Güvencesiz Zamanların İşçi Sınıfında Açtığı Yaralar

22
Güvencesiz Zamanların İşçi Sınıfında Açtığı Yaralar Eser Sandıkcı “Sınıf denince, ben bir dizi farklı ve görünüşte birbiriyle ilgisi olmayan olayı, hem deneyimin ham maddesinde, hem de bilinçte birleştiren tarihsel bir olguyu anlıyorum. Sınıfı bir “yapı” ya da “kategori” olarak değil, insan ilişkilerinde gerçekleşen birşey olarak görüyorum”. Edward Palmer Thompson Çok yüksek oranda yaşanan kronikleşmiş kas ve iskelet sistemi rahatsızlıklarından mustarip, morfin ve benzeri ağrı kesicilerle ya da son yıllarda kullanımı patlama yapan psikolojik yatıştırıcılarla işlerine gidip gelen bir kitleyle karşı karşıyayız şimdi. Soğuk savaşın yerini alan ekonomik savaşta artık işyerleri birer savaş meydanıdır. Önce psikolojik ve fizyolojik rahatsızlıklar ve sonra intihar. İşte o savaş meydanından görüntüler; hafif yaralılar, ağır yaralılar ve ölüler.” Christophe Dejours ve Vincent De Gaulejac Son otuz yıldır kapitalizmin küresel krizi karşısında sermaye birikim stratejisinde meydana gelen değişimlere bağlı olarak çalışma yaşamında köklü dönüşümler yaşanmaktadır. Neo liberalizm adı verilen bu tarihsel dönemde gerçekleşen uygulanmalarla esas olarak çalışmanın sosyal dokusu değişmektedir. Edward Palmer Thompson’un vurguladığı gibi

Transcript of Güvencesiz Zamanların İşçi Sınıfında Açtığı Yaralar

Güvencesiz Zamanların İşçi Sınıfında Açtığı Yaralar

Eser Sandıkcı

“Sınıf denince, ben bir dizi farklı ve görünüşte birbiriyleilgisi olmayan olayı, hem deneyimin ham maddesinde,hem de bilinçte birleştiren tarihsel bir olguyu anlıyorum.Sınıfı bir “yapı” ya da “kategori” olarak değil, insanilişkilerinde gerçekleşen birşey olarak görüyorum”.

Edward Palmer Thompson

“Çok yüksek oranda yaşanan kronikleşmiş kas ve iskeletsistemi rahatsızlıklarından mustarip, morfin ve benzeriağrı kesicilerle ya da son yıllarda kullanımı patlama yapanpsikolojik yatıştırıcılarla işlerine gidip gelen bir kitleylekarşı karşıyayız şimdi. Soğuk savaşın yerini alan ekonomiksavaşta artık işyerleri birer savaş meydanıdır.

Önce psikolojik ve fizyolojik rahatsızlıklar ve sonra intihar.İşte o savaş meydanından görüntüler; hafif yaralılar, ağıryaralılar ve ölüler.”

Christophe Dejours ve Vincent De Gaulejac

Son otuz yıldır kapitalizmin küresel krizi karşısında

sermaye birikim stratejisinde meydana gelen değişimlere bağlı

olarak çalışma yaşamında köklü dönüşümler yaşanmaktadır. Neo

liberalizm adı verilen bu tarihsel dönemde gerçekleşen

uygulanmalarla esas olarak çalışmanın sosyal dokusu

değişmektedir. Edward Palmer Thompson’un vurguladığı gibi

(1963: 9), sınıftan bahsederken salt “teknik” ve “kategorik”

bir tanım değil, kanlı- canlı ruhu olan bir özneden

bahsettiğimizi de unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla sermayenin

sınırsız tahakkümünün hayata geçtiği bu dönemde, sömürü ve

birikim sürecinin esas olarak işgücünün yeniden düzenlenmesi

üzerinden gerçekleşmesi ile birlikte çalışma yaşamında hayata

geçirilen uygulamalar aynı zamanda emekçilerin öznel

dünyalarında, birbiri ile ilişkilerinde, kendilerini ve dünyayı

algılayışlarında da önemli dönüşümlere yol açmaktadır.

Günümüzde işyerlerini savaş meydanlarına benzetmek ne

acıdır ki mübalağa değildir. Her geçen gün şiddetlenerek devam

eden bu savaşta, iş kazalarında hayatını kaybedenler, çalışma

yaşamındaki dönüşüme “ayak uyduramayıp” intihar edenler1,

meslek hastalıklarına bağlı olarak sağlığını kaybedenler ve

çoğu zaman emek mücadelesi yürütenler tarafından bile

görülmeyen “sınıfın gizli yaraları” -çalışmanın yarattığı

psikolojik tahribatlar- ortaya çıkmaktadır.

1 İntiharların ne kadarın çalışma koşullarından kaynaklandığını tam olarakbilmemiz mümkün değil. Ancak, kesin sonuçlara ulaşamamakla birliktegüvencesiz çalışmanın intihara etkisi olduğunu savunan araştırmalarbulunmaktadır (Chastang vd., 1998). Fransa’da yeniden yapılanma sürecinegirmesinin ardından intiharların yaşandığı France Telekom’un intihar edenbir çalışanın son mektubu, intiharların nedenlerine dair çok şey söylüyor:İyi akşamlar baba. Bu sabah telefonla konuştuğumuzda, sesimin iyi gelmediğini söyledin. Haklısın.İntihar isteğim ağır basıyor. Bu akşam intihar etmeye karar verdim. Sakın ev sahibinden bana gözatmasını isteme. Çünkü evde değil, ofiste intihar edeceğim. Şefim bilmiyor ama şirkette intihar eden23. kişi olacağım. Zira servisteki yeniden yapılanmayı kabul etmiyorum. Ekip şefim değişti, benneler olacağını bildiğim için ölmeyi tercih ediyorum. Çantamı, cep telefonumu ve anahtarımı büromasamın üzerine bırakıyorum. Beraberimde sadece organ nakli kartımı götürüyorum…Kedilerime yemek vermeyi unutma. Benden böyle bir mesaj aldığın için üzgünüm. Ancak betervaziyetteyim. Seni seviyorum babacığım. Stephanie (Hürriyet, 2009).

