DİNLER TARİHİ ARAŞTIRMALARI- VI
SEKÜLERLEŞME VE . "
DINI CANLANMA
SEMPOZYUM·
(22-23 EKİM i OCTOBER 2008 ANKARA)
YAYINA HAZlRLAYAN
Doç. Dr. Ali İsra GÜNGÖR
ANKARA2008
TÜRKİYE DİNLER TARİHİ DERNEGİ
Yayın No: 6
ISBN: 978-975-94505-4-0
Bütün Yayın Hakları Türkiye Dinler Tarihi Derneği'ne Aittir. Birinci Baskı: Kasım 2008, 700 Adet
SEKÜLERLEŞME PERSPEKTiFiNDEN İNSAN-DiN İLİŞKİSİNİN DÜNÜ, BUGÜNÜ VE GELECEGİ
Doç. Dr. M. Ali KİRMAN KS. Ü. ilahiyat F akültesi!Kalıramanmaraş
1. Giriş Son yıllarda özellikle din sosyolojisi alanında yoğun bir sekülerleşme tartışması
yaşanmaktadır. Bilindiği gibi, sekülerleşme dinin öneminin azaldığı veya tamamen kaybolduğu
bir süreci niteler. Ancak son 40-50 yılda yaşanan bazı gelişmeleri göz önüne alan sosyologlar,
sekülerleşmeden ziyade de-sekülerleşme sürecinden söz eder olmuşlardır. Dolayısıyla
sekülerleşme tartışmaianna katılmak bir anlamda insan ve din ilişkisini analiz etmek demektir.
Tam tersine insan ve din ara~ındaki ilişkiden söz etmek de bir şekilde sekülerlik tartışmaianna girmek anlamına gelmektedir. Hiç kuşkır yok ki, sekülerleşme tartışmaları modem dünyada din in
yerinin ve fonksiyonunun anlaşılınası açısından son derece yararlı olmuştur.
Bu bildiride sekülerleşme tartışınaları ekseninde insan ve din arasındaki ilişkinin tarihi,
mevcut durumu ve geleceği üzerinde değerlendirmelerde bulunulacaktır. Öncelikle insan ve din
arasındaki ilişki geçmişi ele alınacak, daha sonra sekülerleşmenin yükselişi ve gerilemesiyle ilgili
olarak yapılan tartışmalar ışığında dinin geleceği hakkında ileri sürülen değerlendim1elere ve
öngörülere yer verilecektir.
2. İnsan-Din ilişkisinin Tarihi İnsan ve din arasındaici ilişkinin tarihinin çok eskilere uzandığı bilinmektedir. Yahudilik,
Hristiyanlık ve İslam gibi ilahi dinlerde Hz. Adem'in ilk peygamber olarak kabul edildiği
düşünüldüğünde dinin tarihini ilk insanla başlatmak mümkündür. İnsanlık tarihini kategorize
ederken elverişli birer araç ciarak sıkça kullanılan İlk, Orta ve Yakın Çağ gibi adlandırınalar
göz önüne alındığında, İlk ve Orta Çağların dinle çok fazla içli dışlı olduğu bilinir. Ancak bu, oldukça yanıltıcı bir genel değerlendirınedir. Zira çok köklü bir geçmişi olmakla birlikte insan
ve din arasındaki ilişkinin, tarihi süreçte sorunsuz olduğunu söylemek güçtür. Tam aksine
sürekli bir mücadeleyi barındıran bu ilişkinin inişli-çıkışlı bir seyir izlediği bilinmektedir. Daha
ziyade ahlaki çözülmelerin yaşandığı dönemlerde ortaya çıkan peygamberlerin vermiş olduğu
mücadeleler bunun en açık örnekleri konumundadır. Zira Tanrı tarafından vahiyle desteklenen peygamberlerin dahi herkesi 'inananlar' kategorisine dahil edeınedikleri hatırlandığında, insan
ve din arasındaki ilişkinin son derece çetin bir mücaçieleyi içerdiği anlaşılır. Anlaşılan insan ve
din arasındaki ilişkinin tarihi oldukça eskiye uzanmaktadır. Bir diğer ifadeyle tarihi süreçte bir
din ortaya çıktığında insanların bir kısmı bu dine inanırken, önemli bir kesimin de dine karşı
bir şekilde ilgisiz kalabildiği, hatta dini reddedenlere de rastlandığı bilinmektedir. Bu anlamda
sekülerliğin tarihinidinin ortaya çıktığı ilk deviriere kadar götünnek ve d inin tarihinden bağımsız
olmadığını söylemek mümkündür.
292
Eıi yaygın anlamda sdcülerleşme, dinin toplumsal önemini kaybettiği sürecin adıdır (bkz. Kirman 2005a; Bayer 2006). Bazı araştırmacılar sekülerliği, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi tek tanrılı dinlerden önce ortaya çıkmış, kitlelerce benimsenmiş ve gündelik hayatı belirlemiş bir düşünce ve yaşayış biçimi (modus vivendi) olarak tanımlarlar ve onun ~ok tanrılı pagan dinlerin ürünü olduğunu ileri sürerler (bkz. Altındal 1994:25). Böyle bir değerlendirme, sekülerliğin tarihinin çok köklü bir geçmişinin olduğunu ifade etmesi bakımından önemli görülebilir. Ancak her dini gelenek içinde çok çeşitli mezheplerin ve cemaatlerin ortaya çıktığı; bunların arasında
da akılcı (rasyonel) ve dünyevi (seküler) olanların önemli bir yer tuttuğunu gösteren tarihi veriler batıdandığında dinler arasında bir ayrım yapmanın zorluğu kendiliğinden ortaya çıkar. Bir diğer ifadeyle, dine mesafeli yakla:}ma anlamında sekülerlik, hemen her devirde ve her dini gelenek içerisinde görülen bir olgudur.
