HACI ZEYNEL ABİDİN ŞİRVANÎ’NİN ANADOLU’YA SEYAHATİ

22
1 Bildirinin özeti yayınlanmıştır: CEİPO-19: Osmanlı Öncesi ve Dönemi Tarihi Araştırmaları. I. cilt. İstanbul: İstanbul Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Yayını, 2014, s.73-98. XIX. YÜZYILIN İKİNCİ ONYILINDA HACI ZEYNEL ABİDİN ŞİRVANÎ’NİN ANADOLU’YA SEYAHATİ Dr. Namiq MUSALI Ünlü Azerbaycanlı gezgin ve bilim adamı Hacı Zeynel Abidin Şirvânî (1780-1837 veya 1838) ömrünün kırk yılını seyahatte geçirmiş, Kanarya adalarından ve Fas’tan Siyam’a ve Tibet’e, Balkanlar’dan ve Kafkaslar’dan Habeşistan’a kadar birçok ülkelerde olmuştur (bkz.: Keremov 1958; Keremov 1977; Kuliyev 1964). Dört kez büyük seyahat yapmış gezgin üçüncü seyahati zamanı (1810-1821) Türkiye’nin de çeşitli kentlerinde olmuş, yaklaşık üç yıl Anadolu’da bulunmuş (Şirvânî 1315: 48) ve altı yedi ay boyunca İstanbul’da yaşamıştır (Şirvânî 1315: 432). O, kendi gezileri hakkında anılarını Farsça yazdığı üç seyahat kitabında toplamıştır. 1821-1827 yıllarında kaleme aldığı ve coğrafî prensip esasında tertip ettiği “Riyâzu’s-seyâhat” (“Seyahat bahçeleri”) adlı eserinden başka, alfabetik sırayla düzenlediği “Hadâikü’s-seyâhat” (“Seyahat bağları”, 1827) ve “Büstânü’s-seyâhat” (“Seyahat büstanı”, 1832) isimli daha iki eseri de vardır. Şirvânî’nin İstanbul’a dair bilgileri (Şirvânî 1974: 363-386; Şirvânî 1348: 386-393; Şirvânî 1315: 429-441) tarafımızdan incelenerek, bir uluslararası sempozyumda bildiri olarak sunulmuştur (Musalı 2009a: 797-808). Bu bildirimizde ise seyyahın Anadolu’ya dair açıklamalarına yer vereceğiz. “Ravza” adlı sekiz bölümden oluşan “Riyâzu’s-seyâhat”in III. ravzası tamamen Türkiye’ye (“Rum kişveri”ne) ayrılmıştır (Şirvânî 1974: 132-386) 1 . Şirvânî diğer iki seyahatnamesinde de Anadolu kentleri hakkında bilgiler vermiştir. Seyyah Rum ülkesinin iki kısımdan, yani Anadolu’dan ve Rumeli’den ibaret olduğunu yazıyor ve ilk olarak Anadolu’dan bahsediyor: “Burası ünlü bir vilayettir ve suyunun bolluğu, havasının serinliği, toplumunun çokluğu ve mamur bir mekan olmasıyla vasıflanmıştır... Dağlar ve tepeler orada çöllerden ve sahralardan daha çoktur. Dördüncü ve beşinci iklimlerde yer almaktadır. Orada eski beldeler, büyük şehirler, meşhur kasabalar, mamur köyler, iyi otlaklar, beğenilen mevziler vardır. Hizmet ehlinin meskeni ve maiyet sahiplerinin yaşam yeridir. Kendinde gönül okşayan çayırlıklar ve av hayvanları ile dolu şikâr-hlar bulundurmaktadır... Rum ehli kalabalık bir ümmet ve azametli bir cemaattirler. Umumen beyaz yüzlüdürler ve güzellik sermayesinden behrelidirler. 1 “Riyâzu’s-seyâhat”in A.Kuliyev tarafından Moskova’da yayımlanmış olan üç kitaptan ibaret II. cildini büyük bir lütufkârlık göstererek bize takdim etmiş Dr. Hayırbey Qasımov’a teşekkürlerimizi arzediyoruz.

Transcript of HACI ZEYNEL ABİDİN ŞİRVANÎ’NİN ANADOLU’YA SEYAHATİ

1

Bildirinin özeti yayınlanmıştır:

CEİPO-19: Osmanlı Öncesi ve Dönemi Tarihi Araştırmaları. I. cilt. İstanbul: İstanbul

Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Yayını, 2014, s.73-98.

XIX. YÜZYILIN İKİNCİ ONYILINDA

HACI ZEYNEL ABİDİN ŞİRVANÎ’NİN ANADOLU’YA SEYAHATİ

Dr. Namiq MUSALI

Ünlü Azerbaycanlı gezgin ve bilim adamı Hacı Zeynel Abidin Şirvânî (1780-1837 veya

1838) ömrünün kırk yılını seyahatte geçirmiş, Kanarya adalarından ve Fas’tan Siyam’a ve Tibet’e,

Balkanlar’dan ve Kafkaslar’dan Habeşistan’a kadar birçok ülkelerde olmuştur (bkz.: Keremov

1958; Keremov 1977; Kuliyev 1964). Dört kez büyük seyahat yapmış gezgin üçüncü seyahati

zamanı (1810-1821) Türkiye’nin de çeşitli kentlerinde olmuş, yaklaşık üç yıl Anadolu’da bulunmuş

(Şirvânî 1315: 48) ve altı yedi ay boyunca İstanbul’da yaşamıştır (Şirvânî 1315: 432). O, kendi

gezileri hakkında anılarını Farsça yazdığı üç seyahat kitabında toplamıştır. 1821-1827 yıllarında

kaleme aldığı ve coğrafî prensip esasında tertip ettiği “Riyâzu’s-seyâhat” (“Seyahat bahçeleri”) adlı

eserinden başka, alfabetik sırayla düzenlediği “Hadâikü’s-seyâhat” (“Seyahat bağları”, 1827) ve

“Büstânü’s-seyâhat” (“Seyahat büstanı”, 1832) isimli daha iki eseri de vardır.

Şirvânî’nin İstanbul’a dair bilgileri (Şirvânî 1974: 363-386; Şirvânî 1348: 386-393; Şirvânî

1315: 429-441) tarafımızdan incelenerek, bir uluslararası sempozyumda bildiri olarak sunulmuştur

(Musalı 2009a: 797-808). Bu bildirimizde ise seyyahın Anadolu’ya dair açıklamalarına yer

vereceğiz. “Ravza” adlı sekiz bölümden oluşan “Riyâzu’s-seyâhat”in III. ravzası tamamen

Türkiye’ye (“Rum kişveri”ne) ayrılmıştır (Şirvânî 1974: 132-386)1. Şirvânî diğer iki

seyahatnamesinde de Anadolu kentleri hakkında bilgiler vermiştir.

Seyyah Rum ülkesinin iki kısımdan, yani Anadolu’dan ve Rumeli’den ibaret olduğunu

yazıyor ve ilk olarak Anadolu’dan bahsediyor: “Burası ünlü bir vilayettir ve suyunun bolluğu,

havasının serinliği, toplumunun çokluğu ve mamur bir mekan olmasıyla vasıflanmıştır... Dağlar ve

tepeler orada çöllerden ve sahralardan daha çoktur. Dördüncü ve beşinci iklimlerde yer almaktadır.

Orada eski beldeler, büyük şehirler, meşhur kasabalar, mamur köyler, iyi otlaklar, beğenilen

mevziler vardır. Hizmet ehlinin meskeni ve maiyet sahiplerinin yaşam yeridir. Kendinde gönül

okşayan çayırlıklar ve av hayvanları ile dolu şikâr-gâhlar bulundurmaktadır... Rum ehli kalabalık

bir ümmet ve azametli bir cemaattirler. Umumen beyaz yüzlüdürler ve güzellik sermayesinden

behrelidirler”.

1 “Riyâzu’s-seyâhat”in A.Kuliyev tarafından Moskova’da yayımlanmış olan üç kitaptan ibaret II. cildini büyük bir

lütufkârlık göstererek bize takdim etmiş Dr. Hayırbey Qasımov’a teşekkürlerimizi arzediyoruz.

2

Şirvânî Anadolu ahalisinin esas itibariyle Müslümanlar’dan ibaret olduğunu yazıyor. Onun

anlatımına göre, Anadolu’da en çoksaylı cemaat Hanefîler’dir. Oradaki Şafiîler’in sayısı

Hanefîler’den az olsa da, Malikî ve Hanbelîler’den çoktur. “Diğer bir fırka Ali-Allahîler’dir

(seyyah, Alevîler’i her yerde Ali-Allahî veya Galî diye tanımlıyor – N.M.). Bunlar da sayısı çok

olan bir toplulukturlar, ama dağınık vaziyettedirler”. Anadolu’daki İsnâ-Aşeriyye Şiîleri’nin sayısı

diğer fırkalara nispette azdır. Seyyah, aynı zamanda Anadolu’da çeşitli sûfî tarikatlarının

varlığından söz ediyor. O, bu vilayette Müslümanlar’ın yanı sıra İsevîler’in (Hristiyanlar’ın),

Yahudiler’in, Yezidîler’in ve Şeytan-perestler’in de yaşadığını belirtiyor. Şirvânî Anadolu halkının

mecmusunun Türkçe konuştuğunu ifade etse de, burada Kürtçe, Ermenice, Yunanca, İbranice

konuşan grupların da varlığından söz ediyor. Seyyah bozkırlarda meskun olanlar içinde Türkler’in

öncül olduklarını, ikinci sırada Kürtler’in durduğunu belirtiyor. “Rum ehli umumen sadakat, emanet

ve hukuk sahibidirler ve onlarda adalet, fütüvvet ve şecaat alâmetleri vardır” (Şirvânî 1974: 132-

134; Şirvânî 1348: 72-73; Şirvânî 1315: 47-48).

Şirvânî gezdiği Anadolu şehir ve kasabaları hakkında teker teker bilgi veriyor. Bazı

istisnalar hariç, seyyah Anadolu bölgelerinin çoğunun insanlarını, toprağını, havasını, suyunu,

tahılını, meyvasını iyi sözlerle anmıştır. Fakat onun kentlerdeki hane sayısına ilişkin bilgileri esas

itibariyle abartılı gibi görünüyor. Örneğin, Ankara’nın, Kayseri’nin, Konya’nın ve Tokat’ın

demografisine dair seyyahın rakamlarını resmi istatistik verilerle kıyasladığımız zaman onun

belirttiği sayının gerçek rakamlardan iki veya üç kat daha fazla olduğunu ortaya çıkardık. Şimdi

seyyahın Anadolu kentleri hakkında verdiği bilgileri alfabetik sırayla özetleyeceğiz.

Adana – 10 bin evden ibaret güzel bir şehirdir. Orada gerek sıcak, gerekse de serin iklimlere

özgün bol bol meyvalar yetiştiriliyor. Hububatı ve tahılı da çoktur. Üçüncü iklimin sonunda yer

almaktadır. Şehrin dört tarafı açıktır. Ahalisi Türktürler, samimi bir halktırlar ve iyi huyludurlar

(Şirvânî 1315: 59).

Adilcevaz – Van gölünün kuzeyinde, Ahlat’tan bir konak doğuda küçük bir kasabadır. Üç

tarafı yüksek dağlardır. Bağları ve çeşmeleri sayısızdır. Dağ başında sağlam bir kaleye sahiptir.

Kalenin içinde ve dışında bin tane ev bulunuyor. 12 köyü vardır. Kasaba halkı Hanefî mezhebinden

olan Türklerdir. Fakat kasaba etrafının ahalisi Kürttür. Kasabanın kuzey ve doğu tarafında konar

göçer hayat tarzı sürdüren Yezidî Kürtleri yaşıyorlar (Şirvânî 1339: 101; Şirvânî 1348: 48-49).

Daha sonra seyyah Yezidîler ve onların inançları, fırkaları konusunda bilgi veriyor (Şirvânî 1339:

102-111; Şirvânî 1348: 49-54).

