Güvencesiz Zamanların İşçi Sınıfında Açtığı Yaralar
-
Upload
independent -
Category
Documents
-
view
1 -
download
0
Transcript of Güvencesiz Zamanların İşçi Sınıfında Açtığı Yaralar
Güvencesiz Zamanların İşçi Sınıfında Açtığı Yaralar
Eser Sandıkcı
“Sınıf denince, ben bir dizi farklı ve görünüşte birbiriyleilgisi olmayan olayı, hem deneyimin ham maddesinde,hem de bilinçte birleştiren tarihsel bir olguyu anlıyorum.Sınıfı bir “yapı” ya da “kategori” olarak değil, insanilişkilerinde gerçekleşen birşey olarak görüyorum”.
Edward Palmer Thompson
“Çok yüksek oranda yaşanan kronikleşmiş kas ve iskeletsistemi rahatsızlıklarından mustarip, morfin ve benzeriağrı kesicilerle ya da son yıllarda kullanımı patlama yapanpsikolojik yatıştırıcılarla işlerine gidip gelen bir kitleylekarşı karşıyayız şimdi. Soğuk savaşın yerini alan ekonomiksavaşta artık işyerleri birer savaş meydanıdır.
Önce psikolojik ve fizyolojik rahatsızlıklar ve sonra intihar.İşte o savaş meydanından görüntüler; hafif yaralılar, ağıryaralılar ve ölüler.”
Christophe Dejours ve Vincent De Gaulejac
Son otuz yıldır kapitalizmin küresel krizi karşısında
sermaye birikim stratejisinde meydana gelen değişimlere bağlı
olarak çalışma yaşamında köklü dönüşümler yaşanmaktadır. Neo
liberalizm adı verilen bu tarihsel dönemde gerçekleşen
uygulanmalarla esas olarak çalışmanın sosyal dokusu
değişmektedir. Edward Palmer Thompson’un vurguladığı gibi
(1963: 9), sınıftan bahsederken salt “teknik” ve “kategorik”
bir tanım değil, kanlı- canlı ruhu olan bir özneden
bahsettiğimizi de unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla sermayenin
sınırsız tahakkümünün hayata geçtiği bu dönemde, sömürü ve
birikim sürecinin esas olarak işgücünün yeniden düzenlenmesi
üzerinden gerçekleşmesi ile birlikte çalışma yaşamında hayata
geçirilen uygulamalar aynı zamanda emekçilerin öznel
dünyalarında, birbiri ile ilişkilerinde, kendilerini ve dünyayı
algılayışlarında da önemli dönüşümlere yol açmaktadır.
Günümüzde işyerlerini savaş meydanlarına benzetmek ne
acıdır ki mübalağa değildir. Her geçen gün şiddetlenerek devam
eden bu savaşta, iş kazalarında hayatını kaybedenler, çalışma
yaşamındaki dönüşüme “ayak uyduramayıp” intihar edenler1,
meslek hastalıklarına bağlı olarak sağlığını kaybedenler ve
çoğu zaman emek mücadelesi yürütenler tarafından bile
görülmeyen “sınıfın gizli yaraları” -çalışmanın yarattığı
psikolojik tahribatlar- ortaya çıkmaktadır.
1 İntiharların ne kadarın çalışma koşullarından kaynaklandığını tam olarakbilmemiz mümkün değil. Ancak, kesin sonuçlara ulaşamamakla birliktegüvencesiz çalışmanın intihara etkisi olduğunu savunan araştırmalarbulunmaktadır (Chastang vd., 1998). Fransa’da yeniden yapılanma sürecinegirmesinin ardından intiharların yaşandığı France Telekom’un intihar edenbir çalışanın son mektubu, intiharların nedenlerine dair çok şey söylüyor:İyi akşamlar baba. Bu sabah telefonla konuştuğumuzda, sesimin iyi gelmediğini söyledin. Haklısın.İntihar isteğim ağır basıyor. Bu akşam intihar etmeye karar verdim. Sakın ev sahibinden bana gözatmasını isteme. Çünkü evde değil, ofiste intihar edeceğim. Şefim bilmiyor ama şirkette intihar eden23. kişi olacağım. Zira servisteki yeniden yapılanmayı kabul etmiyorum. Ekip şefim değişti, benneler olacağını bildiğim için ölmeyi tercih ediyorum. Çantamı, cep telefonumu ve anahtarımı büromasamın üzerine bırakıyorum. Beraberimde sadece organ nakli kartımı götürüyorum…Kedilerime yemek vermeyi unutma. Benden böyle bir mesaj aldığın için üzgünüm. Ancak betervaziyetteyim. Seni seviyorum babacığım. Stephanie (Hürriyet, 2009).
Bu makalede, kapitalist çalışma ilişkilerinin çalışanlar
üzerindeki psikolojik sonuçları, günümüzde çalışma ilişkilerini
ve beraberinde tüm toplumsal ilişkileri belirleyen
güvencesizlik olgusu üzerinden tartışılacaktır. Güvencesizliğin
çalışanlar üzerindeki etkilerini analiz ederken, kapitalizm ve
güvencesizlik arasındaki ilişki tarihsel süreci içerisinde
irdelenecektir.
Zamanın Ruhu: Güvencesizlik
Bugün çalışma yaşamındaki dönüşümleri tanımlamak için en
uygun kavramlardan biri güvencesizleşmedir. Güvencesizlik
işçiyi sadece üretim sürecine dahil olduğu işyeri değil, aynı
zamanda da iş dışı yaşantısı, yani toplumsal yeniden üretim
alanı bakımından da kavrayan ve bu nedenle durumun ruhunu ve
karakterini yansıtan bir kavramdır (Kutlu, 2012: 64).