Dinin sosyolojik teorisi ve geleceği ile ilgili çalışmalarıyla tanınan Rodney Stark ve William S. Bainbridge'e göre, sekülerleşme yeni bir olgu olmayıp, doğaüstü inançlara bağlılığı
zayıftatan bir süreç olarak hemen her toplumda rastlanır (bkz. Stark and Bainbridge 1985; ı 987:3 ı 1 ). Sosyal bilimler alanında, özellikle sosyoloji disiplininde öncü kabul edilen Durkheim, Weber gibi teorisyenler bu kavramı çok az kullanınışiarsa da, sekülerleşme ile ilgili kavramlar
ve görüşler her zaman var olagelmiştir. Sözgelimi, çoğu zaman Weber'e atfedilen ''dünyanın büyüsünün bozulması" ifadesinin aslında ondan önce Freidrich Schiller tarafından kullanılmış olduğu bilinmektedir (bkz. Robinson 2002:344; karş. Attas 2003:44). Ancak zamanla Max Weber ve Emile Durkheim'den, Auguste Coınte, James Frazer, Karl Marx ve Ernest Troeltsch'e. hatta Bryan Wilson, Peter Be;-ger ve Thomas Luckman'a kadar birçok sosyolog, kavrama farklı anlamlar }ükleyerek kullanmaya devam etmişlerdir. Anlaşılan toplumsal değişmenin dine etkisini inceleyen sosyal bilimcilerin geçmişte ve halen ne olduğunu anlama çabaları, bir şekilde sekülerleşmeyle ilişki li dir.
Bu bağlamda, söz gelimi Batı topluıniarına bakıldığında din-insan ilişkisi, yani sekülerleşme açısından Rönesans ve Reformasyon önemli bir dönüm noktası konumundadır. Bir zamanlar dünyanın düşünce, pratik ve kurumsal alan itibariyle heryanının kutsal ile dolu olduğunu ifade eden Jeffrey K. Hadden'a göre Reformasyon ve Rönesans'tan sonra modernleşmenin güçleri aracılığıyla sekülerleşme k.'Utsalın egemenliğini sona erdirmiştir. Batı toplumlarında seküler düşünme ve davranışlarda bulunma eğiliminin artışına paralel olarak Hristiyanlığın toplumdan tamamen dışlandığı ve marjinal hale geldiği, hatta dine karşı kayıtsız kalınanın bir ölçü haline geldiği bilinmektedir. Bazı sosyologlara göre Batı toplumlarında din, sosyal anlamını ve günlük hayatla olan bağını kaybettiği için insanları yönieııdinne ve rehberlik edebilme gücünü yitinııiş; kilise de Wilson'ın ifadesiyle sadece gerektiği zaman uğranılan bir 'postane' seviyesine indirgenmiştir (Wilson 1976:21 ). Böyle bir durumda dindarlık öze! ve isteğe bağlı bir tercih haline gelmiştir. Ancak sekülerleşmeyi tanımlarken, ileri düzeyde sanayileşmiş toplumlarda sosyal
süreçlerin en fazla sekülerleştiği veya sekülerizasyonla dine olan ihtiyacın ortadan kalktığı ya da daha öncedendinin yerine getirdiği fonksiyonların tamamen devlet kurumlarına geçtiği şeklinde değerlendirmeler olgunun mahiyetini ifade etmekten uzaktır (Kolakowski 1999:1 02). Bir diğer ifadeyle sekülerleşmenin, modern toplumların ortak bir özelliği olarak bu toplumların hepsinde aynı ve bir tek formda yaygınlaşmadığı bilinmektedir. Söz geli mi, Batı Avrupa ülkelerinin seküler,
293
buna karşı ABD'nin dindar, Kanada'nın ise bu iki kategori arasında salındığı bilinmektedir (bkz.
Zuckerrnan 2004). Bu yüzden sekülerleşme tezini savunanlar görüşlerini daha ziyade Batı Avrupa ülkelerinden elde edilmiş bulgulara dayandırrnaktadırlar. Ampirik araştırmalar inançsızlığın ve kilisesizliğin geliştiğini ve aynı zamanda kiliseye devamda ve kilise üyelerinin din! bağlı Iıklarında bir düşme olduğunu ortaya koymaktadır. Sözgelimi, Steve Bruce'un yapmış olduğu bir araştırmada Batı Avrupa ile ilgili bulgular gerçekten son derece ilginçtir. İskoçya'da 1851 'de kiliseye devam eden genç nüfus % 60 iken, l:ıu oran 1995 yılında% 11 'e düşmüştür. İngiltere'de ı 900 yılında Pazar Okullarına giden çocukların oranı% 55 iken bu oran 2000 yılında% 4'e düşmüştür. Yine İngiltere'de Allah'ın varlığım:· inandığını iddia edenlerin oranı ı 940 yılında% 43 iken bu oran 2000 yılında% 26'ya düşmüştür. Kiliseye en azından ayda bir kez gidenlerin oranı Danimarka'da % 6, İsveç'te% 7, Norveç'te% 9'dur. Hiç kiliseye gitmeyen Danimarkalıların oranı ı 947 yılında % 12 iken bu oran 1996 yılında% 34'e çıkmıştır. Aynı şekilde hiç kiliseye gitmeyenierin oranı İsveç'te % 32, Norveç'te % 3) 'tür (Bruce 2000:32-46).