Ahlat – Eskiden hoş ve güzel bir şehirmiş, fakat Moğollar zamanında harap olmuş, eski

şanını kaybetmiştir. Etrafı açıklıktır, yarım fersah kuzeyinde bir dağ vardır. Suyu iyi olsa da, havası

mülayim değildir. İyi bağları ve büstanları vardır. Meyvalarından zerdalisi, hububatından ise

buğdayı seçkindir. Şimdi mamur bir kalesi vardır ve kale dışında 500 ev bulunmaktadır. İnsanları

3

Türkçe konuşuyorlar ve Hanefî mezhebindendirler. Oranın hâkimi Şeyh Ahmed himmetli,

misafirperver, lütufkâr, âdil, mürüvvetli ve fütüvvetli bir adamdır (Şirvânî 1339: 100; Şirvânî 1348:

48; Şirvânî 1315: 63).

Aksaray – Bağların ve büstanların bulunduğu güzel bir şehirdir, suyu mutedildir, havası

serinliğe maildir, ahalisi Hanefî Türklerdir. Orada serin iklimlere özgün meyva boldur, tahıl

ucuzdur. Bu şehir Selçuklu hükümdarı İzzettin Kılıç Arslan tarafından yaptırılmıştır. Konya’dan beş

konak uzaklığındadır. Etrafı açıklıktır. Şehirde bin tane ev bulunmaktadır. Yüce bir camisi vardır

(Şirvânî 1974: 140; Şirvânî 1348: 77; Şirvânî 1315: 42).

Akşehir – İyi bir şehirdir. Havası serindir, suyu çok tatlıdır. Yükseklikte yerleşiyor ve dört

tarafı açıktır. Bu şehirde tahminen 3 bin ev vardır. İmaretleri sağlam bir biçimde taştan yapılmıştır.

Şehrin güney tarafı çayırlıktır ve orada bol akarsular vardır. Burası şehir halkının istirahat yeri ve av

mekanıdır. Seyyah, Akşehir’in tarihi anıtlarından 600 yıl önce Karaman hükümdarı İbrahim Bey

tarafından yapılmış camiden ve uzun bir süre geçmesine rağmen, bu caminin zarar görmemesinden,

sağlam kalmasından bahsediyor, oranın imamıyla yaptığı sohpeti aktarıyor. Şehir ahalisi Hanefîler

olsa da, köylerde Alevîler yaşamaktalar. Meyvaları içinde zerdali ve elması mumtazdır, hububatı

bol ve ucuzdur (Şirvânî 1974: 140; Şirvânî 1348: 78; Şirvânî 1315: 42-43).

Amasya – “Meşhur bir şehirdir. Suyunun bolluğu ve havasının saflığıyla tanınır. Bu şehir

dağlar arasında bulunmaktadır. Hoş bir yer ve gönül okşayan bir mekandır. Yaklaşık 10 bin evden

ibarettir”. Seyyah orada güzel imaretlerin, bağların, nehirlerin olduğunu, sayısız meyva çeşitlerinin

bulunduğunu, hububatının ve ekmeğinin seçkin olduğunu yazıyor. “Ahalisi Hanefî mezhebindendir

ve az sayıda İsevîler de vardır. Orada yaşayanlar edepli insanlardır. Diyarın cami mescidi rûzgârın

garipliklerinden bir tanesidir” (Şirvânî 1974: 143-144; Şirvânî 1348: 83; Şirvânî 1315: 46-47).

Amid (Diyarbekir) – “Diyarbekir memleketinin merkez şehridir. Şimdi bu şehire

Diyarbekir diyorlar ve öyle yazıyorlar. Yürek açan bir şehir ve ruh yükselten bir kenttir. Suyu gayet

iyidir. Havası çok beğenilendir. Artukoğulları orada taştan bir kale yaptırmışlar. 15 bin mamur

evden ve kusursuz imaretlerden ibarettir... Dört tarafı açıktır ve etrafı güzeldir. Orada iyi bağlar ve

cennet misalli büstanlar vardır. Meyvası ve hububatı gayet iyidir. Halkının çoğu buğday renkli ve

beyaz yüzlüdürler, hüsnü cemal sermayesinden behrelidirler, çok zeyrektirler ve akıl sahibidirler”.

Seyyahın yazdığına göre, o diyarın halkının çoğunluğu Hanefî mezheplidirler, diğerleri İsevî, Alevî,

az kısmı İsnâ-Aşeriyye Şiîleri’dirler. Şehir haricinde çok sayıda Alevîler ve Hristiyanlar yaşıyorlar.

Seyyah vilayet halkının etnik açıdan Türkler ve Kürtler olduğunu, orada az sayıda Araplar’ın da

yaşadığını belirtyor. O, Diyarbekir memleketinde toplam 100 bin hane insanın yaşadığını tahmin

ediyor. Müellif Diyarbekir memleketinin geniş, tabiatı güzel bir vilayet ve feyiz mekanı olan bir

diyar olduğunu, çok kısmının dördüncü iklime, bazı yerlerinin ise üçüncü iklime ait olduğunu

belirtiyor. O, XIV. asır coğrafi kaynaklarından olan “Suver-i akalim” isimli esere isnat ederek,

4

Diyarbekir memleketinin 29 şehir ve kasabadan oluştuğunu, merkezi Musul olan Rabia mülkünün

de Diyarbekir’in bir bölgesi olduğunu, orada sıcak havaların soğuk havalardan daha çok olduğunu,

bu memlekette Musul, Hasan-keyf, Mardin, Maden, Harput, Urfa vs. gibi şehirlerin bulunduğunu

yazmıştır. Seyyah Diyarbekir vilayetinin doğudan Kürdistan’la sınırdaş olduğunun altını çizmiş,

Kürdistan adlandırdığı coğrafi mekanın sadece İran’ın batı kısmındaki bir bölgeden ibaret olduğunu

belirtmiş ve bu kavramın hiçbir şekilde Anadolu ve Kuzey Irak coğrafyasına ait olmadığını gayet

açık bir şekilde ifade etmiştir (Şirvânî 1974: 352-353; Şirvânî 1348: 95; Şirvânî 1315: 43-44).

Şirvânî yedi ay boyunca Diyarbekir şehrinde yaşamış ve oranın bir çok bilginleri ile

buluşmuştur. Seyyah Diyarbekir’de bulunduğu zaman oranın hâkimi İbrahim Paşa ibn İsmail Ağa

idi. Şirvânî onu böyle hatırlıyor: “Marifet alâmetli ve hikmete bürünmüş bir emirdi. Ben fakir,

hâkimler arasında onun gibisini az görmüşüm. Hikmet, marifet, ilim ve amel ziynetiyle süslenmiş,

kötü huylardan arınmıştı. İksir yapmak fenninde bilgin ve hacer (taşları tanıma) biliminde

becerikliydi”. Hacı Zeynel Abidin bazı bilginlerin kimyagerlik bilimini inkar ettiklerini söylemiş ve

bu konuda İbrahim Paşa’ya soru sormuştur. İbrahim Paşa böyle bir bilimin efsane değil de, gerçek

olduğunu savunmuştu (Şirvânî 1974: 353-360; Şirvânî 1348: 95-97; Şirvânî 1315: 44-46).

Diyarbekirli bilim adamı İshak Efendi de Şirvânî seyahatnamesinde yer alan kişilerdendir.

Bilgili ve faziletli olan bu şahıs deliller esasında tarikatları ve mezhepleri araştırıyor, hiçbir tahkikat

yapmadan körü körüne herhangi bir mezhebe bağlanmanın doğru olmadığını savunuyordu (Şirvânî

1974: 360-361; Şirvânî 1348: 97-98; Şirvânî 1315: 46-47).

Ankara – Büyük bir şehirdir, ahalisinin tamamı Türk’tür, yüksek zeminde kuruludur, etrafı

genişliktir. Şehirde 11 bin mamur ev ve kusursuz kasırlar vardır, orada çokca güzellikler

bulunmaktadır. Suyu hoş, havası münasip, toprağı iyidir. Orada insana mutluluk veren bağlar ve

İrem gülistanı gibi büstanlar mevcuttur. Meyvaları ve tahılı kalitelidir. Şal dokumacılığı çok

gelişmiştir ve oradan etrafa şal ihraç edilmektedir. Ankara şalları esasen keçi yününden üretiliyor.

Halkının çoğunluğu Hanefî mezhebindendir. Az sayıda İsevîler ve Alevîler de vardır (Şirvânî 1974:

140-141; Şirvânî 1348: 78-79; Şirvânî 1315: 125). Her hanede ortalama beş kişinin olduğunu

zannedersek, seyyaha göre o zamanlar Ankara’nın nüfusu 55 bin imiş. Ama 1830 yılına dair resmi

belgeler seyyahın Ankara demografisiyle ilgili tahminlerini doğru bulmuyor. Bu belgelere göre, o

zaman şehir nüfusu sadece 22586 kişiydi (bkz.: Özdemir 1998).

Ankara’nın tarihî şahsiyetlerinden bahseden seyyah, “bu mekanda maddî ve manevî kâmillik

ziynetiyle süslenmiş olan irfan sahiplerinin” olduğuna dikkat çekiyor ve Hacı Bektaş-ı Veli

zamanında yaşamış olan Dede Bayram’ın mezarının Ankara’da bulunduğunu yazıyor. Şirvânî

Ankara’da Üşşakiyye silsilesine mensup olan Dede Mahmud’la buluşmuştur. Seyyah, Dede

Mahmud’u “ma’rifet-endîş bir dervîş” gibi tanımlıyor ve “o vilayette hiçbir kimsenin fakrü fenada

ve sıdkü safada ona beraber olmadığını” yazıyor. Hacı Zeynel Abidin sûfî tarikatları konusunda

5

Dede Mahmud’la uzun bir sohpet yapmış ve bunu kendi eserinde anlatmıştır (Şirvânî 1974: 140-

143; Şirvânî 1348: 79-83; Şirvânî 1315: 125).

Antakya – Büyük İskender’in ölümünden sonra Yunan hükümdarlarından olmuş

Antakyus’un şerefine yapılmış bir liman şehridir. Haleb’in beş konak batısındadır. Havası ve suyu

iyidir, sıcak ve sert iklimlere özgün meyva çeşitleri boldur. Şehirde değişik fırkalardan olan beş altı

bin aile yaşıyor. Şehir haricindeki bölgenin ahalisi esas itibariyle Alevîler’dir (Şirvânî 1974: 627;

Şirvânî 1348: 77; Şirvânî 1315: 121).

Bayazıt (Doğu Bayazıt) – Şirvânî bu kalenin içine girmediğini, sadece yanından geçtiğini,

oraların güzel yerler olduğunu ve kale halkının Hanefî mezhebine bağlı Türklerden oluştuğunu

yazıyor (Şirvânî 1315: 131).

Bektaş (Hacıbektaş) – “Kasabaya benzer bir köydür. Yüreğe hoş gelen bir yerdir. Kayseri

şehrinden üç konak mesafede ve oradan batı tarafta vakidir. Dört tarafı açıktır. Orada yaklaşık bin

tane ev vardır. Serin iklimlere özgün meyvası ve tahılı iyidir. Hacı Bektaş-ı Veli bu köyde medfun

olduğu için oranı bu büyük zatın adıyla isimlendirmişler”. Oranın ahalisi Türkçe konuşan ve

sevecen bir halktır. Hepsi Alevîler ve Şiîlerdir (Şirvânî 1974: 259; Şirvânî 1348: 127; Şirvânî 1315:

152).

Seyyah Hacı Bektaş-ı Veli ve Bektaşîlik hakkında bilgiler veriyor. O, halk arasında dolaşan

şifahi rivayetlere ve o diyarın ahalisi arasında bulunan kitaplara isnat ederek, Hacı Bektaş’ın

sekizinci Şiî imamı Hz. İmam Ali er-Riza Aleyhisselem’ın neslinden olduğunu ve irşat şeceresinin

Şeyh Ebu Mahfûz Ma’rûf-ı Kerhî’ye vardığını belirtiyor. Şirvânî yeniçeri ocağının kurulmasında

Bektaşî tarikatının rolünden ve yeniçeriler üzerinde bu tarikatın etkisinden de bahsediyor.