Bu makalede, kapitalist çalışma ilişkilerinin çalışanlar

üzerindeki psikolojik sonuçları, günümüzde çalışma ilişkilerini

ve beraberinde tüm toplumsal ilişkileri belirleyen

güvencesizlik olgusu üzerinden tartışılacaktır. Güvencesizliğin

çalışanlar üzerindeki etkilerini analiz ederken, kapitalizm ve

güvencesizlik arasındaki ilişki tarihsel süreci içerisinde

irdelenecektir.

Zamanın Ruhu: Güvencesizlik

Bugün çalışma yaşamındaki dönüşümleri tanımlamak için en

uygun kavramlardan biri güvencesizleşmedir. Güvencesizlik

işçiyi sadece üretim sürecine dahil olduğu işyeri değil, aynı

zamanda da iş dışı yaşantısı, yani toplumsal yeniden üretim

alanı bakımından da kavrayan ve bu nedenle durumun ruhunu ve

karakterini yansıtan bir kavramdır (Kutlu, 2012: 64).

Güvencesizleşme, çalışma yaşamında her geçen gün işçi

sınıfının farklı kesimlerini içerisine alarak yaygınlaşan bir

norm haline gelmektedir. Güvencesizliğin zamansal (istihdamın

devamlılığı ve kalıcılığı), örgütsel (iş süreci üzerindeki

bireysel ve toplu kontrol ve çalışma koşulları), iktisadi

(ücretler, vs.) ve sosyal (işten çıkartmalara karşı koruma

önlemleri, işçi sağlığı ve güvenliği) boyutları söz konudur

(ESOPE, 2004: 46). Güvencesizleşme tüm bu boyutlarda yaşanan

hak kaybı ve esas olarak belirsizleşme sürecini içermektedir.

Bugün neo liberalizm işçi sınıfını farklı istihdam biçimlerine

bölmekle birlikte, istihdamın niteliği yani güvencesizleşme

düzeyinde sınıfı homojenleştirmektedir. Güvencesizleşme,

istihdam biçimlerindeki farklılaşmaya karşın sınıfı enlemesine

kesen türdeşleştiren bir özellik haline gelmiştir (Çerkezoğlu

ve Göztepe, 2010: 82).

Güvencesizleşme Kapitalizm Tarihinde Yeni Bir Dönem

mi?

Güvencesizleşmenin işçi sınıfı üzerindeki etkilerini analiz

ederken, kapitalizm ve güvencesizleşme arasındaki ilişkiyi

tartışarak başlamak faydalı olacaktır. Güvencesizleşme, son

otuz yıldır çalışma yaşamındaki dönüşümü tariflerken en sık

kullanılan kavramlardan biri olmuştur. Bir kavram olarak

güvence-sizleşme, emekçi sınıfların sahip olduğu güvencelerin

ortadan kalktığı bir dönüşümü işaret ederken, güvenceli bir

dönemin varlığına atfı da içinde barındırmaktadır. Atıfta

bulunulan güvenceli dönem, ikinci dünya savaşı ardından

kapitalizmin 1970’lerdeki krizine kadar devam eden, sosyal

refah devleti uygulamalarının hayata geçirildiği bir zaman

dilimiydi. Sosyal refah devletleri, kapitalist sermaye

birikiminin genişleme evresinde olmasının etkisi ile birlikte

kendi sınırları içerisinde ve uluslar arası düzeyde gerçekleşen

sınıf mücadelesinin birer sonucuydu. Refah devleti, sahip

olduğu mülke ya da yaptığı işe bakılmaksızın tüm bireylere ve

ailelere asgari bir gelir güvencesi sağlayarak, bireysel ve

ailevi krizlere yol açabilecek hastalık, yaşlılık ya da

işsizlik gibi “toplumsal belirsizlikler"in kapsamını daraltarak

ve bütün yurttaşlara yönelik sosyal hizmetler sağlayarak,

piyasa kuvvetlerinin oyununa çeşitli yollardan müdahale ederek

emekçi sınıflara çeşitli güvenceler sunmuştur (MacGregor, 2008:

236).

Güvencesizleşmenin neo liberalizmin sonucu olduğunu savunan

söylem, bir çok defa, kapitalizmin fordist birikim aşaması

olarak adlandırılan bu tarihsel dönemi norm olarak kabul etme,

içerisinde bulunduğumuz güvencesizleşme olarak nitelenen süreci

bir istisnai dönem olarak görme eğilimindedir. Oysa,

kapitalizme, daha geniş tarihsel ve coğrafik kapsamdan

baktığımızda, fordist ekonomik düzenlemenin ve refah

devletlerinin değil, güvencesizliğin norm olduğunu görmekteyiz.

