AKP Cyprus Politics
-
Upload
independent -
Category
Documents
-
view
0 -
download
0
Transcript of AKP Cyprus Politics
i
T.C.
BAHÇEġEHĠR ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
Proje Danışmanı: Şahin ALPAY
İSTANBUL, HAZİRAN 2011
AKP‟NĠN KIBRIS POLĠTĠKASI
(ANNAN PLANI ÖNCESĠ VE SONRASI)
KÜRESEL SĠYASET VE ULUSLARARASI ĠLĠġKĠLER PROGRAMI
UIL5222 TÜRKĠYE‟DE SĠYASET VE DIġ POLĠTĠKA
Deniz GÜLMEZ
ii
ÖZET
AKP‟NĠN KIBRIS POLĠTĠKASI
(ANNAN PLANI ÖNCESĠ VE SONRASI)
Sosyal Bilimler Ensititüsü, Küresel Siyaset ve Uluslararası ĠliĢkiler Programı
Mayıs 2011, 29 sayfa
“Kıbrıs” konusu Türkiye açısından son dönemlerde hiç olmadığı kadar önemli hale gelmiĢ,
kendi geleceği ile ilgili çok önemli bir yol adımına gelmiĢtir. Bu yazıda “Kıbrıs Sorunu”
çeĢitli yönleri ile gözden geçirilmiĢ, tarihsel geliĢimi ve önemli iç ve dıĢ aktörlerinde bu
konjonktörde aldıkları tavırlar, pozisyonları incelenmiĢtir.
Bu çerçevede Avrupa Birliği ve Türkiye iliĢkileri de “Kıbrıs Sorunu” ile ilgili olarak
derinlemesine incelenmiĢ, ve bundan sonraki yol haritasında atılabilecek olası adımlar
öngörülmüĢtür.
.
Anahtar Kelimeler: Türkiye, Kıbrıs, Avrupa Birliği, Yunanistan, GKRY
iii
İÇİNDEKİLER
ÖZET...............................................-.......................................................................................ii
ĠÇĠNDEKĠLER.......................................................................................................................iii
FĠGÜRLER.......-.....................................................................................................................iv
1. GĠRĠġ..................................................................................................................................1
2. KIBRIS SORUNU HAKKINDA GENEL BĠLGĠLER......................................................2
2.1. KIBRIS TARĠHĠ.........................................................................................................3
2.2. KIBRIS CUMHURĠYETĠ...........................................................................................4
2.3. KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURĠYETĠ (KKTC)..................................................5
3. AKP ÖNCESĠ DURUM.....................................................................................................7
3.1. TÜRKĠYE....................................................................................................................8
3.2. KKTC..........................................................................................................................9
3.3. GÜNEY KIBRIS RUM YÖNETĠMĠ..........................................................................9
3.4. YUNANISTAN.........................................................................................................11
4. ANNAN PLANI...............................................................................................................12
4.1. OLUġUM SÜRECĠ...................................................................................................12
4.2. TEKNĠK DETAYLAR..............................................................................................12
4.3. DIġ AKTÖRLER......................................................................................................15
4.4. ĠÇ AKTÖRLER.........................................................................................................17
5. ANNAN PLANI SONRASI.............................................................................................19
5.1. ÜMĠTSĠZLĠK DÖNEMĠ (2005-2008)......................................................................19
5.2. YENĠ BAġLANGIÇ DÖNEMĠ (2008-2010)............................................................19
5.3. RÖLANTĠ DÖNEMĠ (2010---).................................................................................20
6. AVRUPA BĠRLĠĞĠ-TÜRKĠYE ĠLĠġKĠLERĠNDE KIBRIS MESELESĠ.......................23
7. SONUÇ.............................................................................................................................28
KAYNAKÇA...................................................................................................................30
iv
FİGÜRLER
Figür 1: Piri Reis‟in Kıbrıs haritası.........................................................................................4
Figür 2: KKTC ve GKRY haritası...........................................................................................6
Figür 3: Türkiye-KKTC hibe ve kredi yardımları.................................................................20
1
1. GİRİŞ
Kıbrıs, Türkiye‟nin siyasal hayatında hem iç hem de dıĢ politika anlamında önemli yer
tutmaktadır. “Kıbrıs” konusu Yunanistan, Türkiye, Ġngiltere, ABD‟nin yanısıra son önemli
oyuncu olarak Avrupa Birliği‟nin de taraf olmasıyla çok boyutlu bir hale gelmiĢtir. Bunların
yanısıra Rusya‟da tarihi bağlantıları ve stratejik menfaatleri doğrultusunda “Kıbrıs”
konusunda göz ardı edilmemesi gereken önemli bir aktör olmuĢtur.
“Kıbrıs”, bağımsızlığını kazandığı 1960‟lar ve öncesinde bağımsızlık sürecinin netleĢtiği
1950 yıllardan itibaren Türkiye siyaseti açısından hem iç hem de dıĢ siyasette en önemli
konudur. 1974 “Kıbrıs Cumhuriyeti”nde askeri darbe yapılarak Yunanistan‟la birleĢme
yönünde hareket geçmesiyle 1974 Kıbrıs Türk BarıĢ Harekatı ile Türkiye adaya müdahalede
bulunmuĢ ve bu tarihten itibaren Kıbrıs Türkleri‟nin egemenlik haklarını aktif olarak
savunmuĢtur.
“Kıbrıs Sorunu” bu tarihten itibaren Türkiye‟nin ulusal çıkarlarına bazı noktalarda zarar
verecek Ģekilde geliĢse de, Türkiye açısından Kıbrıs‟ın önemi o kadar büyüktür ki milli dava
olarak görülüp bu yönde gereken tüm fedakarlıklar yapılmıĢtır.
Türkiye tarihten gelen dıĢ politikasında “Batıcılık”, “Statükoculuk” ve “MeĢrutiyetçilik”ten
oluĢan üç temel politikayı izlemiĢtir. (Baskın Oran, Radikal, 2004) Türkiye “Statükoculuk”
ilkesi doğrultusunda mevcut durumun bozulmamasını amaçlar, bu yönde komĢularının
topraklarında gözü olmaması, bundan uzak duracağını açıklamıĢtır; aksi takdirde anavatanın
topraklarını tehlikeye atacağını düĢünmüĢtür. Bu doğrultuda da Kıbrıs konusunda
bakmaktadır, o nedenle Türkiye Kıbrıs‟ı ilhak etmektense KKTC‟nin kuruluĢuna destek
vererek ve sonunda Türkiye ve Kıbrıs Türk halkının faydasına olacak bir çözüme yönelik
çabalar içerisinde olmuĢtur. Fakat geçen zamanla mevcut durum statükoya dönüĢmüĢ ve
taraflar çözümsüzlük yönünde uzlaĢmaya varmıĢlardır denilebilir.
AKP‟nin Kasım 2002‟de iktidara gelmesiyle diğer dıĢ politikalarda olduğu üzere “Kıbrıs
Sorunu”nda çözüme yönelik cesur adımlar atması, Annan Planı‟nı desteklemesi Ģeklinde
farklılığını göstermiĢtir. Yalnız Annan Planı‟nın referandumlar sonrası Rum‟lar tarafından
reddedilmesi ve sonrasında AB‟nin verilen sözleri tut(a)mamasından ötürü ve sonrasında
2
2004‟te GKRY‟nin tüm adayı temsilen AB‟ye üye yapılmasından sonra Türkiye‟nin adaylık
sürecinde zorlukların çıkarılması, AKP‟yi gerçekçi politikalara döndürmüĢtür denilebilir.
Nitekim, ileride detaylarına girilen bu konularda görüldüğü üzere, Türkiye 2005 sonrası
ilerleyen süreçte yine çeĢitli alternatifler ortaya koymuĢ olsa da AKP‟nin artık AB
kurumundan ve GKRY‟den daha somut adımlar atmalarını beklediği söylenebilir.
Bu projede genel olarak “Kıbrıs Sorunu” çeĢitli yönlerden incelenmiĢ, Türkiye ve AB
iliĢkileri perspektifinde önemli bir madde olarak etkileri irdelenmiĢ ve Türkiye‟nin bundan
sonraki alternatifleri tahmin edilmiĢtir.
3
2. KIBRIS SORUNU HAKKINDA GENEL BİLGİLER
2.1. KIBRIS TARİHİ
Kıbrıs, öteden beri Doğu Akdeniz‟deki konumu nedeniyle büyük devletlerin ilgisini
çekmiĢ, Mısır, Hitit, Roma ve Bizans gibi döneminin güçlü devletlerinin yönetimine
tabi olmuĢtur. Bizans döneminde 395‟ten itibaren ada halkında Ortodoks‟luğa geçiĢ
olmuĢtur. Venedikliler‟in Ortaçağ‟da parladıkları ve büyük bir deniz gücü olarak
Akdeniz‟de hüküm sürdükleri dönemde Kıbrıs‟ta da hakimiyetleri 1489‟dan itibaren
baĢlamıĢ Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun 1571‟de adayı fethi sonrası ada tamamıyla
Osmanlı hakimiyetine girmiĢtir.
Adaya Karaman bölgesinden Türkler yerleĢtirilerek adada müslüman Türk
nüfusunun ilk adımları atılmıĢtır. Bugünkü yerli Kıbrıs Türk‟lerinin atalarının
Osmanlı zamanında gelen bu kafilelerin olduğu düĢünülmektedir.
Bu dönemde Venediklilerin Katolik olması nedeniyle onların zamanında baskı
görmüĢ Ortodoks nüfusun desteklenmesi ile Müslümanlığın yanısıra Ortodoksluk
adada tekrar güçlenmiĢtir. Kıbrıs Rum‟larının Ortodoksluğu da bu dönemlerden
gelmektedir.
1878 yılında Osmanlı-Rus SavaĢı sonrası Ruslara daha fazla avantaj kaptırmak
istemeyen Osmanlı tarafından Ġngiltere‟ye kiralanan Kıbrıs bu tarihten itibaren fiili
olarak Ġngiliz yönetiminde kaldı. 1914 yılında I. Dünya SavaĢı‟nın baĢlaması ve
Osmanlı Devleti‟nin savaĢa Almanya ile birlikte girmesiyle Kıbrıs Ġngiltere
tarafından tek taraflı olarak ilhak edildi. 1922 Lozan anlaĢmasıyla da bu durum
Türkiye tarafından tanındı ve Kıbrıs Ġngiliz egemenliğine bırakıldı.