Anadolu’da Bektaşîler’in çok olduğunu yazan seyyah, onları Şiî eğilimli inanca sahip bir tarikat

olarak görür, beyaz libas ve beyaz taç giydiklerine dikkat çeker, fakat Bektaşîler’in İslamiyet’in

bazı kurallarına uymadıklarını da ifade eder. Onun müşahede ettiğine göre, Bektaşî tarikatı

mensupları Anadolu’nun tüm bölgelerine, Rumeli’ye, Rum adalarına, Şam, Mısır, Diyar-ı Rabia,

Irak-ı Arap ve Diyarbekir vilayetlerine yayılmışlardı. Şirvânî, Osmanlı sultanlarının kendi

memleketlerinin her tarafında onların rahatlığı için gönül okşayan tekkeler yaptırdıklarını, devlet

emirlerinin ve hâkimlerinin o taife için iyi hâne-gâhlar kurduklarını ve onların yaşaması için çokca

vakıflar bağışladıklarını belirtiyor. Seyyaha göre, Bektaşîler “gayet hoşluk ve asayiş içinde ömür

sürüyorlar ve misafirlere, fakirlere ve miskinlere rahatlık bahşediyorlar”. Müellif, Bektaşîler

arasında mevcut olan bazı âdet ve inançlardan da bahsediyor (Şirvânî 1974: 259-262; Şirvânî 1348:

127-128).

Bitlis – Ahlat’tan altı fersah batıda, dağlar arasında 5 bin taş evden ibaret hoş bir şehirdır.

Dağ başında metin bir kaleye sahiptir. Şehrin içinden nehir akıyor. Her evin güzel bahçesi vardır.

6

Ahalisi Hanefî ve Şafiîler’dir. Az sayıda Ermeniler de vardır. Seyyah oranın ünlülerinden yalnız

Şeyh Ammar’ın ismini zikretmiştir (Şirvânî 1339: 111-112, Şirvânî 1348: 154).

Buldur – Seyyah oranın adınının Türkçe “bulmak” kelimesinden yarandığını yazıyor. Ona

göre, Buldur şehire benzeyen güzel bir kasabadır ve orada üç dört bin ev vardır. Burası İlâhî

nimetlerle zengin olan bir yerdir, umumen halkı cemal sahibi ve hâl ehlidir. Suyu tatlı ve havası

iyidir. Tepeler arasında vakidir ve ön tarafı açıktır. Hoş bağları ve büstanları vardır (Şirvânî 1974:

181; Şirvânî 1348: 125; Şirvânî 1315: 165).

Buldur hâkimi İbrahim Ağa, Şirvânî’nin kendi seyahatnamelerinde en çok yer verdiği

kişilerden biridir. O, memleket işlerini bilen, raiyetin hâlinden haberdar, maddî ve manevî kâmillik

ziynetiyle süslenmiş, zulüm ve cevirden uzak bir adamdı. Ulemâ ve fukara fırkalarına çok saygı

duyardı. Edebiyatı ve Arapçayı iyi bilirdi ve ta’bîr (rüyaları yorumlama) ilminde zamanın vahidiydi.

Seyyahın istedği üzerine İbrahim Ağa rüya yorumlanması konusunda onunla uzun uzun sohpetler

yapmış ve Şirvânî onun bu konuşmalarını kaleme alıp, kendi seyahatnamesine dahil etmiştir.

İbrahim Ağa’nın 75 sayfadan oluşan bu açıklamaları neredeyse bir risale teşkil edecek hacimdedir

(Şirvânî 1974: 181-256).

Süleyman Ağa bilgili bir kişiydi ve sohpeti yüreğe hoştu. Yaşı yetmişten fazla olmasına

rağmen, otuz yaşında gibi görünürdü. Bir gün seyyah ondan böyle genç görünmesinin sırrını sormuş

ve Süleyman Ağa dünyanın dert ve gam yükünü üzerinden attığı için genç göründüğünü söylemişti

(Şirvânî 1974: 256-257; Şirvânî 1348: 125-126).

Abdurrahim Efendi – “Payesi yüce olan bir âlim ve ercüment bir fazıldı. Maddî ve manevî

faziletler bakımından herkesten öne geçmişti. Zevk, vicdan, ilim ve irfanda o diyarda çok az kimse

ona beraber olabilirdi. Asrın ariflerinin ve devrin fakirlerinin ekseriyle sohpet etmişti ve onlara

muhabbet ve münasebet bayrağını ihlas semasına yükseltmişti”. Hacı Zeynel Abidin birkaç kez

onunla dinî, irfanî konularda sohpet etmiş, seyyahın sorusu üzerine Abdurrahim Efendi şeriat,

tarikat ve hakikat meselelerine dair fikirlerini açıklamıştı (Şirvânî 1974: 258-259; Şirvânî 1348:

126-127).

Bursa – “Sefası bol olan bir şehir, suyu ve havası hoş olan bir kenttir... Toprağı sevinç

getirir, zemini güzellik yetirir. Burası İstanbul’dan üç konak uzaklığındadır ve 40 bin mamur evden

ibarettir. Alçak ve yüksek zemin üzerinde kuruludur. Onun güney ve batı tarafları dağlarla

çevrilidir, kuzey ve doğu samtı açıktır. İstanbul’un fethinden önce Osmanlı hükümdarlarının

başkenti Bursa’ydı. Onlar burada sağlam imaretler, müstahkem mescitler, yürek açan hâne-gâhlar,

insanın ruhunu yükselten medreseler inşa ettirmişler, iyi binalar ve rağbet doğuran bağlar

yaptırmışlar, rahatlık veren tekkeler, sevinçle süslenmiş mekanlar tertip ettirmişler ve pakize

hamamlar kurdurmuşlar”. Seyyah Bursa’nın mahsüllerinin, serin iklimlere özgün meyvalarının çok

iyi olduğundan, orada çok sayıda çeşmelerin aktığından, güney taraftan şehire birleşik yüksek bir

7

dağın bulunduğundan, o dağda çokca çeşmelerin, yeşilliklerin, meyva ağaçlarının, çeşitli çiçeklerin

varlığından söz ediyor. Daha sonra Bursa ahalisinden bahseden müellif oranın insanlarının fakir-

perver, garip-nevaz ve güzel huylu olduklarını yazıyor. Onun hatıralarına esasen, Bursa ahalisinin

çoğunu Hanefîler teşkil etseler de, burada Hristiyanlar, Alevîler, Yahudiler, Şafiîler, az sayıda İsnâ-

Aşeriyye Şiîleri de vardı. Seyyah “kemal erbâbından, hâl ehlinden, hüsnü cemal ve cahü celal

sahiplerinden orada çok adam gördüğünü ve onlarla konuştuğunu” ifade ediyor (Şirvânî 1974: 162;

Şirvânî 1348: 123-124; Şirvânî 1315: 138).

Bunların birincisi din adamı Emin Efendi’dir. Seyyah bu zatın “güzel vasıflarla ve seçkin

ahlakla süslenmiş, insanî özelliklerle ve nefsanî faziletlerle bezenmiş” bir adam olduğuna,

“mürüvvet, fütüvvet ve muhabbette zamanın vahidi” olduğuna vurgu yapıyor, onun doksan yaşa

vardığını ve ömrünün tamamını riyazetle geçirdiğini, “inziva köşesinde kanaat bayrağını müsâbirat

(sabır) semasına yükselttiğini” yazıyor. Hacı Zeynel Abidin birkaç kez onunla konuştuğunu, bu

sohpetlerden zevk aldığını ifade eder ve seyahatnamesinde Emin Efendi’nin dinî konularda

söylediği bazı meseleleri anlatır (Şirvânî 1974: 162-179; Şirvânî 1348: 124).

Seyyahın Bursa’da tanışdığı diğer bir adam yeniçeri ağalarından Mehmed Ağa’dır. Şirvânî

onun güzel huylu ve ahlaklı bir kişi olduğunu belirtiyor. O, yeniçeri ağası olmakla beraber, ticaretle

de uğraşıyordu. Mehmed Ağa “din büyüklerinin ve derin bilgiye sahip ariflerin huzurunda

bulunmuş, dünyayı görmüş, rûzgârın sıcağını ve soğuğunu kendi üzerinde hissetmiş, çeşitli

taifelerden olan adamlarla oturup kalkmış, insanî kâmilliklerin ziynetiyle süslenmiş bir kişiydi”. O,

Şirvânî’ye çok ülfet ve iltifat göstermiştir. Sık sık bu kelamı söylüyormuş: “Ne mutlu o adamın

hâline ki, kendi ahlakını düzeltmek için çalışıyor ve kendi gözlerini diğerlerinin ayıplarını

görmekten sakındırıyor” (Şirvânî 1974: 179; Şirvânî 1348: 124).

Rakıp Paşa – “Hünkar’ın (Osmanlı Sultanının – N.M.) şanı büyük emirlerindendi.

İnsanlığına ve faziletlerine göre Kayser’in ekser vezirlerinden üstündü. Doğru düşünceye, metin

zekaya, aydın fikire sahipti”. O, bilginleri ve fazılları canü gönülden sever, onlara ikram ve ihtiram

gösterirdi. Bir defasında Rakıp Paşa, Şirvânî’den bir Kur’an-ı Kerim ayetinin manasını sormuş,

seyyah ayetin hem zahirî, hem de batınî anlamını açıklamış, cevap paşanın hoşuna gitmiş ve o,

seyyaha bunun mukabilinde üç adet eser, o sıradan meşhur tarih kitaplarından olan “Ravzatu’s-

safâ”nın yedi cildini hediye etmişti (Şirvânî 1974: 179-180; Şirvânî 1348: 124-125).

Seyyahın Bursa’da buluştuğu şair Galip Efendi “hem cemala, hem de kemala sahip bir

gençti. Amelleri güzel ve huyları beğenilendi. Kendi vaktini şiire ve şairliğe sarfederdi. Fakirlerin

sohpetine rağbeti vardı ve ariflerle aynı mecliste olmaktan hoşlanırdı. Çok sayıda Türkçe şiirler

söylemiştir. Gerçekten, o, bu dilde (Türkçe – N.M.) fikir miskabine mana incisi delmişti”. Ama,

maalesef, seyyah onun şiirlerinden hiçbir örnek sunmamıştır (Şirvânî 1974: 180).

8

Darende – “Güzel bir kasabadır. Dağlar arasında vakidir. Ama ön tarafı tamamen açıktır.

Burası Elbistan’ın kuzeyinde ve Sivas şehrinin güneyinde yer almaktadır... Yaklaşık 3 bin mamur

evden oluşuyor. Serin iklimlere ait meyva çeşitleri boldur. Orada iyi bağlar vardır ve her bağda

rağbet doğuran bir imaret bulunmaktadır. Kenarından Aksu isimli bir nehir akıyor. Gerçi ziraatı çok

değil, ama orada her ne hasıl olunuyorsa iyidir. Şehrin doğu tarafında Huda-Aferin isimli gayet

metin bir kale vardır. Darende halkı hekim huylu ve derviş üslupludur. Orada çok bilginler

görmüşüm” (Şirvânî 1974: 345; Şirvânî 1348: 243; Şirvânî 1315: 278).

O sıralarda Darende hâkimi Mustafa Bey ibn İbrahim Paşa isimli bir şahıstı. Seyyah onu

adaletli, comert ve fazıl birisi olarak hatırlıyor ve onun hükümet işlerinden zaman bularak, fazilet ve

kemal sahipleri ile sohpet ettiğini, zengin bir kütüphaneye sahip olduğunu yazıyor. Seyyah onunla

tasavvuf konusunda bir sohpet yapmıştır (Şirvânî 1974: 345-347; Şirvânî 1348: 243-247).

Şirvânî’nin Darende’de buluştuğu diğer bir ünlü şahıs Muhsin Efendi’dir. O, fazıl ve bilgin

bir adamdı, Hanefî’ydi ve kendi mezhebinin taassubunu çekerdi. Şiî olan Hacı Zeynel Abidin

Şirvânî ile aralarında mezhep tartışması olmuş ve bu konuşmaları müellif kendi eserine dahil

etmiştir (Şirvânî 1974: 347-351).

