoparlayıp yeniden Langdon'a döndü. "Ve belkide devam etmemi sağlayan tek şey,olduğumuzdan daha iyisi olabileceğimizeduyduğum inançtır...

, felaketle sonuçlanacak gelecekten kaçınmak

için bir eyleme

^geçebileceğimize duyduşıım inanç,"

>.i ■

LangJon, "Peki Bertrand da mı bunainanıyordu?" diye sordu.

"Kesinlikle. Bertrand insanoğlu için sonsuz birümit besliyordu. Bir 'insan ötesi' çağının, gerçekbir başkalaşım çağının eşiğinde yaşadığımızainanan bir transhümanistti. Onun fütürist birzekâsı, çok az kişinin hayal bile edemeyeceğiyolları görebilen gözleri vardı. Teknolojininşaşırtıcı gücünü anlıyor, birkaç nesil sonratürümüzün tamamıyla başka bir hayvan türünedönüşeceğine inanıyordu. Daha sağlıklı, dahaakıllı, daha güçlü, hatta daha sevecen olacakşekilde genleri geliştirilmiş bir türe." Durdu.

"Ama bir sorun vardı. Türümüzün bunugörebilecek kadar uzun yaşayabileceğinisanmıyordu."

Langdon, "Aşırı nüfus artışı yüzünden..." dedi.

Sienna başmı salladı. "Malthus'un nüfus teorisi.Bertrand bana kendini, khthonik canavarın başmıkesmeye çalışan Aziz Yorgi gibi hissettiğinisöylerdi."

Langdon onun ne demeye çalıştığınıanlamıyordu. "Medusa mı?"

"Mecazen evet. Medusa ile diğer tüm khthonikcanavarlar yeraltında yaşar, çünkü Toprak Anaile bağlantılıdırlar. Alegoride khthonikler daimabir şeyin sembolü olmuşlardır..."

"Bereketin," diyen Langdon, bu paralelliği daha

önce fark etmemesine şaşırmıştı. Verimlilik.Nüfus.

Sienna, "Evet, doğurganlığın," diye yanıtladı."Bertrand, doğurganlığın oluşturduğu tehlike için'khthonik canavar' terimini kullanırdı. Aşırıdoğum oranını, ufukta beliren bir canavar olaraktasvir ederdi... o bizi yok etmeden önce bizimacüen yok etmemiz gereken bir canavar olarak."

Langdon, kendi doğurganlığımız peşimizdengeliyor, diye düşündü. Khthonik bir canavar."Ve Bertrand bu canavarı yenmiş... peki amanasıl?"

Kendini savunur gibi, "Lütfen anlamaya çalış,bunlar çözülmesi kolay sorunlar değü," dedi."Tıptaki sıralandırma can sıkıcı bir işlemdir. Eğerçocuğu kangren olmaktan kurtaran bir doktor

değilse... üç yaşındaki çocuğun bacağını kesenkişi korkunç bir canavardır. Bazen tek seçenekkötünün iyisidir." Gözleri yeniden yaşlarladolmaya başlamıştı. "Bertrand'ın soylu bir amacıolduğuna inanıyorum... ama yöntemleri..." Tamağlamak üzereyken başım çevirdi.

Langdon usulca, "Sienna," diye fısıldadı. "Buanlattıklarını anlamam lazım. Bertrand'ın neyaptığım bana anlatman gerek. Dünyaya yaydığışey ne?"

Sienna yeniden ona döndüğünde, açık kahverengigözlerinden korku okunuyordu. "Bir virüs yaydı,"diye fısıldadı. "Özel bir tür virüs."

Langdon nefesini tutmuştu. "Anlatır mısın?"

"Bertrand, viral vektör denen bir şey üretmişti.Saldırdığı hücreye genetik bilgi aşılamak üzere

tasarlanan bir virüstü." Sienna, anlattıklarınıanlayabilmesi için biraz ara verdi. "Bir vektörvirüs, girdiği hücreyi öldürmek yerine... ohücreye önceden belirlenmiş bir DNA parçasısokarak hücrenin genomunu değiştirir."

Langdon anlamakta güçlük çekti. Bu virüsDNA'mızı mı değiştiriyor?

Sienna, "Sinsi özelliği sebebiyle bu virüsün bizebulaşıp bulaşmadığını bilemeyiz," diye devam etti."Kimse hastalanmaz. Genetik yapımızıdeğiştirdiğine dair açık belirtiler görülmez."

Langdon damarlarında akan kanın basıncımhissedebiliyordu. "Peki bu nasıl değişiklikleryapar?"

Sienna kısa bir an için gözlerini kapattı. "Robert,bu virüs şehrin sarnıcında serbest kaldığı andan

itibaren, zincirleme bir reaksiyon başladı," diyefısıldadı. "Sarnıçtan aşağı inen ve havayı teneffüseden herkese bulaştı. Bu kişiler viral taşıyıcıoldular... Virüsü başkalarına geçiren bu habersizsuç ortakları, gezegene orman yangını gibiyayılacak olan hastalığı bulaştırmaya başladılar.Artık virüs, dünya nüfusuna yayılmayabaşlamıştır. Sana, bana... ve herkese."

Oturduğu banktan ayağa kalkan Langdon,kendinden geçmişçesine adım atmaya başladı."Peki bize ne yapıyor?" diyerek sorusunuyineledi.

Sienna bir süre sessiz kaldı. "Virüsün insanvücudunu... kısırlaştırma özelliği var."Huzursuzca yerinde kıpırdandı. "Bertrand kısırlıksalgını hazırlamıştı."

Söyledikleri karşısında Langdon adeta şokgeçiriyordu. Bizi kısırlaştıran bir virüs mü?Langdon kısırlığa sebep olan virüslerinbulunduğunu biliyordu ama insanın genetiğinideğiştiren, yüksek bulaşıcılığı olan ve havayoluyla bulaşan bir patojen, sanki başka birdünyaya aitmiş gibi geliyordu... adeta Orvvel'in,gelecekte her şeyin kötü olacağı tahminleridoğrulanmış gibiydi.

Sienna alçak sesle devam etti. "Bertrand böylebir virüs hakkında teoriler üretirdi, ama bahsettiğişeyi üreteceği... veya bunu başarabileceği aklımahiç gelmemişti. Mektubu elime geçip deyaptıklarını öğrendiğimde şok oldum. Onubulmaya çalıştım; ona ürettiği şeyi yok etmesiiçin yalvaracaktım. Ama çok geç kalmıştım."

Sonunda konuşabilen Langdon, "Biraz bekle,"

diyerek sözünü kesti. "Eğer bu virüs dünyadakiherkesi kısırlaştırıyorsa, yeni nesil olmayacak veinsan türü de şu andan itibaren yok olmayabaşlayacak demektir."

"Doğru," diye cevap verirken sesi iyicealçalmıştı. "Ama Bertrand'm asıl amacıtürümüzün yok olması değildi; bunun tam tersiniistiyordu. İşte bu yüzden rasgele aktive olan birvirüs üretmişti. Cehennem şu anda tüm insanDNA'larına bulaşmış olsa da, bunu bizdensonraki nesillere taşıyacak olsak da virüsyalnızca insanların belirli bir yüzdesinde 'aktiveolacak'. Başka bir deyişle, virüsü şu andayeryüzündeki herkes taşıyor ama sadecenüfusun rasgele seçilmiş bir kısmında kısırlığasebep olacak."

"Hangi kısmında?" Kendi sesini duyan

Langdon, böyle bir soruyu sorduğuna bileşaşırmıştı.

"Bildiğin gibi Bertrand, Kara Ölüm'eodaklanmıştı. Bu hastalık, Avrupa nüfusununyaklaşık üçte birini öldürmüştü. O, doğanmkendini nasıl ayıklaması gerektiğini bildiğineinanıyordu. Bertrand kısırlık hesabmı yaparken,hastalığın üçte bir ölüm oranımn, insan nüfusunuidare edilebilir bir oranda elemeye başlamak içingereken oran olduğunu keşfedince keyfi yerinegelmişti."

Langdon, bu korkunç, diye düşündü.

"Kara Ölüm insan sayısını azaltmış veRönesans'm yolunu açmıştı," dedi. "Bertrand daCehennemi, küresel bir yenilenme başlatacakolan çağdaş bir unsur olarak düşündü:Transhümanist Kara Ölüm. Aradaki fark şuydu:

Hastalık öldürmeyecek, kısırlığa sebep olacaktı.Bertrand'm virüsünün şu anda dünya nüfusununüçte birini etkilediğini varsayacak olursak...bundan sonra nüfusun üçte biri sonsuza kadarkısır kalmaya devam edecek. Resesif genlerleaynı etkiyi gösterecektir... tüm çocuklarageçecek ama etkisini yalnızca küçük bir yüzdedegösterecektir."