1950 Ocak ayında Kıbrıs Ortodoks kilisesi büyük bir referandum düzenledi, Kıbrıslı
Türkler referandumu boykot etti; Rum‟ların büyük çoğunluğu %90‟ı Rum ve Yunan
birleĢmesi Enosis lehine oy verdi. Bu tarihten itibaren Ġngiliz‟lerin adayı terketmesi
için Rumlar silahlı eyleme baĢladı; buna istinaden de Türk tarafı silahlanmaya
baĢladı. Ġngiltere ada genelinde kontrolü kaybetme noktasındaydı.
4
Figür 1: Piri Reis‟in Kıbrıs Haritası
2.2. KIBRIS CUMHURİYETİ
Ġngiltere, durumun vehametini görüp Kıbrıs‟ın bağımsızlığa ulaĢması yönünde
görüĢmelere Yunanistan ve Türkiye‟yi de dahil etti .16 Ağustos 1960‟ta Kıbrıs
Cumhuriyeti ilan edildi; Ġngiltere, Yunanistan ve Türkiye garantör devletler olarak
tanındı. Ġngiltere, askeri üslerinin daimi olarak adada haklarını almıĢ oldu. Türkler,
Rumlar‟dan sonra en büyük etnik grup olarak devlet yönetiminde veto hakkına
sahip oldular ve parlemanto yönetiminde %30‟luk paya sahip oldular.
1963‟te ise Makarios‟un cumhurbaĢkanlığı döneminde anayasanın Türklerin
aleyhine değiĢtirilmesi yönünde talepler Türk toplumu ile arasını açtı. 1963‟ten
itibaren Kıbrıs Türk‟lerine saldırılar baĢladı, bunun üzerine Türkiye‟nin garantörlük
haklarından ötürü müdahale edebileceği yönünde açıklamaları oldu. 1964‟te
Türkiye tam müdahale edip Türk toplumunun güvenliğini sağlayacak iken, stratejik
çıkarlarını düĢünen ve bölgede iki NATO ülkesi arasındaki çatıĢmanın SSCB
karĢısında Batı blokuna zarar vereceğini düĢünen ABD, ABD BaĢkanı Johnson‟un
ünlü mektubu Türkiye‟ye iletildi ki bu mektupta Türkiye‟nin Kıbrıs müdahalesinin
olmaması gerektiğini dikte eden bir kaba üslup vardı. Bunun üzerine Türkiye tam
olarak müdahale edemese de Kıbrıs üzerinde uçaklarını uçurarak Rum yönetimine
5
gözdağı vermiĢtir. Yalnız Johnson mektubu Türkiye-ABD iliĢkileri açısından
dönüm noktası olmuĢtur, bu konu ileride daha detaylı incelenecektir.
1970‟li yılların baĢlarında Yunanistan‟daki cunta hükümeti ENOSIS‟e artık çok
inanmayan ve bağımsız politikalar kuran Makarios‟u 15 Temmuz 1974‟te bir darbe
ile yönetimden düĢmesi için zemin hazırlamıĢ, EOKA-B‟nin yöneticilerinden Nikos
Sampson bu darbe sonrası yönetime geçmiĢtir.
Türkiye bunun üzerinde Ecevit-Erbakan hükümetinin liderliğinde 20 Temmuz
1974‟te adaya müdahale etti ve adanın kuzeyini Rum‟lardan arındırdı.
BirleĢmiĢ Milletler Türkiye‟nin 1974 Kıbrıs müdahalesini olumlu bulmamıĢ ve
Türkiye‟yi Kıbrıs‟ın toprak bütünlüğüne davet etmiĢ, bulunduğu bölgelerden
askerini çekmesini istemiĢtir. (353 sayılı karar)
Harekat sonrasında yaplan Cenevre görüĢmelerinde sonuca ulaĢılamadı fakat iki
kesimli federasyon önerileri Türkiye tarafından iletildi. Uluslararası dünyada De
facto olarak Kıbrıs‟ın kuzeyi ayrı bir yönetimken De Jure olarak ise Kıbrıs bir bütün
olarak tanınmaya devam etti.
Günümüze kadar yapılan görüĢmelerde temel bazı konularda anlaĢma sağlanıp,
önemli konularda (devletin federal olması, yönetimin paylaĢımı, hak mülkiyeti,
nüfus yerleĢimi, yerleĢikler vb) anlaĢma sağlanamamasından ötürü Kıbrıs sorunu
halen çözümlenememiĢtir. Bunların detaylarına ileride girilecektir.
2.3. KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ (KKTC)
EOAKA‟nın (Kıbrıslıların Milli Mücadele Örgütü) Yunanistan‟la birleĢme idealleri
olan ENOSĠS‟i kurmak amacıyla 1974‟te darbe ile yönetime geçmeleri sonrası
Türkiye‟nin müdahalesi sonrası Kıbrıs Türk Federe Devleti adanın kuzeyinde
kurulmuĢtur.
Daha sonra Yunanistan ve Rum Yönetimi ile yapılan görüĢmelerde sonuç
çıkmayınca, 15 Kasım 1983‟te KKTC ilan edilmiĢtir. BirleĢmiĢ Milletler Güvenlik
Konseyi‟nin aldığı 550 sayılı karar ile KKTC‟nin ilanı ayrılıkçı bir hareket olarak
nitelendirilip, kabul edilemez olarak belirtilmiĢtir. Bu nedenle KKTC‟yi ilk tanıyan
ülke Türkiye ayrıca tek tanıyan ülke olarak kalmıĢtır. KKTC‟nin ilk cumhurbaĢkanı
Rauf DenktaĢ‟dır. KKTC‟nin ilanı sonrası ve öncesinde de Türk toplumu adına
6
görüĢmeleri yürüten DenktaĢ‟ın yaklaĢımı iki ayrı devletin olması ve bunların
gevĢek bir konferadasyon yapısı ile birbirlerine bağlanması Ģeklinde olmuĢtur.
2004‟te iktidara gelen CTP‟nin genel baĢkanı ve CTP-DP hükümetinin baĢbakanı
olarak, bir sonraki yıl 2005‟te cumhurbaĢkanlığı seçimlerinde birinci çıkan ve
KKTC‟nin 2.cumhurbaĢkanı olan Mehmet Ali Talat ise daha yumuĢak bir üslup ve
uzlaĢmacı bir tutumla iki kesimli federasyon devleti tabanında Rum Yönetimi ile
görüĢmeler yapmıĢtır.
Fakat bu görüĢmelerin baĢarıya ulaĢamaması, Annan Planı‟nın devreye
sokulamaması ki bunlar ileride detaylandırılacaktır, Türk toplumunda tavizkar
yöndeki uzlaĢmacı politikalara olan inancın azalmasına sebep olmuĢ, 2010
cumhurbaĢkanlığı seçiminde bir önceki yıl UDP ile iktidarı almıĢ olan DerviĢ
Eroğlu KKTC‟nin 3. cumhurbaĢkanı olmuĢtur.
Figur 2: KKTC ve GKRY haritası
7
3. AKP ÖNCESİ DURUM
Temel olarak 1974 müdahalesi sonrası 1975‟te yapılan Cenevre AnlaĢması‟yla
taraflar karĢılıklı olarak fiiliyatta iki idarenin olduğunu kabul etmiĢlerdir. Bu
anlaĢmaya istinaden de Kuzey‟de Kıbrıs Türk Federe devleti kurulmuĢ, karĢılıklı
olarak nüfus mübadelesi gerçekleĢtirilmiĢtir. Böylece Kuzey ve Güney‟de fiilen iki
yapı kurulmuĢtur.
1977 ve 1979‟da iki toplumun liderleri olan Makarios ve DenktaĢ‟ın, bu ikilinin
yanısıra Türkiye ve Yunanistan baĢbakanları Ecevit ve Karamanlis‟in katılımı ile
görüĢmeler olumlu sonuçlanmıĢ, ama Rumların ABD, SSCB ve biraz da AET‟nin
de (AB olmadan önceki Avrupa Ekonomik Topluluğu) soruna müdahalesinden
cesaret alan Rumlar anlaĢmayı yürürlüğe koymamıĢtır. Rumların taktikleri
uluslararası yönetimin de desteğini alarak konuyu sürüncemede bırakmak ve zamanı
geçirerek Türklerin adada iĢgalci olarak gösterilmelerini sağlamak denilebilir.
Böylece 1974 öncesi duruma dönme hayallerini gerçeğe çevirebileceklerini
düĢünmüĢlerdir. Bu yaklaĢımı gören Türk tarafı 1983‟te „self determinasyon‟
hakkını kullanarak KKTC‟yi ilan etmiĢtir.
GKRY‟nin (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) 1988‟de yürürlüğe giren AT ile Gümrük
Birliği AntlaĢması‟nın ardından GKRY, Kıbrıs adasının tümü adına 1990 yılında
AT‟ye tam üyelik baĢvurusu yapmıĢtır. Türkiye bu tek yanlı ve adanın tümünü
etkileyen baĢvuruya 1960 Garantörlük antlaĢmaları ve 1960 Kıbrıs Anayasası‟nda
belirtilen hükümlere aykırı olduğu gerekçesiyle karĢı çıkmıĢtır. Fakat buna rağmen
AT baĢvuruyu değerlendirmeye almıĢ, AB Komisyonu ise 30 Haziran 1993‟te
yaptığı açıklamasında “Kıbrıs‟ın Avrupa kimlik ve karakterine sahip olduğunu” ve
üyelik yönünde herhangi bir kısıtın olmadığı yönünde görüĢ bildirmiĢtir. 6 Mart
1995‟te Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği (GB) AntlaĢması imzalanırken, AB
Türkiye‟den kopardığı imtiyaz ile, AB Genel ĠĢler Konseyi GKRY‟nin adaylığına
dair bir problem olmadığını belirtmiĢtir.
Bu Türkiye açısından bir anlamda GB ile elde edilen ekonomik ve ticari
kazanımların, Kıbrıs tarafında kaybedilen bir siyasi alan olarak o dönem kabul
edilmiĢtir. Hatta Karayalçın pasif bulunarak daha etkin ve sert dıĢ politika taraflısı
Mümtaz Sosyal DıĢiĢleri Bakanı olarak atanmıĢtır.
1997 Lüxemburg zirvesinde AB Komisyonu, Kıbrıs‟a diğer Doğu Avrupalı dokuz
ülke ile onuncu ülke olarak adaylık statüsü tanımıĢtır, ve adaylık müzakarelerinin
8
Mart 1998‟de baĢlayacağını açıklamıĢtır ki Türkiye bu karara hemen itiraz etmiĢ ve
tüm siyasi partilerin katılımı ile GB‟liğini sadece iktisadi düzeye indirgeyeceğini ve
“siyasi” iliĢki, görüĢmeleri askıya aldığını Komisyon‟a iletmiĢtir.