Weber'den bu yana sosyologlar sekülerleşme, bireycilik ve rasyonalizme karşı giderek artan bir ilgi göstermişlerdir. Rasyonel dünya görüşünün yaygınlık kazanmasına paralel olarak temelde mitsel ögelere dayanan dünya görüşleri inandırıcılıklarını yitirmeye başlamıştır. Bu çerçevede pek çok alanda yaşanan meşruiyet sürecinde rasyonalizm ve hümanistik sekiilerizm yönünde değişmeler yaşanmıştır. Bu sürecin tamamlanmamış olduğu, özellikle İslam toplumları için birleştirici ve bütünleştirici mekanizmaların yapısal potansiyellerini tamamlayana kadar devam edeceği söylenebilir. Yine bu süreçte mitik yapılar ve geleneksel kültür değerleri
fonksiyonlarını sürdürrnek adına farklı görünümler kazanabil ider. Dolayısıyla insan-din ilişkisi, bir diğer ifadeyle sekiilerleşme süreci kolay atiatılabilir bir süreç olmayıp, bir takım çekişme ve çatışmaları da içermektedfr.
Din ve sekülerleşme ilişkisi bağlamında ı950'li yıllarda ortaya çıkan. ı 960 ve 70'1i yıllardan itibaren de yayılına eğilimi gösteren yeni din] hareketler olgusuna1 özel bir yer verildiği görülmektedir. Zira bu hareketler, daha ziyade Batı toplumlarında materyalist anlayışa ve yaşam tarzına ve ona eşlik eden sekülerleşen etosuna karşı bir tepkiyi ifade etmef..:teydi. Bu hareketin peşine düştüğü "yeni bilinçlilik hali" ve anlam arayışı, Bellah'a göre, çok çeşitli ve rulıaf
görünümler sergilemesine rağmen temelde din! bir nitelik arz etmekteydi (bkz. Bellah 1 976:333; karş. Hadden 1989:ı8). Yeni dini hareketlerin ortaya çıkıp yaygınlaştığı 1960'lı ve 70'li yılları. değerlendiren bir araştırmacı, "Tanrının öldüğü alanın aynı zamanda Tanrının yeniden, fakat
çılgınca inşa edildiği alan" olduğu şeklinde bir ifade kullanmıştır (Hadden, ı 989: 1 8). Anlaşılan Tanrıyı ve dini ortadan kaldırma arzusundaki sekülerizmin en güçlü olduğu bir dönem, aynı
zamanda Tamıyı yeniden doğuran bir dönem olmuştur.
3. İnsan-Din ilişkisinin Geleceği
Sekiilerleşme teorisinin, esas itibariyle Weber'in görüşlerine dayanan klasik versiyonu son yıllarda ciddi bir itibar kaybına uğramış görünmektedir. Dinin çağdaş toplumlarda yeri ile ilgili yapılan bu tartışmalar bağlamında belki de öncelikle anılması gereken isim Peter L. Berger' dir.
'Yeni dini hareketler hakkında geniş bilgi için bkz. Barker 1992. Yeni dini hareketlerle ilgili Türkçe literatür için bkz. Kinnan, 1999:223-233; 2003 :23-47; Bodur, 2000a:305-3 I I; 2003:13-39
294
Başlangıçta sekülerleşme tezinin savunucularından olan Berger, son yazılarında (Berger 2002a; 2002b) sekülerizmin öngörülerini yaniışiayan Örnekler vererek kapsamlı değerlendirmelerde bulunmaktadır. Berger'in tespitlerine paralel olarak diğer sosyologlar da sekülerleşmenin
küresel ve zorunlu bir süreç olmadığına vurgu yapmaktadırlar (örn. Turner ı 991 :206-222). Oysa modernizme göre dinin çöküşü kaçınılmaz ve geri döndürülemez idl. Bu ve benzerı yargılar klasik sekülerleşme tezinin özünü oluşturmah.1:a idi. Sekiilerleşme teorisi, 20. yüzyılda dinle ilgili
en önemli hakim paradigma iken, yüzyılın sonlarına doğru bu paradigmaya meydan okuyan bazı gelişmeler yaşanmıştır (bkz. hadden 1989: 12-22). Bu bağlamda modern dünyada d inin yaşamaya devam ettiği ve dolayısıyla sekülerleşme teorisinin öngörülerini yanlışladığından söz edilerek bir takım argüınanlar ileri sürülmüş ve hatta yeni paradigmalar geliştirilmiştir. Bu bağlamda, özelilde
ı 980'lerin ortalarından itibarendine ve din! olgulara, klasik sekülerleşme tezi yerine ekonomik bir bakış açısıyla yaklaşma eğilimi güçlenmeye başlamıştır. Bir diğer ifadeyle din sosyolojisinde "yeni bir paradigma" (Iannaccone 1992: 123) sunan "d inin ekonomik modeli" (bkz. Kirınan 2005b: 145-1 60), daha doğrus'J rasyonel seçim kuramı öne çıkmıştır.