Kapitalizmin yapısal mantığına baktığımızda güvencesizliğin

kapitalizmin işleyiş yasasının doğal sonucu olduğunu, ikinci

dünya savaşı sonrası sınırlı ölçüde yaşanan fordist dönemin

istisna olduğunu söyleyebiliriz. Esasında, güvencesiz istihdam,

kapitalizmin özüne (herhangi bir müdahale olmadan mal/hizmet ve

piyasa koşullarının serbestçe belirlenmesi) dönmesi anlamına

gelmektedir .2

Güvencesizlik, kapitalizmin kendisi kadar eskidir (Seymour,

2012: 254). Kapitalist üretim tarzının gelişimi ile birlikte

emek ile emek-gücünün birbirinden ayrılması, yani emek-gücünün

metalaşması süreci, emek-gücünden başka satacak mülkiyeti

olmayanlar için güvencesizlik sorununu tüm yakıcılığıyla bir

daha da tamamen sönmemek üzere gündeme getirmiştir. Yirminci

yüzyıl İngiliz iktisatçısı Joan Robinson’un “bir kapitalist

tarafından sömürülmekten daha kötü olan tek şey, onun

tarafından sömürülememektir” (aktaran Bowles ve Roosewelt,

2005: 284) şeklinde ifade ettiği, emek-gücünü satma şansına

2 Bu konuda daha ayrıntılı bir tartışma için bkz. Neilson, B. ve N.Rositter. (2008) “Precarity as a Political Concept or Fordism asException” Theory, Culture and Society, 25 (7-8 ):51-72.

sahip olamama durumu olan işsizlik, kapitalizmin mayasında

bulunmaktadır. Bu nedenle, mülkiyeti olmayan ve yaşamak için

çalışmaktan başka şansı olmayan emekçi sınıflar için emek-

gücünü ihtiyacı olduğu her zaman diliminde satma olanağının

bulunmaması durumu, güvencesizliği kapitalizmin varoluşsal bir

özelliği haline getirmiştir.

Güvence en temel insani ihtiyaçlardan biridir. İnsanlık

tarihi boyunca insanlar yaşamlarını sürdürebilmek için güvence

arayışında olmuşlardır. Kapitalizmde ise güvenceye sahip

olmanın iki yolu söz konusudur: Bunlardan ilki özel

mülkiyettir. Özel mülkiyet, mülk sahipleri için şimdiki ve

gelecek zamanı içeren bir güvence kaynağıdır. Mülksüzler için

ise güvenceyi kazanmanın tek yolu emek-gücünü satmak yani

ücretli çalışmaktır. Güvencesiz zamanlar olarak

nitelendirebileceğimiz hala içerisinden geçmekte olduğumuz

tarihsel süreçte, çalışanların bütün güvencelerinin elinden

alınması durumuna karşılık gelen işsizlik ile birlikte işsiz

kalma kaygısını içerisinde barındıran güvencesiz çalışma, başka

bir güvence kaynağı olmayan mülksüzler için can-alıcı düzeyde

yaşamsal bir sorun durumundadır.

Kapitalizm ve güvence arasındaki ilişkiyi anlayabilmek için

güvence ve güvencesizliğin tarihsel sürecine bakmak faydalı

olacaktır.

Kapitalizm Öncesi Toplumlarda Güvencesizlik

Güvencesizlik kapitalizmin içsel bir özelliğidir ancak

kapitalizm öncesi toplumlar da güvencesizliğin olmadığı

toplumlar değildi. Kapitalizm öncesi geleneksel toplumlarda,

modern toplumlardan farklı güvence ve güvencesizlik biçimleri

söz konusudur.

Anthony Giddens, modern öncesi güvence ortamını oluşturan

bağlamı, “bölgeselleşmiş güvenin egemen rolüyle”

tanımlamaktadır. Bu bağlamda modern öncesi toplumlarda güvence;

akrabalık ilişkileri, yerel topluluklar, dinsel kozmolojiler ve

gelenek tarafından sağlanmaktadır. Güvencesizlik yaratan risk

ortamları ise; bulaşıcı hastalıkların yaygınlığı, iklimin

güvenilmezliği, doğadan kaynaklanan tehdit ve tehlikeler,

yağmacı ordular, insan şiddeti, dinsel kaygıdan yoksun kalma ya

da kötü bir büyünün etkisine girme kaygısı olarak

tanımlanmıştır (1998: 100).

Giddens’ın da vurguladığı gibi kapitalizm öncesi

toplumlarda güvence yakınlık güvencesi adı verilen bir topluluğa

aidiyet üzerinden sağlanmaktadır ve bu topluluk bağlarının

gücüne bağlı olmuştur. Bu toplumlarda aile ve soy etrafında

örülen güçlü bağlar söz konusudur ve birey hiyeraşik bir düzen

içinde işgal ettiği yerle tanımlanır. Ortaçağ tarihçisi Georges

Duby, ortaçağ köylü toplumlarından “sınırları belirli, güvence

altında, tuzu kuru toplumlar” diye söz eder (aktaran Castel,

2004: 15). Buna paralel olarak, şehirde mesleki birliklere

(loncalar, birlikler, vb.) aidiyet, birlik üyelerinin hem

kısıtlama bakımından hem de güvence bakımından güçlü sistemlere

katılımı demektir; bu birlikler, ait olunan grup karşısında

bireyin bağımlılığı pahasına onun güvenliğini sağlar. Savaşın

yıkımlarına, kıtlık, açlık ve salgın risklerine sürekli maruz

kalanlar da yine bu aynı ortaçağ toplumlarıdır. Ama bunlar

topluluğu dışarıdan tehdit eden ve hatta sonuçta ortadan

kaldırabilen saldırılardır. Kendi içlerinde ise, yine de,

Duby’nin dediği gibi, “güvence altında” olan toplumlardır. Sıkı

bağımlılık ve karşılıklı bağlılık ağları temelinde üyelerini

güven altına alır ve korurlar (Castel, 2004: 15).

Kapitalizm ve Güvencesizlik

Kapitalizm ve güvencesizlik arasındaki ilişkiye dair,

günümüz düşünürlerinden Fransız sosyolog-filozof Robert

Castel’in3 Sosyal Güvensizlik adlı çalışması ve Alman sosyolog

Ulrich Beck’in Risk Toplumu kavramsallaştırması önemli katkılar

sunuyor.