O tarihten itibaren de Kıbrıs sorununda AB‟de taraf olmuĢ ve olaylara müdahil
olmak durumundadır ki 1996 Avrupa Parlemantosu kararı ile Türkiye‟nin adadan
iĢgalci askeri kuvvetlerini çekmesini ve Kıbrıs sorununa BM kararları
doğrultusunda adil ve uygulanabilir bir çözüm bulunması yönünde Türkiye‟nin
çözüme katkıda bulunmasını istemiĢtir.
1997 Lüksemburg zirvesinde Türkiye dıĢlanmıĢ ve bunun neticesinde Batı açısından
“marjinaleĢme” tehlikesinde olmasından ve ABD‟nin de konu üzerinde BM Genel
Sekreteri Kofi Annan aracılığı ile uzlaĢmaya yönelik müzakerelere zemin
hazırlaması ile, Türkiye 1999 Helsinki zirvesinde AB‟ye aday ülke statüsünde
tanınmıĢtır.
Yalnız Türkiye‟nin AB‟ye adaylık sürecinde ön Ģartlardan biri orta vadede Kıbrıs
sorununun çözüme kavuĢturulması yönünde aktif destek vermesi iken GKRY‟nin
üyeliğinde böyle bir Ģart olmaması Türkiye‟nin AB üyeliğini riske sokmuĢtur.
3.1. TÜRKİYE
Türkiye, hem tarihi bağlar hem de konumu itibariyle Kıbrıs‟la her daim iliĢki
içerisinde olmuĢ tarihin çeĢitli dönemlerinde, mesela 1922-1950 Ġngiliz egemenliği
zamanı, çok fazla gündeme getirilmemiĢ de olsa 1950‟nin ikinci yarılarından
itibaren Kıbrıs Türkleri‟nin koruyucusu olarak taraflardan biri olmuĢtur.
1960‟ta Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken Ġngiltere ve Yunanistan ile birlikte
Türkiye‟de garantör devlet statüsündedir. Garantörlük kapsamında mevcut durumun
Türklerin aleyhine bozulması halinde müdahale etme hakkı bulunmaktadır; ve de
antlaĢmadaki bir diğer önemli madde de “Garantör ülkelerin üye olmadıkları
veyahut onaylamadıkları oluĢumlara Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin girmesinin mümkün
olmamasıdır.”
Türkiye, bir üst bölümde de anlatıldığı üzere, Kıbrıs Türkleri‟nin ayrı bir devlet
altında egemen yaĢamasına her zaman sıcak bakmıĢtır; ve Kıbrıs Türkleri‟nin
Rumlar tarafından zulüm görmesine, asimile edilmesine de karĢı çıkmıĢtır.
1963‟te Kıbrıs Türkleri‟nin anayasal haklarının iptal edilmesi talebine karĢı
müdahale kartını göstererek karĢı çıkmıĢtır. Keza daha sonra Kıbrıs Türkleri‟ne
karĢı yapılan EOKA saldırılarının artması ve sonrasında EOSIS amacıyla Kıbrıs
9
Cumhuriyeti‟nde darbe yapılması nedeniyle, garantörlük haklarına dayanarak, 1974
Temmuz‟un da Türkiye adaya askeri müdahalede bulunmuĢ ve Kıbrıs Rumları‟nı
Kuzey‟den çıkartmıĢtır ve Kıbrıs Türkleri‟ni güvenlik altına almıĢtır. Aslında
Ecevit‟in bu müdahale öncesi Ġngiltere‟ye “Birlikte müdahale edelim” teklifi her ne
kadar Ġngiltere‟nin buna sıcak bakmaması fakat „Siz müdahale edebilirsiniz.‟ demesi
Türkiye‟nin barıĢçı ve insani amaçlarla müdahale ettiğinin göstergesidir.
Türkiye bu tarihten sonra Kıbrıs Türkleri‟nin ayrı bir devlet altında konfedere bir
çözümle Kıbrıs‟ın birleĢmesine sıcak bakmıĢtır. Fakat Cenevre anlaĢmaları sonrası
Rum‟ların anlaĢmaları yürürlüğe koymaması ve geri adım atması sonrası KKTC
ilanına destek veren Türkiye‟de Ģahin kanadın ağırlığı hissedilmiĢtir.
Türkiye‟de “Kıbrıs” konusu dıĢ siyasetin konusundan ziyade daha çok iç siyaset
konusu olmuĢ, aslında TBMM‟ye konu olan tüm partilerin ortak mutabakatı ile
genel anlamda milliyetçi bir politika izlenmiĢtir. “Kıbrıs sorunu” Türk siyasetinin
ender uzlaĢtığı konulardan bir tanesidir.
2002 AKP iktidarı sonrası bu uzlaĢı da farklı görüĢler çıkmıĢtır, bunların detayları
ileride aktarılacaktır.
3.2. KKTC
KKTC kuruluĢundan itibaren egemenliğinin sadece Türkiye tarafından tanınması
nedeniyle aslında fiili olarak bir devlet görünümünde olup uluslararası platformda
ise sadece toplumsal düzeyde kabul edilen, resmi olarak tanınmamıĢ bir devlettir.
KKTC‟nin Kıbrıs sorununda resmi politikası Türkiye ile paraleldir. Bunun nedenleri
arasında, öncelikle KKTC ile Türkiye arasındaki güvenlik iliĢkisi akabinde
ekonomik ve siyasi iliĢkiler gelir. Tabi ki Türkiye, Kıbrıs Türkleri‟nin kurtarıcısı
olarak KKTC‟de büyük sevgi ve saygı görmektedir. Ayrıca dünya kamuoyundan
tecrit edilmiĢ bu devlete yaptığı yardımlar ile devletin iĢleyiĢini ayakta tutmaktadır.
KKTC‟nin “Kıbrıs Sorunu”nda Türkiye ile paralelliği, devlet kurucuları ve önemli
kiĢiler açısından da incelendiğinde, bu kiĢilerin Rauf DenktaĢ baĢta olmak üzere
Türkiye ile iliĢkilerde tam kardeĢlik ve dostluk iliĢkisi gördükleri muhakkaktır.
3.3. GÜNEY KIBRIS RUM YÖNETİMİ (GKRY)
GKRY, 1974 Türkiye‟nin müdahalesi sonrası Türkiye‟nin güneydeki Rumların
devlet yönetimini belirlemek için kullandığı bir terimdir. GRKY kendini 1960
“Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak görmeye devam etmektedir, fakat fiili olarak durum
Kuzey‟de ayrı bir devlet yönetimidir.
10
1974 müdahalesi sonrası yapılan görüĢmelerde Cenevre antlaĢması neticesiyle iki
idareden oluĢan fedaratif bir devleti kabul etmiĢlerdir. 1977 ve 1979‟da Makarios ve
DenktaĢ anlaĢmaya varmıĢ fakat GKRY‟nin sonradan fikir değiĢtirmesiyle süreç
tıkanmaya gitmiĢtir. Ve bunun sonrasında da 1983 yılında karĢı pozisyon alan
Kıbrıslı Türkler KKTC‟nin ilanını duyurmuĢlardır.
GKRY, sonraki zamanlarda uluslararası platformlarda Türkiye‟yi iĢgalcilikle
suçlamıĢ, özellikle AB ile iliĢkilerini güçlendirmeye baĢlamıĢ ve bu doğrultuda önce
Gümrük Birliği sonra da AB adaylığı gibi Türkiye‟nin de öngördüğü hedeflere
doğru daha önce ilerleme yönünde yol almıĢtır. 1988‟de AT ile Gümrük Birliği
yürürlüğe girmiĢ sonrasında ise 1990‟da AT‟ye tam üyelik baĢvurusunda bulunmuĢ,
1995‟te AB bu konuda olumlu görüĢ bildirmiĢtir.
2000 yılında adaylık statüsü tanından GKRY, adadaki tek egemen devlet statüsünde
bu adaylığını açıklarken, AB‟de bu görüĢe olumlu destek vermiĢ, Türkiye‟nin tüm
itirazlarına rağmen süreç baĢlatılmıĢtır.
Mayıs 2004‟te AB‟ye”Kıbrıs Cumhuriyeti” adında üye olan GKRY böylece önemli
kazanımlar elde etmiĢ, deyim yerindeyse satranç tahtasında çok önemli bir stratejik
hamleyi lehine gerçekleĢtirerek, Türkiye‟nin AB üyeliği yolunda sorun
çıkartabilecek bir pozisyona yerleĢmiĢtir ki bu Türkiye açısından çok kritik bir
durumdur.
1997 Lüksemburg zirvesinden dıĢlanan ve AB adaylığı kabul edilmeyen Türkiye
kendini pozisyonunu daha da ĢahinleĢtirmiĢ AB ile siyasi iliĢkilerini durağana
çekmiĢtir. Bunun üzerine ABD‟nin de araya girmesi ile , Türkiye‟yi daha da
ĢahinleĢtirmemek için, AB, 1999 Helsinki zirvesinde, Yunanistan‟ın veto
etmemesiyle Türkiye‟ye aday ülke statüsü vermiĢtir. Tabi bu noktada da Kıbrıs‟ın
AB adaylık müzakarelerine baĢlama yönünde kararı da Yunanistan ve GKRY‟nin
kazanç hanesine yazılmıĢtır.
Görüldüğü üzere, GKRY 1990‟lardan itibaren AB yönünde yaptığı ataklarla
uluslarası platformlarda avantajlı konuma geçmiĢ, ikili ve garantör taraflar
arasındaki bu konuyu uluslararası zemine taĢıyarak AB‟yi de önemli bir oyuncu
olarak duruma dahil etmiĢtir. Böylece kendi tezlerine destek olacak Ģekilde AB‟yi
yönlendirebilecektir ki görüldüğü üzere Türkiye‟nin adaylık sürecinde GKRY veto
yetkisine sahip olarak, müzakareye açılacak baĢlıkların belirlenmesinde önemli bir
koz elde etmiĢtir.
11
3.4. YUNANISTAN
Yunanistan, tıpkı Türkiye gibi hatta Türkiye‟nin daha pasif kaldığı Kıbrıs‟taki
Ġngiliz hakimiyeti döneminde de aktif rol oynamıĢ,”Kıbrıs sorununda” garantör
devlet olarak önemli bir aktördür.
1950‟lerde güçlü bir Ģekilde dillendirilmeye baĢlanan Rum‟ların EOSIS rüyalarının
baĢ destekçileri doğal olarak Yunanistan‟dır; fakat 1960‟ta Kıbrıs Cumhuriyet‟nin
kurulması ve garantörlük antlaĢmasıyla bu süreç sekteye uğramıĢtır. Halbuki, bu
amaçlarından vazgeçmeyen Rumlar, Yunanlılar‟ın da desteği ile 1963‟te Kıbrıslı
Türkler‟in anayasal haklarını kısıtlamaya çalıĢmıĢ, sonrasında 1974‟te
Yunanistan‟daki askerlerden oluĢan cunta hükümetinin de desteğiyle Kıbrıs‟ta darbe
yapılıp Makarios indirilmiĢ ve EOKA-B‟nin baĢı Nikos Samson baĢa geçirilmiĢtir.