Dinin ekonomik modeli, dini aktiviteleri ekonomi biliminin kanunlarından hareketle açıklamaya çalışır. Bu modele göre, dini alanda da tıpkı ekonominin arz-talep kanunu geçerlidir. Dinin ekonomik modeli içerisinde önemli bir yer tutan rasyonel seçim yaklaşımının iki temel ayağı vardır: İlki, dini faaliyetlerin "arz yönü"ne vurgu yaptığı için "arz yönlü rasyonel seçim
kuramı" (supply-side model) olarak bilinir. Dini değerin kolektifüretiminde etkili olan faktörlerin
önemi üzerinde duran bu kurama göre din! gruplar, dini mal ve hizmet üretiminde uzmanlaşmış ve en yüksek karı elde etmeye çalışan birer ticari firma olup, insanların ihtiyaçlarını karşıladığı sürece var olacağı, aksi takdirde talep ve kabul görmeyeceği ifade edilir. Dini faaliyetlerin "talep yönii"ne vurgu yapan ikinci yaklaşım ise, "talep yönlü rasyonel seçim kuramı'' (demand-side model) olarak bilinir. Değişen öncelikierin ve toplumsal baskıların bireylerin tercilıleri üzerindeki etkisini açıklamaya çalışan bu kurama göre bireyler, kendilerine sunulan seçenekler içinden en
uygun olanını tercih edeceklerdir (1annaccone 1 997:39-40). Her iki yaklaşımın merkezinde de dine uyarlanan bir "pazar ber.zetmesi" vardır ve bu pazarda bireylerin "rasyonel tercihleri'' söz
konusudur. Bir diğer ifadeyle, bütün rasyonel seçim yaklaşımlarında ekonominin dili ve mantığı baskın bir şekilde kendisini hissettirir. Bu yaklaşımlar, dine olan talebin zaman ve zeminden bağımsız olarak devamlılık göstereceğini, değişmeyeceğini ve dini faaliyetlerin azalma veya
artma yönünde göstereceği değişkenliğin dinin insaniar:ın ihtiyaçlarını karşılama yollarındaki
değişmelerle paralellik arz edeceğini öngöri.ir (bkz. Kirınan 2005b: 154-5). Bir diğer ifadeyle.
bu modele yapmış oldukları katkılarla tanınan Stark and Bainbridge'e göre modem dönemde bilim ve teknolojinin insanlığın temel sorunlarını çözemediği için bu dönemde denkleştirİcİ fonksiyonlarıyla öne çıkan dine karşı duygusal ve sosyal ihtiyaç her geçen gün daha da güçlenecektir (bkz. Stark and Bainbridge 1985; 1 987:312; Bainbridge 1993:279). Anlaşılan, d ine
olan ihtiyaç azalmayacak, sadece dini ürün ve hizmetleri sunan arzedici firmalar değişecektir. Esas itibariyle, moc!ernleşmeye paralel olarak dinin toplumsal alanda önemini ve
etkinliğini yitireceği şeklinde özetlenebilecek olan sekülerleşme teorisinin modernlik dünyasında meydana gelen yeni durumları açıklamakta yetersizliğine vurgu yapan çok çeşitli görüşlerin
295
varlığına işaret edilmişti. Bu görüşler sadece sekülerleşmenin dojp-u anlaşılması açısından değil, aynı zamanda din in geçmişte ve gelecek'teki rolü açısından da oldukça önemlidir.
Sek.iilerleşme perspektifinden bakıldığında, dinin geleceği ile ilgili iki görüşe vurgu yapmak mümkündür. Bunl<'rdan ilki, sekülerleşmenin hiç gerçekleşmediğini yönündedir.
Sekülerleşme iddialarının doğruluğunun tarihi delile bağlı olduğunu belirten araştınnacılar, "eğer insanların yüzyıl öncesine göre şimdi daha dindar olduklarını söylersek, o zaman hem d inin farazi
bir tanımından hareket etmiş hem de yüzyıl önce insanların ne kadar dindar olduklarını bildiğimizi ifade etmiş oluruz" demektedirler (Swatos and Christian o 2002:212). Oysa sek.iilerleşme süreciyle ilgili çeşitli ülkelerde farklı zamanlarda yapılan araştırnıalarda, tezin temel iddialarını haklı
kılacak gerekli tarihi verilere ulaşılanıadığı gibi, tam tersine bulgular elde edilmiştir (Swatos and Christiano 1999:2 14-5; karş. Gorski 2000:138- 167; Bruce 2000:46-9).