Güvencesizleşme, çalışma yaşamında her geçen gün işçi
sınıfının farklı kesimlerini içerisine alarak yaygınlaşan bir
norm haline gelmektedir. Güvencesizliğin zamansal (istihdamın
devamlılığı ve kalıcılığı), örgütsel (iş süreci üzerindeki
bireysel ve toplu kontrol ve çalışma koşulları), iktisadi
(ücretler, vs.) ve sosyal (işten çıkartmalara karşı koruma
önlemleri, işçi sağlığı ve güvenliği) boyutları söz konudur
(ESOPE, 2004: 46). Güvencesizleşme tüm bu boyutlarda yaşanan
hak kaybı ve esas olarak belirsizleşme sürecini içermektedir.
Bugün neo liberalizm işçi sınıfını farklı istihdam biçimlerine
bölmekle birlikte, istihdamın niteliği yani güvencesizleşme
düzeyinde sınıfı homojenleştirmektedir. Güvencesizleşme,
istihdam biçimlerindeki farklılaşmaya karşın sınıfı enlemesine
kesen türdeşleştiren bir özellik haline gelmiştir (Çerkezoğlu
ve Göztepe, 2010: 82).
Güvencesizleşme Kapitalizm Tarihinde Yeni Bir Dönem
mi?
Güvencesizleşmenin işçi sınıfı üzerindeki etkilerini analiz
ederken, kapitalizm ve güvencesizleşme arasındaki ilişkiyi
tartışarak başlamak faydalı olacaktır. Güvencesizleşme, son
otuz yıldır çalışma yaşamındaki dönüşümü tariflerken en sık
kullanılan kavramlardan biri olmuştur. Bir kavram olarak
güvence-sizleşme, emekçi sınıfların sahip olduğu güvencelerin
ortadan kalktığı bir dönüşümü işaret ederken, güvenceli bir
dönemin varlığına atfı da içinde barındırmaktadır. Atıfta
bulunulan güvenceli dönem, ikinci dünya savaşı ardından
kapitalizmin 1970’lerdeki krizine kadar devam eden, sosyal
refah devleti uygulamalarının hayata geçirildiği bir zaman
dilimiydi. Sosyal refah devletleri, kapitalist sermaye
birikiminin genişleme evresinde olmasının etkisi ile birlikte
kendi sınırları içerisinde ve uluslar arası düzeyde gerçekleşen
sınıf mücadelesinin birer sonucuydu. Refah devleti, sahip
olduğu mülke ya da yaptığı işe bakılmaksızın tüm bireylere ve
ailelere asgari bir gelir güvencesi sağlayarak, bireysel ve
ailevi krizlere yol açabilecek hastalık, yaşlılık ya da
işsizlik gibi “toplumsal belirsizlikler"in kapsamını daraltarak
ve bütün yurttaşlara yönelik sosyal hizmetler sağlayarak,
piyasa kuvvetlerinin oyununa çeşitli yollardan müdahale ederek
emekçi sınıflara çeşitli güvenceler sunmuştur (MacGregor, 2008:
236).
Güvencesizleşmenin neo liberalizmin sonucu olduğunu savunan
söylem, bir çok defa, kapitalizmin fordist birikim aşaması
olarak adlandırılan bu tarihsel dönemi norm olarak kabul etme,
içerisinde bulunduğumuz güvencesizleşme olarak nitelenen süreci
bir istisnai dönem olarak görme eğilimindedir. Oysa,
kapitalizme, daha geniş tarihsel ve coğrafik kapsamdan
baktığımızda, fordist ekonomik düzenlemenin ve refah
devletlerinin değil, güvencesizliğin norm olduğunu görmekteyiz.
Kapitalizmin yapısal mantığına baktığımızda güvencesizliğin
kapitalizmin işleyiş yasasının doğal sonucu olduğunu, ikinci
dünya savaşı sonrası sınırlı ölçüde yaşanan fordist dönemin
istisna olduğunu söyleyebiliriz. Esasında, güvencesiz istihdam,
kapitalizmin özüne (herhangi bir müdahale olmadan mal/hizmet ve
piyasa koşullarının serbestçe belirlenmesi) dönmesi anlamına
gelmektedir .2
Güvencesizlik, kapitalizmin kendisi kadar eskidir (Seymour,
2012: 254). Kapitalist üretim tarzının gelişimi ile birlikte
emek ile emek-gücünün birbirinden ayrılması, yani emek-gücünün
metalaşması süreci, emek-gücünden başka satacak mülkiyeti
olmayanlar için güvencesizlik sorununu tüm yakıcılığıyla bir
daha da tamamen sönmemek üzere gündeme getirmiştir. Yirminci
yüzyıl İngiliz iktisatçısı Joan Robinson’un “bir kapitalist
tarafından sömürülmekten daha kötü olan tek şey, onun
tarafından sömürülememektir” (aktaran Bowles ve Roosewelt,
2005: 284) şeklinde ifade ettiği, emek-gücünü satma şansına
2 Bu konuda daha ayrıntılı bir tartışma için bkz. Neilson, B. ve N.Rositter. (2008) “Precarity as a Political Concept or Fordism asException” Theory, Culture and Society, 25 (7-8 ):51-72.
sahip olamama durumu olan işsizlik, kapitalizmin mayasında
bulunmaktadır. Bu nedenle, mülkiyeti olmayan ve yaşamak için
çalışmaktan başka şansı olmayan emekçi sınıflar için emek-
gücünü ihtiyacı olduğu her zaman diliminde satma olanağının
bulunmaması durumu, güvencesizliği kapitalizmin varoluşsal bir
özelliği haline getirmiştir.