Sienna konuşmaya devam ederken ellerititriyordu. "Bertrand bana yazdığı mektupta,kendiyle gurur duyuyormuş gibiydi. Cehennem'inbu soruna çok seçkin ve insancıl bir çözümgetirdiğini söylüyordu." Gözlerinde biriken yeniyaşlan elleriyle sildi. Vebanın ölümcüllüğüylekıyaslandığında, bu yaklaşımın daha merhametliolduğunu itiraf etmek zorundayım. Hastanelerhasta ve ölmek üzere olan insanlarla doluptaşmayacak; sokaklarda çürüyen cesetler

olmayacak; sevdiklerinin arkasmdan ağlayanhayatta kalmış kişiler olmayacak, insanlar sadeceeskisi kadar çok çocuk yapmayacaklar. Nüfuseğrisi tersine dönünceye ve toplam sayımızazalmaya başlayıncaya kadar doğum oranınınsabit artışında bir düşüş olacak." Durdu. "Bununsonucu salgın hastalıktan çok daha etkili; sayımızıazaltarak nüfus artışı grafiğinde geçici biralçalmaya sebep oluyor. Bertrand, Cehennem ileuzun vadeli, kalıcı bir çözüm üretti...Transhümanits bir çözüm. O bir germlinegenetik mühendisiydi. Sorunları kökündençözerdi."

Langdon, "Genetik terörizm..." diye fısıldadı. "Entemel seviyede, şu anda kim olduğumuzu veşimdiye dek kim olduğumuzu değiştiriyor."

"Bertrand olaya böyle bakmıyordu. İnsan

evrimindeki ölümcül kusuru değiştirmeye çalıştı...Türümüz fazlasıyla doğurgandı. Orantısızzekâmıza karşın, kendi sayımızı denetleyemeyenorganizmalarız. Ücretsiz doğum kontrolyöntemleri, eğitim veya hükümetin ikna etmeçabalan bunu önlemeye yetmiyor. Bebekyapmaya devam ediyoruz... istesek de istemesekde. CDC'nin kısa süre önce, ABD'dekigebeliklerin yaklaşık yansının planlanmamışgebelikler olduğunu açıkladığım biliyor muydun?Gelişmemiş ülkelerdeyse bu oran yüzde yetmişinüzerinde!"

Langdon bu istatistikleri daha önce görmüştüama ne ifade ettiklerini şimdi anlıyordu. İnsantürü, bazı Pasifik adalannda ortaya çıkan vekendi ekosistemini tüketip, sonunda kendi detükeninceye kadar denetim dışı çoğalan tavşanlargibiydi.

Bertrand Zobrist bizi kurtarmak gayesiyle...türümüzü yeniden tasarladı ve bizleri dahaaz verimli bir nüfus haline getirdi.

Langdon derin bir nefes alıp Boğaz'a bakarken,karşıdaki tekneler gibi boşlukta sallandığınıhissetti. Limanın her yarandan gelen siren sesleriiyice yaklaşmıştı. Fazla vakit kalmadığını anladı.

Sienna, "En korkuncu, Cehennem'in kısırlığa yolaçması değil, bunu yapabilecek imkâna sahipolması," dedi. "Havayla bulaşan bir viral vektör,bir kuantum sıçramasıdır: kendi zamanınınyıllarca önüne geçer. Bertrand bizi genetikmühendisliğinin karanlık çağlarından çıkarmış vegeleceğe taşımıştı. Evrim sürecinin kilidini açmışve insanoğluna türünü yeniden belirleme imkânınıvermişti. Pandora kutusundan çıkmıştı ve onukutuya

545

Cehennem / F: 35 geri koymanın yolu yoktu.Bertrand, insan türünü değiştirmenin anahtarınıyaratmıştı... ve eğer bu anahtar yanlış elleredüşerse, Tanrı yardımcımız olsun. Bu teknolojininasla üretilmemesi gerekirdi. Bertrand'ın amacınanasıl ulaştığım anlatan mektubunu okuduğumanda onu yaktım. Daha sonra da bu virüsü bulup,tüm izlerini yok etmeye ant içtim."

Langdon öfke dolu bir sesle, "Anlamıyorum,"dedi. "Virüsü yok etmek istediysen, neden Dr.Sinskey ve DSÖ ile işbirliği yapmadın? CDC'yiveya başka birini araman gerekirdi."

"Şaka mı yapıyorsun? Bu teknolojiyi yeryüzündeen son ele geçirmesi gereken yerler, hükümet

kuruluşlarıdır! Bir düşün Robert. İnsanlık tarihiboyunca, bilimin keşfettiği tüm çığır açıcıteknolojiler, en basit ateşten nükleer enerjiyekadar, silahlaştınlmış-ttr ve bu, çoğunlukla dagüçlü hükümetler tarafmdan yapılmıştır. Biyolojiksilahların nereden geldiğini samyorsun? DSÖ veCDC gibi yerlerde yapılan araştırmalar sonucuüretildiler. Bertrand'ın genetik vektör olarakkullanılan pandemik virüs teknolojisi, şimdiye dektüretilmiş en güçlü süahtL Hedef odaklıbiyolojik silahlar da dahil olmak üzere, henüzhayal bile edemeyeceğimiz türlü dehşetlerezemin oluşturabilir. Sadece belirli bazı etnikişaretler taşıyan genetik şifrelere saldıran birpatojen hayal et. Genetik seviyede, geniş çaplıbir etnik temizliğe yol açabilir."

"Endişeni anlıyorum Sienna. Gerçektenanlıyorum ama bu teknoloji aynı zamanda iyi

amaçlar için de kullanılabilir, öyle değil mi? Bubuluş genetik ilaç olarak kullanılabilecek bir lütıı)değil mi? Sözgelimi, yeni bir küresel aşılamayöntemi olarak kullanılamaz mı?"

"Olabilir ama maalesef, iktidar sahibi kişilerdenen kötüsünü beklemek gerektiğim öğrendim."

Sienna huzursuzlanmıştı. Ayağa kalkıp, batıdakiAtatürk Köprüsü'ne bakarken, "Gitmem gerek,"dedi. "Sanırım köprüyü yürüyerek geçebilirim veoradan da..."

Langdon sert bir biçimde, "Gitmiyorsun Sienna,"dedi.

"Robert, sana açıklama borçlu olduğumudüşündüğüm için geri geldim. Artık her şeyiduydun."

Langdon, "Hayır Sienna," dedi. "Geri geldinçünkü ömrün boyunca bir şeylerden kaçtın veartık kaçamayacağını fark ettin."

Sienna sanki karşısında küçülmüştü. Helikopterindenizi arayan ışıklarına bakarken, "Başka şansımvar mı?" diye sordu. "Beni buldukları anda hapseatacaklar."

"Sen yanlış bir şey yapmadın Sienna. Bu virüsüsen yaratmadın... serbest bırakan da sendeğilsin."

"Evet ama Dünya Sağlık Örgütü'nün bulmamasıiçin elimden geleni yaptım. Kendimi bir Türkhapishanesinde bulmazsam bile, biyolojikterörizm suçlamalarıyla uluslararası mahkemeyeçıkarılırım."

Helikopterin gürültüsü artınca Langdon uzaktaki

rıhtıma baktı. Arama ışığı tekneleri aydınlatanaraç, pervanesinin rüzgârıyla suları çalkalarkenolduğu yerde duruyordu.

Sienna her an kaçmaya hazırmış gibi duruyordu.

Sesini yumuşatan Langdon, "Lütfen dinle beni,"dedi. "Çok şey yaşadığım ve korktuğunubiliyorum ama büyük resmi düşünmelisin. VirüsüBertrand üretti. Sen durdurmaya çalıştın."

"Ama başaramadım."

"Evet ve şimdi virüs serbest kaldığına göre, bilimve tıp camiası ne olduğunu anlamayaçalışacaktır. Bu konuda her şeyi bilen tek kişisensin. Belki de etkisiz hale getirmenin veyavirüse karşı hazırlıklı olmanın bir yolu vardır."Langdon'm delici bakışları Sienna'nın içine işledi."Sienna, dünyanın senin bildiklerini öğrenmeye

ihtiyacı var. Öylece ortadan kaybolamazsm."

Sienna'nın ince vücudu şimdi, sanki içinde birikenüzüntü ve kararsızlıkla bir anda patlayacakmışgibi titremeye başlamıştı. "Robert, ben... neyapacağımı bilemiyorum. Artık kim olduğumubile bilmiyorum. Bana bir bak." Elini çıplakbaşına götürdü. "Bir canavara dönüştüm. Bennasıl olur da..."