"Toprağın Bol Olsun Sekülerleşme" adlı makalesinde sekülerizmi öldürnıekle kalmayıp aynı zamanda toprağa da gömen Rodney Stark da aynı gerçeğe vurgu yapar. "D in dar geç m iş" (past
piety) fikrinin sadece bir efsane olduğunu belirten Stark, sabah ayininin kilisede değil de yatak odalarında eşlerinin kollarında yapan soylulardan; kiliseye zoraki giden veya geç gidip erken
ayrılan ve orada tiksindirici eylemlerde bulunan ve hatta yapılan ayini gülünç duruma düşünneye çalışarak eğlenen insanlardan; kilisede On emri sayamayan ya da bütün ayİnlerde bildiği tek dua yı okuyan papazlardan örnekler vermektedir (Stark 1999:254-9). Stark' a göre sekülerleşme
tezinin, din bilim çatışmasına dayanan bir vurgusu olduğunu, ancak gerçekte böyle bir çatışmanın yaşanmadığı gibi, sahalarında uzmanlaşmış, özellikle fizik gibi doğa bilimleri alanmda kendini
ispatlanıış bilim adamlarının dine karşı alnıayıp tam tersine dini inanç ve pratikler konusunda sıradan insanlardan hiç de geri kalmadıkianna dair bilimsel bulguların varlığı söz konusudur (Stark 1999:264-5). Ayrıca din ve bilim arasındaki mücadelenin son zanıanlarda çok da şiddetli olmadığı, bunun sebebinin de. her iki tarafın birbirine yaklaşması değil, zımnen birbirlerini yok saymış oldukları ifade edilmektedir (bkz. Bellah 2001: 170).
İkinci görüş ise, sekiilerleşme olsa bile 20. yüzyılın sonunda sekülerleşmeden dönüşün (de-secularization) meydana geldiğini, bir diğer ifadeyle kutsala dönüşlin gerçekleştiğini
savunmaktadır. Bu kategoride yer alanlara göre böyle bir sekülerleşme dönemi ile sekülerleşme teorisinin iddia ettiği gibi dinin sonuçta yok olması beklenemez. Çünkü dini düşüş hadisesi "doğrusal" bir yaklaşımla değil, "döngüsel-dairesel" bir yaklaşımla değerlendirilmelidir (Swatos and Christiano 1999:217). Buna göre sekülerleşme dinin dairesel eylemi içinde sadece belirli bir noktaya özgü kalmaktadır ve bu da neticede dine zarar veren bir safha değildir. Çünkü dairenin
döngüsel eylemi devam etmektedir. Toplumların sekülerleşme açısından birbirinden oldukça
farklı özellikler sergilediği; söz gelimi sek.iilerleşme tartışmalarında Batı Avrupa ülkeleri sıkça
örnek gösterilirken, yapılan araştırınalarda dünyada son derece dindar bir toplum olarak tanınan ABD çoğu zanıan istisna olarak değerlendirildiği bilinmektedir. Öte yandan başta ABD olmak üzere birçok toplumda sekükrleşme ve kutsallaştırına, klasik diyalektik anlayışı çağrıştırır bir şekilde, birbirini besiernekte ve desteklemek-tedir. Anlaşılan toplumsal yapılarda sadece düz hatlı
çizgiler ve yörüngeler yoktu:; aksine bir dizi karınaşık bağlar ve birbirini besleyen döngüler vardır. Bu yaklaşıma göre toplumlar, dinden uzaklaşma ile dine yöneliş arasmda saim ır dunırlar.
296
Öte yandan geliştinniş oldukları din teorisinde döngüselliğe işaret eden Stark and Bainbridge'e göre modem dönemde bilim ve teknolojinin insanlığın temel sorunlarını çözernedİğİ için "denkleştirici" ( compensator) fonksiyonlarıylaöne çıkan din e karşı psikolojik ve sosyal ihtiyaç her geçen gün daha da güçlenınektedir (Stark and Bainbridge 198:312; Bainbridge ı 993:279). Bir diğer ifadeyle, dine olan ihtiyaç azalmayacaktır. Sımmuş olduğu doğaüstü açıklamalarla din, çok önemli ve spesifik telafi edici fonksiyonlar üstlenmek.'i:e ve bu fonksiyonları sayesinde modernlik dünyasında da varlığı sürdürmektedir (Stark and Bainbridge 1987:280). Bir başka
çalışmada da, gerek insanların temel dini ihtiyaçları gerekse din in fonksiyonları değişınediği için modem dünyada dine olan ihtiyacın önceki dönemlere göre daha az olmadığı belirtilir (Greeley ı 972: I, ı 6). Bir zamanlar Fr;;ud, dinden "bir yanılsamanın geleceği" diye söz ederken, "din in
geleceği"ni konuşan günümüz sosyologları "dinsiz bir gelecek düşüncesinin illüzyon" olduğunu ifade etmektedirler (Stark and Bainbridge ı 987: ı). Zira bugün sosyologlar arasında kabul gören yaklaşımı şu şekilde özetlemek mümkündür: Toplumlar var oldukça dini inançlar farklı biçimler
alsa da varlığını sürdürecektir. İnsanın genetikyapısı değişmedikçe, kişi başına düşen ölüm oranı bir olmaya devam ettikçe insan hayatında fizik dünyanın sınırlarını aşan bir anlam arayışı sürecek, dolayısıyla dine olan talep de azalmayacak gibidir.