Güvence en temel insani ihtiyaçlardan biridir. İnsanlık
tarihi boyunca insanlar yaşamlarını sürdürebilmek için güvence
arayışında olmuşlardır. Kapitalizmde ise güvenceye sahip
olmanın iki yolu söz konusudur: Bunlardan ilki özel
mülkiyettir. Özel mülkiyet, mülk sahipleri için şimdiki ve
gelecek zamanı içeren bir güvence kaynağıdır. Mülksüzler için
ise güvenceyi kazanmanın tek yolu emek-gücünü satmak yani
ücretli çalışmaktır. Güvencesiz zamanlar olarak
nitelendirebileceğimiz hala içerisinden geçmekte olduğumuz
tarihsel süreçte, çalışanların bütün güvencelerinin elinden
alınması durumuna karşılık gelen işsizlik ile birlikte işsiz
kalma kaygısını içerisinde barındıran güvencesiz çalışma, başka
bir güvence kaynağı olmayan mülksüzler için can-alıcı düzeyde
yaşamsal bir sorun durumundadır.
Kapitalizm ve güvence arasındaki ilişkiyi anlayabilmek için
güvence ve güvencesizliğin tarihsel sürecine bakmak faydalı
olacaktır.
Kapitalizm Öncesi Toplumlarda Güvencesizlik
Güvencesizlik kapitalizmin içsel bir özelliğidir ancak
kapitalizm öncesi toplumlar da güvencesizliğin olmadığı
toplumlar değildi. Kapitalizm öncesi geleneksel toplumlarda,
modern toplumlardan farklı güvence ve güvencesizlik biçimleri
söz konusudur.
Anthony Giddens, modern öncesi güvence ortamını oluşturan
bağlamı, “bölgeselleşmiş güvenin egemen rolüyle”
tanımlamaktadır. Bu bağlamda modern öncesi toplumlarda güvence;
akrabalık ilişkileri, yerel topluluklar, dinsel kozmolojiler ve
gelenek tarafından sağlanmaktadır. Güvencesizlik yaratan risk
ortamları ise; bulaşıcı hastalıkların yaygınlığı, iklimin
güvenilmezliği, doğadan kaynaklanan tehdit ve tehlikeler,
yağmacı ordular, insan şiddeti, dinsel kaygıdan yoksun kalma ya
da kötü bir büyünün etkisine girme kaygısı olarak
tanımlanmıştır (1998: 100).
Giddens’ın da vurguladığı gibi kapitalizm öncesi
toplumlarda güvence yakınlık güvencesi adı verilen bir topluluğa
aidiyet üzerinden sağlanmaktadır ve bu topluluk bağlarının
gücüne bağlı olmuştur. Bu toplumlarda aile ve soy etrafında
örülen güçlü bağlar söz konusudur ve birey hiyeraşik bir düzen
içinde işgal ettiği yerle tanımlanır. Ortaçağ tarihçisi Georges
Duby, ortaçağ köylü toplumlarından “sınırları belirli, güvence
altında, tuzu kuru toplumlar” diye söz eder (aktaran Castel,
2004: 15). Buna paralel olarak, şehirde mesleki birliklere
(loncalar, birlikler, vb.) aidiyet, birlik üyelerinin hem
kısıtlama bakımından hem de güvence bakımından güçlü sistemlere
katılımı demektir; bu birlikler, ait olunan grup karşısında
bireyin bağımlılığı pahasına onun güvenliğini sağlar. Savaşın
yıkımlarına, kıtlık, açlık ve salgın risklerine sürekli maruz
kalanlar da yine bu aynı ortaçağ toplumlarıdır. Ama bunlar
topluluğu dışarıdan tehdit eden ve hatta sonuçta ortadan
kaldırabilen saldırılardır. Kendi içlerinde ise, yine de,
Duby’nin dediği gibi, “güvence altında” olan toplumlardır. Sıkı
bağımlılık ve karşılıklı bağlılık ağları temelinde üyelerini
güven altına alır ve korurlar (Castel, 2004: 15).
Kapitalizm ve Güvencesizlik
Kapitalizm ve güvencesizlik arasındaki ilişkiye dair,
günümüz düşünürlerinden Fransız sosyolog-filozof Robert
Castel’in3 Sosyal Güvensizlik adlı çalışması ve Alman sosyolog
Ulrich Beck’in Risk Toplumu kavramsallaştırması önemli katkılar
sunuyor.
Castel, modern toplumların güvensizlik toprağı üzerine inşa
edildiklerini söylüyor. Geleneksel toplumlarda bir topluluğa
aidiyet üzerinden gelişen yakınlık güvencesi söz konusu iken,
kapitalizmin gelişimi ve modernitenin yükselişiyle birlikte
bireyin statüsü de köklü biçimde değişmiştir. Birey artık
topluluklara dahil olup olmamasından bağımsız, kendinden menkul
niteliğiyle kabul görmektedir. Castel, “bireyler toplumu”
haline gelen kapitalist toplumu anlayabilmek için bu toplumun
ürkütücü ve büyüleyici ilk resmini çizmiş olan Thomas Hobbes’a
bakmak gerektiğini söyler (Castel, 2004: 15-16).