Seyyahın Darende’de iki üç ay müddetince evinde kaldığı kişi Nureddin Efendi’dir. Yazar

onu derviş huylu, iyi itikatlı birisi olarak takdim ediyor ve onun insanî faziletler ve manevî

kâmillikler bakımından diğerlerinden üstün olduğunun altını çiziyor. Son derece konuksever olan

bu adam Şirvânî’ye çok büyük bir saygıyla yaklaşmış ve evinde kaldığı sürece onun şahsî hayatına,

mezhebine vs. dair seyyahı rahatsız edebilecek hiçbir soru sormamıştır. Sonunda seyyah bunun

sebebini merak etmiş ve cevabında Nureddin Efendi şöyle demişti: “Fütüvvet ve mürüvvet

mezhebinde misafire soru sormak ve onun aziz kalbini soru yarasıyla azarlamak reva değildir. Ev

sahibinin vazifesi garipleri incitmek değildir, onlara mihmandarlık yapmaktır” (Şirvânî 1974: 351).

Denizli – Seyyah, Denizli’nin isminin Türkçe “deniz” kelimesinden kaynaklandığını, orada

su ve çeşmelerin çok olması yüzünden boyle adlandırıldığını kaydediyor, şehir halkının esas

itibariyle Hanefîler olduğunu, fakat orada az sayıda İsevîler’in de bulunduğunu, bazı etraf köylerde

Alevîler’in yaşadıklarını belirtiyor. O, iki ay boyunca kaldığı Denizli’yi şöyle anlatıyor: “Burası

şehire benzer çok iyi bir kasabadır. Gönüllere gayet hoş gelen ve rağbet doğuran bir yerdir. Suyu

boldur ve mülayimdir. Havası uygun ve serinliğe meyillidir. Orada yaklaşık 10 bin ev vardır.

İmaretleri gayet iyidir. Her evin bahçesinde bir akarsu kaynıyor ve her sokakta bir nehir akıyor.

Oranın evlerinin her birinde gönül açan bir bağ ve ruh yükselten bir büstan bulunmaktadır. Meyva o

kadar boldur ki, orada onu alıp satmak adet değildir. Gerçekten, oranın dilberleri ay şekilli,

erkekleri ise iyi huylu, garip-perver, bilgili ve derviş hasletlidirler. Ben fakir bir müddet orada

bulundum ve kültürlü şahıslarla sohpet ettim” (Şirvânî 1974: 264; Şirvânî 1348: 247-248; Şirvânî

1315: 186).

9

“Osman Bey o diyarın hâkimiydi. Adaletli bir emirdi. Zenginliğin ve servetin bolluğu,

azametin çokluğu bakımından az sayıda adam ona beraber olabilirdi”. Seyyah, Osman Bey’i

maneviyatı zengin, kalbi saf, yüreği geniş birisi olarak hatırlar ve onun bilginlere, fazıllara ve

ariflere saygı gösterdiğini belirtir. Osman Bey resmî ve edebî bilimleri öğrenmesinin yanı sıra

İslamî fırkalara ait bir çok kitabı da okumuştu. Seyyah onun Şiîliğe meylettiğini, hatta bu mezhebi

kabullendiğini yazıyor ve bununla ilgili aralarında geçen diyalogu aktarıyor (Şirvânî 1974: 264-266;

Şirvânî 1348: 248-249).

Abdurrahman Efendi – Denizli müftüsü görevinde bulunan bu zatı Hacı Zeynel Abidin

Şirvânî “fazilet alâmetli bir âlim” olarak anıyor ve onun “zihinde ve zekada, sıdkü safada her

kesden önde bulunduğunu”, “aklî ve naklî ilimleri iyi bildiğini ve hikmet bilimlerinde üstün

olduğunu” belirtiyor. Seyyah onunla insan ve onun çevresindeki canlı ve cansız âlemin özellikleri

hakkında bilimsel konularda sohpet etmiş ve müftünün açıklamalarına kendi eserlerinde yer

vermiştir (Şirvânî 1974: 266-272).

Mustafa Efendi – seyyah onu “azade ve köşenişin bir kişi”, fukaranın ve urefânın önderi

olarak değerlendiriyor, tasavvufî bir yaşam sürdüğünü ve tovhid iliminde yegane olduğunu

gösteriyor. “Sohpeti yürek açan, meclisi ruk yükselten kişiydi ve gariplere nevaziş göstermekte

müstesna birisiydi”. Zeynel Abidin onun çeşitli bilimsel konularda ve hikmet hakkında yaptığı

konuşmaları kaleme almıştır. Bu kayıtlardan biz Mustafa Efendi’nin İslamî bilimlere vakıf

olmasının yanı sıra antik Yunan felsefesinden de haberdar olduğunu görüyoruz. Mesela, o, mantık

hakkında konuşurken Eski Çağ’ın Yunan bilgini Aristotelis’in ismini zikrediyor ve onun fikirlerine

yer veriyor (Şirvânî 1974: 272-285).

Efesus – Gezgin, Efesus’un bulunduğu Kilikya bölgesinin sert dağlardan ve ağaçla dolu

ormanlardan oluştuğunu, bu bölgede Efesus’la beraber Adana, Elbistan, Darende, Tarsus vs. gibi

şehirlerin bulunduğunu ve oranın Dulkadır, Baharlu, Türkman, Kacar, Afşar gibi Türk oymaklarının

ve bazı Kürt aşiretlerinin meskeni olduğunu yazıyor. “Efesus eskiden önemli bir şehir olsa da,

sonralar tahrip olmuştur. Şimdi orada yaklaşık 500 tane ev vardır. Suyu ve havası gayet iyidir”.

Seyyah Efesus’tan bahsederken Eshâb-ı Kehf mağarasından da geniş şekilde söz etmiştir. O, Eshâb-

ı Kehf mağarasının bazı diğer yerlerde de bulunduğuna dair rivayetlerin mevcutluğunu duymuştur2,

fakat Eshâb-ı Kehf mağarasının Efesus’ta olması Rum ehlinin arasında meşhurdur. “Bu mağara

Efesus kentinin bir fersah uzaklığındadır. Osmanlı sultanları onun etrafında misafirlerin rahatlığı

için evler ve hücreler kurdurmuşlar, hâne-gâh ve medrese inşa ettirmişler, yolcuların yiyeceklerini

ve içeceklerini temin etmek için oraya çokca vakıflar bağışlamışlar, bu ziyaretgâha mütevelli ve

hizmetçiler tayin etmişler”. Seyyah Eshâb-ı Kehf’le ilgili birkaç rivayeti kendi eserine dahil etmiştir

(Şirvânî 1974: 333-345; Şirvânî 1348: 94; Şirvânî 1315: 156).

2 Bu rivayetlerden biri de Eshâb-ı Kehf mağarasının Azerbaycan’ın Nahçıvan bölgesinde bulunmasıyla ilgilidir.

10

Ekin (veya Egin) – Seyyah bu kasabanın Fırat nehri kenarında, Erzincan’dan beş konak

batıda bulunduğunu, yüksek dağlarla çevrelendiğini, orada ziraatın pek gelişmediğini, ama insan

yaşamı için normal bir yer olduğunu yazıyor. Kasaba dağınık şekilde yerleşmiş iki üç bin evden

ibarettir. Her evin bahçesi vardır. Ahalisi esas itibariyle ticaretle uğraşıyor ve marifet sahibirler. O

diyarın sakinleri Hanefî mezhebindendirler, bir kısmı ise İsevî’dirler. Orada çok sayıda varlıklı ve

zengin kişiler yaşamaktadır. Daha sonra seyyah o diyarın biri Hristiyan ve diğeri Müslüman

olmakla iki ünlü şahsiyeti hakkında bilgi veriyor3.

O, şehrin Hristiyan meşhurlarından olan Hoca Abnus’u zahirî ilimlerden ve resmî

bilimlerden haberdar bir adam gibi değerlendiriyor, fakat onun ihtiyar birisi olmasına rağmen,

yaşına uygun olmayan işlerle uğraştığını, kadınlara düşkün olduğunu belirtiyor. Bir defasında Hoca

Abnus çok sayıda güzel kadınların da bulunduğu bir meclis tertip etmiş, Hacı Zeynel Abidin’i de

oraya davet etmiş, ona bu meclisin cennet, bu kadınların ise huri ve peri olduğunu anlatmıştı. Bunun

cevabında seyyah, İslam Peygamberinin bir hedisine dayanarak, “bu dünyanın müminler için

zından, kafirler için cennet olduğunu” söylemişti.

Bölgenin Müslüman ünlülerinden Mustafa Ağa ile münasebetlerinden bahseden Şirvânî,

onunla birlikte Erzincan’dan Ekin’e kadar sefer ettiğini gösteriyor. Seyyah, Mustafa Ağa’nın bilgin

ve ahlaklı bir adam olduğunu, onunla Yunan filozoflarının ve İslam âlimlerinin eserleri esasında

insan faziletleri hakkında sohpet ettiğini yazıyor (Şirvânî 1974: 135-139; Şirvânî 1348: 74-77;

Şirvânî 1315: 108).

Elbistan – “Bundan önce muazzam bir şehirdi. Fakat zaman geçtikçe harap olmuştur. Şimdi

2 bin evden oluşan bir kasabadır. Havası soğuğa meyillidir. Suyu iyidir. Efesus şehrinin bir konak

uzaklığındadır. Bağları azdır, lakin hububatı boldur. Burası düz zemin üzerinde kurulmuştur ve

etrafı açıktır. Ama güney tarafının yakınında bir dağ bulunmaktadır. İnsanları misafirperver ve

cazibelidirler, ama umumen kötülükten de yoksun değiller. Müverrihlerin kitaplarında ismi geçen

Seyhan (Ceyhan) nehri bu diyarın yarım fersahlığından akıyor. Suyu gayet tatlı ve münasiptir. Bu

nehrin kaynağı da o vilayettedir...” (Şirvânî 1974: 345; Şirvânî 1348: 94; Şirvânî 1315: 41).

Erciş – Ahlat’tan üç konak mesafede bir kasabadır. Havası soğuk, suyu ise hoştur. Kasaba

halkı Türk olsa da, etraf köylerin ahalisi Kürttür (Şirvânî 1348: 54; Şirvânî 1315: 69).

Erzincan – Seyyah “gönül okşayan bir şehir ve ruha rahatlık veren bir kent” olarak

vasfettiği Erzincan şehrinin ovanın ortasında vaki olduğunu ve bu ovanın dört tarafının yüksek

dağlarla çevrildiğini yazıyor. Şirvânî her taraftan uzunluğu yaklaşık üç fersah olan bu ovada, şehir

etrafında güzel köylerin de olduğunu kaydediyor. Şehirde ve köylerde akarsular bulunmaktadır.

Erzincan’ın yaklaşık 10 bin evden oluştuğundan, orada taştan yapılmış bir kalenin, debdebeli

pazarların, dükkanların, seçkin kervansarayların, imtiyaz sahibi olan tekkelerin varlığından söz

3 Ekin şehrinin şimdiki ismi Kemaliye’dir (Tuğlacı 1985: 112).

11

ediyor. Tahılı ucuz, serin iklimlere özgün meyvası bol, suyu tatlı, havası güzel, toprağı sevinç

getiren, “insanları muhabbet-âmîz, umumen hüsnü cemal sahibi, muhlis, hâl ehli ve kemal

erbâbıdırlar”. Şehrin ve onun etrafındakı ovada bulunan köylerin sakinleri Hanefî

mezhebindendirler, fakat dağ köylerinin ahalisi Alevîler’dir. “Gerçekten, Erzincan cennet misalli

bir şehir ve şanı yüce olan bir medinedir”. Erzurum’dan başlayan Fırat nehri Erzincan’ın bir fersah

kenarından akıyor (Şirvânî 1974: 134-135; Şirvânî 1348: 73-74; Şirvânî 1315: 69-70).

Erzurum – “Büyük bir şehir ve eski bir kenttir. Havası soğuktur ve suyu yüreğin istediği

gibidir. Yaklaşık 15 bin mamur evden ve kusursuz imaretlerden ibarettir. Tahili boldur. Bağları o

kadar da çok değildir. Halkı Türkçe konuşan, sevecen, Hanefî mezhepli ve edeplidirler. Ahalisi

içinde Hristiyanlar da vardır, az sayıda Şiîler ve Galîlier (Alevîler – N.M.) de bulunmaktadırlar.

Orada âli mescitler, yüce hâne-gâhlar, kapalı çarşılar ve mükellef dükkanlar mevcuttur. Oranın

pazar ekmeği çok iyidir”. Seyyah Erzurum’un tarihî anıtları içinde kümbedi yıkılmış eski bir

kiliseden ve Kabe’ye benzer şekilde inşa edilmiş bir camiden bahsediyor (Şirvânî 1974: 160;

Şirvânî 1348: 93; Şirvânî 1315: 69).