Castel, modern toplumların güvensizlik toprağı üzerine inşa

edildiklerini söylüyor. Geleneksel toplumlarda bir topluluğa

aidiyet üzerinden gelişen yakınlık güvencesi söz konusu iken,

kapitalizmin gelişimi ve modernitenin yükselişiyle birlikte

bireyin statüsü de köklü biçimde değişmiştir. Birey artık

topluluklara dahil olup olmamasından bağımsız, kendinden menkul

niteliğiyle kabul görmektedir. Castel, “bireyler toplumu”

haline gelen kapitalist toplumu anlayabilmek için bu toplumun

ürkütücü ve büyüleyici ilk resmini çizmiş olan Thomas Hobbes’a

bakmak gerektiğini söyler (Castel, 2004: 15-16).

3 Robert Castel, bu kitap yayına hazırlanırken 12-03-2013 tarihinde yaşamınıyitirdi.

Hobbes, yaşadığı dönemde (1588-1679) Fransa’da din

savaşları ve İngiltere’de iç savaş dolayısıyla, ortak

aidiyetler üzerine temellenen ve geleneksel inançlardan

meşruiyet bulan toplumsal düzenin istikrarsızlaşmasına tanık

olmuştur. Hobbes, bireyleşmenin dinamiğini bireyleri tamamen

kendi başlarına bırakıldıkları noktaya kadar vardırarak,

sınırına iter. Bir bireyler toplumu, kelimenin tam anlamıyla

bir toplum değil, bir doğal haldir; yani yasasız, hukuksuz,

politik yapının ve toplumsal kurumların olmadığı, bireylerin

birbiriyle dizginsiz bir rekabet içine düştükleri ve herkesin

herkesle savaştığı bir haldir. Bu nedenle, böyle bir toplum tam

bir güvensizlik toplumu olur. Her türlü kolektif

düzenlemelerden kurtulmuş bireyler, daimi tehdit altında

yaşarlar, çünkü güven altına alacak ve güven altında olacak

gücü kendilerinde bulamazlar. Hobbes, güvencesizlik üzerine

kurulu modern toplumların ihtiyacı olanınsa “Leviathan”

olduğunu savunur. Geleneksel kısıtlama ve güvencelerden

kurtulmuş bireylerin ”toplum oluşturabilmelerinin” kesin ve

gerekli ilk koşulunun “güvenliği sağlamak” olduğunu söyler.

Güvenceleri korumak için güvenliği sağlamak mutlakiyetçi güçlü

bir devletin -Leviathan’ın- görevidir (Hobbes: 1994). Hobbes

(1994: 369), sosyal güvenceyi sağlamanın da devletin görevi

olduğunu ifade eder:

Birçok insan, kaçınılmaz koşullarsonucunda, çalışarak ihtiyaçlarını karşılayamazduruma düştüğünden, bu kimseleri, kişilerinmerhametine terk etmemek gerekir. Bunlarıngeçimini sağlamak, doğanın ihtiyaçlarını

gerekli kıldığı ölçüler içinde cumhuriyetyasalarının görevidir.

Castel, Hobbes’un modern toplumlardaki güvence sorununu

kavramaya sağlayacak çok güçlü bir kavram ortaya attığını

söyler:

Güven altında olmak, “doğal” bir durumdeğil, oluşan bir durumdur; çünkü güvensizlikaz çok tesadüfi olarak insanın başına gelebilenbeklenmedik bir olay değil, modern toplumlardabireylerin ortak yaşamının eş tözlü birboyutudur (Castel: 2004: 19).

Avrupa’da kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmeye

başladığı bir dönemde yaşayan Hobbes, feodalizmin çözülmesi

ile birlikte kapitalizmin geleneksel güvenceleri ortadan

kaldırarak; toplumun geniş kesimleri için güvencesizliği ve

beraberinde güvensizliği ortaya çıkarmasını tüm açıklığıyla

analiz eder. Ünlü eseri Leviathan, güvencesizliğin karşında

modern toplumlara önerdiği bir çözüm modeli olmuştur.

Castel, kapitalizmde güvencesizliğin kaynağı üzerine

tartışma yürütürken, Hobbes’un ardından diğer bir on yedinci

yüzyıl İngiliz felsefecisi olan, liberalizmin öncüsü kabul

edilen John Locke’a da atıfta bulunur. Locke’un, “insan, kendi

kendisinin efendisidir, kendi kişiliğinin ve kişiliğin ürünü

olan eylem ve çalışmanın sahibidir” diyerek, çalışması

sayesinde kendi bağımsızlığını inşa eden ve aynı zamanda

kendinin ve mülklerinin sahibi olan modern insanı yücelttiğini

belirtir ve kapitalist toplumda güvencenin kaynağının mülkiyet

olduğunu savunur. Geleneksel bağımlılık ve güvence ağlarından

kurtulan birey için artık güvence mülkiyettir. Yaşamın

talihsizlikleri, hastalık, kaza ve çalışacak durumda olmayan

kişinin düştüğü yoksulluk karşısında güvenceyi mülkiyet sağlar

(aktaran Castel, 2004: 20).

Locke özel mülkiyeti kutsayan bir bakış açısıyla bakmış

olsa da, kapitalizmde güvence ve mülkiyet arasındaki güçlü

ilişkiyi ortaya koyar. Castel, modernitenin başlangıcında özel

mülkiyetin derin bir antropolojik anlam edindiğini, çünkü

geleneksel güvence ve bağımlılıklardan kurtulan bireyin kendi

bağımsızlık koşullarını bulabileceği platform olarak ortaya

çıktığını, bunu ilk fark edenlerden birinin Locke olduğunu

ifade eder (Castel, 2004: 23). Castel, mülkiyetin, bireylerin

bağımsızlığını korumak gibi temel bir işlevi yerine getirmesi

ve onları yaşamın risklerine karşı güvence altına alması

anlamında en yetkin toplumsal kurum olduğunu söyler. Charles

Gide’in yirminci yüzyıl başında dediği gibi: “mülk sahibi sınıf

açısından mülkiyet, tüm diğer toplumsal kurumları fuzuli kılan

bir kurumdur” (aktaran Castel, 2004: 23). Buradan anlaşılması

gereken şey, özel mülkiyetin toplumsal yaşamın

talihsizliklerine karşı (hastalık, kaza, çalışamama durumu,

vb.) sözcüğün tam anlamıyla, güvence altına aldığıdır.

Kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimi ile birlikte,

yakınlık güvencesinin ortadan kalkması ve mülkiyetin en temel

güvence kaynağı haline gelmesi ile birlikte, mülksüzler için

güvencenin nasıl sağlanacağı sorusu önem taşımaktadır. Castel,

mülkiyet yoluyla kendi yaşamlarını idame ettirme imkanına sahip

olmayanların durumunun kör noktada kaldığını, bunun da hukuk

devletinin karanlık yüzü olduğunu söyler. Bu duruma iki şekilde

çözüm bulunduğunu ifade eder: Çalışma ve güvence arasında

bağların kurulması ve toplumsal mülkiyetin inşası.

Castel, kapitalizmde güvencesizliğin oluşması ve nedenleri

üzerine on yedinci yüzyıl filozofları Hobbes ve Locke’un

değerlendirmelerinden de yararlanarak güvence ve özel mülkiyet

arasındaki bağa dair önemli tarihsel atıflarda bulunmaktadır.

Ancak, kapitalizmde sosyal devlet uygulamaları ve güvence ile

çalışma arasında güçlü bağların kurulması ile birlikte

güvencesizliğin ortadan kalkacağına dair; gerçekçi olmayan bir

iyimserlik sergilemektedir. Günümüzde tüm dünyada güvencesiz

çalışmanın yaygınlaşması, uluslararası sermaye açısından kar

maksimizasyonu hedefine ulaşma yolunda önemli bir kazanımdır.

İşçi sınıfının mücadelesinin sermaye üzerinde baskı yaratmadığı

sürece, emeğin güvenceli koşullara kavuşması gibi bir gayesi

kuşkusuz olmayacak ve bu kazanımından vazgeçmeyecektir.

Kapitalizmin kendi tarihi de göstermiştir ki, kapitalizmin

ontolojik yapısı çalışmanın güvenceli hale gelmesine ve bunun

sosyal devlet uygulamaları ile koruma altına alınmasına izin

vermemektedir.

Ulrich Beck’ in risk toplumu kavramsallaştırması ise,

sanayi toplumundan risk toplumuna geçildiğini savunan bir geçiş

dönemi tanımlamasıdır. Risk toplumunda, günümüz insanı feodal

zümrelerden, dinsel aşkınlığın verdiği güvencelerden kopartılıp

çok farklı küresel ve kişisel risklere fırlatılmıştır. Risk

toplumu, geleceğin belirsiz olduğu ve ontolojik bir

güvensizliğin toplumsal ilişkiler içerisine yayılmasını

simgeleyen bir toplumdur (Beck 2011; Yılmaz, 2010: 42).

Beck, fordist üretim ilişkisinin hakim olduğu sanayi

toplumunu çalışma toplumu olarak da niteler. Risk rejimi,

çalışma toplumundan risk toplumuna dönüşümün adının konmasıdır.

Çalışma toplumunun analitik motoru olan fordist rejim, düzen ve

belirlilik taslakları sunarak, tam istihdam, bant tipi üretim,

iş güvenliği, toplu pazarlık ve Keynesçi ekonomik politikalar

üzerinden tanımlanmaktadır. Fordist rejim kullanılarak çizilen

çerçevenin açılımıyla birinci ve ikinci modernlik arasında

yapılan ayrım, sadece endüstri- endüstri sonrası, fordizm-post

fordizm arasında değil, güvenlik, kesinlik ve birinci modernlik

tarafından çizilen sınırların güvensiz, kesinlik ve güvensiz,

beklenmeyen ve sınırların kaybı lehine değişmesi olarak da

tanımlanabilir. Risk rejiminin anlamı; “ilkesel olarak her şey

mümkündür, hiçbir şey öngörülemez ve kontrol edilemezdir”.

Riskin bir başka kavramsal karşılığı ise “hiçbir şey

bilinemezdir” (Beck, 2011; Yılmaz, 2010: 48).

Beck’in risk toplumu kavramsallaştırması, güvencesizliğin

yarattığı belirsizlik ve bilinemezlik durumlarını vurgulaması

açısından önemlidir. Beck, Castel’de olduğu kapitalizm öncesi

dönemdeki güvencelere atıfta bulunur. Her iki düşünür de,

güvencesizliğin kaynağı üzerine tartışırken kapitalizm

içerisinde güvenceli bir dönemden güvencesizliğe doğru bir

dönüşümü tahlil ederler. İkinci dünya savaşının ardından refah

devletlerinin uygulandığı tarihsel dönemin güvenceli bir dönem

olduğuna, güvencesizliğin ise neo liberal dönemin yarattığı bir

sorun olduğuna dair benzer bir yaklaşıma sahiptirler. Her

ikisinde de fordist üretimin hakim olduğu dönemi olumlayan ve

idealize eden bir yaklaşım bulunmaktadır. Oysaki kapitalizme,

daha geniş tarihsel ve coğrafik kapsamdan baktığımızda, fordist

ekonomik düzenlemenin ve refah devletlerinin erken

kapitalistleşen ülkelere özgü istisnai bir dönem olduğunu

görüyoruz. Güvencesizliğin ve beraberindeki güvensizlik,

belirsizlik ve risk durumlarının kapitalizmin doğasında

olduğunu ise Castel ve Beck’ in kendi eserlerinde bile görmek

mümkün.