Langdon ileri doğru bir adım atıp kolunu gençkadma doladı. Onun titrediğini, göğsüne yaslananvücudunun zayıflığım hissedebiliyordu. Kulağınausulca fısüdadı.

"Sienna, kaçmak istediğini biliyorum ama sanaizin vermeyeceğim. Er ya da geç, birisinegüvenmeye başlaman gerek."

"Yapamam..." Ağlıyordu. "Bunun nasıl

yapıldığım büdiğimi sanmıyorum."

Langdon ona daha sıkı sarıldı. "Yavaş yavaşbaşlarsm. O ilk küçük adımı at. Bana güven."

enceresiz C-130'ıın gövdesinde duyulan metaleçarpan me

tal sesi Amir'in yerinden sıçramasına neden oldu.Dışarıda,

birisi tabancasının dipçiğiyle uçağın kapısınavurarak içeri girmeyi talep ediyordu.

C-130 pilotu kapıya doğru ilerlerken, "Herkesyerinde kalsın," dedi. "Türk polisi. Arabaylauçağa geldiler."

Amir ve Ferris birbirlerine baktılar.

Uçaktaki DSÖ personelinin telaşlıkonuşmalarından Amir hastalık Önlemegörevinin başarısız olduğunu sezmişti. Zobristplanını uyguladı, diye düşündü. Ve bu benimşirketim sayesinde oldu.

Kapının dışında otoriter Türkçe seslenişlerduyuldu.

Amir ayağa fırladı. Pilota, "Kapıyı açmayın!"diye emretti.

Pilot olduğu yerde kalıp öfkeli gözlerle ona baktı."Neden açmayacakmışız?"

Amir, "DSÖ uluslararası bir yardım kuruluşu,"dedi. "Ve bu uçak bağımsız bir bölgede!"

Pilot başını iki yana salladı. "Efendim, bu uçakTürk havaalanında bulunuyor ve Türk havasahasını terk edene kadar ülkenin kanunlarınatabi olmak zorunda." Pilot çıkışa doğru ilerleyipkapıyı açtı.

Üniformalı iki adam içeri girdi. Gözlerinde enufak bir hoşgörü ifadesi yoktu. İçlerinden biriağır bir aksanla, "Bu uçağın pilotu kim?" diyesordu.

Pilot, "Benim," diye cevap verdi.

Memur pilota iki kâğıt uzattı. "Tutuklamabelgeleri. Bu iki yolcu bizimle gelmek zorunda."

Pilot sayfalara göz attıktan sonra Amir'le Ferris'ebaktı.

Amir, pilota, "Dr. Sinskey'yi ara," diye emretti.

"Uluslararası bir acil durum görevindeyiz."

Memurlardan biri Amir'e alaycı bir ifadeylebaktı. "Dr. Elizabeth Sinskey'yi mi? DünyaSağlık Örgütü direktörünü mü? Sizitutuklamamızı isteyen kişi kendisi."

Amir, "Olamaz," diye karşılık verdi. "Bay Ferrisve ben Türkiye'ye Dr. Sinskey'ye yardım etmekiçin geldik."

İkinci memur, "Demek ki işinizi çok iyiyapmıyorsunuz," dedi. "Dr. Sinskey bizimleiletişime geçip Türkiye topraklan üzerindeki birbiyolojik terör planının komplocuları olduğunuzusöyledi." Kelepçelerini çıkardı. "Sorgulama içinbizimle birlikte merkeze geliyorsunuz."

Amir, "Avukat talep ediyorum!" diye bağırdı.

Otuz saniye sonra o ve Ferriskelepçelenmişlerdi. Koridordan çekiştirilerekuçaktan aşağı indirilmiş ve siyah bir sedanın arkakoltuğuna tıkıştınlmışlardı. Sedan asfalt uçakpistinde hızla havaalanının uzak bir köşesinedoğru ilerledi. Araba, kesilerek ortadan ikiyeayrılmış bir çitin arasından geçip bozuk havaalanımakinelerinin durduğu boş arazide sarsıntıylailerleyerek eski bir servis binasının yanındadurdu.

İki üniformalı adam sedandan inip bölgeyi kontrolettiler. İzlenmediklerinden emin olduktan sonrapolis üniformalarını çıkarıp kenara fırlattılar.Sonra Ferris ve Amir'i arabadan indiripkelepçelerini çıkardılar.

Amir bileklerini ovuştururken esaret altında dahafazla dayanamayacağını düşündü.

Ajanlardan biri yakma park etmiş beyazminibüsü göstererek, "Anahtarı paspasın altında,"dedi. "İstediğiniz şeylerin içinde bulunduğu çantaarka koltukta. Seyahat belgeleri, kontörlütelefonlar, giysiler ve ihtiyacınız olabileceğinidüşündüğümüz birkaç şey daha."

Amir, "Teşekkürler," dedi. "Siz iyi çocuklarsınız."

"Sadece iyi eğitildik efendim."

Daha sonra iki Türk, siyah sedana binipuzaklaştılar.

Amir kendi kendine, Sinskey bu işten paçayısıyırmama asla izin vermeyecekti, diyedüşündü. İstanbul'a uçarken bunu hisseden Amir,Konsorsiyum'un yerel şubesine bir e-postagöndererek kendisi ve Ferris'in kaçırılmasıgerekebileceğini yazmıştı.

Ferris, "Sence peşimize düşecek mi?" diye sordu.

"Sinskey mi?" Amir başını salladı. "Kesinlikle.Ama şu anda uğraşması gereken başka dertlervar."

İki adam beyaz minibüse bindiler ve Amir sporçantasının içindekileri karıştırıp belgelerini sırayasoktu. Çantanın içinden bir beyzbol şapkasıçıkarıp kafasına geçirdi. Şapkanın içinden küçükbir Highland Park viski şişesi çıkmıştı.

Bu çocuklar çok iyi.

Amir amber rengi sıvıya bakarken, kendineertesi güne kadar beklemesi gerektiğini söyledi.Ama sonra, Zobrist'in Solublon torbasınıhatırlayıp ertesi günün neye benzeyeceğinisorguladı.

Temel kuralımı bozdum, diye düşündü.Müşterimi sattım.

Amir aniden başının döndüğünü hissetti. İlerleyengünlerde dünyanın felaket haberleriylesarsılacağını ve kendisinin de bunda önemli birrol oynadığını düşündü. Ben olmasaydımbunlar olmazdı.

Hayatında ilk kez, bilgi eksikliği ona ahlaki birüstünlük gibi gelmiyordu. Viski şişesininüzerindeki mührü kırdı.

Tadını çıkar, diye düşündü. Öyle ya da böyle,sayılı günün kaldı.

Amir şişeden koca bir yudum alıp, boğazındakisıcaklığın keyfini çıkardı.

Etrafları aniden far ve polis arabalarının yanıp

sönen mavi ışıklarıyla aydınlandı.

Amir telaş içinde etrafma bakındı... ve sonraolduğu yerde kaldı.

Kaçış yoktu.

Silahlı Türk polisleri minibüse yaklaşırlarkenAmir, High-land Park viskisinden son bir yudumalıp ellerini havaya kaldırarak teslim oldu.

Bu kez me nurların onun adamı olmadığınıbiliyordu.

İstanbul'daki İsviçre Konsolosluğu'nun bulunduğuLevent Plaza, ince uzun, ültramodem bir binaydı.Binanın içbükey mavi cam cephesi, bu eskimetropol manzarasmda fütüristik bir dikilitaş gibiyükseliyordu.

Sinskey konsolosluk ofisinde geçici bir kumandamerkezi kurmak üzere sarnıçtan ayrıldığından buyana yaklaşık bir saat geçmişti. Yerel haberkanalları, sarnıçta verilen Liszt'in son DanteSenfonisi konserinde yaşanan korku doluizdihamı anlatıyordu. Henüz ayrıntılarverilmiyordu ama hazmat kıyafetler giyenuluslararası bir tıp ekibinin varlığı, şüphedoğurmuştu.

Pencereden şehrin ışıklarına bakan Sinskey,kendini yapayalnız hissetti. Nazarlığınadokunmak için farkında olmadan elini boynunagötürdü ama tutacak bir şey yoktu. Kırıknazarlık, artık iki parçaya ayrılmış bir haldemasasının üstünde duruyordu.