Gürküp (Ürgüp) – Hacıbektaş’ın iki konaklığındadır. “Yüreğe rahatlık veren ve sevinç

getiren bir kasabadır. 2 bin evden oluşmaktadır ve bu evlerin hepsi taştan yapılmıştır. Burası dağlar

arasında vakidir. Alçak ve yüksek zemin üzerinde kurulduğu için görenlerin nazarına gayet iyi ve

güzel görünüyor”. Suyu bol, havası iyidir. Orada mülayim iklim şartlarında yetişen meyva çeşitleri

vardır. Fakat seyyah oranın armut çeşitlerinin daha seçkin olduğunu hatırlatıyor (Şirvânî 1974: 331;

Şirvânî 1348: 457-458; Şirvânî 1315: 482).

Güzelhisar – Seyyah bu şehrin her bakımdan gönül okşayan olduğu için böyle

isimlendirildiğini ve Aydın beladından olduğunu yazıyor. Aydın mülkü bir kaç belde ve kasabadan

ibarettir. O diyarın havası esas itibariyle mülayim ve uygundur. Narınç, turunç, zeytin gibi

suptropik mahsüller orada boldur. Sert iklimlerde yetişen meyvalar da sayısızdır. Şirvânî bu diyarın

şaşılacak derecede bakımlı ve mamur bir vaziyette olduğunu, her tarafında bağların, büstanların ve

ziraat alanlarının bulunduğunu, her 500 veya 1000 adımdan bir akarsuyun mevcut olduğunu haber

veriyor. Müellifi şaşırtan durumlardan biri de budur ki, o diyarın bağlarının ve büstanlarının

çevresinde duvarlar bulunmamaktadır. Güzelhisar şehri bu diyarın merkezidir ve 15 bin mamur

evden oluşmaktadır. Orada yedi ülkenin ürünlerini ve kumaşlarını bol bol bulmak mümkündür.

Halkı iyiliksever ve garip-perverdir. Devlet erbâbı ve servet eshâbı, hüsnü cemal ve hâlü kemal

sahipleri orada hadden ziyadedir (Şirvânî 1974: 329-330; Şirvânî 1348: 113,457; Şirvânî 1315:

59,508).

Şirvânî Güzelhisar ehlinden Mahmud Ağa isimli bir şahıstan bahsediyor. O, dünya görmüş,

cihanı gezmiş ve dönemin sıcağını ve soğuğunu kendi üzerinde hissetmiş, sonunda kendi evinde

oturup, rahat bir hayat sürmeğe başlamıştı. Onun Güzelhisar’da bir hamamı vardı ve onu

12

işletiyordu. Fakat o, seyyahla sohpetinde eski günlerini özlediğini ifade etmişti (Şirvânî 1974: 330-

331).

Hakkari – Küçük bir şehirdir. O bölgede sert dağlar ve ağaçla dolu ormanlar var. “O diyarın

hâkimleri Abbasiler Hanedanından olduklarını iddia ediyorlar”. Şirvânî Hakkari’de olduğu zaman

oranın hâkimi Mustafa Bey idi. Seyyah onun “bazi beğenilen özelliklere sahip olduğunu” ifade

etmiştir (Şirvânî 1348: 550).

Harput – “Şehire benzer bir kasabadır ve gönüle hoş gelen bir mekandır. Burası Amid’in üç

konaklığında ve onun kuzey tarafındadır. Bu kasabanın kuzey tarafında dağ vardır ve diğer tarafları

açıktır. Suyu lezzetli, havası münasiptir, toprağı bol meyva yetiştiriyor. Bu bölgede akarsu bol,

köyler çoktur. Orada yaklaşık 100 tane köy vardır. Köylerinin hepsine iyi bağlar ve büstanlar

bulunuyor. Harput kasabası yürek açan iki üç bin evden ibarettir ve bu kasaba bir dağın eteğinde

vakidir... O diyarın eni ve uzunu tahminen 20 fersahtır ve tamamı mamur ve gönül okşayandır”.

Ahalisi Hanefî mezheplidir. Şirvânî Harput’ta çok iyi ve gayet büyük kelemlerin yetiştirildiğine

dikkat çekiyor ve kendisinin Tebriz vezniyle 5 men (batman)4 ağırlığında olan bir kelem gördüğünü

ifade ediyor (Şirvânî 1974: 361-362; Şirvânî 1348: 216-217; Şirvânî 1315: 230).

İnegöl – İstanbul’un dört konak uzağında, ovada yerleşik bir kasabadır, etrafı genişliktir ve

güzelliklerle doludur. Bağları gönül okşuyor. İki üç bin mamur evden oluşmaktadır. Meyvası

boldur. Ahalisi rint meşreplidir. Çoğunluğu Hanefîler’dir, fakat az sayıda İsevîler ve Alevîler de

vardır (Şirvânî 1974: 145; Şirvânî 1348: 84; Şirvânî 1315: 124).

Seyyah İnegöl’ün yöneticisi olan Rıdvan Paşa’dan da söz etmiştir. O, Rıdvan Paşa’yı

“saygıdeğer bir emir” adlandırıyor ve yazıyor: “Devletinin bolluğu ve servetinin çokluğu ile

diğerlerinden üstündü. O şehriyarın aslı Horasan’dandı ve onun ecdadı Osman Bey’in (Osmanlı

Devletinin kurucusu Osman Gazi’nin – N.M.) hizmetine girmek için Rum’a gelmişlerdi. Sülalece o

diyarın (İnegöl’ün – N.M.) yönetimiyle meşgul olmuşlar. Pıdvan Paşa fakirlere nevaziş gösteren ve

zalimleri cezalandıran bir emirdi. Cahillerin ve şerefsizlerin sohpetinden sakınırdı. Makul bir ömür

sürüyordu ve hayatının tamamını hükümet işlerine adamıştı. Ariflerin sohpetine meylederdi. Devlet

yönetiminde kâmil, âlim, memur, bilgin ve erdemli bir adamdı... Günahlardan çok sakınırdı, zulüm

ve cevirden uzak durardı”. Rıdvan Paşa ibadete az zaman ayırmasına rağmen, İslam felsefesini iyi

bilirdi. O, bir defa Şirvânî ile konuşmasında İslamî açıdan 50 zahirî ve 50 batınî günahı teker teker

saymış ve onlar hakkında bilgi vermişti (Şirvânî 1974: 145-160; Şirvânî 1348: 84-93).

İsparta – “İyi bir şehir ve beğenilen bir mekandır. Düz zemin üzerinde kuruludur ve dört

tarafı açıklıktır”. Şirvânî bu şehrin 6 bin evden oluştuğuna, oranın insanlarının güzel huylu ve

Hanefî mezhepli olduğuna, ayrıca, şehirde Hristiyanlar’ın da yaşadığına dair bilgi vermiş, İsparta’da

4 1 Tebriz meni yaklaşık 3 kiloya beraberdir.

13

iyi meyva bağlarının bulunduğuna dikkat çekmiştir (Şirvânî 1974: 160; Şirvânî 1348: 94; Şirvânî

1315: 73).

İzmir – Şirvânî seyahantamelerinde “Ak Deniz kenarında yerleşen büyük bir liman ve geniş

bir şehir” diye yer alır. “Frenk samtına doğru bulunduğu için oranın ahalisinin çoğunluğu

İsevîler’dir. Bu yüzden Rum ehli oraya “Gavur İzmir” diyor. Orada tahminen 20 bin ev vardır.

Devlet erbâbının ve ticaret eshâbının meskenidir. Gerçekten mamur bir limandır. Burada yedi

ülkenin ürünlerini bulabilirsiniz. Özellikle de Mısır, Şam, Rum, Frenk, Magrip-zemin ve Cezair

ürünleri bir hayli boldur. O diyarın devlet ve servetinin çokluğunu, ürünlerinin bolluğunu

konuşmakla ve yazmakla tam olarak anlatmak mümkün değildir”. Şirvânî İzmir’in zenginliklerini

anlatmak için bir hikayeye yer veriyor. Bir keresinde seyyah, tanışdığı İzmir zenginlerinden birine

“bu diyarda devlet ve servet sahibi olan kaç kişi vardır?” diye sormuş, bunun cevabında İzmirli

şahıs “eğer sen varlıklı adamların sayını değil de, müflis ve fakir olan kaç kişi vardır? – diye

sorsaydın, o zaman belki cevap daha kolay olurdu” söylemişti (Şirvânî 1974: 160-161; Şirvânî

1348: 93-94; Şirvânî 1315: 72).

İznikmid – “Büyük bir liman ve eski bir şehirdir. Küstentiniyye’nin iki konaklığında

bulunmaktadır”. 12 bin evden oluşan şehir yükseklikte vakidir. Orada çok sayıda servi ağaçları,

diğer meyva veren, gölge salan ağaçlar da vardır. Ormanı ağaçla zengindir. Misafirleri çok olur.

Meyvası orta kalitede, kestanesi ise çok mumtaz ve müstesnadır. Sakinlerinin çoğunluğu

Hanefîler’dir, az miktarda İsevîler de vardır. Yaşamları kafidir. Kahvehaneleri beğenilendir. Burası

devlet erbâbının ve servet eshâbının meskenidir (Şirvânî 1974: 144; Şirvânî 1348: 83-84; Şirvânî

1315: 72).

Karahisar-ı Afyon – seyyah Anadolu’da Karahisar isimli iki şehrin olduğunu ve ilk olarak

Karahisar-ı Afyon’dan bahsedeceğini yazıyor. Bu Karahisar’da bol bol afyon üretildiği için şehrin

böyle isimlendirildiğini ve oranın “gönül okşayan bir şehir ve seçkin bir vilayet” olduğunu

belirtiyor. Şirvânî bu beldenin suyu, havası ve insanları hakkında hoş sözler kaleme almıştır. Onun

anlatımına göre, şehrin batı tarafında dağ var, diğer tarafları ise açıktır ve etrafında bağlar

bulunuyor. Seyyahın geldiği sıralarda orada her şey bolmuş. “Oranın halkı umumen güzellik

sermayesinden behrelidirler, fütüvvet ve mürüvvet meydanında başı yücedirler. Ekseri Hanefî

mezhepli olup, edepli bir toplulukturlar. Orada İsevî milletinden olanlar ve Galîler (Alevîler –

N.M.) de vardır. Oranın ahalisi muhabbetten yoksun değildir” (Şirvânî 1974: 322-323; Şirvânî

1348: 399; Şirvânî 1315: 425).

Hacı Ahmed Ağa Karahisar-ı Afyon hâkimiydi. Seyyah onu “merdane bir emir ve bilgin bir

büyük” olarak hatırlıyor ve onun “yiğitlikte ve sebatta tek olduğunu” belirtiyor. Serveti bol,

cevahiratı sayısız kadardı. Anadolu’da büyük ihtiram sahibiydi. Mevlânâ Celâleddin-i Rumî’nin

soyundandı. Memleket işleriyle çok ugraşmasına rağmen, marifet ehliyle sohpet etmeğe vakit

14

buluyor ve onlara saygı gösteriyordu. O, Şirvânî’yi 11 ay boyunca yanında misafir bulundurmuş,

ona iyi bakmış ve veziri İbrahim Ağa ile onun oğlu Abdullah Ağa’yı seyyaha mihmandar tayin

etmişti. Bazı kimseler Zeynel Abidin’i emirin gözünden düşürmek isteseler de, buna muvaffak

olamamışlardı. Hacı Ahmed Ağa seyyahın orada bulunduğu sıralarda, Hicrî 1226 / Milâdî 1811

yılında vefat etmiştir (Şirvânî 1974: 323-326; Şirvânî 1348: 399).

Diğer bir Afyon sakini Hacı Ahmed Efendi “seyyah bir kişiydi ve bilgi denizinde yüzgeçti”.

Rum, Şam, Mısır, Arap vilayetlerini gezmiş, bir çok âlimler, arifler ve hekimlerle buluşmuş,

muhtelif mezhep sahiplerini görmüş, onların sohpetini dinlemiş ve sonunda bir halvet köşesine

çekilip oturmuştu. Seyyahın isteği üzerine Hacı Ahmed Efendi nasihat tarzında bir konuşma yapmış

ve seyyah onun sözlerini seyahatnameye dahil etmiştir (Şirvânî 1974: 324-326). Daha sonra seyyah,

İbrahim Ağa’nın oğlu Abdullah Ağa’nın cemalinden ve kemalinden söz ediyor (Şirvânî 1974: 327-

329; Şirvânî 1348: 400-401).