Anlaşıldığı kadarıyla, sekülerleşme tezine yönelik eleştirilerde, bu tezin modernlik öncesi toplumlardaki örgütlü dine bağlılığın derecesini abarttığı; sekülerleşmeyi dalaylı olarak
Hristiyanlığm gerilemesiyle eşleştirdiği; oysa bu ikisinin birbirinden ayrı olgular olarak ele alınması gerektiğini gözden kaçırdığı iddia edilmiştir (Zuckemıan 2004). Yaygın bir kanı olarak modernleşmeyle birlikte Hristiyanlığın "dünyevl ik.'i:idar"ı kaybettiği, krize girdiği bilinmektedir.
Ancak iktidarı asıl kaybeden, bir kurum olarak kilise ve bir sosyal tabaka olarak ruhbanlıktır (bkz. Wilson ı 976: 14; karş. K olakowski ı 999: ı 30-4); yoksa Hristiyanlık, Batının hem dini hem
de bir kültür alanı olarak arka plandaki en büyük temeli olmaya devam etmektedir. Bugün Batı toplum larında kendilerini "ateist hristiyan" olarak niteleyenterin var h ğı bu gerçeğin en somut göstergesidir. Bir dönem Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı olarak görev yapan ve "Avrupa'ya
ruh vemıe"de yardımcı olacağı için dini bir desteğe ihtiyaçları olduğunu açıkça belirten Jaggues Delors' in "ben sosyalist olmama rağmen koyu bir katoliğim" ifadesi, bir insanın yetiştiği kültürde almış olduğu değerleri bir an!am ve kimlik aracı olarak muhafaza ettiğini göstermesi açısından oldukçaanlam !ıdır. 2Nitekim İtalya' nın Lotero ve İspanya'nın Santiago di Compostella şehirlerinde Papa Il. Jean Paul öncülüğünde gençlik toplantıları düzenlenmesi ve bu toplantılarda Papa'nın,
özgün bir Avrupa kültürü inşa etmepe, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik değerlerini geliştirmede
Hristiyanlığın oynayacağı önemli rol üzerinde ısrarla durması (bkz. Voye ı 999:280) ve son olarak
hazırlanan Avrupa Anayasasında dinin yer almadığı belirtilmekle birlik.1e imza töreninin Papa figi.irü altında düzenlenmiş olması üzerinde düşünmek gerekmektedir. Anlaşılan her ne kadar ileri düzeyde sekiiler bir yapıya ulaşmış olsa da Batı toplumlarında Hristiyanlık her hali.ikiirda kültürün önemli bir unsuru ve hatta belirleyicisi olma özelliğini devam ettirmektedir. Bu çerçevede, her ne kadar 20. yüzyılın sonuna gelindiğinde gelecek yüzyılda Hristiyanlara yer olup olmayacağı
tartışılmakla birlikte (Wuthnow ı 993:520) çeşitli çevreler, özellikle Amerika'daki dini liderler
'Türkiye Gazetesi. 30 Kasım 1994
297
tarafından Hristiyan kimliğin 2 ı. yüzyılda da pek muhtemelen varlığını sürdüreceği öngörüsünde bulunulmuştur (Wuthnow 1993:523).
Öte yandan halkının çoğu müslüman olan toplumlarda da dinin ve dini seınbollerin her geçen gün önem kazandığı bilinmektedir. Bu çerçevede bir yandan ılınılı İslam anlayışı eksenli tartışmalarda, bir yandan da radikal ve fundamentalist hareketlerin faaliyetlerinde de bir artış gözlenmektedir (bkz. Kirman 2007). Geleceğe dönük yapılan öngörülerde de İslam' ın gelişme göstermeye devam edeceği belirtilmektedir.
Bu bağlamda belirtilmesi gereken bir husus da, dini n içinde bulunduğumuzyüzyılda da var olmaya devam edeceği belirtiise de belli bir değişim ve dönüşüm yaşayacağı da vurgu! anmaktadır. Önümüzdeki yüzyıl içerisinde modern insanların daha evrensel kimliklere sahip olacağı; zira artan iletişim imkanları vasıtasıyla bir dinin mensuplarının dünyanın en uç noktasındaki din kardeşleriyle irtibat kurduğu ölçüde kendi dar mezhep veya cemaat kalıplarının erozyona uğrayacağı böylece bir anlamda dinlerin küreselleşeceği öngörüsünde de bulunulınaktadır.
Sekülerleşme perspe!ctifinden bakıldığında insan-din ilişkisinin önceki dönemlere göre belli ölçüde bir canlanma içerisinde olduğu söylenebilir. Nitekim diningeleceği hakkında yapılan tartışınalar kapsamında ortaya çıkan bazı eğilimleri şu şekilde sıralamak mümkündür. Buna göre,
a) Din, 2 ı. yüzyılda yok olmayacak, yok olacağı tezi doğrulanmamaktadır. b) Sekülerleşme tezi yeniden gözden geçirilecektir. c) Dinin küresel anlamda görünürlüğünde her geçen gün bir artış söz konusudur. d) Dinin bilimsel incelenmesine ilgi artacaktır. e) Seh..'Üierleşme tezinin zayıflamasıyla birlikte önemli bir veri birikimi olacaktır (Iversen
2004).