DSÖ direktörü, birkaç saat sonra Cenevre'dedüzenlenecek olan bir dizi acil toplantıyı koordine

etmeyi yeni bitirmişti. Çeşitli temsilcilikleringöndereceği uzmanlar yola çıkmışlardı bile.Sinskey, onlara işin tanımını yapmak için fazlavakit kaybetmeden orada olmayı istiyordu.Neyse ki, gece görevlilerinden biri, buharı tütenbir fincan Türk kahvesi getirmiş, Sinskey deçabucak içmişti.

Konsoloslukta çalışan genç bir adam kapıaralığından ona baktı. "Hanımefendi? RobertLangdon sizi görmeye gelmiş."

"Teşekkür ederim," diye cevap verdi. "İçerigönderin."

Langdon yirmi dakika önce Sinskey'yi telefonlaaramış ve Sienna Brooks'un kendisini atlattığımsöylemişti. Sinskey bu haberi, alanı hâlâaramakta olan yetkililerden almıştı; şimdiye dekbir şey bulamamışlardı.

Langdon kapıda belirdiğinde Sinskey onutaramakta güçlük çekti. Takım elbisesi kirlenmiş,koyu renkli saçları karışmış ve gözleri çukurakaçmıştı.

Sinskey ayağa kalkarken, "Profesör, iyi misiniz?"diye sordu.

Langdon yorgun bir ifadeyle gülümsedi. "Daharahat geçirdiğim akşamlar da olmuştu "

Sinskey bir sandalyeye oturmasını işaret etti."Lütfen, otu-

___ //

run.

Langdon otururken doğrudan söze girerek,"Zobrist'in bulaşıcı hastalığı," dedL "Sanırım bir

hafta önce serbest bırakılmış."

Sinskey sabırla başmı salladı. "Evet, biz de busonuca vardık. Henüz hiçbir belirti rapor edilmediama örnekler aldık ve kapsamlı bir araştırmayapmak için hazırlıklara başladık. Ne yazık ki,virüsün ne olduğunu ve ne yapabileceğinitamamıyla anlamak günler hatta haftalar alacak."

Langdon, "Bir vektör virüs," dedi.

Onun bu terimi duymuş olmasına şaşıran Sinskeybaşmı yana eğdi. "Affedersiniz?"

"Zobrist, insan DNA'smı değiştirebilecek, havayoluyla yayılan bir vektör virüs icat etti."

Aniden ayağa kalkan Sinskey, sandalyesinidevirmişti. Bu mümkün olamaz! "Bunu iddiaetmenizin sebebi ne?"

Langdon alçak bir sesle, "Sienna," diye cevapverdi. "Bana o anlattı. Yarım saat önce."

Ellerini masasının üstüne dayayan Sinskey,birden ona güvenmeyen gözlerle bakmayabaşlamıştı. "Kaçmamış mıydı?"

"Kesinlikle kaçtı," diye cevap verdi. "Denizedoğru açılan bir teknedeydi ve sonsuza dekortadan kaybolabilirdi. Ama yeniden düşününcekendi isteğiyle geri döndü. Sienna bu krizinçözümüne yardım etmek istiyor."

Sinskey bir kahkaha patlattı. "Bayan Brooks'a,özellikle de böyle bir iddiada bulunduğundagiivenemediğim için beni affedin."

Langdon ses tonunu hiç değiştirmeden, "Ben onainanıyorum," dedi. "Ve eğer bunun bir vektörvirüs olduğunu iddia ediyorsa, onu ciddiye

almanız gerektiğini düşünüyorum."

Langdon'm söylediklerini yorumlamaya çalışanSinskey birden yorulduğunu hissetti. Pencereninyanma gidip dışarı baktı. DNA'yı değiştiren birviral vektör mü? Bu ihtimal her ne kadarimkânsız ve dehşet verici gelse de ürkütücü birmantığının da olduğunu kabul etmek zorundaydı.Ne de olsa Zobrist genetik mühendisiydi ve tekbir gende yapılan değişikliğin vücutta; kanser, içorganlarda fonksiyon bozukluğu ve kanhastalıkları gibi, feci etkileri olabileceğinibiliyordu. Akciğerlerdeki sıvının koyulaşarakbalgama dönüştüğü kistik fibroz gibi tiksindiricibir hastalık bile, yedi numaralı kromozomdakidüzenleyici gene minik bir müdahale ileoluşturulabiliyordu.

Uzmanlar artık bu genetik hastalıkları, hastaya

doğrudan enjekte edilen vektör virüslerle tedavietmeye başlamışlardı. Bu bulaşmayan virüsler,hastanın vücudunda ilerleyip hasarlı kısımlarıonaracak DNA'lar yerleştirmek üzereprogramlanıyordu. Bu yeni bilimin de her bilimtürü gibi, kötü yanlan vardı. Vektör virüsler,mühendisin niyetine bağlı olarak yapıcı daolabilirlerdi, yıkıcı da. Eğer virüs kötü niyetle,sağlıklı hücrelere bozuk DNA yerleştirmek üzereprogramlanırsa, sonuçları felaket olabilirdi.Bundan başka, eğer bu bozucu virüs, bir şekildehava yoluyla bulaşmaya programlanırsa...

Bu ihtimal Sinskey'nin içini ürpertti. Zobrist netür bir genetik vahşetin hayalini kuruyordu?İnsan türünü nasıl elemeyi düşünüyordu?

Sinskey bu cevabı bulmanın haftalar alabileceğinibiliyordu. İnsan genetik kodlaması, sonsuz bir

kimyasal permutasyonlar labirentindenoluşuyordu. Zobrist'in yaptığı değişikliği bulmakiçin tüm bu labirenti aramak samanlıkta iğnearamaya benzeyecekti... hem de o samanlığınhangi gezegende bulunduğunu bilmeden.

"Elizabeth?" Langdon'ın derinden gelen sesi onukendine getirdi.

Sinskey pencereye arkasını dönüp ona baktL

Oturduğu yerde sakince duran Langdon, "Beniduydunuz mu?" dedi. "Sienna da o virüsü en azsizin kadar yok etmek istiyordu."

"Bundan pek emin değilim."

Ayağa kalkan Langdon nefesini bıraktı. "Benidinlemeniz gerektiğini düşünüyorum. Zobristölmeden kısa süre önce Sienna'ya yazdığı

mektupta ne yaptığım ona yazmış. Bu virüsünneye yol açacağım... bizi nasıl etkileyeceğini...amacına nasıl ulaşacağını kısaca anlamış."

Sinskey donakalmıştı. Bir mektup mu varmış?!

"Sienna, Zobrist'in ürettiği şeyi okuyunca dehşetedüşmüş. Onu durdurmak istemiş. Bu virüsün okadar tehlikeli olduğunu düşünmüş ki, DünyaSağlık Örgütü de dahil, kimsenin eline geçmesiniistememiş. Anlıyor musunuz? Virüsü yoketmeye çalışıyormuş, yaymaya değil."

Şimdi tek bir şeye odaklanan Sinskey, "Birmektup mu varmış?" diye sordu. "Ayrıntılar mıyazılıymış?"

"Sienna bana böyle söyledi."

"O mektuba ihtiyacımız var! Bu şeyin ne

olduğunu ve onunla nasıl başa çıkacağımızıöğrenmekte bu ayrıntılar bize aylarkazandırabilir."

Langdon başmı iki yana salladı."Anlamıyorsunuz. Sienna, Zobrist'in mektubunuokuyunca, korkmuş. Mektubu hemen yakmış.Kimsenin..."

Sinskey elini masasının üstüne sertçe indirdi. "Bukrizi çözmekte bize yardımcı olan tek şeyi de yokmu etmiş yani? Benim de ona güvenmemi miistiyorsunuz?"

"Çok şey istediğimi biliyorum ama davranışlarınıdüşünecek olursanız, onu cezalandırmak yerineSienna'nm eşsiz bir zekâya sahip olduğunu,özellikle de şaşırtıcı bir hatırlama yeteneğiolduğunu akılda tutmak daha faydalı olabilir."Langdon durmuştu. "Ya size yardıma olmaya

yetecek kadar mektubunu hatırlayıp yenidenyazabilirse?"

Gözlerini kısan Sinskey yavaşça başını salladı.'Teki profesör, şu durumda ne yapmamıöneriyorsunuz?"

Langdon onun boş kahve fincanını gösterdi."Biraz daha kahve söylemenizi öneririm... veSienna'nın rica ettiği tek şartı dinlemenizi."

Sinskey'nin nabzı hızlandı ve telefonuna göz attı."Ona nasıl ulaşılacağını biliyor musunuz?"

"Biliyorum."

"Ne istediğini bana söyleyin."

Langdon söylediğinde Sinskey teklifi düşünereksessizleşti.