Güvencesizliğin İşçi Sınıfı Üzerinde Açtığı Yaralar

Bugünün işletmelerinin Allah kelamı belledikleri“verimlilik”, “kârlılık”, (çalışanların) kronik kas ağrılarına,gözündeki yaşlara ve üstüne bilmem kaç yıldan sonraişten atılmasının şaşkınlığına, belirsizliğine, özgüvenkaybına denk düşüyor.

C.Dejours

Güvencesizliğin en yaygın boyutlarından biri iş

güvencesizliğidir. İş güvencesizliği, işini kaybetme tehdidi

veya işini kaybetme kaygısı olarak tanımlanmaktadır (Greenhalg,

1984; Hartley vd., 1991). Tanımda da görüldüğü gibi

güvencesizlik, işsizlik üzerinden bir tanıma sahiptir.

Güvencesizlik, iş ve işsizlik arasındaki sınırların kalkması ve

aralarındaki geçişin kolaylaşması anlamına gelmektedir

(Sandıkcı, 2009). İşsizlik ve iş arasındaki geçiş hızının

artması ile birlikte iki dönemin özellikleri, yarattığı duygu

durumu ve anlam dünyaları birbirlerinin içine girmektedir.

Böylece çalışırken işsiz kalma korkusu yaşanmakta ve

kapitalizmde işe yaramazlığı ve anlamsızlığı temsil eden

işsizliğin neden olduğu sosyal psikolojik tahribatlar,

güvencesiz çalışanlar tarafından da sürekli olarak

hissedilmektedir. Bununla birlikte, güvencesizliğin yarattığı

zararların, işsizlik sürecinden daha yoğun olması olasıdır.

Çünkü güvencesizlik işsizlikten farklı olarak belirsizlik

boyutu içermektedir. Stres ile ilgili literatürde, iş

güvencesizliği olay belirsizliği olarak tanımlanmaktadır. Olay

belirsizliği, bir olayın meydana gelme olasılığı ile ilgili

öznel değerlendirmeyi tanımlamakta ve çoğu zaman olayın

kendisinden daha fazla kaygı ve gerilim kaynağı olmaktadır

(Greenhalgh ve Rosenblatt, 1984; Jacobson 1991). İş

güvencesizliği durumunda, olay belirsizliği, işini kaybetmeye

dair bir belirsizliğe referansta bulunmakta ve işsizlikten daha

fazla kaygıyı içermesini olası kılmaktadır.

İş ve işsizlik arasındaki sınırları kaldıran ve geçişi

hızlandıran güvencesizlik, yarattığı kaygının yanı sıra

çalışanların zaman algılarını da tahrip etmektedir. Sennett,

kapitalizmin insanın üzerinde en büyük tahribat yaratan

yanının, onun zamansal boyutu olduğunu savunur (2002: 54).

Güvencesizliğin yarattığı belirsizlik, kişinin ana ve geleceğe

dair kontrol duygusunu yok etmektedir. Güvencesizlik

kıskacındaki kişi ne şimdiki zamana hakim olabilmekte ne de

geleceğe dair olumlu öngörülerde bulunabilmektedir. Belirsizlik

bireylerin kontrol duygularını azaltırken, çaresizlik ve

güçsüzlük duygularını artırmaktadır.

Tsianos ve Papadopoulos da çalışanlar üzerindeki etkileri

açısından güvencesizleştirmenin zamanla ilgili boyutunun

önemli olduğunu ve güvencesizleşmenin zaman üzerinde farklı

bir regülasyon kurulmasına dayanan bir sömürü biçimi olduğunu

savunurlar (2006). Tsianos ve Papadopoulos’a göre,

güvencesizlik sadece emek-gücünün değil gündelik yaşamın

bütünlüğünün sömürülmesi anlamına gelmektedir. Refah

toplumları, çalışanların üretken olmadığı (kaza, hastalık,

işsizlik, yaşlılık) dönemlerin öngörülmesi ve güvence altına

alınmasına dayanan bir zaman yönetimidir. Neo liberal dönemde

ise bu zaman yönetimi ortadan kalkmıştır. Gelecek güvence

altına alınmadığı gibi geleceğe bugünden el konulur. Çalışan

açısından, çalışma şimdiki zamanda gerçekleştiği halde

çalışanın bütün yaşam süresine yayılır. Sermaye açısından,

işçinin bütün yaşam süresi, şimdiki zamanda sömürülebilecek

zaman dilimlerine ayrılır. Güvencesizleşme, şimdiki zamanda

gerçekleşen, aynı zamanda geleceğin sömürülmesi anlamına gelen

bir sömürü biçimidir.

Kişinin kendi geleceğini kurgulayabilmesi için şimdiki

zamanda asgari bir güvenceye sahip olması gerekmektedir.“Yarın

ne olacak” sorusu, güvencesizlikle birlikte kişinin gündemini

her gün yeniden belirleyen bir soru haline gelmiştir.. Bu

sorunun gündelik hayata hakim olması, kişinin kendine, doğaya

ve topluma dair başka soruların sorulmasına engel olmaktadır.

Güvencesizliğin bireylerin karakter gelişimi üzerinde de

olumsu etkileri söz konusudur. Sürekli iş güvencesizliği ile

karşı karşıya kalmak ve buna bağlı olarak sürekli iş

değiştiriyor konumunda olmanın insanda karakterin -özellikle de

karakterin insanları birbirine bağlayan ve sürdürülebilir bir

benlik duygusu ile donatan özelliklerinin- aşınması tehlikesini

barındırmakta ve bu süreç kişide güven ve sadakat duygularını

zayıflatmaktadır (Sennett, 2002). Güvencesizlik, aynı zamanda

sürekli işini kaybetme kaygısı yaşayan kişinin kendine olan

özgüvenini de yok etmektedir (Kinnunen vd., 2002).