Karahisar-ı Zac – Çokca zac (demir sülfat) madenleri bulunduğu için böyle

isimlendirilmiştir. Sivas’ın üç konak doğusundadır. Yüksek bir tepenin üzerinde vakidir ve etrafı

açıktır. Suyunun hazmı kolay, havası ilkbahar aylarında çok güzeldir. Her taraftan bakıldığında

şehrin etrafında, yaklaşık bir fersah uzakta yüce dağlar bulunuyor. Şehirde 2 bin ev vardır. Ahalisi

Türktür. Serin iklimlere özgün meyvası ve tahılı iyidir. Seyyah iki üç gün burada kalmıştır (Şirvânî

1974: 329; Şirvânî 1348: 401; Şirvânî 1315: 427).

Kars – Azerbaycan’dan Erzurum’a giden yolun üzerindedir. Ahalisi mürüvvetli, fütüvvetli

ve misafirperverdir (Şirvânî 1348: 378).

Kayseri – Rum’un meşhur şehirlerinden biridir. Erciyes (Ercasp) dağının eteğinde

bulunmaktadır ve şehrin diğer üç tarafı açıktır. Selçuklu Alâuddin Keykubad burada üzerine

mermer taşları çekilmiş olan sağlam imaretler inşa ettirmiştir. “Suyunun hazmı kolaydır, havası

uğurludur, toprağı insanın içine ferahlık veriyor. Oranın insanları gönüle hoştur. Türktürler.

Çoğunluğu Hanefî mezheplidir. Az sayıda İsevî meşrebinden ve Musevî milletinden de adamlar

vardır. Galîler’in (Alevîler’in – N.M.) sayısı gayet azdır. 15 bin mamur evden oluşmaktadır”.

Şirvânî Kayseri’de meyva çeşitlerinin bol olduğunu, o diyarda büstanların çok bulunduğunu

yazıyor. Onun sözlerine göre, Kayseri’de Hz. Ali Aleyhisselam’ın oğlu Muhammed Hanife’ye

mensup bir makam vakidir. Daha sonra müellif, “Mucemu’l-buldân” isimli esere isnat ederek, Eski

Çağ’ın Yunan bilgini Belinas Hekim’in kayser için Kayseri’de bir çırakla ısınan hamam yaptırdığını

yazıyor. O, Kayseri’den Şeyh Davud ve Siraceddin gibi bilgin şahısların çıktığını kaydediyor

(Şirvânî 1974: 322; Şirvânî 1348: 398-399; Şirvânî 1315: 453). Ama seyyahın ahali sayısında yine

abartıya yol verdiğinin şahidi oluyoruz. 1831 yılına dair müfredat defteri Kayseri şehrinin tahmini

nüfusunun 26250 kişi olduğunu gösteriyor (Keskin 2000: X). Böylece, Kayseri nüfusunu 15 bin

hane, yani yaklaşık 75 bin kişi olarak göteren Şirvânî şehir ahalisinin sayısını üç kat şişirmiştir.

15

Kemah – “İyi bir kasaba ve rağbet doğuran bir mekandır. Yüksek dağlar arasında vakidir ve

kuzey tarafı azacık açıktır. Fırat nehri bu kasabanın yanından akıyor. Güney tarafında büyük dağlar

vardır, orada çokca ağaçlar bulunmaktadır ve yolları korku ile dolu ve ürkütücüdür. Bu dağlarda

Ali-Allahî taifesi yaşıyor ve onlar orada emniyettedirler. Yetmiş yıldır ki onlar Hünkar’a itaat

etmiyorlar, başkaldırı ve isyanla vakitlerini geçiriyorlar. Kemah şehri eskiden muazzam bir yerdi.

Fakat zaman ileriledikçe tahrip olmuştur. Şimdi orada yaklaşık 1500 tane ev vardır. Suyu ve havası

iyidir. Şehir ahalisi Hanefî mezheplidir, hoş meşrepli bir fırka ve edepli bir toplulukturlar. O diyarın

hâkimi âdil, comert, misafirperverdi ve insanlık şivesinde mümtazdı” (Şirvânî 1974: 331-332;

Şirvânî 1348: 458; Şirvânî 1315: 469).

Konya – Karaman vilayetinde bulunmaktadır, büyük ve eski bir şehirdir, güzel bir yerdir.

Suyu mülayim, havası serinliğe maildir, toprağı iyidir. “Eskiden gayet büyüktü ve başkentti... Şimdi

orada yaklaşık 15 bin tane ev vardır”5. Seyyah Konya’da çok iyi meyva çeşitlerinin bulunduğuna

tanıklık ediyor. O, şehrin düz zemin üzerinde yerleştiğini, dört tarafının açık olduğunu, fakat onun

batı tarafında, şehirden bir fersah uzaklıkta bir dağın bulunduğunu yazıyor. Seyyahın belirttiğine

göre, Selçuklu Sultan Kılıç Arslan orada sağlam bir taş kale yaptırmış ve bu kalede kendisinin

yaşaması için büyük bir eyvan inşa ettirmiştir. Onun bu işlerini sonralar Sultan Alâuddin Keykubad

devam ettirmiş, kalenin onarımını tamamlamış, kale duvarlarının uzunluğunu 10 bin adıma

ulaştırmış, kale etrafında derin hendek kazdırmış, iyi imaretler yaptırmış ve kale istihkamını

güçlendirmiştir. Seyyah o diyarda çok sayıda yüksek camiler, yüce medreseler, iyi hâne-gâhlar,

rağbetli imaretler gördüğünü ifade ediyor. Şirvânî, Konya şehrinin güneybatı samtında, şehirden

yarım fersah uzaklıkta güzel bağlardan oluşan Meram isimli bir bölgenin bulunduğunu ve onun

çevresinin beş fersah uzandığını yazıyor. Seyyahın belirttiğine göre, bu yerden İsfahan’dan akan

Zayende-rud nehri kadar büyük bir nehir akmaktadır. Oradaki bağların her birinde gönül okşayan ev

bulunmaktadır. O diyarın ahalisi altı ay boyunca (sıcak aylarda) orada gönül hoşluğu ile yaşıyorlar

ve daha sonra diğer altı ayda (soğuk aylarda) ise şehirde kalıyorlar. “Oranın halkı zihin ve zeka

sahibidirler, sıdkü sefa efendisidirler. Hepsi sevecen, Türkçe konuşan, misafirperver, fakir dostu ve

vefakâr dervişlerdir. Öyle ki, oradaki evlerin 6 bini Mevlevî dervişlere ve 6 bini Bektaşî yeniçerilere

aittir. Azametli bir kavim ve bilim öğrenmeye çaba sarfeden bir toplulukturlar, şevket, maiyet,

devlet ve servet sahibi, nimet, miknet, mürüvvet ve fütuvvet efendisidirler”.

Konya’nın tarihine göz atan seyyah, Selcuklu Hanedanının bir kolunun 260 yıl boyunca

gayet câhü celal ile Konya’da hüküm sürdüğünü, bu şehrin onların başkenti olduğunu ve

Selcuklular’ın Konya’yı sadece bir siyasî merkeze değil, aynı zamanda bir kültür ve bilim

başkentine dönüştürdüklerini, âlimlere, hekimlere, ariflere, akillere son derece saygı gösterdiklerini

5 Eğer her evde ortalama 5 kişinin bulunduğunu varsayarsak, o zaman seyyahın iddiasına göre, XIX. yüzyılın ilk

çeyreğinde Konya şehir nüfusunun 75 bin olduğunu tahmin edebiliriz. Oysa ki 1838 yılına ait veriler adı geçen şehirde

toplam 30 bin insanın yaşadığını gösteriyor (Tuğlacı 1985: 218).

16

ifade ediyor. O, Alâuddin Keykubad zamanında Konya’da yaşayıp yaratmış bilginlerden bazılarının

isimlerini zikrediyor ve onların toplam sayısının 70’e vardığını belirtiyor. Seyyaha göre, İlhanlı

hükümdarı Muhammed Hudabende (Ulcaytu Han) ve babası Gazan Han zamanındaki Sultaniyye

istisna olmakla, aynı zamanda ve aynı mekanda bu kadar çok sayıda ünlü bilginin toplanmasına dair

başka bir örnek bulunmamaktadır. Şirvânî, Konya’nın “Darü’l-Marifet”, “Darü’l-İrşad” ve “Darü’l-

Müvahhidin” diye tanımlandığını ve bu ifadelerin Konya’ya gerçekten yakıştığını yazıyor (Şirvânî

1974: 301-303; Şirvânî 1348: 393-394; Şirvânî 1315: 444).

“Konya diyarından çok sayıda büyük insanlar zuhur etmişler ve orada sayısız miktarda

bilginler yaşamışlar. Eğer onların hepsini zikretmeye başlarsak, her ne kadar büyük bir defter ve

muazzam bir kitap olsa da, onlardan sadece birkaçının ehvalinin yazılmasına yetebilir”. Seyyah,

kendi eserlerinin Konya’dan bahseden kısımlarında Karaman vilayeti arazisinde doğmuş eski

Yunan bilginlerinden söz ediyor, Eflatun’un (Platon’un) mezarının Karaman vilayetinde

bulunduğunu, zaman halkının ziyaret mekanı olduğunu ve onun mezarı üzerinde âli bir kümbedin

mevcut olduğunu belirtiyor (Şirvânî 1974: 303-308).

Müellif, Konya ve civarından çıkmış Yunan bilginleri hakkında hikayetini bitirdikten sonra

tarihen bu diyarda yaşamış Türk Müslüman bilginlere dair malumat veriyor. Şeyh Bahauddin b.

Muhammed Hüseyin b. Ahmed-i Hatib, onun oğlu Mevlânâ Celâleddin-i Rumî, onun oğlu Mevlânâ

Bahauddin b. Mevlânâ Celâleddin Muhammed ve Celâleddin-i Rumî’nin müridlerinden İbn Ahi

Türk (Ahi Türk’ün oğlu) adıyla tanınan Şeyh Hüsameddin Çelebi’nin, Şeyh Salaheddin-i Zerkub’un

hayat ve faaliyetlerine göz atıyor. Seyyah, Şeyh Bahauddin’den söz ederken şöyle yazıyor: “Bu

saygıdeğer zatın feyiz alametli mezarı o diyarda gayet meşhurdur, zaman ehlinin ve marifetli

kişilerin ziyaretgâhıdır”. Şirvânî, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî’nin Konya’daki türbesini böyle

hatırlıyor: “Bu saygıdeğer zatın Konya vilayetindeki mezarı ve hâne-gâhı güneş gibi meşhurdur”.

Mevlevî tarikatından bahseden seyyah, bu fırkanın Anadolu, Şam, Mısır, Arap, Rumeli, Kırım

vilayetlerinde, Rum adalarında mevcut olduğunu, ahalinin her tabakası arasında yaygınlaştıgını

yazıyor, Mevlevîler’in giysileri, ritüelleri, tarikata kabul olunma şartları hakkında kısa bilgi veriyor

ve Osmanlı sultanlarının Mevlevîler’e çok büyük ihtiram gösterdiklerini, hatta bir Mevlevî tarikatı

üyesinin cinayet işlediği takdirde ona yönetim tarafından ceza verilmediğini ve onun işinin Mevlevî

şeyhlerine havale olunduğunu belirtiyor (Şirvânî 1974: 313-320; Şirvânî 1348: 397-398)6.

Konya hakkında anlatımının sonunda seyyah, Şeyh Sadreddin-i Konyevî’nin faaliyetinden

söz ediyor (Şirvânî 1974: 320-322). İlginçtir ki, seyyah Konya’dan bahsederken kendi zamanında

değil, eski dönemlerde yaşamış bilginler hakkında malumat vermeği karara almıştır.