Böylece EOSIS‟e bir adım daha yaklaĢıldığı düĢünülmüĢtür ki Türkiye‟nin
müdahalesi gecikmeden gelmiĢ ve darbeciler iktidardan düĢmüĢ, Yunanistan‟da
cunta hükümeti de devrilerek yerine Karamanlis hükümeti gelmiĢtir.
Yunanistan aktif rol oynadığı “Kıbrıs sorunu”unda daha sonraları AB içerisinde
girdikten sonra görünürlülüğünü azaltmıĢtır. Özellikle 1990‟ların baĢından itibaren
konuyu AB içinde takip etmiĢ ve kendi tezlerine AB‟yi de inandırmaya çalıĢmıĢ bir
ölçüde de baĢarılı olmuĢtur.
Bu süre zarfında Kıbrıs‟ın AB üyeliği konusunda çaba harcamıĢ, ve Türkiye ile de
ters düĢmemek, oyun bozan olarak görülmemek için de 1999 Helsinki zirvesinde
Türkiye‟nin AB adaylığını veto etmemiĢtir.
2004‟te Kıbrıs‟ın AB‟ye üye olmasıyla da artık Türkiye‟nin adaylığı ve “Kıbrıs
sorunu” konusunda dillendirdiği bir konu görülmemektedir, konu artık AB‟nin
sorunudur yaklaĢımıyla hareket etmektedir ki bu Türkiye ve Kıbrıs Türkleri‟nin
hareket alanlarını daraltmıĢtır.
12
4. ANNAN PLANI
Dönemin BirleĢmiĢ Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan‟ın “Kıbrıs Sorunu”nu
çözümlemek amacıyla 2002‟de taraflara sunduğu “Kıbrıs Sorununa Kapsamlı Çözüm
Temeli” baĢlıklı plandır.
Temel olarak iki kurucu devletten oluĢan federal bir cumhuriyeti tasarlayan bu plan
sorunun çözümsüzlüğe gittiği bir noktada ABD‟nin desteği ile tekrar çözüm arayıĢlarının
baĢlamasına yol açmıĢtır.
4.1. OLUŞUM SÜRECİ
Annan Planı, “Kıbrıs Sorunu”da önemli bir aĢamadır; tarafların karĢılıklı olarak
çözüme ulaĢamadıkları yaklaĢık 30 yıllık dönemde çözüm yolunda atılan önemli bir
adımdır. 2002‟de açıklanan bu plan öncesinde konjonktörü değerlendirilirse:
GKRY: Avrupa Birliği yolunda önemli kazanımlar elde etmiĢ, 2004 yılı
itibariyle AB üyeliği açıklanacak çok avantajlı bir pozisyonda
YUNANISTAN: AB üyesi olarak artık çok fazla “Kıbrıs Sorunu” ile ilgili
rol almaktan görünür biçimde çekilen ve durumu AB platformuna arka
planda taĢıyan görünürde sessiz ve uysal bir pozisyonda
KKTC: 2001 Türkiye krizinden ötürü ekonomik sistem iflas etmiĢ, halkın
geçim sıkıntısı baĢgöstermiĢ ve mevcut durumun devam edilebilirliği,
statükonun iniĢe geçtiği pozisyonda
TÜRKĠYE: 2001 ekonomik krizi ve 90‟lardaki koalisyonlardan ötürü ülke
zayıflamıĢ, dıĢ politikada etkinliği azalmıĢ, özellikle “Kıbrıs Sorunu”
konusunda ĢahinleĢmiĢ bir durumdan, 3 Kasım 2002 seçimleri ile iktidara
gelen AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) ile paradigma değiĢikliği yaĢayıp
çözüme giden yolda alternatifler üreten bir durumda.
AVRUPA BĠRLĠĞĠ: Kıbrıs konusunda Yunan ve Rum tezlerini benimser
gözükmüĢ ve bu çerçevede GKRY‟nin AB adaylık müzakerelerini baĢlatmıĢ,
diğer taraftanda küsen Türkiye‟yi kazanmak için 1995 GB antlaĢması
yapmıĢ ve 1999 Helsinki zirvesinde adaylık statüsü tanımıĢ, fakat temel
13
anlamda GKRY‟yi adanın tümünü temsil eden taraf olarak görerek
Türkiye‟nin tezlerini yadsıyan bir durumda
ABD: Türkiye‟nin AB‟nin Rum tezlerini benimsemesi nedeniyle Batı
idealinden uzaklaĢma tehlikesine karĢı, Doğu Akdeniz‟deki önemli bir
stratejik noktayı kaybetmemek için, AB‟ye de baskı koyarak Türkiye‟nin
adaylığının açıklanmasında önemli rol oynamıĢ ve BirleĢmiĢ Milletleri
harekete geçirerek “Kıbrıs Sorunu”nun çözümlenerek Doğu Akdeniz‟de
istikrarın olması ve burada güvenlik stratejisine uygun durumun devam
etmesini sağlar pozisyonda
Görüldüğü üzere, özellikle Türkiye‟de yıllardan beri süregelen statik bakıĢın
AKP‟nin iktidara gelmesiyle değiĢmesinin de tetiklemesiyle, ABD‟nin de
baskılarıyla uluslararası toplum BM‟nin liderliğinde bir çözüme sıcak bakmaya
baĢlamıĢlardır. Bu çerçevede taraflara Annan Planı olarak adlandırılan çözüm
taslağı 2002‟de iletilmiĢtir.
Plan Aralık 2002‟de ikinci, 2003 ġubat‟ında ise üçüncü kez gözden geçirilmiĢ
versiyonu taraflara iletilmiĢ ve bu çerçevede uzlaĢılarak kendi toplumlarında
referanduma götürülmesi istenmiĢtir. 10 Mart 2003 son tarihinde de tarafların
uzlaĢamaması nedeniyle plan askıya alınmıĢtır.
AKP‟nin 3 Kasım 2002‟de iktidara gelmesi sonrası değiĢen paradigma ile çözüm
yönünde direten Türkiye‟nin baĢlattığı diplomatik giriĢim neticesinde “BirleĢik
Kıbrıs Cumhuriyeti” için görüĢmelere baĢlanmıĢtır. GörüĢmeler esnasında Annan
Planı çerçevesinde bir metin hazırlanmıĢ, 24 Nisan 2004‟de BM tarafından –
Kıbrıs‟ın AB‟ye üyeliğinin bir hafta öncesi- her iki tarafta da aynı zamanda halk
oylamasına sunulmuĢtur. Rum kesimi AB üyeliğini garantilemenin de etkisi ile %76
red vermiĢ, Türk tarafı ise %65 oranda kabul oyu vermiĢtir.
4.2. TEKNİK DETAYLAR
Annan Planı‟nın ana yaklaĢımı iki kurucu devletten oluĢan federe bir devlet yapısını
hayata geçirme yönündedir.
14
Annan Planı, genel hatlarıyla Kıbrıs adasının Ġngiliz üsleri bölgesi dıĢındaki
kısımlarının bağımsız ve federal nitelikte bir devlet olacak Ģekilde birleĢtirilmesini
öngörüyordu. Plan gereğince BirleĢik Kıbrıs Cumhuriyeti'ndeki bakanlıkların en az
üçte biri Türklerden oluĢacaktı. Devlet baĢkanlığı ve baĢbakanlık makamları on
ayda bir Türkler ve Rumlar arasında değiĢecekti.
Bu çerçevede detaylara inilirse:
Federal ve Kurucu devletlerin egemenlik yetkileri
Türk tarafı Federal devletin yetkilerinin mümkün olduğunca sınırlı olması ve
Kurucu devletin yetkilerinin geniĢ olmasını talep ederken, nüfus
fazlalıklarına istinaden de Rumlar Federal Devlet‟in yetkilerinin fazla
olmasını istemektedirler. Annan Planı ise bu çerçevede aĢağıdaki maddelerle
devlet yönetimini belirlemiĢtir.
''BirleĢik Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası'nın, ancak federal parlamentonun
kabul etmesi ve KıbrısRum Devleti ile Kıbrıs Türk Devleti seçmenlerinin
çoğunluğunun ayrı referandumlar aracılığıyla onayı üzerine
değiĢtirilebileceği'' belirtilen planda, anayasanın iki temel maddesinin
(BirleĢik Kıbrıs Cumhuriyeti'ni ve iki kurucu devletitarif eden maddeler)
değiĢtirilemeyeceği kaydedilmiĢtir.. Planda, BirleĢik Kıbrıs Cumhuriyeti
Anayasası'nın uygulanmasının Yüksek Mahkeme tarafından denetleneceği
belirtilirken, oluĢturulacak düzenin tek taraflı değiĢtirilemeyeceğine dair Ģu
ifadelere yer verilmiĢtir:
'KuruluĢ AnlaĢması ile kurulan yeni düzende herhangi bir tek taraflı
değiĢiklik yapılması, herhangi bir Ģekilde bölünme veya ayrılma, özellikle
Kıbrıs'ın tamamının veya bir kısmının diğer bir ülkeyle birleĢmesi
yasaklanmıĢtır.''
Planda, Kurucu AnlaĢma'nın, Garanti AnlaĢması ve Ġttifak AnlaĢması'nın
yürürlükte kalacağı, ancak bunların ''gerekli değiĢikliklerle'' yeni devlet
iliĢkilerine uygulanacağı kaydedilmiĢtir.
Annan planı, kurucu anayasada açıkça belirtilmeyen tüm yetkilerin, kurucu
devletler tarafından kullanılmasını öngörmüĢtür. Planda bu konuya iliĢkin
olarak, ''Kurucu devletler federal hükümete açıkça verilmemiĢ olan tüm
yetkileri, kendi bölgesinde ve BirleĢik Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası
15
sınırları içerisinde, egemen bir Ģekilde kullanacaktır'' ifadesine yer
verilmiĢtir.
Sınırların Belirlenmesi
Plana göre Kıbrıs Rum Devleti‟ne 6 aĢamada devredilecek topraklar Kıbrıs
Türk Devleti‟nin 3 yılı aĢkın süre olmayacak Ģeklinde yönetiminde olacaktır.
Bu çerçevede KTD‟nin toprak kaybı %20‟yi aĢacak görünmektedir.
Ulusalcı bir bakıĢla bu plan, Türk tarafında 630 milyon USD ek yük getirip,
ulusal gelirde de yıllık %20 kayıp anlamında gelecekti.