Langdon, "Yapılması gereken şeyin bu olduğunudüşünüyorum," diye ekledi. "Ayrıca, kaybedecekneyiniz var?"

"Eğer anlattığınız her şey doğruysa, size sözveriyorum." Sinskey telefonu ona uzattı. "Lütfenarayın."

Langdon telefona aldırış etmeyince Sinskeyşaşırdı. Bunun yerine ayağa kalkıp az sonradöneceğini söyleyerek kapıya yöneldi. Budavranışa anlam veremeyen Sinskey koridorayürüdü; onun bekleme alanına doğru yürüdüğünü,cam kapıyı ittiğini ve arkadaki asansör kabininedoğru ilerlediğini gördü. Bir an için gittiğini sandıama Langdon asansörü çağırmak yerine, usulcakadmlar tuvaletine girdi.

Hemen ardından, otuzlu yaşlarının başındagörünen bir kadınla birlikte dışarı çıktı. Bu

kadının Sienna Brooks olduğu gerçeğini kabuletmek Sinskey'nin biraz zamanını aldı. Gününbaşlangıcında o atkuyruklu güzel kadmtamamıyla değişmişti. Sanki başmı tıraş etmişgibi, kafası çırılçıplaktı.

İkisi birlikte odasına girip, hiç konuşmadanmasasının karşısındaki koltuklara oturdular.

Sienna hemen, "Beni affedin," dedi."Konuşmamız gereken çok şey olduğunubiliyorum ama öncelikle, söylemem gereken birşeyi söylememe fırsat tanımanızı istiyorum."

Sinskey onun sesinden üzüldüğünü anlamıştı."Elbette."

Titreyen sesiyle, "Hanımefendi," diye başladı."Siz Dünya Sağlık Örgütü'nün direktörüsünüz.Türümüzün yok olmak üzere olduğunu, nüfusun

denetim dışına çıktığını herkesten iyi biliyorsunuz.Bertrand Zobrist yıllarca sizin gibi nüfuz sahibikişilerle bu büyüyen krizi tartışmaya çalıştı. Birdeğişiklik yapabileceğine inandığı sayısız kuruluşuziyaret etti: Dünya İzleme Enstitüsü,a) RomaKulübü/1’ Population Matters, Dış İlişkilerKonseyi. Ama gerçek çözüm üzerindekonuşabilmeye cesaret eden tek kişi bilebulamadı. Doğum kontrolü eğitimi, çekirdekaileler için vergi indirimleri, hatta Ay'dakolonileşmekten başka bir cevap vermediniz!Bertrand'ın aklını kaçırdığına şaşırmamak gerek."

Gözlerini ona dikmiş olan Sinskey tepki vermedi.

Sienna derin bir nefes aldı. "Dr. Sinskey,Bertrand sizinle görüşmeye geldi. Bir uçurumuneşiğinde olduğumuzu kabul etmeniz için sizeyalvardı... bir tür diyalog başlatmanız için size

yalvardı. Ama onun fikirlerini dinlemek yerine,ona deli payesini yakıştırdınız, kara listeye aldınızve yerin altına gönderdiniz." Sienna'nın sesiduyguları yüzünden boğuklaşmaya başlamıştı."Sizin gibi insanlar, bu gibi felaket zamanlarındahoşa gitmeyen çözümler üretümesi gerektiğinianlamak istemediği için Bertrand yapayalnızöldü. Bertrand'ın tek yaptığı gerçeği söylemekti...ve bu yüzden sürgün edildi." Sienna gözyaşlarınısildikten sonra, masanın arkasında oturanSinskey'ye baktı. "İnanın bana, yalnız kalmamnnasıl bir his olduğunu bilirim. Dünyadaki en kötüyalnızlık, yanlış anlaşümaktan ötürü yalnızbırakılmaktır. İnsanın gerçekle bağlarımkoparabilir."

Sienna konuşmayı bırakınca bir sessizlik oldu.

"Tüm söylemek istediğim buydu," diye fısıldadı.

Sinskey bir süre onun yüzünü inceledikten sonrayerine oturdu. Elinden geldiğince sakin bir sesle,"Bayan Brooks," dedi. "Haklısınız. Daha öncedinlememiş olabilirim..." Ellerini masanınüzerinde birleştirdi ve Sienna'nın gözlerinin içinebaktı. "Ama şimdi dinliyorum."

İsviçre Konsolosluğu'nun lobisindeki saat, gece01.00'i vuralı çok oluyordu.

Sinskey'nin masasmdaki not defteri yazılar,sorular ve grafiklerden oluşmuş bir yama işiniandırıyordu. Dünya Sağlık Örgütü'nün direktörübeş dakikadır ne kımıldıyor, ne konuşuyor,sadece pencerenin yanında durmuş geceyebakıyordu.

Arkasında, Langdon ve Sienna sessizce oturupbeklerken Türk kahvelerini içiyorlardı. Çekilmişçekirdeklerin yoğun kokusu odayı doldurmuştu.

Duyulan tek ses, tepedeki floresan ışıklarınınvmlamasıydı.

Sienna nabız atışlarını hissederken gerçeğin tümacımasız detaylarını dinlemiş olan Sinskey'nin nedüşündüğünü merak ediyordu. Bertrand'ınvirüsü bir hsırlık salgım yayacak. İnsannüfusunun üçte biri kısır kalacak.

Sienna açıklama sırasında Sinskey'nin ölçülü amaanlaşılır duygu değişimlerini izlemişti. İlkönce,Zobrist'in gerçekten de havadan bulaşan birvektör virüsü yaratmış olduğu gerçeğinisersemlemiş bir ifadeyle kabullenmişti. Sonra,virüsün insanları öldürmek için yaratılmadığımöğrendiğinde yüzünde bir umut ifadesi belirmiştiSonra_ gerçeği kavrayıp dünya nüfusunun büyükçoğunluğunun kısır kalacağının farkına varırkendehşete kapılmıştı. Virüsün insan fertüîte'sine

saldırdığım öğrenen Sinskey'nin derindenetkilendiği çok beUiydi

Sienna ise rahatladığım hissediyordu. Bertrand'mmektubunun tüm içeriğini DSO direktörüylepaylaşmıştı. Başka sırrım kalmadı.

Langdon, "Elizabeth?" diye seslendi.

Sinskey yavaş yavaş düşüncelerinden sıynldı.Onlara doğru döndüğünde yüzünde bitkin birifade vardı. Boğuk bir sesle, "Sienna," diye sözebaşladı. "Verdiğin bilgiler, bu krizle baş etmekiçin bir strateji belirlerken çok yardımcı olacak.Samimiyetini takdir ediyorum. Bildiğin gibi,evrensel vektör virüsleri, büyük nüfuslarabağışıklık kazandırmanın bir yolu olarak teorikaçıdan tartışılıyor ama herkes teknolojinin bununiçin henüz çok yetersiz olduğu kanısında."

Sinskey masasına geri dönüp oturdu.

Başmı iki yana sallayarak, "Beni affet," dedi. "Şuanda tüm bunlar bana bilimkurgu gibi geliyor."

Sienna, hiç şaşırtıcı değil, diye düşündü. Tıpalanındaki her kuantum sıçraması bu şeküdekarşılanırdı; penisilin, anestezi, X-ışmlan,insanoğlunun mikroskoptan ilk kez bakarak birhücre bölünüşünü izleyişi.

Dr. Sinskey not defterine baktı. "Birkaç saatiçinde, Cenevre' de soru yağmuruna tutulacağım.Eminim ki ilk soru, bu virüsü etkisiz halegetirmenin bir yolu olup olmadığı olacak."

Sienna ona hak verdi.

Sinskey, "Ve," diye devam etti. "İlk çözümönerisinin, Bert-rand'm virüsünü analiz etmek,

onu mümkün olduğu kadar iyi anlamak, sonra daondan ikinci bir tür; DNA'larımızı eski halinedönüştürmek için yenidenprogramlayacağımız bir tür yaratmayaçalışmak olacağım tahmin edebiliyorum." Sinskeybakışlarını tekrar Sienna'ya çevirdiğinde iyimsergörünmüyordu. "Karşıt bir virüs olup olmadığınızaman gösterecek, ama farazi konuşursak, buyaklaşım hakkmdaki fikirlerini duymakistiyorum."

Benim fikirlerimi mi? Sienna içgüdüsel olarakLangdon'a baktı. Profesör başmı sallayarak onaaçık bir mesaj verdi: Bu kadar anlattın.Aklindakini söyle. Gerçeği gördüğün gibisöyle.