6 Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin hayatı ve faaliyeti ile ilgilenen Hacı Zeynel Abidin Şirvânî onun hakkında değerli bir

makale yazmış ve bu makale Mevlânâ’nın “Mesnevî”sinin Hicrî 1263 / Milâdî 1847 yılında Hindistan’ın Bombay

şehrinde yayımlanmış neşrine mukaddime olarak dahil edilmiştir (Kuliyev 1964: 161-164).

17

Kütahya – “Büyük bir şehirdir. İstanbul’un yedi konaklığında vakidir. Batı tarafında dağ

vardır. Diğer tarafları açıktır. Uzununa gelişmiştir”. Seyyah Kütahya’da yaklaşık 10 bin tane ev

bulunduğunu, meyvasının ve hububatının iyi, suyunun ve havasının gayet tatlı ve serin olduğunu

yazıyor. Ahalisinin çoğunluğu Hanefî’dir, fakat İsevîler de vardır. Buranın hâkimi olan Ahmed Ağa

fakirlere ve zayıflara şefkat ve merhamet gösterirdi (Şirvânî 1974: 329; Şirvânî 1348: 456-457;

Şirvânî 1315: 470).

Maden – Malatya’dan üç konak mesafededir. “Fırat nehri üzerinde vakidir. Onun üç

tarafında dağlar vardır ve batı tarafı tamamen açıktır. Orada gümüş madeni bulunuyor, her yıl

oradan çokca gümüş çıkarılıyor ve burası bu maden yüzünden bayındırlı ve mamur bir yere

dönüşmüştür. Bu nedenle de Maden diye isimlendirilmiştir. Suyu iyi, havası beğenilendir. Bağları

azdır, ama toprağı gönül açandır. Orada iki üç bin ev bulunuyor... Ahalisi insanlıktan yoksun

değildir. Umumen misafirperverdirler. Çoğunluğu Hanefî mezheplidirler ve az kısmı İsevî

milletindendirler” (Şirvânî 1974: 362; Şirvânî 1348: 517-518; Şirvânî 1315: 564).

Malatya – Havası mülayim, suyu salimdir. Zengin bağları vardır. Fırat kenarında, nehrin

batısında bulunmaktadır. Seyyah Malatya şehrinde olmamış, onun yanından geçip gitmiştir (Şirvânî

1348: 517; Şirvânî 1315: 567).

Maraş – Seyyah bu yerin isminin “yüksek uçan güvercin” anlamında olduğunu belirtiyor7.

Büyük bir dağın eteğinde yapılmıştır. 6 bin evden oluşuyor. Her evin birer güzel bahçesi vardır. Her

tarafı yeşillik ve gül-zârdır. Seyyah gezdiği yerler arasında ilkbaharı geçirmek için Keşmir’den

sonra en iyi mekanın Maraş olduğunu yazıyor. Daha sonra Maraş’ta hüküm sürmüş

Dulkadaroğulları Hanedanı hakkında kısa bilgi veriyor (Şirvânî 1974: 646-647; Şirvânî 1348: 515-

516).

Şirvânî Maraş hâkimi Kalender Paşa’yı adaletli, şecaatli ve comert bir adam olarak

vasıflandırmış, onun her taifeye iyi davrandığını belirtmiş, paşayla nücûm ilmi hakkında yaptığı

geniş sohpetleri kendi eserine dahil etmiştir (Şirvânî 1974: 647-671; Şirvânî 1348: 516). Daha sonra

gezgin, Maraş’ta buluşup konuşduğu irfan ehlinden Muhammed Efendi ve Mahmud Efendi isimli iki

şahıstan ve onlarla yaptığı konuşmalardan söz etmiştir (Şirvânî 1974: 671-695; Şirvânî 1348: 516-

517).

Muşabad – Bitlis’in 6 fersah uzağında, dağlar arasında bulunan ve bin evden oluşan şirin

bir kasabadır. Doğu tarafı açıktır, ama batı samtında çok yüksek bir dağ vardır. Suyu çok tatlı,

havası gayet serindir. Güzel yeşillikleri ve çayırlıkları bulunmaktadır. Ahalisi Türkler ve

Kürtler’dir. Hanefî mezhebine bağlıdırlar. Seyyah orada Murad Paşa ile buluşmuştur (Şirvânî 1339:

112; Şirvânî 1348: 518).

7 Maraş isminin diğer anlamları da vardır. Konumuz dışında olduğu için burada bu meseleye yer veremiyoruz.

18

Sivas – “Muazzam bir şehir ve büyük bir vilayettir”. Düz zemin üzerinde yerleşiyor, dört

tarafı açıklıktır. Orada 12 bin ev vardır ve imaretleri gayet güzeldir. Suyu mülayim ve havası

serinliğe meyillidir. Sultan Alâuddin Keykubad tarafından Sivas’ta taştan istihkam yapılmıştır.

“Orada devlet erbâbı ve servet eshâbı çoktur ve ekser hububat ucuzdur”. Fakat havasının soğuk

olması yüzünden bağ ve büstanları azdır. Seyyah o diyarda yürek açan çarşılar, mal ile dolu

dükkanlar, metin camiler, zerrin medreseler, latif hâne-gâhlar, sevinç bahşeden kasırlar, ay yüzlü

dilberler, marifetli büyükler, halvette oturan arifler, temkinli gençler gördüğünü hatırlatır. Daha

sonra müellif Sivas’ın tarihine bir göz atıyor ve bu şehrin Danişmendiyye meliklerinin başkenti

olduğuna dikkat çekiyor (Şirvânî 1974: 285-286; Şirvânî 1348: 272; Şirvânî 1315: 313).

Seyyah Sivas’ta gördüğü bazı insanlardan söz eder. Bunlardan birincisi Hanefî mezhebinden

olan din adamı Hasan Efendi’dir. Şirvânî onun alimliğini, faziletini, konuşma yeteneğini

methediyor, fakat mezhep taassubu konusunda çok ifrata vardığını ve Ehl-i Şia’ya daima itiraz

ettiğini ve onları kötülediğini yazıyor. Kendisi Nimetullahiyye tarikatına bağlı bir Şiî olan seyyah

onunla bu konuda tartışmıştır (Şirvânî 1974: 286-295).

Seyyahın Sivas’ta muhatap olduğu diğer bir din adamı Şemseddin Efendi’dir. sûfî tarzında

yaşayan bir adamdı. “Şeriat, tarikat, marifet ve hakikat merasiminde az kimse ona beraber

olabilirdi”. O, Şirvânî’ye bir hayli lütuf ve inayet göstermişti. O, seyyaha vahiy, ilham, keşif ve

feraset kavramlarının manası hakkında felsefî sorular sormuş, Şirvânî bu soruyu geniş bir biçimde

cevaplamış ve bu mükalimeyi eserine dahil etmiştir (Şirvânî 1974: 295-298; Şirvânî 1348: 272).

Hacı Zeynel Abidin Sivas hâkimi Mehmed Paşa ile de buluşma ve konuşma fırsatı

bulmuştu. O, Mehmed Paşa’yı şöyle hatırlıyor: “Zeyrek bir emir ve müdrik bir hâkimdi. Adalette,

doğrulukta, rüştte ve hakikat-perestlikte eşi ve beraberi yoktu. Manevî kâmillikler ve insanî

faziletlerle süslenmiş, kötü sıfatlardan ve rezil huylardan arınmıştı. Hükümet ve eyalet işleriyle

meşgul olmasına rağmen, ulemâ ve urefâ ile sohpet konuşmaya gönülden talip ve candan

hevesliydi. Her gece gündüz dört saat müddetince meclis kurup, bilginler ve arifler fırkasıla sohpet

ederdi. Onun iyi görünüşlü nedimleri ve marifetli müsahipleri vardı. Hâl erbâbına ve kemal

eshâbına daim gereğince saygı ve sevgi gösterirdi”. Şirvânî de Sivas’ta olduğu zaman onun

meclislerine katılmıştı. Mehmed Paşa dinî ve tasavvufî konularda seyyaha sorular sormuş ve

cevaplar almıştı (Şirvânî 1974: 298-301; Şirvânî 1348: 272).

Tokat – Şirvânî seyahatnamelerinde “ferahlık bahşeden bir şehir” olarak tarif edilir, dağlar

arasında yerleştiği, imaretlerinin alçak ve yüksek zemin üzerinde inşa edildiği, görünümünün hoş ve

kuzey tarafının tamamen açık olduğu gösterilir. “Ahalisinin çoğu Hanefî mezheplidir, az sayıda

İsevîler de vardır. Ayrıca, bazı köylerin ahalisi Ali-Allahîler’dir (Alevîler’dir – N.M.). Ahalisinin

hepsi Türkçe konuşan, merhametli ve sevecendirler, mürüvvet ve fütüvvet merasiminde zaman

ehlinden öndedirler”. Seyyaha göre, o zamanlar Tokat şehrinde 20 bin mamur ev varmış. “Meyvası

19

ve hububatı çoktur. Orada iyi bağlar ve cennete benzer büstanlar mevcuttur”. Şirvânî Tokat’ın “ay

suratlı ve güneş yüzlü dilberlerin meskeni olduğunu” yazıyor. Orada iyi mescitler, görkemli

imaretler ve güzel üsluplu hâne-gâhlar bulunuyor. O diyarın gerek devlet ve servet sahibi olan

adamları, gerekse de fakirlik ve fena erbâbı olan kimseleri mümtaz ve müstesnadırlar (Şirvânî 1974:

262; Şirvânî 1348: 171-172; Şirvânî 1315: 193). Şirvânî’den önce, XVIII. yüzyılın sonlarında

Tokat’ı ziyaret etmiş İncicyan orada 13200 Türk, 2500 Ermeni ve 300 Rum (Yunan) hanesi olmak

üzere toplam 16 bin hanenin olduğunu belirtiyor. Ama araştırmacılar bu rakamın abartılı olduğunu

düşünüyorlar (Beşirli 2005: 296)8.

Trabzon – Anadolu’nun Canik bölgesinde, Kara Deniz kıyısında 10 bin evden ibaret büyük

bir şehirdir. Dağlar ve ormanlar arasında vakidir. Havası mülayim ve suyu salimdir. Toprağı

rütubetlidir. Ahalisinin ekseriyeti Hanefî Müslümanlar’dır, bir kısmı ise Hristiyanlar’dır. Hepsi

Türkçe konuşuyorlar ve misafirperverdirler. Orada çok iyi keten üretiliyor ve ihraç ediliyor.

Trabzon’un findiği bol ve mümtazdır (Şirvânî 1348: 318).

Urfa – Zengin bağları vardır ve havası iyidir. Ahalisinin ekseri Hanefî olup, çok

misafirperverdirler. “Diyorlar ki, Nemrud-ı Merdud Hz. İbrahim’i bu şehirde ateşe atmış ve Yüce

Tanrı o hazreti ateşin zararından korumuştur. Şimdi orada bir çeşme mevcuttur. Bu çeşmenin

Allahü-Teâlâ’nın o zaman o ateşin içinden fışkırttığı çeşme olduğunu söylüyorlar” (Şirvânî 1348:

112; Şirvânî 1315: 123).

Üsküdar – Seyyah Üsküdar’ı İstanbul’un bir bölgesi olarak görüyor ve seyahatnamelerinin

İstanbul’u konu alan kısımlarında Üsküdar’a da yer veriyor. Fakat aynı zamanda Üsküdar’ın coğrafî

açıdan Anadolu’ya ait olduğunu ve onunla İstanbul’un esas kısmı arasına bir boğazın girdiğini göz

önünde bulundurarak, Anadolu şehirleri sırasında da Üsküdar’dan ayrıca olarak bahsediyor. Şirvânî

“Riyazu’s-seyahat”te yazıyor: “Üsküdar Küstentiniyye’nin bir parçasıdır. Fakat onunla

Küstentiniyye arasında deniz bulunduğu ve Anadolu samtında vaki olduğu için haber beladının

denizcileri ve seyir ülkesinin mühendisleri Üsküdar’ı Anadolu vilayetine ait ediyorlar. Burası hayli

azametli bir liman ve çok geniş bir şehirdir. O, yüksek ve alçak zemin üzerinde yapılmıştır. Onun

kuzey ve batı tarafı açıktır. Havası mülayimdir, rutubete ve serinliğe meyillidir... Orada yaklaşık 40

bin gönül okşayan ev bulunmaktadır. Oranın yiyecekleri, içecekleri ve giyecekleri çok iyidir. O

şehirde yokluk yoktur. Hatırladığım kadarıyla firavanlığın kemali içindedir. Orada devlet, servet ve

zenginlik çok boldur ve o şehirde zahmet, mühnet ve nikpet çok azdır. Ben o diyarda ardıç, çam,

servi ve çınar ağaçlarını çok görmüşüm. Bu şehirde uzunluğu bir fersah, eni yarım fersah olan bir

mezarlık vardır. Oradaki her bir mezarın yanıbaşında bir serv ağacı bitmiş ve başını feleklere doğru

8 Şirvânî 1810’lu yıllarda şehir ahalisinin 20 bin hane, yani 100 bin kişi olduğunu iddia ederken, 1838’de Tokat’ta

olmuş Moltke burada 30-40 bin insanın yaşadığını belirtmiştir. XIX. asrın ilk yarısına ait muhtelif yabancı kaynaklarda

Tokat’ın ahalisi 20 bin, 40 bin, 50 bin, 60 bin, ve hatta 92500 kişi gösterilmiştir. Ama 1834 yılına ait resmî bir belgede

Tokat ve nahiyelerinin erkek nüfusunun 14090 olduğu kaydedilimiştir (Beşirli 2005: 298). Her halde Şirvânî’nin

önerdiği rakamın gerçek nüfus sayısından hayli çok olduğunu söyleyebiliriz.