4.Sonuç Seh..'Ülerleşmenin farklı boyutlarda tezahür ettiğini bilinmektedir. Nitekim sekülerleşme
tezinin öngörülerinin tam olarak gerçekleşmediği yönündeki görüşleriyle dikkatleri üzerine çeken Berger, d inin toplumsal pland:ı gerilemesine rağmen bireysel alanda varlığını sürdürmeye devam ettiği yönünde kategorik bir ayrım yaparken aslında sekülerleşmenin iki farklı boyutta tezahür ettiği vurgulamış olmaktadır. Ona göre kamu ve kültür alanlarının dini kurumlar ve sembollerin egemenliğinden çıkarıldığı .>üreç olan "yapısal sekülerleşme" ile bilincin sekülerleşmesi
olan ''öznel seh..'Ülerleşme" farklı boyutları temsil etmektedir (Berger, 2002a: 13 ). Şu halde sekülerleşme ve dinin geleceğinden söz ederken dinin toplumsal ve bireysel fonksiyonlarının neler olduğu konusunun açıklığa kavuşturulması bü}iik önem taşımaktadır. Zira bu gerçeği göz önüne alınadan dini düşünce ve yaşayışla ilgili olarak yapılacak değişiklik taleplerinin çok fazla öngörülebilir sonuçlar doğurduğunu söylemek son derece zordur. Sözgelimi, Hristiyanlık tarihinde Pavlus'un yeni yorumlarıyla yapmış olduğu açılım, 16. yüzyıl Protestan Refonnasyon hareketi ve son olarak 1964 yılında toplanan Il. Vatikan Konsili'nde dinin modern toplumsal şartlara 'uygun' olması gereki:iği, dolayısıyla "giincellenme"nin (aggiornamento) zorunlu-olduğu şeklinde yapılan açıklama (bkz. Wilson 1999:79; karş. Nottingham 1971:290) tüm dünyada Hristiyanların inançlarını ve davranışlarını önemli ölçüde etkilemiştir. İslam tarihinde de, her ne
298
kadar Hristiyanlığa benzer kapsamlı reformasyon hareketi görülınese de, zaman zaman ortaya çıkan ihya hareketleri ve reform tartışmaları aynı kapsamda değerlendirilebilir. Fakat hangi din veya inanç sistemi içerisinde söz konusu olursa olsun bu tür talepler toplumsal yapıda çok farklı
· i sonuçlar doğurmaktadır. Bir diğer ifadeyle, dirıi yeni ve modern şartlara uyarlama girişimleri 1 bir yönüyle dinin öneminin kaybolması yani sekülerizmin zaferi şeklinde algılanabilirse de,
aslında dini modern dünyada yeniden üretmenin ve yaşatmanın en önemli aracı olmaktadır. Dolayısıyla sekülerleşme ve din ilişkisi tek faktöre bağlı açıklanamayacak kadar karmaşıktır. Bir diğer ifadeyle, din ve sekiilerleşme arasında ilişki birinin diğerine karşı açık bir üstünlük elde ederneyeceği şekilde son derece girift bir görünüm sergilemeki:edir. Anlaşılan toplumsal ve bireysel hayat ne tamamendine yönelerek ne de dini devre dışı bırakarak sürdürülebilmektedir.
Hristiyan Ortaçağ örneğinde olduğu gibi toplumun ve onu meydana getiren insanların tamamen din tarafından kuşatılmış olmaya karşı bir tavır içinde oldukları söylenebilir. Dinin hayatın bütününü kuşatması fikri onay görmemektedir. Nitekim dinin toplumsal hayattan uzaklaşmasını ifade eden sekülerleşme tam da böyle bir gelişmenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Ancak günümüzün modernlik dünyasında dinin konumunu açıklamaya çalışan
sekülerleşme teorisinin temel sayıtlıları arasında yer alan "din irrasyoneldir", "inanan insanlar irrasyoneldir", "toplumsal ve gündelik yaşam dünyası rasyonelleştikçe, büyü yerine bilgi ve bilim tarafından yönlendirildikçe d inin kaderi kaybolmaktır" şeklindeki öngörüler doğrulanmamaktadır. Anlaşılan toplumlar var oldukça dini inançlar farklı biçimler alsa da varlığını sürdürecek gibidir. İnsanın genetik yapısı değişmedikçe, kişi başına düşen ölüm oranı bir olmaya devam ettikçe insan hayatında fizik dünyanın sınırlarını aşan bir anlam arayışı süreceğe benzemektedir. Bilindiği gibi 20. yüzyılda sekülerizmin bıraktığı derin boşlukları yeni dinler, yeni kutsallıklar doldurmaya çalışmış; ancak bunda da pek başarılı olunamamıştır. Anlaşılan 2 J. yüzyılda modern insanın toplumsal, kültürel ve ekonomik ihtiyaçlarına ve taleplerine cevap vermesi yine dinden beklenmektedir. Bir diğer ifadeyle, özellikle başlangıç döneminde dine karşı aldırışsız ve kayıtsız görünen20. yüzyıla göre 21. yüzyılın dinle iç içe geçeceği söylenebilir. Ancak bu dem.ek değildir ki, din, tıpkı Hristiyan Ortaçağda olduğu gibi, siyasi, ekonomik, sosyal vb. çok çeşitli yönlerden tüm toplumu sarınalayıp kucaklaması gibi bir eğilim fundan1entalizm olarak adlandırılmakta ve çok fazla kabul görmemektedir. Bir diğer ifadeyle, hayatı dışlayan birdinin taraftar bulması ve varlığını sürdürmesi son dere·::e güçtür. Bu gerçeği şu şekilde ifade etmek mümkündür: "Hayatı olmayan dinde hayat yoktur."