Sienna öksürerek Sinskey'ye döndü ve net, güçlübir sesle konuşmaya başladı. "Hanımefendi,

genetik mühendisliği Bertrand ile yıllardır içindebulunduğum bir dünya. Bildiğiniz gibi, insangenomu son derece hassas bir yapı... iskambilkâğıdından yapılmış bir eve benziyor.Ayarlamalar yaptıkça istemeden yanlış kartıoynatmamız ve hepsini birden yıkmamızmümkün. Kişisel fikrim, yapılmış olanı bozmayaçalışmanın tehlikeli olacağı yönünde. Bertrandüstün yetenekleri ve önsezileri olan bir genetikmühendisiydi. Meslektaşlarının birçok yüilerisindeydi Şu anda, düzeltmek uğruna insangenini kurcalaması için kimseyegüvenebileceğimi sanmıyorum. İşe yarayabilecekbir şey yaratsanız bile, bunu denemek tümnüfusa yeni bir şey bulaştırmayı da beraberindegerektirecek."

Duydukları karşısında hiç şaşırmayan Sinskey,"Çok doğru," dedi. "Ama tabii, daha büyük bir

sorun var. Onu etkisizleştirmek istemeyebiliriz."

Sözleri Sienna'yı hazırlıksız yakalamıştı."Efendim?"

"Bayan Brooks, Bertrand'ın metotlarınıonaylamıyor olabilirim ama dünyanın haliyle ilgilideğerlendirmesi doğru. Bu gezegen aşırı nüfusartışıyla karşı karşıya. Bertrand'ın virüsünüuygun bir alternatif plan yapmadan etkisiz halegetirmeyi başarırsak... başa döneriz."

Sienna'nın şaşkınlığı o kadar belirgindi ki Sinskeyyorgun bir ifadeyle gülümseyerek, "Bendenduymayı beklemediğin bir bakış açısı mı?" diyeekledi.

Sienna başını iki yana salladı. "Sanırım, artık nebeklemem gerektiğini bilmiyorum."

Sinskey, "O zaman, belki seni tekrarşaşırtabilirim," dedi. "Daha önce de söylediğimgibi, dünyadaki önemli sağlık kuruluşlarınınliderleri birkaç saat içinde bu krizi tartışmak vebir eylem planı hazırlamak için Cenevre'detoplanacaklar. DSO'de geçirdiğim zamanboyunca bu büyüklükte bir toplantının dahayapıldığını hatırlamıyorum." Genç doktora baktı."Sienna, masada senin de bulunmanı istiyorum."

561

Cehennem / F: 36

Sienna, "Benim mi?" diye sordu. "Ben genetikmühendisi değilim. Size bildiğim her şeyianlattım." Sinskey'nin not defterini gösterdi."Verebileceğim tüm bilgiler notlarınızın arasında."

Langdon, "Tam olarak değil," diyerek araya girdi."Sienna, bu virüsle ilgili anlamlı tartışmalaryapılabilmesi için bir kaynağa ihtiyaç olacak.Dr. Sinskey ve ekibi bu krize verecekleri tepkiyibelirlemek için etik bir çatı oluşturmakzorundalar. Dr. Sinskey bu diyaloğa katkıdabulunabilecek bir pozisyonda olduğuna inanıyor."

"Benim etil çatımın DSÖ'yü memnun edeceğinipek sanmıyorum."

Langdon, 'Büyük ihtimalle etmeyecek," dedi. "Buyüzden orada bulunm ıhsın. Sen yeni nesilfilozoflardansın. Karşıt görüş sağlıyorsun.Bertrand gibi vizyon sahibi kişüerin; görüşleri çokkuvvetli olduğu için sorunları kendileri çözmeyeçalışan zeki bireylerin zihniyetlerini anlamalarınayardıma olabilirsin."

"Bertrand ilk değildi."

Sinskey araya girerek, "Hayır," dedi. "Ve son daolmayacak. Her ay Dünya Sağlık Örgütü,büimadamlarımn bilimin gri alanlarıyla amatörceuğraştıkları laboratuvarları ortaya çıkarıyor, insankök hücrelerinin kullanımından doğada varolmayan karışık türlerin beslenmesine kadarbirçok şeyle uğraşıyorlar. Çok rahatsız edici.Bilim o kadar hızlı ilerliyor ki, sınırların neredeçizildiğini artık kimse bilmiyor."

Sienna ona hak verdi. Kısa bir süre öncesaygıdeğer iki virolog olan Fouchier veKavvaoka son derece patojenik olan H5N1virüsünü yaratmışlardı. Araştırmacıların niyetitamamıyla akademik olmasına rağmen, yenibuluşun sahip olduğu belirli özellikler biyogüvenlikuzmanlarmı alarma geçirmiş ve internette büyükbir ihtilaf yaratmıştı.

Sinskey, "Maalesef, işler daha da karışacak,"

dedi. "Aklımızın almadığı yeni teknolojilerineşiğindeyiz."

Sienna, "Ve yeni felsefelerin," diye ekledi.'Transhümanizm hareketi karanlıktan çıkıptoplumun geneline yayılmak üzere.

Temel ilkelerinden biri; biz insanların kendi evrimsürecimize katılmak zorunda olduğu... Türlerigeliştirmek, daha iyi insanlar; daha sağlıklı, dahagüçlü, beyinleri daha iyi çalışan insanlaryaratmak için teknolojilerimizi kullanmak zorundaolduğumuz. Yakında her şey mümkün olacak."

"Bu tür inanışların evrim süreciyle çeliştiğinidüşünmüyor musun?"

Sienna hiç tereddüt etmeden, "Hayır," dedi."İnsanoğlu bin yıllık dönemde yeni teknolojileryaratarak evrim geçirdi; ısınmak için çubukları

birbirine sürterek, kendilerini beslemek için tarımıgeliştirerek, hastalıklarla savaşmak için aşılarbularak ve şimdi de değişen dünyada hayattakalabilmek için kendi vücutlarımızı geliştirmeyeyarayacak genetik araçlar yaratarak." Bir ansustuktan sonra devam etti. "Genetikmühendisliğinin insanoğlunun ilerlemesi içinbaşka bir adım olduğuna inanıyorum."

Sinskey düşüncelere dalmış, sessizleşmişti. 'Yani,bu araçları kollarımızı açarak kucaklamamızgerektiğine inanıyorsun."

Sienna, "Onları kucaklamazsak," dedi. "O zamanateş yakmaya korktuğu için donarak ölenmağara adamı gibi yaşamayı hak etmiyoruzdemektir."

Sözleri bir süre odada asılı kaldı.

Sessizliği bozan Langdon oldu. "Eski kafalı birigibi görünmek istemem ama, ben Darwınteorileriyle büyüdüm ve evrimin doğal sürecinihızlandırma ilmini sorgulamadan edemiyorum."

Sienna anlayışlı bir ifadeyle, "Robert," dedi."Genetik mühendisliği, evrim sürecininhızlandırılması değil. Olayların doğal akışı!Bertrand Zobrist'i yaratan şeyin evrim olduğunuunutuyorsun. Üstün zekâsı Darwin'in tarif ettiğisürecin bir ürünüydü... zaman içinde gerçekleşenevrim. Bertrand'm genetikle ilgili sıra dışı önsezisiilahi bir ilhamla gelmedi, insanoğlunun yıllar sürenzihinsel gelişiminin bir ürünüydü.

Langdon sessiz kaldı. Bu kavramı anlamayaçalışıyordu.

"Ve bir Darvvinci olarak," diye devam etti."Doğanın insan nüfusunu kontrol altında tutmak

için her zaman bir yol bulduğunu bilirsin;salgınlar, kıtlıklar, savaşlar, seller yoluyla. Amasana şunu sormama izin ver: Doğa bu seferfarklı bir yol bulmuş olamaz mı? Belki de doğabize korkunç felaketler ve sefaletler yollamakyerine... evrim süreciyle nüfusumuzu zamaniçinde azaltacak farklı bir metot icat eden birbilimadamı yaratmıştır. Salgın yok. Ölüm yok.Sadece çevresiyle daha uyum içerisinde olan birtür var."

Sinskey, "Sienna," diye araya girdi. "Geç oldu.Gitmeliyiz. Ama gitmeden önce bir şeyi açıklığakavuşturmak istiyorum. Bu akşam banadefalarca Bertrand'ın kötü bir adam olmadığınısöyledin... insanlığı sevdiğini, türümüzükurtarmayı çok istediği için bu kadar aşınönlemler aldığını."

Sienna başını salladı. Floransalı ünlü siyasi

teorisyen Machiavelli'den bir alıntı yaptı. "Amacagiden her yol mubahtır."

Sinskey açıklama bekler gibi sordu. "Söylermisin, sen amaca giden her yolun mubaholduğuna inanıyor musun? Bertrand'ın dünyayıkurtarma amacının bir virüs yaymasını mazurgösterecek kadar asil olduğuna inanıyor musun?"