3 Robert Castel, bu kitap yayına hazırlanırken 12-03-2013 tarihinde yaşamınıyitirdi.
Hobbes, yaşadığı dönemde (1588-1679) Fransa’da din
savaşları ve İngiltere’de iç savaş dolayısıyla, ortak
aidiyetler üzerine temellenen ve geleneksel inançlardan
meşruiyet bulan toplumsal düzenin istikrarsızlaşmasına tanık
olmuştur. Hobbes, bireyleşmenin dinamiğini bireyleri tamamen
kendi başlarına bırakıldıkları noktaya kadar vardırarak,
sınırına iter. Bir bireyler toplumu, kelimenin tam anlamıyla
bir toplum değil, bir doğal haldir; yani yasasız, hukuksuz,
politik yapının ve toplumsal kurumların olmadığı, bireylerin
birbiriyle dizginsiz bir rekabet içine düştükleri ve herkesin
herkesle savaştığı bir haldir. Bu nedenle, böyle bir toplum tam
bir güvensizlik toplumu olur. Her türlü kolektif
düzenlemelerden kurtulmuş bireyler, daimi tehdit altında
yaşarlar, çünkü güven altına alacak ve güven altında olacak
gücü kendilerinde bulamazlar. Hobbes, güvencesizlik üzerine
kurulu modern toplumların ihtiyacı olanınsa “Leviathan”
olduğunu savunur. Geleneksel kısıtlama ve güvencelerden
kurtulmuş bireylerin ”toplum oluşturabilmelerinin” kesin ve
gerekli ilk koşulunun “güvenliği sağlamak” olduğunu söyler.
Güvenceleri korumak için güvenliği sağlamak mutlakiyetçi güçlü
bir devletin -Leviathan’ın- görevidir (Hobbes: 1994). Hobbes
(1994: 369), sosyal güvenceyi sağlamanın da devletin görevi
olduğunu ifade eder:
Birçok insan, kaçınılmaz koşullarsonucunda, çalışarak ihtiyaçlarını karşılayamazduruma düştüğünden, bu kimseleri, kişilerinmerhametine terk etmemek gerekir. Bunlarıngeçimini sağlamak, doğanın ihtiyaçlarını
gerekli kıldığı ölçüler içinde cumhuriyetyasalarının görevidir.
Castel, Hobbes’un modern toplumlardaki güvence sorununu
kavramaya sağlayacak çok güçlü bir kavram ortaya attığını
söyler:
Güven altında olmak, “doğal” bir durumdeğil, oluşan bir durumdur; çünkü güvensizlikaz çok tesadüfi olarak insanın başına gelebilenbeklenmedik bir olay değil, modern toplumlardabireylerin ortak yaşamının eş tözlü birboyutudur (Castel: 2004: 19).
Avrupa’da kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmeye
başladığı bir dönemde yaşayan Hobbes, feodalizmin çözülmesi
ile birlikte kapitalizmin geleneksel güvenceleri ortadan
kaldırarak; toplumun geniş kesimleri için güvencesizliği ve
beraberinde güvensizliği ortaya çıkarmasını tüm açıklığıyla
analiz eder. Ünlü eseri Leviathan, güvencesizliğin karşında
modern toplumlara önerdiği bir çözüm modeli olmuştur.
Castel, kapitalizmde güvencesizliğin kaynağı üzerine
tartışma yürütürken, Hobbes’un ardından diğer bir on yedinci
yüzyıl İngiliz felsefecisi olan, liberalizmin öncüsü kabul
edilen John Locke’a da atıfta bulunur. Locke’un, “insan, kendi
kendisinin efendisidir, kendi kişiliğinin ve kişiliğin ürünü
olan eylem ve çalışmanın sahibidir” diyerek, çalışması
sayesinde kendi bağımsızlığını inşa eden ve aynı zamanda
kendinin ve mülklerinin sahibi olan modern insanı yücelttiğini
belirtir ve kapitalist toplumda güvencenin kaynağının mülkiyet
olduğunu savunur. Geleneksel bağımlılık ve güvence ağlarından
kurtulan birey için artık güvence mülkiyettir. Yaşamın
talihsizlikleri, hastalık, kaza ve çalışacak durumda olmayan
kişinin düştüğü yoksulluk karşısında güvenceyi mülkiyet sağlar
(aktaran Castel, 2004: 20).
Locke özel mülkiyeti kutsayan bir bakış açısıyla bakmış
olsa da, kapitalizmde güvence ve mülkiyet arasındaki güçlü
ilişkiyi ortaya koyar. Castel, modernitenin başlangıcında özel
mülkiyetin derin bir antropolojik anlam edindiğini, çünkü
geleneksel güvence ve bağımlılıklardan kurtulan bireyin kendi
bağımsızlık koşullarını bulabileceği platform olarak ortaya
çıktığını, bunu ilk fark edenlerden birinin Locke olduğunu
ifade eder (Castel, 2004: 23). Castel, mülkiyetin, bireylerin
bağımsızlığını korumak gibi temel bir işlevi yerine getirmesi
ve onları yaşamın risklerine karşı güvence altına alması
anlamında en yetkin toplumsal kurum olduğunu söyler. Charles
Gide’in yirminci yüzyıl başında dediği gibi: “mülk sahibi sınıf
açısından mülkiyet, tüm diğer toplumsal kurumları fuzuli kılan
bir kurumdur” (aktaran Castel, 2004: 23). Buradan anlaşılması
gereken şey, özel mülkiyetin toplumsal yaşamın
talihsizliklerine karşı (hastalık, kaza, çalışamama durumu,
vb.) sözcüğün tam anlamıyla, güvence altına aldığıdır.
Kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimi ile birlikte,
yakınlık güvencesinin ortadan kalkması ve mülkiyetin en temel
güvence kaynağı haline gelmesi ile birlikte, mülksüzler için
güvencenin nasıl sağlanacağı sorusu önem taşımaktadır. Castel,
mülkiyet yoluyla kendi yaşamlarını idame ettirme imkanına sahip
olmayanların durumunun kör noktada kaldığını, bunun da hukuk
devletinin karanlık yüzü olduğunu söyler. Bu duruma iki şekilde
çözüm bulunduğunu ifade eder: Çalışma ve güvence arasında
bağların kurulması ve toplumsal mülkiyetin inşası.