Güvencesizlikle birlikte, kişinin kendi yaşamı üzerinde kontrol

duygusunun azalması ve beraberindeki çaresizlik duygusu

özgüvene zarar verici etkiye sahiptir.

Güvencesiz Çalışmanın Yarattığı Patolojiler

Literatürde güvencesiz çalışmanın çalışanların fiziksel ve

ruhsal sağlığına zararlı olduğuna dair onlarca araştırma sonucu

mevcuttur. İş güvencesizliğinin depresyon (Rocha vd., 2006;

Hartley v.d.; 1991; Boya Özyaman, 2007 ), somatik hastalıklar

(Ferrie vd., 2002; Mohren v.d., 2003), minör psikiyatrik

hastalıklar (D’Souza v.d., 2003; Ferrie vd.; 2002), anti-

depresan kullanımı (Virtanen vd., 2006), kişinin kendi sağlık

durumunu düşük olarak değerlendirmesi4 (Cheng vd., 2005;

D’Souza vd., 2003; Ferrie v.d., 1995), kroner kalp hastalıkları

(Lee vd., 2004) ve buna yol açan risk faktörlerinden yüksek

tansiyon ve obezite (Ferrrie vd., 2002 ) ile ilişkisi

bulunmuştur.

İş güvencesizliğinin fiziksel ve ruhsal sağlık üzerine

etkileri üzerine araştırmalar ağırlıklı olarak İskandinav

ülkeleri, Fransa, Hollanda, Belçika, ABD, İngiltere, İsrail,

4 Poor self rated health.

Avustralya gibi ileri kapitalist ülkelerde

gerçekleştirilmiştir. Güvencesiz çalışmanın tüm vahşeti ve

sınır tanımazlığıyla çalışma yaşamında bir norm haline geldiği

Türkiye, Mısır, Çin, Güney Kore, Vietnam gibi geç

kapitalistleşen ülkelerde, kapitalizmin güvencesizleştirme

saldırısının işçi sınıfı üzerindeki sosyal psikolojik

tahribatları tüm çıplaklığıyla teşhir edilmeye ihtiyaç

duymaktadır.

Bitirirken;

Kapitalizm ile güvencesizlik arasındaki ilişki dönemsel,

geçici ve belirli mekanlarla sınırlı bir düzlemde değildir.

Kapitalist üretim sisteminin emek-gücünü emekten ayrıştırması

ve onu ücretle satılabilir hale getirmesi onu aynı zamanda

güvencesiz hale getiren tarihsel koşulları ortaya çıkarmıştır.

On yedinci yüzyıl filozoflarının açıkça ifade ettiği gibi

kapitalizmde güvenceye sahip olmanın tek yolu özel mülkiyete

sahip olmaktan geçmektedir. Mülksüzler için ise güvencesizlik

ortadan kaldırılması mümkün olmayan bir nesnelliktir.

Kapitalist üretim ilişkileri ortadan kalkmadıkça ve özel

mülkiyet yok olmadıkça; güvence de belirli bir azınlığın

dışında kalanların deneyimlemesi mümkün olmayan bir yaşantı

olarak kalacaktır. Ancak, güvence en temel insani ihtiyaçlar

arasında yer almaktadır ve bu nedenle insanların yaşamlarını

sürdürebilmek için güvenceye ihtiyaçları bulunmaktadır.

Günümüzde tüm dünyada çalışanların ağırlıklı kesiminin

güvencesiz çalışması ve buna bağlı olarak da güvencesiz

yaşamaları, bedensel ve ruhsal bütünlükleri üzerinde onarılması

mümkün olmayan tahribatlara sebep olmaktadır. Güvencesizlik,

çalışanlar üzerinde belirsizlik, çaresizlik, güçsüzlük, yaşam

üzerindeki kontrolün kaybedilmesi, şaşkınlık, öngörüsüzlük,

suçluluk hissi ve umutsuzluk gibi sonuçlara yol açmaktadır.

Güvencesizliğin bilişsel ve duygulanımsal bu sonuçlarının

kişinin karakteri ve ruhsal sağlığı üzerinde zarar verici

etkileri bulunmaktadır.

Kapitalizm, sermaye birikimi ve değişim değerinin kaynağı

olan emek zamanını emekçilerden vahşice çekerken, çektiği onun

gördüğü gibi salt bir meta değil aynı zamanda emekçinin

hayatıdır. Dünyada milyonlarca insanın yaşamına- geçmişine,

anına ve geleceğine-sadece sermaye birikimi gözlüğüyle bakan

kapitalizmin dayattığı güvencesiz çalışma üzerinden el

konulmaktadır. Bu nedenle güvencesiz çalışma, insani olmayan

bir çalışma sistemidir.

Kaynakça

.Beck, U. (2011) Risk Toplumu: Başka Bir Modernliğe Doğru, Çev.:

K. Özdoğan ve B. Doğan, İstanbul: İthaki.Bowles, E.,R. Edwards ve F. Roosewelt (2005) Understanding

Capitalism: Competition, Command and Change, Oxford: OxfordUniversity.

Boya Özyaman, F. (2007) Hemşirelerde İş Güvencesi Algısı veAnksiyete ve Depresyon Üzerine Etkisi, Basılmamış DoktoraTezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü.

Castel, R.(2004) Sosyal Güvensizlik, Çev.: Işık Ergüden,İstanbul:İletişim.

Çerkezoğlu A. ve Ö. Göztepe. (2010) “Sınıfını Arayan SiyasettenSiyasetini Arayan Sınıfa: Güvencesizler”, G. Bulut (der.),

TEKEL Direnişinin Işığında Gelenekselden Yeniye İşçi Sınıfı Hareketi içinde,Ankara: Nota- Bene.