Odaya gergin bir sessizlik çöktü.

Sienna masaya doğru eğilerek etkileyici bir sestonuyla, "Dr. Sinskey, size söylediğim gibi,Bertrand'm eylemlerinin düşüncesizce ve sonderece tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Eğeronu durdurabilecek olsaydım, bunu hiçdüşünmeden yapardım. Bana inanmalısınız."

Elizabeth Sinskey masasından uzanarak nazikçeSienna'nın omuzlarını tuttu. "Sana inanıyorum

Sienna. Anlattıklarının her kelimesineinanıyorum."

Şafak sökmeden önce Atatürk Havalimanı soğukve sisliydi. Özel terminalin yakınlarındaki pistinüstüne hafif bir pus çökmüştü.

Arabayla gelen Langdon, Sienna ve Sinskey'yidışarıda karşılayan DSÖ çalışanı, araçtaninmelerine yardımcı oldu.

Üçlüyü gösterişsiz bir terminal binasınayönlendiren adam, "Siz hazır olduğunuzda biz dehazırız hanımefendi," dedi.

Sinskey, " Bay Langdon için gereklidüzenlemeler yapıldı mı?" diye sordu.

"Floransa'ya özel bir uçak. Özel yolculukevrakları uçağın içinde."

Sinskey memnuniyetle başını salladı. "Pekikonuştuğumuz

konu?"

"Yolda. Paket mümkün olan en kısa süredeteslim edilecek."

Sinskey teşekkür ettikten sonra, adam pistinüzerinden karşıdaki uçağa doğru yürüdü.Sinskey, Langdon'a döndü. "Bize katılmakistemediğinize emin misiniz?" Ona yorgun birifadeyle gülümsedi ve gümüş rengi saçlarımgeriye itip kulağının arkasma aldı.

Langdon şakacı bir tavırla, "Durumu düşünecekolursak, bir sanat profesörünün pek faydasınındokunacağını sanmam," dedi.

Sinskey, "Yeterince faydanız dokundu," dedi.

"Sandığınızdan çok daha fazla. Ve içlerindeen..." Sienna'yı gösterdi ama genç kadın artıkyanlarında değildi. Yirmi metre gerideki büyükbir

pencerenin önünde durmuş, derin düşünceleredalmış bir ifadeyle bekleme halindeki C-130'abakıyordu.

Langdon usulca, "Ona güvendiğiniz için teşekkürederim," dedi. "Bu hissi daha önce tattığınısanmıyorum."

"Sienna Brooks ile birbirimizden öğrenecek çokşeyimiz olduğunu sanıyorum." Sinskey eliniuzattı. "Yolunuz açık olsun profesör."

Langdon, "Sizin de," dedikten sonra el sıkıştılar."Cenevre'de iyi şanslar."

"Buna ihtiyacımız olacak," deyip başıyla Sienna'yıişaret etti. "Size biraz zaman vereyim. Hazırolduğunuzda onu gönderirsiniz."

Sinskey terminale doğru giderken elini farkındaolmadan cebine götürdü ve kırık nazarlığının ikiyarısını çıkardı. Nazarlığını avucunun içinde iyicesıktı.

Langdon onun arkasmdan, "Asklepius'unAsası'ndan vazgeçmeyin," diye seslendi. "Tamiredilebilir."

Sinskey ona el sallarken, 'Teşekkürler," dedi."Umarım her şey tamir olur."

Pencerenin yanında tek başına duran SiennaBrooks, alçak siste ve bulutlu havada hayaletimsibir görüntüye bürünen pistin ışıklarına bakıyordu.Uzaktaki kontrol kulesinin tepesindeki Türk

bayrağı gururla dalgalanıyordu: Kırmızı bir zeminüzerine çizilmiş ay ve yıldız. OsmanlıImparatorluğu'nun bu alameti, modern dünyadahâlâ gururla uçuşuyordu.

Arkasmdan gelen derin bir ses, "Nedüşünüyorsun?" diye sordu.

Sienna arkasını dönmedi. "Fırtına yaklaşıyor."

Langdon alçak bir sesle, "Biliyorum," dedi.

Sienna biraz zaman geçtikten sonra ona yüzünüdöndü. "Keşke sen de Cenevre'ye gelseydin."

"Bunu söylemen büyük incelik," diye karşılıkverdi Langdon. "Ama gelecek hakkmdakonuşmakla meşgul olacaksm. İhtiyacın olan sonşey, eski moda bir üniversite öğretmeninin seniyavaşlatması."

Sienna ona şaşkın bir ifadeyle baktı. "Benim içinçok yaşlı olduğunu düşünüyorsun, değil mi?"

Langdon yüksek sesle kahkaha patlattı. "Sienna,ben senin için kesinlikle çok yaşlıyım."

Sienna mahcup olunca hr.z.ursuzca kıpırdandı."Tamam... ama en azından beni neredebulacağını biliyorsun." Kızlara özgü bir tavırlaomuzlarını silkti. "Yani... eğer beni bir dahagörmek istersen."

Langdon ona gülümsedi. "Bundan keyif alırım."

Sienna moralinin biraz yükseldiğini hissetti.Bundan sonra aralarında uzayan sessizlikte herikisi de nasıl vedalaşacağını bilemedi.

Sienna, Amerikalı profesöre bakarken, alışkınolmadığı bir hisse kapıldığını fark etti. Aniden

parmaklarının ucuna yükseldi ve onududaklarından öptü. Daha sonra, ıslak gözlerlekendini geri çekti. "Seni özleyeceğim," diyefısıldadı.

Langdon şefkatle gülümseyip kollarını ona doladı."Ben de seni özleyeceğim."

Bir süre öylece durup, ikisinin de sona erdirmekistemediği bir şekilde kucaklaştılar. Sonundakonuşan Langdon'dı. "Eski bir söz vardır...genellikle Dante'ye atfedilir..." Sustu. "Bu geceyiunutma... çünkü sonsuzun başlangıcıdır."

"Teşekkür ederim Robert," dedi genç kadın vegözleri yeniden doldu. "Artık gerçekten de biramacım varmış gibi hissediyorum."

Langdon onu iyice kendine çekti. "Hep dünyayıkurtarmak istediğini söylemiştin Sienna. Bu senin

için bir şans olabilir."

Sienna tek başına C-130'a doğru yürürken, tümyaşananları aklından geçirdi... Hâlâ yaşanmaktaolan... ve gelecekte yaşanması mümkün olan herşeyi.

Kendi kendine, bu geceyi unutma, çünküsonsuzun başlangıcıdır, diye yineledi.

Uçağa binerken Dante'nin haklı olması için duaetti.

Soluk öğleden sonra güneşi Piazza delDuomo'nun üzerinde batarken, Giotto'nun ÇanKulesi'nin beyaz mermerlerini parlatarakFloransa'nın muhteşem Santa Maria del FioreKatedrali'nin üzerinde uzun gölgeler yaratıyordu.

Robert Langdon katedrale girip bir sandalyeye

oturduğunda Ignazio Busoni'nin cenaze törenibaşlamak üzereydi. Ignazio'nun anısına burada,yıllarca göz kulak olduğu ebedi bazilikada birtören düzenlendiği için çok memnundu.

Çarpıcı dış görünüşüne rağmen, katedralin içisade, boş ve basitti. Bununla birlikte, sadeibadethanede o gün adeta bir kutlama havasıyaşanıyordu. Devlet görevlüeri, arkadaşlar vesanat dünyasından meslektaşlar, il Duomo diyeçağırdıkları babacan adamı anmak için İtalya'nındört bir yanından kiliseye akmışlardı.

Medya, Busoni'nin Duomo'nun etrafında geceyürüyüşü yaparken vefat ettiğini yazmıştı.

Cenazenin havası şaşırtıcı bir şekilde neşeliydi.Arkadaşlan ve ailesi esprili yorumlar yapıyor, birmeslektaşı Busoni'nin Rönesans sanatınaduyduğu sevginin, kendisinin de kabul ettiği gibi

ancak spagetti Bolognese ve karamel budino ilekarşılaştırılabileceğini anlatıyordu.

Törenden sonra yas tutanlar kaynaşarakIgnazio'nun haya tından olaylar anlatırlarkenLangdon, Duomo'nun içinde dolaşıp

Ignazio'nun çok sevdiği sanat eserleriniinceledi... Vasari'nin Son Hüküm'ü, Donatellove Ghiberti'nin vitray pencereleri, Uccello'nunsaati ve çoğu zaman gözden kaçan yerlerisüsleyen mozaik döşemeler.