Castel, kapitalizmde güvencesizliğin oluşması ve nedenleri
üzerine on yedinci yüzyıl filozofları Hobbes ve Locke’un
değerlendirmelerinden de yararlanarak güvence ve özel mülkiyet
arasındaki bağa dair önemli tarihsel atıflarda bulunmaktadır.
Ancak, kapitalizmde sosyal devlet uygulamaları ve güvence ile
çalışma arasında güçlü bağların kurulması ile birlikte
güvencesizliğin ortadan kalkacağına dair; gerçekçi olmayan bir
iyimserlik sergilemektedir. Günümüzde tüm dünyada güvencesiz
çalışmanın yaygınlaşması, uluslararası sermaye açısından kar
maksimizasyonu hedefine ulaşma yolunda önemli bir kazanımdır.
İşçi sınıfının mücadelesinin sermaye üzerinde baskı yaratmadığı
sürece, emeğin güvenceli koşullara kavuşması gibi bir gayesi
kuşkusuz olmayacak ve bu kazanımından vazgeçmeyecektir.
Kapitalizmin kendi tarihi de göstermiştir ki, kapitalizmin
ontolojik yapısı çalışmanın güvenceli hale gelmesine ve bunun
sosyal devlet uygulamaları ile koruma altına alınmasına izin
vermemektedir.
Ulrich Beck’ in risk toplumu kavramsallaştırması ise,
sanayi toplumundan risk toplumuna geçildiğini savunan bir geçiş
dönemi tanımlamasıdır. Risk toplumunda, günümüz insanı feodal
zümrelerden, dinsel aşkınlığın verdiği güvencelerden kopartılıp
çok farklı küresel ve kişisel risklere fırlatılmıştır. Risk
toplumu, geleceğin belirsiz olduğu ve ontolojik bir
güvensizliğin toplumsal ilişkiler içerisine yayılmasını
simgeleyen bir toplumdur (Beck 2011; Yılmaz, 2010: 42).
Beck, fordist üretim ilişkisinin hakim olduğu sanayi
toplumunu çalışma toplumu olarak da niteler. Risk rejimi,
çalışma toplumundan risk toplumuna dönüşümün adının konmasıdır.
Çalışma toplumunun analitik motoru olan fordist rejim, düzen ve
belirlilik taslakları sunarak, tam istihdam, bant tipi üretim,
iş güvenliği, toplu pazarlık ve Keynesçi ekonomik politikalar
üzerinden tanımlanmaktadır. Fordist rejim kullanılarak çizilen
çerçevenin açılımıyla birinci ve ikinci modernlik arasında
yapılan ayrım, sadece endüstri- endüstri sonrası, fordizm-post
fordizm arasında değil, güvenlik, kesinlik ve birinci modernlik
tarafından çizilen sınırların güvensiz, kesinlik ve güvensiz,
beklenmeyen ve sınırların kaybı lehine değişmesi olarak da
tanımlanabilir. Risk rejiminin anlamı; “ilkesel olarak her şey
mümkündür, hiçbir şey öngörülemez ve kontrol edilemezdir”.
Riskin bir başka kavramsal karşılığı ise “hiçbir şey
bilinemezdir” (Beck, 2011; Yılmaz, 2010: 48).
Beck’in risk toplumu kavramsallaştırması, güvencesizliğin
yarattığı belirsizlik ve bilinemezlik durumlarını vurgulaması
açısından önemlidir. Beck, Castel’de olduğu kapitalizm öncesi
dönemdeki güvencelere atıfta bulunur. Her iki düşünür de,
güvencesizliğin kaynağı üzerine tartışırken kapitalizm
içerisinde güvenceli bir dönemden güvencesizliğe doğru bir
dönüşümü tahlil ederler. İkinci dünya savaşının ardından refah
devletlerinin uygulandığı tarihsel dönemin güvenceli bir dönem
olduğuna, güvencesizliğin ise neo liberal dönemin yarattığı bir
sorun olduğuna dair benzer bir yaklaşıma sahiptirler. Her
ikisinde de fordist üretimin hakim olduğu dönemi olumlayan ve
idealize eden bir yaklaşım bulunmaktadır. Oysaki kapitalizme,
daha geniş tarihsel ve coğrafik kapsamdan baktığımızda, fordist
ekonomik düzenlemenin ve refah devletlerinin erken
kapitalistleşen ülkelere özgü istisnai bir dönem olduğunu
görüyoruz. Güvencesizliğin ve beraberindeki güvensizlik,
belirsizlik ve risk durumlarının kapitalizmin doğasında
olduğunu ise Castel ve Beck’ in kendi eserlerinde bile görmek
mümkün.
Güvencesizliğin İşçi Sınıfı Üzerinde Açtığı Yaralar
Bugünün işletmelerinin Allah kelamı belledikleri“verimlilik”, “kârlılık”, (çalışanların) kronik kas ağrılarına,gözündeki yaşlara ve üstüne bilmem kaç yıldan sonraişten atılmasının şaşkınlığına, belirsizliğine, özgüvenkaybına denk düşüyor.
C.Dejours
Güvencesizliğin en yaygın boyutlarından biri iş
güvencesizliğidir. İş güvencesizliği, işini kaybetme tehdidi
veya işini kaybetme kaygısı olarak tanımlanmaktadır (Greenhalg,
1984; Hartley vd., 1991). Tanımda da görüldüğü gibi
güvencesizlik, işsizlik üzerinden bir tanıma sahiptir.