Cheng, Y., C-H Chen, C-J Chen, T-L Chiang (2005) “JobInsecurity and its Association with Health Among Employeesin the Taiwanese, General Population” Social Science &Medicine, 61: 41–52

D’Souza, R. M., L. Strazdins, L.Lim, S. H. Broom, V. Redgers, (2003)“ Work and Health in Contemporary Society, Demands, Control and Insecurity, Journal of Epidemology and Community Health, 57: 849-854.

Elveren, M. (2009) “23 Çalışan İntihara Sürüklendi, FranceTelekom Sarsıldı”,http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/12539086.asp, erişimtarihi: 21 Haziran 2012.

ESOPE Final Report (2004) Precarious Employment in Europe: AComparative Study in Labour Market Related Risks inFlexible Economics, Luxembourg: Europe Commision.

Express (2010) Christophe Dejours ile Röportaj, İstanbul: 16Ocak.

Ferrie, J, M. Shipley, S. Stansfeld, M. Marmot ( 2002) “Effects of Chronic Job Insecurity and Change in Job Security on Self Reported Health,Minor Psychiatric Morbidipty, Physicological Measures, and health Related Behaviors in British Civil Servants: the Whitehall 2 Study”, Journal of Epidemology and Community Health, 56: 450-454. behaviours in British civil servants: the Whitehall II study

Giddens, A. (1998) Modernliğin Sonuçları, Çev. E. Kuşdil,İstanbul: Ayrıntı.

Greenhalgh, L. ve R. Zeheva (1984) “Job Insecurity: TowardConceptual Clarity”, Academy of Management Review, 9(3) : 438-448.

Güren, A. (2010) “İşletmecilik İdeolojisinden Hasta Toplum:Türkçe’de Yayınlanmamış Bir Kitabın Tanıtımı”http://www.sendika.org/2010/11/isletmecilik-ideolojisinden-hasta-toplum-turkcede-yayimlanmamis-bir-

kitabin-tanitimi-ayse-guren-birgun/ erişim tarihi: 17 Ocak2011.

Jacobson, D. (1991) “The Conceptual Approach to JobInsecurity”, Jean Hartley, v.d, Job Insecurity: Copingwith Jobs at Risk içinde , London: Sage Publications, 23-40.

Hartley, J., D. Jacobson, B. Klandermans, T. V. Vuuren (1991)Job Insecurity: Coping With Jobs at Risk, London: SagePublications.

Hobbes, T.( 1994) Leviathan, Çev. S. Lim, İstanbul: Yapı KrediYayınları.

Kinnunen,U., T. Feldt ve S. Mauno (2003) “ Job Insecurity andSelf-esteem: Evidence from Cross-lagged Relations in a1-year Longitudinal Sample”, Personality and IndividualDifferences, 35 (3): 617-632.

Kutlu, D. (2012) ”Türkiye İşgücü Piyasasında Güncel Gelişmelerve Gfüvencesizleşme Örüntüleri, Göztepe, Ö. (der.),Güvencesizleştirme: Süreç, Yanılgı, Olanak içinde, Ankara:Nota-Bene, 61-117.

Lee, S., Colditz, v.d. (2004) “Prospective Study of Jobinsecurity and Coronary Heart Disease in US Women. Annalsof Epidemiology, 14: 24–30.

MacGregor, S (2008) “Refah Devleti ve Neo Liberalizm”, Saad-Filho, A. ve D. Johnston, Neo Liberalizm: Muhalif BirSeçki, Çev. Ş. Başlı ve T. Öncel, İstanbul: Yordam.

Mohren, D. C.(2003) “Job insecurity as a risk factor for commoninfections and health complaints”, Journal of Occupationaland Environmental Health, 45: 123-129.

Neilson, B. Ve N. Rositter. (2008) “Precarity as a PoliticalConcept or Fordism as Exception” Theory, Culture andSociety, 25 (7-8 ):51-72.

Oğuz, Ş. (2012) “Sınıf Mücadelesinde Özne Sorunu: Proleterya mıPrekerya mı”, ”, Göztepe, Ö. (der.) Güvencesizleştirme:Süreç, Yanılgı, Olanak içinde, Ankara: Nota-Bene, 229-251.

Rocha C. vd. (2006) “The Effects of Prolonged Job Insecurityon Psychological Well being of Workers”, Journal ofSociology and Social Welfare, 324-365.

Sandıkcı, E. (2009) İş güvencesizliği Karşısında İşçilerinKolektif Tepkileri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,Kocaeli: Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Savul, G. (2012) ”Standart Dışının Standartlaşması: Güvencesizİstihdam”, Göztepe, Ö. (der.) Güvencesizleştirme: Süreç,Yanılgı, Olanak içinde, Ankara: Nota-Bene, 117-143.

Sennett, R. (2002) Karakter Aşınması, Çev.: B.Yıldırım,İstanbul: Ayrıntı.

Seymour, R. “Hepimiz Güvencesiziz: “Prekerya” Kavramı ve YanlışKullanımı Üzerine, Göztepe, Ö. (der.) Güvencesizleştirme:Süreç, Yanılgı, Olanak içinde, Ankara: Nota-Bene, 251-271.

Tsianos.V.ve Papadopoulos, D. (2006) “Precarity: A SavageJourney to Hearth of Embodied Capitalism”,http://eipcp.net/transversal/1106/tsianospapadopoulos/en,erişim tarihi:10 Temmuz 2012.

Thompson, E.P. (2007) İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, çev.U.Kocabaşoğlu, İstanbul: Birikim.

Virtanene, M., m. Kivimaki, J.E. Ferrie, M. Elovainio,T.Honkonen, J. Pentti,T. Klaukka,J. Vahtera ( 2008)“Temporary Emloyment and antidepressant medication: Aregister linkage study”, Journal of Psyciatric Research,42: 221-229.

Yılmaz, C. (2010) Risk Kapıyı Kırınca: Kentlerde YoksullukDayanışma, Güven ve Güvenlik, İstanbul: Libra.