Bir ara Langdon kendisini tanıdık bir yüzün;Dante Alighieri'nin karşısında buldu.Michelino'nun efsanevi freskinde yer alan büyükşair elinde İlahi Komedya başyapıtıyla ArafDağı'run önünde duruyordu.

Langdon, yazdığı epik şürin asla hayal

edemeyeceği bir gelecekte, yüzyıllar sonradünyada yaratacağı etkiyi bilseydi Dante'nin nedüşüneceğini merak etti.

Yunan filozofların şöhretle ilgili görürlerinihatırlayarak, ebedi yaşama kavuştu, diyedüşündü. İnsanlar ismini andıkça, yaşamayadevam edeceksin.

Langdon, Piazza Sant'Elisabetta'dan Floransa'mnlüks Bru-nelleschi Otel'ine vardığında akşamolmuştu. Odasında, kendisini bekleyen büyükpaketi görünce rahatladı.

Sonunda gelmişti.

Sinskey’den istediğim paket.

Langdon aceleyle kutunun üzerindeki bandı kesipözenle paketlenip baloncuklu naylona sarılmış

paketi çıkardı.

Kutunun içindeki ekstra eşyaları görünce şaşırdı.Elizabeth Sinskey belli ki, onun istediğindenfazlasını ele geçirmek için nüfuzunu kullanmıştı.Kutunun içinde Langdon'm giysileri bulunuyordu;gömleği, haki pantolonu, yıpranmış Harris Tweetceketi özenle temizlenmiş ve ütülenmişti.Güzelce boyanmış deri mokasenleri pasaportu vecüzdanı da kutunun içindeydi.

Ama gördüğü son eşya Langdon'mkıkırdamasına neden oldu. Bu tepkisinin nedeni;kısmen eşyanın geri dönmüş olmasından duyduğuhuzur... kısmen de onu bu kadar önemsediği içinduyduğu mahcubiyetti

Mickey Mouse saatim.

t

Langdon koleksiyoncular için üretilen saatinibileğine taktı. Tenine değen sıcak deri kendinituhaf bir şekilde güvende hissetmesine nedenoldu. Elbiselerini giyip ayağına kendimokasenlerini geçirdiğinde tekrar kendisi gibihissetmeye başlamıştı.

Langdon komiden aldığı Brunelleschi Otel'inalışveriş çantasına koyduğu korumalı paketleotelden çıktı. Alışümadık derecede sıcak olanhava, Via dei Calzaiuoli'den PalazzoVecchio'nun çan kulesine doğru yaptığıyürüyüşte etkisini artırıyordu.

Langdon içeri girince güvenlik ofisine gidip isminilisteden kontrol ettirdi; Marta Alvarez'igörecekti. Hâlâ turist kaynayan Beş YüzSalonu'na yönlendirildi. Tam zamanında gelmişolan Langdon, Marta'nın onu giriştekarşılayacağını düşünüyordu ama Marta ortalıkta

yoktu.

Yanından geçen bir rehbere, "Scusi?" diyeseslendi. “Dove passo trovare MartaAlvarez?"m

Rehberin yüzü kocaman bir gülümsemeyleaydınlandı. "Sig-nora Alvarez?! Burada yok!Bebek oldu! Catalirıa! Molto belle!

Marta'nın iyi haberlerini almak Langdon'ı çok

mutlu etmişti. "Ahh... che bello/'a) diye karşılıkverdi. "Stupendo/"2

Rehber hızla uzaklaşırken, Langdon elindekipaketle ne yapacağım düşündü.

Hızlı bir karar vererek kalabalık Beş YüzSalonu'ndan geçti. Güvenlik görevlilerine

görünmemeye çalışarak Vasari'nin duvarresminin altından geçerek saray müzesine doğruilerledi.

Sonunda, müzenin dar andito geçidine vardı.Karanlık ve güvenlik kordonuyla kapatılmışgeçidin girişindeki tabelada; CHIUSO yazıyordu.Kapalı.

Langdon etrafı kontrol ettikten sonra kordonunaltından geçip karanlık mekâna girdi. Alışveriştorbasının içinden korumalı paketi çıkarıpbaloncuklu naylonu açtı.

Dante'nin maskesi tekrar karşısındaydı.Langdon'm isteği üzerine Venedik trenistasyonundaki emanet dolabından alman kırılganalçı hâlâ orijinal Ziploc torbanın içinde duruyordu.Maske küçük bir istisna dışında mükemmeldurumdaydı. Spiraller çizerek zarif bir şekilde

yazılmış şiir arka tarafında duruyordu.

Langdon antika vitrine baktı. Dante'nin ölümmaskesi yüzü ■ görünecek şekildesergileniyor... kimse arkadaki yazılan farketmeyecektir.

Maskeyi dikkatli bir şekilde Ziploc torbasındançıkardı. Sonra, çok nazik bir şekilde vitrininiçindeki çiviye astı. Maske tanıdık kırmızı kadifedekorunun üzerine yerleşti.

Langdon vitrinin kapağını kapatıp bir süreDante'nin solgun yüzüne baktı. Karanlık odadahayali bir varlık gibiydi. Sonunda, yuvasında.

Odadan çıkmadan önce kapı girişinde durangüvenlik kordonlarını ve tabelayı kaldırdı.Galeriden geçerken genç bir kadm rehberinyanında durdu.

Langdon, "Signorina?" dedi. "Dante'nin ölümmaskesinin üzerindeki ışıkların açılmasıgerekiyor. Karanlıkta onu görmek çok zor."

Genç kadm açıklamaya çalıştı. "Çok üzgünümama sergi .kapalı. Dante'nin ölüm maskesi artıkorada değil."

Langdon şaşırmış gibi yaparak, "Çok garip/' dedi."Az önce ona bakıyordum."

Kadının yüzünden şaşkınlığı okunuyordu.

Genç kadın telaşla andito'ya doğru koşarken,Langdon sessizce müzeden çıktı.

Son Söz

Koyu renkli Biskay Körfezi'nin otuz dört bin fitüstündeki Alitalia, ay ışığının aydınlattığı gecede

batıdaki Boston'a doğru ilerliyordu.

Uçaktaki Langdon, İlahi Komedya'nm kartonciltli bir baskına dalıp gitmişti. Şiirin hareketliörüşük uyağı™ jet motorlarının gümbürtüsüylebirleşince onu adeta hipnotize etmişti. Dante'ninsözleri adeta sayfadan havalanıyor, sanki onuniçin şu an yazılmış gibi kalbinde yankılanıyordu.

Dante'nin şiirinin cehennemin gizeminden dahaçok, durum her ne kadar yıldırıcı olsa da insanruhunun mücadeleciliğiyle ilgili olduğunu şimdihatırlıyordu.

Pencerenin dışındaki göz kamaştırıcı dolunay,diğer gökyüzü cisimlerini perdeliyordu. Boşluğabakan Langdon, son birkaç gün içinde olanlarıdüşünmeye daldı.

Cehennemin en karanlık yerleri, buhran

zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır.Langdon bu sözlerin ne anlama geldiğini şimdiçok net anlıyordu: Tehlikeli zamanlarda,harekete geçmemekten daha büyük birgünah yoktur.

Langdon kendisinin de dünyada yaşayanmilyonlar kadar bu konuda suçlu olduğunubiliyordu. Söz konusu dünya meseleleriolduğunda inkâr, küresel bir salgın halinegelmişti. Langdon bunu unutmamak için kendikendine söz verdi.

Uçak batıya doğru ilerlerken, gelecek üzerinekonuşmak ve değişen dünyanın sorunlarınıaraştırmak üzere toplantıya giden Cenevre'dekiiki cesur kadını düşündü.

Pencerenin dışında, ufukta beliren bulutlar

yavaşça yaklaşıyordu. Sonunda aym önünegeçerek parlak ışığını kestiler.

Koltuğunda gevşeyen Robert Langdon uyumayakarar verdi.

Tepe ışığım kapatırken, gözlerini son kezgökyüzüne çevirdi. Dışarıda yeni çökenkaranlığın içinde dünya değişmişti. Gökyüzü,adeta bir duvar halısı gibiydi, parlayanyıldızlardan.

SON

1

Club of Rome

2

"Harika!"

İçindekiler"İr 13520. Bölüm 253Süregelen siyasidüşmanlık, Dante'ninFloransa'dan

410

Sienna endişeli birifadeyle minyatürebaktı ve sa

561

57. Bölüm 708

Kibir. 81474. Bölüm 934Ben de veba olduğunusanmıştım. 1087

Brüder bu sorununbirkaç dakika içindecevaplanaca

1248