Toprak ve Mülkiyet Durumu
Plana göre 1974 öncesi durumda malların ve toprağın sahibi olan kiĢilerin
mallarını ve topraklarını geri alma hakları olacaktı. Fakat, bu çerçevede
malların yeni sahiplerine de söz hakkı verilecekti. Yeniden yerleĢtirilmesi
gereken menfaat sahiplerine konut, kira yardımı gibi çözümler sunulacaktı.
Hakların Ġadesive Tazminat konusunda mal tanzimi ve iadesi ile ilgili
komisyon kurulacak, olası tazminatların ödenmesi için fon kurulacaktı.
Güvenlik
Ayrıca belirli bir plan çerçevesinde adadaki askeri varlığın 1960 düzeyine
çekilmesi, aksi bir görüĢ bulunmadıkça Türk ve Yunan askeri varlıklarını
sıfırlanması hedeflenmiĢtir.
Yerleşikler (Göçmenler)
Plana göre yerleĢiklerden sadece 45.000‟i için Kıbrıs vatandaĢlığı verilmesi
karara bağlanmıĢtır ki bu KKTC‟nin durumu açısından 1974 sonrası
Türkiye‟den gelenlerin önemli bir kısmı için önemli bir sonuç
doğurmaktadır.
4.3. DIŞ AKTÖRLER
Annan Planının oluĢum sürecinde dıĢ aktörlerden Avrupa Birliği çözüme yönelik
desteğini yinelemekle beraber aslında GKRY‟ye açık çek olarak verdiği üyelik
sözüyle tarafını belirlemiĢtir. Avrupa Birliği GKRY‟nin üyelik sürecine girmesi ve
16
sonrasında üye olmasıyla Kıbrıs sorununda önemli bir taraf olmuĢtur. Bunun
sebebinin aslında Türkiye‟nin AB üyeliğine sıcak bakmayan güçlü ülkelerin
GKRY‟yi de birliğe alarak onun öne süreceği ve Türkiye‟nin kabul etmeyeceği
Ģartlardan ötürü Türkiye‟nin adaylık sürecinin kendiliğinden tıkanacağı yönündeki
düĢünceleri olduğu da bazı çevrelerce dillendirilmektedir.
Temel olarak Annan Planı, bölgede stratejik menfaatleri olan ABD‟nin baskısıyla
BirleĢmiĢ Milletler liderliğinde, ve Türkiye‟de AKP liderliğinde değiĢen siyasi
paradigmanın çözüme yönelik cesur alternatifleri uygulaması sayesinde destek
bulmuĢ ve taraflar arasında müzakare süreci baĢlatılmıĢtır.
Bu çerçevede Rusya Rumlarla tarihi bağları nedeni ve Ortodoksluğun getirdiği bir
yakınlaĢma sayesinde GKRY‟ye yönelik desteğini esirgememiĢtir. Nitekim, 2004‟te
BM Güvenlik Konseyi‟ne getirilen Annan Planı öncesi Kıbrıs ve Türk halklarına
güvenlik kaygıları nedeniyle adada BM çatısı altında güvenlik sağlanması ve askeri
ambargo konulması ile ilgili karar Rusya tarafından, çok aceleye getirildiği ve
teknik olarak karıĢıklık yaratabileceği nedeni ile veto edilmiĢtir. Önde belirtilen bu
açıklamanın arkasında ise ABD ve İngiltere‟nin Türk tezine yakın olması ve
Rumları köĢeye sıkıĢtırmaya çalıĢtıkları düĢüncesi olduğu ve Rumlara nefes
aldırmak için verilen bir “Hayır” kararı olduğu vardır. (BBC Internet, 2004)
Türkiye, Kıbrıs sorununda 1974 müdahalesi sonrası uzlaĢma yönünde adımlar atmıĢ
olsa da 1977 ve 1979 DenktaĢ-Makarios görüĢmeleri sonucu uzlaĢma sağlandığı
halde adımlar GKRY tarafından atılmadığı için 1980‟de Türkiye‟de askeri darbenin
de yapılmasıyla güvenlik kaygılı Ģahin bir tutum takınmıĢtır. 1983‟te KKTC‟nin
ilanı bu doğrultuda alınan bir karardır, ve Kıbrıs Türkleri‟nin egemenliğinin
dünyada tanınması amaçlanmıĢtır. 1980‟ler taraflar arasında diyalogların pek cılız
kaldığı bir dönemdir. 1990‟larda ise Türkiye‟deki zayıf koalisyon hükümetleri
dönemi baĢlamıĢ, bu dönemde GKRY AB ile entegrasyon (Gümrük Birliği ve
Üyelik baĢvuruları) konusunda önemli mesafeler katetmiĢtir fakat Türkiye bu
konulara cevap vermeye çalıĢsa da ekonomik ve siyasi etkinliğinin azalması
nedeniyle hamleleri çok güçlü olamamıĢtır.
17
2002 AKP iktidarından sonra Ģahin tutum değiĢmiĢtir, zira AKP “statükoyu
değiĢtirme”, “çözümsüzlük çözüm değildir” mottoları ile yola çıkmıĢ ve paradigma
değiĢikliği yaparak savunmacı çizgiden çözüme yönelik alternatifler üreten bir
konumda olmuĢtur. Bu da içerideki siyasi partilerden ve çevrelerden tepki görmüĢ,
AKP‟yi “Ver Kurtul” politikasını benimseyip, milli çıkarlara ters düĢen bir politika
izlemekle suçlamıĢlardır.
AKP, Annan Planına tam destek vermiĢ bu yönde Kıbrıs Türklerini etkilemiĢ ve her
ne kadar Kıbrıs Türkleri‟nin aleyhine olan sonuçlar olsa da Kıbrıs Türkleri %65
oranında “EVET” oyu vermiĢlerdir.
4.4. İÇ AKTÖRLER
GKRY‟nin milliyetçi lideri cumhurbaĢkanı Papapodolus uzlaĢmazlık yönünde
tutum takınmıĢ, AB üyelik sürecinin kesinleĢmesi nedeniyle de, referandum öncesi
televizyonda yaptığı konuĢmasında tüm Rumları “Hayır” yönünde oy kullanmaya
çağırmıĢtır.
Rauf Denktaş da KKTC‟nin cumhurbaĢkanı olarak genel yaklaĢımı milliyetçi bir
tutum olmuĢ, 2004 Annan Planı için çok olumlu sözler söylememiĢtir. Hatta mevcut
haliyle imzalanmasına karĢı çıkmıĢtır ki bu süreçte Türkiye‟de iktidarda olan AKP
Genel BaĢkanı Tayyip Erdoğan ile ters düĢtüğü, her ne kadar Erdoğan bu durumu
farklı ifade etmiĢse de, söylenebilir. Zira Erdoğan ve AKP‟nin tavrı bu konuda
çözüm bulunması yönünde çeĢitli Ģartların kabul edilebileceği, zira Kıbrıs
Türkleri‟nin kendi hayatlarını tayin etme yönünde karar alabilecekleri Ģeklindedir.
Erdoğan‟ın konuyla ilgili açıklaması aĢağıdadır.
'Biz diyoruz ki, eğer Kıbrıs'ta vatandaş mitingler yapıp bu mitinglerde bir
çözüm isteğini talep ediyorsa kimse Kıbrıs'ta sorun yoktur diyemez. Kıbrıslı
Türkler geleceğini kuracaktır. Geleceklerini daha huzurlu bulacaklardır.
Geleceklerini en azından görsünler. Yani karanlık, flu bir geleceği görerek
yaşam sürülmez. Bunu görsünler. Orada huzurlu bir ortam doğsun diye
düşünüyorum' (Kıbrıs Internet Haberleri, 2003 Şubat)
18
Ayrıca Erdoğan Kıbrıs sorununda kırmızı çizgileri aĢağıdaki Ģekilde belirtmiĢtir ki
temel olarak bunlar Annan Planı‟nda karĢılanmaktadır.
'Şu anda olmazsa olmaz olarak gördüğüm üç şey var. 1. Egemenlikle ilgili
konu. İki halka dayalı ortaklık devleti. 2. Haritada yüzde 29 gibi bir nokta
zaten telaffuz edilmiş, şu anda Türklerin kontrolünde yüzde 35 yüzde 36
olduğuna göre burada Türkler fedakarlık yaptığına göre yüzde 29'un artık
kabul edilmesi ve zikzakları fazla olmayan bir haritayla çizgiyi çekmek lazım.
3. Yunanistan ve Türkiye'nin garantörlüğü.' (Kıbrıs Internet Haberleri, 2003
Şubat)
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) de bu süreçte direkt ön planda söz söyleyen bir
aktör olmasa da genel duruĢları AKP‟nin tersi yönünde DenktaĢ‟ın tezlerini
destekleyici olmuĢtur. Bu çerçevede 2007 yılı itibariyle Milliyet Gazetesi yazarı
Yasemin Congar‟ın köĢesinde belirttiği üzere GenelKurmay burada ABD ile ters
düĢmeyi bile göze almıĢ görünüyordu.
“Ankara'nın ve KKTC halkının Annan Planı'na desteği, Türkleri Kıbrıs'ta
oldum olası 'çözüm karşıtı' sayan uluslararası bakışı değiştirdi. AKP,
referandum sürecinde oynadığı rolle, ABD'de puan topladı.
TSK'nın "Annan Planı'na karşı, Rauf Denktaş çizgisine sadık" mesajları ise
2004'te olduğu gibi, bugün de Washington'da tepki çekiyor. Annan Planı'nın
az kalsın 'darbe vesilesi' yapılacağı, Nokta dergisinin yayınıyla bir kez daha
gündeme gelirken, Org. Saygun da ATC'de, Kıbrıs konusunda ABD'yi ve
AB'yi eleştiriyor, Türk askerinin adada kalmaya kararlı olduğunu
duyuruyordu.” (Milliyet Internet, 2007)
2004‟teki Annan Planını destekleyenler arasında en önemli aktör dönemin CTP
genel baĢkanı Mehmet Ali Talat‟tır. Talat, bir sonraki yıl seçimlerde partisinin
yüksek oy oranı kazanmasıyla DP ile yaptığı ortaklıkla iktidar almıĢ ve BaĢbakan
olmuĢtur. Talat, DenktaĢ‟tan farklı olarak tek federal devlet, tek vatandaĢlık altında
yaĢanabileceğini ve bu yönde çözümler için de destek vereceğini açıklamıĢtır.
19
5. ANNAN PLANI SONRASI
Annan Planı‟nın taraflarca 24 Nisan 2004‟te refarandumda oylanması sonrası Kıbrıslı
Türkler‟in %65 oranda “EVET” oyuna karĢılık, Rumlar‟dan %75 oranda “HAYIR” oyu
almıĢ ve yürürlüğe girememiĢtir.