20

yükseltmiştir. Mezarlar üzerinde nergis çiçekleri açmıştır. Hakikaten de ben böyle seyranlık olan bir

yer görmemişimdir. Üsküdar’ın güzellikleri çoktur” (Şirvânî 1974: 161).

Seyyahın burada hakkında bahsettiği mezarlık Üsküdar’daki Karaca Ahmed mezarlığı

olmalıdır. Şirvânî İstanbul’da 200 bin evin bulunduğunu ve bunların 40 bininin Üsküdar’da

yerleştiğini yazıyor (Şirvânî 1974: 366-367; Şirvânî 1348: 387). Bu bilgiden yola çıkarak, XIX.

asrın ilk çeyreğinde İstanbıul ahalisinin tahminen beşte bir kısmının Üsküdar’da yaşadığını

söyleyebiliriz (bkz.: Musalı 2009b: 39).

Van – “Cennet misalli bir şehirdir. Göl kenarında vakidir. Dört tarafı açıklıktır. Dördüncü

iklime aittir. Oranın kalesi çöl ortasındaki bir dağdadır. Onun etrafı bihişt gibidir. Bu dağın çevresi

altı bin adımdır. Dağın başında çok sağlam bir kale inşa edilmiştir. Onun çevresine dayanıklı bir

hisar yapmışlar ve o duvarın uzunluğu sekiz bin adımdır. Duvarın etrafinda geniş ve derin bir

hendek kazımışlar. Hisarın içinde büyük bir çeşme var. Onun suyu o hisarın tüm imaretlerine

akıyor. Hisar dahilinde yaklaşık 1000 tane mamur ev ve 200 tane yüksek temelli saray

bulunmaktadır. Bu kale o diyarın yöneticilerinin hükümet mekanıdır. Hisar dışında şehir bir mil

kadar, belki daha fazla mesafede uzanıyor. Hisar dışındaki şehirde 5 bin mamur ev vardır. Her evin

revan suyu ve cennet bağları gibi bahçesi vardır. Suyu kolay hazmedilen, havası uygun, toprağı

sevinç getiren, zemini güzellik bahşedendir. İnsanları iyi huyludurlar ve derviş gibi itikatlıdırlar.

Umumen Allah’ı seven, hüsnü cemal sahibi olan insanlardır... Oranın serin iklimlere özgün meyva

çeşitleri iyidir, özellikle de armudu, elması ve zerdalisi mümtazdır ve gayet boldur. O şehirde her

silsileden olan 200 hane derviş ve münzevî yaşamaktadır. İnsanlarının ekseri Hanefî mezheplidir,

diğerleri Hristiyan’dır ve çok az kısmı İmamiyye Şiîleri’dir. Şehir etrafındaki bölgede çok sayıda

Yezidî Kürtleri de yaşamaktalar”.

Şirvânî Van’a geldiği zaman oranın hâkimi Derviş Paşa idi9. O, 12 yıl vardı ki, bu görevi

üstlenmişti. Âdil bir insandı ve bilginlere çok ihtiram ederdi. Müellifin belirttiğine göre, Van’ın

idaresi görevi Derviş Paşa’nın atalarına verileli yetmiş yıl olmuştu ve onlar bu süre içinde

nesilbenesil o diyarı yönetmişler.

Seyyah Van’da üç ay boyunca Derviş Paşa’nın amcası oğlu İshak Efendi’nin evinde

kalmıştı. O, şefketli, mürüvvetli ve comert bir emirdi. Fakirlere yardım ederdi. Kendisi

Nakşibendiyye tarikatına bağlıydı ve Şirvânî’ye çok misafirperverlik göstermişti. Derviş Paşa’nın

diğer bir amcası oğlu da Esad Bey’di. Seyyah onunla aralarındaki felsefi konuşmalara eserinde yer

vermiştir (Şirvânî 1339: 112-115; Şirvânî 1348: 562-564; Şirvânî: 597).

Yozgat – Yeni bir şehirdir. Eskiden sadece bir köydü. Cebbaroğlu (Çapanoğlu – N.M.)

isimli bir şahıs tarafından genişletilerek şehire dönüştürülmüştür. Şimdi büyük bir şehir ve ulu bir

9 Derviş Mehmed Paşa bir bilgiye göre, 1804-1818 yıllarında 14 yıl Van’da valilik yapmış, diğer bir malumata göre ise

1812-1819 yılları arasında aralıksız olarak 7 yıl süresince Van eyaletini idare etmiştir (bkz.: İnbaşı 2006: 202,204).

21

mekandır. Orada tahminen 10 bin ev vardır. Havası soğuk, suyu iyidir. Orada servet sahibi olan çok

adam vardır. Ahalisinin ekseri Hanefîler olsa da, orada İsevîler ve Alevîler de yaşıyorlar. Yozgat

şehri bulunduğu nahiyenin merkezidir.

Ebülfeth Bey ibn Cebbaroğlu o diyarın hâkimiydi. Seyyah onu adaletli bir emir olarak

hatırlıyor. Onun hizmetçileri çok, serveti bol ve memleketi genişti. 80 bin haneden oluşan bir

oymağın reisi olmasına rağmen, alçak gönüllü bir insandı. Şeriat ve tarikat meselelerinde kemal

sahibi olduğu için onu “iki kanat sahibi” anlamına gelen “Zu’l-cinaheyn” lakabı ile

isimlendirmişlerdi. O, seyyaha bazı sorular sormuş ve cevap almıştı. Şirvânî onunla konuşmalarını

kısa bir şekilde anlatmıştır (Şirvânî: 332-333; Şirvânî 1348: 571; Şirvânî 1315: 625).

Seyyah “Riyazu’s-seyahat”in yazıldığı Hicrî 1242 / Milâdî 1826 yılında Osmanlı

Hanedanının Hicaz, Yesrib, Mısır, Şam, Diyarbekir, Apar Irakı, Anadolu, Rumeli, Karaman, Aydın,

Canik, Mora, Cezair, Batı Trablis, Arnavut vs. vilayetlere hükmettiğini belirtiyor (Şirvânî 1974:

132-134). Şirvânî “İslam âleminde Rum Hünkarı kadar iktidarlı bir hükümdarın olmadığının” altını

çiziyor, fakat dünyada Frenkler’in (Avrupalılar’ın), özellikle de Rusya ve İngiltere’nin gücünün

artmakta olduğundan endişe ederek, İslam’a kuvvet vermesini Yüce Allah’tan ister (Şirvânî 1974:

379). Seyyah Osmanlı İmparatorluğu içinde bulunan diğer vilayetleri (Şam, Filistin, Hicaz, Amman,

Yemen, Yesrib, Mısır, Cezair, Kıbrıs, Girit vs.) de gezmiştir.

Böylece, XIX. asrın ikinci onyılında Anadolu’ya seyahat etmiş olan Şirvânî burada bulunan

50’ye kadar şehir ve kasaba hakkında bilgi vermiş, bazı yer adlarının anlamı, şehirlerin topografik

ve demografik vaziyeti, tarihî geçmişi, eski abidelerı ve anıtları, ekinomik durumu, görkemli

şahsiyetleri, mimarisi, ahalinin dinî ve etnik yapısı, görünümü ve özellikleri, bölgelerin tabiatı,

coğrafi mevkiyi, iklim şartları vs. hakkında bilgiler vermiştir. Seyyah Anadolu gezisi sırasında

buluşup konuştuğu 38 ünlü şahıstan bahseder ki, bunların da 17’si Osmanlı devlet adamları

olmuşlar. Tabi ki, Şirvânî seyahatnamelerinin Türkiye hakkında bilgilerini bir makalede tamamen

incelemek, onun tüm kıymetli ve kusurlu taraflarını bu çerçevede ifade etmek imkan haricindedir.

Sunduğumuz bildiri ile Azerbaycanlı seyyahın Anadolu’ya ilişkin anılarının geniş bir tanıtımını

yapmayı amaçladık. Onun yolculuk hatıralarının tarihî bir kaynak olarak Anadolu kentlerinin 200

sene önceki durumunu öğrenmek açısından belirli bir değere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bu

seyahatnamelerin gelecekte Türk bilim adamları tarafından tercüme edilmesinin ve

yayımlanmasının faydalı olacağını düşünüyoruz.

Kaynakça:

1. BEŞİRLİ, Mehmet (2005): Orta Karadeniz kentleri tarihi – I. Tokat (1771-1853).

Tokat, Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları.

2. İNBAŞI, Mehmet (2006): Van Valileri (1755-1835), Atatürk Üniversitesi Türkiyat

Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum, sayı 29, s.195-212.

22

3. KEREMOV, Nureddin (1977): Kırk yıl seyahatte. Bakü, Azerneşir.

4. KEREMOV, Nureddin (1958): Seyyah ve coğrafyaşinas Zeynel Abidin Şirvânî. Bakü,

Azerneşir.

5. KESKİN, Mustafa (2000): Kayseri Nüfus Müfredat Defteri (1831-1860). Kayseri,

Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları.

6. KULİYEV, Ağamir (1964): Azerbaycan’ın görkemli seyyah ve âlimi Hacı Zeynel

Abidin Şirvânî. Bakü, Azerbaycan Bilimler Akademisi Neşriyatı.

7. MUSALI, Namiq (2009a): Hacı Zeynel Abidin Şirvânî seyahatnamelerinde İstanbul, I.

Uluslararası Türk Edebiyatında İstanbul Sempozyumu Bildirileri (3-5 Nisan 2008,

Beykent Üniversitesi). İstanbul, Beşir Kitabevi, s.797-808.

8. MUSALI, Namiq (2009b): Farsça kaynaklara göre Üsküdar’ın tarihi ve coğrafyası, VI.

Uluslararası Üsküdar Sempozyumu (6-9 Kasım 2008, Üsküdar Belediyesi), Bildiriler,

II. cilt. İstanbul, Seçil Ofset, s.37-42.

9. ÖZDEMİR, Rifat (1998): XIX. yüzyılın ilk yarısında Ankara. Ankara: Kültür Bakanlığı

Yayınları.

10. ŞİRVÂNÎ, Hacı Zeynel Abidin (1315): Büstânu’s-seyâhat. Tahran.

11. ŞİRVÂNÎ, Hacı Zeynel Abidin (1348): Hadâikü’s-seyâhat (ba mokaddeme-yi

Qonabadi Riza Alişah). Tahran, Sazman-i Çap-i Daneşgah.

12. ŞİRVÂNÎ, Hacı Zeynel Abidin (1339): Riyâzü’s-seyâhat, I. cilt (be teshih-o mokabele-

yo mokaddeme-yi Asğar Hamid Rabbani). Tahran, Ketabfüruşi-yi Sa’di.

13. ŞİRVÂNÎ, Hacı Zeynel Abidin (1974): Riyâzu’s-seyâhat, II. cilt (be say-o ehtemam-i

Ağamir Kuliyev). Moskva, Vostlit.

14. TUĞLACI, Pars (1985): Osmanlı şehirleri. İstanbul, Milliyet Yayınları.