299
Kaynakça Altında!, A. (1994), Laiklik: Enigmaya Dönüşen Paradigma, 2.baskı, İstanbul, Altın
Kitaplar Attas, S. N. (2003), İslam, Sekiilerizm ve Geleceğin Felsefesi, çev. M.E.Kılıç, 3. baskı,
İstanbul, İnsan Yay. Bainbridge, W. S. (1993), "New Religions, Science, and Secularization", Religion and
the Social Order, 3, 277-292 Bayer, A. (2006), Sosyolojik Perspektiften Sekii/erleşme ve Din ilişkisine Yeniden Bak1ş,
Yayınlanmamış Yüksek Lisar..s tezi, KSÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Bellah, R. N. (1976), "New Religious Consciousness and the Crisis in Modernity",
The Neı11 Religious Consciousness, C.Y. Glock and R.N. Bellah, (eds.), Berkeley, University of
California Press, 333-352 Bellah, R. N. (2001), "Din ile Sosyal Bilim Arasında", çev. A.Köse, Se/a"ileri::m
Sorgıtlanıyor, İstanbul, Ufuk ·ray., s.170-1
Berger, P.L. (2002a), "Sekülerizmin Gerilemesi", çev. A.Köse, Sekiileriznı Sorgıtlamyor,
İstanbul, Ufuk Yay., 11-32 Berger, P.L. (2002b), "Dinin Krizinden Sekülerizmin Krizine", çev. A.Köse, Seküleri:nn
Sorgıtlamyor, İstanbul, Ufuk Yay., 75-93 Bruce, S. (2000), "The Supply S ide Model of Religion: The Nordic and Baltic States".
Journalfor the Scientific Study ofReligion, 39 (!), 32-46 Bruce, S. (2002), Gad ls Dead: Secularization in the West, Oxford, Blackwell
Publishing Gorski, P.S. (2000), ·'Historicizing the Secularization Debate", American Sociologica/
Review, 65 (1 ), 13 8-167 Greeley, A. M. (1972), Unsecular Man: Tlıe Persistence ~f Religion, 2"d edition, New
York, Del] Publishing Hadden, J. K. (1989), ''Desacralizing Secularization Theory", Secularization and
Fundamentalisnı Reconsidered, Vol. III, New York: Paragon House, 3-26 Iannaccone, L.R. (1992), "Religious Markets and the Economics of Religion", Social
Compass,39(l), 123 r Iannaccone, L.R. (1997), "Rational Choice: Framework for the Scientific Study of
Religion", in Rational Choice Theo1y and Religion: Swnmw:v and Assessment, Lawrence A. Young (ed.), New York, Routledge
Iversen, H. R. (2004), "Religion in the 2lst Century", Dialog A Journal ~fT/ıeo/ogy, 43 (1), 28-33
Kirman, M. A. (2005a), Din ve Sekiilerleşme, Adana, Karahan Yay. Kirman, M. A. (2005b), "Dinin Ekonomik Modeli", OMÜ İlahiyat Fa/a"iltesi Dergisi.
18-19, 145-160 Kirman, M. A. (2007), "Türkiye'de Modernleşme Süreci ve Fundaınentalizm",
KSÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi tarafmdan 12-13 Kasım 2007 tarihleri arasında
Kahramanmaraş'ta düzenlenen "Bölgesel Sorunlar ve Türkiye" Sempozyuınuna sunulan bildiri.
300
ı ı 1
Kolakowsk~ L. (1999), Modernliğin Sonsuz Duruşması, çev. S.Ayaz. İstanbul, Pınar Yay.
Nottingham, E. K. (1971), Religion: A Sociological View, New York, Randam House Robinson, F. (2002), "İslam 'da Sekülerleşme", çev. C. Çelik, EÜSosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, 13, 343-355 Stark, R. (1999), "SeGularization: R.I.P.", Sociology ofReligion, 60 (3), 249-273 Stark, R. and Bainbridge, W.S. (1985), The Future of Religion, Berkeley, University of
Califomia Press Stark, R. and Bainbridge, W.S. (1987), A The01y of Religion, New York, Paris, Peter
Lang Swatos, W. H. and Christiano, K. J. (1999), "Secularization Theory: The Course of a
Concept", Special Issue of Sociology of Religion, 60 (3), 211-2 Turner, B. S. (1991), Max Weber ve İslam, çev. Y.Aktay, Ankara, Vadi Yay. Voye, L. (1999), "Secularization in a Cantext of Advanced Modernity", Sociology of
Religion, 60 (3), 275-288 Wilson, B. (I 976), Contempormy Transformations of Religion, Oxford, Oxford
University Press Wilson, B. (1999), Christianity, London, Routledge Wuthnow, R. (1993), "Church Realities and Christian ldentity in the 2lst Century", The
Christian Century, May 12, 1993, 520-523 Zuckerman, P. (2004), "Secularization: Europe-yes , United States-no: Why has
Secularization Occurred in Western Euro pe but not in the United States? An Examination of the Theories and Research", Skeptica/ Jnquirer, 28 (2), March-April, 2004
301
Top Related