Bu dönemden sonra Rumlar AB üyeliğine 1 Mayıs 2004 tarihinde alınmıĢlardır.
Türklerin birlikte yaĢamaya dair kabul oyları AB ve BM nezdinde olumlu görünmüĢ, AB
bu çerçevede Kıbrıs Türkleri‟ne 259 milyon avroluk ekonomik yardım paketi sözünde
bulunmuĢtur. Nisan 2004‟te AB Daimi Temsilciler Komitesi‟nin hazırladığı ve Ağustos
2004‟te yürürlüğe girmesi beklenen Doğrudan Ticaret Tüzüğü (DTT) ile Kuzey ile
ekonomik iliĢkilerini güçlendirici, Kuzey‟in altyapısı ve sosyoekonomik durumunu
düzeltici adımlar atmayı hedeflemiĢtir.
Fakat ne yazık ki, DTT GKRY‟nin engellemeleriyle bu yöndeki sözler gerçeğe
çevrilememiĢtir. Gerçek manada DTT‟nin yürürlüğe girmesi bir görüĢe göre 2014 bir
diğer görüĢe göre de 2017‟den önce mümkün değildir. (Yenigün-Efegül, 2010, s617)
5.1. ÜMİTSİZLİK DÖNEMİ (2005-2008)
2005-2008 yılları arasında Rum kesiminde Papadopulos yönetiminin olması, ve AB‟nin
sözlerini tutmaması nedeniyle iliĢkilerde bir duraklama dönemine girilmiĢtir. Her ne
kadar Türk tarafında hayal kırıklığı olsa da, 2005 yılında CumhurbaĢkanlığı seçimini
kazanmıĢ Talat‟la Papadopulos 2006 yılında bir araya gelmiĢlerdir. Taraflar karĢılıklı
olarak 5 maddelik ilkeler dizisini paraf etmiĢlerdir. Bunlar temel olarak iki topluma
dayalı federal yönetim, adadaki statükonun kabul edilmemesi, askersizleĢtirme ve
mülkiyet ve toprak sorununlarının oluĢturulacak komisyonlarda görüĢülmesi ve güven
arttırıcı önlemlerinin alınmasıdır.
2005-2008 yılları arasında tek elle tutulur geliĢme “Gambari Süreci” denilen bu
aĢamanın gerçekleĢtirilmiĢ olmasıdır. (Yenigün-Efegül, 2010, s603)
5.2. YENİ BAŞLANGIÇ DÖNEMİ (2008-2010)
Kıbrıs sorununda yeni dönem 18 Mart 2008‟de Rum kesimindeki baĢkanlık seçimlerinde
AKEL partisinin lideri Hristofyas‟ın baĢkanlık seçimlerini kazanması olmuĢtur.
Hristofyas, seçim kampanyası sırasında Kıbrıs Türkleri ile görüĢmelere baĢlayacağını
söylemiĢ, karĢısındaki milliyetçi katı tutumuyla uzlaĢmaz görüntü sunan Tasos
20
Papadopulos‟a yenilgiyi tattırmıĢtır. Bu da Rum toplumunun artık çözüm yönünde adım
atma iradesini sandığa yansıtmasından kaynaklanmıĢtır.
GörüĢmelerde umutlu görünen Kıbrıs Türk tarafı zaman geçtikçe sürecin zorluğunu
tekrar yaĢamıĢtır. Rum tarafı, AB üyeliğinin getirdiği güvenle görüĢmelerde ketum bir
görüntü takınmıĢtır.
Kıbrıs‟ta taraflar 1,5 yıllık sürede 71 kez biraraya gelmiĢ, BM Genel Sekreterliği iyi
niyet miyonu kapsamında devam eden görüĢmelere KKTC‟deki CumhurbaĢkanlığı
seçimleri nedeniyle 18 Nisan 2010‟da ara verilmiĢtir.
Çözüm sürecinde yine en baĢta olduğu üzere, “ iki toplumlu, iki bölgeli ve siyasal
eĢitliğe dayalı, tek vatandaĢlık ve egemenliğin esas alındığı bir federal yönetim”
çerçevesinde görüĢmeler sürdürülmüĢtür. Fakat bunların detayları, “mülkiyet ve toprak
konusu, egemenliğin tanımları, göçmenlerin durumu‟ gibi konularda bir türlü ilerleme ve
son karar noktasına gelinememiĢtir.
5.3. RÖLANTİ DÖNEMİ (2010 sonrası)
2010 Nisan 18 itibariyle KKTC‟de CumhurbaĢkanlığı seçimlerini %50.4 ile dördüncü
adaylığında kazanan DerviĢ Eroğlu, bir önceki 2005 seçiminde %55.59 oy oranı ile
CumhurbaĢkanlığını kazanmıĢ olan M. Ali Talat‟ı bu sefer %42.84 oy oranında tutarak
altetmiĢ oluyordu. Böylece DerviĢ Eroğlu KKTC‟nin üçüncü cumhurbaĢkanı oluyordu.
Eroğlu, seçimler öncesinde Talat‟ı tek adamlılık ve müzakare sürecinde bilgi paylaĢımı
yapmamakla itham etmiĢ, kendisinin seçilmesi halinde Rum tarafında olduğu üzere
Ulusal Konsey kurup bu konseye de STK‟lar, muhalif partiler ve önemli kuruluĢların
temsilcilerinin de katılmasını sağlayacağını ifade etmiĢtir.
Eroğlu, müzakarelerden kaçan taraf olmayacağını, masadan kalkmayacağını egemen ve
bağımsız iki devletten oluĢan konferedasyon yapısını destekleyeceğini böylelikle
Talat‟ın desteklediği eĢit iki toplumlu ve iki bölgeli bir federasyon yanlısı çözümden
farklı bir dinamikle masaya oturacağını açıklamıĢtır. (Yılmaz-Elmas, 2010, Usak
Internet)
Rum Yönetimi, Eroğlu‟nun seçimlerden galip çıkmasıyla, müzakarelerin çözümsüzlüğe
gideceğin, Eroğlu‟nun uzlaĢmaz bir tutum sergileyeceği yönünde propaganda yapmıĢ, ve
Batı basınındaki yayınlara göre de bir anlamda baĢarılı olmuĢtur. Sürecin bundan sonraki
21
durumunda kendini sağlama almıĢ bir GKRY‟nin çok da somut adımlar atacağı
kanısında olmak aĢırı ümit içinde olmak olarak adlandırılabilir. Artık bu noktadan sonra,
uluslararası bir platformda baskı oluĢturularak çözümün sağlanmasından, ya da
tıkanıklığın giderilmesinden baĢka çıkar bir yol kalmamıĢtır denilebilir.
2011 Ocak ayında KKTC’de yapılan eylemler, Kıbrıs konusunda çözümsüzlüğün
Kıbrıs Türk halkını yorduğunu, senelerdir “hukuk dıĢı” görünen durumlarından ötürü
ekonomik, siyasi ve sosyal anlamda zor durumda olduklarını, aynı zamanda kendilerine
dayatılan kemer sıkma politikalarından ötürü de sürecin baĢ sorumlusu gördükleri
Türkiye‟ye karĢı bir muhalefet havası sezilmiĢtir. Açılan pankartlardan incinen Türkiye,
adadan çekilmesi talep edilmesine yönelik pankartlar olmuĢtur.
Gazetelerde yer alan demecinde BaĢbakan Recep Tayyip Erdoğan‟ın “Besleme” sözleri
ve yorumları Ģu Ģekildedir.
“28 Ocak’ta KKTC’de yapılan mitingde, Türkiye karşıtı pankartların açılmasıyla
ilgili olarak, “’Türkiye buradan çek git’ diyor. Sen kimsin be adam. Ülkemizden
beslenenlerin bu yola girmesi manidardir” yönündeki sözleri adayı
karıştırdı.”(Gazeteci.tv Internet, 2011)
BaĢbakan Erdoğan‟ın bu sözleri ada halkını incitmiĢ, sonrasında sadece mitingde pankart
açanları ve propaganda yapanları hedef aldığını açıklasa da karĢılıklı olarak bir incinme
meydana gelmiĢtir.
Figur 3: Türkiye – KKTC hibe ve kredi yardımları
Görüldüğü üzere Türkiye KKTC‟ye hibe ve kredi olarak artan miktarlarda yardım elini
uzatmaktadır. Yalnız son zamanlarda KKTC‟nin ekonomik olarak kemer sıkması
22
gerektiği yönündeki açıklamalar, sendikaların karĢı bir duruĢ sergilemesine sebep olmuĢ,
paketten geri adım atılmaması nedeniyle de CTP ve diğer muhalif partilerin de desteği
ile bu eylem sendikalar tarafından yapılmıĢtır.
Eylemin sebebinden ziyade sonucu, Türkiye ile KKTC arasında fikir ayrılıklarının tabanı
az da olsa yeĢermeye baĢladığı, tarafların açıklamalarında dikkatli olmayıp fevri
söylemlere giriĢmesiyle Rumların ekmeğine yağ sürüldüğünün görülmesidir.
Yalnız Kıbrıs Türkleri‟nin kabul etmesi gereken ekonomik olarak üretmeyen bir devletin
yaĢamasının imkansız olduğu, o nedenle de ekonomik reformlara destek vermeleri
gerektiğidir. Zira KTHY gibi bir firma 100 milyon dolardan daha fazla bir borç yükü
altında iflas edecek iken Türkiye‟nin desteği ile ayakta kalmıĢtır. Artık farklı bir
yaklaĢımla üreten bir toplum olma yönünde adımlar atılması için KKTC‟de de adımlar
atılmalıdır. (Kutlay, USAK Internet, 2011)
Çözüm konusunda ise KKTC‟ye düĢen üreten bir ekonomi olma yönünde adımlar atma,
ve kendi ayakları üzerinde kalabilen bir devlet haline gelme ve onurlu bir Ģekilde
mücadelesini sürdürmektir.
Bundan sonra, “Kıbrıs Sorunu”nda ilerleme “Türkiye‟nin AB üyelik süreci ile bir
kördüğüm haline gelmiĢtir” ibaresi çok yanlıĢ bir anlatım olmaz. Devam eden bölümde
bu detaylara inilecektir.
1950 2005-2008 dönemlerinde, AKP 2007 seçimleri sonrası iktidarını sağlamlaĢtırmıĢ
ve kendinden emin bir Ģekilde AB ile olan iliĢkilerinde adım atmaya ve sorgulamaya
baĢlamıĢtır. Daha önceleri içerideki asker baskısı nedeniyle AB iliĢkilerinde tavizkar
olan ve AB üyelik sürecine demokrasi yolunda kendi hükümetini sağlama alma yönünde
sıkı sıkıya bağlı olduğu öngörülen AKP, partisinin kapatılma sürecinden baĢarı ile
çıkması ve CumhurbaĢkanlığı seçimini de baĢarı ile kendi partisinden Abdullah Gül‟ün
kazanmasıyla güvenli bir Ģekilde etrafına bakmaya baĢlamıĢtır.