Güvencesizlik, iş ve işsizlik arasındaki sınırların kalkması ve
aralarındaki geçişin kolaylaşması anlamına gelmektedir
(Sandıkcı, 2009). İşsizlik ve iş arasındaki geçiş hızının
artması ile birlikte iki dönemin özellikleri, yarattığı duygu
durumu ve anlam dünyaları birbirlerinin içine girmektedir.
Böylece çalışırken işsiz kalma korkusu yaşanmakta ve
kapitalizmde işe yaramazlığı ve anlamsızlığı temsil eden
işsizliğin neden olduğu sosyal psikolojik tahribatlar,
güvencesiz çalışanlar tarafından da sürekli olarak
hissedilmektedir. Bununla birlikte, güvencesizliğin yarattığı
zararların, işsizlik sürecinden daha yoğun olması olasıdır.
Çünkü güvencesizlik işsizlikten farklı olarak belirsizlik
boyutu içermektedir. Stres ile ilgili literatürde, iş
güvencesizliği olay belirsizliği olarak tanımlanmaktadır. Olay
belirsizliği, bir olayın meydana gelme olasılığı ile ilgili
öznel değerlendirmeyi tanımlamakta ve çoğu zaman olayın
kendisinden daha fazla kaygı ve gerilim kaynağı olmaktadır
(Greenhalgh ve Rosenblatt, 1984; Jacobson 1991). İş
güvencesizliği durumunda, olay belirsizliği, işini kaybetmeye
dair bir belirsizliğe referansta bulunmakta ve işsizlikten daha
fazla kaygıyı içermesini olası kılmaktadır.
İş ve işsizlik arasındaki sınırları kaldıran ve geçişi
hızlandıran güvencesizlik, yarattığı kaygının yanı sıra
çalışanların zaman algılarını da tahrip etmektedir. Sennett,
kapitalizmin insanın üzerinde en büyük tahribat yaratan
yanının, onun zamansal boyutu olduğunu savunur (2002: 54).
Güvencesizliğin yarattığı belirsizlik, kişinin ana ve geleceğe
dair kontrol duygusunu yok etmektedir. Güvencesizlik
kıskacındaki kişi ne şimdiki zamana hakim olabilmekte ne de
geleceğe dair olumlu öngörülerde bulunabilmektedir. Belirsizlik
bireylerin kontrol duygularını azaltırken, çaresizlik ve
güçsüzlük duygularını artırmaktadır.
Tsianos ve Papadopoulos da çalışanlar üzerindeki etkileri
açısından güvencesizleştirmenin zamanla ilgili boyutunun
önemli olduğunu ve güvencesizleşmenin zaman üzerinde farklı
bir regülasyon kurulmasına dayanan bir sömürü biçimi olduğunu
savunurlar (2006). Tsianos ve Papadopoulos’a göre,
güvencesizlik sadece emek-gücünün değil gündelik yaşamın
bütünlüğünün sömürülmesi anlamına gelmektedir. Refah
toplumları, çalışanların üretken olmadığı (kaza, hastalık,
işsizlik, yaşlılık) dönemlerin öngörülmesi ve güvence altına
alınmasına dayanan bir zaman yönetimidir. Neo liberal dönemde
ise bu zaman yönetimi ortadan kalkmıştır. Gelecek güvence
altına alınmadığı gibi geleceğe bugünden el konulur. Çalışan
açısından, çalışma şimdiki zamanda gerçekleştiği halde
çalışanın bütün yaşam süresine yayılır. Sermaye açısından,
işçinin bütün yaşam süresi, şimdiki zamanda sömürülebilecek
zaman dilimlerine ayrılır. Güvencesizleşme, şimdiki zamanda
gerçekleşen, aynı zamanda geleceğin sömürülmesi anlamına gelen
bir sömürü biçimidir.
Kişinin kendi geleceğini kurgulayabilmesi için şimdiki
zamanda asgari bir güvenceye sahip olması gerekmektedir.“Yarın
ne olacak” sorusu, güvencesizlikle birlikte kişinin gündemini
her gün yeniden belirleyen bir soru haline gelmiştir.. Bu
sorunun gündelik hayata hakim olması, kişinin kendine, doğaya
ve topluma dair başka soruların sorulmasına engel olmaktadır.
Güvencesizliğin bireylerin karakter gelişimi üzerinde de
olumsu etkileri söz konusudur. Sürekli iş güvencesizliği ile
karşı karşıya kalmak ve buna bağlı olarak sürekli iş
değiştiriyor konumunda olmanın insanda karakterin -özellikle de
karakterin insanları birbirine bağlayan ve sürdürülebilir bir
benlik duygusu ile donatan özelliklerinin- aşınması tehlikesini
barındırmakta ve bu süreç kişide güven ve sadakat duygularını
zayıflatmaktadır (Sennett, 2002). Güvencesizlik, aynı zamanda
sürekli işini kaybetme kaygısı yaşayan kişinin kendine olan
özgüvenini de yok etmektedir (Kinnunen vd., 2002).
Güvencesizlikle birlikte, kişinin kendi yaşamı üzerinde kontrol
duygusunun azalması ve beraberindeki çaresizlik duygusu
özgüvene zarar verici etkiye sahiptir.
Güvencesiz Çalışmanın Yarattığı Patolojiler
Literatürde güvencesiz çalışmanın çalışanların fiziksel ve
ruhsal sağlığına zararlı olduğuna dair onlarca araştırma sonucu
mevcuttur. İş güvencesizliğinin depresyon (Rocha vd., 2006;
Hartley v.d.; 1991; Boya Özyaman, 2007 ), somatik hastalıklar
(Ferrie vd., 2002; Mohren v.d., 2003), minör psikiyatrik
hastalıklar (D’Souza v.d., 2003; Ferrie vd.; 2002), anti-
depresan kullanımı (Virtanen vd., 2006), kişinin kendi sağlık
durumunu düşük olarak değerlendirmesi4 (Cheng vd., 2005;
D’Souza vd., 2003; Ferrie v.d., 1995), kroner kalp hastalıkları
(Lee vd., 2004) ve buna yol açan risk faktörlerinden yüksek
tansiyon ve obezite (Ferrrie vd., 2002 ) ile ilişkisi
bulunmuştur.
İş güvencesizliğinin fiziksel ve ruhsal sağlık üzerine
etkileri üzerine araştırmalar ağırlıklı olarak İskandinav
ülkeleri, Fransa, Hollanda, Belçika, ABD, İngiltere, İsrail,
4 Poor self rated health.
Avustralya gibi ileri kapitalist ülkelerde
gerçekleştirilmiştir. Güvencesiz çalışmanın tüm vahşeti ve
sınır tanımazlığıyla çalışma yaşamında bir norm haline geldiği
Türkiye, Mısır, Çin, Güney Kore, Vietnam gibi geç
kapitalistleşen ülkelerde, kapitalizmin güvencesizleştirme
saldırısının işçi sınıfı üzerindeki sosyal psikolojik
tahribatları tüm çıplaklığıyla teşhir edilmeye ihtiyaç
duymaktadır.
Bitirirken;
Kapitalizm ile güvencesizlik arasındaki ilişki dönemsel,
geçici ve belirli mekanlarla sınırlı bir düzlemde değildir.
Kapitalist üretim sisteminin emek-gücünü emekten ayrıştırması
ve onu ücretle satılabilir hale getirmesi onu aynı zamanda
güvencesiz hale getiren tarihsel koşulları ortaya çıkarmıştır.
On yedinci yüzyıl filozoflarının açıkça ifade ettiği gibi
kapitalizmde güvenceye sahip olmanın tek yolu özel mülkiyete
sahip olmaktan geçmektedir. Mülksüzler için ise güvencesizlik
ortadan kaldırılması mümkün olmayan bir nesnelliktir.
Kapitalist üretim ilişkileri ortadan kalkmadıkça ve özel
mülkiyet yok olmadıkça; güvence de belirli bir azınlığın
dışında kalanların deneyimlemesi mümkün olmayan bir yaşantı
olarak kalacaktır. Ancak, güvence en temel insani ihtiyaçlar
arasında yer almaktadır ve bu nedenle insanların yaşamlarını
sürdürebilmek için güvenceye ihtiyaçları bulunmaktadır.
Günümüzde tüm dünyada çalışanların ağırlıklı kesiminin
güvencesiz çalışması ve buna bağlı olarak da güvencesiz
yaşamaları, bedensel ve ruhsal bütünlükleri üzerinde onarılması
mümkün olmayan tahribatlara sebep olmaktadır. Güvencesizlik,
çalışanlar üzerinde belirsizlik, çaresizlik, güçsüzlük, yaşam
üzerindeki kontrolün kaybedilmesi, şaşkınlık, öngörüsüzlük,
suçluluk hissi ve umutsuzluk gibi sonuçlara yol açmaktadır.
Güvencesizliğin bilişsel ve duygulanımsal bu sonuçlarının
kişinin karakteri ve ruhsal sağlığı üzerinde zarar verici
etkileri bulunmaktadır.
Kapitalizm, sermaye birikimi ve değişim değerinin kaynağı
olan emek zamanını emekçilerden vahşice çekerken, çektiği onun
gördüğü gibi salt bir meta değil aynı zamanda emekçinin
hayatıdır. Dünyada milyonlarca insanın yaşamına- geçmişine,
anına ve geleceğine-sadece sermaye birikimi gözlüğüyle bakan
kapitalizmin dayattığı güvencesiz çalışma üzerinden el
konulmaktadır. Bu nedenle güvencesiz çalışma, insani olmayan
bir çalışma sistemidir.
Kaynakça
.Beck, U. (2011) Risk Toplumu: Başka Bir Modernliğe Doğru, Çev.:
K. Özdoğan ve B. Doğan, İstanbul: İthaki.Bowles, E.,R. Edwards ve F. Roosewelt (2005) Understanding
Capitalism: Competition, Command and Change, Oxford: OxfordUniversity.
Boya Özyaman, F. (2007) Hemşirelerde İş Güvencesi Algısı veAnksiyete ve Depresyon Üzerine Etkisi, Basılmamış DoktoraTezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü.
Castel, R.(2004) Sosyal Güvensizlik, Çev.: Işık Ergüden,İstanbul:İletişim.
Çerkezoğlu A. ve Ö. Göztepe. (2010) “Sınıfını Arayan SiyasettenSiyasetini Arayan Sınıfa: Güvencesizler”, G. Bulut (der.),
TEKEL Direnişinin Işığında Gelenekselden Yeniye İşçi Sınıfı Hareketi içinde,Ankara: Nota- Bene.
Cheng, Y., C-H Chen, C-J Chen, T-L Chiang (2005) “JobInsecurity and its Association with Health Among Employeesin the Taiwanese, General Population” Social Science &Medicine, 61: 41–52
D’Souza, R. M., L. Strazdins, L.Lim, S. H. Broom, V. Redgers, (2003)“ Work and Health in Contemporary Society, Demands, Control and Insecurity, Journal of Epidemology and Community Health, 57: 849-854.