23
6. TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİNDE KIBRIS SORUNU
1963 Ankara AnlaĢması ile o dönem Avrupa Topluluğu (AT) olarak adlandırılan Ģimdiki
AB‟nin temeli olan kurumla ekonomik iliĢkilerin ve gümrük birliğinin tesisi için
anlaĢma sağlanmıĢtır. Sonrasında 1970‟te imzalanan Karma Protokol ile devam eden
Türkiye-AB iliĢkileri 1987‟de Türkiye‟nin tam üyeliği baĢvurmasıyla son aĢamaya
gelmiĢtir.
Yunanistan‟ın 1981‟de AT üyesi olmasıyla Kıbrıs sorunu Türkiye-Yunanistan ve taraflar
arasında bir sorun olarak kalmamıĢ, 1988‟de AT‟nin Ortaklık Konseyi‟nde açılıĢ
konuĢmasında “Kıbrıs sorunu AT ile Türkiye arasındaki iliĢkiyi etkilemektedir.”
ġeklinde bir ifade ve 1990 Dublin zirvesinde Avrupa Konseyi‟nin aldığı kararla bu
tutum resmileĢerek AT‟de Kıbrıs sorununda taraf olmaya baĢlamıĢtır.
Dublin zirvesinden hemen sonra GKRY‟nin adayı tümüyle temsil etme hakkıyla AT‟ye
1990‟da tam üyelik baĢvurusu yapması , AT-Türkiye iliĢkilerini daha da karmaĢık hale
getirmiĢtir. Türkiye ve KKTC‟nin itirazları, bu baĢvurunun meĢru olmadığı, 1960 Kıbrıs
Cumhuriyeti garantörlük antlaĢmalarına göre, Türkiye‟nin içinde bulunmadığı bir
organizasyona Kıbrıs‟ın dahil olamayacağının, ve 1960 anayasasına göre meĢru bir
hükümetin adanın tümüne hakim olmadığının, Kuzey‟deki fiili devletin gözardı
edilemeyeceğinin belirtilmesi açıklamalarıyla, AT‟ye iletilmiĢtir.
1995 Mart’ında AB Genel İşler Konseyi’nde GKRY‟ye Ģimdiye kadar “Kıbrıs
Cumhuriyeti” olarak atıfta bulunularak, 1960 anayasası çerçevesinde iki toplumlu devlet
olarak bakılarak, barıĢçıl yollardan çözüme gönderme yapılırken, bu konsey kararında
“Kıbrıs” olarak belgelerde ismi geçirilerek adada bölünmüĢlük çözülmese de birliğe
alınabileceğine dair bir pozisyon değiĢikliği yaĢanmıĢtır. Buna istinaden de Yunanistan,
AB-Türkiye arasındaki GB AntlaĢması‟na olan vetosunu kaldırmıĢtır ki 1 Ocak 1996
itibariyle bu antlaĢma yürürlüğe girmiĢtir.
• 1997 Lüksemburg zirvesinde AB diğer dokuz Doğu Avrupa Birliği üyesinin
yanısıra onuncu aday ülke olarak Kıbrıs‟ı açıklamıĢtır ki bunlardan çok önce 1987‟de
adaylık baĢvurusunda bulunan Türkiye‟ye adaylık statüsü verilmemiĢtir. Dahası
Lüksemburg Sonuç Zirvesi‟nde belirtildiği üzere Türkiye‟nin adaylık sürecinin
24
ilerlemesi ile Kıbrıs sorunun çözümü arasında bağlantı kurulmuĢ ve bu ilk defa resmi
bir belgeye geçirilerek Türkiye‟nin adaylığına bir Ģart olarak konulmuĢtur. (Yenigün-
Efegil, 2010, s564)
Türkiye‟nin Lüksemburg zirvesi sonuçlarına tepkisi sert olmuĢtur, AB ile siyasi
iliĢkilerini dondurma kararı alan Türkiye, KKTC ile entegrasyonu hızlandıracağını
açıklamıĢtır. ĠliĢkiler ancak 1999 Helsinki zirvesinde Türkiye‟ye üyelik statüsünün
verilmesiyle iliĢkiler normale dönmüĢtür.
1999 Helsinki zirvesi de sonuçları bakımından önemlidir zira AB‟nin Kıbrıs sorununda
BM çatısı altında çözümler yönünde tarafların efor göstermeleri yönünde beyanı söz
konusudur. Yalnız Türkiye‟ye yapılan vurgu GRKY ve Yunanistan‟dan farklı olup
adaylık sürecinde önemli bir kriter olacağını belirtmesi bakımından ve de adada
bölünmüĢlük sona erdirilmeden GKRY‟nin Kıbrıs‟ın tamamını temsilen AB‟ye üye
olabileceğinin karar olarak açıklanmasından ötürü çok önemlidir.
Helsinki Zirvesi sonuçları Türkiye tarafından Kıbrıs sorununun ön Ģart olarak
konulmaması ve Ege meselesi ile ilgili sorunun Lahey Adalet Divanı üzerinden
çözümüne yapılan göndermeler de olsa, aday ülke olma statüsünün getireceği
avantajların daha çok olması nedeniyle kabul edilmiĢtir.
2000‟li yıllar dönemi GKRY‟nin üyelik tarihinin yaklaĢması ve AB‟nin “BirleĢik
Kıbrıs” olarak katılım yönündeki kesin tercihi olması nedeniyle çok yoğun bir Ģekilde
geçmiĢtir. 2002‟de taraflara sunulan Annan Planı‟ın kabul edilmesi için yapılan yoğun
diplomatik baskının sonuç getirmemesi nedeniyle 2002 Aralık‟taki Kopenhag Zirvesi‟ne
çözüm sağlanamadan girilmiĢtir.
Aralık 2002 Kopenhag Zirvesi‟nde diğer Doğu Avrupa ülkeleri ile birlikte “Kıbrıs”ın da
üyeliğinin 1 Mayıs 2004‟te baĢlayacağına dair karar alınmıĢ, böylelikle Haziran AP
seçimlerine bu yeni üye ülkelerin de katılması hedeflenmiĢtir. Fakat kolaylıkla tahmin
edilebileceği üzere, AB üyelik garantisini almıĢ bir GKRY ne çözüm yönünde çok istekli
olacak ne de Annan Planı‟na destek verecektir ki durumda tam böyle gerçekleĢmiĢtir.
2001 Türkiye‟sinde ise ekonomik krizin ülkeyi kasıp kavurduğu, ülkede iĢsizliğin arttığı,
borç yükünün döndürülemez seviyeye geldiği zamanlardır ki anavatandaki bu ekonomik
25
kriz KKTC‟yi de ister istemez vurmuĢtur. Bu dönemde AB üyeliği yolundaki Kıbrıs‟ın
refahı Kıbrıs Türk Halkı için cazibe merkezi olmuĢ, bu yönde muhalif partilerde
kamuoyu ve politikalar oluĢturmaya baĢlamıĢlardır. BaĢta CTP olmak üzere ciddi
muhalefet baskısı görülmeye baĢlanmıĢtır.
2002 Kasım ayında erken seçime giden Türkiye, muhafazakar sağ ya da ılımlı islamcı
olarak adlandırılan AKP‟nin %37‟lik oy oranı alarak birinci parti olarak seçimlerden
çıkması ile dıĢ politikanın tamamında olduğu üzere Kıbrıs politikasında da değiĢiklikler
yapmıĢtır. Perde arkasında Ahmet Davutoğlu’nun olduğu, sorunların oluruna
bırakılmadığı, sorunların çözümüne yönelik aktif bir politikanın güdüldüğü bir dönem
girilmiĢtir.
Davutoğlu, Stratejik Derinlik kitabında, Kıbrıs sorununu sadece Yunanistan, Türkiye ve
Kıbrıs toplumları arasında değil Kafkasya, Balkanlar ve Batı Asya arasındaki büyük bir
bölgede stratejik boyutunu görerek ele almayı düĢünmektedir. Gerçi bu kitabında, teknik
detaylar ve AB süreci açısından çok dillendirmese de Almanya‟nın bu bölgede ABD‟ye
karĢı söz sahibi olmak istemesi, Rusya‟nın da SüveyĢ, dolaylı olarak Hürmüz boğaz
geçiĢine de etki etkmesi nedeniyle Doğu Akdeniz‟de Kıbrıs ile ilgili stratejilerinin
olduğunu yazmıĢtır. Buna örnek olarak, S300 füzelerinin GKRY‟de
konuĢlandırılmasının, Bakü-Ceyhan petrol boru hattının güvenliğini sıkıntıya
sokabileceğini göstermesi böylelikle Bakü-Novoroskisk hattının güvenliği ile ilgili
çekinceleri olan Türkiye‟ye gözdağı vermektedir. Bu çerçeveden Türkiye-AB
iliĢkilerindeki Kıbrıs sorunu aslında Türkiye açısından daha büyük bir coğrafya da Batı
Asya‟dan Doğu Avrupa ve Kafkaslara kadar uzanan bir bölgede ele alınması gerekli
olunan bir konudur. (Stratejik Derinlik, Davutoğlu, 2009)
Güvenlik açısından Türkiye açısından çok önemli bir yeri olan Kıbrıs, üzerinde yaĢayan
müslüman Kıbrıs Türk toplumu nedeniyle de insani olarak düĢünülmesi gereken, ve bu
noktada verdiği desteğin Balkanlarda, Bosna‟da, Bulgaristan‟daki müslüman azınlıklara
karĢı takındığı/takınacağı tavrı göstermesi bağlamında da bu yönüyle de önemle ele
alınması gereken bir durumdur. (Stratejik Derinlik, Davutoğlu, 2009)
26
Türkiye AB adaylık sürecinde müzakerelerin baĢlaması için, 2004 Aralık’ta karar
alınırken bu sürecin başlamasının GB’nin diğer yeni dokuz üye ile birlikte birliğe
katılan GKRY’e de genişletilmesi şartı kondu. Bu ilk baĢtan beri korkulan durumun,
Türkiye‟nin AB üyeliğinin GKRY dolayısı ile zorluğa gireceği durumunun
gerçeklemesinin ilk somut örneği olmuĢtur. Türkiye ise bu Ģartı kabul etmekle,
tanımadığı bir devletin Ankara AnlaĢması tarafı olarak kabul etmiĢ oluyordu. (Arsava,
2006, s3)
Türkiye, bu ek protokolün imzalanmasının Kıbrıs Cumhuriyeti‟nin tanınması anlamına
gelmesini önlemek amacıyla 2005 Temmuz‟da bir deklarasyon yayınladı ve mevcut
tanımazlık politikasının korunduğunu, limanların ve havaalanlarının GKRY‟ye
açılmayacağını bildirdi. Hukuksal olarak deklarasyonlar tek taraflı olarak kabul edilir ve
bağlayıcılığı olmaz ki bu çerçevede AB Eylül 2005‟te karĢı deklerasyon yayımlayarak
Türkiye‟nin deklarasyonun AB‟yi bağlamadığını, ve müktesebata uygun Ģekilde
Türkiye‟nin havalalanlarını ve limanlarını GKRY‟ye açması gerektiğini ileterek GB‟nin
iĢletilmesi ile ilgili müzakare baĢlıklarının açılmayacağını iletti.