Elveren, M. (2009) “23 Çalışan İntihara Sürüklendi, FranceTelekom Sarsıldı”,http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/12539086.asp, erişimtarihi: 21 Haziran 2012.
ESOPE Final Report (2004) Precarious Employment in Europe: AComparative Study in Labour Market Related Risks inFlexible Economics, Luxembourg: Europe Commision.
Express (2010) Christophe Dejours ile Röportaj, İstanbul: 16Ocak.
Ferrie, J, M. Shipley, S. Stansfeld, M. Marmot ( 2002) “Effects of Chronic Job Insecurity and Change in Job Security on Self Reported Health,Minor Psychiatric Morbidipty, Physicological Measures, and health Related Behaviors in British Civil Servants: the Whitehall 2 Study”, Journal of Epidemology and Community Health, 56: 450-454. behaviours in British civil servants: the Whitehall II study
Giddens, A. (1998) Modernliğin Sonuçları, Çev. E. Kuşdil,İstanbul: Ayrıntı.
Greenhalgh, L. ve R. Zeheva (1984) “Job Insecurity: TowardConceptual Clarity”, Academy of Management Review, 9(3) : 438-448.
Güren, A. (2010) “İşletmecilik İdeolojisinden Hasta Toplum:Türkçe’de Yayınlanmamış Bir Kitabın Tanıtımı”http://www.sendika.org/2010/11/isletmecilik-ideolojisinden-hasta-toplum-turkcede-yayimlanmamis-bir-
kitabin-tanitimi-ayse-guren-birgun/ erişim tarihi: 17 Ocak2011.
Jacobson, D. (1991) “The Conceptual Approach to JobInsecurity”, Jean Hartley, v.d, Job Insecurity: Copingwith Jobs at Risk içinde , London: Sage Publications, 23-40.
Hartley, J., D. Jacobson, B. Klandermans, T. V. Vuuren (1991)Job Insecurity: Coping With Jobs at Risk, London: SagePublications.
Hobbes, T.( 1994) Leviathan, Çev. S. Lim, İstanbul: Yapı KrediYayınları.
Kinnunen,U., T. Feldt ve S. Mauno (2003) “ Job Insecurity andSelf-esteem: Evidence from Cross-lagged Relations in a1-year Longitudinal Sample”, Personality and IndividualDifferences, 35 (3): 617-632.
Kutlu, D. (2012) ”Türkiye İşgücü Piyasasında Güncel Gelişmelerve Gfüvencesizleşme Örüntüleri, Göztepe, Ö. (der.),Güvencesizleştirme: Süreç, Yanılgı, Olanak içinde, Ankara:Nota-Bene, 61-117.
Lee, S., Colditz, v.d. (2004) “Prospective Study of Jobinsecurity and Coronary Heart Disease in US Women. Annalsof Epidemiology, 14: 24–30.
MacGregor, S (2008) “Refah Devleti ve Neo Liberalizm”, Saad-Filho, A. ve D. Johnston, Neo Liberalizm: Muhalif BirSeçki, Çev. Ş. Başlı ve T. Öncel, İstanbul: Yordam.
Mohren, D. C.(2003) “Job insecurity as a risk factor for commoninfections and health complaints”, Journal of Occupationaland Environmental Health, 45: 123-129.
Neilson, B. Ve N. Rositter. (2008) “Precarity as a PoliticalConcept or Fordism as Exception” Theory, Culture andSociety, 25 (7-8 ):51-72.
Oğuz, Ş. (2012) “Sınıf Mücadelesinde Özne Sorunu: Proleterya mıPrekerya mı”, ”, Göztepe, Ö. (der.) Güvencesizleştirme:Süreç, Yanılgı, Olanak içinde, Ankara: Nota-Bene, 229-251.
Rocha C. vd. (2006) “The Effects of Prolonged Job Insecurityon Psychological Well being of Workers”, Journal ofSociology and Social Welfare, 324-365.
Sandıkcı, E. (2009) İş güvencesizliği Karşısında İşçilerinKolektif Tepkileri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,Kocaeli: Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Savul, G. (2012) ”Standart Dışının Standartlaşması: Güvencesizİstihdam”, Göztepe, Ö. (der.) Güvencesizleştirme: Süreç,Yanılgı, Olanak içinde, Ankara: Nota-Bene, 117-143.
Sennett, R. (2002) Karakter Aşınması, Çev.: B.Yıldırım,İstanbul: Ayrıntı.
Seymour, R. “Hepimiz Güvencesiziz: “Prekerya” Kavramı ve YanlışKullanımı Üzerine, Göztepe, Ö. (der.) Güvencesizleştirme:Süreç, Yanılgı, Olanak içinde, Ankara: Nota-Bene, 251-271.
Tsianos.V.ve Papadopoulos, D. (2006) “Precarity: A SavageJourney to Hearth of Embodied Capitalism”,http://eipcp.net/transversal/1106/tsianospapadopoulos/en,erişim tarihi:10 Temmuz 2012.
Thompson, E.P. (2007) İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, çev.U.Kocabaşoğlu, İstanbul: Birikim.
Virtanene, M., m. Kivimaki, J.E. Ferrie, M. Elovainio,T.Honkonen, J. Pentti,T. Klaukka,J. Vahtera ( 2008)“Temporary Emloyment and antidepressant medication: Aregister linkage study”, Journal of Psyciatric Research,42: 221-229.
Yılmaz, C. (2010) Risk Kapıyı Kırınca: Kentlerde YoksullukDayanışma, Güven ve Güvenlik, İstanbul: Libra.