2006 Ocak ayında Türkiye bir açılım yaparak, KKTC‟nin GB‟ye katılması, Ercan
havalanın uluslararası trafiğer açılması, KKTC‟nin kültürel ve sosyal aktivitelere
katılımının sağlanması karĢılığında liman ve havalanlarını GKRY‟ye açacağını beyan
etmiĢtir. Fakat Avrupa Komisyonu, ABD ve Ġngiltere bu açılımı olumlu karĢılamıĢ
olsalar da GKRY‟nin bu durumun zaten Türkiye‟nin üyelik sürecinin doğal bir
yükümlülüğü olduğunu ayrıca baĢka Ģartlara bağlanamayacağını beyan etmesi ile durum
yine eskiye dönmüĢtür.
Daha sonra 2006 Aralık‟ta AB Genel ĠĢler Konsey‟inde alınan kararla GB ek
protokolünün Türkiye tarafından yürürlüğe girmemesi yüzünden, toplam 35 müzakere
baĢlığının GB‟nin iĢlemesi ile ilgili 8 baĢlığın açılmaması kararı alınmıĢ, açılan diğer
baĢlıklarında geçici süre kapatılmamasına karar verilmiĢtir. Altı ay sonra ise Fransa‟da
Türkiye adaylığına karĢı çıkan Sarkozy‟nin CumhurbaĢkanı olması ile Fransa, 2007
yılından bu yana tam üyelikle ilgili 8 baĢlığın da açılmasını veto etmektedir.
27
Peki bu kısır döngü içinde fiiliyatta çözümsüzlüğe doğru giden Türkiye‟nin AB üyeliği
konusunda teknik olarak durdurulması mümkün müdür sorusunun cevabı “Evet” olsa da
siyasi açıdan böyle bir kararın alınması pek mümkün görünmemektedir. Türkiye
açısından süreç Yunanistan, Fransa, Avusturya ve GKRY tarafından tıkanmıĢ
durumdadır.
Aslında 2009 yılı itibariyle AB Konseyi Türkiye ile üyelik müzakerelerini “GB Ek
protokolünün” Türkiye tarafından uygulamaya konulmaması dolayısı ile askıya alabilirdi
fakat böyle bir karar almadı. Fakat yine de baskıyı kaldırmamıĢ ileriki yıllarda bu
konuyu gündeme getireceğine dair bildirimde bulunmuĢtur.
13-20 Aralık Brüksel zirvesi AB Genel İşler Bakanlar Konseyi kararında yine
Türkiye‟nin GB Ek Protokolünü uygulamamıĢ olması ve GKRY ile iliĢkilerini
normalleĢtirmemiĢ olması eleĢtirilmiĢ, Türk askerinin KKTC‟den çıkması ve Kıbrıs
sorununun çözümüne yönelik aktif çaba göstermesi tavsiye edilmiĢtir.
28
7. SONUÇ
Türkiye açısından “Kıbrıs Sorunu” milli bir dava olarak önemini hiçbir zaman
kaybetmemiĢ zaman zaman buzdolabına konularak ısısı azaltılmaya çalıĢılmıĢsa da her
zaman hararetini belli bir seviyede tutmuĢ ve ani yükseliĢler sergileyebilecek
potansiyelde olan bir konudur.
“Kıbrıs Sorunu” baĢlangıçta garantör devletler Ġngiltere, Yunanistan ve Türkiye
arasındaki bir sorun iken, tabi ki BirleĢmiĢ Milletler Güvenlik Konseyi nezdinde büyük
güçlerin de devreye girdiği ABD ve SSCB (sonra Rusya) bölge sorunu halinde devam
etmiĢtir. Yalnız Almanya‟nın liderliğinde Kıbrıs‟ın AB‟ye üyeliği söz konusu olduğu
2004 senesi itibariyle artık AB de bu soruna taraf olmuĢtur, bu sürecin Kıbrıs‟ın
bölünmüĢ haliyle dahi baĢlatılmasında, iki kutuplu dünya sonrası değiĢen dünyada
Almanya‟nın Doğu Akdeniz petrol ve enerji yollarında stratejik önemi olan Kıbrıs‟ta söz
sahibi olmak istemesinin de büyük bir etkisi vardır.
GKRY 2004‟te AB‟ye üye olarak Türkiye‟nin adaylık sürecinde elinde veto kartını
tutmaya baĢlamıĢ ve çok önemli bir kazanım elde etmiĢtir. Yunanistan‟ın da doğal
destek verdiği bu ittifaka Fransa ve Avusturya‟nın da katıldığı göz önüne alındığında
Türkiye açısından “Kıbrıs” hakikaten çok yüksek bedel ödenen bir konu haline gelmiĢtir.
Müzakarelerde toplam otuzbeĢ baĢlığın onsekizinde GKRY ve Fransa‟nın vetosu
nedeniyle kıpırdama olmamıĢ, açılmıĢ olan on üç baĢlığın sadece biri kapatılabilmiĢtir.
Peki tıkanma noktasında olan Türkiye’nin AB üyelik sürecinin bundan sonra nasıl
açılması beklenmektedir? Ya da tıkanıklığın giderilmesi beklenmekte midir?
Türkiye bu noktada eğer 2001‟deki gibi zayıf bir ekonomi ile yakalanmıĢ olsaydı
mecburen bu boyunduruğa boyun eğecek ve GKRY‟ye limanların açılıĢını kabul
etmekten baĢlayarak faz faz Kıbrıs davasında ödünler vererek süreci ilerletmeye
çalıĢacaktı. ġu an itibariyle Türkiye ekonomisinin iyi olması ve 2008 finansal krizinden
etkilenmemiĢ olması dolayısıyla Türkiye‟nin kendine güveni gelmiĢ, “Komşularla Sıfır
Sorun” politikası ile komĢu devletlerle sosyal, ekonomik ve ticari iliĢkiler
güçlendirilerek Türkiye‟ye yaĢamsal nefes alma ortamları kazandırılmıĢtır. Bunun
29
getirdiği ekonomik rahatlama, AB‟ye karĢı Türkiye‟nin daha rahat kendi tezlerini
savunması ve mevcut fiili tıkanıklığın kendisine zarar vermesini minimum hissetmesini
sağlamıĢtır. Tabi bu durum, Arap Baharı‟nın Türkiye‟nin ekonomik iliĢkilerinin iyi
olduğu Libya ve iliĢkilerin canlanmıĢ olduğu Suriye‟ye sıçraması ile Türkiye‟nin
ekonomik olarak durumunun negatif etkilenmesinin sonuçlarının hissedilmesiyle AB ve
GKRY lehine, Türkiye‟nin aleyhine geliĢebilecek bir ortam yaratabilir.
AKP’nin 12 Haziran seçimlerinden %50 oranında oy alarak üçüncü kez iktidar
döneminin baĢlaması siyasi ve ekonomik anlamda Türk halkının AKP‟ye güvenoyu
verdiğini gösterir. Dolayısı ile Kıbrıs sorununda mevcut tıkanıklık ekonomik anlamda
çok düzensiz değiĢimler olmadıkça devam edebilir.
Bir diğer alternatif de seçmenin kesin onayını alan AKP‟nin tıpkı 2002‟de olduğu gibi
cesur adımlarla çözüm yolunda adımlar atması, kısmi olarak limanları GKRY‟ye açarak
AB yolunda ilerlemeyi sağlaması da olabilir. Tabi bu hamleyi “Kıbrıs Sorunu”unda
KKTC‟yi sahipsiz bırakmadan Kıbrıs Türk Toplumu‟nu incitmeden yapacak kabiliyette
olmak durumundadır. Buna karĢılık da AB‟nin Kuzey Kıbrıs‟a söz verdiği ekonomik
yardım paketlerini hızla iletmesi ve GKRY‟ye karĢı bir duruĢ sergileyerek eĢitlilik ve
hakkaniyet ilkesine uygun davranması gerekir.
Sonuç olarak, Türkiye‟nin AB üyelik yolundaki adımları dikkatli atması ve bu adımları
atarken de Yunanistan, Fransa ve GKRY‟nin de göstermiĢ oldukları direnci hesaba
katması gerekmektedir. Bu bağlamda önünde iki yol vardır, ya “Kıbrıs”ı milli dava
olarak görmeye devam edip, ana tezinde “kurucu devletlerden oluĢan konfederal devlet”
ısrarlı olacak ve bunun Yunanistan, AB ve GKRY tarafından sulandırılmasına izin
vermeyecek ya da yaklaĢık 40 yıldır Kıbrıs Türkleri‟nin kazanmıĢ olduğu egemenlik
haklarının “iki toplumlu federal devlet” adı altında AB, Yunanistan ve GKRY tarafından
eritilmesine izin verecektir.
30
KAYNAKÇA
• http://www.cypriot.org.uk/Documents/Haber/Denktas-rum-tarafi.htm, Kıbrıs Internet
Haberleri, 2003
• Türkiye’nin Değişen Dış Politikası, Cüneyt Yenigün Erten Efegil, 2010
• http://www.bbc.co.uk/turkish/europe/story/2004/04/040422_cyprusvetosema.shtml,
BBC Internet, 2004
• http://www.milliyet.com.tr/2007/04/02/yazar/congar.html, Milliyet Internet, 2007
• http://www.usak.org.tr/haber.asp?id=359, “KKTC‟de Eroğlu Zaferi: Müzakere
Dinamikleri Ne Olmalı?”, Fatma Yılmaz-Elmas, USAK Internet, 2010
• http://www.gazeteci.tv/kktcde-beslemekrizi-105858h.htm, KKTC'de ''besleme'' krizi,
Gazeteci.tv Internet, 2011
• http://www.usak.org.tr/haber.asp?id=540, KKTC‟deki Protestoları Anlayabilmek,
Mustafa Kutlay, USAK Internet, 2011
• Stratejik Derinlik, Ahmet Davutoğlu, 2009